بَابُ ذِكْرِ الْفِتَنِ وَدَلَائِلِهَا

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

بَابُ ذِكْرِ الْفِتَنِ وَدَلَائِلِهَا

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

3759 حَدَّثَنَا عُثْمَانُ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ ، حَدَّثَنَا جَرِيرٌ ، عَنِ الْأَعْمَشِ ، عَنْ أَبِي وَائِلٍ ، عَنْ حُذَيْفَةَ ، قَالَ : قَامَ فِينَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَائِمًا ، فَمَا تَرَكَ شَيْئًا يَكُونُ فِي مَقَامِهِ ذَلِكَ إِلَى قِيَامِ السَّاعَةِ إِلَّا حَدَّثَهُ ، حَفِظَهُ مَنْ حَفِظَهُ ، وَنَسِيَهُ مَنْ نَسِيَهُ ، قَدْ عَلِمَهُ أَصْحَابُهُ هَؤُلَاءِ ، وَإِنَّهُ لَيَكُونُ مِنْهُ الشَّيْءُ ، فَأَذْكُرُهُ كَمَا يَذْكُرُ الرَّجُلُ وَجْهَ الرَّجُلِ إِذَا غَابَ عَنْهُ ، ثُمَّ إِذَا رَآهُ عَرَفَهُ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

Abdullah ibn Ubaydullah ibn Umayr said: I was with my father in the time of Ibn az-Zubayr sitting beside Abdullah ibn Umar. Then Abbad ibn Abdullah ibn az-Zubayr said: We have heard that the evening meal is taken just before the night prayer. Thereupon Abdullah ibn Umar said: Woe to you! what was their evening meal? Do you think it was like the meal of your father?

(4240) Huzeyfe b.el-Yeman) (r.a) şöyle demiştir:

Rasûlullah (s. a) aramızda ayağa kalktı ve o zamandan kıyamete kadar ne olacaksa hiç
bir şey bırakmadan hepsini haber verdi.

Onun Öğrenen öğrendi, unutan unuttu. Onları Rasûlullah'm şu sâhâbî-leri bilir. Bir
adam birinden ayrılıp da sonra tekrar gördüğünde onu tanıyıp yüzünü hatırladığı gibi
ben de RasülullalVm bu söylediklerinden bir-şey meydana geldi mi hemen
[3]

hatırlıyorum.
Açıklama

Hadîsin, Buharı ve Müslim'deki rivayetlerinde Huzeyfe (r.a) Rasûlullah'm
söylediklerinden unutmuş olduğu bir şeyi gördüğü zaman, bir adamın kendisinden
uzağa giden birini gördüğünde hatırladığı gibi hatırladığını söylemiştir. Ebû Davud'un
rivayetinde ise, Huzayfe'nin olan hadisleri hatırladığı söylenmekte, fakat onları
unutmuş olduğundan bahsedilmemektedir.

Hâdis-i şerifte görüldüğü üzere Hz. Peygamber (s. a) birgün ashabı içerisinde ayağa
kalkmış ve o andan itibaren kıyamete kadar meydana gelecek ne kadar fitne varsa
hepsini haber vermiştir. Sahâbîlerden bir kısmı, Rasûlullah'm söylediklerini öğrenip
zapt etmiş bir kısmı ise unutmuştur. Huzeyfe (r.a) de efendimiz' in söylediklerinin



bazısını unutmuştur, ama hadiseler vuku buldukça hemen onları hatırlamaktadır.
Sahîh-i Müslim'deki başka bir rivayette Huzeyfe (r.a) Rasûlullah'm başkasına
söylemediği bazı şeyleri kendisine söylediğini ve kendisinin kıyamete kadar olacak
hadiseleri herkesten daha iyi bildiğini söylemiştir.

Yine Müslim'in, Ebû Zeyd'den yaptığı başka bir rivayette Efendimiz, bu hitabesi için
sabah namazından sonra minbere çıkıp Öğlene kadar konuşmuş, "öğle namazı için,
inmiş, namazdan sonra yine çıkıp ikindiye kadar tekrar konuşmuş, ikindiden sonra

141

tekrar minbere çıkıp güneş balmca-ya kadar konuşmasına devam etmiştir.

Hâdis-i şerif, Rasûlullah (s.a)'in ilminin kemâline, Huzeyfe (r.a)'in Efendimiz'in ilmine

gösterdiği ihtimama ve fitnelerden kaçındığına delâlet etmektedir.

Bazı sapık mezhep sâlikleri bu hadisi delil alarak Hz. Peygamber (s.a)'in gaybı

bildiğini iddia etmişlerdir, ama bu doğru değildir. Çünkü gaybı Allah'tan başka hiç

kimse bilemez. Peygamberler, ancak Allah'tan aldıkları vahiyle bu bilgileri haber

verirler.

Allah teâlanm kendisim "(aİimü'î ğayb) "gaybı bilen" diye vasıflandırması buna

delildir. Nitekim bir âyet-i kerimemde Cenâb-ı Allah şöyle buyurmaktadır:

"Gaybi bilen Allah, gayba kimseyi müttalî kılmaz. Ancak peygamberlerden bildirmek

ISI

istediği bunun dışındadır."

Gaybı Allah'tan başka hiçbir kimsenin bilemeyeceğini isbat sadedinde Aliyyü'l Kâri El
- Fıkhu'l-Ekber Şerhi'nde şunları söylemektedir. :

"Peygamberler, Allah'ın zaman zaman kendilerine bildirdiklerinin dışında gaybdan
birşey bilmezler, Hanefîler, Rasûlullah'm gaybı bildiği inancında olanın kafir
sayılacağını açıkça söylemişlerdir. Çünkü bu inanç "Deki Göklerde ve Yerde gaybı

£61

Allah'tan başka bilen yoktur"

Ayet-i kerime'sine zıttır. Ulemâdan birisi, gaybı bilmenin Allah'a has bir bilgi
oluşunun zarûrati dinnîyeden olduğunu söyler. Bu husustaki nasslar çoktur. Bunlardan
bazıları şu ayet-i kerimelerdir.

"Gaybm anahtarları O'nun katmdadir, onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı

m

bilir.

181

"Kıyamef vaktini bilmek ancak Allah'a mahsustur, yağmuru o indirir,
Bu âyetler Allah'tan başka hiç bir kimsenin gaybı bilemeyeceğini gösterir. Onun için,
Allah'tan başka birisinin gaybı bildiğini söylemek caiz değildir. Nitekim Rasûlullah
(s. a) yanında söylenen bir şiirde "Aramızda yarın ne olacağını bilen Nebi var.."
denilince bunu söyleyeni kınamış ve "Bunu bırak, başka şey söyle." buyurmuştur.
Netice şudur; Allah'tan başka kimse gaybı bilemez. Ancak vahiy ve ilham yoluyla
Allah'ın bildirmeyi dilediği kişiler bilebilirler. Ama bu Allah'ın bildirmesi iledir.
Aliyyü'l Kârî'nin bu istidlal ve sözleri Allah'dan başka hiç kimsenin gaybı
bilemeyeceğini açıkça göstermektedir.

Hattâ Peygamberler bile bu hükmün dışında değildirler. Durum böyle olunca fala ve
falcıların söylediklerine inanmak asla caiz değildir.

Bu inanç, kişinin küfrüne sebep olup Allah'ın varlığını, Hz. Peygamber'in haberlerini,
ahireti akıllarına aldıramayan, gördüğünden başka bir şeye inanmadığını söyleyen



örümcekli kafaların, fala inanması, gazetelerdeki falları takip etmesi son derece hayret
verici bir şeydir,

Hanefî fukuhasmdan İbn. Nüceym'in Bahru'r-Raîk adındaki fıkıh kitabındaki şu
sözleri de Aliyyü'l Kârî'nin söyledikleri ile aynı istikamettedir.

"Bir kimse Allah'ı ve Rasûlü'riû şahit tutarak evlense nikâh sahîh olmaz ve bunu

191

yapan kâfir olur. Çünkü bu Rasûlullah'm gaybi bildiğine inanmaktır."
Bazı Hükümler

1. Gaybı Allah'tan başka kimse bilmez. Ancak Allah (c c) bilinmesini istediği şeyleri
Peygamberlerine vahy yoluyla bildirir.

[îoı

2. Yetkili kişinin fark ettiği tehlikeleri teb'âsma haber vermesi meşrudur.

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

3760 حَدَّثَنَا هَارُونُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ ، حَدَّثَنَا أَبُو دَاوُدَ الْحَفَرِيُّ ، عَنْ بَدْرِ بْنِ عُثْمَانَ ، عَنْ عَامِرٍ ، عَنْ رَجُلٍ ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ ، عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ : يَكُونُ فِي هَذِهِ الْأُمَّةِ أَرْبَعُ فِتَنٍ فِي آخِرِهَا الْفَنَاءُ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

The Messenger of Allah (ﷺ) came out from the privy and was presented to him. They (the people) asked: Should we bring you water for ablution? He replied: I have been commanded to perform ablution when I get up for prayer.

(4241) Abdullah (b. Mes'ud) (r.a)'den; Rasûlullah'm (s.a)'in şöyle buyurduğu rivayet
edilmiştir:

Oil

Bu ümmtte dört tane fitne meydana gelecektir. Onların sonunda yokluk vardır.

[İH

Tahric: Sadece Ebu Davûd rivayet etmiştir.
Açıklama

Hâdis-i Şerifi, İbn Mes'ud'dan rivayet eden sahabî'nin ismi mechûl'dür. Bu hal hadisin
sıhhati açısından bir kusurdur.

Hadis-i şerifte Rasûlullah'm (s. a), bu ümmetin dört tane fitne ile karşı karşıya geleceği
bunlardan sonuncusunda yokluk olacağı belirtilmektedir. Sarihlerin bildirdiğine göre
"Fitne"den maksat büyük olaylardır. Sonun-cusundaki yokluktan maksat da dünyanm
veya ümmetin yok olmasıdır.

Yani dördüncü büyük olaydan sonra, dünyada müslümanm kalmaması yahutta
kıyametin kopmasıdır

Kenzü'l-Ummal'de bu hadisin ihtiva ettiği mânâ aynısıyla Hüzey-fe'den rivayet
edilmiştir. Yine aynı eserde İmrân b. Husayn (r.a) kanalıyla, Rasûlullah'm (s.a)'in şöyle
buyurduğu haber verilmiştir. "Dört tane fitne zuhur edecektir. Birincisinde kan;
ikincisinde kan ve mal; üçüncüsünde kan, mal ve helâl olacak, dördüncüsünde de
Deccâl çıkacaktır."

Kenzü'l Ümmal'daki bu hadisi Taberanî'de rivayet etmiştir. Bu son rivayet göz önüne
alındığında, Deccâl'in çıkmasıyla meydana gelecek büyük hadisenin sonunun

£131

müslümanlarm veya dünyanın sonu olacağını söylememiz mümkündür.

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

3761 حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ عُثْمَانَ بْنِ سَعِيدٍ الْحِمْصِيُّ ، حَدَّثَنَا أَبُو الْمُغِيرَةِ ، حَدَّثَنِي عَبْدُ اللَّهِ بْنُ سَالِمٍ ، حَدَّثَنِي الْعَلَاءُ بْنُ عُتْبَةَ ، عَنْ عُمَيْرِ بْنِ هَانِئٍ الْعَنْسِيِّ ، قَالَ : سَمِعْتُ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ عُمَرَ ، يَقُولُ : كُنَّا قُعُودًا عِنْدَ رَسُولِ اللَّهِ ، فَذَكَرَ الْفِتَنَ فَأَكْثَرَ فِي ذِكْرِهَا حَتَّى ذَكَرَ فِتْنَةَ الْأَحْلَاسِ ، فَقَالَ قَائِلٌ : يَا رَسُولَ اللَّهِ وَمَا فِتْنَةُ الْأَحْلَاسِ ؟ قَالَ : هِيَ هَرَبٌ وَحَرْبٌ ، ثُمَّ فِتْنَةُ السَّرَّاءِ ، دَخَنُهَا مِنْ تَحْتِ قَدَمَيْ رَجُلٍ مِنْ أَهْلِ بَيْتِي يَزْعُمُ أَنَّهُ مِنِّي ، وَلَيْسَ مِنِّي ، وَإِنَّمَا أَوْلِيَائِي الْمُتَّقُونَ ، ثُمَّ يَصْطَلِحُ النَّاسُ عَلَى رَجُلٍ كَوَرِكٍ عَلَى ضِلَعٍ ، ثُمَّ فِتْنَةُ الدُّهَيْمَاءِ ، لَا تَدَعُ أَحَدًا مِنْ هَذِهِ الْأُمَّةِ إِلَّا لَطَمَتْهُ لَطْمَةً ، فَإِذَا قِيلَ : انْقَضَتْ ، تَمَادَتْ يُصْبِحُ الرَّجُلُ فِيهَا مُؤْمِنًا ، وَيُمْسِي كَافِرًا ، حَتَّى يَصِيرَ النَّاسُ إِلَى فُسْطَاطَيْنِ ، فُسْطَاطِ إِيمَانٍ لَا نِفَاقَ فِيهِ ، وَفُسْطَاطِ نِفَاقٍ لَا إِيمَانَ فِيهِ ، فَإِذَا كَانَ ذَاكُمْ فَانْتَظِرُوا الدَّجَّالَ ، مِنْ يَوْمِهِ ، أَوْ مِنْ غَدِهِ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

I read in the Torah that the blessing of food consists in ablution before it. So I mentioned it to the Prophet (ﷺ). He said: The blessing of food consists in ablution before it and ablution after it.

Sufyan disapproved of performing ablution before taking food.

Abu Dawud said: It is weak.

(4242) Abdullah b. Ömer (r.a); şöyle demiştir;

Biz Rasûlullah'm (s.a)'in yanında oturuyorduk. Efendimiz, uzun uzadıya fitneleri

(meydana gelecek büyük hadisleri) aniattı Ehlâs fitnesini zikretti.

Birisi:

Ehlâs fitnesi nedir, Yâ Rasûlullah'm ? dedi.



Efendimiz:

O, insanların birbirinden kaçması ve haksız yere malların alınmasıdır. Sonra Serrâ
(nimet) fitnesi vardır. Bu fitne, benim ailemden, benden olduğunu zanneden ama
aslında benden olmayan bir adamın ayakları altından, yayılacaktır. Benim dostlarım
ancak muttaki olanlardır. Sonra insanlar, kaburga üzerindeki oturak gibi (devam
etmeyecek olan), bir adamla anlaşacaklar; daha sonra karanlık fitne çıkacak, bu
ümmetten dokunmadığı kimse kalmayacak. Bitti, denildiğinde, devam edecek. O
fitnede (esnasında) kişi, mümin olarak sabahlayacak akşama kâfir olarak çıkacak.
İnsanlar iki çadırda (gurupta) olacaklar. Bunlar, içinde asla nifakın olmadığı iman
çadırı ve imanın olmadığı nifak çadırıdır. Siz o güne ulaştığınızda o gün veya yarın
£141

Deccâli bekleyiniz.
Açıklama

Hadis-i şeriften anladığımıza göre Hz. Peygamber (s. a) ashabına, ahir zamanda
meydana gelecek birçok önemli hadiseleri yani fitneleri anlatmıştır. Râvî,
Efendimiz' in anlattığı bu fitnelerden bazılarını ismen aktarmıştır. Şimdi biz bunlar

£151

hakkında sarihlerin söylediklerine bir göz atalım.
Ehlâs Fitnesi:

Ehlas "Hıls" kelimesinin çoğuludur. Hıls, yere veya Hayvanın sırtına serilen çuldur.
Anılan fitnenin bu isime izafe ediliş sebebi iki şekilde açıklanmıştır. Bunlar:

a) Bu çul, kaldırılmadıkça serildiği yerde kalır. Yani orada devamlıdır. Rasûlullah
(s. a) fitnenin devamlılığına işaret etmek için fitneyi bu kelime ile ifade etmiştir.

b) Bu çul siyah renktedir. Fitnelerin karışıklığı ve karanlığından dolayı Hz.
Peygamber bu tabiri kullanmıştır.

Rasûlullah'ı dinleyen sâhâbîlerden birisi kendisine, ehlâs fitnesinin ne olduğunu
sormuş, Efendimiz de onun, " " herab ve harab olduğunu söylemiştir. Avnü'l

Ma'bûd'da bu kelimeler şöyle izah edilmiştir.

Herab: Kişilerin aralarındaki düşmanlık ve savaştan dolayı birbirlerinden
kaçmalarıdır.

Harab: Bir insanın malını elinden almak ve onu eh boş bırakmaktır.

Hattabî, harab'ı mal ve ailenin yok olması diye açıklamıştır. Terceme - Avnü'l

Ma'bud'daki izah gözönüne alınarak yapılmıştır.

Bezlü'l-Mechûd sahibi, bu fitnenin Hz. Osman'ın vefatıyla ortaya çıkıp, Muâviye'nin

£161

hilâfetine kadar devam eden karışıklık olduğunu zannettiğini söyler.
Serra (Nimet) Fitnesi:

AHyyü'l Kâri bu fitneyi şöyle izah etmektedir:

Serra dan maksat; sıhhat, rahatlık, bolluk, hastalık ve belâlardan uzak kalma gibi
insanı sevindiren nimetlerdir. Kişi elindeki bol nimetler sebebiyle ahireti unutup
Allah'a isyana dalacağı için fitne bu kelimeye izafe edilmiştir.



Aliyyü'l Kârî'nin bu İzah'ı aynen Avnii'l Ma'bud'da ve Bezlü'l Mechûd'da
nakledilmiştir.

Hz. Peygamber (s. a) bu fitnenin, kendi sülâlesinden ama kendi yolunda olmayan bir
adamın ayağının altından yayılacağını söylemiştir. Bu mânâyı da "Benim ailemden,
benden (benim yolumdan) olduğunu zanneden ama aslında benden (benim yolumdan)
olmayan...." diye ifade buyurmuş daha sonra da kendi dostlarının muttâkiler olduğunu
söylemiştir.

Fitne'nin kendi ailesinden bir adamın ayağının altında çıkmasından maksat o şahsın bu
fitneyi yayacağı, böyle bir fitnenin yayılması için onun gayret göstereceğidir. Hadiste
bu mânâ (Dehan) kelimesi ile ifâdelendirilmiştir. Bu kelime, duman mânâsmdaki
dühan kelimesi ile aynı köktendir. Duman ateşin yandığı yerden çıkıp koyu bir renkle
yayıldığı için, fitne bu kelime ile ifâdelendirilmiştir.

Hz. Peygamber (s. a) fitnenin zuhuruna sebep olacak şahsın, neseben kendi soyundan
olmasına rağmen, gerçekte kendisinden olmadığını ifade etmiştir. Bunun bir benzeri
şu âyet-i kerimedir.

im

"Ey Nuh! o senin ailen sayılmaz, çünkü o kötü bir iş yaptı dedi."
Sonra insanlar kaburga üzerindeki bir oturak gibi,

Bu tâbir bir darb'ı meseldir. Maksat adamın sahanının sürekli ve düzgün
olmayacağının ifadesidir. Oturak ağır, kaburga kemiği dayanıksız olduğu için,
oturağın kemik üzerinde uzun süre kalması o kemiğin ağırlığa tahammül etmesi
mümkün değildir. İşte insanın, idaresi uzun sürmeyecek ve düzenli olmayacak birisini
başlarına getirmelerini Efendimiz bu sözleriyle ifade buyurmuştur.
Bezlü'l Mechûd müellifi Seharenfurî, Rasûlullah'm (s.a)'in haber verdiği bu halin hicri
1334 (m. 1915) yılında Hicazda meydana geldiğini söyler. Seharenfûrî'niıı bahsettiği
bu hadise'nin özeti şudur.

Osmanlı idaresi altındaki Mekke emiri Şerif Hüseyin, İngilizlerle gizlice anlaşıp,
Osmanlılar'a başkaldırın Mekke'deki Türk askerlerini öldürüp, ailelerini esir eder.
Sonra kendisini Hicaz meliki olarak ilân eder. Ancak saltanatı düzensiz ve kısa ömürlü
olur.

Şüphesiz bu bir şahsın görüşüdür. Hadiste anlatılan mânâyı belirli bir hadiseye nisbet
etmek uygun değildir. Söylediklerinin doğru olması da yanlış olması da muhtemeldir.
£181

Karanlık Fitne

Hz. Peygamber (s. a) daha sonra insanların karanlık fitnelere düşeceğini, bu fitnenin
dokunmadık kimse bırakmayacağını söylemiştir. Fitnenin insanlara dokunmasını da,
Türkçe karşılığı tokat vurmak olan bir kelime ile ifadelendirmiştir. Efendimiz'in
haberine göre, bu fitneyi insanlar, onun bittiğini zannettikleri bir zamanda, tekrar
göreceklerdir. O dönemde bazı insanlar, sabahları müslüman oldukları halde, akşam
kafir olacaktır. Sarihlerin bildirdiğine göre buna sebep, kişilerin sabahları diğer
müsümanlann kanlarını mallarını ve ırzlarını haram kabul ettikleri halde, akşam
olunca onları helâl saymalarıdır.

Yine Rasûlullah'm haberine göre, insanlar iki kampa ayrılacaklardır. Efendimiz, bu
kampları çadır mânâsına gelen "Fûstât" kelimesi ile ifâde etmiştir. Bazı alimler, fustat



kelimesinin, burada, şehir mânâsında olduğunu söylerler. Biz tercemeyi kelimenin
hakiki mânâsına göre yaptık ve maksada izah bölümünde işaret etmeyi uygun bulduk.
Bu kelimeyi ister çadır, ister şehir mânâsına alalım, maksat bu mahallerin kendisi
değil, içindekilerdir. Yani, Mahal zikredilmemiş içinde olanlar kasdedilmiştir. Buna
göre, insanların bir kısmı gerçek mânâ'da mü'min olacak, içlerinde en ufak bir nifak
bulunmayacak bazıları da tam manâsıyla münafık olacak, içlerinde hiç bir iman
kırıntısı olmayacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta, Hz. Peygamber'in
imansızları kâfir diye değil, münafık diye ifâde etmesidir. Bundan anlıyoruz ki, anılan
fitne geldiğinde kimi insanlar gerçekte mümin olmadıkları halde kendilerini mümin
olarak göstereceklerdir. İşte bu halin zuhuru, Deccal'in başka bir ifadeyle kıyametin

£191

habercisidir. Çünkü, Deccâl kıyametin büyük âlâmetlerindendir.
Bazı Hükümler

1- Hz. Peygamber (s. a) Cenâb-ı Alah'in iz geleceJc bir takım hadiselerden haberdar
olur.

2- Müslümanlar zaman içerisinde bir takım fitne ve olaylarla karşılaşacaklardır. Bu

£201

fitnelerden bazılarına metinde işaret edilmiştir.

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

3762 حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ يَحْيَى بْنِ فَارِسٍ ، حَدَّثَنَا ابْنُ أَبِي مَرْيَمَ ، أَخْبَرَنَا ابْنُ فَرُّوخَ ، أَخْبَرَنِي أُسَامَةُ بْنُ زَيْدٍ ، أَخْبَرَنِي ابْنٌ لِقَبِيصَةَ بْنِ ذُؤَيْبٍ ، عَنْ أَبِيهِ ، قَالَ : قَالَ حُذَيْفَةُ بْنُ الْيَمَانِ : وَاللَّهِ مَا أَدْرِي أَنَسِيَ أَصْحَابِي ، أَمْ تَنَاسَوْا ؟ وَاللَّهِ مَا تَرَكَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنْ قَائِدِ فِتْنَةٍ ، إِلَى أَنْ تَنْقَضِيَ الدُّنْيَا ، يَبْلُغُ مَنْ مَعَهُ ثَلَاثَ مِائَةٍ فَصَاعِدًا ، إِلَّا قَدْ سَمَّاهُ لَنَا بِاسْمِهِ ، وَاسْمِ أَبِيهِ ، وَاسْمِ قَبِيلَتِهِ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

The Messenger of Allah (ﷺ) came out from the valley of a mountain where he had eased himself. There were some dried dates on a shield before us. We called him and he ate with us. He did not touch water.

(4243) Hüzeyfe b. el-Yemân (r.a) şöyle demiştir: Vallahi, arkadaşlarım unuttular mı,
yoksa unutmuş mu göründüler; bilmiyorum; Vallahi. Rasûlullah (s. a) Dünyâ'nm sonu
gelinceye kadar çıkacak; olan tâbîlerinin sayısı üçyüze ve daha fazlaya varan fitne
liderlerinin hiçbirini bırakmadan; hepsini, bize, adı baba adı ve kabilesinin admı



anarak haber verdi.
Açıklama

Anlaşıldığına göre, Hüzeyfe (r.a), Sâhâbîlerin Rasûlullah (s.a)'in haber verdiği fitneler
konusunda konuşmayıp susmalarından yakınmakta ve onların bu suskunluklarına se-
bebin Rasûlullah'dan duyduklarını unutmaları mı, yoksa bir maslahata binaen unutmuş
görünmeleri mi olduğunu, bilmediğini, söylemektedir. Bilahare Hüzeyfe, kıyamete
kadar çıkacak olan ve peşinden gelecekler üçyüz ve daha fazla kişi olacak olan tüm
fitne çıkarıcıları, Hz. Peygamber'in şüpheye mahal bırakmayacak şekilde açıkça haber
verdiğini bildirmektedir.

Avnü'l Ma'bûd müellifi Kârî'den naklen "Fitne lideri"nden maksadın insanları
sapıklığa çağıran, bid'ate sevk eden İslâm düşmanları olan ve müslümanlarla savaş
edenler olduğunu söyler. El Ezhâr'da da fitne liderlerinin, fitne çıkaran ve insanları
ona davet eden liderler olduğu ifade edilmektedir.

Allame el Erdebilî, Hüzeyfe'nin bu hadisi ile ilgili olarak Hz. Peygamber'in; tabileri
üçyüz ve daha fazla olacak olan fitne liderlerini haber verdiğini, ama tâbîleri daha az
olanları anmadığını söyler. Aynı zat, bu hadisin Hz, Peygamber (s.a)'in ümmetine olan
şefkat ve merhametine, onun ilmine delâlet ettiğini ve bunun bir mucize olduğunu
122]

ilâve eder.



: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

3763 حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ ، حَدَّثَنَا أَبُو عَوَانَةَ ، عَنْ قَتَادَةَ ، عَنْ نَصْرِ بْنِ عَاصِمٍ ، عَنْ سُبَيْعِ بْنِ خَالِدٍ ، قَالَ : أَتَيْتُ الْكُوفَةَ فِي زَمَنِ فُتِحَتْ تُسْتَرُ ، أَجْلُبُ مِنْهَا بِغَالًا ، فَدَخَلْتُ الْمَسْجِدَ ، فَإِذَا صَدْعٌ مِنَ الرِّجَالِ ، وَإِذَا رَجُلٌ جَالِسٌ تَعْرِفُ إِذَا رَأَيْتَهُ أَنَّهُ مِنْ رِجَالِ أَهْلِ الْحِجَازِ ، قَالَ : قُلْتُ : مَنْ هَذَا ؟ فَتَجَهَّمَنِي الْقَوْمُ ، وَقَالُوا : أَمَا تَعْرِفُ هَذَا ؟ هَذَا حُذَيْفَةُ بْنُ الْيَمَانِ صَاحِبُ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، فَقَالَ حُذَيْفَةُ : إِنَّ النَّاسَ كَانُوا يَسْأَلُونَ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَنِ الْخَيْرِ ، وَكُنْتُ أَسْأَلُهُ عَنِ الشَّرِّ ، فَأَحْدَقَهُ الْقَوْمُ بِأَبْصَارِهِمْ ، فَقَالَ : إِنِّي أَرَى الَّذِي تُنْكِرُونَ ، إِنِّي قُلْتُ : يَا رَسُولَ اللَّهِ ، أَرَأَيْتَ هَذَا الْخَيْرَ الَّذِي أَعْطَانَا اللَّهُ ، أَيَكُونُ بَعْدَهُ شَرٌّ كَمَا كَانَ قَبْلَهُ ؟ قَالَ : نَعَمْ قُلْتُ : فَمَا الْعِصْمَةُ مِنْ ذَلِكَ ؟ قَالَ : السَّيْفُ قُلْتُ : يَا رَسُولَ اللَّهِ ، ثُمَّ مَاذَا يَكُونُ ؟ قَالَ : إِنْ كَانَ لِلَّهِ خَلِيفَةٌ فِي الْأَرْضِ فَضَرَبَ ظَهْرَكَ ، وَأَخَذَ مَالَكَ ، فَأَطِعْهُ ، وَإِلَّا فَمُتْ ، وَأَنْتَ عَاضٌّ بِجِذْلِ شَجَرَةٍ ، قُلْتُ : ثُمَّ مَاذَا ؟ قَالَ : ثُمَّ يَخْرُجُ الدَّجَّالُ مَعَهُ نَهْرٌ وَنَارٌ ، فَمَنْ وَقَعَ فِي نَارِهِ ، وَجَبَ أَجْرُهُ ، وَحُطَّ وِزْرُهُ ، وَمَنْ وَقَعَ فِي نَهْرِهِ ، وَجَبَ وِزْرُهُ ، وَحُطَّ أَجْرُهُ ، قَالَ : قُلْتُ : ثُمَّ مَاذَا ؟ قَالَ : ثُمَّ هِيَ قِيَامُ السَّاعَةِ ، حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ يَحْيَى بْنِ فَارِسٍ ، حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ ، عَنْ مَعْمَرٍ ، عَنْ قَتَادَةَ ، عَنْ نَصْرِ بْنِ عَاصِمٍ ، عَنْ خَالِدِ بْنِ خَالِدٍ الْيَشْكُرِيِّ ، بِهَذَا الْحَدِيثِ قَالَ : قُلْتُ : بَعْدَ السَّيْفِ ، قَالَ : بَقِيَّةٌ عَلَى أَقْذَاءٍ ، وَهُدْنَةٌ عَلَى دَخَنٍ ثُمَّ سَاقَ الْحَدِيثَ ، قَالَ : وَكَانَ قَتَادَةُ يَضَعُهُ عَلَى الرِّدَّةِ الَّتِي فِي زَمَنِ أَبِي بَكْرٍ ، عَلَى أَقْذَاءٍ ، يَقُولُ : قَذًى ، وَهُدْنَةٌ يَقُولُ : صُلْحٌ ، عَلَى دَخَنٍ عَلَى ضَغَائِنَ . حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مَسْلَمَةَ الْقَعْنَبِيُّ ، حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ يَعْنِي ابْنَ الْمُغِيرَةِ ، عَنْ حُمَيْدٍ ، عَنْ نَصْرِ بْنِ عَاصِمٍ اللَّيْثِيِّ قَالَ : أَتَيْنَا الْيَشْكُرِيَّ فِي رَهْطٍ مِنْ بَنِي لَيْثٍ ، فَقَالَ : مَنِ الْقَوْمُ ؟ قُلْنَا : بَنُو لَيْثٍ ، أَتَيْنَاكَ نَسْأَلُكَ عَنْ حَدِيثِ حُذَيْفَةَ ، فَذَكَرَ الْحَدِيثَ ، قَالَ : قُلْتُ : يَا رَسُولَ اللَّهِ ، هَلْ بَعْدَ هَذَا الْخَيْرِ شَرٌّ ؟ قَالَ : فِتْنَةٌ وَشَرٌّ ، قَالَ : قُلْتُ : يَا رَسُولَ اللَّهِ ، هَلْ بَعْدَ هَذَا الشَّرِّ خَيْرٌ ؟ قَالَ : يَا حُذَيْفَةُ ، تَعَلَّمْ كِتَابَ اللَّهِ وَاتَّبِعْ مَا فِيهِ ثَلَاثَ مِرَارٍ ، قَالَ : قُلْتُ : يَا رَسُولَ اللَّهِ ، هَلْ بَعْدَ هَذَا الشَّرِّ خَيْرٌ ؟ قَالَ : هُدْنَةٌ عَلَى دَخَنٍ ، وَجَمَاعَةٌ عَلَى أَقْذَاءٍ ، فِيهَا - أَوْ فِيهِمْ - قُلْتُ : يَا رَسُولَ اللَّهِ ، الْهُدْنَةُ عَلَى الدَّخَنِ مَا هِيَ ؟ قَالَ : لَا تَرْجِعُ قُلُوبُ أَقْوَامٍ عَلَى الَّذِي كَانَتْ عَلَيْهِ قَالَ : قُلْتُ : يَا رَسُولَ اللَّهِ ، أَبَعْدَ هَذَا الْخَيْرِ شَرٌّ ؟ قَالَ : فِتْنَةٌ عَمْيَاءُ ، صَمَّاءُ ، عَلَيْهَا دُعَاةٌ عَلَى أَبْوَابِ النَّارِ ، فَإِنْ تَمُتْ يَا حُذَيْفَةُ وَأَنْتَ عَاضٌّ عَلَى جِذْلٍ ، خَيْرٌ لَكَ مِنْ أَنْ تَتَّبِعَ أَحَدًا مِنْهُمْ . حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ ، حَدَّثَنَا عَبْدُ الْوَارِثِ ، حَدَّثَنَا أَبُو التَّيَّاحِ ، عَنْ صَخْرِ بْنِ بَدْرِ الْعِجْلِيِّ ، عَنْ سُبَيْعِ بْنِ خَالِدٍ ، بِهَذَا الْحَدِيثِ ، عَنْ حُذَيْفَةَ ، عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ : فَإِنْ لَمْ تَجِدْ يَوْمَئِذٍ خَلِيفَةً فَاهْرُبْ حَتَّى تَمُوتَ ، فَإِنْ تَمُتْ وَأَنْتَ عَاضٌّ وَقَالَ فِي آخِرِهِ : قَالَ : قُلْتُ : فَمَا يَكُونُ بَعْدَ ذَلِكَ ؟ قَالَ : لَوْ أَنَّ رَجُلًا نَتَجَ فَرَسًا ، لَمْ تُنْتَجْ حَتَّى تَقُومَ السَّاعَةُ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

The Messenger of Allah (ﷺ) never expressed disapproval of food; if he desired it, he ate it, and if he disliked it, he left it alone.

(4244) Sübey b. Hâlid şöyle demiştir:

[23]

Tüster feth edildiği zaman Küfe'ye gelmiştim. Oradan katır getiri-yordum.

Mescide girdim, bir de ne göreyim: İnsanlardan bir topluluk ve aralarında bir adam

oturuyor. Onu gördüğümde Hicazlılar'dan birisi olduğun hemen anladım.

"Bu (zat) kim?" dedim. Oradakiler bana asık bir suratla dik dik baktılar ve,

"Sen bunu bilmiyor musun? Bu Rasûlullah'm (s.a)'in arkadaşı Huzeyfe b. El

Yamân'dır" dediler.

Hüzeyfe (r.a): "İnsanlar Rasûlullah'm (s.a)'j (Ümmeti için) hayırlı olan şeyleri
sorarlardı. Ben ise şer olanını sorardım." dedi. Halk ona gözlerini dikti. (Dikkatle
dinlemeye başladı.)

Hüzeyfe devamla şöyle dedi: Ben size hoşlanmayacağınız şeyler haber vereceğim,
Ben Rasûlullah (s.a)'e

"Yâ Rasûlullah, Allah'ın bize verdiği bu hayırdan sonra yine eskisi gibi şer olacak mı?

Bana haber ver" dedim.

Evet, karşılığını verdi,

Ondan korunma(nm yolu) nedir?

Kılmç (Savaş),

Peki sonra ne olacak Yâ Rasûlullah?

Eğer yeryüzünde Allah'ın bir halifesi olursa, sırtına (haksız yere) vursa malını alsa bile
ona itaat et, ama eğer Allah'ın halifesi bulunmazsa, o zaman ağaç kökü kemirerek
(Issız bir yerde öl).
Sonra Ne olacak, (Yâ Rasûlullah)?

Sonra Deccâl çıkacak. Onunla birlikte bir nehir ve bir ateş bulunacak. Onun ateşine
düşene Ecri (sevabı) verilecek, günahı silinecek, nehrine düşene ise günahı verilecek
ve sevabı silinecek
Daha sonra ne var?

[24J

Daha sonra kıyamet kopacak.
Açıklama

Hâdis-i şerifte geçen bazı tâbirlerin açıklanmasına ihtiyaç var.

Önce bunlara bir göz atalım. Daha sonra da hadis konusunda ileri sürülen görüşlere
geçelim:

"insanlardan bir topluluk" Bu cümlenin karşılığı olan "ifâdesini, başka türlü
anlayanlar da vardır.

Bu anlayış farkları, kelimenin okunuşundan da kaynaklanabilir.Bizim tercememiz
Kamûs'taki (Sadil) okunuşuna göre yapılmıştır.

Mecmâ'da; dâl harfi sakin okunarak "(Sad')" şeklinde "iki kişi arasında bir adam" diye
îzah edilmiştir. Yine aynı eserde dâl'm harekesi ile "Mutedil genç" mânâsına da işaret
edilmiştir.

Hattabî, Mecmâ'dan nakledilen mânâlardan ikincisine, İbnü'l Esir'de birincisine işaret
etmişlerdir.

Bu rivayetleri birleştirerek 'İnsanlardan bir gurup içerisinde mutedil bir genç" demek
mümkündür.



"...Bana asık bir suratla baktılar" Bu tâbir, Hüzeyfe (r.a) tanımadığı için oradakileri
Sübey'a olan hoşnutsuzluklarını ifâde için kullanılmıştır. Nihâye'de bu cümlenin
karşılığı olan "(fe tecehhemenî) " kelimesi, "beni katı ve kerih bir yüzle karşıladılar"
diye izah edilmiştir.

"Ağaç kökü kemirerek öl" sözünden maksat, Sindî'ye göre müslümanlarm başında
Allah adına hüküm veren bir halife bulunmadığında, halktan ayrılıp uzlete çekil"
demektir.

Beydâvî ise bu konuda şöyle demektedir: "Yer yüzünde halife olmadığı zaman,
insanlardan ayrıl ve zamanın sıkıntılarına tahammül et. Ağaç kökünü kemirmek,
sıkıntıya katlanmaktan kinayedir. Bu, acıdan, taşı ısırdı, demeye benzer. Yada maksat,
ona sarılmaktır. Başka bir hadisteki, onu azı dişlerinizle ısırmız, sözüne benzer"
Onunla birlikte bir nehir ve bir ateş bulunacak"

Bu cümle Deccâl'le birlikte iki hendek bulunacağını, bunlardan birinde su, öbüründe
ateş olacağını bildirmektedir. Bu sözlerin hakikî mânâya kullanılmış olması muhtemel
olduğu gibi, bunun bir sihir ve hayâle işaret olması da muhtemeldir. Yani bir hendeğin
su ile, öbürünün de ateş ile dolu imiş gibi gösterileceği ve Decca'lin insanları suya
davet edeceğinin anlatılmış olması muhtemel olabilir.

Bu kelimelerden; su, dünya zevk ve eğlencelerinden, ateş de taâtlerden ve meşru
olmayan zevkleri terkten kinaye olabilir.

Kanaatimizce Efedimiz'in maksadı budur. Rasûlullah, bu sözleri ile Deccal çıktığı
zaman; ümmetini, ona uymamaya, onun sevimli gösterdiği şeyin zıddmı almaya teşvik
etmektedir. Bu mânâya da Deccal'in teşvik ettiği nehre girenin günah işlemiş olacağı
ve eski sevaplarının silineceğini, Deccal'in kötü gösterdiği ateş'e girenin ise sevap
kazanacağı ve eski günahlarının silineceğini söyleyerek işaret etmiştir.
Hüzeyfe (r.a)'m, Rasûlullah'a fitnelerle ilgili olarak sorduklarının ilki, "Allah'ın bize
verdiği bu hayırdan sonra, yine eskisi gibi şer olacak mı?" sorusudur. Buradaki
hayırdan maksat İslâm Dini, şer'den maksat şirktir. Yani maksat, İslâmdan sonra
insanların bir daha küfre dönüp dönmeyeceklerini anlamaktır.

Hz. Peygamber (s. a) Hüzeyfe'nin bu sorusuna "Evet" cevabını vermiş ve o fitneye
silâhla karşı çıkılmasını emretmiştir. Katâde; Hüzeyfe'nin, Rasûlullah'tan naklen haber
verdiği bu fitnenin Rasûlullah'm vefatından sonraki riddet (dinden dönme) olayları
olduğunu söyler. Bu olaylar Hz. Ebu Bekir'in hilâfeti esnasında olmuştur.
Hadis'in izahını Hafızın şu sözleriyle bitirelim:

"Hadiste, Allahm kullar hakkında hikmetlerine işaret edilmiştir: Şaha-bilerden çoğuna,
tatbik etmeleri ve başkalarına tebliğ etmeleri için hayır yollarını sormayı
sevdirmiştir. Hüzeyfe'ye ise kaçınması ve Allah'ın kurtulmasını dilediği kullarını
korumaya sebep olması için, şer olan şeyleri sormayı sevdirmiştir. Ayrıca bu hadiste,
Rasûlullah'm gönlünün genişliğine ve onun tüm hikmet yönlerini bildiğine işaret
vardır. Efendimiz, her soru sorana, uygun bir şekilde cevap verirdi. Bunlardan her
birini seven kişi, o konuda başkalarından daha üstündür. Bu yüzden Hüzeyfe Rasûlul-
lah'm sırlarına vakıf idi. O başkalarının bilmediklerini bildirdi. İleride olacak birçok

125]

hadiseleri ve Münafıkların isimlerini sadece Hüzeyfe bilirdi."
Bazı Hükümler

1- Dini konuları konuşmak için,câmide toplanıp oturmak caizdir.



2- Gayr-i meşru olmamak kaydı ile herkesin ayrı konulara ilgi duyması normaldir.

3- Hz. Peygamber (s.a)'in vefatından sonra bir takım kargaşaların çı-kacağj daha
önceden Hz. Peygamber tarafından haber verilmiştir.

4- Yeryüzünde Allah'ın hâlifesi bulunmadığı, ahkâmının uygulanmadığı zamanlarda
uzlete çekilmek caizdir.

5- Müslümanlar, dünyanın cazip görünen zevklerine dalmamak, zor da görünse

[261

Allah'ın rızasına uygun filleri işlemelidir.

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

3764 حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ ، حَدَّثَنَا عِيسَى بْنُ يُونُسَ ، حَدَّثَنَا الْأَعْمَشُ ، عَنْ زَيْدِ بْنِ وَهْبٍ ، عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ عَبْدِ رَبِّ الْكَعْبَةِ ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرٍو ، أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ : مَنْ بَايَعَ إِمَامًا ، فَأَعْطَاهُ صَفْقَةَ يَدِهِ ، وَثَمَرَةَ قَلْبِهِ ، فَلْيُطِعْهُ مَا اسْتَطَاعَ ، فَإِنْ جَاءَ آخَرُ يُنَازِعُهُ ، فَاضْرِبُوا رَقَبَةَ الْآخَرِ قُلْتُ : أَنْتَ سَمِعْتَ هَذَا مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ؟ قَالَ : سَمِعَتْهُ أُذُنَايَ ، وَوَعَاهُ قَلْبِي ، قُلْتُ : هَذَا ابْنُ عَمِّكَ مُعَاوِيَةُ يَأْمُرُنَا أَنْ نَفْعَلَ وَنَفْعَلَ ، قَالَ : أَطِعْهُ فِي طَاعَةِ اللَّهِ ، وَاعْصِهِ فِي مَعْصِيَةِ اللَّهِ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

The Companions of the Prophet (ﷺ) said: Messenger of Allah (ﷺ) we eat but we are not satisfied. He said: Perhaps you eat separately. They replied: Yes. He said: If you gather together at your food and mention Allah's name, you will be blessed in it.

Abu Dawud said: If you are invited to a wedding feast before you, do not take it until the owner of the house (i.e. the host) allows you (to eat).

(4248) Abdullah b. Amr (r.a)'den; Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğu rivayet
edilmiştir:

[371

"Bir imama biat edip de ona elinin safkasım ve kalbinin semeresini veren (samimi
olarak biat eden) kişi, gücü yettiğince ona itaat etsin. Eğer bir başkası çıkıp o imamla
nizalaşırsa boynunu vurunuz"

(Abdurrahman b. Abdi Rabbi'l Kabe der ki:) (İbn Amr'e) "Bunu, sen, bizzat
Rasûlullah'tan mı işittin?" dedim. "Onu kulaklarım duydu ve kalbim hıfzetti" dedi.
"Senin şu amcan oğlu Muâviye bize (birşeyler) yapmamızı emrediyor,biz de
yapıyoruz" dedim.

1381

"Allah'a itaat konusunda ona itaat et, ama Alla'a isyanda karşı açık" dedi.



Açıklama



Hâdis-i şerifin, Müslim ve İbn Mâce'deki Rivâyetleri buradakinden hayli uzundur.
Meseleyi daha iyi tasavvur edebilmek bakımından Müslim'in rivayetini aynen buraya
Abdurrahman b. Abdi Rabbî'l Ka'be şöyle dedi:

Mescid-i Haram'a girdim, baktım ki Abdullah b. Amr b. As Kabe'nin gölgesinde
oturuyor. İnsanlar başına toplanmışlar. Ben de vardım ve yanma oturdum Abdullah
şunları söyledi:

Bir seferde Rasûlullah (s.a)'le birlikte idik. Bir yerde konakladık. Kimimiz çadırını
düzenliyor, kimimiz ok atıyor, kimimiz de mer'adaki hayvanların başında duruyorduk
Derken Hz. Peygamber'in müezzini, namaza toplanın, diye seslendi. Biz de
Rasûlullah'm yanında toplandık. Efendimiz şöyle dedi:

Benden önceki her peygambere, ümmeti için hayır bildiği şeyleri onlara öğretmesi, şer
bildiği şeylerden de sakmırması bir hak ve görev oldu. Şüphesiz, sizin şu ümmetinizin
afiyeti öncekilerine verilmiştir. Sonrakilerine ise belâ ve hoşlanmıyacakları bir takım
şeyler gelecektir. Bir fitne gelecek, birbirini aratacak. Öyle bir fitne gelecek ki
mü'min, işte bu benim helâkımdır, diyecek. Sonra o açılacak yine bir fitne gelecek,
Mümin, işte bu (benim helakim) diyecek. Artık kim cehennemden uzaklaştırılıp,
cennete sokulmak isterse, oun ölümü Allah'a ve ahiret gününe inanır olduğu halde
gelsin. O, insanlara kendisine yapılmasını istediği şekilde muamele etsin. Bir kimse
bir imama bîat etmiş, ona elini vermiş ve samimiyetle bağlanmış ise, eğer gücü
yeterse, itaat etsin. Başka biri gelir de o imamla nizaa tutuşursa, sonrakinin boynunun
vurunuz.

Abdurrahman der ki: Ben Abdullah'a yaklaşarak "Allah aşkına söyle, bunu
Rasûlullah'tan bizzat mı işittin?" dedim. Elleri ile kulakları ve kalbini işaret ederek,
onu iki kulağım işitti, kalbim de öğrendi, dedi.
Ben kendisine:

Şu amcan oğlu Muâviye var ya, bize aramızda mallarımızı, haksız yere yememizi ve
kendi kendimizi öldürmemizi emrediyor. Halbuki Allah (cc)

"Ey İnananlar, kendi kendi aranızda mallarını haksızlıkla yemeyin, ama sizin karşılıklı
rızanızla bir ticaret olursa müstesna, kendi kendinizi de öldürmeyin. Şüphesiz ki Allah

1391

size merhametlidir." buyuruyor, dedim.

Sen ona Allah'a itaat hususunda itaat et, Allah'a isyan konusunda da karşı çık, dedi."'
Görüldüğü gibi Müslim'in rivayeti Ebû Davud'un kinden oldukça uzun.
Hadisin Sahîhî Müslim ve Sünen-i İbn Mâce'deki rivayetleri de göz önüne alındığında
şunu anlıyoruz:

Hz. Peygamber'in vefatından sonra müslümanlarm başına bir takım belâ ve musibetler
gelecektir. Bunlar öyle olacak ki nerede ise gelen gideni aratacak ve mümin her bir
fitne gelişinde "bu beni mahvedecek" diyecektir. İşte bu ortam içerisinde, Allah'a ve
ahirete inanmış bir vaziyette ölenler cennete gireceklerdir. Mümin o şekilde
ölebilmeye çalışmalıdır. Ayrıca mü'min kendisine yapılmasını istemediği bir
muameleyi başkalarına yapmamalı, kendisine nasıl davramlmasmı istiyorsa başkasına
da öyle davranmalıdır.

Hadisin Sünen-i Ebû Davûd'daki kısmı ise İmamlık, yani devlet başkanlığı ile ilgilidir.
Hz. Peygamber bu konuda bir devlet başkanına biat eden kişinin, artık ona itaat
etmesi, kendisine isyan edenlere karşı onu koruması gerektiğini ifâde buyurmuştur.
Hadisin sonunda belirtildiği üzere râvî Abdurrahman; Abdullah b. Amr'a, Muaviye'nin
kendilerine bir şeyler yapmalarını emrettiğini; onların da yaptıklarını söylüyor.



Bundan maksat, Hz. Muaviye'nin, esas halife Hz. Ali olduğu halde, kendilerine Ali
(r.a) ile mücadele etmelerini cm-retmesidir. Çünkü, bu soru, Abdullah'ın Hz.
Peygamber (s.a)'in bir halifeye biat edildikten sonra artık ona itaatin gerekli olduğunu
söylediğini haber vermesi üzerine gelmiştir. Abdurrahman ona, sen böyle diyorsun,
ama amcanın oğlu Muaviye bize hâlife olan Ali'ye karşı çıkmamızı istiyor, biz de
denileni yapmak zorunda kalıyoruz, diyor. Abdullah'da "Allah'a isyan konusunda"
onun emrine itaat etmemesini, Allah'a taâtte ise itaatin gerekliliğini söylüyor.
Abdullah'ın bu sözünü hem, Muaviye'nin Allah'a isyanı emrettiğini ihsasa hem de
aksine ihtimali vardır.

Bilindiği gibi Hz. Ali ile Hz. Muâviye arasındaki hilafet kavgası, müslümanlar
arasında büyük ayrılıkların çıkmasına, bir çok müslüman kanının dökülmesine ve
tesiri zamanımıza kadar uzanan büyük fitnelerin çıkmasına sebep olmuştur.
Müslümanlar, bu kavgada genelde, Hz. Ali'nin haklı olduğunu; esas hilâfetin onda
olduğunu, Hz. Muaviye'nin ise bir ietihad hatası işleyerek Hz. Ali'ye karşı çıktığını
söylerler. Hz. Muaviye, sahâbî'den birisi olduğu ve Rasûlullah (s. a) ashabını övdüğü
için, onu günahkarlığa iiisbet etmezler ve halifeye isyan eden bir âsi olarak
değerlendirmezler. Tabiki, bu konuda hassasiyet gösterenler ehl-i sünnet alimleridir.
Müslümanların başına büyük gaileler açan bu kavgaların unutulmayıp, canlı tutulması
ve bu sebeple müslümanlar arasına tefrikalar sokup birbirlerine düşürülmesi, şüphesiz,
ya gayri müslimlerin ya da gafil müslümanlarm işidir. Biz bu konuyu kendi
kaynaklarına terk ederek hadisteki "Allah'a taat konusunda ona itaat et" sözü ile ilgili
olarak Bezltri-Mechûd'daki bir değerlendirmeyi özetlemek istiyoruz.
Râvi'riin sorusuna karşılık, Abdullah b. Amr'm verdiği cevap pek uygun
düşmemektedir. Çünkü, hz. Ali'ye daha önce biat etmişlerdir ve o, hilâfete daha
müstehaktır. Hz. Muaviye'nin Hz. Ali'ye karşı ilk savaşı haksızdır. İçtihadında hatâ
etmiştir. Buna sebep kendisine gelen, tevatür derecesindeki haberlerin ona Osman'ın
katlinin Hz. Ali'nin işareti ile intibaı vermesidir. Hz. Hasan'la Hz. Hüseyin'in kapıda
bulunuşları da buna bir delil ve fesatçı muannitlere bir hüccet olmuştur. Sâhâbrlerden
Yezîd'e biat edenler ve biat etmiyenler için de aynısını söyleriz. Şüphesiz Hz.
Peygamber'in "Ötekinin boynunu vurunuz" emri mutlak değildir. Nasıl böyle olsun ki?
Çünkü eğer bu emir, hiç bir kayda bağlı kalmadan mutlak olsaydı teklifi mâlâyütak
olurdu. Nasıl böyle olsun ki? Bu emir ancak, asiyi öldürme imkânına sahip olana
yöneliktir; gücü yetmeyene değil! Böyle olunca; çaresiz kalınca, isyankar lidere boyun
eğmenin caiz olduğu anlaşılır. Aksi halde boşu boşuna nefsi tehlikeye atmak söz
konusudur.

Hz. Ali'nin vefatından sonra tüm sahâbîler, Hz. Muaviye'nin hilâfetinde ittifak
etmişlerdir. Yezid'in hilafeti konusunda ise çeşitli guruplara ayrılmışlardır. Kimisi,
zalim hükümdarlara da itaatin gerekliliği konusundaki emirlerin zahirini esas alarak
onun halifeliğini caiz görmüşler, kimileri de onun halifeliğini kabul etmeyerek başka
bir halifenin seçilmesini gerekli görmüşlerdir Abdullah b. Zübeyr (r.a) bu ikinci
gruptadır. O kendisini hilâfete lâyık görmüş ve biat almıştır. Herhalde onun biat alışı,
ya Yezid'den önce ya da onunla birlikte olmuştur. Her iki halde de O, Yezid'e isyan
etmiş sayılamaz. Çünkü, Yezîd halife olmamıştı ki, kendisine çıkanlar âsi olsun.
Abdullah b. Ömer'in ona biat etmesi de onun güç üstünlüğünü görmesinden ve fitne
çıkacağından korkmasından ötürüdür. İbn Zübeyr ise, Yezîd'e karşı koyma gücünü
kendisinde görmüş onun için biat etmemiştir.

Burada akla bir soru gelebilir: Hz. Hüseyin, her ikisine de biat etmemiştir. O halde, O,



en azından birisine karşı âsi sayılmaz mı? Bu soruya şöyle cevap verilebilir. Hz.
Hüseyin, Yezîd'e biat etmedi, çünkü onu bu işe layık görmüyordu Üstelik Ehlü'l-hâl
ve'l-akd henüz onun hilâfetinde ittifak etmemişlerdi. İbn Zübeyr'e biat etmeyiş sebebi
de onun halifeliği haberi kendisine ulaşmamasından olabilir. Yahut ulaşsa bile,
Medine'ye varınca ona biat etmek istediği halde meydana gelen olaylar yüzünden buna
imkan bulamamış olabilir. İkinci bir ihtimal olarak, İbn Zübeyr'de Yezîd'e karşı
koyacak güç göremediği için özelikle gecikmiş olması mümkündür.

1401

Bu zatların hiçbirisini âsi saymak mümkün değildir.
Bazı Hükümler

1- Müslümanlar kendilerine lider olarak seçtikleri kişiyi başka liderlik iddiasında
bulunanlara karşı korumakla yükümlüdürler.

2- Liderin Allah'a tâat konusundaki veya Allah'ın emrine muhalif olmayan emirlerine
uymak lazımdır.

3- Allah'a isyan konusundaki emri, emri veren devlet başkanı bile olsa uymak caiz
değildir.

4- Silâh yoluyla İdareyi ele geçirenin, Allah'a isyan mâhiyetinde olmayan emirlerine



uymak caizdir.

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

3765 حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ يَحْيَى بْنِ فَارِسٍ ، حَدَّثَنَا عُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ مُوسَى ، عَنْ شَيْبَانَ ، عَنِ الْأَعْمَشِ ، عَنْ أَبِي صَالِحٍ ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ ، عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ : وَيْلٌ لِلْعَرَبِ مِنْ شَرٍّ قَدِ اقْتَرَبَ ، أَفْلَحَ مَنْ كَفَّ يَدَهُ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

When a man enters his house and mention Allah’s name on entering and on his food, the devil says: You have no place to spend the night and no evening meal; but when he enters without mentioning Allah’s name on entering, the devil says: You have found a place to spend the night, and when he does not mention Allah’s name at his food, he says: You have found a place to spend the night and an evening meal.

(4249) Ebû Hureyre (r.a)'den; Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

[421

"Yaklaşan serden (dalıy) Vay araplarm haline, Elini (savaştan) çeken kurtuldu."
Açıklama

Hadisin Buhari, Müslim ve İbn Mâce'deki rivayeti Zeynep binti Cahş (r.a)'dandır.
Buralardaki rivayetler arasında, ufak bazı farklar olmakla beraber, birbirlerine olan
benzerlikleri Ebû Davud'un bu rivayetine olan benzerliklerinden daha yakındır.
Buharî'nin Kitabü'l Fiten'deki rivayeti şu şekildedir. Zeynep binti Cahş (r.a) şöyle
demiştir.

Rasûlullah (s. a) yüzü kızarmış bir vaziyette uyandı. Şöyle diyordu: "Lâilâhe illallah,
yaklaşan serden (dolayı) vây Arapların haline ! Bugün Yecüc ve Mecüc Şeddinden şu

L43I

akar -Süfyan; doksan veya yüzü işaret etti.-

Rasûlullah (s.a)'e, Aramızda sâlihler varken biz helak olacak mıyız? denildi. "Fısku
fücur çoğaldığında evet" buyurdu."

Hadisten anladığımıza göre, Rasûlullah (s. a) yakında bir fitnenin çıkacağını ve bu
yüzden, müslümanlarm sıkıntıya düşüp rahatsız olacaklarını haber vermiştir. Hadiste
Özellikle Araplar anılarak "Vay Arapların haline" denilmesine sebep, o zaman
Müslümanların büyük çoğunluğunun Araplardan oluşudur. Yoksa, maksat arap
olmayanların gelecek olan bu fitneden rahatsız olmayacaklarını ihsas değildir.
Sindî'nin ifâdesine göre ise, bu tahsise sebep Arapların ilk müslüman olanlar
olmalarıdır.

Hadîsi terceme ederken "Vây haline" diye terceme ettiğimiz (veylün) kelimesi bir kaç



mânâda kullanılmaktadır. Bunlar: Bir şerrin gelmesi, azap için kullanılan bir kelime ve
cehennemde bir vadinin adıdır.

Sarihler, Rasûlullah'm yaklaştığım haber verdiği şer, yani fitneden maksadın,
müslümanlarm ilk asırda yaşadıkları kargaşalar olduğunu söylerler. Bunlar, Hz.
Osman (r.a)'m öldürülmesi ve Hz. Ali ile Hz. Muâviye arasında cereyan eden savaştır.
Başka bir görüşe göre de mak'sat, Yezîd ile Hz. Hüseyin Efendimiz arasındaki acı
hâdisedir. Avnü'l Ma-'bûd ve Bezlü'l Mechûd müellifleri, sonraki ihtimali daha uygun
bulmuşlardır. Bunun Arap olanlar ve olmayanlar arasında açık bir şer olduğunu söyle-
mişlerdir.

Rasûlullah (s.a), o fitnede, savaşa iştirak etmeyip kenarda kalanların kurtulacaklarını
ifade buyurmuştur.

Hadisin diğer kitaplardaki, Zeynep Binti Cahş'tan yapılan rivayetinde, o gün Ye'cüc ve
Me'cüc şeddinde bir deliğin açıldığı ifade edilmiştir. Yecüc ve Me'cüc denilen
milletler kıyamete yakın bir zamanda ortaya çıkıp fitne çıkartacaklardır. Kur'an-ı
Kerim'de (Kehf 83, 96 ve Enbiya 96,97) Yecüc ve Mecüc'den bahsedilmektedir.
Bunların hangi milletler olduğu konusunda çeşitli görüşler vardır. Kimi alimler
Moğollar ve Hunlarin olduğunu söylerler. Bazıları'da Rusların Ye'cüc, İngilizler'in ve
Almanlar'm da Me'cüc sülâlesinden olduklarını. Hiç birisi kesin bir delile dayanmaz.
Ye'cüc ve Me'cüc Şeddinin nerede olduğu konusunda da farklı görüşler vardır. Bu
görüşler, Ye'cüc ve Me'cüc Şeddinin: "Çin Şeddi, Ye-men'deki Me'rib Şeddi,
Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki demir kapı, Buhara'nm Kokya dağı bitişiğindeki
sed şeklindedir. Ye'cüc ve Me'-cüc'un hangi Millet olduğu konusundaki görüşler gibi,
şeddin de neresi olduğu konusundaki görüşler de sağlam dayanaktan yoksun birer
mütalaadır.

Yine hadîsin Buharı, Müslim ve İbn Mâce'deki rivayetlerinde toplum içerisinde sâlih
kullar olduğu halde gelecek azabın umumi olacağı, fısk-u fücurun, yani fuhşun
çoğaldığı dönemde tüm insanların helak olacakları ifâde edilmektedir. Bazı âlimler ise
fısk-u fücuru mutlak kabul etmişler ve tüm günahlara şâmil olduğunu söylemişlerdir.
Enfâl Sûresi'ndeki şu âyet, Rasûlullah'm; fitnenin umumi olacağı tarzındaki
haberlerini teyid etmektedir:

Öv/e hır fitneden sakınınız ki o, hiç de sizden sadece zulmedenlere dokunmak fa

[441

kalmaz"

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

3766 قَالَ أَبُو دَاوُدَ : حُدِّثْتُ عَنِ ابْنِ وَهْبٍ ، قَالَ : حَدَّثَنَا جَرِيرُ بْنُ حَازِمٍ ، عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ بْنِ عُمَرَ ، عَنْ نَافِعٍ ، عَنِ ابْنِ عُمَرَ ، قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : يُوشِكُ الْمُسْلِمُونَ أَنْ يُحَاصَرُوا إِلَى الْمَدِينَةِ ، حَتَّى يَكُونَ أَبْعَدَ مَسَالِحِهِمْ سَلَاحِ حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ صَالِحٍ ، عَنْ عَنْبَسَةَ ، عَنْ يُونُسَ ، عَنِ الزُّهْرِيِّ قَالَ : وَسَلَاحِ قَرِيبٌ مِنْ خَيْبَرَ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

The devil considers the food when Allah’s name is not mentioned over it, and he brought his nomad Arab that it might be lawful by means of him, so I seized his hand: then he brought this girl that it might be lawful by means of her, so I seized her hand. By Him in Whose hand my soul is, His hand is in my hand along with their hands.

(4250) Ebû Davûd dedi ki:

Bana İbn. Vehb'den haber verildi; dedi ki: Bize Çerir b. Hâzim, Ubeydullah b.
Ömer'den haber verdi. O NâfTden, Nâfî'de îbn Ömer'den, Ra-sûlullah (s.a)'in şöyle
buyurduğunu rivayet etti.

"Yakın bir zamanda Müslümanlar Medine'de muhasara edilecekler, öyle ki en uzak

1451

sınır karakolları, selâh olacak"
Açıklama

Avnü'l Ma'bud'da, hadiste mechûl bir şahsın bulunduğu, çünkü Ebû Davud'a hadîsi
haber veren şahsın belirtilmediği ifâde edilmektedir.

Bezlü'l Mechûd' da bu sözler müstakil bir hadîs olarak ele alınmamış:, bir önceki hadîs



içerisinde verilmiştir.

Hadîsten anladığımıza göre, Müslümanlar, bir gün düşman tarafından sıkıştırılacak ve
Medine-i Münevvere ile selâh denilen yer arasında muhasara edileceklerdir.
Hadis-i şerifte, işaret edilen günde Medine'ye en uzaktaki sınır karakolunun Selah
olacağı ifade buyurulmuştur. Sınır karakolu diye terceme ettiğimiz "Mesâlih
"kelimesi, " Mesleha" kelimesinin çoğuludur. Bu kelime aslında silâh deposu
mânâsmdadır. Ancak, sınır ka-rakollarmdaki insanlar düşmanın ani bir hücumuna
karşı pür silâh oldukları için bu isimle tabir edilmiştir.

İbnü'l Esir, en-Nihâye adındaki eserinde, bu kelimeyi "Sınırları düşmandan koruyan
topluluktur. Onlar, silahlı oldukları veya silâh deposunda eğleştikleri için Mesleha
denilmiştir. O, gözetlenen karakol gibidir. Orada düşmanın ani hücumunu gözetleyen

[461

insanlar vardır." diye açıklamıştır.
Selah:

Hayber yakınından bir yerin adıdır, Hayber ile Medine arasına düşer. Bu kelimeyi
Sülah şeklinde okuyanlar da vardır.

Aliyyü'l Kâri, Müslümanların son karakol noktasının, Medine'ye yakın bir mesafede
olan Selah'ta oluşu, kâfirlerin sıkıştırmasının şiddetine ve müslümanları

[471

kuşatmalarının fazlalığına delâlet ettiğini söyler.

1481

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

3767 حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ حَرْبٍ ، وَمُحَمَّدُ بْنُ عِيسَى ، قَالَا : حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ زَيْدٍ ، عَنْ أَيُّوبَ ، عَنْ أَبِي قِلَابَةَ ، عَنْ أَبِي أَسْمَاءَ ، عَنْ ثَوْبَانَ ، قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : إِنَّ اللَّهَ زَوَى لِي الْأَرْضَ - أَوْ قَالَ : - إِنَّ رَبِّي زَوَى لِي الْأَرْضَ ، فَرَأَيْتُ مَشَارِقَهَا وَمَغَارِبَهَا ، وَإِنَّ مُلْكَ أُمَّتِي سَيَبْلُغُ مَا زُوِيَ لِي مِنْهَا ، وَأُعْطِيتُ الْكَنْزَيْنِ الْأَحْمَرَ وَالْأَبْيَضَ ، وَإِنِّي سَأَلْتُ رَبِّي لِأُمَّتِي أَنْ لَا يُهْلِكَهَا بِسَنَةٍ بِعَامَّةٍ ، وَلَا يُسَلِّطَ عَلَيْهِمْ عَدُوًّا مِنْ سِوَى أَنْفُسِهِمْ ، فَيَسْتَبِيحَ بَيْضَتَهُمْ ، وَإِنَّ رَبِّي قَالَ لِي : يَا مُحَمَّدُ ، إِنِّي إِذَا قَضَيْتُ قَضَاءً ، فَإِنَّهُ لَا يُرَدُّ ، وَلَا أُهْلِكُهُمْ بِسَنَةٍ بِعَامَّةٍ ، وَلَا أُسَلِّطُ عَلَيْهِمْ عَدُوًّا مِنْ سِوَى أَنْفُسِهِمْ ، فَيَسْتَبِيحَ بَيْضَتَهُمْ ، وَلَوِ اجْتَمَعَ عَلَيْهِمْ مِنْ بَيْنِ أَقْطَارِهَا - أَوْ قَالَ بِأَقْطَارِهَا - حَتَّى يَكُونَ بَعْضُهُمْ يُهْلِكُ بَعْضًا ، وَحَتَّى يَكُونَ بَعْضُهُمْ يَسْبِي بَعْضًا ، وَإِنَّمَا أَخَافُ عَلَى أُمَّتِي الْأَئِمَّةَ الْمُضِلِّينَ ، وَإِذَا وُضِعَ السَّيْفُ فِي أُمَّتِي لَمْ يُرْفَعْ عَنْهَا إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ ، وَلَا تَقُومُ السَّاعَةُ حَتَّى تَلْحَقَ قَبَائِلُ مِنْ أُمَّتِي بِالْمُشْرِكِينَ ، وَحَتَّى تَعْبُدَ قَبَائِلُ مِنْ أُمَّتِي الْأَوْثَانَ ، وَإِنَّهُ سَيَكُونُ فِي أُمَّتِي كَذَّابُونَ ثَلَاثُونَ ، كُلُّهُمْ يَزْعُمُ أَنَّهُ نَبِيٌّ ، وَأَنَا خَاتَمُ النَّبِيِّينَ لَا نَبِيَّ بَعْدِي ، وَلَا تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ أُمَّتِي عَلَى الْحَقِّ - قَالَ ابْنُ عِيسَى : ظَاهِرِينَ ثُمَّ اتَّفَقَا - لَا يَضُرُّهُمْ مَنْ خَالَفَهُمْ ، حَتَّى يَأْتِيَ أَمْرُ اللَّهِ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

The Messenger of Allah (ﷺ) said: When one of you eats, he should mention Allah's name; if he forgets to mention Allah's name at the beginning, he should say: In the name of Allah at the beginning and at the end of it.

(4252) Sevban (r.a)'den rivayet edildi ki; Rasûlullah (s. a) şöyle buyurdu:

"Allah (c.c) benim için yer yüzünü dürüp topladı -Yahut "Rabbim benim için

[501 [51]
yeryüzünü dürüp topladı." dedi. doğusunu ve batısını gördüm. Şüphesiz
benim ümmetimin hükümranlığı, dünya'dan benim için dürülüp toparlanan yere
ulaşacak. Ayrıca bana kırmızı (altın) ve beyaz (gümüş) olan iki hazine verdi.
Ben, Rabbim'den ümmetim için, onları genel bir kıtlıkla helak etmemesini, onlara
kendilerinden başka bir düşman musallat edip de köklerini kazımamasını istedim.
Rabbim, bana şöyle dedi:

"Yâ Muhammed, (s. a) Şüpesiz ben bir şeyi takdir ettiğim zaman, artık o geri
çevrilmez. Ben, onları genel bir kıtlıkla helak etmeyeceğim. Onlar aleyhine dünyanın
dört bucağından toplansalar bile, köklerini kazısın diye, başlarına kendilerinden başka
bir düşmanı musallat etmem. Ta ki, birbirlerini helak etsinler ve birbirlerini esir etsin-
ler."

Ben Ümmetim için ancak sapıtıcı (yoldan çıkartıp bid'atları emreden) liderlerden



korkarım. Benim ümmetimin arasına kılıç girdi mi

(iç kavgalar çıkınca), artık kıyamet gününe kadar bir daha çıkmaz. Ümmetimden bazı
kabileler, müşriklere iltihak etmedikçe ve yine ümmetimden bazı kabileler putlara
tapmadıkça kıyamet kopmaz. Şüpesiz, ümmetim içerisinden otuz tane yalancı çıkacak.
Onların her biri kendisini peygamber sanacak. Halbuki, ben, Peygamberlerin
sonuncusuyum. Benden sonra Peygamber yoktur. Benim ümmetimden bir grup da
Allah'ın emri gelinceye kadar hak üzerine -İbn İsa, "Üstün olarak" dedi. - devam
edecek. -Sonra, iki râvî ittifak ettiler - Onlara muhalefet edenler kendilerine zarar
[521

vermeyecektir.
Açıklama

Hâdîs-i şerif, Rasûlullah'm peygamberliğine şahit eden mucizeler kabilindendir.
Çünkü Hz. Peygamber (s. a), ileriye matuf bir takım haberler vermiş ve bu haberler
aynı ile tahakkuk etmiştir. Gerçekten İslâmiyet tüm dünyaya yayılmış ve bu yayılma
genelde doğu batı istikametinde olmuştur. Müslümanlar zenginleşmişler, ganimetler
elde etmişlerdir. Irak Kîsrası'nm gümüşleri müslümanlarm eline geçmiştir. Zaman
zaman mevzii kıtlıklar olmakla beraber İslâm Alemi'nin tümünü kaplayan ve onları
helak eden bir genel kıtlık yaşanmamıştır. Asırlardan beri tüm küfür alemi çeşitli
isimler altında Müslümanlar'i yok etmek, yeryüzünden İslam'ın izini silmek için çalış-
malarına rağmen buna muvaffak olamamışlardır, ve inşallah olamıyacak-lardır da..
Buna mukabil Hicret'in ilk asırlarından beri Müslümanlar arasında tefrika girmiş,
müslümanlar birbirlerini boğazlamışlar, birbirlerini esir etmişlerdir. Bu hâl
zamanımıza kadar aynı şekilde devam etmiş ve hâlâ'da sürüp gitmektedir.
Rasûlullah Efendimiz'in buyurduğu gibi, gayri müslîmler onları alt edemediler ve
İslâm'ı yok edemediler, ama içlerinden çıkan liderler, onları sapıttılar, yönlerini
değiştirdiler. Değişik fikirler ve akımlar ortaya atarak, halkı, o akımların içine
soktular. Dinlerinin ve inançlarının içine bir takım hurafe ve bid'atlar soktular
Ruhlarını alıp, onları kabukla oyaladılar. Müslümanları gayri müslimlerin birer
uydusu hâline getirdiler, içleri ve dışlarıyla onlara benzettiler. Müslümanlığı
isimlerinde bıraktılar. Kendilerinin uydurdukları ve gayri müslimlerden aldıkları
birtakım nizamları, İslâm'ın yerine ikâme ettiler.

Bazı müslüman topluluklar, gerçekten müşriklere iltihak etti. Bazıları, çeşitli isimler
altındaki putlara tapınırlar hale geldiler. Bu durum Hz. Peygamber'in vefatından
iibaren yalancı peygamberlerin çıkması ile başladı. Yalancı peygamberlerin arkası
kesilmedi de.. Efendimiz, bunların otuz kadar olacağını söyler. İbn Mâce'deki
rivayette bu yalancılar Deccal diye adlandırılmıştır.

İbn Hacer, Buharı şerhinde bu deccallardan bazılarının isimlerini ve özelliklerini
anlatmaktadır. Tabiki bu bir tahmindir.

Hadîsin sonunda Müslümanlardan bir taifenin Allah'ın emri gelene kadar hak üzere
devam edeceği ve muhaliflerin onlara zarar veremiyecek-leri beyan buyurulmaktadır.
Fethü'l - Vedûd müellifi, buradaki Allah'ın emrinden maksadın, tüm müslümanlarm
ruhu kabzedileceğinde esecek olan rüzgar olduğunu söyler. Hakim'in Müstedrik'indeki
rivayette ise, "Ümmetimden bir taife, kıyamete kadar hak üzere galip olarak devam
edecek" şeklindedir. Bu rivayetten, Allah'ın emrinden muradın kıyamet olduğu
anlaşılmaktadır.



Münavî ise "Kıyamet yaklaşmcaya kadar... zira yeryüzünde Allah diyen kalmaymcaya
kadar kıyamet kopmaz" der.

Hâdîs-in İbn Mâce'deki rivayetinde, Hz. Peygamber Efendimiz, kendisinin Allah
(c.c)'den üç şey istediğini söylemiş peşinden ise ikisini saymıştır. Bunlar 1- Ümmetin
tümünü kaplayıp onları helak edecek bir kıtlık vermemesi, 2- Düşmanların
Müslümanlar aleyhinde birle şmemeleridir.

Bu durum, iki şekilde izah edilebilir. Ya hadisteki "üç" Efendimiz' in isteklerinin üç
kere tekrarlandığı şekilde anlaşılmalıdır. Ya da Hz. Peygamber istediği üçüncü şeyi
[53]

söylememiştir.

1541