بَابُ مَا يُرْجَى فِي الْقَتْلِ

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

بَابُ مَا يُرْجَى فِي الْقَتْلِ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

3788 حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ ، حَدَّثَنَا أَبُو الْأَحْوَصِ سَلَّامُ بْنُ سُلَيْمٍ ، عَنْ مَنْصُورٍ ، عَنْ هِلَالِ بْنِ يَسَافٍ ، عَنْ سَعِيدِ بْنِ زَيْدٍ ، قَالَ : كُنَّا عِنْدَ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، فَذَكَرَ فِتْنَةً ، فَعَظَّمَ أَمْرَهَا ، فَقُلْنَا : - أَوْ قَالُوا : - يَا رَسُولَ اللَّهِ ، لَئِنْ أَدْرَكَتْنَا هَذِهِ لَتُهْلِكَنَّا ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : كَلَّا ، إِنَّ بِحَسْبِكُمُ الْقَتْلَ ، قَالَ سَعِيدٌ : فَرَأَيْتُ إِخْوَانِي قُتِلُوا

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

The Messenger of Allah(ﷺ) forbade the flesh of domestic asses on the day of Khaibar, but permitted horse flesh.

(4277) Saîd b. Zeyd (r.a) şöyle demiştir:

Biz Rasûlullah (s.a)'in yanında idik. Efendimiz, fitneyi anlattı ve onu

çok dehşetli gösterdi. Bunun üzerine: "Yâ Rasûlullah, eğer bu fitne bize yetişirse bizi



mahveder." dedik veya dediler.

Rasûlullah: "Hayır, şüpesiz öldürülme(niz size yeter)" buyurdu.

[1201

Saîd: "Ben kardeşlerimi (hep) öldürülmüş gördüm) dedi.
Açıklama

Hadisten anladığımıza göre, Rasûlullah (s. a) Efendimiz, ileride zuhur edecek olan
fitnede, yani müslümanlar arasında çıkacak olan savaşlarda öldürülenlerin öbür dünya-
da cezaya çarptırılmayacaklanm beyan buyurmuştur. Bunu, çıkacak olan fitneden
korkan sâhâbileri teselli etmek için söylemiştir. Müslümanlar arasında çıkacak olan
savaşta öldürülenler bu dünyada bir sıkıntı görmüş olacaklar, ama öbür dünyada ceza
görmeyeceklerdir. Öldürenlerin cezaları ise verilecek ve çok şiddetli olacaktır.
Bu hadis daha önce geçen ve fitne esnasında kendisini öldürmeye gelene karşı

£1211

koymamayı teşvik eden hadislerle uygunluk arz etmektedir.

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

3789 حَدَّثَنَا عُثْمَانُ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ ، حَدَّثَنَا كَثِيرُ بْنُ هِشَامٍ ، حَدَّثَنَا الْمَسْعُودِيُّ ، عَنْ سَعِيدِ بْنِ أَبِي بُرْدَةَ ، عَنْ أَبِيهِ ، عَنْ أَبِي مُوسَى ، قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : أُمَّتِي هَذِهِ أُمَّةٌ مَرْحُومَةٌ ، لَيْسَ عَلَيْهَا عَذَابٌ فِي الْآخِرَةِ ، عَذَابُهَا فِي الدُّنْيَا الْفِتَنُ ، وَالزَّلَازِلُ ، وَالْقَتْلُ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

On the day of Khaybar we slaughtered horses, mules, and assess. The Messenger of Allah (ﷺ) forbade us (to eat) mules and asses, but he did not forbid horse-flesh.

(4278) Ebû Musa (r.a)'dan rivayet edildiğine göre ; Rasûlullah (s. a) şöyle buyurdu:
"Benim şu ümmetim, merhamet edilmiş bir ümmettir. Ona âhirette azâb yoktur. Onun

£122]

dünyadaki azabı, fitneler, zelzeleler ve bir birlerini öldürmeleridir."
Açıklama

Efendimizin "Benim şu ümmetim" sözünden kas devircıe olan müsliimanlardır; ya da
kıyamete kadar gelecek olan tüm müslümanlardır. Ancak bu ihtimâllerden birisini
tercihe yarayacak bir delil yoktur.

Bu Ümmetin, merhamet edilmiş bir ümmet oluşundan maksat şudur: Eski ümmetler
için olan bir çok yük ve görevler, bu ümmete yüklenmemiştir. Meselâ: onlar, günahtan
tövbe için kendilerini öldürürler, zekat olarak mallarının dörtte birini verirler, necaset
bulaşan yeri kaziriardı. Biz, Muhammed ümmetin'e ise bu gibi güçlükler
emredilmemiştir.

Hadisteki en önemli bölüm, Hz. Peygamber (s.a)'in ümmetine ahiret-te azabın
olmayışını ifâde eden kısımdır. Bu konu, alimleri hayli meşgul etmiş çeşitli tevillerde
bulunmalarına sebep olmuştur. Çünkü bu ifadenin zahirine göre, ister günah işlesin,
ister işlemesin, ister sâlih olsun, ister şakî hiç bir müslüman ahirette azap
görmeyecektir. Halbuki, Allah'ın adaletinin gereği, iyiler mükâfat; affa uğramayan
kötüler ceza görecektir. Bu keyfiyet bir çok sahih hadiste sabittir. İşte bunun için, bu
cümleyi izahta alimlerden çok değişik tefsirler nakledilmiştir. Biz bu cümleden
anlaşılan mânâları maddeler halinde vermek istiyoruz.

1- Müslümanlardan ahirette azap edilenlere kafirler gibi azap edilmeyecektir.

2- Bu ümmet hakkında galip olan bağışlanmaktır.

3- Çoğunlukla Müslümanlar yaptıklarının cezasını dünyada çekerler. Uğradıkları
sıkıntılar, tutuldukları hastalıklar onların günahları için keffârettir.

4- Bu hadis, büyük günah işlemeyenlere mahsustur. Yahut Efendimiz "bu Ümmet"
derken huzurunda bulunan sahabelere işaret etmiştir. Ahirette azab edilmeyecek
olanlar onlardır.



5- Burada, Allah'ın dilemesine işaret eden bir kelime takdir edilir. Çünkü Cenab-ı
Hakk bir âyette

"Şüphesiz Allah kendisine eş koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında dilediğini
£123]

bağışlar." buyurmaktadır.

6- Buradaki "Ümmeften murâd, Hz. Peygamber'in sünnetine uyan, Allah'ın emirlerine
imtisal edenlerdir.

7- Hadis, Hz. Peygamber'in ümmetini medh ve onların Allah'ın inayetine ve rahmetine
mazhar olduğunu ifâde için varîd olmuştur. Bu ümmet, diğer ümmetlere verilmeyen
lütûflara nail olmuştur. Öyle ki, birisinin ayağına diken batsa, onun sebebiyle Cenab-ı
Allah o kişinin bir günahını affeder. Bu başka hiç bir ümmete verilmemiş
hususiyetlerdendir.

Aliyyü'l Kân bu tevillerin hiç birisinin karşımıza çıkan müşgülü ortadan kaldırmaya
kafi gelmediğini söyler.

Hadisin devamında, bu ümmetin cezasının dünyada verileceğini onun da fitneler,
zelzeleler ve birbirlerini Öldürme olduğunu belirtilmektedir. Dünyadaki azap
ahirettekinden çok daha hafif olduğu için, dünyada sıkmti çekecek olmasına rağmen,
müslümanlar rahmetle muamele edilenler diye vasıflanmışlardır.
Miinâvî, bu mesele ile ilgili olarak şöyle der. "Çünkü eski ümmetlerin durumu adaletle
Rububiyet yolu üzeredir. Bu ümmetin hali ise fazl ve ilahî ihsan yolu üzeredir."
Münâvî'nin dediklerinden şu sonuçları çıkarıyoruz: Daha önceki ümmetler, suça
uygun ceza esası ile muamele edileceklerdir. Bu Ümmet ise af, fazl ve mağfiret

£1241

esasına göre muamele görecektir.



LU

Enfâl, 25.

m

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/328.

LU

Buharî, Kader 4: Müslim, Piren / 23.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/328-329.

L41

Müslim Fitem 25.

LU

Cinn (72), 25, 26.

[6]

Nemi {27} 65.

LU

En'am (6) 59.

m

Lokman (31) 34.

[21

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/329-331.
[10]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/331.

LLU

Bu hadis Avnü'l Ma'bûci ve Bezlü'l Mechûd'de 4243 numaralı hadisten sonra yer almıştır.

ri2i

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/331.

roı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/331-322.

ri4i

Ahmet, 11.433.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/332-333.

LLU

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/333.



[16]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/333.

rnı

(11)46.

fisi

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/333-335.

H91

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/335.

[M

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/335.

IHI

Kütüb-i Sitte'de sadece Ebu Davud' da vardır.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/336.
[221

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/336.

[23J

Tüster: Kırgızistan'ın meşhur bir geliridir. Muhkem bir şehir olduğu için, Sâhâbîler orayı Feth ederken büyük güçlüklerle karşılaşmışlardır.
1 1-20 senesinde Hz. Ömer (r.a) devrinde fethedilmiştir. Burayı Ebe Musa'l Eş'arî fethetmiştir,
LM

Ahmed b. Hanbel V-387. 403.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/337-338.
[251

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/338-340.

[261

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/340.

[221

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/340-341.

[281

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/341-342.

[291

Halid b. Halid el-Yeşkurî'dir.

[301

El Münzirî'nin asl'ında " iste" şeklindedir.

[311

İbn Mâce, Fiten 13.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/342-343.
[321

bk. Müslim, İmare 5 1 .

[331

Aliyyü'l Kâri. el-Mirkat V-144.

[341

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/343-345.

[35J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/345.

[361

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/346.

[371

Safka; Alışveriş yapan kişilerin birbirlerinin eline vurmaları veya birbirlerinin elini tutmalarıdır. Burada
maksat biatt'ır.
[381

Müslim, İmâre 46; Nesaî, Biat 25; îbn Mâce, Fiten 8, Ahmed b. Hanbel, 11-161,191,193.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/346-347.
[391

Nisa (4) 29.

[401

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/347-350.

[411

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/350.

[421

Buharî Filen 4, Enbiyâ, Müslim, Filen 1,2; İbn Mâce, Fiten 9; Ahmed b. Hanbel 1 1-441 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/350.
[431

Araplar, alışveriş yaparken, fıat konuşurken baş parmakları ile işaret parmaklarını halka yaparlar ve î$a-ret parmağının denk geldiği boğum bir
sayıya delâlet ederdi. Buharî'nin bu rivayetinde râvî Süfyan, parmaklarını doksan veya yüz sayısına işaret eciecek şekilde halkalam ıştır. Müslim ve İbn
Mâce'deki rivayetlerde ise halka on sayısına karşılık olan işaretti.
[441

Enfal 58) 25.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/350-352.
[45J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/352.

[46J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/352-353.

[471

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/353.



[481

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/353.

[491

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/353.

[501

Bu şüphe râvîye aittir.

[5U

Bir nüshada, bana göster'di şeklindedir.

[521

Müslim, Fiten 19; Tirmizî, Filen 32; İbn Mâce 9.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/353-355.
[531

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/355-356.

[541

Ebû Malik El-Eş'arî; İsminin; Ubeyd. Amr. Ku'b. Ubeydullah Amir ve Haris oklusunu dair rivayetler vardır. Bu zat sahibidir. . Şam'lılar içersinde
sayılır. Ashab içerisinde Ebi Mâlik künyesi ile bilinen iki kışı daha vardır. Bunlar Ham b. Haris ve Kab. Asım'dır. Bu yüzden musannif bu hadisin
râvisinin Ebû Mâlik el-Es'âri olduğuna işaret etmiştir.
[55J

Darimî, Mukaddime 8.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/356-357.
[56J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/357.

[571

Ahmet, 1,390,393. 395.451.

[581

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/358.

[591

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/358-361.

1601

Buharı. İlim 24. İstiska 27, Fiten 5: Müslim, İlim I 10, Filen IS; Tirmizî, Fire, 31.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/361.
[611

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/361-362.

[621

Müslim, filen 13; Ahmet, V. 39,40,48.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/362-363.
[631

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/363-364.

[641

Bir nüshada " = Adem'in oğlu, başka bir nüshada da " = Adem'in iki oğlundan hayırlısı gibi ol" şeklindedir.

[65J

Mâide 28.

1661

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/364-365.

[671

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/365.

[681

Ahmet IV. 408: Darimi, Mukaddime 38.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/365-366.
[691

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/366-367.

[7fil

Tirmizî, Filen 133, İbtı Mâce, Filen 10. Ahmed b. Hanbel IV-408.416.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/367-368.



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/368.

[721

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/368-369.

1731

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/369-370.

[741

Buradaki pekler râvîlerden birisine aittir.

[751

İbn Mâce, Filen 10: Ebû Davûd der ki Hz. Musa (s.a)'ı bu Hadisle Hammad b. Zeyd'den babası zikretmedi.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/370-372.
[761

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/372-374.

[771

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/374.

[781

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/374-375.

[791

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/375.

[M

Sadece Ebû Davûd rivayet etmiştir.



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/375.

mıı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/375-376.

İM

Hadisi sadece Ebû Davud rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/376.
[83J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/376-377.

[841

Tirmizî. Fiten 16; İlin Mâce 12; Ahmed b. Hanbel 1 1-212.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/377.
[851

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/377-378.

[861

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/378.

[871

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/378.

[88J

Buharî, İman 12, Bed'il Halk 15. Filen 14; Nesaî, İman 30, İbn Mâce, Fiten 13; Malik 13, Ahmed b. Han-bel. III - 6. 30, 43.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/378.
[891

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/379.

[90J

Buharî, Fiten 10; Müslim, Filen 14; Nesaî, Tahrim29, Ahmed b. Hanbel IV-401. 410, 418: V-43, 47,51.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/379.
[911

Hucurat, 9.

[921

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/380.

[931

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/381.

[941

Nesaî, Tahrim 1; Ahmed b. Hanbel, IV-9.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/381-382.
[95J

Nisa 93.

[961

Nisa, 48.

[971

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/382-384.

[9J1

Ebû Davûd der ki. " " kanını oluk gibi döker dedi.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/385.
[991

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/385.
[100]

Nisa 93.

rıon

Fûrkan, 68.

[102]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/385.

rıo3i

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/386.

[104]

Fûrkan, 68.

riQ5i

Fûrkan, 70.

no6i

Nisa, 93.

[1071

Buharî, Tefsir, 23.24. 25,; Müslim, Tefsir 16.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/387-388.
[108]

Nisa, 110.

ri091

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/388-389.

[lioı

Fûrkan, 68.

[İli]

Zümer, 53.

LÜ21

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/389.

[1131

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/389-390.



[114]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/390.

[115]

Nisa 93.

11161

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/390.

rını

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/390.

[118]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/390-391.

[119]

Said b. Zeyd, Hz. Ömer (r.a.)'in amcasının oğlu ve kız kardeşi Fatima'mn kocasıdır. Cennetle müjdelenen on sahabeden biridir. Babası Zeyd b.
Amr bin Nüfeyl hakkında Rasûlullah (s. a) "O kıyamet günü, tek başına bir ümmet olarak dirilecektir'" buyurmuştur. (El-lsâbe. 1 1-46)
[120]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/391.

ri2iı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/391.

[122]

İbn Mâce, Zühd 34; Ahmed b. Hanbel, 1 V-408, 410.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/391-392.
[123]

Nisa, 48.

[124]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/392-393.



31. GİYİM KUŞAM BÖLÜMÜ

1. Amr B. Ayn'ın Rivayeti

2. Yeni Elbise Giyen Kimseye Nasıl Dua Edilir?

3. Gömlek Giyme Hakkında Gelen Hadisler

4. Kaftanlar Hakkkmda Gelen Hadisler

Meşhur Olmaya Yarayan Elbise Giymenin Hükmü

5. Yün Ve Kıl(Dan Dokunmuş Elbise) Giymek
Yüksek (Fiyatlı) Elbise Giymenin Hükmü
Kaba (Dokunmuş) Elbise (Giymek)

6. İpekli (Kumaş Giyme) Hakkında Gelen Hadisler

7. Saf İpek(Ten Dokunmuş Elbise) Giyme Hakkında Gelen Hadisler

8. İpek Elbise Giymeyi Hoş Görmeyenler (İn Rivayet Ettikleri Hadisi Şerifler)

9. (Elbise Üzerinde) Damga Ve İpek İplik Bulunmasına İzin Vardır

10. Bir Özürden Dolayı İpek Elbise Giymek

11. Kadınların İpek Giymesinin Hükmü

12. Pamuklu Elbise Giymek

13. Beyaz (Elbise Giymen)İn Hükmü

14. Elbiseyi Yıkamanın Ve Eski (Elbise Giyme) nin Hükmü

15. Sarıya Boyanmış (Elbise Giymenin Hükmü)

16. Yeşil Elbise Giymek

17. Kırmızı Elbise Giymek

18. Kımızı Elbise Giymenin Caızlıgı Hakkında (Gelen Hadisler)

19. Siyah Elbise Giyme Hakkında (Gelen Hadisler)
20.Saçak (lı Elbise Giymenin Cevazı) Hakkında

21. Sarık Hakkında (Gelen Hadisler)

22. Vücudun Hiçbir Yeri Açıkta Kalmayacak Şekilde Örtünmek

23. Elbisenin Düğmeleri(Ni) Çözmek Ve O Şekilde Kalmak

24. Basın Ve Yüzün Bir Kısmını Bir Örtüyle Örtmek

25. Eteği (Y erlere Doğru) Sarkıtma Konusunda Gelen Hadisler

26. Büyüklenme Hakkında (Gelen Hadisler)

27. Eteğin Nereye Kadar Uzanacağı Hakkında (Gelen Hadisler)

28. Kadınların (Giyimi Hakkında) (Gelen Hadisler)

29. "Örtülerini Üstlerine Salsınlar" (Ayeti Kerimesi) Hakkında (Gelen Hadisler)
Örtünmenin Şekli Nedir?

30. "Başörtülerini Yakalarının Üstüne Salsınlar" (Ayeti Kerimesi) Hakkında
(Gelen Hadisler)

31. Kadınların Zinet (Yer)Lerinden Nerelerini Gösterebileceği Konusunda (Gelen
Hadisler)

32. Köle Hanımefendisinin Saçına Bakabilir

33. "Kadına İhtiyacı Bulunmayan Erkekler" Ayet-i Kerimesi Hakkında (Gelen
Hadisler)

34. Allah Teâlâ'nın "Mümin Kadınlara Da Söyle Gözlerini (Haramdan)
Sakınsınlar" Ayeti Hakkinda (Gelen Hadisler)

35. Başörtüsü(nü Bağlamak) Nasıl Olur?

36. Mısır Kıptîlerinîn Ketenden Yaptıkları Kubtiyye Denilen İnce Elbiseleri
Giymenin Hükmü

37. Eteğin Uzunluk Ölçüsü Hakkında (Gelen Hadisler)

38. Ölü (Hayvanların) Derilerinin Temizlenmesi) Hakkında (Gelen Hadisler)

39. Ölü Hayvan Derisinden Yararlanamayacağına Dair Rivayet Edilen Hadisler

40. Kaplan Ve (Diğer) Yırtıcı Hayvanların Derileri Hakkında (Gelen Hadisler)



41. Ayakkabı Giyme Hakkında (Gelen Hadisler)

42. Döşekler Hakkında (Gelen Hadisler)

43. Perde Kullanma Hakkında (Gelen Hadisler)

44. Elbisede Haç Resmi Bulunması

45. Resim Hakkında Gelen Hadisler

Resmin Hahamlığı Etrafında Meydana Getirilmek t stenen Bazı Şüpheler:



31. GİYİM KUŞAM BÖLÜMÜ



Her müslümanm avret yerlerini örtecek ve kendisini olumsuz hava şartlarından
koruyacak kadar giyinmesi farzdır.
Erkeklerin elbisesi kırmızı ve sarı olmamalıdır.

Giyimde esas olan orta yollu olmasıdır. Bununla birlikte Allah'ın verdiği nimetleri
açıklamak için olandan fazla giyinmek müstehabtır. Zira Hz. Peygamber, "Şüphe yok

LU

ki Allahu Teala rtimetinin eserini kulunun üzerinde görmeyi ister" buyurmuştur..
Güzel giyinmeyi itina göstermek mubahtır. Kibirlenmek ve başkalarından üstün ve
farklı görünmek niyetiyle giyinmek ise mekruhtur.

İsraf sayılacak tarzda ve şekilde giyinmek haramdır. Fakirlerin veya orta halli
kimselerin zenginleri taklik ederek israfa düşmeleri caiz değildir. Zira bu durum
fakirliği artırdığı gibi insanlar arasında kıskançlık ve düşmanlık da doğurur.
İpek elbise kadınlar için helal ise de erkekler için haramdır. İpekten yapılmış sair
eşyayı kullanmak ise caizdir.

Erkekler altın kullanamazlar. Yalmz gümüş vasair yüzük kullanabilirler. Altını diğer
madenden az olan alaşımlardan yapılan yüzük takmalarında bir mahzur yoktur.
Altın dışındaki madenler ağızda koku yaptıklarından altın diş veya altın kaplama
yapılmasına cevaz verilmiştir.

Bu bilgilerin ışığında İslamm giyim kuşam konusundaki teklifleri şöylece
özetlenebilir.

1- Giyilen elbise avret mahallerini kapatmalıdır.

2- Giyilen elbise haram veya mekruh olmamalıdır. İpek elbise erkeğin avretini
kapatırsa da giyilmesi haram kılınmıştır.

3- Giyilen elbise vücudu gösterecek kadar şeffaf olmamalıdır. Şeffaf olmamakla

121

beraber avret yerlerini belli edecek kadar dar olan elbiseler de giyilmemelidir.
1. Amr B. Ayn'ın Rivayeti

4020... Ebû Saîd el-Hudri'nin şöyle dediği rivayet olunmuştur: Relulullah (s.a.v) yeni
bir elbise giydiği zaman gömlekse veya sank-sa(o elbisenin) ismini anar sonra;at
"Allalı'im sana hamd olsun, bunu ban sen giydirdin. Ben senden bunun hayrını ve
yapılış gayesindekî hayrı istiyorum. Bunun ve yapılış gayesinin şerrinden sana
sığmıyorum" diye dua ederdi.

(Ravi) Ebu Nedre dedi ki: Peygamber (s.a.v)'in sahâbilerinden biri yeni elbise giydiği
zaman (tebrik etmek maksadıyla) ona (İnşallah sen bu elbiseyi) eskit( inceye kadar

[3]

giyin)irsin ve yüce Allah (sana) onun yerine (daha hayırlısını) verir, denirdi.
Açıklama

Hadis-i şerifte açıklandığı üzere Hz. Peygamber,se giyindiği zaman, "bana giymeyi
nasip ettiği şu gömlekten veya şu sarıktan dolayı" gibi bir sözle o elbiseden
bahsederek metinde geçen duayı okumak suretiyle Allah'a şükredermiş.
Aliyyü'I-Kâri'nin açıklamasına göre, elbisenin hayrı onun uzun ömürlü, necasetten ve



haram para ile alınmış olma şaibesinden uzak olması, kibir ve tefahur için olmayıp
ihtiyaçtan dolayı giyilmiş olmasıdır.

Yapılış gayesindeki hayır ise, kişinin avret yerini örtmek, onu soğuğa veya sıcağa
karşı koruma gibi hayırlardır. Bu hayırları istemek elbisenin yapılış gayesine
erişmesini istemektir.

Elbisenin şerri.yukarıda geçen hayırlarından uzak olması yani haram, pis, dayanaksız
olmasıdır. İftihar, kibir gibi haram gayelerle dokunmuş olması veya giyilmesidir.
Elbisenin şerrinden sığınmak, onu bu niyet ve duygularla giymekten veya dokunuş
gayesinde bulunan bu gibi duygulardan Allah'a sığınmaktır.

Yine hadis-i şerifte sahabilerden biri yeni elbise giydiği zaman diğer sahabiler "Tüblî,
yuhlifullahu Teâla Sen (bunu inşallah üzerinde) eskitirsin ve yüce Allah onun yerine
(daha hayırlısını) verir" diyerek onu tebrik ederlermiş. Bu sözler, elbise giyen kişinin
ömrünün uzun olmasını ve daha nice yeni elbiseler giyip onları da ekşitmesin temenni

141

etme anlamına gelirler.

4021... (Bir önceki hadis-i şerifin bir) benzeri de el-Cerîrî'den yine aynı senedle

ISI

rivayet olunmuştur.

4022... (4021 numaralı hadisin) manası da el-Cerîrî'den yine aynı senedle rivayet
edilmiştir. (Yani her ikisi de bu hadisi el-Cerîrî'den işitmişlerdir.)
Ebu Dâvûd dedi ki: (Bu hadisi rivayet edenlerden) Abdülvahhab (kendisi bizzat Hz.
Peygamber'den alan) Ebu Saîd'i (senedinde) zikretmedi.

Hammâd b. Seleme de (bu hadisi) el-Cerîrî'den, (o da) Abû-'l Âlâ' dan o da Peygamber
(s.a.v)'den de (mek suretiyle mürsel olarak rivayet) mistir.

Yine Ebû Davûd dedi ki: Hammâd b. Seleme ile (el-Vehhâb) es-Saka-fîl (nin bu

m

hadisi işittikleri (ravi) birdir.
Açıklama

4020-4022 numaralı hadis-i şerifler aynı manaya gelen lafızlarla bazen muttasıl ve

merfu olarak , bazen de mürsel menfu olarak rivayet edilmişlerdir.

Bu hadislerin manasıyla ilgili açıklama 4020 numaralı hadis-i şerifinde geçtiğinden

IH

burada tekrar lüzum görmüyoruz.

4023... (Sehl b, Muaz b. Enes'in) babasından rivayet edildiğine göre; ResuluIIah
(s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Kim bir yemek yer ve sonra;

" Benim hiç güç ve kuvvetim olmaksızın bu yemeği bana yediren ve onu bana rızk
olarak veren Allah'a hamd olsun derse onun geçmiş ve gelecek günahları bağışlanır."
Kim de bir elbise giyer ve;

"Bu elbiseyi ben hiç bir güç ve kuvvetim olmadan bana giydiren ve onu bana rizik
olarak veren Allah'a hamdolsun" derse (onun da) geçmiş ve gelecek günahları





bağışlanır."



Açıklama

Metinde seçen "geçmiş günahlardan maksat, geçmişte işlenen küçük günahlardır,
büyük gurklar, değildir. Fakat bu duayı yapan kimsenin küçük günahları yoksa oniann
yerine büyük günahlarının hafifletilmesi umulur.

Yemek duası içerisinde geçen "gelecek günahlar" anlamındaki kelime, Tirmizi ve İbn
Mace'nin rivayetlerinde bulunmadğı gibi Sünen-i Ebu Davud'un bazı nüshalarında da
bulunmamaktadır.

Ancak bu kelime elbise duası içerisinde bütün rivayetlerde ve nüshalarda bulunuyor.
Ulema bu dualar sebebiyle Allahu Teala hazretlerinin, geçmişteki küçük günahları
olduğu gibi gelecekteki küçük günahları da affetmesinin caiz olduğunu söylemişler ve
Bedir gazilerini misal göstermişlerdir.

Çünkü yüce Allah onların gelecekteki günahlarını da affettiğini bildirmiştir. Bu
bakımdan Bedir gazileri kendilerinden sâdır olacak günahlardan hesaba
çekilmeyeceklerdir.

Bazılarına göre, Bedir gazilerinin gelecekteki günahlarının affedilmesinden maksat
şudur: Onların işleyecekleri günahlar affedilmiş olarak meydana gelir. Bu bakımdan
hiç işlenmemiş gibi olurlar. Bazılarına göre de Allah onları günah işlemekten korur
onlar hiç günah işlemezler. İşte Allah 'in, onların gelecekteki günahlarını affetmesinin
manası budur.

Münziri'ye göre, bu hadisin senedinde bulunan Sehl b. Muaz ile Ebu Merhum zayıf
raviler olduklarından, sadece bunların rivayetinde bulunan bu "gelecek günahlar"
sözünün hadisten olduğuna hükmedilemez. Binaenaleyh bu sözün bu ravilerden

m

birinin hatası yüzünde bu hadise izafe edildiğine hükmetmek gerekir.

2. Yeni Elbise Giyen Kimseye Nasıl Dua Edilir?

4024... Ümmü Halid binti Halid b. Sâid el-As'dan rivayet edildiğine göre;
Resulullah (s.a.v)'a çizgili kare şeklinde küçük ve siyah bir aba getirildi. Bu abaya en
müstehak kimi görüyorsunuz?" diye sordu. Orada bulunan) topluluk cevap vermedi.
Bunun üzerine;

"Bana Ümnıü Halid'i getiriniz" buyurdu.

Ürriraü Halid (Hz. Peygamber'inyanma getirildi ve bu abayı ona giydirdi. Sonra "Eblî
ve ahlikî= Eskit (ve yerine yenisini al) diye iki defa dûa etti. (Elbisenin güzelliğini
ifade etmek için Ümmü Halid'e doğru "Senâhu senâhu, ey Ümmü Halid" diyerek aba
üzerindeki sarı ya da kırmızı çizgiye bakmaya başladı. "Senâhu, senâhu" kelimesi

im '

Habeş dilinde 'güzel' demektir.
Açıklama

el-Hamîsa: İki tarafında çizgileri bulunan; dört köşe ve siyan aba demektir.
Senâhu: Habeş dilinde güzel anlamına gelir.



Ümmü Halid Habeşistan'da dünyaya geldiği için Hz. Peygamber ona karşı aslı
Habeşce olan bu kelimeyi kullanmıştır. Metinde geçen "ahlifi= yerine yenisini al"
kelimesi Sünen-i Ebu Davud'un bazı nisalarında "ab-liki= eskit" şeklinde yazılmıştır.
Aslında "eblî" kelimeyisle "ahlikî" kelimesi arasında bir fark olmadığından "eblî"
kelimesinden sonra "ahlikî" kelimesini kullanmak cümleye tekidden başka yeni bir
mana kazandırmaz.

Metuf ile Matufun aleyh arasında bir farklılık olması gerktiğinden ikinci kelimenin
"ahlikî" değil de "ahlifî" olması daha uygundur. Çünkü bu kelimede "eblî" kelimesinin
ifade ettiği "eskit" kelimesinden fazla olarak "yerine yenisini almak " gibi bin mana da
vardır. Nitekim 4020 numaralı hadis-i şerif bu gerçeği teyid ediyor.
Tarikat şeyhlerinden bazıları bu hadise dayanarak şeyhlerin müridleri-ne hırka
giydirmelerinin sünnetden olduğunu söylemişlerdir. İmam Suyu ti'nin açıklamasına
göre, Hz. Peygamber'in düşman üzerine gördermekte olduğu bir seriyyenin kumandanı
olan Abdurrahman b Avf a bizzat kendi eliyle sarık giyilip sarığın ucunu aşağıya
sarkatarak ona sarığın bu şekilde sarılmasını emrettiğine dair Beyhaki'nin Şuabü'l-
imân isimli eserinde zikrettiği hadis-i şerif, hırka giydirmenin Hz. Peygamber'in
sünnetinden olduğuna bu hadisten daha çok ve daha açık bir şekilde delalet eder. Çün-
kü;

1- Sûfıler başlarına takke giyerler. Hadis-i şerifteki sarık buna delalet eder.

2- Hz. Peygamber'in Hz. Abdurrahman'a elbise değil de sarık giydirmeşinin özel
manası vardır ve bu durum başın taşıdığı şerefe de işaret etmektedir.

3- Hırka giydirmek biatlaşmak anlamına gelir. Hz. Peygamber, Ününü Halid'e sözü
geçen hırkayı giydirdiği sırada biat edecek yaşta değildi. Bu bakımdan Beyhaki'nin
naklettiği hadis hırka giydirmenin sünnetten olduğuna mevzumuzu teşkil eden hadis-i
şeriften daha çok delalet etmektedir.

Avarifu'l- Maârif müellifi Sııhreverdî'nin de dediği gibi, her ne kadar Hz. Peygamber
zamanından bugünküne benzer hırkalar yok idiyse de tarikat şeyhlerinden hırka
giydirmeyi usul ittihaz edenler kesinlikle bir asla dayandıklarından onların bu gibi

im

usullerini inkara kalkmak doğru değildir.

3. Gömlek Giyme Hakkında Gelen Hadisler

4025... Ümmü Seleme'den rivayet olunmuştur; dedi ki: "Resulullah (s.a.v)'a elbiselerin

£121

en sevimli olanı gömlek idi.
Açıklama

Kamış: Cepleri ve yenleri olan giysi demektir.
Türkçede buna gömlek derler.

Gömlek insanın vücuduna ridadan ve izardan daha rahat oturup vücut üzerinde
kolayca durduğu ve örtünmeyi daha iyi sağladığı için Hz. Peygamber gömleği daha
fazla sevmiş olabilir.

Burada k'âmîs kelimesiyle vücudu boyundan ayaklara kadar örten cep-li ve yenli
elbiseleri kastedilmiş de olabilir. Bu durumda onun sevimli la-rafı, örtünme ihtiyacına
birinci derecede cevap vermiş olmasıdır. Gömlek üzerine giyilen giysilerin örtünme



£131

ihtiyacına verdiği cevap ise bu şekildeki gömleğe nisbetle ikinci derecede kalır.
4026... Ümmü Seleme'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Resıılullah (s.a.v)'a hiçbir

041

elbise gömlekten daha sevimli değildi.

4027... Esma binti Yezid'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:

£151

Resulullah (s.a.v)'m gömleğinin yen(ler)i bileğe kadar (uzanır)dı.
Açıklama

Burada "el" anlamına gelen "yedü" kelimesiyle"yan" anlamına gelen "kumm"
kelimesinin yanya-na gelmesi, ikincinin birinciyi açıklama için gelmesinden başka bir
manaya yorumlanamaz.

Tirmizi'nin rivayetinde de bu kelimeler "kummu yedi Resûlullah= Re-sulullah'rn
kolunun yen(ler)i" şeklinde gelmiştir ki, Tirmizi'nin bu rivayeti daha açıktır.
Ebû Davûd Sünenindeki rivayette "kumm" kelimesinin "yed" kelimesini açıklamak
üzere getirildiği kabul edilmediği takdirde ikisinden birinin fazladan getirilmiş
olduğunu kabul etmek icap edecektir.

Mirkâtu's- Suûd isimli eserde açıklandığına göre, bu hadis-i şerifte kastedilmek
istenen gömlek Hz. Peygamber'in yolculuk esnasında giydği gömlektir. Çünkü
Beyhâkî'nin Şuabu'l- İman isimli eserinde rivayet ettiği hadiste Hz. Peygamber'in
hazar vaktinde giydiği gömleğin yenlerinin parmaklarına kadar uzandığı, bundan
fazlasını ise kestiği ifade edilmektedir.

Ancak mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte tarif edilen şekildeki gömleği giymenin
daha faziletli, Beyhâkî'nin eserinde tarif edilen şekildeki gömleği giymenin ise caiz
olduğu düşünülebilir. Yani bu iki hadis bu şekilde tevil edilerek araları telif edilebilir.
£161

4. Kaftanlar Hakkkında Gelen Hadisler

4028... el-Misver b. M ah rem e'd en rivayet olunmuştur; dedi ki:

Resulullah (s.a.v) (kendisine hediye olarak) verilen bir takım) kaftan-lan (halka) dağit

(mış)tı, (fakat âmâ olan babam) Mahreme'ye hiç birşey vermemişti.

(Babam) Mahreme (bana), "Ey oğulcuğum, bizi Resulullah (s.a.v)'a götür." dedi. Ben

de kendisiyle birlikte (Hz. Peygamber'in yanma gittim. (Hz. Peyamber'in bulunduğu

yere varınca babam), "Gir onu bana çağ'ırı-ver" dedi. Ben de Hz. Peygamber'i

çağırdım. Üzerinde (sözü geçen) kaftanlardan bir kaftanla birlikte babamın yanma

çıktı ve;

"Şu kaftanı senin için saklamıştıırTdedi. (Misver sözlerine devam ederek şöyle) dedi:
"Bunun üzerine (babam elleriyle) kaftana (iyice bir) baktı." Yezid b.
Halid: "Mahreme" diye ilave etti. Bundan sonraki kısımda da Kuteybe ile Yezid b.
Halid şu sözü riveyette) birleştiler:

"Mahreme razı oldu" dediler. Kuteybe (bu hadisi), "İbn ebî Müley-ke'den" diyerek



£171

rivayet etti. (İbn Ebî Müleyke'nin) ismini söylemedik.
Açıklama

Buhâri'nin rivayetinden anlaşıldığına göre Hz.Peygamber'in dağıtmış olduğu bu
kaftanlar kendisine hediye edilmişti. Onlardan bir tanesini Mahreme'ye vermek üzere

ayırmıştı.

Bu hadisi Musannif Ebu Davud'a rivayet eden ravilerden Kuteybe, İbn Ebi
Müleyke'nin ismini açıklamamıştır. Fakat Yezid b. Halid onun isminin Abdullah b.
Ubeydullah olduğunu açıklamıştır.

Metinde geçen "radiye Mahreme" sözünün Hz. Peygamber'e ait olduğunu farzedersek,
başında gizli bir soru edatı bulunduğunu da kabul etmemiz gerekir. Bu durumda
cümlenin manası şöyle olur:

"Hz. Peygamber, 'Mahreme memnun oldu mu? diye (Hz. Mahreme'ye) sordu."
Yahutta cümlenin başında soru edatı yoktur. Bu durumda cümle "Mahreme (bu
kaftandan) memnun oldu" anlamına gelmektedir ve Peygamber (s. a) bu cümleyi
Mahreme'nin memnun olduğunu haber vermek için söylemiştir. Yahutta bu cümle,
olduğu gibi Mahreme'ye aittir ve memnuniyetini belirtmek için söylemiştir.
Mahreme âmâ olduğundan onun kaftana bakması söz konusu olmayacağından,
metinde geçen "kaftana baktı" cümlesi, kaftanı elleriyle yokla-yafak onu iyice tetkik
etti anlamına gelmektedir. Nitekim tercüme de buna işaret ettik.
Hadis-i şerif kaftan giymenin caiz olduğuna delalet etmektedir.

Kaftan; Lehçesi Osmani'de açıklandığı üzere, "Türkide kaftan, farisiye nakille haftan
yazılır. Kaba, üste giyilen astarsız entari, bir nevi ak, sade hilat-i taşrifat" demektir.
£191

İM

Meşhur Olmaya Yarayan Elbise Giymenin Hükmü

4029... ibn Ömer'den rivayet olunduğuna göre, Resuluiah (s.a.v) şöye buyurmuştur:
"Kim dünyada şöhret elbisesi giyerse Allah da ona kıyamet gününde benzerini
giydirir." Muhammed b. İsa) Ebu Avâne'den (rivayet ettiği bu hadise) Hz.
Peygamber' den naklen şu sözleri de ekledi: "Sonra onun üzerinde ateş



(ler) alevlenir."
Açıklama

Bu hadis-i şerif İbn Mace'nin Sünen'inde, "Her jm dünyada şöhret elbisesini giyerse,
Allah da onu kıyamet gününde zillet elbisesini giydirir, "mealindeki lafızlarla rivayet
edilmiştir.

İbn Esirin açıklamasına göre, şöhret elbisesinden maksat; halkın dikkatilerini üzerine



çekmek maksadıyla giyilen, rengi veya biçimi halkın elbisesiniden farklı olan
elbiselerdir. Bu elbiseyi giyen kimse halka çalım .satmak ve büyüklük taslamak
niyetiyle giydiği için kıyamet gününde Allah onu cehennem ateşi ile cezalandıracaktır.
İbn Mâce'nin Sünen'indeki rivayette; bu gibi kimselerin kıyamet gününde zillet
elbisesi giydirilerek cezalandıracağı ifade buyurulmaktadır. Cezalanıl işlenen ameller
cinsenden verileceği düşünülürse şöhret büyüklük taslama, gibi niyetlerle elbise giyen
kimselere verilecek en uygun ce-zaninda onları böye zillete ve hakarete maruz
bırakacak şekilde olmasm-nm hikmeti kolayca anlaşılır.

Bezlü'l-Mechud yazarının açıklamasına göre; halkın dikkatlerini çekmek, zfıhd
vetakva gösterisinde bulunmak, fakir görünmek gibi niyetlerle giyilen eski ve yamalı
elbiseler de şöhret elbisesinden sayılır.

[221

Hadis-i şeriff, şöhret elbisesi giymenin haram olduğuna delalet etmektedir.

4030... Müseddid(in) Ebu Avâne'den rivayet etti(gine; göre Resulullah (s.a);
"Dünyada şöhret elbisesi giyene Allah kıyamet gününde" dedikten sonra sözlerini
şöyle tamamlamıştır:)

1231

"(Ona) zillet elbisesi (giydirecektir)."

4031... îbn Ömer'den rivayet olunduğuna göre; Resulullah (s.a.v)

[241

"Kendisini bir kavme benzetmeye çalışan kimse o kavimdendir" buyurmuştur.
Açıklama

Metinde geçen "teşebbehe" fiili, binası "tekellüf olan "tefe'ul" babından geldiği için
bu kelimeyi benzemeye çalışırsa diye tercüme ettik. Çünkü bu babda "tekellüf
"zorluk" manâsı vardır.

Bu bakımdan hadis-i şerifte, klik kıyafet gibi dış görünüş itbariyle meydana gelen
değişikliklerin tümü değil, ancak kişinin kendi istemesi ve Özentisi ile meydana gelen
benzemeler söz konusu edilmektedir. Binaenaleyh bu hadis-i şerif, kendi istek ve
özentisi ile dış görünüşünü kafirler topluluğuna benzeten kimsenin, kafirler
topluluğundan olduğu ve kâfirler topluluğunun İslam cemiyetinde yeri ne ise bu
kimsenin yerinin de o olduğu; dış görünüşünü isteyerek ve Özenerek salihler
topluluğuna benzeten kimsenin de gerçekte tam anlamıyla o salihler gibi olmasa bile,
sahillere yapılan muamele ve ikrama layık olduğu ifade buyurulmaktadır.
Kılık kıyafetini salihler topluluğuna benzetmekle beraber , esas niyeti onlara
benzemek olmayıp, halk arasında onlardan bilinip onlar gibi şöhrete ve ikrama
erişmek olan bir kimse ise, bir önceki hadis-i şerifte ifade buyurulan şöhret için elbise
giymenin hükmüne girdiğinden Allah yolunda makbul değildir.

Hadis-i şerif, müslümanlarm dışındaki topluluklara kılık-kıyafet itibariyle benzemek
caiz olmadığını; kişi kendisini hangi hususta bir kavime benzetmişse o hususta o
kavimden sayıldığını ifade etmektedir.

Eğer kendisini küfürde bir kavime benzetmişse bu kimse kafirlikte o kavimle
beraberdir. Günah ve isyanda benzetmişse günah ve isyanda onlarla beraberdir. Eğer
herhangi bir kavme ait alametleri taşımakta onlara benziyorsa bu alametleri taşımanın



dünyevi ve uhrevi sorumluluğunda onlarla beraberdir.

[25]

Nitekim diğer bir hadis-i şerifte, "Bizden başkasına benzeyen bizden değildir."
buyrulmuştur. ibn Teymiye ile İbn Hacer, bu hadisin senedinin hasen olduğunu
1261

söylemişlerdir.

5. Yün Ve Kıl(Dan Dokunmuş Elbise) Giymek
4032... Aişe (ranha)'dan şöyle rivayet olunmuştur:

Resulullah (s.a.v) (bir sabah evden) çıktı, üzerinde siyah kıldan (dokunmuş) çizgili bir
peştemal vardı.

Hüseyin (b. Ali: "İbn Ebu Zaide" yerine) Bize Yahya b. Zekeriyya rivayet etti,

1221

demiştir.

4032/1... Utbe b. Abcles-Sülemî'rîen şöyle dediği rivayet olunmuştur: Resulullah
(s.a.v)'tan (bana bir) elbise giydirmesini istedim de bana adi ketenden iki parça elbise

1281

giydiriverdi. Birde gördüm ki, arkadaşlarım arasında elbisesi en alizel olan benim.
4033... Ebu Burde'den rivayet olunmuştur; dedi ki:

Babam bana: "Ey oğulcuğum, eğer sen bizi Peygamberimiz (s.a.v) ile beraber
(olduğumuz günlerde) yağmura tutulmuş haldeyken bir görmüş olsaydın, kokumuzu

1291

koyun kokusu zannederdin" dedi.
Açıklama

Miri: Yünden ya da kıldan dokunan kumaştır. Peş temal olarak kullanılır.
Murahhal: Çizgili kumaş demektir.

Hadis-i şerif, yün ve kıldan dokunmuş elbise giymenin caiz olduğuna delalet
etmekledir. Ancak İmam Malik; yün ve kıldan dokunmuş elbise giymek zühd ve takva
ile şöhret bulmasına sebep olabilmesi cihetiyle, kıl ve yünden elbise giymeyi 4029

im

numaralı hadisin hükmüne sokarak mekruh görmüştür.
Bazı Hükümler

1. Hz. Peygamber ve sahabilerinin giyimleri çok sade ye hayatları çok mülevazi idi.

2. Şöhret kasdıyla olmamak şartıyla, kıl ve yünden dokunmuş elbise giymek caizdir.
[311



1321

Yüksek (Fiyatlı) Elbise Giymenin Hükmü



4034... Enes b. Malik' den rivayet olunduğuna göre;

Zu Yezen kralı, otuzüç (erkek veya dişi) deve karşılığında almış olduğu bir elbiseyi

£331

Resulullah (s.a.v)'a hediye etmiş; (Hz. Peygamber de) bu elbiseyi kabul etmiş.
4035... İshak b. Abdillah b. el-Hâris'den rivayet olunduğuna göre; Resulullah (s.a.v),

041

yirmi küsur deve karşılığında bir elbise satın alıp Zü Yezen (reisin)e hediye etmiş.
Açıklama

Zû Yezen: Himyer ülkesidir. Zû Yezen kiralı daHimyer kiralıdır. Himyer ülkesinde
"Yezen" isminde bir vadiyi koruduğu için bu ismi almıştır.

Bu babdaki hadis-i şeriflerden anlaşıldığına göre, Himyer meliki müs-lümanlığı kabul
edince Hz. Peygamber'e 33 erkek veya dişi deve değerinde bir elbise hediye
göndermiş, Hz. Peygamber de bu hediyeyi kabul edip karşılığında ona yirmi küsur
deve karşılığında satın alman bir elbise göndermiştir.

Ancak bu hadislerden 4034 numaralı hadis, senedinde Umare b. Zazan bulunduğu için
tenkid edimiştir. Çünkü bu ravinin güvenirliliği ihtilaflıdır. 4035 numaralı hadis de
mürseldir ve senedinde rivayetleri delil kabul edilmeyen Ali b. Zeyd b. Cüd'an vardır.
[351

Bazı Hükümler

1. Hediye almak cazdır.

2. Hediyeye hediye iie mukabeıe etmek müstehaptır.

3. Gösteriş için olmamak şartıyla, pahalı elbise giymek caizdir
Nitekim bu mevzuda İmam Kastalani şöyle diyor:

"Şöyle malum olsun ki, giyiniş ve görünüşte güzellik üç nevi üzeredir. Bir nevi
beğenilen, bir nevi kötülerleridir. Bir nevi de ne beğenilen ne de kötiilenendir.
Birincisi, (beğenilen) şu nevi dir ki, Hak Teâlâ hazretleri için olur. Hak Teâlâ
hazretlerinin taatma ve hükümlerinin infazına ilişkin olur. Nitekim Resulullah
Efendimiz hazretleri, elçiler geldiği zaman kendini güzelleşti-rirdi. Yeni güzel ve hoşa
gidecek elbiselerle cemalini gösterirdi. Bunun benzeri, savaş için harp aleti takmıp,
savaş meydanında ipek elbiseler giyip kafirlere karşı salma salma yürümektir. Bütün
bunlardan maksat i'la-yi kelimetullah (Allah'ın sözünü yüceltmek) olup islamm
şerefini ve insanların efendisinin dininin şevketini göstermek olduğu için beğenilmiş-
tir. Bu niyetle hareket edenler sevap ve mükafat kazanmış olurlar.
İkincisi; (kötülenen) şu nevidir ki, dünya ve başkanlık için olur.Giyi-nip kuşanmaktan
maksadı, hak içinde giyimiyle böbürlenmek ve kibirlenmekten başka bir şey olmaz.
İsteklerinin sonucu, kendini süsleyip donatmaktan ibaret olur.

Üçüncü nevi; (yani ne beğenilen ve ne de kötülenen) şu kısımdır ki, iki garazdan uzak
olur. Yani, ne Allah için, ne de dünya için olur. Sadece şerefli şeriatın ruhsat verdiği
güzel elbiseleri giyinip kuşanır, ama niyetinde ne İslâm dininin şevketini göstermek ne
de halk arasında böbürlenip Kibirlenmek garazı bulunur. Bu takdirde o kimse ne



1361

beğenilmeye ve övülmeye layık olur, ne de kötülerime" ' Hak etmiş bulunur.



1371

Kaba (Dokunmuş) Elbise (Giymek)

4036... Ebû Bürde'den, şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Aişe (r.anha)'nm yanma girdim Bize Yemen'de yapılan kaim bir peşte-
mal ile mülebbede diye isimlendirilen bir giysi çıkardı ve; "Allah'a yemin ederim ki,

[381

Resulullah şu iki elbisenin içinde vefat etti" dedi.

4037... Abdullah b. Abbas'm şöyle dediği rivayet olunmuştur:

(Kendilerine) Hârûriyye (isim verilen Haricîler, Hz. Ali ile savaşmak üzere yola)
çıktıklarında ben Ali(r.a)'m yanma vardım. (Beni Hârûrilerle görüşmekle
görevlendirip:)

(Haydi) şu topluluğa gidip (onlarla bir görüş), dedi. Ben de Yemen kumaşlarımın en
güzelini giydim (ve yola koyuldum).

Ebû Zümeyl, (hadisin burasında) "İbn Abbas, güzel ve görkemli bir adam idi"
demiştir.

(İbn Abbas, sözlerine şöyle devam etti): Onların yanma vardım. (Bana), "Merhaba ey
Abbas'm oğlu!" dediler. (İbn Abbas da onlara): "Beni (bu elbiselerden dolayı) niçin
ayıplıyorsunuz? Ben elbiselerin en güzelini Resulullah (s.a.v)'m üzerinde gördüm"
cevabını verdi.

[391

Ebû Dûvud dedi ki: Ebû Zümeyl'in adı, Simak b. el-Velid el-Hanefi'dir.
Açıklama

Kîsâ-i Mülebbede: Bazılarına göre yamalı elbise demektir; bazılarına göre de yoğun
ve sık dokunmuş, keçeye benzer bir elbise demektir.

Haruriyye: Haricilerdir. Harura denilen yere nesbetle onlara "Haruri-ler" denmiştir.
Harura Kufe'nin dışında bir köy adıdır. Sıffin harbinde bunlar İmam Ali'nin

HU

ordusundan ayrıldıktan sonra burada toplanmışlardır.

Haricilerin başlattıkları hareket şiddetini artırınca İmam Ali onlarla muharebe etmek,
münazara ve münakaşa suretiyle fikirlerini reddetmek üzere harekete geçti...
İmam Ali onlarla Nahrevan'da Safer 38) H. (17 Haziran 658 M.) tarihinde harbetti.
Orada er-Râsibî ile birlikte gurubunun bir çoğu öldürüldü. Ancak pek az miktarı
[421

kurtulabildi.

Bu Babdaki hadis-i şerifler, Hz. Peygamber'in, yerine göre kaba dokunmuş veya
kıymetli elbeseler de giydiğini ifade etmekte ye bu çeşit elbiseleri giymenn caiz
olduğuna delalet etmektedir.

Hafız ibn Kayyım'm ifade ettiği gibi, Fahr-i Kainat Efendimizin elbise hususunda belli
bir çeşide, renge münhasır bir adeti yoktu. Bir başka ifadeyle her zaman aynı vasıfları



taşıyan elbiseler giymezdi. Hangisi eline geçerse onu giyerdi. Bazen yünlü, bazen
pamuklu, bazen kaba dakunmuş Yemen kumaşı; bazen yeşil, bazen kırmızı çizgili,
bazen beyaz renkli elbiseler giyerdi.

Bunlardan bazılarım tercih etmiş olmakla beraber diğelerini giymeyi de mubah
kılmıştır.

Yasak olan elbise; gösteriş, riya ve tefahur gibi Allah'ın hoşlanmadığı niyet ve
duygularla giyilen ve avret mahallerini örtmeyen elbiselerdir.

Bazılarına göre Hz. Peygamber pahalı elbiseleri, hediye edenlerin gön lünii almak ve
pahalı elbise giymenin caizliğini göstermek için giymiş fakat onları uzun süre

[431

üzerinde tutmamış, giydikte kısa bir süre sonra hemen çıkarıp hibe etmiştir.
6. İpekli (Kumaş Giyme) Hakkında Gelen Hadisler

4038... (Abdullah b. Sa'd b. Osman'ın) babası Sa'd'dan rivayet olunmuştur; dedi ki:
Buhara' da beyaz bir katıra binmiş, (başı) üzerinde ipekli siyah sarık bulunan bir adam
gördüm. "Bunu bana Resulullah (s.a.v) giydirdi" diyordu.

Bu (hadis) Osman'ın rivayet ettiği lafızlarladır. (Çünkü senedde geçen ve) ihbar (ifâde

I44J

eden "ahberenî" kelimesi) Osman'ın rivayetinde bulunmaktadır.

4039... Ebû âmir yahutta Ebu Malik'den rivayet olunduğuna göre; kendisi Resulullah
(s.a.v)'ı şöyle buyururken işitmiş:

"İleride ümmetimden ipekli kumaşı ve saf ipeği helal sayacak bir takım kimseler
türeyecektir" (Abclurrahman b. ganm el-Eş'ârî dedi ki: Ebû Arnir ya da Ebû Malik
burada bazı sözler (daha) rivayet etti. (Fakat ben tesbit edemedim. Bu kelimelerden
sonraki rivayeti şöyledir: Hz. Peygamber sözlerine devam ederek) dedi ki: "Onlardan
(geriye kalan) diğer kısımda maymun ve domuz kılığına sokulur. (Bu durum) kıyame-
te kadar (Böyle devam eder gider)."

Ebû Dâvud dedi ki: Resulullah (s.a.v)'m sahabilerinden yirmi kişi yahutta daha fazlası

1451

ipek giymiştir. Enes ile Bera b. Azib bunlardandır.
Açıklama

Bab başlığında geçen "el-hazzu" kelimesi "kaim ipek anlamına gelir. Bazılarına göre
bu kalime "erkek tavşan" demek olan "eRtuzez" kelimesinden türetilmiştir. Kamus ya-
zan Fîruzâbâdi bu görüştedir. Bazılarına göre de bu kelime tavşan tüyünden yapılan
elbiseler için kullanılır. Tavşan tüyünden yapılmış olduğu için bu ismi almıştır.
Münziri bu görüştedir.

en-Nihâye yazarı İbnü'l- Esîr'e göre, bu kelime ipek ve yjin karışımı kumaşlar için
kullanılır.

İbnü'l- Arabi, bu kelimenin; çözgüleri ipek olan, dokuma maddesi de ipekten başka bir
madde olan yahutta tersi olan kumaşlar için kullanıldığını söylüyor.
Söz konusu kelime üzerinde ileri sürülen bütün bu görüşler, onun saf ipek olmayıp
içinde ipek karışımı bulunan elbise anlamına geldiğim ort-ya koyduğundan biz bu
kelimeyi "ipekli kumaş" şeklinde tercüme ettik.



4039 numaralı hadisi rivayet eden sahabinin kim olduğu kesin olarak bilinmiyor.
Onun Ebû Amir (r.a) ile Ebû Mâlik (r.a)'den birisi olması gerekmektedir. Bilindiği
gibi sahabilerden hepsi de güvenilir kimseler olduğundan onların kimliğini kesin,
olarak tesbit edememek hadisin sıhhatine zarar vermez.

Yine aynı hadiste, Hz. Peygamber'in bu hadisinin bir kısmının ravi tarafından iyice
tesbit edilemediği ifade edilmektedir. Gerçekten de bu hadisin bir kısmı burada
zikredilmemiştir.

Hadisin tamamı Buhari de şu manaya gelen sözlerle ifade edilmektedir:
"Ümmetimden muhakkak bir takım zümreler türeyecektir. Bunlar zina etmeyi, epekli
elbise giymeyi, şarap içmeyi, def ve dümbelekler ile eğlenmeyi helal sayacaklardır.
(Bunlardan) birtakım (acımasız, bencil) insanlar dağ başına çıkarlar. Onlara ait koyu
sürüsü ile çoban sabahları yanlarına gelecek, Akşam gidecek Bunlara bir fakir hacet
için gelecek de bu (duygusuz insan)lar o fakire; haydi (bugün git) yarın gel,
diyecekler. Bunun üzerine Allah (sevip eğlendikleri) dağı üzerlerine indirerek bir
kısmını helak edecek, (sağ kalan) öbürlerini de kıyamet gününe kadar maymun ve

1461

domuz suretlerine tebdil edecek. "
Bazı Hükümler

İpekli elbiseler giymek erkeklere haramdır.Nitekim 4057 numaralı hadis-i şerifte buna
delalet etmektedir.

Ancak Hanefi fıkıh kitaplarından Hidaye'de açıklandğı üzere; ipekten olan kısım,
nişane ve elbise etrafına çevrilen dikiş gibi dört parmak miktarı kadar az olursa ona
[471

ruhsat vardır.

Bezlü'l-Mechud yazarının açıklamasına göre; bu yasaklar saf ipek hakkındadır, tavşan
tüyünden yapılan ipekler için geçerli değildir.

İpekli elbiseler giymenin caiz olduğunu ifade eden rivayetler, tavşan tüyünden yapılan
ipeklerle ilgilidir. İpekten dokunan elbiselerle ilgili değildir.

İpek giymenin helal olduğunu söyleyen bazı sahabilerin bu sözlerini tavşan tüyünden
yapılan ipekli elbiselerle ilgili olması da mümkündür.

Şevkani'nin belirttiği gibi; esasen sözü geçen sahabilerin bu görüşlerinin saf ipek
hakkında olduğu- düşünülse bile onların bu görüşü saf ipekten dokunmuş elbise
giymenin haramlığım değiştirmez. Çünkü Fahr-i Kainat Efendimiz; ileride ipekli
elbise giyen birtakım zümrelerin türeyeceğini haber vermiş ve onlar hakkında tehditte
bulunmuştur.

2. Bazı kimselerin suretlerinin maymun veya domuz suretine çevrilmesi bu ümmette
de görülecektir.

Ancak bazı kimseler; bu değişiklir hakiki manada suret değişikliği olmayıp
ahlaklarında meydana gelecek değişiklik olduğunu sÖylemişİerse de, bunun hakiki
manada bir değişiklik olması hadisin siyakına daha uygundur. Nitekim Hattabi de
[481

böyle demiştir.

İbnü'l-Arabi'de, hadisteki maymun ve domuz suretine Mesih ve tebdilin geçmiş
ümmetlerde olduğu gibi hakikat olduğunu, ancak tebdil-i ahlaktan kinaye de



1491

olabileceğini söylemiştir.



7. Saf lpek(Ten Dokunmuş Elbise) Giyme Hakkında Gelen Hadisler

4040... Abdullah b. Ömer'den divayet olunduğuna göre; Ömer b. el-Hattâb, Mescidin
kapısı önünde (saf ipekten dokunmuş) çizgili bir elbisenin satılmakta olduğunu
görmüş ve:

Ey Allah'ın Rasulü, şu elbiseyi sen satın alsan da cuma günleri ve elçiler geldiği vakit
giysen, demiş. Resulullah (s.a.v) da:

"Bunu ancak ahirette nasibi olmayan kim(ler) giyer" buyurmuş. (Bir süre) sonra
Resulullah (s.a.v)'a (bu elbiselerden bâzı elbiseler gelmiş ve onlardan birini Ömer b.
Hattab'a vermiş. Hz. Ömer de:

Ey Allah'ın Resulü! Sen bu elbiseyi bana giydirdin. Halbuki (geçenlerde mescidin
önünde satılmakta olan) Utarid'in elbisesi hakkında söyleyeceğini söylemiştin, demiş.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
"Ben onu sana giyesin diye giydirmedim" buyurmuş.

[50]

Ömer b. Hattab da onu Mekke'de buluna bir müşrik kardeşine giydirivenniş.

4041... Şu (bir önceki hadis-i şerifte geçen) hadise Salim b. Abdillah'm babasından da
(rivayet olunmuştur. Şu farkla ki, Salim'im babası) bu rivayette şunları söylemiştir.
(Bir süre) sonra (Hz. Peygamber) Hz. Ömer'e kaba ipekten dokunmuş bir cübbe

im

gönderdi ve: "Bunu satarsın ve onun (parasıy)la ihtiyacını karşılarsın" buyurdu.

4042... Ebû Osman en-Nehdî'den şöyle dediği rivayet olunmuştur: Ömer (b. el-Hattab)
(r.a), Utbe b. Ferkad'a (şu mealde bir) mektup yazmıştır:

"Peygamber (s.a.v) ipeği (erkeklere) yasaklamıştır. Ancak, şöyle iki, üç ve dört

ISI

parmak kadar olanı müstesnadır.

4043... Ali (r.a.)'den rivayet olunmuştur; dedi ki:

Resulullah (s.a.v)'a, (saf ipekten dokunmuş) çizgili bir elbise hediye edilmişti. Onu

bana gönderdi. Ben de onu giyip yanma vardım. (Bu elbiseyi üzerimde görmesinden

mütevellit) yüzünde öfke (alametleri) gördüm ve (bana hitaben):

"Ben onu sana giyesin diye gördermedim" buyurdu ve bana (bu elbiseyi hanımlarıma

vermemi) emretti, ben de (tuttum) onu yakınlarımdan olan hanımlarıma paylaştırdım.

[531

Açıklama

Sİyerâ: Saf ipekten yapılmış elbisedir. Bu kelime muhtelif şekillerde izah edilmiştir.
Hatta altın diyenler olduğu gibi; uzun çizgili, renkli bir nebattır diyenler bile olmuştur.
es-Sihah adlı lügatta siyerâ; san çizgili bir kumaştır denilmiştir. Burada ondan halis
ipekli kumaş kastedildiğinde bir şüphe yoktur. Çünkü ittifakla haram olan budur.



Halâk: Hayırlı nasip ve salah manasına gelir. Bunun, hürmet ve din manasına geldiğini
söyleyenler de olmuştur. Şu halde bu kelimenin geçtiği cümleye üç türlü mana
verilebilir.

1. "Bunu ancak ve ancak ahirette nasibi olmayanlar giyebilir."

2. "Bunu ancak ve ancak hürmeti olmayanlar giyer."

[541

3. "Bunu ancak ve ancak dini olmayanlar giyer"

Birinci kavle göre bu cümle kafirlere hamledilmiştir. ikinci ve üçüncü kavillere göre
hem müslümana hem de 'kafire şamildir.

Mescid-i Nebevi'nin kapısı önünde ipek elbise satan şahsın adı Utarid b. Hâcid b.
Zürâre idi. Bu zat kumaş tüccarı idi, geçimini bu yoldan sağlardı.
Hz. Ömer'in kendisine Hz. Peygamber tarafından hediye edilen ipekli kumaşı verdiği
müşrik kardeşi, Nesâi'nin açıklamasına göre anne bir kardeşi idi. Onun isminin Osman
b. Hakim olduğu söylenir. Hz. Ömer'in diğer kardeşi Zeyd b. el-Hattâb ise müslüman
idi, hatta müslümanlığı Hz. Ömer'den önce kabul etmişti.

Hz. Ali'nin, Hz. Peygamber'in hayatı süresince Hz. Fatıma'dan başka bir hanımı
olmadığından hadis sarihleri, 4043 numaralı hadisin metninde geçen "onu hanımlarım
arasında bölüştürdüm." anlamına gelen cümleye "onu yakınlarımdan olan hanımlara
bölüştürdüm" manasım vermişlerdir, Yine hadis sarihleri, Müslim'in Sahih'inde
geçen, "Bunu baş bezi olarak Fatımalar arasında taksim et" mealindeki cümleye
bakarak; Hz. Ali'nin bu kumaşı Fatıma binti Resulullah (s.a.v), Fatıma binti Esed (ki
bu hanım Hz. Ali'nin annesidir), Faüma binti Hamza, b. Abdulmuttalib, Fatıma binti
Şeybe b. Rabia (ki bu hanım, Akil b. Ebu Talib'in hanımıdır) arasında paylaştırdığını
I55J

söylemişlerdir.
Bazı Hükümler

1. Erkeklerin ipek elbise giymeleri haramdır ipekten dokunmuş elbise giymenin ka-
dınlara helal olması ise, "Peygamber Efendimiz, bir elinde ipekten bir kumaş, diğer
elinde de altınla çıktı ve: Bu ikisi ümmetimin erkeklerine haram, kadınların? helal
kılınmıştır, buyurdu" mealindeki 4057 numaralı hadis-i şerifle sabittir.

Ancak üç dört parmak miktarı kadar az olursa ona ruhsat vardır. İpekten nişane ve
elbise etrafının dikişi gibi. Karışık ipekliye gelince; Şafıiİe-re göre, vezn itibariyle
ipeği fazla gelmedikçe giyilmesi haram değildir. Hanefilere göre ise, İtibar argacadır.

2. Mescit kapılarında alışveriş yapmak caizdir.

3. Faziletli kimseler de bizzat ticaretle meşgul olabilirler.

4. Giyilmesi caiz olmayan şeyin temellükü ve hediye edilmesi caizdir.

5. Kafir olan oğlan kardeşe ihsan ve yardım caizdir.

6. Kafire hediye vermek caizdir.

7. Cuma günleri ve kabul günlerinde güzel elbise giymek meşrudur.

8. Dünyada ipek giyen erkekler ahirette ondan mahrum kalacaklardır.

Dünyada ipek giyen erkekler, bazı ulemaya göre; tövbe etsinler etmesinler ahirette
ondan mahrum kalacaklardır. Ekseri ulemaya göre ise, tövbe edenler ahirette mahrum
kalmayacaklardır.

Mezhep imamlarının bu mevzudaki görüşlerini 4054 numaralı hadisin şerhinde



1561

açıkladık.



8. İpek Elbise Giymeyi Hoş Görmeyenler (İn Rivayet Ettikleri Hadisi Şerifler)
4044... Ali b. Ebî Tâlib(r.a)'den rivayet olunduğuna göre;

Resulullah (s.a.v), Kassiyy ipeklisi (riden yapılmış elbise giymek) ile asfurla
boyanmış elbise giymeyi, altın yüzük takınmayı ve rükûda Kur'an okumayı
[571

yasaklamıştır.
Açıklama

Elkasiyyü" kelimesi, çeşitli şekillerde açıklanmştır. Hattabi'ye göre bu, Mısır'dan
getirilen ve içinde ipek karışımı bulunan bir kumaş türüdür.

Bazılarına göre ise bu, "Elkâss" denilen bir memleketten getirilen bir kumaştır. Sözü
geçen memlekete nis-bet edilmesinden dolayı bu ismi almıştır. Bu kelimenin aslının
"Elkâzz" olduğu, fakat sonradan "zay" harfi "sin" harfine değiştirilerek bu şekle
geldiğini söyleyenler de vardır.

Kamus yazarına göre, Elkaziyyü; "ibrişim" denilen ipek türünden dokunmuş olan bir
kumaştır. Kamus yazarının bu açıklanmasından anlaşılıyor ki, "el-Kasiyyü" bir çeşit
ipekli elbisedir. İmam Nevevî'nin açıklamasına göre o, içerisinde ipek karışımı
bulunan kumaştır. Kalitesiz ipek anlamına geldiğini söyleyenler de olmuştur.
Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerif, Hz. Ali (r.a)'nin ipekli elbise giymeyin caiz
görmediğini ifade etmektedir.

Hafız İbn Hacer'in açıklamasına göre, ulema ipekli elbise giymenin hükmü konusunda
ihtilafa düşmüşlerdir.

Ulemadan bir kısmına göre ipekli elbise giymek her halükarda hem kadınlara hem de
erkeklere haramdır. Sahabilerden Hz. Ali ile Hz. Ömer , Huzeyfe, Ebü Musa ve İbn
ez-Zübeyr (r.a); tabiilerden de Hasan-ı Basrî ile İbn Şîrîn (r.a)'in bu görüşte oldukları
rivayet olunmuştur.

Bazılarına göre de, 'hadis-i şeriflerde geçen ipek elbise giyme yasağı, onu kibirlenerek
ve bötoüklenerek giyenler içindir. Kibire düşmeden giyenler için değildir. Yanıtta
hadislerde geçen fea yasağın hükmü keraheti tenzihiyyedir, haramhk değildir.
Ancak bu ikinci gönişü&.işab. A si&liji aşıkür. Çünkü ipek giymekle ilgili hadis-i
şeriflerde bulunan tehditler ipek giymenin haramlığım açıkça ortaya koymaktadır.
Mezhep imamlarının bu mevzudaki görüşlerini 4054 numaralı hadisin
şerhinde açıkladık.

Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte Hz. Peygamber'in yasakladığı ifade edilen
hususlardan biri de, sanya boyanmış elbise giymektir. Mezhep imamlarının sarıya
boyanmış elbise giyme hakkındaki görüşleri şöyledir:

1- Şafıilere göre, erkekler için tümü ya da büyükçe bir kısmı aşfurla boyanmış elbise
giymek mekruhtur. Fakat üzerinde aspurdan noktalar bulunan elbise giymekte bir
sakınca yoktur. Kırmızı, sarı, siyah ve beyaz renkli elbiseler giymek ise ne haramdır,
ne de mekruhtur.

2- Hanbelilere göre ise, za'ferân ve saf kırmızı renkle boyanmış elbise giymek erkekler
için mekruhtur. Fakat bu renklerle başka renklerin karışımı ile boyanmış elbise



giymekte bir kerahet yoktur. Aspurla boyanmış elbise giymek erkekler için mekruhtur.
[58]



3- Malikilerin meşhur olan bu görüşüne göre, kırmızı ve sarı boya ile boyanmış

£591

elbiseler giymek mekruhtur."

Hanefîlere göre ise , beyaz elbise giymek müstehaptır. Nebati ve kırmızı renkte elbise
giymek ise mekruhtur.

San ve kırmızı zaferanla boyanmış elbise giymek de erkekler mekruhtur. Aspur ile sarı

mm

ve kırmızı zaferan dışındaki renklerde sakınca yoktur.

Hadis-i şerifte Hz. Peygamber'in yasakladığı ifade edilen hususlardan biri de altın
yüzük takmaktır.

İmam Nevevi'nin açıklamasına göre, ulema erkelerin altın yüzük takınmalarının
haram, kadınların takınmalarının ise mubah olduğunda icma etmişlerdir.
Hattabi'ye göre; bu hadis-i şerifte söz konusu edilen eşyaların yasaklı-ğı erkekler
içindir, kadınlar için değildir.

Ayrıca hadis-i şerif, rüku halinde Kur'an okumanın haram olduğuna delalet
etmektedir. Çünkü namazda Kur'an-ı Kerim okumanın yeri kyam-dır. Rükû ve sücûd
ise kıraat mahalli değildir, teşbih ve dua mahallidir. Nitekim Fahr-i Kainat Efendimiz
bir hadis-i şerifte: "Dikkkat edin ki, ben rükû ve secde halinde Kur'an okumaktan
nehyolundum. Rükuda Allahu Teala'yı tazim edin. Secdede ise dua etmeye çalışın.

[611 1621
Zira secde halinde duanızın mestecab olması çok umulur " buyurmuştur.

Bazı Hükümler

1. Erkeklerin ipekten dokunmuş elbise giymeleri haramdır

2. Sarıya boyanmış elbise giymek caiz değildir.

3. Altın yüzük takmak erkeklere haramdır.

4. Rükûda Kur'an okumak haramdır. Bir numara sonra gelecek hadiste açıklandığı

[631

üzere secde halinde Kur'an okunmasının hükmü de böyledir.

4045... Şu (bir Önceki hadis) Ali b. Ebî Talib (r.a)'den de rivayet olunmuştur. (Bu
rivayetinde Hz. Ali şöyle dedi:

[641

(Resulullah (s.a.v) beni), rükûda ve secdede (Kur'an) okumaktan menetti.

4046... Şu (bir önceki hadis-i şerif} İbrahim b. Abdullah'dan da rivayet edildi. (Şu
farkla ki İbrahim b. Abdullah bu rivayetinde bir önceki hadise şunları da) ilave etti:

[651

"Sizi hehyetti demiyorum.

4047... Enes b. Mâlik'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Rum kralı, Peygamber (s.a.v)'e
saf ve ince ipekten, yenleri geniş bir kürk hediye etti de onu giyindi. Ben (hâlâ
Peygamber Efendimizin) titreşmekte olan yenlerini görüyor gibiyim. Sonra (Hz.



Peygamber) o kürkü Cafer'e gönderdi. Cafer'de onu giyinip Hz. Peygamber'in
huzuruna geldi. Peygamber (s.a.v) de (ona):

"Ben (bunu) giyesin diye vermedim" buyurdu. (Cafer): Öyleyse onu ne yapayım? diye
sordu.

(Hz. Peygamber de):

[661

"Onu kardeşin Necâsî'ye gönder" cevabını verdi.

4048... İmran b. Husayn'dan rivayet olunduğuna göre; Allah'ın Peygamberi' (s.a.v)
şöyle buyurmuştur:

"Ben kızıl renkli eğer yastığına binmem, aspurla boyanmış elbise giymem, (yakası)
ipekle çevrili elbise giymem" (Katade) dedi ki: Hasan (bu son cümleden maksadın,
yakası ipekle işlenmiş elbise Iduğunu anlatmak için, cümleyi söylerken kendi)
gömleğinin yakasına işaret etti. (Katade sözlerine devam ederek) dedi ki:
(Hz. Peygamber daha sonra şöyle) buyurdu:

"Dikkatli olun! Erkeklerin esansı, rengi olmayan kokudur. Uyanık olun! Kadınların
esansı, kokusu olmayan renktir." (Bu hadisin ravile-rinden) Saîd (b. Ebî Arûbe) dedi
ki: Öyle zannediyorum ki, Katade (şöyle) dedi: Ulema (burada geçen) kadınların
esansı" sözünün, kadınların dışarı çıkmalarıyla ilgili olduğunu (evinde) eşinin yanında

£621

olduğu zaman ise istediği esansı sürünebileceğim söylediler.
Açıklama

Her ne kadar 4047 neki hadiste, Rum kralı Herak liyüs'ün Hz. Peygamber'e hediye
elarak gönderdği kürkün saf ipekten olduğu ifade ediliyorsa da İbnü'ül-Esîr'dediği
gibi; bir kürkün her tarafının tümüyle ipekten olması pek mümkün olmadığından,
onun sadece kenarlarının ipekle çevrili bir kürk olduğu ve bu yüzden de ondan ipek
kürk diye bahsedildiği anlaşılmaktadır.

Bazılarına göre, bu kürkle kastedilmek istenen geniş bir cübbedir. Gerçekten kürkten
maksat cübbe ise o zaman te'vile lüzum yoktur. Çünkü ipekten bir cübbenin bulunması
mümkündür.

Sözü geçen hadis- şerif Hz. Peygamber'in kürk ve bornoz gibi aba cinsinden genişçe
giysiler giydiğini ifade etmekte ve onların içerisinde namaz kıldığına delalet
etmektedir. Nitekim Ömer b. el-Hattab (r.a)'dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte

1681

gerçekten, Peygamber,elleri kürkün içinde iken namaz kılmıştır' denilmektedir.
Ancak Hz. Peygamber, Rum kralının gönderdiği ipekli kürkü giydikten bir süre sonra
ipekli elbise giymek yasaklanmış Hz. Peygamber de onu Cafer'e hediye etmiştir.
Nitekim şu hadis-i şeriflerde ipekli elbise giymenin sonradan yasaklandığını ifade
etmektedirler.

1. İpekli elbise yasaklanmadan önce Ükeydir, Hz. Peygamber (s.a.v)'e ipekten bir
cübbe hediye etmişti. Hz. Peygamber onu giydi. Halkın pek hoşuna gitmişti. Bunun
üzenine Hz. Peygamber:

"Varlığım elinde olan Allah'a yemin olsun, Sa'd b. Muâz'm cennetteki mendilleri bile

1691

bundan daha güzeldir." buyurdu.



2. Resulullah (s.a.v)'a ipek bir kaftan hediye edilmiş, o da onu giymişti. Sonra onunla
namaz kıldı. Sonra giderek hoşîanmazmış gibi şiddetle çekip çıkardı ve: "Bu takva

1201

sahiplerine yaraşmaz" buyurdu.

3. Peygamber (s.a.v) bir gün kendisine hediye edilen ipekten bir elbise giymişti. Sonra
onu çabucak çıkarıp Ömer b. Hattab (r.a)'a gönderdi. Kendisine: Onu ne çabuk
çıkardın ya Resulallah? dediler. O da:

"Beni ondan Cebrail rnenetti" buyurdu. Derken Ömer (r.a) ağlayarak çıkageldi ve:
Ey Allah'ın Resulü, hoşlanmadığın bir şeyi bana verdin. Şimdi benim halim ne
olacak? dedi. (Hz. Peygamber de):

"Onu ben sana giyesin diye vermedim, sataşın diye verdim" buyurdu. Hz. Ömer de



onu iki dirheme sattı.

Bütün bu hadisler ipek elbise giymenin sonradan yasaklandığına, bu yasaktan sonra
Hz. Peygamber'in sahabilerinin bir daha ipekli elbise giymediklerine delalet
etmektedir.

Her ne kadar Hz. Peygamber'in ipekten yaması olan, kenarları ipekle işlenmiş bir

[721

cübbesi olduğunu ifade eden bir hadis varsa da bu hadis anlattığımız gerçeğe
aykırı değildir. Çünkü Aliyyü'l Kâri'nin dediği gibi, sözü geçen ciibbedeki ipek
miktarı dört parmağı geçmiyordu. 4049 numaralı hadis-i şerifte açıkladığımız gibi,
dört parmak miktarını geçmeyecek kadar az ipek karışımı bulunan elbiseyi giymek
caizdir. Hanefi ulemasının görüşü de budur. Fakat bu kadarından da kaçınmak takva
gereğidir. 4048 numaralı hadis-i şerif, toplum huzuruna çıkmak, halk arasına katılmak
isteyen bir kimsenin vücudunda bulunan çirkin kokuları hissettirmeyecek ve onları
bastıracak şekilde güzel kokular sürünmesinin müstehap olduğuna delalet etmektedir.
Ancak erkeklerin sürüneceği bu kokuların renksiz olması gerekir. Çünkü renklerle
bezenmek kadınlar içindir.

Kadınların da, tesettüre riayet etmek şartıyla, kokusu olmayan allıklar sürünmeleri
caizdir. Erkeklerin dikkatlerini çekerek göz zinası işlemelerine sabep olacağı için
kadınların dışarı, çıkarken kokulu allıklar sürmeleri haramdır. Nitekim bir hadis-i
şerifte: "Her göz (yabancı bir kadına şehvetle baktığı zaman)zina işlemiştir. Kadın da

1231

güzel koku sürünerek bir meclisten geçtiği vakit böyledir, yani zina işlemiştir."

I74J

buyurul-muştur.

[751

Fakat kadınlar evlerinde iken istedikleri kokuyu sürünebilirler.

4049... Ebû'l-Hüsayn el-Heysem b. Şefiyy'den rivayet olunmuştur; dedi ki:

Ebû Amir diye anılan bir arkadaşımla Kudüs'te namaz kılmak için yola çıkmıştım.

(Arkadaşım) Meâfirli bir kimse idi. (O sırada Kudüs) vaizi olan kimse sahabeden

Ezdli ve Ebû Reyhan diye anılan birisiydi. Arkadaşım mescide benden önce vardı.

Ben de arkasından varıp yanma oturdum. Bana, "sen hiç Ebû Reyhan'ın vaazlarında

bulundun mu?" dedi. (Ben de) "Hayır cevabını verim (Bunun üzerine bana şunları)

anlattı:

Ben onu (şöyle) derken işittim:



Peygamber (s.a.v) on şeyi yasakladı:

1) Törpüleyerek dişlerinin uçlarını inceltmeyi,

2) Dövme yapmayı,

3) (Kadınlar için) yüzdeki kılları, (erkekler için de yüzdeki beyaz kılları) yolmayı,

4) Arada bir örtü olmaksızın erkeğin erkekle (çıplak olarak) yatması-

5) Kadının kadınla (çıplak olarak ve) arada bir perde olmaksızın yatısını,

6) Kişinin elbisesini altına, ecnebiler gibi ipek koymasını,

7) Yahutta (elbisesinin) omuzlarına ecnebiler gibi ipek koymasını,

8) Başkalarının mallarını yağma etmeyi,

9) Pars (derisinden yapılmış eşya) üzerine oturmayı,

10) İdareciler dışındaki kimselerin yüzük takınmalarını,

Ebû Dâvud dedi ki: Bu hadisin diğer yollardan gelen rivayetlerinde zikredilmeyip de

[761

sadece bu yoldan gelen rivayetinde zikredilen kelime "yüzük" kelimesidir.
Açıklama

İliya: Kudüs-i Şeriftir. Burada namaz kılmanın fazileti çok büyüktür. Nitekim bir
hadis-i şerifte:

"Bir kimse sadece Kudüs-i Şerifteki Mescid-i Aksa'da namaz kılmak maksadıyla
evinden çıkar da orada namaz kılarsa, en azından doğduğu günkü gibi günahlarından
arınmış olur" Duyurulmuştur.

Bu bakımdan Harem-i Şerifte ve Mescid-i Nebevi'de namaz kılmak için özel olarak
yolculuğa çıkmak caiz olduğu gibi, Mescid-I Aksa'da namaz kılmak için özel olarak
yolculuğa çıkmak da caizdir.

Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte bu on şeyin yasaklandığı ifade
Duyurulmaktadır:

1- Dişleri törpüleyerek uslarını inceltmek. Bunu daha ziyade genç görünmek isteyen
yaşlı kadınlar yapar. İçerisinde Allah'ın yarattığı bir organın şeklini değiştirmek ve
insanları aldatmak gibi haram fiiller bulunduğundan bu fiil haram kılınmıştır.

2- Dövme yapmak veya yaptırmak. Deri, iğne veya çuvaldızla delinerek içine sürme
veya benzeri bir şey doldurulur, o yer renk tutarak ebe-diyyen çıkmama şartıyla boyalı
kalır. 4168-4170 numaralı hadislerde de açıklanacağı üzere, "dövme, kadına da,
erkeğe de, yapana da, yaptırana da haramdır." Yalnız küçüklere yapılırsa henüz

[771

mükellef olmadıkları için günahı sadece yapanlara olur.

3- Kadınların yüzlerindeki kılları yolup yaratılışlarını değiştirmeye çalışmaları
yasaklandığı gib erkeklerin yüzlerindeki beyaz kılları yolmaları da mekruhtur. Bir
musibet anında kişilerin saçlarım sakallarım yolmaları da bu yasağın şümulüne girer.
4,5- Arada bir örtü olmaksızın bir kadının teninin diğer bir kadının tenine, ya da bir
erkeğin teninin diğer bir erkeğin tenine değmesi haramdır. Bu daha ziyade kişilerin
çıplak olarak bir yatakta yatmaları halinde olur. Ancak eşlerin bu şekilde bir arada
yatmalarında bir sakınca yoktur.

6,7- Kişilerin ecnebiler gibi elbisesinin altına meşru olan miktardan fazla ipekli
elbiseler giymesi haram olduğu gibi, elbisesinin omuzları üstüne meşru olan
miktardan fazla ipek yerleştirilmesi de haramdır.

Ecnebiler yumuşak tutması için elbiselerinin altına ipekli kısa elbiseler giyerler,



görkemli görümmek için de omuzlarına ipekli kumaşlar yerleştirirlerdi. Hadis-i şerifte
geçen "ecnebiler gibi" sözü bunu ifade etmektedir. Sonuç olarak, el-Muzhir'in de
dediği gibi; erkeklere ipekli elbise giymek kesinlikle haramdır. İster elbisenin üstüne
isterse altına veya kenarına giyilmiş olsun netice aynıdır.

8- Müslümanların mallarını yağma etmek de haram kılınmıştır. Bilindiği gibi
İslamiyette müslümanlann malları, canları, ırzları masundur; kimse tevcüz edemez.
Ancak savaşta meşru hudutlar içerisinde düşmanın mallan yağmalanabilir.

9- Pars derisinin giyilmesi de yasaklanmıştır. Çünkü pars derisi pistir. İmam Şafii'yi
göre ve daha başkalarına göre parsın derisi tabaklanmakla da temizlenmez. İşte bu
yüzden giyilmesi haram kılınmıştır.

Yahut, giyene gurur ve kibir getirdiği için yasaklanmıştır. Pars derisinden yapılan
elbise giymek kafirlere ait özel bir kıyafet sayıldığı için de yasaklanmış olabilir.
Hanefilere göre; domuzdan başka bir hayvanın derisi tabaklanmakla temiz
128]

sayıldığından pars derisinden yapılmış olan elbise giymenin haram oluşunun
sebebini son iki ihtimalde aramak gerekir.

10- İdarecilerin dışındaki kimselerin yüzük takınmaları Ulemâdan bazıları bu hadis-i
şerife dayanarak resmî evraka mühür basmak zorunda olan idarecilerin dışındaki
kimselerin yüzük kullanmalarının haram olduğunu söylemişlerdir. İdareci zümreye,
yüzüklerinin üzerinde yazılı olan isimlerini resmi evrak üzerine basarak imza atmak
zorluğundan kurtulmalarını sağlaması nedeniyle onlara bu şekilde yüzük takmayı caiz
görmüşlerdir. Cumhuru ulema ise, gümüş yüzük takmanın herkes için caiz olduğunu
söylemişlerdir.

Hanefi mezhebine göre de gümüş yüzük takmak herkese helaldir. Ancak erkeklerin

1291

altın, tunç ve demirden yüzük takmaları haramdır.

Şafii mezhebine göre ise, gümüş yüzük takmak sünnettir. Çünkü Peygamber (s.a.v),

mm

üzerinde "Allah'ın Resulü Muhammed" ibaresi bulunan bir gümüş yüzük takınırdı.
Hulefa-i Raşidinin de gümüş yüzüğü vardı. Hz. Ebu Bekir'in yüzüğünün nakşı "Ni'mei
kâdiru Allah", Hz. Ömer'in ki, "kefa bil-mevti vaizan", Hz. Osman'inki, "lâ

[81]

ta'tebirunne letendemunne", Hz. Ali'nin kinde "El-mülkti lillâhi" ibaresi yazılı idi.
4050... Hz. Ali'den rivayet olunmuştur; dedi ki:

[82]

Kızıl renkli ipekten yapılmış eğer yastıkları (nı kullanmak) yasaklanmıştır.
Açıklama

Haram ve helal hudutlarını tayin ve tesbit etmek sadece Allah'ın ve onun izni ile bir de
Resulullah'm hakkı olduğundan, Hz. Ali'den nakledilen bu hükmün kendi hükmü
olması mümkün değildir. Bu hükmü Hz. Peygamber'den naklettiği kesindir. Bu
itibarla hadis-i şerif her ne kadar zahiren mevkuf ise de hükmen merfu olur. Biz, kızıl
rekli ipekten yapılmış eğer yastıklarının hükmünü 4048 numaralı hadisin şerhinde

[831

açıkladığımızdan burada tekrara lüzum görmüyoruz.



4051... Hz. Ali (r.a)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Resulullah (s.a.v), bana altın

[841

yüzüğü, ipekli elbiseyi ve kırmızı eğer yastıklarını yasakladı.
4052... Aışe (ranha) dan rivayet edildiğine göre;

Resûlullah (s.a.v) (bir gün) üstünde damgalar bulunan bir hamîsa üzerinde namaz
kılmış, (namaz esnasında onun) damgalarına gözü ilişmiş, (Namazı bitirip de) selam
verince;

"Benim şu hamîsamı Ebû Cehm'e (geri) görürünüz. Çünkü demin beni o (az kalsın)
namazdaki huzurdan aukoy(uyor)du. Bana (Ebu Cehm'in) elbisesini getiriniz"
buyurmuş.

£851

Ebû Dâvûd dedi ki: Ebû Cehm b. Huzeyfe, Adiyy b. Ka'b oğullarmdarıdır.
Açıklama

Hamîse: Yünden, dört köşeli, iki tarafı zencefili bjr çeşit siyah abaya denir. Pek
yumuşak ve dü-rünce pek az yer kapladığı için bu ismi vermişlerdir. Bu hamîse, Şam
kumaşlarından olup Risalet meab Efendimize Ebu Cehm el-Ku resi tarafından hediye
edilmişti.

Enbicâiyye: Bu garip kelimenin kökü hakkındaki dedikoduların bize lüzumu yoktur.
Bu, nakış ve süsü olmayan, yumuşak fakat kaim yünlü abaya denir ki hamîse kadar
gösterişli kumaşlardan sayılmaz.

Hz. Peygamber'in Ebu Cehm'in hediye ettiği hamîsayı geri görderdik-ten sonra
arkasından onun enbicâiyesini istemesindeki hikmet, onun hediyesini reddetmekle
kalbinin kırılmasını önlemektir. Aslında namazda iken olur olmaz şeylerle Hz.
Peygamber'in gönlünün meşgul olması mümkün değildir. Ancak Fahr-i Kainat
Efendimiz bu hareketiyle, ümmetinin namazlarını sade elbiseler ve seccadeler
üzerinde kılmak suretiyle namaz esnasında dikkatlerini tamamen namaza vermelerini
ve namazlarını huşu ve hudu ile kılmalarını talim ve tavsiye etmek istemiştir. Nitekim
Buhari ile Muvatta'da bulunan hadisten bu husus açıkça anlaşılmaktadır. Yoksa değil
"kâbe kavseyn" makamına varmış olan Fahr-i Kainat Efendimiz, ümmeti içinde bile
hidâyet nuru ile ten ve canı zinde olmuş, kemâl alemine kanat açmış öyle erler vardır
ki, kalbini Hakka tevcih eder etmez, hiçbir hâdise onlairr-u-hâni zevklerinden ayıra-
maz.

Nitekim tabiunun ileri gelenlerinden Müslim b. Yesâr namazda iken tavan çöküp
yanıbaşma düşmüş de onun hiç haberi olmamış.

Rasul-i zîşân Efendimizin hamisayı Ebu Cehm'e geri vermesi ise onunla namaz
kılması için değil namazın dışında ondan yararlanması içindir.

Bu hadisten ulema, mescidlerin mihraplarıyla duvarlarım, cemaatı ne-mazda meşgul
edecek nakış ve çizgilerle süslemenin mekruh olduğu hükmü çıkarmışlardır.
Ebû Cehm Amir yahut Ubeyd b. Huzeyfe el-Kureşî el-Adevî (r.a), Mekke'nin fethi
günü islam ile müşerref olmuştur. Kendisi Kureyş'in ulularından ve nesep ilmine vakıf
olan dört Kureyşliden biri idi. Allah'ın uzun ömürle nimetlendirdiği kimselerden olup
Hz. Muaviye'nin son günlerine yetiştiği gibi, ondan sonra da berhayat



1861

Öİrrıuştür.Kabe'nin her iki inşasında da hazır bulunduğu rivayet edilir.



4053... (Şu bir önceki hadisin bir) benzeri de (yine) Hz. Aişe'den rivayet olunmuştur.

£8ZL

Ancak bir önceki; (hadis buna nisbetle) daha uzundur.

9. (Elbise Üzerinde) Damga Ve İpek İplik Bulunmasına İzin Vardır

4054... Esma binti Ebî Bekir'in azadlı kölesi Abdullah Ebû Ömer şöyle dedi:
Ben İbn Ömer (r.a)'i çarşıda gördüm. Şam kumaşından bir elbise satın almıştı. Biraz
sonra onun üzerinde kırmızı (ipekten yapılmış) ip (1er) bulunduğunu gördü ve elbiseyi
(sahibine) geri verdi. Bunun üzerine varıp Esma (ranha)'ya anlattım. (Esma
cariyesine), "Ey cariye, Resulullah (s.a.v)'m cübbesini bana bir getiriver" diye emretti.
(Cariye de) taylasan-iar gibi kalınca dokunmuş; yakası, yenleri ve yırtmaçları ipekle

£881

işlenmiş cübbesini çıkar (ip getir) di.
Açıklama

İbn Mace'nin Sünen'ninde, İbn Ömer'in satın aldığı şeyin, üzerinde damgalar bulunan
bir sarık olduğu ifade edilmektedir. Bu durum İbn Mace'nin Sünen'inde anlatılan
hadise ile rhevzümuzu teşkil eden hadis-i şerifte anlatılan hadisenin iki ayrı olay
olduğunu gösterir.

Hz. Esma'nm Hz. Peygamber'in yakası, yenleri ve yırtmaçları ipekli cübbesini çıkarıp
göstermekten maksadı, içerisinde az miktarda ipek karışımı bulunan ipekli elbise
giymenin haram olmadığını belirtmektir.

Binaenaleyh bu hadis-i şerif, az miktarda ipek karışımı bulunan ipekli elbise giymenin
caiz olduğunu söyleyen Hanefi, Şafii ve Haribeli mezhebinin
delilidir.

İpekli elbise giyme hakkında mezhep imamlarının görüşü kısaca şöyledir:
1_ Hanefi mezhebine göre, ipek elbise giymek erkeklere haramdır. Ancak dört parmak

£891

miktarı kadar az olursa ona ruhsat vardır.

2_ Şafii meshebi de Hanefi mezhebi gibidir. Ancak şu var ki, ipek ile pamuk veya
keten ya da yün gibi bir maddeden dokunan elbisedeki ipek miktarı tartı bakımından
az veya diğer maddeye denk ise erkeklere de caizdir. İpek miktarı fazla ise caiz
değildir. Bir elbisenin kenarlarına çevrilen ipek ise örf ve adete göre fazla sayılmazsa
helaldir, aksi takdirde haramdır. İpek nakış biçiminde ise Hanefi mezhebinde olduğu
gibi top-lamînm dört parmaktan fazla olmaması gerekir. Fazla ise haramdır.
3_ Hanbeli mezhebine göre ise ipekli elbisedeki ipek miktarı az ve diğer madde
kadarsa caizdir, fazla ise caiz değildir. Yani bu hususta Şafii mezhebi gibidir. Şu kadar
var ki, bir ipekli elbisedeki ipek miktarı tartı bakımdan diğer maddeden fazla olmakla
beraber görünüşünde az ise caizdir. Bir elbisenin erişi ipek olup argacı başka
maddeden ise, meşhur kavle göre yine haramdır. Tabii bu hükümler erkekler
hakkındadır. Elbisenin nakısı ve kenarlarına geçirilen parçalar ipek ise Hanefi ve Şafii
mezheplerinde olduğu gibi toplamının dört parmaktan fazla olmaması şartı vardır.



4_ Maliki mezhebine göre, bir elbisedeki ipek nakış miktarı bir parmaktan az ise
erkeklere helâldir. Bir parmak eninde veya iki üç parmak eninde ise mekruhtur. Dört
parmak eninden fazla ise'haramdır. Erişi ipek olup argacı pamuk veya keten gibi bir

maddeden olan elbise tahkikli kavle göre mekruhtur.

4055... İbn Abbas (r.a)'dan rivayet edilmiştir; dedi ki:

Resulullah (s.a.v), sırf ipek (olan) elbise (giyme) yi yasaklamıştır. Fakat (elbise
üzerinde) ipekten damga (1ar bulunması) ve elbisenin argacı (nm ipekten olması)

mı "

sakıncalı değildir.

10. Bir Özürden Dolayı İpek Elbise Giymek
4056... Enes (r.a)'den rivayet olunmuştur; dedi ki:

Resulullah (s.a.v) Abdurrahman b. Alefıle Zübeyr b. Avvam a, kendilerinde uyuz

[921

hastalığı bulunğu için yolculukta ipek gömlek giymelerine izin verdi.
Açıklama

Bu hadis-i şerif; uyuz, bit gibi insanı rahatsız eden haşerenin tasallutunda dolayı ipek
giymenin erkeklere de caiz olduğuna delalet etmektedir. Nitekim şu hadis-ı şerif de
bunu açıkça ifade ediyor: "Abdurrahman b. Ayf.ilc Zübeyr b. Avvam, Resulullah
(s.a.v)'a bitten şikayet ettiler. O da iştirak ettikleri bir gazada onların ipek gömlek

I93J

giymelerine izin verdi."

Bu mevzuda Şafii alimlerinden İmam Nevevi şöyle diyor: "Bu hadis, Şafii ile ona
muvafakat edenlerin mezhebine sarahatan delalet etmektedir. Bir kimsede uyuz
hastalığı bulunursa ipek giymek caiz olur. Çünkü ipekte serinlik vardır. Bit ve o
manada şeylerin bulunması da böyedir. İmam Malik caiz olmadığına kaildir. İpeği
zarurette giymek de caizidir. Harb, birden bire patladığı için başka bir şey bulamayan,
sıcaktan ve soğuktan korkarak giyen gibi, ulemamızca sahih olan kavle göreipeği uyuz
ve benzeri rahatsızlıkları dolayısıyla hem seferde hem de hazarda giymek caizdir.
Ulemamızdan bazıları ipek giymenin cevazı sefere mahsustur, demişse de bu kavil
zayıftır.

Maliki ulemasından İmam Kurtubî ise şunları söylemiştir: "Bu hadis, zaruret halinde
ipeğin giyilebileğine delalet etmektedir. Malikilerden bazılarının kavli de budur. İmam
Malik'e gelince, o ipek giymeyi her iki vecihten de men etmiştir. Bu hadis açık olarak
onun aleyhine hücettir."

Hanefi ulemasından Bedreddin Aynî ise, ipek giymenin tecviz edilmesine üç şeyin
sebep olduğunu söylüyor. Bunlar; yolculuk, gaza ve uyuzdur. Tabiatiyle bit, pire gibi
şeyler de uyuz hükmündendir.

İbn Battâl'm beyanına göre, selef uleması ipek hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bazıları
ipek giymeyi caiz görmüş, bir takımları da mekruh saymıştur, Ömer b. Hattâb, İbn
Şîrîn İkrime ve Muğayriz; kerahetine kail olmuşlar ve, "harpte şehit düşmek ümit
edildiği için ipek giymek daha şiddetle mekruhtur" demişlerdir. İmam Mâlik ile İmam



Azam'in kavilleri de budur.

Efıes b. Mâlik, Ata, Muhammed b. Hanefîyye, Ürve ve Hasan el Basrî; harpte ipek
giymenin caiz olduğunu söylemişlerdir. İmam Muhammed ve İmam Şafii'nin kavilleri

m

de budur.

11. Kadınların İpek Giymesinin Hükmü

4057... Abdullah b. Züreyr el-Gâfıkî, Ali b. Ebî Talib (r.a)'i şöyle derken işittiğini
söylemiştir:

Allah'ın Peygamber'i (s.a.v), bir ipek (kumaş) alıp onu sağ eline birde altın alıp onu da
sol (el)ine koydu. Sonra;

195] [961
"Bu ikisi ümmetimin erkeklerine haramdır" buyurdu.

4058... Enes b. Malik (r.a)'den rivayet edildiğine göre;

Kendisi, Resulullah (s.a.v)'m kızı Ümmü Gtilsüm'ün üzerinde ipekten, (enlice) çizgiler
bulunan (çubuklu) birkumaş görmüştür. (Zühri yada diğer ravilerden biri) dedi ki:
(Metinde geçen "es-siyera" kelimesinden maksat) üzerinde ipekten, enlice çizgiler

£921

bulunan kumaştır.

4059... Cabir (b. Abdillah) dedi ki:

"Biz ipek elbiseyi erkek çocuklardan çıkarır, kız çocuklarına giydirirdik." (Bu hadisin
ravilerinden) Mis'ar dedi ki: Ben bu hadisi (rayilerinden biri olan) Amr b. Dinar'a

MI

sordum da hatırlayamadı.
Açıklama

Bu babda geçen hadis-i şerifler, ipek elbise giymenjn erkeklere haram, kadınlara helal
olduğunu ifade etmektedir.

Hanefi ulemasında Aleyyü'l-Kârî'nin açıklamasna göre, erkeklerin altın yüzük
takınmalarının ve ipek elbise giymelerinin haram olduğunda İslam uleması ittifak
etmişlerdir. Fakat erkeğin ipeği giyim dışında kullanmasının hükmü üzerinde ihtilaf
vardır. İmam Ebû Hanife'ye göre, üzerinde fesim olmamak kaydıyla ipek kumaştan
minder, döşeme, perde yapıp kullanmakta üzerlerine yaslanmak veya yatıp uyumakta
bir sakınca yoktur. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed ise; ipeği giyim eşyası
olarak

kullanmak haramdır, giyimin dışında başka bir maksatla kulunmak ten-zihen
mekruhtur görüşündedirler:

Çocukların ipek elbise giymelerine gelince; Şevkâni'nin dediği gibi, bu mevzuda da
ihtilaf vardır. Ulemânın büyük çoğunluğuna göre ipek giymek erkeklere olduğu gibi
çocuklara da haramdır. Çünkü 4057 numaralı hadisin hiimü geneldir. Sözü geçen
hadis büyüklerle küçükler arasında bir ayırım yapmadğı gibi, 4059 numaralı hadis-i
şerif de bu konuda büyüklerle küçükler arasında bir ayırım olmadığına açıkça delalet
etmektedir.



İmam Ebu Hanife (r.a)'nm görüşü de budur. Binaenaleyh çucuklannm üzerinde ipek
elbise gören veliler onu çıkartmakla mükelleftir Aksi takdirde günahkar olurlar.
İmam Şafii'den bu mevzuda iki görüş rivayet edilmiştir:

1_ Çocuklarında ipek elbise giymeleri haramdır. Bu bakımdan çocuk velilerinin onlara
ipek elbise giydirmeleri caiz değildir. Çocuk velileri on larm üzerinde ipek elbise
gördükleri zaman onu çıkarmakla mükelleftirler. İbn Salah ile Ahmed b. Hambel ve
başkaları da bu görüşü tencih etmişlerdir.

2_ Çocuğun yedi yaşma kadar ipek giymesi caizdir. Fakat yedi yaşından sonra haram
olur. İbn Reslân'm açıklamasına göre er-Rafîî bu görüşü tercih etmiştir.
Şafii uleması çocukların bayram günlerinde ipek elbise giymesinin caiz olduğunda
ittifak etmişlerdir.

4059 numaralı hadisi Abdullah b. Câbir'den rivayet eden Amr b. Dinar zamanla bu

[991

hadisi unuttuğu için bir gün Mis'ar, kendisine sorunca hatırlayamamiştır.

12. Pamuklu Elbise Giymek

4060... Katade'den rivayet olunmuştur; dedi ki:

Biz, Enes b. Malike: "Resulullah (s..v)'m en hoşuna giden elbise hangisiydi?" diye

tiooı

sorduk da, "Pamuklu" cevabını verdi.
Açıklama

Hibere: Cevherî'nin açıklamasna göre hibere, ketenden ya da pamuktan dokunmuş
kumaş demektir. Süslü bir görünümü olduğu için ona bu isim verilmiştir. Çünkü bu
kelime sözlükte süslü ve güzel anlamına gelir.

Bu elbisenin görünüşü güzel olmakla beraber üzerinde fazla süs ve nakış olmayıp sade
olduğundan üzerindeki tozlan fazla belli etmediğin den dolayı Hz. Peygamber'in onu
beğendiği düşünülebilir.

Dâvûdî, onun cennet giysileri gibi yeşil renkli olduğunu, bu bakımdan beyaz renk
daha makbul olmakla beraber kefenlerin de yeşil renkli kumaşlardan yapılmasının

Eioıı

müstehap olduğunu söylemiştir.

13. Beyaz (Elbise Giymen)ln Hükmü

4061... İbn Abbas'tan rivayet olunduğuna göre; Resulullah (s.a.v): "Elbisenizi beyaz
(renkli kumaşlardan) seçiniz. Çünkü o elbiselenizin en hayirlisidır. Ölülerinizi beyaz
renkli kefenlere sarınız.

Sürmelerinizin en hayırlısı da ismid taşıdır. O gözün nurunu artırır,kirpikleri besler"
£1021

buyurmuştur.
Açıklama

Bu hadis-i şerif, beyaz elbise giymenin ve cenazelerj beyaz kumaşlarla kefenlemenin



müstehap olduğuna delâlet etmektedir.

Çünkü beyaz elbise alçak gönüllülük ile diğer güzel huylara, sadeliğe, iç ve dış
temizliğine delalet eder.

Şevkâni'nin açıklamasına göre, buradaki beyaz elbise giymekle ilgili emir vücub değil
müstehablık ifade eder. Esasen Fahr-i Kainat Efen-dimiz'in beyazın dışında diğer
renkleri de giymesi, ashab-ı kiramdan bazılarının diğer renklerden giydiği elbiseleri
sükûtla karşılaması da bunu ifade eder. Çünkü, eğer beyaz elbise giymek farz olsaydı,
Önce kendisi diğer renklerden elbise giymezdi ve sahabilerin başka renklerden elbise
giymesine izin vermezdi.

3151 numaralı hadis-i şeriften de anlaşıldığı gibi, Hz. Peygamber de bizzat beyaz
kefenle defnedilmiş ve sağlığında ümmetine pamuktan yapılmış beyaz kefenleri tencih

£103]

efmelirini tavsiye etmiştir. Ancak bu bir tavsiye niteliğinden öte gitmemiştir.
Hadis-i şerif ayrıca isrrîid denilen maddeyi sürme olarak gözlere çekmenin müstehap
olduğuna delalet etmektedir. Tirmizi'nin rivayetinde bu hadisin sonunda şu ifade yer
almaktadır. "Resuliulah (s.a.v)'m bir sürme kutusu vardı. Her gece yatmadan önce üç

[1041

defa bunu sağ göze üç defa da sol göze çekerdi."

14. Elbiseyi Yıkamanın Ve Eski (Elbise Giyme) nin Hükmü

4062... Cabir b. Abdillah'dan rivayet olunmuştur; dedi ki:

Resulullah (s.a.v) yanımıza gelmişti. Karışık saçlı bir adam gördü, (bakımsızlıktan)
saçları dağılmıştı. Bunun üzerine;

"Bu (adam) saçlarını düzeltecek bir şey bulamamış mı acaba?" buyurdu. Bir de
üzerinde kirli elbiseler bulunan başka bir adam gördü.

Lİ05]

"Bu (adam da) elbisesini yıkayacak bir şey bulamamış mı?" buyurdu.
Açıklama

Bu hadis-i şerif ,saçlannı iyice yıkayıp yağladıktan sonra güzelce taramanın
müstehap olduğuna delalet etmektedir. Nitekim Resul-i Zişan Efendimiz, günaşırı
olmak üzere saçlarını yıkayıp yağlar ve güzelce tarardı. Ümmetine de böyle yap-
malarını tavsiye ederdi.

Hadis-i şerif ayrıca bedenin ve elbiselerin kirini, ve pasım, su ve sabun gibi
temizleyici rrddelerle yıkamanın müstehap olduğuna delâlet etmektedir. Ancak,

[İM

namaza mani oîan pislikleri yıkamak ise farzdır. Onun hükmü ayrı bir konudur.

4063... Ebu'l- Ahvas'm babası Mâlik b. Nadle'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Eski bir
elbise ile Peygamber (s.a.v)'e varmıştım. (Bana):

"Senin (zekat verecek kadar) malın mülkün var mı?" diye sordu. "Evet" cevabını verdi
(m).

"Hangi (cins) maldır?" diye sordu.

Allah bana deve, koyun, at ve köle verdi, diye cevap verdi(m).

Allah sana bir mal verdiği zaman Allah'ın nimetinin ve ikramının iz(ler)i senin üzen



£107]

ide görülsün" buyurdu.



Açıklama

Hadis-i şerif, maddî imkanı olan kimsenin yeni elbise giymesinin müstehap olduğuna
delalet etmektedir.

Hali vakti yerinde olduğu halde, başkalarının dikatini ve merhametini celbedecek
şekilde eski elbiselerle gezmek; hal diliyle, Allah'ın verdiği nimetleri inkar etmek,
dilenmek ve Allah'ı kullara bin nevi şikayet etmek anlamına geldiğinden doğru bir
hareket değildir.

im

Nitekim, " Ve Rabbinin nimetini dile getir" ayet-i kerimesi de kişinin, Allah'ın
kendisine verdiği nimeti gizleyip açığa vurmasını emretmektedir.
Nu'man b. Beşir'den rivayet olunduğuna göbe, Peygamber (s.a.v): "Aza şükretmeyen
çoğa da şükretmez. İnsanlara teşekkür etmeyen Allah'a teşekkür etmez. İnsanın
kendisine verilen nimeti itiraf etmesi şükürdür. İtiraf etmekten kaçınması ise küfrân-ı

£1091

nimettir" buyurmuştur.

15. Sarıya Boyanmış (Elbise Giymenin Hükmü)

4064... Zeyd b. Eslem'den rivayet olunduğuna göre; İbn Ömer (r.a) sakalını sarıya
boyarmış. Hatta elbisesini de tamane san (boya) ile boyarmış, Kendisine (bir gün):
Sen niçin sarıya boyanıyorsun? diye sorulmuş.

Ben ResuİLillah (s.a.v)'ı sarıya boyanırken gördüm. Kendisine sarıdan daha sevimli

£1101

bir renk yoktu. Elbisesini sarığa varıncaya kadar tümüyle sarıya boyardı.
Açıklama

Münziri'nin açıklamasına göre, elbisenin san ile boyanmasının caiz olup olmaması
konusunda ulema ihtilafa düşmüştür. Bazılarına göre hadisteki, Hz. Peygamber'in el-
bisesini sarıya boyanmasından maksat, saklını zaferan ile boyaması sakalına
değen giysilerinin de bu boya ile boyanmasıdır.

Bazılarına göre de bu hadiste sözü gücen cümle ile kastedilen, gerçekten Hz.
Peygamber'in elbisesini tümüyle sarıya boyaması ve sarı boyalı elbise giymestdir.
Nitekim hadisin sonunda bulunan "sarığına varıncaya kadar tüm elbisesini sarıya
boyardı" cümlesi de bu ikinci görüşü teyid etmektedir. Fakat bu cümle Buharı ile
Müslim'in rivayetinde yoktur.

AIiyyü'1-Kârî, metinde geçen "Kendisine sandan daha sevimli bir renk yoktu" mea
(lindeki cümleye "îbn Ömer'e sarı renkten daha sevimli bir renk yoktu" manasını
vermiştir. Yani "ileyhi" kelimesindeki zamiri îbn Ömer'e göndermiştir.
Her ne kadar mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerif ikinci görüşü te'yid ediyorsa da, bu
görüş "Melekler sarya boyanmış cenazede hazır bulunmazlar" hadisine aykın
düşmektedir. İbn Battal ve İbn TiıVe göre, sarıya boyanmayı nehyeden bu hadis,
bedenin cildinisarıya boyamakla ilgilidir. Sanya boyamanın caiz olduğunu ifade eden



mevzumuzu teşkil eden hadis ise elbisenin sarıya boyanması ile ilgilidir.
Mevahib yazarı İmam Kastalânî'ye göre ise sarıya boyanmış elbise giymeye cevaz
veren hadisler, bir kısmı sarıya bonamış elbise giymekle ilgilidir. Bunu yasaklayan
hadislerse tümü sarıya boyanmış elbise giymekle ilgilidir.

İbnü'l-Cevzi'nin açıklamasına göre, sahabe ve tabiinden bir cemaat sakallarını sarıya
boyaıianruş. Ahmed b. Hanbcl (r.a), sakalını sarıya boyamış birini görünce; "Ölmüş
bir sünneti dirilten bir kimse görüyorum" demiştir. Mezhep imamlarının sarıya
boyanmış elbise giymenin hükmü hakkındaki görüşlerini 4044 numaralı hadisin

tlill

şerhinde açıkladığımızdan burada tekrara lüzum görmüyoruz.

16. Yeşil Elbise Giymek

4065... Ebû Rimse (diye anılan Rifaz b. Yesribî. ya da Habib h. Hayyan') dan rivayet
olunmuştur; dedi ki:

Babamla birlikte Peygamber (s.a.v)'in yanma gitmiştim. Üzerinde iki yeşil giysi

11121

gördüm.
Açıklama

"Bazı hadis-i şeriflerde açıklandığı üzere, cennet ehlinin ekserisinin elbisesi yeşildir.
Nitekim yüce Allah Kuranı Keı iminde. "Cennet ehlinin üzerinde yeşil ipekten ince

£113]

ve kaim giysiler vur" buyurmuştur. Gerçekten renklerin göze en yararlı ve en hoş
geleni yeşildir. İhtimal ki yeşil rengin bu gibi özelliklerinden dolayı Hz. Peygamber de
zaman zaman safi yeşil renkli elbiseler giymiştir. Hadisin zahirinden anlaşılan mana
budur.

Hanefi ulemasından Aleyyii'I-Kâri, hadis-i şerifte geçen "biird" kelimesinin ifade
ettiği kumaş cinsinin genellikle yeşil çizgili olduğundan hareket ederek, Hz.
Peygamber'in giydiğinden bahsedilen yeşil elbisesinin tümüyle yeşil olmayıp yeşil
çizgili olması ihtimali üzerinde durulmuşsa da hadisin zahiri bu ihtimale yer
bırakmamaktadır.

Bu hadis-i şerif, yeşil elbise giymenin sünnet olduğuna delalet etmektedir. Bazıları
hadis-i şerifin zahirinden yeşil elbise giymenin sünnet olduğu hükmünü çıkarmanın
mümkün olmadığını, ancak yeşil elbise giymenin mubah olduğu manası
çıkarılabileceğini iddia etmişlerse de Aliy-yü'l-Kâri, "Eşyada asıl olan zaten mubah
olmaktır. Bir şeyin mübahhğmi anlamak için delile ihtiyaç bulunmadığım bu
bakmmdan Hz. Pelgam-ber'in yeşil elbise giymeyi tercih etmesin onu giymenin
mübahlığmı değil müstehaphğmı ispatladığım" söylemek suretiyle

OM

bu iddiayı reddetmiştir. Tirmizi bu hadisin basen garib olduğunu söyemiştir.

17. Kırmızı Elbise Giymek



4066... (Amr b. Şuayb'm) dedesi (abdullah b. Amr b. ÂsVdan rivayet olunmuştur, dedi



ki:

Resulullah (s.a.v) ile birlikte (Ezahir dağ yolu denilen) dağ yolundan iniyorduk. (Bir
ara) Resulullah (s.a.v) dönüp bana baktı. Benim üzerimde de aspurla boyanmış, tek
desenli sade bir giysi vardı.

"üzerindeki bu giysi de nedir?" diye sordu. Ben onun bundan hoşlanmadığım hemen

anlamıştım. Doçru tandırlarını yakmakta olan ev halkının yanma vardım ve bu elbiseyi

tandıra attım. Sonra ertesi gün Hz. Peygamber'in yanma vardım.

"Ey Abdullah, o elbiseyi ne yaptın?" dedi. (Ben de yaptıklarımı teker teker) ona

anlattım.

"Keşke onu aile halkından bazılarına giydirseydin. Çünkü bunda kadınlar için bir

£115111161
sakınca yoktur" buyurdu.

Açıklama

Reyta: Tek desenle dokunmuş çarşaf, örtü ve ihram gjkj Sürünülen dikişsiz ve bir
parçadan ibaret giysilerdir.

Ustur ise, aspur denilen boyadığı elbiseye kızıl bir renk veren boyadır.

Aspurla boyanmış elbise giymenin hükkü hakkında Tuhfetu'l Ahvezi yazarı şu

açıklamayı yapıyor:

"Bu hadis-i şerif, aspurla boyanmış elbise giymenin erkeklere haram olduğuna delalet
etmektedir. Çünkü nehyde asıl olan haramiıktır. Nitekim Şevkâni de NeylüT-Evtâr
isimli eserinde aspurla boyanmış elbise giymenin haram olduğunu söylemiştir. İbnü'l-
Kayyim'in dediği gibi, her ne kadar Hz. Peygamber'in kırmızı elbise giydiğine dair bir

um

hadis varsa da o hadisle bu hadis arasında bir çelişki yoktur. Çünkü burada
yasaklanan aspurla boyanmış olan kırmızı elbisedir. Herhangi kırmızı boya ile boyan-
mış olan kırmızı elbise değildir. Aspurla boyanan kırmızı elbisenin özel bir durumu
vardır. Nitekim imam Tirmizi de Süncninde, "Erkeklere kızıla boyanmış elbise
giymenin mekruhiuğu" başlığı altında şu hadisi rivayet etmiştir: "üzerinde (üst ve alt
giysisi olarak) iki kırmızı giysi bulunan bir adam. Peygamber (s.a.v)'e selam vererek
geçti ve Rasul-i Ekrem onun selamını almadı" İmam Tirmizi bu hadis hakkında şu
mütalaayı serdet-mektedir: İlim adamlarınca bu hadisin manası şudur ki, Rasul-i
Ekrem, aspurla boyanmış elbiseyi mekruh görmüştür. İlim adamları aspurla boyanmış
olmadığı takdirde kırmızı kil veya başka bir madde ile kırmızıya boyanmış elbisede

[1181

sakınca görmemektedirler."

Yine İbnül-kayyim el-Cevziyye'nin açıklamasına göre, Hz. Peygamber'in giydiği
kırmızı elbiseden maksat tümüyle kırmızı elbise değildir. Kırmızı ile siyah karışımı
elbisedir. Araplar böyle elbiseye "kırmızı elbise" derîer. Bu inceliği bilmeyen bazı
kimseler Hz. Peygamber'in kırmızı elbise giydiğini ifade eden 4183 numaralı hadisi
delil göstererek, kırmızı elbise giyip halk araşma çıkarlar ve bu hareketleriyle
unutulmuş bir sünneti ihya etmeye çalıştıklarını iddia ederler. Onların bu sözleri

£1191

tamamen bir vehimden ibarettir.

Bu mevzuda İmam Nevevî de şöyle diyor:

İslam alimleri erkekler için aspurla boyanmış elbise giymenin caiz olup



olmayacağında ihtilaf etmişlerdir. Sahabe ve tabiûnun cumhuru ile onlardan sonra
gelen ulema bunu mubah görmüşlerdir. İmam Ebû Hanîfe (r.a) ile İmam Mâlik' in ve
İmam Şafiî'nin kavilleri de budur. Yalnız İmam Mâlik, başka bir boya ile boyanmış
elbiseyi daha efdal görmüştür. Birri-vayette, evlerde ve avlu içlerinde giyilmesini
caiz ; toplantı yerlerinde, sokak ve pazarlarda ise mekruh görmüştür. Ulemadan bir
cemaata göre sarıya boyanmış elbise giymek kerahat-i tenzihiyye ile mekruhtur. Onlar
hadisteki nehyi bu manaya hamletm işledir.

Hattabi'ye göre, buradaki nehiy, kumaşı dokuduktan sonra boyamaya aittir. Evvela
ipliği boyanır da dokunursa bu memnu değildir.

Ulemadan bazıları buradaki nehyi hac ve umre için ihrama girmiş olanlara

hamietmişlerdir. Bu takdirde hüküm, İbn Ömer hadisine uygun olur.

Mezkur hadiste, "Peygamber (s.a.v), ihramlmm vers ve zaferan değmiş elbise

[120] ri2iı

giymesini yasak etti." denilmekledir.

Gerçekten Beyhakî bu meseleyi iyice tetkik etmiş olup, bu arada konu hakkında
rivayet olunan hadisleri nakleder ve; eğer Şafii bu hadislerden habedar olsaydı
buhlarla hüküm verirdi. Çünkü o, "Peygamber (s.a.v)'in hadisi benim söyledğim
hükmün hilafına hümkettiği zaman hadisle amel ediniz ve benim fetvamı bırakınız"

£122]

demiştir, diye kaydeder.

Nitekim 4044 numaralı hadisin şerhinde de açıladığımız gibi, fıkıh alimlerinin büyük

[123]

çoğunluğu aspurla boyanmış elbise giymenin mekruh olduğu görüşündedirler.

4067... (Bir önceki hadisin ravilerinden) Hişâm b. el-Gâzî (Abdullah b. Amr'in şöyle
dediğini) rivayet etti: (Üzerimde bulunan elbise aspurla) boyanmış (idi). Öyle ki
tamamen koyu kırmızı da değildi, gül (kurusu) renginde de değildi, (ikisinin ortasında
£1241

idi).

4068... Abdullah b. Amr b. el-As'dan rivayet olunmuştur; dedi ki:

Resulullah (s.a.v) beni gördü. (Hadisin burasında Musannif Ebu Davud'un talebesi)

Ebû Ali (el-Lü'lüî şöyle) dedi: Öyle zanediyorum ki, (şeyhim) Ebû Davûd (hadisin

bundan sonraki kısmını Abdullah b. Amr' dan naklen şöyle rivayet etti):

Benim üzerimde aspurla boyanmış gül (kurusu) renginde bir elbise vardı. (Bunu

görünce bana):

"Bu nedir?" dedi. Ben de gidip o elbiseyi (fırında) yaktım (ve Hz. Peygamber'in

huzuruna vardım. Beni karşısında bir başka elbiseyle görünce;

"(Öbür) elbiseni ne yaptın?" diye sordu. "Yaktım" cevabını verdim.

"Onu (yakacağına) aile halkından (olan kadınlardan) birine gîy-dirseydin ya!"

buyurdu.

Ebû Dâvûd dedi ki: Bu hadisi Sevr, Halid'den; "(Üzerimde bir) gül (kurusu) renginde
(elbise vardı)" diye rivayet etti. Tâvûs ise, "(Üzerimde) aspurla boyarmış bir elbise

£125]

vardı" (şeklinde) rivayet etti.



4069... Abdullah b. Amr'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Üzerinde (biri eteklik diğeri



de gömlek olmak üzere) iki kırmızı giysi bulunan bir a-dam Peygamber (s.a.v)'e

£1261

(selam vererek) geçti de Peygamber (s.a.v) onun selamını almadı.
4070... Râfî b. Hadîc'den rivayet edilmiştir; dedi ki:

Resûlullah (s.a.v) i! e bir yolculuğa çıkmıştık. Develerimizin üzerinde kırmızı
pamuktan çizgiler taşıyan elbiseler (bulunduğunu) gördü de: "Dikkatli olun! şu kırmızı
elbiseleri size hakim ohnuş görüyorum." buyurdu.

Resûlullah (s.a.v)'in bu sözü üzerine (yerlerimizden) süratle kalktık, (develerde yüklü
olan eşyalarımıza) koştuk. Hatta develerimizden bazıları (bizim bu ani
hareketimizden) ürküp kaçtılar. Elbiseleri tuttuk, devlerin üzerinden çekip aldık.

[1271

(Onları bir daha giymedik)

4071... Esed oğullarından bir kadın (in şöyle) dediği rivayet edilmiştir: Ben bir gün
Resûlullah (s.a.v)'m hanımı Zeyneb'in yanında idim. Kırmızı kil ile Zeyneb'e ait
elbiseleri boyuyorduk. O sırada Resûlullah (s.a.v) üzerimize çikagcldi ve kırmızı kili
görünce döndü ve gitti. (Zeyneb) bunu görünce yaptığımız işten Resûlullah (s.a.v)'m
hoşlanmadığını hemen anlamıştı. Bunun üzerine tuttu, elbisilerini yıkadı ve (onlarda
bulunan) kırmızılığın tümünü gözden kaybetti.

Bir süre sonra Resûlullah (s.a.v) (tekrar) döndü geldi. Baktı, (biraz Önce

[1281

gördüklerinden) bir şöy görmeyince (içeri) gidi.
Açıklama

4070 Numaralı hadis-i şerifte anlatılan olayın, hac veya kj,. savaş yolunda geçtiği
anlaşılmaktadır. Özellikle hac yolunda insanın süslü ve gösterişli elbiseler giymekten
kaçınması gerektiği için Resul-i Zişan Efendimiz yüklerinde süslü ve gösterişli
elbiseler taşıyan sahabilerini ikaz etmiş, yaptıkları işin doğru olmadığını kendilerine
uygun bir dille anlatmıştır. Nitekim Fahr-i Kainat Efendimiz, hacca gittiği zaman,
altında devesinin palanından başka bir şey yoktu. Devesinin yükünde giyecek olarak
sadece dört dirhem değerinde kadifeden eski bir elbise vardı.

4071 numaralı hadis-i şerifte Hz. Peygamberin Hz. Zeyneb'in kırmızı kille elbise
boyarken gördüğü için yanma gelmekten vazgeçip uzaklaşıp gittiğinden ve bu işi
bıraktıktan sonra girdiğinden bahsedilmektedir.

Ancak Bezlü'l-Mechud yazarmmda açıkladığı gibi, bu hadiste Hz. Peygamber'in Hz.
Zeyneb'in yanından dönüp gitmesinin sebebinin onun elbisesini kırmızı kille
boyamakla meşgul olmasıyla açıklanması tamamen Hz. Zeyneb'in şahsi görüşüdür.
Halbuki Hz. Peygamber başka bir sebepten dolayı Zeyneb'in yanma girmekten
vazgeçmiş olabilir. Belkide Hz. Zeyneb'in yanında yabancı kadınlar olduğu için onun
yanma girmekten vazgeçmiştir.

Esasen 4066 numaralı hadis-i şerifin şerhinde de açıkiandğımız gibi, Hz.
Peygamber'in kırmızı aspurla boyanmış elbise giymeyi yasaklaması sadece erkekler
içindir. Kadımlar için böyle bir yasak yoktur. Mezhep imamlarının Hz. Peygamber'in
sünnetinden çıkardıkları hüküm budur. Ayrıca bu hadisin senedinde İsmail b. Ayyaş
ile oğlu Muhammed vardır. Bu iki ravi hadis alimlerince tenkid edilmiştir. 4067-4069



numaraıl hadislerde ise Hz. Peygamber'in erkeklere kırmızı elbise giymeyi yasakladı-
ğından bahsedilmektedir. Biz bu mevzuyu 4066 numaralı hadisin şerhinde

[1291

açıkladığımızdan tekrara lüzum görmüyoruz.

18. Kımızı Elbise Giymenin Caızlıgı Hakkında (Gelen Hadisler)

4072... Berâ (r.a)'dan (şöyle) dedi(ği rivayet olunmuştur:) Resulullah (s.a.v)'m saç(3ar)
ı kulak memelerine erişirdi. Onu (bir gün) kırmızı bir elbise içinde görmüştüm. (Bu

um

haliyle) Resulullah (s.a.v)'dan güzel hiçbir şey görmedim.

4073... (Hilal b. Amir b. Amr'm) babasından (rivayet olunmuştur;) dedi ki:
Resulullah (s.a.v)'ı, Mina'da bir katır üzerinde hutbe okurken gördüm. Üstünde kırmızı
bir elbise vardı. Ali de (onun) önünde (duruyor ve onun) sözlerini yüksek sesle

um

tekrarlayarak uzaklara iletiyordu.
Açıklama

Her ne kadar bu lîadis-i şeriflerin zahirinden Hz.Peygamber'in kırmızı elbise giydiği
anlaşılıyorsa da, Hafız İbn. Kayyim el-Cevzîyye'nin dediği gibi; aslında burada kaste-
dilen katıksız kırmızı elbise değil üzerinde kırmızı çizgiler bulunan siyah elbiselerdir.
Yemen kumaşları böyle kırmızı çizgili olur. Araplar böyle elbiseye kırmızı elbise
derler. Kendine ilim adamı süsü veren bazı kimseler saf kırmızı elbiseler giyerek bu
hareketleriyle Hz. Peygamber'in unutulmuş bir sünetini diriltmeyi açıkladıklarını iddia
ederler. Onların bu hareketi sırf vehim ve hatadan başka bir şey değildir. Eğer bu
kimseler "kırmızı elbise" sözüyle kastedilen elbisenin, üzerinde kırmızı çizgiler bulu-

£1321

nan "siyah elbise" olduğunu bilselerdi böyle hareket etmezlerdi.

Aslında bu hadis-i şerifler, "ipekli olmadığı takdirde kırmızı elbise giymekte bir
sakınca yoktur" diyen Şafiilerin ve onlar gibi düşünen fıkıh alimlerinin aleyhine;
"aspurun dışındaki herhangi bir kımızı elbise giymekte bir sakınca yoktur." diyen
Hanefi alimlerinin de lehine bir delildir. Ancak, Hadis-i şerifte Hz. Peygamber'in
saçlarının kulak memelerine eriştiği efade edilmektedir. Hz. Peygamber'in saçlarının
uzunluğu hakkında çeşitli rivayetler vardır. Onların omuzlara döküldüğünü ifade eden
hadisler olduğu gibi, kulaklarının yarısına kadar ulaştığını ifade eden hadis-i şerifler
de vardır.

Kadı Iyaz'm açıklamasına göre, bu rivayetlerin hepsi de Hz. Peygamber'in saçlarını
ayrı bir cepheden görünüşünü ifade etmektedir. Hz. Pey-gamber'i arkadan görenler
onun saçlarının omuzlanma kadar indiğini, kulaklarına bakanlar kulak memelerine
kadar indiğini ve omuzu ile kulak memesi arasına sarktığını görmüşlerdir.
Bazılarına göre de Hz. Peygamber'in saçları duruma göre değişirdi. Hz. Peygamber
onları kestirdiği zaman kulakların yarısında kalırlardı. Biraz uzaymca kulak
memelerinden aşağıya sarkardı. Bazen de omuzlarına kadar inerdi. Hz. Peygamber'in
saçlarına dikkat edenler onları bu değişik şekilleriyle görmüşler ve her ravi sadece



£133]

gördüğünü rivayet etmiştir.



19. Siyah Elbise Giyme Hakkında (Gelen Hadisler)

4074... Aişe (ranha)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Resulullah (s.a.v) için bir elbiseyi
kırmızıya-boyamıştım. Onu giydi (fakat) terleyince (ondan bir) yün kokusu hissetti ve
hemen onu (çıkarıp) attı.(Katade) dedi ki: Öyle zananediyorum ki, (Muttarraf bu

£1341

hadisi şöyle) rivayet etti: "Güzel koku Hz. Peygamber'in hoşuna giderdi.
Açıklama

Bu hadis-i şerif, siyah elbise giymenin caiz olduğuna delalet etmektedir. Bu bakımdan
islam alimleri, siyah elbise giymenin caiz olduğu görüşünde ittifak etmişlerdir. Çünkü
Hz. Peygamber'in söz konusu elbiseyi çıkarıp atmasının sebebi renginin siyah olması
değil, kokusunun çirkinliğidir. Hz. Peygamber güzel kokuları çok severdi, çirkin
kokulardan ise hoşlanmazdı.

Hanefi ulemasından ibn Abidin, Abbas oğullarının şiarı olması ve Hz. Peygamber'in
Mekke'ye girerken başında bulunan sarığın siyah olması sebebiyle siyah elbise

£135]

giymenin müslehap olduğunu söylemiştir.
20.Saçak (lı Elbise Giymenin Cevazı) Hakkında

4075... Cabir b, Süleym'den (rivayet olunmuştur;) dedi ki: Peygamber (s.a.v)'m yanma
varmıştım. Bir peştemala bürünüp dizlerini öne dikerek ellerini önden kavuşturmuş bir

£1361

halde oturuyordu. Peşte-malmm saçakları ayaklarının üzerine düşüyordu.
Açıklama

Bu hadis-i şerif, saçaklı elbise kullanmanın ve dizleri dikip arkayı ve dizleri bir
peştamalla örterek oturmanın caizliğine delalet etmektedir.

Her ne kadar, 4080-4081 numaralı hadislerde sırt ve bacaklar bir peştamalla örtülü
iken bu şekilde oturmanın yasaklandığı ifade ediliyorsa da, bu yasak üzerinde sedece
bir peştamal oiup da bu şekilde oturunca avret yerleri açılan kimseler içindir. Fakat
üzerinde yeteri kadar elbise olduğu gibi ayrıca üzerine bir peştamal alıp) onunla da
arkasını ve dizlerini örten kimseler için değildir. İşte mevzumuzu teşkil eden hadis-i
şerifte Hz. Peygamber'in üzerinde avret yerlerini iyice örtecek şekilde elbiseler varken
bunlara ilaveten bir de saçaklı bir peştemal alarak onunla arkasını ve dizlerini örtüp
(yukarıda tarif eltimiz şekilde ) oturduğu ifade edilmektedir.
Allame Erdebilî, el-Mesâbih şerhinde bu hadis hakkına şöyle demektedir:
"Bu hadis-i .şerifte üç mesele vardır:

1) Bu hadisi Ebû Davucl ile Nesâi rivayet etmişlerdir.

2) "Semle"; bedeni örten büyük peştamal demektir. "Hüdüb" ise saçak anlamına eelir.

3) Dizleri dikip bir peştamal ile arkayı ve dizleri örterek oturmak caizdir."



Saçaklı peştamal örtünmenin cevazı konusunda İman Buhari de Sahihinde özel bir bab
£1371

açmıştır.

21. Sarık Hakkında (Gelen Hadisler)
4076... Cabir (r.a)'den rivayet olunduğuna göre;

um

ResuîuJİah (s.a.v) fetih yılında Mekke'ye, başında siyah bir sarıkla girmiştir.

4077... (Cafer b. Amr b. Hureys'in) babasından (rivayet olunmuştur;) dedi ki:
Peygamber (s.a.v)'i minber üzerinde görmüştüm Başında siyah bir sarık vardı, ucu da

£1391

omuzlarının arasına sarkıtmiştı."

4078... (Ebu Cafer Muhammed b. Ali b. Rükane'nin) babasidan rivayet olunduğuna
"öre;

Rükane, Peygamber (s.a.v) ile güreşmiş de Peygamber (s.a.v) onu yenmiş, Rükâne
(şöyle) demiştir: Ben Peygamber (s.a.v)'i;

[1401

"Bizimle müşrikler arasındaki fark fes üzerindeki sarıktır" derken işittim.
4079... Medineli bir ihtiyar, şöyle demiştir:

Ben Abdurrahman b. Avfı; "Resulullah (s.a.v) bana sarık sardı. Uçlarının birini)

üül

önüme (diğerini de) arkama sarkıttı" derken işittim.
Açıklama

Mevzumuzu teşkil eden 4076 numaralı hadis-i şerifte Hz. Peygamberdin fetih
gününde Mekke'ye başında siyah bir sarıkla girdiği ifade edilmekle beraber, İmam
Buhari'nin

Enes b. Malik' den rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber'in Mekke'ye başında
bir miğferle girdiği ifade erilmektedir.

Miğfer diye, zırhdan takke gibi örülmüş tolgaya derler. Bazıları, siyah, sarığın miğfer
üstüne sarılmış olabileceğini söyleyerek zahirde farklı gibi görünen bu iki rivayetin
arasını telif etmişlerdir. NitekimMoğultayî de iki hadisin arasını telif ederken aynı
fikri ileri sürmüştür.

Kadı Iyaz ise bu iki rivayetin arasını şöyle bulmuştur: "O şehre girdiği zaman mübarek
başında miğfer vardı, daha sonra siyah sarık sarındı.

Görüldüğü gibi, aslında bu iki rivayet arasında bir fark yoktur. Ancak Hz. Enes, Hz.
Peygamber'in düşmana karşı korunmak için miğfer giydiğine dikkati çekmek istediği
için miğferden bahsetmekle yetinmiş, Hz. Cabir de Hz. Peygamber'in fetih günü
Mekke'ye girerken ihramsız olduğuna dikkati çekmek istediği için başında sarık

Lİ421

olduğunu seylemekle yetinmiş ve miğferden bahsetmeye lüzum görmemiştir.
Mevzumuzu teşkil eden bu babın hadisleri sarığın ucunu ikiomuz arasına sarkıtmanın



müstehap olduğuna delalet etmektedir.4077 numaralı hadis-i şerif, Hz. Peygamberin
cuma günü hutbe okurken başımda ucu iki omuzu arasına sarkan bir sarık
bulunduğunu ifade ettiğinden Bezlü'l Mec-hud yazarı cuma günü cuma namazına
giderken sarık sarmanın müstehap olduğunu, imamlar içinse kuvvetli bir sünnet
olduğunu söylemişlerdir. Nitekim Ebu'd-Derda'dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte,
"Allah cuma günleri sarık sarman kimseler rahmet eder, melekler de o kimselerin ba-
ğışlanmaları için Allah'a yalvarırlar" buyurmaktadır. İbn Ömer (r.a)'den rivayet edilen
merfu bir hadis-i şerifte de, "Sarıkla kılman bir vakit namazın sarıksız kılman yirmibeş
vakit namaza, sarıklı kılman bir cuma namazının da yetmiş cuma namazına denk

dolduğu ifade Duyurulmaktadır. İbn Asâkir'in İbn Ömer'den rivayet ettiği,
"Sarıklı olarak kılman farz ya da nafile bir namaz sarıksız kılman yirmibeş namaza,
[1441

denktir" mealindeki hadis-i şerif de. bu gerçeği teyid etmektedir.
Osmanlı ulemasından Muhammed Mevkûfâti'nin Mülteka üzerine yazmış olduğu
meşhur fıkıh kitabında da, "Sünnet olan sarığın bir ucunu iki omuz'arasma
£1451

sarkıtmaktır" denilmektedir.

Her ne kadar İbn Kayyim el-Cevziyye, 4076 numaralı hadis-i şerifte Hz. Peygamber'in
Mekke'ye girerken başında sarık bulunduğundan bahsedildiği halde sarığın ucunun
aşağıya sarkıtıldığmdan bahsedilmemesini delil göstererek Hz. Peygamber'in her
zaman sarığının ucunu omuzları arasına sarkıtmadığını söylemişse de bu doğru
değildir. Çünkü bu hadis-i şerifte Hz. Peygamber'in sarığının ucunu iki omuzu arasına
sarkıttığından bahsedilmemesi, gerçekten Hz. Peygamber'in o anda sarığının ucu iki
omuzu arasında sarkıtmamış olmasını gerektirmez ve Hz. Peygamber'in bazen sarığını

[1461

ucunu omuzları arasına sarkıtmadığı anlamına gelmez.

Gerçekten Hz. Peygamber'in sarığının ucunu sarkıtmayı hiç terketme-miştir. Bu
nedenle Süyûti, "Sarığın ucunu sarkıtmanın sünnet olduğunu bildiği halde onu kasten
terkeden kimse günahkar olur. Fakat herhangi bir kasdı olmaksızın sarığı terkeden

[1471

kimse günahkar olamaz demiştir.

Hz. Peygamber'in sarığının ucunu ne tarafa sarkıttığı konusunda gelen hadisler
muhteliftir. Arka tarafına, iki omuzu arasına sarkıttığına dair hadisler olduğu gibi, Hz.
Peygamber'in Hz. Ali'nin başına sarık sarıp acunu arkasına ve sol omuzu üzerine
attığına dair de hadisler vardır.

Taberânî'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte ise Hz. Peygamber'in kendi sarığımnn
ucunu arka tarafına attığı ifade edilirken; Ebu Davud'un rivayet ettiği ve isnadında
meçhul bir ravİ bulunan bir hadiste de (yani 4079 numaralı hadiste) Hz. Peygamber'in,
Abdurrahman b. Avf in başına sarık sardıktan sonra ucunun birini ön tarafa diğerini de
arkaya sarkıttığı ifade edilmekledir. Ancak bu mevzuda gelen hadis-i şeriflerin en
sahihi Hz. Peygamber'in kendi sarığının ucunu arkasına, iki omuzu arasına sarkıttığına

[1481

dair olan 4077 numaralı Amir rbn-i Hureys hadisidir.

Taberani'nin Mu'cemu'I-Kebir'inde Hz. Peygamber'in tayin ettiği valileri gönderirken
başlarına sarık sarıp, sarığın ucunu sağ tarafına sarkıttığına dair bir hadis-i şerif varsa



£1491

da bu hadisin senedinde bulunan Cemi b. Sevb zayıftır.

Hz. Peygamber'in Abdurrahman'm başına sardığı sarığın bir ucunu önüne diğer ucunu
da arkasına sarkıttığını ifade eden 4079 numaralı hadise gelince; bu hadisin senedi
zayıftır. Ayrıca bu hadiste, birisinde sarığın ucu öne diğerinde arkaya sarkıtılan iki
ayrı sarık sarma hadisesinden de bahsedilmiş oiabilir. Netice olarak Hz. Peygamber'in
kendi sarığını iki omuzu arasına sarkıttığından bahseden 4077 numara!: hadis bu
hususda bizim için en kuvvetli delildir. Bununla beraber bu şekillerin hapsiyle de
sünnet yerine getirilmiş olur. Fakat iki omuz arasına sarkıtmanın fazileti daha fazladır.

ÜM

Ayrıca Hz. Peygamber'in sarığının hangi ucunu sarkıttığına dair gelen rivayetler
içerisinde en sağlan olan, sarığın üst ucunu sarığın dolamları altına sokup çıkardıktan
sonra onu iki omuzunarasma sartıtığma dair olan rivayettir. Sünnete uygun olan onu

£1511

bu şekilde sarkıtmaktır.

İbn Kayyim el-Cevziyye, Zadu'I-Mead isimli eserinde. Şeyhülislam ibn Termiye'nin
sarığın ucunu sarkıtmanın hikmeti hakkında şöyle bir güzel rhadise anlattığını
söylüyor: "Rcsuiullah (s.a.v) Medine'de bir gece rüya görmüştü, hemen rüyanın
sabahında sarığının ucunu sarkıttı." O rüya şöyle anlatılmıştır:

Ulu ve yüce Rabbim bu gece en güzel surette uyku aleminde bana geldi ve: "Ya
Muhammed, Mele-i âlâ aralarında neyi konuşuyorlar biliyor musun?" dedi. Ben de
"Hayır" dedim. Bunun üzerine elini iki omuzumun arasına koydu ve ben o elin
soğukluğunu iki memem arasmda-veya göğsümde- hissettim. Sonra göklerde ve
yeryüzünde ne varsa hepsini bildim. Bunun üzerine, "Ey Muhammed. Mele-i âlâ neyi
müzakere ediyorlar biliyor musun?" dedi. Ben de. "Evci, keffaretler hakkında
(konuşuyorlar). Keffaretler. namazdan sonra mescidde kalmak, cemaatlere yaya olarak
yürümek ve güçlüklerde güzelce abdest almaktır. Kim bunu yaparsa hayırla yaşar,
hayırlı olur ve hatalarından (sıyrılarak) annesinin kendisini dünyaya getirdiği gibi
(tertemiz) olur" dedim. Sonra "Ya Muhammed, namaz kıldığın vakit; "Allah'ım;
iyilikleri yapmayı, kötülüklerden el çekmeyi ve yoksulları sevmeyi senden dilerim.
Kullarına bir fitne (felaket) muv rad ettiğin zaman beni o fitneye uğramamış olarak
yanma al; diye dua et" buyurdu.

Hz. Peygamber daha sonra şöyle buyurdu: "Dereceler ise. selamı yaymak, yemek

£152]

yedirmek ve herkes uykuda iken geceleyin namaz kılmaktır."

Her ne kadar 4076 numaralı hadis-i şerifte Hz. Peygamber'in Mekke'nin fethi günü
başında siyah sarık bulunduğundan bahsedilmekte ise de; beyaz külah ve sarık

£1531

giydiğine dair hadisler de vardır.

İmam Nevevi'nin açıklamasına göre, Hz. Peygamber'in birisi kısa birisi uzun olmak
üzere iki sarığı vardı. Kısa sarığı yedi zira uzun olanı da oniki zira idi. Ancak, fazla
kısa olan sarık insanın başını yeteri kadar koruyamayacağı, fazla uzunu da insana
sıkıntı vereceği muhakkatır. Hz. Peygamber'in her işte en Ölçülü ve faydalı olanı
tencih etliği düşünülürse yedi zirahk sarığı ölçü olarak almak Hz. Peygamber'in

£1541

sünnetinin ruhuna daha uygun düşmektedir.



Hz. Peygamber'in sarığının ucunu omuzları arasına bir karış kadar uzattığı rivayet
edildiği gibi, belinin yarısına kadar ve oturduğu zaman yere değecek kadar uzattığına

[İ551

dair rivayetler de vardır.

4078 numaralı hadisten anlaşıldığına göre sarık müslümaniarla kafirler arasında

£1561

benzeşmeyi Önleyen bir engeldir. Ve bu sebeple sarık islamm simasıdır.
Bineaneleyh başa yalnız külah giyip de üzerine sarık sarmamak, kafirlerin kıyafetidir.
Külahsız başa sark sarmanın sünnete uygunluğu cihetinden fazileti varsa da cfdal olan
sarığı külah üzerine sarıp başa giymektir ve sarıksız külah giymekten son derece
kaçınmaktır.

Lİ571

Sözü geçen 4078 numaralı hadis-i şerif rivayet eden Rükâne (r.a) hakkında siyer
kitaplarında şu bilgiler veriliyor:

Rükâne Mekke'de tanınmış bir pehlivandı. O kadar cüsseli ve kuvvetli idi ki, yere
serilmiş bir inek veya deve derisi üzerine dikildiği zaman birkaç ki.şi deriden tutmak
suretiyle onu çekmek istedikleri takdirde deri yırtılıyor, fakat o yerinden
kımıldamıyordu.

Bir gün Rükâne koyun sürüsünü otlatırken Hz. Muhammed (s.a.v) ona rastladı. Ve
adet edindiği şekilde onu İslama davet etti. Burada iki rivayet var. Bunlar belki de aynı
hikayenin iki ayrı bölümüdür.

Rükâne, Peygamberliğinin delili olarak ağaçların emrine uyarak yürürümesini Hz.
Peygamber (s.a.v)'den talep etti. Hz. Muhammed (s.a.v) ona dedi ki: "İşte bir ağaç,
oraya git. benim tarafımdan ona öteki ağacın yanma gitmesini söyle." Ağaçlarm
yürüdüğünü gören Rükâne tatmin olmadı. Kendi mesleğinden emin olduğundan
Peygamber'i güreşe davet etti. Kendisini yendiği takdirde İslamiyet! kabul edeceğini
belirtti. Üç defa sırtı yere geldi ve böylelikle İslâmiyeti kabul etti. Diğer rivayette ise
Rü-kâne'nin güreş, teklifine Hz. Muhammed şöyle cevap verdiği anlatılıyor:
Peki ama seni yenersem sürünün üçte birini alırım. Arka arkaya üç güreşte de Rükâne
yenilince sürüsünü elinden çıkardığı için ağlamaya başladı. Karısından korkuyordu.
Hz. Muhammed (s.a.v) ona dedi ki: "Korkma, ben hem senin ardı ardına yenilmeni,
hem de bütün mülkünün elinden gitmesini istemem. Koyunlarını al ve rahatça git. Bu
hareket Rii-kâne'ye mucizelerden çok tesir etti ve kendiliğinden haykırdı:

Lİ581

Seni Allah'ın peygamberi olarak tanıyorum, ve dinini kabul ediyorum.
Bazı Hükümler

1. Sarık sarınmak ve sarığın bir ucunu iki omuz arasına sarkıtmak müstehabdır.

2. Sarıksız külah giymek küfür alametidir. Sarık sünneti, takke ile de hasıl olabilir.
Özellikle beyaz takke tercih edilir. Külahsız olarak başa sarık sarmak .sünnete uygun
olmakla beraber efdal olan, sarığı külahın üzerine sarmaktır.

Erkeğin başı avret olmadığından, kendi evinde, bağ ve tarlada baş açık olarak
kalmasında bir beis yoktur. Fakat sokak ve çarşıda baş açık olarak gezmesi

£1591

memfekitin Örf ve adetine göre değişir.

3. Güreş tutmak caizdir. Ancak vahşice ve barbarca tutulan güreşler İslamm ruhuna



£1601

aykırıdır.

22. Vücudun Hiçbir Yeri Açıkta Kalmayacak Şekilde Örtünmek

4080... Ebıı Hureyre (r.a)'den şöyle dediği rivayet olunmuştur:
Resulullah (s.a.v), iki çeşit elbise giymeyi yasaklamıştır:

1) Kişinin cinsel organı açıkta kalacak ve havaya gelecek şekilde oturmasından,
ısınan,

2) Elbisesini (vücudunun) bir tarafı açıkta kalacak şekilde giyip elbise-sini(n boşta

£1611

kalan kısmını) da omuzuna atmasından.

4081... Cabir (r.a)'den (rivayet olunmuştur;) dedi ki:

Resulullah (s.a.v), sanıma (denilen giyiniş şekli) ile, bir elbise içerisinde ihtibâ

£162]

(denilen oturuş şeklin) den nehyetti.
Açıklama

Sanıma: Bu kelimenin manası üzerinde lügat alimaijmıerj ihtilafa düşmüşlerdir. Lügat
alimlerinden el-Esmâi'ye göre, bu kelime kişinin elleri de içeride olmak üzere
vücudunun hiçbir tarafı dışarıda kalmayacak şekilde Örtünerek gi-yinmesidir. Bu
durumda insanın kendisini boş tehlikelere karşı savunması imkansızlaşacağı için Hz.
Peygamber bu şekilde giyinmeyi yasaklamıştır.

Fıkıh alimlerine göre sanıma, kişinin elbisesini (vücudunun) bir tarafı açıkta kalacak
şekilde giyip, elbisesinin boşta kalan kısmını da omuzuna atmasıdır. Fıkıh alimlerine
göre, bu giyim şekli avret mahalinin görülmesine sebep olacağı için
yasaklanmıştır.Hanefı ulemasından Aleyyü'l-Kâ-rî'nin açıklamasına göre. giyinen bir
kimsenin avret mahallinin açılması kesinse bu giyinişi ona haramdır. Eğer kesin değil
de ihtilaf dahilinde ise mekruhtur. Eğer bu şekilde giyilen elbisenin altında başka bir
elbise olursa o zaman avret mchallinin açılması söz konusu olmadığından bir sakınca
yoktur.

İhtiba: Kişinin dizlerini dikip, bir elbiseyi arkasından dizlerine doğru dolamak
suretiyle örtünmesidir. Altında başka elbise bulunmayan bir kimsenin bir elbiseye bu
şekilde sarılarak oturması avret mahallinin görünmesine sebep olacağından
yasaklanmıştır. Fakat altında başka bir elbise bulunan kimsenin bu şekilde sarılıp
örtünmesinde bir sakınca yoktur.

4080 numaralı hadis-i şerifte tarif edilen iki giyiniş şeklinden birincisi ihtiba denilen
bu giyiniş şekline, ikincisi de fıkıh alimlerinin anladığı manadaki sanıma denilen

£163]

giyiniş şekline girmekledir.

23. Elbisenin Düğmeleri(Ni) Çözmek Ve O Şekilde Kalmak
4082... (Muâviye b. Kurre'nin) babası şöyle dedi:

Müzeyne (kabilesin) den bir toplulukla Resulü İlah (s.a.v)'a varmıştım. (Müslüman



olduğumuza ve miislüman olarak kalacağımıza dair hepimiz) kendisine bial enik. O
sırada gömleğinin düğmeleri çözüktü. Kendisine biat ettik. Sonra (teberruken) elimi
gömleğinin yakasına soktum ve (iki kürek kemiği arasında bulunan peygamberlik)
mühr(ün)e dokundum.

Merve dedi ki: Muaviye ile oğlunu yazda ve kışta kesinlikle düğmeleri çözük olarak

£1641

gördüm. Düğmelerini hiçbir zaman iliklemezlerdi.
Açıklama

Hz. Kurre'nin elini Hz. Peygamberin yakasına sonra iki kürek kemiğinin arasındaki
peygamberlik mührüne elleyebiîmesi Hz. Peygamberin o anda düğmelerini çözük
olduğun gösterir.

Ancak Hz. Peygamber'in her zaman böyle düğmeleri çözük olduğu söylenemez.
Özellikle namazda böyle düğmeleri çözük olmak evlayı terktir. Aslında Hz.
Peygamber'in böyle düğmeleri çözük olarak durması o anda içinde bulunduğu arızi bir
halle elgili olabilir. Çünkü Hz. Peygamber'in genellikle gömleğinin düğmelerinin ilikli
bulundurduğu bilinen bir gerçektir. Bununla beraber Hz. Kurre ve oğlu Muaviye, onu
böyle gördükleri ve ona bu hususta da uymak istedikleri için böyle yakalan çözük
olarak gezmeleri onlar için herhangi bir keraheti gerektirmez. Yani onların bu
hareketleri aslında Hz. Peygamber'in bu konudaki genel davranışına aykırı olduğu
halde kendi kesin bilgilerine dayanarak Hz. Peygamber'in sünnetine uyduklanırdan

£1651

emin oldukları için kerahat işlemiş olmazlar.

24. Basın Ve Yüzün Bir Kısmını Bir Örtüyle Örtmek

4083... Urve (r.a). Aişe (ranha)'nm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Biz (bir ?ün
Mekke'de) güneşin iyice yükseldiği bir sırada evimizde otururken, birisi Ebu Bekir
(r.a)'e şöyle dedi: (Hz. Peygamberin) "Bize (hiç; gelmediği (bir vakit olan şu) vakitte
başı ve yüzünün büyük bir kısmı örtülü olarak gelmekte olan şu (zat) Resulullah
(s.a.v) olmalıdır." Ve kısa bu süre sonra (gerçekten) Resulullah (s.a.v) geldi ve
(yakınımıza gelmek için. izin istedi. Bunun üzerine {girmesi için) izin verildi ve

Lİ661

(yanımıza) girdi.
Açıklama

İbn Esîr'in en-Nihâye isimli eserindeki açmamasına göre. 'nahru'z-zahire". güneşin
sema,... en üs zirveye yükseldiği vakittir.

İbn Esîr'in bu açıklamasına göre, bu kelime ile anlatılmak istenen güneşin tam tepe
noktasına erişip sıcaklığın son haddine ulaştığı vakittir. Hadis-i şerif gerek sıcaktan
korunmak gerekse düşmanlara tanınmama için için insanın başının ve yüzünün büyük
bir kısmını örtü ile örtmesinin caizliğine delalet etmektedir. Hadisin lam metni
£1671

Buharî'dedir.



25. Eteği (Yerlere Doğru) Sarkıtma Konusunda Gelen Hadisler



4084... Ebu Cüreyy Câbir b. Süleym'den (rivayet olunmuştur; )dedi ki: Halkın
fikrinden (yararlanarak) döndüğü bir adam gördüm. Onun her söylediğini halk kabul
ediyordu. (Halka) "Bu (zat)kimdir?" diye sordum. "Resulullah (s.a.v)dır" cevabım
verdiler. (Bunun üzerine yanma varıp;

"Aleykesselam ey Allah'ın Resulü; diyerek iki defa selam verdim.

"Aleykesselam diye selam verme. Çünkü 'aleykesselam" ölülerin selamıdır. 'Esselamu

aleyke' diye selam ver" buyurdu.

Sen Allah'ın Resulü müsün? Dedim.

"Ben Allah'ın Resulüyüm. (O öyle bir Allah 'tır ki) sana bir zarar gelse de kendisine
dua etsen o zararı senden giderir. Sana bir kıtlık yıh gelse de kendisine dua etsen o yılı
senin için verimli hale getirir. Eğer susuz ve kıraç bir yerde yada bir çölde iken
bineğin kaybolsa da kendisine dua etsen onu sana geri getirir" buyurdu.
Bana bir tavsiyede bulun, dedim.
"Kimseye sövme" dedi.

Ondan sonra ben hiçbir hür insana, köleye, deveye ve koyuna sövmedim. (Sonra
tavsiyesine devamla) şöyle buyurdu:

"Hiçbir iyiliği küçümserde. (Müslüman) kardeşinle güler yüzle konuşmanı da
küçümseme. (Çünkü) bu da bir iyiliktir. Eteği dizinin yarısına kadar (yukarı) kaldır.
Eğer bunu kabul etmezsen topuklarına kadar(kaldır). (Fakat) eteği(ni daha aşağıya)
salıvermekten sakın. Çünkü bu büyüklennıe alametidir. Allah büyüklenmeyi sevmez.
Eğer bir kimse sana söverse ve sende (olduğunu) bildiğin bir şeyden dolayı seni
ayıplayacak olursa, sen de onda (olduğunu) bildiğin bir şeyden dolayı onu ayıplama.

£1681

Çünkü bunun vebali onadır."
Açıklama

Bu hadis-i şerifin zahirinden kabir ziyareti esnasında ölülere ancak "Aleykesselam",
"Aleykümüsse-lam" gib sözlerle selam verileceği manası anlaşılmakla beraber, aslında
Hz. Peygamberin ölülere de aynen diriler gibi "Esslamu Aleyküm" diyerek selam
verdiği 3237 numaralı hadis-i şerifte ifade edilmektedir. Bine-aneleyh Hz. Peygamber
ıh ölülere selam verişi ile dirilere selam verişi arasında bir fark yoktur.
Bununla beraber Hz. Peygamber'in burada karşısında bulunan şahsa "Aleykesselam
ölülerin selamıdır" buyurmakla o sırada araplarca meşhur ve yürürlükte olan ölülere
selamı kastetmiş ve "Öyle araplarca ölü selamı olarak bilinen bu sözlerle bana selam
verme" demek istemiştir.

Hadis-i şerifte duanın, kainatın tüm idaresinin Allah'a ait olduğuna, isteneni vermenin
ancak Allah'ın gücü dahilinde olduğuna inanmak" gibi bazı şartlan olduğuna bu
şartlara uyulduğu ve Allah'ın iradesine uygun düşüldüğü zaman duanın kabul
edileceğine dair delalet vardır.
Hadis-i şerifte ayrıca şu hıısuslarada yer verilmiştir:

1- Erkekler için elbisenin dizin yansında kalıp daha aşağıya inmemesi müstehab,
topuklara kadar inmesi kerahetsiz olarak caiz. lopukian da örtecek kadar aşağıya
inmesi ise haramdır. Çünkü büyüklük dugusu verir. Büyüklük duygusu hissetmeden
topukları örtecek kadar uzun elbise giymek ise tenzihen mekruhtur.



2- Sövmek haramdır.

3- Büyüklenmek haramdır.

4- Söven kimseye aynı şekilde söverek karşılık vermek caiz olmadığı gibi, kendisini
ayıplayan bir kimseyi bir ayıbından dolayı ayıplayıp kalkmak da caiz değildir. Ancak
kötü bir işi işlerken görünce ondan nehyet-mek emri bil-maruf nehyi ani'l-münker
konusuna girdiğinden vaciptir.

Bezlü'l-Mechud yazarının da ifade ettiği gibi; sözlü saldın veya hakarete uğrayan bir
kimsenin, yalan ve iftira yoluna sapmamak ve kendisine yapılan saldırıdan daha ileri

£169]

gitmemek şartıyla karşılık vermesi caizdir.

4085... (Salim b. Abdiiiah'm) babasından rivayet olunduğuna göre; Re-sûlullah (s.a.v):
"Elbisesini büyüklük taslayarak(yerlerde) sürü(yüp gezen) kimseye Allah kıyamet
güuüde(rahmet nazarıyla) bakmayacaktır." buyurmuştur.
Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir(r.a):

Benim eteğimin bir yanı da (yere) sarkıyor. Oysa ben(elinden geldiğince onu bundan
korumaya dikkat ediyorum, dedi.(Fahr-'i Kainat Efendimiz de):

[İ701

"Sen bunu büyüklenerek ycpanlardan değilsin" buyurdu.

4086... Ebu Hureyre (r.a)'den şöyle dediği rivayet olunmuştur: Bir adam eteğini
(topuklarının altına kadar sartıkmış bir halde namaz kılarken Resululah (s.a.v)(onu
gördü de) kendisine, "Git, abdest al" buyurdu. (Adam gidip abdest aldı geldi. (Hz.
Peygamber tekrar); "Git abdest al" buyurdu. Bunun üzerine (arada bulunan başka
bıradam Hz. Peygamber'e:

Ey Allah'ın Resulü, (namaza albestli olarak başladığı halde) bu adama niçin abdest
almasını emrediyorsun, sonra da bun(un hikmetin) den bahsetmiyorsun? dedi. (Hz.
Peygamber de):

"O eteğini (topuklarının altına kadar) sarkıtmış bir halde namaz kılıyordu. Oysa yüce
Allah (eteğini topuklarının altına) sarkıtmış olan bir insanın namazını kabul etmez"

um

buyurdu.

4087... Ebû Zer (r.a)'den şöyle dediği rivayet olunmuştur: Peygamber (s.a.v):
"Üç (kişi) vardır ki, Allah kıyamet gününde onlarla konuşmaz ve onlara (rahmet
nazarıyla) bakmaz ve onları (günah kirlerinden) temize çıkarmaz. Onlar için acıklı bir
azap vardır" buyurdu.

(Sevaplardan) eli boşa çıkan ve (amellerinden) fayda göremeyen bu kimseler kimdir,
ey Allah'ın Resulü? diye sordum. (Resulullah (s.a.v) yukarıdaki sözünü üç defa
tekrarladı. (Ben,yine);

Ey Allah'ın Resulü, (gerçekten) mahrumiyet ve hüsrana uğrayan bu kimseler
kimlerdir? dedim.

"(Elbisesini) eteğini kibrinden dolayı topuklarının altına kadar sarkıtan (verdiğini)
başa kakan, yalan yere yeminle malına sürüm sağlayandır. -Ya da facir olan kimsedir-

Emi

" buyurdu. (Buradaki tereddüt raviye aittir.)



4088... Şu (bir önceki) hadisi Peygamber (s.a.v)'den Ebû Zer (r.a) yoluyla Harşe b. el-
Harr)da (rivayet etmiştir, ancak bir önceki rivayet daha uzundur. (Bir önceki hadisin
ravilerinden Ebû Zer'a) dedi ki: "Mennan, her verdiğini başa kakan kimse anlamına
Ü73]

gelir."
Açıklama

Tercümesini sunduğumuz bu hadis-i şerifler, büyüklük duygusu vereceği için
topuklardan aşağıya kadar sarkan uzun elbise giymenin haram olduğunu ifade
etmektedir. 4086 numaralı hadis-i şerifte ifade edildiği üzere Hz. Peygamber, bu şe-
kilde namaz kılmakta olan birini görünce ona abdestini yenilemesini emretmiştir.
Bezlü'l-Mechud yazarının dediği gibi, Hz. Peygamber'in o kimseye ab-dest almasını
emretmesi, "Böyle uzun elbise giymenin abdesti bozmasından değil de, abdesti
günahlara keffaret olması cihetiyle o kimsenin hissetmiş olduğu büyüklük duygusunun
günahına keffaret olması içindir." denilebilir. Bu sözü geçen hadis- i şerifte, Hz.
Peygamber'in uzun elbise ile namaz kılan adama abdest almasını emrettiği halde,
namazını tekrar kılmasını emretmemesi, uzun elbiseler içerisinde kılman namazın
iadesi gerekmediğine fakat büyüklerime duygusu hissetmesi sebebiye günahkar
olduğuna delalet eder.

Her ne kadar hadis-i şerifte, Hz. Peygamber'in uzun elbise ile namaz kılan kimsenin
kıldığı bu namazın kabul edilmeyeceği ifade buyuruluyorsa da bu söz, "Allah o
kimseye ve amellerine değer vermez" gibi manalara gelmektedir. Nitekim namaz
bölümünde 637 numaralı hadis-i şerifin şerhinde bu hususu ve mezhep imamlarının bu
husustaki görüşlerini açıklamıştık.

Hadis-i şerif aynı zamanda Hz. Ebu Bekir'in faziletine, büyüklenme duygusu gibi
mezmum duygulardan armmig olduğuna da delalet etmektedir.

122 - 4087 numaralı hadis-i şerifte geçen, "Allah kıyamet gününde onlarla konuşmaz",
"onlara bakmaz", onları temiz çıkarmaz" sözlerini açıklarken Bezlü'l-Mechud yazarı
şöyle diyor:

1- Allah'ın onlarla konuşmamasından maksat, onlarla razı olduğu kimselerle
konuştuğu gibi rızasıyla konuşmaz, bilakis gazabı ile konuşur demektir.

2- Allah'ın onlara bakmasından maksat ise,rahmeti ve rızası ile bakmaması, yani
onlardan yüz çevirmesidir.

3- Onları temize çıkarmaması ise, onların günahlarını temizlememesi yani

Lİ74J

bağışlamarhasıdır.

4089... Kays b. Bışr et-Tağlibî'den rivayet olunmuuştur; dedi ki: Ebu'd- Derda'nın
arkadaşı olan babam bana (şunları) anlattı: Dımişk'da Peygamber (s.a.v)'irı
sahabilerden İbn Hanzaliyye diye anılan bir adam vardı. Yalnız (lığı seven ve yalnız
yaşayan) bir kimseydi. Halk ile az oturur kalkardı. Onun (meşguliyeti nafile) namaz
{dan ibaretti bu meşguleyetini bitirince) ailesinin yanma varırdı. (Bir gün) biz. Ebu'd-
Derda'nm yanında iken bize uğradı. Ebu'd-Derda (r.a) ona: "Bize yararlı olacak ve
sana zararlı olmayacak bir söz (söyle)" dedi. (Bunun üzerine İbn Hanzaliyye şunları)
söyledi:

Resulullah (s.a.v) (düşman üzerine) bir akıncı birliği göndermişti. Bir süre sonra (bu



birlik savaştan) döndü. Derken bu birliğe katılanlardan biri (Hz. Peygamber'in
mescidine geldi ve Resulullah (s.a.v)'m da bulunduğu meclise oturdu. Yanında
bulunan birisine

Düşmanla karşılaştığımızda bizi bir görseydin! Falan kimse düşmana saldırıp "Al, bu
da benden! Ben Gifarlı yiğidim!" diyerek mızrağım (düşmana) sapladı. Onun bu sözü
hakkında görüşün nedir? dedi. (O adam da):

,0 zatın (bu sözüyle yapmış olduğu cihadın) sevabını iptal ettiği görüşündeyim,
cevabını verdi. Bu sözü bir başkası işitti ve:
Ben bu sözde bir sakınca görmüyorum,

Bunun üzerine münakaşaya başladılar. Nihayet (onların bu münâkaşasını) Resulullah
(s.a.v) duydu ve şöyle buyurdu:

"Hayret doğrusu! (Allah yolunda savaşırken) bu gibi sözler söyleyen bir müslümanm
(bu savaşından gereği gibi) sevap almasına ve (dünyada) iyilikle anılmasına hiçbir
engel yoktur."

Kays b. Bişr sözlerine evam ederek dedi ki: Babam daha sonra bana şunları anlattı:
Gördüm ki, Ebu'd-Derda, Hz. Peygamber'in bu sözüne (çok) sevindi, ve "Sen bunu
bizzat Rcsuîullah (s.a.v)'dan mı işittin?" diyerek başını İbn Hanzaîiyye'yc (doğru)
kaldırmaya başladı. (İbn Hanzaliyye'de): "Evet, (duydum)" cevabını verdi. Ebu'd-
Derda, ibn Hanzaliyye'ye (bunu bizzat Resulullah'tan mı duydun diyerek sormaya
devam etti. Nihayet ben (Ebu'd-Derda'nm bu soruyu tekrarlarken içinde bulunduğu
tevazuyu ve edebi görünce, kendi kendime) "Kesinlikle ebu'd-Derda (İbn Hanzeliy-
ye'nin) dizlerine kapanacak" diyordum.

(Babam sözlerine devam ederek şöyle) dedi: (İbn Hanzaliyye) bir başka gün (yine)
yanımıza uğradı. (Yine) Ebu'd-Derda ona:

Bize yararlı olan ve sana zararlı olmayan bir söz (söyle) dedi. O da:

Resulullah (sav) bize: "Cihad için elinde tuttuğu ata masraf eden kimse sadaka vererek

elini açıp da kapamayan kimse gibidir" buyurdu, dedi.

Başka bir gün (yine) bize uğradı. (Yine) Ebu'd-Derda:

Bize yararlı ve sana zararlı olmayan bir söz dedi. (O da):

Rcsuluilah (s.a.v) bize: "Saçları (kulak memelerinden aşağı inecek kadar) uzun,
eteğide topuklarından daha aşağıya kadar sarkık olmasa Hureym el-Esedî ne iyi
adamdır" buyurdu, dedi.

Bu (söz) Hureym'e ulaştı da koşup (eline) bir bıçak (aldı) ve onunla saçını kulaklarına
kadar, eteğini de dizlerinin yarısına kadar kısalttı. Sonra diğer bir günde bize (yine)
uğradı. Ebu'd-Derda ona:

Bize fayda verecek ve sana zarar vermeyecek bir söz! dedi. (O da):
Resulullah (s.a.v)'ı (şöyle) derken işittim: "Siz (müslüman) kardeşlerinizin yanma
varıyorsunuz. (Onların yanma vardığınız zaman) binek hayvanlarına güzel eğerler
vurunuz ve güzel elbiseler giyininiz. Öyle ki halk içinde (vücuttaki) "ben" gibi
olunuz. Çünkü Allah çirkinliği ve isteyerek çirkinleşmeyi sevmez"
Ebû Dâvûd dedi ki: (Bu cümleyi) Ebû Nuaym da Hişâm dan, "Ta ki halk arasında

11751

(vücuddaki) "ben" gibi olunuz diye rivayet etti.
Açıklama



Hadis-i şerifte söz konusu edilen olayları anlatan jbn Hanzaliyye'nin bu olayları



oturarak mı yoksa ayakta mı anlattığı kesin olarak belli değildir.
Eğer oturarak anlatmış ise, "Ebu'd-Derda kesinlikle dizlerine kapanarak" anlamındaki
cümlede bulunan "dizlerine" kelimesindeki zamirin îbn Hanzaliyye ile ilgili olması
gerekir. Bu durumda cümle "Kesinlikle Ebu'd-Derda İbn Hanzaliyye"nin dizlerine
kapanacak diyordum" anlamına gelir. Ahmed b. Hanbel'in rivayetinde bu cümle
"Ebu'd-Derda onun dizlerine kapanmaya niyetlendi" anlamına gelen lafızlarla rivayet
edili-ğinden biz. İbn Hanzaliyye'nin bu olayı oturarak anlattığı kanaatine vardık ve
sözü geçen zamirin de İbn Hanzaliyye'ye döndüğüne hükmederek tercümeyi buna
göre yaptık.

Ancak, İbn Hanzaliyye'nin bu olayı ayakta anlattığı farzedilirse, anlatılanları oturarak
dinleyen Ebu'd-Derda'mn ibn Hanzaliyye'nin dizleri üzerine kapanması mümkün
olmayacağından sözü geçen zamirin Ebu'd-Derda ile ilgili olması gerekir. Bu durumda
sözkonusu cümle "Ebu'd-Derda kendi dizleri üzerine çöktü" anlamına gelir.
İbn Hanzaliyye, ibadete düşkün, insanlar arasına fazla sokulmaktan hoşlanmayan
birisi olduğu için sözlerini bir an önce bitirip ibadetine dönmek gayesiyle konuşmasını

£1761

oturmadan ayakta yapmış olması da kuvvetle muhtemeldir.
Bazı Hükümler

1. Bir kimsenin savaş esnasında, düşmana kargl yiğjtHk taslaması ve cengaverliğini
ifade eden sözler söylemesi caizdir. Bunun caizliğinde selef uleması ittifak etmişlerdir.

2. Kişinin cihad için beslediği alma yaptığı masraf Allah yolunda verilmiş sadaka
gibidir.

3. Bir kimsenin, söylediği sözlerin kesinlikle müsbet yönde tesir göstereceğini bilmesi
halinde, miişlüman kardeşini içinde bulunduğu kusurlu durumdan kurtarmak
maksadıyla onun kusurlarını, hakkında söylenenleri kendisine ulaştıracak kimselerin
yanında söylemesi caizdir.

4. Kişinin saçlarını kulak memelerinden aşağı, eteklerini de topuklarından aşağı inecek
kadar uzatması caiz değildir.

5. Kişinin toplantılara giderken güzel elbiseler giymesi, yolculuğa çıkarken binitini en

um

güzel şekilde hazırlaması sünnettir.

26. Büyüklenme Hakkında (Gelen Hadisler)

4090... Ebu Hureyre'den rivayet olunduğuna göre; Resulullah (s.a.v) şöyle
buyurmuştur:

"İzzet ve celâl sahibi olan Allah buyurdu ki: Büyüklük benim gömleğim, ululuk da
benim etekliğimdir. Kim bunlardan birinde benimle yarışmaya ycltenirse onu ateşe
£178]

atarım."
Açıklama

Rida: Bedenin belden yukarı kısmı için knlanılan elbisedir. îzarda bedenin belden
aşağı kısmı için kulandan elbisedir. Allah Teâlâ bu hadiste, "Kibriya benim ridamdır



ve azamet benim izanındır." buyurmaktadır. Tabii Allah giysiden pak ve nezihtir.
Onun hakkında böyle bir şey de düşünülmez. Çünkü o. bir cisim değildir.
Avnü'l-Mabud yazarının beyanına göre Hattabi bu cümleyi açıklarken özetle şöyle
demi.ştir:

Bu cümlelerin manası şudur: Kibriya yani büyüklük ve azamet Allah Sübhânehu'ya
mahsus iki sıfattır. Hiçbir kimse bu iki sıfatta Allah'a ortak olamaz ve hiçbir yaratığa
bu sıfatları takınmaya kalkışması yakışamaz. Çünkü yaratığın .şaşmaz ve kaçınılmaz
sıfatı alçak gönüllülük ve küçüklüktür. Ridâ ve İzar denilen giysi bir misal olarak
kullanılmıştır. Yani bir insanın üstündeki elbiseyi aynı anda bir başkasının bürünmesi,
böyece ortak olması nasıl düşüniilemiyorsa Allah'a mahsus bu iki sıfatta başka bir
varlığın ortaklık taslaması da düşünülemez.
Sindî de bu hadisin izahı bölümünde Özetle şöyle der:

Hadisten maksat şudur: Bir insanın elbisesine başkasının ortak olması nasıl
düşünülmüyorsa, Allah'ın bu iki sıfatına da başkasının ortak olması, bu sıfatların
başkası hakkında kullanılması veya başkasının bu sıfatlan taşıması düşünülemez.
Bilindiği gibi Allah'ın rahmet ve kerem sıfatları mecazi anlamda başkaları hakkında
kullanılabilir. Mesela falan adam merhametlidir, filan kişi kerem sahibidir denilir.
Fakat kibriya ve azamet sıfatları böyle değildir. Mecazi anlamda da olsa başkaları bu
sıfatlan takma-maz. Hadisin zahirine göre kibriya ve azamet kelimelerinin manaları
arasında bir farkın olmadığı lügat kitaplarından anlaşılmaktadır. Bu itibarla bu
kelimelerin manaları arasında bir farkın bulunup buunmadığı hususunda ilim
adamlarının bazısı duraklamış, birşey söylememeyi ve görş beyan etmemeyi tercih
etmişlerdir. Diğer bir kısım alimler şu farkın bulunduğunu söylemişlerdir:
Kibriya; Allah Teâla'nm büyüklüğü. Yaratıklar tarafından takdir edilsin edilmesin,
bilinsin veya bilinmesin onun haddi zatında büyük olmasıdır. Azamet ise, yaratıkların
onun büyüklüğünü takdir e kabul etmiş olmasıdır. Bu duruma göre kibriya, zatî bir
sıfat mahiyetindedir, izafi değildir ve azamet sıfatından daha-yüksektir. Çünkü azamet
sıfatı izafidir. Yani yaratıkların takdir ve kabulü ile ilgisi bulunan bir sıfattır. Bu
nedenledir ki, kibriya. bedenin üst kısmına giyilen ridaya benzetilmiş; azamet de

um

bedenin alt kısmini örten izar'a benzetilmiştir.

4091... Abdullah (b. Mes'ud) (r.a)'dan rivayel olunduğuna göre; Rcsulullah (s.a.v)
şöyle buyurmuştur:

"Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan kimse cennete giremez. Kalbinde hardal
(tanesi) kadar iman bulunan kimse de cehenneme girmez."

Ebu Dâvud dedi ki: (Bu hadisin) bir benzerini de el-Kasmeli, El A'meş'ten rivayet

etmiştir.

Açıklama

Hardal; turpgillerden, tadı sert ve yakıcı bir madde taşıyan tohumu hekimlikte
kullanılan bir bitkidir. Bu hadis-i şerifin isnadında bulunan A'meş ile İbrahim ve
Alkame'nin üçü de tabiî ve Kufeli olduğu gibi, hadisi Hz. Peygamberden rivayet eden
Abdullah b. Mes'ud (r.a)da Kııfeli'dir.

Metinde geçen, kalbinde hardal tanesi kadar bir kibir bulunan kimse cennete giremez"



ibaresinin tevili hususunda ulema ihtilaf etmişlerdir.

Ebû Süleyman Hattâbi bu ibareyi iki ve.cihle tevil etmiştir;

1_ Kibirden murad, imandan tekebbür etmek yani iman etmemektir. Bu halde ölen bir
kimse asla cennete giremez.

2_ Maksat; cennete giren bir kimsenin kalbinde oraya girerken kibir bulunmaz
demektir. Nitekim Allah Teâlâ hazretleri, "Biz onların kalble-rindeki kin ve hasedi

çıkaracağız" buyurmuştur.

Ancak Hattâbi'nin bu tevillerini Nevevi beğenmemiş; hadisin maruf olan kibirden yani
kendini başkalarından yüksek görerek onları tahkir ve-hakkı bertaraf etmekten nehy
için varid olduğunu söylemiş, binaenaleyh ibarenin bu te'villere hamledilerek matlup
olan manadan çıkarılmaması gerektiğini bildirmiştir.

Kadı Iyaz ile sair alimlere göre. Hadisin manası kibirli kimse cennete giremez
demektir. Nevevi de bu kavli ihtiyar etmiştir. Bazıları; "Evet, ceza verilirse mana
budur. Fakat Cenabı-ı Hakkın lütfü keremiyle o kimseyi affetmesi de caizdir.
Bineâenaleyh bütün müminler ya doğrudan doğruya yahutta büyük günah işlemekte
ısrar halinde ölen günahkarlardan bazıları azab gördükten sonra mutlaka cennete
gireceklerdir" demişlerdir. Hadisten murad, "kibirlilerin cennete giren ilk takva
sahipleriyle birlikte giremeyceklerini açıklamaktır" diyenler de olmuştur.
Hadisin sonunda yer alan. "Kalbinde hardal (tanesi) kadar iman bulunan kimse de
cehenneme girmez" mealindeki ibarenin manası da "kafirler gibi cehenneme ebedi

£1821

olarak giremez" demektir.

4092... Ebff Hureyrû (r.a)'den rivayet olunduğuna göre; Güzel bir adam Peygamber
(s.a.v)'e gelip;

Ey Allah'ın Resulü, ben kendisine güzellik sevdirilen bir adamım. Gördüğüm
kadarıyla ondan bana da verilmiştir. Hatta bir kimsenin (güzellikle) benden üstün
olmasını (asla) sevmiyorum, demiş. (Ebu Hurey-re'nin hatırlayabildiği kadarıyla o
zat); ya (güzellikte birinin) "bişirâk-i na'Iî= nalinimin tasmasını (geçmesini bile
istemiyorum)" demiş; yahutta bişı's-i na'lî= nalinimin tasmasını (geçmesini bile
istemiyorum)" demiş (ve sorusunu şöyle tamamlamış): "Bu kibirden midir?"
(Hz. Peygamber de şöyle) cevap verdi:

"Hayır, fakat kibir, hakkı inkâr eden ve halkı küçük gören kim-se(nin yaptığı inkâr ve

£1831

büyiiklenme fıilleri)dir."
Açıklama

Hz. Peygamber'e, güzelliği sevdiğinden ve bu hususta hiçbir kimsenin kendisini
geçmesini istemediğinden bahseden ve bu halinin kibir sayılıp sayılmadığını soran
zatın kimliği kesin olarak bilinmiyor. Kadı Iyaz ile İbn Abdilberr bu zatın Mâlik b.
Murre olduğunu iddia ederlerken, İbnü'l-Arabî, onun Ebû Reyhâne Şen'un olduğunu,
Ali b. el-Medinî de Rabbi b. Amir olduğunu söylemiştir. İbn Ebi'd-Dünya. bu zatın
Muaz b. Cebel olduğunu iddia edenlerin de bulunduğunu söylüyor. Abdullah b. Artır
b. As ve Hureym b. Fâtik olduğunu söyleyenler de vardır.

Hadis-i şerif; güzelliği, güzel giyinmeyi ve güzel işleri sevmenin kibirle bir ilgisi



olmadığını; asıl kibirin, hakkı kabulden kaçınmak ve insanları küçük gömekten ibaret
olduğunu ifade etmektedir.

Gerçekte, güzel elbise giymenin kibirle ilgisi yoktur. Bilakis güzel giymek Allah'ın
nimetine şükür manasına taşır. 4063 numaralı hadis-i şerifte de ifade edildiği gibi
"Allah verdiği nimetin eserini kulunun üzerinde görmeyi sever."
Diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmaktadır:

£1841

"Şüphesiz ki Allah güzeldir, güzelliği sever. "

27. Eteğin Nereye Kadar Uzanacağı Hakkında (Gelen Hadisler)

4093... (el-Alâ b. Abdurrahman'm) babasından rivayet edilmiştir; dedi ki:

Ben Ebû Saîd el-Hudrî'ye; eteği(n nereye kadar uzanacağını) sordum da (bana) şöyle

dedi: "Bunu tam bilene sordun. Resulullah (s.a.v);

"Müminin eteğinin uzunluğu dizinin yansı (na kadar) dır. Dizin yarısı ile topukları
arasında olmasında da bir sakınca yoktur. Topuklardan daha aşağısında olan etekler
ise cehennemdedir. Allah (c.c) eteğini büyüklenerek yerlerde sürükleyip (gezen

[1851 [1861
(kimsenin yüzüne bakmayacaktır" buyurdu.

4094... (Salim b. Abdullah b. Ömer'in) babasından rivayet olunduğuna göre;
Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"(Giysiyi aşağıya doğru) sarkıtmak, belden yukarı giyilen giyside, gömlekte ve sarıkta
(da)olur. (Sadece eteklere mahsus bir şey değildir.) Allah bunların (birini giyip de) bir

£187]

ucunu (yerlerde) sürükleyen kimsye kıyamet gününde bakmayacaktır."

4095... Zeyd b. Ebî Siimeyye'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Ben (Abdullah) b.
Ömer'i şöyle derken işittim:

£1881

Resulullah (s.a.v)'m etek için söylediği, gömlek için de (geçerlidir).

4096... Muhammed b. Ebi Yahya'dan rivayet edilmiştir; de ki: İkrime (bana) şöyle
dedi:

İbn Abbas'i, İzannı giyip önden (yere doğru sarkan) uç kısımlarını ayaklarının üst
tarafına değdirirken, arkasından (yere doğru sarkan) kısımlarını da (topuklarından
yukarı) kaldırırken gördüm. (Kendisine), "İzannı niçin böyle giyiniyorsun?" dedimde,

' HM

Resûlullah (s. a), böyle giyerken gördüm" karşılığını verdi.
Açıklama

4093 ve 4094 numaralı hadis-i şeriflerde, elbisenin rjn bizleri,-) yansına kadar uzatılıp
daha aşağıya kadar uzatılmaması tavsiye edilmektedir.

4084 numaralı hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi, erkekler için elbiselerin
dizlerin yarısında kalıp daha aşağıya sarkmaması müste-hap, topuklara kadar inmesi
kerahatsiz olarak caiz, topukları örtecek kadar aşağıya inmesi ise haramdır. Çünkü



büyüklük verir. Büyüklük hissi duymadan topukları örtecek derecede uzun elbise
giymek tenzihen mekruhtur.

4095 numaralı hadis-i şerifte de ifade buyUrtıIdıiğu üzere, Hz. Peygam-ber'in ölçüyü
aşan etekler hakkındaki tehdilkâr sözleri ölçüyü aşan gömlekler, sarıklar, zırhlar ve
abalar içinde geçerlidir.

Abalar, zırhlar ve gömlekler hakkındaki Ölçü aynen elekler hakkındaki ölçü gibidir.
Yani gömleğin müstehap olan uzunluğu dizlerin yarısına kadardır. Topukları da içine
alacak kadar uzun gömlek giymek ise haramdır.

Sarıklar hakkındaki ölçü ise 4079 numaralı hadis-i şerifin şerhinde açıkladığımız
gibidir.

4096 numaralı hadis-i şerifte ise İbn Abbas'm, eteklerini topuklara kadar indirip
topukları kapatmasından kaçındığı ve Hz. Peygamberden böyle A ördüğü için böyle
hareket ettiğini söylediği ifade edilmektedir.

Yukarıda açıkladığımız gibi, topukları kapatmak şartıyla eteklen topuklara kadar uzun
tutmak kerahatsiz olarak caizdir. 4085 numaralı hadi-i şerifte de açıklandığı üzere
büyüklük duygusuna kapılmadan topukları kapatacak derecede uzun elbise giymek

UM

haram değildir. İbn Abbas'm bu giyimi bu husuları açıklığa kavuşturmaktadır.
28. Kadınların (Giyimi Hakkında) (Gelen Hadisler)

4097... îbn Abbas (r.a)'dan rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a.v), kadınlardan
erkeklere benzemeye çalışanlara, erkeklerden de kadınlar benzemeye çalışanlara lanet

Eİ9İI

etmiştir.

4098... Ebû Hureyre (r.a)'den rivayet olunduğuna göre; Resûlullah (s.a.v), kadın gibi

£1921

giyinen erkeğe de, erkek gibi giyinen kadına da lanet etmiştir.

4099... ibn Ebî Müleyke'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Aişe (ranha)'ya bir kadının
erkek ayakkabısı giydiği söylendi de; "Resululah (s.a.v), kadınlardan kendini erkeğe

£193]

benzetmeye çalışan (lar)a lanet etti" karşılığını verdi.
Açıklama

Lanet, Allah'ın rahmetinden uzaklık demektir.

hadis-i şerifler, erkeklerin kadınlara mahsus olan elbiseler giyerek, kadınlara mahsus
zinetleri takınarak giyim kuşamlarında, kılık ve kıyafetlerinde kadınlara; kadınların da
erkeklere has kıyafetlere girerek erkeklere benzemesinin haram olduğunu İfade
etmektedir.

Hafız İbn Hacer'in açıklamasına göre; kadınların ya da erkeklerin, konuşmalarda ve
yürüyüşlerinde zıt cinslerine benzemeye çalışmaları da giyim kuşamlarında
benzemeye çalışmaları gibi haramdır.

Ancak, kadın ve erkeğin kıyafetleri beldelere göve değiştiği için bazı beldelerde erkek
ve kadın kıyafetlerinin ayırd edilmeleri zorlaşacak şekilde birbirine benzeyebilirler.



Bu durumda kadınların islami şekilde örtün-meleriyle bu benzerlik ortadan kalkmış
olur.

Konuşmada ve yürüyüşte karşı cinse bezemenin lanete hedef olması ise, yürüyenin ya
da konuşanın kasdma bağlıdır. Binaenaleyh yürümesini veya konuşmasını isteyerek
karşı cinse benzeten kimse bu lanete hedef olursa da, yaratılışları icabı yürüyüşleri ve
konuşmaları kadına benzeyen kimseler bu benzerlikten dolayı hadis-i şerifteki lanete
hedef teşkil etmezler.

Ancak bu durumda olan kimseler bu benzerlikten kurtulmak için güçlerinin yettiği
nisbette alıştırma yapmakla mükelleftirler. Alıştırma sonucu yavaş yavaş bu durumdan
kurtulabilirler. Eğer bu durumdan .kurtulmak için gereken çabayı göstermezlerse onlar
da bu lanete müstahak ve hedef olurlar.

Bu hususta ellerinden gelen çabayı sarfettikten sonra bu benzeyişten kurtulamayanlar
ise vebalden kurtulmuş olurlar. Binaenaleyh İmam Ne-vevî; sözü geçen hususlarda
kadınlara benzeyen erkeklerin bu hallerinden dolayı kinanamayacaklarmı söylerken,
elinden gelen çabayı sarfettikten sonra bu benzerlikten kurtulamayan erkekleri
kasdetmiş olması gerekir. -Ulema, İmam Nevevî hazretlerinin bu sözünü böyle
anlamıştır.

Bir kadının ilimde, irfanda ve dinen rağbet edilen diğer hususlarda erkeğe
benzemesinde hiçbir sakınca yoktur. Bilâkis bu gibi durumlardaki benzeme

Lİ941

makbuldür.

29. "Örtülerini Üstlerine Salsınlar" (Ayeti Kerimesi) Hakkında (Gelen
Hadisler)

4100... Safıyye binli Şeybe'den rivayet olunduğuna göre;

Aişe (ranha) Ensar kadınlarından bahsetmiş, onları övmüş, onlar hakkında iyi (sözler)
söylemiş ve; "Nur sûresi (nin) 3 1 . âyet-i kerimesi inince onlar hemen (bellerinde bağlı
olan) peştamallarına yöneldiler." (Burada ravi) Ebû Kâmil (Hz. Aişe'nin, hiçbir anlamı
olmayan) hucûr (kelimesini) mi (yoksa, kemer anlamına gelen) lıucûz (kelimesini) mi
(söylemiş olduğunu iyice hatırlayamamış ve) tereddüde düşmüştür. (Safiyye binti
Şeybe'nin rivayetine göre Hz. Aişe sözlerine şöyle devam etmiştir:)

Lİ961

"Ve hemen onları iki parçaya ayırıp birer parçasını başörtüsü edindiler."
Açıklama

[1971

Tefsir kitaplarında açıklandığına göre, "başörtüle-yakalarmm üstlerine salsınlar"
âyet-i kerimesi inmeden önce müslüman kadınları başörtülerini sadece arkalarına
sarkıttıkları için boyunlarının ön tarafı ile gerdanları açıkta kalırdı. Yüce Allah onları
bu çirkin durumdan ve zavallılıktan kurtarmak için Nûr sûresinin 31. âyetini indirdi.
İbn Ebî Hâtim'in babası vasıtasıyla Safıyye binti Şeybe'den rivayet ettiği diğer bir
hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor: "Başörtülerini yakalarının üstüne salsınlar" âyeti
nazil oldu. Erkekleri evlerine dönüp Allah Te-âlâ'nm kendilerine kadınlar hakkında bu
âyeti indirmiş olduğunu onlara bildirdiler. Herkes bu âyeti karısına, kızına, kız



kardeşine ve arkabasma okudu. Onlardan hiçbir kadın kalmayıp, nakışlı, resimli
elbiselerine yöneldiler ve bunlarla başlarından aşağıya örtündüler ki Allah Teâlâ'mn
kitabından indirmiş olduğuna iman etmiş ve onu doğrulamış olsunlar. Sabahleyin
namazda Allah Rasûlü (s.a)'nün arkasında baştan aşağı örtülü olarak durdular. Sanki

£1981

başlan üzerinde kargalar vardı.

Aslında mevzumuzu teşkil eden bu hadisin yeri bir sonraki bab olduğundan burada

[1991

değil de orada zikredilse daha isabetli olurdu.

4101... Urrirnli seleme (ranha)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: "Ey Peygamber;
zevcelerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına dış elbiselerini üstlerine giymelerini
r2001

errifet" (âyet-i kerimesi) inince, Ensar kadınları dışarıya çıktılar. (Başlarına
bağladıkları siyah) örtülerden dolayı sanki başlarında (siyah) kargalar varmış gibi
12011

görünüyorlardı.
Açıklama

Bu hadis-i şeritte, Allah Teâlâ hazretlerinin, müslüman kadınların şerefini korumak
için Ahzâb sûresinin 59. âyetini indirerek, onlara şereflerine uygun bir şekilde tepeden
tırnağa örtünmelerini emrettiği, bu emirdeki inceliği ve hikmeti derinden kavrayan
Ensarlı kadınların da ince bir titizlik ve büyük bir şevkle bu emre sarılıp islâmî
kıyafete büründükleri ifade edilmektedir. Müfessirler Ahzâb sûresinin sözü geçen
âyetinde bir takım incelikler tesbit etmişlerdir.
Bu inceliklerden bazıları şunlardır:

1- Allah Teâlâ örtünme emrine evvelâ Rasûlullah (s.a)'nm zevceleri ve kızları ile
başlamıştır. Bu, onların diğer kadınların önderi ve imtisal numunesi olduklarını
göstermektedir.

2- Hicâb âyeti, kadınların avret mahallerini örtünmeleri istikrar kazandıktan sonra
nazil olmuştur. Öyleyse bu âyette emrolunan tesettür, daha önce farz kılman Sbtr-i
avretten başka ve fazla bir örtünmedir. Bunun içindir ki bütün müfessirler, tabirler
değişik de olsa mefhumda birleşerek ayetteki "cilbâb"dan maksadın kadının elbiseleri
üzerine giyilen ve bütün vücudu örten bir örtü, elbise olduğunda ittifak etmişlerdir.

3- Ayetteki, "Zevcelerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına" ifadesindeki tafsilat,
hicabın yalnız Rasûlullah (s.a)'nm zevcelerine farz olduğunu ileri sürenlerin bu

r2021

iddialarını açıkça reddetmektedir.
Örtünmenin Şekli Nedir?

Allah Teâlâ kadınlara, iffet ve haysiyetlerinin korunması için yabancı

erkekler karşısında uzun bir örtü ile elbiselerinin üzerini örtmelerini emretmiştir.

Alimler bu tesettürün nasıl olacağı hususunda ihtilâf ederek birkaç görüşe

ayrılmışlardı:

1- Süddî'ye göre, "Örtü, kadının sol gözü hariç bütün yüzünü kapatmalıdır." Ebû



Havyan da şöyle der: "Endülüs'teki âdet de Süddî'nin tarif ettiği gibi idi."

2- Ümmü seleme (anha)'dan rivayet edildiğine göre, "Bu âyetin nüzulünden sonra
Ensâr kadınları siyah çarşaflara hüründüler. Sanki hepsinin başına birer karga
konmuştu."

3- Taberi, İbn Şîrînden şöyle rivayet eder: "Abide es-Selmanî (r.a)'ye, "dış elbiselerini
de üstlerine giymelerini söyle" âyetinin manasını sordum, büyük bir çarşaf olarak
onunla bütün vücudunu Örttü. Başını ta kaşlarına kadar kapattı, yüzünü de tamamen
kapattı. Yalnız sol gözünü açık bıraktı. Böylece âyeti fiilî olarak tefsir etti."

4- Taberi ve Ebû Hayyân, İbn Abbas (r.a)'tan şöyle rivayet etmişlerdir: "Kadın
cilbâbmı alnının üzerine indirir ve oradan sıkar. Alttan da burnunun üzerine kadar
kapatır. Yalnız gözleri dışarıda kalmalıdır. Yüzünün kalan kısmı ile göğsünü tamamen

r2031

kapatmalıdır.

Bu mevzuda merhum Hamdi Yazır şöyle diyor: "Cilbâbdan örtmek" tabirinde iki
vecih vardır

1) Çilbâblardan birisiyle bedeni sıkıca örtmek

2) Birisi de, bir cilbâbm bir tarafıyla başından yüzünü örtmek. Bu beyanda da iki suret
vardır: Birisi kaşlarına kadar örttükten sonra büküp yüzünü de örtmek ve yalnız tek bir
gözünü bırakmak. İkincisi de, alnının üzerinden sıkıca sardıktan sonra burnunun
üzerinden dolayıp gözlerinin ikisi de açık kalsa da yüzün kısmı âzamini ve göğsü

f2041

tamamen örtmüş olmaktır."

Mezhep imamlarının bu meyzudaki görüşlerini 4104 numaralı hadisin şerhinde
12051

açıkladık.

[2061

30. "Başörtülerini Yakalarının Üstüne Salsınlar" (Ayeti Kerimesi)
Hakkında (Gelen Hadisler)

4102. ..Urve b.Zübeyr'den rivayet olunduğuna göre: Aise (ranha) söyle demiştir:
Aliah ilk muhacir kadınlara rahmet eylesin. (Yüce) Allah, "Başörtülerini yakalarının
üstüne salsınlar" ayetini indirdiğinde (yünden ya da ipekten dokunan) dış giysilerin
bedeni en iyi şekilde örtenini, (ravi Ah-med)b. Salih (burayı) "Yünden ya da ipekten
dokunan dış giysilerinin en kalınım ikiye bölüp onlan(n bir parçasını) kendilerine

r2071

başörtüsü yaptılar" diye rivayet etti.
4103... İbn es-Serh şöyle dedi:

Ben dayımın kitabında (bir önceki hadisin) manasının Ukayl vasıtasıyla İbn Şihâb'dan

r2081

ve (yine bir önceki) senediyle (rivayet edilmiş olarak) gördüm.
Açıklama

4100 ve 4101 numaralı hadisler hakkında yaptığı açıklamalar bu hadis-i şerifler için de
geçerlidir. İbn es-Serh'in dayısı Abdurrahman b. Abdülhamid'dir. Münzirî'nin



açıklamasına göre 4102 numaralı hadisin ravilerinden Kurre, çok yanılmakla itham
f2091

edilen bir ravidir.



31. Kadınların Zinet (Yer)Lerinden Nerelerini Gösterebileceği Konusunda
(Gelen Hadisler)

4104... Aişc (ranha)'dan rivayet olunduğuna göre:

Esma, binti Ebî bekir (bir gün) üzerinde ince (bir elbise) ile RasûMlah (s.a.v.)'m
yanma gelmişti. (Hz. Peygamber) ondan yüzünü çevirdi ve;

"Ey Esma! (şurası) muhakkak ki, kadın ergenlik çağma erişince on (un vücudun) dan
şundan ve şundan başkasının görünmesi uygun olmaz" dedi ve (kendi) yüzü ile elini
işaret etti.

Ebû Dâvûd dedi ki: Bu (hadis) mürseldir. (Çünkü) Halid b. Düreyk, Aişe (ranha)'ya
[210]

erişmemiştir.
Açıklama

Bu hadis-i şerif, ergenlik çağma giren bir kadının ile elinin dışında bütün vücudunun
avret olduğunu ifade etmektedir. Binaenaleyh fitne korkusu olmadığı zaman elleri ve
yüzleri açık olarak yabancı erkeklerin karşısına çıkması caizdir.
Saadet asrı olan Hz. Peygamber dönemi, fitneden uzak bir dönem olduğu için Hz.
Peygamber buna izin vermiştir. Hanefî, Mâliki ve Şafiî uleması; kadının elleri ve yüzü
açık olarak yabancı erkeklerin karşısına çıkmasının caiz olmasını fitnenin
bulunmamasına bağlamışlardır. Çünkü Hz. Peygamber kadının ellerinin ve yüzünün
avret olmadığını söylediği zaman herhangi bir fitne mevcut değildi.
İbn Reslân'm açıklamasına göre; müslümanlann bütün devirlerde kadınlarım özellikle
fitnenin çoğaldığı zamanlarda, ihtiyaç olmadıkça yüzleri ve elleri açık olarak dışarı
çıkmalarına izin vermemiş olmaları kadınların ellerini ve yüzlerini yabancı erkek
karşısında açmalanyla ilgili cevazin aynı zamanda bir ihtiyaca da bağlı olduğunda
delâlet etmektedir.

Bir başka ifadeyle, söz konusu cevaz için şu iki şartın bulunması gerekir:

1) Fitne korkusu olmayacak,

2) Kadının elini ve yüzünü açmasına bir ihtiyaç duyulacak.

Fıkıh ulemasının bu mevzudaki görüşlerini şu şekilde özetleyebiliriz:

1- Hambelîlere ve Şâfıîlerin bir görüşüne göre, kadının elleri ve yüzü dışında bütün
vücudu avrettir. Doktora muayene olmak, alışveriş yapmak, şahitlik etmek gibi bir
zaruret olmadıkça herhangi bir tarafı açık olarak yabancı erkeklerin karşısına çıkamaz.
Yüz ve eller zaruri olarak açıldıklarından avret sayılmamışlardır.

2- Hanefîler ile Şâfıîlerin ikinci görüşüne ve Mâlikîlerin meşhur olan görüşlerine göre;
kadının elleri ve yüzü dışında bütün bedeni avrettir. Ancak ellerin ve yüzün avret
sayılmaması fitne korkusunun bulunmamasına bağlıdır. Binaenaleyh fitne korkusu
bulunmadığı zaman kadınların yollarda elleri ve yüzleri açık olarak dolaşmaları

[2JLU

caizdir.

Mevzumuzu teşkil cclen bu hadisin senedinde Saîd b. Beşîr Ebû Ab-durrahman en-



1212]

Nasrî vardır. Hadis uleması bu zatı çeşitli yönlerden zayıf kabul etmişlerdir.



32. Köle Hanımefendisinin Saçına Bakabilir
4105... Câbir (r.a)'den rivayet edildiğine göre;

Ümmü Seleme (ranha) kan aldırmak için Peygamber (s.a.v)'den izin istemiş. (Hz.
Peygamber de) Ümmü Seleme'den kan alması için Ebû Tay-yib'e emretmiş.
(Ravi Ebu'z-Zübeyr) dedi ki: Öyle zannediyorum ki Câbir (r.a) (Ebû Tayyib'in),
Ümmü Seleme'nin süt kardeşi olduğunu, ya da .(o sırada) henüz ergenlik çağma

£2131

ermemiş bir çocuk olduğunu söyle(miş î) di-.
4106... Enes'den rivayet edildiğine göre;

Peygamber (s.a.v) Fâtıma'ya (daha önce) kendisine bağışlamış olduğu bir köleyi
getirmiş. (O sırada) Fâtıma'nm üzerinde, başını örtse ayaklarına ayaklarını örtse başına
yetişmeyecek (kısa) bir elbise varmış. Peygamber (s.a) (kızının) karşılaştığı bu
durumu görünce;

"Bunda senin için bir sakınca yoktur. (Seni gören kimselerin birisi) babandır, (diğeri

I2İ4J '

de) kölendir" buyurmuş.
Açıklama

Kan, genellikle baş, bilek, ense gibi kadınların ya- bancı erkeklere göstermesi caiz
olmayan yerlerden alındığı için, 4105 numaralı hadisin zahiri zımnen, kadınların
saçlarını ergenlik çağma gelmemiş çocuklara ve süt kardeşi gibi kendilerine nikâh
düşmeyen yakınlarına göstermelerinin caiz olduğunu ifade etmektedir.
Söz konusu hadis bu hükmü ifade edince, Musannif Ebû Dâvûd bunu, kölenin de
mahrem olduğu görüşünden hareket ederek süt kardeşine kıyasla mevzumuzu teşkil
eden "Köle hanımefendisinin saçma bakabilir" başlığının altında yerleştirmiştir.
Ancak Ebû Dâvûd her ne kadar köleyi, hanımefendisinin mahremi olduğu zannıyla
sütkardeşi gibi mahrem erkeklere kıyas etmişse de, ulema kölenin hanımefendisinin
mahremi olduğu konusunda ittifak etmiş değillerdir.

Hidâye mülellifi fıkıh âlimlerinin bu mevzudaki görüşlerini açıklarken şöyle diyor:
"Köle, kendi hanımının, yalnız bir erkeğin yabancı bir kadına bakabildiği yerlerine
bakabilir, İmam Mâlik; köle, hanımına karşı mahrem gibidir, demiştir. İmam Şafiî'nin
bir görüşü de böyledir. Delilleri ise, "Mümin kadınların süslerini göstermeyecekleri

12151

erkeklerden müstesna olanlardan biri de sahip oldukları köledir. mealindeki âyet-
i kerime ile kölenin, hanımefendisinden izin almadan onun bulunduğu yere girmeye
ihtiyacı olmasıdır.

Biz Hanefîler diyoruz ki: Köle, herşeyden önce mahrem olmayan bir erkektir.
Hanımefendisinin kocası da değildir. Şehvet de söz konusudur. Ayrıca köle daha çok
ev dışında çalıştığı için hanımefendinin yanma girmeye fazla bir ihtiyaç] da yoktur.

izm

Bu bakımdan köle hanımefendisine nis-betle yabancı erkek hükmündedir."



Beziül-Mechûd yazarının da açıkladığı gibi. Hanefî ulemasına göre, Nûr sûresinin
sözü geçen âyet-i kerimesinde, mümin kadınların kendilerinden sakınmaları istenen
kimselerin dışında bırakılan kölelerden maksat, erkek köleler değil kadın köleler yani
cariyelerdir.

Her ne kadar 3927 numaralı hadis, "köle mûkâteb oldukları sonra hanımefendisinin
onun ya/unda kapalı olmasını"n gerekliliğini ifade ediyor ve mûkâteb olmadan önce
kapanması gerekmediğine delâlet ediyorsa da Hanefi uleması bu hadis-i şerifi,
"hanımefendi, kölesinin yanında şer'î ölçülere uygun olarak kapanacaktır. Mûkâteb
olduktan sonra işe daha da fazla örtünecektir" şeklinde anlamışlardır. Nitekim bu
hususu sözü geçen hadisin şerhinde açıklamıştık.

İbn Reslân, 4106 numaralı hadisin, "köle hanımefendisinin mahremidir. Binaenaleyh
hanımefendinin vücudundan mahremlerinin bakabileceği yerlere kölesi de bakabilir"
diyen Mâlikîlerle Şâfiîlerin delili olduğunu söylemiştir.

Kölenin hanımefendisinin mahremi olmadığım söyleyen Hanelilere göre, sözü geçen
hadisten böyle bir hüküm çıkarmak isabetli değildir. Çünkü hadis-i şerifte söz konusu
edilen köle ergenlik çağma gelmeyen bir çocuktur. Nitekim Hz. Peygarnber'in bu köle
hakkında, "Erkek çocuk" anlamına gelen tabirini kullanması bunun en büyük delilidir.
[217]

12181

33. "Kadına İhtiyacı Bulunmayan Erkekler" Ayet-i Kerimesi Hakkında
(Gelen Hadisler)

4107... Aişe (ranha)'dan şöyle rivayet olunmuştur:

Peygamber (s.a)'in hanımlarının yanma kadın tabiatlı bir adam giriyordu. (Halk) onu
(kadınlara) ihtiyacı olmayan (erkekler) den sayıyorlardı. Derken bir gün o adam (Hz.
Peygamberin hanımlarının birisinin yanında iken Hz. Peygamber (bizim) yanımıza
giriverdi. Adam (o sırada) bir kadını tasvir etmekte idi ve, "Geldiği zaman dörtle gelir,
gittiği zaman sekizle gider" diyordu. Hz. Peygamber (bu sözü işitti ve): "Dikkat edin,
görüyorum ki bu adam orada ne olduğunu biliyor. Sakın sizin yanınıza bir daha

12191

gelmesin" buyurdu. Artık onu (gelmekten) menettiler.
Açıklama

"Muhanneş" yahut "muhannis"; ahlâk, hareket ve sözünde kadınlara benzeyen
erkektir. Bazen yaratılıştan kadına benzer ve tıpkı kadınlar gibi konuşur. Onun kadına
benzemesi kendi arzusuyla değildir. Bu bir nevi hünsa sayılabilir. (Hünsa, kendisinde
hem erkeklik hem de kadınlık uzvu bulunan kimsedir) Peygamber (s.a.v.)'in. bu adamı
ilk gördüğü zaman bir şey dememesi bundandır. Zaten herkes onun cima ihtiyacı
olmadığını kabul ediyordu.

Bazen doğuştan benzemediği halde kendi arzusuyla kadınlara benzemeye çalışanlar
vardır. Bunlara da "muhanneş" denir.

İşte burada bahis mevzuu oîan ve 4097 ve 4099 numaralı hadis-i şeriflerde lanetlenen
muhannesler bunlardır.

Rasûlullah (s.a.v)'in evine giren bu muhannesin ismi, meşhur kavle göre "Hît"tir.



Bazıları "Hinb", diğer bazıları da "Matı" olduğunu söylemişlerdir. Bu babda daha
başka isimler de zikredilmiştir ki. Gelen rivayetlerden, Rasûlullah (s.a)'m bunları
çeşitli yerlere sürgün ettiği anlaşılıyor.

İbn Kelbî'nin beyanına göre, "Hİt\ vasfettiği kadın hakkında ileriye giderek, "Ağzı
papatya çiçeği gibi, oturduğu zaman iki olur. Konuşursa renk saçar. Bacaklarının
arasındaki başaşağıya çevrilmiş bir kap gibidir" demiş. Rasûlullah (s. a) bunu
işitiyormuş ve, "Sen ona inceden inceye bakmışsın ey Allah düşmanı!" buyurmuş.
Sonra kendisini Medine'den Ha-ma'ya sürgün etmiştir. Tâif fethedilince onun tasvir
ettiği kız ımislüman olmuş ve Abdurrahman b. Avf ta evlenmiştir. Rasûlullah (s.a.v)
dünyadan gittikten sonra Ebû Bekir (r.a) Hît'i Medine'ye kabul etmemiş, Hz. Ömer
halife olunca bazı kimseler araya girerek şefaatçi olmuşlar, "Hît, artık zayıf, yaşlı ve
muhtaç bir kimsedir" diyerek Medine'ye gelmesine izin verilmesini rica etmişler. Hz.
Ömer de her cuma günü, Medine'ye gelerek dilenmesine, sonra yine yerine
gönderilmesine izin vermiştir.

Ulema, Hît'in sürgün edilmesine üç sebep zikretmişlerdir, bunlardan biri hadiste beyan
edildiği veçhile onun kadına ihtiyacı olmadığı zannedilmesi, hakikatte ise kadına
ihtiyacı olduğu halde bunu gizlemesidir. İkincisi kadınların güzelliklerini ve avret
yerlerini başkalarına anlatması-dır. Üçüncüsü de Hît'in kadınların mahrem yerlerine
kadar bütün cinsel özelliklerini öğrenmiş olduğunun meydana çıkmasıdır.
Hz. Peygamber, "Sakın sizin yanınıza bir daha girmesin" emriyle bütün muhannesleri
kasdetmiştir. Binaenaleyh, muhannes olanlar kadınların yanma giremediği gibi
kadınlar da açık saçık onların yanma girip çıkamazlar. Muhannesler aynen kadınlara
ihtiyaç duyan diğer erkekler hük-mündediıier. Enenmiş (hayaları çikarılmış) ve âleti
kesilmiş erkeklerde aynı hükümdedirler.

Hît'in, Gaylân'm kızını tasvir ederken, "Dörtle gelir sekizle gider" demesi, gelirken
vücudunun kabarık ve şişkin yerleri dört, giderken sekiz görünür manasmdadır.
Gaylân, Tâifm fethinden sonra müslüman olmuş, fakat hicret edememiştir. Beyaz
tenli, uzun boylu, kumral saçlı, iri ve yakışıklı bir zat olduğu söylenir. Vaktiyle
Peygamber (s.a.v) hakkında, "Kur'ân buna indirileceğine iki şehirden birinde büyük
bir adama indirilseydi ya" diyenlerden biridir. Kisra'ya bir heyet içinde gönderildiği
vakit onunla görüşmüş, Kisra onun aklını beğenerek, "Senin gıdan nedir?" diye
sormuş. O da "buğdaydır" deyince, "Bu akıl buğdaydandır. Sütle kuru hurmadan
r2201

değildir" demiş.

[221]

4108... Aişc (ranha)'dan, (bir önceki hadis-i şerifin) manası (rivayet edilmiştir).

4109... Şu (4107 numaralı) hadis Aişe'den, (ayrı bir senetle bir defa rîyavet edilmiştir.
Ancak bu rivayetin senedinde bulunan ravilerden Yunus bu rivayete şunları da) ilâve
etmiştir: (Hz. Peygamber bu kadın tabiatlı kimseyi Medine'den) dışarı sürgün etti. (Bu
sürgünden sonra o) çöllerde (yaşar) idi ve her cuma (günü Medine'ye iner. halktan)
f2221

yiyecek dilenirdi.

4110... el-Evzaî'den rivayet olunduğuna göre; şu (4307 numaralı hadiste anlatılan)
olayda (şu hâdise de varmış):



(Hz. Peygamber'e); "Ey Allah'ın Rasûlü, (eğer sen onu Medine'den sürgün edersen) o
zaman o açlıktan ölür" denmiş. Bunun üzerine Hz. Peygamber ona her hafta
Medine'ye iki defa girip dilenmesine, sonra (yine Medine'den) çıkmasına izin vermiş.
f2231

Açıklama

4107 nolu hadisi şerifin şerhinde geçen açıklamalar maiar, 4108 ve 4110 numaralı
hadisler için de geçerli olduğu için burada yeni bir açıklamaya lüzum görülmemiştir.
f2241

34. Allah Teâlâ'nın "Mümin Kadınlara Da Söyle Gözlerini (Haramdan)
12251

Sakınsınlar" Ayeti Hakkinda (Gelen Hadisler)

4111... İbn Abbas (r.a)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Mümin kadınlara da

f2261

söyle, gözlerini (haramdan) sakınsınlar" âyeti neshedildi de bundan," Evlenme

r2271

arzusu kalmamış oturan (ihtiyar) kadınlar..." âyet(inin hükmü) dışarıda bırakıldı.
[2281



Açıklama

Bu hadis-i şerif, Nür sûresinin 60.'âyet-i kerimesinin. Nûr sûresinin 31. âyetinin
kadınların örtünmesiyle ilgili genel hükmünü tahsis ettiğini ifade etmekte ve hayızdan,
doğumdan kesilmiş, artık nikâha ümidleri kalmamış olan, kimsenin evlenme
arzusunda bulunmayacağı ya A lı kadınların, yabancı erkekler karşısında sokakta
örtündüğü örtüyü zinet mahallerini göstermemek kaydıyla çıkarabileceklerine delâlet
etmektedir.

Söz konusu âyet-i kerimenin tamamı şu mealdedir: Evlenme ümidi kalmayan,
(yaşlanıp) olurmuş kadınlara, zilletlerini açığa vurmamak şarüyla dış elbiselerini
çıkarmaktan dolayı bir vebal yoktur. Ama iffetli davranmaları Onlar için daha

[2291

hayırlıdır. Allah her şeyi işitendir, her şeyi bilendir.

Ayet-i kerimeyi tefsir ederken Hafız İbn Kcsîr şöyle diyor: "Yaşlanıp oturmuş
kadınlara, dış elbiselerini çıkarmalarından dolayı bir günah yoktur." âyeti hakkında
İbn Mes'ud; başörtülerinin üzerine örttükleri örtü veya mantodur, demiştir. İbn Abbas,
İbn Ömer, Mücâhid, Saîd, b. Cü-beyr, Ebû Şa'sâ, İbrahim Nehaî, Hasan. Katilde,
Zührî, Evzâi ve başkalarından da böyle rivayet edilmiştir. Ebû Salih söyle der: Dış
elbiselerini bırakır da erkeklerin arasında gömlek ve başörtüsüyle durabilir. Saîd b.
Cü-beyr ve başkalarının söylediğine göre; Abdullah b. Mes'ud'un kıraatmda
( elbiseleri...) kelimesinin önünde bir de "inin" harf-i cerri vardır. Burada kastedilen
elbise, başörtüsünün üzerine örtülen bir örtüdür. Yaşlı kadının başında sık dokulu bir



başörtüsü olduktan sonra bu örtüyü çıkarmasında bir beis yoktur. Saîd b. Cübeyr,
"Zinueticrini açığa vurmamak şartıyla" âyeti hakkında şöyle der: Üzerindeki zinet
görünsün diye üstündeki dış elbisesini çıkarmak suretiyle açılıp saçilmamalı. İbn Ebû
Hâtim'in babası kanalıyla Hz. Aişe (r.a)'den rivayetine göre bir kadın Hz. Aişe'nin
yanma girip: Ey müminlerin annesi; kına, boya, küpe, halhal, altın yüzük ve ince
elbiseler hakkında ne dersin? diye sormuştur. Hz. Aişe şöyle cevapladı: Ey kadınlar
topluluğu, sizin durumunuz birdir. Açılıp saçılma olmaksızın Allah Teâlâ size zineti
helâl kılmıştır. Yani zinetinizin namahrem olan birine görünmesi sizin için helâl
değildir:

Süddî şöyle anlatıyor: Benini, Müslim adında bir ortağım vardı ve bu Huzeyfe İbn
Yemân'ın hanımının kölesi idi. Bir gün çarşıya geldiğimde elinde kına izi vardı.
Kendisine bunu sordum, hanımefendisinin -ki Hu-zeyfe'nin eşidir- başına kına
yaktığını söyledi. Ben bunu hoş karşılamadım ve: İstersen seni onun yanma götürüp
(bunu soralım), dedim. Eve gidelim, dedi. Beni hanımefendisinin yanma götürdü. Bir
de baktım ki yaşlı başlı bir hanım!. Ben: Müslim senin başına kına yaktığını bana
nakletti öyle mi? diye sordum. Evei, dedi: şüphesiz ben evlenme ümidi kalmayan,
yaşlanıp oturmuş kadınlardanım. Allah Teâlâ bu konuda senin de işittiğin şeyleri
[2301

buyurdu.

4112... Ümmü seleme (ranha)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s.a)'ın
yanında (bulunuyor) idim. Yanında Meymûne de vardır. Derken İbn Ümmü Mekiûm
çıkagekli. Bu (olay) biz örtünme ile emrolunduktan sonra (olmuştu). Bunun üzerine
Peygamber (s. a) (bize): "Ondan örtününüz" buyurdu.

Ey Allah'ın Rasûlü, o âmâ değilmi ? O bizi göremez ve tanıyamaz, dedik. Peygamber
(s. a) de:

"Siz de âmâ mısınız, onu görmüyor musunuz?" buyurdu.

Ebû Dâvûd dedi ki: Bu (emir) sadece Peygamber (s.a.v)'in hanımları içindir. Baksana,
Fâtıma binli Kays. (Abdullah) İbn Ümmü Mektûm'un yanında iddet beklemiştir. Hz.
Peygamber (s. a) Fâtıma binti Kays'a: "İbn Ümmü Mektûm'un yanında iddet (ini)
bekle. Çünkü o âmâ bir adamdır. Elbiselerini onun yanında (iken) çıkarabilirsin"
[2311

demiştir.
Açıklama

Hz. Ümmü Seleme ile Hz. Meymûne, ilim öğrengayesiyle Hz. Peygamber'in yanma
geldikleri bir sırada Hz. Peygamber'in müezinlerinden Abdullah İbn Ümmü Mek-tûm
da oraya çıkıp gelmiş. Abdullah âmâ olduğundan, Ümmü Seleme ile Meymûne
onun .gelmesiyle vücutlarının örtülmesinde yabancı erkekler karşısında gösterdikleri
titizliği göstermek istememişlerdir.

Hz. Peygamber, onları bu tutumlarından dolayı ikaz etmiş ve onlara Hz. Abdullah'ın
huzurunda da diğer yabancı erkeklerin huzurunda olduğu yüzle-riyle birlikte
gerdanlarını da örtmeleri gerektiğini, onun yanında bu şekilde örtünmeleri için
kendilerinin onu görebilmelerinin yeterli bir sebep olduğunu

ve Hz. Abdullah'ın âmâ olmasının onun huzurunda örtünme hususunda gerekli
titizliği göstermemek için bir sebep teşkil edemeyeceğini hatırlatmıştır.



Hadis-i şerifte özellikle ifade edildiğine göre bu olay, "Ey Peygamber! eşlerine,

f2321

kızlarına ve inananların kadınlarına söyle, örtülerini üstlerine salsınlar"
mealindeki örtünme âyeti indikten sonra olmuştur.

Bu bakımdan hadis-i şerifin zahiri, kadınların erkeklere bakmalarının caiz olmadığına
delâlet etmekledir. İmam Nevevî'ye göre ise (ki ulemânın cumhuru da aynı
görüştedir.) kadının, yabancı bir erkeğin diz kapaklan ile göbeği arası dışında kalan
kısımlarına bakması caizdir. Ancak bu cevaz fitne korkusu olmama şanıyla kayıtlıdır.
Binaenaleyh fitne korkusu olduğu zaman bu kısmlara bakması da haramdır.
Bu konuda Aliyyü'i FCârî şöyle diyor;

"Bu hadis-i şerif, kadının yabancı bir erkeğe bakmasının mutlak surette haram
olduğuna delâlet etmektedir. Bazıları da hadisteki bu yasağın fitne korkusuyla ilgili
olduğunu, fitne korkusu bulunmadığı zaman bu yasağın kalktımı söylemişlerdir,
kadının yabancı bir erkeğe bakmasının mutlak surette haram olduğu görüşünü
savunanlara göre; "Bir bayram günü Mescid-i Nebevî'nin avlusunda Hz. Peygamber'in

f2331

huzurunda Habeşîler oynarken Hz. Aişe'nin onları seyrettiğini" ifade eden hadis-i
şerif, Örtünme âyeti inmeden varid olmuştur. En doğru olan şudur ki, kadının yabancı
bir erkeğin avret yerlerine bakması haram, avret yerlerinin dışında kalan yerlere
bakması ise caizdir. Erkeğin avret yerleri göbeği ile diz kapağı arasıdır. Göbek ve diz
kapağının avret olup olmaması konusu fıkıh uleması arasında ihtilaflıdır. Biz fıkıh
ulemasının bu mevzudaki görüşlerini 4114 numaralı hadisin şerhinde açıklayacağız
inşallah. Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte kadının yabancı bir erkeğin avret
olmayan yerlerine bakmaktan da kaçınmasının takva ve verâ açısından daha uygun ol-
duğu ifade edilmektedir.

Hafız Süyûtî'nin açıklamasına göre, Habeşîlerin Mescid-i Nebevî'nin bahçesinde
oynamaları hadisesi hicretin 7. senesinde olmuştur. O sene, Hz. Aişe onaltı yaşında
idi. Bu durum bu hadisenin örtünme âyetinin inmesinden sonra olduğunu gösterir."
Görüldüğü gibi Aliyyül Kârı fr.a), mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifteki yasağı verâ
ile, Hz. Aişe'nin Mescid-i Nebevî'de oynayan Habeşî-leri seyrettiğini ifade eden
Hadisi şerifi de cevaz ile açıklamak suretiyle bu iki hadis arasındaki zahirî çelişkiyi
kaldırmış ve iki hadisin arasını telif etmiştir.

Aynı şekilde Hz. Peygamber'in Fâtıma binti kays'a, "Sen iddetini îbn Ümmii
Mektûm'un evinde bekle. Çünkü o âmâdır. Onun yanında elbiselerini çıkarabilirsin"
buyurduğunu ifade eden 2284 numaralı hadisi de bu şekilde cevaza hamledince
mevzumuzu teşkil eden hadisle onun arasında da bir çelişki kalmaz.
Bazıları da mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifteki yasağın sadece Hz. Peygamber'in
hanımlarına, bu mevzudaki cevazla ilgili hadislerin de diğer müslüman hanımlara ait
olduğunu söylemişlerdir ki Masannıf Ebû Dâvûd (r.a) metnin sonuna ilâve ettiği

[2341

sözleriyle bu görüşe işaret etmek istemiştir.

4113... Abdullah b. As'dan rivayet olduğuna göre; Peygamber (s. a): "Biriniz cariyesini
kölcsiyle nikahladığı zaman (artık bir daha cariyesinin) avret yerlerine bakmasın"
1235]

buyurmuştur.



4114... Abdullah b. As'dan rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s. a.) şöyle
buyurmuştur:

"Biriniz cariyesini kölesine yahut işçisine nikahladığı zaman cariyenin göbek(inin) altı

' 12361

ile diz kapak(mm) üstüne bakmasın."
Açıklama

Bu hadis-i şeritler; bir kimsenin cariyesini bir baş kasıyla evlendirdiği zaman artık
şehvetini tatmin yönünden o cariyeden istifade edemeyeceğini, o cariyenin artık
kendisine diğer yabancı kadınlar gibi haram olacağını, binaenaleyh onun sadece
hizmetinden yararlanabileceğini ifade etmektedir.

Hadisin zahiri ve diğer bazı hadisler; göbek ile diz kapağının avret yeri olmayıp bu
ikisi arasında kalan kısımların avret olduğunu ifade etmektedir.
Avnü'I Ma'bûd da bu konuda şöyle denilmektedir:

"Mîrkât" isimli eserde açıklandığı üzere; ulema erkeklerde göbeğin avret yeri
olmadığında ittifak etmişlerdir. Diz kapaklarına gelince, İmam Mâlik ile İmam Şafiî
ve Ahmed'e göre erkeklerde diz kapakları avret yeri değildir. İmam Ebû Hanîfe ile
İmam Şafiî'nin ashabından bazılarına göre erkeklerde diz kapağı avrettir.
Cariyenin avret yerlerine gelince. İmam Mâlik ile İmam Şafiî'ye göre cariyelerin avret
yerleri aynen erkeklerin avret yerleri gibidir. İmanı Ebû Hanîfe'ye göre

r2371

erkekierinkinden fazla olarak cariyelerin karınları ile sutları da avrettir."

35. Başörtüsü(nü Bağlamak) Nasıl Olur?

4115... Ümmü Seleme (ranha)'dan rivayet edildiğine göre;

(Bir gün) kendisi başörtüsünü bağlarken Peygamber (s. a) yanına girmiş ve, "Bir
dolam; iki dolam değil" buyurmuş.

Ebû Dâvûd dedi ki: "Bir dolanı; iki dolam değil" sözünün manası, "erkeklerin sarık
sarındığı gibi sarınma, onu (başına bir defa doladm mı yeter) bir veya iki dolam daha

[2381

ilâve etme" demektir.
Açıklama

4107 ve 4111 numaralı hadis-i şeriflerin şerhinde açıklandığı üzere, erkeklerin
kadınlara benzemesi nasıl haramsa. kadınların erkeklere benzemesi de aynı şekilde
haramdır.

İşte bu esastan hareketle Fahri Kâinat Efendimiz, kadınların erkeklere benzemekten
kaçınmak için başlarına bağladıkları örtüleri birden fazla dolam teşkil edecek şekilde
bağlamamalarını, bir dolam teşkil edecek şekilde bağlamakla yetinmelerini
emretmiştir.

Masannıf Ebû Dâvûd (r.a)'un metnin sonunda ilâve ettiği açıklamasından anlaşılan
f2391

budur.



36. Mısır Kıptîlerinîn Ketenden Yaptıkları Kubtiyye Denilen İnce Elbiseleri
Giymenin Hükmü

4116... Dihyc b. Halîfe el-Keibî (r.a)'den rivayet edilmiştir: Dedi ki;

Rasûllullah (s.a)'e, kubtiyye denilen ince kumaşlar getirilmişti. Onlardan birini bana

verdi ve:

"Bunu ikiye böl, birini (kendine) gömlek dik; diğerini de hanımına ver, onu kendisine
başörtüsü yapsın" buyurdu. Sözlerine şöyle devam etti: Hz. Peygamber'in bu emrini
alan) pbihye (oradan ayrılmak üzere) sırtını döndüğü zaman (Hz. Peygamber ona):
"Hanımına (bu kaputun) altında kendi (teni)ni göstermeyecek başka bir elbise
giymesini de emret" dedi.

Ebû Dâvûd dedi ki: Bu hadisi (Musa b. Çübeyr'den) Yahya b. Eyyub da rivayet etti.
(Şu farkla ki, Ubeyduliah b. Abbas'dan) "Abbas b. Ubey-dullah b. Abbas" diye
r2401

bahsetti.
Açıklama

"Kubüyye" ketenden dokunmuş ince kumaş demektir. Mısır'ın yerlileri olan kiptiler
tarafından dokunduğu için onlara nisbet edilerek bu isim verilmiştir.
Memleketimizde bu çeşit kumaşlara verilen kaput isminin "Kubtiyye" kelimesinin
bozulmuş şekli olması muhtemeldir.

Hz. Diriye, sözlerinin başında kendisinden "ben" diye bahsettiği halde, sonunda
üçüncü bir şahıstan söz edermiş gibi Dihye diye bahsetmesi edebiyatta "iltifat" denilen
söz sanatlanndandır.

İnce elbiseler sahibinin tenini dışarı yansıttıkları için Hz. Peygamber bu tehlikeye
dikkat çekmek gayesiyle Hz. Dihye'ye bu durumdan bahsetmiş ve hanımının
elbisesinin altına bir elbise daha giymedikçe onu giymemesi için uyarmıştır.
Altında başka bir elbise olmadan bu çeşit elbiseleri giyenler daha ziyade kadınlar
olduğu için Hz. Peygamber bu uyarısını yaparken Hz. Dih-ye'nin hanımı üzerinde
durmuş, Hz. Dihye'nin üzerinde durma lüzumu hissetmemiştir. Çünkü erkekler

I2İİI

gömleklerine genellikle şalvar üzerine giyerler.

37. Eteğin Uzunluk Ölçüsü Hakkında (Gelen Hadisler)

4117... Safiye binti Ebî Ubeyd'den rivayet olunduğuna göre; Rasûlullah (s. a), belden
aşağı giyilen eteklik(ler)den bahsedince hanımı Ümmü Seleme;
Ey Allah'ın Rasûlii, (bu hususla) kadm(m durumu nedir)? demiş. (Hz. Peygamber de):
" (Erkeğin eleğinden) bir karış (fazla) uzatır" buyurmuş. Ümmü Seleme:
O zaman (kadın yürüyünce) vücudunun bir kısmı açılır, demiş. (Hz. Peygamber de):

f2421

"Bir zira (arşın) uzatabilir, daha fa/la uzatatoaz" karşılığın vermiş.

4118... Şu (bir önceki) hadis Ümmü Seleme'den Süleyman b. Yesâr tarafından da
rivayet olunmuştur.

Ebû Dâvûd dedi ki: Bu hadisi İbn Lshak ve Eyyub b. Musa, Nâfı aracılığıyla



1243]

Safıyye'den rivayet etmiştir.



4119... İbn Ömer (r.a)'dan rivayet edilmiştir, dedi ki:

Rasûlullah (s. a), hanımlarının eteklerini erkeklerinkinden) bir karış (fazla)
uzatmalarına izin verdi. Sonra onu daha fazla uzatmak istediler.Bunun üzerine onlara
(eteklerini) bir karış daha uzatmalarına izin verdi.Bu hâdiseden sonra (kadınlar) bize
etek gönderiyorlardı, biz de onları bir zira (uzunluğunda olacak şekilde) ölçüyorduk.
f2441

Açıklama

4117 numaralı hadis-i şerif, Hz. Peygamber'in, kadınlara eteklerini erkeklerin
eteğinden bir karış fazla uzatmalarını tavsiye ettiği; Ümmü Seleme'nin, erkeklerin
eteğinden bir karış kadar uzunluktaki bir etekle yürüyen bir kadının yürüme esnasında
vücudunun bir kısmının açılabileceği endişesini belirtmesi üzerine, kadınların
eteklerini erkeklerden en çok bir zira fazla uzatabileceklerini söylediğim ifade
etmektedir. 4119 numaralı hadis-i şerifte kadınların, eteklerini erkeklerinkinden en
çok iki karış uzatabileceklerini ifade ettiğinden, sözü geçen hadisteki "iki karış"
kelimesi 4117 numaralı hadisteki "bir zira" kelimesinin tefsiri durumundadır.
Binaenaleyh, hadis-i şeriflerden anlaşılan mana şudur ki, kadınlar eteklerini erkeğin
eteğinden en çok iki karış, en-az bir karış uzatırlar. Bir karıştan daha az, iki karıştan
daha fazla uzatmaları caiz değildir. Burada şu husus hatırda tutulmalıdır: Anlatılan bu
konu erkeklerin entari giydikleri yerlerle ilgilidir.

Bu mevzuda Avnü'l-Ma'bûd müellifi, Hafız İbn Hacer'den naklen şöyle diyor:
"Erkeklerin eteklerinin uzunluğunda biri müstehap, diğeri de mubah olmak üzere iki
hal vardır. Müstehap olan hal, eteklerin dizlerinin yansına kadar inmesi ve daha
aşağıya inmemesi halidir.

Mubah olan hal ise eteklerinin topuklara kadar inmesi halidir.

Aynı şekilde kadınlar içinde bu mevzuda biri müstehap diğeri mubah olmak üzere iki
hal vardır. Erkeklerin eteğinden bir karış fazla uzatmaları mestehap hali. iki karış yani
bir arşın uzatmaları da mubah halidir.

Bezlü'l-Mechûd müellifinin dediği gibi, burada dikkati çeken bir husus daha vardır ki
o da kadınların eteklerinin yerde sürünecek kadar uzun olmasına verilen cevazdır.
Çünkü kadınların elekleri erkeklerin eleklerinden iki karış uzun olunca yerde
sürünmesi kaçınılmazdır. Nitekim İmam Tirmizi de hadisi rivayet ettikten sonra; "Bu
hadiste kadınlar için daha kapalı olacağından eteklerini yerde sürümelerine ruhsat
vardır" demiştir.

Hafız İbn Hacer'in açıklamasına göre; elbisenin yerde sürünecek kadar uzun olması
hakkındaki yasağın kadınlara ait olmayıp sadece erkeklere ait olduğunda icmâ vardır.

J245I

Aslında 4117 numaralı hadis-i şerif 4093 numaralı hadis-i şerifin devamıdır.

38. Ölü (Hayvanların) Derilerinin Temizlenmesi) Hakkında (Gelen Hadisler)

4120... (Hz. peygamber'in hanımı) Meymûne'den rivayet olunmuştur; dedi ki:



Bizim azatlı bir cariyemize sadaka (olarak toplanmış koyunlar) dan bir koyun hediye
edil(miş)ti, bir süre sonra koyun öldü. Derken Peygamber (s. a), (Ölü olarak yol
üzerine atılıverilmiş olan) bu koyunun yanından geçti ve:

"Bu koyunun derisini tabaklayıp ondan yararlanmalıydılar" buyurdu. (Bunu işitenler);
"Ey Allah'ın Rasûlü, o bir leştir, dediler. (Hz. Peygamber de):

12461

"Ölü hayvanın ancak yenmesi haramdır" karşılığını verdi.

4121... Şu (bir önceki) hadis, Zührî'den (bir başka senedle daha rivayet edilmiştir ve
bu rivayetinde Zührî) Meymûne'yi zikretmem iştir. (Bu rivayetinde Ziihrî; Hz.
Peygamber: "Onun derisinden faydalanmalıydınız" buyurdu, dedi(kten) sonra (bir
önceki hadisin manasını rivayet etmiş. orada geçen) tabaklamayı ise rivayet
r2471

etmemiştir.

4122... Ma'mer'den rivayet edilmiştir; dedi ki;

Zührî, (deri) tabaklamayı kabul etmezdi ve "deriden her hal-(li kâr)da yararlanılabilir"
derdi.

Ebû Dâvûd dedi ki: (4120 numaralı) Zührî hadisinde (onu rivayet edenlerden) el-
Evzaî, Yunus ve Ukayl; tabaklama kelimesini rivayet etmemişlerdir.

r2481

Tabaklanmayı ise, Zübeydî, Saîd b. Abdülaziz ile Hafs b. el-Velîd rivayet ettiler.

4123... İbn Abbas'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s.a)'ı;

f2491

"Deri tabaklandığı zaman temiz olur" buyururken işittim.

4124... Peygamber (s.a)'m hanımı Aişe (ranha)'dan rivayet edildiğine göre;
Rasûlullah (s. a), ölü (hayvan)larm derileri tabaklanınca (onlardan) yararlanılmasını
1250]

emretmiştir.
Açıklama

İmam Nevevî'nin açıklamasına göre, ulema "ihâb" kelimesinin manası üzerinde
ihtilâfa düşmüşlerdir.

Bazılarına göre bu kelime mutlak surette deri anlamına gelir. Bazılarına göre ise
"ihâb" derinin tabaklanmadan önceki halidir. Tabaklandıktan sonraki haline ise "edîm"
denir.

Hattâbî'nin açıklamasına göre ise, ulemadan bir kısmı ihâb kelimesinin sadece etleri
yenilebilen hayvanların derileri anlamına geldiğini bu bakımdan tabaklamanın
ancak. eti yenen hayvanların derileri için geçerli olduğunu, eti yenmeyen hayvanların
derilerinin tabaklanma ile temiz olmayacağını iddia etmişlerdir. Evzaî, İbn Mübarek,
İshak b. Râhûyeh ve Ebû Sevr bu görüştedirler.

Hattâbî'ye göre ihâb kelimesi, eti yenen hayvanların derileri için kullanıldığı gibi, eti
yenmeyen hayvanların derileri için de kullanılır.

Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifler, ölmüş bir hayvanın sadece etini yemenin



haram olduğunu, derilerininse tabaklanmakla temizleneceğine delâlet etmektedir.
Söz konusu hadisler aynı zamanda. Ölmüş bir hayvanın bütün kısımlarının haram
olduğunu ifade eden. "Sîze leş haranı kılındı" mealindeki âyet-i kerimenin genel olan
hükmünü tahsis etmişlerdir. Bu durum âyet-i kerimelerin hadis-i şeriflerle tahsis
edilebileceğine delâlet eder.

Ancak âyet-i kerimeyi hangi tür hadis-i şerifin tahsis edebileceği konusu ulema
arasında ihtilaflıdır.

Avnu'l-Ma'bûd da belirtildiğine göre, ölmüş bir hayvanın derisinin tabaklanmak
suretiyle temizlenip temizlenemeyeceği konusunda yedi görüş vardır:

1- İmam Şafiî'nin görüşü: Köpek ve domuz hariç bütün leşlerin derileri tabaklanınca
içiyle ve dışıyla temizlenmiş olur. Bu deriler tabaklandıktan sonra içleri de dışları gibi
temiz olduğundan ıslak yerlerde de kuru yerlerde de kullanılabilirler. Ali b. Ebî Tâlib
(r.a) ile Abdullah b. Mes'ud (r.a)'un da bu görüşte oldukları rivayet edilmiştir.

2- Hiçbir leşin derisi tabaklanmakla temiz olmaz. Ömer b. Hattâb (r.a) ile oğlu
Abdullah ve Aişe (ranha) da bu görüştedirler. İmam Mâlik'den rivayet edilen iki
görüşten biri üe İmam Ahmed'in meşhur olan görüşü de budur.

3- Eti yenen hayvanların leşlerinin derisi tabaklanma ile temizlenir, eti yenmeyen
hayvanların leşlerinin derileri temizlenmez. el-Evzaî ile İbn Mübarek, Ebû Sevr ve
İshak b. Rûhûyeh bu görüştedirler.

4- Domuzdan başka bütün hayvanların leşlerinin derileri tabaklanmakla temizlenmiş
olur. Bu İmam Ebû Hanîfe (r.a)'nin görüşüdür.

5- Her leşin derisi tabaklanınca dışı temizlenmiş olur, fakat içi temiz* lenmiş olmaz.
Bu bakımdan tabaklanmış deri kuru işlerde kullanılırsa da rutubetli işlerde
kullanılmaz. Çünkü içlerine yaşlılık erişince oradaki pisliği dışına çıkar. Bu sebeple
böylesi derilerin dış yüzeyi üzerinde namaz kılmırsa da giyilmek suretiyle içerisinde
namaz kılınmaz. İmam Mâlik'in meşhur olan görüşü budur.

6- Domuz ile köpek de dahil olmak üzere bütün hayvanların leşlerinin derileri içiyle
ve dışıyla temizlenmiş olur. Bu da Dâvud ez-Zâhiri ile Zahirîlerin görüşüdür. Bu görüş
İmam Ebû Yusuf tan da rivayet olunmuştur.

7- Her leşin derisinden yaş iken de kuru iken de yararlanılabilir. Yararlanabilmek için
tabaklamaya ihtiyaç yoktur. Zührî tarafından ileri sürülen bu görüşe ulema iltifat
etmemiştir. Zührî'nin bu husustaki dayanağı, 4120 numaralı hadis-i şerifte
"tabaklama" kelimesinin geçmemiş olmasıdır.

Kendisine, "Her ne kadar konu ile ilgili hadiste tabaklanmadan söz edilmiyorsa da
onun tefsiri mahiyetinde gelen ondan sonraki hadislerde tabaklamadan bahsedilmekte
ve leşin derisinin temizlenmesinin ancak tabaklama ile olabileceği açıklanmaktadır"

izm

diye cevap verilmiştir.

4125... Seleme b. el-Muhabbık'dan rivayet olunduğuna göre;

"Rasûlullalr (s.a), Tebük savaşında bir eve varmış, evde (deriden yapılmış) asılı bir su
tulumu görmüş ve (ev halkından tulumdaki) su (dan bir miktar vermelerini) istemiş.
(Onlar):

Ey Allah'ın Rasûlü, bu {su tulumunun derisi) bir leş(e ait)tir, demişler. (Hz.
Peygamberde):

I252J

"Onun tabaklanmış olması temizlenmesi (demek)dir" buyurmuş.



4126... Aliye binti Sübey'den rivayet olunmuştur; dedi ki:

Uhud'da bana ail bir koyun (sürüsü) vardı. Onlara kıran girdi(de pek çoğu öldü).
Bunun üzerine Hz. Paygambeı-'in hanımı Meymûne'yc varıp bu durumu kendisine
anlattım. Meymûne de bana:

Onların derilerini alıp onlardan yararlanmalıydın, dedi. (Kendisine):
Bu helâl inidir? dedi(m).

Evet. Bir defasında Kureyş'ıen bazı kimseler kendilerine ait bir koyunu eşek (sürür)
gibi sürüyerek Rasûlullah (s.a)'m yanma geldiler. Rasû-lullah (s. a) onlara;
"Derisini almalı (ve tabakladıktan sonra ondan yararlanmalı) idiniz" buyurdu. (Onlar
bu sözü işitince;)

O bir leştir, {onun derisinden nasıl yararlanabiliriz)? dediler. Rasûlullah (s. a) da:

1253]

"O deriyi su ve mazı temizler" karşılığını verdi.
Açıklama

4125 numaralan hadis-i şerif, tabaklama ile temizlenen bir derinin içinin de dışı
gibi'temizleneceğine ve içine su gibi sıvı maddeler konulabileceği gibi, böyle bir
deriden yapılmış elbise giyinmiş iken namaz kılan kimsenin namazının sahih ola-
cağına delâlet etmektedir.

Çünkü sözü geçen hadis-i şerifte Hz. Peygamber'in ölü bir hayvanın tabaklanmış
derisinden yapılmış bir su tulumundan su içtiği ve "bu derinin tabaklanmak suretiyle
temizlenmiş olduğunu" söylediği ifade edilmektedir.

İmam Mâlik'in iddia eltiği gibi, tabaklanan bir derinin sadece dışı temizlenip, içi
temizlenmemiş olsaydı içindeki su iç kısımlarına da nüfuz edeceği için Hz;
Peygamber ondan su içmezdi. Bu bakımdan söz konusu hadis İmam Mâlik'in
aleyhine; İmam Şafiî ile Ebû Hanîfe'nin lehine bir delildir.

1426 numaralı hadis-i şerif ise, leş derisinin sadece tabaklamakla te-mizlenmeyip

suyun da katkısı ile temizleneceğine delâlet etmektedir.

Avnu'l-Ma'bLid müellifinin ifade ettiğine göre, suyun yardımı iki şekilde olur:

1) Mazı ile karıştırılıp derinin üzerine dökülmesiyle olabilir.

2) Deri tabaklandıktan sonra suyla yıkanmasıyla olabilir. Söz konusu hadis-i şerifin bu
manaların ikisine de ihtimali vardır.

Bezlü'l-Mechûd yazarının dediğine göre, bu hadis-i şerif; "Deri, suyun katkısı
olmadan sadece tabaklanmakla temizlenmez; mutlaka suyun katkısı da olmalıdır"
diyenlerin delilidir. Domuz derisi dışındaki derilerin sadece tabaklanmakla
temizlenmiş olacağını söyleyen İmam Mâlik ile Şafiî ve Ebû Hanîfe'nin delilleri ise;
bir derinin tabaklanmakla temiz olacağını ifade eden 4123 numaralı hadis-i şerifle,

I254J

"tabaklanan her deri temiz olur" mealindeki hadis-i şerifin;. Ancak bu hadis,
köpeğin derisinden tabaklanmakla da temiz olmayacağım söyleyen Şâfıîlerin de
aleyhine bir delildir. Hanefîler, pisliğine dair hakkında âyet bulunduğu için domuz de-

1255]

risinin bu hadisin hükmüne girmediğini söylerler.



39. Ölü Hayvan Derisinden Yararlanamayacağına Dair Rivayet Edilen Hadisler



4127... Abdullah b. Ukeym'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Ben, genç iken Cüheyne
toprağında bulunduğum bir sırada bize Rasûlullah (s.a)'m bir mektubu okundu
(Mektupta şu ifadeler yer alıyordu): "Leşin derisinden de sinirinden de
[2561

yararlanmayınız. "

4128... Hakem b. Uteybe'cten rivayet olunduğuna göre;

Kendisi bazı kimselerle birlikte Cüheyne (kabilesin)'den Abdullah b. Ukeym'e
gitmişler. Hakem (sözlerine devam ederek şöyle) dedi: Yanımdaki insanlar Abdullah
b. Ukeym'in yanma girdiler. Bense kapıya oturdum, fonları beklemeye koyuldum).
Kısa bir süre sonra (oradan) çıktılar, benim yanıma (geldiler) ve Abdullah b. Ukeym'in
kendilerine şöyle söylediğini haber verdiler: "Rasûlullah (s. a) vefatından bir ay önce
Cühey-ne'ye bir mektup gönderdi. (İçerisinde şu ifadeler yer alıyordu): Ölmüş bir
hayvanın derisinden de sinirinden de yararlanmayınız."

Ebû Dâvûd dedi ki: Nadr b. Eş-Şümeyl. "Tabaklanmamış deriye 'ihâb' dendiğini,

[25U

tabaklanınca ona ihâb deniimeyip !şenn' ve "kirbe" dendiğini" söyledi.
Açıklama

Bu hadis-i şerifler, "hiçbir leşin derisi tabaklan malda temizlenmez" diyen Ahmet
b. Hanbel'in meşhur olan görüşüyle İmam Mâlik'ten rivayet edilen görüşlerden birini
te'yid etmektedir.

İmam Ahmed ile İmam Mâlik'in bu görüşünü savunanlara göre, "Bu ha-dis-i şeriflerde
söz konusu edilen Hz. Peygambere ait mektub, vefatından bir ay önce yazıldığı için bu
mevzuda kendinden önceki hadisleri neshetmiştir. Her ne kadar bu mektubu okuyan
kimsenin kim olduğu bilinmediği için mektubun muhtevası "mürsel hadis" durumunda
ise de bu, hadisin sıhhatine zarar vermez. Çünkü Hz. Peygamberin mektubunu
dinlemek, bizzat kendisini dinlemek gibidir. Eğer böyle olmasaydı, Hz. Peygamber
sağlığında kimseye mektup göndermezdi. Oysa sağlığında pekçok krallara mektup
göndermiştir."

Her ne kadar bu görüşte olanların iddiaları böyle ise de aksi görüşte olanlar bunu
tenkid ederek isabetsiz olduğunu söylemişler ve leşlere ait derilerin tabaklanmakla
temizleneceğini delillerle ispat etmişlerdir. f424 numaralı hadis-i şerifin şerhinde
açıkladığımız gibi, İmam Şafiî ile İmam Ebû Hanîfe ve taraftarları, domuz ve köpek
gibi bazı istisnaları bulunmakla beraber, şer'an pis olarak ölmüş olan hayvanların
derilerinin tabaklanmakla temizleneceği görüşündedirler. Sözü geçen fıkıh imamlarına
göre, böylesi derilerden yararlanılamayacağmi ifaden bu gibi hadis-i şerifleri,
tabaklanmakla temizlenebileceğim ve bu suretle kendilerinden yararlanılabileceğini
ifade eden hadis-i şeriflerle birlikte gözden geçirip değerlendirmek icab eder. Böyle
yapıldığı zaman; leşlere ait derilerden yararlanmayı yasaklayan hadislerin
tabaklanmayan leş derilerini, yararlanmayı emreden hadis-i şeriflerin ise tabaklanmış
olan leş derilerini kastettiği kolayca anlaşılır.

Ayrıca mevzumuzu teşkil eden bu leş derilerinden yararlanmayı yasaklayan hadisler
aslında sahih değillerdir. Avnü'l-Mâbûd müellifi, bu hadislere yöneltilen lenkidleri
Şevkânîden naklen şöyle hülasa eder:



"1- Bu hadis mürseldir. Çünkü rivayet eden Abdullah b. Ukeym, aslında Peygamber
(s.a)'den hadis almamıştır.

2- Bu hadis aynı zamanda munkali'dir. Çünkü Abdıırrahman b. Ebî Leylâ, Abdullah b.
Ukeym' den hadis dinlememiştir.

3- Bu hadis hem senedi hem de metni cihetiyle mıızdariptir. Çünkü senedinin birinde
bu hadisin Hz. Peygambcr'in bir mektubundan alındığı ifade edilirken, birinde
Cüheyneli bir şeyhden işitildiği, bir diğerinde de Hz. Peygamber'in mektubunu okuyan
bir kimseden işitildiği ifade edilmektedir. Diğer taraftan bu hadisin metinlerinden
birinde sözü geçen mektubun Hz. Peygamber'in vefatından bir ay Önce yazıldığı ifade
edilirken, birinde iki ay önce, diğer birinde kırk gün, bir diğerinde de üç gün önce
yazıldığı ifade edilmektedir. Bu bakımdan, bu gibi derilerin tabaklanmakla
temizleneceğini ifade etlen hadis-i şeriflerin böylesi zayıf hadislere tercih edilmesi
gerekir."

Nitekim İbn Abdilber ile Beyhakî ve Hafız İbn Hacer'in görüşlerine göre de,
yasaklanan leş derilerinden maksat tabaklanmamış deri (ihâb)lerdir.
Bu mevzuda İmam Tirmizî de şöyle diyor: Ahmed b. el-Hasan'dan işittim, dedi ki:
"Ahmed b. Hanbel, bu hadiste "vefatından iki ay önce" diye zekredilmiş olmasından
ölürü bu hadise itimad etmişti ve Rasülullah (s.a)'m son emrinin bu olduğunu söylerdi.
Bilâhara raviîer, hadisin senedinde karmaşıklığa düşünce, Ahmed bu hadisi lerketli.
Şöyle ki, bazıları (hadisin senedinde) "Abdullah b. Ukeym'den-Cüheyneli şeyhlerden"
1258]

dediler."

Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifler, pis olarak ölen bir hayvanın sinirlerinin de
etleri ve derileri gibi pis olduğunu ifade etmektedir, nitekim Hanefî ulemasından
AIiyyü'1-Kârî de; "Bir hayvanın canlı iken sinirlerinin kesilmesinin ona acı vermesi,
hayvanın ölmesi ile sinirlerinin de pisleneceğine ve cansız olan yün ve boynuzlar gibi

12591

temiz kalmayacağına delâlet etler" demiştir.

40. Kaplan Ve (Diğer) Yırtıcı Hayvanların Derileri Hakkında (Gelen Hadisler)

4129... Muâviye b. Süfyân (r.a)'dan rivayet edildiğine göre; Rasülullah (s. a):
"İpek(ten) ve kaplan (derisinden yapılmış) eyer"e binmeyiniz" buyurmuştur.
(İbn Seriy yahutla Ebîi Dâvûd) dedi ki: Muâviye (devlet başkam olduğu için)
Rasülullah (s.a)'dan (rivayet ettiği bu) hadiste tenkid edilmezdi.

Bize Ebû Saîd dedi ki: "Bize Ebu Dâvûd, Ebu'l-Mu'temir'in isminin Yezid b. Tahmân

[2601

olduğunu ve Hîre'ye yerleştiğini söyledi."

4130... Ebû Hureyrc (r.a)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (s. a): "Melekler

12611

yanlarında kaplan derisi bulunan yolculara katılmazlar" buyurmuştur.

4131... Halid (b. Mi'damJ'dan rivayet edilmiştir; dedi ki: Mikdâm b. Madîkerb'le Amr
b. el-Esed ve Kmnesrîn halkından olan Esedoğullanndan bir adam. Muâviye b. Ebû
Süfyân'a elçi olarak gelmişlerdi.
Muâviye, Mikdâm'a:



Hasan b. Ali'nin vefat ettiğini biliyor musun? dedi.

Mikdâm (bu haberi işitince) hemen "inna lillâhi ve inna ileyhi râciun" dedi.
(Esedoğullanndan olan) adam (veyahut orada bulunan bir başka adam) da Muâviye'ye:
Sen bu hâdiseyi (aramızda korkunç fitnelerin doğmasına yol açacak) bir musibet
olarak mı görüyorsun? dedi. Muâviye de ona:

Onu Rasûlullah (s. a) kucağına koyup, "Bu bendendir, Hüseyin de Ali'dendir"
buyurduğu halde ben bu hadiseyi niçin bir musibet olarak görmeyeyim? dedi.
Esedoğullanndan olan kişi de:

(Bu hâdise gerçeklen kıvılcımları her tarafa saçılıp büyük yangınlara sebep olabilecek
tehlikeli) bir alcş parçası(dir). Onu Allah söndürdü (ve bizi bu tehlikeden kurtardı)
dedi.

(Bu sözleri işiten) Mikdâm (Hz. Muâviye'ye hitaben):

Ben bugün seni öfkelendirmekten ve sana hoşuna gitmeyen sizleri işittirmekten geri
durmayacağını, dedi. Sonra şöyle devam etti: Ey Mu-âviye! Eğer ben (şimdi
söyleyeceğim sözlerimde) doğruyu söylemişsem beni tasdik et, eğer yalan
söylemişsen o zaman da beni yalanla, dedi. (Hz. Muâviye de):
(Peki öyle) yaparım, dedi. (Mikdâm):

(O halde ey Muâviye!) Allah aşkına söyle. Sen Rasûlullah (s.a)'m (erkeklere) alim
(yüzük) takınmayı yasakladığını bil(m)iyor musun? dedi. (Muâviye);
Evet, (biliyorum), cevabını verdi.

Allah için söyle. Rasûlullan (s.a)'m ipek giyinmeyi yasakladığını bil(m)iyor musun?
Evet (biliyorum), dedi.

Allah için söyle, Rasûlullah (s.a)'m yırtıcı hayvanların derilerini giymeyi ve o derilerin
üzerine binmeyi yasakladığını bil(m)iyor musun? dedi.
Evet, karşılığını verdi. (Bunun üzerine Mikdûm);

Allah'a yemin olsun ki ey Muâviye, ben bunların hepsini senin evinde gördüm, diye

konuştu.

Muâviye ise;

Ey Mikdâm. gerçekten anladım ki ben senin elinden asla kurtulamayacağım, dedi.
(Bu hâdiseyi nakleden Halid b. Mi'dân sözlerine devam ederek) dedi ki: (Bu
konuşmanın hemen arkasmdan) Muâviye (Mikdâm'm) iki arkadaşına verilmesini
emrettiğinden daha fazlasını Mikdâm'a verilmesini emretti ve oğlunun da (divandan)
iki yüz dinar (alanlar) arasına kaydedilmesini istedi. Mikdâm (Muâviye'nin kendisine
bağışladığı bu) bahşişleri (kendi yol) arkadaşlarına dağıttı. Hsedoğullarmdan olan kiş
ise (Hz. Mu-âviye'den aldıklarından) kimseye bir şey vermedi. Bu (haber) Muâviye'ye
ulaştı (da Muâviye): "Mikdâm cömert bir insandır. (Bu yüzden) elini açtı ve (elinde
olanı arkadaşlarına dağıttı). Esed oğulların dan olan kişi ise elifı'-dekini çok iyi tutan

f2621

(tutumlu) bir insandır" dedi.
Açıklama

Bu hadisti şerifler, kaplan eve benzerî yırtıcı hayvanların derilerinden faydalanmanın
caiz olmadığını ifade etmektedir.

el-Muvaffak'm açıklamasına göre; "Ulemadan bazıları bu hadis-i şeriflere dayanarak
kaplan gibi yırtıcı hayvanların derilerinin tabaklandıktan sonra da
temizlenmediklerini, hiçbir zaman onların üzerine oturmanın ve-yahutta onları



giymenin caiz olmayacağım söylemişlerdir. İmanı Evzaî ile İbnü'l-Mübârek, ishak ve
Ebû Sevr (r.a) bu görüştedirler. Hz. Câbir ile İbn Şîrîn ve Urve ise, bu derilerin
kullanılmasında bir sakınca görmemişlerdir. Hasan-ı Basit (r.a) ile es-Şa'bî ve Hanefî
ulemasına göre, bu deriler temizdir. Dolayısıyla onları kullanmak caizdir."
Bu gibi hayvanların murdar ölmeleri halinde dertleri tabaklanmak suretiyle yine
temizlenmiş olur.

Şâfiîlere göre ise, murdar olarak (boğazı kesilmeden) ölen yırtıcı hayvanların derileri
tabaklanma neticesinde temizlenmekle beraber tüyleri temizlenmiş olmaz.
Binaenaleyh onlardan faydalanılabilmesi için tabaklandıktan sonra ayrıca tüylerinin
suyla yıkanması gerekir. Yine Şâfiîlere göre; mevzumuzu teşkil eden hadis-i
şeriflerdeki yırtıcı hayvanların derilerini kullanmakla ilgili yasak, onları
tabaklanmadan ve tüyleri yıkanmadan kullanmakla ilgilidir. Tabaklanıp yıkandıktan
sonra kullanılmalanyla ilgili değildir. Zalim ve tenbel olan kişiler, bu derileri
genellikle tabaklamadan ve yıkamadan kullandıkları için hadis-i şerif, sözü geçen
derileri bu şekilde kullanmanın caiz olmadığını ifade için sevkedilmiştir.
Bu derilerin tabaklanma ile temizleneceğini söyleyen Hanefî ulemasına ve
taraftarlarına göre ise bu babda gelen hadis-i şeriflerdeki yasak, söz konusu derilerin
tabaklanmadan kullanılmasıyla ilgilidir, tabaklandıktan sonra kullanıimalanyla ilgili
değildir. Çünkü, "Derinin tabaklanması temizlenmesi demektir" mealindeki 4125
numaralı hadis-i şerifle "Ham olan herhangi bir deri tabaklanınca temizlenmiş
1263]

olur." mealindeki hadis-i şerif de buna delâlet etmektedir.

4131 numaralı hadis-i şerif ayrıca saf ipekten dokunmuş elbise giymenin ve altın
yüzük takınmanın haramiığma da delâlet etmektedir. Biz ipek giymenin hükmünü
4038-4039 numaralı hadislerin şerhinde anlatmıştık. Altın yüzük takmanın hükmü de
4222 numaralı hadisin şerhinde gelecektir.

4131 numaralı hadis-i şerifle sözü geçen Hz. Mikdâm'm oğlunun ismi Yahya'dır.
Hafız Münzirî'nin açıklamasına göre. 4130 numaralı hadisin ravüerin-den İmrân b.
Dâver. bazı ilim erbabınca lenkid edilmiştir.

4131 numaralı hadisin senetlinde bazı ilim erbabınca tenkid edilen Bakiyye b. el-Velîd
[2641

vardır.

4132... (Ebu'l-Melîh b. Üsâme'nin) babasından rivayet olunduğuna göre;

[265]

Rasûlullah (s. a) yırtıcı hayvanların derilerinden (yararlanmayı) nehyetmiştir.

41. Ayakkabı Giyme Hakkında (Gelen Hadisler)

4133... Câbir (r.a)'den rivayei olunmuştur; dedi ki:
Peygamber (s. a) ile birlikle bir yolculukta (bulunuyor) idik.

"Ayakkabıları (giymeye) çok önem veriniz. Çünkü insan ayakkabı giydiği sürece

r2661

(sanki) bin itli (gibi) olur" buyurdu.



Açıklama



Hadis-i şerif; ayakkabının insanın ayağını yolda bulunan taş ve diken gibi rahatsız
edici engellerden koruduğu ve yolun sikmiısım azalttığı için müslümanlara ayakkabı
giymeyi tavsiye etmekte; varacakları yere çıplak ayakla giden kimselere nisbetle daha
kolay ve zahmetsiz varacakları için. ayakkabı giyen kimseleri binitli olarak yolculuk

12671

yapan kimselere benzetmektedir.
Bazı Hükümler

1. Yolculukta ayakkabı giymek müstehaptır.

2. Bir kumandanın emri altında bulunan kimselere ayakkabı giymelerini tavsiye

r2681

etmesi müstehabtır.

4134... Enes (r.a)'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a)ün pabucunun

1269]

parmaklar arasına geçirilen iki (adet) küçük tasması vardı.
Açıklama

Ayak parmaklan arasına geçirilen tasma; şirâk, jse ayak parmıağmm üst kısmına
takılan tasma demektir.

Avnü'l Mâ'bûd'un açıklamasına göre. Paygamber (s.a)'in pabuçlarının ikişer
tasmacıkları vardı. Onlarda biri orta parmağı ile onun yanındaki parmağı arasında
olurdu.

el-Cezerî, "Birisi baş parmağı ile onun yanındaki parmak arasında; diğeri de orta
parmağı ile onun yanındaki parmak arasında olurdu. Bunların ikisini de kendilerine

r2701

takılan büyükçe bir tasma birleştirirdi" demiştir.

4135... Câbir (r.a)'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s. a), kişinin ayakkabıyı

1271]

ayakta giymesini men etti.
Açıklama

Bu hadis-i şerifte ayakkabıları oturarak giymek tavsiye edilmiştir. Gerçekten bazı
ayakkabıları ayakta giymek çok zor olur. Böylesi ayakkabıları giyebilmek için el yar-
dımına ihtiyaç vardır. Ayakla giyildiği takdirde insanın düşüp zarar görmesi ani eğilip
doğrulmalarla belinin sakatlanması mümkündür. Bu bakımdan ulemadan bazıları
hadisteki bu tavsiyenin her ayakkabı için olmayıp ancak giyilmesi el yardımıyla

f2721

mümkün olan ayakkabılar için olduğunu söylemişlerdir.

4136... Ebû Hureyre'den rivayet olunduğuna göre; Rasûlullah (s. a): "-Hiçbiriniz tek

r2731

ayakkabı ile yürümesin. Ya ikisini de giysin ya ikisini de çıkarsın" buyurmuştur.



4137... Câbir'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (s. a) şöyle buyurmuştur:
"Birinizin (pabucunun) tasması koptuğu zaman, tasmasını onartincaya kadar tek

r2741

pabuçla ile yürümesin. Tek mest ile de yürümesin ve sol el(iy)le yemesin."
Açıklama

Hattâbî'nin de ifade ettiği gibi, tek ayakkabr ile yürümek başkalarının dikkatini çeker.
Nitekim 4029 numaralı hadis-i şerifte başkalarının dikkatini çekmek için bir giysi giy-
mek lanetlenmiştir. Tek ayakkabı giymek böyle olduğu gibi, belden yukarısına giyilen
elbiselerin kolunun birisini serbest bırakıp diğerini giymek de böyledir. Ayrıca göze
de çirkin görünür. Çünkü insanlar onun bir ayağının ötekinden kısa olduğunu
zannedebilirler.

Hafız İbn Hacer (r.a) bu mevzuda şöyle diyor:

"Hadis-i şerifteki yasağa uymamak insanın vakarım giderir. Hadis-i şerifte belirtilen
yasak giyiniş şekilleri şeytanın kıyafetidir. Sol elle yemek yemek de ayı şekilde
şeytana amir. Bir de hadis-i şerifte yasaklanan bu davranış şekillerinde insan için bir
zorluk ve tehlike de söz konusudur." Çünkü insan tek ayakkabı ile yürürken dengeyi
kaybedip düşebilir. Sol elle yemek yiyenin de etrafına uyum sağlayamadığı için
yemeği üzerine dökebilir.

Neyevî'nin açıklamasına göre. bu hadis-i şeriflere aykırı hareket etmek tenzihen
mekruhtur.

Bazıları, Tirmizî'nin rivayet ettiği. "Rasûllııüah (s. a) bazen tek ayakkabı ile
1275]

yürürdü" Vieâlindeki "hadis-i şerifle mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifler
arasında çelişki bulunduğunu söyleyerek bu hadisleri reddetmek istemişierse de İbn
Kuieybc onlara şu cevabı vermiştir:

"Biz deriz ki: Efhamdüllah burada herhangi bir terslik yoktur. Çünkü bir kimsenin
ayakkabısının tasması koparsa ya o ayakkabıyı atar veya eline alır ve bir başka tasma
buluncaya kadar tek ayakkabı ile yürür.

İki ayakkabı, iki mest ve diğer ikili olarak kullanılan elbiselerde bunlardan birinin
kullanılıp diğerinin kullanılmaması çirkin ve hoş karşılanmayan bir harekettir. Keza
ridânm sadece bir omuza atılıp diğer omuzun açık bırakılması çirkindir. Fakat bir
kimsenin ayakkabısının tasması kopabilir ve onu tamir ettirene kadar hu halde bir iki
veya üç adım atabilir. Muhakkak ki, bu ne çirkindir, ne de kötü görünen bir harekettir.
Azın hükmü pek çok yerde çoğun hükmüne muhalif olabilir. Görmüyor musun, namaz
kılan bir kimsenin rükû halinde iken önündeki boş safa doğru bir iki veya daha çok
adım atması caizdir de, yine rükû halinde olduğu halde yüz veya iki yüz zira (arşın)
yürümesi caiz değildir.

Keza ridâsi düşünce onu omuzlarında ativermesi (namazda) caizdir de, namazda
elbisesini toplaması veya uzunca bir iş yapması caiz değildir.

Yine bir kimse namazda tebessüm ederse namazı bozulmaz, fakat kahkaha ile gülerse
12761

namazı bozulur."

4138... İbn Abbas (r.a)'dan şöyle elediği rivayet olunmuştur:



Kişi otur(mak iste) diği zaman, ayakkabılarını çıkarıp (sol) yanma koyması
r2771

sünnettendir.



Açıklama

İnsan bir yerde bir süre oturmak istediği zaman ayakkabılarını çıkarıp sol tarafına
koyması müste-haptır. Ayakkabıda pislik bulanahiieceği için onu sağ tarafına ve kıble
cihetine koyması caiz değildir. Çünkü insanın bu iki ciheti devamlı hürmete lâyık
olduklarından insan oralara karşı her zaman edepli davranıp, edebe aykırı
davranışlardan kaçınmalıdır.

Ayakkabıları arkaya koymaksa hırsızlık tehlikesi sebebiyle orada kaldığı sürece
sahibinin gönlünü meşgul edeceğinden sakıncalıdır.

Bir memleketle kıble ciheti genellikle değişmezse de sağ, sol ve arka dhetieri insanm
durumuna göre değişebilir. Bir başka ifadeyle bu cihetler izafîdir. Fakat bu cihetlerin
izafî olması hadisin hükmünü değiştirmez, İnsanın sağ tarafına gelen cihet devamlı

r2781

hürmete lâyıktır. Kıble ciheti de böyledir.

4139... Ebû Hureyre'den rivayet edildiğine göre; Rasûlullah (s. a): "Biriniz ayakkabı
(smı) giyeceği zaman sağdan başlasın, çıkaracağı zaman da soldan başlasm. Sağı,

r2791

giyerken ayakların ilki, çikarırker de sonuncusu olsun" buyurmuştur.
4140... Aişe (ranha)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki:

"Rasûlullah (s. a), temizlenmesinde, taranışında, ayakkabısm(ı) giyme de (yani) bütün
işlerinde elinden geldiği kadar sağdan başlamayı severdi."

Müslim (bu hadisi); "misvak kullanırken de(sağdan başlamayı severdi)" diye rivayet
etti. "Bütün işlerinde" (kelimesini) rivayet etmedi.

Ebû Dâvûd dedi ki: Bu hadis-i Şu'be'den Muaz da rivayet etti. (Fakat)

r2801

"misvaklanmasmda da (sağdan başlamayı severdi" sözünü) rivayet etmedi.

4141... Ebû Hureyre'den rivayet olunduğuna göre; Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:

12811

"Giyinirken ve abdest alırken sağ taraflarınızdan başlayınız."
Açıklama

Bu hadis-i şerifler her ne kadar Rasûlullah (s.a)'m her işe sağdan başladığını ifade
ediyorlarsa da buradaki umum, haricî delillerle tahsis edilmiştir. Bu mevzuda Nevevî
diyor ki:

"Sağdan başlama meselesi şeriatın daimî bir kaidesidir, kaide şudur: Tekrim ve teşrif
babından olan; elbise, ve mest giymek, mescide girmek, misvak tutunmak, sürme
çekinmek, tırnak kesmek, bıyık kısaltmak, saç taramak, koltuk yolmak, bası tıraş
etmek, namazda selam vermek, taharet azalarını yıkamak, heladan çıkmak, yiyip
içmek, musafaha etmek, Hacer-i Esved'i öpmek ve benzeri şeylerde sağdan başlamak



müstehaptır. Bunun zıddı olan helaya girmek, mescidden çıkmak, burnunu silmek, ta-
haretlenmek, elbise, don ve mest çıkarmak gibi şeylerde ise soldan başlamak
müstehaptır. Bütün bunlar sağ tarafın keramet ve şerefmdendir."
Bazıları şöyle demişlerdir: "Bu meselenin hakikati şudur: Yapılması maksut ve matlup
olan işlerde sağdan başlamak müstehaptır. Soldan başlaması müstehap olan fiiller
maılup değildir. Bunlar ya terki matlup yahut yapılması maksut olmayan
r2821

fiillerdir."
Bazı Hükümler

1. Sağ soldan şereflidir.

2. Başı yıkarken, tıraş ederken ve tararken sağ taraftan başlamak müstehaptır. Vakıa
yıkamakta ve taramakta kiri gir dermek, tıraş olmakta da saçı gidermek manası
olduğu, binaenaleyh bunların izale kabilinden gayri maksut fiiller sayılması lâzım
geldiği hatıra gelebilirse de hakikatte bu fiiller başı tezyin ve güzelleştirme maksadıyla
yapıldığından maksut fiillerden sayılırlar.

3. Ayakkabı ve mest gibi şeyleri de sağdan başlayarak giymek müstehaptır.

4. Abdestte her uzvu sağdan başlayarak yıkamak müstehaptır. İbnü'l-Münzir: "Abdest
alırken soldan başlayana iade lazım gelmediğine ulema icmâ etmişlerdir" diyor.
Filhakika Hz. Ali ve İbn Mes'ud'un; abdest alırken; "Sağdan mı başladım, ehemmiyet
vermem" dedikleri rivayet olunur. Nevevî, abdest alırken sağdan başlamanın sünnet
olduğuna bütün ulemanın ittifak ettiklerini, bunu yapmayanın fazilete nail
olamayacağını, mamafih abdestinin tamam olduğunu söyler. Onun bütün ulemadan
muradı Ehli Sünnet ulemadır. Çünkü Şiilerin mezhebine göre sağdan başlamak farzdır.
Ulema'dan Râfı'î, İmam Ahmed.b. Hanhel'in de sağdan başlamanın vücubuna kail
olduğu zannmı veren sözler söylemişse de bu iddia doğru değildir. Zira H an be lî'I
erden cl-Muğnî isimli eserin sahibi İbn. Kudâme, "Sağdan başlamanın vacip olmadığı
hususunda hiçbir hilaf bilmiyoruz" demiştir.

Nevevî diyor ki: Soldan başlamak ne kadar kifayet etse de mekruhtur. İmam Şafiî, el-
Ümnı isimli eserinde bunu bilhassa tasrih etmiş sonra şunları söylemiştir: Malumun
olsun ki. abdest azalarının içinde sağdan başlanması müstehap olmayanlar da vacdrr.
Bunlar kulaklar, avuçlar ve yanaklardır. Mezkur uzuvlar bir defada yıkanılır. Şayet bir
defada yıkamak mümkün olmazsa o zaman sağdan başlanır.

Mevzumuzu teşkil eden btı hadisler sağdan başlamanın lüzumu hakkında nasstir.
Binaenaleyh ona muhalif harekette bulunmak ya mekruh, yahutta haram olacaktır.
Muhalif hareketin haram olmadığına icma bulunduğuna göre onun mekruh olması icap
f2831

eder.

42. Döşekler Hakkında (Gelen Hadisler)

4142... Câbir b. Abdullah'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s. a) yataklardan
bahsetti ve şöyle buyurdu:

"Erkek için bir döşek, hahim(ı) için bir döşek, (ayrıca) misafir için de bir döşek

r2841

vardır. Dördüncü fdöşek ise) şeytan içindir."



Açıklama



Bu hadisten murad. ihtiyaçtan fazla döşek edinmenin doğru olmadığını beyandır.
Çünkü fazlasını edinmek, öğünmek, böbürlenmek ve dünya zinetine aldanmak içindir.
Bu sıfatta olan herşey kınanır ve çirkindir. Mezmum olan şeyler de şeytana izafe
edilir. Çünkü şeytan bu gibi şeylerden razı olur. İnsanlara vesvese vererek onları cüzel
gösterir.

Ulemadan bazıları hadisi zahirî manası üzere bırakmışlardır. Bu takdirde lüzumsuz
yere edinilen yalak vs. şeytan için hazırlanmış olur. Şeytan gece ve gündüz
istirahatlarında o döşekte yatar. Nitekim bir kimse aeceleyin evine girerken Besmele
çekmese orada da geceler.

Karı koca için ayrı bir döşek edinmeye gelince; bunda bir beis yoktur. Çünkü her biri,
hastalık ve benzeri hallerde ayrı döşeğe muhtaç olabilir. Bazıları bununla istidlal
ederek. "Bir kimsenin karısıyla beraber yatması lâzım gelmez, ayrı döşekte yaiahilir"
demişlerse de bu istidlal zayıftır. Çünkü burada maksat hastalık ve benzeri ihtiyaç
zamanıdır. Gerçi bir kimsenin mutlaka karısıyla bîr döşekle yatması vacip değilse de,
doğrusu şudur ki bir özür bulunmadıkça beraber yatmaları efdaldir. Rasûlullah (s.a)'m
davamlı yaptığı fiili budur.' Her gece teheccüd namazına kalkar, sonra yine zevcesenin
12851

yanma yatardı.

İnsanın ayrıca bir de misafir için yalak bulundurması icab eder. Çünkü bu misafirin

r2861

hakkıdır ve insanın kereminin bir alâmetidir.

4143... Câbir b. Semüre'den rivayei olunmuştur; dedi ki: Hz. Peygamber (s. a) evinde
iken yanma girdim. Kendisini bir yastık üzerine dayanmış bir halde gördüm.
(Ravi Abdullah) el-Cerrah (bu riyavele); "solu üzerine" (sözünü de) ekledi.
Ebû Dâvûd dedi ki: İshak b. Marisûf da (bu hadisi) İsrail'den aynı şekilde, "solu

r2871

üzerine (yastığa dayanmış halde gördüm)" diye rivayet etti.
Her ne kadar ravi Câbir b. Semüre Hz. Peygamberi

Açıklama

Her tarafı üzerine yaslanmış bir halde görmüşse de bu, Hz. Peygamber'in sağ tarafı
üzerine hiç yaslanmadığı anlamına gelmez. Ravi sadece gördüğünü rivayet ermiştir.
Aslmda Hz. Peygamber'in soluna yaslandığı gibi sağma da yaslandığı sabit

f2881

olduğundan, insanın sağ israfına da sol tarafına da yaslanması caizdir.
Hz. Peygamber'in yastık üzerine yaslandığında rivayetler birleşiyorsa da sol tarafına
yaslandığında bütün rivayetler birleşmiyor. Bu mevzuda İmam Tirmizî şöyle diyor:
"Bu hadis hasen gariptir. Birden çok ravi, bu hadisi İsrajl'den, Simâk'dan, Câbir b.
Semüre'den Câbir'in; "Hz. Peygamber' i (s. a), bir yastığa yaslanmış olarak gördüm"
dediğini rivayet etmekte ve (fakat), "solunda bulunan" ibaresini

r2891

zikretmemektedirler. "



4144... Saîd b. Arar, el-Kureyşî'nin babasından rivayet olunmuştur; dedi ki:

İbn Ömer, Yemen halkından (develerinin) palanları deriden olan bir yol arkadaşları

topluluğu gördü ;

Her kim (sadelik bakımından) Rasûlullah (s.a)'m ashabına benzeyen bir yol

[2901

arkadaşları topluluğu görmeyi severse şunlara baksın, dedi.
Açıklama

Bu hadis-i şerif Hz. Peygamber'in ashabına uymaya ve her hususta onlara benzemeye
çalışmaya teşvik etmektedir. Bilindiği gibi Kur'an'ı kerim'de Allah kelamıyla övülen
ashab-ı kiram, her hususta Hz. Peygamberi örnek alırlardı. Dolayısıyla onlara uymak
ve onları örnek almak, Hz. Peygambere uymak ve onu örnek almak demektir. İnsanın
yolculuktaki yükü, onun yolculuk süresince yatağı ve sergisi demektir. İşte bu hadisin

£2911

bab başlığı ile ilgisi de burasıdır.

4145... Câbir (r.a) dedi ki: Rasûlullah (s. a) bana;
"Döşeklerinizin dış yüzü var mı?" diye sordu.

Bizim için döşeklere dış yüz almak nerede? cevabını verdim.(Bunun üzerine);

"Şunu iyi bilin ki ileride sizin döşeklerinizin (bir de) dış yüzleri olacaktır" buyurdu.

f2921

Açıklama

"Nemt" kelimesi, Mütercim Asım Efendİ'nin ifade ettiğine göre, mutlak olarak
döşeğin dış yüzü anlamına gelir. Musannif Ebû Dâvûd da bu kelimeyi böyle anladığı
için mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifi döşekleri konu alan bu bab'a yer-
leştirmiştir.

Bu kelime, saçaklı halı, perde, deve palanı üzerine serilen ince sergi ve yol gibi
manalara da gelmektedir. Avnu'l-Ma'bûd yazarı Azîmâbâdî ve Nevevî söz konusu
kelimenin burada döşeğin dış yüzü manasında kullanıldığını ifade ederlerken; Bezlü'l-
Mechûd yazarı, saçaklı halı manasında kullanıldığını söylemektedir.
Bu hadis, Hz. Peygamber'in istikbale ait verdiği haberlerle ilgili mucizelerinden
biridir. Çünkü gerçekten Hz. Peygamber'in bu haberine Uygun olarak ileride döşeklere
çekilen dış yüzler de, saçaklı halılar da, perdeler ve deve palanlarının üstüne gerilen
ince sergiler de ortaya çıkmış ve bunlar müslümanlar tarafından kullanılmaya
başlanmıştır.

Hadis-i şerif, üzerinde resim ve ipek gibi haram unsurlar bulunmadığı takdirde, halı ve
yatak yüzü gibi eşyanın kullanılmasında bir sakınca olmadığına delâlet etmektedir.
r2931



4146... Aişe (ranha)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s.a)'m yastığı, -Ibn
Menî (bu sözü "Rasûlullah'm) geceleyin üzerinde uyuduğu yastığı" diye rivayet etti;



Hadisin bundan sonraki kısmını (Osman b. Ebî Şeybe ile İbn Menî'nin her ikisi de)
birleşerek (şöyle rivayet ettiler - İçi (hurma) lifi (ile dolu, tabaklanmış) bir deri (den
r2941

ibaret) idi.
Açıklama

Hadis-i şerif, istirahat için yastık ve yatak üzerindi yatıp uyumanın cevazına ve Hz.
Peygamber'in gayet sade bir hayat tarzı yaşadığına delâlet etmektedir. Ümmetinin her
hususta mesut ve güvenceli bir hayata sahip olmaları da hayatlarının her noktasında
onu örnek almalarıyla mümkündür. Fahr-i Kâinat Efendimiz hayatında herşeyin en azı

[295]

ve en sadesi ile yetinirdi.

4147... Aişe (ranha)'den rivayet edilmiştir; dedi ki:

Rasûlullah (s.a)'m yatağı, içi (hurma) lif (i ile) dolu (tabaklanmış) bir deri (den ibaret)
[2961

idi.

4148... Üirirftü Seleme'den rivayet edildiğine göre; "Onun yatağı, Peygamber (s.a)'in
(kendi hücresinde) mescid (olarak kullanıldığı yer) in (tam) hizasında olduğunu
T2971

söylemiştir."
Açıklama

Bu hadis-i şerif istirahat için yatak üzerinde yatıp uyumanın ve evin bir kısmini
mescid olarak tahsis etmenin cevazına delâlet etmektedir. Rivayete göre Hz. Peygam-
ber'in yatağı boyutları itibariyle aynen bir kabri andırırdı. İmam Gazaîî'nin tesbitine
göre Hz. Peygamber'in yatağının uzunluğu aşağı yukarı iki arşın, eni de bir arşın ve bir
r2981

karış kadardı.

43. Perde Kullanma Hakkında (Gelen Hadisler)
4149... Abdullah b. Ömer'den rivayet olunduğuna göre;

Rasûlullah (s. a) (bir gün seferden dönünce doğru kızı) Fâtıma'ya vardı, (fakat)
kapısında bir perde (asılı olduğunu) görünce girmedi. (Abdullah rivayetine devam
ederek şöyle) dedi: (Rasûlullah (s.a)'m bir yolculuktan dönüşünde ziyaretine)
Fâtıma'dan başlamadan (hanımlarından birinin yanma) girmesi pek az olurdu. Ali (r.a)
(evine döndüğü zaman) Fâtima'y] üzüntülü bir halde görünce, "Neyin var?" diye
sordu. (Hz. Fâtıma da);

Peygamber (s. a.) bana uğradı da yanıma girmedi, cevabını verdi. Ali (r.a) (Hz.
Peygambere varıp);

Ey Allah'ın Rasûlü, senin kendisine uğrayıp da yanma girmemen Fâtıma'nm pek
ağrına gitmiş, dedi. (Hz. Peygamber de):

"Ben nasıl dünya ile beraber olabilirim ve nasıl nakış (lar)la bir arada bulunabilirim?"



buyurdu.

Bunun üzerine (Hz. Ali, Hz.) Fâtıma'ya varıp kendisine Rasûlullah (s.a)'m sözünü
bildirdi. (Hz. Fâtıma Hz. Peygamber'in söylediklerini öğrenince Hz. Ali'ye; hemen git)
Rasûlullah (s.a)'a (bu hususta) bana ne emrettiğini sor, dedi. (Hz. Ali varıp Hz.
Peygambere, bu hususta Hz. Fâtıma'ya ne emrettiğini sordu.) (Hz. Peygamber de):
"Ona söyle, o perdeyi falanlara göndersin." Onların örtünmek için bir elbiseye çok

f2991

ihtiyaçları vardır, onu kendilerine elbise yapsınlar) buyurdu.

4150... Şu (bir Önceki hadis) (Muhammed) İbn Fudayl'm babasından da (rivayet
olunmuştur. Şu farkla ki İbn Fudayl bu hadisi; "Hz. Fâtıma'nm kapısında) nakışlı bir

DOOl

perde vardı" diye rivayet etti.
Açıklama

Bu hadis-i şerifler, ihtiyaç yokken kapılara ya da pencerelere perde takmanın caiz
olmadığına delâlet etmektedir.

Bezlü'l Mechud'taki açıklamaya göre, el -Muvaffak bu konuda şöyle demiştir:
"İhtiyaçtan dolayı evlere resimsiz perde asmakta bir sakınca yoktur. Binaenaleyh
soğuktan veya sıcaktan korunmak için kapılara ya da pencerelere perde takabilir.
Fakat böyle bir ihtiyaç yokken sadece süs ve gösteriş olsun diye kapılara veya
pencerelere perde takılması mekruhtur. Hatta bir davete giden kimsenin gittiği yerde
böyle bir ihtiyaç yokken asılmış bir perde görmesi orayı terketmesi için meşru bir
mazeret sayılır. Nitekim Hz. Ebû Eyyub, davetli olduğu bir düğün evinde böyle bir
perde gördüğü için oraya gitmekten vazgeçmiş ve onların yemeğini yememiştir. Bu
bakımdan İmam Şafiî; ihtiyaç yokken evlere perde asmanın mekruh olduğunu
söylemiştir. Bazıları da mevzumuzu teşkil eden hadis-i şeriflere bakarak, ihtiyaç
yokken perde takmanın Hz. Peygamber için haram olduğunu söylemişlerdir."
Nitekim yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde Peygamberine hitaben; "Onlardan bazı
zümrelere kendilerini denemek için verdiğimiz dünya hayatının süsüne gözlerini

[3011 [302]
dikme. Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha süreklidir" buyurmuştur.

Bazı Hükümler

1. Soğuk ve sıcaktan korunmak gibi bir ihtiyaç ypfclçen sırf süs olsun diye evlere per-
de asmak caiz değildir. Günümüzde özellikle apartmanlarda evlerin içini yabancı
kimselerin nazarlarından korumak için perde asmakta bir sakınca olmadığı gibi, bu
yapılması zorunlu bir şeydir.

2. Bir kimsenin çoluk ve çocuğunu, ailesini ve yakınlarını tedib etmek ve onlara
yaptıkları işin meşru olmadığını hissettirmek için o işi bırakm-caya kadar evlerine

r3031

gitmeyi terketmesi caizdir.



44. Elbisede Haç Resmi Bulunması



4151... Aişe (ranha)'den rivayet olunduğuna göre;

Rasûlullah (s.a), evde üzerinde haç resmi bulunan hiçbir şeyi bırakmaz, onu mutlaka
I304J

imha edermiş.
Açıklama

Üzerinde hıristiyanlık alâmeti olan haç resmi bulunan eşyavı evde bulundurabilmek

r3051

için haç resmini imha ve iptal etmek gerekir. Hadis-i şeriften anlaşılan budur.
45. Resim Hakkında Gelen Hadisler

4152... Ali (r.a)'den rivayet olunduğuna göre: Peygamber (s.a): "-İçinde resim, köpek

D061

ve cünüp bulunan bir eve melekler girmez" buyurmuştur.

4153... Ebû Talha el-Ensârî'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Ben Peygamber (s.a)'i;
"Melekler, içerisinde köpek ve heykel bulunan eve girmezler"

derken işittim. (Ben bu hadisi rivayet edince Zeyd b. Halid el-Cühenî bâ-na; haydi)
bizi müminlerin annesi Aişe'ye götür, bu hadisi kendisine soralım, dedi. Bunun
üzerine (Hz. Aişe'nin yanma) gittik ve;

Ey müminlerin annesi! Ebû Talha bize Rasûlullah (s.a)'dan şöyle (dediğini) rivayet
ediyor. (Gerçekten sen de) Rasûlullah (s.a)'i bunları söylerken (hiç) işittin mi? dedik.
Hayır, fakat (şimdi) size Hz. Peygamberi (bizzat) yaparken gördüğüm (buna benzer)
bir işi anlatacağım. Rasûlullah (s.a), savaşlarından bir savaşa çıkmıştı. Ben onun
savaşından dönmesini bekliyordum. Derken (yünden dokunmuş olan) bize ait bir
yaygıyı genişçe bir tahtanın üzerine örttüm. (Hz. Peygamber) gelince kendisini
karşıladım ve;

Ey Allah'ın Rasûlu! selâm, Allah'ın rahmet ve bereketi senin üzerine olsun, seni aziz
ve kerim kılan Allah'a hamdolsun, dedim. Eve baktı ve yaygıyı gördü. Bana hiçbir
cevap vermedi. Yüzünde bir memnuniyetsizlik (alâmeti) gördüm. Hemen yaygıya
varıp onu yırttı, sonra şöyle buyurdu:

"Allah bize rızık olarak verdiği şeylerde (harcama yaparak) taşları, kerpiçleri
giydirmenizi emretmedi."

(Hz. Aişe) dedi ki: Ben de o yaygıyı kestim ve ondan iki yastık yaptım, içlerini

[3071

(hurma) lif (i) ile doldurdum. Bundan dolayı bana itiraz etmedi.

4154... (Bir önceki hadisin) bir benzeri de (yine) aynı senedle Süheyl'den de (rivayet
edildi. Şu farkla ki bu rivayette Zeyd b. Halid, el-Cühenî) dedi ki: "Ben (Hz. Aişe'ye);
Ey anneciğim; şu (yani Ebû Talha) bana Peygamber (s.a) 'in (şunları) anlattığını
söyledi, dedim," (cümleleri de yer almaktadır. Yine) bu rivayette, (bir öncekinden
farklı olarak şu söz de yer almaktadır: Cerir) dedi ki: "Saîd b. Yesâr, Neccâr

r3081

oğullarının azatlı kölesidir."



4155... Büsr b. Saîd, Zeyd b. Halid'den (naklen) Ebû Talha'(nm şöyle) dedi (ğini
rivayet etti):

Rasûlullah (s. a); "içerisinde resim bulunan eve melekler girmezler" buyurdu.
(Ravi) Büsr (b. Saîd) dedi ki: (Bir gün sonra) Zeyd (b. Halid) rahatsızlandı ve
kendisini ziyaret ettik. Birde ne görelim! kapısının üzerinde resim bulunan bir perde
var!. Peygamber (s.a)'in hanımı Meymûne'nin üvey oğlu Ubeydullah el-Havlanî'ye;
Zeyd, bir gün önce bize resmin haram olduğunu haber vermedi miydi? dedim.
Ubeydullah da:

Sen onu; "Ancak kumaşa işlenmiş olan müstesnadır" derken işitmedin mi? karşılığını
D091

verdi.

4156... Câbir (r.a)'den, şöyle dediği rivayet edilmiştir: Peygamber (s. a) Ömer b. el-
Hattâb (r.a)'a, Fetih yılında (Muhassab denilen) vadide iken, "Kabe'ye varıp orada
(duvarlarda çizili) bulunan bütün resimlerin silinmesini" emretmiş ve Peygamber (s. a)

mm

oradaki bütün resimler silininceye kadar Kabe'ye girmemiştir.

4157... Peygamber (s.a)'in hanımı Meymûne (ranha) şöyle demiştir: Peygamber (s. a),
(bir gün) şöyle buyurdu: "Gerçekten Cibril (a. s) bı gece benimle görüşeceğini bana
vadetmişti ama görüşmedi"

Sonra aklına sedirin altındaki köpek eniği geldi ve onu oradan çıkarmalarını) emretti
(hayvan oradan çıkarıldı). Sonra eliyle su alarak eniğir yerine serpti. Cibril (a. s) Hz.
Peygamber'in yanma gelince, "Biz, içerisinde köpek ve resim bulunan eve girmeyiz"
dedi.

Sabah olunca Peygamber (s. a) köpeklerin öldürülmesini emretti.

Hatta küçük bahçe köpeğinin öldürülmesini emrediyor, büyük bahçe köpeğini

' ımı

bırakıyordu.

4158... Ebû Hureyre (r.a) Rasûlullah (s.a)'m (şöyle) buyurduğunu söyledi:
"Bana Cibril (a. s) geldi de (şöyle) dedi:

Dün gece sana gelmiştim, senin yanma girmeye bir şey engel olamazdı. Ancak kapı
üzerinde ve evde de resimler bulunan nakışlı duvar örtüsü vardı. Evde bir de köpek
bulunuyordu. Binaenaleyh evdeki heykelin başını (n koparılmasını) emret. (O zaman
başı) kesilir ve bir ağaç şekline girer. Örtü için de emir ver, kesilsin ve ondan yere
atılıp çiğnenen iki minder yapılsın. Köpek için de emret (oradan) çıkarılsın."
Rasûlullah (s. a) (bunları) yaptı. Bir de ne görsünler. Peygamber ailesinin balkonu
altında Hasan ya da Hüseyin'e ait bir köpek eniği var. Bunun üzerine Hz. Peygamber,
onun (oradan çıkarılmasın) emretti de (köpek eniği oradan) çıkarıldı.
Ebû Davûd dedi ki: Nedad, üzerine elbiselerin konulduğu, karyola gibi bir şeydir.
[312]



Açıklama



"Suret"; biçim, görünüş, kılık, yol, tarz. üslup, nüsna; resim ve fotoğraf manalarına



gelir. Tasavvufta ise suret, sîretin karşılığı olarak kullanılmaktadır. Şöyle ki, suret
insanın dış görünüşüne; sîret ise iç âlemine denilir.

Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifler; içerisinde resim, heykel, köpek ve cünüb
kimse bulunan evlere rahmet meleklerinin girmediğini ifade etmekte, resim ve heykel
yapmanın ya da evde bulundurmanın caiz olmadığına delâlet etmektedir.
Bu hadis-i şeriflerden 4155 numaralı hadis, elbise üzerine resim işlemekte ve üzerinde
resim bulunan bir elbiseyi giymekte bir sakınca bulunmadığım; 4158 numaralı hadis-i
şerif ise bir canlının medâr-ı hayat olan baş gibi bir organı olmayan bir resmi veya
heykeli evlerde bulundurmakta bir sakınca bulunmadığını ifade ediyor.
Bezlü'l-Mechûd yazan, İslâm ulemasının resim hakkındaki görüşlerini özetlerken,
Muhammed Şefî'ed-Diyabendî'nin bu mevzuda özel olarak hazırladığı Risâletü't-
Tasvîr isimli eserinde şu bilgileri nakletmektedir:

Güneş gibi ruhsuz olan varlıklardan bile olsa kendisine tapılan şeylerin resimlerini
yapmak veya kullanmak mutlak surette yasaktır.

İnsanların tapındığı bu tür varlıkların dışındaki şeylere gelince, bunlar ruh sahibi olan
ve Ruh sahibi olmayan varlıklar olmak üzere ikiye ayrılırlar. Bunlardan ruhsuz olan
varlıkların resimlerini yapmak mutlak surette caizdir. Ruh sahibi olanlara gelince,
bunların resmini (ayak altında çiğnenen minder gibi) önemsiz ve hürmete lâyık
olmayan eşya üzerine yapmkta bir sakınca yoktur. Ancak perde gibi yükseklere takılan
önemli eşya üzerine yapmaksa haramdır. Yine bu türden olan varlıkların resimlerini,
yere konduğu zaman ayakta duran kimsenin göremeyeceği şekilde küçükçe yapmakta
da bir sakınca yoktur."

Gerçekten, böyle ruh sahibi olmayan yarlıkların resmini çizmekte sakınca olmadğma,
"Eğer sen sanatına devam etmek mecburiyetinde isen ağaç ve zîhayat olmayan

1313]

varlıkların resmini çiz" mealindeki hadis-i şerif delâlet etmektedir. Çünkü sözü
geçen hadis-i .şerifte Cebrail (a. s), Fahri Kâinat Efendimize, kapı üzerinde bulunan
heykellerin başını koparmasını tavsiye etmiştir. Başı koparılan bir varlığın kesinlikle
hayatı sona ereceğinden, Hz. Cebrail'in bu tavsiyesi hayat ve ruh sahibi olmayan bir
varlığın resmini çizmekte ve böyle bir resmi evlerde bulundurmakta bir sakınca
olmadığına delâlet eder.

Yine aynı hadis-şerifte Cibril'in Rasûl-i Zişan Efendimize; üzerinde resim bulunan
perdeleri kesip, onlardan yere atılıp üzerine oturulan minder yaptırmasını tavsiye
etmesi ise. böylesi canlı hayvan resimlerinin minder, yastık, halı, kilim gibi ayak altına
serilen eşya üzerinde bulunmasında bir sakınca olmadığına delâlet eder.
Ancak ulemadan bazılarına göre; Hz. Cibril'in bu perdeden minder yapılmasına izin
vermesi, onun çiğnenmesinden değil, minder yapılırken resminin kaybolmasmdandır.
İmam Nevevî bu görüştedir.

Yine Şefî, ed-Diyâbendî'nin açıkladığı gibi; yere koyduğu zaman ayakta bulunan bir
kimsenin göremeyeceği kadar küçük olan canlı resimlerinde de bir sakınca yoktur. Bu
mevzuda Nimet-i İslâm yazarı M. Zihni şöyle diyor:

"Çünkü böyle belli olmayana tapılmaz, Söz, açıktaki suretler hakkındadır. Kese ve
çıkın gibi şeylerde saklı olanlarda kerahet olmadığı, Düı-rü'1-Muhtâr'da açıklanmıştır.
Merâk'il-Felâh'm yazarı der ki; namaz kılanın üstünde, kıral suretli paralar bulunsa
bunda beis yoktur. Bu kitabın açıklayıcısı Tahtavî merhum da derki: Yüzükte
nakşedilmiş fakat belirsiz suret de böyledir. Ancak belli olursa mekruh olacağL
anlaşılıyor. O derece küçük suretler, yaygılarda veya ayak altlarında horlanmış



resimler, büyükçe suretler gibi melâikenin girmesine de engel sayılmaz. Bu mevzuda-
ki hadisler - belli yer ve durumlara göre - tahsis edilmiştir.

Hz. Ebû Hureyre (ı\a)'nm yüzüğünde iki sinek resmi; Danyal (a.s.)'m yüzüğünde de bir
erkek bir dişi aslan, aralarındaki çocuğu yalar vaziyette oldukları bir resmin olduğu
vakidir. Sebebi de Buhtunnasır, kendisinin helaki onun elinde olacak bir çocuğun
doğacağını işiterek, doğan çocukları öldürmekte olduğu sırada , Hz. Danyal'm annesi,
Danyal'ı doğurmuş ve belki selâmet bulur diye onu bir ormada bırakmış. Cenab-ı Hak,
ona muhafız olmak üzere, bir erkek aslan ve emzirici olmak üzere de bir dişi aslan
tayin ederek o şekilde neşvü-nemâlandırmış olduğundan, Hakkın, işbu nimetini ve
kudretini göz önünden ayırmamak için Hz. Danyal (a.s.)'m yüzüğüne o haldeki sureti
nakşettirmîştir.

Adı geçen yüzük, Hz. Ömer'ül-Faruk devrinde ele geçmiş ve Hz. Ömer onu görüp

£3141

gözleri yaşla dolarak, Ebû Muse'l Eş'arî hazretlerine vermiştir."
Bu mevzuda Bezlü'l-MechûdMa şöyle deniliyor:

"Hadis âlimleri, içerisinde resim bulunan bir eve rahmet meleklerinin girip
girmeyeceği konusunda ihtilâf ettiler. Bu ihtilâf iki madde ile özetlenebilir.

1) İçerisinde resim bulunan eve rahmet melekleri girmezler. İmam, Nevevî (r.a) bu
görüştedir.

2) İçerisinde resim bulunan bir eve rahmet melekleri de girebilir. Böyle bir eve rahmet
meleklerinin giremeyeceğini bildiren hadislerin genel hükümleri tahsis edilmiştir.
Binaenaleyh bu yasak, yukarıda açıklanan, canlı ve insanlar tarafından tapınılan
varlıklara ait olmak ve kendisine rağbet edinilen eşya üzerinde bulunmak gibi
özellikler taşıyan resimlerle ilgilidir. Bu özellikleri taşımayan resimler hadislerin genel
hükümlerinin dışında kalır. İbn Abidin böyle demiştir. Hanefî mezhebinin meşhur
kitaplarından el-Bahrü'r - Râik isimli eserde de böyle denilmektedir. Hanefî
mezhebinin bu konudaki görüşü bundan ibarettir."

4155 numaralı hadis-i şerifte geçen, "Ancak kumaşa işlenmiş olan (resim)
müstesnadır." mealindeki ibarenin zahirinden, elbise üzerinde bulunan resimde bir
sakınca bulunmadığı anlaşılmaktadır. Kasım b. Muhammed gibi bazı fıkıh âlimleri bu
hadis-i şerife dayanarak kumaş üzerinde bulunan resimlerde hiçbir sakınca olmadığını
söylemişlerdir. Cumhura göre ise, bu hadis-i şerifte söz konusu edilen resimden
maksat ağaç resmi gibi cansız varlık resmidir. Böyle bir resim duvarda veya kapıda
bulunmasına bir sakınca bulunmadığı gibi, kumaş üzerinde bulunmasında da bir
sakınca yoktur. Mâliki ulemasından İbnül Arabi'nin açıklamasına göre ise, "İslâmm ilk
yıllarında kumaş üzerinde bulunan resimlerde bir sakınca görülmüyordu. Bu hüküm

1115]

sonradan neshedilerek kumaş üzerine çizilen resimler de yasaklandı."

İbn Hacer el-Askalânî'nin Buharî şerhindeki açıklamasına göre, elbise ve kumaşlar

üzerine çizilmiş hayvan resimleri hakkında dört görüş vardır:

1- 4155 numarada geçen hadise dayanarak caiz olduğunu kabul eden görüş.

2- Resim konusunda gelen hadislerin umumî hükümlerine dayanarak haram olduğuna
hükmeden görüş.

3- "Eğer resim elbise ya da herhangi bir eşya üzerinde tam olarak görülüyorsa
haramdır. Şayet parçalanmış veya başı kesilmiş halde bulunuyorsa caizdir" diyen
görüş. En sahih olan görüş de budur.

4- "Kullanılışında önem verilmeyen; sergi gibi kumaşlar üzerinde çizilen resimler



1316]

mubahtır. Önemli eşya üzerinde bulunuyorsa haramdır" diyen görüş.
İmam Nevevî, Müslim Şerhi'nde, resimle ilgili görüşünü özetle şöyle ifade ediyor:
"Bizim mezhep ulemasıyla diğer mezhep uleması diyorlar ki: Canlı varlıkların resmini
yapmak şiddetle yasaklanmıştır. Resim yapanın üzerine büyük vebal terettüp eder.
Hakkında büyük tehditler varid olmuştur. Zira resim yapmak, Allah'ın yaratıcılık işini
taklit etmek anlamını ifade eder. Resim, ister elbise, halı, para, kap ve duvar gibi
şeyler üzerinde; ister başka bir şey üzerinde yapılsın haramdır. Yalnız ağaç, deve
semeri ve cansız mahlukların resmini yapmak haram değildir. Gölgeli - heykel- ile
gölgesiz suretler arasında fark yoktur. Canlılara ait olduktan sonra haramdır. İbn
Hacer, canlı mahlukların suretlerini yapmanın haram olduğunu, bulundurulmasının da
caiz olmadığını belirttikten sonra şöyle der:

Cansız mahlukların resmini yapmak ve yaptırmakta beis olmadığı gibi, yerde ve ayak
altında bulunan sergilerde hakarete maruz kaldığı halde bulunmasında da beis yoktur.
Ama ayak altında kalması için dahi olsa canlı mahlukun resmini yapmak caiz değildir.
Gölgeli, gölgesiz resimler sahabe, tabiîn. Cumhur ulema ile Hanefî, Şafiî, Mâlikî ve
Sevrî gibi mûcteh'idlerce de haram karşılanmıştır. Ancak haram olmayan resimler de
vardır. Şöyle ki:

1- Küçük kızların oynaması için oyuncaklar.

2- Baş veya göbekten itibaren yukarı tarafın resmi. Böyle bir resim tam olmadığından
bulunmasında yine beis yoktur. Çünkü böyle bir mahlukun yaşaması mümkün
değildir. Bundan anlaşılıyor ki tapu, nüfus cüzdanı, pasaport ve diğer muameleler için
lüzumlu olan vesikalık fotoğraf ile dış ve iç organların filimlerinin çekilmesinde hiçbir
beis yoktur.

3- Yukarıda beyan ettiğimiz gibi, yerde ve ayak altında bulunan sergilerdeki
resimlerdir. Bu tür resimlerin bulunmasında beis yoktur.

4- İmam Nevevî'nin dediği gibi, dağ, deniz, ağaç ve bütün cansız mahlukların resmini

13171

yapmak ve yaptırmaktır.

Buharı ve Müslim'in Hz. Aişe'den rivayet ettiği:

"Kıyamet günü en şiddetli azaba uğrayacaklar, dünyada Allah'ın yarattıklarına benzer

[318]

şeyler yapanlardır." mealindeki hadisi şerifle;

Kıyamet günü bu suretleri yapanlara azap edilecek ve yarattıklarınıza can veriniz
13191

denilecektir." mealindeki ve;

"Yüce Allah şöyle buyurdu; Yarattıklarım gibi yaratmaya kalkışanlardan daha zalim

r3201

kim vardır? Eğer onlar yaratıcı iseler bir zerre veya bir arpa tanesi yaratsınlar."
mealindeki hadis-i şerifler, resim ve heykelin haram kılmmasmdaki illetin, Allah
(c.c.)'m yarattıklarına benzetmek olduğuna delildirler.

Bu yasaktaki hikmet ise, insanları putperestlikten uzaklaştırmak, itikadı şirkten ve puta

[321]

tapıcıhktan korumaktır.

Muhammed Hamidullab İslâm'daki resim yasağına güzel sanatlar açısından
yaklaşırken şunları söylüyor:

"Sanat zevki insanları harekete geçiren tabiî bir kuvvettir. Sanat kudreti olanlar az



olmakla beraber birçokları onunla alâkadar olur. Gerek heykel olsun, gerek resim,
müzik, şiir, edebiyat, mimari veya herhangi bir sanat şubesi olsun, bütün sanat
eserlerinin temelinde insanı harekete geçiren aynı kuvvet vardır.
Bu fıtrî kabiliyet bütün insanlarda az veya çok yüksek seviyelerde bulunur; tıpkı
hafıza, zekâ, görme, işitme vs. gibi. Bu vasıflar insanda geliştirilebilir. Onlar bir
nebatın gelişmesi gibidir:

Faydasız kısımlar, meselâ birçok dallar budanırsa bu durum, çiçek, meyva vs. gibi
diğer kısımların artmasını ve gelişmesini temin eder. Körlerin hafızasının umumiyetle
gören insanlardan kuvvetli olduğu malumdur.

Arzedeceğimız gibi, Hz. Peygamber (s. a) sanatı asla yasak etmiş görünmüyor. O
sadece bir bahçıvanın iyi meyva alabilmek için ağacın lüzumsuz dallarını budadığı
gibi, sanatın bazı tezahürlerine set çekmiştir.

Şüphesiz en büyük darbeyi, hayvan (İnsan dahil) heykel ve resimciliğine indirmiştir.
Fakat yasak tam şümullü ve istisnasız değil gibi görünüyor. Önce bu yasağın tasavufî
veya fizik ötesi diyebileceğimiz cephesini ele alalım. Kitab-ı Mukaddesin ve İslâm
peygamberlerinin kabul ettiği gibi Allah, insanı kendi suretinde yarattı. Aliah asıl
olandır ve insan onun yansımasıdır. İnsan, dindarlıkla, her zaman Rabbinin huzurunda
tevazuunu ve aczini izhar etmek ister. İlâhlaşmak veya ona eşit olmak bir tarafa, insan
yaratıcısına hürmetini parlak bir şekilde izhar hususunda bazı kayıtlar altına dahi girer.
İnsan yaratıklar âleminde hayvanların, cansız .cisimler ve hatta nebatlardan daha fazla
Rabbinin yaratıcılık vasfının muhteşem tezahürü olduğunu gördüğünden, insan daha
aşağısıyla iktifa ederek, Allah'ı en yüksek kudretinde taklitten kaçınır: İnsan,
"Yaratmak" da yani -heykel ve resimde- maden ve nebatlarla iktifa ederek hayat ve
can sahibi olanları Rabbine münhasır bırakır. Müşahhas realitelere daha yaklaşırsak en
eski devirlerden beri, insanın görünmeyen, müteal hakkında bir fikir sahibi olmayı
istediğini, kendi imalatını ilâh olarak alıp, ona tapacak kadar aptallaştığmı görürüz.
Putperestlik İslâm peygamberi tarafından en korkunç bir delilik olarak telakki
edilmiştir. O her ne olursa olsun bir yaratığa tapma arzusunu ortadan kaldırmaya
teşebbüs etti: Bu ister bir sanatkârın muhayyilesine göre ilâh resmi, ister bir
hayırseverin, bir atanın, bir mürşidin veya bir başkasının ilâhlaştırılmasma matuf
heykel olsun mesele aynıdır. İşaret ettiğimiz gibi ilahî lütuf olan sanat kabiliyeti
insanda böylelikle kaybolmuyor; bir taraftan söndürülürken diğer taraftan daha
kuvvetli olarak çıkıyor.

Malumdur ki İslâm sanatı hiçbir milletinkinden aşağı değildi. Hatta birçok sahalarda
başkaları ona ulaşamadı.

Meselenin ahlakî cephesi de var: Sanatkâr, şayet nefsaniyeti galebe ederse ekseriye
çıplaklığı mevzu edinir. İslâm nazarında bu, sanatın güzel ismini lekelemektir.
Cemiyette aleniyetten kaldırılmış olan şey, sanat bahanesiyle resim ve heykelde ele
f3221

alınmamalıdır.

Resmin Hahamlığı Etrafında Meydana Getirilmek İstenen Bazı Şüpheler:

Batı kültürü ile doldurulmuş ve Batı kültürüne ayarlanmış bazı kimseler, resmin
yüksek ve bediî bir sanat dalı olduğunu, Batı medeniyetine erişebilmek için resmin
önemli bir vasıta olduğunu iddia etmektedirler. Bu vesile ile de resim ve heykelin
haramlığı husuunda bazı şüpheler ileri sürmektedirler. Biz şimdi bu şüpheleri



özetleyerek yanlışlıklarını ortaya koymaya çalışacağız:

1- Birinci şüphe; Bu iddiacılar resim ve heykel hakkındaki yasaklayıcı naslarm
putperestliğin hüküm sürdüğü yıllarla ilgili olduğunu, putlara tapma korkusu
kalktıktan sonra bu nasların hükümlerinin de yürürlükten kaldırıldığım iddia ederler.
Bu kimseler, şu anda gerçek bir putperestliğin mevcut olduğunu unutmaktadırlar.
Meselâ günümüzde kabirlere ve kabirlerde yatanlara öyle bir hürmet vardır ki,
putperestlikten pek farklı değildir. Kabirlere taparcasına saygı gösterilmekte, bir
sıkıntısı olan bir kabirde yatandan sıkıntısının giderilmesi hususunda yardım
islemektedir.

2- İkinci şüphe; Resmi ve heykeli yasaklayan naslarm âhad tarikiyle sabit oldukları,
haramlık ifade eden bir hükmünse âhad haberlerle sabit olamayacağı iddiasından
doğmaktadır.

Oysa bu iddia, sahiplerinin İslâm şeriatini bilmediklerini ortaya koyan bir iddiadır.
Çünkü bütün İslâm âlimleri ister, mütevâtir, ister âhad olsun

Rasûlullah (s.a)'dan rivayet edilen bütün kavlî, fiilî ve amelî hadislerle amel
etmemizin vacip olduğunda ittifak etmişlerdir.

3- Üçüncü şüphe; Resim ve heykelin haram olmadığını iddia edenler bu iddialarını
ahkâm âyeti olmayan bazı âyetlere dayandırmak istemektedirler. Aslında onların
dayanmak istedikleri âyetlerin hükümleri Kur'an-ı

Kerim ile nesbedilmiştir.

İşte bu âyetlerden biri, "O, kalelerden, heykellerden, büyük havuzlar gibi çanaklardan,

D231 "

sabît kazanlardan ne dilerse (o cinler) kendisine yaparlardı" mealindeki âyet-i
kerimedir.

Oysa bu ayette resim ve heykelin helâl olduğuna delâlet eden hiçbir şey yoktur. Çünkü
bu âyet cinlerin Süleyman (a. s) yaptıkları hizmetleri haber vermektedir. Ayette sözü

1324]

geçen heykellerin canlı varlıkların heykelleri olduğuna dair hiçbir işaret yoktur.
Bazı Hükümler

1- İçerisinde canlı resmi ya da heykeli bulunan bir eve rahmet melekleri girmez. An-
cak bunu sadece evlere tahsis etmek yanlış olur.

Bu hadise dayanarak Şâfıîlerin bazıları içerisinde resim bulunan bir eve girmenin caiz
olmadığını Söylemişlerdir. İmam Ahmed; içerisinde resim bulunan bir eve yapılan bir
ziyareti terketmek o resmi oraya sokan ev sahibini cezalandırmak için caiz olmakla
beraber, böyle bir eve girmek de caizdir görüşündedir. İmam Mâlikin görüşü de
budur. Nitekim Kabe'de Hz. İbrahim ile Hz. İsmail'in resimlen olduğu halde Hz.
Peygamber'in oraya girdiğini ifade eden hâdis-i şerif, resim bulunan bir eve girmenin
caiz olduğuna delalet eder.

2. Tasavvuf erbabı; "İçerisinde köpek bulunan bir eve melek girmez" mealindeki
hadis-i şerife dayanarak, "Kalbinde hased, kin, intikam, vurup kırma gibi yırtıcılık
sıfatları bulunan kimselere meleklerin ulvî duygular ve gerçekleri ilham
etmeyeceklerini" söylemişlerdir. Hattâbî'nin de açıkladığı gibi, sadece zevk için
evlerde köpek beslemek haramdır. Ancak büyük bahçeleri ve koyun sürülerini
beklemesi için köpek beslemekte bir sakınca yoktur.

3. İçerisinde cünüp bulunan bir eve rahmet melekleri girmez. Yine Hattâbî'nin dediği



gibi, buradaki cünüpten maksat keyfî olarak yıkanmayıp cünüp olarak bekleyen
kimsedir, Çaresizlik sebebiyle cünüp olarak bekleyen kimse değildir. Nitekim 227
numaralı hadisin şerhinde açıklamıştık.

£325]

4. Duvarları halı ve benzeri örtülerle süslemek caiz değildir.



m

Tinnizi, edeb. 4.

m

Dabbağoğlu Ahmed Kara. Ansiklopedik Büyük İslâm ilmihali 168-169.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/96-97.

Ol

Tinnizi libas 2K: Alımcı b. Hanbel III 30.50.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/97.
[41

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/98.

[5]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/98.

[61

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/98-99.

121

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/99.



Ebu Davûd, edeb; Tinnizi, davat 55 ibn-i mâce 55 İbn-i mâce. el'ime 16; Ahmed b. Hanbel II 1 17 III 457.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/99.

[21

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/99-100.

noı

Buhari. cihad, 188: libas 22-32: edeb 17; Ahmed b. Hanbel VI 365.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/100-101.

LU1

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/101-102.

[121

Tirmizî, libâs 27.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/102.
[İH

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/102.

[14]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/102-103.

risı

Tinnizi, libas 27.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/103.

ri6i

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/103.

rnı

Buharı Hibe/19 Humus/l 1. Müslim zckat/129, Tirnıizi edeb/53. Nesâî zine/98.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/103-104.

risı

Buharî Humus /İl.

[TU

Pakalın M.z. Osmanlı Deyimleri ve terimleri sözlüğü II 1 84.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/104-105.
1201

Concandance'de bu bab'a numara verilmemiştir.

[211

İbn-i Mâce. libas 24.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/105.
[221

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/105-106.

[231

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/106.

[241

Ahmed b. Hanbel, II 50.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/106.
[251

Tinnizi, istizan 7.



[261

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/106-107.

[271

Müslim, libas 36, fedâilü-5 sehûbe 61, Tirmizi, edeb 49 Alımed b. Hanbel VI 162.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/107.
[281

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/108.

[291

Tirmizi kıyame 3K; Ahmed b. Hanbel IV 407 - 419; ibn-i mâce libas 4.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/108.
[301

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/108.

[3H

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/108.

[321

Concondance'da bu bab'a numara verilmediği gibi, bazı Ebu Dâvud nüshalarında bu başlık yoktur.

[331

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/108-109.

[341

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/109.

[351

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/109.

[36J

Mevahib-i ledünniye tercemesi I. 553.554.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/109-1 10.
[371

Concondance'de bu baba numara verilmemişitir.

[381

Müslim, libas 34.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/110.
[391

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/110-111.

[401

Mevahib-i ledünniye tercemesi II - 556.

[411

A.g.e II 74.

[421

A.g.e. II. 84-25.

[43J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/1 1 1-1 12.

[441

Tirmizi, tefsir sure (69) 2.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/1 12.
[45J

Buhâri, eşribe 6.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/1 12-113.
[46J

Buhari, eşribe 6.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/1 13-114.
[471

el -Aynî, el -Binâye Fi şerhi'l - Hidaye IX 214.

[481

Abdullah b. Hirazi. Fethu'l - Mubdî bişerlıi muhtasarız zebîcü, III 258.

[491

Kâmil miras tecrid-i sarih tercemesi XII 48.1. Baskı.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/1 14-115.
[501

Buhâri, cuma. 7; ideyn I. buyu 40x, Hibe 27, 29, cihad 177, libas 25, 30, 66; Müslim libas 6 - 10; Ebû Dâvûd. Kalat 213; Nesaî, ideyn 5, zîne 83,
85. 90; Ahmed b. Hanbel I 46-49, II 20. 24, 39, 49 5 1, 68, 289, 329,337, 1 1 1 . 103. 1 14. 127., 146 V45, VI 288.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/115-116.
[ŞU

Buharı libas 25; Müslim libas 14.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/116.
[521

Nesâî zine 93; İbn-i mace libas 17.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/116.
[ŞU

Müslim libas 17 Nesâî zine 85.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/116-117.
[541

Davudoğlu Ahmed, Sahih-i Müslim terceme ve şerhi, IX 420.

[551

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/1 17-1 18.

[561

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/1 18.



[571

Buhârî, cenâiz 2. Ecrine 28, menzâ 4, libits 28, 36, 45 İstizan X; muslim libas 2, 28. 29, 31, 64; Tirmizi salat 80, libas 5, 13, 44. edeb 45, tatbik 8,
6,1, eşribe 26; muvatta. nida 28; Ahmed b, Hambel I- 80, 81.92. 94, 104, 105, 114, 119. 121, 123, 126, 129, 132,134, 137, 138, 145. IV, 284, 287, 299,
VL228.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/118-119.



Abdurrahman el-Cezerî. kitâbü'l Fıkıh alel-Mezahîbi'l Erbaa; II. 10-13.

[591

Celâl Yeniçeri, İhtiyar metn-i Muhtar tercemesi-309.

[60J

İbn-i Abidin'i, Redül Muhtar V 228.

[611

Müslim, salat 207; Ebû Dâvud salat 148; Nesâî. tatbik 9,26; Darimî, salat 77; Ahmet b. Hambel, 1,219, 255.

[621

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/1 19-120.

[63J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/120.

[641

Müslim, salât 210.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/121.
[65J

Müslim salat 211.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/121.
[661

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/121.

[671

Müslim, libas 10; Ebu Dâvûd, nikâh. 49; tirmizi, edeb 36; Nesai, Zînet. 32, 44, 121 ; Ahmed h. Hambel, I. 147, 541 . III. 342. 347. IV 442.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/122.
[681

Bezlü'l, Mechûd, XVI. 373.

[69J

Ahmed b. Hambel III. 207. 229. 25 1. 337. 347.

[701

Buharı salat 16, libas 12: Müslim, libas 23; Nesâî, kıble 19; Ahmed b. Hambel IV. 149, 150.

L7I1

Müslim, libas 10.

[721

Müslim, libas 10.

[731

Tirmizi, edeb 35.

[741

Mübârekfürî, tuhvet'ul - Ahvezî VIII. 71.

[751

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/122-124.

[261

Nesâî, zine 20, 27; Ahmed b. Hambel, I, 45, IV, 134-135.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/124-125.
[771

Davudoğlu A. sahihi Müslim Terceme ve Şerhi IX. 512.

[781

Ömer Nasuhi Bilmen. Büyük İslâm ilmihali, 64.

[221

DüitüI -muhtar V, 229.

[M

Buhârî, lîbas 46, 50, 52.54, 55: Müslim libas 56 - 58; İbn. Mace libas 39. Ahmed b. Hambel II. 94, 144.

[811

Gönenç Halil Fetvalar 1/216.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/125-127.
[821

Müslim libas, 10: Tirmizî, Edeh 36: Nesâî, zînet. 44. Ahmed b. Hambel I, 147. III 342, 347.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/127.
[83J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/127.

[841

Buhari; cenâiz 2, eşribe 28, merzâ 4. libas 28. 36. 45. İstizan 8; Müslim, libâs 2. 28. 29. 31. 64: Tirmizî. Salat 80. libas 5. 13, 44. edeb 45; Nesâî.
tatbik 8, 61.eşribe 26: Muvatta, nida 28; Ahmed b. Hanbel. 1,80, 81, 92. 94, 104, 105, 1 14, 1 19, 121, 123, 126, 128, 132, 133, 134, 137, 138, 145, 146,
IV, 284. 287, 299, VI, 228.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/127.
[851

Buhari, salât 14, ezan 93, menâkıbûl-ensur 37, libâs 19; Müslim, mesâcid 61-63; Ebû dâvûd, salât 163; Nesâî, kıble 20; İbn Mâce, libâs 1:
Muvatta, nida 67, 68; Ahmed b. Hambel, VI, 37, 46, 177, 199,208.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/128.
[861

Ahmed Nâim. Tecrid-i sarih terceme ve serhî II 260. Birinci blok.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/128-129.





Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/129.

mm

İbn-imace, libâs 18: Müslim, libâs 10.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/129-130.
[89J

Meylanî Ahmed, el-Hidâye tercemesi IV 134.

[90J

Hatiboğlu H. Süneni İbn Mâce tercemesi IV- 372-373.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/130-131.

mu

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/131.

[921

Buhari, libas 29, cilıâd 91; Müslim, libâs 23, 25; Tirmizî, libas 2: Nesai, zine 92; İbn-i Mace libas; 17 Ahmed b. Hambel III. 127. 180. 215. 255.

273.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/131.
[931

Buharî, cihad. 91; Müslim, libas 26: Tirmizî, libas 2 Ahmed b. Hanbel III. 122, 192,252.

[941

Davudoğlu Ahmed. sahihi müslim terceme ve şerhi.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/131-132.
[951

Tirmizî. libas I: Nesâî, Zîne 40; İbn-i Mace libas 19.

[961

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/132-133.

[921

Buhârî, libas 30: Nesâi, Zine 83; tbn-Mâce, libâs 19.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/133.
[981

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/133.

[99J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/133-134.

rıooı

Buhâri libâs III; Müslim- Libas 33; Tirmizî, libas 4.1-45; Nesâî. zine 94: Ahmed b. Hambel. III, 134. 184, 251. 292.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/134.

rıoıı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/135.

[102]

Buharı, libas 24: müslim, libas 33; tîrmizî cenâiz 18 libas 22, 23 tıb 9; 18. Nesaî, cenaiz 38, Zine 28. Ahmed b. Hambel III 134. 184, 251, 291,
Ebû Davud tıb 14.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/135.
[103]

bk. 3 150 numaralı Hadis.

[104]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/135-136.

rıo5i

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/136.

[İMİ

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/136-137.

[107]

Nesaî, zine 54: Ahmed b. Hambel 73.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/137.
[108]

Duhâ (93) II.

ri091

Kurtubi, CamiTi ahkümi'l Kuran XX 102.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/137.

LLioı

Buharı, ve levdû 30, libas 37: Müslim. İmce 23: Ebû Davûd, menâsik 21; Nesâî zine, 17: Ahmed b Hambel 1 1,66- 110.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/138.

rıııı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/138-139.

[112]

Tirmîzî, Edeb. 48; Ebû Davud Tercemesi 18: Nesâî. îdeyn 16: Ahmed b. Hanbel.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/139.
11131

İnsan, (76)21.

[114]

Mübârekturi, Tulfetu'l-Ahvezî VIII 97.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/139-140.
11151

İbn-i Mace, libas 2 1 .

[116]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/140-141.



mu

Buharı, libas 35; Müslim salât 269, Ebû Davfal 4183 nolu Hadis.

[118]

Mübarek mrî,tuhfetü'l Ahvezî V, 395.

rı ıs>ı

Azîmabadî, Avnu'l-Mabûd, XI 1 17.

[120]

Buhârî libas, 17-34: Müslim, hacc 3: Ncsûî. Men3sik 2S, 35; İbn-i mace, menâsik 19: muvatta Hacc 9; Ahmed b. Hambel 111 66.

um

Sahih-i müslim terceme ve şerh-i IX : 436.

T1221

Hatiboğlu, ibn-i mace tercemesi IX. 383 - 384.

11231

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/141-142.

[1241

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/142.

[125]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/143.

[126]

Tirmizî. edeb 45.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/143.
[127]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/144.

[128]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/144-145.

11291

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/145.

11301

Buhârî, libas 35-68; Müslim, fedûl 52; tirmizi libas 4; İbn-i Mace, libas 35-67; Nesâî, Zînel 9,59, 93; Ahmed b. Hambel IV. 231, 290, 295, 300,
303, 308. 309.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/146.

um

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/146.

[1321

Azîmâbâdî. Avnül mâbüd XI, 118, 123.

[1331

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/146-147.

[1341

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/147.

[1351

Reddû'l Muhtar V, 223.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/147-148.
[136]

Ahmed b. Hanbel I, 89, 101, -151, V, 63, 64.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/148.
[137]

Buharı, libas 6.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/148-149.
11381

Buharî, sayd 17. cihad 169, meğâzi 48, libâs, 17; Müslim, Hacc, 451-454:Ebu Davûd, libas 6, 20, 21: Tirmizî, libâs II, cihad 9, tefsir sure, (69) 2:
Nesâî, menâsik 107, Zine 100; İbn Mâce, ikâme 85, libâs 14.15, cihad 22; Darimî. menâsîk 88, Ahmed III. 363. 387. IV, 307.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/149.
£1391

Müslim, hacc 454: Nesâî. zinet 110: İbn Mace, cîhad 22, libâs 15.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/149.
£140]

Tirmizî, libas 43.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/149-150.
£1411

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/150.

£142]

M. ez-zürkânî - Şerhu'l- Mevahibül - Ledünniye, V, 10.

££431

Aliyyü'l Kâri, Aynu'l ilim ve Zeynü'l Hilim I, 128.

£144]

Suyûtî, El. camiu'l sağîr II 50.

11451

Muhammed Mevkûfâtî II 204.

11461

Mübarek fûri, tuhftelü'l Ahvezî V 413.

£1471

Zürkânî, Şerhu'l Mevühibü'l ledünniye V 1 1 .

£148]

Ez-Zürkânî V412. 413.



[149]

Aynî, umdetü'l kâri XXI 308.

£150]

Ez-rüfkânî, Şerhi Mevahibül-ledünniye V 13.

[151]

Ayni umdetu'l-Kûri. XXI 308.

[152]

Tirmizî, Sure (3) 4. (38) 2: Darimî rüya 12 A.Bin Hambel I 368, V 58, 242. 378, IV, 66.

[153]

Suyutî, camili's sağır. II, 126.

[154]

Aliyyü'l-Kâri, Aynu'l-ilim ve Zeynü'l - ilim. I, 305.

Ü55J

Aliyyül-Kari, mirkat'ül. mefatih IV. 427.

£1561

Aynî. umdetül - kari XXII 308.

£157]

Aliyyül kari, mirkâtü'l mefatih IV 427.

£1581

Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi 1/83.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/150-154.
£159]

Gönenç Halil, Fetvalar, 1,219.

11601

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/154.

£1611

Buharî salât 10, mevâkîı 30, sav 66, büyü 62, libâs 20. 21. istizan 42: Müslim, libâs 70, 73; Ebi Dâvûd, savm 48, büyü 24. edeb 20; Nesâî, zîne
106, 107: İbn Mâce, ikame 96. libâs 3: Dârimî, Salat 10 Muvatta, Kibs 17. sıfatü'n-nebî, 5; Ahme b. Hambel, II. 219,380, 419, 432. 464. 475. 478, 491,,
496, 503 510, 529. III. 6, 13. 46, 66, 95, 96, 293, 297, 298. 322, 327.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/155.
£162]

Buharı, salât 10, mevâkît 30, sav 60, hüyîi 62. libâs 20,21, istizan 42; Müslim, libâs 70. 73 Ebû Dâvûd. savm 48, buyu 24, edeb 20; Ncsâî. zîne
106, 107; İbn Mace. İkame 96, libâs 3; Dârimî. salât 10 Muvatîa, lübs 17, sıfalü'n-nehî, 5; Ahıned b. Hambel. II, 219., 380. 419, 432, 464. 475, 478.
491, 469, 503 510.529. 1 1 1,6, 13. 46, 66, 95, 96, 293. 297. 298, 322, 327.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/155.
11631

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/155-156.

£1641

İbn-i Mace. libas, 11; Ahmed b. Hanbel, 1 1 1 434, IV 19.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/156.
11651

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/157.

£166]

Buhari, libas 16, Menakıhu'l-Ensar 45: İbn-i Mace-45 Ahmed b. Hanbel VI, 198.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/157.
£1671

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/157-158.

£1681

Tirmizî, libas 8.9: Nesfiî, zînel 17; İbn-i Mâce, libas 9; Dârimî. rikak 54; Ahmecİ b. Hanbel I, 380, 397, 439, 11-154, 267 492. III. 470 IV 65,
180. V, 63,64. 79, 378.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/158-159.
11691

Bezlü'l- Mechûd XVI. 410.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/159-160.
£1701

Buhari, fedâilü's - sahabe 5.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/160.

ÜHl

Ahmed b. Hambel. IV, 68, V 379.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/160-161.
£172]

Müslim. İman 106: Nesaî. buyu 5, zekat 69 Zinci 104; Tinnîzî buyu 5: ibn-i Mâce, ticarel, 30: Ahmed b. Hambel, V 148, 158. 162. 168, 178.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/161-162.
11731

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/162.

£174]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/162-163.

11751

Ahmed IV- 180.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/163-165.
£1761

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/165-166.

11771

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/166.



[178]

Müslim I. 136- ibn-i Mace, Zuhd I fi; Ahmed b. Hanbel 1 1,248, 376.414.427,442. VI. 19.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/167.
£1791

Hatiboğlu Haydar. Sünen-i ibn-i Mace tercemesi ve şerhi, X 449-450.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/167-168.
[180]

Buharı, iman'15. ikan. 35, 51. fısen. B. tevhid 36: muslim, iman 80, 148. 149. 230. 304. 326, Firen 52; tirmizi. Birr 61, Filen 17: İbn-i Mace,
mukaddime 9. Filen 27. Ziihd 16; Dârimi. mukaddime 7; Ahmed b. Hambel, 1451, II 164, 215. III, 56, 144. 320. IV. 151, V 983.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/168.
[181]

Hicr, (15)47.

ri821

Davudoğlu Ahmed, sahih-i Müslim terceme ve şerhi I 382, 383.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/168-169.
[183]

Müslim, iman 92: tirmizi, birr 60: Ahmed b. Hanbel 385, 427.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/169-170.
[1841

Muslim tman 148; ibn-i Mâce, duâ 10. Ahmed b. Hanbel IV 133, 134. 151.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/170.
[185]

Buharı, libâs, 1,2,5, fcclâilü's sahabe 5: Müslim, libâs 42. 43-46. 48; Tirmizi. libâs 8,9: İhtı Mâce .libâs 6.9; Muvatta, lübs 9-12; Ahmed b.
Hanbel. 11,5, 10, 32,42,44,46. 55,56, 60. 65. 67. 69. 74. 76. 81. 386,397.409.430.454.467.479, 111.5.6,31,44.52, 97. 140. 249,249,256.
11861

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/171.

[187]

Buharı, libâs. 1,2,5, fedâilü's sahabe 5: Müslim, libâs 42,43-46. 48: tirmizi, libâs 8,9; İbn Mâce, libâs 6,9; Muvatta, lühs 9-12: Ahmed b. Hanbel,
II. 5. 10, 32,42,44.46.55.56.60.65,67,69. 74, 76, 81, 386,397, 409,430,454.467.479. III. 5,6. 31,44,52.97, 140. 249,. 249. 256.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/171.
[188]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/172.

H891

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/172.

UMl

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/172-173.

[1911

Buhârî, libas ,61; Tirnıîzî, edeb. 34; ibn-i Mâce nikah, 22; Ahmed b. Hanbel I. 254. 330. 339 II 200. 287. 289.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/173.
[192]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/173.

11931

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/173-174.

11941

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/174.

[1951

Ahzâb(33)59.

[1961

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/175.

[197]

Nûr, (24)31.

11981

İbn-i kesir. Hadislerle kur'an-ı kerîm tefsiri XI 5862.

[1991

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/175-176.

r2ooı

Ahzab (33) 59.

[2011

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/176.

T2021

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/176.

[2031

A.taşkesenüoğlıı, Ahkam tefsiri IV 324-327.

[2041

Hak dini kur'an dili VI 3928.

[2051

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/176-177.

[2061

Nûr(24)-31.

T2071

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/178.

12081

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/178.



T2091

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/178.

[210]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/179.

[21i]

El,Cezeri Abdurrahman. el-Fıkh alel-Mezâhibi'l Erbaa V 54-55.

mu

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/179-180.

mu

Müslim, selâm 72: ibn - Mâce tıb 20. Ahmcd b. Hanbel III 350. V.9.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/180.
[2141

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/181.

H15]

Nûr(24)31.

[2161

Aynî. el-Binüye, IX 289-290.

[217]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/181-182.

[2181

Müslim. Selâm 32-33.

[gjg]

Nûr(24)31.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/182-183.
r2201

Davudoğlu Ahmed, sahihi müslim tercemesi ve şerhi IX 595-597.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/183-184.
12211

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/184.

f2221

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/184-185.

[2231

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/185.

[2241

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/185.

[2251

Nûr(24)31.

[2261

Nûr(24)31.

T2271

Nûr (24) 60.

T2281

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/185.

[2291

Nûr (24)59.

T2301

İbn-i kesir. Hadisleri kur'an-ı kerim tefsiri XI. 5065 - 5966.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/185-186.
[2311

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/187.

[2321

Ahzâb(33)59.

[2331

Buharı, sahil 69, îdeyn 25. cihad 79, Menakib 15, Nikâh 154: Müslim. îdeyn 17. 21. 22. mesâicid IX: Ncsâî, îdeyn, 34-35: Ahmed b. Hanbel II.
367, VI 56-83-85-166-186-242,247,270.
12341

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/187-189.

[2351

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/189.

[2361

Ebû Davûd, salat 26.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/189.
[2371

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/189-190.

[2381

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/190.

T2391

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/190.

12401

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/191.

[21i]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/191-192.

[242]

Nesâî, zinet 106; ibn-i Mace, libas 13: Tirmizî, libas 9.



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/192.
[243]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/192.

f2441

İbn Mâce, libas 13; Dârimî. istizan 16: Ahmed b. Hanbel II 5, 8, 90, VI 75. 123.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/193.
[245]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/193-194.

[246]

Müslim, hayz 100, 102; Tirmizî libas 7; Nesâî Fer' 17.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/194.
[247]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/194-195.

[248]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/195.

[249]

Müslim, Hayz 105; Nesâî, Fer 20. 30, 31; Darimî, .edahii 20 Muvatta, saya, 17, 18; Ahmed b. Hanbel I. 219.227,237, 270. 274. 280. 314 328.
343, 365, 372. VI 73. 104. 148, 153.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/195.
12501

İbn Mâce, libas 25: Mesâi Fer' 6.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/195.
[251]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/196-197.

[252]

Müslim Hayz 106, 107: Nesâî. Fer' 26; Darimî, edâhi 20, büyü 35: Ahmed b. Hanbel III, 176 V 6.7. VI 155.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/197.
[253]

Nesâî Fer' 5.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/197-198.
[254]

Tirmizî, libâs 7; Aynî Binâye I 361.

[2551

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/198-199.

[2561

Buhari, büyü 151, .Zebaih 30; Tirmîzî, libas 20: Ahmed b. Hanbel, IV. 110-311: İbn Mace, libas 25. 26:
Darımı, edahi 20.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/199.
[2571

Buharı, huyu 151, Zcbâih 30: Nesaî. Fer' 4.5.10; Tirmizî. libas 1; İbn maci. libas. 25- 26: Darimi, edahi; 20: Ahmed b. Hanbel. IV 310-311.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/199-200.
[2581

Molla mehtoğlu O.Zeki. Sünen-i Tirmizî tercemesi III, 251.

[2521

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/200-202.

[2601

İbn Mace, libas. 47.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/202.
[2611

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/202.

[2621

Ebû Davud, menâsik 23, tirmizî libâs 31; Nesâî. Fer 7; Dârimî, edahi 19; Ahmed b. Hanbel IV 101 - V.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/202-204.
[2631

Zeylâî Nasbu'r - Raye lil-ehadîsi'l - Hidaye I. 115.

[2641

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/205-206.

[2651

Ebû Davud, Menasik 23: Tirmizî, libas 31: Nesaî, Fer' 6;Dârimî. edâhi 20, büyü 35; muvatta, sayd 18, Ahmed b. Hanbel. IV 15, VI 73.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/206.
[2661

Müslim, libâs 66; Ahmed b. Hanbel III 337. 360.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/206.
[2671

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/206.

[2681

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/206.

[2691

Buharî. libas. 41 hums 5; Tirmizî, libas 32: Nesâi. zînet, I 15; İbn Mâce, libas 27: Ahmed b. Hanbel III. 22. 203,245.269.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/207.
[2701

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/207.

[271]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/207.



12721

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/207.

[273]

Buhari, libas 40; Müslim, libas, 68, 71; Tirmizi. libas 34; ibn-i Mace libas 29, muvatta, lübs 14; Ahmed b. Hanbel II 245- 243, 477. 480, 528.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/207-208.
[274]

Müslim libâs 69, 71: Nesin zînet 116, Ahmed b, Hanbel, II 245. 253. 314. 424. 443, 447. 480, 525, III, 293, 327.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/208.
[275]

Tirmizi, libas 36.

[2761

Kırbaşoğlu; Hadis müdafaası 128.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/208-209.
[2771

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/209.

[2781

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/209-210.

[2791

Buhari, libas 39, 39; Müslim libas 67; Tirmizi libas 37; İbn Mace libas 235, Muvatta, lübs 15; Ahmed b. Hanbel II- 223, 245, 283, 465, 467.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/210.
r2801

İbn Mace, tahare 46; Ahmed b. Hanbel VI, 94, 130, 147, 188, 202, 210.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/210.

[2811.

İbn Mâce, tahare 4 1 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/210-21 1.
f2821

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/21 1.

[2831

Davudoğlu. A. sahihi Müslim terceme ve şerhi. II 380-381.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/211-212.
[2841

Müslim libas 41; Nesai.nikah 82: A.h. Hanbel. III 293. 324.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/212.
[2851

Davudoğlu A. sahihi Müslim terceme ve şerhi, IX. 442-443.

[2861

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/212-213.

12871

Buharî. mezâlim, 25, nikâh X3. Tirmizi edeb 23; Darimî, hudud 12; Ahmed b. Hanbel, II. 145. V 86. 87;102.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/213.
f2881

Mubârek furi. tuhfetü'l Ahvezi VIII 55.

12891

Molla Mehmetoğlu. O. Zeki, Sünen-i Tirmizi terceme IV 479.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/213-214.
[2901

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/214.

[2911

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/214.

[2921

Buharî, menâkıp. 25; Müslim, Libas 39, 40; Tirmizi Edep 26 Nesâî, nikâh 83.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/214-215.
[2931

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/215.

[2941

Buharı, Savm 59; mezâlim 25, tefsir sûre (66) 2, nikâh 83, İstizan 38; Müslim, Siyam 191, libas 37, 38; Tirmizi, kıyâme 32; Nesâî, sıyâm 79;
Ahmed b. Hanbel I, 369, II, 96, III, 140, IV, 28.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/215.
12951

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/215-216.

12961

Buharı, tefsir sûre (66) 2; İbn Mâce, Libâs.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/216.
12971

İbn Mace, ikametü'l-Salâ 40.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/216.
12981

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/216.

12991

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/216-217.

13001

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/217.

[301]

Tâhâ(20) 131.



T3021

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/218.

[303]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/218.

13041

Buharı, libâs 90; Ahmed b. Hanbel, VI, 52.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/218-219.
[305]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/219.

[306]

Buharî, bedii'ül -halk 7, 17, enbiyâ 8, megâzi 12, nikâh 76; Tirmizî, edeb 44; Nesâî, tahâre 167, sayd 9, 1 1; İbn Mâce, libâs 44; Muvatta, isti'zan,

8.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/219.
[3071

Buharî, bedü'l-halk 7, megâzi 12; Müslim, libâs 87; Tirmizi. ertcb44; Nesâî. zînet 1 10; Muvatta: istizan 6; Ahmed b. Hanbel, III 90, IV. 28.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/219-220.
[308]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/220-221.

[309]

Buharı, bedü'I- halk 7, libâs 92; Müslim, libâs 85, 86; Tirmizî, libâs 18; Nesâî, kıble 12; Dârimî, tsti'zan 33; Muvatta, İsti'zan 7.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/221.
[310]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/221-222.

[311]

Buharı, bedü'l-halk 7, 17 megâzi 12, libâs 77, 94; Müslim, libâs 81-84; Ebu Davud, tahare 89- Tirmizî edeb 44; Nesâî, tahâre 167, sayd 9, II,
zînet 110; İbn Mâce, libâs 44; Dârimî, istizan 34; Ahmed 1-80, 83, 104, 107, 139, 148, 150, II, 390, IV, 28, 30, V, 203, 353, VI, 143, 330.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/222.
13121

Tirmizî, kıyâme 32, edeb 44; Ahmed b. Hanbel, II. 305.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/222-223.
13131

Müslim. Libâs 99.

Hül

Mehmet Zihni Etendi. Nimet-i İslâm. 327 - 328.

[3151

Es-Sâbûnî, Revâiü'l - Beyân. 1 1.414.

[3161

Es -Sâbûnî, Revâiû'l-Beyân, II, 415.

[317]

Gönenç Halil. Günümüz Meselelerine Fetvalar, I. 209 - 210 .

[3181

Buharî, libâs 9 1 ; Nesâî, zînet 121; Ahmed b. Hanbel VI, 36, 83, 219.

[319]

Buharı, bedü'l-halk 7; Müslim, libâs 97.

T3201

Buharî tevhit 56, Ahmed b. Hanbel, II. 232.

[321]

Çev. Taşkesenlioğlu Mazhar, Kur'an-ı Kerim'in Ahkam Tevsiri. II. 344. 345.

[322]

Çev: Tuğ -Salih; İslâm Peygamberi, II 60-62.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/223-228.
[323]

Sebe, (34) 13.

[324]

Çev. Taşkesenlioğlu Mazhar, Kur'an-ı Kerim'in Ahkâm Tefsiri, II, 351-354.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/229.
[325]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/230.



11. HAC BÖLÜMÜ

Haccın Farz Oluşunun Şartları:
Haccın Sıhhatinin Şartları:
Haccın Rflkû'nleri:
Haccın Vacipleri:
Haccın Sünnetleri:
Haccın Adabı:

Haccın Yasakları (Cinâyetü'l-Hac):

Hacc-ı Kıran:

Hacc-ı Temettü

Hac Amellerinin Hikmeti

1. Hac Farizası

2. Yanında Mahremi Olmadan Hacceden Kadının Durumu

3. (İslâm'da) Hacc Yapmamak (V e Evlenmemek) Yoktur
Hacc İçin Azık Temin Etmek

4. Hacda Ticâret Yapmak (Caîz Midir?)

5. (Haccın Ta'cili İle İlgili) Müsedded'in Rivayet Ettiği Hadis

6. Hac Yolculuğu Esnasında Hayvanını Kiraya Vermek

7. Çocuğun Hacc Etmesi

8. Mikatlar

9. Kadın Havızlı İken Hac İçin İhrama Girebilir

10. İhrama Girerken Koku Sürünmek

11. Baştaki Saçları Birbirine Tutturmak

12. Hacda Kesilen Kurban

13. Sığırın Hedy Kurbanı Edilmesi

14. (Kurbanlık Develere) Nişan Koymak

15. Hedy'in Değiştirilmesi (Caiz Midir?)

16. Hedy Kurbanını Gönderdiği Halde Memleketinde Kalan Kimsenin Durumu

17. Kurbanlık Develere Binmek

18. Kurbanlık Bevt-i Şerire Varmadan Telef Olacak Hale Düşerse Ne Yapılır?

19. Hârûn B. Abdullah'ın Hadisi (Hedy'i Kendisi Kesen Ve Başkasından Yardım
İsteyenler)

20. Kurbanlık Develer Nasıl Kesilir?

22. Hac İçin İhrama Girerken Şart Koşmak

23. İfrad Haccı (Umresiz Hac)

24. Kıran Haccı

Haccı Umreye Tebdil Etmek

25. Kişi Başkasının Yerine Hacc Edebilir Mi?

26. Telbiye Nasıl Yapılır?

27. Telbiveve Ne Zaman Son Verilir?

28. Umre Yapan Kimse Telbiyeyi Ne Zaman Keser?

29. İhramlı Bir Kimsenin Hizmetçisini Te'dibi

30. (Dikişli) Elbiseleri İle İhrama Giren Kimsenin Durumu



11. HAC BÖLÜMÜ

"Menâsik" kelimesi "mensek" kelimesinin çoğuludur. "Mensek" bir ibadetin eda ediliş
tarzı ve edası esnasında gözle görülebilen zahirî kısımları demektir. İbadet yapılan
yere de "mensek" denilir. Esasen "mensek" kelimesi zaman ve mekân için kullanılır.
Daha sonra bu kelime hacc ibadetinin bütün fiillerini ifade eden bir terim haline
gelmiştir. Kur'ân-ı Ke-rım'de; = Bize ibâdet edeceğimiz yerleri, hac amellerini



göster" J — 1 âyet-i kerîmesinde bu kelime hem zaman ismi, hem de hacc İbâdetinin
bütün fiilleri anlamında kullanılmıştır. "Mensek" kelimesi bir mekân ismi olarak
"kurban kesilen yer" manâsını da ifâde eder. Aynı kökten gelen "nesike" kelimesi
kurbanlık hayvan, "nüsük" kelimesi de ibâdet anlamında kullanılır.
Hac sözlükte kasdetmek, hürmek gösterilecek makamları ziyaret etmek demektir.
Şeriatte ise "belli bir zamanda Arafat'ta bir mikdâr durmak ve sonra Kabe'yi tavaf
etmek" demektir. Belli zamandan maksat, Arafat'a nisbetle Kurban Bayramının arefe
günü zeval mden, Bayram gününün fecrine, tavafa nisbetle de Bayram gününün
fecrinden ömrün nihayetine kadar devam eden zamandır.

Allah teâlâ ve tekaddes hazretleri haccı, "Allah'ın evini ziyaret etmek, buna gücü

[21

yetenler için Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. — âyetiyle farz kılmıştır. Hz.
Peygamber de hac ibâdetinin İslâmm beş esasından biri olduğunu bildirmiştir. Bütün
İslâm âlimleri, haccın farziyyeti üzerinde icmâ etmişlerdir. Haccm farziyyetini inkâr
etmek küfürdür. Hac ömürde bir defa yerine getirilmesi gerekli ve yeterli olan bir
farzdır.

Farz olan hac, şartlarına sahib bir müslümanm ömründe bir defa edasıyla mükellef
olduğu hacdır. Bu şartlar oluştuğu ilk yılda hacca gidilmelidir. Buna haccm fevrî oluşu
denir. Daha sonraki yıllara bırakılırsa tercih edilen görüşe göre günahkâr olunur. Fakat
eda eden günahtan kurtulur. Hiç haccetmeden ölen mükellef ise, hac için vasiyette
bulunmuş olsa bile, günahkârdır.

Vacip olan hac; nezredilen (adanan) veya başlanılmışken bozulan nafile bir haccm
kazasıdır.

Nafile olan hac; henüz mükellef olmayan bir kimsenin veya farz olan haccı yapmış
olan kimsenin yaptığı hacdır.

Umresiz olarak yapılan hacca hacc-ı ifrâd denir. "Hac" denilince dar manâsıyla "hacc-ı
ifrâd" anlaşılır.

Şevval, Zilkade ve Zilhicce'nin ilk on günü hac mevsimi olarak belirlenmiştir. Hacc-ı
temettü' ile Hacc'ı kıran ve bu müddet içerisinde edâ edilebilir. Hac bu zaman dışında
edâ edilemez. Ancak Umre yapılır. Şevval ayından önce hacca başlanamaz. Hatta hac
için tavâf-ı kudümü ta'kip edecek olan sa'y da ancak hac aylarmda caiz olur.

[3]

Mekke ve civarındaki hacılara Mekkî, başka ülkelerden gelen hacılara âfâkî denir. ^
Haccın Farz Oluşunun Şartları:

1. Müslüman olmak. Müslüman olmayana Hac farz değildir.

2. Akıllı ve bâliğ olmak.

3. Hür olmak.

4. Haccm farziyetine vakıf olmak (islam ülkesinde bulunmayanlar için)

5. Hac vazifesini zorlanmadan yapabilecek vakit bulunmak. Yani bir kimse hac için
gerekli şartları tamamen haiz olduğu tarihten itibaren bunu yerine getirmeye müsâid
bir vakit bulamadan ölürse bununla sorumlu olmaz.

6. Hacca gidip gelinceye kadar kendisi ve ailesini geçindirebilecek kadar serveti
olmak.

7. Sağlıklı olmak.

8. Yol emniyeti bulunmak.



9. Hac için en az on sekiz saatlik yolculukta bulunacak kadının yanında kocası veya
evlenmesi ebediyyen haram olan (baba, oğul, kardeş gibi) bir erkek bulunmalı.
Yanında böyle bir kimse bulunmayan bir kadın üzerine hac farz değildir.

10. Hacca gidecek kadın, kocasından boşanmış veya kocası ölmüş ise, iddeti bitmiş

[41

olmalıdır. 1 — 1



Haccın Sıhhatinin Şartları:



1. Mekân: Bundan maksat, Arafat ile Kabe'dir. Dolayısıyla Arafat'ta vakfe ve Kabe'de
tavaf yapılmadıkça hac sahih olmaz.

2. Zaman: Bundan maksat, Arafat'ta vakfe ile Kabe'yi tavaf zamanlarıdır. Arafat'ta
vakfe zamanı arefe günü zevalden kurban bayramının birinci günü fecir doğuncaya
kadardır. Tavafın vacip olan vakti bu andan kurban bayramının ilk üç günüdür. Fakat
tavaf ömrün sonuna kadar yapılabilir,

3. İhram: Kişinin, helal olan şeyleri kendine geçici olarak haram kılmasıdır. İhrama
girmeden hac sahih olmaz. İhrama mikat denilen yerlerden girilir.^

Haccın Rükû'nleri:

1. Arafat'ta vakfe yapmak.

2. Kabe'yi tavaf etmek. Bu ikisinden biri yapılmadığı takdirde hac fasid olur.^



Haccın Vacipleri:

1. İhrama mikatlardan girmek, ihramda geçici olarak haram kılman şeyleri terketmek.

2. Arafat'ta vakfeyi güneşin grubuna kadar uzatmak.

3. Kurban Bayramı'nm birinci gününün fecrinden sonra ve güneşin doğmasından evvel
Müzdelife'de durmak.

4. Cemreleri taşlamak.

5. Hacc-ı temettü veya hacc-ı kıran'da kurban kesmek.

6. Halk veya taksir'de bulunmak (saçı kesmek veya kısaltmak). Bunu Mekkede ve
Kurban Bayramı günlerinde cemreleri taşladıktan sonra yapmak.

7. Kurbanı, cemreleri taşlama ile tıraş arasında kesmek.

8. Tavafı, bayram günlerinde yapmak.

9. Hac zamanı içerisinde Safa ile Merve arasında sa'y etmek. Sa'ya Merve'den
başlamak ve özürlü değilse bunu yaya yapmak.

10. Yabancıların veda tavafı yapması.

11. Her tavafa hacer-i esved'den başlamak. Kabe'yi sola alarak ve yürüyerek tavaf
etmek.

12. Tavaf esnasında abdestli ve avret yerleri örtülü olmak.

13. Tavafı Hatîm (hazire-i İsmail) in arkasından yapmak.

14. Tavafı tamamladıktan sonra iki rekât namaz kılmak.

[71

15. Dört şavtı (devresi) farz olan tavaf-ı ziyareti, yedi şavt olarak tamamlamak. —



Haccın Sünnetleri:



1. İhrama girerken yıkanmak veya abdest almak, âki rekât namaz kılmak.

2. İhram için beyaz bir üst ve alt örtüsü örtünmek.

3. Güzel koku sürünmek.

4. İhrama girdikten sonra her seher vaktinde, her namaz kılışta her yokuşa çıkış ve
inişte, her insan grubuna rast gelişte orta bir sesle üç kere "Lebbeyk Allahümme
lebbeyk..." diye telb iyede bulunmak.

5. Resûl-i ekrem (s.a.) efendimize çokça salat-ve selâm etmek.

6. Allah'a dua edip yalvarmak.

7. Mekke'ye girmek için yıkanmak, gündüzün girmek, Kabe'yi görünce dua etmek,
önünde tekbir ve tahlil etmek.

8. Yabancıların tavaf-ı kudüm yapması.

9. Mekke'de bulundukça nafile tavaflarda bulunmak.

10. Tavaf esnasında erkeklerin sırt örtülerinin birer ucunu sağ koltuklarının altından
alarak sol omuzları üzerine atmaları.

11. Tavaf-ı ziyaretin ilk üç savunda erkeklerin remel yapmaları (kısa adımlarla
koşmaları).

12. Safa ile Merve arasında sa'y ederken iki yeşil direk arasında erkeklerin hervele
yapmaları (koşmaları), sonra yine yavaş yavaş yürümeleri.

13. 7 Zilhicce'de Mekke'de öğle namazından sonra haccm menâsikini anlatan hutbe
okunması.

14. 8 Zilhicce'de güneş-doğduktan sonra Mekke'den Mina'ya çıkmak, O gece Mina'da
kalmak.

15. 9 Zilhicce'de güneş doğduktan sonra Mina'dan Arafat'a çıkmak. Burada öğle
namazı ile ikindi namazı öğle vaktinde beraberce kılınır (cem'i takdim). Sonra gidilen
Müzdelife'de de akşam ile yatsı namazları yatsı vaktinde kılınır (cem'i tehir). Bu
sıralarda göz yaşlarıyla Allah'a yalvarıhr.

16. Güneşin grubundan sonra ağır ağır Arafat'tan inmek ve Müzdelife'ye varıldığı
vakit gelen gidenleri engellememek için Kuzeh Tepesi yakınında toplanmak.

17. Bayram gecesi, Müzdelife'de kalıp bayram sabahı Mina'ya inmek ve bayram
günlerini burada geçirmek.

18. Mina'da taş atılırken Mina'yı sağa, Mekke'yi sola almak, sırasıyla önce cemre-i
ûla'yı sonra cemre-i vusta'yı yaya olarak sonrada cemre-i akabeyi binekli olarak
taşlamak ve bu son cemrede taşları aşağıdan yukarıya doğru atmak.

19. Taşlamaya ilk gün güneşin doğmasıyla zevali arasında, diğer günlerde ise, zeval
ile grub arasında başlamak.

20. Bayramın ilk günü bir hutbe ile haccm geri kalan menâsikini anlatmak.

21. Mina'dan Mekke'ye çabuk inmek isteyen kimsenin 12 Zühicce'de grubdan önce
yola çıkması.

22. Mina'dan Mekke'ye gelirken Muhassib ve Ebtah denilen yerlerde bir müddet
kalmak.

23. Veda tavafından ve iki rekât namazdan sonra Zemzem suyundan Kabe'ye bakarak
ayakta kana kana içmek ve dökünmek.

24. Hacer-i Esved ile Kabe'nin kapısı arasındaki Mültezem denen yere göğsü ve yüzü
sürmek.

25. Kimseye zarar vermeden Kabe'nin örtüsüne sarılıp dua etmek. Mümkün olursa,
Kabe'nin içine girip iki rekât namaz kılmak.



26. Medine'ye gidip Peygamber Efendimizin kabrini ziyaret etmek.



Haccın Adabı:

1. Yola çıkmadan borçlar ödenmelidir.

2. Günahlardan tevbe etmeli, eğer varsa ibâdetlerini kaza etmelidir.

3. Mütevâzı olmak.

4. Hac için müşaverede bulunmak.

5. Arkadaş, vasıta vs. hakkında istihare yapmalı, iyi Trir arkadaş edinmeli.

6. Yolda kaba davranışlardan kaçınılmalıdır. Hataları af ve müsamaha ile
karşılamahdır.

7. Yolculuğa Perşembe veya Pazartesi günleri çıkmak.

8. Yolculuğa çıkmadan dostlara, yakınlara, veda ziyaretleri yapılmalı aile efradının ve
onların duaları istenmelidir. Onların da kendisini karşılamaları sünnettir.

[9]

9. Hacca gidiş ve dönüşte evinde iki rekât namaz kılıp dua etmelidir.- 1 — 1
Haccın Yasakları (Cinâyetü'l-Hac):

Hac veya umre için ihrama girmiş kimseler için yapılması şer'an yasak olan şeylere
"cinâyetü'l-hac" denir. Bunlarda özür kabul edilmez.

1. İşlenmesinden dolayı sadece birer dem (koyun veya keçi) kurban edilmesi gereken
cinayetler) İhrama giren bir kimsenin, bir uzvuna tamamen güzel koku sürmesi, saça
yağ veya kına sürmek, dikişli bir elbiseyi tam bir gün giymek, başına bir şey örtmek,
tıraş olmak, kıl almak, tırnak kesmek, haccm vaciplerinden birisini terketmek,
cemreleri taşlama, kurban kesme ve tıraş fiillerinin sırasını bozmak.

Hacc-ı kıran'da bu cinayetlerden biri ortaya çıkarsa, iki dem gerekir. Böyle dem
gereken durumlar bir özürden dolayı ortaya çıktığında istenirse bir kurban kesilir,
istenirse herhangi bir yerde üç gün oruç tutulur, istenirse altı fakire üç sa ! buğday
sadaka olarak verir. Bu sadakanın Mekke fakirlerine verilmesi daha iyidir.

2. İşlenmesinden dolayı bedene (deve ve sığır) kurban edilmesi gereken cinayetler:
Arafat'ta vakfeden sonra tıraştan önce cinsî temasta bulunmak, ziyaret tavafını cünüp
olarak veya hayız ve nifas halinde yapmak. Tavaf temiz olarak tekrarlanırsa ceza
düşer.

3. İşlenmesinden dolayı yarım sa' tasadduk edilmesi gereken cinayetler. İhrama
girenin uzvunun bir kısmına güzel koku sürmesi, bir günden az dikişli bir şey giymesi
veya başını örtmesi, başının dörtte birinden az bir kısmını tıraş etmesi, yalnız bir
tırnağını kesmesi, başkasını tıraş etmesi, başkasının tırnağını kesmesi, abdestsiz olarak
tavaf-ı kudümde veya tavaf-ı veda' da bulunması gibi şeylerdir.

4. İşlenmesinden dolayı yarım sa' (1664 gr)dan az buğday tasadduk edilmesi gereken
cinayetler:

Çekirge, kehle gibi haşaratı öldürmek veya öldürülmesini sağlamak gibi fiillerdir.

5. Tazmin edilmesi gereken fiiller: Av hayvanlarım öldürmek veya Mekke içindeki
ağaçları yeşil otları kesip koparmak. Bunlar yapıldığında bedelleri tazmin edilir veya
kıymetleri sadaka olarak verilir.

Hz. Peygamber bir defa hacca gitmiştir. Bunun için birden fazla hacca gitmek sünnet
değildir. Yalnız, tatavvudur. Yani hiç bir emir ve mecburiyet olmadan kulun kendi



isteğiyle yaptığı bir takım iyi işlerdir. Fakat bu tatavvuım farz, vacip hatta sünnetlerin
hakkına tecâvüz etmemesi ve onların ihmaline sebep olmaması gerekir. Tatavvu
(nafile) olarak hacca gitmektense o parayı müslümanlarm ihtiyaçlarına, Allah yolunda,
İslâm'ın yükselmesi uğrunda harcamanın efdal olduğuna dair verilmiş bir çok fetva

bulunmaktadır.



Hacc-ı Kıran:



Hem hac, hem de umre için birden ihrama girmeye hacc-ı kıran denir. Bu hacda umre
ile hac arasında fasıla yoktur.

Hacc-ı Kıran'da bulunacak zât mikatta veya daha önce umre ile hacca birlikte niyet
edip iki rekât namaz kılar, sonra umre ile hacca niyet eder. Daha sonra telbiyede
bulunur, ihramın şartlarına riâyet eder.

Mekke'ye girince umresini yapar. Kabe'yi tavaf eder, Safa ile Merve arasında sa'y
eder. Sonra haccm menâsikini ifa eder. Cemreleri taşladıktan sonra, tıraştan Önce
kurban kesmek, hacc-ı kıran ve hacc-ı temettü yapanlara vaciptir. Bunu kesemeyenler
arefe gününe kadar üç gün, yedi gün de bayram çıktıktan sonra istediği zaman toplam
on gün oruç tutarlar.

Hacc-ı kıran'a niyet eden umresini yapmadan Arafat'a gidecek olursa, umresi bozulur.
Hacc-ı kıran ve hacc-ı temettü afakîlere (yabancılara) mahsusdur. Mekke'de veya

Mekke ile Mikat arasında bulunanlar bunu yapmazlar.^^



Hacc-ı Temettü



Hac ve umreyi ayrı ayrı iki ihramla yapmaktır. Yabancı hacılar ihramda fazla
kalmamak için bu haccı tercih ederler.

Bir kimse mikatta ihrama girdiği zaman umreye niyet ederek telbiyede bulunur, iki
rekât namaz kılar.

Mekke'ye girince umre için Kabe'yi yedi kere tavaf eder, sonra iki rekât namaz kılar,
sonra da Safa ile Merve arasında sa'y yapar, bunu takiben tıraş olarak umresini bitirir.
Böylece ihramdan çıkar.

Mina'ya çıkılan gün tekrar ihrama girerek hacca niyet eder, telbiyede bulunur ve
yalnız hac (hacc-ı ifrad) için niyet etmiş olan birisi gibi, haccm menâsikini yerine
getirir, bundan başka Mina'da bir kurban keser. Bu hac ile umreyi bir arada
yapabilmeyi başarmaya karşı bir şükür nişânesi-dir. Cemre-i Akabe taşlandıktan sonra
tıraştan önce bir bayram günü kesilir. Bunu yapamazsa, hcc-ı kıran'daki gibi oruç
tutar.

Mekke'ye hedy olarak kurban getiren kimse ise, umre için tavaf, sa'y yaptıktan sonra
hac için niyet eder. Kurban Bayramı'nm ilk günü şükran kurbanını keser, sonra tıraş

olup ihramdan çıkar.-'-^



Hac Amellerinin Hikmeti



Haccm hikmeti: Kâbe-i Muazzama yeryüzündeki ilk bina ve tevhid dininin ilk mabedi
olduğu gibi bütün müslümanlann birlik ve beraberlik timsalidir. Hac ise, bunu fikir ve



duygu halinden fiil haline dönüştüren bir ibâdettir. Belli zaman ve mekânlarda topluca
yapılması mecburî olan bu ibâdet aynı zamanda müslümanlann siyâsî birliğini de
gerçekleştirme vasıtalarmdandır. İslâm'ın en son farz kılınan ibâdeti olan hac ile bir
müslüman kendisini Allah'a arz ve takdim etme imkânına kavuşur.
Dünyanın dört bir yanından gelen müslümanlar mahşer yerinin bir benzeri olan
Arafat'ta toplanırlar. Hesap gününün heyecanı içerisinde ilahî emirleri kayıtsız şartsız
yerine getireceklerine dair toplu olarak and içerler. Emre âmâde ve hizmete hazır
olduklarını "Lebbeyk" yani "emret, hazırım" nidalarıyle bildirirler. Allah huzurunda
toplanan yüz binlerce kişilik, bu İslâm ordusu Mina'ya doğru harekete geçerler.
Kefeni andıran ihramlar içerisinde dünya ile bütün irtibatlarını adeta kesmişlerdir.
Arafat'tan sonra tekbirlerle Müzdelife'ye gelen hacılar bayram gecesini orada
geçirdikten sonra bayram günü şeytanî vesveselere karşı olan nefretin bir remzi olarak
Mina'da cemreleri taşlarlar. Sonra Allah yolunda canlarını vermeye hazır olduklarını
göstermek için bir kurban keserler. Nasıl gezegenler, güneş, elektronlar çekirdek
etrafında dönüyorsa, hacılar da Kabe etrafında dönerler, tavaf ederler. Bu aynı
zamanda islâm etrafındaki birliğe olan aşkın, Muvahhid müminlerin vahdetlerinin bir
ifadesidir.

Hacda temsili olarak âhiret hayatını yaşayan bir müslümanm dünya hayatının hiçliğini
herkesten daha çok anlamış olması gerektir. Ayrıca hacc dolayısıyla İslâm dünyasının
bütün dava, dert ve meselelerini yakından görmek imkânmı'elde etmiş olan hacı, kendi
ülkesinde de küfür ve nifakla nasıl mücâdele edileceğini daha iyi öğrenir. Hacdan
ülkesine dönen bir müslüman eğitimden cepheye gelmiş bir askerdir. Ayrıca hac
İslâm'ın cihana yayılmasını teşkilâtlandıran bir ibâdettir. Gerçekte hac, "amellerle
ifade edilen semboller mecmuasıdır." Biz bu sembolleri anlayabildiğimiz zaman hac
amellerinin hikmetini de kolayca anlayabiliriz. Şöyle ki:

İHRAM: Hakikatte nefsânî arzulardan heva ve hevesten sıyrılmak. Allah'ın büyüklük
ve celâlini düşünerek O'nun dışında ne varsa hepsini bir kenara bırakmaktan başka
birşey değildir.

TELBİVE: Nefse karşı yapılan bu işleme şâhidlik etmek, ibâdet ve tâata devam
etmenin lüzumunu idrâk etmektir.

TAVAF: Bütün nefsî arzulardan sıyrıldıktan sonra nimetlerini gösterip kendi zatını
gizleyen Allah teâlânm kutsiyyeti etrafında kalbin devamlı bir sevgi ile dönmesidir.
SA'Y: Tavaftan sonra iki rahmet işareti arasında Allah'ın bağışı ve rızasını arayarak
gidip gelmektir.

VUKUF: Arafat'ta vakfeye durmak, Sa'yden sonra haşyet ve heyecan dolu kalpler
bağışlanma ümidi ile semaya uzanan eller ve dua ile meşgul olan dillerle
merhametlilerin en merhametlisi olan yüce Allah'a sadık amellerle yapılan bir
yalvarıştan başka birşey değildir,

Rabbin nurunu kalplere indiren bu amellerden sonra şeytan sembollerini taşlamak ise,

şer ve kötülükleri, nefsin arzu ve isteklerini kışkırtan, fertleri veya toplumları ifsâd

eden, bozguncu istekleri fiilen kovmayı temsil eden sembolik bir ameldir.

KURBAN KESMEK ise, Salih amellerle kuvvet bulan fazilet eliyle rezaletin kanını

akıtmayı, Allah'ın temiz ve sadık askerlerinin, Allah yolundaki sadâkat ve

[13]

fedakarlıklarını temsil etmektedir. J — 1

İslâm'ın bu eşsiz ibadetindeki yüce hikmetleri anlamayan bazı kimseler ise haccı Arap
putperestliğinin te'siri altında kalmış bir ibâdet olarak vasıflandırmakta ve cehaletin



vermiş olduğu bir cesaretle, Kabe ve etrafında tavaf, Hacer-ul Esved'i istilâm ve buna
benzer diğer ta'zim ve hürmet ifadelerinin, bu te'sirin tezahüründen başka birşey
olmadığını söyleyerek İslama hücum etmektedirler. Oysa bu sözler gerçeği ifâde
etmekten fersah fersah uzaktır.

Çünkü Kabe'yi ziyaret eden yahut Hacer ul-Esved'i istilâm eden bir müslüman onların
ne maddi bir fayda ne de zarar veremeyecek bir taş olduğuna kesinlikle inanır.
Müslümanların âdil ve cesur halifesi Hz. Ömer'in, Hacerü'l-Esved'e dair şu sözleri bu
gerçeği ne güzel ifade etmektedir: "Bilivorum sen bir taşsın, ne zararın olur, ne de
faydan. Eğer Peygamber (s.a.)'i seni öperken görmeseydim, ben de seni

öpmezdim."^-^

Bu durum Allah'ın yüce kelâmında şu manâya gelen sözlerle ifâde ediliyor: "Allah
Kabe'yi, o beyt-i haramı o haram olan ay(lar)ı (Mekke'ye) hediye edilecek kurbanı ve
(onların) boyunlarında ki gerdanlıkları in-sanlar(m din ve dünyaları) için bir nizâm
yaptı. Bu Allah'ın göklerde ve yerde ne varsa (hepsini) bildiği, Allah'ın (zâten herşeyi)

hakkıyla bilici olduğunu sizin de bilmeniz içindir. "^-^

Şurasını unutmamak gerekir ki, kelime ve cümlelerin ifâde edemediği ince manâları
ve yüksek duyguları temsil eden yegâne dil semboldür. Kâ'be-i Muazzama Allah'ın
yer yüzünde dikilmiş bir bayrağı gibidir. O bayrak Müslümanların mukaddes ifâdesini
sembolize etmektedir.

Şunu söylemek gerekir ki, haccm manâsı ve icra ediliş tarzı Hz. İbrahim'den sonra
zamanla müşrik Araplar tarafından tahrif edildi. Nihayet İslâmiyet de bu bozuklukları
yeniden temizleyip islâh etti. Bu İslâhatın esaslarını şu şekilde özetleyebiliriz:

1. Her ibâdetin asıl maksat ve gayesi zikr-i ilâhi, taleb-i mağfiret, kelimetü'llah'ın
i'lasıdır.

Arabistan ahalisi ise hacc-ı; şahsî, ailevî bir isim ve şöhret vasıtası kılmışlardı.
Nitekim, haccm bütün menâsikinden fariğ olunca bütün kabileler gelip Mina'da
toplanırlardı. Bu, Arapların millî mefâhirlerindendi. Bu umumî toplantı yerine
toplandıktan sonra o arada zikr-i ilâhi yerine her kabile kendi baba ve dedelerinin
iyiliklerini sayıp dökerlerdi. İşte bunun için şu ayet-i kerime nazil oldu:

"Babalarınızı andığınız gibi, Rabbinizi daha fazla, daha hürmetle anm."^^

2. Kurban keserlerdi.Bu kurbanın kanım Kabe'nin kapısına, duvarına sürerlerdi.Bu
şekilde tanrıya yaklaşacaklarmı sanırlardı. Yahûdilerde de bu usûl vardı ki, kurbanm
kanını bir leğene doldurup, kurbangâha dökerlerdi. Kurbanın etini de yakarlardı.
Resûl-i ekrem vasıtasıyla bu iki adet ortadan kaldırıldı. Bu hususta ayet-i kerime nazil
oldu:

"Onların etleri de, kanları da hiç bir zaman Allah'a erişemez. Sizden yana, Allah'a
erişen sizin takvanızdır."^-^

Kurbandan asıl maksat, fakir ve gariplere ziyafet çekmektir, denildi.

3. Yemen ahalisinin usûlüne göre hacca giderken yol hazırlığı yapmadan, yolluk
tedarik etmeden yola çıkılırdı. Bu hazırlıkları yapmadan yola çıkar, "biz Allah'a
mütevekkiliz" derlerdi. Neticede Mekke'ye vardıklarında Mekke'de dilenirlerdi.

rı sı

Bunun üzerine şu ayet-i kerime nazil oldu. —

[19]

"Azıklarımız! Muhakkak ki azığın en hayırlısı takvadır, nefsinizi sakınmaktır." 1 — 1

4. Kureyş'in Arap kabileleri arasında birçok imtiyazları vardı. Buna binaen Kureyş'ten



başka bütün Arap kabileleri çıplak olarak Kabe'nin etrafını tavaf ederlerdi. Bunun için
Kabe'de tahtadan bir yer yapmışlardı. Halk elbiselerim onun üstüne atar, soyunup
çırılçıplak olurdu. Bu çırılçıplak cemaatın ayıp yerlerini örtmek Kureyş'in
cömertliğine kalmıştı. Ku-reyş o zaman bu çırılçıplak cemeâta ayıp yerlerini örtecek
elbise dağıtırdı. Kureyş erkekleri erkeklere, kadınları da kadınlara elbise verirlerdi.
Onlarda bu elbiseyi giyinip tavaf ederlerdi. Kureyş'in bu cömertliğinden mahrum

kalanlar da çırılçıplak tavaf ederlerdi.^^ İslâm hayasızca yapılan bu işi katiyyetle
ortadan kaldırdı. Bu hususta şu ayet-i kerime nazil oldu:

[211

"Her namaz vaktinde ziynetlenin." 1 — 1

Hicret'in 9 ncu senesinde Resûl-i ekrem bu hususu ilân için Hazreti Ebû Bekir'i hacca
gönderdiler. Bundan böyle çıplak tavaf edilmeyeceği ilan edildi. Bu ilândan sonra bu

âdet de ortadan kalktı.^^

5. Kureyş'in imtiyazlı hususiyetlerinden biri de bütün Arap kabileleri Arafat'ta

durdukları zaman Kureyş Harem hududunun haricine çıkmayı dini mansıblanna aykırı

addederdi. Bunun için Kureyşliler, Müzdelife'de dururlardı. îslâm, Kureyş'in bu

imtiyazını da ortadan kaldırdı. Bu hususta "Sonra herkesin cemeâtle döndüğü yerden

[231 T241
siz de dönün. " J — 1 mealindeki âyet-i kerime nazil oldu. —

6. Cahiliyye zamanında haccm dini hususiyetlerinden biri de büyük bir toplantı
yapılması idi. Her taraftan her çeşit insan toplanır, gürültü patırtı ile bağırıp çağırırlar,
seslerini yükseltip birşeyler okurlar, hulâsa her çeşit fisk-u fücur ayyuka çıkardı. İslâm
bir defada bunların hepsini ortadan kaldırdı. Bu hususta şu ayet-i kerime nazil oldu:
"Kim bu aylarda hacci ifâya azmederse, artık hacda kötü söz söylemek, sövüşmek,

[251

kavga çıkarmak gerekmez. Siz ne iyilik ederseniz Allah onu bilir. " J — 1

7. Menasik-i haccı bitirdikten sonra geri dönmek isteyen halk ikiye ayrılırlardı. Bir
zümre eyyâm-ı teşrikte geri dönenlerin günahkâr olduklarını söyler, diğerlerinin daha
fazla orada kalmalarını temin etmek isteler-di. Kur'ân-ı Kerim bu hareketlerin her
ikisini de caiz addetmiştir. Bu hususta şu ayet-i kerime nazil olmuştur:

"Kim acele edip iki günde dönerse, ona günâh yoktur. Kim geride kalırsa ona da

günah yok. Bu ittika eden (kendini fenalıklardan sakınanlar) içindir. —

8. Bir de sessiz hac icâd etmişlerdi. Yani bazıları hac ihramını giyince susarlar,
konuşmazlardı. Susup konuşmayan bir kadın Hz. Ebu Bekir'in dikkatini çekti. Sorunca
bu kadının sessiz hac ihramı bağladığı anlaşıldı. Hz. Ebu Bekir bu kadını bu işten men
etti. Bu câhiliye adetidir, dedi.

9. Yaya olarak Kabe evine hacca gelmek için adak adanırdı.Böyle yapmakla büyük
sevap kazanılacağına inanırlardı. Nitekim bir gün Resûl-i ekrem, iki oğlunun
omuzlarına dayanarak zorla yürüyen, yaya gelen bir ihtiyar gördü. Meseleyi sordular.
Bu adamın yaya olarak hacca gelmeyi adadığını söylediler. "Cenâb-ı Hakk'm bu gibi
şeylere ihtiyacı yoktur, kendi vücuduna eziyyet edemezsin" diyerek birşeye binmesini
emir buyurdu.

Bu şekilde yine bazı kadınlar başı açık, ayağı çıplak olarak yaya Kabe'ye kadar
gelmeyi adamışlardı. Resûl-i Ekrem tesadüfen bunlardan birini gördü:
"Hak Teala sizin bu perişan halinize karşı bir mükâfat vermeyecektir. Bir şeye
binebilirsiniz; buyurdular. Yine bunun gibi kurban olarak getirilen hayvanlara bu
kurban, sırf kurban içindir düşüncesiyle binmezlerdi. Nitekim bir gün Resûl-i Ekrem



bir adamın bir deveyi çekerek getirdiğini gördü. "Bu hayvana bin" buyurdu. Adam
devenin kurbanlık olduğunu söyledi. Resûl-i Ekrem üç defa deveye binmesini
tekrarladı.

10. Ensar hacdan döndükleri zaman evlerine kapıdan girmezlerdi. Arkadan bir yer
uydurup oradan girerlerdi. Bu işi sevap sayarlardı. Bir gün adamın biri hacdan dönmüş
ve âdet hilâfına kapıdan evine girmişti. Halk bunun bu hareketini zemmedip

[271

kötülüyorlardı. — Bunun üzerine Kur'ân-ı Kerîm' den şu ayet-i kerîme nazil oldu:
"Evlere arka taraftan girmeniz iyilik değildir. İyilik insanın (fenalıktan) sakmmasıdır,

ittika'dır. Evlere kapılarından girin" 1 — 1

11. Halkın bir kısmı da tavaf ederken günahlarının hususiyetine ve vaziyetine göre
muhtelif ve münasebetsiz tavırlar takmıyorlardı. Bazısı burnuna ip bağlar, kendisini
başka birisine çektirirdi. Resûl-i ekrem böyle birine rastlamış burnundaki ipi
çözdürmüştü. Başka bir zaman da, birinin başka bir şahısla ellerini birbirlerine
bağlayarak tavaf ettiklerini gördüler. Çözdürerek şöyle buyurdu: "Elinden tut, o
şekilde tavaf ettir".

Bir ara yine Resûl-i Ekrem iki kişinin bir ağaç gövdesine ip bağlayıp çekerek
geldiklerini gördüler. Sorunca ağaç gövdesini çekenler cevaben:
Biz böyle hac yapmayı adamıştık, dediler. Zât-ı risâletpenâhîleri şöyle buyurdular:

[291

"Böyle adaklar adamayınız. Adaklar yalnız zât-ı ülûhiyyet için olur." J — 1

12. Arab halkı hacda umre yapmazlardı. "Ne zaman hacca giden bineklerin sırtındaki
yaralar iyi olursa o zaman umre yapılır" diyorlardı. Fakat Resûl-i Ekrem bizzat hacda
umre yaptılar ve bi'1-fı'il bu yersiz ve lüzumsuz âdeti de kaldırmış oldular.

13. Cahiliyye devrinde hacca niyyet ettikten sonraki (günlerde işi-gücü ahş-verişi
bırakırlardı. Bunu hacca mugayir sayarlardı. Halkın çoğu da ticaret ve alış verişin
hacca aykırı olduğuna inanırlardı. İslâmiyet ise alış verişin haccm kudsiyyet ve
hürmetine münâfi olmadığım ortaya koydu. İki farizayı birlikte edâ için şu ayet-i
kerîme nazil oldu.

"(Hac esnasında ticaret ederek) Rahbini/in lütf ve keremini aramakta günah
yoktur"^^-

Bu şekilde cahiliyye devrinin bozuk âdeti sona erdi. Bununla birlikte ticaret, alış-veriş
işleri de ilerledi.

14. Safa ile Merve'nin tavafında iki zümreye ayırıhyorlardı. Medineliler Menat'a ihram
bağlarlardı. Menat için ihrama girer, fakat tavaf etmezlerdi. Ancak diğer Arablar Safa
ile Merve'yi tavaf ederlerdi. İslâmiy-yet gelince Kabe'nin tavafı emrolundu. Safa ile
Merve hakkında âyet nazil olmadığı için bunların tavafının caiz olup olmadığını
müslümanlar Rasûl-i Ekrem'den sordular, bunun üzerine şu âyet-i kerime nazil oldu:
"Safa ile Merve Allah'ın tayin ettiği nişanelerdir. Kim ki Beytullah'a hac eder, yahut

[311

"umreye gider de onları tavaf ederse, bunda bir beis yoktur. " J — 1
1. Hac Farizası



1721. ...İbn Abbas (r.a.)dan rivayet edildiğine göre el- Akra' b. Habis Peygamber
(s.a.)'e:

Ey Allah'ın Rasülü, hac (bize) her sene mi farzdır, yoksa (ömrümüzde) bir kerre mi?



diye sormuş, (Peygamber (s.a.) de);

"Yok, hayır. Bir kerredir. Kim daha fazla yapacak olursa, o nafiledir." diye cevap

• T321
vermiştir. — 1

Ebû Dâvûd dedi ki; "Seneddeki Ebû Sinan, Ebu Sinan ed-Düveliyy'dir. Aynı şekilde
Abdü'l Celil b. Humeyd ile Süleyman b. Kesîr de ez-Zührî'den (bu ravtnin ismini Ebû

[331

Sinan olarak) rivayet etti. Ukayl de rivayetinde yerine demiştir.- 1 — 1
Açıklama

Bu hadîs-i şerif Müslim'in rivayetinde şu manâya gelen sözlerle rivayet edilmiştir:
"Allah'ın Rasûlü bize şöyle hitâb etti:

"Ey insanlar! Hac size farz kılındı. Hac yapın." Sahâbîlerden biri sordu:
Ya Resûlallah, her sene mi (hac yapmak bize farz kılındı?) Allah'ın Rasûl'ü bu sûala
cevap vermedi. Sahâbi suâlini üç defa tekrarlayınca şöyle buyurdu:
"Evet deseydi m. her yıl farz olurdu. Ve siz de buna güç yettiremez-diniz. Size
açıklamadığım hususlarda beni kendi hâlime bırakın. Sizden önceki topluluklar çok
sual sormaları ve peygamberleri hakkında ihtilâfa düşmeleri sebebi ile yıkıma
uğradılar. Size birşey emrettiğim zaman gücünüz ölçüsünde onu yapın. Sizi bir şey

[341

den sakındırdığım zaman da onu bırakın. " J — 1

Ahmet b. Hambel'in İbn-i Abbas'tan rivayet ettiği bir hadis de şu anlamdadır:
(Resûlullah (s.a.) bize hitâb ederek;

"Ey insanlar, Allah haccı sizin üzerinize farz kılmıştır." buyurdu. Bunun üzerine el-
Akra' b.Hâbis;

Her sene mi ya Resûlullah? dedi. Peygamber (s.a.)'de; "Eğer evet deseydim, (her sene
haccetmek) üzerinize farz olurdu.

(Her sene) farz olunca da onu yerine getirmezdiniz (yahut) getiremezdiniz. Kim daha
fazla yapacak olursa, o nafiledir.

Buhârî'nin rivayetinde ise, bu hadîs "Ben sizi (serbest) bıraktığım müddetçe siz de

beni (serbest) bırakın (soru sormaym)"^^ şeklinde geçmektedir.
Konumuzu teşkil bu hadis-i şerif ile aktardığımız diğer rivayetler hac-cm insana
ömründe bir kerre farz olduğunu ifâde etmektedir. Hafız İbn Hacer ve Nevevî gibi ilim
adamlarının beyânına göre, ilim adamları bu mevzuda ittifak etmişlerdir. Ancak "Ona
bir yol bulabilenlerin (gücü yetenlerin) Beyti hac (ve ziyaret) etmesi Allah'ın insanlar

[37]

üzerinde bir hakkıdır, — ayet-i kerimesiyle hac sadece gücü yetenlere farz kılınmış,
gücü yetmeyenler ise, hac ibadetiyle mükellef tutulmamışlardır. Hattâbî'nin beyanına
göre: "Haccm insana ömründe bir kerre farz olacağına ve bu far-ziyyetin tekerrür
etmeyeceğine dâir icmâ varsa da bu icmâ başka bir delile dayanmaktadır. O delil ise,
hadisin aslında bulunan "haccediniz" emri değildir. Çünkü bu emir haccm tekerrür
etmeyeceğine delâlet etmez. Eğer sözü geçen emir hac farizasının tekerrür
etmeyeceğine açıkça delâlet etmiş olsaydı, o zaman el-Akra' b. Habis (r.a.) de bu
mevzuda soru sorma lüzumunu hissetmeyecekti."

Esâsesen bu mesele usûl-i fıkıh ulemasmca ihtilâf konusu olmuştur. Bu ihtilâfı ana
hatlarıyla şu şekilde özetlemek mümkündür. Bu hususta dört mezhep vardır:
1. Mutlak emir, umûm ve tekrar iktizâ eder.



2. Umum ve tekrar iktizâ etmez. Lâkin bunlara ihtimâli vardır. İmam Şafiî'nin
mezhebi budur. Nevevî diyor ki: "Ulemamızca sahih olan kavle göre emir tekrarı
iktiza etmez. İkinci kavle göre tekrarı iktiza eder. Üçüncü bir kavle göre, bir defadan
fazlası hakkında beyâna ihtiyaç vardır. Binâenaleyh tekrarı iktiza ettiğine ve
etmediğine hükmolunamaz. Tevakkuf olunur. Bu kavlin sahipleri (konumuzu teşkil
eden) bu hadisle istidlal etmişlerdir. Çünkü mutlak emir tekrarı yahut adem-i tekrarı
iktizâ etseydi Hz. Akra Resûlullah'a sormazdı. Peygamber (s. a.) dahi, "suâle hacet
yok, mutlak emir şu manâya hamledilir", cevabım verirdi. Emrin tekrar iktiza ettiğini
söyleyenler Hz. Akra'nın meseleyi ihtiyaten ve izahat alma kiçin sorduğunu iddia
ederler."

3. Hanefi ulemâsından bazılarına göre mutlak emir tekrar icâb etmez. Lâkin bir şarta
muallak olur veya bir vasfın sübûtuyla mukayyed bulunursa, tekrar ifâde eder.

4. Hanefıler'in ekserisi tarafından ihtiyar edilen sahih mezhebe göre mutlak emir
umûm ve tekrar iktiza etmez. Onlara ihtimali de yoktur. Namaz, oruç ve zekât gibi
ibâdetlerin tekerrür etmesi sebeplerinin tekerrüründen dolayıdır. Haccm sebebi olan
Beyt-i Şerif tekerrür etmediği için ömürde bir defa ifâ etmekle bu bâbdaki emir yerini
bulur.

Yine usul-ı fıkıh ulemâsına göre bir şeyden nehy, o şeyi devam üzere bırakmayı iktiza
eder. Binâenaleyh Resûlullah (s.a.)'in:

"Sizi bir şeyden nehy ettim mi, onu derhal bırakın" sözü itlâkı üzere bırakılır. Bundan
yalnız zaruret hali müstesnadır.
Resûlullah (s. a.):

"Ben sizi bıraktığım müddetçe siz de beni bırakın..." buyurmakla "Size bir şey emir
veya nehy ettiğim müddetçe siz de beni bırakın. Bir şey sormayın" yahut "Bir mesele
hakkında inceden inceye tafsilât istemeyin. Çünkü bu işin sonu Beni İsrail'in helaki
gibi kötü bir neticeye varabilir" demek istemiştir. Gerçekten Allah te'âlâ hazretleri bir
sığır kesmelerim Beni İsrâile emir buyurmuştu. Emre itaat ederek herhangi bir sığın
kesseler, emir yerini bulurdu. Fakat onlar öyle yapmadılar. Kesilecek hayvanın rengi
nasıl, yaşı kaç, gibi bir çok sualler sordular. Onların isyankâr su'âl-lerine karşı Allah
te'âlâ da kendilerine şiddet gösterdi.

Şer'î bir meselede, Resûl-i Ekrem'in istemesiyle o meselenin farz olması konusunu
1373 numaralı hadisin şerhinde açıklamıştık. Burada aynı konuya şunları da ilâve
etmekte fayda görüyoruz:

1. Resûl-i ekrem'in bir meselenin yapılmasını emretmesi kendi içtihadının mahsûlü
olabilir. O içtihâde uymak da mü'minler için farz olur.

2. Cenâb-ı Hakk, haccı mü'minlere mutlak olarak emretmiş, vasıf ve şartlarını ve
adedini Resulüne havale etmiş olabilir. Dolayısıyla Resûl-i Ekrem'in, kendisine
"Bizim üzerimize her sene haccetmek farz mıdır?" diye soru soran bir kimseye "Evet"

T381

diye cevap vermiş olsaydı, mü'minlere her sene hac etmek farz olurdu. —
Hattâbî'nin beyânına göre bu hadis-i şerif, hac farizasını eda ettikten sonra dinden
dönen bir kimsenin, tekrar müslüman olmasıyla daha önceden edâ etmiş olduğu haccı
iade etmesi lâzım geldiğine delâlet etmektedir. Bu görüş aynı zamanda Şafiî
mezhebinin görüşüdür. İmâm Mâlike ve Hanefî ulemâsına göre ise, dinden dönen bir
kimsenin daha önce edâ etmiş olduğu farzları iade etmesi lâzım gelmez. Ancak hac
farizası bundan müstesnadır. Çünkü diğer farzların vakti geçmiştir. Haccm vakti ise
henüz geçmemiştir. Zira haccm vakti ömrün sonuna kadar devam eder. Eğer o kimse



dininden döndükten sonra tekrar imâna gelir ve irtidâd etmeden önceki edâ etmiş
olduğu herhangi bir farzın vakti de henüz geçmemiş olursa, o farzı da iade etmesi

[391

lâzım gelir. Çünkü henüz vakti geçmemiştir.- 1 — 1
Bazı Hükümler

1. Gücü yeten kimselerin ömründe bir defa haccetmeleri farzdır.

2. Allah'ın, bazı hükümlerin meşru kılınmasını Resulüne havale etmesi caizdir.

1722. ...Ebû Vâkid'den; demiştir ki: Veda haccmda Resûlullah'ı (s. a.), hanımlarına;

[4i]

"Bu (hacdan) sonra (sizler için) hasırların üstleri (vardır.)" buyururken işittim. J — 1
Açıklama

Veda Haccı, Peygamber efendimizin yaptığı ilk ve son hacdır ve hicretin 10. yılı
olaylarındandır. Hicretin 10. yılında İslâm bütün Arabistan'a yayılmıştı. İdarî ve siyasî
teşkilâtı tamamen oluşmuş, eğitim faaliyetlerine hız verilmişti. Hz. Peygamber bu
yılda hac yapacağını etrafa bildirdi. O'nunla birlikte hac yapmak isteyen müslü-manlar
kafile kafile Medine'de toplandılar. Hazırlıklarını tamamlayan Hz. Peygamber 25 Zi'l-
ka'de'de kırkbin kişiyle birlikte Medine'den Mekke'ye yöneldi.

Medine-Mekke yolculuğu on gün sürdü. Mekke'ye girdiğinde bu şehirde 140 bin
müslüman toplanmış oldu. Hz. Peygamber bir Cuma'ya tesadüf eden arefe günü (9
Zi'l-hicce) Arafat'ta, Rahmet Tepesi'nde deve üstünde İslâm inkilâbmm en büyük
konuşmasını yaptı. Veda Hutbesi denen bu konuşma insan hak ve vazifelerini
özetlemektedir. Hz. Peygamber, bu konuşmadan üç ay sonra vefat ettiğine göre, bu
onun, gerçek vasiyeti sayılmalıdır.

Aynı gün vahyedilen bir Kur'an ayeti de Muhammed (s.a.)'in ilâhi görevinin son
bulduğunu açıklamıştır: "Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim ve üzerinizdeki

T421

nimetlerimi tamamladım. Size din olarak Islâmı seçip ondan hoşnut! oldum. — Bu
ayeti işiten Hz. Ebû Bekir bunu peygamberin vefatına işaret saydığı için ağlamıştır.
Hac dolayısıyla Hz. Peygamber Mekke'de 10 gün kaldıktan sonra Medine'ye döndü.
Metinde geçen "Bu (hacdan) sonra (sizler için) hasırların üstleri vardır"
sözü, bundan sonra size bir kerre daha haccetmek farz değildir. Bir daha hac için
evlerinizden çıkmaymız, evlerinizden ayrılmayınız, anlamında bir kinayedir. Bu
cümlenin iki ayrı manâya ihtimali vardır:

1. Şu edâ ettiğiniz hacdan sonra üzerinize bir daha haccetmek farz değildir.

2. Bu hac farizasını edâ ettikten sonra bir daha evlerinizden dışarı çıkmamanız
üzerinize farz kılınmıştır.

Resûl-i Ekrem (s.a.)'in hanımlarından Şevde Bint Zem'â ile Zeyneb bint Cahş bu
hadise ikinci manâyı vermişler ve hayatlarının sonuna kadar bir daha hac
etmemişlerdir. İbn Sa'd'm, Ebû Hureyre'den rivayetlerine göre Hz. Şevde ile Zeynep,
"Biz Resûl-i Ekrem'in iştihâlinden sonra bir daha yolculuk etmedik" demişlerdir.
Hz. Aişe, ise bu hadise birinci manâyı vermiş ve Resûl-i Ekrem (s.a.)'in nafile hac
yapmayı teşvik eden hadis-i şeriflerini de gözönünde bulundu-rurak nafile hac
yapmakta bir sakınca görmemiştir. el-Muhalleb'in beyânına göre Rafızîler bu hadis-i



şerifin Ifk olayı sebebiyle, vârid olduğunu iddia ederez. Hz. Aişe validemiz aleyhine
bir delil saymak isterler. Ayrıca Resûl-i Ekrem'in Hz .Aişe'ye hitaben "Sen Hz. Ali ile
haksız olarak savaşacaksın" dediğini iddia ederler. Gerçek olan şudur ki, Hz. Peygam-

[431

ber bu sözü Zübeyr b. Avvâm (r.a.) için söylemiştir. —

Râfızilerin hadisi bu şekilde tefsir etmeleri için hiç bir karine ve sebep yoktur. Bu
hadisi en isabetli tefsir eden yine Hz. Aişe olmuştur. Çünkü kendisi Peygamber
(s.a.)'e, "Yâ Resûlullah biz cihâdı amellerin faziletlisi olarak görüyoruz. Biz de sizinle
beraber cihâda çıksak olmaz mı?" diye sormuş, Resül-i Ekrem de;

[441

"-Hayır. En faziletli cihâd, kabul olunmuş hacdır" cevâbını vermiştir. 1 — 1 Yine Ebû
Hureyre'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte de; "Resûl-i Ekrem'e hangi amel daha
faziletlidir?" diye sorulunca, "Allah'a ve resulüne imân etmektir" diye cevâp vermiştir.
"Sonra hangisidir?" diye sorulunca, "Allah yolunda cihâd dır" demiş; "sonra

[45]

hangisidir?" denilince de, "Kabul olunmuş hacdır" buyurmuştur. J — 1

Bu sebeple Hz. Aişe bir daha hac etmeyi terketmemiş hayatının sonuna kadar nafile

hacca rağbet ve devam etmiştir. Bu hadis-i şerifler erkeklerin olduğu gibi kadınlarında

tekrar tekrar nafile hac yapmalarının meşru olduğuna delâlet etmektedir. Buhârî'nin

rivayet ettiği bu hadis-i şerif Nesâî'nin Sünen'inde şu manânaya gelen lâfızlarla rivayet

edilmiştir:

Adamın biri Resûlullah'a:

Yâ Resûlullah hangi ameller daha faziletlidir? diye sordu. Resûlullah (s.a.)da, "Allah'a
imândır" buyurdu. Adam:

Sonra hangisidir? dedi. Resûlullah (s.a.); "Allah yolunda cihaddır" buyurdu. Adam:
Sonra? Resûlullah (s.a.)'da: "Makbul olan hacdır" buyurdu.^^

Ebû Hüreyre Resûlullah (s.a.)'m şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "Büyüğün,

[47]

küçüğün, düşkünün ve kadının cihâdı, hac ve umredir. " J —

Bütün bu deliller metinde geçen "Bu (hacdan) sonra (sizler için) hasırların üstleri
vardır" sözünün, "şu ettiğiniz hacdan sonra bir daha haccetmek üzerinize farz değildir,
fakat nafile hac yapabilirsiniz" anlamına geldiğini açıkça ortaya koymaktadır. Hadisin
manâsı üzerinde önceleri sükûtu tercih eden Hz. Ömer daha sonra hadisin bu manâya
geldiğini söyleyen Hz. Aişe'nin isabetli olduğunu anlayınca kendi halifeliği yıllarında
Resûl-i Ekrem (s.a.)'in hanımlarının hacca gitmelerine izin verdiği ve onların hac
ibâdetlerini yapmalarına yardımcı olmak üzere Osman b. Affân ile Abdurrahman b.

Avf ı görevlendirdiği, Buhârî'nin ve Beyhakî'nin rivayetlerinden anlaşılmaktadır.^^
Bazı Hükümler

1. Erkeklere olduğu gibi kadınlara da ömür boyunca bir kerre hacc etmek tarzdır.

2. Kadınların ev işlerini görmeleri cihâda gitmelerinden daha faziletlidir.Nitekim âyeti
kerimede de. "Vakarınızla evlerinizde durun da evvelki câhiliyyet çıkışı gibi süslenip

çıkmaym"^^ buyuruluyor.-^^



2. Yanında Mahremi Olmadan Hacceden Kadının Durumu



1723. ...Ebû Hüreyre (r.a.)'den demiştir ki: Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:

"Hiç bir müslüman kadına yanında kendisine nikâhı düşmeyen bir adam

bulunmaksızın, bir gecelik yola çıkması helâl değildir. 1



Açıklama

Mahrem, karabetten dolayı nikâhı haram olan kimse demektir.Bir kıza nisbetle kardeş
gibi. Mukabili "gayr-i mahrem = nâmahrem"dir. Metinde geçen "Kendisine nikahı
düşmeyen adam" sözünden maksad, "yola çıktığı kadınla evlenmesi ebeddiyyen haram
olan kimse"dir. Enişte gibi nikâhı muvakkaten haram olan kişiler değildir. İmâm
Ahmed'e göre bu hadis bir kadının ehl-i kitap olan babasıyla hacca gitmesini de
yasaklamaktadır.

Bu hadis-i şerifin bir kadının yalnız başına bir gecelik mesafedeki yere yolculuk
etmesini yasakladığında şüphe yoksa da kadının tek başına çıkması yasak edilen
yolculuğun mesâfesini ta'yin konusunda ulemâ ihtilâfa düşmüştür. Çünkü bu
mesafenin mikdarıyla ilgili hadislerde farklı ifâdeler bulunmaktadır.
Bazılarında bu mesafenin bir berîd (12 mil), bazılarında "bir gecelik yol" bazılarında
"bir gün ve gecelik yol", bazılarında da "üç günlük yol" ifâdeleri bulunmaktadır.
Taberânî'nin İbn Abbas'tan merfü' olarak rivayet ettiği bir hadiste; "Bir kadın yanında
mahremi bulunmadan 3 millik bir mesafeye çıkmasın" denildiği halde, Tahâvî'nin
rivayet ettiği Ebu Sa'-id el-Hudrî hadisinde Hz. Peygamber'in; "Bir kadın yanında

[521

mahremi olmadan iki günlük yola çıkamaz" buyurduğu ifâde edilmektedir. J — 1 Bu-

hârî ve Müslim'de de bu mesafenin "iki günlük bir yol" olarak belirlendiğine dâir
[531

rivayetler vardır. J — L Buhârî'nin diğer bir rivayetinde de Hz. Pey-gamber'in, "Hiç bir
kimse bir kadınla başbaşa kalmasın, hiç bir kadın yanında mahremi olmadan yola
çıkmasın" buyurduğu, bunun üzerine bir adamın ayağa kalkarak; "yâ Resûlullah ben
falan savaşa yazıldım, eşim de hacca gitti. Ben ne yapayım?" dediği, Resûl-i Ekrem'in

[541

de; '"Karınla beraber sen de hacca git" buyurduğu J — 1 ifâde ediliyor. Ancak görüldüğü
gibi Buhârî'nin bu rivayetinde, kadının beraberinde kocası da bulunması gereken bu
yolculuğun mesafesi ile ilgili olarak bir kayıt ve beyân yoktur. Bu durumu nazar-ı
itibâra alan Şafiî ve Mâlikî ulemâsı uzunluğu ne kadar olursa olsun hiç bir zaman
nafile hac yapmak isteyen bir kadının, yanında mahremi bulunmadan yolculuk
yapmasının caiz olamayacağını söylemişlerdir.

Bu görüşte olan ilim adamlarına göre, Hadis-i şeriflerde geçen "üç gün, iki gece, bir
gece, bir gündüz, iki gün" gibi ölçüler herkes için geçerli genel bir hüküm ifâde eden
birer kayıt niteliği taşımaktan uzaktırlar. Çünkü bu ölçüler o soruyu soran şahısla ve
onun yapacağı yolculuğun mesâfesiyle ilgilidirler. Birisi ailesinin yalnız başına üç gün
yolculuk yapmak istediğini sormuş red cevâbı almış, diğeri de ailesinin yalnız başına
yapacağı başka bir yolculuktan bahsetmiş o da red cevâbı almış, bu hadiselere şâ-hid
olan râvilerden her biri kendi gördüğünü anlatmış, aynı hâdiseyle ilgili olarak farklı iki
cevâp nakleden bir râvi çıkmamıştır. Buradaki mukayyed lâfızların mutlak lâfızları
kayıtlaması da söz konusu değildir. Çünkü bu konudaki hadislerde bulunan kayıtlar,
genel bir hüküm ifâde etmekten uzaktırlar. Hafız İbn Hacer'in "Fethü'l-Bârî isimli
eserindeki beyânına göre ulemâ bu mevzûdaki hadisler birbirinden farklı olduğundan
kendi içtihâdlarma göre amel etmişlerdir. Münzirî'ye göre hadis-i şeriflerde geçen "bîr



gün" sözünden maksat, gecesiyle beraber bir gün, başka bir deyişle "bir gün bir
gece"dir. "Bir gece" sözünden maksat da "gündüzüyle beraber bir gece" yani "bir gece
bir gündüzdür". Bu adetlerin temsili bir miktar ifâde etmiş olması da mümkündür.
Meselâ "bir gün" sözüyle bir sayısına, "iki gün" sözüyle çokluğun en az sayısına "üç
gün" sözüyle de, çoğulun en az sayısına işaret edilmiş olabilir. Sanki bu sözlerle
"böyle az mesafelerle bile kadın mahremsiz olarak yolculuk yapamaz. Artık uzun
yolculuğa nasıl çıkabilir?" denilmek istenmiştir.

Şevkânî ise Neyl-ül-evtâr isimli eserinde şunları söylemektedir: Taberânî'nin İbn-i
Abbas'tan rivayet ettiği "Bir kadın yanında kocası veya nikâh düşmeyen biri
bulunmadıkça üç millik yola gidemez" anlamındaki hadis-i şerif, aslında yanında
kocası veya mahremi bulunmayan bir kadının üç millik bir yolculuğa çıkamayacağını
ifâde etmektedir ki bu bir kadının bir beridlik mesafeden daha kısa olan yola dahi
mahremsiz olarak gidemeyeceğini gösterir. Üç millik mesafeye gidemeyeceğine göre
üç milden yukarı olan mesafelere hiç gidemeyeceği bu hadisin ifâdesinden anlaşılır.
Çünkü daha kısa olan mesafenin yasaklanmış olması, daha uzun mesafenin de
yasaklanmış olduğunu daha açık ve kesin bir şekilde ortaya koyar. Herhangi bir
uzunluk mesafesinin yasaklanmış olması daha kısa olan mesafenin yasak olmadığına
mefhûm olarak delâlet ederse de "üç mil" sözüyle, kadının yalnız başına yola çıkması
sakıncalı görülen en kısa mesafenin "üç mil" olduğu mantûk (sözlü) olarak ifâde
edilmiş ve bu en kısa mesafenin de yasak olduğunda şüpheye yer bırakılmamıştır.
Çünkü bilindiği gibi mantûkun delâleti mefhûmun delâletine tercih edilir.
Hanefî ulemâsı ise, "bir kadının yanında mahremi olmadan üç günlük veya daha uzun
yola çıkması caiz olmadığını" söylemişlerdir. Üç günlük mesafeden daha kısa
yolculuğa yalnız başına çıkmasında bir sakınca görmemişlerdir. Hanefi imamlarından
Tahâvî Şerhi Meâm'I-Asâr isimli eserinde Hanefi ulemâsının bu mevzûdaki
görüşlerini te'yid eden hadis-i şerifleri naklettikten sonra şunları söylemektedir:
"Bütün bu hadis-i şerifler ve haberler bir kadının mahremsiz olarak üç günlük ve daha
fazla bir yolculuğa çıkamayacağım, daha kısa mesafelere çıkmasmda-ise, bir sakınca
bulunmadığını ifâde etmektedirler. Resûl-i Ekrem'in bu mesafeyi "üç gün" olarak
belirlemesinin anlamı budur. Ancak kadının mahremsiz olarak daha kısa olan
yolculuğa çıkması konusunda gelen hadislerin ifâdeleri birbirinden farklıdır. Fakat
Resûl-i ekrem (s. a.) "üç günlük mesafe" sözünü .söylerken daha kısa mesafeler için
kadının yalnız başına yolculuk yapmasında bir sakınca olmadığını belirtmek istemiştir.
Daha kısa mesafeler için de kadının yalnız başına yolculuk yapmasının caiz
olmayacağını ifâde eden hadis-i şeriflere gelince, burada şöyle bir durum vardır. Kadı-
nın mahremsiz olarak yaptığı yolculuğun haram olması için bu yolculuğun uç günlük
bir mesafede olması gerektiğini ifâde eden hadisler şu iki durumun dışında olamazlar:
Bu hadisler:

1. Ya kadının üç günlük mesafeden daha kısa yolculuğa yalnız başına çıkmasının câiz
olmadığını ifâde eden hadislerden önce vârid olmuşlardır.

2. Yahut da sonra vârid olmuşlardır.

Şayet önce vârid olmuşlarsa, daha sonra gelen hadisler üç günlük mesafeden daha az
olan yola da kadının yalnız başına çıkamayacağı hükmünü getirmişlerdir. Fakat bu
durumda yine de Hanefılerin, delilini teşkil eden hadislerin hükmü üç günlük yola
kadının yalnız başına çıkamaması ve daha aşağı yola çıkabilmesi gibi durumlarda
yürürlüktedir. Öyleyse bu mesafeyi "üç gün" olarak belirleyen ve Hanefi ulemâsının
delijini teşkil eden hadislerin hükmü üç günlük yola ve daha uzun mesafelere kadının



mahremsiz olarak çıkamayacağı hususunda yine yürürlüktedir. Fakat, bu mesafeyi üç
gün olarak belirleyen hadisler daha sonra vârid olmuşîarsa, bu mesafeyi daha kısa
olarak belirleyen hadislerin hükmü tamamen yürürlükten kalkmış demektir. Öyleyse
her iki ihtimale göre de hükmünün bir kısmı veya tamamı yürürlükte olan hadis,
Hanefilerin delili olan hadistir. Aksini ifâde eden hadislerin hükümleri ise, ancak
Hanefilerin delilini teşkil eden hadislerden sonra vârid olmaları halinde geçerlidir.
Daha önce geldikleri kabul edilirse hükümleri tamamen geçersizdir. Bilindiği gibi her
iki halde de hükmü geçerli olan bir hadis, hükmü bir ihtimale göre geçerli, diğer bir

ihtimale göre geçersiz olan hadise tercih edilir.^^ Fakat Tahâvî'-nin bu sözüne "Bir
kadının yalnız başına yola çıkması için sakıncalı olan mesafeyi üç gün olarak
belirleyen hadisler, daha kısa mesafenin sakıncalı olmadığına mefhûm olarak delâlet
ederler. Oysa daha kısa olan mesafenin sakıncalı olduğunu mantûk (sözlü) olarak ifâde
eden hdisler vardır. Man-tûk olan ifâde, mefhûm olan delâlete tercih edilir" diye itiraz
edilmiştir.

Malikîlere göre ise, bir gün ve gecelik yola, bir kadının mahremsiz olarak çıkması caiz
değildir. Fakat yanında mahremi veya güvenebildiği arkadaşları bulunduğu takdirde
böyle bir yolculuğa çıkmasında sakınca yoktur. Bu konuda güvenilir arkadaşlar
topluluğunun kadın ve erkek olmalarında bir fark olmadığı gibi kadının genç veya
ihtiyar olması arasında da bir fark yoktur. Mahremin de baliğ veya mümeyyiz olması
müsavidir. Mâliki ulemâsının bu mevzûdaki delilleri de şu hadis-i şeriftir: "Allah'a ve
ahiret gününe imân eden bir kadının yanında mahremi bulunmadan bir gün ve gecelik

yola çıkması caiz değildir. Bir numara sonra gelecek olan 1724 numaralı hadis-i
şerifde Mâlikîlerin bu görüşünü te'yid etmektedir. Mâliki ulemâsına göre kadın için
yalnız başına çıkmanın sakıncalı olduğu yolun miktarını belirleyen diğer hadislerdeki
ölçüleri "bir gün ve bir'gece" ölçüsüyle uzlaştırmak mümkündür. Meselâ bu mesafeyi
sadece "bir gün" olarak belirleyen hadisteki "bir gün" sözünden maksat yine "birgün
ve gecedir". Gece ile gündüz birbirinin tamamlayıcısı olduğu için sadece "bir gün"
sözüyle yetinilmiş "bir gece" sözünü ilâve etmeye lüzum görülmemiştir. "İki gün, iki
gece" sözüyle de hem gidiş ve hem de geliş kastedilmiştir. Eğer dönüş hesaba
katılmazsa geriye "bir gün ve gece" kalır. "Üçgün sözüyle de" gidiş-dönüş ve ihtiyacı
karşılamak için varılan yerde bir gün kalış" kasdedilmiştir ki, dönüş ile varılan yerde
kalış hesab edilmezse geriye "bir gün ve gece" kalır.

Ancak kadının yalnız başına yola çıkmasının yasak olması için şart görülen bir gün ve
gecelik mesafe, farz olan hac yolculuğu için söz konusudur. Nafile hac için veya
herhangi meşru' bir sefer için ise, kadının hiç bir şekilde yanında mahremi veya kocası
olmadan yola çıkamaz, bu yol ne kadar kısa olursa olsun netice değişmez. Ancak
Mâliki ulemâsı bu görüşlerinden dolayı "sebepsiz yere lâfızları zahiri manâlarından
çıkardıkları" ve "kadının yalnız başına üç millik ve bir berîdlik yola çıkamayacağına
dâir vârid olan hadislerin onlar aleyhine büyük bir delil teşkil ettiği" ve "mukayyed
lâfızlarda bulunan kayıtların tahdid için geldiği kesin olmadıkça mutlak lafızlarla amel
etmenin daha isabetli ve şâyân-ı tercih olduğu" iddiasıyla tenkid edilmiştir.
Beyhakî de bu konuda şunları söylemiştir: "Bir kadının yalnız başına yolculuk
etmesinin sakıncalı olduğu mesafeyi, "üç gün", "iki gün", "bir gün", olarak
sınırlandıran hadislerin üçü de sahihdir. Ancak bu hadislerden hiç biri bu yolculuğun
mesâfesini sınırlandırmak için söylenmemiştir. Her biri o yolculuğu yapan kişiyle
ilgilidir. Her şahıs ayrı bir yolculuğa ait soru sormuş, hepsi de red cevâbı almıştır.



Bunların hiç birisi söz konusu yolculuğu sınırlandırıcı nitelikte değildir. Bu konudaki
delilleri de Buhârî hadisidir.^^

Nevevî'ye göre ise, Hz. Peygamber, kadının yalnız başına yolculuk yapmasının
sakıncalı sayıldığı mesafeyle ilgili hedis-i şeriflerinde "üç günlük yol", "iki günlük
yol", "bir gün ve gecelik yol"; "bir günlük yol", "bir gecelik yol", "bir beridlik yol"
gibi kayıtlarla bu mevzû'daki mesafeyi sınırlandırmayı kasdetmemiştir. Ancak Resûl-i
ekrem'in, bir kadının bu miktarlardaki yolculuklara yalnız başına çıkmasını
yasaklaması bu miktarların hepsinin yolculuk sayıldığını ve kadının bu yolculuklara
mahrem-siz olarak çıkmasının sakıncalı olduğunu gösterir.

Ulemâ aynı zamanda bir kadının üzerine haccm farz olması için kocası veya
mahreminin bulunmasının şart olup olmaması meselesinde de ihtilâf etmişlerdir.

1. Hasan el-Basrî, en-Nehâî, İshak ve Ibnü'l-Münzir bir kadına haccm farz olabilmesi
için bunun şart olduğunu söylemişlerdir. İmam Ahmed b. Hanbel'in de bu görüşte
olduğuna dair bir rivayet vardır.

2. Hanefî ulemâsına göre ise, kadın ile Mekke arasında üç günlük (18 saatlik) mesafe
varsa, üzerine hac vâcib olması için yanında ya kocası yahut da bir mahreminin
bulunması şarttır. Delilleri de Buhârî'nin İbn Abbâs (r.a.)'dan rivayet ettiği, "kadın
yanında mahremi olmadan yolculuk edemez ve mahremi olmadıkça yanma hiç bir
yabancı erkek giremez" anlamındaki hadis-i şerifle, müellif Ebû Davud'un rivayet
ettiği "bir kadın yanında mahremi bulunmadıkça üç günlük yola çıkamaz" anlamında-
ki 1327 numaralı hadîs-i şeriftir. Bu şart bulunmadıkça bir kadın hac yolculuğuna
çıkamaz. İsterse yanında bir veya daha çok kadın bulunsun. Çünkü kadınların çokluğu
fitneyi daha çok da'vet eder.

3. Mâliki ulemâsına göre ise, bir kadına haccm vâcib olması için eğer Mekke ile
arasındaki mesafe "bir güivve gecelik" uzaklıkta ise, yanında ya kocası, ya mahremi
yahutta kendisinden emin olduğu arkadaşlarının bulunması şarttır.

4. Şafiî'lere göre ise, kadının yanında kocası veya mahremi veya güvenilir kadınlar
bulunmadıkça kendisine hac farz olmaz. Bu mevzuda mesafenin uzak veya yakm
olması arasında bir fark yoktur. Şafiî ve Mâliki ulemasının, kadının hacca gidebilmesi
için yanında emin yol arkadaşlarının bulunmasını yeterli görmelerinin delili Buhârî ve
Beyhakî'nin, "Hz. Ömer'in kendi halifelik yıllarında haccetmeleri için Hz.
Peygamberin hanımlarına izin verdiğini ve bu ibadetlerini yapmalarını te'min etmeleri
maksadıyle Hz. Osman b. Affân ile Abdurrahmân b. Avf ı görevlendirdiğini ifade

eden hadis- senf^ ile 0 zaman hayatta bulunan bütün ashâb , kiramm bu had.sey,
olumlu karşılamalarıdır. Bu görüşte olan ulemânın bu konudaki diğer bir delilleri de;

"O'na bir yol bulabilenlerin (gücü yetenlerin) Beyt-i hac etmesi Allah'ın insanlar

[591

üzerinde bir hakkıdır" J — L meâlindeki ayet-i kerimedir. Çünkü bu âyet-i kerimedeki
hitap kadm-erkek herkese şâmildir. "Yol bulabilmek "ten maksat, binek ve yol
azığıdır. Binaenaleyh binek ve yol azığına sahib olan herkes bu âyetteki emir
gereğince hac etmekle mükelleftir. Kadının yanında mahreminin bulunmasından mak-
sat ise, kadının güvenliğini sağlamaktır. Bu da kadınlardan oluşan bir toplulukla
sağlanabilir.

Ancak Hz. Ömer'in, Hz. Peygamber'in hanımlarının hacca gitmelerine izin verip
başlarına da Hz. Osman b. Affân ile Abdurrahmân b. Avf i görevlendirmesi delili "Hz.
Peygamber'in hanımlarının bütün mü'minlerin annesi olmaları dolayısıyla başka



kadınlarla mukayese edilemez" gerekçesiyle reddedildiği gibi ikinci delilleri de,
"yanında kocası veya mahremi bulunmayan bir kadın" sözü geçen ayet-i kerimenin
emri kapsamına girmez. Çünkü kadının yolculukta yalnız başına inip-binmeye gücü
yetmez, mutlak bir erkeğe ihtiyacı vardır. Binâenaleyh kadının yanında kocası veya
mahremi olmadan hacca gitmesi caiz değildir, diye reddolunmuştur. Gerçekten de bir
kadının yanında başka kadınların bulunması o kadın için bir emniyet teşkil etmesi
şöyle dursun bilakis iyice fitneyi davet eder.

Evzaî'ye göre kocası ve mahremi olmayan bir kadın, dürüstülğü herkesçe bilinen bir
kafileyle birlikte yola'çıkar, şayet hayvanla yolculuk ediyorlarsa, erkekler ona
yaklaşmazlar. Sadece binerken ve inerken hayvanın başım tutarlar, hayvana binip
inmesi için merdiven görevi yapacak imkânları hazırlarlar.

Muvatta' şârihi Zürkânî'nin beyânına göre "Ona bir yol bulabilenlerin (gücü
yetenlerin) beyti haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır" mealindeki
âyet-i kerimenin zahirine göre "Bedenen gücü kuvveti yerinde olan kadm-erkek
herkese haccetmek farzdır. Bu bakımdan kadının hacca gitmek için yanında kocasının
veya mahreminin bulunması şart değildir". Bu konudaki hadis-i şeriflerin zahiri
manâları ise, hacca gitmek isteyen kadınlar için âyet-i kerime'nin öngördüğü şartların
dışında daha başka şartların da bulunması gerektiğini ifâde etmektedir. İşte bu âyet-i
kerime ile hadis-i şerifler arasını uzlaştırmak için ulemâ çeşitli görüşler ileri
sürmüşlerdir. Hanefî ulemâsı, "bu hadis-i şerifler, âyetin hükmünü beyânetmek için
gelmişlerdir" diyerek bu mevzûdaki hadis-i şeriflerin zahirine sarılmışlardır. Mâliki
ulemâsı ise, âyette "güç yetmek"ten maksat, "kadının ve erkeğin kendisini emniyette
hissetmesidir" diyerek kadının haccı mevzuunda gelen hadisleri bu manâda te'yil

etmişlerdir.^^

Kadının haccı konusunda Mâliki ulemâsından Kurtubî de şunları söylemektedir:
"Ulemâmız diyorlar ki; kadın henüz hac farizasını ifâ etmemişse, yanında mahremi

bulunmasa bile onu hacdan menetmek caiz değildir. "^^

Seyyid Sabık da bu konudaki görüşlerini şöyle açıklıyor: "Nasıl ki erkek üzerine hac
farz ise, aynı şekilde kadın üzerine de farzdır. Her ikisi de farziyette müsavidir. Ancak
kadın için ziyâde olarak beraberinde kocası veya bir mahremi bulunması şartı vardır.
Çünkü Resûl-i Ekrem efendimiz "Bir erkekle bir kadın kesinlikle başbaşa kalmasınlar.
Ancak kadının yanında bir mahremi ini hm s un" buyurmuş, bunun üzerine ashâbdan
bir kişi kalkıp "Yâ Resûlullah, karım hac için yola çıktı ben ise, falan muharebeye
asker olarak yazılmıştım", deyince: "Askerlikten ayrıl, karınla birlikte hacca git!"
cevabını vermiştir.

Bir kadın, Rey ehlinden olan İbrahim en-Nehâî'ye "Kendisinin zengin bir kadın
olduğunu, hacca gitmek istediğini, fakat hayatta kocası ve mahremi bulunmadığını"
yazmış, İbrahim en Nehâî'de ona "sen Allah'ın hacca gitmek için güç vermediği
kimselerdensin" diye cevap vermiştir. Çünkü İbrahim, kadının hacca gidebilmesi için
yanında kocasının veya mahreminin bulunmasını da haccm farziyyetinin şartlarından
sayıyordu. İmâm Ebû Hanîfe ve taraftarları ile el-Hasan, es-Sevrî, İmâm Ahmed ve
İshâk da bu görüştedir. Bu konuda Hafız (İbn Hacer) de şunları söylemektedir: "Şafiî
mezhebine göre, meşhur olan kocanın veya mahrem bir kimsenin veyahut bunlar da
yoksa güvenilir kadın arkadaşların bulunmasıdır. Bir kavle göre de, güvenilir bir kadın
da arkadaş olarak yeterlidir. Diğer bir kavle göre de yol emin ise, kadın yalnız başına
da yolculuk yapabilir. Bütün bu yol arkadaşı bulunması şartı, farz olan hac veya umre



içindir. Yine Hafız İbn Hacer Sübülu's-Selâm isimli eserinde de şunları söylüyor:
"İmamlardan bir cemaat ihtiyar kadınların, yanlarında kocaları veya mahremleri
olmadan hacca gitmelerinde bir sakınca görmemişlerdir."

Emin bir arkadaş bulursa veya yol eminse kocasız veya mahremsiz de kadının sefer
etmesinin caiz olduğunu söyleyenler, Buharî'nin Adıy b. Hâtem'den rivayet ettiği şu
hadîs-i şerifi delil gösterirler: Adiy diyor ki, Resûlullah (s.a.)'in yanında idim. Bir kişi
geldi ve fakirliğinden şikâyet etti. Sonra bir başkası geldi yol kesicilikten dert yandı.
Bundan sonra Resûl-i ekrem (s. a.) buyurdu ki:

"Ya Adiy, sen Hire'yi gördün m.ü?" dedi. Ben de: "Hayır, görmedim. Fakat Hire
hakkında başkalarından izahat aldım," diye cevap verdim. Bunun üzerine Peygamber
(s.a.) şöyle buyurdu:

"Eğer ömrün uzun olursa, yalnız başına bir kadının Hevdec üzerinde Hire'den kalkıp
Mekke'ye geldiğini ve Kabe'yi tavaf ettiğini ve Allah'tan başka kimseden korkusu
olmadığını göreceksin."

Bu konudaki ikinci delilleri de şudur: Ömer (r.a.) halifeliği döneminde Hz.
Peygamberin hanımlarının da hacca gitmelerine izin verdi. Yanlarında da Hz. Osman
b. Affân ile Abdurrahman b. Avf ı gönderdi. Hz. Osman ara sıra "Dikkat edin kimse
hanımlara yaklaşmasın ve onlara bakmasın" diye haykırıyordu. Hanımlar ise, develer
üzerinde hevdeclerde idiler.

Kadın kocasına muhalefet eder; yani kocası veya mahremi olmadan hacca gider de
haccederse, haccı sahihdir. Yine hacca kudreti yokken hac yapanın da haccı
muteberdir. Netice olarak, hacca kudreti olmadığından üzerine hac farz bulunmayan
kimse meselâ, hasta, fakir, felçli, yolu kesilmiş, mahremsiz kadın ve benzeri kimseler
her müşkülü göze alıp da hacca gider ve menâsik-i haccı eda ederlerse hac farizasını
edâ etmiş sayılırlar.

Hacıların bir kısmı vardır ki, hac farizasını en güzel şekilde yerine getirirler. Yaya
olarak hacca gidip edâ edenler gibi. Bir kısmı da vardır ki, kötü hareket ederek hacca
gitmiştir. Dilenerek hacca gitmek, kadının mahremsiz hacca gitmesi gibi. Fakat bu
hacların hepsi de makbuldür. Çünkü ehliyetleri tamdır. Günahları yolda vâki'
olmuştur. Bizzat hac menâsikinde değildir.

Muğnî'de de deniliyor ki; hacca gitmeye gücü yetmeyen kimse zorlanarak ve
meşakkatleri göze alarak azıksız ve bineksiz gider de haccederse, haccı sahihdir ve
kâfidir. Kadın için farz olan hacca gitmek üzere kocasından izin istemesi müstehabdır.
Kocası izin verirse, çıkar. Eğer izin vermezse, izinsiz çıkar. Çünkü erkeğin, karısını
farz olan hacdan menetmeye hakkı yoktur. Zira hac ona farz olan bir ibâdettir. "Halika
isyan olan yerde mahlûka itaat edilmez." Yine kadının farz borcundan kurtulmak için
hacca gitmekte acele etmesi hakkıdır. Çünkü hadis-i şerifte "haccetmek isteyen kimse
acele etsin" buyuruluyor. Nasıl ki namazlarını vaktin evvelinde edâ etmesi hakkı ise,
haccı da acele olarak edâ etmesi hakkı olduğundan erkeğin, acele haccetmek isteyen
karısını yolculukta, yanında kimse olmadığını bahane ederek menetmeye hakkı
yoktur. Adanmış hac da vâcib olduğundan onun farz olan hac gibi acele olarak edası

gerekir. Fakat nafile haclardan kocanın mene hakkı vardır.

Bu konuda Hanefi ulemâsından Bedruddin el-Aynî de şunları söylemektedir: Hz.
Peygamber bir hadis-i şerifte "üç günlük yola kadın ancak mahremi ile gidebilir"
buyurmuştur. Bu hadis-i şeriften İmam Ebû Hanife Hazretleri ve Ashabı; kadının
hacca gitmesi farz olabilmesi için gideceği yerle Mekke arasında üç gün ve üç gecelik



mesafe varsa, yanında mahremi bulunmasını şart kıldılar. Bu kadar mesafe yoksa,
onda ihtilâf ettiler. Şafiî ve Mâliki mezheplerinde ise, kadın kocası ve mahremi olmasa
dahi farz olan hacca gidebilir, memleketi ile Mekke arasında ister sefer mesafesi
bulunsun, ister bulunmasın. Hadis-i şerifteki yasaklama, farz olmayan nafile haclar
hakkındadır" demişlerdir. Zahirilerden bir taife de; kadının gideceği mesafe, berîdden
noksan ise, gidebilir, fazla ise mahremsiz gidemez, demişler. Delil olarak Ebû Hüreyre
(r.a.)'in rivayet ettiği: "Kadın bir berîd mesafesindeki bir yere kocası veya mahremi
olmaksızın sefer edemez" hadis-i şerifine dayanmaktadırlar. Berîd ise, iki fersah veya
dört fersah mesafedir demişler. Diğer bir hadis-i şerifte: "Bir gün ve bir gecelik

yolculuğa kadının mahremsiz gitmesi helâl olmaz." buyurulmuştur.-^^-

Yine bedruddin el-Aynî'ye göre, sefere çıkacak kadın hakkında beş görüş vardır:

1. Hasan el-Basrî, Zührî ve Katâde'nin mezhebi ki: Kadının iki gece kocasız ve
mahremsiz seferi caiz olmaz, eğer bundan az mesafe olursa caizdir.

2. İbrahim en-Nehâî, Şâ'bî, Tâvûs ve Zahiriler de dediler ki: Mesafe ne olursa olsun,
kadının kocası veya mahremi bulunmadan sefere çıkması mutlak surette yasaktır.

3. Atâ ve Sâ'id b. Keysân ve Zahirîlerden bir taifeye göre de; gideceği yer berîdden az
ise, seferi caizdir; daha fazla ise, mahremsiz gidemez.

4. Evzâî, el-Leys, Mâlik ve Şafiî mezheblerinde: Kadın bir günden az mesafeye
mahremsiz gidebilir. Fazlasına mahremsiz veya kocasız gidemez. Mâlik ve Şafiî'ye
göre: "Kadın farz olan haccma kocası veya mahremi olmaksızın yalnız basma
gidebilir. Beldesi ile Mekke arasındaki mesafe ne olursa olsun, bakılmaz.
Peygamberimizin yasaklaması, farz olmayan seferlere mahsûsdur."

5. Sevrî, A'meş, Ebû Hanife, Ebû Yûsuf ve Muhammed de dediler ki: Üç gün ve daha
ziyâde mesafeye kadın, ancak kocası veya mahremi ile gidebilir, üç günden az

mesafeye mahremsiz gider.-^-^ Kâmil Mirâs'da bu konudaki görüşlerini şöyle ifâde
ediyor. "Bu rivayetlerin hiç birisinde hacdan bahis buyurulmamış olduğundan
Malikîlerle Şâfiîler: Nebiyy-i ek-rem'in yasakladığı seferlerde hac dahil değildir. Bu
yasak vacip olmayan seferlere mahmuldür. Hac ise, farzdır. Binaenaleyh bu nehye
dahil olamaz. O halde üzerine hac farz olmuş kadın, kocası veya mahremi birlikte
olsun veya olmasın, olduğu yer ile Mekke arasında sefer mesafesi bulunsun,
bulunmasın hac seferine çıkar, derler.

Hanefîler ise, bu nehyi her sefere âm ve şâmil kabul edip hac edecek "'kadının
bulunduğu yer ile Mekke-i Mükerreme arasında üç konaklık mesafe olduğu takdirde
üzerine hac vacip olabilmek için birlikte gidecek bir mahremin vücûdunu şart koşarlar.

Hanbelî mezhebine göre ise mahremi olmayan kadına hac farz değildir.^^ Ve

bu konuda hac yolculuğunun kısa veya uzun olması arasında da bir fark yoktur.-^^
Hanbelî ulemâsına göre: "Bir kimse karısını Ramazan orucunu tutmaktan, beş vakit
namazı kılmaktan nasıl men edemezse, aynı şekilde farz olan haccı edâ etmekten de
men edemez. Ancak kadının, kocasının iznini alması müstehabtır. Koca izin verirse ne

alâ, vermezse, izinsiz olarak yola çıkar.

Hanefî ulemâsına göre, "hac yolculuğu üç gün sürecekse, kadın kocasız veya
mahremsiz olarak haccedemez. Mahreminin nafakası çja kadına âid olur. Koca izin

vermezse dahi farz olan hacca kadın mahremi ile kocasının izni olmadan gidebilir.^^
"Eğer bir kadın yanında kocası veya mahremi bulunmadığı halde haccedecek olursa,



dilenerek hacca giden bir kimsenin haccmm sahih olduğu gibi onun haccı da sahih
olur, bunda ittifak vardır. Fakat yalnız başına yolculuk ettiğinden dolayı âsî olur.
Hanefi 'ulemasına göre "kadın mahremsiz olarak haccedemez" sözünden maksat,
"mahremsiz olarak hac yolculuğuna çıkamaz" demektir.

el-Menhet sahibinin beyânına göre bir kadının yanında kocası veya mahremi
bulunmadan hacca gitmesi sahibini isyana götüren bir ibâdet olması itibariyle sünnete

muhaliftir.^^



1724. ...Ebû Hureyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Peygamber (s. a.) şöyle
buyurmuştur:

"Allah'a ve âhiret gününe imân eden bir kadının bir gün ve gecelik yola çıkması helâl

olmaz... "^—^ (Daha sonra Ebû Hüreyre sözlerine devamla önceki hadisin manâsını da
(nakletmiştir). Nüfeylî: "bize (bu hadîsi) Mâlik rivayet etti" dedi.
Ebû Dâvûd dedi ki: el-Ka'nebî ile en-nüfeylî (senette) "bahasından" sözünü
zikretmediler. İbn Vehb ile Osman b. Ömer de Ka'nebVnin rivayet ettiği gibi (bu

[721

hadîsi) Mâlik'den (rivayet ettiler. / — 1



Açıklama

Önceki hadîs-i şerifin şerhinde de söylediğimiz gibi bu hadîs, "Kadının yanında kocası
veya başka bir mahremi bulunmadan bir gün ve gecelik yola çıkması caiz değildir,"
diyen Mâli-kî ulemasının delilidir. Hanefî ulemasına göre buradaki "bir gün ve gece"
sözü, genel bir hüküm ifâde etmez. O gün yola çıkacak olan kimsenin yapacağı
yolculuğun uzunluğu bu kadar olduğu için, "bir gün ve gece" sözü kullanılmıştır. Biz
bu konudaki görüşleri bir önceki hadîsin şerhinde nakl ettiğimizden burada tekrara
lüzum görmüyoruz.

Bu hâdis-i şerifi Abdullah b. Mesleme, Ebû Davud'a "Mâlik'den" sözüyle muanan
olarak rivayet ettiği halde, diğer râvî en-Nüfeylî bu hadîsi Mâlik'ten bizzat işittiğini
ifâde için "Haddesenâ Mâlik" sözüyle rivayet etmiştir.

Müellif Ebü Davud'un beyânına göre İbn Vehb ile Osman b. Ömer de bu hadîsi,
Ka'nebî'nin yaptığı gibi bizzat Mâlik'ten rivayet etmişler. Netice olarak bu hadîsi
musannif Ebu Dâvûd üç kişiden rivayet etmiştir: 1) Abdullah b, Mesleme, 2) Abdullah
b. Muhammed-En-Nufeylî, 3) Bişr b. Ömer.

Bunlardan ilk ikisi bu hadîsi Mâlik ve Saîd vasıtasıyla Ebû Hureyre'-den rivayet

ettikleri halde, Bişr, Mâlik, Saîd ve babası vasıtasıyle Ebû Hureyre'den rivayet

etmiştir. Bu rivayetlerden her ikisi de sahîhdir. çünkü Saîd'in de babası Ebû Saîd'in de

Hz. Ebû Hureyre'den hadis rivayet ettikleri sabittir. Saîd'in bu hadisi önce babasından

nakletmesi ve daha sonra da bizzat Hz. Ebû Hureyre'den duyarak nakletmiş olması

[731

böyle iki farklı senedin ortaya çıkmasına sebep olmuş olabilir. J — 1



1725. ...Ebû Hureyre'den; demiştir ki: "Resûlullah (s. a.) şöyle buyurmuştur, (Râvi,
suheyl) Önceki hadisin benzerini zikretti... Farklı olarak "berîd" (sözünü) ilâve etti.
[741



Açıklama



Bu hadîs-i şerîf ibare bakımından aynen önceki hadîs-i şerife benzemektedir. Ancak
bir önceki hadîs-i şerifte, kadının yanında kocası veya mahremi olmadan çıkması
yasak olan yolculuğun uzunluğu "birgün ve gece" olarak belirlendiği halde, bu hadîs-i
şerifte bu uzunluk "bir berîd" olarak belirlenmiştir. Daha önce de açıkladığımız gibi
tercih edilen görüşe göre bir berîd, dört fersahtır, bir fersah da dört mil olduğuna göre

[75]

bir berîd on iki mile eşittir.- 1 — 1

1726. ...Ebû Sa'îd'den; demiştir ki: Resûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:

"Allah'a ve âhiret gününe imân eden bir kadının yanında babası veya erkek kardeşi

veya kocası veya oğlu veya nikâhı haram olan birisi bulunmaksızın üç günlük ve daha

fazla yola çıkması helâl değildir."- 1 —



Açıklama



Bu hadîs-i şerifte bir kadının yanında kocası veya babası, erkek kardeşi, oğlu gibi
yakını ve kendisine nikâhı ebeddiyyen haram olan bir kimse bulunmadıkça üç günlük
veya daha uzun bir yola çıkmasının helâl olmayacağı ifâde edilmektedir. Nikâhı ebed-
diyyen haram olan kimsenin nikâhının neseb cihetinden haram olmasıyla süt veya
sıhriyet yönünden haram olması arasında bir fark yoktur. Bir erkeğe nikâhı
ebeddiyyen haram olan kimseler üç kısımdır:

1. Neseb hısımlığı (kan hısımlığı)

a. Kişinin usûlü yani erkek ise anası, ninesi; kız ise babası, dedesi...

b. Fürû'u; yani oğlu, kızı, bunların çocukları, torunları...

c. Dede ve ninelerin fürû'u; amcalar, hâlâlar, dayılar, teyzeler.
Bununla beraber amca, hâlâ, dayı ve teyzenin kızlarıyla evlenilebilir.

Sadece bir erkeği ele alırsak buna ebeddiyen haram olan kadınlar şunlardır: Anne,
anneanne, babaanne, kız, kızının kızı, oğlunun kızı, kızkardeşler, hâlâlar, babanın ve
annenin hâlâları, teyzeler, annenin ve babanın teyzeleri, kardeş kızları, kızkardeş
kızları.

2. Evlenmeden doğan hısımlık (sıhriyyet, müsâhare)

a. Usûlün eşleri: Babanın eşi, annenin veya babanın babasının eşleri... gibi.

b. Fürû'nun eşleri: Çocukların, torunların eşleri.

c. Karının usûlü: Kayınvalide ve onun usûlü: Bu iki şıkta nikâhın haram olması için
sadece nikahlanmış olmak yeterlidir, cinsi birleşme şart değildir,

d. Karının fürû'u: Bir erkeğe cinsî birleşmede bulunduğu karısının başka kocadan
olan çocukları ve bunların çocukları haramdır. Buna göre erkeğe sıhriyet yoluyla
ebediyyen haram olan kadınlar şunlardır: Kayınvalide, nine, kaymbabanm annesi,
cinsî birleşmede bulunduğu karısından doğan üvey kızları, oğullarının kızları, gelinler,
torunların karılan, üvey anneleri, Sıhhriyyetten doğan bu haram oluşlar sahîh nikahtan
doğmakla beraber, emzirme veya zina ile de gerçekleşir. Kişiye karısının başka koca-
dan olan kızı ve karısının annesi haram olduğu gibi karısının süt kızı ve süt annesi de
haramdır. Zina ettiği kadının kızı, anası, süt kızı, süt annesi de ebediyyen haramdır.

3. Sut emzirmeden doğan hısımlık, kan hısımlığı ve evlenmeden doğan hısımlık
derecesindeki süt hısımlıkları da devamlı evlenme mânilerindendir. Bir erkeğe süt



anneleri, kızları, kızkardeşleri vs. ile süt kayınvalideler, süt üvey kızlar, süt çocuğun
karısı, süt babanın karısı da ebediyyen haramdır.

[771

Ancak imâm Mâlik bir kadının üvey oğlu ile hacca gitmesini mekruh görmüştür.- 1 — 1
Bazı Hükümler

1. Kadın üc günlük vola yanında kocası veya nikahı kendisine ebediyyen haram olan
bir mahremi olmadan çıkamaz.

2. "Mahrem" sozu, nikâhı ebediyyen haram olan herkese şâmildir. Yalnız İmâm Mâlik
bundan kadının üvey oğlunu yani kocasının başka karısından doğan oğlunu istisna
etmiştir. Ona göre kadın üvey oğluyla sefere çıkamaz. Gerçi onun nikâhı da haramdır.
Fakat Hz. İmâm insanların ahlaken bozukluklarını nazar-ı itibâra alarak bu bâbdaki
mahremiyetle ncseben mahremiyet arasında fark görmüştür.

3. Kadına hac farz olabilmek için mahremi bulunması şarttır.

4. Yalnız başına sefere çıkmamak hususunda bütün kadınlar müsavidir. Yalnız Ebu'l-
Velîd el-Bâcî'ye göre şehvete konu olmaktan çıkmış pek yaşlı kadınlar yalnız
başlarına sefer edebilirler. İbn Dakik' 1-îd, el-Bâcî'ye itiraz ile kendisine her düşeni bir
kapan bulunduğunu hatırlatmıştır. Bu sözden murâd ne kadar yaşlı olursa olsun
ahlâksızlık yolunu tutan bir kadının kendisi gibi ahlâksız müşteri bulmasıdır.

İbn Dakik diyor ki: Bu mesele birbirine tearuz eden iki umûmi delile teâlluk
etmektedir. Çünkü Allah teâlâ hazretlerinden: "Yoluna gücü yetenlere Beyt-i
haccetmek Allah için insanların boynuna borçtur..." âyet-i kerimesi, bütün erkek ve
kadınlara şâmildir. Bunun muktezâsı sefer için kudret hasıl oldu mu hepsine hac lâzım
gelmesidir. Halbuki Peygamber (s.a.)'in kadın mahremsiz sefere çıkmasın hâdis-i
şerifi her sefere âmm ve şâmildir. Buna hac da dahildir. Binaenaleyh hac seferini
hadisin umûmundan çıkaranlar âyetin umûmiyetiyle bu hadîsi tahsis etmiş; çıkarma-
yanlar ise hadîsin umûmiyetiyle âyeti tahsis etmişlerdir. Bu takdirde tercih için hârici
bir delil lâzımdır. İkinci kavli tercih edenler:

"Allah'ın cariyelerini, Allah'ın mescîdlerine gitmekten men etmeyin..." hadîsiyle
istidlal etmişlerdir. Mamafih bu istidlal söz götürür. Çünkü bu hadîsde de nehiy
umûmidir. O da Kâbetullah, Mescid-i Nebevi ve Mes-cid-i Aksa ile tahsis edilmiştir.

5. Bazıları bu hadîsle istidlal ederek haccm ümterahî olarak edâ edilebileceğini
söylemişlerdir. Yani hemen imkân bulduğu sene gitmeyip bir veya bir kaç sene sonra

haccedebilir, demektir.- 1 — 1

1727. ...İbn-i Ömer (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre Peygamber (s. a.):

"Kadın beraberinde bir mahrem bulunmadıkça üç (günlük) sefere çıkmasın"

buyurmuştur.-'-^
Açıklama

Bu hadis-i şerif kadın üç günlük ve daha uzun yola yanında kocası veya başka bir
mahremi bulunmadan çıkamaz diyen Hanefî ulemasının delilidir.
Bir önceki hadîs-i şerifin izahında da açıkladığımız gibi buradaki "mahrem" sözünden
maksat, nikâhı ebeddiyyen haram olan kimselerdir. Bu mevzii ile ilgili geniş açıklama



bir önceki hadis-i şerifle 1723 numaralı hadis-i şerifin şerhinde geçtiğinden burada
tekrara lüzum görmedik.™



1728. ...Nâfı'den rivayet edildiğine göre İbn Ömer, Safîyye ismindeki cariyesini
(hayvanının) arkasına bindirirdi. (Câriye bu şekilde) onunla beraber Mekke'ye kadar

yolculuk ederdi.-^^



Açıklama



Musannif Ebû Davud'un bu hadîs-i şerifi buraya koymaktan maksadı daha önce bu
bâbda geçen hadîs-i şeriflerdeki mahrem ve koca kelimelerinin zâhiri manâlannda
kullanılmadıklarını, bilâkis mahrem ve koca hükmünde olan kimselerin de bu
kelimelerin şümulü içerisine girdiklerini, bu itibârla nasıl bir kadın kocasıyla yolculuk
edebilirse, bir cariyenin de efendisiyle sefer hükmünde olan bir yolculuğa çıkmasının
caiz olduğunu ifâde etmektedir. Bu durumda kadına nisbetle kocası nasılsa, cariyeye

nisbetle efendisi de aynı durumdadır.- 1 — 1

3. (İslâm'da) Hacc Yapmamak (Ve Evlenmemek) Yoktur

1729. ...İbn Abbas (r.a.)'dan; demiştir ki: Resûlullah (s. a.): "-İslâm'da hacca gitmemek
olmaz" buyurdu.-^^



Açıklama



Metinde geçen "sârûre" kelimesi gücü yettiği hal-de evlenmeyen veya hacca gitmeyen
kimse demektir. Biz mevzûumuza uygun düştüğü için tercümede ikinci manâyı tercih
ettik. Esasen bu kelime "sarr' kökünden türetilmiştir. Men' etmek, alıkoymak, haps
etmek anlamlarına gelir. Gücü yettiği halde bir müslümamn hacca gitmemesi
düşünülemez. Çünkü hac İslâm'ın beş temel direğinden birini teşkil eder. Aynı şekilde
gücü yettiği halde hiç bir engel yok iken de bir müslümamn evlenmekten yüz
çevirmesi doğru değildir. Çünkü nikâh sünnettir. Evlenmeden yaşamak ise, ruhbanlık
ve hıristiyanlık ahlâkmdandır.

Bazılarına göre "İslâm'da sarûre yoktur'* sözü, "harem dahilinde kati cinayeti işleyen
bir kimse öldürülür. Harem içerisinde bulunduğu için affedilmez" manasınadır.
Binânealeyh harem dahilinde cinayet işleyen bir kimsenin "Ben İslâmî manâda bir hac
ibadeti ile meşgul değilim. Harem dahilinde bu işi yapmanın bir cinayet olduğunu da
bilmiyordum" demesine itibâr edilmez. Harem dâhilinde bulunan hiç bir müslüman
haremin hürmetini ihlâl edemez. Câhiliyye döneminde herhangi bir suç işleyen kimse
Kabe'ye sığınırdı. Hiç bir kimse bu adamdan işlediği suçun hesabını soramazdı. Şayet
birisi bu kimseden şikâyetçi olursa ona, "Bu adam sarûredir. Onu rahatsız etme"
denirdi. İslâmiyet bu düşünceyi de yürürlükten kaldırmıştır. Sarûre kelimesinin
sonunda bulunan yuvarlak te te'nîs İçin değil, mübalağa içindir. Bu bakımdan bu
kelime dişiye sıfat olduğu zaman nasıl sonunda yuvarlak te bulunursa, erkeğe sıfat

olduğu zaman da sonunda yuvarlak te bulunur



Bazı Hükümler



1. Üzerine hac farz olan bir kimsenin hemen hacca gitmesi ve gelecek senelere
bırakmaması gerekir.

2. Hac farizasını îfâ etmemiş bir kimse başkasının yerine hacca gidemez.

Nitekim İmâm Evzaî, Şafiî, Ahmed, îshâk (r.a.) bu görüştedirler. İmâm Mâlik ve es-
Sevrî ile rey ashabına göre ise, hacca gitmemiş olan bir kimse kimin hesabına hacca
niyyet ederse hac o kimse için kabul olur. Kendisi için niyyet ederse kendisi için kabul

olur.^^

Hacc İçin Azık Temin Etmek^^

1730. ...İbn Abbas'tan; demiştir ki: Hacca giderlerdi ve (yanlarına) azık almazlardı.
(Hadîsi Ebü Davud'a nakleden râvilerden biri olan) Ebû Mesüd (İbn Abbas'dan naklen
şunları) söyledi: Yemen halkı yahutta Yemen'den bazı kimseler azıksız olarak hacca
gidiyorlardı ve "biz mütevekkiliz" diyorlardı. Bunun üzerine Allah (c.c.) "Bir de (hac
seferinize yetecek mikdarda) azıklamnız. Muhakkak ki azığın en hayırlısı

(dilenmekten, insana yük olmaktan) sakınmaktır. " J — 1 (ayet-i kerimesini) indirdi. —
Açıklama

Yemen halkı yahut Yemenli bazı kimseler hacca giderken yanlarına yiyecek
almadıkları gibi yolda ihtiyaçlarını

karşılayacak para da almazlarmış ve Medine'ye varınca da dilenirlermiş. Kendilerine
niçin böyle yaptıkları sorulunca da "biz mütevekkiliz" derlermiş. Bir başka rivayete
göre de Mekke'ye varınca dilenirlermiş. Hafız İbn Hacer'e göre bu ikinci rivayet daha
doğrudur.

Bu yaptıkları hareketin doğru olmadığı ve böyle bir tevekkül anlayışının islâm'ın
ruhuna uymadığım beyân etmek üzere Allah teâla; "Azıklamnız, muhakkak ki azığın
en hayırlısı sakınmaktır," ayet-i kerimesini indirmiştir.

Çünkü İslâm'da makbul olan tevekkül; Allah'a güvenmek, bir sonuca ulaşmak için
gerekli tedbirleri aldıktan ve şartlan eksiksiz bir şekilde hazırladıktan, sebeplere
başvurduktan sonra o sonucun elde edilmesini Allah'tan beklemek, insanların
güçlerinin yetişmediği şeyleri Allah Teâlâ'ya bırakıp ümitsizlik ve üzüntüden uzak
olmaktır. Tevekkül edene "mütevekkil" denir. Kul tedbirini alır, sebeplere baş vurur,
fakat sonucu tedbire ve sebebe bağlamaz, Allah'tan bilir. Allah'a tevekkül ettiği ölçüde
sebeb ve tedbire itimadı azalır.

Tevekkül konusunda Kur'an'da; "Kim Allah'a tevekkül ederse o ona yeter,"^^
buyurulmuştur. Yine Kur'an'da mü'minlere tevekkül etmeleri emredilmiştir.

"Mü'minler Allah'a tevekkül etsinler"^^ "Eğer mü'inin iseniz Allah'a tevekkül

ediniz"^^-

Tevekkül müslümanlarm kadere olan inançlarının bir sonucudur. Tevekkül eden kimse
Allah'a kayıtsız şartsız teslim olmuş, O'nun takdirine razı olmuş demektir. Tevekkül



eden kişi Allah'tan başkasına sığmamaz.

Fakat ne kadere inanmak ne de tevekkül etmek, tembellik, miskinlik, gerilik demek
değildir. Bütün müslümanlar, tabii olayların tabiat kanunlarının çerçevesinde| sebep
sonuç ilişkileri içinde olup bittiğini bilirler. Ekim yapılmadan mahsul biçilmez. Bunun
gibi kötü şeyler yaparak da cennet kazanılmaz. Her şeyin bir sebebi vardır, cennet'i
elde edebilmek içinde iyi ve hayırlı işler yapmak gerekir.

Tevekkül çalışıp çabalarken Allah'ın bizimle olduğunu hissetmektir. Bu insan için
sonsuz bir güç kaynağıdır.

islâm'da tevekkülün şartı tabii kanunların gerektirdiği dikkat ve basireti göstermektir.

[921

Bunun için sebeplere sarılmak gerekir. "Oyle ise sebeplere sarılsınlar, " J — 1 Bunu
ihmal eden insanın karşılaşacağı kötü sonuçtan kimseyi sorumlu tutmaya hakkı
yoktur. Peygamber Efendimiz, devesini salarak tevekkül ettiğini bildiren bir bedeviye:

[93]

"Hayır, deveni bağla, Allah'a öyle tevekkül et' tJ — buyurmuştur.
Allah teâlâ Yemenlilerin tevekkül anlayışlarının asılsızlığını ortaya koyan bu ayet-i
kerimesiyle, hac esnasında dilencilikten ve halka yük olmaktan sakınmak için hac
masraflarım ve azığını yola çıkmadan tedârik etme emrini vermiştir. Bu suretle aynı
zamanda bir mü'min için en yüksek ve erişilmesi en makbul ve matlub olan
mertebenin takva mertebesi olduğuna, her fenalıktan korunup takva mertebesine
ermek için de azığın tedariki lazım geldiğine, bunu tedarik etmeyen ve tedarik için
çalışmayanların ihtiyaç sebebiyle fena durumlara düşebileceklerine işaret
buyurmuştur. Bu âyet-i kerime aynı zamanda, birisi dünyada sefer, diğeri de dünyadan
sefer olmak üzere insan için iki ayrı sefer bulunduğuna, dünyada sefer için yiyecek,
içecek, binecek ve gerektiği zaman sarf edecek azık ve harçlık lâzım olduğu gibi
dünyadan ahirete sefer için de bir azık tedârikine ihtiyaç bulunduğuna bunun da
Allah'ı bilmek ve sevmekle takva mertebesine erip, Allah'tan başkasına halini arz

[94]

etmemekle gerçekleşebileceğine dikkat çekmektedir. —
Bazı Hükümler

1. Dilencilikten kaçınmak takva alâmetidir.

2. İnsanın vakar ve izzetini koruması ve bunun için gerektiğinde aza kanâat etmesi
gerekir; bununla birlikte gücü yettiğince çalışıp çabalamayı da aksatmamalıdır.

3. Dilencilik tevekkül değildir.

4. Gerçek tevekkül, sebeplere sarılmakla birlikte işlerin neticesini Allah'a havale
etmek ve yaratıklardan yardım istememektir.

5. Dilenerek hacca gitmek yasaktır. Her ne kadar İmâm Mâlik, "dilencilik âdeti olan
bir kimsenin yürüyerek hacca gitmeye gücü yetiyorsa, dilenerek hacca gitmesi üzerine
farz olur" demişse de bu görüşe itiraz edilmiştir. Çünkü zaruret olmadıkça dilenmek
haramdır. Hatta îmâm Ebû Hanife ve taraftarlarına Süfyân es-Sevrî'ye ve Şafiî'ye göre

bir kimseye hacca gidebilmesi için zekât vermek bile caiz değildir.^^
4. Hacda Ticâret Yapmak (Caîz Midir?)



1731. ...Mücâhid dedi ki: İbn Abbas (r.a.) şu; "Rabbinizin lütfundan istemenizde bir



günah yoktur. mealindeki ayeti okudu da; "(mü'minler İslâm'ın ilk yıllarında)

Mina'da ticaret yaprrfazlardı. Bunun üzerine Arafat'tan (Mina'ya) dönünce ticâret

[971

yapmalarına izin verildi," dedi. —
Açıklama

Tefsirlerin verdiği bilgilere göre araplar cahiliyye döneminde hac mevsimlerinde
Ukâz, Mecenne, Zülmecâz gibi pazar ve panayırları kurarlar ve kazançlarını oralardan
te'min ederlerdi. İslâm dini gelince müslümanlar cahiliyye adeti olduğu düşüncesiyle
hac mevsimlerinde bunlardan sakınmaya başladılar. Bu davranışlarının doğru

olmadığım beyân etmek için bu ayet-i kerime nazil oldu.'^^

Araplar cahiliyye döneminde Zilka'de'nin yirmi gününde Ukâz panayırında kalırlar,
sonra Mecenne'ye giderek on gün Zilkâ'de ayından, sekiz gün de Zilhicce'nin başından
olmak üzere on sekiz gün de orada kalırlardı. Zilhicce'nin sekizinci günü olan terviye
günü de Arafat'a giderlerdi. Bu panayırların en büyüğü Ukâz panayırı idi. Nahle ile
Tâif arasında, Nahle'ye bir merhale uzaklıkta bir yerdi. Mecenne ise, Mekke'nin aşağı-
sında Mekke'ye bir berîdlik mesafede idi. Zülmecâz da Arafat'a bir fersah uzaklıkta bir
yerdir.

Her ne kadar hadisin zahirinden, ticârete ancak Arafat'ta vakfeden sonra izin verildiği
anlaşılırsa da biraz önce tercümesini sunduğumuz Buhârî hadisiyle ileride tercümesini
sunacağımız 1734 numaralı hadîste bu izinin bütün hac mevsimine şâmil olduğu
açıklanmaktadır.

Bu hadis-i şerif hac mevsiminde bir hacı adayının ticâretle meşgul olmasında bir
sakınca olmadığını ifade etmektedir. Ancak Ebû Müslim el-Havlânî bu hadis-i şerifte

[991

geçen "ticâretle Rabbinizin lütfundan istemenizde bir günah yoktur" J — 1 âyet-i
kerimesindeki ticaret yapma izninin hac mevsimi sonrasıyla ilgili olduğunu iddia

etmiş ve bu âyeti "artık o namaz kılınınca dağımı" âyetine kıyas ederek, "hac
ibâdetini edâ ederken benden korkunuz. Hac bittikten sonra ticâretle Rabbinizden rızık
istemenizde bir günah yoktur," manasım vermiştir. Fakat kendisine, "bu ayet-i kerime
hac mevsiminde bir hacının ticâretle meşgul olmasının caiz olup olmadığı hakkındaki
şüpheyi kaldırmak için gelmiştir. Hacdan sonra ticaretle meşgul olmada bir sakınca
olmadığı bilinen bir gerçek olduğundan âyet-i kerimenin bunu beyan için geldiği
düşünülemez. Hem hac namaza kıyas edilemez. Çünkü namazın fiilleri arasına başka

bir iş giremez. Hac ise, böyle değildir." diye itiraz edilmiştir.

5. (Haccın Ta'cili İle İlgili) Müsedded'in Rivayet Ettiği Hadis

1732. ...îbn Abbas'dan; demiştir ki: Resûlullah (s. a.);
"Haccetmek isteyen kimse acele etsin" buyurdu.

Açıklama



Bu hadis-i şerif, üzerine hac farz olan bir kimsenin hac mevsimi gelir gelmez hemen



hacca gitmesi lâzım geldiğini, sonraki yıla bırakmanın caiz olmadığını, bir başka
ifadeyle, hac farizasının fevri olduğunu te'hirin caiz olmadığını söyleyen îmâm-ı Ebû
Hani-fe, Mâlik, Ebû Yûsuf, Ahmed ve bazı Şafiî imamları (r.a.)'in görüşlerini
desteklemektedir. Yine Ahmed b. Hanbel'in Musned'inde İbn Abbas'-dan merfû'
olarak rivayet ettiği; "Hacca gitmekte acele ediniz. Çünkü hiç biriniz ileride karşısına

hangi engelin çıkacağım bilemez" mealindeki hadis-i şerifde haccın

farziyyetinin fevri olduğuna delâlet ettiği gibi "Haca da, umreyi de Allah için tam

yapın" ayeti kerimesi ve Beyhakî'nin rivayet ettiği "Mekke'ye gitmekte acele
ediniz. Çünkü hiçbiriniz ileride hangi hastalığın veya hangi ihtiyacın kendisine engel
olacağım bilemez" anlamındaki hadis ile Sa'îd b. Mansûr'un Sûnen'inde Abdurrahmân
b. Sâbit'den rivayet ettiği, "Kim kendisine engel olan bir hastalık, zalim bir sultan
yahutta kaçınılmaz bir ihtiyaç olmadığı halde hacca gitmeden ölürse, o kimse ister

Yahudi olarak ister Hıristiyan olarak nasıl isterse öyle ölsün, farketmez"^^
anlamındaki hadis de hac farizasının fevri olduğunu göstermektedir. Çünkü haccm
farziyyetinin fevri olmaması haccm hükmünü farz olmaktan çıkarır. Zira hac
farizasının terâhî üzere emredilmiş olması halinde, insanın bu farizayı tehir etmesinin
ve bu esnada vefat etmesinin günah olmaması gerekir. Allah Te'âlâ ve Tekaddes Haz-
retlerinin hem hac farizasını edâ etmeyi geciktirmeye izin verip, hem de
geciktirdiğinden dolayı hac edemeden öldüğü için onu Yahudi ve Nasranî olarak
ölmüş kabul etmesi düşünülemez. Bu durum onun mutlak adaletiyle bağdaşmaz.
Üzerine hac farz olan bir kimsenin, haccı zamanında yapmadan ölmesi halinde
İslâm'dan çıkmış sayılması, hac farizasının fevri olduğunu gösterir.
İmâm-ı Şafiî, el-Evzaî, Es-Sevrî ve Muhammed b. el-Hasen'e göre ise hac, terâhî
üzere farz olmuştur. Yani haccm farz olmasının şartları gerçekleşir gerçekleşmez,
haccm hemen edası gerekmez, sonraki yıllara te'hiri caizdir. Te'hirinden dolayı,
günahkâr olunmaz. Nevevî'nin beyanına göre İbn Abbâs, Enes, Câbir, Atâ ve Tâvûs'un
da bu görüşte olduğu, el-Mâverdî tarafından nakl edilmiştir.

Bu görüşte olan ilim adamlarının delilleri şudur: hac hicretin 6. yılında farz kılınmıştır.
Resûlullah (s. a.) Mekke'yi hicrî 8. senenin Ramazan ayında fethetmiş, aynı senenin
Şevval ayında orada bulunanlara haccetmelerini emrederek Medine'ye gitmişti. O sene
kendisi haccı edâ etmediği gibi kendisiyle birlikte Medine'de bulunan pek çok ashâb-ı
kiram da hac etmelerine hiç bir engel yokken Medine'de kaldılar, hacca gitmediler.
Hicretin 9, senesinde Tebûk Gazvesi olmuştu. Rasûl-i Ekrem bu sene de halka
haccetmelerini emretti ve hac farizasını yapmalarını sağlamak üzere Hz. Ebû Bekr'i
başlarına hac emîri olarak görevlendirdi. Kendisi de Medine-i Münevvere'ye gitti.
Yine bu sene de Rasûl-i Ekrem'i ve Medine'de bulunan ashabı hacdan alıkoyan
herhangi bir savaş veya maddi bir imkânsızlık yoktu. Nihayet Resûl-i Ekrem, aileleri
ve sahâbileri ile birlikte hac farizasını hicretin 10. senesinde edâ etti. Bu durum haccm
terâhi üzere farz olduğunu gösterir. Zira eğer haccm farziyyeti fevrî olsaydı, o zaman
Resûl-i Ekrem ve ashabı üzerlerine farz olan hac borcunu hicretin 10. yılma kadar
te'hir etmezlerdi.

Yine Şafiî imamlarından Nevevî'nin beyânına göre bu delil hem İmâm-i Şafiî hem de
ashabın büyük çoğunluğunun delilidir. Bu konuda Şafiî ulemasından Beyhakî'de
İmâm-ı Şafiî'nin bu görüşünün sağlam haberlere dayandığını söyledikten sonra Şafiî
ulemasının diğer bir delili olarak da Buharı ve Müslim'in Ka'b b. Ucre'den rivayet



ettikleri şu hadisi naklediyor:

Peygamber (s. a.) Mekke'ye girmezden önce Hudeybiye'de Ka'b ihrama girmiş.
Çömleğin altına ateş yakarken O'nım yanma uğramış, Ka'b'm yüzünden, bitler
akıyormuş. Resûlullah (s. a.)

"Bu böcekler sana eziyet vermiyor mu?" diye sormuş Ka'b
Evet! cevabını vermiş.

"Öyle ise, başım tıraş et de bir farak zahireyi altı fakir arasında taksim et yahut üç gün

oruç tut veya bir hayvan kes" buyurmuşlar. Farak, üç sa' olan bir ölçektir. Bunun
üzerine "İçinizden hasta olana veya başından bir sıkıntısı olana tıraş için oruç veya

sadaka veya kurbandan ibaret bir fidye vardır, ayet-i kerimesi nazil olmuştur.
Bu durum haccm, hicretin 6. yılında farz olduğunu gösterir. Resûlullah (s.a.)'in, hiç bir
-engel olmadığı halde o sene haccetmeyip, haccmı gelecek senelere ertelediği ise,
bilinen bir gerçektir.

Bütün müslümanlar Huneyn Savaşı'nın Mekke'nin fethinden sonra olduğunda ve
Rasûl-i Ekrem (s=a.)'in o sene umre yaptıktan sonra hac mevsimine az bir zaman
kaldığı halde hac etmeden Medine'ye gittiğinde ittifak etmişlerdir. Bu da haccm fevri
olmadığını gösterir. Çünkü eğer fevri olsaydı o zaman hac farizasını eda etmeden
Medine'ye gitmezdi. Zira hac etmelerine mani hiçbir sebep yoktu. Resül-i Ekrem bu
ertelemeyi yaparken haccm fevri olmayjp terâhî üzere farz olduğunu, binâenaleyh
diğer senelere ertelemenin caiz olduğunu göstermek ve İslâm daha da geliştikten sonra
büyük bir halk kitlesi ile haccederek orada okuyacağı bir hutbe ile İslâm'ın genel bir
tasvirini yapmak istiyordu.

Yine Beyhakî'nin beyânına göre, haccm terâhi üzere farz olduğuna dâir Şafiî
ulemâsının diğer bir delili de Hz. Enes'in rivayet ettiği şu hadîs-i şeriftir:
Resûlullah (s.a.)'e birşey sormaktan nehy olunmuştuk. Bundan dolayı çöl halkından
aklı başında bir adam gelerek biz de dinlemek şartıyle Peygamber (s.a.)'e sual sorması
çok hoşumuza giderdi. Derken çöl halkından bir adam geldi ve:

Ya Muhammedi Bize senin elçin geldi de şöyle bir lakırdı etti: Güya sen Allah'ın seni
Peygamber gönderdiği iddiasında bulunuyormuş- sun öyle mi? dedi. Resûlullah (s.a.):
"(Evet) doğru söylemiş" buyurdu. O zât:

Şu halde gökyüzünü yaratan kimdir? diye sordu. Resûlullah (s.a.): "-Allah'dır"
buyurdu. Adam:

Ya yeri kim yaratmıştır? dedi. Peygamber (s.a.): "-Allah" cevabım verdi. Adam:
(Peki) şu dağları kim dikti; ve onlarda her ne yarattı ise kim yarattı? diye sordu.
Peygamber (s.a.);
"Allah" buyurdu. Adam:

Öyle ise gökyüzünü ve yeri yaratan, şu dağları diken Allah aşkına seni Allah mı
gönderdi? dedi. Resûlullah (s.a.):
"Evet" buyurdu. Adam:

Hem senin elçin gündüzümüzle gecemizde beş (vakit) namaz farz olduğunu söyledi,

dedi. Resûlullah (s.a.):

"Doğru söylemiş" buyurdu. (Yine) o zat:

Öyle ise seni gönderen Allah aşkına, bunu sana Allah mı emretti? dedi. Resûlullah
(s.a.);

"Evet" cevabım verdi. Adam:

Elçin bize mallarımızdan zekât vermenin farz olduğunu söyledi, dedi. Peygamber



(s.a.):

"Doğru söylemiş" buyurdu. Adam:

Seni gönderen Allah aşkına, bunu sana Allah mı emretti? dedi. Resûlullah (s.a.) yine;
"Evet" buyurdu. Adam:

Elçin bize yılda bir Ramazan ayı orucunun farz olduğunu söyledi, dedi. Peygamber
(s.a.):

"Doğru söylemiş" buyurdu. Adam:

Seni gönderen Allah aşkına, bunu sana Allah mı emretti? dedi. Resûlullah (s.a.):
"Evet" buyurdu. Adam:

Elçin bize, yoluna gücü yetenlerimize Beyt'i hac etmenin farz olduğunu söyledi dedi.
Peygamber (s.a.);

"Doğru söylemiş" buyurdular. Enes demiş ki: Sonra o adam:

Seni hak (din) ile gönderen Allah'a yemin olsun ki, bu farzlardan ne fazla yaparım ne
de eksik, diyerek dönüp gitti. Bunun üzerine Peygamber (s.a.);

"Yemin olsun, eğer bu adam doğru söyledi ise, mutlaka cennete girer" buyurdular.
£108]

Nevevî'nin de dediği gibi Buhârî ve Müslim'in ittifakla rivayet ettiği bu hadis-i şerifte
çölden gelerek soru sorduğu ifâde edilen şahıs Dımam b. Sa'lebe'dir. Bu zâtın Rasûl-i
Ekrem'e soru sormak üzere geldiği sene Muhammed b. Habib'e ve diğer bazı
kimselere göre hicretin 5. senesidir. Bazıları bu senenin hicretin 7. senesi olduğunu,
Ebû Ubeyd de 9. senesi olduğunu söylemiştir. Bütün bunlar, Rasûl-i Ekrem'in üzerine
hac farz olur olmaz hemen hacca gitmeyip, gelecek senelere ertelediğini ve dolayısıyla
haccm fevri olmayıp terâhî üzere farz olduğunu gösterir. Bu sebeble sözü geçen bu
âlimler, haccı erteleyen kimsenin şahitliğini muteber saymışlardır. Şâyel haccı
ertelemek caiz olmasaydı bu işi yapan kimsenin şâhidliğini kabul etmezlerdi.
Yine Şafiî ulemâsından İmâm Nevevî diyor ki:

Bir emrin fevrî olduğuna dâir bir karine bulunmadıkça o emrin terâhî ifâde ettiği kabul
edilir. Hac farîzasıyle ilgili emirlerin fevrî olduğuna delâlet eden bir karîne yoktur.
Şafiî ulemâsı mevzûmuzu teşkil eden ve haccm ertelenmemesini emreden Ebû Dâvûd
hadisini şöyle te'vil etmişler:

1. Bu hadis zayıftır. Çünkü senedinde Mihrân Ebû Safvan vardır. Aynı şekilde "Hacca
gitmekte acele ediniz..." anlamındaki Ahmed b. Han-bel hadisi de zayıftır.

2. Bu hadisteki hacca gitmekte acele etmekle ilgili emir farziyyet değil, mendûbluk
ifâde eder.

3. Bu hadis Şafiî'nin aleyhine değil, lehine bir delildir. Çünkü hadiste geçen
"haccetmek isteyen" sözü, hac farizasının fevrî olmadığına, bilâkis hac etme
zamanının kişilerin isteğine bırakıldığına delâlet eder,

4. "Kim kendisine engel olan bir hastalık, zâlim bir sultan, kaçınılmaz bir ihtiyaç
olmadığı halde hacca gitmeden ölürse o kimse ister Yahudi ister Hris.tiyan olarak
ölsün, farketmez!" hadisi ise, haccm farz olduğuna inanmadığı için hac etmeyen
kimselerle ilgilidir. Çünkü farziyyetine inandığı halde sadece ihmalciliğinden dolayı
hacca gitmeden ölen bir kimsenin kâfir olmayıp sadece âsi ve günahkâr olarak
öldüğüne dâir icmâ vardır.

5. Karine bulanmadığı takdirde, bir emrin fevrîliğine değil, fevrî olmadığına
hükmedilir. Şayet fevrîliğine hükmedildiği kabul edilse bile, Rasûl-i Ekrem
efendimizin hac farizasını üzerine farz olduğu sene eda etmeyerek sonraki yıllara



ertelemiş olması hac emrinin terâhi ifâde ettiğine dâir bir karine teşkil eder.
6. Zamanından geciktirilmiş olarak yapılan hacca kaza değil, edâ ismi verildiğinde
ilim adamları arasında görüş birliği vardır. Bu ittifak Kadı Ebu't-Tayyib ve Kadı
Huseyn gibi ilim adamları tarafından nakledilmektedir. Bu durum haccın terâhi üzere
emrolunduğunu gösterir. Şayet fevr üzere emredilmiş olsaydı, geciktirilerek yapılan
hacc için "edâ" değil "kaza" tabiri kullanılırdı.

Bu mevzûdaki her iki tarafın delillerini gördükten sonra şunu söyleyebiliriz: İmâm-ı
Şafiî'nin kuvvetli delilleri olduğu ve mü'minler için bir genişlik getirdiği söylenebilirse
de, îmâm Ebû Hanife (r.a.) ve taraftarlarının delilleri de kuvvetli ve daha ihtiyatlıdır.
Ayrıca Şafiî ulemâsının konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisine zayıf demeleri
doğru değildir. Çünkü bu hadis İmâm Ahmed tarafından hasen bir senedle rivayet

edilmiştir.

6. Hac Yolculuğu Esnasında Hayvanını Kiraya Vermek

1733. ...Ebû Ümâme et-Teymfden; demiştir ki: Ben hac yolunda (hacılara binek
hayvanlarını) kiraya veren bir kimseydim, halk bana;

Senin haccm olmuyor, diyorlardı. Bir de İbn Ömer'e rastladım ve;
Ey Ebû Abdurrahman ben hac yolunda (binek hayvanlarını hacılara) kiraya veren bir
kimseyim. (Bu sebeple) halk bana "senin haccm olmuyor" diyorlar (Sen ne dersin?)
diye sordum. İbn Ömer:

Sen İhrama girmiyor musun, telbiye yapmıyor musun, Beyt'i tavaf etmiyor musun,
Arafat'tan inip taşları atmıyor musun? dedi. Ben de;
Evet (bütün bunları yapıyorum), diye cevap verdim.

Öyleyse senin haccm oluyor. (Çünkü) Peygamber (s.a.)'e bir adam gelip senin
sorduğun şeyin aynısını sormuştu da Resûlullah (s. a.) sükût etmişti, şu:

"Rabbinizden nzık istemenizde günah yoktur"^ ^ mealindeki âyet ininceye kadar
cevâb vermemişti. (Bu ayetin inmesi üzerine) Resûlullah (s. a.) onu çağırtıp kendisine
bu âyeti okuyarak;

"Senin (bu şekilde) haccm sahihtir" buyurmuştu, dedi.^^
Açıklama

Hz. Abdullah b. Ömer, hac yolunda binek hayvanını kiraya vererek ticâret yapmanın
haccı ifsâd edip etmeyeceği mevzuunda kendisine soru soran Ebû Ümâme et-Teymî'ye
cevâb verirken Hz. Peygamber'in aynı konuda verdiği bir fetvayı delil getirerek bunda
bir sakınca olmadığı yolunda fetva vermiş. Nitekim, bu konuda ilim adamları görüş
birliğine varmışlar. Ebû Müslim el-Havlânî'den başka bunun aksini iddia eden bir
kimse çıkmamıştır. 1731 numaralı hadis-i şerifin açıklamasında da söylediğimiz gibi

Ebû Müslim'in bu görüşüne iltifat eden olmamıştır.^ ^

1734. ...îbn Abbâs (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre, insanlar haccm ilk zamanlarında,
hac mevsimlerinde Minâ'da, Arafat'ta ve Sûkuzu'l-Mecâz'da alış-veriş yaparlardı.
(Fakat) ihrâmh olarak alışveriş yapmaktan da korkarlardı. Bunun üzerine noksan
sıfatlardan münezzeh olan Allah "(Hac mevsiminde) Rabbinizden nzık istemenizde



bir günâh yoktur"^ (âyet-i kerimesini) indirdi.

(Râvi îbn Ebi'z-Zi'b) dedi ki: Ubeyd b. Umeyr'in bana haber verdiğine göre O (îbn
Abbâs) Kur'ân'da bu (hac mevsimleri) kelimesini okurmuş.^

Açıklama

İnsanlar cahiliyye döneminde hac mevsimlerinde Arafat, Mina, Sûkuzu'l-Mecâz gibi
mukaddes yerlerde alış-veriş yapmaktan çekinmezlerdi. İslâmiyyetin gelmesi ve
İslâmî manâdaki haccm farz kılınmasıyla müslümanlar hac mevsimlerinde eski
alışkanlıklarına uyarak sözü geçen mukaddes yerlerde yine alış-verişlerine devam
ediyorlardı. Bir taraftan da hem cahiliyye âdetine uyduklarından, hem de buralarda
alış-veriş yapmanın hacla ilgisi olmadığından ihrâmlı bir halde bu işi yapmanın
haclarını ifsâd edeceğinden korkuyorlardı. Bunun üzerine Allah Te'-âlâ âyet-i kerime
indirerek hac mevsiminde ihrâmlı iken Arafat ve Mina gibi harem dahilindeki
mukaddes yerlerde bile olsa, rızık .temin etmekte bir sakınca olmadığını beyân etti.
Bir önceki hadisin şerhinde de açıkladığımız gibi bu konuda mezhep imamları
arasında görüş birliği vardır.

Bu hadis-i şerifte İbn Abbâs (r.a.)'m, Bakara Sûresi'nin yüz doksan sekizinci ayetini
"Hac mevsiminde Rabbinizden rızık istemenizde bir günâh yoktur," şeklinde okuduğu
ifâde ediliyor. Bilindiği gibi bu şekilde Kur'ân-ı Kerîmi tek bir şahsın okuyuş tarzına
"Kıraât-ı âhâd" veya "Şâz kırâ'at'Menir. Şâz kırâ'atler de meşhur ve gayr-ı meşhur diye
ikiye ayrılır.

Gayr-ı meşhur kırâ'atler, bütün imamlarca geçerli değildir. Bunlar ile hiç bir şer'î
hüküm isbat edilemez. Meşhur şazlar ise, İmâm Malik ile İmâm Şafiî'ye göre, yine hiç
bir şer'î hüküm için mesned teşkil etmezler.

Hanefî imamlarmca ise, yalnız ibâdet ve muamelât hususunda geçerlidir. Bunlar
Kur'ân'dan olmasalar bile, hadis sayılabilir. Bu yönden kendileri ile zannî meselelerde
amel olunabilir.

Meselâ; yemin kefaretini bildiren âyet-i kerime "Hz. Osman mushafmda "Üç gün oruç

tutunuz"^ ^ diye kayıtlıdır. İbn-i Mesûd'un mushafmda ise; "üç gün arka arkasına
oruç tutunuz" diye yazılıdır. Bu mushaftaki "peşi peşine" kelimesi şâz'dır. Fakat
meşhur şâz olduğundan Hanefi imamlarmca yemin kefareti orucunun, peşi peşine üç
gün tutulması gereklidir. Demek ki, bu meşhur şâz kırâ'at ile mutlak olan birâyeti
ibâdet, hususunda takyid eylemişlerdir.

Meşhur olmayan şâz kırâ'ata bir örnek: Ramazan-ı şerif orucunun kazasına ait olan
âyet, Hz. Osman Mushafmda "Ramazan orucunu tutmayan kimse bir güne mukabil;

bir gün oruç tutar" ^ ^ şeklindedir ve bu âyet, Übey b. Ka'b'ın Mushafmda "Birbiri
ardınca bu kaza orucunu tutar" şeklinde yazılmıştır. Fakat bu kayıt, tek bir kişinin
intikâl ettirmesi dolayısıyle, meşhur değildir. Haber-i ahâd kabilindendir. Bundan
dolayı bununla bütün imamlara göre âmel edilemeyeceğinden kazaya kalmış ramazan
orucunu birbiri ardınca tutmak şart değildir. Bunlar ayrı ayrı günlerde de tutulabilir.
Bu hadîsle ilgili gerekli diğer bilgiler 1731 numaralı hadîsin şerhinde geçtiğinden

burada tekrara lüzum görülmemiştir. — '



1735. ...(Musannif Ebû Davud'un dediğine göre kendi şeyhi) Ahmed b. Salih bir hadis
rivayet etmiştir (ki bu hadisin) manası (şudur):

İbn Abbâs'm hürriyetine kavuşturduğu kölesinin Abdullah b. Abbas'dan rivayet
ettiğine göre insanlar haccm ilk zamanlarında (hac mevsiminde) alış-veriş yaparlardı...
(Musannif Ebû Davud'un rivayetine göre Ahmed b. Salih daha sonra önceki hadisin)
manasını (en son kelimesini teşkil eden) "mevâsimü'l-hacc (Hac mevsimleri)"ne

kadar nakletmiştir. ^ ^



Açıklama

Bu hadisi Müellif Ebû Dâvûd, Ahmed b. Sâlih'den rivâyet etmiştir. Ancak Ahmed b.
Salih'in sözlerini mânâ olarak rivayet etmiştir. Müellifin mana olarak nakl ettiği ettiği

bu hadis önceki hadisin aynısı olduğundan oradaki açıklama ile yetiniyoruz.^^



7. Çocuğun Hacc Etmesi

1736. ...İbn Abbâs'dan; demiştir ki: Resûlullah (s. a.) Ravhâ'da bulunuyordu. Bir deve
kervanına rastlayarak onlara selam verdi ve; "Siz kimsiniz?" dedi. (Onlar da);
Müslümanlarız, cevabını verdiler ve;
Sen kimsin? dediler.

(Resûlullah (s.a.)'m yanında bulunan) sahabiler de, "Resûlullah" diye cevap verdiler.
Bunun üzerine bir kadın (fırsatı kaçıracağından) korktu (koşarak gitti), bir çocuğun
pazusundan tutup kendi tahtırevanından çıkardı ve;

Ey Allah'ın Resûlu, bunun için de hac (sevabı) var mıdır? dedi. (Resûl-i Ekrem (s. a.)
de);

"Evet, senin içinde ecir vardır" buyurdu



Açıklama



Metinde geçen "ravhâ" kelimesi, Medine-i Munevvere'ye otuz altı mil uzaklıkta
bulunan bir yerin ismidir.Kadı Iyâz "ihtimal bu karşılaşma geceleyin olmuş da
Resûlullah (s.a.)'ı tanıyamamışlar, yahut gündüz olmuş fakat onu daha evvel
görmedikleri için bilememişlerdir." diyor.

Metindeki "evet" kelimesi, "Evet bu çocuk için de hac sevabı vardır. Fakat bu hac,
baliğ olduğu zaman üzerine farz kılınacak olan hac yerine geçmez. Şimdiki yapacağı
hac nafile bir hacdır. Nasıl ki çocuk daha baliğ olmadan namaz kılmaya teşvik edilir
ve bu kıldığı namazın sevabı hem çocuğa hem de onu teşvik eden kimseye yazılırsa,
bu da aynen öyledir," anlamına gelmektedir. Metinde geçen "senin için de ecir vardır,"
sözü de; "çocuğun hac etmesini sağlayan kişiye de çocuğu taşıdığı-ve ihramhya
kaçınılması lâzım gelen şeylerden koruyarak ona ihramlı muamelesi yaptırdığı için
sevap vardır." anlamına gelmektedir.

Bu hadis-i şerif, mümeyyiz olmasa bile çocuğun yaptığı haccm sahîh olduğuna,
mümeyyiz olmayan çocuğun velisinin, onun yerine ihrama girebileceğine ve ihramdan
çıkabileceğine ve yine onun yerine telbiye getirebileceğine, ona tavaf ve sa'y yaptırıp
Arafat'ta durdurabileceğine ve taşlan onun yerine atabileceğine bir delildir. İmâm



Mâlik, Şafiî Ahmed ve ulemânın büyük çoğunluğu ve Hanefî ulemâsı bu görüştedir.
Hanefi ulema-smdanıAllâme İbn Abidîn "ReddıTl-muhtâr" isimli meşhur eserinde
Sabi ve mecnûna babası hac yaptırabilir. Babalarının bunlar adına ihrama girmeleri,
bunların bizzat kendilerinin girmeleri gibidir. Çünkü bunlar âcizdir," demektedir.
Bu görüşte olan ulemânın dayanağı konumuzu teşkil eden Ebû Dâ-vûd hadisinden
başka, es-Sâib b. Yezîd'in rivayet ettiği; "Resûlullah (s. a.) ile birlikte Veda Hacci'nda

(babam ve annem tarafından) hacca götürüldüm. O zaman yedi yaşındaydım. M ^-^J
anlamındaki hadisle Hz. CaRr'den rivayet edilen şu hadis-i şeriftir: "Biz Resûlullah
(s.a.) ile hacca gitmiştik (yanlarımızda) kadınlarla çocuklar da vardı. (Taşları) onların

yerine biz attık. "^-^=1

Çocuğun yaptığı hac kabul olmakla beraber bu hac nafile bir hac olmaktan öteye
gidemez. İleride çocuk baliğ olunca üzerine farz olan haccm yerini tutamaz. Çünkü
İmam Ahmed'in bu konuda rivayet ettiği şöyle bir hadis-i şerif vardır. Resûl-i Ekrem
(s.a.) buyurdu ki: "Bir çocuğa ailesi hac yaptırır da sonra o çocuk ölecek olursa, o hac
sahihtir. Fakat bu hacdan sonra çocuk yaşayıp da bâlig olursa, o zaman üzerine

yeniden hac yapmak gerekir. "■L^^J

Davud-i Zâhirî'ye ve taraftarlarına göre ise, bir çocuk bulûğ çağma girmeden
haccedecek olursa, bu hac onun için yeterlidir. İleride bulûğa erince bir hac daha
yapması gerekmez. Zahirî uleması konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisinin bu
görüşlerine bir delil teşkil ettiğini söylemiş-lerse de, gerçekte Ebû Dâvûd hadisinden
böyle bir mânâ çıkarmak mümkün olmadığı gibi İmâm Ahmed'in rivayet ettiği hadis-i
şerif Zahirîlerin bu konuda yanıldıklarını en açık bir şekilde ortaya koyan büyük ve
yeterli bir delildir.

Şevkânî'nin Neylü'l-Evtâr'daki beyânına göre İbn Battal, "hac eden bir çocuğun bu
haccmm nafile bir hac olarak kabul edildiğine ve bulûğ cağına erinceye kadar üzerine
bir hac daha gerekmeyeceğine dair fakîhlerin ittifak ettiklerini" söylemiştir. Hanefi
imamlarından Tahâvî de metinde geçen "evet" sözünün "hac eden bir çocuğun üzerine
bir daha haccm farz olmayacağı" anlamına gelemeyeceği ancak bu sözün "hac eden
bir çocuğun bir daha haccetmesi gerekmez" diyen kimselerin aleyhine bir hüccet teşkil
ettiğini, çünkü bu metnin râvisi İbn Abbâs'm bizzat kendisinin "Ailesi tarafından hac
yaptırılan bir çocuğun bulûğ çağma erişince bir hac daha yapması gerektiği"
görüşünde olduğunu söylemiş ve bütün bu hadis-i şeriflerden şöyle bir neticeye
varılabileceğini ifâde etmiştir: "Çocuğun yaptığı hac bulûğa erdiği zaman yapması
gereken haccm yerine geçemez. Bu açık bir gerçektir ve bu mevzudaki bütün delillerin
aralarındaki ortak noktayı bulmak için kabul edilmesi gereken bir neticedir."
Ancak hac esnasmda ihramlı iken mükellef bir kimse için lâzım gelen her türlü ceza
çocuk için de söz konusudur. Bu itibarla o hac esnasında herhangi bir cezayı
gerektiren bir fiili işleyen çocuğun cezası, gerek fidye, kurban ve gerekse av cezası
olarak o çocuğun velisi üzerinedir.

Hattâbî'ye göre ise, hacca giden bir çocuğun yürümeye gücü yetmiyorsa, o çocuğu
taşıyarak Arafat'a götürmek, tavaf ettirmek ve sa'y ettirmek ve hacla ilgili fiillerde ona
yardımcı olmak sünnettir. Deli -eğer kendine gelmesinden ümit kesilmişse- çocuk
hükmündedir. Haccı ifâ ederken işlemiş olduğu bir hatayı telâfi etmesi gerektiği gibi,
eğer bir av avlayacak olursa büyük adam gibi ona da ceza lâzım gelir. Bundan velisi
mes'ûl tutulur. Bazı Iraklılar çocuğu hacca götürmenin caiz olmadığını söylüyor-larsa



da bu söze itibar edilemez. Çünkü bu konuda itibar edilmesi gereken bir esas varsa, o
da sünnettir.

Şurasını unutmamak gerekir ki, çocuğun haccı ile ilgili olarak naklettiğimiz bütün bu
hükümler mümeyyiz olmayan küçük çocuk hakkındadır. Mümeyyiz olan çocuğa velîsi
izin verir ve çocuk kendisi ihrama girer. Velisinin izni olmadan çocuk ihrama girer
yahut onun namına veli niyet ederse, esas olan kavle göre, hac sahih değildir.
Mümeyyiz olmayan çocuk için velînin ihrama girmesi, kalbiyle bu çocuğu
ihranılandırdım diye niyet etmek 'suretiyle olur. İmâm A'zam'm; "çocuğun haccı sahîh
değildir" dediği rivayet olunmuştur. Kaadî İyâz diyor ki: "çocuklara hac ettirmenin
cevazı hususunda ulema arasında ihtilâf yoktur. Bunu yalnız bid'at taifelerinden biri
caiz görmemişse de onların kavillerine itibar olunmaz. Hatta bu kavil Peygamber (s.a.)
ile ashabının fiilleri ve keza icma-ı ümmetle reddedilmiştir. Ebû Hanife'nin hilafı,
çocuğun haccı mün'akıd olup da üzerine hac ahkâmı ve fidye, ceza kurbanı gibi
mükelleflere mahsus şâir ahkâmın terettüp edip etmemesi hususundadır. Ebû Hanife
bunların hiç birini kabul etmiyor ve çocuğun fidye ve sâireyi icâb edecek hallerden
sakmdırılmasmm alıştırmak için yapıldığını söylüyor. Cumhur ise; bu hususta çocuğa
hac ahkâmı carîdir. Onun haccı nafile olarak mün'akiddir, diyorlar. Çünkü Peygamber
(s.a.) çocuğun haccmı takrir buyurmuştur. Ulema bu haccm çocuk baliğ olduktan
sonra farz olarak hac yerini tutmayacağında müttefiktirler. Yalnız bir fırka şuzûz
göstererek çocuğun haccı, farz olan hac yerini tutar demişlerse de ulema bunların

[1241

kavillerine iltifat etmemişlerdir.

Hanefî ulemâsına göre çocuk bir yasağı çiğneyecek olursa, bundan dolayı velisine de
kendisine de dem lâzım gelmez. Mâlikî ulemasına göre çocuğun ihramlı iken elbise
giymesinin ve güzel koku sürünmesinin fidyesi velisi üzerinedir.
Çocuk av avlayacak olursa iki durum vardır:

1. Eğer çocuk bu avı harem sahasının dışında avlamışsa bu avın cezası kayıtsız şartsız
veli üzerinedir.

2. Harem dahilindeki avın cezası da ikiye ayrılır:

a. Eğer çocuk yalnız bırakıldığı zaman kaybolacağından korkulmayacak durumda ise,
bu çocuğun avladığı avın cezasından velisi sorumludur.

b. Eğer çocuk yalnız bırakılınca kaybolacağından korkulacak durumda ise, çocuğun
avladığı avın bedeli çocuğun kendi malından ödenir.

Şafiî ulemâsına göre ise, mümeyyiz olmayan çocuk bir yasağı çiğneyecek olursa,
hiçbir ceza lâzım gelmez. Fakat mümeyyiz olan bir çocuk bir yasağı çiğneyecek olursa
cezası velisi üzerinedir. Eğer bu yasağı çiğnemesine vasıta olan birisi varsa bu
cezasının sorumluluğunu o kimse yüklenir.

Hanbelî ulemasına göre çocuğun nafakası ile birlikte çiğnemiş olduğu yasakların
keffareti de velisi üzerinedir.

8. Mikatlar

1737. ...İbn Ömer (r.a.)'den; demiştir ki: Peygamber (s.a.) Medine halkı için
Zulhuleyfe'yi, Şamlılar için Cuhfe'yi, Necid halkı için Karn'ı mîkat olarak tayin etti.

Yemen halkı için de Yelemlem'i mîkat tayin ettiği (haberi) bana ulaştı.



Açıklama



Mîkat: Muayyen vakit demektir. Fakat istiare yoluyla "hacca niyyet edilmek için
durulan yer" manasında kullanılmaktadır.

Resûl-i Ekrem (s. a.) Efendimiz sağlığında dünyanın dört tarafından hacca gelenlerin
nerede ihrama gireceklerini bu hadis-i şerifle tayin buyurmuştur. Şöyle ki M
edinenlerin mikâtı "Zulhuleyfe"dir. Bu yer Medine'nin güneybatısında, Mekke ile
Medine arasında olup Medine'ye 6 mil, Mekke'ye ise 200 mile yakın mesafededir.
Mekke'ye en uzak olan mikattır. Fahr-i kâinat efendimiz buradan ihrama girmiştir.
Vaktiyle burada bir ağaç olduğu, Peygamber (s. a.) efendimizin oraya iki mescid inşa
ettirdiği rivayet edilir. Bi'r-i Ali (Ali'nin kuyusu) diye bilinen kuyu oradadır.
Burası Medinelilerin mikatı olduğu gibi, başka memleketlerden olup da oradan geçen
hacı adaylarının da mîkatıdır.

Hz. Ali'nin burada Cinnîlerle savaştığına dair halk arasında yaygın bir rivayet varsa da
bunun aslı yoktur. Tihâme'de aynı isimle anılan bir yer daha vardır, ikisini
karıştırmamak gerekir.

Cuhfe: Mekke'nin kuzeybatısında ve Mekke'ye dört merhale (4 konak = 54 mil)
mesafede bir yerdir. Râbiğ yakınlarındadır. Buraya Mühey'a ismi de verilir. Vaktiyle
buranın halkım seller sürükleyip götürdüğü için buraya "Cuhfe" ismi verilmiştir.
Kam: Bu isim bazı rivayetlerde "Karnu'l-menâzil" diye geçmektedir. Bu ismi taşıyan
iki yer bulunmaktadır. Bunlardan biri bir yokuşun aşağısında diğeri de yukarısında
bulunmaktadır. Aşağısmdakine Karn-ı menâzil yukarısmdakine Karn-ı se'âlib denir.
Bilindiği gibi seâlib, "tilkiler" demektir. Burada çok tilki bulunduğu için bu isim
verilmiştir. Hadislerde genellikle "Karn-ı menâzil" geçer. Burası Mekke'nin
kuzeydoğusunda Arafat'ın kuzeyinde ve Arafat'a bir gün ve gecelik mesafede bulunan
bir dağdır. Esasen "Karn" büyük dağlarla bağlantısı olmayan küçük ve dikdörtgen
şeklindeki dağ anlamına gelir. Bazı rivayetlerde bu kelime "karan" şeklinde geçmekte
ise de, kelimeyi bu şekilde telaffuz etmek yanlıştır. Çünkü "karan" Yemen'de bir
köydür.

"Karnü's-seâlib"in Minâ'nm aşağısında bulunan Minâ mescidine 500 zira' uzaklıkta bir
dağ olduğunu iddia edenler de vardır. Bu durumda Karnü's-Seâlib'in mîkattan
sayılması mümkün değildir.

Necid: İç Arap yarımadasının kuzey ve batı taraflarını kaplayan geniş bir yerdir. Üç
taraftan çölle sarılı, yalnız bir taraftan Hicaz ve Yemen'e açıktır.
Yelemlem: Bu kelimenin aslı "elemlem"dir. Fakat kelimenin başında bulunan hemze
"yâ" ya çevrilmiştir. Yelemlem, Mekke'nin güneyinde ve Mekke'ye iki konaklık
mesafede bir yerdir. Bu mesafenin 30 mil olduğunu söyleyenler de vardır.
Her ne kadar hadisin zahirinden "Yelemlem"in bütün Yemenlilerin mikâti olduğu
anlaşılıyorsa da gerçekte bütün Yemenlilerin mikâti "Yelemlem" değildir. Çünkü
Yemen' den Mekke'ye giden iki yol vardır. Bunlardan birisi Tihâmelilerm yoludur. Bu
yol Yelemlem'e uğrar. Yahut-ta bu yoldan gidenler Yelemlem'in hizasından geçerler.
İkinci yol ise, Yemen Necid'inden geçen yoldur. O havalide dağlık bölgelerde eğleşen
kimseler de hacca bu yolla giderler. Bunların mikatı da "Karn"dır. Hadisi şerifte
"Yemen" sözü kullanılmış fakat kül-cüz alakasıyla mecazen "Tihâme" kasdedilmiştir.
Dünyanın neresinde olursa olsun hacca gelenler, hangi mîkatten geçerlerse, orada
ihrama girerler. Sözü geçen mîkatla-rm içinde yâni Mekke tarafında yaşayanlar ise,
bulundukları yerden ihrama girmek için mikatlara gitmeleri şart değildir.



Metinde geçen "Yemen halkı içinde Yel emicini tayin ettiği (haberi) bana ulaştı*'
cümlesi, bu hadisi rivayet eden İbn Ömer'in, Resûl-i Ekrem'in Yelemlem'i Yemen
halkı için mikat tâyin ettiğini bizzat ağzından duymadığını fakat bunu başkalarından
öğrendiğini ifâde eder. Dârimî'nin rivayetinde bu durum daha açık bir şekilde ifâde

edilmektedir. ^

1738. ...Amr b. Dînâr Tâvûs'tan o da İbn Abbas'tan; Abdullah b. Tavus ise Tâvûs'tan
naklen; "Resûlullah (s. a.) mikat tayin etti" dediler (ve önceki hadisin) mânâsını
(rivayet ettiler). Bunlardan birisi "Yemen halkı için Yelemlem'i (tayin etti)" dedi.
Diğer birisi de "Elemlem'i (tayin etti)" dedi. (Bu iki râvinin ifadelerine göre
Resûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:

"Bu yerler, adı geçen yerlerin halkı ile bu yerlerin halkı olmadıkları halde hac veya
umre maksadıyla buralara uğrayan kimseler için (mikat tayin edilmiş)dir. (Mekke'ye)
bundan daha yakın olanlar ise..." (İbn Tavus rivayetinde) dedi ki: (Bu kimseler)
istedikleri yerden (ihrama girerler) yine Mekke halkı da Mekke'den ihrama girerler.
£128]

Açıklama

Musannif Ebû Dâvûd, bu hadisi iki ayrı senedle rivâyet etmiştir.Bu senedlerden birisi
Amr b. Dînâr, Tâvûs ve İbn Abbâs vasıtasıyle Hz. Peygambere ulaşırken, diğeri de
Abdullah b. Tâvûs, Tâvûs vasıtasıyla Hz. Peygambere ulaşmaktadır. Bu durumda
birinci senet merfû' olduğu halde ikinci sened mürseldir. Çünkü bu senette sahâbî
atlanmıştır. Dârekutnî de bu hadisi Ebû Dâvûd gibi iki ayrı senetle rivayet etmiştir.
Hadis-i şerifte dünyanın dört bucağından gelmekte olan hacıların nerelerden ihrama
girecekleri belirtilmektedir. Şöyle ki, sözü geçen mîkatler, çevrelerinde bulunan halkın
ihrama girecekleri yerler olarak ta'yin edilmişlerdir. Bu çevrelerde bulunan halk kendi
çevrelerinde bulunması münâsebetiyle kendilerine tahsis edilen yerden ihrama
girecekleri gibi, yolu kendilerine tahsis edilen mîkatm dışında bir mîkata uğrayan
kimselerin kendi memleketlerine mahsûs bir mîkatlerinin bulunup bulunmaması
önemli değildir. Her iki halde de ihrama yollarının uğramış olduğu mikâtten girerler.
Fakat kendi memleketleri halkı için belirlenmiş bir mîkatleri olduğu halde, yolları
daha kendi mikatlerine uğramadan evvel başka bir mikate uğrayanların durumuna
gelince, İmâm Şafiî, İmâm Ahmed ve İshâk (r.a.)'a göre bunların ilk uğradıkları
mikâtten ihrama girmeleri icâb eder. imâm Ebû Hanife (r.a.)'nin de böyle bir kavli
vardır. Bu meseleye bir misâl olarak, Medine'den Mekke'ye giden Şam'lı bir hacıyı
gösterebiliriz. Bu hacı, Şamlılar için ta'yin edilen Cuhfe'ye varmadan önce
Zülhuleyfe'ye varmaktadır. Sözü geçen imamlara göre bu hacının ilk uğradığı
mîkatten iihrâmagirmesi gerekir. İmâm-ı Mâlike göre ise, bu kişinin ilk uğradığı
mîkatten ihrama girmesi mendûptur. Şayet oradan ihrama girmemişse ikinci mîkatten
girmesi lâzımdır. Hanefî ulemâsının meşhur olan görüşü de budur.
Hanefî mezhebinin meşhur fıkıh kitablarmdan olan Bedâyi' isimli eserde bu mesele
şöyle anlatılmaktadır: "Bir kimsenin ilk mikati ihrâmsız olarak geçip ikinci ihrama
kadar gitmesi caizdir. Ancak birinci mîkatte ihrama girmesi müstehabtır.
Ebû Hanife (r.a.)'nin, "MedineTilerin dışında her hangi bir kimsenin yolu Medine'den
geçecek olursa bu kimsenin Zülhuleyfe'de ihrama girmeden Cuhfe'ye kadar ihrâmsız



olarak gidip ihrama Cuhfe'de girmesinde her hangi bir sakınca yoktur. Bununla
beraber, Zülhuleyfe'den ihrama girmesi bence daha hoştur." dediği rivayet edilir.
Hanefi ulemâsına göre Medine'li bir kimsenin Zülhuleyfe'yi ihrâmsız olarak geçip de
Cuhfe'de veya Cuhfe hizasında bir yerde ihrama girmesinde bir sakınca yoktur.
Bir kimse gerek karada ve gerekse denizde iki mrkat arasından geçen bir yol takip
edecek olursa, Hanefîlere göre, bu kimse kendi kanâatine göre bu iki mikatten
herhangi birisinin hizasına geldiğini anlayınca ihrama girer. Birinci mîkâtm hizasına
gelince ihrama girmeyip, ikinci mikatin hizasında ihrama girmesinde bir sakınca
yoktur. Ancak Mekke'ye en uzak olan mîkatten ihrama girmesi daha faziletlidir.
Mâliki mezhebinin de meşhur olan görüşü budur. Şafiî ulemâsına göre de en sahih
olan görüş budur.

Metinde geçen "Hac veya umre maksadıyla buralara uğrayan kimseler" sözünün
zahiri, mîkate uğrayan bir kimsenin ihrama girmesi için bu yolculuğa Mekke'ye hac ve
umre niyetiyle çıkmış olması gerektiğini, şayet böyle bir niyeti yoksa ihrama girmesi
icab etmediğini ifâde etmektedir. Meselâ hac veya umre niyeti olmaksızın
Zülhuleyfe'yi ihrâmsız olarak geçen bir kimse Hareme yaklaşırken hac veya umre
yapmak isterse, hemen bulunduğu yerde ihrama girer, bulunduğu yere kadar ihrâmsız
olarak geldiğinden dolayı üzerine kurban kesmek de gerekmez. Abdullah b. Ömer'le,
Abdullah b. Abbâs, bu görüşte oldukları gibi İmâm Şafiî'nin iki kavlinden sonuncusu
da böyledir.

İmâm Evzâî, Ahmed, Ebû Hanife, İshâk ve ulemânın büyük çoğunluğu ise, bu

kimsenin geri dönerek mikatten ihrama girmesi lâzım geldiğini, aksi takdirde bir

kurban kesmesi gerektiği, çünkü gerek hac niyetiyle olsun gerekse başka bir niyetle

oisun mîkatlere uğrayan kimselerin ihrama girmeden geçemeyecekleri, geçerlerse

günahkâr olacakları görüşündedirler. Çünkü İbn Ebî Şeybe'nin ve Taberânî'nin İbn

Abbâs'dan rivayet ettikleri bir hadis-i şerifte Peygamber (s. a.), "Mîkat ihrâmsız olarak

geçilemez" buyurmuştur. İmâm Şafiî, el-beyhakî ve İbn Ebî Şeybe'nin Câbir

b.Zeyd'den rivayet ettikleri bir hadis-i şerifte de; "İbn Abbâs'm mîkatı ihrâmsız olarak

geçen bir kimseyi — ihrama girmek üzere mîkata — geri çevirdiği" ifâde edilmektedir.

İshak b. Râhûye'nin rivayet ettiği bir hadiste de Hz. İbn Abbâs'm "Bir kimse eğer

ihrâmsız olarak mîkatı geçerek Mekke'ye kadar gelecek olursa, geri dönüp mikatten

ihrama girer. Mikate döndüğü takdirde haccm vaktinin geçeceğinden korkarsa, bulun-

n 29]

duğu yerden ihrama girer. Fakat üzerine dem lâzım gelir. dediği ifâde

edilmektedir. Bu hadislerin lâfızları "mîkatleri ihrâmsız olarak geçmenin caiz
olmadığını" ifâde etmektedirler. Metinde geçen "hac veya umre maksadıyla buralara
uğrayan kimseler" sözünün Hz. Peygambere ait olmayıp râviye ait bir söz olması
ihtimâli vardır. "Peygamber (s.a.)'in Mekke'nin fethi günün başında siyah bir sarıkla

ve ihrâmsız olarak Mekke'ye girdiğini" L-^J ifâde eden Câbir hadisi ise, Rasûl-i
Ekrem'le ilgili özel ve geçici bir durumdur. Harp sebebiyle belli bir süre devam etmiş
ve sonra bu izin sona ermiştir. "Mekke haram kılınmıştır. Benden önce hiçbir kimseye
helâl kılmmadığı gibi benden sonra hiçbir kimseye de helâl kıhnmayacaktır. Ancak
bana bir günün sadece bir saatinde helâl kılındı, sonra yine eski haramlığma

döndü. "Ü^-J mealindeki hadis-i şerif bu gerçeği çok açık bir şekilde ifade etmektedir.
Yolu mîkate uğrayan kimselerin durumu böyle. Memleketi mîkat mahalli ile Mekke
arasında bulunan kimselere gelince; Mekke'ye girişleri için ihrama lüzum yoktur.



Çünkü bunlar Mekke'ye veya Hareme sık sık girmek durumunda olduklarından,
Mekke'ye her girişlerinde ihrama girmeleri halinde ömürlerinin büyük bir kısmı
ihramh olarak geçer ki, bunda zorluk vardır. Allah Teâlâ ise, "Allah nğrunda (nasıl
savaşmak lazımsa öylece) hakkıyle cihâd edin. Sizi o seçti. Din işlerinde üzerinize

[1321

hiçbir güçlük de yüklemedi. ayet-i kerimesi ile müminlerden zorluğu

kaldırmıştır.

Hanefî ulemâsından Aynî bu konuda şunları söylemektedir. "İmâm Ebû Hanîfe (r.a.)
hazretlerine göre bir kimse Mekke'ye girme kasdıyla ihramsız olarak mikatı
geçemeyeceği gibi, Mekke'ye girmek kasdı olmadan da ihramsız olarak geçemez.
İmâm Kurtubî de hac yapmak niyetiyle olmadığı halde Mekke'ye girmek isteyen bir
kimse hakkında Mâliki ulemasının ihtilâf ettiklerini fakat konumuzu teşkil eden
hadisin mîkatleri geçerken ihrama girmenin sadece hac veya umre yapmak niyetinde
olanlar için gerektiğine açıkça delâlet ettiğini, Ebu Mus'ab ile İmâm Zührî'nin de bu

[1331

görüşte olduğunu söylemektedir. " J 1 Aynî daha sonra Hanbelî ulemasından Ibn

Kudâme'nin bu mevzûdaki görüşlerini şu şekilde özetliyor: "Hac veya umre niyeti
olmadan, mîkati ihramsız olarak geçen kimseler iki sınıftır:

1. Mekke'ye girmek niyetinde olmayan, fakat bir ihtiyacı için mîkati geçip Harem
sınırları içerisine girmeyen kimselerdir. Bunlara mîkati geçmek için ihram gerekmez
ve ihramı terkettikleri için üzerlerine bir ceza da lâzım gelmez. Bu meselede ulema
arasında görüş birliği vardır. Çünkü Resûl-i Ekrem (s. a.) iki kerre Zülhuleyfe'yi
ihramsız olarak geçmiş ve Bedr'e kadar varmıştır. Kendisi ihrama girmediği gibi
beraberinde bulunan ashâb-ı kiramdan da ihrama giren olamamıştır. Bu şekilde mîkati
geçen bir kimsenin daha sonra hac için ihrama girmesi icâb ederse, ihram için mîkata
kadar gitmesi gerekmez, bulunduğu yerden ihrama girer. İmâm Mâlik, Sevrî, Şafiî,
Hanefîlerden imâm Muhammed ve Ebû Yûsuf (r.a.) da bu görüştedir.
İbnu'l-Münzir'in naklettiğine göre, İmâm Ahmed ile İshâk hac niyeti olmaksızın
Zülhuleyfe'yi ihrâmsız olarak geçen bir kimsenin daha sonra hac etmek isteyince
ihrama girmek için tekrar Zülhuleyfe'ye gitmesi gerektiği görüşündedirler.

2. Harem içerisine girmek maksadıyla mîkatten geçenlerdir. Bunlar üç kısımdır. Bu uç
kısımdan biri de Mübâh bir savaştan veya korkudan veya odun, erzak taşıyıcılığı gibi
bir ihtiyâçtan dolayı sık sık Hareme girmek mecburiyetinde kalanlardır ki, bunlara

mikatten geçmeleri için ihram gerekmez... "Ü^U

Hanefî mezhebinin bu konudaki görüşünü İmâm Ekmelüddin Muhammed b. Mahmûd
el-Bâbertî, şu manaya gelen lâfızlarla ifâde etmektedir.

"Mekke'ye girmek kasdı olan kimse ihrâmsız mîkati geçemez. Çünkü Beytullah
ta'zime şâyân şerefli bir yer olduğundan ona evvelâ bir kale kılındı ki Mekke şehridir.
Bu kaleye de, koruluk kılındı ki, yukarıda hu-dudları çizilen Haramdır. Bu harem'a da,
bir kale konuldu ki, o da mikatlerdir. Tâ ki, Beyt'e gelmek isteyenler O'na saygı ve
ta'zim ederek ancak ihram ile gelebilsinler. O halde kaide şudur ki; kim, sadece bir
mikati geçmek niyetinde olup (Mekke'ye girmek niyetinde değilse,) ihrâmsız geçmesi
helâl olur. Fakat ikisini yani mîkati, sonra da Harem hududunu geçmek dilerse helâl
olmaz. Binâenaleyh bir kimse hac veya umre niyetiyle gelirse veyahut Mekke'ye bir
ihtiyaç dolayısı ile girmek kasdederse onun ihrâmsız girmesi caiz olmaz. Çünkü o
kimse, mîkati olan beş mikatten birisini, sonra da içerideki ikinci derecede mikât
sayılan Harem hududunu geçmeyi tasarlamıştır. Binâenaleyh âfâkî olan yani Hicaz'da



mîkat dâhilinde oturmayan kimsenin ihrâmsız girebilmesi için çâre, Mekke'ye değil
mîkat dâhilinde bir köy veya şehre gitmeyi kasdeylemesidir. O takdirde ihrâmsız

mîkati geçmesi caiz olur. Çünkü bu niyeti ile bir mikati geçmeyi kasdetmiştir. ^
Yine Hanefi alimlerinden Mevsilî de bu konuda şunları söylüyor:
"Mekke'ye girmeyi murad etmeksizin mîkati ihrâmsız geçene birşey lâzım gelmez.
Çünkü İhram Allah'ın şereflendirdiği Mekke'ye ta'zim için konmuştur. Mîkat ile
Mekke arasındaki köyler ve şehirlere ta'zim vacip değildir. Bu sebeple Mîkat
dahilindeki bir şehre veya köye gitmek için Mîkati ihrâmsız geçen kimse, vardığı o
şehir halkından sayılır. Daha sonra Mekke'ye hac veya umre niyeti olmaksızın başka

bir sebeple gitmek ihtiyacı belirirse ihrâmsız olarak gidebilir. "L^-J
Metinde geçen "Mekke'ye bundan daha yakın olanlar" sözünden maksat, memleketi
bu mîkatlerden biri ile Mekke arasında olan kimselerdir. Bu kimseler, ihrama kendi
memleketlerinden girerler. İhrama girmek için mîkate gitmeleri gerekmez. Bunlar için
bulundukları şehrin veya köyün Kabe'ye en uzak olan kenarından ihrama girmek daha
faziletlidir. İhrama mikatten giren kimselerin de ihrama mikatm Mekke'ye en uzak
olan tarafından girmeleri daha faziletlidir. Çadırda yaşayan bedeviler için de aynı
durum söz konusudur. Bir vadide yaşayan kimseler ise, vadinin her iki tarafından da
ihrâmlı olarak geçerler. İhram için tayin edilen bu yerleri ihrâmsız olarak geçen
kimselerin geri dönüp kendileri için tayin edilen yerden ihrama girmeleri gerekir.
Yoksa günâh işlemiş olurlar ve üzerlerine kurban lâzım gelir. Bu mîkatlerden birisi ile
Mekke arasında bulunan bir evde veya çadırda yaşayan bir kimse ise, kendi evinden
veya çadırından ihrama girer. Bütün bu ifâdelerden anlaşılıyor ki, mîkat ile Mekke
arasındaki yerleşim bölgelerinde oturan kimseler hac etmek için veya hac ile birlikte
umre yapmak için bulundukları yerlerden ihrama girerler. Fakat ileride umre ile ilgili
hadisler dolayısıyla açıklayacağımız gibi umre için ihrama gireceklerin de Harem

[137]

hududları dışına çıkmaları gerekir.

Bazı Hükümler

1. Hac veya umre yapmak isteyen bir kimsenin, yolu üzerinde bulunan bir mıkatı
ihrâmsız olarak geçmesi caiz değildir. Bu mevzuda ulemâ arasında görüş birliği
vardır.

2. Mîk'ate varmadan ihrama girmek caizdir.

3. Hac yolculuğuna çıkan bir kimsenin yolu hangi mîkate uğrarsa, oradan ihrâmâ
girer.Bu mikâtin başka memleketler için ta'yin edilmiş olması zarar vermez.

4. Mikatlerden herhangi birisi ile Mekke arasında ikâmet eden bir kimse hac için
bulunduğu yerden ihrama girer.

5. Mekke'Iilerin hac için ta'yin edilen mikatleri Mekke'dir. Fakat umre yapmak
istedikleri zaman ihrama girmek için harem hududları dışına çıkmaları gerekir. Çünkü
Hz. Peygamber, Hz. Aişe umre yapmak istediği zaman, kayınbiraderi Abdurrahman'a,

T1381

Aişe'yi Ten'îm'e götürmesini ve oradan ihrama girmesini sağlamasını emretti.

1739. ...Aişe (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s. a.) Zâtu Irk'i, Irak halkı
için, ihrama girme yeri (mîkat) olarak ta'yin etti.^"^



Açıklama



Zâtu Irk, Mekke'nin kuzey-batısma düşen bir dağ eteği yahut tepedir. Onunla Mekke
arasında altı, yahut da dört millik bir mesafe vardır. Ulemânın büyük çoğunluğuna
göre Resûl-i Ekrem (s. a.) sağlığında burayı Iraklılar için ihram yeri olarak ta'yin et-
miştir. Ata b. Ebî Rebâh da bu görüştedir. Nitekim, Beyhâkî'nin îbn Cüreyc vasıtasıyla
rivayet ettiği bir hadiste Atâ'nm şöyle dediği ifâde ediliyor: "Resûlullah (s.a.) ihrama
girme yeri olarak Medine'liler için Zülhuleyfe'yi, mağrib halkı için Cuhfe'yi, maşrık
halkı için de Zât-u Irk'ı ta'yin etti." yine Beyhâkî'nin Câbir'den rivayet ettiği bir hadis-i
şerifte de "Rasûlullah (s.a.) Medinelilere Zülhuleyfe'yi, Şamlılara Cuhfe'yi,
Tihamelilerle Yemenlilere de Yelemlem'i, Tâiflilere Karn'ı, Iraklılara da Zât-u Irk'ı
mikât olarak ta'yin etti".

Nitekim Müslim'in İbn Cüreyc'den rivayet ettiği "İbn Cüreyc dedi ki: Bana Ebuz-
Zubeyr haber verdi. O da Câbir b. Abdullah (r.a.)'a ihram yeri sorulurken işitmiş. Hz.
Peygamber buyurmuş ki;

"Medine'lilerin ihram yeri Zülhuleyfe'dîr, öteki yoldan Cuhfe'dir. Iraklıların ihram yeri
Zâtu Irk, Necid'lilerin ihram yeri Zâtı Karn, Yemenlilerin ihram yeri de Yelemlem'den

muteberdir. anlamındaki hadis de bunu te'yid etmektedir. Hanefî ulemâsından
Tahâvî'nin Câbir'den rivayet ettiği: "Rasûlullah (s.a.) Medineliler için Zülhuleyfe'yi,
Şamlılar için Cuhfe'yi, Necidliler için Kar'ı, Yemenliler için Yelemlem'i, Iraklılar için

de Zât-ı Irk'ı ihram yeri olarak ta'yin etti" anlamındaki hadis-i şerif de^^ bu gerçeği
ifâde etmektedir. Yine Tahâvî'nin Hilâl b. Zeyd'den tahric ettiği hadis-i şerifde şu
manaya gelmektedir: "Enes b. Mâlik, Resûlullah (s.a.)'i Medine'liler için
Zülhuleyfe'yi, Şam'hlar için Cuhfe'yi, Basra'lılar için Zat-ı Irk'ı, Medâinliler için de

[1421

Akîk'i ihram yeri olarak tayin ederken işittiğini söylemiştir. Bu konuda

Buhârî'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerif de şu anlamdadır: "Hz. Ömer zamanında
Basra ve Küfe şehirleri kurulup da müslümanlar çoğalınca, Ömer (r.a.)'e gelip:
Ya emîrelmü'minin! Rasûlullah (s.a.) Necidlilere Karn'ı ihram yeri olarak ta'yin etti.
Burası bizim yolumuzdan sapadır. Bizim Karn' dan ihrama girmemiz bize çok güçlük
veriyor; diye şikâyet etmişlerdi. Hz. Ömer bunlara:

Öyle ise siz bakınız Karn-i menâzilin hizasına düşen ve size sapa olmayan bir yeri

kendinize mîkat seçiniz; buyurup bunlara ihram yeri olarak Zâtu Irk'ı ta'yin etti."^"^

İmâm-ı Şafiî'nin Tâvûs'dan rivayet ettiği bir haberde de; "Rasûl-i Ekrem'in hiç bir

zaman Zâtu Irk'ı Iraklıların mıkati olarak ta'yin etmediği ve Rasûl-i Ekrem'in

[144]

hayatında Iraklıların müslümanhğı kabul etmedikleri" ifâde ediliyor. J 1 Buhârî'nin

rivayet ettiği Ömer Hadisi^^ ile İmâm Şafiî'nin Tâvûs'tan rivayet ettiği hadis
Zâtu Irk'm Iraklıların mî-kati olduğuna dâir Hz. Peygambere kadar ulaşan bir hadisin
bulunmadığını ifâde etmektedirler. Nitekim, Câbir b. Zeyd, Tavus, Muhammed b.
Şîrîn, Gazzâlî, er-Râfiî ve en-Nevevîde bu görüştedir.

Ancak gerçek şudur ki, Zâtu Irk'm Hz.Peygamber tarafından ihram yeri olarak ta'yin
edildiğine dâir bir çok merfû hadis vardır. Hafız İbn Hacer'in de dediği gibi, her ne
kadar bu hadislerin bir kısmının sıhhati tenkide uğramışsa da, bu mevzûdaki diğer
hadisler bunları takviye ettiğinde söz konusu tenkitlerin bir değeri kalmamıştır. Bu



konuda Şevkânî Neylu'l-Evtâr' isimli eserinde şunları söylemektedir: " Hz. Aişe'nin
rivayet ettiği bu hadisin sıhhati hakkında Ebû Dâvûd, görüşünü bildirmemiş, sükût
etmiştir. Münzirî de sükûtu tercih etmiştir. Telhîs'de bu hadisle ilgili olarak şu
görüşlere yer verilmiştir: Bu hadisi Hz. Aişe'den el-Kasım rivayet etti. Eflâh'tan
rivayet eden râvisi sadece el-Muâfı b. İmrân'dır. Ef-lâh'tan rivayet eden başka bir râvi
yoktur. Başka bir ifadeyle "el'Muâfî bu hadisi Eflâh'tan rivayet etmekte |teferrüdl
etmiştir. Bununla beraber hadisin zayıf olduğu söylenemez. Çünkü el-Muâfı güvenilir
bir râvîdir.

[1471

Bu mevzuda, Müslim'in Câbir'den rivayet ettiği hadisin Hz. Peygambere kadar

ulaşan merfu bir hadis olup olmadığı şüphelidir. Ebû Avâne'-nin Müstahrec'inde
rivayet ettiği hadis de böyledir. Fakat İmâm Ahmet ile İbn Mâce' ıin bu konudaki

rivayet ettikleri haklisin^ ^ merfû olduğu kesindir. Hernekadar Ahmed b. Hanbel'in

[1491

rivayet ettiği hadisin J L senedinde zayıf bir râvi sayılan Ibn Lehîa Ibn Mâce'nin

senedindede rivayetlerine güvenilmeyen İbrahim İbn Yezid varsada. Bu konuda Ebû

Dâvûd, el-Hâris b. es-Sehmî'den (1742 numaralı hadis); Tahâvî, Enes'den^^ İbn
Abdilber, İbn Abbâs'tan ve İmâm Ahmed, Abdullah b. Ömer'den gelen hadisler

rivayet etmiştir. ~* ^ Gerçi Ahmed b. Hanbel'in senedinde Haccâc b. Ertâd
bulunmakta ise de, hadislerin hepsi birbirini takviye ettiğinden zayıflıktan kurtulup
"hasen li gayrihî" derecesine ulaşmaktadırlar. Ve neticede, İbn Huzeyme'nin "Zât-u
Irk hakkında bir takım haberler varsa da, bu haberlerin hadis ulemâsı yanında hiç bir
değeri yoktur," demesinin bir değeri kalmadığı gibi, İbn-u'l-Munzir'in, "Biz, Zât-u Irk
hakkında sabit olmuş bir hadise rastlayamadık" şeklindeki sözünün de, bir değeri
kalmamıştır. Bazı kimseler, "Hz. Peygamber'in sağlığında daha Irak fethedilmemişti
ki, Zâtu Irk Hz. Peygamber tarafından Iraklıların ihram yeri olarak ta'yin edilmiş

olsun" diyerek, Zâtu Irk'm Hz, Peygamber tarafından Iraklıların mîkati olarak
ta'yin edildiğini ifâde eden hadislerin sıhhatli olamayacağını söylemişlerse de, İbn
Abdilber; "Rasûl-İ Ekrem, ileride yapılacak fetihleri daha önceden bildiği için, bir çok
nahiyelerin mîkatlerini daha o nahiyeler fethedilmeden tayin ettiğini, Şam'ın mikati
olan Cuhfe'yi de, bu şekilde daha Şam fethedilmeden ta'yin ettiğini, binâenaleyh,
Irak'ın mikati olan Zâtu Irk'ı da, daha Irak'ın fethinden evvel tayin etmesinin mümkün
olacağını" söyleyerek bu hadislere yöneltilen tenkitleri gaflet olarak

nitelendirmiştir. " ^ — - ^ Hanefî imamlarından Ta-havî de bu konuda aynen İbn
Abdilber gibi düşünmektedir. Hatta İbn Abdilber, "Zâtu Irk'm Iraklıların, mîkati
olduğunda ulemânın görüş birliğine vardığını" söylüyor. Fakat gerçek olan şu ki,
ulemâdan Tâvûs, İbn Sîrin, Câbir b. Zeyd "Iraklıların mikati bulunmadığı ve fangi
mîkate uğrarlarsa oradan veya onun hizasından ihrama girmeleri gerektiği" görü-
şündedirler.^^

1740. ...İbn Abbâs (r.a.)dan; demiştir ki: Resûlullah (s. a.) maşrik halkı için "Akîk'l
mîkat ta'yin etti.^^



Açıklama



Bu hadis-i şerifte Peygamber (s.a.)in Iraklıların ihram yeri olarak Akîk'i ta'yin ettiği
ifade ediliyor. Esasen "Akîk", dereye sel sularının aktığı sel yatağına denir. "Vadi"
anlamında, da kullanılır. Firûzâbâdî'nin beyânına göre, "Akîk, Medine'de, Yemâ-
me'de, Tâif de Tihâme'de ve Necd ülkesinde bir yerin adıdır. Bunlardan başka aynı

isimle anılan altı yer daha vardır. Buradaki Akîk'den maksat Iraklıların ihram
yeri olarak bilinen Zâtu Irk ile Irak arasında kalan, Irak'a yaklaşık olarak bir konaklık
mesafede bulunan bir yerdir. Bir önceki hadis-i şerifte Iraklıların mîkati olarak Zâtu
Irk'm ta'yin edildiği ifade edildiği halde burada "Iraklıların mîkat yeri olarak Akîk
ta'yin edildi denilmesi bu iki hadis arasında bir çelişki bulunduğunu göstermez. Çünkü
gerçekte bu iki ifade arasında bir fark yoktur. Çünkü Iraklıların ihrama Zâtu Irktan
girmeleri farzdır. Zâtu Irk'ı ihramsız olarak geçmeleri haramdır. Zâtu Irk'dan biraz
daha geride bulunan Akîk'den ihrama girmeleri ise, müstehabdır. Çünkü "Akîk"
Mekke'ye Zâtu Irk'dan daha uzaktır. Yahutda daha önceleri Zâtu Irk bugünkü Akîk
denilen yerde bulunduğu için vaktiyle buraya Zâtu Irkda deniyordu. Daha sonra Zâtu
Irk'm bugünkü yerine kaldırılmış olması ve Iraklıların ihrama farz olarak girecekleri
noktanın Akîk olarak belirlenmiş olduğu da düşünülebilir. Netice olarak şunu
söyleyebiliriz ki; Akîk ile Zatu Irk bir biribirlerinden farklı iki ayrı yer değildir, aksine
bir yerin Irak'a yakın tarafını "Akik" Mekke'ye yakın tarafını da Zâtu Irk teşkil
etmektedir. Nitekim Sa'îd b. Cübeyr'in, Zâtu Irk'tan ihrama girmek isteyen bir adamı
görünce o adamın elinden tutup Akîk vadisinin öbür kıyısında bulunan mezarlığa
getirerek "Burası birinci Zâtu Irk'dır," dediği rivayet edilir. Ayrıca Zâtu Irk'm
Iraklılardan Basra halkı için, Akîk'in de Medâyin halkı için ihram yeri olarak ta'yin
edilmiş olması da mümkündür. Nitekim Tahâvı'nin rivayet ettiği bir hadiste "Enes b.
Mâlikin Resûl-i Ekrem (s.a.)'i Zülhuleyfe'yi Medineliler için, Cuhfe'yi Şamlılar için,
Zâtu Irk'ı Basralılar için, Akîk'i de, Medâyinliler için ihram yeri olarak ta'yin ederken

işittiği" ifâde edilmektedir. ^

Bununla beraber, konumuzu teşkil eden ve "Akîk"in Iraklıların ihram yeri olarak ta'yin
edildiğini ifâde eden Ebû Dâvûd hadisi zayıftır. Çünkü bu hadisi Muhammed b.
Ali'den rivayet eden tek râvi, Yezîd b. Ebû Ziyâd'dır. O da güvenilir bir kimse
değildir. İmâm Nevevî, Şerhu'l-Mühezzeb isimli eserinde bu hadisle ilgili olarak, "bu
hadisi Yezid b. Ebî Ziyâd rivayet etmiştir. Yezid'in zayıf bir râvi olduğunda, hadis
âlimleri ittifak etmişlerdir. Binâenaleyh İmâm Tirmizî'nin bu hadis hakkında

"hasendir" demesi, doğru değildir." der.^^ Hattâbî de, Iraklıların mi-kati konusunda
en sağlam haberin "Irak fethedildikten sonra Hz. Ömer'in Zâtu Irk'ı Iraklıların ihram
yeri olarak tayin ettiğini" bildiren haber olduğunu ve Şafiî'ye göre Iraklıların ihrama
Akîk'ten girmeleri müstehab olduğunu, eğer Zatu Irk'tan girecek olurlarsa, bunun da
kâfi geleceğini, kendi zamanına gelinceye kadar müslümanlarm İmâm Şafiî'nin bu
görüşüyle amel edegeldiklerini söylemektedir.

Bundan önceki hadiste de ifâde ettiğimiz gibi her ne kadar Zâtu Irk'm Iraklıların
mikati olduğunu ifâde eden hadisler zayıfsa da, birbirilerini takviye ettiklerinden zayıf
derecesinden kurtulup hasen liğayrihı mertebesine yükselmişlerdir. Ancak, "eğer Zâtu
Irk'm Iraklıların mikati olduğuna dâir sağlam bir hadis bulunsaydı Hz. Ömer, ictihâd
edip de Zâtu Irk'ı tekrar Iraklıların mîkati olarak ta'yin etmeye lüzum görmezdi" diye
itiraz edilirse de Tahâvî'nin dediği gibi ona şu şekilde cevap verilebilir: "Hz. Ömer,



Hz. Peygamber'in, Zâtu Irk'ı Iraklıların mikati olarak ta'yin ettiğini duymadığı için bu
mevzuda ictihâd etme lüzumunu duymuş ve içtihadında da, Hz. Peygamber'in

tesb itine isabet etmiş olabilir.

1741. ...Peygamber (s.a.)'in hanımı Ümmü Seleme (r.a.)'den rivayet edildiğine göre

kendisi, Resûlullah (s.a.)'i, "Kim hac veya umre için Mescid-i Aksa'dan ihrama girip

Mecsid-i Harâm'a kadar (ihramda) kalırsa onun geçmiş ve gelecek günah(lar)ı

bağışlanır," veyahutta "Onun için cennet(e girmek) kesinleşmiştir." buyururken

. , . .. [160]
ışıtmıştır. J "

(Râvi) Abdullah, (Yahya b. Ebî Sûfyan'm) bu iki (cümle) den hangisini söylediğinde
şüpheye düşmüştür.

Ebû Dâvûd dediki: Allah Vekî'e rahmet etsin. Beytul-Makdis'den ihrama girdi. Yani
Mekke'ye kadar (ihramda kaldı.)



Açıklama



Bu hadis-i şerif mîkate varmadan evvel ihrama girmenin mikata girmekten daha
faziletli olduğunu söyleyen ulemânın delilidir.

Bilindiği gibi ulemâ hac etmek isteyen bir kimsenin evinde mi, yoksa mik'atta mı
ihrama girmesinin daha faziletli olduğunda ihtilâf etmişlerdir.

İmâm Mâlik, imâm Ahmet ve İshâk'a göre mîkatlerde ihrama girmek bir ruhsattır.
Herkesin evinde ihrama girmesi efdaldir. Delilleri, ashâb-ı kiram'ın fiilleridir.
Sahabeden İbn Abbâs, İbn Mes'ud, İbn Ömer (r.a.) hazeratı ile başkaları mîkata
varmadan ihrama girmişlerdir. Onlar sünneti elbette herkesten iyi bilirler. Zahirîlerin
kaidelerine göre ihramın ancak mik'atta giyilmesi icâb eder.

İbn Abdilberr, İmâm Mâlikin mîkatten evvel ihrama girmeyi kerih gördüğünü
söylemiştir. Zira ashâb-ı kirâm'dan, Ömer (r.a.), İmran b. Husayn (r.a.)'in Basra'dan
ihrama girmesini, Osman b. Affan (r.a.) dahi Hz. Abdullah b. Amir'in mîkatten önce
ihrama girmesini tasvip etmemişlerdir.

Buhârî'nin talikine göre Hz. Osman, Horasan'dan, Kirmân'dan; Hasan el-Basrî ile
Atâ'dahi uzak yerlerden ihrama girmeyi kerih görmüşlerdir.

İbn Bezîza bu hususta ulemâdan üç kavil nakledildiğini söyler. Birinci kavle göre,

mîkat dışında ihrama girmek mutlak surette her yerde caizdir.

İkinci kavle göre, mikat dışındaki her yerde mutlak surette mekruhtur.

Üçüncü kavle göre, uzak yerlerde caiz, yakın yerlerde caiz değildir.

İmâm A'zam ile İmâm Şafii: "İktidarı olan kimsenin bu mîkatlardan evvel ihrama

girmesi efdaldir" demişlerdir.

Hz. Ali, İbn Mes'ûd İmran b. Husayn, İbn Abbas ve îbn Ömer hazeratmm mîkatlara
uzak yerlerde ihrama girdikleri sahih rivayetlerle sabit olmuştur.

1742. ...el-Hâris b. Amr-es-Sehmi demiştir ki, Resûlullah (s.a.) Minâ'da ya da Arafat'ta
iken yanma varmıştım; halk etrafına toplanmıştı. Araplar geliyorlardı, yüzünü görünce
"Bu mübarek yüzdür" diyorlardı. O gün Resûlullah (s.a.) Zâtu Irk'ı Iraklılara mik'at

tayin etti.^



Açıklama



Bu hadis-i Şerif Zâtu Irk denilen yerin bizzat Hz.Peygamber tarafından
Iraklıların ihram yeri olarak ta'yin

edildiğim kabul eden ulemânın görüşünü te'yid eden ve "Zâtu Irk'm Iraklıların ihram
yeri olarak Hz. Peygamber tarafından ta'yin edildiğine dair sağlam bir haber yoktur."
diyenlerin aleyhine olan bir delildir. Ancak Münziri'nin beyânına göre, Beyhakî "bu
hadisin senedinde kimliği meçhul bir kimse bulunmaktadır." demiştir. Beyhakî'nin bu
beyanına göre bu hadis zayıftır. Fakat bir önceki hadisin şerhinde de açıkladığımız
gibi bu mevzudaki zayıf hadisler hep biribirini takviye ettiği için zayıflıktan kurtulup

hasen liğayrihî derecesine yükselmektedirler. ^ - ^
9. Kadın Hayızlı İken Hac İçin İhrama Girebilir

1743. ...Aişe (r.an'ha) den; demiştir ki: Esma bint Umeys, (Zulhuleyfe'de) ağacın
altında Muhammed b. Ebî Bekr'i doğurdu da, Resûlullah (s. a.) Ebû Bekr'den

(Esma'mn) yıkanmasını ve ihrama girmesini istedi.



Açıklama



Nifas: Çocuk doğurmak ve doğum sonrası gelen kan manalarını ifâde eder; hayz
manasına dahi kullanılır.

Hadisin bir rivayetinde Hz. Esmâ'nm ağacın yanında, diğer rivayetinde Zülhuleyfe'de,
başka bir rivayetinde Beydâ'da doğurduğu bildiriliyor. Bunlar birbirine yakın
yerlerdir. Ağaç Zulhuleyfe'dedir. Beydâ, Zulhuley-fe'nin kenanndadır.
Kadı İyaz: "İhtimal Hz. Esma, göze görünmemek için Beydâ kenarına inmiştir;
Peygamber (s.a.)in konakladığı yer Zülhuleyfe'de idi; orada gecelemiş orada ihrama
girmişti..." diyor.

Hadis-i şerif, nifaslı ve hayızh kadınların ihrama girebileceklerine delildir. Bunların
ihram için yıkanmaları Hanefîlerle Şâfıilere ve cumhur-ı ulemaya göre müstehap,
zahirîlerle Hasan el-Basrî'ye göre vacibdir.

Hayz ve nifaslı kadınlar tavafla iki rekât tavaf namazından maada bütün hac fiillerini
yapabilirler. Çünkü peygamber (s.a.): "Hacıların yaptığı her şeyi yap; yalnız tavaf
etme" buyurmuştur.

Bu hadis iki rekât tavaf namazının sünnet olduğuna delildir. Zira Hz. Esma bu namazı

kırmamıştır. ^ ^ Ayrıca bu hadis gerek hac ve gerekse umre yapmak isteyen kimseler
için gusletmenin müstehap olduğunu, bu konuda kadının hayızh veya nifaslı olup
olmaması arasında da bir fark bulunmadığını ifade etmektedir. Çünkü buradaki
guslden maksat, maddi temizliktir. Bu bakımdan suyun bulunmaması veya suyu
kullanmaktan aciz kalınması halinde yapılacak teyemmüm de guslün yerini tutmaz.
Zira teyemmüm manevî pisliği giderirse de maddi pisliği gidermez. Bu meselede

ulemâ görüş birliğindedir.^^

1744. ...İbn Abbas'dan rivayet edildiğine göre, peygamber (s.a.);



"Hayizlı ve nifash (kadınlar) ihram yerine geldikleri zaman gusl edip, ihrama girerler
ve Beyt'i tavafın dışında bütün hac ibadetlerini yerine getirirler" buyurmuştur.
(Bu hadisi Ebû Davud'a rivayet eden iki ravî'den biri olan) Ebû Ma'mer rivayetine
"temiz oluncaya kadar" sözünü de eklemiştir. (Diğer ravf) İbn İsa ise, (hadisin
senedinde sadece) "A ta'dan Oda İbn Abbas'dan" diyerek Mücâhidle İkrime'den
bahsetmediği gibi) "Beyt'i tavaf etmenin dışında kalan hac ibadetlerini (yerine getir"

şeklinde) rivayet etmiştir.
Açıklama

Bu hadis-i şeriften "hayizlı veya nifaslı oldukları için hades-i ekberden
kurtulamayan kadınların, gusletmek suretiyle manevî temizliğine kavuşan kimselere
benzemek gayesiyle onlar gibi gusletmesinin müstehab olduğu ve ha-yızlı veya nifash
bir kadının hac veya umre için ihrama girmesinin sahih olduğu" anlaşılmaktadır.
Hadis âlimlerinden Hattâbî bu konuda şunları söylüyor: "Bu hadis-i şerifte nakıs olan
kimselerin kemâl ve fazilet sahiplerine benzemek ve onların mertebesine ve sevabına
erişmek ümit ve arzusuyla onları taklit etmelerinin müstehap olduğu ifâde
edilmektedir. Hayız-h veya nifash bir kadının guslederek hadesden kurtulması
mümkün olmadığı halde gusletmesi ancak, hayızsız ve nifassız olan ve gusleden
kadınlara benzemek arzusundan ve içinde bulunduğu zaman mekâna saygıdan başka
bir şekilde açıklanamaz." Ayrıca bu hadis şu hükümlere de delâlet etmektedir:

1. Ulemâ bu hadise bakarak ihrama girmek isteyen bir kimsenin ihramdan önce
gusledeceği konusunda görüş birliğine varmışlardır. Ulemânın büyük çoğunluğu bu
guslün müstehab olduğuna hükmetmişlerdir. Hasan el-Basrî (r.a.) ile Zâhiriyye
ulemâsından başka farz olduğunu söyleyen olmamıştır.

2. Hayizlı ve nifaslı kadının, Kâbe-i Muazzama'yi tavaf ile iki rekât tavaf namazı
dışında bütün hac amellerini yapması gerekir,

3. Ulemânın büyük çoğunluğuna göre tavaftan sonra abdesti bozulan kimsenin sa'y
için tekrar abdest alması şart değildir. Hasan el-Basrî ile bazı Hanbelî ulemâsının
dışında sa'y için abdestin farz olduğunu söyleyen olmamıştır. Bunlar sa'yı tavafa
benzettikleri için sa'y için de şart olduğuna hükmetmişlerdir.

Fakat ulemânın büyük çoğunluğuna göre tavaftan önce hayız veya nifâs gören bir
kadının abdestsizlik ve gusülsüzlükten temizlenip de tavaf etmedikçe sa'y yapması
yasaklanmıştır. Çünkü sa'yin sahih olması için sa'ydenönce,kâmil bir tavafın yapılmış
olması şarttır. Bilindiği gibi tavafın kâmil olması abdestsizlikten ve gusülsüzlükten
temizlenmiş olarak yapılması demektir. Nitekim, İbn Ebî Şeybe'nin İbn Ömer'den
rivayet ettiği Aişe (r.a.) ihrâmlı iken şerefte hayız görmeye başlayınca O'na Hz. Pey-
gamber:

"Temizleninceye kadar bir hacının yapacağı hac fiillerinin hepsini yap, fakat tavaf ile
sa'yı yapma! buyurmuştur." anlamındaki hadis-i şerif de bu görüşü te'yid etmektedir.
Hafız İbn Hacer, bu hadisin senedinin sahih olduğunu ifâde etmiştir. İmâm Sevrî ile
Atâ'ya göre ise, sa'yin sahih olabilmesi için sa'ydan önce tavafın yapılmış olması şart
değildir. İmâm Ebû Hanife de, bu görüştedir. Ancak Hz. İmâm'a göre, tavafın sa'ydan
önce yapılmaması halinde dem lâzım gelir.

4. Hayizlı ve nifaslı bir kadının tavaf yapması kesinlikle yasaklanmıştır. Aynı şekilde
abdestsiz ve gusulsüz olan bir kimsenin de, Beyt'i tavaf etmesi yasaktır. Nitekim,



Hâkim'in el-Müstedrek'inde sahih bir senetle İbn Abbâs'tan rivayet ettiği "Tavaf
namazın ta kendisidir. Ancak Allah te'âlâ -Namazdan farklı olarak- sizin tavaf
esnasında hayırlı şeyler konuşmanıza izin vermiştir" anlamındaki hadis-i şerifte bu
gerçeği te'yid etmektedir. Ayrıca bu konuda Tirmizî'nin de rivayet ettiği şöyle bir
hadis-i şerif vardır: "Ka'be-i Muazzama'yı tavaf etmek namaz kılmak gibidir. Ancak, -

Namazdan farklı olarak- siz tavaf esnasında konuşabilirsiniz. " ^ _ ^ Bu iki hadis-i
şerife göre abdestsiz olarak yapılan tavaf sahih değildir. Çünkü bu hadislerde tavaf,
konuşmanın dışında aynen namaza benzetilmiştir. Abdestsiz namaz sahih olmadığına
göre namazın aynısı olan tavafın da, sahih olmaması gerekmektedir. Binâenaleyh
namaz için şart kılman abdest, setr-i avret gibi şartlar tavaf için de aranmaktadır.
Bunlardan birisi, terk edilecek olursa ulemânın büyük çoğunluğuna göre o tavafın da
iadesi lâzımdır.

Fakat Hanefî ulemâsına göre, abdestsiz yapılan tavafın iadesi lazım gelir. Şayet iade
edilmeyecek olursa, dem lazım gelir. Hanefî ulemâsından bazıları tavaf esnasında
abdestin sünnet olduğunu hesâb ederek abdestsiz yapılan bir tavafın iade edilmemesi
halinde fıtır miktarı bir sadakanın yeterli olacağını söylemişlerdir.
Ahmet b. Hanbel'den, "Tahâretsiz olarak yapılan tavafın sahih olacağına ve bundan
dolayı herhangi bir ceza lazım gelmeyeceğine" dâir de bir rivayet bulunmaktadır. Ebû
Sevr ise, abdestsiz olduğunu bilmeden tavaf eden bir kimsenin tavafının sahih
olduğunu, fakat abdestsiz olduğunu bile bile tavaf eden kimsenin tavafının sahih
olmadığım söylemiştir. Abdestsiz olarak yapılan tavafın caiz olduğu görüşünde
olanlar; tavafı, Arafat'taki vakfeye, sâ'ye ve haccm diğer amellerine kıyas eden
kimselerdir. Bu kimselerin kıyâsına göre, sözü geçen bu amellerde abdest şart olmadı-
ğına göre bunların benzeri olan tavafta da, şart olmaması gerekir. Fakat konumuzu
teşkil eden Ebû Dâvûd hadisinde geçen "Beyt'i tavafın dışında bütün hac ibâdetlerini
yerine getirirler" cümlesi ile, bu hadisin şerhi esnâsmda tercümelerini sunmuş
olduğumuz hadis-i şerifler, bu kıyasın fâsid bir kıyas olduğunu ve tavaf için taharetin

şart kılındığını açıkça ortaya koymaktadırlar. ^ - ^
10. İhrama Girerken Koku Sürünmek

1745. ...Aişe (r.anha) demiştir ki: Ben, Rasûllullah (s.a.)'a ihrama girmesi için

ihramdan önce, ihramdan çıkması için de Beyt'i tavaf etmeden önce koku

sürdüm. "L-^U



Açıklama



Hacca niyet eden bir kimseye, kadınla cima, dikişli elbise, kara avcılığı, koku
sürünme, tırnak kesme ve benzeri fiiller yasak kılındığından, hacca niyet etmeye
"ihram" adı verilmiş. Bu bakımdan metinde geçen "ihrama girme" sözüyle hacca niyet
etme mânâsı kasdedilmiştir. Bir başka tabirle ihram; harama girmek, "hılF'de
ihramdan çıkmak demektir. İhramdan çıkan bir kimseye ihramh iken haram kılman
şeyler tekrar helal kılındığından ihramdan çıkmaya bu isim verilmiştir.
Metinde geçen "koku sürdüm" sözünden maksat, hacca veya umreye niyet edeceği
için bedeninin ve elbisesinin bir kısmına güzel kokulu misk sürdüm demektir. Bu



ifade Nesâ î'nin rivayetinde; "Resûlullah'a (s. a.) ihrama girerken ve ihramdan çıkacağı

f 1721

sırada kendi ellerimle güzel koku sürdüm. şeklindedir.

Metindeki "Beyt'i tavaf kelimesinden maksat "tavaf-ı ifâza" da denilen "tavaf-i
ziyâref tir. Bilindiği gibi hacıların Arafat'tan indikten sonra yaptıkları bu tavaf, haccm
rükünlerinden olup bunun dört şavtı her hac edene farzdır. "Akabe cemresi atılıp,
kurban kesildikten ve tıraş olunduktan sonra ve tavafı ziyaretten önce her hacı adayı
için cinsî münasebetin dışındaki hacla ilgili bütün yasaklar helâl olur. Buna
"et'tehallülu'l-evvel = birinci helâl" denir. İşte Hz. Aişe'nin Hz. Peygambere koku sür-
mesi bu esnada olmuştur.

Müslim'in bir rivayetinde de bu hadis "Ben, Resûlullah (s.a.)'i ihrama girmezden evvel

[173]

bulabildiğim en güzel koku ile kokulardım, sonra ihrama girerdi. şeklinde

geçtiğinden fiili yardımcı fiil olarak kullanıldığı zaman tekrar ifâde edip etmediği
ulemâ arasında ihtilâf konusu olmuştur. Bu sebeple bazıları fiilinin yardımcı fiil olarak
kullanıldığı zaman tekrar ifade ettiğini söyleyerek bu hadisten "Bir ihram için birkaç
defa koku sürünmekte bir sakınca olmadığı" hükmünü çıkarmışlardır. Bazıları da Hz.
Aişe'nin, Resûlullah (s.a.)'a bir defaya mahsus olmak üzere Veda Haccı'nda koku
sürdüğünü delil getirerek "( dit ) fiili yardımcı fiil olarak kullanıldığı zaman tekrar
ifade eder" diyenlerin görüşünü reddetmişlerdir. İbn Hâcib birinci görüşü müdafaa
ederken, İmâm Fahruddîn Râzî de ikinci görüşü benimsemiştir.

Ehl-i tahkik ulemâdan bazılarına göre tekrar ifade eder. Fakat tekrar ifade etmediğine
dair bir karine bulunduğu zaman, tekrar ifade etmediği anlaşılır. Hanefî imamlarından
Aynî de bu görüştedir. Bu mevzudaki Müslim hadislerinin bazılarında bu ifadenin
"kokulardım" şeklinde geçmesi, fiilinin tekrar ifade ettiğine ve Hz. Aişe'nin resûl-i
Ekrem'i ihramdan önce birkaç defa kokulamış olduğuna bir karine teşkil etmektedir.
£1741



Bazı Hükümler

1. İhrama girerken güzel koku sürünmek müstehabdır. Kokunun ihram halinde devam
etmesi zarar vermez. İmâm Mâlikin bir kavline göre ihrama girerken koku sürünmek
haramdır. İkinci kavline göre fidye vermek icab eder.

Bu konuda Hanefî ulemâsından Bezlu'l-mechûd sahibi Halil Ahmed şunları söylüyor:
"Ulemanın büyük çoğunluğuna göre ise, ihrama girdikten sonra kokusu devam etse
bile ihramdan önce vücûda koku sürünmek müstehabdır. Fakat elbiseye sürülen koku
üzerinde görüş ayrılığı vardır. Şafiî ve Han-belî ulemasına göre ihramdan sonra
kokusu devam etse bile, peştemala koku sürmekte bir sakınca yoktur. Hanefî
ulemâsından İmâm Ebû Hanife ile İmâm Ebû Yûsuf, vücuda sürülen koku mevzuunda
aynen Şafiî ve Hanbelî ulemâsı gibi düşünüyorlarsa da peştemala sürülen ve kokusu
ihramdan sonra da devam eden misk hakkında kendilerinden iki görüş rivayet
edilmiştir.

a. Böyle bir kokuyu sürünmek caiz değildir.

b. Bu konuda bedenle elbise arasında bir fark yoktur. Bu itibarla böyle bir kokuyu
elbiseye sürünmek müstehabdır.

Hanefî imamlarından Muhammed'e göre ise, böyle bir kokuyu elbiseye veya bedene
sürünmek mekruhtur. İmâm Mâlik'in bir kavline göre, ihrama girerken koku



sürünmek, haramdır. İkinci kavline göre, fidye vermek icâb eder. Mâliki ulemâsı bu
husustaki görüşlerini şu delillerle ispata çalışmışlardır:

a. Resûlullah (s.a.)'m koku süründükten sonra yıkandığını bildiren hadisler vardır.

b. Medineliler ihrama girerken koku sürünmezlerdi.

c. İhrama girerken koku sürünmek Peygamber (s.a.)'e mahsustur. Fakat diğer
mezheplerin uleması bu delillerin hepsine ayrı ayrı itirazda bulunmuşlardır. ~ ^

2. Tıraştan sonra daha ihramda iken koku sürünmek helâldir.

1746. ...Aişe (r.a.hâ)dan; demiştir ki: Rasûlullah (s. a.) ihrâmlı iken, (O'nun) saç

Tl 781

ayrımındaki misk pırıltısını hâlâ görür gibiyim. J 1



Açıklama



Metinde geçen " =vebîs" kelimesi; parlaklık anlamına gelir. Maksat, misk'in maddesi
değil, tesiri ve kokusudur. Ismailî'ye göre ise, bu kelime ile misk'in parıltısı
kasdedilmiştir. îsmailî, bu ifadesiyle burada bu kelimeyle misk'in sadece kokusunun
değil de, maddesinin de kasdedilmiş olduğunu söylemek istiyor.
Bu hadis-i şerif ihrama girerken koku sürünmenin müstehâb olduğunu ve bu kokunun
tesirinin koku ve renginin ihramdan sonra da devam etmesinde bir sakınca
bulunmadığını ifâde etmektedir. Nitekim bu konuda ulemânın büyük çoğunluğunun
görüşü budur. İmâm Ebû Hanife, Ebû Yûsuf, Züfer, Şafiî, Ahmed, İshâk, Es-Sevrî ve
el-Evzaî (r.a.) de bu görüştedir. Hz. Âişe, Sa'd b. Ebî Vakkâs, İbn Abbâs, el-Berâ b.
Âzib, Enes b. Mâlik, Ebû Zer, el-Hasen b. Ali, İbnu'lHanefıyye, İbnu'z-Zübeyr, Ebû
Sa'id el-Hudrî, Ömer b. Abdil-aziz, el-Esved, el-Kâsim, Salim, Hişâm b. Urve, Hârice
b. Zeyd ve İbn Cüreyc gibi sahâbî ve tabiînden bazı ulemanın da aynı görüşte
oldukları bilinmektedir. Hanefî fıkıh kitaplarından Bedrayiu's-Sanâyi isimli eserde
deniliyor ki: "İhrama girmek isteyen bir kimse, istediği kokuyu sürünebilir. İhramdan
önce sürünmüş olduğu bu kokunun maddesi kalacak olsa bile, bir sakıncası olmaz.
Nitekim İmâm Ebû Hanife ile Ebû Yûsuf da bu görüştedir. Önceleri İmâm
Muhammed de bu görüşte idi. Fakat daha sonra bu görüşünden dönerek ihrama girer-
ken, kokusu ihramdan sonra da devam edecek olan bir kokuyu sürünmenin mekruh
olduğunu savunur oldu. Bu görüşünden dönüşünün sebebi kendisine sorulunca, "Ben
böyle sürünmek için kokular hazırlayan bir topluma rastladım. Bu işin çirkinliğini
anladım. Onun için ihramdan önce tesiri kalıcı olan bir koku sürünmenin mekruh
olduğu kanaatine vardım" diye cevâp vermiştir."

Atâ, Sa'îd b. Cübeyr, İbn Şîrîn, Hasan el-Basrî, ez-Zühri (r.a.)gibi âlimler de ihrama
girerken maddesi kalıcı bir kokuyu sürünmenin haram olduğunu söylemişlerdir. Ömer,
Osman ve Abdullah b. Ömer (r.a.) de bu görüştedirler.

Mâliki ulemâsına göre ise, maddesi ihramdan sonra da kalıcı olan bir miski ihrama
girerken sürünmek haramdır. İhrama girerken böyle bir kokuyu sürünen kimseye fidye
lâzım gelir. Eğer ihramdan önce sürülen misk'in rengi ihramdan sonra da kalıcı ise,
miski sürünen kimseye fidye lâzım gelip gelmeme konusunda Mâlikî ulemâsından iki
görüş rivayet olunmuştur.

a. Kokusunun kalıcı olduğunu bile bile, misk sürünmek mekruhtur, sahibine fidye
gerekmez.



b. Böyle bir kokuyu sürünen kimseye fidye lâzım gelir.

Mâliki ulemâsı bu mevzudaki görüşlerinin doğruluğuna; "Peygamber (s.a.)
Ci'râne'deyken yanma bir adam geldi. Bu zât umreye niyet etmişti. Saçını sakalını
sarıya boyamış ve bir cübbe giymişti. "-Ya Resûlullah! Ben umreye niyet ettim. Halim
gördüğün gibidir." dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.)

"Üzerinden cübbeyi çıkar, sarı boyayı da yıka, haccetmiş olsan ne yapacak idiysen

[179]

umrende de onu yap" buyurdu, " J 1 anlamındaki hadis-i şerifle ileride gelecek olan

(31) numaralı babın ihtiva ettiği hadis-i şerifleri delil gösterirler.
Mâliki ulemâsı konumuzu teşkil eden hadis-i şerifi de "her ne kadar bu hadis-i şerifte
Aişe (r.anha) Resûl-i ekrem'in başında misk gördüğünden bahsediyorsa da bu misk
kokusu ihramdan sonra da kalıcı olan bir misk değildir. Bilâkis, kokusu bir anda
kaybolup giden, bir miskdir. Yahutta Resûl-i Ekrem bu miski süründükten sonra
yıkanmıştır," şeklinde te'vıl etmişlerdir. Hadis-i şerifi bu şekilde te'vil ederken
Buhârî'nin rivayet ettiği şu hadise dayanmışlardır. Hz. Aişe (r.anhâ) dedi ki: "Ben
Resûlullah (s.a.)'a misk sürerdim. O da (gece) bütün hanımlarını dolaşırdı. Sabah

olunca ihrama girerdi. Yine Mâliki ulemâsı diyorlar ki: "Bilindiği gibi bu
hadis~i şerifte geçen "dolaşırdı" kelimesi "cima ederdi" anlamma-dır. Resûl-i Ekremin
her cimâdan sonra yıkanmak sünnet-i seniyyesi idi. Bu. gerçekten hareket edildiği
takdirde Resûl-i Ekrem'in geceleyin süründüğü misk'in maddesinden ve renginden bir
iz kalmadığı anlaşılır.

Fakat Mâlikîlerin bu iddiaları yine Buhârînin rivayet ettiği; "Allah Ebû Abdirrahman'a
merhamet etsin. Ben Resûl-i Ekrem'e misk sürerdim. O da (o gece)hammlarmı
dolaşırdı. Sabahleyin (üzerine sürdüğüm) miskin te'siri (daha) üzerinde iken ihrama

girerdi. "^^^ anlamındaki hadis-i şerifle reddedilmiştir. Çünkü bu hadiste Resûl-i
Ekrem'in ihrama girmeden önce süründüğü miskin te'sirinin devam ettiği açık bir
şekilde ifade edilmektedir.

Her ne kadar Mâliki ulemâsı "Buhari' nin bu hadisindeki cümleler yer değiştirmiştir;
bu hadisin aslı, "Resûl-i Ekrem(s.a.)üzerinde misk kokusu var iken hanımlarını
dolaşırdı, sonra ihrama girerdi" şeklinde idi" diyerek kendi görüşlerini savunmuşlarsa
da, bu iddiaları, bu konuya ışık tutan hadislerin zahirî mânâlarına ve açık ifadelerine
aykırı düştüğü gibi konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisinin zahirine de ters
düşmektedir! Aynı zamanda Nesâî'nin rivayet ettiği; "Resûlullah (s.a.)'m saçlarım
ayırdığı yerde sürdüğü güzel kokunun parlaklığını üç gün sonra bile gördüğüm
Tl 821

olmuştur. " J 1 anlamındaki hadis-i şerifte konumuzu teşkil eden hadisin zahiri

mânâsını desteklemektedir. Mâliki ulemâsından bazıları da konumuzu teşkil eden Ebû
Dâvûd hadisinde ve benzerlerinde geçen "misk parıltısı" sözünden maksadın,
"Resûlullah (s.a.)'ın ihramdan önce süründüğü miskin kokusuz olan kalıntısı"
olduğunu iddia etmişlerse de bunun, bu mevzudaki açık manâlı hadislerin ifâdeleri
karşısında bir görüşten öteye gidemeyeceği gerekçesiyle reddedilmiştir.
Mâliki ulemâsının dayandığı Buhârî hadisi ise, ulemânın büyük çoğunluğuna göre
mensûhtur. Çünkü Buhari hadisinde söz konusu olan olay hicretin sekizinci senesinde
Ci'râne'de vuku bulmuştur. Konumuzu teşkil eden hadiste anlatılan olay ise, hicretin
onuncu senesinde Veda haccı'nda vuku bulmuştur.

Mâlikîlerin "İhrama girerken kokusu kalıcı olan bir misk sürünmek ancak Resûl-i
Ekrem için caizdir. Bu cevaz Resûlullah (s.a.) ile birlikte Mekke'ye gitmek üzere yola



çıkardık da ihrama gireceğimizde alınlarımıza güzel kokulu bir misk sürerdik. Yolda
birimiz terleyince bu miskler (terle birlikte) yüzlerimize akardı. Peygamber (s. a.) de
bunu gördüğü halde bundan nehyetmezdi" anlamındaki 1830 numaralı hadisle
reddedilmiştir. Musannif Ebû Davud'un rivayet ettiği bu hadîs'e "bu durum kadınlara
ait özel bir durumdur" diyerek itiraz edilemez. Çünkü ihrâmlı iken güzel koku
sürünmenin haram olmasında kadınla erkek arasında bir fark yoktur.
Mâliki ulemâsının "Medinelilerin uygulaması da bizim görüşümüzü desteklemektedir.
Ebû Dâvûd hadisi Medinelilerin uygulamasına aykırıdır," demeleri de isabetli değildir.
Çünkü Nesâî'nin Süleyman b. Abdil-melik'den rivayet ettiği "ilim adamlarından bir
topluluk hacca gitmişti. İçlerinde Kasım b. Muhammed, Hârice b. Zeyd, Abdullah b.
Ömer'in iki oğlu Salim ve Abdullah, Ömer b. Abdilaziz, Ebu Bekr b. Abdirrah-mân b.
el-hâris de vardı. Süleyman b. Abdilmelik onlara ifâza tavafından önce misk
sürünmenin hükmünü sordu, hepsi de bunun yapılmasını istediler," mealindeki rivayet
de onların bu görüşlerinin isabetsizliğini ortaya koymaktadır. Çünkü sözü geçen bu

alimler hepsi de Medinelidir ve tabiûn ulemâsmdandır.

11. Baştaki Saçları Birbirine Tutturmak

1747. ...İbn Ömer'den; demiştir ki; Resülullah'(s.a.)'ı, (zamklı bir madde ile) başının
saçlarını toplamış olduğu halde yüksek sesle telbiye ederken işittim. L-^-J



Açıklama



"telbîd" kelimesi saçları tozdan, topraktan ve benzeri şeylerden korumak maksadı, a
yapışkan bir madde ile birbirine tutturmaktır.

Bu hadis-i şerif toz, toprak gibi zararlı maddelerden korunmak maksadıyla,
günümüzdeki toka ve benzeri eşya ile saçları birbirine tutturmanın müstehab olduğuna
delâlet etmektedir. İmâm Şafiî ve taraftarları bu görüşte olduğu gibi İmâm Ahmed de
aynı görüştedir. Hanefî ve Mâliki ulemâsına göre de saçları birleştirmek için
kullanılan aletin başın dörtte birini örtmemesi şartıyla saçları birbirine tutturmak
müstehabdır. Fakat saçları birbirine tutturmak maksadıyla başın en az dörtte birini
örten bir aletin kullanılması haramdır. Böyle bir aleti bir gün veya daha fazla kullanan
kimseye dem lâzım gelir. Bir günden daha az takacak olursa, sadaka-i fıtır miktarınca
sadaka vermesi lâzım gelir. Ancak bu durum erkek için söz konusudur. Kadının
başının dörtte birini örtmesinde bir sakınca olmadığı gibi, başının tamamını örtmekle
de mükelleftir.

İbn Battâl'ın Beyânına göre ulemânın büyük çoğunluğuna göre ihram esnasında
saçlarını birbirine tutturan bir kimsenin ihramdan çıkarken saçını tıraş etmesi farzdır.
Çünkü Resûl-i Ekrem'in uygulaması böyle olmuştur. Hz .Ömer el-Fârûk ile oğlu da
halka bunu emretmişlerdir. Nitekim mezhep imamlarından İmâm Mâlik, Sevrî, Şafiî,
Ahmed ve İshâk (r.a.) de bu görüştedirler. Sözü geçen ulemâya göre saçlarını örgü
yapan veya bir yapıştırıcı ile başına yapıştıran kimse de aynı hükme tâbidir. Çünkü İbn
Adiyy'in İbn Ömer'den rivayet ettiği bir hadise göre Peygamber (s. a.); "Kim ihrama
girmek için başı(nm saçları)nı toplarsa (ihramdan çıkarken) saçlarım tıraş etmesi
üzerine farz olur," buyurmuştur.

İmâm Ebû Hanife ve taraftarlarına göre ise, başı(nm saç!arı)m toplayan veya ören bir



kimsenin saçlarını kısaltması yeterlidir. Tıraş olması şart değildir. Çünkü îbn Abbâs'm,
"başının saçlarını biribirine tutturan veya başına yapıştıran veya örgü yapan bir kimse
eğer tıraş olmaya niyet etmişse tıraş olsun, eğer böyle bir niyeti yoksa muhayyerdir,
dilerse tıraş olur, dilerse saçlarım kısaltmakla yetinir." dediği rivayet edilmiştir. Hanefî
ulemâsına göre diğer mezhep ulemâsının bu konuda dayanmış oldukları İbn Ömer
hadisi zayıftır. Çünkü senedinde Abdullah b. Râfı' vardır. Bu râvi zayıftır. Darekutnî

bu râvi hakkında "sağlam değildir" ifadesini kullanmıştır.^^

1748. ...İbn Ömer (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre; Peygamber (s. a.) ihrama girerken
başı(mn saçları)m bal ile toplamıştır.



Açıklama



Saçları birbirine tutuşturarak bir araya toplamanın faydası, ihram esnasında saçların
dağılmasını önlemek, toz toprak gibi insanı rahatsız edici kirlerden korumaktan
ibarettir. Usûlü hadis ulemâsından îbn Salâh'a göre metinde geçen "asel = bal"
kelimesinin yerinde "ğısl" kelimesinin olması lâzımdır. Yanlışlıkla "ğayn" harfinin
noktası düştüğü için "asel" şekline sokulmuştur. Bilindiği gibi "asel" bal demektir.
"GisI" ise vaktiyle sabun yerine kullanılan "hatmi" gibi temizlik maddelerine verilen
bir isimdir. Hanefi ulemâsından Buharı Şârihi Bed-rûddîn Aynî de İbn Salâh'm bu
görüşüne katılmaktadır ki, kanaatimizce makul olan da budur. Çünkü bal saçların
tozlanmasını kolaylaştırdığı gibi, sinekleri de başa konmaya davet eder.
Bununla beraber biz bu kelimeyi tercüme ederken metne sâdık kalarak "baİ" diye
tercüme ettik.

Şurasını da ifade etmek isteriz ki İbn Salâh'm ve Aynî'nin bu açıklamalarının "hac,

Tl 871

saçların dağılması ve biribirine karışmasıdır anlamındaki hadise aykırı olduğu

iddia edilemez. Çünkü Tirmizî'nin bu rivayetinde kasdedilen bütün süs eşyalarının terk
edilmesidir. Saçları başa toplamak ise, süs değildir. Bu hadisle ilgili hükümler bir

önceki hadiste geçmiştir/



12. Hacda Kesilen Kurban



1749. ...İbn Abbâs'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s. a.) Hudeybiye yılında,
hac kurbanları arasında bir de, Ebû Cehl'e ait olan ve başında gümüşten bir halka
bulunan kurbanlık bir deve gönderdi. (Bu hadisin diğer râvisi) İbn Minhâl (bu
cümleyi) "altından bir halka" diye nakletti. Nüfeylî' (buna bir de) "müşrikleri bununla

öfkelendiriyordu." (cümlesini) ilâve ettiJ^^



Açıklama

Hudeybiye, Harem sınırlan dışında, Mekke'nin kuzey-batısmda ve Mekke'ye 15
kilometre uzaklıkta bir yerdir. Hicret'in altıncı senesinde müslümanlarla müşrikler
arasında yapılan Hudeybiye sulhu burada akdedilmiştir. O sene Peygamber (s. a.) bir
ağacın altında bütün sahâbilerinden ölünceye kadar savaşmak üzere söz aldı. Bu söze



"Bey'atü'r-rıdvân" adı verilir. Bu mevzu ile ilgili hadisler "cihâd" bölümünün 168
numaralı babında gelecektir.

Metinde geçen "hedy" hacda kesilen kurban demektir. Hedy vâcib olan temettü' ve
Kıran haccı kurbanları yanında, nafile, ceza ve keffaret olarak kesilen kurbanları da
içine alır. Kurbanda aranan şartlar hedyde de aranır. Hanefî mezhebine göre en az bir
yaşındaki koyun ile altı ayını doldurup bir yaşındaki koyun gibi görünen toklu ve beş
yaşını tamamlamış deve ile iki yaşım bitirmiş sığırlardan olur. Bunların erkek veya
dişi olmaları fark etmez. Bezlu'l-mechûd sahibinin beyânına göre: "Bu hadis-i şerif
hedyin sadece dişi develerden olmasını şart koşan" Şafiî (r.a.)'m aleyhine ve hedyin
hem erkek hem de dişi hayvanlardan olabileceğini söyleyen İmâm Mâlik'in ve
Hanefîlerin lehine bir delildir. Hedyin her çeşidi Mekke'de kesilir. Ceza ve kefaret için
kesilenler hariç, diğer hedy kurbanlarının etinden kesen de yiyebilir.
Hadis-i şerifte söz konusu edilen Ebû Cehl'e ait deve Bedr Muharebe-si'nde ganimet
olarak müslümanlarm eline geçmiş ve ganimetlerin taksimi neticesinde Resûl-i
Ekrem'in payına düşmüştü. Her ne kadar metinde bu devenin başında gümüşten bir
halka bulunduğu ifade ediliyorsa da kül-cüz alakasıyla mecazen bu halkanın burnunda
takılı olduğu ifade edilmek istenbiştir.

Bu deveyi kurbanlık olarak Resûl-i Ekrem'in Veda Haccı'nda göndermiş olduğuna dair
Tirmizî'den bir rivayet varsa da, Ebu Davud'un bu haberi Tirmizi'nin rivayetine tercih
edilmiştir.

Müşriklerin bu deveyi görünce kızmalarının sebebi kendilerine Bedr Savaşındaki
yenilgilerini hatırlatmasıdır. ^ - ^



Bazı Hükümler



1. Hedy kurbanr devenin dişisinden de erkeğinden de olabilir.

2. Az olmak şartıyla altın veya gümüş kırıntıları bulunan gemleri hayvanlara takmak
caizdir. L-^J

13. Sığırın Hedy Kurbanı Edilmesi

1750. ...Peygamber (s.a.)'in zevcesi Âişe (r.anha)'dan rivayet edildiğine göre,

ri921

Resûlullah (s. a.) Veda Haccı'nda ailesi için bir sığır kestirmiştir.- 1 1



Açıklama



Kurbandan asıl maksat fakir ve gariblere ziyafet çekmek ve Allah'a olan kulluk
borcunu, vermiş olduğu nimetle-
ri O'nun yolunda feda etmek suretiyle ödemektir. Bu ibâdette, fakir ve fukaranın
karnını doyurmak demek olan İbrahimî şenliğe katılmanın ve nefsi cimrilik
hastalığından kurtarmanın tadı ve saadeti, Allah'a kulluktaki sadakati nefsim onun
yolunda feda etme derecesine kadar eren Hazreti İsmail'in hatırasını yaşama ve
yaşatma mânâsı, ve "kim Allah'dan kor-karsa (Allah) ona bir (kurtuluş) çıkış yeri

ihsan eder,"^^ âyetinin sırrına ermek vardır. Bu hikmete bağlı olarak Cenâb-ı Hak
kıran veya temettü haccı yapmaya muvaffak olan kimselere bir şukrân borcu olarak



kurban kesmeyi vâcib kılmıştır. Hayvanın boğazından kesilmesine "zebh", göğsünün
üst tarafından kesilmesine de "nahr" denir. Koyun ve sığırlar zebh, develer ise nahr
suretiyle boğazlanır. Metinde geçen "Nehara" kelimesi "göğsünün üst tarafından kesti"
manasında kullanılmıştır.

Söz konusu olay Veda Haccı'nda vuku' bulmuştur. Bilindiği gibi Veda haccı,

Peygamber efendimizin yaptığı ilk ve son hacdır ve hicretin onuncu yılı

olaylarındandır. Hadis sarihlerinin verdiği bilgilere göre o sene Rasûl-i Ekrem'in

yanında hanımları da bulunuyordu. Bu hacda Hz. Âişe aybaşı olmuştu. Rasûl-i Ekrem

fi 941

diğer yedi hanımının hepsine birden bir dişi sığır kurban etmekle yetindi.

Bazı Hükümler

1. Bir sığırı yedi kişiye kadar ortak olarak kesmek caizdir. Ulemanın büyük çoğunluğu
bu görüştedir. Süfyân es-Sevrî, Şafiî ve İmâm Ahmed de bu görüşü paylaşanlardandır.
Sözü geçen ilim adamlarına göre bir sığırı veya deveyi yedi kişinin kurban etmesi
caizdir. Ortaklardan bir kısmının bu hayvanı sadece ibâdet maksadıyla kesmek
istemesi yanında, diğer bir kısmının da eti için kesmek istemesi zarar vermez.
Hanefî ulemâsına göre ise, bir deve veya sığırı yedi kişinin ortaklaşa kurban etmesinin
caiz olabilmesi için ortakların hepsinin müslüman olması ve hepsinin de kurban
niyetiyle kesmiş olması gerekir. Eğer içlerinde sırf et almak veya ticâret maksadıyla
kesmek niyeti olan birisi varsa, hiç birinin kestiği kurban kabul olmaz.
Davûd-ı Zâhirî'ye ve bazı Mâlikî ulemâsına göre ise, ortaklık sadece nafile olan
kurbanlar için câzidir, vâcib olan kurbanlar için caiz değildir.

İmâm Mâlik'in meşhur olan görüşüne göre, kurbanda ortaklık hiç bir şekilde caiz
değildir. Ancak sahih hadisler İmâjm Mâlik (r.a.)'nm bu görüşünün isabetsizliğini açık
bir şekilde ortaya koymaktadır.

Davar cinsinden bir hayvanın ortaklaşa kurban edilemeyeceği konusunda ise, ulemâ
arasında görüş birliği vardır.

1751. ...Ebû Hureyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre; Rasûlullah (s. a.) umre yapan
zevceleri için, aralarında (ortaklaşa) olarak bir sığır kestirmişti.

Açıklama

Sözü geçen hâdise Veda Haccmda vuku' bulmuştur. Bir önceki hadis-i şerifin şerhinde
de ifâde ettiğimiz gibi Ve

da Haccmda Rasûl-i Ekrem'in yanında hanımları da bulunuyordu. "Şerif denilen yere
gelince Hz. Aişe'nin aybaşı olması üzerine Rasûl-i Ekrem O'na umreyi bırakmasını ve
sadece "ifrâd haccı" ile yetinmesini emretti. Neticede hac farizası sona erdikten sonra
Rasûl-i Ekrem, önce umreyi sonra da haccı yaparak temettü' haccm ifâsına muvaffak
olan diğer hanımları için bu muvaffakiyetlerinin şükrânesi olmak üzere bir sığır
kurban etmiştir. Hz. Âişe için de ayrı bir sığır kurban etmişse de, Hz. Âişe için kesilen
bu kurban, diğerlerininki gibi bir şükür kurbanı değil, bir ceza kurbanıdır. Çünkü Hz.
Âişe ayhali olması sebebiyle hacdan önce yapması gereken umreyi terketmişti. Hz.
Âişe hac farizasını bitirdikten sonra, fahr-i kâinat efendimiz kayınbiraderi



Abdurrahman'a "Hz. Aişe'nin Ten'imden ihrama girerek umre yapmak suretiyle

kaçırmış olduğu umreyi kaza etmesine yardımcı olmasını" emretti. Hz. Aişe adına

kesilen kurban kaçırmış olduğu bu umre sebebiyle kesilmiş bir ceza kurbanıdır.

Müslim'in Câbir'den nakletmiş olduğu bir hadiste bu hadise, şu manaya gelen

lâfızlarla anlatılmaktadır: "Kurban bayramı günü Resûlullah (s. a.) Aişe namına bir

- * ■■ ,,[197]
sığır kesti.

Hanefi ulemasının bu konudaki görüşleri böyledir.

Diğer mezhep ulemâsına göre ise, Hz. Aişe ayhali olması sebebiyle umreyi terk
etmemiş sayılır. Çünkü Hz. Aişe'nin yapmaya niyetlendiği halde muvaffak olamadığı
umre, hac amelleri arasına girmiştir. Neticede hac için yapmış olduğu tavaf aynı
zamanda, ifâ edemediği umre için de geçerli olmuştur. Bu sebeple Resûl-i Ekrem
(s.a.), Hz. Aişe ayhali olunca O'na hitaben, "Haccı bitirdiğin zaman hac için yapmış
olduğun tavaf, kaçırmış olduğun umre için de geçerlidir," buyurmuştur. Bu durumda
Hz. Aişe ifrâd haccı değil, kıran haccı yapmıştır. Ve O'nun adına Rasül-i Ekrem'in

kesmiş olduğu kurban ceza kurbanı değil, şükür kurbanıdır.
Bazı Hükümler

1. Temettü' haccı yapanlar için şükür kurbanı kesmek vcıbdır. Bu konuda ulema
arasında görüş birliği vardır. Çünkü Allah Te'âla, Kur'ân-ı Kerîm'inde: "Emin oldu-
ğunuz vakit ise, kim hacca kadar umre ile fâidelenmek (sevaba girmek) isterse,

[199]

kolayına gelen bir kurban(ı kesmek vâcib olur.) buyurmuştur. Buhârî'nin rivayet

ettiği bir hadis-i şerifte de "İbn Abbâs bana, temettü' haccı yapmamı ve temettü'
haccmdan sonra da deve veya sığır veya koyun kesilmesini veya ortaklaşa olarak

(deve vahut sığır) kesilmesini emretti," denilmektedir.
14. (Kurbanlık Develere) Nişan Koymak

1752. ...İbn Abbâs (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.) Zülhuleyfe'de
Öğleyi kıldıktan sonra bir deve istemiş de onu hörgücünün sağ tarafından nişanlayıp,
ondan kan akıtmış, boynuna da iki nalın takmıştır. (Daha) sonra da devesini getirip
üzerine binince (deve) kendisini düzlüğe çıkarınca, (burada) hacca telbiye getirmiştir.
[2011



Açıklama

Söz konusu hadise hicretin onuncu yılında Veda Haccmda cereyan) etmiştir.Fahr-i
kâinat Efendimiz o sene Zilkade'nin sona ermesine beş gün kala öğle namazını
Medine mescidinde kıldıktan sonra büyük bir kafile ile yola çıkmıştır. İkindi vakti
Zülhuleyfe'ye varınca orada konaklayıp geceyi de orada geçirmiştir. O gün orada
sırasıyla ikindi, akşam, yatsı namazlarını ertesi gün de sabah ve Öğle namazlarını
ikişer rekat olarak kılmıştır. Hadis-i şerifte Resûl-i Ekrem'in kıldığından bahsedilen
öğle namazı yolculuğun ikinci gününde Zülhuleyfe'de seferi olarak kıldığı öğle
namazıdır. Bu hadis-i şerifle, "Resûlullah (s.a.) Beydâd'da öğle namazını kıldıktan



sonra umre ve hac için ihrama girdi. Daha sonra da devesine binerek Beydâ dağına
[2021

tırmandı. anlamındaki hadis arasında bir çelişki olduğu zannedilmemelidir.

Çünkü Resûl-i Ekrem'in, o günkü öğle namazını Zülhuleyfe ile Beydâ'mn arasındaki
sınırda kılmış olması mümkündür.

Metinde geçen "eş'are" kelimesi aslında, nişanlanmak, alâmet takmak; manasına gelir.
Burada maksat, devenin hörgücünü sağ tarafından bıçak veya sivri bir demirle çizerek
kan akıtmaktır. Bu, o hayvanın Harem-i şerife gönderilecek bir kurban olduğuna
alâmettir.

Başka hayvanlara karıştığında kolayca ayrılması, kaybolduğunda bulan kimsenin
getirmesi için bunu yapmak Cumhûr'a göre meşrudur. Çünkü bununla bir şiâr-ı dinî
ilan edilmektedir. Ancak İmâm-ı Ebû Hanife'ye göre bu nişan hayvana işkence verdiği
için mekruhtur. İmâm Ebu Yûsuf ve Muhammed'e göre ise, bunda bir sakınca yoktur.
r2031

"Bedene" kelimesi ise deve ve sığır cinsi için kullanılır. Yağlı ve iri olmalarından
dolayı bu ismi almışlardır. Bu açıdan bakıldığı zaman bu ismin deve cinsi için daha
uygun olduğu görülür.

Kurbanlığın boynuna nâhn takmaktan maksat harem-i şerifte bulunan fukaranın o
nalınları giymeleridir. Bilindiği gibi nalın ayaklan yerin sertliğinden ve sıcaklığından
koruduğu için Araplarca çok kıymetlidir. Bir nalını hediye etmek, bir binek hayvanı
hediye etmek kadar makbuldür.

Bu bakımdan ulemânın büyük çoğunluğuna göre kurbanlığın boynuna bir çift nalın
takmak meşrudur. Nalının tek olması bu müstehabı yerine getirmiş olmak için yeterli
değildir. Süfyân-ı Sevrî'ye göre ise kurbanlığın boynuna takılan nalının çift olması
şarttır. Ulemânın bir kısmına göre ise bir tek nalın bile takmak yeterli olduğu gibi
ayakkabı yapılmaya elverişli bir deri takmak da yeterlidir ve kurbanlığın boynuna

[2041

nalın takmak, sırtına çul çekmekten daha faziletlidir. Çünkü Allah teâla ve

tekaddes hazretleri'Kur'ân-ı Kerîm'de "Allah Ka'be'yi, o Beyt-i Harâm'ı, o haram olan
ay(lar)ı, (Mekke'ye) hediye edilecek kurbanı ve onların boyunlarmdaki gerdanlıkları

insanlar(m-din ve dünyaları) için bir nizâm yaptı" buyuruyor. Şevkânî'nin
beyânına göre "İmâm Mâlik'e ve rey (ictihad) taraftarlarına göre ise, "takılan bu
pabuçlar hayvanı zayıflatacağından, kurbanlığın boynuna nalın takmak caiz değildir."
Ancak ulemânın büyük çoğunluğu İmâm Mâlik'in ve rey taraftarlarının bu görüşünü

sağlam hadislere aykırı olduğu gerekçesiyle reddetmişlerdir. Ebû İsa, et-Tirmizî
de bu konuda şunları söylemiştir: "Peygamber (s.a.)'in ashabından ve sonrakilerden
ilim adamlarının ameli bu hadis üzeredir. Nişan konulması görüşündedirler. es-Sevrî,
Şafiî, Ahmed ve İshâk'm kavli de budur.

Veki' demiştir ki: "Rey taraftarlarının bu meseledeki sözüne iltifat etmeyin. Nişan
koymak sünnet ve onların görüşleri bid'attir" Ebû's-Sâib'den, işittim; diyor ki: Vekî'nin
yanında idik, Vekî rey taraftarlarından birine;

Resûlullah (s. a.) hedy kurbanına nişan koymuştur, Ebû Hanife ona müsle(tenkil)
diyor" dedi. Adam: "İbrahim en-Nehâî'nin de nişan koymaya tenkil dediği kendisinden
rivayet edilmiştir" dedi. Bunun üzerine Vekî'nin sert bir şekilde öfkelendiğini ve (o
adama hitaben) şöyle dediğini gördüm: "Ben sana Rasûlullah (s. a.) buyurdu diyorum,
sen ise, "İbrahim dedi" diyorsun. Habsedilmeyi ve bu sözünden geçinceye dek çık-



mamayı nasıl da hak ediyorsun."^ ^

Hanefî ulemâsından Şeyhülislâm Bürhâneddin el-merğmânî, Hanefî ulemâsının bu
konudaki görüşlerini şöyle özetlemiştir: "Eğer kurbanlık nafile olarak kurban
edilecekse ve temettü' veya kıran hacları için şükür kurbanı olarak boğazlanacaksa
bunun boynuna nalın takılabilir. Fakat ceza kurbanı olarak kesilecekse takılmaz.
Çünkü birincisinin sebebi ibâdet, ikincisinin sebebi ise cinayettir. İbâdet izhar
edilmeye, cinayet ise, gizli kalmaya lâyıktır. İhsâr kurbanı da ikinci guruba

dahildir." 1 ^

Metinde geçen "Hacca telbiye getirdi" sözünden maksat hac için ihrama girdi, yani
niyet etti demektir. "Telbiye getirdi" tabiri hacca niyet ettiği manasında kullanıldığı
gibi "Umreye niyet etti" anlamında da kullanılır.

Nitekim Müslim'in şu rivayetinde bu kelime her iki manada da kullanılmıştır: "Enes
dedi ki: Ben Peygamber (s.a.)'i umre ile haccm ikisine birden "Umre ile hac için

T2091

lebbeyk; umre ile hac için lebbeyk" derken işittim Nitekim bu kelime 1790

numaralı hadis-i şerifte de aynı manada kullanılmıştır. ^ - ^

Bazı Hükümler

1. Hac veva umre için ihrama girecek olan bir kimsenin mıkattcn Harem-ı Şerife
kurban göndermek ve kurbanlık bedenelerin (deve ve sığırların) sağ tarafını kanatarak
nişanlamak meşrudur. İmâm Şafiî'ye ve Ahmed'e göre bu nişanı bedenenin sağ
tarafına koymak daha faziletlidir. Nitekim Ebû Hasan'm İbn Abbas'dan rivayet ettiği,

"Peygamber (s. a.) (hayvanın) sağ tarafına işaret koydu." mealindeki hadis-i
şerifte bu görüşü desteklemektedir. İmâm Mâlik'e göre bedeneyi sol tarafından
nişanlamak daha faziletlidir.

İmâm Ahmed'in de aynı görüşte olduğu rivayet edilmiştir. Bu iki imâmın bu
mevzudaki delilleri ise, Ebû Hassan'm İbn Abbas'dan rivayet ettiği "Resûlullah (s. a.)

T2121

Zulhuleyfe'ye gelince devesinin sol tarafına işaret koydu. Kanı parmağıyla sildi,'

anlamındaki hadis ile, İmâm Mâlik'in, ibn Ömer'den rivayet ettiği; "Resül-i Ekrem
(s.a.) Medine'den Harem-i şerife bir kurbanlık gönderdiği zaman onun sol tarafını

T2131

kanatarak işaretlerdi, boynunada bir çift nalın takardı, anlamına gelen hadistir.

Hanefi imamlarından İmâm Ebû Yûsuf ile, İmâm Muhammed'e göre hacı adayı bu
işareti kurbanlığın sağma ve soluna koymakta muhayyerdir. Nâfı rivayet ettiği "İbn
Ömer (r.a.) kurbanlığın sağma mı yoksa soluna mı işaret koyduğuna önem vermezdi",
[2141 ■

J 1 anlamındaki hadis-i şerif de Imâ-meyn'in bu görüşünü desteklemektedir. Şafiî

ulemâsından Hattâbî de İmâ-meyn'in bu görüşünü paylaşmaktadır.

Bazılarında "Resül-i Ekrem (s.a.)'in genellikle süngü sağ elinde olurdu ve karşısından

gelen hayvanı sol tarafından işaretlerdi. Ondan sonra gelen hayvanın sağ tarafını

işaretlemek daha kolayına geldiği için onun da sağ tarafını işaretlerdi."^^
Bütün bunlar ulemânın büyük çoğunluğuna göre Mekke'ye sevk edilen kurbanlık deve
ve sığırları kanatarak işaretlemenin meşru olduğunu gösterir. Her ne kadar İmâm Ebû
Hanife (r.a.) bunu mekruh görmüşse de, onun mekruh gördüğü mesele kendi



zamanındaki kimselerin, hayvanların sırtını çizerken mübalağa göstermeleri ve
merhametsiz davranmalarıyla ilgilidir.

İmâm Mâlik "Eğer sığırın hörgücü varsa ona da işaret konur. Hör-gücü yoksa
konmaz" demiştir. Koyuna işaret koymanın caiz olmadığına dair ulemâ arasında görüş
birliği vardır. Çünkü koyun hem zayıftır, hem de vücûdu kıllarla kaplıdır.

2. Mekke'ye sevk edilen kurbanlık develerin boynuna nalın, veya deri yahut ip takmak
müstehabdır. Ulemânın büyük çoğunluğuna göre sığır ve koyunlar da bu konuda aynı
hükme tâbidir. Çünkü bu mevzuda rivayet edilen sahih hadisler bu gerçeği açıkça
ifade etmektedirler. Ancak Hanefî ulemâsına göre koyunun boynuna nalın veya
benzeri şeyler takmak sünnet değildir. İmâm Mâlik'in meşhur olan mezhebine göre ise
mekruhtur.

3. Hacca binitli olarak gitmek yürüyerek gitmekten daha faziletlidir.

4. İhrama vasıtaya bindikten sonra girmek müstehabdır. ^ - ^

1753. ...Şu (önceki) hadis (yani) Ebu'l-Velîd (hadisi) Şu'be'den de (rivayet edildi.
Ancak bu hadisin râvisi) "kanı eliyle sildi" ifadesini kullandı.

Ebû Dâvûd dedi ki: Bu hadisi Hemmâm da rivayet etti. (Ve); "kanı ondan parmağıyla
sildi" ifadesini kullandı. Bu (hadis) sadece Basrahlarm rivayet ettiği hadislerdendir.
12171



Açıklama

Görüldüğü gibi Müsedded'in Yahya vasıtasıyla Şu'be'den rivayet ettiği bu hadis, bir
önceki hadisin aynısıdır. Şu farkla ki "Ondan kam sildi" tâbiri yerine burada "kanı
eliyle sildi" tâbiri bulunmaktadır. Bu hadisi rivayet eden diğer bir râvi de
Hemmâm'dır. Onun rivayetinde bu cümle "kanı ondan parmağıyla sildi" şeklinde
geçmektedir. Bilindiği gibi böyle sadece bir şehir halkının rivayet ettiği hadislere

T2 1 81

Ferdi nısbî, başka bir deyişle "garib hadis" adı verilir.



1754. ...el-Misver b. Mahreme ile Mervân'dan; demişlerdir ki: Resûlullah (s. a.)
Hudeybiye (müsalahası) yılında (umre için Medine'den yola) çıkıp da Zulhuleyfe'ye

T2191

vardığında kurbanlığın boynuna gerdanlık taktı (sonra) işaretledi ve ihrama girdi.



Açıklama



Daha önce de ifade ettiğimiz gibi Hudeybiye barışı hicretin altıncı senesinde
müslümanlarla, Mekkeli müşrikler arasında Mekke'nin varoşlarmdaki Hudeybiye'de
yapılmıştır. Bu senede Hz. Peygamber (s. a.) Zilkade ayının başında 1500 kadar
ashâbıyla Mekke'ye doğru yola çıktı, yanında 70 kurbanlık deve bulunuyordu. Ashâb-ı
kiramın yanında bulunan develerin sayısı ise, yedi'yüze ulaşıyordu.
Dârekutnî'nin rivayetinde ise, "Peygamber (s.a.)'in yanında Hudeybiye Barış gününde
700 kişi için 70 kurbanlık deve bulunduğu" kaydedilmektedir. Buharı ve Nesâî'nin
rivayetlerinde Resûl-i Ekrem (s.a.)'in yanında bulunan sahâbi sayısının bin küsur
olduğu kaydedilirken bazı rivayetlerde de 1400 sahâbi olduğu ifade edilmektedir.
Bir önceki hadis-i şerifin şerhinde genişçe açıkladığımız gibi "Hedyi nişanlamak"



kurban edilmek üzere Mekke'ye gönderilen hayvana belirleyici bir işaret yapmaktır.
Meselâ devenin hörgüçlerinden birini biraz keserek bu nişan yapılabilir. Bu, o
hayvanın başkalarına karışması ve kaybolması halinde kurbanlık olduğunu belirtmek
içindir. Bu şekildeki bir hayvanı, vebalinden korktuğu için hırsız görürse çalmaz.
Ulemânın büyük çoğunluğu kurbanlık olan hayvana işaret koymayı meşru görürler.
Bunu caiz görmeyenler var ise de aslında onlar, işaret koymayı değil işaret koyarken
aşırı gidip hayvana işkence yapılmasını caiz görmemişlerdir. Bu hadis-i şerif,
mürseldir. Çünkü birinci râvisi Misver, her ne kadar sahabî ise de Hudeybiye yılında
henüz dört yaşında idi. İkinci râvisi Mervân'm ise, sahâbîliği yoktur.
Bilindiği gibi muhaddislerin ekseriyyetine göre mürsel hadis zayıfta, delil olma
niteliği yoktur. Şafiî ulemasından, İmâm Nevevî bu konuda şunları söylüyor:
"Hadisçilerin büyük çoğunluğuna, fıkıh ve usul alimlerinin bir çoğuna göre mürsel
[2201 •

hadis zayıftır. " J 1 imâm Müslim de "Bizim asıl görüşümüze ; ve haberler ilmi

mil

ustalarının görüşüne göre, mürsel rivayetler hüccet değildir.' ,J 1 diyerek imâm

Nevevî ile aynı görüşte olduğunu ortaya koymuştur.

İmâm Ebû Harîife'ye, meşhur olan bir rivayete göre İmâm Mâlik'e ve Ahmed b.
HanbePe göre, mürsel hadisle kayıtsız şartsız amel edilebilir. Bunlara tâbi, hadis, fıkıh
ve usûl alimleri de aynı görüşü benimsemişlerdir. Delilleri ise, "İnsanların en hayırlısı
yaşadığım devirde yaşayanlardır, sonra onları ta'kib eden (tâbî)ler, sonra da onları

ta'kib edenler (tebeuttâ-biîn) gelir," ^— ^ anlamındaki hadisi-i şeriftir.

İmâm Şafiî'ye göre ise, âdıd (onu destekleyen başka) bir rivayetle kuvvet kazanması

halinde mürsel hadisle amel etmek caizdir. t^LI

1755. ...Aişe (r.anha) dan rivayet edildiğine göre Resûlullah (s. a.) (Beyt-i şerife)

T2241

boynunda nişan takılı bir koyun göndermiştir.



Açıklama



Beyt-i şerife gönderilen hayvanın boynuna kurbanlık olduğunu gösteren bir nişan
takmaya "taklîd" denir. Esasen taklid, "kılâde yani gerdanlık takmak" demektir.
Hayvanın boynuna alâmet olmak üzere, bükülmüş ip, deri parçası gibi bir tasma
takmak ulemânın büyük çoğunluğuna göre sünnettir. Ancak nişanın nalın gibi küçük
baş hayvanlara zor gelecek ve onları zayıflatacak derecede ağır bir tasma olmamasına
dikkat etmek gerekir.

İbn Hacer el-Askalânî'nin Fethu'l-Bârî'deki beyânına göre İbnu'l-Münzir, "İmâm
Mâlik ile rey taraftarları, kurban edilmek üzere Harem-i şerife sevk edilen koyunların
boynuna ne şekilde olursa olsun tasma takmanın caiz olmadığı görüşünde olduklarını"
söylemiştir. Yine İbnu'l-Münzir'in ifadesine göre, bu konuda İmâm Mâlik'e ve rey
taraftarlarına muhalif olan ilim adamları da "Öyle zannediyoruz ki bu hadis İmâm Mâ-
likin ve rey taraftarlarının eline ulaşmamıştır. Şayet bu hadis onların eline ulaşmış
olsaydı bu hükme varmayacaklardı. Çünkü bunların "Tasma koyuna ağır gelir ve onu
zayıflatır" demekten başka bir delilleri yoktur, bu ise çok zayıf ve geçersiz bir delildir"
demektedirler.

Hanefî ulemâsından el-Aynî ise, bu konuda şunları söyler: İmâm Şafiî bu hadisin



Mekke'ye gönderilen kurbanlık koyunun boynuna tasma takılabileceğine dair bir delil
olduğunu söylüyor. İmâm Ahmed, İshâk, Ebû Sevr ve İbn Habib de bu görüştedir.
İmâm Mâlik ile Ebû Hanife (r.a.) koyunu zayıflatacağı gerekçesiyle kurbanlık koyuna
tasma takılamayacağına hükmetmişlerdir. Bu konuda Ebû Ömer de şunları
söylemiştir: "Kurbanlık koyunun boynuna tasma takmayı caiz görmeyenler, Resûl-i
Ekrem'in (s. a.) hayatında bir kerre hac yaptığını onda da hiç bir koyuna tasma
takmadığını iddia ederek, Buhârî'nin Resûlullah (s.a.)'m kurbanlık koyunlara tasma
taktığına dair olan hadisim kabul etmiyorlar ve "Hz. Aişe'nin böyle bir hadis rivayet
ettiğini, Hz. Aişe'nin yakınlarından bilen bir kimse yoktur" diyerek reddediyorlar.
Bazıları da İmâm Mâlik ile rey taraftarlarının görüşlerini tenkid ederek; "konumuzu
teşkil eden Ebû Dâ-vûd hadisinin onların yanıldıklarını gösteren en büyük delil
olduğunu, çünkü bu hadisin Resûl-i Ekrem'in (s. a.) kurbanı ihrama girmeden önce
gönderdiğini ve ihrama girmeden bulunduğu yerde kaldığını açıkça ifâde ettiğini,
Resûl-i Ekrem (s.a.)'in davranışları arasında bir çelişkinin düşünülemeyeceğini, bir
zaman yaptığı işi daha sonra terketmesinin o işin neshedildiği anlamına
gelemeyeceğini, kaldı ki Resûl-i Ekrem (s.a.)'in hac ettiği sene Beyt-i şerife
gönderdiği kurbanlar arasında koyun bulunmadığını iddia eden tek bir sahâbînin bile
bulunmadığını binâenaleyh İmâm-ı Mâlik ve rey taraftarının iddialarına mesned
olacak bir delilin bile mevcûd olmadığını" söylemişlerdir.

el- Aynî bu konudaki görüşleri bu şekilde özetledikten sonra kendi görüşlerini de şöyle
ifade ediyor:

Bu hadis-i şerifte Resûl-i Ekrem (s!a.)'in Beyt-i şerife gönderdiğinden bahsedilen
kurbanlık koyun hacla veya umre ile ilgili bir kurban değildir. Resûl-i Ekrem (s.a.)'in
bu kurbanlığı gönderdikten sonra orada ihrama girmeden kalmış olması, bu kurbanlık
koyunların hac veya umre ile ilgili olarak Beyt-i şerife gönderilen bir kurbanlık
olmadığını gösterir. Bunun aksini ifade eden hiç bir rivayete rastlamak mümkün
değildir.

"Resûl-i Ekrem'in (s. a.) davranışları arasında bir çelişki düşünülemeyeceğini"
söyleyerek İmâm Mâlik ile rey taraftarlarının görüşlerini tenkid etmek de doğru
değildir. Çünkü çelişki iki delil arasında olur. Bu konuda ise sadece Resûl-i Ekrem
(s.a.)'in gönderdiği koyunun ihrama girerken Beyt-i şerife gönderilen hedy kurbanı
olmadığına dair bir delil vardır, aksini isbat eden bir delil yoktur. Binâenaleyh burada
iki delil arasında tearuz söz konusu değildir. Ebû Ömer'in, İmâm Mâlik'i ve rey
taftarlarmı tenkid maksadıyla "Resûl-i Ekrem'in (s. a.) hac ettiği sene Beyt-i şerife
gönderdiği kurbanlar arasında koyun bulunmadığını iddia eden tek bir sahâbinin bile
bulunmadığım" söylemesi de isabetsizdir. Çünkü "Resûl-i Ekrem (s.a.)'in hac için
ihrama girerken Beyt-i şerife kurbanlık koyun gönderdiğini iddia eden bir kimse var
mıdır?" diyerek bu idiayı reddetmek mümkündür. Yine Ebu Ömer, "Hanefîlerin
koyunun hedy kurbanı olamayacağını iddia ettiklerini binâenaleyh konumuzu teşkil
eden hadisin bu açıdan da Hanefîlerin aleyhine olduğunu" iddia etmektedir. Gerçekte
ise, bütün Hanefî kitapları koyunun hedy kurbanı olarak Kabe'ye sevk edebileceğine
dair ifâdelerle doludur.

Hanefîlere göre koyun hedy kurbanı olur, fakat boynuna tasma takılamaz. Çünkü
müslüman cemiyeti ve cemaati arasında böyle bir uygulama görülmemiştir. Şayet
Peygamber (s.a.)'in böyle bir tatbikatı olsaydı, müs-lümanlar onu terk etmezlerdi. Yine
Hanefî ulemâsına göre konumuzu teşkil eden hadis ferd hadisi denilen zayıf
hadislerdendir. Çünkü bu hadisi Esved'den başka rivayet eden olmamıştır. Mebsût



[2251

sahibi Serahsî'ye göre "bu hadis şâz( = sahih hadislere aykırı)dır. J 1 Ancak her ne

kadar Serah-sî böyle demişse de, ferd hadislerin râvileri, zabtı tam ve sika (güvenilir)
iseler, tek basma rivayetleri kimseye aykırı düşmemişse sahihdir.
Bu sebebledir ki İmâm Tîrmizî bu hadisle ilgili olarak şunları söylemiştir: "Bu hadis
hasen-sahihdir. Peygamber (s.a.)'in ashabından ve sonrakilerden bazı ilim adamlarının

ameli bu hadis üzerinedir. Davarın da boynuna tasma geçirilmesi görüşündedir. M ^2_J
15. Hedy'in Değiştirilmesi (Caiz Midir?)

1756. ...Abdullah (b.Ömer)'den; demiştir ki: Ömer b. el-Hattab, buhtî (denilen türden
bir deveyi Beyt-i şerife) gönder(me"k üzere işaretlemişti. Bu deveyi üç yüz dinara
satın almıştı. Peygamber (s.a.)'e gelip;

Ey Allah'ın Resulü ben bir buhtîyi (Beyt-i şerife) gönder(mek üzere işâretlemiş)dim.
Ona karşılık olarak bana üçyüz dinar teklif edildi. Onu satıp da parasıyla başka
(kurbanlık) develer satın alabilir miyim? dedi. (Resûl-i Ekrem de:)

[2271

"Hayır, kurban et onu!" buyurdu.- 1 1

Ebû Dâvûd dedi ki: (Resûlullah (s.a.)'m bu (hükmü)nün sebebi (Hz. Ömer'in) onu
işaretlemiş olmasıydı.



Açıklama



Metinde geçen Buhtî kelimesi Arap ve Acem develerin-den doğma melez deve
anlamına gelir. Buhtunnasır'a nisbet edilerek bu ismi almıştır. Uzun boyunlu
olmakla tanınır.

Bu hadis-i şerif Beyt-i şerife kurbanlık olarak gönderilmek üzere işaretlenen bir
kurbanlığın yerine bir başka kurbanlık göndermenin caiz olmadığım ifade etmektedir.
Bu mevzuda ulema farklı görüşlere sahiptir:

1. Hanefî ulemâsına göre, eğer Kabe'ye gönderilmek istenen bu kurbanlık hayvan
nafile olarak gönderilmek isteniyorsa bunun yerine başka bir kurbanlık göndermek
asla caiz değildir. Çünkü o kurbanlık daha satın alındığı andan itibaren vâcib bir
kurbanlık olarak belirlenmiş olur. Bu belirlenme sebebiyle tfe bir daha başka kurbanla
değiştirilemez. Fakat bir vacibi yerine getirmek üzere alman bir kurbanı başka bir
kurbanla değiştirmekte bir sakınca yoktur. Bununla beraber değiştirmemek daha
faziletlidir. Nitekim Hanefî ulemâsından İbnu'l-Hûman Fethu'l-Kadîr isimli meşhur
eserinde bu konuyla ilgili görüşlerini şöyle dile getiriyor:

"Eğer bir kimse kurbanlık bir deveyi temettü haccmda kurban etmek için almış da
sonra buna altı kişi daha ortak olmaya kalkışmışsa bu kişilerin söz konusu kurbanı
ortaklaşa kesmeleri caiz değildir. Çünkü bu kurbanlığı tek başına kesmek önce, satın
alan adam üzerine vâcib olmuştur. Bir hisseyi temettü kurbanı, geriye kalan altı
hisseyi de kendisi üzerine kendisinin vâcib kıldığı bir kurban olarak kesmesi gerekir.
Eğer bu kurbanı altı kişiyi de ortak ederek kesecek olursa o zaman o altı hissenin
fiatmı tasadduk etmesi gerekir."

2. Mâlikîlere göre ise bu kurbanlık işaretlenmiş ve boynuna bir tasma (ip) takılmış ise,
veya özellikle o kurbanın kesileceği nezredilmişse, değiştirilmesi caiz değildir. Aksi
halde değiştirilmesinde herhangi bir sakınca yoktur.



3. Şafiî ulemâsına göre ise, belirlenmiş nezir kurbanının dışında her kurban
değiştirilebilir. Çünkü insanın kendi malı üzerinde tasarruf hakkı vardır. Binâenaleyh
bir hayvanın hedy kurbanı olarak işaretlenmesi veya boynuna bir gerdanlık takılmış
olması o hayvanı o kimsenin mülkiyetinden çıkarmaz ve üzerindeki tasarruf hakkını
kaldırmaz. Fakat "özellikle bu hayvanı, hedy kurbanı olarak boğazlamayı üzerime
vâcib kıldım ve nezrettim" gibi bir sözle nezirde bulunacak olursa, artık o kurban
kendi mülkiyetinde çıkmış ve fakirlerin mülkü haline gelmiş olur ki, değiştirmesi caiz
değildir.

4. Hanbelilere göre ise, bir kimse bir hayvanı gerek sözle, gerekse işaretle veya
boynuna gerdanlık takmak suretiyle işaretleyerek onu hedy kurbanı olarak
göndermeye niyet edecek olursa, daha iyisiyle değiştirmek câzidir. Fakat onu yukarıda
açıklanan şekillerden biriyle kendi üzerine vacib kılmadan kurban etmeye
niyetlenecek olursa, böyle bir kurbanı değiştirmesinde bir sakınca olmadığı gibi bu

[2291

kurbanı kesmekten vazgeçmesinde de bir sakınca yoktur. J 1

16. Hedy Kurbanını Gönderdiği Halde Memleketinde Kalan Kimsenin Durumu

1757. ...Aişe (r.anha)'den; demiştir ki: Ben Resûlullah (s.a.)'uı develerinin
gerdanlıklarını ellerimle ördüm, sonra o develeri işaretledi, boyunlarına gerdanlık taktı
ve Beyt-i şerife gönderdi. (Kendisi de) Medine'de kaldı, ama (bununla) kendisine helâl

olan hiç bir şey haram olmadı. t^^O]
Açıklama

"Kalâid" kelimesi "gerdanlık" anlamına gelen "kılâde" kelimesinin çoğuludur.
"Budn" kelimesi "deve" manasına gelen "bedene" kelimesinin çoğuludur.
Resûl-i Ekrem (s.a.) bu kurbanlık develeri hicretin dokuzuncu yılında Hz. Ebû Bekir'le
göndermiştir.

Bu hadis-i şerif vürûd sebebi ile birlikte Buhârî'de şu şekildedir: Amre bint Abdir
rahman 'in rivayet ettiğine göre Ziyad b. Ebî Süfyân, Hz. Aişe'ye hitaben bir mektup
yazarak Abdullah b. Abbas'm, "Kim Kabe'ye bir kurbanlık gönderirse, artık bu kurban
kesilinceye kadar bir ihramlı için haram olan şeyler o kimseye de haram olur."
dediğini bildirmiş ve bu sözün doğru olup olmadığını sormuştu. Bunun üzerine Hz.
Âişe de şöyle buyurdu: "(Mesele) İbn Abbâs'm dediği gibi değildir. Ben Resûîullah'ın
kurban(lar)mm gerdanlıklarını, kendi elimle ördüm. Resîullah da onu kendi elleriyle o
kurbanlığın boynuna taktı sonra da onu babamla (Beyt-i şerife) gönderdi. Resûl-i
Ekrem (s.a.)'e kurbanlığı göndermeden önce helal olan şeylerin hepsi deve kesilinceye

[23 11

kadar yine helâl olarak kaldı.

Hanefî imamlarından Tahâvî; "Beyt-i şerife kurbanlık gönderip te memleketinde kalan
bir kimseye, elbiselerinden soyunması ve ihrama giren bir kimseye yasak olan
hareketlerden kaçınması gerekmediğini, ancak hac ve umre için ihrama girdiği zaman
bu yasaklara riâyet etmesi lâzım geldiğini" iddia eden ilim adamlarının dayandıkları
delilleri göstermek için bu hadisi on sekiz senedle rivayet etmiştir.
Nitekim sahabenin büyük çoğunluğu ile Hanefi ulemâsı, İmâm Mâlik, Evzaî, Sevrî,
Şafiî ve İmâm Ahmed de Hz. Aişe'nin görüşündedirler. Başta İbn Abbas olmak üzere



Hz. Ömer, Ali, en-Nehâî, Atâ ve İbn Sîrîn'e göre ise, kurbanlığı harem-i şerife
gönderen bir kimsenin ona gerdanlık taktığı andan itibaren elbiselerinden soyunarak
ihrama girmesi ve bir ihramlı için söz konusu olan bütün yasaklardan kaçınması
gerekir. Delilleri ise, Câbir b. Abdullah'ın rivayet etmiş olduğu şu hadis-i şeriftir: "bir
gün Peygamber (s.a.)'in yanında oturuyordum. Birden bire gömleğini yakasından
yırtarak ayaklarından çıkarıp attı. Topluluk ise Peygamber (s.a.)'e bakıyordu. Bunun
üzerine şöyle buyurdu: "Bugün ben (Beyt-i şerife) göndereceğim kurbanlıklara
gerdanlık takmak ve onları falanca suyun yanında işaretlemekle emrolunmuştum.
Fakat unutarak gömleğimi giyinmişim. Ben gömleğimi hiç bir zaman baş tarafından

[2321

soyunmam. Onun için böyle ayak tarafından çıkarıp attım. " J 1 Lâkin bu hadisin

râvilerin-den olan İbn Ebî Lebibe; bu hadisi Abdülmelik b. Câbir' den rivayet eden tek
kişidir. Bu râvinin tek başına rivayet ettiği hadisler ulemâya göre deli! niteliği
taşımaktan uzaktır. Bu bakımdan bu hadis zayıftır. Hz. Aişe hadisi karşısında bir
hükmü yoktur. Çünkü onu rivayet eden kişiler güvenilir kişilerdir. İmâm Tahâvî bu iki
hadisle ilgili olarak şunları söylemiştir: Hz. Aişe hadîsinin senedinin sahih olduğunda
ulemâ ittifak etmiştir. Fakat Câbir b. Abdullah'ın rivayet ettiği hadis böyle değildir.
Çünkü onu rivayet eden râviler itimad ve güven noktasından Hz. Aişe hadisini rivayet
eden kimselere nisbetle daha aşağıdırlar. Fakat Mecmau'z-zevâid'de bu hadisin Ahmed
b. Hanbel'in Müsned'indeki senedinin sağlam olduğu kaydedilmiştir. Atâ b. Yesâr'dan
rivayet edilen bir hadis-i şerifte de böyle deniyor: "Peygamber (s. a.) birgün otururken
birdenbire elbisesini yırtıp attı ve şöyle buyurdu: "-Gerçekten ben bugün nişanlanmış

[2331

bir kurbanlık göndermeyi vadetmiştim." J 1 Bu hadisin de senedi sahihtir. Öyleyse

az önce geçen, Câbir b. Abdillah hadisi için "bu hadisin aslı yoktur" demek doğru
değildir. Sâ'id b. el-Müseyyeb'den rivayet edilen; "Kim bir kurbanın boynuna
gerdanlık takarak Hareme gönderir de kendisi onunla birlikte yola çıkmaz, kendi
memleketinde kalırsa, ihrâmlı için haram olan şeyler ona haram olmaz. Ancak
Müzdelİfe gecesinde kadınlara yaklaşmak haram olur" anlamındaki habere gelince, bu
haberde ihrâmlı için haram olan şeylerin, Beyt-i şerife kurbanlık gönderip de, hac
yolculuğuna çıkmayan kimse için de haram olacağına dâir bir delâlet yoktur.
Mevzûmuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisi ise ihrâmlı için haram olan şeylerin, Beyt-i
şerife kurbanlık gönderen bir kimse için de haram olmasını kesinlikle reddetmektedir.
[2341



Bazı Hükümler

1. Hac yapmak niyetinde olmayan bir kimsenin Mekke'nin fakirlerine hediye olmak
üzere kurbanlık göndermesi müstehâbdır. Bu kurbana 'hedy kurbanı' denir.

2. Bir kimsenin hedy kurbanım kendi memleketinde iken işaretlemesi ve boynuna
gerdanlık takması müstehâbdır. Ancak hac veya umre yapmak isteyen kimsenin
kurbanlığı işaretlemeyi ve boynuna gerdanlık takmayı mîkate kadar te'hir etmesi
müstehâbdır.

3. Hedy'e gerdanlık örmek müstehâbdır.

4. İhrâmlıya yasak olan şeyler, Beyt-i şerife kurbanlık gönderen kimseler için yasak
değildir.



1758. ...Urve ile Amre bint Abdirrahman'dan rivayet edildiğine göre Aişe (r.anhâ.)
(şöyle) buyurmuştur: Rasûlullah (s. a.) Medine'den (Beyt-i Şerife) kurbanlık
gönderirdi. Kurbanlığının gerdanlığım da ben örerdim. (Kurbanlığı gönderdikten)

sonra ihrama giren kimsenin sakınacağı şey(ler)den sakınmazdı. ^

1759. ...Mü'minlerin annesi (Aişe) dedi ki: Resûlullah (s. a.) (Beyt-i Şerife) kurbanlık
gönderdi, (o kurbanın) gerdanlığını da yanımda bulunan (renkli) yün(ler )den ben
ördüm. Sonra aramızda ihrâmsız olarak kaldı. (İhrâmsız bir) erkeğin ailesine yaklaştığı

[2371

gibi (ailesine) yaklaşırdı.



Açıklama



Bu hadis-i şerifte Hz. Peygamberdin kendi hedyinin boğazına taktığı iplerin renkli
yünlerden örüldüğü ifâde edilmektedir. Bu bakımdan ulemânın büyük çoğunluğu
"Beyt-i Şerife gönderilen kurbanların boynuna takılan iplerin renkli yünlerden
örülmesinin müstehab. olduğuna" hükmetmişlerdir. Ancak İmâm Mâlik ile Rabıa,
hayvanın boynunu sıkma ve eziyet verme tehlikesi olduğu için yünden örülen ip
takılmasını uygun görmemişler ve otlardan örülen ip takmayı daha uygun
bulmuşlardır. Ancak konumuzu teşkil eden hadis-i şerif, bu ikinci görüşü hükümsüz
kılmaktadır.

Hattâbî'nin beyânmagöre İmâm Mâlik'e ve Şafiî'ye göre kendisi memleketinde kaldığı
halde Beyt-i Şerife kurbanlık gönderen bir kimse kurbanlığın boynuna gerdanlık
takınca ihrama girmiş sayılmaz.

Süfyân es-Sevrî, Ahmed b. Hanbel ve İshâk'a göre ise, hac etmek niyetinde olan bir
kimsenin Beyt-i şerife göndereceği kurbanlığın boynuna gerdanlığı takar takmaz
ihrama girmesi ve ihramhnm kaçındığı bütün yasaklardan kaçınması gerekir.
Rey taraftarlarına göre ise, bir kimsenin Beyt-i şerife gönderdiği kurbanın boynuna
gerdanlığı takdığı andan itibaren ihrama girmesi vâcib olur. Eğer hac veya umre
yapmak niyetinde değil idiyse, ikisinden birine niyet etmekte muhayyerdir. Nitekim
İbn Ömer'in de "hedyine gerdanlık takan bir kimse ihrama girmiş sayılır," dediği

rivayet olunur. Atâ'nm da aynı görüşte olduğu rivayet edilmiştir. 1 1

Bu konudaki Hanefî ulemâsının görüşünü Bezlu'l-mechûd sahibi de Hidâye'den naklen
şöyle anlatıyor: "Kim bir deveye veya sığıra nafile, nezir veya ceza kurbanı olmak
üzere gerdanlık takar ve hac niyetiyle onunla birlikte yola çıkacak Jolursa? o andan
itibaren ihrama girmiş sayılır. Çünkü Beyt-i Şerife kurbanlık göndermek telbiye
anlamına gelir. Telbiyeyi ise, ancak hacca veya umreye niyet eden kimse getirir.
Bilindiği gibi telbiye icabet izharında bulunmak demektir. İcabet izharında bulunmak,
dil ile olabileceği gibi fiil ile de olabilir. Fiil veya kavi ile birlikte niyette bulunacak
olursa ihrama girilmiş olur. Niyetin söz veya fiil ile birlikte bulunması şartı, ihramın
özelliklerindendir." İbnu'l-Hümâm Hidâye yazarının sözünü açıklarken şunları
söylüyor: "Beyt-i Şerife kurbanlık sevk eden bir kimsenin ihrama girmiş sayılabilmesi
için şu üç şartın bulunması gerekir: 1. Hac veya umre ibâdeti için niyet etmiş olmak, 2.
Kurbanlıkla birlikte hac için yola çıkmış olmak. 3. Kurbanlığın boynuna gerdanlık

takmak. "^^

Netice olarak Hanefî mezhebine göre bir kimse sadece Beyt-i Şerife kurbanlık



göndermekle ihrama girmiş sayılmaz. Bu hadisle ilgili görüşler 1757 numaralı hadisin

[2401

şerhinde ayrıntılı olarak zikredilmiş bulunmaktadır.

17. Kurbanlık Develere Binmek

1760. ...Ebû Hureyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, Rasülullah (s.a.) kurbanlık deve
sürüp giden bir adam görmüş de ona;
"Deveye bin!" buyurmuş. O kimsede;

(Ya Rasülullah) bu (Kurbanlık) bir devedir, diye cevap vermiştir. (Bu emir ve cevap
üç defa tekrarlanmıştır.) Bunun üzerine (Rasülullah) ikinci veya üçüncü defasında;

"Yazıklar olsun sana, şuna bin" dediJ^^



Açıklama



Deve suren zatın kim olduğu belli değildir. Bu zât, "Ya Resukıllah! Bu kurbanlık
devedir" demekle, devenin kurban edilmek üzere Mekke'ye gönderilmekte olduğunu
anlatmak istemiştir. Rivayetlerin bazılarından anlaşıldığına göre devenin boynunda
kurbanlık alâmeti bulunuyormuş, binâenaleyh Resûlullah (s.a.)'in onu görür görmez
kurbanlık olduğunu anladığında şüphe yoktur. Buna rağmen binmesini emir
buyurduğu vakit o zatın: "Bu kurbanlık bir devedir," mukabelesinde bulunarak
binmemekte ısrar etmesi Resûlullah (s.a.)'in onu te'dib için "Yazık sana!" buyurmasına
sebeb olmuştur. Kurtubî, İbn Abdilberr ve İbnu'l- Arabi'nin mütalası budur. Kurtubî'ye
göre ihtimal Resûlullah (s.a.)'in bu zatın câhiliye adetine riayet ederek kurbanlık
deveye binmediği manasını anlamış ve kendisini bundan menetmiştir. Kadı Iyaz'ın
re'yi de budur. Mezkûr reyi tercih eden ulemâ: "Buradaki emir, irşâd için de olsa, o
adam emre imtisal hususunda çekingenlik gösterdiği için zemmi hak etmiştir,"
demektedirler. Fakat rivayetlerin zahirine bakılırsa bu zât, inadından dolayı
Peygamber (s.a.)'in emrine muhalefet etmiş değildir. İhtimal binersem günaha girerim,
yahut ceza lâzım gelir zannetmiş, Rasülullah (s.a.)'in emrini de şefkat mânâsına almış,
bu sebeple tereddüt göstermiştir. Resûlullah (s.a.) kendisini tekdir edince, O'nun
emrine imtisâlen derhal deveye binmiştir. Nitekim bu cihet bazı rivayetlerde tasrih
olunmuştur. Buhârî'-nin, İkrime tarikiyle Hz. Ebu Hureyre'den tahrîc ettiği rivayette:
"Müteakiben o zatın devesine binerek Peygamber (s.a.) ile birlikte yola revân
olduğunu gördüm. Ayakkabı devenin boynundaydı" denilmektedir. Bazıları o zâtın
yorgunluktan helak derecesine vardığını söylerler. Bu takdirde hadisin mânâsı; "Helak
olacaksın! Niçin binmiyorsun?" demek olur. Evvelce de görüldüğü vecihle ulemâdan
bazılarına göre "veyl" kelimesini hak ettiği bir helake düşen bir kimseye söylenir. Hak
etmediği bir helake maruz kalan için Araplar "veyh" kelimesini kullanırlar. Bir
takımları bu kelimenin kasıtsız olarak beddua manasında kullanıldığını söylerler. Es-
maî'ye göre veyl kelimesi azab, veyh ise, rahmet için kullanılır. Sîbeveyh veyh'in
helâka maruz kalan bir kimseyi menetmek için kullanıldığını söylemiştir! Bir hadis-i

T2421

şerifte de veyl'in cehennemde bir vadi olduğu bildirilmiştir.- 1 1



Bazı Hükümler



1. Kurbanlık deveye binmek caizdir. Hedyin vâcıb veya nafile olması arasında bu
hususta fark yoktur. Çünkü Peygamber (s. a.) efendimiz o zâta tafsilat vermediği gibi
kendisi de bu bâbda fark olup olmadığını sormamıştır. Binâenaleyh vâcible nafile
hedy arasında binme hususunda fark yoktur. Nitekim İmâm Ahmed'in Hz. Ali (r.a.)
den rivayet ettiği bir hadisde bunu izah etmektedir. Bahis konusu hadisde Hz. Ali'ye
bir kimsenin hedy olarak gönderdiği devesine binip binemeyeceği sorulduğu vakit,
"bunda beis yoktur. Peygamber (s. a.) yaya giden bazı kimselere tesadüf ederdi ve
kurbanlık develerine binmelerini emir buyururdu," dediği bildirilmektedir. Bu
meselede ulemâ ihtilâf etmiş, ortaya altı kavi çıkmıştır:

a. Mekke'de kurban edilecek deveye binmek mutlak surette caizdir. Urve b. ez-
Zübeyr'in kavli budur. İbnu'l-Münzir mezkûr kavli İmâm Ahmed'le İshak'a nisbet
etmiştir. Zahirîlerin mezhebi bu olduğu gibi Şâfiîler-den Nevevî dahi katiyyetle buna
kail olmuştur.

b. Nevevî ile diğer bazı Şafiî ulemâsından nakledilen ikinci bir kavle göre kurbanlık
deveye binmek ihtiyaçla mukayyeddir. Rûyânî: "İhtiyaç olmaksızın bunu caiz görmek
nassa muhalefet olur," demiştir. Tirmizî'-nin rivayetine göre İmâm Şafiî ile İmâm
Ahmed'in ve İshâk'm kavilleri de budur Mezkûr kavil Şâ'bî, Hasan el-Basrî, Atâ' b.
Ebî Rebâh gibi birçok tabiînden nakledilmiştir. Hanefîlerin mezhebi de budur.
Haneklerden "Hidâye" sahibi kurbanlık deveye zaruret zamanında binilebileceğini
kaydetmiştir.

c. İbn Abdilberr hacet yokken kurbanlık deveye binmenin mekruh olduğunu İmâm
Şafiî ile İmâm Mâlik den nakletmiştir.

d. İbnu'l- Arabi'ye göre zaruret varsa binmek caizdir. Fakat biraz istirahattan sonra yine
inmek icâb eder.

e. Kurbanlık deveye binmek mutlak surette memnudur. İbnü'l-Arabî bu kavli İmâm
A'zam'dan nakletmiş vqbu hususta ,Hz. İmam'ata'n ve teşni'de bulunmuşsa da
yersizdir. Çünkü Tahâvî'nin de beyân ettiği veçhile İmâm A'zam'm mezhebi "Hidâye"
sahibinin söylediği gibidir.

f. Kurbanlık deveye binmek vâcibdir. İbn Abdilberr bu kavli bazı Zahiriyye
ulemâsının görüşü olarak naKletmiştir.

Nevevî "el-İstizkâr" nâm eserinde İmâm-ı Mâlik, Ebû Hanife, Şafiî ve ekseri
fukahâeya göre kurbanlık devenin sütünü içmenin mekruh olduğunu, hatta Ebû Hanife
ile Şafiî'ye göre binmek ve sütünü içmek hayvana bir noksanlık getirirse, noksanlığın
kıymetini ödemek lâzım geldiğini kaydetmiştir. İmâm Mâlike göre dahi sütü
içilmezse de içildiği takdirde ödemek icâb etmez.

Binmeyi tecviz edenler kurbanlık deve üzerinde yük taşınıp taşınmayacağı hususunda
ihtilâf etmişlerdir.

Devenin dişisinden de erkeğinden de hedy kurbanı olur. Hanefîlerle İmâm Mâlikin
mezhepleri budur. Mezkûr kavi bir çok ashâb-ı kiramdan nakledilmiştir. İbnu't-Tîn,
hedyûı yalnız dişi deveden olacağını söylemiş ve bu kavli İmâm Şafiî'den nakletmiştir.

2. Hadis-i şerif âlimin fetvayı tekrar edebileceğine onu kabul etmeyeni tekdir ve

[2431

tevbinde bulunabileceğine delildir. 1

1761. ...Ebu'z-Zubeyr, Câbir b. Abdillah'a kurbanlık deveye binme meselesini sordum.
O dedi ki:

(Ben) Resûlullah (s.a.)'i;



"Ona binmeye mecbur kaldığın vakit başka hayvan buluncaya kadar her zamanki gibi

[2441

bin" buyururken işittim.



Açıklama

Bu hadis-i şerif, zaruret halinde hacı adayının içinde bulunduğu zor durumdan
kurtuluncaya kadar kurbanlık deveye binmesinde bir sakınca olmadığını ifâde
etmektedir. Bu mevzuda ulemâ ihtilâfa düşmüştür. Ulemanın bu mevzudaki
görüşlerini şu şekilde özetleyebiliriz:

1. Kurbanlık deveye binmek kayıtsız şartsız caizdir.

Urve b. Zübeyr, Zahiriyye ulemâsı, Kaffâl ve Mâverdî bu görüştedirler. Delilleri ise,
bir önceki hadis-i şeriftir. Sözü geçen ilim adamları, bir önceki hadis-i şeriften kayıtsız
ve şartsız olarak kurbanlık deveye binilebi-leceği hükmünü çıkarmışlardır. Çünkü
önceki hadis-i şerifte geçen "deveye bin" sözü mutlaktır.

Fakat bir önceki hadisin konumuzu teşkil eden hadisteki "Ona binmeye mecbur
kaldığın vakit" sözüyle kayıtlandığı, kendilerine hatırlatılarak, bir önceki hadisin, bir
hacı adayının kurbanlık deveye kayıtsız şartsız binmesinin caiz olduğuna delâlet eden
bir delil olmayacağı ifâde edilmiştir.

2. Bir ihtiyaç duyulmadan kurbanlık deveye binmek mekruhtur. Bu görüş ise en-
Nu'man, İmâm Mâlik, Şafiî, Ahmed ve İshâk'dan irvâyet olunmuştur.

3. Kurbanlık deveye ancak zaruret halinde binilebilir. Bu da Hanefî ulemâsının
görüşüdür. Ancak Hanefî ulemâsına göre hacı adayı kurbanlık deveye binerek veya
yükünü yükleterek hayvana bir zarar verecek olursa bu zararı ödemekle mükellef
tutulur. Şafiî ulemâsı da vâcib olan kurbanlığa binildiği veya yük yüklendiği zaman
hayvana verilecek zararın ödetilmesi noktasında Hanefî ulemâsıyla birleşmektedir.
Mâlikî ulemâsından İbnü'I- Arabi'ye göre, hacı adayı mecbur kaldığı zaman kurbanlık
deveye biner. Fakat dinlendikten sonra iner. imam Mâ-lik'in meşhur olan görüşüne
göre ise hacı adayı zaruret halinde kurbanlık deveye binebilir ve bu şartla kurbanlığa
binen hacı adayının dinlenince inmesi de gerekmez.

4. Mutlak surette kurbanlık devey'e binmek vâcibdir. Zahiriyye ulemâsından bazıları
bu görüştedirler. Delilleri ise, konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisidir. Sözü geçen
ulemâ bu hadiste geçen "ona bin" emrinin zahirine sarılarak bu hükme varmışlardır.
Bu hükme varırlarken aynı zamanda Bahire (sütünü putların hizmetçilerinden başka
kimse içemeyen deve) ve sâibe (putlara adandığı için üzerine binilemeyen ve yük
vurulamayan deve) denilen develere binmeyen cahiliyye Araplarma muhalefet etmek
istedikleri gibi Hz. Ali'den rivayet edilen şu hadis-i şerifi de dikkate almışlardır: Bir
kimse;

Beyt-i Şerife kurbanlık olarak gönderilen deveye binebilir mi? diye Hz. Ali'ye soruldu.
O da şöyle cevap verdi.

Bunda bir sakınca yoktur. Peygamber (s. a.) yürümekte olan bazı kimselere rastlamış
da onlara benim kurbanlık devem ile kendi kurbanlık devesine binmelerini emrettikten
sonra şöyle buyurmuştu. "Sizin kendinize örnek alacağınız en faziletli şey

[2451

Peygamberiniz (s.a.)'în sünnetidir. " J 1 Ancak bu hadisin senedinde Muhammed b.

Ubeydillah b. Ebî Râfı' vardır. İbn Hıbbân bu zatın güvenilir bir kimse olduğunu
söylemişse de bazı kimseler zayıf bir râvi olduğunu iddia etmişlerdir. Dolayısıyla bu
hadis delil olma niteliğinden uzaktır. Ayrıca bu dördüncü görüş "metinde geçen "ona



bin" emrine muhâtab olan kişi, kurbanlık deveye binmeye fevkalâde muhtaç olduğu
için bu emre muhatap olmuştur. Binâenaleyh bu emir mutlak vûcüba delâlet etmez,"
gerekçesiyle reddedilmiştir. Kurbanlık deveye binme konusunda ulemânın görüşü
bundan ibarettir.

Ayrıca ulemâ kurbanlık devenin üzerine yük vurulup vurulamayacağı konusunda da
ihtilâf etmişlerdir. Mezhep imamlarından İmâm Mâlik kurbanlık deveye yük
vurulmasını caiz görmezken ulemânın büyük çoğunluğu "ihtiyaç halinde bunda bir
sakınca yoktur," demiştir.

Bir hacı adayının kurbanlık deveye başkasını bindirip bindirememesi konusunda da
ulemânın çoğunluğu "ihtiyaç duyulmak şartıyla insanın kendi devesine başkasını
bindirmesinde bir sakınca yoktur," demişlerdir. Ancak ücretle kiraya vermenin caiz
olmadığında bütün ilim adamları ittifak etmişlerdir.

Kurbanlık devenin sütünün içilip içilmemesi konusunda ulemanın görüşlerini şöylece
özetlemek mümkündür:

1. İmâm Mâlike Şafiî'ye, Hanefî ulemâsına ve diğer ulemânın büyük çoğunluğuna
göre kurbanlık devenin yavrusu süte kandıktan sonra kalan sütü içmek mekruhtur. Bu
sütün fakirlere sadaka olarak verilmesi icâb eder. Şayet içilmişse İmâm Mâlik'in
dışında bütün ilim adamlarına göre içilen sütün bedeli tasadduk edilir. İmâm Mâlik'e
göre ise, şayet süt içilmişse bir daha onun için para tasadduk etmeye lüzum yoktur.

2. İmâm Ahmed'e göre ise, yavrusu süte kandıktan sonra kurbanlık devenin sütünü
içmekte bir sakınca yoktur. Çünkü memede kalan süt hayvana zarar verir. İmâm
Ahmed'in bu konudaki delili el-Muğîre b. Şu'be'-nin şu sözüdür: "Birgün adamın birisi
Hz.Ali'ye (kurbanlık) bir inek getirmişti de Hz. Ali Ona "Bunun sütünü içme. Ancak

yavrusu kandıktan sonra geriye kalan sütünü içebilirsin" buyurdu. Fakat anneye

zararı olmayan veya yavrunun A muhtaç olduğu sütü içecek olursa bu sütün fıatmı
tasadduk etmesi gerekir. Çünkü bu sütü almakla yavrunun hakkına tecâvüz etmiş

i 12421

sayılır.- 1 1

18. Kurbanlık Beyt-i Şerife Varmadan Telef Olacak Hale Düşerse Ne Yapılır?

1762. ...Naciye el-Eslemî'den rivayet olunduğuna göre Resûlullah (s. a.) onunla (Beyt-i
Şerife) bir kurbanlık göndermiş ve "Ona (Beyt-i Şerife varamayacak şekilde) bir
acizlik gelecek olursa, kes. Sonra (boğazında takılı olan) nalını kanma batır, sonra da

insanlara taalave,»^



Açıklama

Bezlu'l-mechûd sahibinin kaydettiğine göre, İmâm Nevevi bu hadism râvisi Nâcjye
eı.Eslemî ile Naciye el-hu-

zâî'yi karıştırmış ve ikisini aynı şahıs zannetmiştir. Bu sebeple Naciye'den "Naciye b.
Kâb b. Cündüb, el-Eslemî el-Huzâî" diye bahsetmektedir.

Gerçekte ise, Naciye isimli iki ayrı şahıs vardır. Bunlardan birinin künyesi Naciye b.
Cündüb el-Esmâî, diğerininki de, Naciye b. Cündüb b. Ka'b el-HuzâîJdir. Nitekim İbn
Hacer el-Askalânî de el-İsâbe isimli eserinde bu iki zatın ayrı ayrı kimseler olduğunu
ve her ikisinin de aynı şekilde Beyt-i Şerife Resûlullah'm kurbanını sürdüklerini,



Urve'nin hadis rivayet ettiği Naciye'nin Naciye el-Huzâî, Meczee'nin hadis rivayet
ettiği Naciye'nin de Naciye el-Eslemî olduğunu ve bu ikincisinde ulemânın ittifak
ettiğini, söylüyor.

Hanefî ulemâsından Aliyyu'l-Kârî'nin kaydettiğine göre: el-Vâkıdî, Hu-deybiye
gazvesini anlatırken bu hadiseyi de uzunca anlatmıştır. Vakıdî'nin beyânına göre Hz.
Pegamber (s. a.) Naciye b. el-Eslemî'yi kurbanlıkları Beyt-i Şerife götürmekle
görevlendirmiş ve bunların sayısı yetmişe ulaşıyormuş nihayet kurbanlıklardan biri
yolda telef olacak bir duruma düşünce Hz. Naciye "Ebva" denilen yerde Resûl-i
Ekrem'e ulaşıp durumu haber vermiş, Resûl-i Ekrem de: "Onu kes boynundaki(nahn)
leri de kanma ba-tır. Sakın sen ve arkadaşların onun etinden yemeyiniz, onu (fakir)

[2491

halka bırakınız," cevabını vermiştir. J 1

Kurbanlık devenin boynundaki nalınların kana batırılmasının sebebi usûlüne uygun
olarak kesilip ehil olan kimselerin yemesine terk edildiğini beyân içindir.
İmâm Tîrmizî bu hadis-i Şerifle ilgili olarak şunları söylüyor: "bu babda Züeyb Ebû
Kabîse el-Huzâî' den de hadis rivayet edilmiştir. Naciye'nin hadisi hasen-sahihdir. İlim
adamlarının ameli bu hadis üzerinedir. İlim adamları tetavvu' (nafile) hedyi hakkında
şöyle diyorlar: "Hedy telef olma durumuna gelirse, onu götüren kimse ve beraberinde
bulunanların hiçbiri onun etinden yiyemez. İnsanlara bırakılıp geçilir, ehil olanlar yer-
ler. Bu sahibinden kurban yerine geçer." Şafiî, Ahmed ve İshâk bu görüştedir. Yine bu
ilim adamlarına göre Şayet sahibi onun etinden yiyecek olursa, yediği mikdarın
kıymetini öder. Bazı ilim adamları da "Nafile olarak gönderilen hedyin etinden yerse
onu tazmin eder (onun yerine başka keser), diyorlar. Ancak bu görüş Cumhûr'un

görüşüne muhaliftir.

imâm Ahmed'den bir rivayete göre kurbanlığın sahibi ve arkadaşları nafile hedy ile
mut'a ve kıran kurbanlarının etlerinden yiyebilirler. Hanefî ulemâsı da bu görüştedir.
Çünkü bu kurbanlar ceza için değil, hac ibadetlerinden sayılmak üzere kesilirler. 1763

numaralı hadisin şerhinde bu hadisle ilgili ayrıntılı açıklama vardır.

1763. ...İbn Abbâs'dan; demiştir ki: Resûlullah (s. a.) Eslem'li bir kimseyi on sekiz
deve ile birlikte (Beyt-i Şerife) göndermişti. (O zat);

Onlardan birisi yürümekten âciz kalacak olursa ne (yapmamı uygun) görürsün? dedi.
(Resûl-i Ekrem de);

"Onu boğazlarsın, sonra (boynundaki nişanlık) nalınını kanma boya ve hörgücünün

yambaşma vur. O deveden sen de yeme, beraberindekilerden birisi de (yemesin)"

buyurdu. Yahutta "yol arkadaşlarından birisi de (yemesin)" dedi.

Ebû Dâvûd dedi ki: (Ebu't-Teyyah'm) bu hadiste yalnız kaldığı kısım "Ondan sen de

yeme, yol arkadaşlarından birisi de(yemesin)" sözüdür. (Müsedded) Abdülvâris ('den

rivayet ettiği) hadisinde ise, "sonra onu vur" (sözü) yerine (sözünü) nakletmiştir.

Ebû Dâvûd dedi ki; Ben Ebû Seleme'yi, "(Sözü, ravisine) isnadı ve manayı doğru

(nakl) ettin mi, kâfidir" derken işittim.
Açıklama



"ezlıafe" kelimesi, sürünmek, yol almak ve yorgun düşerek yolda kalmak manalarına
gelir. Cevheri ile diğer lügat bilginleri bu hususta biri zehafe, diğeri ezhafe olmak



üzere iki lügat kullanıldığını bunlardan her ikisinin de birbirinin yerinde kulla-
nılabileceğini söylemişlerdir. Kelimenin buradaki anlamı hayvanın yürüyemeyip yolda
kalmasıdır.

Müslim'in rivayetinde Beyt-i Şerife gönderilen develerin onaltı aded olduğu ifade
[2531

edilmektedir.- 1 1 îmâm Nevevî adetle ilgili rivayetler arasındaki ihtilâfa bakarak bu

hadisin ayrı ayrı iki yerde meydana gelmiş olabileceğine ihtimal verdiği gibi, aynı
hâdisenin ayrı ayrı rakamlarla ifâde edilmiş olmasını da mümkün görmüş ve "Bu
konuda fazla adet tercih edilir çünkü adet isimlerinin muhalif mefhumuyla amel
caizdir." demiştir. Bir önceki hadisin şerhinde de açıkladığımız gibi kurbanlık devenin
boynundaki nalınların kana boyanmasmdaki hikmet o kurbanın usûlüne uygun olarak
kesilip ehil olan kimselerin yemesine terk edildiğinin anlaşılmasını sağlamaktır.
Her ne kadar musannif Ebû Dâvûd, bu hadiste geçen "Ondan sen de yeme arkadaşların
da yemesin" sözünün bu hadisin diğer senetlerle gelen rivayetlerinde bulunmadığını
söylüyorsa da, gerçekte bu cümle diğer rivayetlerde de mevcuttur. Meselâ Müslim bu
hadisi şu mânâ'ya gelen lâfızlarla rivayet etmiştir: "Eğer bu develerden sakatlanan olur
da öleceğinden korkarsan hemen boğazla, sonra (boynundaki nişan) nalınını kanma
daldır ve hörgücünün yan tarafına vur. Ondan kendin yemediğin gibi, yol

[2541

arkadaşarmdan hiç biride yemesin! " J 1

Musannif Ebû Dâvûd, sözü geçen cümlenin başka yollarla da takviye edildiğinden
habersiz gibi görünmekle beraber yine de hadisin zayıf olmadığı kanaatindedir. Çünkü
hadisteki isnadın ve mânânın doğru olması halinde lafızların değişik olmasının hadis
için bir kusur teşkil etmeyeceği görüşündedir. "Ben Ebû Seleme'yi "isnad ve mânâyı
doğru nakl ettin mi kâfidir," derken işittim," sözünü bu görüşünü takviye için

zikretmiştir.



Bazı Hükümler



1. Hadis-i Şerif, nafile olarak Beyt-i Şerife sürülen hedy kurbanının yolda telet
olması halinde, yerine bir başka kurban gön dermek gerekmediğini ifade etmektedir.

2. Nafile olarak gönderilen hedy kurbanını yolda sürmekle görevli olan kimsenin,
hayvanın telef olacağını anlayınca onu boğazlaması ve boynunda nişan olarak asılı
bulunan nalınları hayvanın kanıyla boyadıktan sonra hörgücünün yambaşma vurması
gerekir. Bu şekilde hareket etmek onun usulüne uygun olarak boğazlanıp ehil olan
kimselerin yemesi için terkedildiğine bir işaret teşkil eder. Bu etten yemeye ehil
olanlar sadece fakirlerdir. Bu etten zenginler yiyemediği gibi sürücü ve onun yol
arkadaşları da yiyemezlere Nitekim Hanefî ulemâsı da bu görüştedir. Şu farkla ki sözü
geçen ulemâya göre sürücünün fakir olan yol arkadaşları da hayvanın etinden
yiyebilir.

3. Eğer hedy kurbanı kıran, temettü' haccı için veya ceza kurbanı gibi vacib bir kurban
olarak sevk edilmiş de yolda telef olacak bir duruma düşmüşse veya kurban olmaya
engel teşkil edecek bir ayıp arız olmuşsa o zaman bu kurbanlığı kurban olarak kesmek
caiz olmayacağından yerine bir başka kurbanlık bulmak gerekir. Bu durumda sahibi
eski kurbanlık üzerinde istediği gibi tasarrufta bulunabilir. Çünkü o, kurbanlık
olmaktan çıkmış yine sahibinin mülkiyetine girmiştir.

Yolda böyle bir duruma düştüğü için kurban olma niteliğini kaybeden vâcib bir



kurbanlık Beyt-i Şerif varmadan kesilecek olursa Nezr kurbanına dönüşeceğinden
sahibi yiyemez. Şayet yiyecek olursa yediği mikdarm bedelini borçlanmış olur.
Nitekim İbn Ömer (r.a.)m rivayet ettiği bir hadis-i şerifte şöyle Duyuruluyor: "Kim
(Beyt-i Şerife) bir bedene (deve) gönderir de o deve yolda kaybolur veya ölürse nezr
kurbanına dönüşür. Bu sebeple o kurbanlığın yerine başka bir kurbanlık bulması lâzım
gelir. Fakat bu kurban (vacib değü de) nafile bir kurban idiyse o zaman sahibi

muhayyerdir. Dilerse yerine yenisini keser, dilerse bırakır kesmez.
Bu konuda Sa'id b. el-Müseyyeb, şunları söylüyor: "Kim Beyt-i Şerife nafile olarak bir
bedene (büyük baş hayvan) gönderip de o hayvan yolda telef olma durumuna düşürse
onu kesip halkın istifâdesine terk eder. Fakir halk onun etini yer. Fakat sahibi
yiyemez. Şayet yiyecek olursa veya başkalarını yemeye teşvik edecek olursa o zaman

[2571

yerine yeni bir kurbanlık bulması üzerine borç olur." J 1 Fakat Beyt-i Şerife sürülen

kurbanlık kıran haccı veya temettü' haccı kurbanlığı olarak veya nafile bir kurbanlık
olarak' Harem-i şerifte kesilecek olursa, ondan sahibinin yemesi ve tasad-dukta
bulunması müstehabdır. Çünkü Cenab-ı Hak Kur'ân-ı Kerim'inde "Biz kurbanlık
develeri de sizin için Allah'ın şeârinden kıldık. Onlar da sizin için hayır vardır. O
halde onlar ayakda dur(up boğazlamalarken üzerlerine Allah'ın ismini anın. Yanları
üstü düş(üp ö)(dükleri vakit de ondan hem kendiniz yiyin, hem de ihtiyacım gizleyen

T2581

ve gizlemeyip dilenen fakirlere yedirin." J 1 buyuruyor. Ancak sahibi ceza kurbanını

yiyemez. Çünkü onun kanı keffâret olsun diye akıtılmıştır.

Mâliki ulemâsına göre ise, Beyt-i Şerife sürülen nafile hedy kurbanlığı iki kısımdır.

a. Sahibinin "bu, Allah için nafile olarak Beyt-i Şerife gönderilen bir kurbanlıktır"
diyerek ve fakirlerin yemesini kasdederek gönderdiği kurbandır. Yahutta fakirlerin
yemesi niyetiyle "Beyt-i Şerife nafile olarak Allah için bir kurban göndermek üzerime
borç olsun" diyerek gönderdiği kurbandır. Yahutta "şu fakirler için nafile bir
kurbandır" sözüyle veya "fakirler için nafile bir kurban göndermek üzerime borç
olsun" gibi fakirleri belirleyici sözlerle gönderilen kurbandır. İster yolda isterse
Harem-i şerifte kesilmiş olsun, bu cins kurbanları sahibinin yemesi haram olduğu gibi,
herhangi bir zenginin de, sürücüsününde yemesi haramdır.

b. Fakirlere ait bir kurban olduğuna dair, sahibinin bir sözü veya niyeti olmayan hedy
kurbanlarıdır. Bu çeşit kurbanlar yolda telef olacağından korkularak kesilecek olursa,
bunların boyunlarında asılı olan nişanları kanlarına boyanarak etleri insanların
yemelerine terk edilir. Sahibinin ve sürücüsünün dışında kâfir dahil, bütün insanlar
yiyebilir. Eğer sahibi bu kurbandan yiyecek olursa veya onun etinden yemeye ehil
olmayanları teşvik ederse o zaman yediğinin fiatmı borçlanmış olur. Fakat Beyt-i Şeri-
fe vardıktan sonra kesilecek olursa, o zaman, her insan gibi sahibi ile sürücüsü de
onun etinden yiyebilirler.

Şâfîîlere göre ise, nafile olarak Beyt-i Şerife gönderilen hedy kurbanı Harem-i şerife
varmadan yolda telef olacak duruma düştüğü için kesilecek olursa, bu hayvanın
etinden sahibi istediği gibi tasarrufta bulunabilir. İsterse satar başkalarına yedirir,
isterse başkalarının yemesine terk eder gider.

Fakat bu kurban haccm vâciblerinden birini terkten veya bir yasağı çiğnemekten
dolayı zimmete,geçmiş bir vâcib kurban ise veya muayyen bir nezir kurbanı olur da
yolda {elef olacak veya kesilecek olursa, yahut kaybolacak veya çalınacak olursa o
zaman yerine yenisini göndermek icâb eder. Çünkü zimmetten düşmemiş olur.



Eğer bu kurbanlık, nezr-i muayyen yani belirli bir kurbanlığı tayin-ederek kesilmesi
adanmış kurbanlığı olur da sahibinin bir ihmali bulunmaksızın yolda telef olursa o
zaman sahibine yenisini göndermek gerekmez. Etinden sahibi yiyemediği gibi fakir
bile olsalar sürücüsüyle onun yol arkadaşları da yiyemezler.

Hanbelî ulemâsına göre ise, bir kimse sözle veya hayvanın sırtını çizmek veya
boynuna nişan takmak gibi bir işaretle, bir hayvanı Beyt-i| Şerif e göndermeyi kendi
üzerine vâcib kılmamış da nafile olarak Beyt-i Şerife göndermişse, onu
boğazlamadıkça istediği anda bundan dönme hakkı vardır. Fakat "Bu bir hedy
kurbanıdır," gibi bir sözle veya Harem'e göndermek niyetiyle boynuna bir nişan
takmakla veya sırtını, usûlüne uygun olarak çizmek suretiyle o hayvanı Beyt-i Şerife
göndermeyi kendi üzerine vâcib kılar ve o hayvan da, yolda sahibinin ihmali neticesi
olmayarak telef veya kaybolursa, onun yerine yenisini göndermek gerekmez. Eğer
hayvanın yolda telef olacağı anlaşılırsa, hemen orada boğazlanır. Ve fakir kimselerin
yemelerine terk edilir. Bu kurbanın etinden sahibi veya sürücüsü yiyemediği gibi fakir

bile olsalar, yol arkadaşları da yiyemezler/^ ^

19. Hârûn B. Abdullah'ın Hadisi (Hedy'i Kendisi Kesen Ve Başkasından Yardım
İsteyenler)

1764. ...Ali (r.a.)'den; demiştir ki: Resûlullah (s. a.) kurbanlık develerini kestiği zaman
otuz tanesini kendi eliyle kesti, geriye kalanlarım da bana emretti, ben kestim.

Açıklama

İleride gelecek 1905 numaralı hadis-i şerifte Resûl-i Ekrem (s.a.)'in kendi eliyle
kestiği deve sayısının altmış-üç olduğu ifâde ediliyor. Beyhâkî'nin rivayetinde de, aynı
şekilde Rasûl-i Ekrem'in kendi elleriyle kestiği develerin altmış üç olduğu, geriye
kalan develerin Hz.Ali'nin kestiği ve toplam deve sayısının yüz aded olduğu ifâde
edilirken konumuzu teşkil eden Ebû Dâvud hadisinde Resul-i Ekremin kendi eliyle
kestiği develerin otuz adet olduğu ifade ediliyor.

Bu duruma bakarak konumuzu teşkil eden hadisin diğer iki hadisle çeliştiğini
söylemek doğru değildir. Çünkü Hz. Peygamberin otuz deveyi tek başına kestikten
sonra otuz üç tanesini de Hz.Ali'nin yardımıyla kesmiş olması mümkündür. Böyle bir
durumda tek başına kestiği kurban sayısı otuz, Hz.Ali'nin yardımıyla kesmiş olduğu
kurban sayısı da, altmış üç eder. İşte konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisi Resûl-i
Ekrem'in, kimsenin yardımı olmadan tek başına kestiği kurban sayısını söz konusu
etmişken, ileride gelecek olan 1905 numaralı hadisle, Beyhâkî'nin rivayet ettiği hadis,
Hz.Peygamber'in kesmiş olduğu kurbanların tümünü söz konusu etmiş ve görünüşte
ortaya iki farklı adet çıkmıştır. Gerçekte ise, bu iki aded arasında herhangi bir çelişki
yoktur. Hz. Peygamber'in, develerin geri kalan kısmının kesimini de Hz. Ali'ye
bıraktığında üç hadis de birleşiyor.

Konumuzu teşkil eden hadisin 1905 numaralı hadisle çeliştiği kabul edilse bile, yine
de, böyle bir çelişkiyi sözkonusu etmeye lüzum yoktur. Çünkü senedinde, tedlis
yapmakla suçlanan Muhammed b. İshak bulunduğu için konumuzu teşkil eden hadis
zayıftır. Fakat 1905 numaralı Câbir hadisi ise, sağlamdır. Çünkü onun senedinde ve
metninde bir kusur olmadığı gibi aynı zamanda Müslim ve İbn Mâce tarafından da



rivayet edilmiştir.



Bazı Hükümler



1. Sahibinin, kurbanını başkalarının yardımıyla kesmesi caizdir.

2. Vekâlet vererek kurbanı başkasına kestirmek caizdir.

3. İnsanın kurbanlarının bir kısmını yalnız başına kestiği halde kalanını başkalarının
yardımıyla kesmesi veya vekaletle başkasına kestirmesi caizdir.

1765. ...Abdullah b. Kurt' dan rivayet edildiğine göre, Peygamber (s.a.) şöyle
buyurmuştur:

"Sânı yüce olan Allah katında günlerin en büyüğü kurban (bayramı) günüdür. Sonra
da karr günüdür"

İsa(nm) rivayet etti(ğine göre) Sevr; "O, (karr günü, Kurban Bayramı'mn) ikinci gün
(ü)dür" demiştir. (Râvî Abdullah b. Kurt) dedi ki: Resûlullah (s.a.)'a beş veya altı tane
kurbanlık deve getirilmişti. (Resûlullah'm kesime) kendilerinden başlaması için
(kendiliklerinden) ona yaklaşmaya başlıyorlardı. (Develerin) yanlan ve başları yere
düşünce (Resûlullah) gizli bir söz söyledi, anlayamadım. (Önümdekine) "ne diyor?"

diye sordum. "İsteyen (bu kurbandan) kesip alabilir'(diyor)" diye cevâp verdi.
Açıklama

"Günlerin en büyüğü Kurban (Bayramı) günüdür" cümlesi, "Allah katında derecesi en
yüksek olan gün Kurban Bayramı'mn birinci günüdür," anlamına gelebildiği gibi,
"Zilhicce'-nin ilk on gününün Allah katında derecesi en yüksek olanı Kurban (Bay-
ramı) günüdür" anlamına da gelebilir. Bu ibare İbn Hıbbân'm Sahih'inde "Allah
katında günlerin en faziletlisi Kurban günüdür," anlamına gelen lâfızla ifâde
edilmiştir. Bu hadisle; "Allah katında Arafe gününden daha faziletli bir gün yoktur.
Çünkü Arefe günü Allah Te'âlâ dünya semâsına iner ve dünya sakinleri ile semâ
sakinlerine karşı iftihar eder, övünür. İnsanların Cehennem' den en çok çıkarıldığı gün

Arafe günüdür. anlamındaki hadis arasında bir çelişki olmadığı gibi, Müslim'in

rivayet ettiği "üzerine güneş doğan en hayırlı gün Cum'a günüdür. ^ Anlamındaki
Ebû Hureyre hadisine de aykırı değildir. Çünkü Cum'a haftanın günlerinin en
hayırlısıdır. Eğer ikisi bir günde birleşecek olurlarsa bu iki faziletin ikisi de o günde
birleşmiş olurlar. Eğer ayrı ayrı günlere isabet edecek olurlarsa Kurban Bayramı'mn

birinci günü Cum'a gününden daha faziletli olur.

Şafiî ulemasından Nevevî'ye göre; Arefe günü Kurban Bayramı'mn birinci gününden
daha faziletlidir.

Hanefî ulemâsından Aliyyü'l-Kârî'ye göre, "Cum'a günü Arafe gününe tesadüf ederse,
mutlak surette günlerin en faziletlisi olur. O günde işlenen amel de en faziletli ve
makbul olur, hacc-ı ekber bundadır.

Irâkî'ye göre ise, "Cum'a gününün Arafe'den daha faziletli olduğu" görüşü daha
doğrudur.

Bütün bu görüşlerin arası şu şekilde uzlaştırılmıştır: Oruç tutulan günlerin en hayırlısı



Arafe günüdür. Kurban kesilen günlerin en faziletlisi Kurban Bayramı'nm birinci
günüdür, sonra "karr günü" denilen Kurban Bayramının ikinci günü gelir. Bu güne
"karr günü" denmesinin sebebi o günde halkın Minâ'da karar kılıp istirahata
kavuşmasıdır.

Resûl-i Ekrem'in huzuruna getirilen hedy kurbanlıklarının Resûl-i Ekrem (s.a.)'m
mübarek elleriyle kurban edilmek için yarış etmeleri, Resûl-i Ekrem (s.a.)'e ait
mucizelerden biridir. Karşılığında dünyevî veya uhrevî bir mükâfata erişmeyecekleri
halde Resûl-i Ekrem'e itaat ve teslimiyette hayvanlar bile böyle yarışa girerlerken
dünyevî ve uhrevî saadetleri Resûl-i Ekrem (s.a.)'in emirlerine teslim olmakta ve
nehiylerinden kaçınmakta olan insanların, Resûlullah (s.a.)'a teslim olmaya bir türlü
yanaşmamaları doğrusu akıl sahiplerini fevkalâde hayrete ve dehşete düşürecek bir
hadisedir.

Metinde geçen "yanları yere düşünce" sözü "canı çıkıpda yere düşünce" mânâsına
gelmektedir. Bir sonraki babta geleceği üzere Hz. Peygamber (s. a.) deveyi ayakta ve
sol önayağı bağlı, olarak keserdi. Hayvan bu şekilde kesilince canı çıkar ve sol yanma
düşerdi. Artık deve bu şekilde yere düştükten sonra etini isteyen herkes yiyebilir.
Resûl-i Ekrem (s.a.); "İsteyen (bu kurbandan) kesip alabilir" sözleriyle bunu ifade

buyurmuştur.



Bazı Hükümler



1. Kurban Bayramı'nm birinci ve ikinci günlerımn fazileti çok büyüktür.

2. Kurban kesmeyi becerebilen kimselerin kurbanlarını kendi elleriyle kesmeleri
başkalarına kestirmelerinden daha faziletlidir.

3. Haremde kesilen hedy kurbanlığının etinden, zengin-fakir herkes yiyebilir. Diğer
kurbanlıkların eti de böyledir.

1766. ...Ğurfe b. el-Hâris el-Kmdî'den; demiştir ki: Resûlullah (s.a.)'ı Veda Haccmda
gördüm. (Kendisine) hedy kurbanlıkları getirilince; "Bana Ebû Hasan'ı çağırınız!"
dedi. Bunun üzerine derhal kendisine Ali (r.a.) çağrıldı. O'na (hitaben); "Şu süngünün
(kabzasının) alt kısmından tut" buyurdu. Resûlullah (s.a.) de süngünün (kabzasının)
üst kısmından tuttu. Sonra onu kurbanlık develere (ikisi birden) çaldılar. (Resûlullah

s.a.) işini bitirince devesine bindi ve Ali (r.a.)'yi de arkasına aldı.^^



Açıklama



Sözü geçen hâdise Veda Haccmda vuku' bulmuştur. Bilindiği gibi Veda Haccmda
Resûl-i Ekrem (s.a.)'in Beyt-i

Şerife gönderdiği kurbanlık develer yüz adetti ve bu kurbanlıklara Hz. Ali de ortaktı.
Bu sebeple, Hz. Peygamber özellikle Hz.Ali'yi çağırtmış kurbanların masrafına ortak
olduğu gibi onları kesmenin sevabına ortak olmasını sağlamıştır. Resûl-i Ekrem (s.a.)
kendisi süngünün kabzasının üst tarafından tutarken Hz. Ali'ye de kabzanın alt
tarafından tutmasını emretmiş bu suretle hem süngünün yere düşmesini önlemiş, hem
de kurbanı beraberce kesmelerim ve Hz. Ali'nin de kurban kesmenin ecrine ortak

olmas.msağlam^r.üM



Bazı Hükümler



1. Kurbanlığı keserken başkasından yardım istemek caizdir.

2. Deveyi keserken efdal olan boğazının alt (esfel) kısmından kesmektir.

3. Güçlü hayvana iki kişinin binmesi caizdir.

[2711

4. Resûl-i Ekrem (s.a.) çok merhametli ve çok alçak gönüllü idi.

20. Kurbanlık Develer Nasıl Kesilir?

1767. ...Abdurrahman b. Sâbi'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (s.a.) ve ashabı
kurbanlık develeri sol (ön ayaklan) bağlı ve geri kalan ayaklan üzerinde dikili olarak

boğazlardı.
Açıklama

Peygamber (s.a.) ve ashabı deveyi sol ön ayağı bağlı iken keserlerdi. Çünkü Allah
Teâla ve tekaddes hazretleri Kur-'ân-ı Kerim'inde "Biz kurbanlık develeri de sizin için
Allah'ın şeâirinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. O halde onlar ayakta duru(p
boğazlamalarken üzerlerine Allah'ın ismini anın. Yanları üstü düşüp öldükleri vakitte
ondan hem kendiniz yiyin, hem ihtiyacını gizleyen ve gizlemeyip dilenen fakir(ler)e

T2731

yedirîn. Onları, şükredersiniz diye, böylece müsahhar kıldık. buyuruyor. Bu

ayet-i kerimede geçen "savaffe" kelimesine İbn Abbas'ın "kıyam = ayakta" manasını

[2741

verdiği Buhârî tarafından rivayet edilmiştir.

Buhârî'nin İbnl Abbâs'dan ta'Iikan rivayet ettiği bu hadisi, Hâkim Müstedrek'inde
mevsûlen yine İbn Abbâs'dan şu lâfızlarla rivayet ediyor: "Üç ayak üzerinde kâim ve
bağlı olarak kesiniz" İbn Mes'ûd (r.a.) ise tercümesini sunduğumuz ayet-i kerimedeki
kelimesini şeklinde okumuştur ki (safine) kelimesinin çoğuludur. Bilindiği gibi
"safine" kesilirken muzdarib olmaması için bir ayağı bağlanarak kaldırılan hayvan
demektir.

Hayvanı bu şekilde kesmekten maksat, kesilen kurbanın, "yanları üstüne düştükleri
vakit de ondan hem kendiniz yeyin, hem ihtiyacını gizleyen ve gizlemeyip dilenen
[2751

fakirlere yedirin mealindeki ayet-i kerimede belirtilen şekilde yere düşmesini

sağlamak ve hayvanın keserken zar,ar%er-mesini önlemektir.

Konumuzu teşkil eden hadis deveyi sol ön ayağı bağlı olarak ayakta boğazlamanın
sünnet olduğunu ifade etmektedir. Her ne kadar Kadı lyâz, Tavus'tan, devenin
yatırılarak boğazlanmasının efdal olduğunu nakletmiş-se de Nevevî bunun sünnete
muhalif olduğunu söylemiştir. Nitekim bir numara sonra gelecek olan, "onu bağlı
olarak ayağa kaldır. Peygamberinizin sünnetine tâbi ol" anlamındaki hadis-i şerif de
Nevevî'yi doğrulamaktadır.

Her ne kadar Şevkânî Neylu'l-Evtâr isimli eserinde; "Hanelilere göre deveyi ayakta
kurban etmekle yatırarak kurban etmek arasında bir fark yoktur" diyerek Hanelilerin
bu konuda yanıldıklarını söylemek istemişse de gerçekte Hanefî'lerin bu konudaki
görüşleri Şevkânî'nin dediği gibi değildir. Çünkü Hanefîlere göre deveyi ayakta



kurban etmek müstehabdır. Nitekim Hidâye'de "deve ayakta boğazlanır. Davarla sığır
cinsi ise, yatırılarak kesilir." denilmektedir. Kâsânî'nin Bedayiu's-sanâyi isimli
eserinde de Hidâye'deki bu görüşlere aynen yer verilmektedir. Ancak Şevkânî'yi
yanıltan Ebû Hanife'nin bir deveyi kestikten sonra "devenin kesilirken etrafındakilere
zarar vereceğinden korktuğunu" ifade etmesidir. Gerçekte Hz. İmâma göre efdal olan
deveyi ayakta kesmektir. Lâkin devenin zararlı olmasından korkulduğu zaman
yatırılarak kesilmesini tercih etmiştir. Çünkü her ne kadar Hz. Peygamber develeri
ayakta kesmişse de bu konuda bizim durumumuz onunkinden çok farklıdır. Zira 1765
numaralı hadis-i şerifte de açıklandığı üzere kurbanlık develer, kesilirken Resûl-i
Ekrem (s.a.)'e zorluk çıkarmadıkları gibi onun eliyle kesilmek için daha önce onun

bıçağının altına yatmakta birbirleriyle yarış ederlerdi.
Bazı Hükümler

1. Develeri sol ön ayaklan bağlı olarak boğazlamak müstehabdır. Aralarında dört
mezhep imamının bulunduğu cumhûr-ı ulemâ bu görüştedir. Kadı İyaz, Tâvûs'un
"develeri yatırarak kesmenin daha faziletli olduğu" görüşünde olduğunu söylemişse
de, Tâvûs'un görüşü sahih hadislere aykırıdır.

2. Davar ve sığır cinsini ise yatırarak kesmek müstehabdır. Bu cins kurbanlıklar sol
taraflarına yatırılarak sağ arka ayağı serbest bırakılıp diğer üç ayağı bağlanarak kesilir.
[2771

1768. ...Ziyâd b. Cubeyr'den; demiştir ki: Minâ'da İbn Ömer'le birlikte idim.

Kurbanlık devesini çökdürerek boğazlayan bir adama rastladı (ve ona):

Onu bağlı olarak ayağa kaldır. '(Peygamberimiz) Muhammed (s.a.)'in sünnetine uy!"

ded,.I2M

Açıklama

Metinde geçen "Peygamberimiz (s.a.)'in sünnetine uy!" ; cümlesindeki "sünnet"
kelimesini nasb eden "uy!" fiili hazf edilmiştir. Bu kelimeyi mahzûf bir mübtedâya
haber olmak üzere merfû okumak da caizdir. Bu durumda cümleye "Bu
Peygamberinizin (s. a.) sünnetidir." şeklinde mânâ verilir. Nitekim hadisin bu şekilde
rivayeti de vardır. Harbî'nin "el-Menâsık" isimli eserinde bu hadis-i şerif, "Onu ayakta
boğazla! Çünkü Muhammed (s.a.)'in sünneti budur," anlamına gelen lâfızlarla rivayet

olunmuştur. 1222]
Bazı Hükümler

1. Deveyi ayakta boğazlamak sünnettir.

2. Camim sünnete muhalif bir hareketim görünce susmayıp ona doğrusunu öğretmek
müstehabdır.

3. Sahâbinin "sünnettir" sözü, Buhârî ile Müslim'e göre merfû' hadis hükmündedir.
Nitekim Buhârî ile Müslim'in bu hadisi delil olarak nakletmeleri de bunu gösterir.

4. Devenin ayakta bağlı olarak kesilmesinden maksat, sol ön ayağının iple



bağlandıktan sonra boğazlanmasıdır. Sığırla koyunu yatırarak kesmek ve üç ayağını
bağlayarak sağ arka ayağını serbest bırakmak müstehabdır.



1769. ...Ali (r.a.)'den; demiştir ki: Resûlullah (s. a.) bana, develerine bakmamı,
derileriyle çullarını (fakirlere) dağıtmamı, kasaba bunlardan bir şey vermememi
emretti. Ve;

"Ona biz kendimizden (birşeyler) veririz." buyurdu.

Açıklama

Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, Resûl-i Ekrem (s. a.) Vedâ Haccmda kesilmek üzere
yüz adet kurbanlık deve göndermişti. Bunları Hz. Ali ile ortak olarak
gönderdiklerinden kesim sevabına da ortak olmaları için keserken bıçağı beraber
T2821

çalmışlardı. Resûlullah (s.a.) kesimden önce develerin bakımını Hz. Ali'ye

havale ettiği gibi kesimden sonra deri ve çullarının dağıtımı işini de Hz. Ali'ye havale
etti. Bu hadis-i şerif Buharî ve Müslim'in rivayetinde, Resûlullah (s.a.) bana develerine
bakmamı, etleriyle derilerini ve çullarını tasadduk etmemi, kasaba bunlardan birşey
vermememi emir buyurdu" şeklinde geçmektedir. Buhârî ve Müslim'in bu
rivayetlerinde Ebû Davud'un rivayetinden farklı olarak; "Resul-i Ekrem'in, Hz.Ali'ye
kurbanların etlerini dağıtmasını da emretti" ifadesi vardır.

Ulemâ kurbanlıkların çullarının dağıtımı konusunda özellikle kurbanlık develerin
çulları üzerinde durmuştur. Çünkü deve çulları sahibinin mâlî gücüne göre
değişmektedir. Ekonomik güçlerine göre bazı kimseler bu çulları nakışlı, süslü ve
kıymetli taşlardan yapmışlardır. Genellikle kıymetsiz çulların hörgüç üzerine gelen
kısmı hörgüce göre oyularak oraya yerleştirilip, düşmemesi sağlanırdı. Fakat bu çullar
kıymetli kumaşlardan yapılmış olursa o zaman kumaşın kıymetini düşürmemek için
oyulmazdı. Aynı zamanda da devenin kuyruğuna da iliştirilerek düşmemesi temin

edilirdi.

Bazı Hükümler

1. Bir kimsenin kurban işlerine bakmak, onu keserek etim dağıtmak gibi şeyler
hususunda birini vekil tayin etmesi caizdir.

2. Kurbanın eti, derisi ve çulu fakirlere dağıtılır.

3. Kasaba ücret olarak kurban eti verilemez. İbn-Huzeyme'ye göre hadisten murad,
ücret olarak kasaba kurban eti vermemektir. Beğavî dahi "Şerhu's-Sünne" adlı
eserinde aynı şeyi söylemiş ve "kasabın ücretini tamam verdikten sonra fakir ise, sair
fakirlere olduğu gibi, ona tasaddukta bulunmakta bir beis yoktur" demiştir.

4. Kurban derisinin satılamayacağına kail olanlar bu hadisle istidlal etmişlerdir.
Kurtubî: "Kurban etinin satılamayacağına ulemâ nasıl ittifak ettilerse, derisiyie
çulunun hükmü de böyledir," demiştir. Evzaî, İmam Ah-med, İshak ve Ebû Sevr'e
göre kurbanın derisini satmak caizdir. Şâfiîlerin bir kavli de budur. Bu zevata göre
kurbanın derisi satılarak etinin sarfe-dildiği yerlere verilir. Hz. İbn Ömer'den bir
rivayete göre kurbanın derisini satarak parasını tasadduk etmekte beis yoktur. Hz. Ebû
Hureyre'ye göre ise, kurbanının derisini satan kimse kurbansız kalır. İbn Abbas (r.a.):



"Kurban sahibi deriyi ya tasadduk eder, yahut ondan kendisi faydalanır, başkasına
satamaz," demiştir. İbrahim en-Nehâî ile Hakîm'e göre deriyi satarak.parasıyla kalbur,
elek, balta, terazi gibi nesilden nesile intikal edecek demirbaş eşya almakta bir sakınca
yoktur.

Hanefî ulemâsından Kudûrî kurban derisinin tasadduk edileceğim söylemiş, "Hidâye"
sahibi de aynı şeyleri söyledikten sonra "Çünkü deri, kurbanlığın bir cüzüdür"
demiştir. Bununla beraber elek ve tulum gibi evde kullanılan bir âlet yapılabileceğini,
hatta kurban derisiyie tulum gibi devamlı surette işe yarayan birşey satın almanın
istihsânen caiz olduğunu bildirmiştir. Bu babdaki ayrıntılı bilgi fıkıh kitaplarmdadır.
İbn Ömer (r.a.) kurbanın çulunu Kabe'ye örtermiş. Sonraları Kabe için ayrıca örtü
yapılınca tasadduk etmeye başlamış.

Kadı İyaz'm beyânına göre hayvanı çullamak sünnettir. Ulemâ bunun deveye mahsus

T2841

olduğunu söylerler. Çulun kıymeti kurban sahibinin mâlî varlığına göre değişir. J 1

1770. ...Sâ'idb. Cübeyr'den; demiştir ki: Abdullah b. Abbâs'a:

Ey Ebû Abbâs, ben, Resûlullah (s.a.)'m girdiği ihramın zamanı hakkında sahâbîlerin
görüş ayrılığına düşmelerine şaşıyorum, dedim. (Bana şöyle) cevap verdi:
Gerçekten bunu insanların en iyi bileni benim. Resûlullah (s.a.)'m haccı, (sadece) bir
kere olduğu için (insanlar) bu konuda ihtilâfa düştüler. (Şöyle ki:) Resûlullah (s. a.) hac
maksadıyla (yola) çıktı. Zülhuleyfe'deki namazgahında iki rekât(lik namaz)'ını kıldı.
Namazını bitirince bulunduğu yerde hacca niyet edip hac için yüksek sesle telbiye
getirdi. Bunu kendisinden işiten kimseler kendisinden (işittikleri gibi) bellediler. Sonra
(devesine) binip de devesi O'nu kaldırıp doğrultunca (ikinci) bir telbiye (daha) getirdi.
Bazı kimseler de kendisinden bunu işitmiş oldular. İşte bu (ihtilâfın sebebi) oraya
(halkın) bölük bölük gelmiş olmaları ve devesi onu kaldırdığı sırada Rasûlullah'ı
telbiye getirirken işitenlerin, "Resûlullah (s. a.) telbiyeyi devesi kendisini kaldırdığı
zaman getirdi." demeleri, daha sonra Rasûlullah (s. a.) (deveyle biraz daha ileri) gidip
te Beydâ'nm tepesine çıktığı sırada getirdiği telbiyeyi duyan diğer bazı kimselerin de;
"Rasûlullah (s. a.) Beydâ tepesinde hacca niyet etti." demeleridir. Allah'a yemin olsun
ki O, namazgahında ihrama girdi ve devesi kendisini kaldırınca telbiye getirdiği gibi,
Beydâ tepesine çıktığında da telbiye getirdi. Said (b. Cübeyr) dedi ki:
Abdullah b. Abbas'm (bu) sözüne sarılan(lar) iki rekât(lık namazlarını bitirdikten

sonra yüksek sesle telbiye getirirler.)



Açıklama

İhram; haccı veya umreyi veya her ikisini edâ için mübâh olan şeylerden bazılarını
nefsine geçici olarak haram kılmak onları yapmaktan sakınmaktır. Ayrıca ihram, hac,
umre veya her ikisine birden (hacc-ı kıran) niyet etmek ve "lebbeyk AHahümme
lebbeyk, lebbeyk lâ şerîke leke lebbeyk, innelhamde venni'mete leke ve' 1 -mülk lâ
şerike lek = Emret Allah'ım! Emrine amadeyim, emrine amadeyim, senin ortağın
yoktur emret! Hamd sana mahsustur, nimeti veren sensin, mülk, kâinat üzerindeki ha-
kimiyet ve tasarruf Senindir, Senin benzerin ve ortağın yoktur. diye tel-biyede
bulunmakla olur. Kısaca ifade etmek gerekirse ihram, niyet ve telbi-yeden (veya
telbiye yerine geçen bir zikir veya kurbanlık bedenenin boynuna tasma't'akmaktan)



ibarettir. Bu ikisi bulunmazsa hacca niyet edilmemiş olur.

Niyet için bu iki esasın bulunması şartı hacca mahsus özel bir durumdur. Bu hadis-i
şerif Resûl-i Ekrem (s.a.)'in Veda Haccmda ihrama nereden girdiğini açıkça ifade
etmekte ve bu konuda gelen rivayetler arasında görülen zahirî ihtilâfların arasım

T2871

uzlaştırmaktadır. Bu yönüyle büyük bir ehemmiyeti hâizdir.- 1 1

Bazı Hükümler

1. İhrama, iki rekâtlık İhram namazından veya bir farz namazı eda ettikten sonra ve
kıbleye karşı oturarak girmek müstehabdır. Hanefi uleması, Hanbelîler, İshâk ve Şafiî
ulemâsından bazıları bu görüştedirler. Delilleri ise, konumuzu teşkil eden bu hadis-i
şerifle birlikte Sa'id b. Cübeyr'in İbn Abbas'dan rivayet ettiği şu hadis-i şerifdir:

T2881

"Resûlullah (s.a.) namazdan sonra ihrama girerdi Ancak Tirmizî bu hadisle ilgili

olarak şunları söylemiştir. "Bu hadis garibdir. İlim adamları ihrama namazdan sonra
girmenin müstehab olduğunu söylemişlerdir" demektedir.

Mâliki ulemâsına göre süvari için efdal olan hayvana bindiği zaman, yaya için ise
yürümeye başladığı zaman telbiye getirmektir. Şafiî ulemâsının meşhur olan görüşü de
budur. Delilleri ise Buhârî ve Müslim'in tahrîc ettikleri: "Resûl-i Ekrem (s.a.) devesi

T2891

kendisini kaldırarak doğrulttuğu zaman telbiye getirirdi. mealindeki hadis-i

şerifi ile Müslim'in yine İbn Ömer'den rivayet ettiği "Resûlullah (s.a.) ayağını
üzengiye koyupda hayvanı kendisini kaldırdığı vakit Zülhuleyfe'de telbiye
T2901

getirdi. anlamındaki hadîsi şeriftir. Enes (r.a.)'da bu konuda şunları söylüyor:

"Peygamber (s.a.) Me-dinede dört rek'ât Zulhuleyfede iki rekât namaz kıldı.

r2911 •

Hayvanına binip de hayvan kendisini kaldırınca telbiye getirdi. İmâm Nevevî'ye

göre bütün bu hadislerin manaları birdir ve telbiyeyi deveye bindikten ve deve de
yürümek üzere ayağa kalktıktan sonra getirmenin daha faziletli olduğuna delâlet eder.
i"292] .

J 1 İhram için telbiyenin sözü geçen üç yerde de getirilebileceği konusunda ittifak

etmişlerdir. Ancak ihtilâf hangisinin daha efdal olduğu meselesiyle ilgilidir.

2. İhramlı için ihrama girerken, hayvana veya vasıtaya binerken ve her yüksek tepeye
çıkınca tekbîr getirmek müstehabdır. Her ne kadar musannif Ebû Dâvûd bu hadisin
sıhhati İle ilgili bir söz söylemekten çekinmişse de Hâkim, bu hadisin Buhârî ve
Müslim'in sahihlik şartlarına uygun olduğunu söylemiştir. Bu hadisin râvisi Husayf
hakkında bazı söylentiler varsa da Yahya b.Maîn, Ebû Hâtem, Ebû Zûr'a bu râvinin
sağlam olduğunu söylemişlerdir. Nesâî'ye göre. de bu hadis sahihtir. Bütün bu

[2931

rivayetler bu hadisin zayıf olduğu iddialarını çürütmek için yeterlidir.- 1 1

1771. ...Salim b. Abdullah'tan rivayet edildiğine göre, babası Abdullah b. Ömer şöyle
demiştir: Şurası (sizin) Resûlullah (s.a.) hakkında iddiada bulunduğunuz Beydâ'nızdır.
Resûlullah (s.a.) ise, atıcak mescidin yanında, yani Zülhuleyfe mescidinde ihrama

girdi.



Açıklama



Metinde geçen Beydâ, sahra ye çöl demektir. Fakat burada Zülhuleyfe'nin Mekke

tarafına düşen ve oraya yakın bulunan bir tepedir. Orada bina ve benzeri şeyler

bulunmadığı için "çöl" anlamına gelen *'Beydâ" ismi verilmiştir.

Ulemâ Resûl-i Ekrem (s.a.)'in ihrama nereden girdiği konusunda ihtilâf etmişlerdir.

Bazılarına göre Zülhuleyfe mescidinde iken ihrama girmiş, bir takımları da mescidden

çıktıktan sonra Beydâ denilen tepede telbiye getirdiğini söylemişlerdir.

Hanefî imamlarından Tahâvî diyor ki; "Ulemâdan bir cemaat Resûlullah (s.a.)'ın

Beydâ' da ihrama girdiği rivayetini kabul etmemişlerdir. Zira İbn Ömer'in rivayet ettiği

bir hadiste Hz. İbn Abbas'm şunları söylediği ifade ediliyor:

"Ben bu hususu herkesten iyi bilirim. Resûlullah (s.a.)'dan sâdır olan hüccet birdir.
Halk o hüccet hakkında ihtilâf etmişlerdir. Resûlullah (s. a.) hacca niyet ederek yola
çıkmıştı, Zülhuleyfe mescidinde iki rekât namaz kıldığı vakit orada hacca niyet ederek
telbiye getirdi. Bazıları bunu işiterek belletmişlerdir. Sonra hayvanına bindi, hayvanı
yola çekilince yine telbiye getirdi. Bir takımları' da bunu görmüşlerdir. Çünkü halk
dağınık tyr şekilde geliyorlardı.
Devesi yollandığı vakit telbiye getirdiğini işitenler:

Resûlullah (s. a.) ancak hayvanı yola çekildiği vakit telbiye getirdi, demişlerdir. Sonra
Resûlullah (s. a.) yoluna devam etti. Beydâ düzüne çıktığı vakit tekrar telbiye getirdi.
Bir takımları da bunu görerek:

Resûlullah (s. a.) ancak Beydâ düzüne çıktığında telbiye getirdi, demişlerdir.
Gerçek olan ise şu ki, Resûlullah (s. a.) hacca namazgahında iken niyetlenmiş ve hem
hayvanına bindiği vakit hem de Beydâ düzüne çıktığında telbiye getirmiştir."
Bundan sonra Tahâvî, "Biz de buna kâniyiz. Ebû Hanife ile Ebû Yûsuf, (r.a.) de bu
T2951

görüştedir" der.- 1 1 Evzâî, Ata ve Katâde'ye göre ise, Beydâ'da ihrama girmek

müstehabdır.



Bazı Hükümler



1. Hatalı söze yalan ve iftira demekte bir sakınca yoktur.

2. Medinelilerin mikatı Zülhuleyfe'dir.

3. İhrama girecek kimsenin iki rekât nafile namaz kılması müstehabdır.

1772. ...Ubeyd b. Cüreyc'den rivayet olunduğuna göre Ubeyd, Abdullah b. Ömer
(r.a.)'e:

Ey Ebû Abdurrahman! Görüyorum ki, sen arkadaşlarının yapmadığı dört şeyi
yapıyorsun, demiş, İbn Ömer (r.a.) de:
Onlar nedir Ey İbn Cüreyc demiş. Ubeyd:

Senin Kabe rükünlerinden yalnız (iki rükün olan) Rükn-i Yemânîlere dokunduğunu
gördüm. Ve yine gördüm ki "Sıbtiyye" denilen ayakkabıları giyiyorsun. Ve yine
gördüm ki (elbiseni veya saçım) sarıya boyuyorsun. Bir de Mekke'ye vardığında
başkaları hilâli gördükleri vakit telbiyede bulunurken senin terviye gününe kadar
telbiye getirmediğini gördüm, cevabım vermiş. Bunun üzerine Abdullah b. Ömer (r.a.)
şunları söylemiş:

Rükünlere gelince: Ben, Resûlullah (s.a.)'i iki Rükn-i Yemânî'den başkasına
dokunurken görmedim. Sıbtiyye denilen ayakkabıları giymemin sebebi: Resûlullah



(s.a.)'i kılsız ayakkabı giyerken görmüş olmamdır. Onlarla abdest alırdı. Binâenaleyh
ben de öyle ayakkabı giymeyi tercih ederim. Sarı boyaya gelince: Ben Resûlullah
(s.a.)'i sarı boyalı elbise giyerken gördüm. Bu sebeple ben de san boyalı elbiseyi
giymeyi severim. Telbiye meselesinde dahi Resûlullah (s.a.)'ı hayvan, kendisim

T2981

kaldırıp doğrultuncaya kadar telbiye ederken görmedim.- 1 1

Açıklama

Rükn-i Yemânî: Kabe'nin, Yemen'e bakan cephesinde ve Hacer-i Esved'e varmadan
önceki köşedir. Ka'be'yi sola

alarak tavaf ederken Hacerü'l-Esved'in bulunduğu köşeye varmadan önceki köşe,
Yemen tarafmal baktığı için bu isim verilmiştir. Biraz daha ilerleyince Hacerü'l-
Esved'in bulunduğu köşeye varılır ki, bu köşeye üzerinde Hacerü'l-Esved bulunduğu
için Rükn-i Hacerî denildiği gibi, Irak tarafına baktığı için Rükn-i Irakî de derler.
Rükn-i Yemânî ile Rükn-i Hacerî aynı çizgi üzerinde bulundukları için tağlib yoluyla
mecazen her ikisine birden "Yemâniyân" denilirken Hatîm tarafında kalan çizgi
üzerindeki iki köşeye de, Şam tarafında bulundukları için "Şamiyân" denilir.
Ulemânın beyânına göre Yemâniyân denilen köşeler Hz. İbrahim (a.s.)'m attığı temel
üzerinde kalmışlardır. "Şâmiyân" denilen köşelerin yeri ise değiştirilmiştir. Bu sebeple
"Rükn-i Şâmi" denilen iki köşeye istilâm edilmez. İstilânı, "Yemânî" denilen köşelere,
yapılır. Bilindiği gibi, "istilâm" elle dokunmak, yahut öpmek demektir.
Bu hadis-i şerifin zahirinden anlaşılıyor ki, Abdullah b. Ömer'in dışında, Ubeyd'in
gördüğü bütün sahabe ve tabiîler Ka'be'nin dört rüknünü de istilâm ederlermiş.
Nitekim el-Hasen, Huseyn, İbnü'z-Zübeyr, Câbir b. Abdullah, Enes, Urvetübnü'z-
Zübeyr, Mu'âviye, Câbir b. Zeyd ve Süveyd b. Gafele'den gelen rivayetler de,
Ubeyd'in bu rivayetini doğrulamaktadır.

Bu konuda Ebu't-Tufeyl'den rivayet edilen bir hadisin meali şöyledir:

Biz, İbn Abbâs ile beraberdik. Mu'âviye, her rüknü behemehal istilâm ederek

geçiyordu. Bunun üzerine İbn Abbas O'na şöyle dedi:

Resûlullah (s. a.) yalnız Hacerü'l-esved'i ve Rükn-i Yemânf yi istilâm etti." Mu'âviye
(cevâb olarak);

[2991

Beytu'llah'm mehcûr (istilâm edilemeyecek) tarafı yoktur, dedi.

Tirmizî'ye göre bu hadis hasen ve sahihdir. Ebû Tufeyl'in bu hadisini Ahmed b.
Hanbel de, Müsned'inde Mücâhid'den rivayet etmiştir. İmâm Ahmed (r.a.)'m bu
rivayetinde şu ilâve de vardır. "İbn Abbas,.... "gerçekte Resûlullah'ta sizin için güzel

örnekler vardır" dedi.^^ Bunun üzerine Hz. Muâviye (İbn Abbas'a) "doğru

söyledin" diye cevap verdi. Ahmed b. Hanbel'in bu rivayeti Hz. Muâviye'nin
Kabe'nin dört rüknünün de selamlanması gerektiğine dair olan görüşünden
vazgeçtiğini gösterir. Ayrıca îmâm Mâlik'in Hişâm b. Urve'den rivayet ettiği bir
hadisde de "Urve b. Zübeyr'in Beyt-i Şerifi tavaf ettiği zaman bütün rükünleri istilâm
[3021

ettiği" J 1 ifâde edilmektedir. Çünkü kardeşi Abdullah ibn ez-Zübeyr H.65 yılında

Kabe'yi Hz. İbrahim'in temelleri üzerine bina etmişti. H. 73 yılında Hac-cac'm Kabe'yi

yıkmasına kadar bu hal üzere

kaldı.™ Bu

süre içerisinde halk Kâbe-i

Muazzama'nm dört köşesini de istilâm etmişlerdir.



Bu konuda İmâm Şafiî (r.a.) de şunları söylemiştir: "Hz. Muâviye'nin 'Beytullah'ın
mehcûr (istilâm edilemeyecek) tarafı yoktur' sözüne gelince şunu ifade etmek isterim
ki, biz hiçbir zaman Beyt'i ifclâm etmeyi terk etmiyoruz. Biz sadece Resûl-i Ekrem'in
sünnetine uyuyoruz. Beyt-i Şerifin iki rüknünü istilâm etmemek o iki rüknü terk etmek
anlamına gelseydi, rükünler arasında uzanan duvarları ve taşları terk etmek de
Kabe'nin büyük bir kısmini teşkil eden duvarları terk etmek anlamına gelirdi. Halbuki
yeryüzünde Kabe inşa edildiği günden beri Kabe'nin köşeleri arasında kalan duvarları
hiç bir kimse istilâm etmemiş, bu duvarlar istilâm edilmediği için de "Ka'be
terkediliyor" diye tenkidde bulunan bir kişiye rastlanmamıştır.

Bu konuda İbn Ömer şunları söylüyor: "Resûlullah (s.a.)'m "Şâmiyân" denilen
köşeleri istilâm etmeyişinin sebebi bu köşelerin, Hz. İbrahim'in attığı temellerin
köşeleriyle çakışmayışlanndandır. İbnü't-Tîn'in beyânına göre yukarıda geçen İmâm
Mâlikin rivayet ettiği, Urve b. ez-Zübeyr'in, Ka'be'nin bütün köşelerini istilâm ettiğini
ifâde eden hadisi de bu açıdan ele almak mümkündür. Çünkü el-Ezrakî'nin Mekke
Tarihi isimli eserinde de, açıklandığı gibi İbnü'z-Zübeyr, o devirde Ka'be'nin
duvarlarını Hz. İbrahim'in temelleri üzerine yeniden oturtup, tamamlamış ve inşâ'at
tamamlanınca Ten'-îm'e gidip oradan ihrama girerek umre yapmış ve tavafı esnasında
Ka'be'nin dört köşesini de istilâm etmişti. Hz. İbnu'z-Zübeyr, şehid edilinceye kadar
Ka'be bu haliyle kaldı ve tavaf eden kimseler. Beyt'in dört köşesini de istilâma devam

etti.^^ Fakat, hicri 73 yılında Haccâc'm Ka'be'yi yıkmasından sonra, bir daha Hz.

İbrahim'in temelleri üzerinde inşâ edilememiştir. İshâk'dan rivayet edilen bir
hadisin ifâdeleri de şu mânâya gelmektedir: "Adem (a. s.) hac yaptığı zaman, Ka'be'nin
dört köşesini de istilâm ederdi. Hz. İbrahim ile Hz. İsmail de Beyt-i Şerifin inşâsını
bitirdikleri zaman Ka'be'yi yedi defa tavaf ettiler. Ve her defasında Beyt'in dört
köşesini de istilâm ettiler." Dâvudî'nin ifâdesine göre Hz. Mu'âviye'nin "Beytu'llah'm

meh-cûr (istilâm edilemeyecek) tarafı yoktur."^^ demesinin sebebi, Ka'benin ol-
duğu gibi Hz. İbrahim'in attığı temellerin üzerinde yükselmiş olduğunu zan-
netmesinden başka bir şey değildir. İşin aslı hiç de Mu'âviye'nin zannettiği gibi

değildir.

Abdullah b. Ömer (r.a.)'nm rivayetine göre, Resûlullah (s. a.) Hz. Aişe (r.anhâ)'ya,
"Sen kendi kavminin Ka'be'yi inşâ ederlerken Hz. İbrahim'in attığı temellere göre inşâ
etmeyip O'nu küçülterek inşâ ettiklerini biliyor musun?" deyince Hz. Aişe de; Ya
Resûlullah, O'nu Hz. İbrahim'in attığı temellere göre yeniden inşâ etsen, demişti.
Resûl-i Ekrem (s. a.) de;

"Eğer senin kavminin beni küfürle itham etmelerinden korkmasaydım, bunu
yapardım" diye cevâb vermiştir. Abdullah b. Ömer, dedi ki: "Eğer, Hz. Aişe Resûl-i
Ekrem'den bu hadisi işitip de, nakletmiş olmasaydı, o zaman ben de, Resûl-i Ekrem'in
rükn-i şâmileri selâmlamayışmm sebebini bu iki rüknün Hz. İbrahim'in belirlediği

T3081

köşelerin üzerinde yükselmeyişine bağlamazdım.

Bilindiği gibi istilâm Hacerü'I-Esved'e elle dokunmak yahut öpmektir. Bunları
yapamayanlar sopa gibi bir şeyle dokunarak, dokundukları şeyi öperler,



Sıbtiyye'denilen ayakkabılardan murâd, tabaklanmış sığır derisinden yapılan
ayakkabıdır. (Bazılarına göre Sıbtiyyej, derisi üzerinde kıl bulunmayan ayakkabıdır.



Arapların âdeti deriyi tabaklamadan kılları ile ayakkabı yapmakmış.) Tabaklanmış
deriler, Tâif gibi yerlerde yapılır. Bunlardan yapılan ayakkabıları zenginler
giyerlermiş.

Hadis-i şerifteki sarıya boyanma tâbiri ile elbisenin veya saçın boyanması ifâde
olunmuştur.

Ayakkabılarıyla abdest almaktan murâd, abdest aldıktan sonra onları yaş ayakla
giymektir. ^Q9]



Bazı Hükümler



1. Kabe'nin rükn-i Yemani denilen iki köşesine dokunmak müstehabtır.

Kadı İyaz diyor ki: "Bugün Ka'be'nin rükn-i Şâmî denilen köşelerine istilâm
yapılmayacağında ulemâ ittifak etmişlerdir. Bu hususta yalnız Asr-ı saadette bazı
ashâb ve bazı tabiîn arasında ihtilâf vâki' olmuştur. Sonra hilaf ortadan kalkmıştır.
Yine Kadı İyaz'in beyânına göre Haceru'l-Esved'm bulunduğu rükn iki şeyle yani
istilâm ve öpmekte, diğer Rükn-i Yemânî ise, yalnız istilâm ile hususiyet
kesbetmişlerdir.

Rükn-i Şâmîler öpülmediği gibi, onlara istilâm dahi yapılmaz. Sahabe ve tabiînden
bazıları onlara dokunmayı da müstehab sayarlarmış.

İbn Abdilberr: "Câbir, Enes, Ibnuz-Zübeyr, Hasan ve Hüseyin (r.a.) hazerâtmm bütün
rükünleri istilâm ettikleri rivayet olunmuştur," diyor.

2. "Sıbtiyyej" denilen tabaklanmış deriden mamul ayakkabıları giymenin caiz olduğu
hususunda İbn Abdilberr, ulemânın müttefik olduklarını söylemiştir. Bazıları bunların
kabristanda giyilmesini mekruh addetmişlerdir.

3. Sarı boya meselesi elbiseye olduğu gibi bedene de şâmildir.Bununla beraber mesele
ulemâ arasında ihtilaflıdır.

Kadı İyaz'a göre hadisteki sarı boyadan mûrad elbiseninin boyanmasıdır.Fakat İbn
Ömer (r.a.)'dan gelen rivayetlerden anlaşıldığına göre kendisi sakalını safran ile sarıya
boyar, Resulullah (s.a.)'m da böyle yaptığını söylermiş. Zira müellif Ebû Davud'un
tahrîc ettiği bir" rivayette Peygamber (s.a.)'in sarı boyayla elbisesini ve sarığını
boyadığı bildirilmiştir. Ashâb-ı Kirâm'm birçokları ile tabiîn hazerâtımn sakallarını
sarıya boyadıkları rivayet olunmuştur. Ebû Hureyre ile Hz. Ali (r.a.) bunlar
meyanmdadır.

4. İhlâl yani yüksek sesle telbiye meselesi dahi ihtilaflıdır.Bazılarma göre Zilhicce
ayını karşılamak için telbiyede bulunmak efdaldir. İmâm-ı Şafiî'ye göre yola revân
olmak üzere hayvan, yerinden kalktığı zaman telbiye getirmek daha faziletlidir. İmâm
Mâlik ile İmâm Ahmed'in kavilleri de budur. İmâm-ı A'zam'a göre namazı kıldıktan
sonra oturduğu yerde telbiye getirmek efdaldir.

5. Mîkatte ve Harem dâhilinde ikâmet eden kimselerin hac için ihrama, Minâ'ya
hareket günü olan ve "terviye günü" denilen Zilhicce'nin sekizinci gününde ve yola
çıkılacağı sırada girmeleri müstehabdır. İbn Ömer (r.a,) ile Şafiî ulemâsı ve bazı
Mâlikîler bu görüştedirler. Ulemânın büyük çoğunluğuna göre ise, efdal olan
Zilhicce'nin birinci günü ihrama girmektir. Aslında bu tarihlerin hepsinde ihrama
girmenin caiz olduğunda ulemâ ittifak etmiştir. İhtilâf sadece bu tarihlerin hangisinde

ihrama girmenin daha faziletli olduğu konusundadır. ^ _ ^



1773. ...Enes (r.a.) den; demiştir ki: Resûlullah (s.a.) öğleyi Medine'de dört (rekât)
olarak kıldı, ikindiyi de iki (rekât) olarak Zülhu-leyfe'de kıldı. Sonra geceyi
Zülhuleyfe'de geçirdi. Nihayet sabah olunca hayvanına bindi. Kendisini, hayvan

kaldırınca yüksek sesle telbiye getirdi.^
Açıklama

Resûl-i Ekrem (s.a.) hac için yola çıkmadan önce öğle namazını mukîm olarak,
Medine'de dört rekât kılmıştır. İkindi namazını ise, Zülhuleyfe'de seferi olduğu için iki
rekât olarak kılmıştır. O gün geceyi Zülhuleyfe'de geçirmiş ertesi günü yine orada
kurbanlık develerinin hörgliçlerinin sol taraflarını çizerek işaretlemiş ve çıkan kanları
eliyle sildikten sonra boyunlarına birer çift nalın takmış ve Beyt-i Şerife hareket etmek
üzere devesine binmiştir. 1770 numaralı hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi
namazdan sonra ihrama girmiş, ayrıca hem devesine binince nemde devesi kendisini
Beydâ tepesine çıkardıktan sonra yüksek sesle telbiye getirmiştir. Bu hadisin elrHasen
tarikiyle gelen rivayeti "Resûhıllah (s.a.) Beydâ'da öğle namazını kıldıktan sonra umre

T3121

ve hac için ihrama girdi, daha sonra da bineğine binerek Beydâ dağına tırmandı.

şeklindedir.

Metinde geçen "ehelle" kelimesi hac veya umre için ihrama girmek anlamına geldiği

[313]

gibi yüksek sesle telbiye getirmek anlamına da gelmektedir.

1774. ...Enes b. Mâlik' den rivayet olunduğuna göre, Peygamber (s.a.) öğle namazını

kıldıktan sonra binitine binmiş, Beydâ dağına çıkınca da yüksek sesle telbiye

. . .. [314]
getirmiştir.

Açıklama

1770 numaralı hadis-i şerifin şerhinde açıkladığımız gibi Resûl-i Ekrem (s.a.)'in
ihrama ne zaman ve nerede girdiği farklı şekillerde nakledilmektedir. Bu farklılık
hacda bulunan ashabın çok olması sebebiyle Peygamber (s.a.)'in her hareketini anında
görememelerinden kaynaklanmaktadır. Her sahâbî sadece görebildiğini nakletmiştir.
Kimisi Hz. Peygamberi namazdan sonra ihramlı görmüş onu nakletmiş, bineği
üzerinde ihramlı görmüş onu nakletmiş, kimisi de Beydâ'da bineği üzerinde ihramlı
görmüş onu nakletmiş ve hepsi de Hz. Peygamber (s.a.)'i gördükleri zaman o anda
ihrama girdiğini zannetmişler. Gerçek; Hz. Peygamber Zülhuîeyfe mescidinde kıldığı
namazdan sonra ihrama girmiş, daha sonra hem devesi kendisini kaldırınca, hem de

Beydâ tepesine çıkınca yüksek sesle telbiye getirmiştir.

1775. ...Aişe bint Sa'd b. Ebî Vakkâs'dan; Sa'd b. Vakkâs (şöyle) demiştir:
Peygamber (s.a.) (hacca gitmek için) el-für' yolunu seçecek olursa;' bineği kendisini
kaldırdığı zaman yüksek sesle telbiye getirerek ihrama girerdi. Eğer Uhud yolunu
seçecek olursa, Beydâ dağı üzerine çıktığı zaman yüksek sesle telbiye getirerek ihrama

girerdi.^ ^



Açıklama



el-Für': Mekke ile Medine arasında Rebeze'nin nâhiyelerinden büyük bir koydur.
Medine ye 178 km. uzaklıktadır. Orada yirmi bin kadar hurma ağacı sulayan Rabaz ve
Necef isimli iki pınar bulunmaktadır.

"Eğer Uhud yolunu geçecek olursa Beydâ dağı üzerine çıktığı zaman yüksek sesle
telbiye getirerek ihrama girerdi," cümlesinde bir yanlışlık vardır. Çünkü Uhud
Medine'nin kuzeyinde, Mekke ise, Medine'nin güneyinde bulunmaktadır. Bu
bakımdan Medine'den Mekke'ye giden bir hacı adayının yolu hiçbir zaman Uhud'dan
geçmez. Gerçek, Beyhakî'nin Yahya b. Ebî Talib vasıtasıyla Vehb'den rivayet ettiği ve
şu ma'nâya gelen sözlerin ifade ettiği gibidir: "Eğer Mekke'ye gitmek için bir başka
yolu seçecek olursa Beydâ dağı üzerine çıktığı zaman yüksek sesle telbiye getirerek
ihrama girerdi."

Bu yanlışlık râvi Muhammed b. Beşşâr'a aittir. Yine bu hadisin senedinde bulunan,
Muhammed b. İshâk her ne kadar tedlîs yapmakla maruf ise de, güvenilir ve rivayeti
[317]

makbul bir râvidir. J L



22. Hac İçin thrama Girerken Şart Koşmak

1776. ...İbn Abbâs (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre Dubâa bint ez-Zübeyr b.
Abdilmuttalib, Resûlullah (s.a.)'e gelip,

Ey Allah'ın Resulü, ben hacca gitmek istiyorum (ihrama girerken) şart koşabilir

miyim? demiş. Resûl-i Ekrem (s. a.) de;

"Evet" cevabını vermiştir. (Bunun üzerine Dubâa),

Şartı nasıl koşayım? deyince, (Resûl-i Ekrem efendimiz);

"Ey Allah'ım emrine amadeyim, ey Allah'ım beni engellediğin yerde ihramdan

T3 181

çıkmam şartıyla emrine âmâdeyimîde" buyurmuştur. J 1

Açıklama

1. Dubâa, Resûlullah (s.a.)'m amcası kızıdır. Sancılı bir kadındı; sancısı gelirse
haccmm yanda kalacağından korkuyordu. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (s. a.), ona
şartlı olarak ihrama girmesini ve bunun için ne söylemesi gerektiğini öğretti. Buna
göre Hz. Dubâa sancılandığı takdirde ihramdan çıkıp geri dönebilecekti ve hakkında
hiçbir sorumluluk lâzım gelmeyecekti.

Ancak ulemâ, böyle bir şartın caiz olup olmayacağında ihtilâf etmişlerdir.

2. Ashâb-ı kiramdan Hz. Ömer, Osman, Ali, İbn Mes'ud, Ammâr ve İbn Abbâs
(r.anhum) hazretleri ile tabiînden Sa'îd b. el-Müseyyeb, Ur-ve, Atâ, Alkame ve Şureyh
şartlı olarak ihrama girmeyi caiz görmüşlerdir. Delilleri ise, mevzuumuzu teşkil eden
hadis-i şeriftir.

3. Haccı tamamlamaya engel teşkil edecek bir hastalığın veya benzeri bir arızanın
ortaya çıkması halinde ihramdan çıkabilmek için ihrama girerken şartlı olarak girmiş
olmak gerekir. İhrama şartlı olarak girmemiş olan bir kimse karşılaştığı bir engel
sebebiyle ihramdan çıkamaz. Zahirî uleması bu görüştedir. Sözü geçen ulemâya göre



hadisin zahirinden bu mânâ anlaşılmaktadır. Ayrıca şu hadisi de bu görüşlerine delil
getirirler: "Haccet ve şart koş! Ya Rabbî! İhramdan çıkacağım yer, beni haccetmekten

[3191

âciz kılacağın yer olsun de!

İmâmı Şafiî ve Ahmed (r.a.)'m sahih olan görüşlerine göre ihrama şartlı olarak girmek
müstehabdır. İmâmı Şafiî Kitâb-ül menâsık'de bu konuyla ilgili görüşlerini şöyle
açıklıyor: "Eğer şartlı olarak ihrama girme konusundaki (Müslim'in rivayet ettiği) Hz.
[3201

Aişe hadisinin 1 sabit olduğundan emin olsaydım, bu konuda başka bir delil

aramaya asla lüzum görmezdim. Çünkü Resûl-i Ekrem (s.a.)'dan geldiği kesinlikle

belli olan bir hadis karşısında başka bir.görüşe yer vermek helâl değildir." Şafiî

ulemâsından Beyhakî, İmâm Şafiî'nin bu ve benzeri meselelerdeki hareket tarzının

odak noktasını teşkil edecek usûlünü bu şekilde naklettikten sonra İmâm-ı Şafiî'nin

görüşünü açık ve kesin bir şekilde şöyle temellendiriyor: "Hz. Aişe hadisinin Hz.

Peygamberden (s. a.) nakledildiği, çeşitli yollardan gelen rivayetlerle sabit ol-

♦ ,, 1321]
muştur.

Mâlikî ve Hanefî ulemâsıyla tabiîn ulemâsından bazılarına göre ise, bir kimsenin
ihrama şartlı girmesi o kimseye ayrı bir hak ve bir ayrıcalık tanımaz. Bu konuda bu
kimse de başkalarının tâbi olduğu hükümlere tâbidir. Başka bir tâbirle haccı
tamamlamadan ihramdan çıkma konusunda ihrama şartlı olarak giren kimseyle şartsız
olarak giren kimse arasında bir fark yoktur. Çünkü İbn Ömer'den rivayet edilen şu
hadis-i şerif buna delâlet etmektedir: "Abdullah b. Ömer şartlı haccı tanımaz ve
Peygamberimizin sünneti size kâfi değil mi? derdi." ibn Ömer, İbn Abbâs'm şartlı hac
hakkındaki fetvasını tanımamış ve Peygamber (s.a.)'m şartlı hac yapmadığım
belirterek müslümanları onun sünnetine uymaya davet etmiştir. el-Beyhâkî ise, "Du-

[3221 •

bâ'a'nm hadisi ibn Ömer'e varmış olsaydı onu kabul ederdi" diyor. imâm

Tırmizî'ye göre mevzûmuzu teşkil eden hadis, hasen ve sahîhdir. Tirmizî'-nin bu

[3231 •

hadisini aynı zamanda Buharî ile Beyhakî de rivayet etmişlerdir. J 1 ileride kırk

dördüncü babda bu konu genişçe ele alınacaktır.

3. Şartlı ihrama girmenin caiz olmadığını söyleyen ulemâya göre şartlı ihrama girmek
Hz. Dubâ'a'ya ait özel bir durumdur.

Şafiî ulemâsından, Hattâbî'nin beyânına göre Hz. Dubâ'a'nm durumunda olan herkes
şartlı olarak ihrama girebilir. Şevkânî'nin beyânına göre ise, Hz. İbn Abbâs şartlı
ihrama girmenin neshedildiği görüşündedir. Lakin İbn-i Abbas'dan gelen bu rivayetin
senedinde el-Hasen b. Umâre vardır. Bilindiği gibi bu zâtın rivayetleri muteber
değildir. Metinde geçen "Beni engellediğin yerde ihramdan çıkmam şartıyla"
cümlesinin zahiri, ihramda iken engelle karşılaşan bir kimsenin kaldığı yerde
ihramdan çıkabileceğine ve bulunduğu yer haremin dışında bile olsa kurbanlarını
orada kesebileceğine delâlet ettiğinden Şafiî, Hanbelî ve Mâlikî ulemâsı bu konuda
böyle hüküm vermişlerdir.

Hanefî ulemâsına göre ise böyle bir engelle karşılaşan bir kimse hiçbir zaman harem
hudutları haricinde kurbanını kesemez. Çünkü kurban ancak harem hudutları
içerisinde kesilir. Bu bakımdan bu duruma düşen bir kimse şayet kurbanlığı yanında
ise, onu kesilmek üzere birisiyle hareme gönderir ve ondan kurbanlığı hangi tarihte
hareme eriştireceğine dair söz alır. Kurbanlığının kesildiğinden emin olduktan sonra
ihramdan çıkar. Şayet kurbanlığı yanında değilse, belli bir günde bir kurban alıp



kesmek üzere birini vekil tayin eder ve o günde ihramdan çıkar. Bu konudaki delilleri
ise; "Haccı da umreyi de Allah için tam yapın. Fakat (herhangi bir sebeble bunlardan)
alı-konursanız, o halde kolayınıza gelen kurban(ı gönderin. Bununla beraber) kurban

[3241

yerine (Minâ'ya) varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyiniz... mealindeki âyet-i

kerimedir.

23. İfrad Haccı (Umresiz Hac)

1777. ...Aişe (r.anha)dan rivayet edildiğine göre Resûlullah (s. a.) (umresiz olarak)
sadece hac yapmıştır.

Açıklama

İfrâd, Temettü' ve Kıran olmak üzere üç çeşit hac vardır. Umresiz olarak yalnız başına
hacca niyet edilirse, bunun

adına "ifrad" ve bu niyetin sahibine "müfrid" denir. Hac mevsiminde önce umre, sonra
hac için ihrama girilirse, buna "temettü" ve bunu yapana da "mutemetti" denir. Umre
ile hac, bir ihram ve bir niyetle yapılırsa buna da "kıran" ve bunu yapana "kârin" denir.
D271

Ulemâ bu üç çeşit hacdan hangisinin daha faziletli olduğu konusunda ihtilafa
düşmüşlerdir. Bu ihtilaf Resûl-i Ekrem (s.a.)'in yaptığı haccm, hangi neviden hac
olduğu meselesinden kaynaklanmaktadır. Bu mevzu ile ilgili görüşleri şu şekilde
özetlemek mümkündür:

1. Şafiî ve Mâliki ulemâsına göre Peygamber (s.a.) ifrad haccı yapmış-lir, dolayısıyla
ifrad haccı, temettü' ve kıran haclarından daha faziletlidir. Aynı zamanda İmâm Evzaî
de bu görüştedir. Delilleri ise, konumuzu teşkil eden Ebü Dâvûd hadisi ile birlikte
İmâm Ahmed ve Müslim'in rivayet ettikleri Ebû Dâvûd hadisiyle aynı anlama gelen

hadislerdir.^^ Ayrıca daha önce tercümesini sunduğumuz 1752 numaralı hadis-i
şerif de sözü geçen ulemânın delilini teşkil etmektedir.

2. İmâm Ahmed'e göre ise, efdal olan temettü' hacadır. Sonra ifrâd sonhra da kıran
haccı gelir. İbn Kudâme'nin el-Muğnî'de beyân ettiğine göre eğer hacı adayı
kurbanlığını Beyt-i Şerife göndermişse kıran haccma niyetlenmesi daha faziletlidir.
Yoksa temettü' haccı daha faziletlidir.

3. İmâm Şafiî'ye göre, ise, efdal olan ifrad hacadır. Sonra temettü sonra da kıran haccı
gelir.

4. Hanefî ulemâsına göre ise en faziletli hac kıran hacadır. Sonra temettü' sonra da
ifrad haccı gelir. Hanefî ulemâsının bu konudaki görüşlerini şu şekilde özetlemek
mümkündür:

Araştırıcılar, Hz. Peygamber'in yaptığı haccm, hacc-i kıran olduğunu söylerler.
Nitekim, on iki sahâbînin bu konudaki rivâyetleriyle de asla te'vile gerek kalmayacak
şekilde hükme bağlanmıştır. İbn Hazm, Veda Haccı ile ilgili olan bu rivayetleri bir
araya toplamıştır. Hemen şunu da belirtelim ki, Hz. Peygamberin yaptığı haccm nevî
konusunda değişik rivayetler de yok değildir. Meselâ, haccı- ifrâd yaptığını rivayet
edenler vardır. Bunu rivayet eden sâhâbî Hz. Peygamberin hacca niyet etliğini görmüş,



umreye niyetini görmemiş olmalı ki, sadece gördüğünü, nakletmiştir. Veyahut da "Hz.
Peygamber hacc-ı ifrâd yaptı" diyenler "ifrâd" kelimesiyle Hz. Peygamber'in hayatı
boyunca tek bir defa hac yaptığım kasdetmektedirler. Çünkü Peygamberimiz Veda
Haccmdan başka hac yapmamıştır.

Hz. Peygamber'in hacc-ı temettü' yaptığını rivayet eden ashâb ise, Hz. Peygamberi
umre için ihrama girerken görmüş olup, hac için niyet edişini, sesinin yavaşlığı

[3291

yüzünden duyamamış olmalıdır. J L Yahut da, Hz. Peygamber "hacc-ı temettü'

yaptı" sözüyle hacc-ı kıran yaptığı kastedilmektedir. Çünkü Arapların eskiden "kıran"
kelimesi yerine "temettü" kelimesini de kullandıkları olmuştur. Yahut da bazı hadis-i
şeriflerde geçen "Resûl-i Ekrem ifrâd haccı yaptı", yahut "temettü' haccı yaptı" gibi
cümlelerdeki "ifrâd haccı yaptı", "temettü* haccı yaptı" ifâdelerinin, "Resûlullah bu
hacların da yapılmasını emretti" anlamında kullanılmış olması, "Resûl-i Ekrem
(s.a.)'in bizzat kendisinin ifrad veya temettü' haccı yaptığı" anlamında kullanılmadığı
da düşünülebilir. Çünkü bir işin yapılmasını emreden kimseden bahsedilirken o işi

[3301

yapan bir kimse olarak bahsetmek mümkündür.- 1 1 Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.)'in

kıran haccı yaptığını ifade eden hadisler daha açık, râvilerinin daha fazla olması ve

daha fazla cümleler ihtiva etmesi gibi özellikler taşımaları sebebiyle ifrad veya

[3311

temettü' haccı yaptığını ifade eden hadislere tercih edilebilirler.- 1 1

[3321

Hanefîlerin bu mevzuda en kuvvetli delillerinden biri de 1 795 numaralı hadistir. J 1

1778. ...Aişe (r.anhâ)'dan demiştir ki: Zilhicce hilâline yakın (bir günde) Resûlullah
(s.a.) ile beraber yola çıktık. Zülhuleyfe'ye varınca (Resûlullah (s. a.):
"Hacca niyet etmek isteyen (hacca) niyet etsin. Umreye niyet etmek isteyen de umreye
niyet etsin" buyurdu. Vuheyb hadisinde, Musa (Resûl-i Ekrem'in) "Eğer hedy
kurbanını göndermiş olsaydım ben de umreye niyet ederdim" (buyurduğunu) rivayet
etti. (Mûsâ), Hammâd b. Seleme hadisinde de (Resûl-i Ekrem (s.a.)'in şöyle bu-
yurduğunu) rivayet etti "Bana gelince; ben hacca niyet ediyorum. Çünkü yanımda
hedy kurbanlığı vardır."

(Bu hadisi Ebû Davud'a farklı şekilde nakleden râvîler, hadisin bundan sonraki
kısmında Hz. Aişe'nin sözlerini naklederlerken, hadisin bundan) sonrasında ittifak
ettiler: (Hz. Aişe dedi ki:) Ben de umreye niyet eden(ler) arasmdaydım. Yolun bir
kenarına varınca hayızlandım. Ben ağlarken Resûlullah (s.a.) yanıma çıkageldi:
"Seni ağlatan şey nedir?" dedi. ben de

"Keşke bu sene hac yolculuğuna çıkmasaydım, dedim. (Bunun
üzerine).

"Umreyi bırak, saçını çöz ve taran" buyurdu.

Mûsâ (bu cümleyi) "Hacca niyet et" (şeklinde) Süleyman ise, "Müslümanlar
haclarında ne yapıyorlarsa, sen de onu yap" (buyurdu) diye rivayet etti. (Medine'ye)
dönüleceği gece Resûlullah (s.a.) Abdurrahman'a Hz. Aişe'yi (umre için ihrama
girmek üzere) Ten'îm'e götürmesini emretti. Mûsâ (bu rivayete şunları) ilâve etti: (Hz.
Aişe (r.anha) terkettiği) umresinin yerine (yeniden) ihrama girdi ve Beyt'i tavaf etti.
(Bu suretle) Allah (onun) umresini de haccmı da gerçekleştirmiş oldu. (Daha önceki)

T3331

terk ettiği umreden dolayı bir kurban lazım germedi.

Ebû Dâvûd dedi ki Musa, Hammad b. Seleme hadisine (şu cümleleri de) ilâve etti.



Aişe (r.anha) Batha gecesinde (hayızdan) temizlendi.



Açıklama

Bu hadis-i şerif Ebû Davud'a iki ayrı senedle ulaşmıştır. Bunlardan birisi Süleyman b.
Harb diğeri de Mûsâ b. İsmail senedidir.

Ayrıca bu hadis Mûsâ b. İsmail'e de birisi Vuheyb, diğeri de Hammad olmak üzere iki
ayrı senedle ulaşmıştır. Bütün bu senedlerin hepsi de daha yukarıda Hişâm b. Urve'de
birleşmekte ve Hişâm'm babası Urve vasıtasıyla da Hz. Aişe'ye ulaşmaktadır.
Bilindiği gibi bir hadisin iki veya daha fazîa isnadı varsa bir isnâddan ötekine
geçerken araya harfi koyarlar. Bu harf "tahavvül'den kısaltmadır ve isnadın değiştiğini
gösterir. Hadisi okuyan ona geldi mi (hâ) diye okuyup geçmelidir. Bazıları sözü geçen
harfin araya girmek manasına gelen fiilinden kısaltma olduğunu ve ona gelince bir
şey söylemek icab etmediğini söylerler. Bu harfin hadisi okumaya devam işareti
olduğunu söyleyenler de vardır. Hatta mağrib ulemâsı ona vardıkları zaman "el-
hadise" derlermiş, "el-hadise" hadisi oku demektir. Konumuzu teşkil eden bu hadis-i
şerifte farklı isnadlardan doğan farklı ifadeler vardır ki tercüme esnasında bu rivayet
farklarına işaret ettik.

Resûl-i Ekrem (s. a.) "Umreyi bırak, saçını çöz ve taran" emriyle, "Umre ihramından
çık ve umre ile ilgili fiilleri terk et," demek istemiştir. Çünkü bu cümledeki "Umreyi
bırak" sözü bunu açıkça ifade etmektedir. Ayrıca "taran" emri de bu mânâyı te'yid
etmektedir. Çünkü taranmak bazı saç tellerinin dökülmesine sebep olur. Bilindiği gibi
ihramlı için saç koparmak yasaktır. Binâenaleyh "taran" kelimesi "Umre için girdiğin
ihramdan çık" anlamına gelir. Diğer râvi Süleyman b. Harb'in rivayet ettiği
"Müslümanlar haclarında ne yapıyorlarsa sen de onu yap" cümlesi de Resûl-i Ekrem'in
Hz. Aişe'ye, "Umreyi terkedip sadece hac için ihrama girmesini ve tavafın dışında
bütün hac fiillerini yerine getirmesini emrettiğini" ifâde eder.

Hadiseyi şu şekilde özetleyebiliriz: Hz. Aişe önce umreye niyet etmiş, ancak hayız
görmeye başlayıp da hacdan önce umreyi tamamlamaya muvaffak olamayacağı
anlaşılınca, Peygamber (s. a.) O'na umreyi tamamen bırakıp hacca niyet etmesini
emretmiştir.

Hanefî ulemâsına göre Hz. Aişe Resûl-i Ekrem (s.a.)'in bu emrine uyarak önce
haccedip daha sonrada terkettiği umresini kaza etmiş ve bu suretle kıran haccı
yapmaya muvaffak olmuştur.

İmâm Şafiî'ye göre ise, "Resülullah (s. a.) Hz. Aişe'ye, girmiş olduğu ihramdan
çıkmadan umreyi bırakmasını ve haccı yarım kalan umre üzerine bina etmesini
emretmiştir. Bu emri yerine getiren Hz. Aişe haccı umre üzerine bina ettiği için, hac
île umreyi birleştirmeye ve dolayısıyla kıran haccı yapmaya muvaffak olmuştur.
Meseleye bu açıdan bakan İmâm Şafiî'ye göre, metindeki "saçını çöz ve taran" emri,
ihramdan çıkmayı gerektiren bir emir değildir. Çünkü ihramh bir kimsenin, saç
tellerini koparmadan saçlarını taramasında bir sakınca yoktur. Ayrıca Peygamber
(s. a.), Hz. Aişe'ye bu emri, başındaki rahatsızlıktan dolayı vermiş de olabilir.
Kadı İyaz'm beyânına göre, haccı umre üzerine bina etmenin caiz olduğunda ulemâ
görüş birliği içerisindedir. Yalnız ulemâdan pek az kimse bu görüşe itiraz etmiştir.
Hac üzerine umre bina etme meselesi ise, ihtilaflıdır. İmâm Ebû Hanife ile eski
mezhebinde İmâm Şafiî bunu caiz görmüş, bunların dışında kalan diğer ulemâ ise, caiz



görmemiştir. Onlara göre bu uygulama Peygamber (s.a)'e ait özel bir durumdur.
Ancak bilindiği gibi, bir uygulamanın Resûl-i Ekrem'in şahsına ait özel bir durum
olduğuna hükmedebilmek için bir delile ihtiyaç vardır. Oysa bu görüşte olanlar

T3351

iddialarını ispat edecek böylesi bir delile sahip değildirler.

Hz. Aişe'nin hacca mı yoksa umreye mi niyetlendiği hususunda pek muhtelif
rivayetler vardır. Bu sebeple ulemâ bu mevzuda ihtilâfa düşmüşlerdir. Bazıları hacca
niyet ettiğine kail olmuş, umreye niyetlendiğini bildiren rivayetlerin hata olduğunu
söylemişlerdir. Onlara göre Hz. Aişe yanında hedy kurbanı bulundurmamış
Peygamber (s. a.) böyle olanlara hacca bozarak umreye niyetlenmelerini emir
buyurunca o da hac niyetini bozarak umreye niyetlenmiş fakat bitiremeden hayız
görmüş, bu sebeple, Resûlullah (s. a.) hacca niyetlenmesini emir buyurmuş, o da hacca
niyetlenerek hacc-ı kıran yapmıştır.

Vakfede frayızlı bulunmuş; bayram günü temizlenerek tavaf-ı ifâzayı yapmıştır. İbn
Hazm'm beyanına göre, Mekke'ye giderken Şerif denilen yere vardıkları zaman
Peygamber (s. a.) ashabını, haccı, umreye çevirmekle çevirmemek arasında muhayyer
bırakmıştır. Ebû Ömer İbn Abdilberr: "Hz. Aişe'nin haccı ile ilgili hadisler
muzdaribdir. Ulemâ bu husustaki rivayetleri tevcih için pek çok şeyler söylemiş fakat
bu rivayetlerin arasım bulamamışlardır" diyor. Hadisin râvilerinden Kasım, Hz.
Aişe'nin hacca niyet ettiğini söylemiş, Urve ise; "Aişe, umreye niyet etti" demiştir.

Hanefî ulemâsından Aynî diyor ki; "Hz. Âişe'den sabit olan meşhur rivayete
göre kendisi yalnız hacca niyet etmişti. Peygamber (s. a.) ona umreyi terketmesini
buyurmuştu. Hz. Aişe'nin;

[3371

"Arkadaşlarım hac ve umreyle dönerken ben yalnız hacla dönüyorum" J 1 sözü buna

T3381

delildir. Peygamber (s.a.)'in,

""Eğer hedy kurbanını göndermiş olmasaydım, ben de umreye niyet ederdim" sözü,
yanlarında hedy kurbanı götürenlerin haccı bozarak umreye niyetlenmelerinin caiz
olmadığını ifade etmek için söylenmiştir. Hedy kurbanı götüren hacılar, onu
kesmedikçe ihramdan çıkamazlar. Kurban ise, ancak bayram günü kesilir. Bu konuda
İbnu'l-Esîr diyor ki: "Resûlullah (s. a.) bu sözüyle ashabının gönüllerini almak
istemiştir. Çünkü kendisi ihramiı olduğu halde ashabının ihramdan çıkmaları, onlara
çok ağır gelmişti. Peygamber (s. a.) gücenmemelerini tavsiye etmiş ve emrettiğini
yapmalarının, onlar için daha faziletli olacağını bildirmiştir."

Yine bu cümle Ahmed b. Hanbel gibi temettü' haccınm diğer haclardan daha faziletli
olduğunu söyleyenlerin deliliğini teşkil etmektedir. Ayrıca bu cümle "Beyt-i Şerife
kurban sevk eden bir kimsenin umreyi bitirince ihramdan çıkamayacağını, ihramdan
çıkabilmesi için hac fiillerim de bitirmiş olması lazım geldiğini" söyleyen Hanefî
ulemâsının bu mevzûdaki delillerini teşkil etmektedir.

Yine metinden anlaşıldığına göre hacılar bütün hac görevlerini yerine getirip de
Medine'ye dönecekleri sırada Peygamber (s. a.) kayınbiraderi Hz. Abdurrahman'a
ablası Hz. Aişe'yi umre için ihrama girmek üzere Ten'im'e götürmesini emretti.
Ten'im, Harem hudutları içerisinde ve Medine yolu üzerinde bulunan Mekke'ye altı
kilometre uzaklıkta bir yerdir. Harem hududları içerisinde bulunan bir kimse için en
yakın hıl dairesi ise, Ten'im' dir.

Metinde geçen "Allah (onun) umresini de haccmı da gerçekleştirmiş oldu," cümlesi,
Hz. Aişe'ye ait değildir. Hz. Aişe'nin sözleri arasına sokulmuş, râvilerden birisine ait



bir sözdür. Müslim'in Veki' vasıtasıyla rivayet ettiği bir hadiste; "Urve; "Allah

T3391

Aişe'nin hac ve umre yapmasını takdir buyurmuş" dedi ifadesi bulunduğundan,

söz konusu cümlenin Urve'ye ait bir cümle olduğu anlaşılmaktadır.
Aişe (r.anhâ)'nm yalnız hac fiillerini edâ edip de daha sonra umreyi kaza etmesinden
dolayı şükür kurbanı veya keffaret kurbanı lâzım gelmediğini ifade eden "terkettiği
umreden dolayı bir kurban da lâzım gelmedi" cümlesi de Hz. Aişe'nin sadece ifrâd hac
yaptığına delâlet etmektedir. Çünkü temettü' veya kıran haccı yapmış olsaydı, şükür
kurbanı kesmek vâcib olurdu, Bu konuda Davud' Zâhirî'nin dışında bütün ulemâ görüş
birliğine varmışlardır. Ancak burada "Hz. Aişe ilk önce girmiş olduğu umreyi terk
ettiğinden dolayı niçin keffaret kurbanı kesmedi?" diye bir soru hatıra gelebilir.
Nitekim Müslim'in rivayet ettiği bir hadis-i şeriftede "bu hacda hedy kurbanı, oruç ve

sadaka yoktu, ^ buyurulmaktadır.

Gerçekte ise, Resûl-i Ekrem (s. a.), Hz. Aişe'nin terkettiği umreden dolayı bayramın
birinci günü kurban kesmiştir. Müslim'in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte bu gerçek şu
anlama gelen sözlerle ifâde edilmektedir: "Kurban bayramı günü Resûlullah (s.a.),

[34i]

Aişe (r.anhâ) adına bir sığır kesti" J 1

Konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisinin râvisi bu durumdan haberdâr olmadığı
için "Terkettiği umreden dolayı bir kurban da lâzım gelmedi" sözünü sarfetmiştir.
Metinde geçen "Hz. Aişe Bathâ gecesinde (hayızdan) temizlendi" cümlesindeki
"Bathâ gecesf nden maksad, Resûl-i Ekrem (s.a.)'in Minâ'dan döndüğü ve Muhassab
denilen yere uğradığı, Zilhicce'nin ön dördüncü ge-cesidir. Bathâ, Mekke'nin kuzey-
batısında, Cebel-i Nûr ile Hacûn arasında bulunan bir vadinin ismidir. Muhassab,
Ebtah, Hayfu Benî Kinâne gibi isimlerle anılır. Hacıların Minâ'dan Mekke'ye
dönerlerken burada bir süre beklemeleri sünnettir. Nitekim İbn Ömer (r.a.)'dan rivayet
edilen bir hadis-i şerifte, "Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimizin Minâ'dan dönerken öğle,

[3421

ikindi, akşam ve yatsı namazlarını Bathâ'da kıldığı ifâde edilmektedir. 1 1 Ancak

yukardaki Hz. Aişe'nin hayızdan temizlendiği geceyi belirleyen ve râvi Musa'ya ait
olan cümle, Müslim'in rivayet ettiği "Bayram günü gelince ben temizlendim.

Resûlullah (s.a.) emir buyurdu, tavaf-ı ifâzami yaptım," anlamındaki hadis-i
şerife aykırıdır. Ulemânın beyânına göre, gerçeği ifâde bakımından Müslim hadisi
daha sahihdir ve tercihe lâyıktır. Çünkü sözü geçen hadis Hz. Aişe'nin bizzat kendi
ifadesidir. Hz. Aişe'nin kendi halini kendisinin daha iyi bileceğinde ise, asla şüphe
yoktur.

Müslim'in rivayet ettiği;

Hz. Aişe Şerif de hayız görmüş ve Arafat'ta temizlenmiş. Bunun üzerine Resûlullah
(s .a.) O'na;

Safa ile Merve arasında tavaf yapman, sana hem haccm hem de umren için kâfidir",
[3441

buyurmuş J 1 anlamındaki hadis-i şerifin ise, bu konuyla bir ilgisi yoktur. Çünkü bu

hadis Hz. Aişe'nin Arafat'ta vakfeye durmak için ve hayız hali devam ederken yaptığı
guslü ifâde etmektedir. Hayızdan sonraki yıkanmasıyla ilgili değildir. İşte bu sebeple
ibn Hazm da bu konuyla ilgili olarak; "Hz. Aişe daha Zilhicce'nin üçüncü günü, Şerif-
de hayız görmeye başladı, Zilhicce'nin onunda cumartesi günü temizlendi"
demektedir.

Metindeki "Eğer hedy kurbanı göndermiş olmasaydım ben de umreye niyet ederdim"



cümlesi, Resûl-i Ekrem (s.a)'in Veda Haccmda temettü' haccma niyet ettiğine ve
dolayısıyla hacc-ı temettü'ün diğer hac çeşitlerinden daha faziletli olduğuna delâlet ve
bu görüşü benimseyen İmâm Ahmed'i te'yid eder. Ancak ulemâdan Şâkik b. Seleme,
Sevrî, Ebû Hanife, Ebû Yusuf, Muhammedi İshâk, Şâfıîlerden Müzem ile Ebû İshâk,
Mervezî ve İbnu'l-Munzir'e göre kıran haccı daha faziletlidir. Sözü geçen ulemâya ve
Kurtubî'ye göre Peygamber (s. a.) Veda Haccmda kıran haccına niyet etmiştir. Hz. Ali
de bu görüştedir.

Gerçi Peygamber (s.a.)'in bir rivayette ifrâd haccma, başka bir rivayette temettü'a,
diğer bir rivayette kırana niyet ettiği ifade ediliyorsa da, Hanefî ulemâsından Tahâvî
bu rivayetlerin arasım bulmuş ve; "Rasûlallah (s. a.) önce umreye niyet etmişti,
temettü' niyetiyle umreye devam buyurdu, sonra tavaftan önce hacca niyet ederek

kıran yaptı. demiştir.

Yine metinde geçen "Hz. Aişe terkettiği umresinin yerine yeniden ihrama girdi ve
Beyt'i tavaf etti" cümlesi de, Hz. Aişe'nin Veda Haccmda, ifrad haccma niyet ettiğini
ve terkettiği umresini de sonradan kaza ettiğini ifade ve bu görüşü benimseyen Hanefî
ulemâsını te'yid eder.

İçlerinde İmâm Mâlik, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel de bulunan ve büyük çoğunluğu
teşkil eden ulemâya göre ise, Hz. Aişe umreyi terketme-miştir. Haccı umre üzerine
bina etmiştir. Delilleri ise, "Bundan sonra Resûlullah (s. a.) Hz. Aişe'nin yanma girdi.
Hz. Aişe ağlıyordu. O'na,
"Hâlin nedir?" diye sordu. Hz. Aişe ise;

"Hâlim hayız görmüş olmamdır. Başkaları ihramdan çıktı, ben çıkamadım; Beyt'i de
tavaf edemedim. Alem şimdi hacca gidiyorlar" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.):
"Bu, Allah'ın Adem kızlarına takdir buyurduğu bir şeydir. Yıkan, sonra hacca niyet
et!" buyurdu.

Hz. Aişe de öyle yaptı ve bütün vakfe yerlerinde durdu. Temizlendiği vakit Kâ'be'yi ve
Safa ile Merve'yi tavaf etti. Sonra Peygamber (s.a.):

"Haccmda umrenin ikisinden beraberce hilPe çıktın. ^ anlamındaki Câbir hadisi

ile, "Bu tavafın, hem ha cana hem de umrene kâfidir. anlamındaki Tavus hadis-i

[3481
şerifidir.

Bazı Hükümler

1. Hac yapmak isteyen bir kimse ifrad, temettü, kıran haclarından istediğine niyet
edebilir.

2. Temettü' haccı diğerlerinden daha faziletlidir.

3. Hz. Aişe Veda Haccmda ifrad haccı yapmıştır. Sonra terkettiği umreyi kaza
etmiştir.

4. Hadesten ve cünüblükten temizlenmeyen bir kimse tavaf edemez. Ulemânın bu
meseledeki ihtilâfının hulâsası şudur:

a. Hanelilere göre tavaf için temizlik şart değildir. Üzerinde pislik bulunan yahut
abdestsiz veya cünüp olan kimselerin tavafları sahihdir. Çünkü âyet-i kerimede
Kabe'yi tavaf, mutlak olarak emir buyurulmuştur.

Haber-i Vâhidle amel ederek tavaf için temizliği şart koşmak, nass üzerine ziyâde
demek olur. Bu caiz değildir. Ancak hadesten temizlenmeden tavaf eden kimsenin bir



koyun, cünüb olarak tavaf eden kimsenin ise, bir deve kesmesi, icâbeder.

b. İmâm Şafiî'ye göre tavaf için temizlik şarttır.

c. Cumhûr-ı ulemâ, abdestsiz, cünüb ve hayızlı kimselerin Safa ile Merve arasında sa'y
yapabileceklerini söylemişlerdir.

d. Hasan el-Basrî'den gelen bir rivayete göre bu gibi kimseler sa'yi ihramdan
çıkmazdan önce tekrar yaparlar. Şayet temizlenmeden sa'y yaptıktan sonra ihramdan

çıkarlarsa birşey lâzım gelmez. ^— ^

1779. ...Peygamber (s.a.)'in zevcesi Aişe (r.anhâ)'dan; demiştir ki: Veda haccı yılında
Resûlullah (s.a.)'le birlikte (hac için yola) çıkmıştık. Bizden kimisi sadece umreye,
kimisi hacla birlikte umreye, kimisi de sadece hacca niyetlenmişti. Resûlullah (s. a.) de
sadece hacca niyetlenmişti. Sadece hacca niyet edenlerle, hac ile birlikte umreye niyet

edenler, kurban (bayramı) gününe kadar ihramdan çıkamadılar.



Açıklama



Bu hadis-i şerifin Buhâri'deki rivayeti ile Şafiî'nin Müsned'indeki rivayetinde Hz.
Aişe'nin; "Ben de umreye niyet edenler arasında bulunuyordum" dediği
kaydedilmektedir. Her ne kadar bu cümlenin zahirinden içlerinde Hz. Aişe'nin de
bulunduğu bir cemaatin mikat'tan önce umre yapmak niyetiyle ihrama girdiği
anlaşılırsa da gerçekte bu cemaat başlangıçta sadece hacca niyet etmişken yanlarında
kurbanlık bulunmayanların temettü' haccı yapmak maksadıyla ve Resûlullah (s.a.)'m
emri üzerine haclarını umreye tebdil ettikleri ve umreyi edâ ettikten sonra da terviye
günü tekrar hac için ihrama girdikleri anlaşılmaktadır. Nitekim bu gerçek ileride
gelecek olan 1782 numaralı hadiste geçen Hz. Aişe'nin şu sözlerinde de açıkça ifade
edilmektedir. "Biz sadece hacca niyet etmiştik. Nihayet Şerife vardığımız zaman ben
hayızlandım. Biz Mekke'ye varınca Resûlullah (s. a.): "Yanında hedy kurbanlığı
olanların dışında isteyen herkes haccmı umreye çevirebilir" buyurdu. Bu ifadeler aynı
şekilde 1783 numaralı hadis-i şerifte de geçmektedir. İleride gelecek olan 1787
numaralı Câbir hadisinde ise, Hz. Câbir'e ait olan; "Biz Resûlullah (s.a.)'le birlikte
sadece ve sadece hacca niyet etmiştik. Bu niyetimize başka bir niyet karışmamıştı"
sözleri de bu cemaatin önce hacca niyet ettiğini açık ve kesin bir şekilde ortaya
koymaktadır.

Ancak hacca niyet eden bu cemaat, temettü' haccı yapmak maksadıyla niyet ettikleri
haccı önce umreye tebdil ettikleri ve bu umreyi edâ ettikten sonra ihramdan çıkıp
terviye günü tekrar hac için ihrama girdikleri de yine 1787 numaralı hadiste yer alan
"Sonra Resûlullah (s. a.) bize ihramdan çıkmamızı emretti ve "Eğer yanımda hedy
kurbanı olmasaydı ihramdan ben de çıkardım" buyurdu", cümleleriyle ifade
edilmektedir.

Yahya b. Saîd'in Ömer vasıtasıyla Hz. Aişe'den rivayet ettiği hadis-i şerifte de Hz.
Aişe'den şu mânâya gelen sözler nakledilmektedir: "Biz Resûî-i Ekrem (s.a.)'le birlikte
Zilkâ'de'nin çıkmasına beşgün varken hac yolculuğuna çıkmıştık. Hac yapmaktan
başka bir niyetimiz yoktu. Şerif denilen yere varırken Peygamber (s. a.) yanında
kurbanlık bulunmayan kimselerin haclarını umreye tebdil etmelerim emir buyurdu.
Râvi Yahya demiş ki: "Ben bu hadisi Kasım b. Muhammed'e arz ettim de, "Vallahi



[3511

Aişe hadisi sana olduğu gibi söylemiş" dedi.' tJ 1

Hafız İbn Hacer bu hadis-i şeriflerle ilgili düşüncelerini şöyle ifâde ediyor: Her ne
kadar Hişâm b. Urve'nin babasından rivayet ettiği hadis-i şerifte Hz. Aişe'nin; "Ben de
umreye niyet edenler arasmdaydım" dediği kaydediliyorsa da, İsmail el-Kâdî bu
rivâyet'in yanlış olduğunu ve Hz. Aişe'nin sadece hacca niyet ettiğini ifade eden
hadislerin gerçeğin ifadesi olduğunu söylemiştir."

Her ne kadar bu görüş de tenkide uğramışsa da, bu hadislerin arası şu şekilde
uzlaştmlarak ihtilâf kökünden halledilmiştir: "Önce diğerleri gibi Hz. Aişe de haccı

[3521

ifrada niyet etmişti. 1 1 Sonra, Peygamber (s.a.) onlara haclarını umreye tebdil

etmelerini (ve daha sonra hac yaparak mutemetti olmalarını) emretmiş, Hz. Aişe de bu
[3531

emre uymuştur.- 1 1 Ancak Hz. Aişe Mekke'ye vardığı zaman hayizlandığmdan,

tavaf yapması mümkün olmayacağı için Resûl-i Ekrem (s.a.) O'na sadece hacca niyet

etmesini emretmiştir.

Hz. Aişe'nin yaptığı bu haccm hangi hac nevinden olduğu bir Önceki hadisin şerhinde
geçmiştir.

Metinde geçen "Resûlullah (s.a.)de sadece hacca niyetlenmişti," cümlesi, bir rivayette
"temettü* haccma niyetlenmişti", diğer bir rivayette de "kıran haccma niyetlenmişti"
şeklinde geçmektedir. Bir önceki hadisin şerhinde de açıkladığımız gibi Hanefi
ulemâsından Ebû Cafer et-Tahâvî bu rivayetlerin arasını şöyle ce'lif etmiştir: -
"Resûlullah (s.a.) önce umreye niyet etmişti. Temettü' niyetiyle umreye devam

buyurmuş, sonra tavaftan önce hacca niyet ederek kıran yapmıştır. Şafiî
ulemâsı da Hz.Peygamber' (s.a.)in kıran haccı yaptığını söylüyor. Ancak Ahmed b.

Hanbel'e göre temettü' haccı yapmıştır J"^^



Bazı Hükümler



1. Haccetek isteyen bir kimsenin yalnız hacca niyet etmesi caiz olduğu gibi hacla
birlikte umreyede niyet etmesi caizdir.

2. Sadece hacca niyet etmiş olan bir kimse, yanında hedy kurbanlığı varsa veya hedy
kurbanlığım Beyt-i Şerife göndermişse, bu kimse bayram günü kurbanlığını kesinceye

[3571

kadar ihramdan çıkamaz. Nitekim Hanefî ve Hanbelî ulemâsı da bu görüştedirler.- 1 1

1780. ...Ebu'l-Esved'den aynı senedle önceki hadisin benzeri rivayet olunmuştur.
Ancak râvî İbn Vehb bu hadise (şunu da) ilave etmiştir: "Ama sadece umreye niyet

T3581

eden kimseler, (bayramdan önce) ihramdan çıktılar. " J 1



Açıklama



Bu hadis-i şerif, Müslim'in rivayetinde Yahya b. Yahyâ ve Malik senediyle Hz.
Aişe'ye isnâd olunmuştur. Meali şöyledir: "Veda haccı senesi Resûlullah (s.a.) ile
yola çıkmıştık. Kimimiz umreye, kimimiz hac ile umreye, bazılarımız da yalnız hacca
niyet etmiştik. Resûlullah (s.a.) de yalnız hacca niyet etmişti. Umreye niyet edenler,
(onu edâ ettikten sonra) ihramdan çıktılar. Yalnız hacca, yahut hac ile umreye niyet



etmiş olanlar bayram gününe kadar ihramdan çıkmadılar." Bilindiği gibi Hanefi ve
Şafiî ulemâsına göre bayram gününden önce ihramdan çıkanlar Beyt-i Şerife hedy

kurbanı göndermey enlerdir . ^ - ^

1781. ...Peygamber (s.a.)'in zevcesi Aişe'den; demiştir ki: Veda haccı senesi
Resûlullah (s. a.) ile birlikte yola çıktık ve umreye niyet ettik. Sonra Resûlullah (s.a.):
"Kimin yanında Hedy kurbanı varsa umre ile beraber Hacca'da niyet etsin. Sonra
ihrama devam ederek neticede her ikisinin ihramından birden çıksın. "buyurdu.Ben
Mekke'ye hayızlı olarak vardım. Beyt'i tavaf etmediğim gibi Safa ile Merve arasında
sa'y da yapmadım. Bunu Resûlullah (s.a.)'e arz ettim de:

"Saçım çöz, taran ve hacca niyet et, umreyi bırak" buyurdu. Ben de öyle yaptım. Haccı

edâ ettiğimiz vakit, Resûlullah (s.a.) beni (kardeşim) Abdurrahman b. Ebû Bekr ile

Ten'im'e gönderdi. (Orada) umre için ihrama girdim. Resûlullah (s.a.):

"Bu senin (kazaya kalan) umrene bedeldir" buyurdu. Artık sadece umreye niyet

edenler, Beyt'i tavaf ettiler ve Safa ile Merve arasında sa'y yaptılar. Sonra ihramdan

çıktılar. Nihayet Minâ'dan döndükten sonra hacları için son bir tavaf daha yaptılar.

Hacla umreyi beraber yapanlara gelince: Onlar yalnız bir tavaf yaptılar.

Ebû Dâvûd dedi ki: Bu hadis-i şerifi aynı şekilde, îbn Şihâb'dan, İbrahim b. Sa'd ile

Ma'mer de rivayet ettiler. (Ancak bunlar Hz. Aişe'ye ait olan) "Hacla umreyi beraber

yapanlara gelince..." (cümlesini) nakletmediler. ^



Açıklama



Veda Haccı; Hicretin 10. yılında yapılmıştır. Resûlullah (s.a.) Medine'ye hicretinden
sonra yalnız bu haccı ifâ etmiştir. Bu hacca "Veda haccı" denilmesinin sebebi,
Resûlullah (s.a.)'m, ashaba va'zu nasihat ederek kendileriyle vedalaşmalarıdır.
Hz. Aişe'den bu hususta rivayet edilen hadisler muhteliftir. Bunlardan bazısında
"Umreye niyet ettik" bazısında "Kimimiz umreye, kimimiz hacca niyet ettik"
denilirken, diğer bir rivayette de "yaiaız hacca niyet ederek yola çıktık" denilmektedir.
Biz bu hadislerin arasının nasıl te'lif edildiğini şu şekilde açıklamıştık: "önce diğerleri
gibi Hz.Aişe de haccı ifrâda niyet etmişti. Sonra Peygamber (s.a.) onlara haclarını
umreye tebdil etmelerini (ve daha sonra hac yaparak mutemetti' olmalarını) emretmiş,
Hz. Aişe de bu emre uymuştur. Ancak Hz. Aişe Mekke'ye vardığı zaman
hayızlandığmdan tavaf yapması mümkün olmadığı için, Resûl-i Ekrem (s.a.) O'na
sadece hacca niyet etmesini emretmiştir. İbn Abdilberr'e göre ise, bu hadisler
muzdaribdir, birini diğerine tercih etmek imkânsızdır. Kadı İyaz da aynı görüştedir.

İbn Hacer ise, bu hadislerin arasını yukarıda görüldüğü şekilde te'lif etmiştir.

Umre: Kâ'be'yi tavaf ile sa'yden ibarettir. Buna "küçük hac"da derler. Haccm bundan

başka temettü' ve kıran namıyla iki nevi daha vardır.

Temettü'ün şekli: Evvela umre yapmak sonra ihramdan çıkarak tevriye gününe kadar
Mekke'de kalmak, tevriye günü harem-i şerifte tekrar ihrama girmektir. Bu ikinci
ihramda dahi ifrad haccı yapanlar gibi hareket edilirse de aralarında bazı farklar
vardır. Temettü' haccmı yapmaya muvaffak olanlara şükür kurbanı kesmek vâcib olur.
Kıran: Hac ile umreye beraberce niyet edilerek yapılan hacdır. Bunda da iki tavaf ve
iki sa'y lazım geldiği gibi kurban kesmek de icab eder.



Şâfıîlere göre ifrâd; İmâm Mâlik ile imâm Ahmed'e göre temettü'; Hanefîlere göre ise,
kıran haccı cidaldir.

İbnu'l-Cevzî, Hz. Aişe'nin metinde geçen: "Mekke'ye hayızlı olarak vardım, Beyt'i
tavaf etmedim, Safa ile Merve arasında sa'y da yapmadım" sözlerini delil getirerek
abdestsiz ve gusülsüz bir kimsenin tavafının caiz olmadığını söylemiştir.
Bu mesele ulemâ arasında ihtilaflıdır. İmâm Ahmed'den bir rivayete göre abdestsiz ve
gusülsüz bir kimse Beyt'i tavaf edemez. Eğer abdestsiz tavaf ederse, bir koyun;
gusülsüz tavaf ederse, bir deve kesmesi ve Mekke'de bulunduğu süre içerisinde bu
tavafı iade etmesi icâb eder. Ahmed b. Hanbel'den diğer bir rivayete göre Beyt'i tavaf
için abdestsizlik ve gusülsüzlükten temizlenmek şarttır.

İmâm Mâlik ile İmâm Şafiî de gusülsüzlükten ve abdestsizlikten temizlenmeyi tavafın
şartı saymışlardır.

Hanelilere göre ise, tavaf için temizlik şart değil, vâcibdîr. Üzerinde pislik bulunan,
yahut abdestsiz veya cünüp olan kimselerin tavafları şahindir. Çünkü âyet-i kerimede
Kâ'be'yi tavaf etmek mutlak olarak emir buyurulmuştur.

Haber-i Vâhidle amel ederek tavaf için temizliği şart koşmak nas üzerine ziyâde
demek olur. Bu ise caiz değildir. Ancak hadesten temizlenmeden tavaf eden kimsenin
bir koyun; cünüp olarak tavaf eden kimsenin ise, bir deve kesmesi ve Mekke'de
bulunduğu süre içerisinde bu tavafı iade etmesi gerekir.

Ulemânın büyük çoğunluğuna göre sa'yı tavaftan sonra yapmak şarttır. Hanefî
ulemâsından Bedâyi' sahibi Kasânî ile Sindi de bu görüşü tercih etmiştir. Ancak
Hanefi'nin sahih olan görüşüne göre, sa'ym, tavaftan sonra yapılması şart değil,
vâcibdir. Binaenaleyh tavaftan önce yapılan sa'y, ulemânın büyük çoğunluğuna göre
bâtıldır. Hanefi ulemâsına göre ise, böyle bir sa'y, eğer sahih bir tavaftan sonra
yeniden yapılmayacak olursa, dem lâzım gelir.

Metinde geçen "saçını çöz" cümlesi, "başını tara, umre ile ilgili amelleri bırak ve hac
için ihrama gir" anlamına geldiği gibi, umreyi bırak anlamına da gelebilir. Nitekim
1 778 numaralı hadisin şerhinde de açıklamıştık.

Yine metinde geçen "Bu senin kazaya kalan umrene bedeldir," cümlesi ise, "Şu senin
Ten'im'den girdiğin umre, daha önce kendisini terk ettiğin yahutta ma'zeretin
sebebiyle fiillerini terk edip de kendisini terk etmediğin ve üzerine haccı bina ettiğin
umrenin yerinedir," anlamına gelmektedir. Hz. Aişe'nin Ten' im' de ihrama girdiği
umre, kaza umresidir. Umre'nin kendisini değil de amellerini terkedip, üzerine haccı
bina ettiğini kabul eden diğer ulemâye göre ise, nafile bir umredir. Ayrıca metinden
Hz. Aişe'nin durumunda olmayan ve umreye niyet eden kimselerin Beyt-i Şerifi Tavaf
ettikten ve sa'yı yaptıktan sonra ihramdan çıktıkları ve terviye günü tekrar hac için
ihrama girdikleri ve temettü' haccma niyet etmiş bir kişi olarak Minadan Mekke'ye
dönüşlerinde ifâza tavafını ifa ettikleri de anlaşılmaktadır. Bu durum Buhârî'nin
rivayetinde, "Umreye niyet edenler, önce tavaf ettiler, sonra ihramdan çıktılar. Daha

sonra da Minâ'dan dönüşlerini müteakiben başka bir tavaf daha yapttlar,"^
şeklinde ifade edilmektedir.

Metinde geçen "Hacla umreyi beraber yapanlara gelince: Onlar yalnız bîr tavaf
yaptılar," cümlesi, kıran haccı yapan bir kimeye sadece bir tavaf ile bir sa'y yeterlidir.
Umre için ayrıca bir tavaf ve sa'ye ihtiyaç yoktur, çünkü umre haccm içindedir diyen
İmâm Şafiî, İmâm Ahmed ve İmâm Mâlik'in delilini teşkil etmektedir.
Hanefî ulemâsına göre ise, kıran haccı yapan bir kimseye biri umre için diğeri de hac



için olmak üzere iki tavaf ile iki sa'y yapmak lazımdır. Bu konudaki delilleri
Mücâhid'in rivayet ettiği "İbn Ömer hac ile umreyi birleştirdi ve ikisi için de ayrı ayrı
tavaf ve sa'y yaptı. Sonra da, "Ben Resûlullah (s.a.)'ın bu şekilde hareket ettiğini

gördüm dedi"^"^ anlamındaki hadisi şeriftir. Her ne kadar bu hadisi tahrîc eden
Dârekutnî "Bu hadisi el-Hasen b. Umâre'den başka rivayet eden olmamışır. Aslında el-
Hasen'in rivayet ettiği hadis makbul değildir, metruktür," diyerek bu hadisin zayıf
olduğunu ifade etmek istemişse de, kıran haccı için iki tavaf, iki sa'y yapılacağı
konusunda Hanefî ulemâsı yalnız değildir. Ashâb-i kiramdan Ebû Bekr, Ömer, Ali,
İbn Mesud da bu görüşte olduğu gibi mez-heb imâmlarmd Ahmed b. HanbePin bir
kavli de budur.

Hanefî ulemâsına göre, metinde geçen ve "hac iîe umreyi birleştirenlerin bir tavafla
yetindiklerini" ifade eden cümle, aslında bu kimselerin daha önce umre için bir tavaf
ile bir sa'y yapmış olmaları ihtimalini ortadan kaldıramaz. Çünkü bu ifâdenin umre ile
ilgisi olmayıp sadece hacla ilgili olması mümkündür. İnşaallah bu konuya kıran haccı

bölümünde yine dönülecektir. ^ ^



Bazı Hükümler



1. İfrad haccı yapmak câiz olduğu gibi kıran ve temettü' hacları da caizdir. Her ne
kadar Hz.Ömer ile Hz. Osman halkı temüüü' haccı yapmaktan nehyetmişierse de, bu
temettü' haccmm câiz olmadığından değil, sözü geçen halifelerin ifrâd haccmı daha
faziletli görmelerinden ve halkı ifrâd haccma özendirmek istemeierindendir. Daha
sonraki devirlerde temettü' haccmm câiz olduğuna dair icmâ' vaki olmuştur.

Bu konuda Mâzirî şunları söylüyor: "Hacda Hz. Ömer'in yasak ettiği mutanın ne
olduğu ihtilaflıdır. Bazıları bunun haccı bozup, umre yapmak olduğunu, bir takımları
da umreyi hac aylarında yapıp da arkasından haccı ifâ etmekten ibaret olduğunu
söylemişlerdir. Bu takdirde, Ömer (r.a.)m nehyi, efdal olan hacc-ı ifrâda teşvik içindir.
Yoksa umrenin haram olduğundan değildir."

Bazılarına göre ise, Hz. Ömer'in halkı temettü' yapmaktan nehyedişinin sebebi, onların
umreden sonra kadınlarına yaklaşmalarından korkma-sıydı. Çünkü o, bir hacmin hac
esnasında gönlünün kadınlarla meşgul olmasını mekruh görüyordu. Nitekim Hz.
Ömer'in, "Biliyorum ki, Peygamber (s. a.) ile ashabı bunu yapmıştır. Lâkin halkın
"Erak" denilen yerde kadınlarla cima edip, sonra başlarından su damlar bir halde

hacca gitmelerini iyi görmedim, demesi de maksadını ifâde için yeterlidir.

2. Temettü' haccı yapan bir kimse yanında kurban götürmüşse veya daha önce Beyt-i
Şerife kurban göndermişse, bayram günü kurbanını kesmedikçe ihramdan çıkamaz.
Hanefî ulemâsı ve îmâm Ahmed bu görüştedir. îmânı Mâlik ile îmâm Şafiî'ye göre
temettü' haccma niyet eden bir kimse, tavaf ile sa'ymı yaptı mı kurban olsun, olmasın
ihramdan çıkabilir ve kendisine herşey helâl olur. Bu hadis onların aleyhine ve Hanefî
ulemâsının lehine bir delildir.

3. Abdestsiz ve gusülsüz olarak yapılan tavaf caiz değildir.

4. Umre niyetiyle ihrama giren bir kadın hayızlanacak olursa umre fiillerini terkeder
ve hacca niyet edip, tavafın dışındaki bütün hac fiillerini ifâ, hayızdan kurtulduktan
sonra da terketmiş olduğu umreyi kaza eder.

5. Mekke'de yahut harem hududları içerisinde bulunan bir kimse umre yapmak istediği



zaman ihram için harem hududları dışarısına çıkar.

6. Temettü' haccma niyet eden bir kimsenin yanında kurbanlığı yoksa, umreden sonra
ihramdan çıkar ve terviye günü denilen Zilhiccenin sekizinci günü hac için yeniden

■u • 0661
ihrama girer.

1782. ...Aişe (r.anha)'dan; demiştir ki: Biz hacca (niyet ederek) telbiye getirmiştik.
Şerife vardığımız zaman hayızlandım. Az sonra Resûlullah (s. a.) yanıma geldi. Ben
ağlıyordum.

"Ey Aişe, niye ağlıyorsun?" diye sordu. Ben de.

Hayızlandım. Keşke bu sene haccetmemiş olsaydım, diye cevap verdim. Bunun
üzerine;

"Sübhânellâh! Bu, Allah'ın Adem kızlarına takdir buyurduğu (her kadının başına
gelen) bir şeydir. Beyt'i tavafın dışında bütün hac ibâdetlerini yap" buyurdu. Mekke'ye
vardığımız zaman Resûlullah (s. a.) (ashabına);

"Yanında hedy kurbanı olanların dışında dileyen haccım umreye çevirsin" dedi ve
kendisi de bayram günü aileleri için bir sığır kurban etti. Bathâ gecesi olunca, Aişe
temizlendi ve; Ya Resûlallah (s. a.) arkadaşlarım hac ve umreyle dönüyor bense yalnız
bir hacla dönüyorum (ne dersin?) dedi. Resûlullah (s.a.)'m emretmesi üzerine
Abdurrahman b. Ebî Bekr Aişe'yi Ten'im'e götürdü. Aişe de (orada umre için) ihrama

girdi. ^— ^



Açıklama



Daha önce geçen 1 779 numaralı hadis-i şerifin metnin-de de ifade edildiği gibi, Veda
haccmda halkın bir kısmı sadece umreye, bir kısmı sadece hacca niyet ettiği gibi bir
kısmı da hac ile umreyi birleştirerek her ikisine birden niyet etmişti.
Daha önce geçen 1778 numaralı hadis-i şerifte Hz. Aişe'nin; "Ben umre edenler
arasında idim" dediği ifade edilirken, burada Hz. Aişe'nin "Hacca (niyet ederek)
telbiye getirdik" demesi, iki hadis arasında bir çelişki olduğunu göstermez. Çünkü Hz.
Aişe'nin önce hacca niyet ettiği halde sonra Peygamber (s.a.)'in ashabına haccı bozup
umreye niyet etmelerini emretmesi üzerine Hz. Aişe'nin de onlar gibi hacca niyet
etmiş olması, fakat Mekke'nin kuzeyinde ve on, on iki kilometre uzaklıktaki Şerif
denilen yerde hayızlanmasi üzerine Hz. Peygamber'in ona umreyi de terkedip sadece
hacca niyetlenmeyi emretmesi ve Hz. Aişe'nin de bu emre uymuş olması mümkündür.
Bu bakımdan iki hadis arasında bir çelişki yoktur. Ayrıca Hz. Aişe'nin tağlib yoluyla
arkadaşlarının yaptıkları hac niyetini mecazen kendine de nisbet ederek, "Hacca (niyet
ederek) telbiye getirdik," demiş olması da mümkündür. 1778 numaralı ve bir önceki
hadislerin şerhlerinde de açıkladığımız gibi haccm sahih veya caiz olabilmesi için
tavafın hadesten temizlenmiş olarak yapılması lâzımdır. Bu sebeple Hz. Aişe de tavaf
için, hayızdan kurtuluncaya kadar beklemiştir.

Resûl-i Ekrem'in aileleri adına kesmiş olduğu, sığır cinsinden bir hayvandır. Nitekim
1750 numaralı hadis-i şerifte de ifade edilmektedir. Ancak bir sığırın yedi kişi için
kurban edilebileceği ve o sene Hz. Peygamber'in yanında ailesinden dokuz kişinin
bulunduğu düşünülürse, geriye kalan iki kişi için de ayrı bir kurban veya birkaç
kurban kestiği anlaşılır. Daha önce geçen 1778 no'lu hadisin şerhinde de açıkladığımız
gibi Hz. Aişe, Bathâ gecesinde hayızdan kurtulmuştur. Bathâ gecesinden maksat



Resûl-i Ekrem'in Minâ'dan döndüğü ve Muhassab denilen yere uğradığı, Zilhiccenin
14. gecesidir. Bathâ, Mekke'nin kuzeybatısında, Cebel-i Nûr ile Ha-cûn arasında
bulunan bir vadinin adıdır. Muhassab, Ebtah, Hayfu Benî Kinâne gibi isimlerle anılır.

Daha geniş bilgi için sözü geçen hadisin şerhine bakılabilir.



Bazı Hükümler



1. Resûl-i Ekrem ümmetine son derece şefkatli idi. Özellikle kadınlara karşı son
derece merhametli idi.

2. Niyet edilen bir haccı bırakıp da umreye niyetlenmek caizdir. Binâenaleyh bu hadis
bu görüşte olan Hanbelî ve Zahirî ulemâsının delilidir Ulemânın büyük çoğunluğuna
göre niyet edilen haccı bırakıp umreye niyet etmek Resûlullah (s.a.)'a ve ashabına ait
ezel bir durumdur. İlk ve son defa olmak üzere Veda Haccmda vuku bulmuştur.
Nitekim, "Ya Resûlullah (s. a.) hac olarak başlayıp umreye tebdil etmek size mi

mahsûs yoksa genel mi?" diye sordum. "Sadece bize mahsûsdur," buyurdu.
hadisi bunu göstermektedir.

3. Bir erkeğin karısı hesabına Beyt-i Şerife kurbanlık göndermesi caizdir.

[3701

4. Hz. Aişe hayır işlemeye son derece hırslı idi.

1783. ...Aişe (r.anhâ.)'dan; demiştir ki: Resûlullah (s.a.) ile birlikte (hac için yola)
çıktık. Sadece hacca niyet edeceğimizi sanıyorduk. (Mekke'ye) gelince Beyt-i tavaf
ettik. Resûlullah (s.a.) (Beyt-i Şerife) hedy kurbanı sevketmemiş olan kimselerin
ihramdan çıkmalarını emretti. Bunun üzerine hedy kurbanı sevketmemiş olanlar ih-

ramdan ç lktl (lar).^



Açıklama



Veda Haccma kadar hac mevsiminde umre yapıldığı görülmemişti. Bu mevsimde
sadece hac yapılırdı. Bir başka tabirle o tarihe kadar sadece ifrâd haccı bilinirdi. Kıran
ve temettü' hacları bilinmezdi. Resûl-i Ekrem (s.a.) hac mevsiminde umrenin de yapı-
labileceğini öğretmek maksadıyla Zulhuleyfe'de umre için ihrama girmiş olan
ashabına daha önce niyet etmiş oldukları haccı feshederek umreye niyet etmelerinde
bir sakınca olmadığını söylemiştir. Nitekim bu mesele 1779 no'lu hadis-i şerifte de
ifade edilmektedir. Ancak Hz. Aişe'nin ihramı konusuyla ilgili rivayetler birbirinden
oldukça farklıdır. 1778 numaralı hadis-i şerifte Hz. Aişe (r.anhâ)'nm sadece umreye
niyet ettiği ifade edilirken, 1782 numaralı hadiste "sadece hacca niyet etti" deniliyor.
Konumuzu teşkil eden hadiste de "sadece hacca niyet edeceğimizi sanıyorduk" ifadesi
vardır. Bunların hepsi de sahihdir ve aralarını şu şekilde uzlaştırmak mümkündür. Hz.
Aişe önce hacca niyet etmişken, sonra Resûl-i Ekrem'in (s.a.) emriyle haccı bırakıp
umreye niyet etmiştir. Daha sonra hayızlanmca Resûl-i Ekrem (s.a.)'in emri üzerine
umreyi yahut umrenin fiillerini terkedip Jıac için ihrama girmiştir. Nitekim 1779
numaralı hadisin şerhinde açıklamıştık. Hz. Aişe niyet ettiği haccm tavafını yapmadığı
halde, (Mekke'ye) "gelince Beyt'i tavaf ettik" demesi mecaz ifade eder. Hz. Aişe tağlîb
yoluyla onlar yerine "biz" tabiri kullanmıştır. Gerçekte ise, Hz. Aişe Mekke'ye



vardıkları zaman tavaf yapmamıştır.



1784. ...Âişe'den rivayet edildiğine göre Resülullah (s. a.) şöyle buyurmuştur:
"Daha önceki işimi, daha Sonraki işimi bildiğim gibi bilmiş olsaydım, hedy

[3731

kurbanlığım göndermezdim.

Muhammed (b.. Yahya) dedi ki: Öyle zannediyorum ki (şeyhim Osman b. Ömer,
Resülullah (s.a.)'m) bu sözünü şu şekilde) rivayet etti: "Ve umre (yapmak) için (hac)
ihram(m)dan çıkanlarla birlikte ben de çıkardım."

(Muhammed b. Yahya) dedi ki: Resülullah (s. a.) bu sözüyle herkesin işinin aynı

[3741

olmasını (temin etmek) istedi.



Açıklama



"Umre için, ihramdan çıkanlarla birlikte ben de çıkardım" sözünden maksat şudur:
Eğer hac mevsiminde umre yapmanın caiz olduğunu Allahu Teala bana daha önceden
bildirmiş olsaydı, hedy kurbanını göndermezdim de umre yapmak gayesiyle, daha
önce hacc-ı ifrad için girdikleri ihramdan çıkanlarla birlikte ben de çıkardım, sonra
onlarla birlikte umre için ikinci kez ihrama girerdim. Fakat hac mevsiminde umre
yapmanın caiz olduğunu daha önceden bilmediğim için kurbanlığımı Beyt-i Şerife
gönderdim. Artık Beyt-i Şerife kurbanlık gönderildikten sonra bir daha umreye niyet
etmem mümkün değildi.

Râvi Muhammed b. Yahya'ya göre Resûl-i Ekrem (s. a.) bu sözü halkın yaptığı
hac. amelleri arasında bir birlik sağlamak maksadıyla söylemiştir, hacc-ı temettü'nün

[375]

hacc-ı kırandan daha faziletli olduğunu beyan etmek için değil.



Bazı Hükümler



1. Resûl-i Ekrem (s.a.) ümmetinin çıkarlarını gözetmekte son derece hırslı idi.

2. En faziletli hac, temettü' hacadır. Nitekim bu görüşü benimseyen Hanbelî ulemâsı
görüşlerinin doğruluğunu isbat için bu hadisi delil getirirler. Bu hadis hakkında

ayrıntılı bilgi için 1778 numaralı hadisin açıklamasına da müracaat edilebilir.

1785. ...Câbir (r.a.)'dan; demiştir ki: Resülullah (s.a.) ile birlikte biz sadece, hacca
niyet ederek yola çıktık. Aişe ise, sadece umreye niyet ederek yola çıktı. Şerife
vardığımızda Hz. Aişe hayızlandı. (Mekke'ye) gelince biz Kâ'be'yi ve Safa ile Merve
arasını tavaf ettik. Resülullah (s.a.) yanında hedy bulunmayanlarımızın ihramdan
çıkmasını emretti.

(Bize) ne helal (olacak)? dedik. (Resülullah (s.a.):
"İhrâmsiza helâl olan herşey!" buyurdular.

Bunun üzerine kadınlarla cimal ettik, güzel kokular süründük ve elbiselerimizi
giyindik. Arefe günüyle aramızda ancak dört gece vardı. Sonra terviye günü tekrar
hacca niyet ettik. (Daha) sonra Resülullah (s.a.) Aişe (r.anhâ)'mn yanma girdi. Hz.
Aişe (r.anhâ) ağlıyordu. (O'na);
"Hâlin nedir?" diye sordu.



Hâlim hayız görmüş olmamdır. Halk ihramdan çıktı, bense çıkamadım, Beyt'i de tavaf
edemedim. Başkaları şimdi hacca gidi-.yorlar, diye cevap verdi. Bunun üzerine
Resûlullah (s. a.);

"Bu, Allah'ın âdem kızlarına takdir buyurduğu birşeydir. Yıkan sonra hacca niyet et!"
buyurdular. (Aişe de öyle) yaptı ve bütün vakfe yerlerinde durdu. Nihayet
temizlenince Kâ'be ile Safa ve Merve arasını tavaf etti. Sonra Resûlullah (s. a.):
"Hac ile umrenin, ikisinin de ihramından çıktın," buyurdu. Aişe;
Ya Resûlullah! Ben içimden hacca gidip, Beyt'i tavaf etmediğimi hissediyorum, dedi.
(Resûl-i Ekrem (s. a.) de:

Öyle ise, Ey Abdurrahmân! Bunu götür de Ten'inTden umre yaptır!" buyurdular. Bu
hadise, Hasbe gecesi olmuştu. [^7]



Açıklama



Asâb-ı kiramın "Ya Resûlullah bize ne helâl olacak?" diye sormalarına sebep, o güne
kadar hac mevsiminde umre yapıp da umreden sonra, özellikle Arafe gününün
yaklaştığı bir zamanda ihramdan çıkmayı yadırgamış olmalarındandır. İhramdan
çıkmaları için emir verilmesinin sebebi bir önceki hadisin şerhinde açıklanmıştır.
"Terviye günü"nden maksat, Zilhiccenin 8. günüdür. "Hasba gecesinden maksat ise,
Resûl-i Ekrem (s.a.)'in Minâ'dan dönerken "Muhassab" denilen yere indiği Zilhiccenin

on dördüncü gecesidir.^^



Bazı Hükümler



1. Temettü' Haccma niyet eden bir kimsenin tavaf ve sa yi yaparak umreyi
tamamladıktan sonra ihramdan çıkması müstehabdır.

2. Hac veya umre için ihrama girmek istediği zaman ihramdan önce, hayızlı veya
nifaslı olsa bile, gusletmesi vâcibdir.

3. Tavafın dışındaki hac amelleri için taharet şart değildir.

4. İbâdete bir engel çıktığı zaman ağlamak caizdir.

5. Kıran haccı için bir tavaf ile bir sa'y yeterlidir. Ulemânın büyük çoğunluğu bu
görüştedir. Hanefî ulemâsına göre, kıran haccı için iki umre, iki sa'y gerekir. Delilleri
ise, İbrahim b. Muhammed b. el-Hanefiyye'nin şu sözüdür: "Babamla birlikte tavaf
yaptım. Kendisi hac ile umreyi birleştirmişti. Yani kıran haccı yapıyordu. Hac ve umre
için iki tavaf, iki de sa'y yaptı. Ve;

Hz. Ali de böyle yaptı ve bana Peygamber (s.a.)'in de böyle yaptığını söyledi." dedi.
Her ne kadar el-Esedî, bu hadisin senedinde bulanan Hammâd b. Abdrurrahmân'm
zayıf olduğunu söylemişse de, İbn Hıbbân bu râviyi güvenilir râviler arasında
saymıştır. Bu bakımdan adı geçen râvi-nin hadisleri hasen derecesinden aşağı

düşmemiştir. ^ ^

1786. ...Ebu'z-Zubeyr Câbir'i şöyle derken dinlemiş: -Peygamber (s.a.) Aişe'nin
yanma girdi... dedi (ve) şu (önceki hadisteki) olayın bir kısmım (anlattıktan sonra) 've
hacca niyet et" cümlesine ilâve olarak; "Haccet, tavafın ve namazın dışında hacıların

yaptığı herşeyi yap." sözlerini nakletti.



Açıklama



Bu hadisle ilgili açıklama 1778 numaralı hadisin şerhinde geçti.

1787. ...Câbif b. Abdillah'dan demiştir ki: Biz Resûlullah (s. a.) ile birlikte sadece hac
yapmak için ihrama girmiştik. Ona başka bir-şey karışmayacaktı. Dört gecede,
Zilhiccenin dördünde Mekke'ye vardık. Biz tavaf ve sa'yi yaptıktan sonra Resûlullah
(s.a.) ihramdan çıkmamızı emretti ve;

"Eğer (yanımda) kurban(lar)ım olmasaydı bende ihramdan çıkardım " buyurdu.
Sonra Süraka b. Mâlik ayağa kalkarak:

Ey Allah'ın Resulü, bizim bu ihramdan çıkışımız sadece bu seneye mi mahsûsdur,
yoksa edebiyete kadar (devam edecek) midir, ne dersin? dedi. Bunun üzerine
Resûlullah (s.a.) de;

"Bilâkis o ebediyyen devam edecektir" buyurdu.

Evzaî dedi ki: Ben bu hadisi, Atâ b. Ebî Rebâh rivayet ederken işittim (fakat) iyi
ezberleyemedim. Nihayet İbn Cüreyc'le karşılaştım da o bunu bana yeniden hatırlattı,

T3821

(sağlam bir şekilde ezberledim).- 1 1



Açıklama



1 779 numaralı hadis-i şerifte ifade edildiği üzere Veda Haccmda, Ashâb-ı kiramın bir
kısmı sadece umreye bir

kısmı sadece hacca, bir kısmı da hem umreye hem de hacca birlikte niyet etmişken
burada Hz. Aişe'nin "sadece hac yapmak için ihrama girmiştik" demesi, mecazi bir
sözdür. Ashâb-ı kiramın çoğunluğu sadece hac için ihrama girmiş olduğundan tağlib
yoluyla böyle mecazî bir ifade kullanılmıştır. 1778 no'lu hadis-i şerifte de belirtildiği
gibi o sene Hz. Aişe sadece umreye niyet edenler arasında idi.

"Biz tavaf ve sa'yı yaptıktan sonra Resûlullah (s.a.) ihramdan çıkmamızı emretti"
cümlesinde takdim ve te'hir vardır. Cümlenin aslı "Sonra Resûlullah (s.a.); "yanında
kurbanlık bulunmayanlar(ımız)m haclarını umreye tebdil etmelerini emretti. Bunun
üzerine tavafı ve sa'yı yapıp ihramdan çıktık," şeklindedir. Nitekim Atâ'nm Câbir'den
rivayet etmiş olduğu şu hadis-i şerif bunu te'yid etmektedir: "Câbir'in haber verdiğine
göre: Kendisi Resûl-i Ekrem'in Beyt-i Şerife kurbanlık gönderdiği sene O'nunla
birlikte hacca gitmişti. (Ashâb-ı kiramın hepsi de) ifrâd haccma niyet etmişlerdi.
Mekke'ye vardıkları zaman Resûl-i Ekrem (s.a.); "(Hac yapmak için girdiğiniz)
ihramınızdan çıkınız, hemen Beyt-i Şerifi ve Safa ile Mer-ve arasını tavaf ediniz ve
tıraş olarak tekrar ihramdan çıkınız. Nihayet terviye günü gelince hac için yeniden

ihrama giriniz" diye emretmiştir. " ^ ^ ^

Buharı ve Müslim'in rivayet ettiği bu hadis de açıkça gösteriyor ki Veda Haccı
senesinde Ashâb-ı kiram Mekke'ye vardıktan sonra Resûlul-Iah'm emri üzerine önce
tavaf sonra sa'y yapıp daha sonra da tıraş olarak ihramdan çıkmışlar ve terviye günü
denilen Zilhicce'nin 8. günü hac için yeniden ihrama girmişlerdir. Ancak konumuzu
teşkil eden Ebû Dâvûd ha-, disindeki "Mekke'ye vardık... Resûlullah (s.a.) ihramdan
çıkmamızı emretti" cümlelerine bakıp da bu hadisle Hz. Peygamber'in bu emri, Şerifte



verdiğini ifade eden hadisler arasında bir çelişki bulunduğunu zannetmemek lâzımdır.
Çünkü Resûl-i Ekrem'in bu emri hem Şerifte hem de Harem-i şerifte vermiş olması
mümkündür.

Bilindiği gibi kurbanlığı yanında olan bir kimsenin kurban bayramı günü kurbanlığını
kesinceye kadar ihramdan çıkması caiz değildir. Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimiz,
"Eğer (yanımda) kurban(lar)ım olmasaydı ben de ihramdan çıkardım" buyurmakla, bu
hükmü ifade etmek istemiştir. Ashâb-ı kiramın Resûl-i Ekrem'e; "Ey Allah'ın Resûİü
bizim bu ihramdan çıkışımız sadece bu seneye mi mahsûstur, yoksa ebediyete kadar
devam edecek midir?" diye sormaları, o güne kadar hac mevsiminde umre
yapılamayacağı kanaatinde olmalarındandır.

Müellif Ebû Davud'un metnin sonunda Evzâî'nin sözünü nakletmekten maksadı, bu
hadisin muhtelif kimseler tarafından nakledildiğini, binâenaleyh sağlam bir hadis
olduğunu ifade etmektedir.

Bu hadis temettü' haccmm kıran haccmdan daha faziletli olduğunu söyleyen Hanbelî
ulemâsının delilidir. Hanefîlerin bu mevzûdaki görüş ve delilleri 1778 numaralı

hadisin şerhinde açıklanmıştır. ^ ^

1788. ...Câbir'den; demiştir ki: Resûlullah (s.a.) ve ashabı Zilnicenin dördünde
(Mekke'ye) ayak bastılar. Beyt(-i Şerif)i ve Safa ile Merve arasını tavaf ettikleri
zaman, Resûlullah (s.a.);

"Yanında kurbanlıkları bulunanların dışındakiler haclarım umreye tebdil etsinler"
buyurdu. Terviye günü (denilen Zilhiccenin 8. günü) olunca (ashâb-ı kiram) hac için
(yeniden) ihrama girdiler. Bayram günü olunca gelip (tekrar) Beyt(-i Şerif)i tavaf

T3851

ettiler, fakat Safa ile Merve arasını tavaf etmediler. J 1



Açıklama



Resûlullah (s.a.)'m, "yanında kurbanlıkları bulunanların dışındakiler haclarını
umreye tebdil etsin" emri, ifrâd haccma niyet edip de yanında kurbanlık bulunmayan
hacı adayları içindir.

Yine "Bayram günü olunca gelip Beyt-i Şerifi tavaf ettiler" cümlesindeki tavaftan
maksat, hacıların Arafat'tan indikten sonra yaptıkları "ziyaret tavafı" veya "ifâda
tavafı" diye bilinen tavaftır. Bilindiği gibi bu tavaf haccın rükünlerinden olup bunun
dört şâvtı her sene hac edene farzdır. Bunun için bu tavafa "rükün tavafı" da
denilmiştir. Ancak bu hadis-i şerif, "Resûlullah (s.a.) bize "hac için girmiş olduğunuz
ihramı, umre ihramına tebdil ediniz" dedi, sonra terviye gecesinde hacca niyet
etmemizi emretti. Hac amellerini bitirince (Mekke'ye gelip) Beyt(-i Şerif)i ve Safa ile
Merve arasını tavaf ettik. Üzerimizde bir kurban borcu bulunduğu halde haccı
bitirmiştik," anlamındaki hadis-i şerife aykırı olduğu ibi, mezhep imamlarının
"temettü' haccı yapan bir kimseye ifâda tavafından sonra Safa ile Merve arasında sa'y
yapmak lâzım geleceği"ne dair görüşlerine de aykırıdır. Bu ihtilafı şu şekilde
halletmek mümkündür:

İfada tavafından sonra Safa ile Merve arasında sa'y yapılmayacağını ifâde eden ve
konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisi, kıran haccı veya ifrâd haccı yapıp da
yanında hedy kurbanı bulunan ve aynı zamanda kudüm tavafından sonra sa'yini
yapmış olan kimselerle ilgilidir. Bu gibi kimselere ifâda tavafından sonra sa'y lâzım



gelmez. Haccı kıran yapan kimsenin ifada tavafı yapıp yapmayacağı ulema arasında
ihtilaflı ise de, yanında hedy kurbanlığı bulunmayan ve ifâda tavafı yapan kimsenin
tavafından sonra sa'y yapmayacağında görüş birliği vardır.

Eğer bu ihtilâfın bu şekilde halledilemeyeceği farzeG-lirse, o zaman Buhârî'nin rivayet
ettiği ve "ifâda tavafından sonra sa'y yapılması gerektiğini" ifâde eden İbn Abbas
hadisinin, konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisine tercih edilebileceğini söylemek
mümkündür. Çünkü İbn Abbas hadisi hem sıhhat bakımından daha kuvvetli, hem de
icmâa uygundur. Bu durumda müelif Ebû Davud'un bu hadisinin sonundaki "Safa ile
Merve arasında sa'y yapmadılar," cümlesinin bazı râviler tarafından yanlışlıkla ilave
edilmiş olması düşünülebilir. Bu konu ile ilgili 6aşka te'viller varsa da nakle lüzum

görmedik.

1789. ...Câbir (r.a.) dedi ki: Resûlullah (s. a.) ve ashabı hacca niyet etmiş(ler)di ve o
gün Peygamber (s. a.) ile Talha'dan başka hiç birinin yanında kurbanlık yoktu. Ali
(r.a.) de bir kurbanlıkla birlikte Yemen' den geldi ve;

Ben Resûlullah (s.a.)'uı girdiği gibi ihrama girdim, diyerek niyet etti. Peygamber
(s.a.)'de ashabına haclarını umreye çevirmelerini, (yani) yanında kurbanlığı
olmayanların (önce) tavaf yapıp sonra tıraş olarak ihramdan çıkmalarını emretti.
Bunun üzerine sahâbe(-i kiram kendi aralarında);

Cinsel organlarımızdan meni damlarken Minâ'ya mı gideceğiz? diye konuştular. Bu
(konuşmaları) resûlullah (s.a.)'e ulaşınca;

"Arkamda bıraktığım şu iş bir daha önüme çıksaydı, yanımda kurbanlık getirmezdim,

T3871

yanımda kurbanlık olmasaydı, ben de ihramdan çıkardım" buyurdu.



Açıklama



Şevkânî bu hadisi Neylu'l-Evtâr isimli eserinde aynı anlama gelen Ebû Musa el-Eşârî
hadisiyle birlikte zikrettikten sonra şunları söylüyor: "Bu iki hadis bir kimsenin, "Ben
falan kişinin niyetine aldığı hacca niyet ediyorum" diye hacca niyet etmesinin caiz
olduğuna delildir. Kişinin hangi hac çeşidi olduğunu belirtmeden mutlak surette hacca
niyet edip de daha sonra dilediği haccı belirtmesi de caizdir. Ulemânın büyük
çoğunluğu bu görüştedir. Ancak Maliki ulemâsına göre tayinsiz olarak mutlak surette
hacca niyet etmek caiz değildir. Küfe ulemâsı da bu görüştedir. İbn Münir'in beyânına
göre, Buhârî'nin de bu görüşte olduğu söz konusu hadislerin başlığındaki
açıklamalardan anlaşılmaktadır. Çünkü Buhârî o başlıkta "Peygamber (s.a.)'in
T3881

devrinde kaydım zikretmekle, -mutlak hacca niyet etme cevazının sadece

Peygamber (s. a.) devrine mahsûs bir cevaz olup, daha sonraki devirler için geçerli

T3891

olmadığını- ifâde etmek istemiştir. " J 1 Şevkânî'ye göre aslında bu mesele Resûl-i

Ekrem (s. a.) Efendimizin bir kişiye veya belli bir topluluğa karşı söylediği bir sözün
sadece o kişileri mi ilgilendirdiği, yoksa bu sözün hükmünün bütün ümmete şâmil mi
olduğu meselesiyle ilgilidir. Resûl-i Ekrem (s.a.)'in hitaplarının bütün ümmeti
ilgilendirdiği görüşünde olan kimselere göre, Ebû Mûsâ hadisinin sadece Resûl-i
Ekrem (s. a.) dönemindeki kişilere âit olduğu söylenemez. Bunu söyleyebilmek için bir
delile dayanmak gerekir. Oysa böyle bir delil mevcûd değildir. Resûl-i Ekrem (s.a.)'in
hitabının sadece o devirdeki muhatablarmı ilgilendirdiği görüşünde olanlara göre ise,



T3901

söz konusu hadislerin hükmü sadece muhatablarmı ilgilendirir. J 1

Hanefî ulemâsından Aliyyul-Kârî, "Lübâb ü'l-Menâsık" üzerine yazdığı şerhte şunları
söylüyor: "Haccm sıhhati için hangi hacca niyet edildiğini dil ile söylemek şart
değildir. Hacca mı, umreye mi yoksa kıran haccı-na mı niyet ettiğini sadece kalbinden
geçirmesi haccm sıhhati için yeterli olduğu gibi hangi haccı yapacağım tayin etmeden
sadece hac ibadeti için niyet etmesi de yeterlidir. Fakat (daha sonra bu haccm) hangi
neviden hac olduğunu kesinlikle belirtmek gerekir. Aym zamanda "falan kimsenin
niyet ettiği şekilde ben de niyet ediyorum" şeklinde yapılan bir niyet de sahilidir."
Burada tayinsiz olarak yapılan hac niyetiyle başka birinin yaptığma bağlı olarak
yapılan hac niyetinin Hanefîlerce de caiz olduğu anlaşılır. Her ne kadar yine Hanefî
ulemâsından olan Aynî, konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisini şerh ederken aksini

iddia etmişse de, ' işin aslı budur.

Nitekim Hanefilerin fıkıh kitaplarından Bedâiyu's-sanâyı isimli eserde de şu ifadeler
yer almaktadır: "bir kimse ihrama niyet ederek telbiye getirse de hac veya umre için
bir niyette bulunmasa, Beyt-i Şerifi bir kerre tavaf etmediği müddetçe istediği hac
nevine veya umreye niyet etme hakkı vardır. Fakat Beyt-i Şerifi bir kerre tavaf edecek
olursa, artık girmiş olduğu ihram umre için teayyûn etmiş (belirlenmiş) olur." Çünkü
ihram edâ değildir. Haccı edâ etmenin şartıdır, Edâ etmek şartıyla yapılan.bir akdin,

[3921

beyâna bağlı ve mücmel olarak yapılması caizdir. J 1

"Cinsel organlar muzdan meni damlarken Minâ'ya mı gideceğiz" cümlesi, umreyi
müteâkib ihramdan çıkmaktan ve ailelere yaklaşmaktan kinayedir. Fakat Resûl-i
Ekrem "Yanımda kurbanlık bulunmasaydı ben de ihramdan çıkardım" sözleriyle
bunun caiz olduğunu, fakat yanında kurbanlık bulunan kimsenin kurbanını
kesmedikçe ihramdan çıkamayacağını, binâenaleyh böyle bir kimsenin umre

yapamayacağını ifâde etmiştir.



Bazı Hükümler



1. Resûl-i Ekrem (s.a.)'in Veda haccmda yaptığı hac temettü haccı değildir.

2. Niyet edilen bir haccı bozarak umreye niyet etmek caizdir. Nitekim Ahmed b.
Hanbel ile Zâhiriyye ulemâsı bu görüştedir. Ulemânın büyük çoğunluğuna göre ise,
Resûl-i Ekrem (s.a.)'in haccı bozup da umreye niyet etme emri Veda haccma iştirak
eden sahâbe-i kirama ait özel bir emirdir. Bundan sonra gelecek (no'suz) babda bu
mevzu ayrıntılı olarak ele alınacaktır.

3. Bir kimsenin, "falanca kimsenin niyet ettiğine" diyerek hacca niyet etmesi, caiz
olduğu gibi yapacağı haccm nevini belirtmeden mutlak olarak hacca niyet etmesi ve
daha sonra tavafa başlamadan önce yapacağı haccı ta'yin etmesi caizdir. Hanefî
ulemâsı ile İmâm Şafiî, Ahmed ve İmâm Mâlik (r.a.) hazretleri de bu görüştedirler.
[3941



1790. ...İbn Abbas'dan rivayet edildiğine göre Peygamber (s. a.) şöyle buyurmuştur:
"Bu (bizim hacla birlikte hac mevsiminde iki ihramda yaptığımız ve) kendisiyle
faydalandığımız bir umredir. Kimin yanında kurbanlık yoksa, o kimse ihramdan
derhal (ve) tamamıyla çıksın! Çünkü umre kıyamet gününe kadar hacca dahil



olmuştur.

Ebû Dâvûd dedi ki: Bu hadis münkerdir. Bu (aslında) İbn Abbas'm sözüdür.
Açıklama

"Bu, bizim kendisinden faydalandığımız bir umredir," cümlesi, "Veda haccmda
Resûlullah (s. a.) temettü' haccı yaptı" diyen kimselerin delilidir. Resûl-i Ekrem
(s.a.)'in Veda haccmda temettü' haccı yapmadığı görüşünde olan kimselere göre ise,
Resûlullah (sa.) "bizim kendisinden faydalandığımız bir umredir," sözüyle kendisinin
temettü' haccı yaptığını ifâde etmek istememiştir. Her ne kadar Ra-sûl-i Ekrem (s. a.)
bu cümle ile yapılan temettü' haccmı kendisine nisbet etmişse de bu söz, bir kabile
reisinin, kavminin yaptığı fiillerden "bizim yaptığımız işler" diye bahsetmesi
kabilinden mecazi bir sözdür. Çünkü kavim o işi reisin emriyle yapmıştır. Bilindiği
gibi bir fiili failinin gayrisine nisbet ederek ifade etmeye "mecâz-i Luğavî" denir.
"Çünkü umre kıyamet gününe kadar hacca dahil olmuştur," cümlesi üzerine farklı iki
görüş vardır.

1. Umrenin farz olduğunu söyleyenlerin görüşü,

2. Umrenin farz olmadığını söyleyenlerin görüşü,

1. Birinci görüşte olanlara göre bu cümle iki anlama gelir:

a. Kıran haccı yapan bir kimsenin umresi haccı içerisine girmiş olduğundan umre için
ikinci bir tavaf ve sa'y gerekmediği gibi ikinci bir ihram da gerekmez. Hac için işlenen
bu ameller haccm içinde bulunan umre için de işlenmiş olur.

b. Hac mevsiminde umre de yapılabilir. Hz. Ömer, İbn Ömer, İbn Abbas, Atâ, Tavus,
Mücâhid, Hasan el-Basrî, İbn Şirin, Şa'bî, Sa'id b. Cübeyr, Şafiî, Ahmed, İshâk, Ebû
Ubeyd ve es-Sevri bu görüştedir.

2. İkinci görüşte olanlara göre "umrenin hacca dahil olması" demek "Haccm edâ
edilmesiyle umre de eda edilmiş olur" demektir. Hanefi ulemâsı ile İmâm Mâlik ve

T3971

Ebû Sevr bu görüştedir. J

"Kimin yanında kurbanlık yoksa o kimse ihramdan derhal ve tamamıyla çıksın" emri
ile, umreyi ifâ eden bir kimseye hac için ikinci bir ihrama gireceği terviye gününe
kadar ihramh olmayan bir kişiye helâl olan şeylerin hepsinin helâl olduğunu ifade
etmektedir. Ancak, yanında kurbanlığı bulunan kimse yine bu emir gereğince bayram
günü olup da kurbanını kesmedikçe, içinde bulunduğu ihramdan çıkamaz, bir başka

ifadeyle temettü' haccı yapamaz.
Bazı Hükümler

1. Hac mevsiminde umre yapmak caizdir.

2. Bu hadis ibn Abbas in sozudur, yanı mevkuf hadistir," denilmişse de İmâm Ahmed,
Müslim ve Beyhakî bu hadisi raerfû! olarak rivayet etmişlerdir. Bu durumda Ebû

Dâvûd hadisi aslında merfü' bir hadistir.



1791. ...İbn Abbas (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.);

"Bir kimse (sadece) hacca niyet eder, sonra Mekke'ye gelir de Beyt-i ve Safa ile



Merve'yi tavaf ederse ihramdan çıkabilir ve bu (yaptığı) umredir," buyurmuştur.^ ^

Ebû Dâvûd dedi ki: Bu hadisi İbn Cüreyc de bir adam vasıtasıyla Ata' dan (şu şekilde)
rivayet etmiştir: "Peygamber (s.a.)'in ashabı sadece hacca niyet ederek (Mekke'ye)

gelmişti. (Ashabının niyet ettiği) haca umreye çevirtti. "L^-J
Açıklama

Bu hadis-i şerif, "ifrâd haccma niyet eden bir kimsenin kudüm tavafını yaptıktan sonra
ihramdan çıkabileceğini ve yaptığı bu amelin umre sayılacağım" söyleyen Hz. İbn
Abbâs'm delilidir. Ulemânın büyük çoğunluğuna göre ise, sadece kudüm tavafını ifâ
etmekle ihramdan çıkmak caiz değildir. İhramdan çıkabilmek için Arafat'ta vakfe
yaparak Minâ'da şeytan taşlayıp kurban kesmek ve ziyaret tavafını ifâ etmek gerekir.
Hz. İbn Abbas'm görüşü Müslim'in rivayet ettiği bir hadiste şu mânâya gelen sözlerle
ifâde edilmektedir:

İbn Cureyc dedi ki: Bana Atâ şöyle söyledi: İbn Abbâs dedi ki:

Beyt'i tavaf eden ister hacı olsun isterse hacı olmasın ihramdan çıkar. (İbn Cureyc)
Atâ'ya:

Acaba bunu neye istinaden söylüyordu? diye sordum.

[4021

Allah Teâlâ'nm: "sonra onun hill yeri Beyt-i Atîk'dir." âyet-i kerîmesine

istinaden, cevâbını verdi.

Ama bu Arafat' dan sonra olacaktır, dedim; Atâ:

Peygamber (s.a.)'in Veda Haccmda kendilerine verdiği hilPe çıkma emrinden diyordu,
dedi.»^

Bu konuda Nevevî diyor ki: "İbn Abbâs'm âyetle istidlali doğru değildir. Çünkü âyet-i
kerime'de bu hususa delâlet yoktur. Ayet kurbanın yalnız Harem-i Şerifte kesileceğini
bildirmektedir. Onda ihramdan çıkmak olsaydı, tavafa lüzum kalmadan mücerred
kurbanlık Harem-i Şerife varmakla ihramdan çıkmak icâb ederdi. İbn Abbâs'm Veda
Haccmda Peygamber (s.a.)'in verdiği hilPe çıkma emriyle istidlali de doğru değildir.
Zira bu emirde mücerred Kâ'be'yi tavaftan sonra ihramdan çıkılacağına delâlet yoktur.
Resûlullah (s.a.)'in emri o seneye mahsûs olmak üzere haccı umreye tebdil

hakkındadır.

Bazıları Hz. İbn Abbâs'm kavlini te'vil etmiş ve "Onun maksadı haccı
tamamlayamadan kalanlardır. Böyleleri tavaf ve sa'yden sonra ihramdan çıkarlar
demek istemiştir" şeklinde mütâlâa yürütmüşlerse de, bu te'vil ihtimalden uzak
görülmüştür.

Çünkü rivayetlerin birinde İbn Abbâs'm "Hacı olsun olmasın, Beyti tavaf eden kimse
ihramdan çıkar" dediği bildirilmektedir.

Ulemânın büyük çoğunluğuna göre bu hadis Resûl-i Ekrem'e ulaşan merfu' bir hadis
değildir. İbn Abbâs'm kendi sözüdür .ve senedinde ulemânın zayıf olduğunda ittifak
ettiği "Nehhâs" vardır. Durum onu gösteriyor ki, bu hadisin merfu olarak rivayeti
münkerdir. Gerçekte bu hadisi Atâ, İbn Abbâs'dan mevkuf olarak rivayet etmiştir ve
şu anlamdadır: "Kim hacca niyet ederek (Ka'be'ye) gelir de, Beyt'i ve Safa ile Merve

arasım tavaf edecek olursa, haccı umreye dönüşür. Bu hadisi İmâm Ahmed



Müsned'inde hasen bir senedle rivayet etmiştir. Ve Zahirî ulemâsından bazıları bu
hadisle amel etmişledir.

İmâm Ahmed'e göre, hacc-ı ifrâda niyet ederek Ka'be'ye gelip de Beyt-i Şerifi ve Safa
ile Merve arasını tavaf eden bir kimsenin ihramdan çıkması müstehâbdır. Ebû Dâvûd
metnin sonuna "Peygamber (s.a.)'in ashabı sadece hacca niyet ederek (Mekke'ye)
gelmişti. (Ashabının niyet ettiği) haccı umreye çevirtti," anlamındaki taliki ilâve
etmekle . "yanında hedy kurbanı olmayan ve ifrâd haccı yapmak maksadıyla Mekke'ye
gelen bir kimsenin tavafı ve sa'yı yaptıktan sonra ihramdan çıkabileceğini" söyleyen
Hz. îbn Abbâs'm görüşünü delillendirmek ve takviye etmek istemişse de ulemânın
büyük çoğunluğuna göre Resûl-i Ekrem'in bu emri Veda Haccında bulunan ashab-ı
kirama âit özel bir emirdir. Câhiliyye çağından kalan "hac mevsiminde umre
yapılamayacağı" yolundaki görüşü yıkmak için verilmiştir. Hz. İbn Abbâs'm görüşünü
destekleyici bir delil olmaktan uzaktır. Bu ta'lik daha uzun şekliyle 1787 numaralı

hadiste geçmişti.

1792. ...îbn Abbâs'dan; demiştir ki: Peygamber (s. a.) sadece hacca niyet etmişti.
(Mekke'ye) gelince Beyt (Şerif)'i ve Safa ile Merve arasını tavaf etti. (Bü hadisi Ebû
Davud'a nakleden diğer râvî) İbn Şevker dedi ki: (Resûlullah (s. a.) tavaftan sonra)
"tıraş olmadı" (Bundan sonra her iki râvî de şu cümleleri nakletmekte) birleştiler:
(Yanında) kurban (bulunduğun)dan dolayı kendisi ihramdan çık(a)madı ve (Beyt-i
Şerife) kurban göndermemiş olan kimselerin tavaf ile sa'yi yapıp, saçlarını
kısaltmalarından sonra ihramdan çıkmalarını emretti.

İbn Meni' ise, rivayetinde "saçlarını kısalttıktan sonra" sözüne şu sözleri de ilâve
etmiştir: "Yahut da tıraş olduktan sonra ihramdan çıkmalarım" (emretti).



Açıklama



Bir evvelki hadis-i şerifin şerhinde de ifâde ettiğimiz gibi câhiliyye devrinde hac
mevsiminde umre yapmak yasaktı. Fahr-i kâinat Efendimiz bu inancı yıkmak için ve
sadece o seneki hacılara mahsûs olmak üzere Veda haccmda hacca niyet eden
ashabına Beyt-i Şerifi tavaf ettikten ve sa'yı yaptıktan sonra tıraş olup ihramdan
çıkmak suretiyle bir umre yapıp, terviye günü denilen Zilhicce'nin 8. günü hac için
yeniden ihrama girmelerini istemiştir. Ancak kendi yanında kurbanlık bulunduğu için
bayram günü kurbanını kesmedikçe ihramdan çıkması mümkün olmadığından
umreden sonra ihramdan çıkamamışsa da yanında kurbanlığı olmayan ashabına
umreden sonra tıraş olup veya saçlarını kısaltıp ihramdan çıkmalarını emretmiştir.
Bu hadisi Ebû Davud'a nakleden İbn Şevker'in rivayetinde bu hâdise "tavaf ile sa'yı
yapıp saçlarını kısaltmalarından sonra ihramdan çıkmalarını emretti" şeklinde ifâde
edilirken, diğer râvi Ahmed b. Menî'nin rivayetinde "tavaf ile sa'yı yapıp saçlarını
kısaltmalarından yahud tıraş olmalarından sonra ihramdan çıkmalarını emretti"
şeklinde ifâde edilmiştir. Daha doğrusu îbn Şevker'in rivayetinde "tıraş olmaları"

ifâdesi yoktur.



Bazı Hükümler



1. Hac niyetinden donup umreye niyet etmek caizdir.

2. Yanında kurbanlık bulunan veya Beyt-i Şerife kurbanlık gönderen bir kimse umre
yapınca ihramdan çıkamaz. Ancak bayram günü kurbanını kestikten sonra çıkabilir.

3. Veda haccmda Peygamber efendimiz kıran haccı yapmıştır. ^— ^

1793. ...Sa'îd b. el-Müseyyeb'den rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.)'in
ashabından bir adam Hz. Ömer'e gelerek; Resûlullah (s.a.)'in„(ruhunun) kabzedildiği

hastalığında hacdan önce umre yapmaktan nehyettiğini bildirdi.
Açıklama

Hattâbî'nin beyanına göre, bu hadis-i şerifin senedi tenkid edilmiştir. Çünkü senedinde
Ebû İsâ ile Abdullah b. Kasım vardır. Bununla beraber hadisin sahih olduğu kabul
edilecek olursa, haccm umreden önce yapılması emrini istihbâbâ hamletmek gerekir.
Çünkü hac ibâdeti, umreye nisbetle daha önemli ve ecri daha büyüktür. Ayrıca hac
için ayrılan zaman belli ve sınırlıdır. Bu bakımdan haccı biraz geciktirmekle hac
vaktinin geçmesi tehlikesi ortaya çıkar. Umre ise, böyle değildir. Çünkü onun için
belli bir mevsim yoktur. Her sene ve her mevsimde yapılabilir. Bu bakımdan Resûl-i
Ekrem, hacdan önce umre yapmayı yasaklamıştır. Allah Te'âlâ ve tekaddes hazretleri

[4121

de "Haccı ve umreyi Allak için tamamlayınız mealindeki âyet-i kerimede de hac

kelimesini umreden önce zikretmekle bu inceliğe işaret buyurmuştur. Binâenaleyh bu
yasağa uymamak tenzihen mekruhtur. Haram olduğunu söylemek mümkün değildir.
Çünkü Hattâbî'nin de ifâde ettiği gibi Resûl-i Ekrem Efendimizin hac mevsiminde
haccmı yapmadan önce iki defa umre yaptığı sabittir. Sabit olduğu bilinen bir emir,
konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisi gibi zayıf ve dolayısıyla zannî bir delille terk
edilemez. Nitekim hacdan önce umre yapmanın caiz olduğunda ulemâ da görüş

birliğine varmıştır. ^— ^

1794. ...Basra halkından olan Ebû Şeyh tarikiyle Ebû Mûsâ el-Eş'arî'den
nakledildiğine göre: Mu'âviye b. Ebî Süfyân, Peygamber (s.a.)'in ashabına (şunları)
söylemiştir:

Siz Resûlullah (s.a.)'m pek çok şeylerle birlikte kaplan derisinden yapılmış eğer üzeri)
ne binmekten de nehyettiğini biliyor musunuz?

Evet (biliyoruz), dediler. (Bunun üzerine Hz. Mu'âviye), Hac ile umrenin arasını
birleştirmeyi yasajdadığım da biliyor musunuz? dedi. (Ashâb-ı kiram da),
Buna gelince hayır, diye cevâb verdiler. (Hz. Mu'âviye de), İyi biliniz ki, bu da o

[4141

(yasak) olanlardandır, fakat siz unutmuşsunuz, dedi.

Açıklama

Metinde geçen "an keza ve keza = şunlardan şunlardan" tabiri "bir çok şeyleden"
anlamına gelen bir kinayedir. Resûl-i Ekrem'in pek çok şeyleri yasak ettiğini kısaca
ifâde etmek maksadıyla kullanılmıştır.

Kaplan derisinden yapılan eyere ve benzeri şeylerin üzerne oturmanın



yasaklanmasının hikmeti insana kibir ve gurur vermesi ve yabancılara âit bir kıyafet
olmasıdır.

Bu hadis-i şerif kıran haccı yapmanın mekruh olduğunu söyleyen kimselerin delilidir.
Hz. Mu'âviye de kıran haccmm yasak olduğu görüşünde idi. Fakat sahâbe-i kiramdan
hiç bir kimse Hz. Mu'âviye'nin bu görüşünü kabul etmemiştir. Öyle görünüyor ki, Hz.
Peygamber, câhiliyye devrinden kalan "hac mevsiminde umre yapılamayacağı"
görüşünü yıkmak maksadıyla veda haccmda hac için ihrama giren kimselere "hac için
girdikleri ihramı umreye tebdil etmelerini" emredip de, bu emrin onlara ağır geldiğini
görünce; "Arkamda bıraktığım şu iş, bir daha önüme çıksaydı yanımda kurbanlık
getirmezdim" buyurmasından Hz. Mu'âviye, Hz. Peygamberin kıran haccmı
yasakladığı manâsım çıkarmıştır-. Çünkü Hz. Peygamber o sene kıran haccı yapmakta
idi. Bu sebeble O'nun "arkamda bıraktığım şu iş bir daha önüme çıksaydı bir daha

yanımda kurbanlık getirmezdim" L- =Ü s özünü Hz. Mu'âviye; "bundan sonra kıran
haccmı yasaklıyorum" şeklinde anlamıştır. Halbuki Hz. Peygamber (s. a.), bu sözü,
kendisinin haccmı bozup umreye niyet etmediğini gören ashabın, duydukları üzüntüyü
gidermek ve aslında bu mevsimde umre yapmanın faziletli bir ibâdet olduğuna onları
inandırmak ve yanında kurbanlık bulunmamış olsaydı, kendisinin de onlar gibi umre
yapacak olduğunu ifâde etmek için söylemiştir. Şayet Hz. Muâviye'nin dediği gibi
Resûl-i Ekrem'in bu hadisinin kıran haccmı yasakladığı kabul edilse bile, bu yasağın
hükmü kerâhet-i tenzihiyyeden öte gidemez. Çünkü kıran haccmm caiz olduğuna dâir
icmâ' vardır. Nitekim Şafiî ulemâsından Hattâbî bu konuda şunları söylemektedir:
"Kıran haccmm caiz olduğunda bu ümmetin icmâ'ı vardır. Oysa dinen yasak olan bir
meselede icmâ'm bulunması düşünülemez." Nitekim ashâb-ı kiram da kıran haccmm
caiz olduğu görüşündedir. Bu yüzden Hz. Muâviye'nin bu konudaki görüşüne
katılmamışlardır. Bazılarına göre Peygamber (s.a.)'in bu sözü ifrâd haccı yapmanm
diğer haclardan daha faziletli olduğuna delâlet eder. Çünkü başlıbaşma bir tek umre
veya hac yapmak, o ibâdeti en mükemmel bir şekilde yapmayı ve Beyt-i Şerife
defalarca gelmeyi gerektirir. Nitekim Ömer (r.a.) "hac ile umreyi birleştirmeyiniz,
çünkü bu şekilde hareket etmeniz, sözkonusu ibâdetleri daha mükemmel yapmanızı
sağlar" buyurmuştur. Hz. Osman da hac ile umrenin birlikte yapılmasının hükmü
sorulunca "haccm ve umrenin mükemmel olması, hac meysiminde bir arada yapı
Imâmalarmda dır, hac mevsiminin dışında sadece umre yapıp da sonra hac için ikinci
bir kere daha Beyt-i Şerife gelmeniz daha faziletlidir" diye cevâb vermiştir. Bazılarına
göre bu hadiste nehyedilen şey, enaz bir şavtlık kudüm tavafı yapmadan önce ifrâd
haccmı umreye idhâl etmektir. Çünkü bu fiil, kuvvetli üzerine zayıfı bina etmek
anlamına geldiği için Hanefîlerce mekruh görülmüştür. Mâlikîlerce ve Şâfıîlerce en
sahih olan kavle göre batıldır. Bu konu bir sonraki bâbda daha ayrıntılı bir şekilde ele

almacakür.^ifl
24. Kıran Haccı

Hem hac, hem de umre için birden ihrama girmeye "Hacc-ı Kıran = kıran haccı"
denir. Bu hacda, umre ile hac arasında fasıla yoktur.

Hacc-ı Kıran' da bulunacak zât, mîkatte veya daha önce, umre ile hacca birlikte niyet
edip, iki rekât namaz kılar, sonra umre ile birlikte hacca niyet eder. Daha sonra
telbiyede bulunur ve ihramın şartlarına riâyet eder.



Mekke'ye girince umresini yapar. Ka'be'yi tavaf eder. Safa ile Merve arasında "sa'y"
eder. Sonra haccm menâsikini ifâ eder. Cemreleri taşladıktan sonra tıraştan önce
kurban kesmek, haccı-ı kıran ve hacc-ı temettü' yapanlara caizdir. Bunu kesmeyenler
arefe gününe kadar üçgün, bayram çıktıktan sonra da istedikleri zaman yedi gün,
toplam on gün oruç tutarlar.

Hacc-ı kırana niyet eden bir kimse umresini yapmadan Arfat'a gidecek olursa, umresi
bozulur.

Hacc-ı kıran ile hacc-ı temettü' afakîlere (Harem hâricinden gelen taşralılara)
mahsûsdur.

Mekke'de veya Mekke ile mîkat arasında oturanlar bu iki haccı yapmazlar. Ayrıca
tavafın çoğunu ifa etmeden önce hac ihramını umre ihramına idhal etmeye de hacc-ı
kıran denildiği gibi, en az bir şavtlık tavaf, yapmadan, umre ihramını hac ihramına

idhal etmeye de "hacc-ı kıran" denir. Fakat bu ikinci şekil Hanefîlerce mekruh,

[417]

Melikîler ve Şâfıîlerce, en sahih olan kavle göre, bâtıldır. J 1

1795. ...Enes b. Mâlik'in şöyle dediği rivayet olunmuştur: Ben, Resûlullah (s.a.)'i,
"Umre ile hac için lebbeyk! Umre ilel hac için Üebbeyk!" derken işittim. ^— ^



Açıklama



Bu hadis-i şerif, "Resûl-i Ekrem (s. a.) Veda haccmda hac ile umreyi birleştirerek
kıran haccı yapmıştır" diyerek kıran haccmm diğer haclardan daha faziletli olduğunu
söyleyen Hanefi ulemasıyla Sevrî ve İshâk'm delilidir. Sözü geçen ilim adamlarına gö-
re fazilet bakımından kıran haccmdan sonra "temettü" haccı, daha sonra da "ifrad"
haccı gelir. Şafiî ulemâsından Nevevî ile el-Müzenî, İbnu'I-Münzir, Takıyyu'ddîn
Sübkî de bu görüştedirler. Bu konuda konumuzu teşkil eden hadisten başka şu
hadisleri de delil olarak gösterirler:

1. Enes'den (rivayet edilmiştir): "Resûlullah (s.a.)'i hac ve umreyi beraberce yapmak

[419]

için teîbiye getirirken işittim" J L Mezkûr ulemâya göre bu hadis Hz. Peygamberin

Veda haccmda hacc-i kıran yaptığını en açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Ancak tercümesini sunduğumuz bu Enes hadisinin altında Müslim ve Nesâî, Bekr b.
Abdullah el-müzenî'den şu anlamda bir hadis rivayet etmişlerdir. Enes'in, "Resûlullah
(s.a.)'i umre ile haccı birlikte yapmak için telbiye getirirken işittim" dediğini duydum.
Bunu hemen İbn Ömer'e anlattım. Bana "sadece hac içiff ihrama gir" dedi. Daha sonra
Enes'le karşılaştım. O'na İbn Ömer'in söylediklerini naklettim. "Siz bizi çocuk zanne-
diyorsunuz! Resûlullah'm "umre ile birlikte hacca niyet ettim" diyerek ihrama

[4201

girdiğini bizzat işittim" dedi. Her ne kadar Hz. ibn Ömer'in sözü ile Hz. Enes'in

sözü biribirine aykırı gibi görünüyorsa da aslında aralarında bir çelişki yoktur. Çünkü
Hz. İbn Ömer Resûlullah'm ihrama girerken yaptığı niyeti işitmiş ve onu nakletmiştir.
Hz. Enes ise, daha sonra Resûl-i Ekrem'in umreyle haccı birleştirip ikisine birden
niyet edişini duymuş ve onu nakletmiştir. Daha doğrusu İbn Ömer'in rivayeti Hz.
Peygamber'in ihramının başlangıcıyla Hz. Enes'in rivayeti de son tarafıyla ilgilidir.

2. "Resûlullah (s. a.) hacla umrenin arasını birleştirmiştir. Sonra vefatına kadar bundan

[421]

nehy buyurmamış, bunu haram kılan bir Kur' ân âyeti de inmemiştir. " J 1 Resûl-i



Ekrem'in (s. a.) Veda haccında kıran haccı yaptığını açıkça ifade eden bu hadis-i
şerifler, tbn Ömer, Aişe, Câbir, Ömer b. el-Hattâb, Ali, İmrân b. Husayn gibi sahabe-i
kiramdan rivayet edildiği halde bir numara önceki Hz. Muâviye hadisi, "Hz.
Peygamber (s.a.)'in Veda haccmda ifrâd haccı yaptığını ifade etmektedir. Bununla
beraber bu rivayetlerin arasını şu şekilde uzlaştırmak mümkündür. Hazret-i Pey-
gamberin Veda haccmda, haccı ifrâda niyet ettiğini söyleyenler, Fahr-i Kâinat
Efendimizin sadece hacca niyet ettiğini görmüş ve umreye niyet ettiğini görmemiş
olmalılar ki sadece gördüklerini nakletmekle yetinmişlerdir. Yahutta, "Hz. Peygamber
ifrâd haccı yaptı" derken "ifrâd" kelimesiyle, Hz. Peygamberdin hayatı boyunca tek
bir defa hac yaptığını kasdetmektedirler.

Hz. Peygamber'in temettü' haccı yaptığını rivayet eden ashâb ise, Hz. Peygamber'i
umre için ihrama girerken görmüş olup hafif sesle hac için niyet edişi yüzünden
duyamamış olmalıdırlar. Yahutta "Hz. Peygamber hacc-ı temettü' yaptı" sözüyle haccı
kıran kastedilmiştir. Çünkü Araplarm eskiden kıran kelimesi yerine "temettü' " kelime
kullandıkları bilinmektedir. Ayrıca Resûl-i Ekrem Efendimizin Veda haccmda kıran
haccı yaptığını ifâde eden hadisler aksini ifâde eden hadislere nisbetle tercihe
şayandır. Çünkü:

1. Kıran haccı yaptığını ifade eden hadislerin râvileri güvenilir kimselerdir ve bu
hadisler diğerlerine nisbetle daha uzundur. Bilindiği gibi güvenilir râvilerin rivayet
ettiği ilâveler kabul ve tercih edilir.

2. Kıran haccı yaptığına dair olan hadisler daha çoktur.

3. Kıran haccı yaptığını ifade eden hadisler te'vile muhtaç değildirler. İfrâd haccı
yaptığını ifade eden hadislerse te'vile muhtaçdırlar.

4. Resûl-i Ekrem (s. a.) Efendimizin, Veda haccmda ashabına hac ile umreyi
birleştirmelerini emrettiği bilinmektedir. Kendisi ifrâd haccı yaptığı halde ashabına
aksini emretmesi düşünülemez.

5. İfrâd haccı yaptığını rivayet eden râviler hakkında ulemâ ihtilâf ettiği halde, kıran
haccı yaptığını rivayet edenler hakkında böyle bir ihtilâf yoktur. Hakkında ihtilaf
olmayan kimselerin yaptığı rivayetin ihtilaflı kimselerin yaptığı rivayete tercih edildiği
bilinen bir gerçektir, tbn Hazm'-m beyânına göre Rasûl-i Ekrem'in yaptığı haccm ifrâd
haccı olduğunu rivayet eden kimseler, aynı zamanda kıran haccı yaptığını da rivayet
etmişlerdir. Hacc-ı kıran yaptığı aynı zamanda Hz. Ali'den ve İmrân b. Husayn' dan da
rivayet olunmuştur. Yine İbn Hazm'm beyânına göre kıran haccı yaptığını rivayet eden
mü'minlerin annesi Hafsa ile Berâ b. Azib ve Enes b. Mâlik'den gelen rivayetlerde
ızdırab ve ihtilâf olmadığı halde aksini rivayet edenlerin rivayetleri muzdaribdir.
Bütün bu durumlar gözönünde bulundurulursa bu konuda gelen hadisler Rasûl-i

[4221

Ekrem'in Veda Haccmda Kıran haccı yaptığım kesinlikle ortaya koyarlar. 1 1

1796. ...Enes (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (s. a.) gece sabaha kadar
Zülhuleyfe'de kaldıktan sonra (devesine) bindi ve (devesi) kendisini Beydâ Tepesi'nde
yukarı kaldırınca Allah'a hamdetti ve "Sübhânallah, Allahü ekber" dedi. Sonra da hac
ve umre için ihrama girdi, halka da hac ve umre için ihrama girmeleri emrini verdi.
(Halk bu emir gereğince umre yaparak) ihramdan çıktılar. Nihayet terviye günü olunca
(yeniden) hac için ihrama girdiler. Ve (bayram günü) Resûlullah (s. a.) yedi tane

[4231

deveyi ayakta oldukları halde kurban etti. 1 1

Ebû Dâvûd dedi ki: Bu hadisten Enes"in tek başına rivayet ettiği kısım, "O (Hz.



Peygamber), önce elhamdülillah, Subhânellah, Allahu ekber dedi, sonra hac için

[4241

ihrama girdi" cümlesidir.



Açıklama

Bilindiği gibi ihram, hacca veya umreye veya her iki-sine birden niyet etmek ve
"Lebbeyk Allahümme lebbeyk" diye telbiyede bulunmak demektir.
Peygamber (s.a.)'in ihrama girerken sadece "sübhanallah" demekle yetinmeyip,
metinde ifâde edildiği şekilde, "elhamdülillah" vel"Allahu. ekber" cümlelerini de ilâve
etmesi, "telbiye için sübhanallah demenin yeterli olduğunu" iddia eden kimselerin
aleyhine bir delil teşkil ettiği gibi, aynı kanatte olan Hanefî mezhebine mensup
alimlerinde aleyhine bir delildir. Çünkü Hanefî mezhebindeki tercihe şayan görüşe
göre telbiye lafızlarından bir kelimeyi bile eksik okumanın caiz olmadığı, fakat bu
lâfızlara Peygamber (s.a.)'in ilâve ettiği lâfızları ilâve etmenin müstehab olduğu kabul
edilmiştir.

Her ne kadar metinden Hz. Peygamber'in sabah namazından sonra deveye bindiği
neticesi çıkıyorsa da, daha önceki hadislerden de anlaşıldığı üzere Resûl-i Ekrem
devesine öğle namazından sonra binmiştir. Ayrıca daha önceki bazı hadis-i şeriflerin
şerhlerinde de ifâde ettiğimiz gibi Veda Haccmda bulunan hacıların bir kısmı sadece

[4251

umreye, bir kısmı sadece hacca, bir kısmı da hacla birlikte umreye niyet etmişti.- 1 1

Binâenaleyh metinde geçen "halk da hac ve umre için ihrama girdi" cümlesi halkın bir
kısmını ifade etmektedir. Resûl-i Ekrem'in halka (umre yaparak) ihramdan çık-
malarına ilişkin emri ise, yanında kurbanlığı olmayan veya daha önce Beyt-i Şerife
kurbanlık göndermemiş olan kişiler içindir. Çünkü yanında kurbanlığı bulunan veya
daha önce Beyt-i Şerife kurbanlık göndermiş bulunan bir kimse bayram günü
kurbanlığını kesmedikçe ihramdan çıkamaz.

Bu hadis-i şerifte, Resûl-i Ekrem Efendimizin yatırmadan kestiği kurbanların adedinin
yedi olarak ifâde edilmesi ile daha önce geçen 1764 numaralı hadiste bu develerin
sayısının 30 aded olarak belirtilmesi arasında bir çelişki olmadığı gibi, ileride gelecek
olan, bayram günü Fahr-i Kâinat Efendimizin 63 aded kurbanlık deve kestiğini ifâde
eden 1905 numaralı hadisle de çelişik değildir. Çünkü bu hadisleri rivayet edenlerden
birisi Resûl-i Ekrem kurban keserken bu kurbanlardan yedi tanesi kesilinceye kadar
hadise mahallinde bulunmuş ve gördüğünü rivayet etmiş, diğeri otuzunu kesinceye
kadar hâdise mahallinden ayrılmamıştır. Bunlardan her birinin olaydan gördüğü
kadarını nakletmiş olması bu rivayetler arasında bir çelişki olduğuna delâlet etmez.
Her ne kadar musannif Ebû Dâvûd, "Hz. Peygamber (s. a.) önce "elhamdülillah,
sübhanallah, Allahü ekber" dedi, sonra hac için ihrama girdi" Cümlesini Hz. Enes'den
başka rivayet eden bir râvinin bulunmadığını söylüyorsa da Hz. Enes'in bu cümleleri
rivayette yalnız kalması, bu rivayetin sıhhatine bir zarar vermez. Çünkü Hz. Enes

sahâbidir, sahâbilerin adaletinde ise şüphe yoktur.
Bazı Hükümler

1. Hacı adaylarının mikatte gecelemeleri müstehabdır.

2. Hac ibâdeti için ihrama girmeden önce "Elhamdülillah, sübhanallah, Allahu ekber"



demek müstehabdır.

3. Develeri keserken yatırmadan ve sol önayakları bağlı olarak kesmek sünnettir.

4. İnsanın kurbanını kendi eliyle kesmesi daha faziletlidir.

5. Resûl-i Ekrem (s.a.) Veda Haccmda kıran haccı yapmıştır.

1797. ...el-Berâ b. Azib'den; demiştir ki: Ben, kendisini Resûlullah (s.a.) Yemen'e vali
ta'yin ettiği zaman Hz. Ali'nin yanında idim. (Hz. Berâ) dedi ki: Onun yanında
kilolarca (mal) elde ettim. Kendisi Yemen'den Resûlullah (s.a.)'m yanma geldiği vakit
Fâtıma (r.anha.)'yı boyalı elbiseler giyinmiş ve evide güzel misklerle kokulandırmış
bir halde buldu. (Hz. Fâtima) dedi ki.

Sana ne oluyor da (ihramdan çıkmıyorsun) oysa Resûlullah (s.a.) ashabına (ihramdan
çıkmalarını) emretti, onlar da ihramdan çıktılar.
(Hz. Ali) dedi ki:

Ben de O'na, "Ben Peygamber (s.a.) ne niyetle girdiyse ben de o niyete ihrama girdim
(O ise henüz ihramdan çıkmadı)" diye cevap verdim ve Peygamber (s.a.)'in yanma
geldim. Bana:

İhrama girerken nasıl hareket ettin? diye sordu. Ben de: "Peygamber (s.a.)'in girdiği
gibi ihrama girdim" diye niyet ettim cevabını verdim. (O'da):

"Ben (Beyt-i Şerife) hedy kurbanlığı gönderdim ve (hac ile umreyi) birleştirdim. Sen
kurbanlardan 67'sini yahutta 66'sım kes 33'ünü yahutta 34'iinü kendine bırak (kestiğin)

T4281

develerin her birinden biraz (et parçası)da bana bırak" buyurdu. 1 1



Açıklama



"Mâ leke = sana ne oluyor?" sözü Nesâî'nin rivâyetinde şu şekilde geçmektedir:
"Gelince baktım ki Fâtıma evi güzel kokularla kokulamış, hemen üzerine yürüdüm. O
da; "Sana ne oluyor? Resûlullah ashabına böyle yapmalarım emretti. Onlar da böyle
yaparak ihramdan çıktılar" diyerek bana çıkıştı," şeklinde geçiyor.
"Ben, Peygamber (s.a.) ne niyetle ihrama girdiyse ben de o niyetle ihrama girdim,"
sözü ileride gelecek olan 1905 numaralı hadis-i şerifte şu anlama gelen lâfızlarla
geçmektedir: "Ali (r.a.) Yemen'den Resûlullah (s.a.)'m develerini getirdi ve Hz.
Fatıma'yı da ihramdan çıkanlar arasında buldu. Fatıma (r.anhâ.) boyalı elbiseler
giymiş ve sürme çekinmişti. Hz. Ali bu durumu beğenmedi ve, "bunu sana kim
emretti?" diye çıkıştı. Hz. Fâtıma da, "Babam" diye cevap verdi. Hz. Ali Irak'ta iken
şöyle derdi: "Bunun üzerine ben Fâtıma'yı bu yaptığından dolayı azarlatmak ve
Resûlullah (s.a.) adma söylediklerim sormak için Resûlullah (s.a.)'a gittim. Fâtıma'nm
yaptıklarını beğenmediğimi ve "bunu bana babam emretti" dediğini kendisine haber
verdim de "doğru söylemiş, doğru söylemiş" diye cevap verdi.

"Bana; "ihrama girerken nasıl hareket ettin?" diye sordu," cümlesi 1905 numaralı
hadis-i şerifte "Sen hacca niyetlenirken ne dedin? buyurdu. Ben de "Yarabbi Resulün
neye niyetlendiyse ben de ona niyet ediyorum" dedim, cevabmı verdim. "Benim
yanımda kurbanlığım var. Sen ihramdan "Çıkma" buyurdular," şeklinde geçmektedir.
Her ne kadar konumuzu teşkil eden hadis-i şerifte adedleri yüze ulaşan kurbanlık
develerin altmış altısını veya altmış yedisini Hz. Ali'nin kestiği ifade ediliyorsa da
1905 numaralı hadis-i şerifte bu develerin altrmşüç tanesini Resûl-i Ekrem (s.a.)'in
kendi eliyle kestiği ve geriye kalanları da Hz. Ali'nin kestiği ifade edilmektedir.



Nevevî'nin dediği gibi işin doğrusu da budur. Hatta "Sen kurbanlardan 67'sini yahutta
66'smı kes" cümlesi, Nesâî'nin ve Beyhâkî'nin rivayetinde bulunmuyor. Metinde geçen
söz konusu cümlenin, "Sen bu kurbanlardan (67'sini veya) altmış altısını benim için
kesime hazırla biraz sonra gelip onları keseceğim"-anlamma gelmesi mümkün olduğu
gibi, aslında bu sözü Hz. Ali'ye söyledikten sonra bu develeri bizzat kendisinin
kesmesinin daha uygun olacağını düşünerek bizzat kendi eliyle kesmeye karar vermiş
olması da mümkündür. Sözü geçen cümledeki "altmış yedisini veya altmış altısını"
sözlerindeki tereddüt râvi-ye aittir.

Yine 1905 numaralı hadis-i şerifte; "sonra her deveden bir parça alınmasını emir
buyurdu. Bunlar bir tencereye konarak pişirildi. İkisi de develerin etinden yiyip
(çorbasından) içtiler," denilmektedir. Resûl-i Zişân Efendimiz bunu her kurbanın

[4291

etinden yemenin sünnet olduğunu göstermek için yapmıştır.- 1 1



Bazı Hükümler



1. İhramdan çıkan kimsenin güzel kokular sürünmesi müstehabdır.

2. Hacca, "Falanın niyet ettiği gibi niyet ediyorum" diye niyet etmek caizdir. Nitekim
1789 numaralı hadisin şerhinde açıklamıştık.

3. Fahr-i Kâinat Efendimiz Veda Haccmda hac-i kırana niyet etmiştir.

4. Birden fazla kurban kesmek müstehabdır.

5. Kurban kesmek için vekil ta'yin etmek caizdir. îmâm-ı Şafiî'ye göre bu vekil kitabî
de olabilir. Vekâlet vermek için kurbanı kesime götürürken niyet etmek yeterli olduğu
gibi, kesileceği sırada niyet etmek de yeterlidir.

6. Hedy kurbanlarının ve nezr kurbanı dışındaki diğer kurbanların etinden yemek
müstehabdır. Bu konuda ulemâ ittifak etmiştir

1798. ...Ebû Vâil'den; demiştir ki: es-Subeyy b. Mâ'bed şöyle dedi: Ben (Hac ile

umrenin) ikisine birden niyet et(miş)tim. Ömer bana; "Peygamberinin sünnetine

.. i T4311
uymuşsun dedi. 1

1799. ...es-Subeyy b. Mâ'bed demiştir ki: Ben Hıristiyan bir Araptım. Daha sonra
müslüman oldum. Kendi aşiretimden Hüzeym b. Sürmele denilen bir adama gelerek;
Yahu, ben gerçekten cihada çok düşkünüm. Hac ve umrenin üzerime farz olduğunu
gördüm. (Hacla umreyi) ikisini birlikte yapsam nasıl olur? diye sordum. Bana;
Hacla umreyi beraber yap, sonra da kolayına gelen (cinsten) bir kurban kes, dedi.
Bunun üzerine hac ve umre için ihrama girdim. Uzeyb (denilen yer)e gelince Selmân
b. Rabîa ve Zeyd b. Sû-hân ile karşılaştım. Ben hacla umre için ihrama girmiş halde,
ydim. (Beni bu halde görünce) birisi diğerine,

Bu (adam) devesinden daha anlayışlı değildir, dedi. (Bunu duyunca) sanki üzerime
dağ yıkılmış zannettim. Hz. Ömer'e kaıdar gelip:

Ey mü'minlerin emiri! Ben Hıristiyan bir Araptım ve müslüman oldum. Cihada
gerçekten çok düşkünüm. Hac ve umrenin üzerime farz olduklarını gördüm. Bunun
üzerine kavmimden bir adama geldim. (Durumumu anlattım. Bana); "ikisini birleştir
ve kolayına gelen (cinsten) bir kurban kes" dedi. Ben de ikisi için birden ihrama
girdim, dedim. Bunun üzerine Ömer (r.a.) bana;



Peygamberinin sünnetine uymuşsun, diye cevap verdi.



Açıklama



es-Subeyy, hac ve umrenin kendi üzerine farz olduğu hükmünü "Allah için haccı da

[4331

umreyi tamamlaymız" J 1 âyetinden çıkarmış olabilir. Nitekim imâm Şafiî ile imâm

Ahmed'e göre, umre de hac gibi farz bir ibadettir. İmâm Mâlik ile Hanefî ulemâsından
bazılarının kavline göre de hac gibi umre de farzdır. Hanefî ulemâsının sahih olan
kavline göre ise, umre sünnettir ve âyet-i kerimedeki umreyi tamamlama emri
başlanmış olan umreyle ilgilidir. Her nafile ibâdet gibi aslında sünnet olan umreyi
başladıktan sonra tamamlamak sahibi üzerine vâcib olur. Subeyy'in haccı ifrada niyet
etmeyip de hacc-ı kırana niyet ettiğini gören Selmân İle Zeyd (r.anhuma)'nm, Subeyy'i
kasdederek, "Hacc-ı ifrâdm, hacc-ı kırandan daha faziletli olduğunu anlamak
hususunda bu adamın şu deveden farkı yoktur," demeleri Hz. Ömer'in kıran haccmı
mekruh gördüğünü zannetmelerinden kaynaklanmaktadır. Gerçekte ise Hz. Ömer'in
yasakladığı hac, kıran haccı değil, muta hacadır. Yahutta hacc bozupda umreye niyet
etmektir. Eğer öyle olmasaydı hacc-ı kıran yapan Subeyy'e; "Sen Peygamberinin
sünnetine uymuşsun" diye cevap vermezdi. Esasen 1795 numaralı hadis-i şerifin
şerhinde delilleriyle açıkladığımız gibi Hz. Peygamber'in Veda haccmda kıran haccı
yaptığı bilinen bir gerçektir. Ancak, eğer Hz. Ömer'in umre ile hacı birleştirmeyi
yasakladığı düşünülürse, Subeyy'in bu hareketini nasıl tasvib ettiği sorusu akla gelir.
Buna şöyle cevap verebiliriz: Hz. Ömer'in bu yasaklaması bazı faydaları hedef
almaktadır. Nitekim Hz. Peygamberin hacla umreyi birleştirmesinin sebebi de

hayırlara vesile olması itibariyledir. Şayet bunların kötüye vesile olması söz konusu

[4341

olursa, elbette ki kaldırılmasında bir sakınca olmaz. J 1



Bazı Hükümler



1. Hz.Subeyy hayra ve taata ve ciddi amellere atılmakta ve saadet sebeplerine
yapışmakta son derece hırslı idi.

2. Bir kimsenin bilmediği bir meseleyi, bîr bilene sorması gerekir. Çünkü Allah Teâlâ
Kur'ân-ı Kerim'den; "Eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorunuz" buyuruyor.

1800. ...Ömer b. el-Hattab, Resûlullah (s.a.)'i (şöyle) derken işittiğini söylemiştir:
"Bu gece bana aziz ve celi] olan Rabbimden bir elçi geldi de..." (Hz. Ömer) dedi ki:
(Resûl-i Ekrem bu olayı anlatırken) kendisi Akik (denilen vadi)de (idi)- "Bu mübarek
vadide namaz kıl. Hac ile birlikte umreye de niyet et dedi."

Ebû Dâvûd dedi ki: Bu hadisi el- Velid b. Müslim ile Ömer b. Abdilvâhid de rivayet
etmiştir. Bu hadisin Yahya b. Kesîr'den gelen rivayetinde "Ve "(Ey Muhammed) Hacc
ile birlikte umreye" diye niyet et" cümlesi vardır.

Aynı şekilde bu hadisin, Ali b. el-Mubârek'in, Yahya b. Kesîr'den rivayet ettiği
metninde de; "Rabbimden gelen elçi bana) dedi ki: "ve (Ey Muhammed) Hacla birlikte

[437]

umreye" diye niyet et" cümlesi vardır.



Açıklama



Resûl-i Ekrem (s.a.)'e Cenâb-ı Hak'tan gelen elçi Cebrâil aleyhisselamdır. "Akik"
ise, Medine'ye dört mil ( = 7420 m) mesafede bir vadidir. Aslında "Akîk"
yeryüzünden ayrılan bir parça anlamına gelir. Arap ülkelerinde "Akik" adıyla bilinen
pek çok yer vardır. Bu hadisin râvîlerinden olan Velid b. Müslim'e göre buradaki
"Akik Vadisi"nden maksat, Zulhuleyfe'dir.

Namaz kıl"sözüyle "iki rekât namaz kıl" denilmek istenmiştir. Ancak bu emir "vücûb"
ifâde eden bir emir değil, bu vadideki namazın faziletini bildiren "ihbârî" bir emirdir.
Çünkü bu vadide namaz kılmanın farz olmadığında icmâ' vardır. Bu emr fazilete irşâd
için vârid olmuştur.

"Hac ile birlikte umreye" cümlesinin başında gizli bir" de, niyet et" kelimesi vardır.
Bu takdirde cümle şu anlama gelir: "Ey Muhammed, sen bu yaptığın hac ibâdetine "bu
hac ile birlikte umredir" diye niyet et". Buhârîde ise umre kelimesi başında bulunduğu
farzedilen bir fiilinin mef ûlu olabilecek şekilde mensûb olarak, rivayet edilmiştir. Bu
haliyle Buhârî'nin rivayeti "Ben bu nüsûkumu hacla birlikte umre kılmak istiyorum,"
anlamına gelir.

Netice olarak bu cümle üç ayrı şekilde rivayet edilmiştir:

1. Miskin b. Bekr'in rivayet ettiği "ve kaale umretün fı haccetin" şeklindeki cümle.

2. Velid b. Müslim ile Ömer b. Abdülvâhid'in Yahya b. Ebi Kesir den rivayet ettiği
"kul, umretün fî haccetin" şeklindeki cümle.

3. Ali b. Mubârek'in "kaale" ve "kul" lâfızlarını birleştirerek Yahya b. Ebî Kesir'den
rivayet ettiği "kaale ve kul umretün fî haccetin" şeklindeki cümle.

Aslında bu farklılıkların hiç birisi manaya tesir edecek şekilde önemli değildir.
Hanefî ulemâsından aynî'ye göre bu rivayetler içerisinde en doğru olanı Buhârî'nin
rivayet ettiği "kul, umreten fı haccetin" şeklindeki rivayettir. Buhârî'nin rivayet ettiği
bu cümle "hacla birlikte umre yapmayı" emretmektedir. Bu şekildeki hac, kıran
haccmm- sıfatıdır. Dolayısıyla Buhârî'nin bu rivayeti Resûl-i Ekrem'in Veda Haccmda

hacc-ı kırana niyet ettiğine delâlet etmektedir. L-^J

Münzirî'nin beyânına göre bu cümle Buhârî'nin bir rivayetinde "kul umretün ve
[4391

haccettin şeklinde gelmiştir. Bazıları bu rivayete bakarak, Resûl-i Ekrem'in

Veda Haccmda hacc-ı kıran yaptığını, çünkü atıf vâv'ı mutlak cem'e delâlet ettiğini,
dolayısıyla Buhârî'nin bu rivayetinin hacc-ı kıranın diğer haclardan daha faziletli
olduğunu ifâde ettiğini iddia etmişlerse de, aslında bu cümlenin "haccmı bitirdiğin
zaman memleketine dönmeden önce aynı zamanda ve mekânda umreye de niyet et"
anlamına gelmesi mümkün olduğu gibi, umre kelimesiyle hac kelimesi arasına giren

vâv'm bu iki ibadetin arasım ayırmaya delâlet etmesi de mümkündür.



Bazı Hükümler



1. Akîk Vadisi çok faziletli bir vadi olduğundan ihrama girerken burada iki rekat
namaz kılmanın fazileti çok büyüktür. Bu konuda ulema ittifak etmiştir. Ancak Şafiî
âlimlerinin dışındaki ulemâya göre, ihrama girerken kılınacak olan bu namazın
kerahet vakitlerine rastlamaması lâzımdır. Şafiî ulemâsına göre ise, bu namazın esas
sebebi ihrama girmek istemektir. Binâenaleyh, sebeb bulunduğu için kerahet vaktine



de rastlasa, bu iki rekâtlık namazı kılmak

müstehabtır.

2. Resûl-i Ekrem Efendimiz Veda Haccmda hacc-ı kıran yapmıştır.

3. Kıran haccı temettü' haccmdan daha faziletlidir. Ancak daha önce de açıkladığımız

gibi Resûl-i Ekrem'in Veda Haccmda ifrad haccma niyet eden ashabına temettü haccı

yapmalarmı emretmesine bakarak temettü' haccmm kıran haccmdan daha faziletli

olduğunu zannetmemelidir. Çünkü, Resûl-i Ekrem'in ashabına bu tavsiyede bulunması

ashâb arasında câhiliyye döneminden kalma "hac aylarında umre yapılamaz" kanaatini

[44 li

silmek istemesiyle ilgilidir.

1801. ...Sebre'den; demiştir ki: Resûlullah (s. a.) ile birlikte (hac için yola) çıkmıştık.
Usfan'a varınca Süraka b. Mâlik el-Müdlicî;

Ey Allah'ın Resulü, bize (analarından) bugün-doğmuş I-imsele-re açıklama yapar gibi
(hac hakkında) açıklama yap, dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s. a.) Allah Te'âlâ, size
şu haccımzla birlikte umreyi de meşru' kıldı. (Mekke'ye) vardığımızda Beyti ve Safa
ile Merve arasını tavaf eden (1er) ihramdan çıksm(lar). Ancak yanında kurbanlık

olanlar ihramdan çıkmasmlar" buyurdu. ^— ^



Açıklama



Sürâka b. Mâlik, "Bugün bize analarından yeni doğmuş kimselere açıklamada
bulunur gibi hac hakkında açıklama yap" demekle "biz hac hakkında hiç bir şey
bilmiyoruz. Bu mevzuda dünyaya yeni gelmiş bir çocuktan farksızız. Bu sebeple bize
lüzumlu olan hac meselelerini en basitine varmcaya kadar açıklayıver" demek
istemiştir.

Bunun üzerine Fahr-i Kâinat Efendimiz, beraberinde bulunan kimselere önce
Mekke'ye varır varmaz nasıl hareket edeceklerim önemine binâen açıklamak lüzûnrnu
duymuş ve hac mevsiminde umre yapmanın da caiz olduğunu, câhiliyye döneminden
kalan "hac aylarında umre yapılamaz" düşüncesinin İslâm'da yeri olmadığını, bu
itibârla yanında hedy kurbanı bulunmayan kimselerin Beyt-i Şerifi ve Safa ile Merv e
arasım tavaf etmek suretiyle bir umre yapıp ihramdan çıkabileceklerini izah etmiştir.
Resûl-i Ekrem'in buradaki; "Allah Te'âlâ, size şu haccımzla birlikte umreyi de meşru'
kıldı" sözünden , bazıları umrenin de hac gibi farz olduğu ve hacc-ı kıran yapan bir
kimseye bir ihram ile bir tavaf ve bir sa'yin yeterli olduğu hükmünü çıkarmışlardır.
Bunların dışında kalanlara göre ise, umrenin hacla bir olmasından maksat hac farizası
ifâ edilince umre yapma mükellefiyetinin (yükümlülüğünün) düşmesidir. Bu görüşte
olanlara göre hac için ayrı bir ihram ile ayrı bir tavaf ve sa'y gerektiği gibi, umre için
de ayrı bir ihram ile ayrı bir tavaf ve sa'y lâzım gelir. Nitekim 1785 ve 1790 numaralı

[4431

hadislerin şerhinde açıklanmıştır. J 1



Bazı Hükümler



1. Hac niyetini bozarak umreye çevirmek câizdir.

2. Yanında hedy kurbanlığı bulunan bir kimse bayram günü kurbanlığım kesmedikçe
ihramdan çıkamaz.



1802. ...İbn Abbas'dan rivayet edildiğine göre Mu'âviye O'na;

Ben Resûlullah (s.a.)'in saçından (bir kısmım) Merve'de makasla kısalttım-veya-

[4451

Merve'de O'nun saçmm-makasla kısaltıldığım gördüm demiştir.

(Bu hadisi) ibn Hallad dediki; Muâviye (Rivayetinde); "Ahbarahû" sözünü zikretmedi.
T4461



Açıklama

Bu hadis-i şerif Nesâî'nin rivayetinde "Bir umre esnasında Resûllullah'm saçlarını
Merve'de makasla kısalttım" şeklinde geçmektedir. İlim adamlarının beyânına göre
burada kasdedilen umreden maksat, Ci'râne umresidir. Çünkü Hz. Muâviye bu umre
sırasında müslüman olmuştur. Veda Haccmda Hz. Peygamberin saçını. Hz.
Muâviye'nin kısalttığı iddia edilemeyeceği gibi, hicretin 7. yılında yapılan kâza
umresinde kısalttığı da iddia edilemez. Zira, Hz. Muâviye'nin o tarihlerde henüz

[4471

müslüman olmadığı, ancak hicretin 8. yılında müslüman olduğu bilinmektedir.- 1 1

Bu hâdisenin Veda Haccmda olduğunu düşünmek de doğru değildir. Çünkü Hz.
Peygamber, Veda Haccmda hacc-ı kırana niyet etmişti. Bu hacda Minâ'da tıraş olduğu
ve saçlarını Ebû Talha'mn halka dağıttığı kesinlikle bilinen bir gerçektir.
Ancak Hafız İbn Hacer'in beyânına göre Hz. Muâviye, aslında Hudeybiye musâlahası
ile umretü'l-kazâ arasında müslüman olmuş, fakat korkusundan müslümanhğım
açıklayamamıştı. Nitekim, İbn Asâkir de, Târih-i Dımaşk'mda bu gerçeği açıkladıktan
sonra şunları söylüyor: "Hz.Peygamber, kâza umresi yapmak üzere Mekke'ye gelince
Mekkelilerin pek çoğu Mekke'nin dışına çıkmışlardı. Hz. Muâviye'yi kendi aralarında
göremi-yorlardı. Ashâb-ı kiram da Beyt'i tavaf ediyorlardı. Hz. Muâviye'nin Hz.
Peygamberin saçını kısaltmak için Mekke'de kalmış olması ihtimâlden uzak değildir.
İbn.Asâkir'in bu rivayeti ile Müslim'in rivayet ettiği şu hadis-i şerif arasında da bir
çelişki yoktur: "Sa'd b. Ebi Vakkas'a müta'yı sordum da:
Biz onu yaptık, dedi. Ve Hz. Muâviye'yi göstererek

[4481

Bu, o gün Uruş'ta kâfir olarak bulunuyordu, dedi.

Bu durum, Hz. Mu'âviye'nin kâza umresinde müslüman olduğunu ancak fetih gününe
kadar müslümanhğım açıklamayadığmı, dolayısıyla Hz. Peygamberin saçlarını kâza
umresinde kısaltmış olabileceğini mümkün kılmaktadır.

Her ne kadar Nesâî'de "Mu'âviye anlatıyor: Beytullah'ı tavaftan ve Safa ile Merve

arasında sa'yettikten sonra Zilhicce'nin ilk on günü içinde yanımda bulunan makasla

[4491

Resûlullah'm saçlarının uçlarını toplayıvermiştim" J 1

anlamında bir hadis-i şerif varsa da, bu hadis-i şerif, hadis otoriteleri tarafından kabul
edilmemiştir. Çünkü Peygamberimiz Veda Haccmda Minâ'ya varıncaya kadar
ihramdan çıkmamıştır. Nitekim, Kays, bu hadis hakkında şöyle demiştir: "Muâviye'nin
"Hz. Peygamberin saçlarmı Safa ile Merve arasında tıraş ettim" demesini halk kabul

etmedi.

Hafız İbn Hacer'e göre Kays önce bu hadisi mânâ olarak rivayet etmiş sonra bu
hadisin hadis otoritelerinin tasvibine mazhar olmadığını görmüştür.



Bazı Hükümler



1. İhramdan çıkarken tıraş daha fazilet olmakla beraber, saçları kısaltmakla yetinmek
de caizdir.Ancak mutemetti' için müstehab olan umreden sonra saçları kısaltmak,
hacdan sonra da tıraş olmaktır.

2. Her ne kadar ihramdan çıkmak için harem hududları içerisinde herhangi bir yerde
tıraş olmak veya saçları kısaltmak yeterli ise, de, umre yapan bir kimsenin bu iş için

[4521

Merve'ji seçmesi hac yapan kimsenin de Minâ'yı seçmesi müstehabdir.

1803. ...îbn Abbâs'dan rivayet edildiğine göre, kendisine Muâviye (şöyle) demiştir:
Sen benim Resûlullah (s.a.)'m saçlarından (bir kısmını) bir Arap makasıyla
kısalttığımı bilmiyor musun?

(Râvi) hasen rivayetine, "hac (niyetiyle girildiği ihramdan çıkması) için" sözünü ilâve

♦ • f - I453J
etmiştir. 1

Açıklama

Bu hadis-i şerif, Müslim'de şu mânâya gelen lâfızlarla rivâyet edilmiştir: "Bana,
Muâviye;

Haberin var mı, ben Merve'de Resûlullah (s. a. ('in saçını makasla kısalttım? dedi. Ben
de O'na;

Ben bunun ancak senin aleyhine bir hüccet olduğunu biliyorum! diye cevâp verdim.
[4541

Hz. İbn Abbâs'm bu cevâpta ne demek istediği, NesâTnin rivayet ettiği şu hadis-i
şerifte açıklığa kavuşturulmuştur: "Hz. Mu'âviye, Hz. İbn Abbâs'a;
Sen, benim Merve'de Hz. Peygamber'in saçlarını kısalttığımı bilmiyor musun? dedi.
İbn Abbâs:

Hayvr! cevâbını verdi.

(Başka bir zaman) İbn Abbâs şöyle dedi, "Resûlullah (s. a.) umre ile haccı birleştirdiği
halde bana Merve'de Hz. Peygamberin saçlarını kısalttığını söyleyen Muâviye umre

ile haccm birleştirilmesini yasak etmiştir.

Bu mevzû'da Ahmed b. Hanbel'in İbn Abbâs'dan rivayet ettiği hadis-i şerif de şu
mânâdadır.

"Resûlullah (s. a.) kendisi temettü' haccı yaptı. (Sağlığında bunu kimseye yasaklamadı)
Nihayet vefat etti. Ebû Bekr, Ömer ve Osman (r.a.) de öyle idiler. Hacc-ı temettü'u İlk
yasaklayan Hz. Muâviye oldu. İbn Abbas, dedi ki: "Ben buna hayret ediyorum.
Muâviye hem, "ben (Merve'de) Resûlullah'm saçlarını makasla kısalttım" diyor. Hem

de hacc-ı temettü'u yasaklıyor. "^^1

Hafız İbn Hacer'in beyânına göre bu hadis, Hz. İbn Abbas'm sözü geçen tıraş olayının
Veda Haccmda olduğu ve Hz. Peygamber'in Veda Haccmda temettü haccı yaptığı
kanâatini taşıdığına delâlet etmektedir. Çünkü, Hz. İbn Abbâs'm, Hz. Muâviye'ye;
"Ben bunun ancak senin aleyhine bir hüccet olduğunu biliyorum" diye cevâp vermesi,
Hz. İbn Abbâs'm bu tıraş olayının Veda Haccmda Hz. Peygamber temettü' haccı



yaparken umreden sonra olduğuna inanmasıyla izah edilebilir. Zîrâ, eğer Hz. Muâviye,
Hz. Peygamberi beraberinde hac bulunmayan bir umre hitâmında tıraş etmiş olsaydı,
bu durum, İbn Abbas açısından Hz. Muâviye'nin aleyhine bir delil teşkil etmezdi ve
dolayısıyla Hz. Muâviye'ye böyle cevap vermezdi. Fakat Hz. İbn Abbas'm, Hz.
Peygamberin Veda Haccmda temettü' haccı yaptığına ilişkin görüşü münakaşa
edilebilir. Çünkü, Veda Haccmda Hz. Peygamberin yanmda kurban bulunduğu için
bayram günü Mina'da kurbanını kesinceye kadar ihramdan çıkamadığı bilinen bir ger-
çektir.-^^' Ayrıca, Fahr-i Kâinat Efendimizin Veda Haccmda hacc-ı kırana niyet
ettiği delillerle sabittir. Nitekim, biz bu delilleri 1795 numaralı hadisin şerhinde
naklettik. Ayrıca bir evvelki hadisin şerhinde de açıkladığımız gibi söz konusu tıraş
olayı, veda Haccmda değil, Veda Haccı senesinin dışında vuku bulan bir umrenin
hitamında olmuştur.

Musannif Ebü Davud'un metnin sonundaki taliki zikretmekten maksadının, Hz.
Peygamber'in Veda Haccmda kıran haccı yaptığını, yani hac farizasmı bitirinceye
kadar ihramdan çıkmadığını beyan etmek olduğu düşünülürse, talikte geçen "hac
(niyetiyle girdiği ihramdan çıkması) için" (tıraş ettiğimi biliyor musun?)" cümlesini,
zahirî mânâsında anlamak ve Hz. Muâviye'nin Hz. Peygamberi Veda haccmda
Minâ'da hac farizasını bitirdikten sonra tıraş ettiğine hükmetmek gerekir.
Fakat bir önceki hadisin şerhinde açıkladığımız gibi Hz. Muâviye'nin, Hz. Peygamberi
Ci'râne umresinden veya kaza umresinden sonra tıraş ettiği düşünülürse, o zrman bu
talikteki "hac" kelimesinin mecazen umre manasında kullanıldığına ve söz konusu
talikin, "Benim (Resûlullah'ı) umre (için girdiği ihramdan çıkması) için (tıraş ettiğimi
bilmiyor musun?)" anlamına geldiğine hükmetmek gerekir. Çünkü hem umrede hem
de hacda "kast" ve "ziyaret" manası bulunduğundan ve hacla umrenin amellerinin
büyük bir kısmı müşterek olduğundan bu -iki kelimeden her birinin diğeri anlamında
kullanılması caizdir. Nitekim ileride gelecek olan 1806 numaralı hadiste de "umre"

kelimesi "hac" anlamında kullanılmıştır.

1804. ...İbn Abbas'dan şöyle dediği nakledilmiştir: Peygamber (s.a.) umre için, ashabı

[4591

da hac için ihrama girdi(ler). J 1

Açıklama

Her ne kadar burada Hz. Peygamberin Veda Haccmda sadece umre için ihrama girdiği
ifâde ediliyorsa da, daha önce işaret edildiği gibi Resûl-i Ekrem (s.a.) Veda Haccmda
hacc-ı kırana niyet etmiştir. Gerçi Peygamber (s.a.)'in bir rivayette yalnız hacca, başka
bir rivayette temettu'a, diğer bir rivayette de kırana niyet ettiği bil-dirilmişse de Tahâvî
bu rivayetlerin arasını bulmuş ve;

"Resûlullah (s.a.) önce umreye niyet etmiş, temettü' niyetiyle umreye devam

buyurmuş, sonra tavaftan önce hacca niyet ederek kıran yapmıştır," demiştir.

Netice. olarak her râvi gördüğünü veya işittiğini rivayet ettiği için zahirde birbirinden

farklı üç ayrı rivayet ortaya çıkmıştır. Esasen râvîlerin birinin Resûl-i Ekrem'in
sadece umreye niyet ettiğini rivayet etmiş olması sonradan hacca da niyet etmiş olması
ihtimalini ortadan kaldırmaz.

"Ashabı da hac için ihrama girdiler" cümlesine gelince; 1779 numaralı hadis-i şerifte



de açıklandığı üzere Veda Haccında ashâb-ı kiramın bir kısmı sâdece hacca, bir kısmı
sadece umreye bir kısmı da hac ile birlikte umreye niyet etmişti. Resûl-i Ekrem hac
aylarında da umre yapmanın caiz olduğunu göstermek için ashabına hac için girdikleri
ihramı umreye çevirmelerini ve umreden sonra ihramdan çıkmalarını ve terviye günü
denilen Zilhiccenin 8. günü yeniden hac için ihrama girmelerini emretti. İşte veda
haccmda Resûl-i Ekrem'in ve ashabının yaptıkları hac bu şekilde cereyan etmiştir.
[4611

1805. ...Salim b. Abdullah'tan, Abdullah b. Ömer'in şöyle dediği rivayet olunmuştur:
Resûlullah (s. a.) Veda Haccmda umreyle haccı (birleştirerek) temettü' yaptı ve hedy
kurbanı kesti. Hedyi Zulhüleyfe'den beraberinde götürdü. Resûlullah (s. a.) önce umre,
sonra da hac için telbiye getirdi. Halk da Resûlullah (s. a.) ile birlikte umreyle haccı
(birleştirerek) temettü' yaptı(lar). Halkdan bazıları hedy kurbanı almış ve göndermiş,
bazıları da almamıştı. Resûlullah (s. a.) Mekke'ye varınca halka (hitaben);
"Sizden her kim hedy kurbanı getirdi ise o kimse haccmıedâ edinceye kadar kendisine
haram olan hiç bir şeyi (kendisine) helâl kılamaz. Sizden kim hedy getirmedi ise,
hemen Beyt'i ve Safa ile Mene'yi tavaf etsin ve saçını kısaltarak ihramdan çıksın!
Daha sonra hac için telbiye getirerek kurban kessin! Hedy kurbanı bulamayan (kimse)
hac esnasında üç, ailesi yanma döndüğü zamanda yedi gün oruç tutsun" buyurdu.
Resûlullah (s. a.), Mekkeye vardığmda tavaf yaptı ve ilk işi rüknü selâmlamak oldu.
Sonra yedi tavafın üçünde remel ile yürüdü, dördünü ise, âdi yürüyüşle yürüdü.
Nihayet Beyt'i tavafım bitirince (Hz.İbrahim'e! âid) makamın yanında iki rekat namaz
kıldı. Sonra selam vererek namazdan çıktı ve Safâ'ya giderek Safa ile Merve arasında
yedi tavaf yaptı. Sonra haccmı bitirinceye kadar (ihramlı olduğu için) kendisine haram
kılman hiç bir şeyi kendisine helâl kılmadı. Bayram günü kurbanını kesti. Ve
(Mekke'ye) inip, Beyt'i tavaf etti. Ondan sonra (ihrama girince) kendisine haram
kılman her şeyi kendisine helâl kıldı. Halkdan (yanında) hedy götürenler de Resûlullah

(s.a.)'m yaptığı gibi yaptılar.
Açıklama

Burada Resûl-i Ekrem'in (s. a.) temettü' yapmasından maksat, fıkıh ilminde
anlaşıldığı mânâda "önce umre yaptı, umrenin hitâmında ihramdan çıktı, sonra
terviye günü hac için yeniden ihrama girdi," demek değildir. Burada "temettü* "
kelimesi sözlük anlamında yani "menfaatlanmak, faydalanmak" mânâsında
kullanılmıştır ki, bununla "önce hacca niyet edip, sonra umreye de niyet etmek sure-
tiyle haccı kıran yaptı" demek istenmiştir. Bu mevzuda rivayet edilen hadislerin
aralarım uzlaştırmak için bu hadisi böyle te'vil etmek zarureti vardır. Aksi takdirde bu
ve benzeri hadis-i şeriflerle yine İbn Ömer'in rivayet ettiği "Hz. Peygamber'in ifrâd

haccı yaptığına" dâir hadisin^"^ arasını uzlaştırmak mümkün olamaz.
el-Mühelîeb'in beyânına göre, Resûlullah (s.a.)'in temettu'undan maksat, temettu'u
emir buyurmasıdır. Umreden başlaması da aynı mânâyadır. Yani ashabına önce umre
yapmalarını sonra hacca niyet etmelerini emir buyurmuştur. el-Mühelleb'e göre hadisi
bu mânâda te'vil etmek zorunludur. Çünkü Resûl-i Ekrem'in Veda Haccmda hacc-ı
îfrâd yaptığına inanan İbn Ömer'in rivayet ettiği bu hadisin bunun dışında bir mânâ



ifâde etmesi düşünülemez. Bazılarına göre bu te'vil çok yersiz ve anlamsızdır. Hanefî
ulemâsından Aynî'ye göre Resûllullah (s.a.)'m-temettu'unun manası evvelâ hacc-ı

ifrâda niyet edip sonra da, hac için ihrama girmesinden ibarettir.
Hz. İbn Ömer'in, Hz.Peygamberin Veda Haccmda hacc-ı kıran yaptığını kabul
etmediğini ifâde eden 1 795 numaralı hadis, "Hz.Peygamber başlangıçta kıran haccma
niyet etmemişti. Sonradan haccla umreyi birleştirdi," anlamına gelmektedir.
"Resûl-i Ekrem (s. a.) önce umre, sonra da hac için telbiye getirdi" cümlesine, "hac ve
umre için ayrı ayrı iki ihrama girdi" mânâsı vermek doğru değildir. Bu mânâ bu
konuda ki diğer rivayetlere aykırı düşer. Çünkü bu cümledeki "ehelle" kelimesi
aslında "ihrama girerken telbiye getirdi" demektir. Buna göre söz konusu cümle
"Resûl-i Ekrem (s. a.) ihrama girerken önce hacc-ı ifrâd için telbiye getirmişti. Sonra
bu hacca umreyi de ilâve etmek isteyince önce umre için telbiye getirdi ve hemen
arkasından da hac için telbiye getirdi" anlamına gelmektedir. Binâenaleyh 1795
numaralı hadisin şerhinde de açıklandığı gibi Hz. Peygamber Veda Haccmda temettü'
haccı değ», kıran haccı yapmıştır.

Nitekim, metinde geçen "halk da peygamber (s. a.) ile birlikte temettü' yaptılar"
cümlesi de bu te'vili te'yid etmektedir. Çünkü bilindiği gibi Veda Haccmda ashâb-ı
kiram önce hacc-ı ifrâda niyet etmişlerdi. Sonra bu haccı umreye tebdil ettiler. Ve bu
suretle temuttu' yapmış oldular.

Ancak bilindiği gibi içlerinde hacca niyet edip de umre yapmak istediği halde yanında
kurbanlığı bulunduğu için ihramdan çıkamayanlar bulunduğu gibi 1779 numaralı
hadis-i şerifte ifâde edildiği şekilde sadece hacca, sadece umreye ve hacla birlikte
umreye niyet edenler de vardı. Binaenaleyh metinde "halk da Resûllullah (s. a.) ile
birlikte temettü' yaptı" denilmesi içlerinde hacc-ı ifrâd ve hacc-ı kıran yapanların
bulunmadığı anlamına gelmez.

Her ne kadar metinde, "Resûlullah (s. a.), Mekke'ye varınca halka hitaben ....dedi"
deniliyorsa da, bazı hadislerde bu hitabın "Şerif denilen yerde vâki olduğu ifâde
edilmektedir. Bu durum söz konusu hadisler arasında bir çelişki bulunduğunu
göstermez. Çünkü bu hitabın hem Şerirde hem de Mekke'de vuku' bulmuş olması
mümkündür.

"Sizden kim hedy getirmedi ise, hemen Beyt'i ve Safa ile Merve'yi tavaf etsin ve
saçını kısaltarak ihramdan çıksın," cümlesindeki ihramdan çıksın sözü, emir kalıbında
gelmiş bir haber kipidir. Sözü geçen cümlede tarif edilen kimselerin saçlarını
kısaltarak ihramdan çıkmakla bir ihramlı için yasak olan şeylerin artık kendileri için
helâl olacağını ifâde etmektedir. Daha önce de açıkladığımız gibi temettü' haccma
niyet ederlerin umreden sonra Merve'de saçlarını kısaltmaları ve hacdan sonra da
Minâ'da saçlarını tıraş etmeleri daha faziletlidir. Çünkü umreden sonra saçların tıraş
edilmeyip de kısaltılması sayesinde hac sonunda tıraş olmak için saçların bir kısmının
kalması sağlanmış olur. Bazılarına göre de buradaki emir, ibâha ifade eden gerçek
manada bir emir kipidir.

Konumuzu teşkil eden cümlenin sonunda gelen "sonra hac için ihrama girsin" cümlesi
"ihramdan çıkar çıkmaz hemen ihrama girsin" manasında değil, "Zilhiccenin 8.
gününe kadar beklesin ancak o gün ihrama girsin" anlamında kullanılmıştır. Çünkü
"sümme" kelimesi, burada "ta'kib" değil "terâhî" ifâde eder.

"Daha sonra hacca telbiye getirerek kurban kessin" cümlesi, temettü' hacci yapanlar
için bir emirdir. Binaenaleyh temettü' haccı yapan kimselerin bu emri yerine getirmek



için sadece bir koyun veya keçi kesmeleri yeterlidir. Mâliki ve Şafiî mezheplerine
göre efdal olan, bu kurbanı bayramın birinci günü kesmektir. Hanefî ulemâsına göre
ise, bu kurbanı Akabe cemrelerini atmadan önce kesmek yeterli değildir. Bu konuda
Hanefî ulemâsından Aliyyü'l-Kârî şunları söylüyor: "Kurban Bayramının birinci günü
şafak söktükten sonra kesilebilir. Fakat sünnet olan, güneş doğduktan sonra şeytan
taşlamakla, tıraş oirnak arasında kesilmelidir. Kurban kesmeye kadir olan Kârin veya
mutemetti' kesmeden ölürse, kesilmesini vasiyet etmelidir. Bu vâcibdir. Eğer vasiyet
etmemişse vârislere borç olmaz, fakat buna rağmen vârisler kendiliklerinden kesecek
olurlarsa bu teberru'-ları murislerini borçtan kurtarmış olur.

Temettü' haccı yapana bu kurbanın vâcîb olması için, kendisinde beş şartın bulunması
lâzımdır:

1. Umre için ihrama girmiş olmak. Ve bu umrenin en az dört tavafını hac mevsiminde
edâ etmiş olmak.

2. Hac için ihrama girmeden önce, umre ihramından çıkmış olmak. Eğer, Umreden
çıkmadan önce, hac ihramını umre ihramı üzerine bina edecek olursa o zaman kıran

haccı yapmış olur ki, bu durumda ona temettü' kurbanı gerekmez.

3. Temettü' haccma niyet ettiği halde umreden sonra ihramdan çıkınca hac yapmadan
memleketine giden bir kimseye de temettü' kurbanı kesmek vâcib değildir. Çünkü bu
durumda bu adam, daha sonra memleketinden gelip hac yapmış bile olsa, Hanefîlere
göre temettü' haccı yapmış sayılmaz. Fakat kendi memleketine değil de başka bir
memlekete gitmesi temettü 1 haccı yapmış olmasına bir engel değildir. İmâm Yûsuf ile
Muhammed'e göre ise, bu konuda umreden sonra ve hacdan önce kendi memleketine
gitmiş olmasıyla yabancı bir memlekete gitmiş olması arasında bir fark yoktur. Her
ikisi de temettü' haccmı bozar. İmâm Mâlik'e göre, kendi memleketine yahutta ondan
daha uzak bir memlekete gidecek olursa temettü' haccı yapmış olmaz. Memleketinden
daha yakın olan yabancı diyarlara gitmiş olmasında bir sakınca yoktur. İmâm Şafiî'ye
göre ise, mîkata dönmedikçe temettü' haccı bozulmaz. Hanbeli ulemasına göre ise,
namazı kısaltmayı gerektirecek kadar uzun sefere çıkmadıkça temettü' haccma bir
zarar gelmez.

Hasan el-Basrî'ye göre ise, umreden sonra temettü' haccma niyet eden bir kimse kendi
memleketine veya başka bir memlekete gitmekle hacc-ı temettu'e bir zarar gelmez.
Münziri de "kim hacca kadar umre ile faide-lenmek isterse, kolayına gelen bir kurban

(ı kesmek vâcib olur)"^^ âyet-i kerimesinin genel ifâdesine bakarak Hasan el-Basrî
(r.a.)'m görüşünü tercih etmiştir.

4. Afakî (taşralı) olmak ve Mescid-i Haram'm yerlisi olmamak. Hanefî ulemasına göre
mîkat sınırları içinde kalan kimselerle mîkat ile Mekke arasında kalan kimseler
Mescid-i Haram'm yerlisidirler. Bunun dışında kalan kimseler de Afakî sayılırlar.
İmâm Şafiî'nin eski görüşü de böyledir.

İmâm Mâlik'e göre ise, Mescid-i Haram'm yerlisi Mekkelilerdir. İmâm Şafiî'nin yeni
görüşü de böyledir. İmam Ahmed'e göre ise, Mekke de oturanlar ile, Mekke'ye kasr
mesafesi (yani namazları kısa kılmayı mubah kılacak uzaklıktaki yolculuk kadar)
uzaklıkta olmayan kimseler Mescid-i Haram'm yerlisi sayılırlar. Kasr uzaklığında ve
daha ötelerde bulunan kimseler Afakî sayılırlar.

5. Hac için ihrama girmek maksadıyla kendi memleketinin mîkatma dönmemiş olmak.
Bu şartlardan biri bulunmayacak olursa o kimse temettü' haccı yapmış sayılmaz ve
kendisine şükür kurbanı lâzım gelmez.



Ancak kurban kesmek icâb ettiği halde kurban parası ve satılık kurban bulamayan
veya bulsa da fahiş fıat teklifi karşısında kalan bir kimse, üç günü hac mevsimi
içerisinde, yedi günü de kendi memleketinde olmak üzere oruç tutar. Efdal olan bu üç
günlük orucu üçüncü günü Arafe gününe gelecek şekilde arka arkaya tutmaktır. Çünkü
o güne kadar kurban temin etme imkânı doğabilir. Bu sebeble söz konusu orucu o
güne kadar tehir etmek Hanefîlere ve İmâm Ahmed'e göre müstehabdir.
Bununla beraber bu oruç, umre için ihrama girdikten sonra, tavaftan önce bile
tutulabilir. Hatta Şevval ayında bile olsa daha hac için ihrama girmeden bu orucu
tutmak yeterlidir. Çünkü bu oruç için aranan sebep hac mevsiminde umre için ihrama
girmiş olmaktır.

Şâfıîlere göre bu üç günlük orucu kurban bayramından önce tutmak vâcibdir. Efdâl

olan, umreden sonra hac için ihrama girip arafeden önce bitirmektir.

Eğer umreden çıkar çıkmaz hac için ihrama girmeden tutacak olursa Şâfıîlerin sahih

olan kavline göre, bu da caizdir. Bu kavil aynı zamanda İmâm Ahmed'den de rivayet

olunmuştur.

Mâliki ulemasına göre ise, bu üç günlük orucu hac için ihrama girmeden önce tutmak
caiz değildir. Çünkü bu orucun vacib olmasının vakti hac için ihrama girme vaktidir.
İmâm Şafiî de bu görüştedir. Eğer umre için ihrama girer de umreyi bitirmeden bu
orucu tutacak olursa, Mâliki ve Şafiî ulemâsına göre bu oruç yeterli değildir.
Hanefî ulemasına göre bu orucu bayram gününden önce tutmamış olan bir kimse için
kurban kesmekten başka bir çıkar yol kalmamıştır. Çünkü söz konusu oruç için tayin
edilmiş olan vakit çıkmıştır. Bu durumda kalan bir kimse, temettü' kurbanım
kesmeden ihramdan çıkacak olursa, o zaman birincisi kurbanı kesmeden ihramdan
çıkmanın cezası, ikincisi de temettü' kurbanı olmak üzere iki kurban kesmesi gerekir.
Hz. Ömer ile İbn Abbas ve İbrahim en-Nehâî de bu görüştedir.

İmâm Mâlike göre ise, söz konusu orucu bayramdan önce tutnunış olan bir kimse
teşrîk günlerinde -yani bayramın ikinci, üçüncü ve dördüncü günlerinde- tutar. Evzaî,
İshâk, Ahmed bu görüşte oldukları gibi İmâm Şafiî'nin eski görüşü de budur. Bu
konudaki delilleri ise, İbn Ömer ile 'Hz. Aişe'den rivayet edilen şu hadis-i şeriftir:
"Kurban bulamayanların dışında hiç bir kimse için teşrik günlerinde oruç tutma izni

verilmemiştir. ^ — ^

Dârekutnfnin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte İbn Ömer'in, "Resûlullah (s. a.) kurbanlık

bulamayan kimseler için teşrik günlerinde üç gün oruç tutmaya izin vermiştir.
dediği ifâde ediliyorsa da, senedinde güvenilir bir kimse olmayan Yahya b. Sellâm
bulunduğundan bu hadis zayıftır.

Bu durumda olan bir kimse eğer bu orucu teşrik günlerinde tutmaz da sonra kurban
bulacak olursa, orada kurbanı kesmesi daha iyidir. Kurbanı kesmezse oruç tutması
gerekir.

Bazı Şâfiilere göre ise, bu durumda olan bir kimse kurban kesmez, üç günlük orucu
kaza eder.

İmâm Ahmed'e göre ise, bu kimseye üç günlük oruç tutmak gerektiği gibi aynı
zamanda vacibi geciktirdiğinden dolayı bir de kurban lâzım gelir. Sözü geçen vacibi
meşru bir mazeretten dolay geciktirmiş olması da neticeyi değiştirmez.
Minâ'da kurban kesmeye muvaffak olamayan kimse, yukarıda açıkladığımız şekilde
üç gün oruç tuttuktan sonra yedi gün de memleketine döndükten sonra oruç tutar.
İmâm Şafiî hadisin zahiriyle amel ederek, orucun hakikaten memlekete dönüldükten



sonra tutulacağına hükmetmiştir. Hanbelî ulemâsına göre de efdal olan budur. İmâm
Mâlik'in de bu görüşte olduğuna dair bir rivayet vardır. Fakat İmâm Mâlikçe tercih
edilen görüşe göre Mekke'den Minâ'ya dönünce tutulur. İmâm Şafiî de bu görüştedir.
Hanefî ulemâsına göre dönmekten maksat, hac fiillerini bitirmektir. Zira onları
bitirmek memlekete dönmeye sebepdir. Binaenaleyh metinde geçen "Hedy kurbanı
bulamayan kimse hac esnasında üç gün, ailesi yanma döndüğü zaman da yedi gün
oruç tutsun" cümlesindeki "ailesinin yanma dönmek"ten maksat, hac fiillerini
bitirmektir. Zira onları bitirmek memlekete ve ailenin yanma dönmeye sebeptir.
Cümlede müsebbibi zikir, sebebi irade kabilinden mecaz vardır. Bu bakımdan Hanefî
ulemâsına göre, yedi günlük orucu Mekke'de tutmak da caizdir. Nitekim kıymetli
âlimlerimizden merhum M. Zihnî Efendi de bu konuda şunları söylemiştir:
"Kurban bulamaz ise, üçü kurban bayramı günlerinden önce ve yedisi evine
döndükten sonra olmak üzere on gün oruç tutar. Yedi günlük oruç, teşrîk günleri
geçtikten sonra Mekke'de tutulabilir. Bunları ayrı ayrı vakitlerde tutmak da caizdir.
T4691

Ancak bu orucun sahih olabilmesi için geceden niyet edilmesi, üç günlük oruçtan ve
teşrîk günlerinden sonra tutulmuş olması gerekir. Ayetin ve hadisin zahirine uygun
olması için orucu memlekete döndükten sonra tutmak daha faziletlidir.
Kurbanı bulmakta zaman olarak bayramın birinci gününe itibâr edilir. Binaenaleyh üç
gün oruç tuttuktan sonra bayramın 1. günü kurban bulmaya muvaffak olan bir
kimsenin tutmuş olduğu oruç bâtıl olur ve kurbanı kesmek üzerine vâcib olur. Eğer
kurbanı bayramın birinci gününden sonra bulacak olursa, yedi günlük orucu da tutması
icab eder, kurban kesmesi gerekmez. Kurbanı bayramın birinci gününden sonra
alabilen bir kimse üç günlük ve yedi günlük oruçları tutmadan memleketine dönecek
olursa, Hanefî ulemâsına göre, eğer gücü yetiyorsa, o kimsenin kurban kesmesi
gerekir. Oruç tutması onu sorumluluktan kurtarmaz. Mâliki ulemâsına göre bu on
günlük orucu ara vermeden peşi peşine tutmak müstehabdır. Ancak Şafiî uleması, "üç
günlük oruçla yedi günlük orucun arasını en az Mekke'den vatana dönünceye kadar
geçecek zamana 4 gün ilavesiyle elde edilecek bir süre kadar ayırmak gerekir" derler.
r4701

Esasen bu süre üç günlük oruçla yedi günlük orucun normal olarak edası esnasında iki
oruç arasında geçen sûredir. Hanbelî ulemâsına göre ise, bu iki orucun herbirinin
kendi aralarında peşipeşine tutulması gerekmediği gibi her iki orucun arasım ayırmak
da söz konusu değildir. Çünkü bu oruçlarla ilgili emirler mutlaktır, aralarının
ayrılacağına veya birleştirileceğine delâlet eden bir kayıtla kayıtlı değildir.
Metinde bahsedilen "Resul-i Ekrem (s.a.)'in Mekke'ye gelir gelmez yaptığı tavaf
Rasûlullah (s.a.)'m Veda Haccmda hacc-ı ifrad ve kıran yaptığını kabul edenlere göre
kudüm tavafıdır. Temettü' haccı yaptığını kabul edenlere göre ise, umre tavafıdır.
Çünkü Mâlikîler dışında bütün mezheblere göre hacc-ı kıran ve ifrad yapacak olanlara
kudüm tavafı yapmak sünnettir. Mâiikîlere göre ise, vâcibdir. Fakat umre yapacak
olanlara vardıkları zaman yapacakları umre tavafı kudüm tavafının yerini tutar.
Tavafın ilk üç turunu kısa adımlarla koşarak ve omuz silkerek süratle ve çalımlıca
yapmaya "remel" denir. Remel bütün tavaflarda değil, sadee kendisinden sonra sa'y
yapılacak tavaflarda erkekler için. sünnettir. Kadınlar remel yapmazlar. Nafile tavaflar
ile Veda tavafında sa'y olmadığından bu tavaflarda remel ve ızdıba olmaz. Remel
yapılan ilk üç turun dışında kalan dört turda ise, normal adımlarla, yavaş yavaş,



sükûnetle ve ağırbaşlılıkla yürünür.

Tavaf bitince Hz. İbrahim'in makamında iki rekathk bir tavaf namazı kılınır ki, bu
namaz Hanefîlere ve İmâm Mâlikle İmâm Şafiî'ye göre vâcibdir. Çünkü Allah Teâlâ
ve tekaddes hazretleri Kur'ân-ı Kerim'inde "Siz de İbrahim'in makamından bir

namazgah edinin" buyurmuştur. Hanbelî ulemasına göre ise sünnettir. Bu namaz
Şâfıîlerin en sahih olan görüşüne göre de sünnettir. Çünkü Hanbelîlerle Şâfıîler âyet-i
kerimedeki emri, istihbâba hamletmişlerdir.

Bu namazın birinci rekatında Kâfırûn ikini rekâtında da İhlâs sûresi okumak sünnettir.
Makam-ı İbrahim: Hz. İbrahim'in Kabe'yi inşa ederken iskele olarak kullandığı veya
halkı hacca davet ederken üzerine çıktığı taşın bulunduğu yerdir.
Konumuzu teşkil eden hadis-i şerifte Resûl-i Ekrem'in (s. a.) Veda haccmdaki
uygulamasıyla bütün bu meseleleri ana hatlarıyla açıklığa kavuşturduğu ye iki rekatlık
tavaf namazından sonra sa'y yapmak üzere doğruca Safa'ya yöneldiği ifade edildiği
halde, ne tavaf esnasında ne de sa'ye başlarken Hacer-i Esved'i selamladığından söz
edilmemektedir. Halbuki 1905 numaralı hadis-i şerifte Resûl-i Ekrem'in iki rekatlık
tavaf namazından sonra Beyt-i Şerife yönelerek Hacer-i Esved'i selamladığı ifâde
edildiği gibi, ileride gelecek olan 48. babdaki hadis-i şerifler de "Resûl-i Ekrem'in
Beyt-i Şerifi tavafı esnasında her turda Hacer-i Esved'i selamladığı ifade edilmektedir.
Konumuzu teşkil eden hadisten anlaşıldığına göre Resûl-i Ekrem (s. a.) hac fiillerini
ifâda tavafıyla bitirmiştir. Bilindiği gibi ifâda tavafı hacıların Arafat'tan indikten sonra
yaptıkları tavaftır. Buna ziyaret tavafı da denir. Bu tavaf haccm rükünlerinden olup
bunun ilk dört şavtı (turu) her haccedene farzdır. Bunun için bu tavafa rükün tavafı da
denir. Bu tavaf ile artık kişinin ailesine yaklaşması dahil ihramla ve hacla ilgili bütün

yasaklar sona erer.



Bazı Hükümler



1. Mîkatte iken Beyt-i Şerife kurbanlık göndermek caizdir.

2. Hacc-ı temettu'a niyet eden bir kimse yanında kurbanlık getirmemişse veya daha
önceden Beyt-i Şerife kurbanlık göndermemişse umreyi bitirince ihramdan çıkabilir.

3. Hacdan veya umreden sonra saçları kısaltmak veya tıraş olmak hacla ilgili bir
ibâdettir. İçlerinde mezhep imamları da olmak üzere ulemânın büyük çoğunluğu bu
görüştedir. Bazı kimseler ihramdan saçları kısaltarak veya tıraş ederek çıkıldığına
bakarak saçları kısaltmanın veya tıraş olmanın bir ibâdet olamayacağı görüşünü ileri
sürmüşlerse de bu zayıf bir iddia olmaktan öte gidememiştir.

4. Kudüm tavafı haccı kıran yapanlar için sünnettir. Mâlikîlere göre ise, kudüm tavafı
vâcibdir. Haccm ilk üç tavafında remel yapmak müste-habdır. Makam-ı İbrahim'in
yanında iki rekat tavaf namazı kılmak meşru kılındığı gibi bayramın birinci günü ifâda
tavafı yapmak da meşru kılınmıştır.

5. Peygamber (s. a.) Veda Haccmda kıran haccı yapmıştır. "Sonra haccmı bitirinceye
kadar (ihramlı olduğu için) kendisine haram kılman hiç bir şeyi kendisine helâl

[4731

kılmadı" sözü bu gerçeği ifâde eder.- 1 1



1806. ...Peygamber (s.a.)'in zevcesi Hafsa (r.anhâ)'dan rivayet edildiğine göre kendisi
(Veda Haccmda)



Ya Resûlullah, (bu) insanlara ne oluyor da sen umre (için girdiğin) ihramından

çıkmadığın halde onlar ihramdan çıktılar? demiş. Resûl-i Ekrem de;

"Ben başımı keçeledim, kurbanıma nişan taktım. Binâenaleyh kurbanı kesinceye kadar

ihramdan çıkamam" buyurmuşlar.



Açıklama

Daha önce tercümesini sunduğumuz 1803 numaralı hadis-i şerifin şerhinde de
açıkladığımız gibi konumuzu teş-
kil eden bu hadis-i şerifte "umre" kelimesi "hac" anlamında kullanılmıştır. Çünkü hem
umrede hem hacda "kast" ve "ziyaret" manâsı bulunduğundan ve hacla umrenin
amellerinin büyük bir kısmı müşterek olduğundan bu iki kelimeden birinin diğeri
anlamında kullanılması caizdir. Özellikle burada bir cüz olan umre zikredilmiş, kül
olan kıran haccı kastedil-mişde olabilir. Yahutta Resûl-i Ekrem (s. a.) Serîf de halka
umreye girmelerini emredince, Hz. Hafsa Resûl-i Ekrem'in de hacı feshederek umreye
niyet ettiğini zannettiği için ya da Resûl-i Ekrem'in mîkatte umreye niyet ettiği
inancında olduğu için hac yerine umre tabirim kullanmış olabilir.
Oysa, 1795 numaralı hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi, Resûl-i Ekrem'in
Veda haccmda hacc-ı kıran yaptığı kuvvetli delillerle sabittir.

Her ne kadar bazı kimseler metin geçen kelimesindeki "min" harf-i cerrinin "bi = ile"
anlamında kullanıldığım söyleyerek, bu cümleye "sen haccmı umreye tebdil etmekle,
ihramdan çıkmadığın halde onlara ne oluyor da çıkıyorlar?" mânâsı vermişlerse de,

[4751

Nevevî'ye göre bu mânâ yanlıştır.- 1 1

Bazıları da "bu hadiste geçen sözünü Nâfî'den sadece Mâlik rivayet etmiştir. Mâlik'ten
başka rivayet eden olmamıştır" demişlerse de, bu söz de yanlıştır. Çünkü, sözünü
Nâfî'den bir cemâat rivayet etmiştir. Ubeydullah b. Ömer ile Eyyûb b. Ebî Temime de
bunlar arasındadır. Bu iki zât İmâm Mâlik gibi Nâfi'in râvilerindendir.
Uzun süre ihrâmlı olarak kalacak olan kimseler kene, karınca gibi haşerelerin, toz ve
toprağın saçlar arasına girmesini ve saçların dağılmasını önlemek için bunları ya
zamkla ya da buna benzer bir şeyle yapıştırıp toplarlar, buna "başı keçelemek" denir.
Hadis-i şerifte de kastedilen budur.

"Kurbanı nişanlamak" ise, hayvanın boynuna ip gibi birşey takmakla olur. ^



Bazı Hükümler



1. Yanında hedy kurbanlığı götüren veya kendinden önce Harem e hedy kurbanı
gönderen hacılar, bayram günü kurbanlarını kesmedikçe ihramdan çıkamazlar, imâm
Ebû Hanîfe ile İmâm Ahmed b. Hanbel bu görüştedir.

2. îhramlı iken saçları yapışkan bir maddeyle tutturmak ve kurbanın boynuna nişan
takmak müstehabtır.

3. Resûl-i Ekrem, veda haccmda kıran haccı yapmıştır. Şafiî ulemâsından Hattâbî bu
konuda şunları söylüyor: "Bu hadis-i şeriften anlaşılıyor ki, Resûl-i Ekrem önce
umreye niyet etmişken, daha sonra bu emreye bir de hac ekleyerek hacc-ı kıran
yapmıştır. Zaten haccm umre üzerine ilâve edilebileceği konusunda ulemâ ittifak
etmiştir"



Ancak ulemâ umrenin hacc üzerine ilâve edilip edilemeyeceği konusunda ihtilâfa

düşmüştür. İmâm Mâlik ile İmâm Şafiî bunun caiz olmadığı görüşündedirler. Rey

taraftarlarına göre bu caizdir. Binâenaleyh umreyi hac üzerine ilâve eden bir kimse de

[4771

hacc-ı kıran yapmış olur.

Haccı Umreye Tebdil Etmek ^^

1807. ...Selim b. Esved'den rivayet edildiğine göre Ebû Zer (r.a.); "Hacca niyet edip de
sonra haccmı umreye tebdil eden kimse(ler) hakkında, bu (ruhsatı) ancak, (Veda

[4791

Haccmda) Resûlullah (s.a.)'la birlikte bulunan kimseler içindir" dermiş. J L

Açıklama

Haccı umreye tebdil etmekten maksat, hacci feshederek umre yapmaktır.Nevevî'nin
beyânına göre "bu feshin sa-
habeye mahsûs olmak üzere yalnız Veda Haccı yılında mı yapıldığı, yoksa kıyamete
kadar hükmünün geçerli mi kalacağı hususunda ulemâ ihtilâf etmişlerdir.
İmâm Mâlik, imâm Şafiî, İmâm Ebû Hanife ile selef ve halefin çoğunluğuna göre
mesele o seneye mahsûstur. Sonraki yıllarda haccı umreye tebdil etmek caiz değildir.
O sene ashâb-ı kirama tebdil emri verilmesi câhiliyyet devrindeki hac aylarında umre

yapılamayacağı yolundaki inancı yıkmak içindi.

İşte konumuzu teşkil eden bu hadis, ulemânın büyük çoğunluğunun bu meseledeki
görüşlerinin delilini teşkil etmektedir.

Yine Nevevî'nin beyânına göre, Hz. Ebû Zer'in maksadı, temettü haccmm tamamen
iptal edildiğini söylemek değil, haccm feshedilerek umreye çevrildiğini anlatmaktır.
Binâenaleyh, umreden sonra halk ihramdan çıkmış, bir süre sonra tekrar hac için

ihrama girerek umre ile haccı birleştirmişler, yani hacc-ı temettü' yapmışlardır.

1808. ...Bilâl b. el-Haris'den; demiştir ki: Ben;

Ya Resûlullah, haccı feshederek (umreye çevirmek) sadece bize mi mahsûsdur, yoksa
bizden sonrakiler için, (de geçerli) midir? diye sordum.

T4821

"Hayır! Sadece bize mahsûsdur" buyurdu.

Açıklama

Önceki hadis-i şerifin şerhinde de ifâde ettiğimiz gibi içlerinde İmâm Şafiî, Mâlik ve
Ebû Hanife de bulunan ule-
mânın büyük çoğunluğuna göre, niyet edilen bir haccı umreye çevirmek sadede Veda
Haccmda bulunan ashâb-ı kirama ait bir izindir. Bunun hikmeti ise, cahiliyye
devrinden kalma "hac aylarında umre yapmanın caiz olmayacağı" yolundaki bir inancı
yıkmaktı. İşte bu maksatla Resûl-i Ekrem o seneye mahsûs olmak üzere hacc-ı ifrada
niyet etmiş olan kimselere haclarım feshederek umreye çevirmelerini emretti. Daha
sonra da çeşitli vesilelerle bu uygulamanın sadece Veda Haccma katılan sahâbîlere
mahsus olduğunu açıkladı. Şafiî ulemasından Hattâbî'nin beyânına göre, "haccmı



fesheden bir kimsenin yine hacdan çıkmış sayılamayacağı, feshedilmiş haliyle yine de
hacca devam edeceği" konusunda ulemâ ittifak etmiştir.

İmâm Ahmed ile Mücâhid, Hasan el-Basrî'ye ve zâhiriyye ulemâsından bazı âlimlere
göre, haccı feshederek umreye çevirmek izni sadece Veda Haccında bulunan
sahâbîlere mahsûs olmayıp kıyamete kadar bütün müslliman nesiller için geçerlidir.
Bu konudaki delilleri ise, Nesâî'nin rivayet ettiği şu hadis-i şeriftir: Sürâka naklediyor:
Resûlullah (s. a.) hacla um- p reyi birleştirdi, biz de birleştirdik. Bunun üzerine:
Bu sadece bize mi mahsûs yoksa ebediyyen böyle mi yapılacak? dedik. Resûlullah

(s. a.); "Ebediyyen böyle yapılacak" buyurdu.

Nitekim daha önce tercümesini sunduğumuz 1787 numaralı hadis-i şerif de bu
anlamdadır.

Veda Haccmdaki bu uygulamanın bütün müslüman nesiller için geçerli olduğunu iddia
eden Ahmed b. Hanbel ve taraftarları bu uygulamanın sadece Veda Haccmda bulunan
sahâbîlere mahsûs olduğunu ifâde eden hadisler hakkında şunları söylemişlerdir:

1. Bundan önceki 1707 numaralı Ebû Zer hadisi zayıftır. Çünkü senedinde
Muhammed b. İshak vardır. Bu şahıs tedlisçiliğiyle tanınmıştır. Şayet salih olduğu
kabul edilse bile, bu hadis Ebu Zer' in kendi sözüdür. Sadece kendi görüşünü
yansıtmaktan öte bir önem taşımaz. Bu bakımdan delil olma niteliği taşımaktan
uzaktır. Hele bu konuda gelen ve aksini beyân eden şu hadisler karşısında bir değeri
hâiz olamaz:

a. Resûlullah (s. a.), Merve üzerinde son tavafını yaparken "Arkamda bıraktığım iş
tekrar karşıma çıksaydı, hedyi getirmez bu haccı umre yapardım. İmdi sizden
hanginizin yanında hedy yoksa hemen ihramdan çıksın ve haccmı umreye çevirsin?"
buyurdu.

Bunun üzerine Sürâka b. Mâlik b. Cü'şum ayağa kalkarak: Ya Resûlullah! Bu iş bizim
bu senemize mi mahsûs, yoksa ilelebed devam edecek mi? diye sordu. Resûlullah
(s. a.) parmaklarını birbirine kenetledi ve iki defa:

[484]

"Umre, hacca dahil olmuştur, hayır, ebedi olarak devam edecektir! buyurdu. " J 1

b. "Beyt-i Şerifi tavaf eden her hacı (adayı) ihramdan çıkabilir.

2. Bu konuda Ahmed b. Hanbel (r.a.) de şunları söylüyor: Bilâl b. el-Hâris hadisi
zayıftır. Ben O'ndan hadis rivayet etmeni ve bu şahsın kimliği de meçhuldür. Şayet
kimliği bilinse bile, haccı umreye çevirmenin caiz olduğunu söyleyen 11 sahâbînin
rivayeti yanında bu şahsın rivayetinin bir değeri yoktur. Ebû Davud'un rivayet ettiği
"haccı umreye çevirmenin sadece Veda Haccma ait olduğunu" ifade eden hadis-i
şerifse sahih değildir. Çünkü Ebû Musa el-Eş'arî bunun caiz olduğuna dair Hz. Ömer

devrinin ilk sıralarında da fetva verirdi.

Bu konuda Ibn Kayyirri el-Cevzî de şunları söylüyor:

Bilâl b. el-Haris hadisi gerçekten zayıftır ve el-Hâris yanılmıştır. Çünkü haccı
feshederek umreye çevirmenin herkes için caiz olduğu Resûl-i Ekrem'den rivayet
edilen hadis-i şeriflerle sabit olduğu gibi Hz. tbn Ab-bas bu konuda her zaman ve her

[4871

yerde fetva verirdi de ashâb-ı kiramdan hiçbirisi aksini iddia etmezdi.

Görülüyor ki ulemânın bu konudaki ihtilâfı haccı umreye çevirmenin Veda Haccmdan
sonraki yıllarda da caiz olup olmamasıyla ilgilidir. Fakat hac mevsiminde umre
yapmanın caiz olduğunda ulema arasında ittifak vardır.



Yine ilim adamları ifrâd, temettü' ve kıran haclarının hepsinin caiz olduğunda da görüş
birliğine varmışlardır. Ancak ihtilâf bu haclardan hangisinin daha faziletli olduğu
konusundadır.

a. Bilindiği gibi Mâliki ulemâsına ve Şafıîlerin büyük çoğunluğuna ve tabiûn ve
sahabeden bir cemaate göre hacc-ı ifrâd daha faziletlidir,

b. İbn Ömer, İbn Abbas, İbn ez-Zûbeyr, Aîşe, Câbir b. Zeyd, Hasan el-Basrî, Mâliki
ulemâsından "Lahmî'ye ve Şâfillerden bazılarına göre ise, temettü' haccı daha
faziletlidir, imâm Ahmed'in meşhur olan görüşü de budur. Delilleri ise 1784 ve 1789
numaralı hadis-i şeriflerdir. Hanefî ulemâsı ile İshak ve Sevrî'ye göre ise, kıran haccı
diğerlerinden daha faziletlidir. Nitekim 24. bâbda geçen hadis-i şerifler de bunların
delilini teşkil etmektedir. Hanefî ulemâsı ve taraftarları "ifrâd haccı daha faziletlidir,"
diyenlere şu cevâbı vermişlerdir:

1. Kıran haccmm daha faziletli olduğunu ifâde eden hadisler ifrâd haccmm daha
faziletli olduğunu ifâde eden hadislere nisbetle daha fazla hükümler ihtiva etmektedir.
Bilindiği gibi sağlam râvilerin rivayet ettiği hadisler daha fazla hükümler getirdiği
zaman, daha az hüküm ihtiva eden hadislere tercih edilirler. Bu bir usûl kâidesidir.

2. Ayrıca Veda Haccmda Resûl-i Ekrem'in hacc-ı ifrâd yaptığını ifâde eden hadislerin
râvileri hakkında ulemâ ihtilâfa düştükleri halde, hacc-ı kıran yaptığını ifâde eden
hadislerin râvileri hakkında ihtilâfa düşülme-mistir. Şurası bilinen bir gerçektir ki,
hakkında ihtilâf edilmeyen bir râvi-nin rivayeti, hakkında ihtilâf edilen râvinin
rivayetine tercih edilir.

Hanefî ulemâsı ve taraftarları, temettü' haccmm daha faziletli olduğunu savunan İmâm
Ahmed'e ve taraftarlarına da şöyle cevâb verirler: Resûl-i Ekrem'in Veda Haccmdan
hacc-ı ifrâda niyet eden kimselere temettü' haccı yapmalarını tavsiye edişinin sebebi
câhiliyye devrinden kalma "hac mevsiminde umre yapılamayacağı" yolundaki kanâati
yıkmaktı. Ashâb-ı kirama "arkamda bıraktığım iş bir daha karşıma çıksaydı, hedyi

getirmez, bu haccı umreye çevirirdim," buyurması da kendisinin umre yapmadı-
ğını görünce üzülen ashabının gönlünü almak içindi.

Ulemânın hacc-ı ifrâd yapan bir kimseye kurban lâzım gelmediğinde ittifak ettikleri

gibi Tâvûs ile Dâvûd Zâhiri'nin dışında kalan ve çoğunluğu teşkil eden ulemâ da hacc-

ı kıran yapan kimseye de kurban lâzım geleceğinde ittifak etmişlerdir.

Hattâbî'nin beyânına göre iki hacca niyet ederek ihrama giren bir kimseye İmâm Şafiî

Ahmed ve İshak b. Râhûye'ye göre bir hac yapmak lâzım gelir. Şayet böyle bir kimse

iki hac yapacak olsa, bunun ancak birinin sahih olacağında icmâ' vardır.

Rey taraftarlarına göre ise, bunun bîrini gelecek seneye bırakır, diğerini ifâya devam

eder ve üzerine kurban lâzım gelir.

Süfyân es-Sevrî'ye göre ise, bu kimseye o sene içerisinde bir hac, bir de umre ile
birlikte kurban lâzım geldiği gibi gelecek sene tekrar bir hac daha yapması gerekir.
İmâm Mâlik'e göre ise, o kimse hacc-ı kıran yapar ve ayrıca bir de kurban keser.
Şafiî'ye göre ise, sadece bir hac yapar. Gelecek sene ikinci bir hac yapması

[4901

gerekmediği gibi kurban ve kaza da lâzım gelmez. J 1

25. Kişi Başkasının Yerine Hacc Edebilir Mi?



1809. ...Abdullah b. Abbâs (r.a.)'dan; demiştir ki: Fadl b. Ab-bâs, Resûlullah (s.a.)'m



terkisinde bulunuyordu. Peygamber (s.a.)'e Has'am Kabilesi'nden bir kadın fetva
istemeye geldi. Derken Fadl kadına, kadın da Fadl'a bakmaya başladılar. Bunun
üzerine Resûlullah (s. a.) Fadl'm yüzünü öbür tarafa çevirmeye başladı. Kadın:
Yâ Resûîullah! Allah'ın, kullarına hac hakkındaki farizası babama pir-i fâni iken
yetişti. Babam deve üstünde duramıyor. Binâenaleyh, onun namına ben hac edebilir
miyim? dedi. Resûlullah (s. a.);

[49 i]

"Evet" cevabını verdi. Bu (hâdise) Veda Haccmda oldu. J 1



Açıklama

"Redif kelimesi hayvan üzerinde bulunan bir kimsenin arkasına oturan kimse
anlamına gelir. Buna türkçemizde

"terkisine almak" denir. İbn Mende'nin beyânına göre Resûlullah (s.a.)'m terkisine
aldığı şahısların sayısı otuz küsuru bulmaktadn.

Bu hadisin isnadında ihtilâf edilmiştir. Sahih olan kavle göre hadis-i şerif mürseldir.
Çünkü Veda Haccmda Resûlullah (s. a.) İbn Abbâs'ı ailesinin zayıf olanlarıyla birlikte
geceleyin Müzdelife'den Minâ'ya göndermiş kendisi de bayram sabahı Fadl b. Abbâs'ı
terkisine alarak yola' çıkmıştır. Binaenaleyh İbn Abbâs (r.a.) olayı gözüyle görmemiş,
Fadl'dan ışitmiştir. Nitekim bundan sonraki rivayette bu cihet tasrih edilmiştir. Hz. İbn
Ab-bas'm vak'ayı birkaç kişiden işitmiş olması da mümkündür. Yalnız kimden
işittiğini bu rivayette tasrih etmemiştir. Fadl (r.a.) Resûlullah (s.a.)'in amcası Abbas b.
Abdulmuttalib'in oğludur.

Has anı: Yemen' de bir kabilenin adıdır. Bir rivayette sual soran kadının Cüheyne
kabilesine rnensub olduğu bildirilmiştir.

Soran erkek mi kadın mı ve keza sualinin babaya mı anneye mi yahut kardeşe mi ait
olduğu hadisin muhtelif rivayetlerinde muhtelif şekillerde beyan edilmiştir.
Bu konuda gelen hadis-i şeriflerden bazıları şunlardır:

1. İbn Abbâs'dan rivayet olunmuştur. Dedi ki: Peygamber (s. a.) bayram günü el-Fadl'ı
hayvanının acze düşmesinden dolayı kendi hayvanının arkasına bindirmişti. Fadl
yakışıklı bir adamdı. Bir ara Peygamber (s. a.) kendisinden fetva soran kimseler için
durdu, derken Has'am kabilesinden güzel bir kadın da fetva istemek için Hz.
Peygamber'e doğru yöneldi. el-Fadl bu kadına bakmaya başladı. Onun güzelliğinden
etkilenmişti. Peygamber (s. a.) eliyle Fad'lm çenesinden tutarak yüzünü öbür tarafa

[4921

çevirip kadma bakmasını engelledi.

2. Süleyman b. Yesâr, Fadl b. Abbâs'dan naklediyor:

Fadl, Resûlullah (s.a.)'m terkisinde İdi. Bir adam Hz. Peygambere gelerek:

Ya Resûlullah (s. a,)! Annem ihtiyar bir kadındır. Bineğe bindirsem duramaz .

(hayvanın üzerine durabilmesi için) bağlasam ölür, diye korkuyorum, dedi. Resûlullah

(s.a.):

"Annenin bir borcu olsa onu öder misin?" dedi. Adam:
Tabii, dedi. Resûlullah (s.a.)

[493]

"Öyleyse annenin yerine haccet" buyurdu.

3. Abdullah b. Abbâs anlatıyor: Adamın biri Hz. Peygambere gelerek: Babama hac
farz oldu. Halbuki o ihtiyar bir kimsedir. Binekte duramaz, bağlasam ölür, diye
korkuyorum, acaba onun yerine hac edebilir miyim? diye sordu. Hz. Peygamber:



"Eğer babanın bir borcu olsaydı, onu öder miydin, ne dersin?" buyurdu. Adam:
Tabii, deyince Peygamberimiz:

[494]

"Öyleyse babanın yerine haccet!" buyurdu.

4. el-Fadl b. Abbâs (r.a.)'dan rivayet edilmiştir: Has'am kabilesinden bir kadın;

Ya Resûlullah! dedi. Babama hac farizası ulaştı ve kendisi ihtiyar bir kimsedir.
Hayvanın sırtında durmaya gücü yetmez. Resûl-i Ekrem

[4951

"Onun yerine sen haccet!" buyurdu.

5. Hz. Ali'den rivayet edildiğine Has'am kabilesinden genç bir kadın (Resûi-i Ekrem'e
gelerek);

Ya Resûlullah babam kendisine ihtiyar halinde hac farz olan bir kimsedir. Onun edaya
gücü yetmiyor. Bu haccı ben onun yerine edâ edebilir miyim? diye sormuş da Resul-i
Ekrem efendimiz;

Evet diye cevap vermiş. 1

Bu rivayetlerin arasını bulmak için Şeyh Zeynüddin "bu soruların müteaddid defalar
sorulduğunu" söylemiştir. Buna göre bir defa Resûlullah (s.a.)'a bir kadın babası adına
hac edip edemeyeceğim, başka bir zaman diğer bir kadın annesi adına, yine ayrı ayrı
zamanlarda bir erkek annesi adına, diğer biri de babası adına üçüncü bir kimse de
kardeşi adına hac edip edemeyeceklerini sormuşlar demektir. Sünen sahiplerinin

rivayetlerine göre erkeklerden bu hususta soru soranlar Husayn b. Avf ile Lakît b.

[497]

Amir'dir. Kadınlardan soru soranların isimleri belli değildir. 1 1



Bazı Hükümler



1. Hayvan kuvvetli olmak şartıyla bir kimseyi terkiye almak câizdir.Bu iş bilhassa hac
mevsiminde âdettir. Çünkü yollar kalabalık, yürümek meşakkatlidir. Bir de hacca hay-
van üzerinde gitmek yürümekten efdaldir.

2. İhramlı iken kadın yüzünü açabilir, aynı zamanda ihtiyaç duyulduğu zaman yabancı
bir kadınla konuşmakta da bir sakınca yoktur. Ancak, yabancı bir kadının yüzüne
şehvetle bakmak haramdır.

3. Alim olan bir zâtın başkasında gördüğü kusurları mümkün mertebe değiştirmeğe
çalışması gerekir. Resûlullah (s.a.)'ın Hz. Fadl'ı menettiği halde kadına bir şey
dememesi, hükümde ikisi de bir olduğu için kadının bunu anlayacağına itimad
ettiğinden ileri gelmiş olabilir. Yahut Fadl'ı men etmekle ikisini de kasdetmiş olabilir.
Mâlikîlerden bazıları bu hadisi delil getirerek kadının yüzünü örtmesi lâzım
gelmediğine hükmetmişler ve "erkeğe düşen vazife, kadına bakmamaktır" demişlerdir.

4. Hz. Fadl'm kadına bakması, insan tabiatının Benî Adem'e galebe çaldığını ve
insanın şehvetlerine karşı olan zaafım gösterir.

5. Bir kadının erkek adına hac yapması caizdir.

6. Anne ve babaya iyilik olarak, ihtiyaçlarını karşılamak, borçlarını ödemek ve âciz
kaldıkları zaman onların adına hacc etmek teşvik edilmiştir.

7. Bizzat haccetmekten âciz olan kimse adına haccedilmesi caizdir. Hanelilerle, Sevrî,
Şafiî, Ahmed, İshak, Ebû Sevr, Dâvûd, İbnu'l-Münzir ve Mâliki ulemâsından İbn
Habib bu görüştedirler. Bu konuda kendisi adına haccedilecek kimseye haccın sıhhatli
zamanında farz olmasıyla, kendisine vekil göndermeyi caiz kılan meşru bir mazereti
bulunduğu zamanda farz kılınmış olması arasında bir fark yoktur.



Ancak Ebû Hanife'den rivayet edilen bir kavle göre başkası adına yapılacak haccm,
onun adına kabul olunabilmesi için o kimseye haccm sıhhatli zamanında farz olması
ve âciz duruma düşünceye kadar hacc farizasını edâ etmemiş olması gerekir.
Netice olarak, Hanefî mezhebine göre bir kimsenin başkası adına hac yapabilmesi
konusunu şu şekilde özetlemek mümkündür:

a. Bir kimsenin başkası adına nafile hac yapması kayıtsız şartsız caizdir.

b. Başkası adına yapılan farz haccm sahih olabilmesi için kendisi adına hac yapılan
kimsenin hac yapmaktan âciz durumda olması ve iyileşmesinden ümidin kesilmiş
olması gerekmektedir.

c. Niyetin, kendisi adına hac yapılan kimse için yapılması gerekir. Telbiye esnasında
"lebbeyk an fulânin- falan kimse adına lebbeyk" diyerek hac sahibinin adının anılması
menduptur.

d. Efdal olan böyle bir haccı yapacak kimsenin hür, erkek, daha Önce kendi adına hac
yaptığı için hac meselelerini iyi bilen bir kimse olmasıdır. Köle, kadın ve daha kendi
haccmı yapmamış bir kimse olması mekruhtur.

e. Başkası adına hac yapacak kimsenin -yolda hastalanmış bile olsa-bu haccı mutlaka
bizzat kendisinin yapması, yerine başkasını vekil tayin etmemesi gerekir. Ancak yola
çıkarken hac sahibinin böyle bir izin, vermiş olması müstesna.

Bu konuda Hanefî ulemâsından Burhaneddin el-Merğmânî "el-Hidâye" isimli eserinde
şunları söylemiştir: "Kaide şudur ki, ehl-i sünnete göre bir insan namaz, sadaka, oruç
ve daha başka amellerinin sevabını başkasına bağışlayabilir. Çünkü Hz. Peygamberin
biri kendi, diğeri ümmeti adına olmak üzere iki tane koç kurban ettiği rivayet
olunmuştur. îbâdetîer çeşitlidir. Bazısı zekât gibi sırf malî, bazısı namaz gibi bedenî,
bir takımı da hacda olduğu gibi hem mâlî, hem de bedenîdir. Birinci nevide başkası
adına amel caiz, ikinci nevide hiç bir şekilde caiz değildir. Aczin şartı ölünceye kadar
devam etmektir."

İmâm Mâlik ile, Leys'e göre" hayatta olan bir kimse adına başkasının haccetmesi caiz
değildir. Yalnız haccetmeden ölen kimse adına başkası haccedebilir. Bu konudaki
delilleri ise, "Ona yol bulabilen herkesin Ka'-be'yi haccetmesi insanlar üzerinde

[4981

Allah'ın bir hakkıdır. " J L âyet-i kerîmesidir.

Sözü geçen imamlara göre âyet-i kerimede söz konusu olan "yol bulabilmek" veya
"güç yetirebilmek" insanın bu gücü bizzat kendi nefsinde bulmasıyla gerçekleşir.
Hacca gitmeyi ancak başkalarının gücüyle başarabilen kimseler, kendi nefislerinde bu
gücü bulamamış sayılırlar. Bu bakımdan kendilerine hac yapmak veya yaptırmak
lâzım gelmez. Esasen hac da namaz gibi vekâlet kabul etmeyen ibâdetlerdendir. Gerek
sıhhatli iken, gerekse acz halinde hac için vekâlet vermek caiz değildir. Çünkü
ibâdetler imtihan için farz kılınmışlardır. Bu imtihan ise, bedenî ibâdetlerde ancak
bedeni zahmete ve meşakkate sokarak onu yormakla gerçekleşir. Ancak zekât
farklıdır. Çünkü zekâtta imtihan malı eksiltmekle yapılır. Malı eksiltmek ise, kişinin
kendi eliyle gerçekleşebileceği gibi başkasının eliyle de gerçekleşebilir.
Yine bu görüşte olan imamlar, "kişinin bir başkası adına hac yapmasının caiz
olduğunu ifâde eden hadis-i şerifler, bu konudaki âyet-i kerimeye aykırıdırlar. Bu
itibarla mütavâtır olan âyet-i kerimeyle amel etmek bu hadislerle amel etmeye tercih
edilir" demişlerse de, kendilerine şöyle cevâb verilmiştir: "Ayet-i kerimenin ifâdesi
geneldir. Bu konudaki hadisler ise, âyet-i kerimedeki genel ifâdeleri açıklayan ayrıntılı
ifâdelerdir. Âyet-i kerimede haccetmeye gücü yetmeyenlerin üzerlerine hac farz



olmadığı genel bir ifâde olarak bildirilmiş, fakat bunların kimler olduğu açıklığa
kavuşturulmamıştır. Fakat hadis-i şerifler, bunların iyileşmelerinden ümit kesilen
kimseler olduğunu açıklığa kavuşturmuştur. Bu bakımdan âyet-i kerimeyle hadis-i
şerif arasında herhangi bir çelişki söz konusu değildir.

Ayrıca, âyet-i kerimedeki "yol bulabilmek" diye ifâde edilen "güç yetirme" şartının
gerçekleşebilmesi için bu gücün bizzat insanın kendi nefsinde, başkalarının yardımı
olmadan bulunması gerektiğini savunmak da yanlıştır. Çünkü Ebû Dâvûd hadisinde
geçen "Ya Resûlullah babama hac farizası pir-i fâni iken yetişti. Deve üstünde
duramıyor. Binâenaleyh onun namına ben haccedebilir miyim?" cümlesi bu gerçeği
açıkça ifâde etmektedir. Zira hac insanın sadece bedeniyle gerçekleştirdiği bir ibâdet
değildir.

Haccm gerçekleşebilmesi için insanın kendi bedeni dışında azığa ve binite de ihtiyaç
vardır. Nitekim, ileride tercümesini sunacağımız 1811 numaralı hadis-i şerif de bunu
ifâde ediyor.

Yine sözü geçen imamlar, konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisine, "bu hadiste
zikredilen olay Has'ame'ye âit özel bir durumdur" diyerek, bir başkası adına
haccetmenin caiz olmadığını savunmuşlar ve bu iddialarını isbât için de İbn Hazm'ın
rivayet ettiği şu hadisi delil göstermişlerdir: Resûl-i Ekrem (s.a.)'e bir kadın gelerek;
Yâ Resûlullah, benim babam ihtiyar bir kimsedir," dedi. Resûl-i Ekrem de;
"Öyleyse onun yerine sen hac ediver. Fakat bu izin sadece sana mah-sûsdur. Senden
sonra bir kimse için bu izin yoktur" buyurdu.

Bu hadisi Abdülmelik b. Habib de "el-Vâdıru." isimli eserinde iki mürsel senedle

[4991

rivayet etmiştir. Ayrıca bu hadisi Ibn Hıbbân da Sahih'in-de rivayet etmiştir. 1 1

Fakat bu iddiaları "İbn Hazm'ın ve Abdülmelik b. Habib'in rivayet ettikleri hadisler
mürsel hadis denilen zayıf hadislerdendir. Binâenaleyh, delil olma niteliğinden
uzaktır" gerekçesiyle reddedilmiş ve ayrıca bu hadislerin, Buhârî'nin rivayet ettiği
"Cüheyne Kabilesi'nden bir kadın Peygamber (s.a.)'e gelerek;

"Yâ Resûlullah annem haccetmeyi nezretmişti. Fakat, haccedemeden vefat etti. Ben
onun yerine haccedebilir miyim? dedi. Resûl-i Ekrem de;

"Evet, haccedebilirsin. Eğer annenin bir borcu olsaydı, onu ödemeyecek miydin? Sen
onun Allah'a olan hac borcunu da ödeyiver. (Şurasını unutma ki) borcu ödenmeye en

lâyık olan Allah'tır." buyurdu. anlamındaki sahih hadis-i şerife aykırı olduğu ve
dolayısıyla ilmî bir kıymeti hâiz olmadığı da kendilerine hatırlatılmış, "çünkü hac hem
mâlî, hem de bedenî bir ibâdettir. Namaza benzediği kadar zekâta da benzer"
denilmiştir.

Bütün bu anlatılanlar "başka birinin, yerine haccetmenin caiz olduğunu" savunan
ulemânın haklı olduğunu ortaya koymaktadır. Nitekim Hafız İbn Hacer'in beyânına
göre, vasiyette bulunan bir kimse adına hac yapılabileceğini Mâliki ulemâsı da kabul

etmektedir. Şafiî ulemâsından Hattâbî bu mevzu ile ilgili olarak şunları söylüyor:
"Bu hadis-i şerif bir kimsenin hayatta olsun veya olmasın bir başkası adına hac
yapmasının caiz olduğuna delâlet etmektedir. Çünkü hac, vekâlet kabul etme
bakımından, namaz ve oruç gibi- bedenî ibâdetlere benzemez. İmâm Şafiî (r.a.)'de bu
görüştedir. Ancak İmâm Mâlik bu görüşte değildir ve "kendisi" için hac yapılmasını
vasiyet etmeden ölen bir kimsenin malından sadaka vermek ve köle azat etmek, bence
o malla o kimse adına hac yapmaktan daha iyidir, derdi". İbrahim en-Nehâî ile tbn Ebî



Zî'b de; "kimse kimse için hac yapamaz" derlerdi. Oysa Ebû Dâvûd hadisi onların
aleyhine bir delildir. Aynı zamanda bu hadis bir maldan ihtiyarlığında veya
kötürümlük halinde yararlanmakta olan kimseye mâlî gücü yettiği takdirde yerine
haccetmek üzere bir başkasını görevlendirmesini gerekli kılmaktadır. Bazıları da bu
hadisin metninde geçen "Allah'ın kullarına farz kıldığı hac, babama pir-i fâni iken
yetişti" cümlesine "babam ihtiyar bir halde iken müslüman oldu" mânâsı vermişlerdir.
Bu hadis-i şerif aynı zamanda kadının erkek adına haccedebileceğine de delâlet
etmektedir. Ancak bazı ilim adamları kadının ihramda erkeğin giyemeyeceği giysileri
giydiği gerekçesiyle "erkeğin yerine ancak bir erkeğin hac edebileceğini"
savunmuşlardır.

İmâm Mâlik ile Ebû Hanife kötürüm olan bir kimseye haccm farz olmadığını
söylemişlerdir. Ancak Ebû Hanife'ye göre kötürüme, sağlam iken hac farz olduysa
kötürüm olduktan sonra bu farz kendisinden sakıt olmaz, edâ etmesi gerekir. İmâm

Mâlik'e göre ise, bu farz ondan sakıt olur.^^

Kötürüm olan bir kimsenin yerine başkasının hac yapmasının caiz olduğu görüşünde
olan kimseler; kendi adına hac yaptıran kötürümün sıhhate kavuşunca tekrar hac
yapması gerekip gerekmediği konusunda da ihtilâf ettiler. Bunların büyük
çoğunluğuna göre kendisi adına hac yapılan kötürümün sıhhate kavuşunca haccetmesi
gerekir. İmâm Ahmed ile İs-hâk'a göre ise, gerekmez. Çünkü o zaman bir kişiye
haccm iki kerre farz olduğu neticesi hasıl olur.

Fakat İmâm Ahmed ile İshâk'm bu görüşleri "Bu iki hacdan biri farz diğeri de nafile
olur," gerekçesiyle reddedilmiştir.

Netice olarak sunuda söylemek isteriz ki, bir kimse adına başkasının haccetmesi
konusunda irnam M,âlik'ten üç kavil rivayet edilmiştir. Meşhur olan birinci kavle
göre, ölmüş bir kimse adına da olsa, bir kimse diğer bir kimse adına hac yapamaz.
İkinci kavline göre ölen bir kimse adına çocukları hac yapabilir. Üçüncü kavline göre

ise, ölenin vasiyeti varsa onun namına başkasının hacetmesi caizdir. [^3]
1810. ...Hafs b. Ömer dedi ki: Amir oğullarından bir adam;

Ya Resûlullah (s.a.) babam ihtiyar bir kimsedir. Hacca ve umreye gücü yetmiyor,
(yaya veya binitli olarak) yolculuğa da (dayanamıyor), dedi. (Resûl-i Ekrem de);

"Babanın yerine hac ve umre yap" buyurdu.
Açıklama

Bu hadis-i şerif âciz durumda kalan bir kimsenin yerine başkasının hac veya umre
yapmasının caiz olduğuna delâlet etmektedir.

"Babanın yerine umre yap" cümlesine bakarak Şafiî ve Hanbelî ulemâsı umrenin de
hac gibi farz olduğu kanaatine varmışlardır. Beyhâkî'nin Müslim b. Haccâc'dan rivayet
ettiği bir hadiste ifâde edildiğine göre Ah-med b. Hanbel konumuzu teşkil eden Ebû
Dâvûd hadisini kasdederek şöyle dermiş: "Umrenin farz olduğuna dair bu hadisten

daha güzel ve daha Ysahih bir hadis bilmiyorum. " 1-^5] gj|j n( jjğj gibi Hanefî ve
Mâîikî ulemâsına göre, umre yapmak sünnettir. Ve yine bu iki mezheb ulemâsına göre
bir kimsenin başkası adına hac veya umre yapması kendisine farz değildir. Ve
konumuzu teşkil eden hadisteki: "Babanın yerine hac ve umre yap" emri, farziyyet



değil, mendubluk ifâde eder.



1811. ...İbn Abbâs'dan rivayet olunduğuna göre, Peygamber (s. a.) bir adamı "
Şübrüme için lebbeyk" derken işitti de (O'na): "Şübrüme kimdir?" diye sordu. (O
adam da): Kardeşimdir -yahutta- "Yakınımdır" deyince (O'na): "Sen kendin için hac
yaptın mı?" diye sordu. (O adam da): "Hayır" deyince;

"Sen (önce) kendin için bir hac yap da ondan sonra Şübrüme'nin yerine hac yap"
buyurdu.



Açıklama

Hadis-i şerifte sözü geçen adam Nübeyşe b. Abdülâh'dır.Bu hadisi Tâvûs, İbn
Abbâs'dan şu mânâya gelen söz-
lerle rivayet etmiştir:

Peygamber (s. a.) Nübeyşe için telbiye getiren bir adam işitti de O'na, "Ey
Nûbeyşe| adına telbiye getiren adam! Senin şu getirdiğin telbiye Nübeyşe içindir. Bir
de kendin için hac yap" buyurdu. Bu hadisi rivayet eden Dârekutnî, daha sonra şu
taliki ekler: "Hasan b. Umâre bu hadisi tek basma rivayet etti, onun, rivayet ettiği
hadisler ise metruktür. Bu konuda tercih edilen hadis İbn Abbâs'dan nakledilen

Şübrüme hadisidir. "Sen kendin için hac yaptın mı?" cümlesi, İbn Mâce'nin
rivayetinde, "Resûl-i Ekrem O'na "Sen hac yaptın mı?" diye sordu. (O adam da);
"hayır" deyince, "Bu haccı kendin için yap sonra bir de Şübrüme için yaparsın"

buyurdu, şeklinde gelmiştir.



Bazı Hükümler



1. Kendisi hac yapmadığı halde başkası için hac yapmak üzere ihrama giren bir
kimsenin bu ihramı kendisi adına değiştirmesi gerekir. Çünkü hadisteki Şübrüme için
ihrama girmiş olan kimseye Resûl-i Ekrem'in; "Sen (önce) kendin için bir hac yap da
sonra Şübrüme'nin yerine hac yap" diye emir vermesi bunu ifade eder. Şöyle ki:
Şübrüme adına ihrama girmiş olan kimsenin bu emri gerçekleştirebilmesi, ancak bu
ihramı kendisi adına değiştirmesiyle mümkündür. Buna göre kendisi için hac
yapmamış olan te kimsenin (isterse hac yapmak imkânına sahip bulunmasın) ölü veya
diri herhangi bir kimse adına hac yapması caiz değildir. Şafiî ve Hanbelî ulemâsıyla
el-Evzâî ve İshâk bu görüştedirler. Ahmed b. Hanbel'den rivayet edilen bir kavle göre
de bu hac, haccı yapan kimse için sahih olamayacağı gibi kendisi adına hac yapılan
kimse için de sahih olmaz.

2. Mâliki ve Hanbelî ulemâsına göre ise, kendisi için hac yapmamış olan bir kimsenin
başkası için hac yapması mekruhtur. Çünkü hadis-i şerifte Şübrüme için ihrama giren
kimseye önce kendisi için, ondan sonra başkası için hac yapması ile ilgili emir
mendupluk ifâde eder. Binâenaleyh bu menduba uymamak tenzihen mekruhtur.

3. İmâm Sevrî'ye göre ise, hac yapmaya imkânı olan kimsenin kendisi için hac
yapmadan başkası adına hac yapması caiz değildir. Fakat kendisine hac yapma imkânı
yoksa o zaman başkası adına hac yapması caiz olur.

4. Hanefî ulemâsına ve taraftarlarına göre, konumuzu teşkil eden hadis zayıftır. İmâm



Ahmed'in beyânına göre bu hadisi Abde b. Süleyman merfû' olarak rivayet etmişse de,
bu rivayet hatalıdır. İbnu'l-Münzir'e göre de, bu hadisin merfû' olarak rivayeti sabit
değildir. Tahâvî'ye göre ise, bu hadis mevkuftur.

5. Birinci görüşü temsil eden ulemâya göre ise bu hadis merfüdur ve bu hadisi merfû'
olarak rivayet eden Abde b. Süleyman, kendisine Buhârî ve Müslim'in de itimad ettiği
güvenilir bir râvidir. Muhammed b. Bişr el-Abdî ile Muhammed b. Abdillah el-Ensârî
de O'nun gibi bu hadisi merfû' olarak rivayet etmişlerdir. Hadisin merfû' olduğunun
rivayet edilişi mevkuf olarak rivayet edilişine nisbetle bir ziyadelik ifade eder. Bilindi-
ği gibi güvenilir râvilerin rivayet ettikleri ziyadelik makbuldür. Beyhâkî'ye göre de bu
hadisin senedi sahihdir. Ebû Ömer İbn Abdilberr'e göre ise, bu hadisi merfû' olarak
rivayet eden râvi hafızdır, bu bakımdan başkalarının tesbit edemedikleri bazı
rivayetleri tesbit etmiş olması tabiidir. Bu sebeple hafızın tesbit ettiği ve diğer
rivayetlere göre fazlalık ifade eden rivayetleri tercihen kabul etmek gerekir.

6. İbnu'l-Kattan'in beyânına göre bu hadisi merfû' olarak rivayet eden râviler güvenilir
kimselerdir. Başkalarının bu hadisi mevkuf olarak rivayet etmesi onların bu hadisi
merfû' olarak rivayet etmelerine bir zarar veremez. Çünkü onlar hafızdırlar.
Başkalarının tesbit edemedikleri incelikleri tesbit edip rivayet etmeleri gayet tabiidir.
Bu hadisin bazıları tarafından mevkuf, bazıları tarafından da merfû' olarak rivayet
edilmiş olmasını şu şekilde izah etmek de mümkündür: Bu hadisi İbn Abbâs'dan
mevkuf olarak rivayet edenler, İbn Abbâs'ın bu mevzûdaki görüşünü nakl etmişler,

merfû' olarak rivayet edenler de İbn Abbâs'm rivayetini nakletmişlerdir. _ ^
26. Telbiye Nasıl Yapılır?

1812. ... Abdullah b. Ömer (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.)'m
telbiyesi (şundan ibaretti):

"Tekrar tekrar icabet sana Ya Rabbi, tekrar icabet sana, tekrar icabet sana, senin
ortağın yoktur, emret! Hamd sana mahsûstur, nimeti veren sensin, mülk (kâinatın
mutlak egemenliği) senindir, senin benzerin ve ortağın yoktur."
(Bu hadisin râvilerinden Nâfi') dedi ki: Abdullah b. Ömer tel-biyesine (şu kelimeleri
de) eklerdi: "Emret, emrine amadeyim, emret! Senden saadetler dilerim, hayır(lar)

senin elindedir, dilek(ler) sana (arzedilir) amel(ler) de sanadır.
Açıklama

Ulemâ kelimesi üzerinde ihtilâf etmişlerdir. Sîbeveyh'e göre bu lâfız teşriiyedir.
Yalnız onunla çokluk ve sayıda tekrar kasdedilir. Yûnus'a göre ise, müfred bir
kelimedir. Manâsı üzerinde de ihtilâf vardır. Bazıları "tekrar tekrar icabet ederim,"
manasına geldiğini söylemişlerdir.

Bir takımlarına göre "Sana tekrar tekrar itaat ederim", daha başkalarına göre ise,,
"teveccühüm sanadır," mânâsına gelir. "Muhabbetim sanadır" mânâsına geldiğini
söyleyenler bulunduğu gibi, "samimiyyetim sanadır" mânâsında kullanıldığını iddia
edenler de olmuştur. Meşhuru birinci mânâdır. Çünkü ihrama giren bir kimse Allah'ın
davetine icabet etmiş demektir. Kadı İyaz'm beyânına göre bu icabet Hz. İbrahim
aleyhisselâmdan kalmıştır. İbn Abbas (r.a.)'dan rivayet olunan bir hadiste:
"İbrahim (aleyhisselâm) Kâ'be'yi inşâ edip tamamladıktan sonra kendisine:



Hac için insanları da'vet et, emri verildi. İbrahim (aleyhisselâm)
Benim sesim onlara ulaşmaz dedi. Allah teâlâ hazretleri:

Sen da'vet et, sesini duyurmak bana aittir, buyurdu. Bunun üzerine İbrahim
aleyhisselâm:

Ey insanlar, Beyt-i Atîk'i haccetmeniz size farz kılınmıştır, diye nida etti. Bu sözü
yerle gök arasında bulunanların hepsi işitti. Görmüyor musun? İnsanlar en uzak

yerlerden icabet edip geliyorlar? denilmiştir.^^

"Hamd" kelimesinin "ni'met" kelimesinden önce zikredilmesinde hamd kelimesinin
mânâsının daha genel olduğuna bir işaret vardır. Çünkü Allahu Teâlâ sadece nimet
verdiğinden dolayı değil, her halükârda medh ve senaya lâyıktır.
Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir: Telbiyede hamd ile ni'met beraber mülk ise
ayrıca zikredilmiştir. Bunun sebebi nedir?

Çünkü hamd ni'metle ilgilidir. Bundan dolayıdır ki, "Bütün ni'metle-ri için Allah'a
hamd olsun" denilebilir. Telbiye eden kimse sanki- "Hamd ancak sana mahsûstur.
Çünkü ni'met ancak senden gelir," demiş gibi olur.

Mülk'ün manası ise müstakildir. Bu kelime bütün ni'metlerin Allah'a ait olduğunu
vurgulamak için gelmiştir. Zira mülkün gerçek sahibi ve hakimi Allah'tır.^



Bazı Hükümler



1. Telbiye getirmenin dinen meşru' kılındığında bütün ılım adamları ittifak etmişlerdir.
Telbıyenm hikmeti ise, insanların Beyt-i Şerife misafir olarak gelmelerinin Allah'ın
kendilerine büyük bir lütuf ve ihsanı olduğuna; zira, buraya ancak Allah'ın kendilerini
davet etmesiyle gelebildiklerine dikkatlerini çekmektir. Tel-biyenin hükmü üzerinde
de ilim adamları ihtilâf etmişlerdir:

a. Hanefî ulemasına göre telbiye ihramın şartıdır. İhramın sahih olabilmesi için telbiye
şarttır. Çünkü Ünımü Seleme (r.anhâ.)'dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte şöyle
deniyor: "Ben Resûlullah (s.a.)'ı; "-Ey Mu-hammed ailesi, sizden kim hac yapacak

olursa kesinlikle telbiye getirsin!" derken işittim."^ ^ Sübhanallah, lâilâhe illallah
gibi telbiye manasına gelen tesbihatı getirme veya Beyt-i Şerife kurban göndermek
veya kurbanın boynuna tasma takmak veya kurbanla birlikte Beyt-i Şerife doğru
yönelmek de telbiyenin yerini tutar.

Hanefî ulemâsından Aliyyü'l-Kârî, Hanefî mezhebinin bu konudaki görüşlerini şöyle
ifade ediyor: "Telbiyenin şartı dille yapılmasıdır. Kâlb ile telbiye getirmek telbiye
sayılmaz. Gücü yettiği takdirde dilsizin de dilini hareket ettirmesi gerekir. İmâm
Muhammed bunu şart koşmuştur. Dili hareket ettirmenin müstehab olduğunu
söyleyenler de vardır. Dua özelliği bile taşımış olsa, Allah'ı ta'zim kasdıyla yapılan her
türlü tehlîl, tekbir, teshih ve tahmîd telbiyenin yerini tutar. Ve en sahih olan görüşe
göre sadece "Allahümme" demek bile telbiye için yeterlidir. Bu arada telbiyenin ve
zikirlerin meselâ Türkçe kelimelerle yapılması da caizdir. Arapça telbiye getirmeye
gücü yeten bir kimsenin bile Arapça'nın dışında herhangi bir dille telbiye getirmesi
caizdir. Ancak namazın iftitah tekbiri telbiye-ye benzemez. Onun mutlaka Arapça
olarak getirilmesi lâzımdır. Çünkü hac da namaza nisbetle daha fazla genişlik vardır.
İhrma girerken telbiye getirmek farzdır. Telbiye başlayınca birden fazla sayıda tekrar
etmek sünnet, sabahın olması, akşamın girmesi, bir yere girip çıkmak, oturup-



kalkmak, insanlarla karşılaşmak, tepelere çıkıp derelere inmek gibi bir halden diğer bir
hale intikâlde telbiye getirmek kuvvetli bir müstehabdır. Telbiye-yi her halükârda sık

sık ve çokça yapmak ise menduptur."^^

Mâlikîlere göre ise, telbiye getirmek vâcibdir. Terk edilirse kurban kesmek icâb eder.
Bu görüşü Maverdî bazı Şâfiîlerden de rivayet ettiği gibi Hattâbî de Ebû Hanîfe'den
rivayet etmiştir. Mâliki ulemâsından İbn Habîb ile Zâhiriyye ulemâsına ve Ata'ya göre
telbiye, ihramın rüknüdür. Telbiyesiz ihram olamaz. Bu görüş aynı zamanda İbnu'l-
Münzir ile İbn Ömer, Tâvûs ve İkrime'den de rivayet olunmuştur.
İmâm Şafiî ile Ahmed'e göre telbiye sünnettir. Bu görüş aynı zamanda İmâm
Mâlik'ten de rivayet olunmuştur. Sözü geçen imamlara göre Resül-i Ekrem'in bir işi
sadece yapmış olması o işi yapmanın farziyyetine delâlet etmez. Resûl-i Ekrem'in
öğretmiş olduğu telbiyeye başka kelimeler ifâve etmenin caiz olup olmadığı
konusunda da ulemâ ihtilâfa düşmüştür:

a. İmâm Ebû Hanife, Muhammed b. el-Hasen, el-Evzaî ve İmâm Ahmed (r.a.)'e göre
Resûl-i Ekrem'in öğretmiş olduğu telbiyeye başka kelimeler ilâve etmekte bir sakınca
yoktur. İmâm Şafiî'nin meşhur olan görüşü de budur. Gerçekten içlerinde Hz. Ömer,
Abdullah b. Ömer, İbn Mes'ûd (r.a.)'in de bulunduğu sahabeden bir cemaat, Resûl-i
Ekrem'in öğrettiği telbiyeyi okurken bazı kelimeler ilâve ederek okumuşlardır. İbn
Mes'ûd'un, "Ey Allah'ım çakıl taşları ve topraklar adedince tekrar tekrar emrine icabet
ediyorum" şeklinde ilâveler yaparak telbiye getirdiği rivayet olunmuştur. Nitekim bir
numara sonra gelecek olan Câbir hadisinde de Veda Haccmda halkın, Resûl-i
Ekrem'in öğretmiş olduğu telbiyeye "Ey yüksek dereceler sahibi Allah'ını" gibi
kelimeler ilâve ettikleri ve Resûl-i Ekrem'in bunu duyduğu halde hiç müdâhalede
bulunmadığı ifâde ediliyor.

b. Hanefî imamlarından Ebû Yusuf a göre Resûl-i Ekrem'in öğretmiş olduğu telbiyeye
başka kelimeler ilâve etmek mekruhtur. İmâm Şafiî de bu görüştedir. Tirmizî'nin
beyânına göre İmâm Şafiî telbiyeye Allah'ı ta'zim ifâde eden kelimeler ilâve etmekte

bir sakınca görmediği halde, hiç ilâvesiz okumayı daha uygun bulurdu.
Nitekim Hanefî ulemâsından Tahâvî de Amir b. Said b. Ebî Vakkâs'-m rivayet ettiği
şu hadîse dayanarak bu görüşü tercih etmiştir: Said b. Ebî Vakkâs (r.a.); "Ey yüksek
dereceler sahibi (olan Allah'ım), emrine tekrar tekrar icabet ediyorum, emret" şeklinde
telbiye getirmekte olan bir adamı görünce "Biz Resûl-i Ekrem zamanında telbiyeyi

böyle getirmezdik" buyurmuştur. ^ ^ Tahâvî bu hadisi naklettikten sonra, "Her ne
kadar Sa'd b. Ebî Vakkas böyle demişse de kendisi Resûl-i Ekrem'in öğretmiş olduğu
telbiyeye ilâve yapılabileceğini söylemiştir," diyerek "telbiyeye ta'zim ifade eden bazı
kelimeler ilâve etmekte bir sakınca olmasa da hiç ilâve edilmemesinin daha da uygun
olacağını" ifade etmek istemiştir. Gerçekten şu hadis-i şerifler telbiyeye, ta'zim ifâde
eden bazı kelimeler ilâve etmekte bir sakınca bulunmadığını gösteriyorlar:

1. "Peygamber (s. a.) Arafat'ta dururken telbiye getirdiği zaman "Hayır, ancak âhiret

hayrıdır." sözlerini de ilâve etti."^^

2. "Peygamber (s.a.)'m telbiyesi; "gerçekten hac yaparak ve kulluk ederek tekrar
emrine icabet ediyorum" şeklinde idi."^^

3. Ebû Hureyre'den rivayet olunmuştur! Dedi ki: Resülullah (s.a.)'in telbiyesi "Ey
Mabûd-ı hakîkî olan Allah'ım! Emrine tekrar tekrar icabet ediyorum" şeklinde



idi ,,I520]



1813. ...Câbir b. Abdillâh'dan; demiştir ki: Resûlullah (s. a.) telbiye getirerek sesini
yükseltti. (Hz. Cabir, Resûlullah sallallahû aleyhi vesellemin okuduğu) telbiyeyi İbn
Ömer hadisi(nde anlatıldığı) gibi anlattı. Dedi ki: Halk, "Yüksek dereceler sahibi
(Allahım)" gibi kelimeler ilâve ediyorlardı. Peygamber (s.a.) de (söylenenleri) işittiği

halde, ses çıkarmıyordu. _ ^
Açıklama

Me'âric, ma'rec'in çoğuludur. Ma'rec, meleklerin çıktığı yüksek makam ve dereceler
anlamına gelir ki, burada gökler kastedilmiştir. Bazılarına göre burada "me'âric"
kelimesiyle Allah'ın nimetleri, fazl-u ihsanı kasdedilmiştir. Çünkü, Allah'ın insanlara
bağışladığı nimet ve ihsanların derece ve mertebeleri çok farklıdır.
Resûl-i Ekrem'in kendi öğrettiği telbiyeye başka kelimeler ilâve ederek telbiye yapan
halkı gördüğü halde onları bundan menetmeyişi onların bu hareketlerini tasvib ve
takrir anlamına gelir. Bilindiği gibi Resûl-i Ekrem'in huzurunda yapıldığı halde ses
çıkarrftadığı ve olumlu karşıladığı fiillere "takriri sünnet" ismi verilir. Ancak bir
önceki hadisin şerhinde açıkladığımız gibi Resûl-i Ekrem'in öğrettiği telbiyeye hiçbir
kelime ilâve etmeden okumanın daha uygun olduğuna delâlet eden hadis-i şerifler de
vardır.

Ulemânın büyük çoğunluğuna göre telbiyeyi yüksek sesle yapmak müstehabdır. Bir
numara sonra gelen hadis-i şerifte de ifâde edildiği gibi Resûl-i Ekrem (s.a.)
Efendimiz; "Bana Cebrail aleyhisselâm gelerek ashabıma telbiye ve ihlâli yüksek sesle
yapmalarını emretmemi talim buyurdu" demiştir. İbn Mâce'nin rivayet ettiği Zeyd b.
Hâlid hadisinde de Resûl-i Ekrem: "Bana Cebrail geldi ve "Yâ Muhammed, ashabına
telbiyeyi yüksek sesle yapmalarını emret. Çünkü, telbiye haccm alâmetlerindendir"

dedi," buyurmuştur.

Bu konuda Tirmizî'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerif de şu mânâdadır: "Bir müslüman,
telbiye getirdi mi şuradan ve şuradan (şarktaki ve garptan) kesiliş noktalarına dek,
onun sağında ve solunda bulunan bütün taş ağaç ve toprak mutlaka telbiye getirir."
İbn Battal, "telbiyeyi yüksek sesle yapmak müstehabdır" demiştir. Ebû Hanife, Sevrî
ve Şafiî'nin kavilleri de budur.

Bu mevzuda İmâm Mâlik'den muhtelif görüşler rivayet olunmuştur, ibn Kasım'm
rivayetine göre İmâm Mâlik, "yüksek sesle telbiye ancak Mescid-i Haram ile Minâ
mescidinde yapılır" demiştir.

Ulemâ, kadmmancak kendi işiteceği kadar kısık bir sesle telbiye getireceğinde ittifak
etmişlerdir. Zira ibn Ebî Şeybe'nin rivayetine göre, Hz. Abbâs, "Kadın yüksek sesle

[5231

telbiye getiremez," demiştir. J 1

1814. ...Hallâd b. es-Sâib el-Ensârî babası (es-Sâib) den rivayet ettiğine göre,
Resûlullah (sallaHahu aleyhi vesellem (şöyle) buyurmuştur:

"Bana Cibril aleyhisselâm gelip ashabıma ve yanımdakilere ihlâlde seslerini

[5241

yükseltmelerini emretmemi söyledi.



"(Ravi Rasûlulah sallallahû aleyhi vessellem'in) iki (kelime)den birini (söylediğini)
kasdederek (dedi ki); Rasûlullah; Yahut da telbiyede (seslerini yükseltmelerini

öğretmemi emretti)" dedi.^^
Açıklama

Ulemânın büyük çoğunluğuna göre, Cebrail aley his selâmın, Resûl-i Ekrem'e;
"ashabına yüksek sesle telbiye. getirmelerini öğretmesi" yolundaki emri farziyyet
ifade eder. Çünkü bir Peygamberin Cebrail vasıtasıyla Cenâb-ı Haktan tebliğ etmek
üzere aldığı emri olduğu gibi ümmetine bildirmesi kendisi için farzdır. Aldığı emri
ketme-dip ümmetine bildirmemesi ise, peygamberlerde bulunması vâcib olan tebliğ
sıfatına aykırıdır. Yine ulemânın çoğunluğuna göre Resûl-i Ekrem'in bildirdiği bu
emre uymak ümmeti için menduptur. Zahirî ulemâya göre ise, ümmeti için de bu emre
uymak farzdır.

"İhlâl" ile "telbiye'* kelimeleri aynı manayı ifâde ederler. Bilindiği gibi telbiye; İhram
halinde iken, "lebbeyk Allahümme lebbeyk, lebbeyk lâ şerike leke lebbeyk
innelhamde venni'mete leke velmülk lâ şerike lek = Tekrar tekrar icabet sana Yâ
Rabbi, tekrar icabet sana, tekrar icabet sana, senin şerikin yoktur. Tekrar icabet sana,
hiç şüphe yoktur ki, ha m d ve ni'met sana mahsûsdur. Mülk de senindir, senin şerikin
yoktur," sözlerini okumaktır.

Ravî, Rasûl-i Ekrem'in aynı mânâya gelen ihlâl ve telbiye kelimelerinden hangisinin
kullandığını kesinlikle hatırlaymadığmdan bu iki kelimeden birini söylediğini ifâde
etmek maksadıyla "Yahutta telbiyede seslerini yükseltmelerini öğretmemi emretti,
dedi." demiştir.

"Ashabıma" sözüyle, her zaman resûl-i Ekrem'in sohbetinde bulunan muhacirler ve
ensâr kasdedilmiş "ve yanımdakiler" sözüyle de başka zamanlarda beraberinde
bulunamadıkları halde o anda hac münâsebetiyle yanında bulunan sahâbîler
kasdedilmiştır. Bu emri sadece yanında devamlı kalan sahâbilere bildirmek üzere
almadığını, isterse bir kere olsun Resûl-i Ekrem'le karşılaşmak saadetine erişmiş olan
bütün sahâbilere bildirmek üzere aldığını ifade etmek maksadıyla her iki kelimeyi de
bir arada kullanmıştır.

Bu hadis-i şerif, İbn Mâce'nin rivayetinde, "Bana, ashabına telbiyeyi yüksek sesle
getirmelerini bildirmemi emretti" şeklinde geçiyor. Nesâî'de ise, bu hadis "Ey
Muhammed, ashabına telbiyeyi yüksek sesle getirmelerini emret" anlamına gelen
sözlerle rivayet edilmiştir. Yine bu hadis, Zeyd b. Hâlid el-Cühenî'den şu mânâya
gelen sözlerle rivayet edilmiştir: "Bana Cibril geldi de; "Ey Muhammed ashabına
telbiyeyi yüksek sesle getirmelerini emret. Çünkü telbiye haccm şeâirindendir"
dedi."^61

Bazı Hükümler

1. İhrama giren bir kimsenin telbiye okuması farzdır. Hanefî uleması bu görüştedir.

2. Telbiyeyi yüksek sesle getirmek meşru kılınmıştır,. Ancak telbiye getirirken sesi
yükseltmenin hükmü, ulemâ arasında ihtilaflıdır. Zahiriyye ulemâsı bu hadisin
zahirine bakarak telbiyeyi yüksek sesle getirmenin farz olduğunu söylemişlerdir.
Çünkü onlara göre resûl-i Ekrem'in hac esnasındaki fiilleri hükmü farz olan, "Ona yol



[5271

bulabilen herkesin Kâ'be'yi haccetmesi insanlar üzerinde Allah'ın bir hakkıdır. J 1

âyet-i kerimesinin tefsiri durumundadır. Dolayısıyla bu hadis-i şerifte geçen fiillerin
hükmü de âyet-i kerimenin hükmü gibi farzdır. Nitekim şu hadis-i şerif de bunu ifâde
etmektedir: "ben Peygamber (s.a.)'i bayram günü hayvanın üzerinde taş atarken ve;
"Hac ibadetlerinizi (benden) almız.(görüp belleyiniz.) Çünkü bilmiyorum; belki bu

T5281

baççımdan scnra bir daha haccedemem!" derken işittim" J 1

Hanefi ulemâsına, yeni mezhebinde İmâm Şafiî'ye ve ulemânın büyük çoğunluğuna
göre telbiye getirirken sesi yükseltmek müstehabdır. Çünkü hadisteki emrin farziyet
için olmayıp mendupluk ifade ettiğine karine teşkil eden ve İbn Mes'üd'dan rivayet
edilen şöyle bir hadis-i şerif vardır: "Haccm en faziletlisi acc'dır ve secc'dir" (Yani
kendisinde telbiye getirilirken ses yükseltilen, kurban büyük başlı hayvanlardan

T5291

seçilerek kan şo-ruldatılarak akıtılan hacdır. ) J 1 Çünkü bu hadis-i şerifteki "efdâl"

kelimesi telbiye esnasında sesi yükseltmenin farz olmadığına delâlet eder. İmâm
Mâlikin meşhur olan kavline göre ise, telbiyede müstehab olan, sesin-orta yükseklikte
yani ne yamndakilerin dahi duyamayacağı kadar kısık ne de haddinden fazla yüksek
olmaması, bilâkis ikisinin arası bir. yükseklikte bulunmasıdır. İmâm Mâlik bu konuda
şunları söylüyor: "İhrama giren bir kimse telbiye okurken sesini mescidlerde
yanındakilere işittirmek için yükseltemez. Ancak mescid-i Haram ile Minâ mescidi

müstesna. Çünkü bu iki mescidde sesi yükseltmekte bir sakınca yoktur. İmâm
Şafiî'nin eski kavli de böyledir, şu farkla ki, İmâm Şafiî sesi yükseltmenin caiz olduğu
mescidler arasında Arafe mescidini de saymıştır. İmâm Ahmed'e göre ise, Mekke'nin,
Mescid-i Haram'm, Mescid-i Minâ'nm ve Mescid-i Arafe'inin dışında telbiye
esnasında müstehab olan sesi kısmaktır. Çünkü İbn Abbas'tan rivayet edilen bir hadis-i
şerife göre İbn Abbas Medine'de yüksek sesle telbiye okuyan bir adamı görünce "bu
adam mecnûndur" demiştir. Bütün bu naklettiklerimiz erkekler içindir. Halef ve selef
ulemâsının büyük çoğunluğuna göre kadınlar hiç bir zaman telbiye getirirken seslerini
yükseltemezler. Ancak kendilerinin duyabileceği kadar yükseltebilirler. Bu konuda
Hanefî ulemâsından Aynî şunları söylüyor: "Kadının telbiye esnasında sesini ancak
kendisinin duyacağı kadar yükseltebileceğinde ve daha fazla yükseltemeyeceğinde
ulemâ ittifak etmiştir. Delili ise, İbn Abbas'dan rivayet edilen, "Kadın telbiye
esnasında sesini yükselte-mez," anlamındaki hadis-i şerif ile İbn Ömer'den rivayet
edilen "telbiye esnasında kadınların seslerini yükseltmeleri gerekmez" anlamındaki

hadis-i şeriftir." Bu konuda İbn Ömer'in de şöyle dediği rivayet edilir: "Kadın

[5321

Safa ve Merve (tepeleri)nin üstüne çıkamaz ve yüksek sesle telbiye getiremez.

İmâm Mâlik ilim adamlarının "kadının yüksek sesle telbiye getiremez" dediklerini
duyduğunu ve bu mevzuda ilim adamları arasında görüş birliği bulunduğunu söylemiş
ve bununla, birlikte telbiye getirirken sesini yükseltmesinin haram olmayıp mekruh
olacağını, çünkü kadın sesinin aslında avret olmadığını ifade etmiştir.
Kadınların yüksek sesle telbiye getiremeyeceğine dair nakletmiş olduğumuz bu
görüşlerle; "Hz. Muâviye'nin Minâ'dan Mekke'ye inildiği gece bir telbiye sesi
duyduğunu bu sesin kime ait olduğunu sorduğunu bu durum Hz. Aişe'ye anlatılınca;

T5331

"eğer bana soraydı, cevabını verirdim" dediğini" ifade eden hadis ile ibn

Münzir'in rivayet ettiği "Hz. Meymûne'nin yüksek sesle telbiye getirdiğini" ifâde eden



hadis arasında bir çelişki söz konusu değildir. Çünkü Hz. Aişe ile Meymûne
mü'minlerin annesidirler. Başkaları için haram olan bazı fiillerin bunlar için helâl ol-
ması gayet tabiîdir. Ayrıca Resûlullah'm bu iki zevcesinin bu işin caiz olduğunu

başkalarına öğretmek için yapmış olmaları da mümkündür.
27. Telbiyeye Ne Zaman Son Verilir?

1815. ...el-Fadl b. Abbâs'dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (s. a.) cemre-i
akabe'de taşlan atıncaya kadar telbiyeye devam etmiştir.

Açıklama

Bilindiği gibi remy, atmak demektir. Cim harfinin esresiyle olan cimâr, "cemrenin"
çoğuludur. Kâmûs tercümesinde açıklandığına göre, cemre diye ateş parçasına
denildiği gibi, ufacık taş parçalarına da "cemre" denir. Misbâlı sahibinin açıklamasına
göre "cemre" küçük taş yığını demektir. Bu mânâya göre cemre "küçük taşların
toplandığı yer" demektir. Çoğulu "cemerât" gelir.

Buna göre "remy-i cimâr" terkibi ufacık taşlar atmak anlamına geldiği gibi, cemrelere

küçük taş atmak anlamına da gelir. Burada masdar mef ûlüne muzâftır. '

Bu hadis Nesâî'nin rivayetinde; "Resûlullah'm terkisinde bulunuyordum. Akabe

cemresini taşlaymcaya kadar telbiyesini duydum, onu taşlayınca telbiyeyi de kesti"

şeklinde geçiyor.
Bazı Hükümler

1. Hacı adayının akabe cemresini taşlaymcaya kadar telbiyeye devam etmesi
gerekir. Bazı ılım adamları bu görüştedir. Tirmizî bu mevzu ile ilgili olarak şunları
söylüyor: "el-Fadl'm hadisi hasen-sahihdir. Peygamber (s.a.)'in ashabından ve
sonrakilerden ilim adamlarının ameli bu hadis üzeredir. Hacı cemreyi atmcaya kadar

T5381

telbiyeyi kesmez. Şafiî, Ahmed ve İshâk'm kavli budur. 1 1 Hanefi ulemâsı, bir

rivayette İmâm Şafiî, Süfyân es-Sevrî ve ulemânın büyük çoğunluğuna göre hacc-ı
ifrâd veya temettü' veya kıran yapan bir hacı, bayramın birinci günü cemretü'l-
akabe'ye ilk taşı attığı andan itibaren telbiyeyi keser. Çünkü İbn Mes'ûd'dan gelen bir
hadis-i şerifte: "ben Peygamber (s.â.)'in telbiyesini takib ettim. Akabe cemresine ilk

[5391

taşı atmcaya kadar telbiyeye devam etti,' ,J 1 buyuruluyor. Ancak Dârekutnî'nin bu

hadisinin senedinde Şüreyk ile Amir b. Şakîk vardır. Bu iki râvi zayıftır. Amir
hakkında Yahya b. Mâîn ile Ebû Hatim "zayıftır" demişlerdir. Diğer hadis âlimlerine
göre ise, Amir güvenilir bir râvidir.

Yine Buhârî ile Müslim'in İbn Abbas'tan rivayet ettikleri uzunca bir hadiste,
"Resûlullah (s.a.)'in cemretü'l-akabe'nin yanma varıncaya kadar telbiyeye devam

ettiği" ifâde edilmektedir.

İmâm Mâlik, Saîd b. el-Müseyyeb, el-Evzaî ve el-Leys'e göre ise, tel-b iyeye Arafe
günü güneşin zevaline kadar devam edilir. Ondan sonra kesilir. Bu görüş aynı



zamanda Hz. Ali ile Ibn Ömer'den, Hz. Aişe'den ve Medine ulemâsının büyük
çoğunluğundan da rivayet edilmiştir. Ayrıca Cafer b. Muhammed'in babasından
rivayet ettiği bir hadiste de "Ali b. Ebî Tâlib (r.a.)'m hac esnasında güneş batıya

kaymcaya kadar telbiyeye devam ettiği" haber veriliyor. Yine İmâm Mâlikin Hz.
Aişe'den rivayet ettiği bir hadis-i şerifte: "Hz. Aişe'nin Arafe günü zeval vaktinden
sonra Arafat'ta vakfe yerine gelinceye kadar telbiyeye devam ettiği" ifade ediliyor.
[5421 •

imâm Mâlik bu hadisi rivayet ettikten sonra şunları söylüyor: "Bizim

memleketimizde (yani Medine'de) ilim adamlarının uygulaması da böyledir." Bu
hadisle ilgili olarak Zürkânî de şunları söylüyor: Fadl hadisi sahih bile olsa Hz. Aişe
ile Hz. Ali'nin uygulamaları ona tercih edilir. Çünkü Hz. Aişe ile Hz. Ali'nin
uygulamalarının Hz. Peygambere nispeti, Hz. Fadl'm hadisinin Hz. Peygambere
nisbetinden daha kuvvetlidir. Hasan el-Basrî de telbiyenin bayram sabahına kadar
devam etmesi gerektiğini söylüyor. el-Menhel sahibine göre, bu görüşler içerisinde en
sağlam delile dayanan görüş, Hanefî ulemâsının görüşüdür. Her nekadar Hafız îbn
Hacer Telhîs'de "telbiyenin Akabe cemresine ilk taşı atınca sona ereceğine dair bir
delil bulamadım" demişse de, Beyhâkî'nin Fadl b.Abbas'dan rivayet ettiği; Peygamber

(s. a.) her çakılı atışında tekbir getirirdi, mealindeki hadis-i şerif telbiyenin ilk
çakılın atılmasıyla sona erdiğine bir delildir. Çünkü her çakılın atılışında telbiye
getirilmeyip de tekbir getirilişi telbiyenin ilk çakılla sona erdiğini ifâde eder.
Müslim ile Buhârî'nin Üsâme b. Zeyd'den rivayet ettikleri "Hz. Peygamber (s.a.)
Akabe cemresini taşlaymcaya kadar telbiyeye devam etti." anlamındaki hadis de bu
mânâyı teyid etmektedir. Bir rivayette de "Cemretü'I- Akabe'ye varıncaya kadar
telbiyeye devam etti," buyurulurken, Nesâî'nin rivayetinde de "(Taşları) atmcaya kadar

T5441

telbiyeye devam etti. Taşları atınca telbiyeyi de kesti," buyuruluyor. J

Cumhûr-ı ulemâ, bu konudaki ihtilâfı ortadan kaldırmak için "taş atmaktan maksat,
taşlan atmaya başlamaktır" demişlerdir.

İmâm Mâlik'in, "Hz. Aişe ile Hz. Ali hadisi, Fadl hadisine tercih edilir. Binâenaleyh
telbiye zeval vaktine kadar devam eder," şeklindeki sözüne de şöyle cevab verilmiştir:
Hz. Ali ile Aişe'nin zevaldan sonra Arafat'ta telbiyeyi kesmeleri o mübarek makamda
duâ ile meşgul olmaları sebebiyledir. Uzunca süren dualarını bitirdikten sonra tekrar
telbiyeye başladıklarından şüphe etmemek gerekir. Arafat'taki bir süre devam eden

sükûtlarına bakıp ta telbiyelerine son verdiklerini zannetmek doğru değildir. ^— ^

1816. ...Ömer (r.a.)den; demiştir ki: Minâ'dan Arafat'a Resûlullah (s.a.) ile birlikte
sabahleyin hareket etmiştik. Kimimiz telbiye getiriyordu, kimimiz de tekbir

• a 15461
getiriyordu. 1 1



Açıklama



Bu hadis-i şerif "Arefe günü fecrin doğuşundan itibaren telbiyeye son verilir" diyen
kimselerin aleyhine bir delildir. Çünkü, hadis-i şerifte söz konusu olan yolculuk, Arefe
günü güneş doğduktan sonra Minâ'dan Arafat'a yapılan yolculuktur. Bilindiği gibi
Resûlullah'm Veda Haccmdaki uygulaması böyle olmuştur. Onun için Zil-hicce'nin 8.
günü güneş doğduktan sonra Mekke'den Minâ'ya gitmek, o gece Minâ'da kalmak,



Zilhicce'nin 9. günü, güneş doğduktan sonra Minâ'dan Arafat'a hareket etmek

.. . 15421
sünnettir.

Resûl-i.Ekrem'in Arafe günü telbiye ve tekbir getirenleri işittiği halde onları bundan
men etmeyişi, Arefe günü de telbiyeye devam etmenin meşru' olduğunu
gösterir.

Muhammed b. Ebî Bekr es-Sekafî'nin rivayetine göre kendisi Ene's b. Mâlikle birlikte
Minâ'dan Arafat'a giderlerken Hz. Enes'e;

Siz Resûlullah ile beraber iken bugünde nasıl hareket etmiştiniz? diye sormuş da Hz.
Enes şöyle cevab vermiş:

Kimimiz telbiye getirirdi, kimimiz de tekbir getirirdi. Resûl-i Ekrem hepsini de hoş
karşüard..^

Bu sözün mânâsı "bir kısmımız sadece telbiye getirirdi de tekbir getirmezdi, bir

kısmımız da sadece tekbir getirirdi de telbiye getirmezdi" demek değildir. "Biz tekbir

ile telbiyeyi birleştirirdik. Öyleki telbiyeye başladık mı tekbirle telbiye sesleri

birbirine karışırdı" anlammadır. Nitekim İbn Mes'ûd'dan rivayet edilen bir hadis-i şerif

de şu anlama gelmektedir: "Resûl-i Ekrem'le birlikte (şeytan taşlamak üzere yola)

çıkmıştım. Cemretü'l-Akabe'yi taşlaymcaya kadar telbiyeye devam etti. (Telbiyesine)

[5491

tekbir ve tehlîl (seslerini de) karıştırıyordu. Bu da gösteriyor ki konumuzu teşkil

eden Hz. Ömer hadisiyle bir önceki Fadl b. Abbâs hadisi arasında bir çelişki yoktur.
Bu bakımdan Hattâbî'nin, "Ulemâ sadece telbiye getirileceğini ifâde eden Fadl b.
Abbâs'm hadisiyle amel edilmesi yoluna gitmişler, Hz. Ömer hadisiyle amel etmekten
kaçınmışlardır," şeklindeki sözlerinin bir değeri olmasa gerektir. Aynı şekilde "Arafe
günü sabahı Minâ'dan Arafat'a giderken sünnet olan sadece telbiye getirmektir," diyen
Irâkî-nin bu sözlerine de iltifat etmemek gerekir. Çünkü konumuzu teşkil eden Hz.
Ömer hadisiyle biraz önce tercümesini sunduğumuz İbn Mes'ûd hadisi telbiye ile
birlikte tekbir ve tehlîl de getirmenin caiz olduğuna açıkça delâlet etmektedirler.

Bilindiği gibi tehlîl getirmek, "Lâ ilahe illallah" demektir.
Bazı Hükümler

1. Zilhicce'nin 8. günü Minâ'ya gidip geceyi orada geçirmek ve sabahleyin güneş
doğduktan sonra Arafat'a hareket etmek sünnettir.

2. Minâ'dan Arafat'a giderken telbiye ile birlikte tekbir getirmek müstehabdır. Nevevî
Arafat'a giderken telbiye getirmenin tekbirden efdal olduğunu söylemiştir.^ ^



28. Umre Yapan Kimse Telbiyeyi Ne Zaman Keser?

1817. ...İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, peygamber (s. a.) şöyle buyurmuştur.
"Umre yapacak bir kimse Hacer-i(Esved'i) selamlayınca} a kadar telbiyeye devam

Ebû Dâvûd dedi ki: bu hadisi Abdülmelik b. Ebî Süleyman ile Hemmâm da Ata
tarikiyle Abbâs'dan mevkuf olarak rivayet ettiler. t=^J



Açıklama



Umre yapmak maksadıyla ihrama giren bir kimse Hacer-i Esved'i öpünceye kadar
telbiyeye devam eder. Daha önce de ifâde ettiğimiz gibi, ihrama girerken telbiye
getirmek farzdır. Telbiyeye başlayınca birden fazla sayıda tekrar etmek sünnet, ihrama
girdikten sonra her seher vaktinde, her namaz kılışta, her yokuşa çıkış ve inişte, her
cemaata rast gelişte tekrarlamak müstehabdır. Hacer-i Esved'i "istilâm etmek" sözü
Hacer-i Esved'i selâmlamak, ona el sürmek ve öpmek manasınadır. Kalabalık
olmadığı zaman el sürülüp öpülür. Kalabalık olduğu zaman elle selâmlamakla
yetinilir.

Bu hadis haber suretinde gelmiş bir emirdir. Harem-i Şerife giripde Kâ'be'yi
Muazzama'yı görünce Hacer-i Esved'e varıp onu istilâm edinceye kadar telbiyeye
devam. etmeyi ve Hacer-i Esved'i istilâmdan sonra telbiye-yi kesmeyi emretmektedir.
Ancak özel dualar okumayı gerektiren vakitler bunun dışında kalır. O vakitlerde

kendilerine mahsus olan dualar okunur.



Bazı Hükümler



1. Umre yapacak olan kimsenin ihrama girdikten sonra Hacer-ı Esved ı istilama
başlayıncaya kadar telbiyeye devam etmesi müstehabdır. Nitekim İbn Abbâs, Hanefî
ulemâsı, yeni mezhebinde İmâm Şafiî ve İmâm Ahmed (r.a.) de bu görüştedirler.
İmâm Tirmizî de bu konuda şunları söylemektedir: "İbn Abbâş'-m bu hadisi, hasen-
sahihdir. İlim adamlarının çoğunun ameli bu hadis üzeredir. "Umre yapan kimse
Hacerü'l-Esved'i istilâm edinceye kadar tel-biyeyi kesmez," diyorlar. Kimi ilim
adamları da; "Mekke'nin evlerine vardığı zaman telbiyeyi keser," diyor. Amel
Peygamber (s. a.) 'in hadisi üzeredir. Süfyân, Şafiî, Ahmed ve İshâk, bu hadise kail

olmuşlardır.

İmâm Ahmed'e göre umre yapan kimse Hacer-i Esved'i selâmlarken de telbiyeyi
kesmez. Sesini alçaltarak ona devam eder. İmâm Şafiî'nin eski mezhebi de böyledir.
İmâm Mâlik'e göre ise, umre için ihrama giren bir kimse Hareme girinceye kadar
telbiyeye devam eder. Ci'râne'den veya Tenim'den ihrama girenler ise, Mekke'nin

evlerine gelinceye kadar devam eder, ondan sonra telbiyeyi keserler. Atâ' İbn
Ebî Rebâh'a

Umre için ihrama giren bir kimse telbiyeyi ne zaman keser? diye sorulmuş da;

Hareme varınca keser, diye cevap vermiştir, Bu konuda Mücâhid de şöyle der.
"İbn Ömer (r.a.) umre esnasında Mekke'nin evlerini görünceye kadar devam ederdi.
Ondan sonra da Hacer-i Esved'i istilâm edinceye kadar tekbire ve zikre. devam

ederdi.



29. İhramlı Bir Kimsenin Hizmetçisini Te'dibi



1818. ...Esma bint Ebî Bekr (r.anha) dan; demiştir ki: Biz hac maksadıyla
Resûlullah'la birlikte (yola) çıkmıştık. Arç (denilen yer)e varınca Resûlullah (s.a.)



(hayvanından) indi. Biz de indik. Aişe (r.anha) Resûlullah (s.a.)'m yanma oturdu, ben
de babanım yanma oturdum. Ebû Bekr (r.a.) ile Resûlullah (s.a.)'m (ortaklaşa
kullandıkları) bir tek yük hayvanı vardı. Ebû Bekr (r.a.)'a ait bir hizmetçinin yanında
bulunuyordu. Ebû Bekr oturdu, hizmetçisinin (hayvanıyla birlikte) gelmesini
bekliyordu. Derken çıkageldi ve yanında yük hayvanı yoktu.

Hayvanın nerede? diye sordu. (O da): -Dün gece onu kaybettim, dedi. Ebû Bekr (r.a.):
(Zaten) bir tane hayvan (vardı) sen de onu kayıp (mı) ettin? dedi. Ve ona vurmaya
başladı. Resûlullah (s.a.) gülümseyerek (şöyle) diyordu:
"Şu ihramlıya bakın ne yapıyor?"

İbn Ebû Rizme dedi ki: Resûlullah (s.a.) gülümseyerek "şu ihramlıya bakın ne
yapıyor?" dedi; (Bundan) fazla bir

tepki göstermedi.
Açıklama

"Arc" Medine'nin güney-batısmda ve 120 km. uzaklıkta bir yerdir.
Zimâle: Üzerinde yük ve azık yükletilen deve demektir.

Her ne kadar Ebû Bekr (r.a.)'in hizmetçisine bu şekilde davranması ihramına bir zarar
vermezse de, af ile muamele etmesi kendisi için daha efdal idi. Bununla beraber
hizmetçiye hakkettiği için bu şekilde davranmak; "Artık hacda kadına yaklaşmak,

günah işlemek, kavga etmek yoktur. âyetinin kapsamına girmiyor.
Fakat Hz. Ebû Bekr'in bu hareketiyle efdal olanı terkettiğine işaret etmek için Resûl-i
Ekrem Hz. Ebû Bekr'in hareketini basite alarak tebessümle karşılamış ve, "Şuna bakm
ihramlı olduğu halde nasıl hareket ediyor?" sözleriyle ta'rizde bulunmuştur. Ancak
Ebû Bekr es-Siddîk'm bu hareketi, mezkûr âyetin kapsamı içine girmediği için daha
fazla üzerine varmamıştır. Esasen hizmetçiyi hakkettiği için tartaklamak şayet mezkûr
âyetin kapsamına girmiş olsaydı, Ebû Bekr es-Sıddîk (r.a.) buna cesaret edemezdi.
[5611

30. (Dikişli) Elbiseleri İle İhrama Giren Kimsenin Durumu

1819. ...Safvân b. Ya A â b. Umeyye'nin babası (Ya'la)'dan rivayet etdiğine göre
Peygamber (s.a.) Ci'rane'de iken üzerinde "halûk" kokusu yahutta sarılık (izi) bulunan
çübbeli bir adam gelmiş. (Bu zât):

Ya itesûlullah, umremi yaparken ne şekilde hareket etmemi tavsiye edersin? diye
sormuş. Bunun üzerine noksan sıfatlardan münezzeh ve şâm yüce olan Allah,
Peygamber (s.a.)'e vahy indirmiş. Vahyin gelişi bitince;
"Umreyi soran zât nerede?" diye sormuş. (Ve o zâta hitaben),

"Vücudundan "halûk"un kokusunu -yahut da- sanlığı yıka, cübbeni çıkar, haccmda ne
yaptmsa, umrende de onu yap ! " buyurmuştur. ^— ^

Açıklama



Resûlullah (s.a.)'e gelen zatın ismi kesin olarak belli değildir. Buhârî'dej bu zatın bir



bedevi olduğu kaydedilirken, Tartüşî Tefsir'inde bu zatın Atâ b. Ümeyye olduğu
belirtiliyor. Abdurrezâk'm Musanna! 'ı ile Beğavî'nin Mu'cemü's-Sahâbe isimli eserin-
de ise, bu zatın isminin Sevâde b. Amr olduğu ifâde edilmiştir. Tahâvî'ye göre ise, bu

zâtın ismi Ya'lâ b. Ümeyye'dir.^"^

Ci'râne, Arafat ile Müzdefile arasında Mekke'nin doğusunda ve Harem sınırları
üzerinde Mekke'ye 16 km. uzaklıkta bir yerdir. Bu kelimeyi Ciırrâne şeklinde
okuyanlar varsa da "Ci'râne" şeklindeki okunuşu daha fasih ve meşhurdur. Halûk,
Safran v.s.'den mürekkep bir çeşit esanstır.

Hadisin zahirine göre Resûl-i Ekrem'e gelen kişi, kokuyu ve sarı boyayı elbisesine
değil, vücuduna sürünmüştür. Nitekim 1822 numaralı hadiste bulunan "Onun sakalı ve
saçları sarıya boyanmıştı" sözleri de bunu gösterir,

Bühârî'nin rivayetinde bu zat hakkında "üzerinde sarı izler bulunan bir gömlek vardı,"
denilirken Müslim'in Atâ'dan gelen rivayetinde, "Resûlullah (s.a.)'m beraberinde
bulunuyorduk. Yanma cübbe giymiş bir adam geldi, Cübbenin üzerinde halûk (denilen

esans) izi vardı." deniliyor. Bu durum, söz konusu hadisler arasında bir çelişki
olduğunu değil, halûk kokusuyla sarılık izlerinin o zâtm hem teninde hem de
cübbesinde bulunduğunu, bu sebeble Resûlullah'm ona, "cübbeni çıkar ve vücûdunu
yıka" buyurduğunu gösterir.

"Haccmda ne yaptmsa umrende de onu yap" cümlesi "Arafat'ta vakfe, Müzdelife'de
geceleme, Minâ'da cemreleri taşlama gibi hacca mahsûs olan fiillerin dışında hacda
hangi fiilleri yapmışsan umrende de o fiilleri yap" anlamına gelmektedir.
Bu durum cahiliyye çağında Arapların haccı bildiklerini umreyi ise bilmediklerini
gösterir. Bu mevzuyla ilgili olarak İbnü'l-A'râbî şunları söylüyor: "Galiba Araplar
cahiliyye döneminde haccettikleri vakit elbiselerini çıkarır, ihram halinde koku
sürünmekten kaçınırlar, fakat umre yaparken bu hususta daha müsamahalı
davranırlarmış. Bu sebeple Resûlullah (s. a.) onlara bu konuda hacla umre arasında bir

fark olmadığını bildirmek lüzumunu duymuştur. " ^— ^



Bazı Hükümler



1. Kendisine bir mesele sorulan kimse bu meselenin hükmünü bilmiyorsa onu
öğreninceye kadar cevap vermemelidir.

2. İhrama giren bir kimsenin üzerine dikişli elbiseler giymesi haramdır. Eğer unutarak
veya bilmeyerek böyle bir elbiseyi üzerine giyecek olursa, hemen çıkarması gerekir.
İhramh bir kimsenin yanlışlıkla giydiği dikişli bir elbiseyi nasıl çıkaracağı konusunda
ulemâ ihtilâf etmiştir. Ulemânın büyük çoğunluğuna göre, bu kimse giymiş olduğu
elbiseyi başından çıkarır. Delilleri ise, Safvân b. Ya'lâ'nm babasından rivayet ettiği
"Onu başından çıkardı" anlamındaki 1821 numaralı hadistir. Bu elbiseyi çıkardıktan
sonra İmâm Şafiî ile İmâm Ahmed'e göre kurban da lâzım gelmez. Çünkü böyle yapan
bir kimseye Resûl-i Ekrem kurban kesmesini emretmemiştir. Hattâbî'nin beyânına
göre, îbrâhim en-Nehâî bu durumda olan bir kimsenin elbisesini başından çıkarmayıp
yırtıp atması gerektiğini söy-lermiş. Nitekim Şa'bî de aynı görüşte imiş. Fakat iddia
sünnet-i seniyyeye aykırıdır. Çünkü Peygamber Efendimiz bu durumda kalan bir
kimseye cübbesini çıkarmasını emretmiş, o kimse de cübbesini başından çıkarmış.
Resûl-i Ekrem (s. a.) bu hareketinden dolayı o kimseyi herhangi bir şekilde sorumlu



tutmamıştır. Ve Resûl-i Ekrem malı telef etmeyi kesinlikle yasaklamıştır. Elbiseyi
yırtmanın malı telef etmekten başka birşey olmadığı muhakkaktır. Binâenaleyh bu

elbiseyi yırtmak caiz değildir. ^— ^

Nitekim Katâde'nin Atâ yoluyla Ya'lâ b. Umeyye'den rivayet ettiği bir hadiste ifade
edildiğine göre, Hz. Peygamber üzerinde halûk ve safran tesiri hissedilen bir cübbeyi
giymiş olan bir kimseye; "Onu çıkar ve haccı-nı nasıl yaptıysan umreni de öyle yap"
buyurmuş. Katâde diyor ki: Atâ' -ya biz Peygamber (s.a.)'in (o zata); "O elbiseyi yırt"
demiş olduğunu işitmiştik (öyle değil mi?) diye sordum da bana; "Yırtmak ifsâd

etmektir. Allah Teâlâ ise, ifsâdî sevmez" diye cevap verdi. ^— ^

Câbir b. Abdillâh'm rivayet ettiği "Ben mescidde Peygamber (s.a.)'in yanında
oturuyordum. Gömleğini yakasından yırtıp;

"Ben göndermiş olduğum kurbanlıkların boynuna tasma takmakla ve onlara şu şekilde
alâmet koymakla emrolundum. Böyleyken unutarak üzerime (dikişli olan) gömleğimi

giyindim. Ben bu gömleği başımdan da çıkaramazdım," buyurdu. ^— ^ anlamındaki
hadis-i şerif ise zayıftır, delil olma niteliği yoktur. Çünkü senedinde Abdurrahman b.
Atâ vardır. Onun hakkında hayli söylentiler vardır. el-Ezdî'ye göre onun rivayet ettiği
hadisler sahih değildir. el-Hâkim ve İbnu Abdilber'e göre de bu zat güvenilir bir kimse
değildir. İmâm Mâlik ise, ondan hadis rivayet etmeyi terketmiştir. Şayet. Câbir
hadisinin sahihliği kabul edilse bile, Ya'lâ hadisi yanında bir değeri yoktur. Çünkü
Ya'lâ hadisini Buhârî ve Müslim de şartlarına uygun buldukları için rivayet
etmişlerdir. Fakat İmâm Tahâvî'ye göre Câbir hadisi daha sağlamdır.

3. İhrama girerken (yani hacca niyet ederken) te'siri ihramdan sonra da kalacak şekilde
esans sürünmek mekruhtur. İmâm Mâlik ile Hanefiler-den Muhammed b. Hasen bu
görüştedir. Bu görüş aynı zamanda da Hz. Ömer ile Hz. İbn Ömer'den ve Hz. Osman
b. Ebi'l-As'dan da rivayet olunmuştur. Hz. Atâ ve Zührî'nin mezhebleri de budur.
İçlerinde İmâm Ebû Hanife ile İmâm Şafiî (r.a.)'nin de bulundukları Cumhûr-ı
ulemâya göre ise, ihrama girerken koku sürünmekte herhangi bir sakınca yoktur.
Delilleri ise Hz. Aişe'nin rivayet ettiği, "Ben Resûlullah (s.a.)'ı ihrama gireceği vakit
ihramı için (ifâza) tavafını yapmadan önce de ihramdan çıkması için de

T5691

kokulamışımdır. anlamındaki hadis-i şerif ile yine Hz. Aişe'den rivayet edilen,

"Resûlullah (s. a.) ihramlı iken onun saç ayırımındaki misk pırıltısını hâlâ görür

gibiyim," mealindeki hadis-i şeriftir.

Bu görüşte olan ulemâya göre konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisi Hz. Aişe
hadisiyle neshedilmiştir.

Çünkü Ci'râne'de geçen hâdise hicretin 8. senesinde vukua gelmiştir. Hz. Aişenin
anlattığı hâdise ise hicretin onuncu yılma tesadüf eden Veda Haccmda meydana
gelmiştir. Yahutta Hz. Peygamber'in Ci'râne'de gördüğü adama, üzerindeki kokuyu
gidermesini söylemesinin sebebi, bu kokunun içerisinde zaferân bulunmuş olmasıdır.
Çünkü zaferân sürünmek, ihramlı veya ihramsız herkese yasaklanmıştır. Hz. Aişe
hadisinde söz konusu edilen Hz. Peygamber'in ihrama girerken ve ihramdan çıkarken
esans sürünmesi hadisesinin Hz. Peygamber'e mahsûs özel bir durum olduğu iddiası
da tamamen yersiz, mesnedsiz ve delilsizdir. Bu konuda Cumhûr-ı ulemanın görüşü
sağlam esaslara ve delillere dayanmaktadır.

4. Yanlışlıkla üzerine dikişli bir elbise giyen veya koku sürünen bir kimse farkına varır



varmaz elbiseyi çıkarır veya kokuyu giderirse kendisine bir ceza lazım gelmez. Çünkü
Hz. Peygamber bu şekilde hareket eden bir kimseyi herhangi bir fidye ile sorumlu
tutmamıştır. Bilmeyerek ihramlı için yasak olan bir fiili işleyen kimsenin durumu da
böyledir. İmâm Şafiî, Sevrî, Atâ, İshâk, Dâvûd ve bir rivayete göre İmâm Ahmed bu
görüştedirler.

Hanefî ulemâsıyla İmâm Mâlik'e ve Şafiî ulemâsından Müzenî'ye göre hatâ,
unutkanlık, zorlama, bayılma ve uyku insandan fidyeyi kaldıracak birer mazeret
sayılamazlar. İmâm Ahmed'in en sahih olan görüşü de budur. Bunlara göre konumuzu
teşkil eden Ebû Dâvûd hadisinde bilmeyerek üzerine koku sürünen ve dikişli cübbe
giyinen ve Hz. Peygamber'in ikâzı üzerine bunları üzerinden çıkaran kimseyi Resûl-i
Ekrem'in fidye vermekle yükümlü tutmaması ise, bu hadisenin ihramda dikişli elbise
giymenin yasak edilişinden önce vukua gelmesinden dolayıdır. Fakat ihramlı bir
kimsenin dikişli elbise giymesi yasaklandıktan sonra bilerek veya bilmeyerek bu

yasağı işleyen herkes için fidye lâzım gelir.

1820. ...Ya'lâ b. Umeyye şu (önceki hadiste geçen) olayı anlattı ve (şunları da)
söyledi: Peygamber (s. a.) o adama;

"Cübbeni çıkar" dedi. O da cübbeyi başından çıkardı. (Daha sonra Ya'lâ) hadisin
tamannm nakletti.^

Açıklama

Bu hadis, bir önceki hadisten fazla olarak "Hz. Peygamber o adama "cübbeni çıkar"
dedi. O da cübbeyi başından çıkardı" cümlesini ihtiva etmektedir. Metinde geçen
(daha sonra Ya'lâ) "hadisi(n tamamını) nakletti," cümlesiyle, -daha sonra, önceki ha-
disi tamamlayan "haccmda ne yaptıysan umrende de onu yap! buyurdu." cümlesini de

[5731

naklederek hadisi tamamladı- denmek isteniyor. J 1

Bazı Hükümler

1. İhramlı iken unutarak veya yamlarak üzerine dikişli elbise giymiş olan bir kimsenin
o elbiseyi başından çıkarması meşrudur.

2. Unutarak veya yamlarak üzerine dikişli elbise giyen ihramlı bir kimsenin o elbiseyi

[5741

yırtması veya ayaklarından çıkarması gerektiğini söyleyenler yanılmışlardır.- 1 1

1821. ...Ya'lâ b. Münye'nin babasından şu (bir önceki) haber (nakledildi) (ve bu)
haberde (Ya'lâ ayrıca): Resûlullah (s. a.) (o adama cübbesini) çıkarmasını ve
(vücudunu) iki veya üç kere yıkamasını emrettiğini de söyledi ve (sonra) hadisi(n geri

kalan kısmını) nakletti.
Açıklama



Metinde geçen "(cübbesini) çıkarmasını ve iki veya üç kere yıkamasını emretti,"
cümlesindeki (yıkama) emrine mevzu teşkil eden şeyin ne olduğu kesinlikle belli



değildir. Burada yıkanması emredilen şey, emre muhatap olan şahsın vücûdu
olabileceği gibi, o kimsenin vücuduna sürülmüş olan esans da olabilir. İki kere

yıkamaktan gaye, yıkamayı en güzel şekilde gerçekleştirmektir.

1822. ...Ya'lâ b. Ümeyye'nin babası Ümeyye'den rivayet ettiğine göre, sakalım ve
başını sarıya boyamış, üzerinde cübbe bulunan ve umre için ihrama girmiş olan bir
adam Ci'râne'de Peygamber (s.a.)'e gelmiş... (Daha sonra Ya'lâ b. Ümeyye) hadisi(n

tamamını) nakletti.
Açıklama

Bu hadis Tahâvî'nin Şerhu Meâni' 1 -Asâr isimli eserinde şöyle sona eriyor: O kimse:
"ya Resûlullah ben umre için ihrama girdim. Ve şu gördüğün haldeyim," dedi. Resûl-i
Ekrem de "Ciibbeni çıkar, vücudundan sarı boyayı da yıka, haccetmiş olsan ne

T5781

yapacak idiysen, umrende de onu yap." buyurdu. J L Bu hadis Nesâî'-de ise şu

anlama gelen lafızlarla rivayet edilmiştir: Umre için ihrama giren, bir adam
Resûlullah'a geldi. Adamın üzerinde dikişli bir elbise vardı. Elbisesine de karma boya
sürmüştü. Resûlullah (s.a.)'e, "Umre için ihrama girdim ne yapayım?" dedi. Resûlullah
(s.a.)'de:

"Hacda ne yaptıysan onu yap" buyurdu. Adam: "Bundan sakınıyor, kokuyu da
yıkıyordum." dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s. a.);

T5791

"Hacda ne yaptıysan, umrede de onu yap" buyurdu.- 1 1

Bu hadisle ilgili açıklama 1819 numaralı hadis-i şerifte geçmiştir.





m

ili

w

ili
M
İZİ
M
İÜ



el-Bakara (2), 128.
el-Bakara (2), 97.



Sünen-



Sünen-



Sünen-



Sünen-



Sünen-



Sünen-



Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/387-388.
Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/388.
Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/388-389.
Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/389.
Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/389.
Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/389-391.



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/391.



rıoı



[121



ri3i



[141



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/391-392.
^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 6/392-393.
^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/393.
Yusuf el-Kardâvî, İbadet, (Çev. Husameddin Cemal) s. 410-412.

1 Buhârî hacc 50, Müslim, hacc 248, 251; Nesâî, menasik 147; lbn Mâce, menâsık 27; Ahmed b Hanbel, I, 17, 26, 34, 35, 46, 53, 54.



[15]

el-Mâide (5), 97.

T161

el-Bakara (2), 200.

[171

1 — 1 el-Hacc (22), 37.

^ ^ Buhâri, hacc 6.
[191

1 — 1 el-Bakara (2), 197.
[M

Buharı, hacc 9 1 .

^el-A'râf (7), 30.
[22J

Buhâri, hac 67.

[231

el-Bakara (2), 199.

[241

Buhâri, hacc 9 1 .

[251

el-Bakara (2), 197.

1261

el-Bakara (2), 202.

[271

Buhâri, Umre 18.

1281

el-Bakara (2), 188.

[291

1 — 1 Felhu'I-bâri III, 386.
1301

el-Bakara (2), 197.

1311

el-Bakara (2), 158.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/393-399.

1321

Müslim, hac 412; Tirmizî, hac 5, tefsir-i sûre (5), 15; Nesâî, Menâsik 1; îbn Mâce; menâsik 2; Dârimî, menâsik 4; Ahmed b. Hanbel, I, 255, 292,
301, 321, 325; II- 508.
OH

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/399-400.

[341

Müslim, hac 412.

1351

es-Sa'âti, el-Fethu'r-Rabbânî, XI, 15.

[361

Buhâri, I'tisâm 3.

[371 -

Al-i tmrân (3), 97.

^ es-Sa'âti, el-Fethu'r-Rabbânî X, 14-15.
[391

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/400-402.

[401

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/403.

[411

Ahmed b. Hanbel, II, 446; X, 218-219; VI, s. 324.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/403.
[421

1 — 1 el-Mâide (5), 3.
[431

Aynî: Umdetu'l-karî, IX, 134-135.

[441

Buhâri, hac, 4.

[451

Buhâri, hac, 4.

1461

Nesâî, menâsik 5.

[471

Nesaı, menasık 5.

1481

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/403-405.

1491

— el-Ahzâb (33), 33.
1501

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/405.

^ ^ Buhâri, taksir 4, mescıd-i Mekke 6, Sayd-26, Savm 67; Müslim, hac 4 1 2-424;Tirmızî, rıdâ 15; Ibn Mâce, menâsik 7; Muvatta, tsti'zan 37; Ahmed
b. Hanbel, I, 222, 346; II, 13, 19, 182, 236, 251, 304, 347, 423, 437, 445, 493, 506; III, 7, 34, 45, 52, 53, 54, 62, 64, 66, 71, 77.



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 6/406.
[521

bk. Şerhü Meâni' 1 -âsâr, II, 113.

[531

bk. Müslim, hac 415-4ı6; Buhârî, Savm 67.

[İÜ

Buhârî, cihâd 140; Müslim, hac 424.

[551

bk. Tahâvi, Şerlı-ıTMeâni'l-asâr, II, 115.

[561

Müslim, eyman 4 1 ; Muvatta, istizan 40.

[521

Bk. Buharı, cihad 140.

[581

Buhârî, sayd 26.
[591 - ■

1 — L Al-iImrân(3), 97.
1601

Zürkâni, Şeru'l-Muvatta, V, 453.

1611

Kurtubî, el-Câmi' li ahkâmi-l-Kur'ân, II, 78.

[621

Sabık Seyyid, Fıkhu's-Sünne, I, 534, 536.

1631

Aynî Um detu'l-kârî, VII, 126.

[641

Aynî Umdetü'l-Kârı.VII, 264.

1651

Miras Kâmil, Tecrîd-i Sarih Tercemesi.III, 511.

[66J

îbn Kudâme, Mugnî.IH, 236.

[671

Mansûrb. Yunus: er-Ravdu' 1 -mürbi', I, 462.
[681.

Ibn Kudâme, el-Muğnî, III, 240.

[691

Mevsilî, el-Ihtiyar, I, 141.

[701

el-Menhel, X, 261.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/406-416.



Müslim, hac 421; Ibn Mâce, menâsik 7.

[721

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/417.

1731

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/417-418.

[741

Müslim, hac 421; Ibn Mâce, Menâsik 7.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/418.
1751

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/418.

[761

Müslim, hac 423; Tirmizî, ndâ 15; Ibn Mâce, Menâsik 7.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 6/419.
[771

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/419-420.

UM

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/420-42 1 .

[221

Buhâri, taksîru's-salâ 4; Müslim, hac 413.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/421.
[801

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/42 1 .

[811

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/422.

[821

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/422.

[831

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/422.

[841

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/423.

[851

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/423.

[861

Concordance'da bu baba numara verilmemiştir.

1871

el-Bakara (2), 1971.



Buhârî, hac 6; Beyhakî, es-Sunenü'l-kubrâ, IV, 332.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 6/424.
[891

1 — L et-Talâk(65)3.

[901.

ibrahim (14), 11.



el-Mâide (5), 23.



Sad (38), 10.



Tirmizî, kıyâme 60.



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/424-426.



es-Sa'âti, el-Fethu'r-Rabbânî, XI, 42.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/426.



1 — 1 el-Bakara (2) 198.


Buhârî, hac 150.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/427.



Buhârî, hac 150.



el-Bakara (2), 198.

rıooı

el-Cuma(62) 10.

rıon

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/427-428.
[1021 -

Ibn Mâce, menâsik 1; Ahmed b. Hanbel, I, 214, 225, 323, 355.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/428.
U031



1 el-Fethu'r-Rabbfınî XI, 16.
[104]



el-Bakara (2), 196.

11051



bk. Gazâlî, İhyâu ulûmiddîn, I, 239; el-Mubârek ffirî Tuhfetu'l-ahvezî, III, 540.

[1061



Müslim, hac 8 1 ; Buhârî, Muhsar 6.

[1071



el-Bakara (2), 196.

UM



Buhârî, ilim 6; Müslim, İmân 10; Tîrmizi, zekât 2; Nesâî, sıyâm 1; Dârimî, vudu' 1.

[1091



es-Sa'âtî, el-Fethu'r-Rabbânî, X, 21.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/429-433.

'"^ el-Bakara (2), 198.
[111]

Kütüb-I Sitte arasında sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/433-434.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/435.
el-Bakara (2), 198.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/435.
el-Mâide (5) 89.
El-Bakara (2), 185.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/435-437.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/437.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/437.

' Müslim, hac 409, Ahmed b Hanbel 1 -2 1 9
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/438.

ri2iı

Buhârî, Cezâu's-sayd 25.

[122].

Ibn Mâce, Menâsik 68.



[1131
[1141
[1151
[1161
[1171
[1181
[1191
[1201



[123]

Bk. es-Sa'âti, el-Fethu'r-Rabbânî XI, 30.



[124]

A. Davudoğlu, Sahlh-i Müslim Tercüme şerhi, VII, 77.

[125]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/438-441.

[126]

Buharı, hac 7,9,11; Cezâu's-Sayd, 18; Müslim, hac 11, 1 2 Nesaî, menâsik 19, 20, 23, Dârimî, menâsik5; Ahmedb. Hanbel, I, 238, 249, 252, 339;
11,46,50,78,81, 107, 140, 181.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 6/442.
[127]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/442-444.

[128]

Buhârî, hac 7; Müslim, hac 11, 12; Nesâî, menâsik 20.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 6/444.

[129]

Hadisler için bk. Zeylâî, Nasbu'r-Râye III, 15.

[130]

Müslim, hac 451, 452; Nesâî, menâsik 108, zîne, 109.

[131]

Buhârî, cezâu's-sayd 9, 10.

[132]

el-Hac (22), 78.

[133]

Umdetu'l-Kârî,IX, 141.

11341

Aynî, Umdetul-Kârî IX, 141. Aynca bu meselede Ibn Kudâme'nin sözlerinin tamamını görmek için bk. el-Mnğnî, 111, 268, 269.

[135]

Fethu'l-Kadîr, II, 132 (Hamişinde)

11361

el-Mevsilî, el-Ihtiyar, I, 142.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/445-449.

^ ^ Buhârî, hac. 3.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/449.
[139]



Müslim, hac 18; Nesâî, menâsik 22.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/450.
[1401



Müslim, hac 18.

11411



Bk. Tahâvî, Şerhu Me'âni'l-Âsar, II, 117

H421



Tahâvî, Şerhû Me'âni 1 1 -âsâr II, 119.

[1431



Buhârî, hac 13.

11441



Şafiî, el-Umm II, 118.

[1451



Buhârî, hac 13.

[1461



Şafiî, el-Umm, II, lif

[1471



bk. Müslim, hac 18.

ri481



bk. Ibn Mâce, menâsik 13.

[1491



1 bk. es-Sa'âtî, el-Fethü'r-Rabbânî, XI. 110.
[1501



bk. Tahâvî, Şerh-u Me'ânil-Asâr, II, 1 19.

[151]



1 bk. es-Sa'âtî, el-Fehu'r-Rabbâtı , XI, 110.
[152]



'Ahmedb. Hanbel, II, 11.
[1531



Şevkânî, NeylıTI-evtar, IV, 332.
[154]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/450-452.



11551

Tırmizî, hac 17. Ahmed b. Hanbel, I- 343.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/453.

[1561

Tercümatu'l-Kâmus III, 24.

[157]

bk. et-Tahâvî, Şerhu Me'âniT-asâr II, 119.
es-Sa'âtî„ el-Fethur'r-Rabbânî, XI, 111.



[159]

1 1 el-Mubârekffirî, Tuhfetu'l-ahve/î, III, 571; es-Subkî, el-Menhel, XI, 275.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/453-454.
[160]



Ibn Mâce menâsık 49.

[1611



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/455.

[1621



A. Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, VI, 292.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/455-456.

ri631

Beyhakî, es-Sunenu'l-kubrâ, V, 173.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/456-457.
T1641

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/457.

[1651

Müslim, hac 109-110; Ibn Mâce, menasîk 12, 26; Nesâî, tahare 136; hayz 24 menasik 57; Dârimî, menasik 11; Muvatta, hac 1, 2; Ahmed b.
HanbelIV, 169.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/457-458.
[166]

A. Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, VI, 384.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 6/458.
ri681

Buhârî, hayz 7; îdeyn 20; hac 81, 98; Tirmizî, hac 98; Ibn Mâce, menâsik 12, 36; Ahmed b. Hanbel, VI, 138.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/458-459.

ri691

Tirmizî, hac 1 12.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/459-461.

rnıı

Buhârî, hac 18, 143, libâs 73, 74, 79, 81; Müslim, hac 31, 32, 33, 34, 35, 36, 37, 38, 46, 49; Tirmizî, hac 77; Nesâî, menâsîk 41, 42, 97; Ibn
Mâce, menâsik 18, 80; Dârimî, menâsik 10; Muvaltâ', hac 19; Ahmed b. Hanbel, VI, 39, 98, 108, 130, 162, 175, 181, 186, 192, 200, 207, 209, 214,
237,238, 244, 245,254,257.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/461-462.

[172]

Nesâî, menasîk 4 1 .

[1731

Müslim, hac 37.

[1741

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/462-463.

1— ' Bezlu'l-mechud, VIII, 334.
[1761

A. Davudoğlu Sabih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, VI, 318.



fi 771

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/463-464.

[178]

Müslim, hac 45; Nesâî, Menâsik 41, Ahmed b. Hanbel, VI, 38, 245.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/464.

[1791

Buharı, hac 17; Müslim, hac 9, 10 Nesâî, menâsik 44; Ahmed b. Hanbel, IV, 224.

[180]

Buhârî, gusl 14.

[1811

Buharı, gusl 12.

[182]

Nesâî, menâsik 43.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/464-467.
[184]

Buhârî, hac 19; Müslim, hac 21; Nesâî, menâsik 40; Ibn Mâce, Menâsik 72; Ahmed b. Hanbel, II, 121, 131.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/467.
[1851

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/468.



[İS

Beyhaki, es-Sünenü'I-kübrâ, V, 36.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/468-469.

[187]

Tirmizî, tefsir 3.

[1881

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/469.

[1891

ibn Mâce, menâsik 98.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/469-470.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/470-471.
[1911

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/471.



[192]

Ibn Mâce edâhî 5.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/471.

[1931



et -Talâk (65), 2.

[1941



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/471-472.

[1951



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/472.

[1961



Ibn Mâce, edâhî 5.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/473.

[1971



Müslim, hac 356.

ri981



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/473-474.

[1991



el-Bakara (2), 196.

[2001



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/474.

[2011



Buhârî, hac 106, 108; megâzî 35; Müslim, hac 205, 362; Tirmizî, hac 65; Nesâî, hac 63, 68; İbn Mâce, menâsik 96; Dârimî, menâsik 68; Ahmed
b. Hanbel, I, 216, 254, 280, 339, 344, 347, 376; IV-345, 346.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/474-475.

[2021



Nesâî, menâsîk 56.

[2031



Şevkânî, Neylu'l-evtâr, V, 1 12.

[2041



Şevkânî, Neylu'l-evtâr, V, 113.

[2051



el-Mâ'ide (5) 97.

[2061



Şevkânî, Neylü'l-evtâr, V, 112.

[2071



el-Mubârekfûrî, Tuhfetü'l-ahvezî, III, 649, 650.

12081



Fethu'l-kadir II, 326.

[2091



Müslim, hac 214.

[2101



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/475-477.

[2111



Bedâiu'l-minen II, 79.

12121



Zeylaî, Nasbu'r-râye, 111, 116.

[2131



Zurkanî, Şerh-ül-Muvatta', 1 1 1, 158; Muvatta', hac 145.

[2141



Bedâi-ul-minen, II, 80.

[2151



Ibnu'l-Humâm, Felhu'l-Kadîr, II, 213.

[2161



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/477-478.

[2171



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/478.

\2tt



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/478-479.

[2191



Buhârî, hac 110; Müslim, hac 1321; Nesâî, menâsik 62.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/479.

[2201



et-Takrîb, s.9.

[2211



bk. Müslim, mukaddime 6. bab.

[2221



Muslini, fedâilu's-sahâbe 2 1 0

[223



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/479-480.

2241



Buhârî, hac 110; Müslim, hac 367; Nesâî, menâsik 69; İbn Mâce, menâsik 95.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/480.
[2251

bk. Aynî, Umdet-u'l-Karî, IX, 42.

12261

Tirmizî, hacc 69.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/480-482.



T2271

Ahmed b. Hanbel, II, 145; Beyhakî, es-Sünenu' 1 -kûbrâ, V, 241.

T2281

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/483.
[2291 .

Ibn Kudâme, el-muğnî, III, 534.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/484-485.

T2301

Buhârî, hac 106, 111; vekâle 14; Müslim, hac 362, 364, 366, 369; Nesâî menasik 66, 68; Ahmed b. Hanbel, VI, 78, 224, 238.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/485.

[2311

Buhârî, hac 109.

T2321



es-Sâ'âti, el-Fethü'r-Rabbânî, XIII, 331; Mecmeü'z-zevâid, III, 227.

T2331



Mecmeü'z-aevâid, III, 227.

[2341



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/485-487.

12351



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/487.

T2361



Buhârî, hac 106, 111, vekâle, 1 14; Müslim, hac 362, 364, 366, 369; Nesâî, menâsik 66, 68, Ahmed b. Hanbel, VI, 78, 324, 238.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/487-488.

2371

Buhârî, hac 66, 68, vekâle 1 14; Müslim, hac 362, 364, 366, 369, Neasâî, menâsik 66, 68, Ahmed b. Hanbel, VI, 78, 324, 238.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/488.
2381



Me'âlimu's-Sunen, II, 366

1239"



Bezlu'l-mechûd, 351.

T2401



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/488-489.

12411



Buhârî, hac 103, 1)2; edeb 95; Müslim, hac 371, 372, Tirifırcî, hac 72; Nesâî, hac 73, 74; Muvatta', hac 144; Ahmed b. Hanbel, III, 99.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/490.
T2421

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/490-491.

[2431

A. Davudoğlu, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, VII, 33, 36.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/491-492.

[2441

Müslim, hac 375; Nesâî, menâsîk 76.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/492-493.

[245J

es-Sa'âtî, el-Fethu'r-rabbânî, XIII, 42.

[246J

Beyhakî, es-Sünenü't-kübrâ, V, 236.
[2471.

Ibn Kudâme, el-Muğnî, III, 540.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/493-495.

[2481

Tirmizî, hac 71; Ibn Mâce, menâsik 101; Müslim, hac 377, 378; Dârimî, menâsik 66; Muvatta', hac 148; Ahmed b. Hanbel, IV, 64, 187, 225, 334;
V,377.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/495.
[2491

Aliyyu'l-Kârî, Mirkâtü'l-Mefâtih, III, 234.

[2501



el-Mubârekfûrî, Tuhfetu'l-ahvezî, III, 606.

[2511



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/495-496.

T2521



Müslim, hac 374, 378; Ibn Mâce, menâsik 101; Ahmed b. Hanbel, I, 217, 279; IV, 64, 225, 238; V, 377.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/497-498.

[2531



bk. Müslim, hac 377.

[2541



Müslim, hac 378. Aynı cümlenin diğer rivayetleri için bk. İbn Mâce, menâsîk 101; es-Sâ'âtî, el-Fethu'r-rabbânî, XIII, 49.

[2551



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/498.

[2561



Zürkânî, Şerh u'l-Mu vatta', II, 229.

[2571



Aynı yer.

[2581



1 el-Hacc (22), 36.
[2591



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/499-501.
2601

Beyhâki, es-Sünenü' 1 -Kübrâ, V, 238.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/501.



[261]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/502.

f2621

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/502.

[2631

Beyhâkî es-Sünenu'l-kübrâ, V, 237.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/502-503.

[2641

Şevkânî Neylu'l-evtâr, V, 222.

[2651

Müslim, cum'a 17.

[2661

Avnü'l-Ma'bûd, V, 186.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/503-504.

T2681

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/504.

[2691

Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, V, 238.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/505.
T2701

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/505.

[271]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/506.

T2721

Beyhâkî, es-Sünenü'l-kübrâ, V, 237.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/7.
12731

1 1 el-Hac, (22), 36.

[2741

Buhârî, hac 118.

[2751

el-Hac (22), 36.

T2761

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/7-8.

T2771

Nevevî, Şerhu'l-Miislim, IX, 69.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/9.

T2781

Buhârî, hac 106; Müslim, hac 358; Ahmed b. Hanbel, VI, 3.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/9.
12791

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/9.

r2801

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/9-10.

[2811

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/10.

T2821

bk. 1766 no'lu hadis.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/10-11.

12841

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/11.

f2851

Ahmed b. Hanbel, I, 260; Beyhakî, es-Sünenu'l-kübrâ, V, 37.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/12-13.

[2861

Nesaı, menasık 55.

[2871

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/13-14.

r2881

Nesâî, menâsik 56, el-Mübârekfûrî, Tuhfetu'l-ahvezî, II, 81.

T2891

Buhârî, hac 28; Müslim, hac 28.

T2901

Müslim, hac 27.

T2911

Buhârî, hac 24.

T2921

Nevevî, Şerhu Müslim, VIII, 94.

[2931

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/14-15.

[29£

Müslim, hac 23, 24; Tirmizî, hac 8; Nesâî, menâsik 56; Muvatta', hac 30. Ahmed b. Hanbel, II, 66, 154; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, V, 38.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/15.

[2951

bk. Tahâvî, Şerhu Meâni' 1 -Asâr, II, 123.

T2961

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/15-16.



T2971

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/16.



T2981

Müslim, hac 25, 27; Beyhakî, es-Sünnenuıl- kübrâ, V, 37.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/16-17.

[2991 .

Tİrmizî, hac 35; ayrıca bk. Buharı hac 59; Müslim, hac 247.

1 1 el-Ahzâb (33) 33.

[30U

el-Fethu'r-Rabbânî, XII, 41.

T3021

Muvatta', 3ıac 1 14; Zürkânî, Şerhu'l-Mu vatta III, 128.

T3031

bk. K. Miras, Tecrid Tercemesl, VI, 48, 56 (1. baskı).

[3041

Ka'be ve Mekke Tarihi, s. 194.

T3051

bk. Tecrid Tereemesi, VI, 56, 61.

T3061

Tirmizî, hac 35.
r3071 .

Itbn Hacer, Fethu'l-Bârî, IV, 219.

T3081

Buhârî, hac 42.

T3091

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/17-20.

T3101

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/20-21.

^ ^ Buhâri, hac 24; Nesâî, menâsik 56.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/21.
[3121



Nesaî, menâsik 56

[313



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/21-22.

3141



Nesâî, menâsik 54; Ahmed b. Hanbel, I, 260. II, 18, 36, III, 320, 378.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/22.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/22.
[3161

Beyhakî, es-Sünenü' 1 -kübrâ, V, 38.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/22-23.
T3171

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/23.

[3181

Müslim, hac 104, 108; Tirmizî, hac 95; Nesâî, menâsik 60; Ibn Mâce, menâsîk 24; Dârimi, menâsik 15; Ahmed b. Hanbel, I, 337, 356; VI, 164,

202.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/24.
T3191

Buhârî, nikâh 15; Müslim, hac 104.

T3201

bk. Müslim, hac 104.

T3211

Beyhakî, es-Sünenu'l-kübrâ, V, 22 1 .

T3221

Tirmizî, hac 97.

[3231

Buhârî, muhsar 2; Beyhakî, es-Sünenu'l-kübrâ, V, 223.

[3241

el-Bakara (2) 196.

T3251

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/24-26.

[3261

Müslim, hac 122; Tirmizî, hac 10; tbn Mâce, menâsik 37; Nesâî, menâsik 48.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/26-27.

[3271

Ayrıntılı bilgi için bk. Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s. 366.

T3281

Bu hadisler için bk. Müslim, hac 122; es-Sa'âti, el-Fethu'r-rabbânî, XI, 146.

[3291

Tahâvî, Şerhu Me'ânî' 1 -Âsâr, II, 155.

[330J

Sünen-ün Nesâî ve Hâşiyetü'l-Imâmi's-Sindî, V, 146.

T3311

Bk. Zafer Ahmedj'laü's-Sünen, X, 244, 245.

T3321

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/27-28.



[333]

Buhârî, hayz 15, 16, hac 31, umre 5, 7, meğazi 77; Müslim, hac 111, 113, 115; Nesâî, tahâre 15, menâsik 85; İbn Mâce, tahâre 124, menâsik 48;
Muvatta hac 222; Ahmed b. Hanbel, VI, 164, 177, 191, 246.
13341

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/28-30.

T3351

1 1 Aynî, Umdetu'l-kârî, IX, 184.

13361

1 Aynî, Umdetu'l-Kârî, IX, 196.

13371

Buharî, hac 34.

13381

1 Aynî, Umdetu'l-Kârî, IX, 196.

[339J

Müslim, hac 117.

[3401

Müslim, hac 117.

[3411

Müslim, hac 356, 357.

r3421

bk. 2013 numaralı hadis.
Müslim, hac 120.

[3441

Müslim, hac 133.



[3451

Davudoğlu, Sahilı-i Müslim Tercüme ve Şerhi, VI, 390; Tahâvî, Şerhu Meâni 1 1 -Asâr,II, 155.

[3461



Müslim, hac 136; Ebû Dâvûd 1785 no'lu hadis.

[3471



Müslim, hac 132.

T3481



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/30-35.

[3491



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/35.

r3501



Buhârî, hac 31; Müsjim, hac 118; Nesâî, menâsik 53.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/35-36.

[3511



Müslim, hac 125.

[3521



' 1782-1783 no'lu hadisler.

13531



Buhârî, umre 5.

13541



Buhârî, hac 34; Ibn Hacer, fethu'l-Bârî, IV, 165, 166; Ebû Dâvûd, 1781 no'lu hadis.

r3551



bk. Tahâvî, Şerhu Meâni'l-Asar, II, 154, 155.

T3561



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/36-38.

T3571



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/38.

13581



Buhârî, hac 31; Müslim, hac 118; Nesâî, menâsik 53
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/38.
[3591

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/38.

T3601

Buharı, hac 31; Müslim, hac 1 11, 118; Nesâî, menâsik 53.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/38-40.
[361]



bk. 1779 No'lu hadisin açıklaması.

13621



Buhârî, hac 77.

[3631



Emin Mahmud Hatlâb Tekmiletu'l-Menhel, 1,51.

13641



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/40-42.

T3651



Müslim, hac 157.

13661



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/42-43.

T3671



Buhârî, hac 31; Müslim, hac İli, 144; Nesâî, menâsik 53, 77.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/43-44.
T3681



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/44-45.
13691

Nesâî, menâsik 77.



T3701

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/45.

[371]

Buhârî, hac 34; Müslim, hac 111, 134; Nesâî, menâsik 77.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/46.
13721



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/46.

[3731



Buhârî, umre 6.

13741



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/47.

[3751



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/47.

13761



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/47-48.

[3771



Müslim, hac 136; Nesâî, menâsik 58; Ahmed b. Hanbel, III 394; Beyhakî, es-Sünenü'l-kiibrâ, IV, 347.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/48-49.
[3781

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/49.

[3791

Zeylaî, Nasbu'r-Raye, III, 1 10.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/49-50.

[3801

Müslim, hac 137.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/50.
[3811

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/50.

[3821

Buhârî, umre 6; Müslim, hac 141; Nesâî, menâsik 77.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/51.

[3831

Buhârî, hac 34; Müslim, hac 143.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/51-53.
[3851

Buhârî, hac 35; Müslim, hac 141.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/53.

[3861

Bu te'villeri görmek için bk. Bezlu'l-Mechüd, VIII, 399-400.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/53-54.

[3871

Buhârî, hac 81; umre 6; şirk 15; temenni 3; I'tisâm 27; Müslim, hac 130, 141; Nesâî menâsik 46, 49, 77; Ibn Mâce, cenaiz 9; menâsik 84; Dârimî,
menâsik 34; Ahmed b. Hanbel, I, 253, 259; III, 148, 246, 305, 317, 320, 364, 366; VI, 175, 247, 267.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/54-55.
[3881



Buhârî, hac 2; Nesâî, menâsik 52.

[3891



Şevkânî, Neylu'l-Evtâr, IV, 358.

[3901



Aynı yer.

[3911



Aynî, Umdetu'l-Kârî, IX, 185.

[3921



Bezlu'l-mechûd, VIII, 402; Kâsânı,Bedâi'us-Sanâi, II, 163.

13931



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/55-56.

13941



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/56-57.

[3951



Müslim, hac 203; Nesâî, menâsik 77; Dârimî, menâsik 38; Ahmed b. Hanbel, I, 236, 253, 259, 261, 290, 341.

13961



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/57.

[3971



es-Sa'âtî, el-Fethu'r-Rabbânî,XII, 60, 61, 96.

[3981



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/57-58.

[3991



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/58.

14001



es-Sa'âti, el-Fethu'r-rabbânî, XII, 97.

[4011



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/58-59.

14021



'el-Hac (22), 33.
14031



Müslim, hac, 208.
[4041

Nevevî, Şerhu Müslim, VIII, 230.



[4051

Davudoğlu, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, VI, 499.

[4061

es-Sâ'âti, el-Fethü'r-Rabbânî, XII, 97.

T4071

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/59-60.

[4081

es-Sâ'âti, el-Fethu'r-rabbânî, XI, 144.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/61.
[4091

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/61.

[4101

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/62.

[411]

Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, V, 19-20.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/62.

[im

el-Bakara (2), 196.

[413]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/62-63.

[414]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/63.

[415]

bk. 1789 numaralı hadis.

[4161

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/63-65.

14171

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/65.

[418]

Buhârî, hac 34; Müslim, hac 185, 214, 215; Tirmizî, hac 11; Nesâî, hac 49; Ibn Mâce, menâsik 14, 38; Muvattâ, hac 40; Dârlmî, menâsik 78;
Ahmed b. Hanbel, I, 136; II, 53; III, 99, 485.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/65-66.

[4191

Nesâî, menâsik 49; Müslim, hac 185.

[4201



Nesâî, menâsik 49;. Müslim, hac İS

[4211



Müslim, hac 167; es-Sâ'âti, el-Fethu'r-Rabbânî, XI, 147.

[4221



Aynî, UmdetuT-Kârî, IX, 175.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/66-68.

[4231

Buhârî, hac 24; Beyhakî, es-Sünenü'l -kübrâ, V, 9.

[4241

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/68.

[4251

bk. 25.bâb.

[4261

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/69-70.

[4271

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/70.

[4281

Nesâî, menâsik 46, 52; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, V, 15.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/70-71.
[4291

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/71-72.

[4301

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/72.

[4311

Nesâî, menâsik 49; Ibn Mâce, menâsik 38; Ahmed b. Hanbel, I, 14, 25, 34, 37,53.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/72-73.

[4321

Nesâî, menâsik 49; Ibn Mâce, menâsik 38; Ahmed b. Hanbel, I, 14, 25, 34, 37,53.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/73-74.

[4331

el-Bakârâ (2), 196.

[4341

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/74-75.

[4351

el-Enbiyâ(21), 7.

[4361

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/75.

[4371

Buhârî, hac 16; Ibn Mâce, menâsik 40; Ahmed b. Hanbel, I, 24.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/75-76.
[4381

1 1 Aynî, UmdetuT-kârî, IX, 148.



[4391

Buhârî, i'tisâm 1 6.

T4401

bk. el-Azimabâdî, Avnu'l-ma'bûd, V, 233.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/76-77.
[441]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/77.

T4421

Dârimî, menâsik 35.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/77-78.
T4431

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/78-79.

14441

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/79.

[445]

Buharı, hac 127; Müslim„hac209, 210; Ahmedb. Hanbel, IV, 96 98-Nesâî menâsik 183.

14461

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/79.

T4471

1 1 Nevevî, Şerhu Müslim, VIII, 23 1 .

14481

Müslim, hac 164.

T4491

Nesâî, menâsik 184.

[450]

Nesâî, menâsik 184.
[451] .

Ibn Hacer, FeihuT-Bârî, III, 368.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/79-80.
[452]

Nevevî, Şerhu Müslim, VIII, 231.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/80-81.
T4531

Buhârî, hac, 127; Müslim, hac 209, 210; Nesâî, menâsik 183; Ahmed b. Hanbel, IV, 96, 98.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/81.
T4541

Müslim, hac 209.

[455]

Nesâî, menâsik 50.

T4561

es-Sa'âtî, cl-Fethu'r-rabbanî, XI, 157, 158.

[457].

Ibn Hacer, Feîhu'l-Bârî, III, 366.

T4581

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/81-83.

[4591

Müslim, hac 196; Nesâî, menâsik 77.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/83.

14601



bk. Tahâvî, Şerhu Meâni' 1 -Asâr, II, 155.

[4611



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/83-84.

14621



Buhârî, hac 104; Nesâî, menâsik 50; Müslim, hac 174.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/84-85.

4631

Nevevî, Şerhu Müslim, VIII, 216, Nesâî, menâsik 49.

4641

Aynî, UmdetuT-kârî, X, 31.

4651

Bu durumda ona, Hanefî ulemâsına göre yine kurban kesmek vâcib olur.

4661

1 el-Bakârâ (2), 196.

4671



Buhârî, savm 68.

[468



Darekûtnî, Sünen, II, 186.

14691



Nimet-i İslâm, s. 65 1 .

[4701



Nevevî, Şerhu Müslim, VIII, 211.

[471]



1 el-Bakârâ (2), 125.
[4721



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/85-92.

[4731



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/92.
[4741

Buhârî, hac 126, libâs 69; Müslim, hac 176; Nesâî, menâsik 40; Ibn Mâce, menâsik 72;Ahmed b. Hanbel VI, 125.



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/93.
[4751



Nevevî, Şerhü Müslim, VIII, 212.

14761



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/93-94.

4771



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/94.

[478



Concordance bu baba numara vermemiştir.

T4791



Müslim, hac 160; Nesâî, menâsik 77; İbn Mâce, menâsik 42.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/94-95.
14801



1 Nevevî, Şerhti Müslim, VIII, 203.
14811



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/95.

[4821



Nesâî, menâsik 77; İbn Mâce, menâsik 41, 42; Dârimî, menâsik 37, Ahmed b. Hanbel, III, 469.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/95-96.
[4831



Nesâî, menâsik 77.

T4S41



Müslim, hac 147.

T4851



Nevevî, Şerhu Müslim, VIII, 230.

[4861



el-Fethu'r-rabbânî, XII, 105.

T4871



Zâdü'l-meâd, 1,208.

T4881



bk. 1905 numaralı hadis.

14891



Nevevî, Şerhu'l-Mühezzeb, VII, 165.

14901



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/96-99.

[4911



Buhârî, meğâzî77; hac 1, sayd 24; Müslim, hac 408; Nesâî, menâsik 2, 10, 1 1, 174; İbn Mâce, menâsik 10; Muvattâ', hac 97; Dârimî, menâsik 4;
Ahmed b. Hanbel, I, 212, VI, 429.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/99.

[492]

Buhârî, Isti'zân 2.

[4931



Nesâî, menâsik 13.

[4941



Nesâî, menâsik 1 1 .

[4951



el-Mubarekfürî, Tuhfetü'l-ahvezi, II, 113.

[4961



Beyhâkî, es-Sünenu' 1 -Kübrâ, IV, 329.

[4971



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/100-101.

[4981



Âl-i îmrân (3), 96.

[4991



ibn Hazm, el-Muhallâ, VII, 59. (mesele 815).

[5001



Buhârî, Cezâu's-Sayd 22.

15011



ibn Hacer, Ffethü'l-Bfırî, IV, 441.

[5021



Hattâbî, Meâlimii's-Sünen, II, 171.

[5031



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/101-105.

[5041



Tirmizî, hac 87; Nesâî, menâsik 2, 10; ibn Mâce, menâsik 10; Ahmed b. Hanbel, IV,10, 1 1, 12.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/105-106.

15051

Beyhakî, es-Sünenü' 1 -kübrâ, IV, 350.

[5061

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/106.

[5071



İbn Mâce, menâsik 9.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/106-107.

[5081



Dârekutnî, Sünen, II, 268.

[5091



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/107.
[5101

Aynî, Umdetu'l-kârî, IX, 129.



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/107-109.

rsın



Buhârî, hac 26; Müslim, hac 19, 22; Tirmizî, hac 13; Nesâî, menâsik 54; Muvatta', hac 28; Dârimî, menâsik 13; Ahmed b. Hanbel, I, 302, 298, II,
3, 79. VI-243.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/109.
f5 121 .

1 1 Ibn Hacer, Fe!hü'l-Bâri, IV, 152.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/109-110.

[5141

1 1 el-Fethu'r-Rabbânî, XI, 178.

^ ^ İrşâdüs-Sârî, 70.
[516]

Mubârekfürî, Tuhfetu'l-ahvezî, II, 74.

[517]

Tahâvî, Serhu Meâni' 1 -âsâr, II, 125; el-Felhu'r-rabbânî, XI, 177; Mecmeu'z-zevâid, III, 223;'Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, V, 45.

[518]

Beyhakî, es-Sünenü'I-kübrâ, V, 45; Hâkim, Müstedrek, I, 465.

[5jg]

Mecmeü'z-zevâ'id, III, 223.

[5201

Dârekutnî, Sünen, II, 225. Ibn Mâce, menâsik 15; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ V, 45.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/1 10-112.

[521].

Ibn Mâce, menâsik 5; Ahmed b. Hanbel, III, 320.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/113.

[5221



İbn-Mâce, menâsik 16.

[5231



Aynî, Umdetü'l-Kârî IX, 171.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/1 13-1 14.

[5241



Tirmizî, hac 15; îbn Mâce, menâsik 16; Dârimî, menâsik 14; Muvalta', hac 34; Nesâî, menâsik 35; Ahmed b. Hanbel, IV, 55, 56.

[5251



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/1 14.

[5261



el-Fetha'r-Rabbânî, XI, 180; Hakim Müstedrek, I, 450.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/115.

[5271



Al-i Imrân (3), 97.

[5281



Müslim, hac 310; Nevevî, Şerhli Müslim, IX, 44.

[5291



Mecmeu'z-zevâid, III, 224.

[5301



bk. Zürkânî, Şerhu'l-muvatta, III, 46.

[5311



Aynî, Umdetü'l-Kârî, IX, 171.

[5321



Beyhâkî, es-Sünenü'l-kübrâ, V, 46.

[5331



Aynî, Umdetu'l-Kârî, IX, 171.

[5341



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/1 15-117.

[5351



Buhârî, hac 101; Müslim, Hac 267; Nesâî, menâsik 229; İbn Mâce, menâsik 69; Tirmizî, hac 78.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/1 17-118.
[5361



M. Zihnî Efendi, Nimet-i İslâm, s. 623.

[5371



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/118.

f5381



Mübârekfûrî, Tuhfetu'l-ahvezî, II, 110.

[5391



bk. Beyhâkî, es-Sünenü' 1 -Kübrâ, V, 137.

15401



bk. Ibn Hacer, Fethu'l-Bâri, III, 338.

[5411



Zürkânî, Şerhül-Muvatta', III, 56.

15421



bk. Aynı yer.

[5431



bk. Beyhâkî, es-Sünenü'l-Kübrâ, V, 137.

15441 .

bk. Ibn Hacer, Telhîsü'l-Hâbîr, s. 218.



T5451

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/1 18-120.

[546]

Müslim, hac 272, 275.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/120.
15471



bk. M. Zihni Efendi, Nimet-i İslâm, s. 637.

15481



bk. Muvatta', hac 43; Buhârî, hac 86; Müslim, hac;274.

T5491



el-Fethu'r-rabbânî, XI, 182.

r5501



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/120-121.

[5511



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/121.

f5521



Tirmizî, hac 79.

[5531



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/121-122.

[5541



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/122.

f5551



Mubârekfûrî, Tuhfetü'l-ahvezî, III, 665.

[5561



bk. Zürkânî, Şerhü'l-Muvatta', III, 57.

[5571



Beyhâkî, es-Sünenü'l-kiibrâ, V, 104.

[5581



bk. Aynı yer. ,

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/122-123.
[5591 .

Ibn Mâce, menâsik 21; Ahmed b. Hanbel, VI, 344; Beyhakî, es-Sünnenu'l-kübrâ, V,68.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/123-124.
T5601

el-Bakârâ (2), 197.

[561]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/124-125.

[5621

Buhârî, Umre 10; Cezâu's-Sayd 19, nikâh 54, 56, menâkıbu'l-ensâr 3; Müslim, hac 6, 7, 10; Nesâî, menâsik 50, ziynet 34; Ahmed b. Hanbel, III,
165; IV, 224, VI, 339.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/125-126.

[563]

bk. Tahâvî, Şerhu MeâniT -Asâr, II, 126.

T5641



Müslim, hac 10.

[5651



bk. IbnHacer, FethuT-Bârî, IV, 137, 138.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/126-127.
[5661



Hattâbî, Meâlimu's-Sünen, II, 175.

[5671



Beyhâkî, es-Sünenu'l -kübrâ, V, 57.

[5681



Tahâvî, Şerhu MeâmT -Asâr, II, 133.

[5691



Müslim, hac 3 1 .

[5701



Müslim, hac 45; Nesâî, menâsik 41; Ahmed b. Hanbel, VI, 38, 245.

[571]



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/127-129.

[5721



Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, V, 57.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/129.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/129.
[5741

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/129.

Beyhaki, es-Sünenül-kübrâ, V, 57.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/130.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/130.
15771

Buhârî, hac 17; Müslim hac 16, 10; Tirmizî hac 20; Nesâî, menâsik 44.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/130.
15781

bk. Müslim, hac 9: Şerhti MeâniT-Âsâr, II, 126.

[5791

Nesâî, menâsik 44.



T5801

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/131.



31. İhramlının Giyebileceği Şeyler



32. İhramlı Bir Kimsenin Silah Taşıması Caiz Midir?



33. İhramlı Kadının Yüzünü Örtmesi



34. İhramlı Bir Kimsenin Gölgelenmesi



35. İhramlı'nın Kan Aldırması



36. İhramlı Kimsenin Sürme Çekmesi



37. İhramlı Kimse Yıkanabilir



38. İhramlının Evlenmesi



39. İhramlının Öldürmesi Caiz Olan Kara Hayvanları



40. ihramlı Av Eti Yiyebilir Mi?



41. İhramlının Çekirge Avlaması

42. Fidye

43. Hac Veya Umre Yolcusunun Engelle Karşılaşması (İhsâr)

44. Mekke'ye Girmek

45. Beyti Şerifi Görünce El Kaldırmak Caiz Midir?

46. Hacer-i Esvedi Öpmek

47. Ka'be'nin Rükünlerini Selamlamak

48. Vacib Olan Tavaf

49. Tavafta Iztıbâ' Yapmak

50. Remel Caiz Midir?

51. Tavafta Dua

52. İkindiden Sonra Tavaf

53. Hacc-ı Kıran Yapanın Tavafı

54. Mültezem

55. Safa İle Merve Arasında Yapılan Say

56. Peygamber'in (s.a.)'in Haccı

57. Arafat'ta Vakfe

58. Minâ'ya Hareket

59. (Minâ'dan) Arafat'a Hareket

60. Zevalden Sonra Nemire Mescidinden Vakfe İçin Arafat'a Gidiş

61. Arafat'ta Hutbe Okumak

62. Arafat'ta Vakfe Yapılacak Yer

63. Arafat'tan (Müzdelîfe'ye) Hareket

64. Müzdelife'de Namaz

65. Müzdilefe'den Dağılmakta Acele Etmek

66. Hacc-ı Ekber Günü

67. Haram Ayları

68. Arafat'ta Vakfeye Yetişemeyen Kimse

69. Mina'da Konaklama (Yerleri)

70. Mina'da Ne Zaman Hutbe Okunur?

71. (Resûlullah'ın Mina'da) Bayramın Birinci Günü Hutbe Okuduğunu Söyleyenlerin
Delilleri) * " "

72. (Kurban Bayramının Birinci Günü Minâ'da) Hutbe Ne Zaman Okunur?

73. İmamın Minâ Hutbesinde Bahsedeceği Konular



31. İhramlının Giyebileceği Şeyler



1823. ...İbn Ömer'den; demiştir ki: Bir adam Resûlullah (s.a.)'e; -İhramlı (bir kimse)
elbiselerden hangilerini (giymeyi) terkeder? diye sordu. (Resûlullah sallallahu aleyhi
ve sellemde);

"Gömlek, bornoz, don, sarık, alaçehre veya safran çiçeğiyle boyanmış elbise ve mest
giyemez. Ancak (dikişsiz) ayakkabı bulamayan kimse müstesnadır. Kim (dikişsiz)
ayakkabı bulamazsa mest giysin(Ama) onları topuklardan aşağı olacak şekilde

kessin,"^ buyurdu.^
Açıklama

Resûl-i Ekrem'e bu soruyu soran zatın kim olduğu hak-kmda kaynaklar bir bilgi
vermiyor. Hadisin zahirinden sözü geçen zatın bu soruyu daha ihrama girmeden önce
sorduğu anlaşılıyor. Nitekim İbn Ömer'in rivayet ettiği şu hadis-i şerif de bu ihtimali
te'yid etmektedir: Adamın biri Resûhıllah (s.a.)'e. yüksek sesle:

[31

"ihrama girdiğimiz zaman ne giyelim? diye sordu... — Beyhâkî'nin rivayet ettiği şu
hadisten de bu sorunun Peygamber (s.a.)'in mescidinde sorulduğu anlaşılıyor: Adamın
biri. şu yüksek makamda -yani mescidin giriş yerinde- Resûlullah (s.a.)'e hitaben;
"Ya Resûlullah, ihramlı kimse hangi elbiseleri giyebilir? dedi. (Resûlullah sallallahu
aleyhi ve selem);

[41

"Don giyemez" diye cevap,verdi. — Bu hadis-i şerifle ibn Abbâs'm rivayet etmiş
olduğu: Peygamber (s. a.) bize Arafat'ta bir hutbe irâd etti de: "Kim eteklik bulamazsa,

don giyinsin" buyurdu.^ anlamındaki hadis-i şerif arasında bir çelişki yoktur. Çünkü
bu hâdisenin iki kere tekerrür etmiş olması mümkündür. İbn Hacer'in beyânına göre,
İbn Ömer hadisinin soru soran bir zata cevap mâhiyetinde oluşu, İbn Abbâs hadisinin
ise, herhangi bir soruya cevap vermek maksadı taşımaksızın bu mevzuyu açarak söze

başlamış olması da bu ihtimali kuvvetlendirmektedir.^

Metinde geçen, "İhramlı bir kimse elbiselerden hangilerini (giymeyi) terkeder?"
cümlesi, değişik şekillerde rivayet edilmiştir. Ebû Davud'un bu rivayeti şâz bir
rivayettir. Bu rivayetler içerisinde tercih edilen (mahfuz olan) rivayet Buhârî ile
Beyhâkî'nin Mâlik vasıtasıyla Nâfi'den naklettikleri, "ihramlı bir kimse elbiselerden

[71

(hangisini) giyebilir?" diye başlayan rivayettir. Çünkü bu rivayette ihtilâf yoktur. J — 1
Ulemânın beyanına göre, hadis-i. şerif Peygamber (s.a.)'in bedi ve veciz sözlerinden
biridir. Çünkü kendisine hacca niyet eden bir kimsenin neler giyebileceği sorulmuş,
cevaben "filân ve filân şeyleri giymeyiniz" buyurmuştur. Bu suretle cevaptan, hadisde
zikri geçen şeylerin giyilemeyeceği, onlardan maada her şeyin giyilebileceği
anlaşılmıştır.

Giyilmeyecek şeylerin tasrîh buyurulması evlâdır. Çünkü bunlar mahduttur. Giyilecek
şeyler ise, çok olup teker teker sayılması zordur. Nevevî diyor ki: "Ulemâ bu hadiste
geçen şeylerin ihram halinde giyilemeyeceğinde ittifak etmişlerdir. Resûlullah (s.a.)
gömlek ve don ile onlara benzer dikişli ve bedeni sımsıkı saran herşeyin
giyilemeyeceğine işaret buyurduğu gibi, kavuk ve bornoz ile dikişli veya dikişsiz başı



örten her şeye hatta sargıya dahi dikkat çekmiştir. Sargıya ihtiyacı olan hacı, onu sarar,
fakat fidye vermesi icab eder.

Mestlerle ayakları örten her şeyin ihram halinde giyilmesinin yasak olduğunu ifade
buyurmuştur. Bütün bunlar erkeklere mahsustur. Kadına gelince: Dikişli veya dikişsiz
her şeyle, -yüzünden maada- bütün bedenini örtmesi mubahtır. Fakat ne ile olursa
olsun, yüzünü örtmesi haramdır. Ellerini eldivenle örtmesi ulemâ arasında ihtilaflıdır.
Şafiî'nin bu hususta iki kavli vardır. Esah olan kavline göre ihramlı bir kadının eldiven
giymesi haramdır.

Resûlullah (s. a.) alaçehre ve safranı zikretmekle bu türden şeylere, yani güzel koku
sürünmeye işaret buyurmuştur. İhram halinde erkek ve kadın bütün hacılara her nevi
koku sürünmek haramdır. Lâkin meyve ve çiçek gibi şeyleri koklamak haram değildir.
Zira bu gibi şeyler kokulanmak maksadıyla kullanılmazlar. Ulemânın beyânına göre
hacca niyet eden kimseye zikri geçen şeylerin haram kılınması onu refah halinden
uzaklaştırmak, huşu ve mezellet sıfatıyla vasıflandırmak içindir.
Hacı bütün hacc müddetince ihramlı olduğunu hatırlayacak bu suretle daha ziyâde
zikir ve ibâdetle meşgul olacak kendini murâkebe edecek, ibâdetini koruyacak, haram
olan şeylerden sakınacak ihram elbisesiyle ölümü, kefeni ve kıyamet gününde
insanların yalınayak baş açık huzur-u ilâhiye çıkacaklarım hatırlayacaktır.
Koku sürmenin ve kadınlara yaklaşmanın haram kılmmasmdaki hikmet, dünya
ziynetleriyle dünya lezzetlerinden ve refahdan uzak kalarak bütün düşüncesini uhrevî
maksatlara tahsis etmektir.

Vers: Yalnızca Yemen'de yetişen sarı oir çiçektir. Elbise boyamakta kullanılır. Safran
dahî sarı bir çiçektir. Arap memleketlerinde yetişmez, cümlesindeki "lâ" kelimesi
nâfıye ve nahiye olabilir. Nâfıye olduğu takdirde dahil olduğu fıil-i muzârî' merfu',

nahiye olduğuna göre mecnûm okunur. J — 1
Bazı Hükümler

1. Hacca niyet eden kimsenin dıkışh elbise, serpuş, eldiven ve dikişli ayakkabı
giymesi haramdır.

Niyet ederken üzerinde bu gibi elbise bulunanlar onları çıkarırlar. Bazıları elbiseyi
yırtarak çıkarmak icâb ettiğine kaail olmuşlarsa da Cum-hûr'a göre yırtmadan
başından çıkarmak caizdir.

İmam A'zam, İmam Mâlik ve İmam Şafiî'nin mezhebleri de budur. Gömleği giymeden
sarınmak caizdir.

2. Mest giymenin caiz olması için konçlarının kesilmesi şarttır. Yalnız İmam Ahmed'e
göre kesmeden de giyilebilir.

Atâ'dan da böyle bir görüş rivayet olunmuştur.

3. Bazıları İbn Ömer (r.a.) hadisinin mensûh olduğunu iddia etmişlerdir.

4. İbnü'l-Cevzî ile diğer bir takım ulemâ İbn Ömer hadisinin mefkûf mu, yoksa merfu
mu olduğunda ihtilâf etmişlerdir. Maavfiafih hadis ulemâsı bu hadisin merfû olduğunu
söylemiş, mevkuf rivayetinin şâzz olduğunu bildirmişlerdir.

5. Safran ve vers gibi şeylerle boyanmış elbise giymek hadisin zahirine göre mutlak
surette memnû'dur.

Rivayete nazaran İmam Mâlik'e, koku sürülmüş, fakat rüzgâr sebebiyle kokudan eser
kalmamış elbisenin hükmü sorulmuş, Hz. İmam: "Safran veya vers ile boyanmamışsa



bunda bir beis yoktur. Mekruh olan boyayı içmiş elbise giymektir" demiştir.

İmam Şafiî'ye göre, elbise ıslandığı vakit koku salacak şekilde boyanmışsa giyilmesi

caiz değildir. Yalnız rengi kalan elbise hakkında İmamü'l-Haremeyn iki kavil rivayet

etmiştir.

Şâfıîler'den Râfıî', "Sahih olan kavle göre yalnız renk muteber değildir" diyor.
Hanefiler'e göre yıkandıktan sonra silkmekle rengi dağılmayan elbiseyi ihramda
giymekte beis yoktur. Bu görüş, Said b. Cübeyr, Atâ b. Ebî Rabâh, Hasan el-Basrî,
Tavus, Katâde, İbrahim en-Nehâî, Sevrî; İmam Ahnıed, İshâk ve" Ebû Sevr'den de
nakledilmiştir.

Bazılarına göre elbiseyi yıkayıp sildikten sonra dikkat edilecek cihet, koku
salmamasıdır. Muteber olan görüş de budur.

Elbisenin yıkandıktan sonra boyası yayılmasa bile kokusu çıkmamışsa giyilmesi
yasaktır. Çünkü kokması, koku veren şeyin orada kaldığına delildir.
6. Hacca gitmeyen kimseler safran vs. ile boyanmış elbise giyebilirler. Çünkü
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) hadisdeki beyanâtım ihramlı kimsenin ne
giyebileceği suâline cevap olarak ifâde buyurmuştur. Binaenaleyh ihrama girmeyenler
mezkûr eşyayı giyebilirler. Aynî diyor ki: "Üstadımız Zeynüddîn, vers'in koku sayılıp
sayılmadığı hususunda ulemânın ihtilaf ettiğini söylemiştir.

Ibnü'l- Arabi'ye göre vers (alaçehre) koku değildir. îbnü'I-Arabî: "Vers koku olmasa da
onun güzel bir kokusu vardır. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) bununla halis
kokudan ve kokuya benzer şeylerden kaçınılmasını anlatmak istemiştir" demiştir.

Râfıî; "söylenildiğine göre alaçehre Yemen'in en güzel kokularmdanmış" demektedir.

[91

Nevevî'nin sözü dahi alaçehrenin koku sayıldığım andırıyor! J ~ l

1824. ...Önceki hadisin manasını İbn Ömer Peygamber (s.a.)'den rivayet etmiştir.-'-^
Açıklama

Bilindiği gibi bir önceki hadis-i şerifi ez-Zührî, Salim'den, Salimjbn Ömer'den, İbn
Ömer de Hz.Peygamberden rivayet etmişti. Sözü geçen hadisi aynı lâfızlarla
olmamakla beraber mânâ olarak İmâm Mâlik de rivayet etmiştir. İmam Mâlik'in

rivayeti Hz. Peygambere Nâfi ve İbn Ömer vasıtasıyla erişmektedir.^"^ Ve şu mâ-
nâya gelen lâfızlardan ibarettir: "Bir adam;

Yâ Resûlullah, ihramlı bir kimse elbiselerden hangisini giyemez? diye sordu da
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem;

"Gömlek, sarık, don,.bornoz, mest giyemez. Ancak (dikişsiz) ayakkabı bulamayan
kimse müstesnadır. Kim (dikişsiz) ayakkabı bulamazsa mest giysin. (Ama) onları
topuktan aşağı kessin. Safran veya alaçehre sürülmüş elbiselerden birini de giymeyin"
[121

buyurdu. — Bu hadisin diğer kaynaklarını ve şerhini görmek için bir önceki hadisle

[13]

ilgili açıklamalara bakılabilir. J — 1

1825. ...İbn Ömer vasıtasıyla Peygamber (s.a.)'den (iki numara) önceki hadisin manası
rivayet edilmiştir. Ancak (Nâfı bu rivayetine) şunları ilâve etmiştir: "İhramlı kadın

yüzünü örtemez ve eldiven giyemez. "^-^



Ebû Dâvûd dedi ki:

1. Şu (bir önceki) hadisi (aynen) el-Leys'in rivayet ettiği gibi, Mûsâ vasıtasıyla
Nâfı'den (merfû olarak) Hatim b. İsmail ile Yahya b. Eyyûb de rivayet etti:

2. Bu hadisi Musa b. Târik da, Mûsâ b. Ukbe vasıtasıyla mevkuf olarak İbn Ömer'den
rivayet etti.

3. Bu hadisi aynı şekilde (İbn Ömer'den) mevkuf olarak Ubey-dullah b. Ömer ile
Mâlik ve Eyyûb de rivayet etmiş(ler)dir.

4. İbrahim b. Saîd el-Medînî de (bu hadisi) Nâfi' ve İbn Ömer vasıtasıyla Peygamber
(s.a.) den (merfû' olarak ve şu manaya gelen lâfızlarla rivayet etti:) "İhramlı bir kadın
yüzünü örtemez ve eldiven takmamaz."

5. Ebû Dâvûd dedi ki: İbrahim b. Saîd el-Medinî, Medine halkından bir
râvîdir. Kendisinden (rivayet edilen) fazla bir hadis y oktur.



Açıklama



el-Leys b. Sa'd'in, Nâfi', vasıtasıyla merfû' olarak rivâyet ettiği bu hadis-i şerifin
tamamı şu anlama gelmektedir:
Bir adam ayağa kalkarak;

Yâ Rasûlullah, bize ihramlı iken hangi elbiseyi giymemizi emir buyurursunuz? dedi.
Rasûlullah (s.a.) de:

"Gömlek, don, sarık, bornoz ve mest giymeyiniz. Ancak bir kimsenin (dikişsiz)
ayakkabı bulamaması müstesnadır. (O takdirde o kimse) mest giysin (ama) topukların
aşağısından kessin, safran veya alaçehre sürülmüş bir elbiseyi de giymeyiniz. İhramlı

bir kadın yüzünü örtemez ve eldiven giyemez" buyurdu.^^

Görülüyor ki, bu hadis-i şerif daha önce geçen 1825 numaralı Zührî hadisinin
aynısıdır. Ancak Onlardan fazla olarak, "ihramlı bir kadın yüzünü örtemez ve eldiven

[17]

giyemez" cümlesini ihtiva etmektedir. J — 1



Bazı Hükümler



1. İhramlı bir kadın yüzünü örtemez. Bu konuda ıcma vardır. Inşaallah ileride 33
numaralı babda bu konuyu daha ayrıntılı bir biçimde yeniden ele alacağız.

2. İhramlı bir kadının eldiven giymesi veya ellerim dikişli bir paçavra ile örtmesi caiz
değildir.

Mâliki ulemâsı ile Hanbelî ulemâsı, İbn Ömer, İshâk, sahih olan görüşüne göre İmâm
Şafiî bu görüşte olduğu gibi, Hanefî ulemâsının meşhur olan görüşü de budur.
Nitekim, ileride gelecek olan; "Rasûl-i Ekrem'in, ihramlı kadınları eldiven giymekten,
yüzlerini örtmekten, alaçehre ve safran sürülmüş elbise giymekten nehyettiğini" ifâde
eden 1 827 numaralı İbn Ömer hadisi de bu görüşü doğrulamaktadır.
Bu konuda Hattâbî şunları söylüyor: İhramlı bir kadının eldiven takınması konusunda
ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Ulemânın çoğunluğuna göre ihramlı iken eldiven giyen
kadın için herhangi bir ceza lazım gelmez. Bu görüşte olan ilim adamlarına göre,
metinde geçen "eldiven" kelimesi, Hz. Peygamberin değil, Hz. ibn Ömer'in sözüdür.
İmâm Şafiî'ye göre ise, ihramlı bir kadının ellerini kınalamasında herhangi bir sakınca
yoksa da ellerini herhangi bir paçavra ile örtmesi fidye vermesini gerektirir.



Muhammed b. Hasen ve es-Sevrî'ye göre ihramlı bir kadının eldiven giymesi haram
değildir. Sahâbe-i kiramdan Hz. Ali ile Hz. Aişe de bu görüştedir. Şafiî ulemâsından
Müzem, İmâm Şafiî'nin de bu görüşte olduğunu rivayet etmiştir. İmâm Mâlik'in de bu
görüşte olduğuna dâir bir rivayet vardır. Çünkü İbn Ömer (r.a.); "Kadının ihramı
sadece yüzünde, erkeğinki ise, başındadır" buyurmuştur. Bu hadisi Dfekutnî ile
Beyhakî rivayet ettiler. Bu hadisle ilgili olarak Beyhakî şunları söylemiştir: "Bu A
hadisi ed-Dâreverdi ve başkaları Hz. İbn Ömer'in sözü olarak rivayet ettiler. Dâreverdî
bu hadisi Eyyûb b. Muhammed ve Nâfı' kanalıyla İbn Ömer'den merfû bir hadis olarak
rivayet etmiştir. Hadisin metni (meâlen) şöyledir: Resûlulİah (s. a.) buyurdu ki:
"-Kadının ihramı sadece yüzündedîr". Dâreverdî bu hadisle ilgili görüşlerini şu şekilde
dile getiriyor: "Eyyûb b. Muhammed Ebu'l-Cemei Yahya b. Main ve başkaları

tarafından zayıf görülmektedir."^ - ^

Fakat Beyhakî'ye göre Eyyûb b. Muhammed güvenilir bir râvidir. Ebû Hatim O'nun
hakkında " = zararı yok, iyice" tabirim kullanmış. Zehebî ise, "Zuafâ" isimli eserinde
sözü geçen râvi hakkında şunları söylemiştir: "Yahya b. Maîn O'nun zayıf olduğunu
söylerken başkaları O'nun güvenilir bir râvi olduğunu ifâde etmişlerdir."
Hanefî ulemâsından el-Kâsânî de eldiven giymek konusundaki görüşlerini şu şekilde
dile getiriyor: "Bu konuda bizim için delil "Saîd b. Ebî Vakkas'm ihramlı kızlarına
eldiven giydirdiğine" dâir rivayet edilen hadis-i şeriftir. Çünkü eldiven giymek elleri
dikişli bir paçavra ile örtmek demektir. İhramlı bir kadının ellerini Örtmesinde bir
sakınca olmadığı ise, bilinen bir gerçektir. Kadının ihramlı iken ellerini gömleğiyle
örtmesinde bir sakınca olmadığına göre başka bir şeyle örtmesin de de bir sakınca
olmaması icabeder. Fakat yüz bunun aksinedir. "Kadın ihramlı iken eldiven takamaz,"
anlamındaki nehye uymanın hükmü menduptur. Bu yasağa uymamanın hükmü haram
değildir. Bu mevzuda gelen hadislerin arasını uzlaştırmak ancak hadisin hükmünü bu

[19]

şekilde anlamakla mümkündür. J — 1

1. İhramlı bir kadının eldiven giymesinin caiz olmayacağım savunan ve delil olarak
konumuzu teşkil eden hadise dayanan cumhûr-ı ulemâya göre bu hadis Peygamber
(s.a.)'e ulaşan merfû' bir hadistir. "Kadının ihramı ancak yüzündedir," anlamındaki İbn
Ömer hadisi ise mevkuftur ve zayıftır. Merfû' ve sahih olan bir hadisin karşısında
mevkuf ve zayıf olan bir hadise yer yoktur. Ayrıca konumuzu teşkil eden hadis
mânâya sözle delâlet ettiği halde İbn Ömer hadisi mefhumuyla delâlet etmektedir. Bu
sebeple konumuzu teşkil eden hadis ibn Ömer hadisine tercih edilir.

2. Eyyûb b. Muhammed Ebu'l-Cemel hadisi tenkide uğramıştır. Ebû Dâvûd hadisi
karşısında bir değeri yoktur.

3. Sa'd b. Ebî Vakkas hadisi sağlam bir senetle rivayet olunmamıştır ve mevkuf bir
hadistir. Bu itibarla konumuzu teşkil eden hadis karşısında

hükümsüzdür.

Konumuzu teşkil eden hadise dayanarak, ihramlı bir kadının eldiven giymesinde bir
sakınca görmeyen kimseler ise, cumhurun ileri sürdüğü delillere şu cevaplan
veriyorlar:

1. el-Leys'in Nâfi vasıtasıyla merfû' olarak rivayet ettiği Ebû Dâvûd hadisini aynı
zamanda Mûsâ b. Ukbe ile birlikte, Ubeydullah b. Ömer, Mâlik ve Eyyûb da yine
Nâfı' vasıtasıyla İbn Ömer'den rivayet etmişlerdir.

2. İhramlı kadınlara eldiven giymeyi yasaklayan ibn Ömer hadisinin senedinde İbn
İshâk vardır. Bilindiği gibi İbn İshâk Ubeydullah b. Ömer'e nisbetle hafıza yönünden



daha aşağı derecelerde kalır.

Ayrıca Buhâri kadınların ihramlı iken eldiven giyemeyeceklerini ifade eden İbn Ömer
hadisini rivayet ettikten sonra "Kadının eldiven giyemeyeceğini" ifade eden cümlenin

İbn Ömer'e ait olduğunu ifade etmiştir.^^ Her iki tarafın görüşleri incelendikten
sonra görülüyor ki deliller ihramlı bir kadının eldiven giymesinin caiz olmayacağını
isbât etmektedirler.

a. Ebû Davud'un, metnin sonuna ilâve ettiği birinci taliki Nesâî merfû' olarak şu
mânâya gelen lâfızlarla rivayet etmiştir: İbn Ömer anlatıyor: Adamın biri ayağa
kalkarak:

Yâ Resûlullah! İhramda nasıl bir elbise giymemi emredersiniz? diye sordu. Rasûlullah
(s.a.) de:

"Gömlek, şalvar, mest giymeyin. Yalnız dikişsiz ayakkabısı bulunmayan yan
taraflarını kestiği mestleri giyebilir. İhramlı kimse za'feran ve alaçehre sürülen hiçbir
elbiseyi de giyemez, ihrama giren kadınlar da peçe ve eldiven takamazlar" buyurdu. !

\m

b. Bu taliki aynı zamanda Beyhakî de Hafs b. Meysere, Musa b. Ukbe ve Nâfi
vasıtasıyla Rasûl-i Ekrem'e ulaştırmıştır:^^

c. Yine Beyhakî bu ta'liki ayrıca Hz. Peygambere bir de Fudayl b. Süleyman, Mûsâ b.

[231

Ukbe, Nâfi' ve ibn Ömer vasıtasıyla eriştirmiştir. J — 1

İkinci ta'likden anlaşılıyor ki, konumuzu teşkil eden ibn Ömer hadisinin bir kısmını da
mevkuf olarak Mûsâ b. Târik, Mûsâ b. Ukbe'den, o da Nâfi'den, o da ibn Ömer'den
rivayet etmiştir. Menhel müellifi bu ta'liki Hz. Peygambere eriştiren bir rivayete
rastlayamadığmı ifâde ediyor.

jÜçüncü ta'liki isejBuhârî muallak olarak rivayet etmiş ve "ihramlı kadın eldiven

T241

giyemez" sözünün ibn Ömer'e ait olduğunu ifâde etmiştir. —

Buhârî'nin ifâdesine göre konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisini Ubeydullah

"alaçehre" kelimesine kadar merfû olarak, gerisini de İbn Ömer'in sözü olarak rivayet

. • .■ T251
etmiştir. —

Dördüncü ta'lik ise, konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisinin mânâ olarak ve senedi
Rasûl-i Ekrem'e kadar ulaşan bir rivayetini göstermektedir. Ancak musannif Ebû
Davud'un beşinci talikte ifâde ettiği gibi bu talikin senedinde Ebû İshak el-Medînî
vardır ve bu râviden fazla bir hadis rivayet eden olmamıştır. Çünkü zayıf bir râvidir.
İbn adiy'in beyânına göre; "bu râvi merfû bir hadis rivayet etmemiştir. Bü sebeple
kendisine uyup da o'nun hadis rivayet ettiği şeyh'den hadisırivâyet eden olmamıştır.
Zehebî, Mizânü'l-İ'tidâl'inde "bunun hadislerinin metruk olduğunu", İmâm Nevevî,

"Et-Takrîb" isimli eserinde bu zâtın kimliğinin mec-hûl olduğunu söylüyor.-^^

1826. ...İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.) "4hramlı bir kadın

[271

yüzünü örtemez ve eldiven takamaz" buyurmuştur. —



1827. ... Abdullah b. Ömer'den rivayet olunduğuna göre, kendisi Resûlullah (s.a.)'ı
kadınları ihramlarında iken eldiven ve peçe takmaktan, alaçehre ve safran sürülmüş
şeyleri giymekten nehyederken ve;



"Kadınlar bunun dışında kalan giyeceklerden (ister) aspurla boyalı (olsun, ister) ipekli
zinet, don, gömlek veya mest (olsun) istedikleri türden elbiseleri giysinler" (derken)
işitmiştir.

Ebû Dâvûd dediki: Bu hadisi İbn İshak vasıtasıyla îbn Ömer'den Abde (b. Süleyman)
ile Muhammed b. Seleme de "ve ma mes-selversu vezza'ferânüfninessiyâbi"

cümlesine kadar rivayet ettiler. Fakat daha gerisini nakletmediler. 1 — 1



Açıklama



Bu hadis-i şerifte ihramlı bir kadının eldiven ve peçe takmasının ve alaçehre ve
safran gibi kokular sürülmüş olan elbiseleri giymesinin yasak olduğu, bunların dışında

[291

giyilmesi meşru olan her çeşit elbiseyi giyebilecekleri ifâde edilmektedir. J — 1



Bazı Hükümler



1. İhramlı bir kadının bilezik ve gerdanlık gibi ziynet eşyalarını takmasında ve
dikişli, geniş ve uzun elbiseler giymesinde herhangi bir sakınca yoktur. Ancak
alaçehre, safran gibi esanslar sürülmüş elbiseleri giymekle eldiven ve peçe takması
yasaklanmıştır;

2. ihramlı bir kadının aspurla boyanmış bir elbiseyi giymesi caizdir. Câbir ve İbn
Ömer'le Şafiî ve Hanbeli uleması bu görüştedir, delilleri ise, konumuzu teşkil eden
Ebu Dâvûd hadisiyle İbn Ebî Müleyke'nin rivayet ettiği ve Beyhâkî'nin tahrîc ettiği

[301

"Aişe (r.anhâ) ihramlı iken aspur ile hafifçe boyanmış elbiseler giyerdi. —
anlamındaki hadis-i şeriftir. Ve Kasım b. Muhammed de "Aişe (r.anhâ) ihramlı iken

[311

aspurlu elbiseler giyerdi," dedi. J — 1

Ebû'z-Zubeyr'in Câbir' den rivayet ettiği, "Kadın ihramlı iken esanslı elbiseler giyemez
ama aspur ile boyalı elbiseleri giyebilir. Ben aspuru bir esans olarak
[321

görmüyorum, " J — 1 anlamındaki hadis-i şerif de bu görüşü desteklemektedir.

3. Mâliki ulemâsına göre ise, ihramh bir kadının vücudunu boyayacak şekilde aspurlu
bir elbiseyi giymesi mekruhtur. Böyle bir elbiseyi giyen bir kadın bir kerahet işlemiş
olursa da üzerine fidye vermek gerekmez.

Fakat konumuzu teşkil eden hadis-i şerif böyle bir hüküm çıkarmaya müsait değildir.

4. Hanefî ulemâsına göre ise, aspurla boyanmış bir elbiseyi, ihramh bir kimse ancak
boyası çıkmaymcaya kadar yıkanmış olmak şartıyla giyebilir. Aksi takdirde giyemez.
Delilleri ise Ümmü Seleme (r.anhâ)'dan rivayet edilen "kocası ölen kadın aspurla veya
kırmızı çamurla boyanmış elbise giyemez," anlamındaki 2304 numaralı hadis-i şeriftir.
Hanefî ulemâsından Tahâvî'nin beyânına göre "bu hadis-i şerif aspurun esans
cinsinden olduğuna ve bu yüzden kocası ölen bir kadının iddet beklerken aspur
sürünmekten nehyedildiğine delâlet eder: Çünkü eğer aspur esans değil de zinet
olduğundan dolayı yasaklanmış olsaydı ondan önce "asb" denilen kumaşları giymek
yasak edilirdi. Çünkü "asb" denilen kumaşların ziynet olma niteliği aspura nisbetle
daha fazladır. Oysa "asb", giymek hadis-i şeriflerde ihramh kadınlar için
yasaklanmamıştır. Yine Hanefi ulemâsına göre İbn Ömer'in rivayet ettiği şu hadis-i
şerif de aspurun ziynet olmadığını ifade eder:



Ömer (r.a.) Taİha b. Ubeydullah'm ihramh olduğu halde boyalı bir elbise giydiğini
görünce;

Ey Talha bu nedir? diye sordu. Hz. Talha da:

Ey mü'minlerin emiri, bu kurumuş kırmızı çamurdur, diye cevap verdi. Bunun üzerine
Hz. Ömer;

Ey topluluk sizler halkın kendisine örnek aldığı kişilersiniz. Fakat cahil birisi bu
elbiseyi (üzerinizde) görecek olursa Talha b. Ubeydullah ihramh iken boyalı elbise
giydi, der. Öyleyse ey topluluk sakın şu boyalı elbiselerden herhangi birini

giymeyiniz! dedi.^^

Hanefi ulemâsından Kemaleddin b. el-Humâm'a göre de aspur güzel kokulardandır.
Dolayısıyla ihramh bir kimse aspurla bir elbise giyemez. Kına da güzel kokulardan
olduğu için ihramh bir kimsenin kına yakması da caiz değildir.

Konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisi hakkında da İbnul-Hümâm şunları söylüyor:
"Bu hadisin "Kadınlar bunun dışında kalan giyeceklerden aspurla boyalı, ipekli, zinet,
don, gömlek veya mest istedikleri türden elbiseleri giyebilirler," kısmı müdrecdir.
Yani Resûl-i Ekrem'in sözü değildir, râvilerden biri tarafından metne sıkıştırılmış bir
[341

ilâvedir. — Nitekim musanıf Ebû Davud'un metnin sonuna ilave ettiği talikta bu
kısmın bulunmayışı ibn Hümâm'm bu görüşünü te'yid etmektedir.
Tekmiletu-Menhel yazarına göre, ihramh bir kimsenin aspurlu elbise giymesinin caiz
olduğunu söyleyenlerin görüşleri daha isabetlidir. Metinde bulunan ilâvenin talikta
bulunmayışı o ilâvenin kesinlikle müdrec olduğuna delâlet etmez. Çünkü bu hadiste
olduğu gibi güvenilir bir râvinin başka râvilere nisbetle ziyâde olarak yaptığı
rivayetler hadis ulemâsmca makbuldür. Çünkü bu ziyâde hafızası sağlam bir kimsenin
hafızasında tutmaya muvaffak olduğu bir ziyâde demektir. Şayet söz konusu cümlenin
Resûl-i Ekrem'e ait olmadığı kabul edilse bile, bir sahâbî sözüdür. Sahabi sözü ise,
Hanefîlerce delildir.

Konumuzu teşkil eden hadis Muhammed b. İshâk'tan çeşitli şekillerde rivayet
edilmiştir. Bu rivayetler içerisinde en uzun ve tam olanı tercümesini sunduğumuz
metindir.

Ebû Dâvûd metnin sonuna ilâve ettiği talik ile bu rivayetler ve aralarındaki farklara
işaret etmek istemiştir. Talikte ifâde edildiği gibi bu hadisi Muhammed b. İshâk'tan
rivayet eden sadece İbrahim b. Sa'd değildir. Söz konusu hadisi Muhammed b.
İshâk'tan bizzat rivayet eden iki. râvi daha vardır:

1. Abde b. Süleyman,

2. Muhammedb. Seleme.

Ancak bunların her ikisi de rivayetlerinde, İbrahim b. Sa'd'in rivayet ettiği metnin
sonunda buhman "Kadınlar bunun dışında kalan giyeceklerden aspurla boyalı, ipekli,
zinet, don, gömlek veya mest, istedikleri türden elbiseleri giyebilirler," anlamındaki
cümleyi nakletmemişlerdir. Musannifin bu açıklamayı yapmaya lüzum görmesi,
Muhammed b. İshâk hakkındaki tenkitlerden ileri gelmiştir. Musannif talikteki iki
rivayeti de göstermekle bu hadisin zayıf olmadığını ifade etmek istemiştir.
Bu hadisi talikte görüldüğü şekliyle yani metindeki ziyâdeliği zikretmeden rivayet
edenlerden biri de Ahmed b. Hanbel (r.a.)'dır. Yezîd b. Ebî Habib, İbn İshâk, NâfT ve
İbn Ömer senediyle merfû' olarak ve şu manaya gelen lâfızlarla rivayet etmiştir: Ben
Rasûlullah (s.a.)'ı şu minber üzerinde ihramh olan kimseleri kendilerine haram olan
şeylerden nehyederek:



"Sarık, gömlek, don, bornoz ve mest giymeyiniz. Ancak mest giymek mecburiyetinde
kalan kimse onu topuklarının altından kessin. Ala-çehre veya safran sürülmüş elbise
de giymeyiniz" derken ve kadınları da eldiven ile peçe takmaktan ve alaçehre veya

R5]

safran sürülmüş elbise giymekten nehyederken işittim. — Hadisin merfû ve mevkuf
olarak rivayet edildiği senedleri görmek için Tekmiletu'l-Menhel (I, 140)'e bakılabilir.
[361

1828. ...Nâfı'in İbn Ömer'den rivayet ettiğine göre İbn Ömer Üşümüş de, "Ey Nâfı,
üzerime bir elbise atıver" demiş. (Nâfi diyor ki): Ben de üzerine bir bornoz attım.
Bunun üzerine; "Sen bunu benim üzerime atıyorsun ama, Rasûlullah (s. a.) ihramlı bir

kimsenin onu giymesini yasak etti dedi.'^^
Açıklama

Aslında bornoz denilen parke, kollu hamam havlusu, palto ve benzeri dikişli
giyecekleri örtünmek, bir ihramlı için sakıncalı değildir. Sakıncalı olan bu
giyeceklerin giyilmesidir. Örtünmek, giyinmekten tamamen farklıdır. Bu bakımdan
Hz. Ömer'in bu sözü bir ihramlmm bornoz ve benzeri dikişli giyecekleri örtünmesinin
haram olduğunu göstermez. Ancak bu konudaki titizliğini, zühd ve takvasını, yahut da
onunu ihramlı bir kimsenin, dikişli elbise giymesini mekruh saydığını gösterir. Çünkü
Resûl-i Ekrem Efendimiz bu çeşit elbiseleri ör-tünmekten hiçbir zaman
nehyetmemiştir. Nitekim Beyhâkî'nin rivayet ettiği "Bu nedir? dedi. Ben de

T381

"Bornozdur" dedim. Bunun üzerine "Onu benden uzaklaştır" dedi — anlamındaki
hadis-i şerif ile Ahmed b. Han-bel'in rivayet ettiği; "İbn Ömer üşümüştü üzerine bir
bornoz attım. Bunun üzerine, "bu nedir?" dedi. Ben de "bornoz" deyince, "onu benden
uzaklaştır. Sen Rasûlullah (s.a.)'m ihramlı bir kimsenin bornoz giymesini

R9]

yasakladığını bilmiyor musun?" dedi. —

1829. ...İbn Abbâs (r.a.)'dan; demiştir ki: "Ben Rasûlullah (s.a.)'ı (şöyle) buyururken
işittim;

"Don, eteklik bulamayan (ihramlı kimseler) içindir. Mest de dikişsiz ayakkabı
bulamayan (ihramlı kimseler) içindir.

Ebû Dâvûd dedi ki: Bu, Mekkelilerin hadisidir. Kaynağı ise, Basra'lı Câbir b. Zeyd'dir.

[41]

Zeyd donu zikretmekle teferrüd etmiş, mestleri kesmekten hiç bahsetmemiştir. 1 — 1



Açıklama

Bu hadis ihramlı bir kimsenin eteklik ve dikişsiz ayakkabı bulamadığı zaman don ve
mest giyebileceğini ifâde ediyor. Dikişsiz mesti topukların altından kesmeyi de şart
koşmuyor.

Atâ, Ahmed, İshâk (r.a.) bu hadis-i şerifle amel etmişlerdir. Süfyân es-Sevrî'nin de bu



görüşte olduğu rivayet olunmuştur. Sözü geçen ulemâya göre, don eteklik olarak
kullanılmaya müsait bile olsa, eteklik bulunmadığı için giyilmesinde bir sakınca
yoktur ve giyildiğinden dolayı fidye de lâzım gelmez.

İmâm Şafiî ile Mâlik de eteklik bulamayan kimsenin don giymesinin caiz olduğu
görüşündedirler. Ancak bu iki imâma göre dikişsiz ayakkabı bulamayan kimsenin
mest giyebilmesi için mesti topuktan aşağısı kalacak şekilde kesmek şarttır.

Hanefî ulemâsına göre, dikişsiz ayakkabı bulamayan kimsenin mest giyebilmesi için
mestleri topuktan aşağısı kalacak şekilde kesmeyi şart koştukları gibi, eteklik
bulamayan bir kimsenin eline geçirdiği donu eteklik ojarak kullanabilmesi için eğer
müsaitse, dikişlerini söküp ondan sonra eteklik yapmasını şart koşmuşlar ve "madem
ki, (1823 numaralı) hadiste dikişsiz ayakkabı bulamayan kimsenin eline geçirdiği
mesti topukların altından kesmesi şart koşulmaktadır. Öyleyse donun da meste kıyasla
dikişlerinin sökülerek eteklik yapılması gerekir" diyorlar.

Yine Hanefi ulemâsına göre, don eteklik yapmaya müsaitken eteklik yapmadan ve

[421

mestler topukların altından kesilmeden giyilecek olursa fidye lâzım gelir. J — 1

1830. ...Mü'minlerin annesi Aişe (r.anhâ) dedi ki: Biz Peygamber (s.a.)'le birlikte
Mekke'ye (gitmek üzere yola) çıkmıştık. îhrama gireceğimizde alınlarımıza kokulu
madde(ler) sürdük. Birimiz terlediği zaman kokulu madde yüzüne akardı. Peygamber

[431

(s. a.), bunu görürdü de o kimseyi (bu kokuyu sürünmekten) nehyetmezdi. 1 — 1
Açıklama

Metinde geçen "sükk" kelimesi terkibinde mazı ve nar kabuğu bulunan "râmîk" ten

yapılan bir misk çeşididir. Kamus Tercümesi'nde açıklandığına göre râmiki un edip

elden geçirdikten suyla karıp gereği gibi ovduktan sonra , kaba yapışmaması için bir

mikdar yağ ilâve edip bir gece beklettikten sonra üzerine bir mik'-dar misk dökerek

elde edilir. Hadis-i şeriften anlaşılıyor ki, Rasûl-i Ekrem, kadınların ihramdan önce

sözü geçen esansı süründüklerini ve ihramdan sonra bu kadınlar terledikleri zaman

sürünmüş oldukları esansın terle birlikte yüzlerine aktığını gördüğü halde onları

[44]

bundan nehy etmemiştir. —



Bazı Hükümler



İhramdan önce sürülmüş olan bir miskin tesirinin ihramdan sonra da devâm etmesi,
ihrama aykırı değildir. Ulemânın büyük çoğunluğu bu görüştedir.
İmâm Mâlîk'le, Hanefi imamlarından Muhammed b. el-Hasen'e ve Şafiî'lerden
bazılarına göre ihrama girerken esans sürünmek caiz değildir. Çünkü ihrama girdikten
sonra devâm edecek olan kokusu ihrama aykırıdır. Fakat hadis-i şerif, bu görüşte

[45]

olanların aleyhine bir delildir. —

1831. ...Muhammed b. İshâk'dan; demiştir ki: Ben İbn Şihâb'a (ihramh bir kadının
mestleri topukların altından keserek giymesinden) bahsettim de bana (şöyle) dedi:
Salim b. Abdullah(m) bana haber verdiği(ne göre), Abdullah İbn Ömer böyle



yaparmış. Yani ihramh kadm(lar) için mestleri kesermiş. Sonra (ailesi) Safiyye bint
Ubeyd O'na, Aişe (r.anhâ)'nm;

"Gerçekten Rasûlullah (s. a.) mest hususunda kadınlara izin vermişti" dediğini söyledi.
Artık (İbn Ömer) bu (tutumu)nu bıraktı.^^



Açıklama

Abdullah b. Ömer (r.a.) 1823 no'lu hadis-i şerifte "ihramlı bir kimsenin topukları
aşağısından kesilmeyen bir mesti giymesinin caiz olmayacağına" dâir yer alan
ifâdenin genelliğine bakarak, ihramlı kadınların da kesilmemiş mestleri giymesinin
caiz olamayacağına hükmetmiş ve kendisinden bu mevzuda fetva isteyenlere bu istikâ-
mette fetva vermeye başlamıştır. Ancak zevcesi Safiyye, "Rasûl-i Ekrem'in ihramlı
kadınların mest giymelerine izin verdiğine" dâir Hz. Aişe'den duyduğu hadisi
kendisine haber verince artık bu görüşünden ve bu yönde fetva vermekten

vazgeçmiştir.- 1 — 1

32. İhramlı Bir Kimsenin Silah Taşıması Caiz Midir?

1832. ...Ebû İshâk'dan; demiştir ki: Ben el-Berâ b. Âzib'i şöyle derken işittim:
"Rasûlullah (s.a.), Hudeybiye (de Mekke) halkı İle barış yapınca, Mekke'ye sadece
silah dağarcığı ile girmek şartıyla onlarla anlaşma yaptı... (Şu'be der ki: Ben Ebû
İshâk'a);

Silah dağarcığı nedir? diye sordum. (Ebû îshâk da);
"Km ve içindeki (kılıç)dır, diye cevâb verdi.



Açıklama

Hudeybiye, Mekke'nin kuzey-batısmda ve Mekke'ye 15 km. uzaklıkta bir köydür.
İsmini orada bulunan bir kuyudan veya eğri bir ağaçtan almıştır. Haram hududları
içerisindedir. Bu köyün bir kısmının haram hududları içerisinde, bir kısmında haram

hududları dışında kaldığım söyleyenler de vardır. Bilindiği gibi Hudeybiye anlaşması

[491

hicretin 6. yılında ve Zilkâ'de ayında yapılmıştı. 1 — 1

Cülbân, içerisine kını ile birlikte kılıç, kamçı ve benzeri şeyler konulan, deriden
yapılmış bir mahfazadır.

Hattâbî'nin beyânına göre, müşriklerin, müslümanlarm Mekke'ye kılıçları kınlarında

olarak girmelerini şart koşmaları şu iki sebepten kaynaklanmaktadır:

"1. Müslümanlar Mekke'li müşriklere güvenemiyor ahidlerini bozacaklarından

korkuyorlardı. Bu bakımdan kılıçları kınlarında olarak Mekke'ye girmekle, ihanetle

karşılaştıkları anda silaha sarılmak imkânına sahip olmak istiyorlardı.

2. Kılıçların kınlarında oluşu barış alâmeti sayılırdı." Hattâbî'nin bu sözleri,

müşriklerle, müslümanlar arasındaki sulh şartlarım Hz. Peygamberin ileri sürdüğü

kabul edildiği takdirde, güzel bir tesbittir.

Ancak söz konusu şartlan, müşriklerin ileri sürdüğü düşünülürse, o zaman bu şartların
sebebi şu şekilde açıklanabilir:

1. Müşrikler, müslümanlarm Mekke'ye kılıçları kınlarında olarak girmelerini



istemekle, galib bir edâ ile girmelerini önlemek ve müslümanları Mekke'ye girerken
görenlerin, müslümanlarm oraya galib olarak girmediklerini anlamalarını sağlamaktır.
2. Hz. Peygamber'in ve Ashabının kılıçları kınında olarak Mekke'ye girmelerini

sağlamakla bir anda kılıçlarıyla müşriklerin üzerine saldırmalarını önlemek.^^
Bazı Hükümler

1. İhtiyaç sebebiyle veya zaruret anında Mekke'de sılan taşımak caizdir. Bundan
dolayı fidye de lazım gelmez. Ulemâ'nm büyük çoğunluğu bu görüştedir.

2. İhtiyaç olmadığı halde Mekke'de silah taşımak caiz değildir. Nitekim şu hadis-i
Şerif de bu gerçeği ifâde etmektedir. "Hiç birinize Mekke'de silâh taşımak helâl

değildir."^ 1

Bu konuda Nevevî diyor ki: "Bu nehy, ihtiyaç olmadığına göredir. İhtiyaç bulunduğu
takdirde Mekke'de silâh taşımak caizdir. Bizim mezhebimiz (Şafüler) ve cumhuru
ulemânın mezhebi budur. Kadı İyaz ise, şunları söylüyor: "Ulemâya göre bu hadis
zaruret ve ihtiyaç olmaksızın taşman silâhla ilgilidir. İhtiyaç olursa silah taşımak
caizdir. İmâm Mâlik, Şafiî ve Atâ'da bu görüştedir. Hasan el-Basrî ise, hadisin

[521

zahirine sarılarak; Mekke'de silah taşımayı mutlak surette mekruh görmüştür. " J — 1
33. İhramlı Kadının Yüzünü Örtmesi

1833. ...Aişe (r.anhâ)'dan; demiştir ki: Biz Rasûlullah ile birlikte ihramlı iken
yanımıza süvariler gelirdi. Karşımıza geldikleri zaman (her) birimiz çarşafım başından
yüzüne sarkıtır (ve yüzünü örter)di. Bizden uzaklaştıkları zaman da (yüzünü) açardı.
[53]



Açıklama

Bu hadis-i şerif, Veda haccmda bulunan kadınların yabancı erkeklerle karşılaştıkları
zaman çarşaflarını başlarından aşağıya doğru sarkıtarak yüzlerini onlardan
gizlediklerini ve onların bulunmadığı yerlerde yüzleri açık olarak gezdiklerim ifâde
[541

etmektedir. —
Bazı Hükümler

1. İhramlı kadının yabancı bir erkekle karşılaştığında ve ihtiyaç duyduğu zamanlarda
yüzünü örtmesi caizdir. Dört mezhep imamıyla birlikte Atâ, Sevrî ve îshâk'da bu
görüştedirler. Fakat Hanefî ulemâsıyla, Şafiî ulemâsma göre, ihramlı bir kadının
yüzünü örtmesinin caiz olabilmesi için kadının başından yüzüne doğru sarkıttığı
çarşafın veya peçenin kadının tenine dokunmaması şarttır. Hanbelî ulemâsından
bazıları da bu görüştedir. Şayet sarkıttığı örtü tenine değer değmez, hemen teninden
uzaklaştmrsa, bir şey lâzım gelmez. Fakat gücü yettiği halde kaldırmayacak olursa, o
zaman kurban kesmesi icâb eder. Bu konuda Hanbelî ulemasından İbn Kudâme şunları



söylüyor:

"Ben İmâm Ahmed'in kadının yüzüne örttüğü çarşafın tenine değmemesi gerektiğine
dair bir şart koştuğunu görmedim. Bu örtünün ihramlı kadının tenine değmemesi
gerektiğini ifâde eden bir hadis de yoktur. Bu mevzuda gelen haberler de bunun aksini
ifâde etmektedirler. Esasen yüzü Örtmek üzere baştan aşağı doğru sarkıtılan bir
örtünün tene değmemesi mümkün değildir. Hem de eğer söz konusu Örtünün cilde
değmemesi şart olsaydı, Rasûl-i Ekrem (s. a.) hadis-i şeriflerinde bu noktayı
açıklamaktan geri durmazdı. İhramlı kadın yüzüne peçe ve benzeri şeyleri tutmaktan
menedilmiştir."

Her ne kadar, İbn Kudâme "Eğer sözkonusu örtünün cilde değmemesi şart olsaydı,
Rasûl-i Ekrem (s. a.), hadis-i şeriflerinde bu noktayı açıklamaktan geri durmazdı"
demişse de, aslında Rasûl-i Ekrem efendimiz, ihramh bir kadının peçe
kullanamayacağını ifâde eden (1825-1826) numarah hadislerle ihramlı bir kadının
yüzünü, tenine değecek şekilde bir peçeyle örtmesinin caiz olmadığını beyân etmiştir.
Konumuzu teşkil eden hadis-i şerifte, ihramh bir kadının yabancı bir erkekle
karşılaştığı zaman yüzünü örteceği ifâde edildiği halde 1825-1826 numaralı
hadislerde, kadının yüzünü peçe ve benzeri şeylerle örtmesinin yasak olduğundan
bahsedilmektedir. Bu iki hadisin arasını şu şekilde uzlaştırmak mümkündür.

a. İhramlı bir kadının yüzünü tenine değecek şekilde bir peçe ile örtmesi caiz değildir.

b. Fakat tenine değmeyecek şekilde başından aşağı sarkıtarak örtmesi caizdir. Bu
durumda kadın evde bir çatı altında veya şemsiye altında gölgelenen bir erkeğin
durumundadır.

c. Yüzü örtmek üzere baştan aşağı sarkıtılan bir örtünün tene değmemesinin imkânsız
olduğunu iddia etmek de doğru değildir. Çünkü karşıdan gelen yabancı bir erkeğin
uzaklaşıp gidinceye kadar ihramlı bir kadının başından aşağı sarkıtacağı bir örtü ile
tenine dokundurmadan yüzünü örtmesi mümkündür.

2. Kadının yabancı erkeklerle karşılaştığı zaman yüzünü örtmesi gerekir. Yüzünü
açması yasaklanmıştır.^^

34. İhramlı Bir Kimsenin Gölgelenmesi

1834. ...Ümmu'l-Husayn'dan; demiştir ki: Veda Haccmda Peygamber (s. a.) ile birlikte
haccettik, de Usâme ile Bilâl'i gördük. Biri Peygamber (s.a.)'in devesinin yularını
tutuyor, diğeri de elbisesini kaldırarak O'nu sıcaktan koruyordu. Böylece cemre-

iakabe'de(taşları) attı.^^
Bazı Hükümler

1. Hayvan üzerinde cemerat'ı taşlamak caizdir.

2. İhramlı bir kimsenin elbise veya benzen şeylerle gölgelenmesi caizdir. Bu konuda
ihramhnm hayvan üzerinde bulunması ile yerde bulunması arasında bir fark yoktur.
İçlerinde Hanefî ulemâsı ile İmam Şafiî'nin de bulunduğu cumhur-ı ulemâ bu
görüştedir. Mâliki ulemâsına göre ise, ihramhnm, tenine. dokunmamak şartıyla bina,
ağaç, çadır, tavan, deve ve benzeri şeylerle başını ve yüzünü koruması caizdir.
Kubbesi sabit olan taht-ı revanla gölgelenmesinde de bir sakınca yoktur. Fakat sabit
bir kubbesi olmayan, tavanı elbise veya benzeri şeylerden oluşan taht-ı revanla



gölgelenmek kurban kesmeyi gerektirir. Bu kimsenin üzerine kurban kesmek yâ vâcib
olur, yâ da mendûp olur. Hastalığı sebebiyle gölgelenmek mecburiyetine düşmüş
olması da bu hükmü değiştirmez. Gölgelenmek için bir süre elini başına veya yüzüne
koyması da caiz değildir. Fakat bu durumun devam etmemesi, elin başın üzerine ve
yüze konur konmaz kaldırılması ise zarar vermez. Bir sırık üzerine konup asılan bir
elbise ile gölgelenmek, bir şemsiye ile yağmurdan veya doludan korunmak da caizdir.
Fakat yağmur ve dolunun dışında güneşten veya yağmur gibi şeylerden korunmak için
yürürken şemsiye kullanmanın caiz olmadığı Mâliki ulemâsmca ittifakla kabul
edilmiştir.

İmâm Ahmed'e göre ise, ihramlı bir kimsenin başını elbise veya benzeri şeylerle
korumasında bir sakınca yoktur. Fakat devenin üzerine yerleştirilen portatif çadırla ve
taht-ı revanla gölgelenmesi tenzihen mekruhtur.

İmâm Mâlik ile İmâm Ahmed'in ve İbn Ömer (r.a.)'m; "İhramlı bir kimsenin binitli
iken gölgelenmesini mekruh gördükleri ve delil olarak da; "Ben Hz. Ömer'le birlikte
haçta bulundum. (Hacdan) dönünceye kadar hiçbir şekilde çadır kurduğunu
[571

görmedim?" J — 1 anlamındaki Abdullah b. Ayyaş b. Ebî Rabîa hadisi ile "Hz. Ömer
deve üzerinde giderken gölgelenmekte olan bir adam gördü de ona; "Sen gölgeden

dışarı çık" dedi — anlamındaki İbn Ömer hadislerini gösterdikleri rivayet olun-
muştur.

Ulemânın çoğunluğuna göre ise:

1. Hz. Ömer'in hac seferinde çadır kurmamış olması gölgelenmenin kerahetine delâlet
etmez.

2. İbn Ömer hadisi ise, konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisinden sonra vârid.
olduğu kabul edilse bile, yine de ihramlı bir kimsenin gölgelenmesinin yasaklığma
delâlet etmez. Çünkü ihramlı bir kimsenin gölgelenmesinin caiz olduğu görüşünün
dayandığı deliller daha kuvvetlidir. Esasen ihramlı bir kimsenin çadır veya tavan altına
oturmasının câizliğinde icma' olduğu gibi başına veya yüzüne değmemek şartıyla
Ka'be'nin örtüsüne bürünmesinde bile bir sakınca bulunmadığında, fakat başına veya
yüzüne dokunduğu takdirde tahrimen mekruh olacağında da icma' vardır.

3. Hattâbî'ye göre bu hadis ihramlı bir kimsenin yorgunluktan dolayı duyulan ihtiyaç
karşısında hayvana binebileceğine delâlet etmektedir. Resûl-i Ekrem Efendimizin;
"Hayvanların sırtını oturak edinmeyiniz" anlamındaki hadis-i şerif ise, hayvanır sırtına

[591

hiç ihtiyacı yokken binen ihramlı kişilerle ilgilidir. — 1
35. İhramlı'nın Kan Aldırması

1835. ...İbn Abbâs'dan rivayet edildiğine göre Peygamber (s. a.) ihramlı iken kan
aldırmıştır.-^^



Açıklama



Bu hadis-i şerif Rasûlallah (s.a.)'m ihramlı iken kan aldırdığını ifâde etmektedir.
Müslim'in rivayetinde bu hadisenin Mekke yolunda vukua geldiği kaydedilirken ibn
Adiyy'in tahric ettiği İbn Ömer hadisinde Rasûlallah (s.a.)'m kan aldırırken oruçlu
olduğu ve haccâmm ücretini verdiği ifade edilmektedir. Buhârî'nin rivayetinde ise,



olayın "Lahy-ı cemel" denilen yerde geçtiği kaydediliyor. Burası Mekke ile Medine
arasında olup, Medine'ye daha yakındır.

Hadisin Müslim'deki rivayetinde başının ortasından, el-Muvatta'daki rivayetinde ise,
başının üzerinden kan aldırdığı ve bir başka hadiste de bunun uyuklamaya, baş ve diş

ağrılarına şifa olduğu bildirilmektedir.^^



Bazı Hükümler



1. ihtiyacı olmasa bile, ihramlı bir kimsenin kan aldırması caizdir. Ata, ibrahim,
Nehaı, Tavus, Şa'bî, Sevrî, Ebû Hanife, Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve İshâk'm görüşü de
böyledir.

Sözü geçen ulemâya göre saç kesilmemek şartıyla kan aldırmadan dolayı fidye
vermek gerekmez. Ancak kan aidinken saç kesilecek olursa, o zaman sahibine fidye
vermek gerekir. Delilleri ise, "Kurban yerine (Mi-nâ'ya) varıncaya kadar başlarınızı
tıraş etmeyin. Artık içinizden kim hasta olur, yahut başından bir eziyeti bulunursa, ona

oruçtan, ya sadakadan yahutta kurbandan (biriyle) fidye (vâcib olur)" J — mealindeki
ayet-i kerimedir.

1836-1837 numaralı hadis-i şeriflerde Resûl-i Ekrem'in ihramlı iken kan aldırması
başındaki rahatsızlığa bağlı olarak zikredildiğinden İmam Mâlik, zaruret olmadıkça

ihramımın kan aldırmasının caiz olmadığını söylemiştir.^^ Mâliki ulemâsından
Zürkânî de bu konuda şunları söylüyor: "kan aldırmak kuvvet za'fma ve yorgunluğa
sebeb olduğundan, ihramlı-nm kan aldırması mekruhtur. Nitekim kan aldırmaktan
daha hafif olduğu halde hacılar için Arefe günü oruç tutmak bile mekruh

sayılmıştır. —

Hasan Basrî'ye göre ise, saç kesilmeden yapılsa bile, ihramhnm kan aldırması fidyeyi
gerektirir.

Zahirî ulemâsına göre başını tıraş ettirmedikçe ihramhya kan aldırmasından dolayı
fidye gerekmez.

İbnu't-Tîn kan aldırmanın iki nevi olduğunu söylemiştir. Bunların birincisi başta olur
ve saçları kesmek icâbeder. Bu tür kan aldırmadan dolayı fidye lâzım gelir.
İkinci nevi, vücudun başka bir yerinden, kıl keserek kan almakla olur. Bu takdirde
yine fidye lâzımdır.

el-Mebsûfda, "başla vücudun sair yerlerinin saçları hükmen müsavidir," deniliyor,
îmâm-ı Azamla İmâm Şafiî'nin kavilleri de budur.
Zahirîlere göre fidye yalnız başı tıraş etmekle lâzım gelir.

Kan, saç kesmeyi gerektirmeyen bir yerden alınırsa zarurete binâen alındığı takdirde
fidye lâzım değildir. Zaruret yokken alınırsa, İmâm Mâlik'e göre câîz değil, Sahnûn'a
göre caizdir. Sahnûn'un kavli Atâ'dan da rivayet olunmuştur.

2. Damar kesmek, diş çıkarmak vs. gibi tedavi çârelerine baş vurmak ihram halinde de
caizdir. Yalnız bunları yaparken ihramhya memnu' olan koku sürünmek, saç kesmek
gibi şeylerden sakınmak şarttır.

3. Nevevî diyor ki: "Bu hadis ihram meselelerine ait bir kaideyi beyan ediyor. Kaide
şudur: Zarurete binaen tıraş olmak elbise giymek ve av vurmak gibi şeyler ihramhya

mubah olur, fakat fidye vermesi icâbeder.



1836. ...İbn Abbâs'tan rivayet olunduğuna göre, Rasûlullah (s. a.) ihramlı iken
başındaki bir rahatsızlıktan dolayı kan aldırmıştır.^^



Açıklama

İhramlı bir kimsenin başından kan aldırması caizdir. Bu hadis Nesâî'nin rivayetinde;
"Rasûlullah (s. a.) ayağındaki bir ağrıdan dolayı ihramlı iken kan aldırdı," şeklinde
ifâde edilirken, İbn Mâce'nin rivayetinde, "tabanında bulunan bir ağrıdan dolayı
ihramlı

iken kan aldırdı" şeklinde ifâde edilmektedir. Buhârî'nin rivayetinde ise, bu ağrının
Resûl-i Ekrem'in başında olduğu kaydediliyor.^^

Bazı Hükümler

1. îhramlmm bir özründen dolayı kan aldırması caizdir. Bu konuda ıcma vardır.

2. İhramlmm vücûdunda bulunan bir yarayı veya çıbanı açarak kan aldırması caiz
olduğu gibi damarı yarması, diş çektirmesi ve benzeri tedavi yollarına baş vurması
caizdir. Ancak bu tedavi yolları uygulanırken koku sürünmek, saç kestirmek gibi
ihramh için yasak olan fiillerden birini işlememek şarttır. Aksi takdirde sahibine fidye

lâzım gelir

1837. ...Enes (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre, Resülullah (s.a.) ihramlı iken

ayağının üzerinde bulunan bir ağrıdan dolayı kan aldırmıştır.-^^

Ebu Dâvûd dedi ki: Ben Ahmed'i, "İbn Ebî Arûbe bu hadisi Katâde'den mursel olarak

rivayet etti," derken işittim.^^
Açıklama

Ebû Davud'un ifâde ettiği gibi râvi Katâde bu hadisi iki şekilde rivayet etmiştir:

1. Enes'i atlamak suretiyle mürsel olarak rivayet etmiştir.

2. Enes'i zikretmek suretiyle mevsül olarak rivayet etmiştir.

[7i]

Hadisle ilgili geniş açıklama 1835 ve 1836 numaralı hadislerde geçmiştir. —
36. İhramlı Kimsenin Sürme Çekmesi

[721

1838. ...Nübeyh b. Vehb — Men; demiştir ki: Ömer b. Ubeydullah b. Ma'meiy
gözlerinden rahatsız oldu. Bunun üzerine (Ömer) Ebân b. Osman'a -ki Süfyân, Ebân'ın
(o sene) hac emiri olduğunu söylüyor- gözlerine ne yapacağını (sormak üzere bir
adam) gönderdi. Ebân da;

Onlara sabr çek. Çünkü ben Osman (b. Affan)'ı bunu Rasûlullah (s.a.)'den rivayet

[73]

ederken işittim, diye haber gönderdi.- 1 — 1



Açıklama



Sabır, acı bir ağacın usaresi (özü)'dir. Hadis-i şerif, ihramının "tedavi maksadıyla
gözlerine sabr denilen ilâç ve sürme gibi kokusuz şeyleri çekmesinin caiz olduğuna
delâlet etmektedir. Şafiî ulemâsından Nevevî'nin beyânına göre; "Ulemâ gözleri ve
vücudun diğer organlarını sabır gibi koku sayılmayan bir ilâçla tedavi etmenin caiz
olduğunda birleşmişlerdir. Bundan dolayı fidye dahi lâzım gelmez. Fakat koku
sürünmek icâb ederse, sürünür ve fidyesini verir. Ulemâ ihramlı bir kimsenin kokusuz
olmak şartıyla sürme çekinmesinde herhangi bir sakınca bulunmadığı konusunda ve
bundan dolayı fidye lâzım gelmeyeceği görüşünde de birleşmişlerdir. Fakat ziynet için
sürme çekmek İmâm Şafiî ile diğer birtakım ulemâya göre mekruhtur. Ulemâdan bazı
kimseler d bunun yasak olduğunu söylemişlerdir. İmâm Ahmed ile İshâk da bu
görüştedirler. İmâm Malik'ten bu iki görüşe uygun iki gürüş rivayet olunmuştur. Fidye

1741

lâzım gelip gelmeyeceği konusunda Malikî ulemâsı ihtilaflıdır. " J — 1
Mâliki mezhebinin bu mevzûdaki meşhur olan görüşüne göre, ihramlı bir kimsenin süs
için sürme çekmesi haramdır ve sahibine fidye lâzım gelir. Hanefî mezhebine göre ise,
ihramlı bir kimsenin kokusuz sürme çekmesinde hiçbir sakınca yoktur. Bundan dolayı
fidye vermek de gerekmez. Evlâ olan zaruret olmadıkça bundan kaçınmaktır. Çünkü
sürmede ziynet özelliği vardır. Fakat ihramlı bir kimse kokulu bir sürmeyi üç
defa.çekecek olursa, kurban kesmesi gerekir. Bir veya iki kere çekecek olursa, fıtır
sadakası kadar sadaka vermesi icab eder. Kurban olarak sadece bir koyun kurban
etmek yeterlidir. Eğer buna gücü yetmezse bayramdan önce üç-gün, hac farizasını

tamamen edâ ettikten sonra 7 gün oruç tutmak gerekir.-^^

1839 (Şu önceki) hadis Nubeyh b. Vehb'den de rivayet olunmuştur.^^

Açıklama

Ebû Dâvûd, bu rivayeti sevketmekle önceki hadisi takviye etmek istemiştir. Zira
Nubeyh b. Vehb'den bu hadis Eyyub b. Musa ve Nafî' kanalıyla iki ayrı senedle

rivayet edilmiştir.-^^

37. İhramlı Kimse Yıkanabilir



1840. ...Abdullah b. Huneyn'in babası (Huneyn)'den rivayet ettiğine göre Abdullah b.
Abbâs ile el-Misver (el-Ebvâ" (denilen yer)de görüş ayrılığına düştüler. İbn Abbâs,
"îhramlı kimse başını yıkayabilir" dedi. el-Misver de "İhramlı kimse başını
yıkayamaz" dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Abbâs, Abdullah b. Huneyn'i (bu
meseleyi sormak üzere) Ebû Eyyûb el-Ensârî'ye gönderdi. (Abdullah b. Huneyn) onu
kuyunun iki direği arasında bir örtü elbise ile örtülü olduğu halde yıkanırken buldu.
(Abdullah b. Huneyn) dedi ki:
Kendisine selâm verdim. "Sen kimsin?" dedi.

Abdullah b. Huneyn'im. Rasûlullah'm ihramlıyken başını nasıl yıkadığını sormam için
beni sana Abdullah b. Abbâs gönderdi, dedim. Ebû Eyyûb elini örtünün (elbisenin)
üzerine koyarak onu biraz aşağı indirdi, Nihayet başı göründü. Sonra kendisine su



döken adama:

Dök! dedi. O da başına su döktü. Sonra başını elleriyle ovarak ellerim öne ve arkaya
götürdü ve;

T781

Resûlullah (s.a.)'ı işte böyle yaparken gördüm, dedi. —
Açıklama

Ebvâ: Cuhfe'nin kuzeyinde ve Cuhfe'ye 23 mil (42.665 mt) uzaklıkta bir köyün
adıdır.Resûl-i Ekrem (s.a.)'in annesi Amine bint Vehb'in kabri buradadır.
Yağmurlardan oluşan seller buraya indiği için bu ismi almıştır. Abdullah b. Abbâs ile
Misver arasında geçen bu tartışmanın sebebi başta saçların bulunmasıdır. Çünkü başı
yıkarken saçların dökülmesi veya kırılması söz konusudur.

Buhârî'nin rivayetinde bu hadisin sonunda şu ilâveler vardır: "Daha sonra ben onların
yanma döndüm ve (Ebû Eyyûb el-Ensârî'den duyduklarımı) haber verdim de Misver,

1791

Ibn Abbas'a "ben seninle hiçbir zaman tartışamam" dedi. —
Bazı Hükümler

İlmî meseleler üzerinde tartışmak ve netice alınamadığı zaman yetkili kimselere
başvurmak, ilmi meseleler üzerinde çıkan anlaşmazlıklarda Kitâb ve Sünnete müracaat
etmek gerekir.

2. Güvenilir bir kimsenin verdiği haber kabul edilir.

3. Guslederken örtünmek gerekir.

4. Yıkanırken başkasından yardım istemek caizdir.

5. Guslederken konuşmak ve selâm vermekte herhangi bir sakınca yoktur.

6. İhramlı bir kimsenin saç dökülmemesinden emin olduğu takdirde başını yıkarken
eliyle sürtmesi 1 caizdir. Hanefi ulemâsıyla, İmâm Şafiî, Ahmed, İshâk ve cumhur bu
görüştedir. Ömer, Câbir, İbn Abbas ve İmâm Mâlik (r.a.)'m de bu görüşte oldukları
rivayet olunmuştur. Ancak İmâm Mâlikin ihramlmm başını yıkamasının mekrûhluğu
görüşünde olduğuna dair İmâm Mâlik'ten bir görüş daha rivayet olunmuştur. Çünkü
baş yıkanırken bazı kılların düşmesi söz konusudur. Hz. Abdullah b. Ömer'in ihtilâm
olmadıkça başını yıkamadığı rivayet olunmaktadır.

Şafiî ulemâsından Hattâbî bu mevzuda şöyle diyor: "İlim adamlarının çoğunluğu
ihramlmm başını yıkamasını caiz görmektedirler. Ancak İmâm Mâlik bunu mekruh
görmekte ve "ihramlı başını suyun içine sokamaz," elemektedir. Öyle zannediyorum
ki İmâm Mâlik başını elleriyle sürterken bazı kılların kopacağından korktuğu için bu
hükmü vermiştir. Fakat ihramlmm gusül iktiza ettiği zaman başını yıkamasının caiz
olduğunda ulemâ ittifak etmiştir. İmâm Mâlik'in ihramlı bir kimsenin başını suya
sokarak gözden kaybetmesini mekruh görmesi ise, bunu başını elbise ve benzeri
şeylerle örtmeye benzetmesinden kaynaklanmış olabilir. Ancak İmâm Mâlik'in bu
görüşünün doğruluğu kabul edildiği takdirde çıplak bir kimsenin avret mahallini, su
içine girmek suretiyle örterek namaz kılmasının caiz olması gerekir. Fakat ben sözüne
itibar edilmeyen birkaç kişinin dışında bunun caiz olduğunu söyleyen bir kimse
görmedim. Ancak bazı ilim adamları elbise bulamayan bir kimsenin avretini toprakla
örterek namaz kılmasının müstehâb olduğunu söylüyorlar."

Netice olarak: Mâlikî mezhebine göre ihramlmm başını yıkaması ya keyfî olur, ya



kirden pastan temizlenmek için olur, ya da pislikten temizlenmek için olur. Bu üç
halin her birisi içinde ihramlmm başında haşerelerin bulunması veya bulunmaması
veya haşere bulunma ihtimali söz konusudur. Ayrıca baş ya sadece su ile yıkanır

yahutta sabun ve benzeri şeylerle yıkanır.^^
38. İhramlının Evlenmesi



1841. ...Abdü'd-dâr oğullarının kardeşi Nübeyh b. Vehb'den rivayet olunduğuna göre,
Ömer b. Ubeydullah, Ebân b. Osman b. Affân'a -ki o gün Ebân hac emriydi ve her
ikisi de ihramlı idi-(şu soruyu) sormak üzere ( bir adam) gönderdi: "Ben Talha b.
Ömer'i Şeybe b. Cübeyr'in kızıyla evlendirmek istiyorum, senin de nikahta hazır
bulunmanı arzu ediyorum (ne dersin)?" Ebân bu isteği uygunsuz buldu ve;
Ben babam Osman b. Affan'ı;

Resûlullah (s. a.) ihramlı bir kimse ne evlenebilir ne de evlendirebilir, " derken işittim,"
cevabını verdi.



Açıklama

Bu hadisin bazı rivayetlerinde Ömer'b. Ubeydillah'm oğlu Talha'yı, Şeybe b, Osman'ın
kızıyla evlendirmek istediği ifade edilirken burada Şeybe b. Câbir'in kızıyla
evlendirmek istediği ifade ediliyor. Her ne kadar musannif Ebû Dâvûd, "Kendi
rivayetinin doğru olduğunu "Şeybe b. Osman'ın kızı" şeklindeki rivayetin, "İmâm
Mâlik'in vehminin eseri olarak ortaya çıkmış bir yanlış olduğunu" söylüyorsa da
ulemânın büyük çoğunluğu İmâm Mâlik'in rivayetinin daha doğru olduğu
kanaatindedirler. Cumhurun tespitine göre evlendirmek istenen kız, Şeybe b. Cübeyr
b. Osman el-Haccî-nin kızıdır. Zübeyr b. Bekkâr'm tespitine göre bu kızın ismi
Emetü'I-Hamîd'dir. Kadı İyaz şu sözleriyle rivayetler arasındaki ihtilâfı
uzlaştırmaktadır. "Evlendirilmek istenen kızın Şeybe b. Osman'ın kızı olduğunu
rivayet edenlerin o kızı babasına değil de dedesine nisbet ettikleri için böyle rivayet

etmiş olabilirler. Binaenaleyh rivayetler arasında çelişki yoktur. " J — 1



Bazı Hükümler



İhramlı bir kimsenin nikâhlanması veya başkalarını nikahlaması helal değildir,
içlerinde imam Mâlik ile Şafiî ve İmâm Ahmed'in de bulunduğu cumhûr-u ulemâ bu
görüştedir. Sözü geçen ulemâya göre ihramlmm nikâhlanması sahih değildir. Zifaf
yapılmış olsa bile bu nikâh feshedilir. İmâm Mâlik'e göre ise zifaf olmuşsa bu nikâhm
feshedilebilmesi için bir kerre talâk vermek gerekir. Cumhura göre ise, talaksız olarak
bozulmuş olur. Binâenaleyh bu nikâhı fesh için talâk vermeye lüzum yoktur.
Hanefî ulemâsına göre ise ihramlı bir kimsenin nikâhlanması caiz olduğu gibi

T831

başkasını nikahlaması da caizdir. Delilleri ise, 1844,numaralı hadistir. —



1842. ...Osman (r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre, Rasûlullari (s. a.) önceki hadisin bir
benzerini ifâde buyurmuştur. (Ancak Ku-teybe bu rivayete şu cümleyi de) ilâve



etti:İhram)ı bir kimse dünürlükte yapmasm.^^
Açıklama

Her ne kadar musannif Ebû Dâvud, bu hadisin Mâlik'ir Nâfi'den rivayet ettiği
metninde "dünürlük de yapmasın" sözünün bulunmadığını ifâde ediyorsa da Tahâvî,
Müslim ve Beyhakî'nir Mâlik'den rivayet ettikleri metninde "dünürlük de yapmasın"

ibâres vardır.-^^

Bu hadis-i şerif, bir önceki hadiste geçen "ihramlmm evlenmesinir caiz olmadığı"
hükmüne ilâve olarak "ihramlmm dünürlük yapmasının caiz olmadığı" hükmünü de
getirmektedir.

Şafiî, Hanbelî ve Hanefî ulemâsına göre buradaki nehy, kerâhet-i ten zihiyye ifâde
etmektedir. İmâm-ı Mâlik'e göre ise, buradaki nehyin hükmü haramdır.^^

1843. ...Meymûne (r.anhâ)'dan; demiştir ki: Rasûlullah (s.a. benimle evlendi(ği zaman
ikimiz de) Şerifte ihramsızdık.^^

Açıklama

Şerif, Mekke'nin kuzey-batısmda bir yerdir. Bazılarına göre Rasûlullah (s.a.)'m bu
nikâhı hicretin 7. senesinde kaza umresinden dönerken kıyılmıştır. Bu rivayetin
doğruluğu kabul edildiği takdirde, nikâh kıyıhrken Hz. Meymûne ile Rasûl-i Ekrem'in
ihram-sız oldukları ortaya çıkar. Nitekim, Hz. Meymûne'den rivayet olunan;
"Rasûlullah(s.a.) benimle Mekke'den döndükten sonra Şerifte evlendi. İkimiz de
T881

ihramsızdık — anlamındaki hadis-i şerif de bu görüşü desteklemektedir.
Bazılarına göre de bu nikâh, Rasûl~i Ekrem'le Hz. Meymûne ihrama girmeden
Medine'de kıyılmıştır. Süleyman b. Yesar'm rivayet ettiği "Peygamber A .a.)'in azatlısı
Ebû Râfı ile ensârdan iki kişiyi elçi ta'yin etti. Onlar da Rasûl-i Ekrem'i daha
Medine'de iken (ve hac için henüz yola) çıkmadan önce Meymûne ile

evlendirdiler, anlamındaki hadis-i şerif de bu görüşü te'yid ediyor.

Hattâbî'nin beyânına göre, "konumuzu teşkil eden bu Ebû Dâvûd hadisi "Rasûl-i

Ekrem (s.a.),Hz.Meymüneile ihramlı iken evlenmiştir,"^^ diyen Hz. İbn Abbas'm

[9i]

aleyhine en büyük bir delildir. —
Bazı Hükümler

1. Peygamber (s.a.) ile Hz, Meymûne, Şerifte ve ihramsız iken nikahlanmışlardır.
Ancak bir numara sonra gelecek olan hadise bakarak cumhûr-ı ulemâ Rasûl-i Ek-
rem'le Hz. Meymûne'nin ihramlı iken evlendikleri hükmüne varmışlardır. İnşaallah bu

[921

mevzu 1 844 numaralı hadisin şerhinde genişçe ele almacaktır. J — 1



1844. ...İbn Abbâs'dan rivayet olunduğuna göre Peygamber (s.a.) Hz. Meymûne ile



ihramlı iken evlenmiştir.



Açıklama



Bu hadis-i şerif, Hz.Peygamber'in Hz. Meymûne ile kaza umresi için çıktıkları
Mekke yolculuğunda ve ih ramh iken evlendiğini ifâde etmektedir. Nitekim, Mücâhid
ile Atâ'nm İbn Abbas'dan rivayet ettiklerine göre, "Peygamber (s. a.) Hz. Meymûne ile
Mekke'de ihramlı iken evlenmiş ve Hz. Meymûne'nin yanında üç gün kalmıştır. Bu
esnada Huveytib b. Abdiluzza, Kureyş'den bir neferle gelip Rasûlullah ile görüşmek
istemiştir. Bu üç gün bittikten sonra bu heyet Rasül-i Ekrem'e haber göndererek
kendisiyle görüşmek istediklerini bildirmiş ve bunun üzerine Rasûl-i Ekrem çıkıp

[941

onlarla görüşmüş ve Mekke dönüşünde Şerifte Hz. Meymûne ile zifafa girmiştir. " J — 1
Tahâvî'nin bu rivayeti, Rasül-i Ekrem'in ihramlı iken Mekke'de Hz. Meymûne ile
evlendiğini ve Mekke dönüşü Şerif de zifâfâ girdiğini ifâde, etmemekte ve bu konuda

[951

gelen hadisler arasındaki ihtilâfı gidermektedir. J — 1



Bazı Hükümler



1. İhramlı bir kimsenin nikâhlanması caizdir. İbrahim en-Nehaı, Sevn ve Hanefi
uleması bu görüştedirler. Delilleri ise, konumuzu teşkil eden bu hadisle, Mesrûk'un
Hz. Aişe'den rivayet ettiği, "Rasûlullah (s. a.) ailelerinden biriyle ihramh iken evlendi"
anlamındaki hadistir. Bilindiği gibi bu hadiste Rasûl-i Ekrem'in ihramlı iken
evlendiğinden bahsedilen ve ismi açıklanmayan ailesinden maksat, Hz. Meymûnedir.
el-Leys, el-Evzâî, Mâlik, Şafiî, Ahmed ve îshâk (r.a.)'a göre ihramlı-nm evlenmesi
caiz olmadığı gibi, başkasını evlendirmesi de caiz değildir. Şayet evlenecek veya
başkasını evlendirecek olursa kıyılan nikâh bâtıl olur. Sözü geçen bu ulemânın
delilleri de "İhramh bir kimse evlenemez ve başkasını da evlendiremez,"
anlamındaki .1841 numaralı hadis-i şerif ile Yezîd b. el-Asamm'm Hz. Meymûne'den
rivayet ettiği, "Resûlullah (s. a.) benimle evlendiğinde Şerifte ikimiz de ihramsız idik,"
anlamındaki 1843 numaralı hadis-i şerif ve Süleyman b. Yesâr'm, Ebû Râfı'den rivayet
ettiği şu hadis-i şeriftir: "Rasûlullah (s. a.) Hz. Meymûne ile ihramsız iken evlendi ve

ihramsız iken gerdeğe girdi. Tırmizî bu hadisle ilgili olarak şunları söylüyor: "bu
hadis hasendir. Onu Hammâd b. Zeyd'den başka Matar el-Varrâk tarikiyle Râbia'dan

[97]

müsned olarak rivayet eden kimse tanımıyoruz. " J — 1

İhramlı kimsenin evlenemediği ve başkasını da evlendiremediği görüşünde olan
ulemâ, aksi görüşte olan Hanefî ulemâsına ve taraftarlarına karşı kendi görüşlerini
şöyle savunuyorlar:

a. İhramlmm nikahlan masının caiz olmadığını ifade eden hadisin raisi Ebû Râfı'bu
hadisi rivayet ettiği zaman bulûğ çağma ermiş ve rüşdüıü ikmâl etmiş bir kimse idi.
Aksi görüşte olanların senedini teşkil eden iadisin râvisi Hz. İbn Abbâs ise, Hz.
Meymûne Resûl-i Ekrem'le evlendiği zaman henüz on yaşında bir çocuktu ve üstelik
bu nikâhın kıyıldığı taza umresinde de yoktu.

b. 1843 numaralı hadiste Hz. Meymûne, Resûl-i Ekrem'le evlendiği :aman ihramsız
olduklarını ifade etmektedir. Hz. Meymûne'nin olayı bizzat yaşayan bir kimse olarak



başkalarından daha iyi bilmesi kadar tabii 3İr şey olamaz. Bu konuda Şafiî
ulemâsından İmâm Nevevî de şunları söylüyor: "ihramlı bir kimsenin evlenmesinin
caiz olmadığı görüşünde olan cumhûr-i ulemâ kendi görüşlerinin doğruluğunu isbât
için pek çok deliller leri sürmüşlerdir. Bu deliller içerisinde en kuvvetli olanı,
Peygamber(s.a.)'in flz. Meymûne ile evlendiği zaman ikisinin de ihramsız olduğunu
ifade eden ıadis-i şeriftir. Sözü geçen hadis-i şerifi pek çok sahâbi rivayet etmiştir."
Bu konuda Kadı İyâz da görüşlerini şu anlama gelen cümlelerle ifâde ediyor: "Resûl-i
Ekrem'in Hz. Meymûne ile evlendiği zaman ihramh olduğunu Hz. İbn Abbas'tan başka
rivayet eden yoktur. Hz. Meymûne, Ebû Râfı' ve daha başkaları ise, Resul-i Ekrem'in
Hz. Meymûne ile evlendiği zaman ihramsız olduğunu rivayet etmişlerdir. Aynı
zamanda bu kimseler bizzat olayın içinde bulunan kimselerdir. Çünkü Hz. Ebû Râfı bu

evlilik esnasında bizzat Hz. Peygamber ile Hz. Meymûne arasında elçi idi.^^ İbn
Abbâs (r.a.) ise, böyle değildi. Bu sebeple sözü geçen râviler hem olayın ayrıntılarını

[991

ibn Abbâs (r.a.)'den daha iyi biliyorlardı, hem de sayıca daha kalabalık idiler. " J — 1
Bu konuda İbn Abdilberr'in görüşü de şöyledir: "Resûl-i Ekrem'in Hz. Meymûne ile
evlendiğinde ihramsız olduğunu ifâde eden hadisler tevatür derecesine ulaşmaktadır.
Ayrıca bu râvilerden biri olan Yezîd b. el-Asamm Hz. Meymûne'nin kız kardeşinin
oğludur. Bu sebeple hadiseye yakından vukufu vardır. Aksini rivayet eden sadece Hz.
İbn Abbâs'tır. İnsanın gönlü râvisi daha çok olan hadisi kabule daha meyyaldir.

Çünkü .bir kişinin yanılma ihtimâli daha fazladır.

Mâliki ulemâsından Zürkânî ise, bu konuda gelen hadis-i şerifler arasındaki tearuzdan
dolayı bir tarafa bırakılacak olursa o zaman Hz. Peygamber'in Hz. Meymûne ile
evlenmesini konu almayan ve dolayısıyla o mevzûdaki hadislerle çelişmeyen "ihramlı
kimse evlenemez ve başkasını da evlendiremez," anlamındaki 1841 numaralı hadis-i

şerife müracaat etmek gerekir. Meymûn b. Mehrân ise, bu konudaki
düşüncelerini şöyle dile getiriyor: "Ben ihtiyarlığı sırasında bir gün Safıyye bint
Şeybe'nin yanma varıp Resûl-i Ekrem'in. Hz. Meymûne ile evlendiği zaman ihramlı
olup olmadığını sordum da bana kendisinin de Resûl-i Ekrem'in de.ih-ramsız

olduklarını ifade etti."^^

İhramlı bir kimsenin evlenmesinin caiz olduğunu söyleyen Hanefî, ulemâsı ise, kendi
görüşlerini şu şekilde savunmaktadırlar.

a. İbn Abbas (r.a.)'m hem Ebû Râfı'den hem de Hz. Meymûne'den hafıza itibariyle
daha kuvvetli olduğunda ulemâ ittifak etmiştir. Ayrıca Hz. Peygamber'in, Hz.
Meymûne ile evlendiği zaman ihramsız olduğunu ifade eden hadisin râvisi Yezîd b.
el-Esamm zayıftır. İbn Abbâs hadisini hadis ulemâsından 7 imâm ve daha başkaları
rivayet etmiştir.

b. Her ne kadar Hz. ibn abbâs Hz. Peygamberce Hz. Meymûne'nin izdivacında hazır
bulunmamışsa da, olayı bizzat şahid olan ve ayrıntılarıyla bilen sahâbîlerden
öğrenmiş ve rivayet etmiştir. Bu konuda söylenmesi gerekir şudur: İhramlmın
evlenmesinin caiz olmadığım ifade eden 1841 numaralı Osman hadisi Resûl-i
Ekrem'le değil ümmetiyle ilgilidir. Söz konusu nikâhın ihramsız iken kıyıldığını ifade
eden hadis ise fiili bir hadistir. Resûl-i Ekrem'in fiiliyle sözü arasında bir aykırılık
görülürse o zaman fiilin kendisine mahsus olduğu, sözün de ümmetine mahsus olduğu
kabul edilir. Bu Mâliki ve Şâfıîlerce kabul edilen bir usûl kaidesidir. Binaenaleyh



Mâliki ve Şafiî ulemasına göre bu mevzuda muteber olan görüşün, "ihramlı iken

evlenmenin Resûl-i Ekrem'e has özel bir durum olduğu" görüşü olmak gerekir.
Hanefî ulemâsına göre ise, bir hükmün Resûl-i Ekrem'e ait olduğunu kabul edebilmek
için, o hükmün Resûl-i Ekrem'e özel bir durum olduğuna dair bir delil bulunması

gerekir. Burada ise böyle bir delil yoktur.

1845. ...Said b. el-Müseyyeb'den; demiştir ki İbn abbâs (Resûl-i Ekrem'in) Hz.
Meymûne ile ihramlı iken evlendiği(ne dair rivayetinde yanılmıştır.

Açıklama

Her ne kadar senedinde kimliği belli olmayan bir râvi bulunduğundan bu haber zayıfsa
da İsmail b. Umeyye'nin Said b. el-Müseyyeb'den rivayet ettiği, "Rasûlullah (s.a.)
Meymûne ile evlendiği zaman kesinlikle ihramsızdı," anlamındaki hadis bu hadisi tak-
viye etmektedir. Hanefî ulemâsından Ebû Ca'fer et-Tahâvî'nin beyanına göre imâm
Şafiî, "Hz. Ömer'le Zeyd b. Sâbit'in ihramlı bir kimsenin nikâhım reddetmeleri ve Hz.
îbn Ömer'in, "İhramlı bir kimse evlenemez ve birisine dünürlük yapamaz," demeleri
bu hadisi desteklemektedir." demiştir.

Ebû Dâvûd ile Münzirî bu hadis hakkında sükût etmişlerdir. Zürkânî ise, bu hadisle
ilgili olarak şunları ifade ediyor: Buhârî'de ve daha başka eserlerde Said b. el-
Müseyyeb'in şöyle dediği kaydediliyor: Her ne kadar Hz. Meymûne kendisinin teyzesi
ise de İbn Abbas "Rasûl-i Ekrem Hz. Meymûne ile ihramlı iken evlenmiştir, " derken
yanılmıştır. Çünkü Resûl-i Ekrem Hz. Meymûne ile ihramdan çıktıktan sonra

evlendi. "^^1

Tekmiletu'I-Menhel yazarı ise, bu konuda şunları söylüyor: "Her ne kadar Zürkânî
böyle diyorsa da ben Buhârî'nin rivayet ettiği böyle bir hadise rastlamadım. Fakat
Hafız İbn Hacer bu hadisi İmâm Ahmed'in rivayet ettiğini söylüyor ve sonra da
Eslem'den şu sözleri rivayet ediyor: Ben İmâm Ahmed'e, Ebû Sevr: "İbn-i Abbas
hadisini kabul etmek için hangi engel var ki? diye soruyor" dedim de; "İbn
Müseyyeb'e göre İbn Abbas yanılıyor. Çünkü Hz. Meymûne bizzat kendisi Resûl-i
Ekrem'le evlendiği zaman ihramsız olduğunu söylüyor" diye cevap verdi."
Mezhep imamlarının bu mevzu ile ilgili görüşlerini bir önceki hadisin şerhinde

a Ç1 klam 1Ş bulunmaktan.^

39. İhramlının Öldürmesi Caiz Olan Kara Hayvanları

1846. ...Abdullah b. Ömer'den rivayet olunduğuna göre, Peygamber (s.a.)'e ihramlının
öldürmesi caiz olan kara hayvanları sorulmuş da Peygamber (s.a.):

"Beş (çeşit) hayvan vardır ki onları harem dışında da haremde de Öldürmekte
herhangi bir günah yoktur: Akrep, fare, çaylak, karga ve saldırgan köpektir"

buyurmuş.'-



Açıklama



Bu hadis-i şerifte bahsedilen ve ihramlmm avlanmasında bir sakınca olmadığı ifade
edilen hayvanların kara hay-
vanları olduğu malumdur. Çünkü ihramlmm deniz hayvanlarını avlamasında bir
sakınca olmadığı, "Deniz avı yapmak ve onu yemek kendinize de misafire de bir faide
olmak üzere sizin için helâl kılındı. İhramda bulunduğumuz müddetçe ise, kara avı

haram kılındı. ayet-i kerimesiyle açık bir şekilde ifade edilmiştir. Binâleyh
ihramlmm deniz hayvanlarını avlamasında bir sakınca bulunmadığında ulemâ ittifak
etmiştir. Ancak bazı kimseler; "Yerde yürüyen hiç bir hayvan ve iki kanadıyla uçan

hiçbir kuş hariç olmamak üzere hepsi sizin gibi ümmetlerdir. ^ âyet-i kerimesini
delil getirerek kuşları kara hayvanlarından saymamışlarsa da kendilerine bu âyeti
kerîmede kuşların kara hayvanlarından sonra özel olarak sayılmış olmaları onların
kara hayvanlarından ayrı olduklarını göstermek için değil, kara hayvanları genel
olarak ifade edildikten sonra "zikrulhâss iba'de'l-ânımi" kabilinden özel olarak
zikretmek içindir. Nitekim Ebû Dâvûd hadisiyle; "Yerde yürüyen hiçbir canlı hariç

olmamak üzere hepsinin nzıkla-nnı Allah verir. - ^ "Allah her hayvanı sudan

yarattı"^ ^ âyet-i kerime-lerindeki bütün hayvanları içine alan genel ifâdeler de kuş
nevinin deniz ve kara hayvanları dışında kalan ayrı bir hayvan türü olmadığını isbat
eder.

"Beş çeşit hayvan vardır" cümlesindeki "beş" sözü ihramlmm avlamasında sakınca
olmayan kara hayvanlarının sadece beş türden ibaret olduğuna delâlet etmez.
Ulemânın pek çoğuna göre buradaki "beş" kaydı nihâi tahdidi belirleyen bir kayıt
değil, ancak ihramlmm öldürebileceği türlerden sadece beşini ifade etmek için
gelmiştir. Bundan sonra gelen iki hadis-i şerifte burada sayılmayan yılan ve yırtıcı
hayvanların sayılması da buradaki beş adedinin sınırlayıcı bir kayıt olmadığını
gösterir.

"Günah yoktur" ifâdesi ihramhnin bu hayvanları avlamasının caiz. olduğunu gösterir.
Hatta "Azgın köpekle, fare, akrep, çaylak, karga ve yılanın öldürülmesini emir

buyurmuştur" ^ — ^ anlamındaki bir hadis-i şerifte Resûl-i Ekrem'in bu hayvanları
öldürmeyi emrettiği ifade edilmektedir.

Müslim'in bu hadisindeki emrin mübahlık ifade etmesi mümkün olduğu gibi
mendûpluğa delâlet etmesi de mümkündür. Ayrıca bu emrin farziyyet için gelmiş
olması, konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisindeki "günah yoktur" sözünün ise, bu
hayvanları öldürmeden sabredip zararlarına katlanmanın zorluğunu kaldırmak için
gelmiş olması mümkündür. Binaenaleyh bu mesele, "kim o Beyti hac veya umre
(kasdı) ile ziyaret ederse, bunları güzelce tavaf etmesinde üzerine bir beis

yoktur. "^-^ ayet-i kerimesine benziyor ve bu meselede nehy'den sonra gelen emrin
hükmü câridir.

Hadis-i şerifte sayılan hayvanlardan:

1. Akrep: Zehirli bir.böcektir. Sokmasıyla fili ve deveyi öldürebilen türleri vardır. Hz.
Aişe'nin bildirdiğine göre, Resûl-i Ekrem namazda iken bir akrep sokmuştu. Namazı
bitirdikten sonra "Allah akrep türüne lanet etsin. Namazda olanıda namazda

olmayanıda sokar," buyurmuştur. ^ ^



2. Farenin çeşitleri çoktur. Fakat gerek, yenilmesinin haram, gerekse öldürülmesinin
caiz olması hususunda bütün nevilerin hükmü birdir.

3. Hide'e: Çaylak demektir. Bu zararlı bir kuştur. Civcivleri kaptığı gibi et zannıyla
insanın elinde bulunan kırmızı renkteki şeyleri de kapar

4. el-Kelbu'l-Akûr: Saldırgan ve ısırgan köpek demektir.Bu köpeğin nasıl bir köpek
olduğu ulemâ arasında ihtilaflıdır, İmâm Mâlik, Şafiî, Ahmed (r.a.) ve pek çok
ulemâya göre bu kelimeyle kasdedilen köpek, insanlara saldıran, aslan, kaplan ve kurt
gibi nsanları ısıran ve korkutan köpektir. Ebû Akrab'dan rivayet edilen, "Peygamber
(s.a.) Uteybe b. Ebî Leheb'e; "Ey Allah'ım ona köpeklerinden bir köpeği musallat et!"

diye beddua etti de, bir aslan saldırıp onu öldürdü. anlamındaki hadis-i şerif de
bu görüşü desteklemektedir.

İmâm Ebû Hanife'ye göre ise, buradaki köpekten maksat her saldırgan köpek değil
herkesçe malum olan bildiğimiz köpektir. Aslan, pars, kaplan ve kurt da bu hükümde
onun gibidir. Çünkü bu hayvanlar ve benzerleri de insanlara eziyet vermekte köpek
gibidir.

Ayrıca ulemâ, insana saldırmayan köpekler hakkında da ihtilâf etmişlerdir. Kadı
Hüseyin ile Mâverdfye göre saldırgan olmayan köpeklerin öldürülmesi haramdır.
İmâm Şafiî (r.a.) ise, "el-Ümm" isimli eserinde böyle köpekleri öldürmenin caiz
olduğu hükmüne varmıştır. ,

Yine Şafiî ulemâsından İmâm Nevevî ise, el-Mühezzeb şerhinin alışveriş bölümünde
"köpeğin faydalı bir hayvan olup öldürülemeyeceği hususunda ulemânın arasında hilaf
yoktur" derken, aynı eserin teyemmüm ve gusl bölümünde ise, bunun aksini iddia
etmiştir. Hac bölümünde de saldırgan olmayan köpekleri öldürmenin tenzihen mekruh
olduğunu ifâde etmiştir. Râfiî ise, böyle köpekleri öldürmenin tahrimen mekruh
olduğu hükmüne varmıştır.

İmâm Şafiî'ye ve İmâm Ahmed'e göre, insanların malına ve canına zarar veren ve
yenilmesi haram olan, şahin, doğan, kartal gibi kuşlarla sivrisinek, eşek arısı, pire,
karasinek, bit gibi haşereler de konumuzu teşkil eden hadis-i şerifte zikredilen
hayvanların hükmüne girerler.

Hanefî ulemâsı ise hadis-i şerifte geçen beş hayvanın hükmüne arı, maymun,
kaplumbağa, kirpi ve zehirli keler'i de sokmuşlardır. Çünkü sözü geçen ulemâya göre
bu hayvanlar av hayvanı değildirler.

Mâliki ulemâsı ise, hadis-i şerifte sayılan hayvanların hükmüne arıyı . da katmışlardır.
Çünkü onlara göre arı akrebe benzemektedir.

Bazı Hükümler

1. İhramlı bir kimsenin akrep, fare, çaylak, karga ve saldırgan köpek öldürmesinde
herhangi bir sakınca yoktur. İhramlmm bu hayvanları öldürmesinde bir sakınca olma-
yınca, ihramsız bir kimsenin bu hayvanları öldürmesinin caiz olduğu kendiliğinden
anlaşılır. Bu hayvanlardan akrebin mutlak surette hatta namazda bile
öldürülebileceğinde ittifak vardır. Ancak İbn Abdilberr'in rivayetine göre, Hammâd b.
Süleyman ile Hakem, ihramlmm yılanla akrebi öldüremeyeceği görüşündedirler,
delilleri ise, bu hayvanların av hayvanı olmayıp böcek türünden olmalarıdır. Ancak
konumuzu teşkil eden hadis-i şerif bu görüşü reddetmektedir.

2. Karganın bütün türlerini, gerek haremde gerekse harem hududları dışında öldürmek



mutlak surette caizdir. Mâliki ulemâsının meşhur olan görüşleri budur. Müslim'in

rivayetinde yer alan "Gurâb-ı ebka- alaca karga" ^ ^ kelimesinde "alaca" kaydı
ihramlmm öldürmesi caiz olan karga türünü belirleyen bir kayd-ıitirâzî' değildir. Bu
kayıt karga türlerinden sadece birini belirleyen bir kayd-ı ittifâkîdir. Ulemâdan
bazılarına göre ise, hadisteki "alaca" kaydı bir kayd-ı ihtirâzîdir. Binâenaleyh, ihramlı
bir kimse bu vasfı taşımayan bir kargayı avlayamaz. Mâliki ulemâsından Kur-tubî bu
görüşten hareket ederek "Müslim'in bu rivayeti alaca kelimesi zikredilmeyen mutlak
rivayetleri takyid eder" diyor.

Hanefî ulemâsı ile İmâm Şafiî'ye ve Ahmed'e göre alaca kargadan maksat leş yiyen
alaca kargadır. İhramlı bir kimse karga türleri arasında sadece leş yiyen alaca kargayı
öldürebilir. A Sözü geçen ulemâya göre kuzgun da bu hükme dâhildir. Fakat ekin
kargası onlar gibi değildir. Mâlikîlere göre ise öldürülecek karga türleri arasında bir
ayırım yapmak doğru değildir.

3. Farenin öldürülmesi ise, mutlak surette caizdir. İbnu'l Münzir: "Farenin
öldürülebileceği konusunda ulemâ arasında ittifak vardır. Yalnız ibrahim en-Nehâî'ye
göre ihram hâlinde bulunan bir kimse fare öldüremez. Fakat bu kavil şazdır" diyor.
Gerçektende konumuzu teşkil eden hadis de İbrahim en-Nehâî'nin bu görüşünü

reddetmektedir, t— ^



1847. ...Ebû Hureyre(r.a.)'den rivayet edildiğine göre Rasûluîlah (s. a.); "Beş (çeşit
hayvan vardır ki, bunlar) harem hududları dışında da haremde de öldürülebilirler:

Yılan, akrep, çaylak, fare ye saldırgan köpek" buyurmuştur. ^ - ^



Açıklama



1. Sözü geçen beş çeşit hayvanı ihramlı iken öldürmek caizdir, ihramlı halde
Öldürmek caiz olunca ihrama girmeyenlerin öldürmesi haydi haydi caizdir.
Öldürülecek hayvanların beş adediyle takyid edilmesi mefhûm itibârı ile zikredilen
beş neviden maadasının öldürülemeyeceğini gösterirse de mefhûm-ı aded ekser-i
ulemâya göre hüccet değildir. Bilfarz hüccet kabul edilse bile Rasûluîlah (s.a.)'m ev-
vela beş hayvanın Öldürebileceğini bilahâre aynı hükümde onlarla müşterek olan şâir
hayvanları bildirmiş olması muhtemeldir. Filhakika bir rivayette, öldürülecek
hayvanların dört, diğer rivayette altı olduğu beyân edilmiştir. Bazı rivayetlerde ise,
ötekilerinde zikredilmeyen hayvanlardan bahsolunmuştur. Bu suretle öldürülecek
hayvan nevilerini dokuza çıkaranlar vardır 1. Bunlar arasında yılan, kurt ve kaplan da
vardır.

Tahâvî diyor ki: "İşte Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'in ihramda olana da
olmayana da Harem-i Şerifte öldürmeyi mubah kıldığı hayvanlar bunlardır. Bunların
beş çeşit olduklarını beyân etmiştir. Ancak bu beyân, bu konuda ortaya çıkacak bir
benzerlik dolayısıyla bu hayvanların hükmünün onlara verilmesini gerektirmez.
Peygamber (s.a.)'in maksadının bu tür hayvanları da kapsamına almak olduğunda
ittifak bulunması hali ise müstesnadır.

Tahâvî bu sözü ile şunu anlatmak istemiştir: Aded bildirerek öldürülecek hayvan
çeşitlerinin beyân buyrulması, benzerlerinin bu hükümde olmadığını gösterir. Zira
aynı hadiste çaylak ile karganın öldürülebileceği ifâde buyurulmuştur. Halbuki



bunların ikisi de yırtıcı kuşlardandır. Onların hükmü özellikle belirlendiği için atmaca,
şahin ve doğan gibi yırtıcı kuşlara aynı hüküm verilemez.

Bu cihet ittifakı ise de öldürmeyi eziyetle ta'lil edenler: "Eziyetin çeşitleri çoktur.
Binâenaleyh, Rasûlullah (s.a.) akrebi zikretmekle eziyette ona ortak olan yılan arı gibi
şeylere; fare ile kemirmekte ona ortak olan gelincik gibi hayvanlara; karga ve çaylak
ile bir şeyi kapmakta onlar gibi olan atmaca vs. ye, kudurmuş köpekle saldırganlık
ederek ısırmakta olan köpeğe benzeyen arslan ve pars gibi yırtıcılara işaret buyurmuş
olacaktır" derler.

Öldürmeye sebep bu hayvanların etinin yenilmemesi olduğunu söyleyenlere göre ise,
hadis-i şerifte beş hayvanın zikredilmesi insanların arasında çok bulundukları içindir.
Tahâvî'nin beyânından, yılanın da öldürülemeyeceği hatıra gelebilirse de Tahâvî,
"Peygamber(s.a.)'in maksadının.... ittifak bulunması hali müstesna" sözüyle Rasûlullah
(s.a.)'m yılanın öldürülmesini kasdettiğine işarette bulunmuştur.

Bu cihet İbn Mes'ûd (r.a.)'dan rivayet olunan bir hadiste açıkça belirtilmiştir. Mezkûr
hadiste; "Peygamber (s.a.) ashabına Minâ'da bir yılanı öldürmelerini emir buyurdu,"
denilmektedir.

Rivayetlerin birinde dahi yılan öldürülecek beş hayvan meyâninda zikredilmiştir.

2. Kargadan bu hayvanın hangi çeşidinin murad edildiği' ulemâ arasında ihtilaflıdır.
Hanefîlerden "Hidâye" sahibine göre leş kargasıdır. Buna alaca yahut benekli karga da
denilir. Bu kavil İmâm Ebû Yûsuf dan rivayet olunmuştur.

İmâm Ebû Yûsufun delili Hz. Âişe rivayetlerinden birinde öldürülecek hayvanlar
meyanmda gurab-ı ebkâ'm zikredilmiş olmasıdır. Ulemâdan bir cemaat İmam Ebû
Yûsufun kavlini tercih etmiş, ihrâmlmm karga nev'ilerinden yalnız alaca kargayı
öldürebileceğini söylemişlerdir. Diğer bir takım ulemâya göre ise, bütün karga
nevilerini öldürmek caizdir. Hadiste alaca karganın zikredilmesi çokluğundan
dolayıdır. Fakat Aynî bu kavle itiraz etmiş ve: "Öldürülmesi emredilen karga
rahatsızlık veren türüdür. Bu da yalnız alaca kargadır. Ekin kargası ile saksağan
doğrudan doğruya eziyet etmezler. Binaenaleyh hadisin mutlak rivayetleri alaca karga
mânâsına alınmalıdır." demiştir.
Kuzgun dahi alaca karga nev'indendir.

Şâfıîlerle Hanefilerin görüşü budur. Zira bunların ikisi de leş kargasıdır. Ekin kargası
onlar gibi değildir.

Karga ile çaylak hakkında Malikîyye ulemâsının ihtilâf ettikleri bazılarına göre bu

hayvanların saldırgan olan ve büyükleri öldürebileceği rivayet olunduysa da meşhur

olan kavle göre bu hususta Mâlikîler dahi cumhûr-ı ulemâ ile beraber idiler. Cumhura

göre öldürülecek karga nev'ileri arasında böyle tasnif yoktur. Saksağan dahi karga nev'

iler indendir. Araplar onun ötüşünü uğursuzluk kabul ederlermiş.

Ulemâdan bazıları saksağana alaca karga, bazıları da ekin kargası hükmünü

vermişlerdir.

İmâm Ahmed b. Hanbel, "Saksağan leş yemişse öldürmesinde beis. yoktur," demiştir.

3. Hide'e: Çaylak demektir. Rivayetlerin bazılarında bu kelimenin yerine "hudeyya"
denmiştir. Hudeyya: Hide'enin ism-i tasgiridir. Yani çaylak demektir. Çaylak eziyet
eden ve insanların elinden eti kapan bir kuş olduğundan onu ihramlı ihramsız herkesin
öldürmesi helâldir. Yalnız İmâm Mâlik'den bir rivayete göre çaylak ile karga eziyet
vermeye davranmadıkça ihramlı bir kimsenin onları öldürmesi caiz değildir. Fakat bu
rivayet zayıftır. İmâm Mâlik'in meşhur olan görüşü, cumhur-ı ulemânın görüşü gibidir.
Ona göre bu hayvanların etleri de yenir.



4. Farenin öldürülmesi mutlak surette caizdir. İbnu'l-Münzir; "İhramlmm fare
öldüreceği hususunda ihtilâf yoktur. Yalnız İbrahim en Nehaî'ye göre ihram halinde
bulunan bir kimse, fare öldüremez. fakat bu kavil şâzzdır" diyor.

Kadı îyâz dahî: "Sâcî'nin Nehaî'den rivayetine göre ihramlı bir kimse fare öldüremez,
öldürürse fidye verir. Fakat bu kavil nassa ve bütün ulemânın 1 kavline aykırıdır"
demiştir.

Beyhâkı'nin sahih bir isnâdla Hammâd b. Zeyd'den rivayet ettiği bir haberde:
"Nehâî'nin bu sözü Hammâd'a rivayet olunduğu vakit Hammâd: "Küfe'. de İbrahim en-
Nehâî'den başka eserleri çirkin bir şekilde reddeden bir kimse yoktu. Çünkü onları az
işitmişti. Şâbî'den başka da eserlere güzel bir şekilde lâbî olan bulunmazdı. Çünkü
onları çok duymuştu;" mukabelesinde bulunmuş" denilmektedir.
Farenin nev'ileri çoktur. Fakat gerek yenilmesinin haram, gerekse öldürülmesinin caiz
olması hususunda bütün nev'ilerinin hükmü birdir.

5. Akrebin mutlak surette hatta namazda bile öldürülmesi caizdir. Zira zehirli bir
hayvandır ve insanları sokar.

İbn Abdilberr'in rivayetine göre Hammâd b. Ebî Süleyman ile Hakem, ihramlmm
yılanla akrebi öldüremeyeceğine kailmişler. Delilleri bu hayvanların böcek nev'inden
olmamahrıdır.

Fakat Kadı İyaz: "Yılanla akrebin ve keza ihramda bulunmayan bir kimsenin harem-i
şerif de kertenkele öldürmesinin caiz olduğunda ihtilaf yoktur," dediği gibi İbn
Abdilberr dahi: "Gerek harem dışında gerekse harem içinde yılanla akrebin
öldürülebileceği hususunda ne İmâm Mâlik'den ne de cumhûr-i ulemâdan bir hilaf
nakledilmemiştir" demektedir.

6. el-Kelbu'l-akûr: Yırtıcı köpek demektir. Süfyân b. Uyeyne'ye göre bundan murâd:
Bütün yırtıcı hayvanlardır. Köpeğin dahi kudurmuş olması şart değildir. Saldırgan ve
dalayıcı olması kâfidir. Süfyân b. Uyeyne; "Bu kelimeyi bize Zeyd b. Eşlem tefsir
etti," demiştir. Hz. Ebû Hureyre'-den bir rivayete göre kuduz köpekten murâd
arslandır.

İmâm Mâlik'den bir rivayete göre: İnsanlara saldırarak yaralayan arslan, kaplan ve
pars gibi yırtıcılardır. Sırtlan ve tilki gibi insana hücum etmeyen yırtıcılar bu hükme
dâhil değildir. Binâenaleyh onları ihrâmlı bir kimse öldüremez, öldürürse fidye verir.
İmâm Nevevî, saldırgan köpeği ihramlı ve ihrâmsız herkesin harem dışında olsun,
harem içinde olsun öldürebileceğinde bütün ulemânın ittifak ettiklerini söyler.
Yine Nevevî'nin beyânına göre, ulemâ kuduz köpekten murâd'm nebi olduğu
hususunda ihtilâf etmişlerdir.

Bâzıları, "Bundan murâd: Malum ve mâruf köpektir" demişlerdir. Kaadî İyâz bu kavli
Ebû Hanife ile Evzâî ve Hasen b. Hayy'den naklet-miştir. Bu zevata göre kurt dahi
köpek hükmündedir. Hanefîlerden İmam Züfer köpeği, kurt manasına almıştır. İmâm
Şafiî, İmam Ahmed ve cumhûr-ı ulemâya göre köpekten murâd; ekseriyetle yırtıcılık
yapan hayvanlardır.

İmâm Mâlik "el-Muvattâ" nâm eserinde; "İnsanlara hücum ederek yaralayan ve
korkutan arslan, kaplan, pars ve kurt gibi hayvanlar saldırgan köpek hükmündedir"
demiştir.

İmâm A'zam'a göre buradaki saldırgan köpekten murâd: Hassaten köpektir. Bu
hükümde ona yalnız kurt iltihâk eder.

Zira bazı rivayetlerde köpek mutlak zikredilmiş, "akûr" vasfı ile nitelenmemiştir.
Bundan da anlaşılır ki, kelb-i akûrdan murâd, her saldırgan yırtıcı değil, malûm olan



köpektir.

Ulemâ insana saldırmayan köpekler hakkında ihtilâf etmişlerdir.

İmâm-i Şafiî, el-Ümm isimli eserinde öldürmenin caiz olduğunu söylemiştir.

İmâm Şafiî ile Şafiî mezhebinin sair âlimleri ihramlı bir kimseye nis-betle hayvanları

üç kısma ayırmışlardır.

a. Hadis-i şerifte zikri geçenlerle o kabilden olan eziyet verici hayvanları öldürmek
müstehabdır.

b. Şâir eti yenmeyen hayvanlar gibi öldürülmesi caiz olanlar iki kısımdır: Bir kısmının
faydası da, zararı da vardır. Bunları av menfaati için öldürmek mubahtır. İkinci
kısmının faydası da zararı da yoktur. Bunları öldürmek mekruh, fakat haram değildir.

c. Yenilmesi mübâh kılman yahut öldürülmesi yasak edilen hayvanları öldürmek caiz
değildir. İhramlı bir kimse böyle bir hayvanı öldürürse ceza lâzım gelir.

Haneliler, "Öldürülmesi caiz olan hayvanlar yalnız hadiste isimleri bildirilenlerdir"
demişlerse de bazı haberlerde yılan zikredildiği için onu da öldürülecek hayvanlara
attıkları gibi, kurdu köpeği ve doğrudan insana saldıran vahşileri de aynı hükmün
kapsamına sokmuşlardır.

Fakat Aynî buna itiraz etmiş, hadis-i şerifte öldürülmesi caiz olan beş nevi hayvanın
beyân edildiğini, binaenaleyh başka hayvanların mezkûr beş çeşide dahil olmadığını
aksi takdirde beş adediyle yapılan tahdidin bir faydası kalmayacağını söylemiştir.
Kadı İyaz diyor ki: "Cumhur ulemânın kavlinden anlaşıldığına göre hadisten murad:
Zikri geçen hayvanların kendileridir." İmâm Mâlikle, Ebû Hanife'nin zahir olan
kavilleri de budur. Onun içindir ki İmâm Mâlik ihramlı bir kimsenin kentenkele
öldüremeyeceğini, öldürürse fidye lâzım geleceğini, lugaten köpek ismi verilmeyen,
domuz ve maymun gibi hayvanları dahi öldüremeyeceğini söylemiştir. Bütün
ulemânın kavilleri de budur. Resûlullah (s. a.) ancak beş nev'i hayvanın
öldürülebileceğini söylemiştir. Bunları altıya veya yediye çıkarmak kimsenin elinde
değildir.

Kurdun öldürülebileceği bazı rivayetlerde nassan sabit olmuştur. Binaenaleyh onun
hükmünü köpeğe ilhak etmeye lüzum yoktur.

Hasan el-Basrî ile Atâ; "İhramlı bir kimse harem-i şerifte kurt ile yılanı öldürebilir.
Fakat ihramlıya bir hayvan saldırırsa hangi nev'iden olursa olsun öldürülür. Çünkü

takdirde o hayvan saldırgan köpek hükmünde olur," demişlerdir.^^

1848. ... Ebû Said-el-Hudrî (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (s.a.)'e
ihramlmm neleri öldürebileceği sorulmuş da;

"Yılan, akrep, fare (öldürebilir), kargaya atış yapabilir fakat öldüremez. Yırtıcı köpek,

ri221

çaylak ve saldırgan hayvan da (ihramlı tarafından öldürülebilir.) buyurmuştur.- 1 1

Açıklama

Metinde geçen "el-Füveysika" kelimesiyle fare kasdedilmiştir Bu kelime "el-Fâsika"
kelimesinin ism-i tasğîridir. Farenin "fâsik" olarak tavsif edilmesi, herşeyi ifsâd eden
zararlı bir hayvan oluşundandır. Tahâvî'nin rivayet ettiği bir hadis şu anlamdadır: Ben
Ebû Said'e "fareye niçin füveysika ( = küçük fesatçı) ismi verilmiştir?" diye sordum da
bana: "Bir gece Resûlullah (s. a.) uyanmıştı. Bir farenin ağzından sürüklediği bir fitille
yangın çıkarmakta olduğunu gördü ve hemen onu öldürdü ve ihramlı-ihramsız



[1231

herkesin onu öldürmesini caiz kıldı." dedi. Bu konuda Mâliki ulemasından

Zürkânî de şunları söylüyor: "Hayvanlar içerisinde fareden daha fesatçı bir hayvan

[1241

yoktur. Çünkü büyük-küçük herşeyi bozar ve helak eder.' ,J 1

Bu hadis-i şerifte sayılan beş hayvan arasında fasıklıkla vasıflandırılan sadece faredir.
Şu rivayette ise, bu hayvanların beşi de fasıklıkla vasıflandırılmaktadır: "Resûlullah
(s.a.):

"Fasık olan beş şey vardır ki, bunlar haremde Öldürülürler: Fare, akrep, karga, çaylak
ve saldırgan köpek.

"Fısk" kelimesi sözlükte "çıkmak" anlamına gelir. Nitekim şu âyet-i kerimede bu
anlamda kullanılmıştır: "Hani biz meleklere; "Adem için secde edin" demiştik de
İblîs'den başkası hemen secde etmişlerdi. O ise cinden olduğu için Rabbinin emrinden

d.şanç.km.şt!."^

"Fısk" kelimesi çıkmak anlamına geldiği için Allah'ın emrinden ve tâatmdan çıkan
kimselere "fâsık" ismi verilir. Hadis-i şerifte zikredilen hayvanlar ihramlı tarafından
öldürülmeleri caiz kılınmakla diğer hayvanların hükmü dışına çıktıklarından "fasık"
sıfatıyla nitelendirilmişlerdir. Bazılarına göre bunlara "fasık" denilmesinin sebebi
başkalarına eziyet ve zarar vererek diğer hayvanların özellikleri dışına çıkmalarıdır.
Metinde geçen ve ihramlı tarafından öldürülemeyeceği ifâde edilen kargadan maksat,
bazılarına göre leş yiyen karga değil, ekin kargasıdır. Çünkü leş yiyen kargaların
ihramlı tarafından öldürülebileceği 1846-1847 numaralı hadis-i şeriflerde ifâde
edilmiştir.

Bu hadisin senedinde Yezîd b. Ebî Yezîd vardır ve onun aleyhinde bazı tenkidler
yapılmıştır.

Hafız ibn Hacer'in "Telhis" isimli eserindeki beyânına göre bu hadiste geçen "kargaya
atış yapabilir fakat öldüremez" sözü, münker bir sözdür. "es-Sebü'u'l-âdî = yırtıcı
hayvan" sözü ise, İmâm Ebû Hanife hazretlerinin bir önceki hadisteki el-Kelbu'l-akûr
= yırtıcı köpek" kelimesine "bildiğimiz köpek" mânâsı verip, "akûr kelimesi köpek
kelimesini nitelendirmez" demesini doğrulamaktadır. Çünkü "es-Sebu'u" kelimesinde
yırtıcılık mânâsı bulunduğundan "el-'âdî= saldırgan" sıfatına ihtiyacı yoktur. Yani
burada "el-'âdî" kelimesi "es-Sebu'u" kelimesini nitelendirmiyor. Dolayısıyla bu
durum 1846-1847 numaralı hadislerdeki "akûr-yırtıcı" kelimesinin "kelb = köpek"
kelimesini nitelendirmediğine delâlet eder ve imâm Ebû Hanife hazretlerinin görüşünü

te'yid eder.^^

40. İhramh Av Eti Yiyebilir Mi?

1849. ...Abdullah b. el-Hâris'in babası el-Hâris'den rivayet edildiğine göre -ki Haris,
Tâif te Osman (r.a)'in amili idi- Hz. Osman için içerisinde keklik ve yaban eşeği eti
bulunan bir yemek yaptı. (Hz. Osman, yemeğe davet etmek üzere) Hz. Ali'ye (bir elçi)
gönderdi. (Elçi) geldiği zaman Hz. Ali develeri için (ağaçtan yaprak) silkmekteydi.
Biraz sonra ellerinden yapraklan silkeleyerek (yemeğe) geldi. Kendisine "sen de ye"
dediler. "Siz onu ihramsız olan kimselere yediriniz. Çünkü biz ihramlıyız. Burada
bulunan en cesur kimselere (yani size) soruyorum; Allah aşkına siz, rasûlullah'a
ihramlı iken bir adamın vahşi eşek hediye ettiğini fakat onu yemedeği-ni biliyor



musunuz" dedi. Onlar da "evet" cevabım verdiler.



Açıklama

Hz. Ali Resûl-i Ekrem'in ihramh iken vahşî eşek eti yemediğini bildiği için kendisine
ikram edilen vahşi eşek etini yememiştir. Çünkü kendisi de o anda ihrarıh idi.
Kendisini bu yemeğe davet eden ve içlerinde Hz. Osman'ın da bulunduğu cemaatin de
Resûl-i Ekrem'in ihramh iken vahşi eşek eti yemediğini bilmeleri gerekiyordu. İşte Hz.
Ali Resûl-i Ekrem'in ihramh iken vahşi eşek eti yemediğini onlara hatırlatmak istedi
ve hadiseyi metinde geçtiği şekilde hatırlattı. Orada "hazır bulunanlar olayı
hatırlayarak Hz. Ali'yi tasdik ettiler.

Hz. İbn Abbas'm rivayet ettiği bir hadis-i şerifde şu anlamdadır: es-Sa'b b. Cessâme,

Rasûlullah (s.a.)'e Ebvâ'da yahut Veddân'da iken bir yaban eşeği hediye etti de bu

hediyeyi kabul etmedi. es-Sa'b'm üzüldüğünü yüzünden anlayınca,

n 291

"Almanıazlık etmezdim, alırdım, ama ihramhyız" buyurdu.

Hafız İbn Hacer'in beyânına göre bazıları bu hadise bakarak ihramlı-nm av eti
yemesinin kesinlikle haram olduğuna hükmetmişlerdir. Çünkü bu hadiste Resûl-i
Ekrem'in av eti yemekten kaçınması sadece ihramh oluşuna bağlanmıştır. Hz. Ali, İbn
Abbas, İbn Ömer, el-Leys, es-Sevrî (r.a.) bu görüştedirler, fakat Müslim'in rivayet
ettiği; "İhramh olarak Talha b. Ubeydillah'm yanında bulunuyorduk. Kendisine bir kuş
hediye ettiler. Talha uyuyordu. Bazımız bundan yedik, bazımız da yemekten çekindik.
Talha uyanınca yiyenlerin hareketini doğru buldu ve "Biz onu Resûlullah (s. a.) ile

beraber yedik" dedi,"^^ anlamındaki hadis-i şerif ile Ebû Kata-de'nin rivayet ettiği,
"Ya Resûlallah! Ben bir av vurdum, ondan artan bir parçayammdadır." dedim. Bunun
üzerine Peygamber (s. a.) yanındaki cemaate ihramh oldukları halde "yeyin"

buyurdular, "^"^ anlamındaki hadis-i şerif ve Umeyr b. Seleme'nin, el-Behzî
Peygamber (s.a.)'e bir vahşi eşek hediye etti de Hz. Peygamber Hz. Ebu Bekr'e

[1321

arkadaşları arasında paylaştırmasını emretti, " J 1 anlamındaki hadis, ihramhmn av

eti yemesinin caiz olduğunu ifade etmektedirler. Küfe ulemâsıyla Seleften bir cemaat
de hadis-i şeriflere bakarak ihramhmn av eti yemesinin caiz olduğuna hükmetmiştir.
Ulemânın büyük çoğunluğuna göre ise, bu hadislerin arasını şu şekilde telif etmek
mümkündür.

1. İhramlmm av eti yemesinin helâl olduğunu ifade eden hadisler, ihramsız bir kimse
kendisi için avlayıp da daha sonra ihramh kimselere ikram ettiği avın etleriyle ilgilidir.
İhramlmm av eti yemesinin yasak olduğunu ifade eden hadisler ise, ihramsız bir
kimsenin ihramh bir kimseye ikram etmek üzere avladığı avlardır.

2. Bu konuda İmâm Mâlik daha başka telif şekilleri göstermiştir. Şöyle ki:

a. îhramh, daha ihrama girmeden önce avlanan avın etinden yiyebilir. Çünkü
ihramlmm av eti yemesinin helâl olduğunu ifâde eden hadisler ihramhnm ihrama
girmesinden önce avlanan avların etidir.

b. İhramlmm av eti yemesinin haram olduğunu ifade eden hadis-i şerifler ise
ihramlmm ihrama girmesinden sonra avlanan avlarla ilgilidir.

3. Osman (r.a.)'m yaptığı bir başka te'lif şekli de şöyledir:

a. İhramlmm av eti yemesinin caiz olmadığım ifade eden hadisler bizzat ihramlmm



kendisine ikram etmek üzere avlanan avlarla ilgilidir.

b. İhramlmm av eti yemesinin helal olduğunu ifâde eden hadisler ise, ihramda
olmayan kimselere ikram etmek üzere avlanan avlarla veya kendisine ikram edilmek
üzere avlandığı halde başka bir ihramlıya ikram edilen avlarla ilgilidir.
Bu konuda "Bezlu'I-mechûd" yazarı şunları söylüyor: "Ben derim ki; biz Hanefîlere
göre Resülullah'm kendisine hediye edilen vahşi eşeği kabul etmeyişinin sebebi o
eşeğin canlı olarak hediye edilmiş olmasıyla ilgilidir. Çünkü Buhârî'nin rivayet ettiği
[1331

hadis J 1 bunu ifade etmektedir. Eğer bu eşeğin avlanmış olarak hediye edildiği

kabul edilirse, o zaman da bu hayvanı avcıya Resûl-i Ekrem'in gösterdiği ve bu
sebepten ihramlı iken bu hayvanın etini yemekten kaçındığı düşünülebilir. Yoksa
ihramlmm av eti yemesinde bir sakınca yoktur. Nitekim es-Sa'b'dan rivayet edilen ve
Beyhâkî'nin "sahih senedle rivayet edilmiştir" dediği "-Resülullah'm kendisine ikram
edilen bir vahşi eçek etinden yediğini" ifade eden hadiste bu ihtimali te'yid

etmektedir. "L^-J

1850. ...İbni Abbas (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, kendisi (Zeyd'e hitaben)

Ey Zeyd b. Erkam, sen Resûlullah (s.a.)'e bir av parçası hediye edildiğini ve onu kabul

etmeyip "Biz ihramhyız" dediğini biliyor musun? demiş. (Zeyd de):

Evet, cevabını vermiş.
Açıklama

Bu hadisle bir önceki hadis ihramlı bir kimsenin av eti yemesinin caiz olmadığım
mutlak surette ifâde etmektedirler. Onu avlayan kimsenin ihramlı olup olmamam
arasında bir fark olmadığı gibi o hayvanı kendisi için veya başkasına ikram etmek için
avlamış olması da önemli değildir. Bu hallerin hepsinde de ihramlmm av eti yemesi
haramdır. Çünkü hadiste ihramlmm av eti yemesinin sebebi ihramlı olmasına
bağlanmıştır. Hz. Ali ile İbn Abbas ve İbn Ömer (r.a.) bu görüştedirler. Ayrıca el-Leys
b. Sa'd, es-Sevrî ve İshâk (r.a.) de bu görüştedirler. Delilleri ise, bu hadisle birlikte;
"deniz avı yapmak ve onu yemek kendinize de misafire de bir faide olmak üzere sizin

için helâl edildi. İhramda bulunduğunuz müddetçe ise, kara avı haram kılındı, "^^
anlamındaki âyet-i kerime ile bir önceki hadis-i şerifin şerhinde geçen îbn Abbâs'-m

[137]

es-Sa'b b. Cessâme'den rivayet ettiği hadistir.

İmâm Şafiî, Ahmed ve ulemânın büyük çoğunluğuna göre ihramlmm, ihramlı bir
kimsenin avladığı kara avmm etini yemesi haramdır. Fakat ihramlı bir kimse ihramsız
olan bir kişinin kendisi için avlamış olduğu avın etini yiyebilir. Fakat ihramlı bir
kimsenin ihramsız avcıya o avı avlaması için avın yerini göstermek gibi bir yardımda
bulunmamış olması şarttır. Delilleri ise 1851 numaralı hadis-i şerif ile Buhârî ile
Müslim'in rivayet ettikleri şu hadistir: "Resûlullah (s. a.) hac niyetiyle yola çıktı.
Onunla beraber biz de çıktık. Derken içlerinde Ebû Katâde'nin de bulunduğu bazı
ashabını ayırarak:

"Bana kavuşuncaya kadar deniz sahilini takip edin," buyurdu. Ayrılanlar deniz sahilim
tuttular. Resûlullah (s.a.)'den ayrılınca hepsi ihrama girdiler. Yalnız Ebû Katâde
girmedi. Yolda giderlerken ansızın bir takım yaban eşekleri gördüler. Ebû Katâde



hemen üzerlerine hücum ederek onlardan bir dişi eşeği vurdu. Arkadaşları
hayvanlarından inerek onun etinden yediler. Sonra:

(Eyvah) ihramlı iken et yedik, dediler. Eşek etinin kalan kısmını yanlarına aldılar.
Resûluilah (s.a.)'e gelince:

Ya Resulullah! Bizleri ihrama girmiştik. Ebû Katâde ihramlanmamıştı. Derken bir
takım yaban eşekleri gördük. Ebû Katâde derhal bunlara hücum ederek içlerinden dişi
bir yaban eşeğini vurdu. Biz de hayvanlarımızdan inerek onun etinden yedik. Sonra
da;

(Eyvah) ihramlı olduğumuz halda av eti yiyoruz, dedik. Etinin kalan kısmım da

getirdik, dediler.

Bunun üzerine Resûluilah (s.a.):

"Sizden biriniz Ebü Katâde'ye emretti, yahut bir şeyle işarette bulundu mu?" diye
sordu. Ashâb:
"Hayır" dediler.

r 1 3 81

"Öyle ise, kalan etini yeyin," buyurdular.

Anılan âlimler bu hadislerden başka 1852 numaralı hadisi de kendi görüşlerine delil
olarak gösterirler.

İmâm Mâlik de bu görüştedir. Ancak kendisine "İhramlı iken ölü eti yemek
zaruretinde kalan bir kimsenin avlamış olduğu av etiyle ölü hayvan etlerinden
hangisini yiyebileceği" sorulunca, bu etlerden sadece ölü hayvan etini yiyebileceğini
söylemiş ve "Çünkü Allah teâlâ ihramlımn av eti yemesine hiçbir zaman müsaade
vermemiş fakat zaruret halinde ölü hayvan eti yemesine izin vermiştir," demiştir.
Allah teâlâ'mn ihramhya hiç bir zaman av hayvanı! eti yeme izni vermediğine delil
olarak: "Ey imân edenler, siz (hac ve umre için) ihramlı bulunurken av
[139]

öldürmeyin âyetiyle "ihramda bulunduğunuz müddetçe ise kara avı haram

kılındı," ^— ^ âyetini, ihramlımn zaruret halinde ölü hayvan eti yemesine izin
verdiğine delil olarak da, "Kim (bunlardan bir şeyi yemeye) muztar kalırsa, tecâvüz
etmemek ve (zaruret miktarını) aşmamak üzere (yiyebilir). Çünkü Rabbin çok

yarlığayıcı, çok esirgeyicidir," - ^ ayetini göstermiştir.

Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte ifâde edilen "Resûl-i Ekrem'in kendine ikram
edilen av etini yemekten kaçınması", mezkûr ulemaya göre iki şekilde açıklanabilir:

a. Resûl-i Ekrem bir ihramlı olarak bu avın kendisi için avlandığını bildiğinde dolayı;

b. Yahutta bu avın avlanmasına bir ihramlımn yardımcı olduğunu bildiği için onu
yemekten kaçınmış olabilir.

İmâm Şafiî, İmâm Ahmed ve cumhur-u ulemâya göre tercümesini sunduğumuz Mâide
Sûresinin 195 ve 196 âyet-i kerimelerinin genel anlamlan 1851 numaralı hadisie tahsis
edilmiştir.

Hanefî ulemâsına göre ise; ihramlı bir kimse kendisi için ihramsız, avcı tarafından
avlanmış olan bir avı yiyebilir. Ancak o avı avcıya kendisinin göstermemiş olması şart
olduğu gibi avcıya başka bir ihramlınm da o avı avlamakta yardım etmemiş olması
şarttır. Bu konudaki delilleri, 1852 numaralı hadis-i şeriftir. Çünkü sözü geçen hadiste
"Resûl-i Ekrem'in ihramlı olanlara kendilerine sunulan bir avı yemeye izin verdiği"
ifade ediliyor. Hanefî ulemâsına göre bu avı takdim eden avcı avı kendisi için değil,
Resûl-i Ekrem ve ashabı için avlamıştı.

Hz. Ömer'in konu ile ilgili kanaatleri de Hanelilerin görüşünü desteklemektedir. Hz.



Ebû Hureyre'nin rivayetine göre, "Bir kimse, Hz. Ömer'e ihramlı av eti yiyebilir mi?"
diye sormuş da Hz. Ömer ona yiyebileceğini söylemiştir. Daha sonra Hz. Ebû
Hureyre, Hz. Ömer'in bu fetvasını Hz. Abdullah b, Ömer'e nakletmiş, İbn Ömer bu

[1421

fetvanın doğru olduğunu ifade etmiştir. " J Hanefî ulemâsı bu görüşlerinin

doğruluğuna delil olarak ayrıca, "ihramlı olarak Talha b. Ubeydillah'm yanında
bulunuyorduk. Kendisine bir kuş hediye ettiler de Talha uyuyordu. Bazımız bundan
yedik, bazımız da yemekten çekindik. Talha uyanınca yiyenlerin hareketini doğru

buldu ve "Biz onu Resûllah (s. a.) ile beraber yedik" dedi,"^-^ anlamındaki hadis-i
şerif ile Umeyr b. Seleme'nin rivayet ettiği "el-Behzî Peygamber (s.a.)'e bir vahşi eşek
hediye etti de Peygamber (s.a.), Hz. Ebû Bekr'e arkadaşları arasında paylaştırmasını
I" 1441

emretti" J 1 anlamındaki hadis-i şerifi delil gösterirler.

Hanefî uleması cumhurun delilini teşkil eden "Size ihramda iken kara avı(mn eti)
helâldir. Onu kendiniz avlamadığınız veya o sizin için avlanmadığı takdirde"
anlamındaki 1851 numaralı hadisteki "ev = yahut" harfinin "illâ = müstesna"
anlamında kullanıldığını söyleyerek hadîse "ihramlı iken kendiniz avlamadığınız
takdirde size kara avı(mn eti) helâldir. Kendiniz avlamışsanız, o zaman haramdır.
Fakat o avın sizin için avlanmış olması müstesna. O zaman helâldir," mânâsını vererek
söz konusu hadisin de kendi görüşlerini desteklediğini savunurlar.
Cumhur-i ulemâ ise, Hanefî âlimlere şu cevabı vermişlerdir:

1. Hanefılerin iddia ettiği gibi Ebû Katâde, Talha ve el-Behzî hadisleri "yenmesi helâl
olan avın, ihramlı için avlanan av olduğunu açıkça ifade eden birer metin değillerdir.
Ancak bu mânâya gelmesi ihtimali vardır. Başka bir ifâdeyle hadisin bu mânâya
gelmesi, sadece bir ihtimalden başka birşey değildir. Buna kesin bir netice gibi
sarılmak doğru değildir.

2. 1851 numaralı Câbir hadisinde geçen "ev = yahut" kelimesine "illâ = müstesna"
mânâsı vermek delilsiz ve karinesiz olarak zahirî mânâyı terk etmek demektir. ^— ^

1851. ...Câbir b. Abdillah'dan; (demiştir ki:) Resûlullah (s.a.)'ı;

"Kendiniz avlamadığınız veya sizin için avlanmadığı takdirde, ihramlı iken size kara
avı(nm eti) helâldir/' buyururken dinledim. ^— ^

Ebû Dâvud dedi ki: Peygamber (s.a.)'den (gelen) iki haber çeliştiği zaman, (bunlardan)

[147]

sahabenin sarıldığı habere itibar edilir./ 1

Açıklama

Bu metin imam Şafiî'nin Müsned'inde; "İhramlı iken av (eti yemeniz) size helaldir"
şeklindedir.Biz tercümeyi herne kadar tercümeye esas aldığımız Sünen-i Ebû Dâvûd
nüshasına göre yapmış isek de Tekmiletu'l-Menhel yazan Emin Mahmud Hattâb
Sünen-i Ebû Dâvûd nüshalarının çoğunda bu hadisin metninin son cümlesinin

şeklinde bulunduğunu ifâde ediyor. Bu nüshalara göre hadis-i şerifi şu şekilde
tercüme etmek gerekir: "Siz ihramh İken kendiniz avlamadığınız takdirde size kara avı
(mn eti) helaldir. Kendiniz avlanırsanız o zaman haramdır. Fakat o avın sizin İçin
(ihramh olmayan başka birisi tarafından) avlanmış olması müstesna. O zaman



helaldir." Bir önceki hadis-i şerifin şerhinde de ifâde ettiğimiz gibi bu mânâ, "ihramh
bir kimse kendisi için avlanmış olan avı yiyebilir, ancak o avı avcıya kendisinin
göstermemiş olması şarttır" diyen Hanefî ulamasının görüşünü te'yid eder.
İmam Ahmed ile Tirmizî'nin rivayetlerinde bu cümle bizim tercümeye esas aldığımız
nüshadaki gibi şeklinde tesbit edilmiştir.

Ebû Dâvûd bu hadisin sonuna ilâve ettiği talik ile, "iki hadis arasında bir aykırılık
görülür de bunların arasını uzlaştırmak mümkün olmazsa o zaman, sahabe-i kiram bu
hadislerden hangisiyle amel etmişse o tercih edilir" demek istiyor. Böylece o,
konumuzu teşkil eden Câbir hadisiyle 1849 ve 1950 numaralı hadisler arasında çelişki
bulunduğunu, binaenaleyh bu hadislerde ihramlımn av eti yemesinin yasak olduğunu
ifâde eden 1849 numaralı Hz. Ali hadisiyle 1850 numaralı İbn Abbâs hadisinin tercih
edilmesi lâzım geldiğini vurguluyor.

Fakat Tekmiletu'l Menli el yazarının beyânına göre mevzumuzu teşkil eden Câbir
hadisiyle 1849 ve 1850 numaralı hadislerin arasını uzlaştırmak mümkündür. Çünkü

1849 ve 1850 numaralı hadislerin hükmü geneldir. Mevzumuzu teşkil eden Câbir
hadisi onların hükmünü tahsis etmiştir. Ayrıca sahâbe-i kiram bu konuda 1849 ve

1850 numaralı hadislerle amel etmekte ittifak sağlayamadıklarından bu mevzuda Ebû
Davud'un talikinin hükmünü uygulamak mümkün değildir. Çünkü Talha b. Ubeydillah

ile Ebû Katâde bu konuda Hz. Câbir ile beraberdirler. ^ - ^
Bazı Hükümler

1. îhramlı bir kimsenin avladığı hayvanının etim yemesi haramdır. Bu konuda ulema
ittifak etmiştir.

2. îhramlı olmayan bir kimsenin ihramlı bir kimse için avlamış olduğu bir avı o
ihramlımn . emesi de ulemanın büyük çoğunluğuna göre haramdır. Hanefî ulemasına
göre ise bu avı o ihramlımn yemesinde bir sakınca yoktur.

3. Fakat ihramlımn herhangi bir yardımı olmadan o avı ihramsiz bir kimse kendisi için
avlamışsa o avı herhangi bir ihramlımn yemesinde sakınca yoktur. Bu konuda

cumhuru ulemâ ile hanefî ulemâsının görüşü birdir

1852. ...Ebû Katâde'den rivayet olunduğuna göre kendisi Resülullah (s. a.) ile
beraberdi ve Mekke yolunun bir bölümünde bir kaç ihramlı arkadaşıyla birlikte geri
kaldı. Kendisi ihramlı değildi. Derken bir yaban eşeği gördü ve atının üstünde
doğrularak arkadaşlarından kamçısını kendisine vermelerini istedi, vermek
istemediler. Onlardan mızrağını istedi, kabul etmediler. Bunun üzerine onu kendisi
aldı sonra eşeğin üzerine, saldırarak onu öldürdü. Resülullah (s.a.)'m ashabından
bazıları ondan yediler. Bazıları da yemediler. Resülullah (s.a.)'e ulaşınca bu meseleyi
O'na sordular da (Resul-i Ekrem);

"Bu Allah'ın size ikram ettiği bir rızıktır," buyurdu J—^—^
Açıklama



Buharî, Nesâî ve Dârekutnî'nin rivayetlerinden açıkça anlaşıldığına göre metinde
anlatılan hâdise Hudeybiye umresinde cereyan etmiştir. Her ne kadar Ebû Katâde



hadisinde bu hâdise anlatılırken "Rasûlullah (s. a.) hac niyyetiyle yola çıktı"^ ^

deniyorsa da gerçek olan budur. Hacc kelimesiyle mecazî umre kast edilmiştir. Beyha-
kî'nin rivayetinde ise bu cümle "Resûlullah (s.a.) hac veya umre niyetiyle (yola)

çıkmıştı"'- şeklindedir. Hafız İbn Hacer'in beyânına göre, "Beyhakî'nin bu
rivâyetindeki şüphe ravî Ebû Avâne'ye aittir. Oysa Yahya b. Ebi Kesîr bu hâdisenin
kesinlikle Hudeybiye umresinde vuku bulduğunu ifade ediyor ki, işin doğrusu da

budur. "^^1

Ebu Katâde hadisinde açıklandığına göre bu yolculukta Ebû Katâde (r.a.) ile bazı
arkadaşlarının geride kalmalarının sebebi, "Resûl-i Ekrem'in, içlerinde Ebû Katâde'nin
de bulunduğu bazı sahâbileri ayırarak;

"Bana kavuşuncaya kadar deniz sahilini takib edin" buyurmasıdırJ Arkadaşları
ihrama girdiği halde bu yolculukta Ebû Katâde (r.a.)'nin ihrama girmemesi, henüz o
tarihlerde mikatlerin tayin edilmeyişinden ileri gelmiş olabilir. Ebû Katâde kamçısını
ve mızrağım ahvermelerini rica ettiği halde arkadaşlarının bundan kaçınmasının
sebebi ise, onların ihramlı bulunmalarıdır. Hafız İbn Hacer'in beyânına göre bu hâdise
Muhammed b. Cafer'in rivayetinde şöyle anlatılıyor: "Atın yanma varıp onu eğerleyip
üzerine bindim. Fakat, kamçıyı ve mızrağı unutmuştum. Onlara (arkadaşlarıma), "bana
kamçıyı ve mızrağı alıverin" dediysem de; "Vallahi biz sana hiçbir işte yardım
etmeyiz" cevabını verdiler. Bunun üzerine ben de kızarak indim, ikisini de kendim

aldım. Ve (hayvana bindim). Müslim'in rivayetinde ise, "bir ara baktım ki
arkadaşlarım bir şey görmeye çalışıyorlar. Ben de baktım, bir de ne göreyim bir yaban
eşeği... Derhal atımı eğerleyerek mızrağımı aldım sonra hayvana bindim kırbacım
düştü de ihramh bulunan arkadaşlarıma:
Şu kırbacı bana alıverin, dedim. Onlar:

Vallahi bu hususta sana hiç bir yardım yapamayız dediler, L-^J şeklindedir. Bu iki
rivayet arasında bir çelişki olduğu zannedilmemelidir.. Çünkü birinci hadisteki
"kamçımı ve mızrağımı unuttum" sözü mecazen "kırbacımı ve mızrağımı düşürdüm"
anlamında kullanılmıştır. Bilindiği gibi unutmak, düşürmenin sebebi olduğundan
aralarında sebep- sonuç alâkası bulunmaktadır.

Ebû Katâde'nin avladığı avın etinden arkadaşlarının yememeleri ise, şüpheli işlerden
kaçınmak gayesine matuf olabileceği gibi "ihramlı olduğunuz müddetçe kara avı size

haram kılınmıştır. "L-^ âyeti kerimesinin genel hükmüyle amel etmek istemiş
olmalarından kaynaklanmış da olabilir. Resûl-i Ekrem'in, "Bu ancak Allah'ın size
ikram ettiği bir rıziktır" buyurması yakalayıp kesmek mümkün olmayan bir hayvanı

yaralayarak öldürmenin onu boğazlamak yerine geçtiğini ifâde eder.^^



Bazı Hükümler



1. İhramlı bir kimsenin ihramsız olan bir kimseye bir hayvanı avlaması için yardım
etmesi caiz değildir.

2. Hz. Peygamber hayatta iken sahâbîlerin ictihadda bulunmaları
caizdir.

3. İhramlı bir kimsenin ihramsız bir kimsenin avladığı avdan yemesi caizdir. Biz bu



konuyla ilgili mezhep imamlarının görüşlerini bir önceki hadisin şerhinde açıklamış
bulunmaktayız. ^ - ^

41. thramlının Çekirge Avlaması

1853. ...Ebû Hureyre'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (s.a.):
"Çekirge deniz avı (türün)dendir." buyurmuştur. ^

Açıklama

Çekirge'nin avı deniz hayvanlarının avı türünden kabul edilmiştir. Bu bakımdan
hükümleri arasında fark görmemiş olan alimler vardır. Nitekim Resûl-i Ekrem (s.a.)

"Gerçekten çekirge denizdeki balığın denizde saçtığı bir yaratıktır" t— ^ buyurmuştur.
Atâ b. Yesâr'dan rivayet olunduğuna göre, Kâbü'l-Ahbâr bir kafile ile birlikte
Medine'ye müteveccihen yola çıkmışır. Yolda bir av etine rastladılar. Ka'b
yanındakilere bu avın yenilebileceğine dâir fetva verdi. Medine'ye vardıkları zaman
bunu Hz. Ömer'e haber verdiler. O da;

Size bu fetvayı kim verdi? diye sordu. Onlar "Ka'b" diye cevap verdiler. Bunun
üzerine Hz. Ömer;

Ben Ka'b'ı memleketinize dönünceye kadar size başkan tayin ediyorum, dedi. Sonra
Mekke'ye müteveccihen yola çıktılar. Yolda karşılarına bir çekirge sürüsü çıktı. Ka'b
onlara bu çekirgeleri tutup yemelerini söyledi. Sonra tekrar Hz. Ömer'in yanma
geldikleri zaman, bunu da haber verdiler. Hz. Ömer Ka'b'a;

Bu fetvayı neye dayanarak verdin? diye sordu. Yani Hz. Ömer ihramlı oldukları halde
çekirge yemelerinin delilini sordu. Ka'b da; -Çünkü o deniz avmdandır, diye cevap
verdi. Hz. Ömer'de: -Çekirgenin deniz avından olduğunu ne biliyorsun? diye sordu.
Ka'b: -Ey mü'minlerin emîri! Allah'a yemin olsun ki, çekirge senede iki kere aksıran

balığın saçtığı bir yaratıktır, diye cevap verdi.

Aliyyu'l-Kârî de bu hadis ile ilgili olarak şu açıklamayı yapar: "İlim adamları derki:
Bu hadiste Hz. Peygamber'in çekirgeyi deniz avı türünden kabul etmesi, ölüsünün

yenmesinin helal kılınması açısından aralarındaki benzerlik dolayısıyladır. ^ - ^
Bazı Hükümler

1. İhramlı bir kimsenin avlayıp yemesinin caiz olması ve kesilmeden yenmesinin
caiz olması bakımından çekirge deniz av hayvanlarına benzer.

2. İhramlı bir kimsenin çekirgeyi avlayıp yemesinden dolayı o ihramlıya herhangi bir
ceza gerekmez. Urve b. ez-Zübeyr, Ebû Said el-Hu.drî (r.a.) bu görüştedirler.

Hz. Ömer, Osman, İbn Abbas, İmam Mâlik, Hanefî uleması, İmam Şafiî ve İmam
Ahmed (r.a.)'e göre ise, çekirge kara avlarmdandır. Binaenaleyh çekirgeyi avlayan
veya öldüren bir ihramhya ceza lâzım gelir. Nitekim Abdullah b. Ebî Ammâr'm
rivayet ettiği biri hadîse göre, Ka'b b. Ahbâr'm ihramlı iken unutarak öldürdüğü iki

çekirge karşılığında Hz. Ömer ceza olarak iki dirhem takdir etmiştir.

Bu haber de gösteriyor ki, Hz. Ömer ihramlı iken iki çekirge öldüren Ka'b'a, ceza



olarak iki dirhem sadaka takdir etmiştir ve bunun üzerine Hz. Ka'b, "ihramımın

çekirge avlamasında herhangi bir sakınca yoktur," görüşünden dönmüştür.
Ayrıca el-Kasım b. Muhammed'in rivâyet'ine göre; birgün Hz. Abbâs'm yanında idim
bir adam ona ihramlı iken öldürmüş olduğu çekirgenin hükmünü sordu İbn Abbâs da,

"bir avuç buğdaydır", diye cevap vermiş.

Çekirgenin kara hayvanlarından olduğunu, binaenaleyh ihramlı iken çekirge avlayan
veya öldüren bir kimseye ceza lazım geldiğini savunan ulemâya göre konumuzu teşkil

eden Ebû Dâvûd hadisi zayıftır ve delil olma niteliğinden uzaktır.

1854. ...Ebû Hüreyre (r.a.)'den; demiştir ki: Biz bir çekirge sürüsüne rastlamıştık.
İçimizden birisi ihramlı olduğu halde kamçıyla (çekirgelere) vuruyordu. Kendisine
bunun uygun (bir hareket) olmadığı söylendi. Bu olay Peygamber (s.a.)'e haber verildi
de Peygamber (s. a.):

"O ancak deniz av(lar)mdandir" buyurdu.

Ebû Dâvûd dedi ki: Ebu'l-Mühezzim zayıftır, (bu ve önceki) her iki hadis de hatalıdır.
£1701

Açıklama

"Çekirge deniz av(Iar)mdandır" sözüyle onun deniz avı hükmünde olduğu, yani
ihramlmm çekirge avlayıp ye-
mesinde hiçbir sakınca olmadığı kast edilmiştir. Bilindiği gibi Allah Teâlâ Kur'an-ı
Kerîm'inde; "Deniz avı ve onu yemek size de yolculara da geçimlik olarak helâl

kılınmıştır."^^ buyurarak ihramlı veya ihramsız herkesin deniz hayvanlarını
avlamasında bir sakınca olmadığını beyan buyurmuştur.

Fakat çekirgenin deniz hayvanları hükmünde olduğunu ifâde eden bu hadis zayıftır,
delil olma niteliğinden uzaktır. Nitekim Ebû Dâvûd da hadisin sonuna ilâve ettiği
talikte bu hadisle birlikte bir önceki hadisin de zayıf olduğunu ifâde etmiştir. Çünkü
yine musannifin açıkladığı gibi bu hadisin senedinde "Ebu'l-Mühezzim" vardır. Bir
önceki hadisin senedinde ise, "Meymûn b. Câbân" vardır. Nevevî'nin beyânına göre
konumuzu teşkil eden hadisin zayıf olduğunda bütün ilim adamları ittifak etmişlerdir.
Bu hadis hakkında Tirmizî de şunları söylüyor: "Bu hadis garibdir. Bunu yalnız Ebu'l-
Mühezzim'in Ebû Hüreyre'den rivayetinden bilmekteyiz. Ebu'l-Mühezzim'in adı Yezid
b. Süfyân'dır. Şu'be onun aleyhinde konuşmuştur. İlim adamlarından bazıları,
ihramlmm çekirgeyi avlayıp yemesine ruhsat vermişler. Kimi de çekirgeyi avlar veya

ri 721

yerse sadaka vermesi lâzım geldiği görüşündedirler. " J

[173]

1855. ...Ka'b (r.a.)'den; demiştir ki: -Çekirge deniz av(lar)mdandır. J 1

Açıklama



Ka'bu'l-Ahbâr önceleri çekirgenin deniz hayvanlarından olduğu, binaenaleyh ihramh
bir kimsenin çekirge avlayıp yemesinde veya öldürmesinde bir sakınca bulunmadığı



kanaatinde iken 1853 numaralı hadis-i şerifin şerhinde de açıklandığı, gibi kendisi
ihramh iken öldürdüğü iki çekirgeden dolayı Hz. Ömer'in kendisinden sadaka olarak
iki dirhem vermesi gerektiğini söylemesi üzerine bu fikrinden vazgeçmiştir. Ulemânın
büyük çoğunluğuna göre ihramlı iken çekirge avlayan kimseye ceza lâzım gelir.
Ancak bu cezanın miktarı konusunda da ulemâ ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâlik'e ve
Hanefî ulemâsına göre, ihramh iken çekirge öldüren bir kimsenin vermesi gereken
sadakanın miktarı ile ilgili olarak belli bir ölçü yoktur. Binaenaleyh bu kimse dilediği
kadar sadaka vermekte muhayyerdir. Delilleri ise, 1853 numaralı hadisin şerhinde
geçen İbn Abbas'm bu cezayı onun için "bir avuç buğday" olarak takdir ettiğine dâir
hadistir. İmam Şafiî ve Ahmed'e göre ise, bu cezanın miktarı çekirgenin kıymeti
kadardır. Bir fakire birer müdd veya bir fıtır sadakası kadar buğday verilir. Yahutta

her bir fakire verilecek mezkûr miktarlar karşılığında birer gün oruç tutulur. Bu görüş

[174]

imam Mâlik'den de rivayet olunmuştur. J 1



42. Fidye

1856. ...Ka'b b. Ucre'den rivayet olunduğuna göre Resûlullah (s. a.) Hudeybiye (seferi)'
sırasında Ka'b'm yanma gelip:

"Başının bitleri sana eziyet verdi mi?" diye sormuş. O da: Evet, cevabını vermiştir.
Bunun üzerine Peygamber (s. a.) "Başını tıraş et sonra da bir kurbanlık koyun kes

yahut üç gün oruç tut, yahut da altı fakire üç sa' hurma yedir", buyurmuştur. ^ ^



Açıklama



Hevâm, hâmmenin çoğuludur. Hâmme ise, yılan gibi zehirli olan hayvan
demektir. Sinek ve böcek gibi şeylere de "hâmme" denirse de burada kast edilen bittir.
Zekât bölümününde de açıklandığı gibi bir sa', örfî dirhemle 3,333 kg. ağırlığındaki

ölçüdür/



Bazı Hükümler



1. Hac veya umre için ihrama §iren bir kimsenin ihramlı iken başında bulunan bir
rahatsızlığı sebebiyle saçını tıraş etmesi ve fidye olarak bir koyun kesmesi veya üç
gün oruç tutması veya altı fakire 3 sa' (9,999 kg.) hurma yedirmesi caizdir. Vücudun
diğer kısımlarındaki kılları tıraş etmenin hükmü de baştaki kılları tıraş etmenin hükmü
gibidir. Saçları veya kılları kesmekle tıraş etmek arasında bir fark yoktur. Davud-ı
Zâhirî'ye göre ise, fidye ancak saçların giderilmesinden dolayı lâzım gelir. Vücudun
diğer kıllarını gidermekten dolayı fidye ihramlıya gerekmez.

Hadisin zahirinden ihramlı iken tıraş olan bir kimseye fidye lâzım gelmesi için
saçlarının hepsini tıraş etmiş olması veya kesmesi gerektiği anlaşılıyor. Bu bakımdan
saçlarının tümünü.kesen veya tıraş eden bir ihramhya fidye lâzım geldiği konusunda
icmâ vardır. Ancak saçların bir kısmını kesen ihramlıya fidye lâzım gelip gelmemesi
konusunda ulemâ arasında ihtilâf vardır.

a. Hanefî ulemasına göre ihramlı bir kimseye saçlarını izâle etmesinden dolayı fidye
gerekmesi için saçlarının en az dörtte birini tıraş etmesi veya kesmesi gerekir. Dörtte



birinden daha azını kesen ihramh içinse sadaka olarak yarım sa' (1667 gr.) buğday
vermek gerekir. Bilindiği gibi bu bir sadaka-i fıtr mikdarıdır. Hanefî mezhebine göre
bir organın dörtte biri, bütünü hükmündedir.

b. Şafiî ulemasına göre ise, başın üç kılını üstüste kesen veya tıraş eden bir ihramh
için fidye lâzım gelir. Çünkü çoğulun en azı üç sayıdır. Binaenaleyh bundan üç veya
daha fazla kıl izâle eden ihramh bir kimseye fidye gerekir. Bir kıl izâle eden ihramh
için bir müdd, iki kıl izâle eden ihramh için iki müdd sadaka vermek gerekir. Bir
müdd bir sa'm dörtte birine, eşittir.

c. Hanbelî ulemâsına göre ise, ihramhnm başındaki saçları izâle etmekten dolayı fidye
gerekmesi için saçlarından en az dört kılı tıraş etmiş olması gerekir. Binaenaleyh
başından dört teli izâle eden bir ihramiı fidye olarak bir kurban keser. Başındaki
kıllardan bir kıldan üç kıla kadarım izâle eden bir ihramh ise her kıl için bir müdd
sadaka verir.

d. Mâliki ulemâsına göre ise, bir ihramhya saçlarını izâle etmekten dolayı fidye
gerekmesi için izâle ettiği saç telleri sayısının en az onbir olması lâzımdır. Onbir
adetten daha az sayıda izâle ettiği kıllara gelince:

a. İhramh olan kimse bu kılları başındaki bir rahatsızlığı gidermek için izâle etmişse
kendisine fidye (kurban) lâzım gelir.

b. Eğer bu kılları izâle etmekten böyle bir maksadı yoksa, bir avuç buğday tasadduk
etmesi gerekir.

Tekmiletu'l-Menhel yazarına göre mezheb imamlarının bu konudaki ayrıntılı
hükümlerine Kitab veya Sünnetten bir delil bulmak mümkün görünmüyor. Çünkü

[177]

Cenab-ı Hakk'm "Kurban yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyiniz." 1 1

meâlindeki âyet-i kerimesinde "baş" kelimesiyle başın tümü kast edilmiştir. Başından
üç veya dört kıl izâle eden bir kimse için "başını tıraş etti" demek lügat bakımından da
örf bakımından da doğru değildir. Zahir olan şudur ki: "Baştaki bir rahatsızlığı
gidermek için tıraş olmak" denilince başın her tarafını tıraş etmek anlaşılır.
İhramh bir kimsenin ihramsız bir kimsenin saçlarını tıraş etmesi meselesine gelince:
İmam Şafiî, Mâlik, Ahmed ve Ebû Hanife (r.a.)'e göre bu ihramhnm sadaka vermesi

gerekir/

Bu durum ihramhnm saçlarını ortada bir zaruret yokken, bile bile tıraş etmesi veya
kesmesi haliyle ilgilidir. Ancak bir zaruretten dolayı tıraş etmişse bunda herhangi bir
vebal yoktur. Bilmeyerek tıraş etmişse ilim adamlarının büyük çoğunluğuna göre bu
tıraştan dolayı herhangi bir vebâl olmadığı gibi fidye de gerekmez. Zahirî
mezhebinden îbn Hazm'a göre ise, herhangi bir zaruret olmadan bile bile başını tıraş
eden bir ihramlı-mn haccı fâsid olur.

"Üç gün oruç tut" sözünde bu orucun hangi günlerde tutulacağı açıklanmadığı gibi
peşi peşine tutulup tutulmayacağı da söz konusu edilmemiştir. Ancak bu orucun da
diğer oruçlar gibi bayram günlerinde tutulmasının haram olduğu oruç konumundaki
genel hükümlerden anlaşılmaktadır.

Bu üç günlük orucun teşrik günlerinde tutulması meselesine gelince bu konuda ihtilâf
vardır. (Bilindiği gibi teşrik, eti güneşletip kurutmaktır. Zilhiccenin on birinci on
ikinci ve on üçüncü günleri kurban etlerini güneJ şe sererek kurutmak Araplarca
âdettir. Onun için bu üç güne teşrîk günleri denir.)

İmam Mâlik'e göre saçları tıraş etmeden dolayı fidye olarak tutulacak oruç, teşrik
günlerinde tutulur. İmam Ahmed'in de bu görüşte olduğuna dair bir rivayet vardır.



İmam Mâlik'in meşhur olan mezhebi budur. Hanefî ulemâsına ve İmam Şafiî'ye göre
ise, teşrik günlerinde fidye olarak tutulacak orucu tutmak caiz olmadığı gibi başka
oruçları tutmak da caiz değildir. İmam Ahmed'in de bu görüşte olduğuna dair bir
rivayet vardır.

3. "Yahutta altı fakire üç sâ' hurma yedir" cümlesine bakarak ulemânın büyük bir
kısmı fidye olarak verilecek üç sâ hurmanın her birine yarımşar sâ olmak üzere altı
fakire, dağıtılmasına hükmetmişlerdir. Ebû Hanîfe (r.a.)'ye göre ise, üç sâ'm hepsi
birden bir fakire verilir.

Nâfı', el-Hasen ve İkrime (r.a.) hazretlerine göre ise, ihramlı iken kıllarını kesen veya
tıraş eden bir kimse ongun oruç tutar, ayrıca on fakiri de doyurur. Fakat bu hadis,
onların aleyhine bir delildir.

Her ne kadar bu hadis-i şerifte fakirlere fidye olarak bir ölçek hurma yedirilmesi
emredilmiyorsa da ileride gelecek olan 1860 numaralı hadiste fidye olarak fakirlere bir
ferak (3 sa') kuru üzüm yedirilmesi emredilmek-tedir. Bu da buğday, hurma ve
arpanın kuru üzümle aynı hükme tabi olduğunu gösterir. Çünkü her yerde buniar
birbirlerinin yerini tutmaktadırlar. Ve bunlardan hiç birinin üç sa'dan aşağısının fidye
olarak kâfi geldiği görülmemiştir. Mâîikî ve Şafiî ulemâsı bu görüştedir. İmam Ah-
med'in meşhur olan görüşü de budur.

Yine İmam Ahmed'den gelen bir rivayete göre fidye olarak altı fakirin her birine
buğdaydan bir ölçek hurma, kuru üzüm ve arpadan yarım ölçek yardım kâfidir, i
Hanefî ulemâsına göre ise, altı fakirden her birine buğdaydan yarım ölçek
diğerlerinden bir ölçek yedirilir.

4. Hadisin zahirine göre fidye olarak kurban kesmek, üç gün oruç tutmak, ve fakirlere
yemek yedirmek olmak üzere üç çeşit ödeme yolu tavsiye edilmiş fakat bunların
nerede edâ edileceği konusunda herhangi bir açıklama yapılmamıştır.

a. İmam Mâlik'e göre bunlardan istenileni istenilen yerde edâ edilebilir. Herhangi bir
yer ile kayıtlı değildir.

b. Hanefî ulemâsına göre yemek yedirmek için belli bir yer yoksa da kurban kesmek
için belli bir mekân' tâyin edilmiştir. Bu da haremin hudududur. Zaman tayini ise
kurban için söz konusu değildir.

Oruca gelince, oruç içinde belli bir zaman ve mekân tayin edilmediği görüşünde bütün
ulemâ ittifak etmiştir.

İmam Şafiî'ye göre yemek yedirmek ve kurban kesmek için yer olarak Harem tayin
edilmiş, Haremin dışında yedirilen yemek veya kesilen kurban fidye olarak makbul

değildir.

Bu hadiste Hz. Ka'b oruç tutmak veya fakir doyurmak yahut hayvan kesmekte
muhayyer bırakıldığı gibi âyet-i kerimeden dahi bu mânâ anlaşılır. İbn Abdilberr, belli
başlı bölgelerin ulemâsının (ulemau'l-emsâr) bu şekilde amel ettiklerini söylemiştir.
İmam A'zam, İmam Şafiî ve Ebû Sevr muhayyerliğin zaruret zamanına mahsus
olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre zaruret yokken kendi ihtiyarına göre hareket
eden kimseye hayvan kesmek icab eder. Hadisin Abdullah b. Muğaffel rivayetinden;
muhayyerliğin ancak hayvan kesmeğe kudreti olmayana bahsedildiği anlaşılmaktadır.
Böylesi fakir doyurmakla oruç tutmak arasında muhayyerdir.

Hadisin lafzı şöyledir: Rasülullah (s. a.) Ka'b'a: "Öyleyse ya oruç tut ya fakir doyur."
buyurdular. Bundan dolayıdır ki Ebu Avâne: "Bu hadis hayvan kesmeye kudreti
olanın oruç tutamayacağına ve fakir doyurarna-yacağma delildir. Lâkin ulemadan



buna kail olanı bilmiyorum. Yalnız Taberânî ile başkalarının rivayetine göre said b-
Cübeyr:

"Nüsük, koyun kesirîektir. Koyun bulunamadığı takdirde kıymeti dirhem olarak,
dirhem de yiyeceğe çevirilerek kıymet biçilir ve tasadduk edilir. Yahut her yarım sâ'
için bir gün oruç tutulur, demiştir" diyor.

. Taberânî bu rivayeti A'meştarikiyle tahriç etmiştir. A'meş: "Ben bunu İbrahim'e
söyledim, o da bunun mislini Alkame'den işittiğini anlattı" demiştir.
Bu takdirde iki rivayetin arasını bulmak icab eder. Ulemâ bunların
arasını muhtelif şekillerde cemetmişlerdir. Şöyle ki:

a. İbn Abdilberı'e göre, hadiste tertibin vâcib olduğuna değil, tercihine işaret vardır.

b. Nevevî'ye göre, maksat oruç veya fakir doyurmanın yalnız kurban bulamayana
mahsus olduğunu anlatmak değil, hayvan kesmeye iktidarı

olanın kesmekle oruç tutmak veya fakir doyurmak arasında muhayyer olduğunu
bildirmektir. Hayvan bulamayan ise yalnız oruçla fakir doyurmak arasında
muhayyerdir.

c. Bazılarına göre ihtimal ki, Peygamber (s. a.) Hz. Ka'b'a başım tıraş etmesi için izin
verince âyet-i kerime inerek bu gibilerin hayvan kesmek fakir doyurmak ve oruç
tutmak arasında muhayyer olduğunu bildirmiş Resûlullah (s. a.) de Hz. Ka'b'm hayvan
kesemeyeceğini bildiği için kendisini oruçla fakir doyurmak arasında muhayyer

bırakmıştır.

1857. ...Ka'b. b. Ucre'den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s. a.) O'na;

"İstersen bir kurban kes, istersen üç gün oruç tut, istersen alü fakire üç sâ' hurma

yedir" buyurmuştur. L-^-J



Açıklama



Burada geçen "kurban" sözüyle "koyun" kast edilmiştir. Nitekim bir önceki hadisin
metninde "kurban" kelimesi yerine "koyun" kelimesi kullanılmıştır. Bir rivayette bu
kelime, " = kurban kes" şeklinde geçtiği halde diğer bir rivayette de " = bir koyun kes"
şeklînde geçmektedir. Kurtubî'ye göre hadis-i şeriflerde bu kurbanlıktan "koyun" diye
bahsedilmesi,onun hedy kurbanlığı olmadığını ifâde etmektedir. Bu kurbanlığın
hedy,kurbanı olmayışı, onun harem hududları dışında da kesilmesinin caiz olduğunu
gösterir. Bir önceki hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi imam Mâlik bu
görüştedir.

Ancak Şafiî ulemâsından Hafız İbn Hacer, "bu kurbanlıktan nüsük veya nesîke diye
bahsedilmesi onun hedy kurbanlığı hükmüne girmesine mâni değildir. Nitekim
Buhârî'nin bir rivayetinde de bu cümle "yahutta Hedy kurban!- ı olarak bir koyun
Tl 821

gönderir' tJ 1 şeklinde geçiyor. Bu cümle

Taberî'nin rivayetinde de "hedy kurbanlığın var mı?" şeklinde geçmektedir. Ancak
Taberî'nin bu rivayetindeki değişiklik râvilerin kelimeler üzerindeki tasarrufundan
ileri gelmimş olabilir. Nitekim Müslim'de bulunan "yahut ta bir koyun kurban
Tl 831

et, rivayeti, bu ihtimali kuvvetlendirmektedir. Eğer gerçekten Kurtubî'nin dediği

gibi bu kurbanlıktan maksat, hedy kurbanlığı değilse, o zaman ihramda iken kesilen
saçlara fidye olarak kesilecek olan bu kurbanı harem hududları dışında kesmek de



caizdir. Nitekim tabiînin ekserisi bu görüştedir. J 1 Fakat Taberânî'nin rivayet ettiği

"Ka'b b. Ucre başından rahatsız oldu da Peygamber (s.a.)'e ne kurban edeyim", diye
sordu. (Resûl-i Ekrem de);

"Harem-i şerife, boynuna tasma takacağı bir hedy kurbanlığı göndermesini emretti",
anlamındaki Ka'b b. Ucre hadisinde'- nüsük'den "hedy" diye bahsedilmektedir.
Fakat bu hadisin senedinde ismi açıklanmayan bir râvî vardır.



Bazı Hükümler



1. İhramda iken saçlarım tıraş eden bir kimsenin fidye olarak bir koyun kurban etmesi
veya üç gün oruç tutması veya altı fakire üç ölçek hurma yedirmesi yeterlidir.

2. İhramlı bu üç çeşit fidyeden istediğini uygulayabilir. Nitekim "İçinizden hasta olan
veya başından bir rahatsızlığı bulunan (bundan ötürü tıraş olmak zorunda kalan) kimse
oruçtan, sadakadan veya kurbandan

T1871

(biriyle) fidye (versin) anlamındaki âyet-i kerime de bu görüşü te'yid eder.

Ulemânın ekserisi de bu görüştedir. Biz bir önceki hadis-i şerifin şerhinde bu konuyu

etraflıca açıklamış bulunmaktayız. ^

1858. ...Ka'b b. Ucre'den rivayet olunduğuna göre) Hudeybiye (seferi) sırasında Ka'b

(başındaki rahatsızlıkla ilgili bu) olayı yanma gelen Rasûlullah (s.a.)'e anlatmış bunun

üzerine (Hz. Peygamber)

"Yanında kurban var mı?" diye sormuş. O da;

"Hayır, cevabını vermiş. (Resul-i Ekrem de:)

"O halde üç gün oruç tut yahutta her iki fakire bir sâ' olmak üzere altı fakire üç sâ'
hurma tasadduk et" buyurmuştur. ^ - ^



Açıklama



Hudeybiye seferi esnasında Resul-i Ekrem (s.a.) Hz. Ka'b'm yanma vardığı bir
sırada Ka'b ona başındaki rahatsızlığı anlatmış, bunun üzerine Resûl-i Ekrem saçlarını
kesmesini ve bunun fidyesi olarak metinde ifâde edildiği şekilde üç yoldan birini
uygulamasını emir buyurmuştur. Her ne kadar burada Resul-i Ekrem'in Hz. Ka'b'in
yanma uğradığı ifade ediliyorsa da Buhârî'nin bir rivayetinde Resûl-i Ekrem'in Hz.
Ka'b'ı yanma çağırttığı ve Hz. Ka'b geldikten sonra başındaki ağrıyla ilgili olarak
onunla konuştuğunun belirtilmesi durumu iki hadis arasında bir çelişki bulunduğunu
göstermez. Çünkü önce Resul-i Ekrem'in Hz. Ka'b'm yanma uğrayıp onun
rahatsızlığını öğrenmesi daha sonra da O'nu yanma çağırıp saçlarını kesmesini ve
fidye ödemesini emretmesi mümkündür. Metinde Kurban kesmesinin üç günlük
oruçtan ve üç ölçek-lik hurma tasadduk etmekten önce zikredilmesine bakarak bazı
ilim adamları, yanında kurban bulunan bir kimsenin fidye olarak üç gün oruç tut-
masının veya altı fakire üç ölçek hurma tasadduk etmesinin, efdali terk olduğu
kanaatine varmışlardır. Said b. Cubeyr ile İbn Abdilbefr bu görüştedirler. Gerçekten
metinde kurbanın daha önce zikredilmiş oiması bu tertibe uymanın vâcib olduğuna
değil, fakat daha faziletli oldğuna işarettir. 1856 ve 1857 numaralı hadis-i şeriflerde bu
üç çeşit fidye ödeme yollarından her hangi birini uygulamakta muhayyerlik ifâdesi



bulunduğu halde bu hadiste kurbana öncelik tanınması bu hadîsle sözü geçen iki hadis
arasında bir çelişki olduğunu göstermez. Çünkü Resûl-i Ekrem bu hadiste önce kurban
kesmeyi zikretmekle öncelikle kurban kesmenin vâcib olmadığına fakat daha faziletli
olduğuna dikkati çekmek istemiş olabilir. Nitekim Atâ'nm Ka'b'dan rivayet etmiş
olduğu şu hadis de bu görüşü te'yîd etmektedir: Rasûlullah (s.a.) beni çağırdı.
"Yanında altı fakire taksim edebileceğin bir farak (üç sa') hurma veyahut kurbanlık bir
koyun var mı? Veya üç günlük oruç tutabilir misin?" diye sordu Ben de,
Ya rasûlullah! Benim için bu üçünden birini tercih et? dedim. Bunun üzerine;

"Altı fakire yedir?" buyurdu.

Ayrıca Resul-i Ekrem'in Hz. Ka'b'a; "Yanında kurbanlık var mı?" diye sormaktan
maksadı, öncelikle kurban kesmenin vacib olduğunu vurgulamak değil, onu bu üç yol
arasında muhayyer bırakmak olabilir. Ya-hutta Resûl-i Ekrem kendi içtihadıyla Hz.
Ka'b'a önce kurban kesmesini tavsiye etmişken sonra bu üçyol arasında muhayyerlik
bulunduğunu ifâde eden âyetin inmesiyle ve Hz. Ka'b'm yanında kurban olmadığını da
bildiği için ona oruçla ifam arasında muhayyer olduğunu bildirmiş olabilir. Gerçekten
Abdullah b. Ma'kıl'm şu rivayeti de bu ihtimâli kuvvetlendirmektedir:

Ka'b (r.a.) mescidde iken yanma oturdum da şt âyeti sordum:

"Oruçtan, yahut sadakadan, yahut kurbandan bir fidye lâzımdır." Ka'b (r.a.);

O benim hakkımda nazil olmuştur. Başımdan rahatsızdım. Bu sebeple bitler yüzüme

saçıla do küle Rasûlullah (s.a.)'e götürdüldüm de:

"Meşakkatin bu gördüğüm dereceyi bulacağını zannetmezdim. Bir koyun bulabilecek
misin?" buyurdu. Ben:

Hayır, cevabını verdim. Bunun üzerine şu: "Oruçtan yahut sadakadan yahut kurbandan
bir fidye lâzım gelir." âyet-i kerimesi nazil oldu. Üç gün oruç yahut her fakire yarım
sa' yiyecek vermek suretiyle altı fakir doyurmak hassaten benim hakkımda nazil

olmuştur. Ama o sizin umûmunuza şâmildir, dedi.^^

1859. ...Başına arız olan bir rahatsızlıktan dolayı (başını) tıraş etmiş olan Ka'b b.
Ucre'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a.) O'na, (beyt-i şerife) bir sığır

hediye etmesini emretmiştir.^^
Açıklama

Bu hadis-i şerifte ihramlı iken başındaki rahatsızlığı dolayısıyla saçlarını kesen Hz.
Ka'b'a Resûl-i Ekrem Efendimizin bu hareketinden dolayı fidye olarak bir sığır kurban
edip etini Harem-i Şerifte bulunan fakirlere dağıtmasını emrettiği ifâde ediliyor. Oysa
bundan önceki hadis-i şerifte Resûl-i Ekrem'in Hz. Ka'b'a bu hareketinden dolayı bir
koyun kesmesini emrettiği ifâdesi vardır. Resul-i Ekrem'in Hz. Ka'b'a sığır kurban
etmesini emrettiğine dair daha başka hadisler de vardır. Bunlar şu hadislerdir:

1. İbn Ömer dedi ki: Ka'b b. Ucre başını tıraş etmişti. Resul-i Ekrem O'na bir sığır

kurban etmesini emretti. "^"^

2. İbn Ebû, Leylâ, Nafı' yoluyla Süleyman b. Yesâr'dan rivayet etmiştir. Hz. Ömer
Ka'b b. Ucre'nin oğluna:

Baban başına arız olan hastalıktan dolayı ne yaptı? diye sordu. O da: Bir sığır



boğazladı, diye cevap verdi. Bu hadisi Sâid b. Mansûr da tahrîc etmiştir. Süleyman b.

[1941

Yesâr Hz. Ömer'e yetişmemiştir.

3. Ebu Ma'şer Nâfı yoluyla İbn Ömer'den rivayet etmiştir. İbn Ömer dedi ki:
Ka'b başına arız olan rahatsızlıktan dolayı başım tıraş ettiği için boynuna tasma
geçirdiği ve sırtına alâmet koyduğu bir sığır kurban etti. Bu hadisi Abd b. Humeyd de
rivayet etmiştir. Fakat Ebu Ma'şer zayıftır.

Her ne kadar bütün bu rivayetler Hz. Ka'b'm fidye olarak bir sığır kurban ettiğini
açıkça ifâde ediyorlarsa da daha Önce geçen 1856 numaralı Ebû Kılâbe hadisinde

Resûli Ekrem'in Hz. Ka'b'a; "Yahut bir koyun kes"^^ buyurduğu, yine Müslim'in
Abdullah b. Ma'kıPdan rivayet ettiği hadis-i şerifte de Resûl-i Ekrem'in Hz. Ka'b'a;

"Bir koyun bulabilecek misin?" buyurduğu ifâde ediliyor. Bütün bu rivayetler de
Hz. Ka'b'm fidye olarak kestiği kurbanlığın koyun olduğunu, sığır olmadığını ortaya
koyuyorlar. Gerçekten de söz konusu kurbanlığın sığır olmayıp koyun olduğunu ifâde
eden rivayetler daha sahihdir. Nitekim Kadı Iyaz, Aynî ve İbn Hazm de bu

görüştedirler.

1860. ...Ka'b b. Ucre'den; demiştir ki Ben Hudeybiye yılında Resûlullah (s.â.) ile
birlikte iken başıma bitler musallat oldu. Öyle ki gözlerimden
endişelenmeye.başladım. Derken Allah Teâlâ benim hakkımda; "içinizden hasta olan
veya başından bir rahatsızlığı bulunan (ve bundan ötürü traş olmak zorunda kalan)

kimse... (anlamındaki âyet-i kerimeyi) indirdi. Bunun üzerine Rasûlullah (s. a.)
beni çağırdı ve;

"Başını tıraş et ve üç gün oruç tut, yahut attı fakire bir farak kuru üzüm yedir, yahut da
bir koyun kurban et" buyurdu. Bunun üzerine başımı tıraş ettim sonra da bir koyun

kurban ettim.



Açıklama



Hz. Ka'b, Hudeybiye seferinde ihramlı olması sebebiyle başını yıkamamıştı. Çünkü
başındaki bitleri öldürmekten korkuyordu. Bir taraftan da sıcakların şiddetinden dolayı
gözlerine bir zarar geleceğinden endişelenmeye başlamıştı ki, Allah Teâlâ onun du-
rumuyla ilgili olarak; 'içinizden hasta olan veya başından bir rahatsızlığı bulunan
kimse oruçtan, sadakadan veya kurbandan biriyle fidye (versin)" mealindeki âyet-i
kerimeyi inzal buyurdu.

Bu bâbda daha önce geçen hadis-i şeriflerde Resûl-i Ekrem'in Hz. Ka'b'a fidye olarak
üç sâ' hurma tasadduk etmesini emrettiği ifâde edilirken burada üç sâ' yerine "üç
farak" sözünün kullanılmış olması, bu iki hadis arasında bir çelişki bulunduğu
anlamına gelmez. Çünkü bir farak on altı ntla eşittir. Bir sâ' ise, 5 1/3 ntla eşittir ki, bu
da bir farakm üç sâ'a eşit olduğunu gösterir.

Ancak buradaki "kuru üzüm" sözü bir önceki hadiste geçen "üç sâ' tankıyla Abdullah
b. Malik'den rivayet ettiği "altı fakire herbirine yarımşar sâ' olmak üzere (üç sâ')

yemek yedirmektir. " anlamındaki hadis-i şerifle hafız İbn Hacer'in zikrettiği Bişr
b. Ömer'in Şu'be'den rivayet ettiği "yarım sâ' (ölçek) buğday" anlamındaki hadise de



aykırıdır. İbn Hazm bir kişi ile ilgili olan ve belli bir yerde cereyan eden bir hâdise
hakkındaki bu birbirine aykırı rivayetler arasında bir tercih yapılması lâzım geldiğini
söylemiş, İbn Hacer de bu tercihle ilgili görüşlerini şöyle dile getirmiştir: "Bu
rivayetler arasında tercihe en lâyık olanı Şube'nin rivayetidir. Çünkü onun rivayetinde,
"Altı fakirden her birine yarım sâ' (ölçek) yemek yedirmek" tâbiri geçmektedir.
Yemek ise, buğdaydan olabildiği gibi hurmadan da olabilir. Bu bakımdan râvîler bu
mevzudaki hadîsleri rivayet ederken "yemek" kelimesi üzerinde tasarrufta bulunarak
kimi "hurma" kimisi de "buğday" diyerek rivayet etmişlerdir. Ama "kuru üzüm" riva-
yetine gelince, ben buna (Ebû Davud'un rivayet ettiği) Hakem b. Uteybe hadisinden
başka bir hadiste rastlamadım. Bu hadisin de senedinde İbn İshak vardır. O meğazî ile
ilgili konularda kendisine güvenilen bir kimse olmakla beraber, ahkâmla ilgili
konularda güvenilir râvilere ters düşmektedir,

Buğdayla hurma rivayetleri arasında da tercihe lâyık olan hurma rivayetidir. Nitekim

Müslim'in Ebû Kilabe yoluyla naklettiği hadiste "hurma" kelimesi geçmektedir."^^
"Sonra bir koyun kurban ettim" cümlesi de 1858 numaralı hadis-i şerifte geçen
"Bunun üzerine (Hz. Peygamber) "Yanında kurban var mı?" diye sormuş o da, "Hayır"
cevabını vermiş" cümlesine aykırı olduğu gibi İmam Ahmed ve Müslim'in rivayet

[2021

ettikleri "bir koyun bulabilecek misin?" buyurdu ben de "hayır" cevabını verdim" J 1

anlamındaki hadis-i şerife de aykndır. Bu rivayetlerin arasım şu şekilde uzlaştırmak
mümkündür. Hz. Resul-i Ekrem'in Hz. Ka'b'a ilk defa, "yanında kurban varını?" diye
soruşunda Hz. Ka'b'm yanında kurbanlık yoktu. Daha sonra bir kurbanlık bulup onu

kestik
Bazı Hükümler

İhramlı bir kimse başındaki bir rahatsızlıktan dolayı saçlarını kesip sonra oruçtan

[2041

sadakadan veya kurbandan biriyle fidye verebilir. J 1

1861. ...Abdülkerim b. Mâlik el-Cezerî de bir önceki olayı Ka'b b. Ucre (r.a.)'den
Abdurrahman b. Ebî Leylâ yoluyla rivayet etmiştir. Ancak bu rivayete (şu sözleri)

ilâve etmiştir: "Bunlardan hangisini yaparsan sana yeter.



Açıklama

Burada söz konusu olan hâdiseyi İmam Mâlik Muvatta'mda şöyle anlatır: Ka'b b.
Ucre ihranıh olarak Resûl-i Ekrem'in yanında bulunduğu bir sırada başından rahatsız
olmuş, Re-sûl-i Ekrem de; Ona saçlarını kesmesini emretmiş ve;
"Üç gün oruç tut, yahut da (altı fakirden) her birine ikişer müd (yarım sâ') yemek yedir

ya da bir koyun kurban et (kes), buyurmuştur. gj^^ğj gibi bj r s â' dört müddür
ve kilo cinsinden hesap edilirse bir sâ' 3.333 kg. 'dır.

Aslında bu hadisi Ka'nebî ile Mutarrif da Mâlik ile Abdülkerim vasıtasıyla ibn Ebî
Leylâ'dan rivayet etmişlerdir. Fakat Abdülkerim, İbn Ebi Leylâ ile görüşmemiştir.
Ayrıca bu hadisi aynı senedle İbn Vehb ile îbn Kasım da rivayet etmişlerdir. Fakat
bunların senedinde Abdülkerim ile İbn Ebî Leylâ arasında Mücâhid vardır ki, bu sened



doğrudur.

"Bunlardan hangisini yaparsan sana yeter." cümlesi, ihrâmh iken saçını kesen bir
kimsenin fidye olarak bu üç yoldan birini tutmakta muhayyer olduğunu ifâde
etmektedir. Altı fakirden her birine ikişer müdd olarak yedirilecek olan yemek İbn

[2071

Hacer'e göre hurma yemeğidir. Nitekim bir önceki hadisin şerhinde açıklamıştık.- 1 1

43. Hac Veya Umre Yolcusunun Engelle Karşılaşması (Ihsâr)

1862. ...el-Haccâc b. Amr el-Ensârî demiştir ki: Rasûlullah (ş.a.) şöyle buyurdu:
"Kimin (bir tarafı) kırılırsa veya ayağı sakatlanırsa, hemen ihramdan çıkar ve gelecek
sene hac yapması gerekir."

(Râvî) İkrime dedi ki: Ben bunu İbn Abbâs'la Ebû Hureyre'ye sordum da "(Haccâc)"
doğru söylemiş" diye cevap verdiler.

Açıklama

İhsâr'm lügat mânâsı hisar (abluka) altına almak ve kişiyi hareketten
menetmektir. Bir fıkıh terimi olarak ihsâr, "hac için ihrama girmiş bir zâtın
Arafat'ta vukuf ile tavaf-ı ziyaretten umre için ihrama girmiş bir zatın da tavaftan
menedilmesi" demektir.

Ebû Hanife ve taraftarlarına göre hastalık, düşman, sakatlanmak, nafakanın elden
çıkması gibi Beytullah'a kadar yolculuğa devam etme im-, kânı bırakmayan bütün
durumlar ihsâr sayılır. Bu görüş İbn Abbâs, İbn Mesûd ve Zeyd b. Sabit (r.a.)'den de
rivayet olunmuştur.

Leys b. Sa'd, İmam Mâlik, Şafiî, Ahmed ve İshak (r.a.)'e göre ise, ihsâr ancak
düşmanın engel olmasıyla gerçekleşir. Bu görüş aslında İbn Abbâs (r.a.) den gelen

sahih bir hadise dayanmaktadır.



Bazı Hükümler



1. Hastalık, vücudun bir tarafının kırılması veya ayağın sakatlanması gibi haller
ıhsar sebeplerinden sayılırlar. İbn Mesûd, Zeyd b. Sabit, Atâ b. Ebî Rebâh, Süfyân es-
Sevrî veya Hanefi uleması bu görüştedirler. Bu görüş aynı zamanda İmam Ahmed'den
de rivayet edilmiştir. Sözü geçen ulemâya göre müslüman bile olsa, her türlü düşman,
hayvana inip-binerken veya yolculuk sebebiyle artacak olan hastalıklar, yol harçlığının
kaybolması bir kadının yanında bulunan mahreminin veya kocasının yolda Ölmesi
gibi ihramın icabettirdiği görevleri yerine getirmeye engel teşkil eden haller ihsâr
hükmündedirler.

Bu konudaki delilleri ise, mevzumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisi ile "Eğer (düşman
veya hastalık gibi bir engelle) çevrilmiş olursanız (size) kolay olan kurbanı

(gönderin)" mealindeki âyet-i kerimedir.

Bu mevzuda İbn Abbas (r.a.)'de şunları söylemiştir: "Kim hac veya umre için ihrama
girer sonra da yakalandığı bir hastalık kendisini Beyt-i Şerifi ziyaret etmekten âciz bir
duruma düşürürse veyahut bir özür sebebiyle yola devam edemezse gelecek sene bu



haca kaza etmesi gerekir."^

İmâm Mâlik ve İshak'a göre ihsâr ancak düşmanın engellemesiyle meydana gelir.
Çünkü "Eğer çevrilmiş olursanız (size) kolay olan kurbanı gönderin." âyet-i kerimesi
Hudeybiye'de düşman tarafından kuşatılan Peygamber (s. a.) ve ashabı hakkında nazil
olmuştur.

İmam Şafiî'ye göre Beyt-i, Şerife gitmeye engel teşkil eden bir hastalık ihsâr sebebi
olarak bu âyet-i kerimenin kapsamına girmemektedir. Çünkü âyet-i kerime düşmanın
teşkil ettiği engelden bahsetmektedir ve âyet-i kerimenin devamında, "güvene

\212]

kavuştuğunuz zaman" 1 1 buyrulması da bu durumu açıklamaktadır. Zira güvene

[2131

kavuşmak, ancak düşman tehlikesinden kurtulmakla gerçekleşir. J 1

Sahabeden Abdullah b. Ömer'e göre de Beyt-i Şerife varamayacak şekilde yolda
hastalanan bir kimse Beyt-i Şerifi tavaf edip Safa ile Merve arasında sâ'yetmedikçe
ihramdan çıkamaz. Şayet bir elbise giymek veya ilaç kullanmak zorunda kalırsa, bunu

[2141

yapar, sonra da. fidyesini öder. J 1 Eyyûb-i Sahtiyânî'nin rivayetine göre Basralı bir

adam şöyle demiştir: "Ben Umre niyetiyle Mekke'ye doğru yola çıkmıştım. Yolda
bacağım kırıldı. Mekke'ye haber gönderdim. Orada Abdullah b. Abbâs ve İbn Ömer
ile birlikte halktan bir cemaat da bulunuyordu. Bunlardan hiçbirisi ihramdan çıkmama
izin vermedi. Ben de (ayağımın kırıldığı) suyun başında yedi ay bekledim. Nihayet

umre yaptım da ihramdan öyle çıkabildim."^^

Düşmanın dışındaki engellerin de ihsâr sayılabileceği görüşünde olan ulemâ ise, aksi
görüşte olanlara karşı kendi görüşlerini şu 'şekilde savunmuşlardır:

a. Âyet-i kerimede düşman tarafından kuşatılma anlamına gelen "hasr" kelimesi
yerine hastalık tarafından engellemeyi ifâde eden "ihsâr" kelimesinin kullanılmış
olması, âyet-i kerimede kast edilen engelin hastalık ve benzeri şeyler olduğunu
gösterir. Ayrıca bu âyetin Hudeybiye seferinde Rasûl-i Ekrem ve ashabının düşman
tarafından kuşatılmasıyla ilgili olarak inmiş olması, hastalık ve benzeri şeylerin de
âyetin kapsamı içine girmesine engel değildir. Çünkü "sebebin özel oluşunun hükmün
genelliğine engel olmadığı" genel bir kaidedir. Binaenaleyh itibar lâfzın
genelliğinedir, nüzul sebebinin özelliğine değildir.

b. "Güven" kelimesi düşmandan kurtulmak hakkında kullanıldığı gibi hastalık ve
benzeri tehlikelerden kurtulmak hakkında da kullanılabilir.

c. İbn Ömer ve yanında bulunan sahâbîlerin, "düşman tehlikesinden başka, hiçbir
tehlikenin engel sayılamayacağı" şeklindeki sözleri ise, bir sahâbî sözü olarak Resûl-i
Ekrem'den gelen, merfû hadisler karşısında bir hüküm ifâde etmek salâhiyetinden
uzaktırlar.

İmam Şafiî ile İmam Ahmed'e göre herhangi bir rahatsızlık sebebiyle ihramdan
çıkabilmek şartıyle ihrama giren bir kimse için kendisini Beyt-i Şerife varmaktan âciz
bırakan bir hastalık ve benzeri şeyler de ihsârdan sayılır. Aksi takdirde sayılmaz.
Delilleri ise, Hz. Aişe'nin rivayet ettiği, Dubâ'a bint ez-Zübeyr'in Resûl-i Ekrem'e;
"Ben hac için ihrama girmek istiyorum. Fakat rahatsızım" demesi üzerine Resûl-i
Ekrem'in de; "öyleyse yolda engellenip kaldığın yerde ihramdan çıkabilmen şartıyla"

diyerek ihrama gir" buyurduğuu ifâde eden hadistir.

Daha önce tercümesini sunduğumuz 1776 no'lu hadis de bu görüşü desteklemekte ve
hastalığın ihsâr sayılamayacağına delâlet etmektedir. Çünkü eğer hastalık mutlak



surette ihsâr sayılsaydı, hastalanan bir kimsenin ihramdan çıkabilmesi için ihrama
şartlı olarak girmesine lüzum kalmazdı.

Düşman dışındaki engellerin ihsâr sayılamayacağını söyleyen İmam Şafiî ve
taraftarlarına göre konumuzu teşkil eden ve "vücudunun bir tarafı kınlan veya ayağı
sakatlanan bir kimsenin ihramh sayılabileceğini" ifâde eden Ebû Dâvûd hadisi
herhangi bir hastalığa yakalandığı ve Beyt-i Şerife varmaktan aciz kaldığı zaman
ihramdan çıkmayı şart koşarak ihrama giren kimselerle ilgilidir.
Ancak bu te'vîl aksi görüşte olan ulemâ tarafından reddedilmiş ve Dubâ'a hadisi de
Hz. Dubâ'a'ya ait özel bir durum olarak nitelendirilmiştir. Gerçekten de Şafiî
ulemâsının bu iddiaları hadisin zahiri mânâsına aykırı düşüyor. Ayrıca bu görüş İbn

[2171

Hazm tarafından da reddedilmiştir. J L

2. İhsâr sebebiyle ihramdan çıkmak zorunda kalan bir kimse eğer o sene hac mevsimi
çıkmadan edaya imkân bulamamışsa gelecek sene kaza etmesi icab eder. Hanefî
ulemâsı bu görüştedir. Hanefî ulemâsının bu konudaki görüşünü şöylece sıralamak
mümkündür.

a. Gerek nafile gerekse farz olan hac için ihrama girdiği halde haccm rükünlerini ifâ
ederken bir engelle karşılaşan bir kimse o sene hac mevsimi sona erinceye kadar
engeli aşamamışsa, gelecek sene hac imkânı bulduğu taktirde bir de umre yapar. Hac
yapmasının sebebi hac fiiline başlamış olmasıdır. Umre yapmasının sebebi ise,
başlamış olduğu bir haccı yarıda kesip ihramdan çıkmasıdır. Bu konudaki delilleri de
şu hadis-i şeriftir.

İbn Ömer hacda şart ileri sürmeyi kabul etmeyerek, "Rasûlullah'm sünneti size
yetmiyor mu? Eğer herhangi birinizin hac yapmasına bir mania çıkarsa, Ka'be'yi tavaf
edip Safa ile Merve arasında sa'y ettikten sonra ertesi sene hac yapıncaya kadar
ihramdan çıksın, bir de Hedy (kurbanlık) göndersin. Bulamazsa yerine oruç tutun."

b. Umre için ihrama girdiği halde bir engelle karşılaşan kimse ise, ihramdan çıkar ve o
sene ilk fırsatta bu umresini iade eder. Hanefî ulemâsının bu konudaki delilleri de İbn
Abbâs (r.a.)'den rivayet, edilen şu hadis-i şeriftir: "Hz. Peygamber niyet ettiği umreden
engellenince başım tıraş etti, ailelerine yaklaştı ve bir de kurban kesti, gelecek sene

yeniden umre yaptı.

c. Hem hacca hem de umreye (yani hac-ı kıran'a) niyet eden bir kimse ise, bir engelle
karşılaştığında gücü yettiği halde umre yapmadan ihramdan çıkacak olursa ona da bir
hac ile iki umre lâzım gelir. Bunlardan bir hac ile bir umre kazası olarak icâb eder.
Çünkü bunlar, ihrama girmesiyle kendisine lâzım gelmiştir. Diğer umre de bunlara ait
ihramdan çıktığı içindir. Hacc-ı Kırana niyet eden ve engelle karşılaşan kimseye o
sene umreyi iade etmek gerekmez.

Merhum Ömer Nahushî Bilmen bu konuda şunları söylüyor:

İhsardan dolayı ihrama nihayet vermek için iman A'zam ile İmam Muhammed'e göre
yalnız kurban kesilmesi kâfidir. Ayrıca halk veya taksir (tıraş olmak veya saç kesmek)
icabetmez. İmam Ebû Yûsuf ile İmam Şafiî'ye göre halk veya taksirde lazımdır.
Bunlar haccm menâsikindendir.

Bir kavle göre de haram dahilinde vuku bulan bir ihsardan dolayı ihramdan çıkmak
için halk veya taksir lâzımdır. Nitekim Resûl-ı Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem
Efendimiz Hudeybiye'de böyle yapmıştı.



Muhsar'a ait kurbanın eyyâm-ı nahirden, birinde kesilmesi imam Azam'a göre şart
değildir, daha evvel ve sonra kesilebilir.

Bir muhsar fakir olsa da kurban kesmedikçe ihramdan çıkmış olamaz.
Haçtan men'edilen ihramlı bir kimse hacc'ı kırana niyet etmiş bulunduğu takdirde
Mekke-i Mükerreme'nin hareminde kesilmek için iki kurban gönderir. Bunlardan biri
haccı, diğeri de umresi içindir. Böyle iki kurban kesilmedikçe ihramdan çıkmış olmaz.
Hac veya umreden men edilen ihramlı bir kimse gönderdiği kurban ile ihramdan
çıktıktan sonra aynı mevsimde hacca veya umreye imkân bulsa, men' edildiği hacca
veya umreye bedel, hac veya umre etmesi icab eder. Bunları yapmadıkça ihramdan
çıkmış olmaz. Çünkü bu ihramlı bir kimse, adeta başlamış olduğu bir haccı veya
umreyi fevt etmiş kimse mesabesinde bulunur.

Haccı kırana niyet etmiş olan bir zat hac ile umreden men'edildiği cihetle Mekke-i
Mükerremenin haremine kurban göndermek suretiyle ihramdan çıktıktan sonra engelin
ortadan kalkmasından dolaya Harem-i Şerife gidip umresiyle haccmı ifâya imkân
bulsa, üzerinde bir hac ile iki umre lâzım gelir. Bunlardan bir hac ile bir umre kaza
olarak icab eder. Çünkü bunlar, ihrama girmesiyle kendisine lâzım gelmiştir. Diğer bir
umre de bunlara ait ihramdan çıkmak tahallül etmek için lâzım gelmiş olur. Bu hac ile
bu iki umre müteferrik zamanlarda da yapılabilir.

Yalnız umre için ihrama giren bir zat, umresinin rükünleri olan tavaf ile sa'ydcn
men'edilecek olsa ihramdan çıkmak için Mekke-i Mükerremenin haremine bir kurban
gönderir. Ve bu umresini ileride imkân bulunca kaza eder. Buna "Ümretü'UKaza"

denir.

"Her ne suretle olursa olsun gerek hac, gerek umre için ihrama girdikten sonra sonra
Ka'beye varması engellenmiş olan insan, ihramdan çıkabilmek için kesilmek üzere bir
hedy (kurban) gönderir. Bu kimse harem bölgesinde ise, bir kurban keserek, bu
bölgenin dışında ise birine kurban parası verip Harem içinde belirttiği günde
kestirerek ihramdan çıkar, Şâfi-îlere göre kurbanın Harem içinde kesilmesi şart
değildir. Kişi engellenmiş olduğu yerde kurbanını kesip ihramdan çıkar.
Kurban kesilmeden ihramdan çıkan engellenmemiş olan ihramhnm çekeceği cezayı
çeker. Kurban kesildi zannıyla ihramdan çıkıp da sonradan kurbanın kesilmediğini
anlayan muhsar, vaktinden önce ihramdan çıktığından dolayı ayrıca bir kurban keser.
Kurban kesemeyen oruç tutmakla ihramdan çıkmaz. Kurban kesince-ye yahut engel
kalkıncaya kadar ihramda kalır. Sonra Mekke'ye gelip umre yaparak ihramdan çıkar.
Böyle yapana kurban lâzım gelmez.

Kıran hacca niyyet eden engellenirse kesilmek üzere iki kurban gönderir. Kurbanı
gönderdikten sonra engel kalkarsa, henüz kurban kesilmeden ve hac zamanı geçmeden

\22U

yetişirse gidip haccmı yapar. Yalnız birine yetişirse, ihramdan çıkar. " J 1

İmam Mâlik, Şafiî ve Ahmed'e göre ise muhsara yarım kalan haccmı itmam etmesinin
gerekmesi için o yarım kalan daha önce üzerine farz olmuş bir hac olması gerekir.
Yarım kalan nafile haccm veya umrenin kazası gerekmez. Çünkü her ne kadar
unutularak geçirilen bir farizayı hatırlandığı zaman kaza etmek vacibse de Allah'ü
Teâlâ Kur'ân-ı Kerim' inde "Kaza" dan bahsetmemiştir."

Her na kadar sözü geçen imamlar böyle diyorlarsa da gerçekte bu görüş zayıftır.
Çünkü kaza'mn Kur'an-ı Kerim'de zikredilmemiş olması onun farz olmamasını
gerektirmez. Bununla beraber İbn Abbas, "Eğer engellenmiş olursanız size kolay olan



kurbanı gönderin" J 1 âyet-i kerimesine "kim hac veya umre için ihrama girer de

kendisine arız olan güçsüz bırakan bir hastalık veya bir özür sebebiyle buna muvaffak
olamazsa kendisine kolay gelen (deve, sığır, davar cinsinden) bir kurban keser. Eğer
bu hac üzerine farz olmadan yapılan bir hac idiyse bu haccı kaza eder. fakat hac
farizasını ifâ ettikten sonra yapılan bir hac idiyse veya umre idiyse kazası lâzım
[2231

gelmez, J 1 diye mana vererek kaza kelimesinin bu âyetin şümulü içerisine girdiğini

ifâde etmiştir. Sözü geçen ulemâ bu tenkidle-re karşı kendilerini şu şekilde
savunmuşlardır: "Bir nesilde bir sahâbînin tek başına kalan görüşü delil olamaz.
Binaenaleyh böyle bir sözün Hz. Peygamberden gelen merfu hadisler karşısında hiç
bir önemi yoktur."

Fakat ulemânın büyük çoğunluğuna göre Hudeybiye'de düşmanın engellemesiyle
karşılaşan Resûl-ü Ekrem'in ve ashabının ihramdan çıktıklarını ve gelecek sene bu
umreyi kaza ettiklerini delil getirerek "bir engelle karşılaşan kimsenin yarım kalan
umresini kaza etmesi lâzım geldiği" görüşünü tercih etmişlerdir.
Karşılaştığı engel sebebiyle ihramdan çıktıktan sonra hac zamanı geçmeden engelden
kurtulan kimse eğer yarım kalan hacc üzerine farz olmadan niyetlendiği bir hac idiyse
veya farz olan bir hac idiyse yemden hac yapması lâzım gelir. Fakat hac farizasını
yaptıktan sonra niyetlendiği bir hac idiyse, o kimseye sadece, bir ihsâr kurbanı kesmek
lâzım gelir. Başka hiç bir şey gerekmez.

Şafiî ulemâsına göre ise bu mesele ayrıntılıdır. Şöyle ki: Eğer bir engelden dolayı
hacca muvaffak olamayan kimse daha önceki yıllardan da hac borçlusu idiyse,
engelden kurtulunca her ne kadar mâlî imkânı varsa da bu haccı ihsâr senesi değil,
gelecek sene fevrî olarak kaza etmesi icab eder. Fakat ihsâr senesi mâlî imkânı yoksa,
malî imkâna kavuşunca kaza etmesi icab eder. Böyle bir imkâna kavuşmadığı
müddetçe haccetmesi icabetmez.

Eğer ihsara, hac farizasının ifâsından sonra yapılacak nafile bir hac idiyse Şafiî
ulemâsının pek çoğuna göre hiçbir şey lâzım gelmez. Bazılarına göre ise, o haccı
gelecek sene kaza etmesi icab eder. İmâm Ahmed'den bu konuda birbirine zıd iki
görüş rivayet olunmuştur.

Ebû Hanîfe'ye göre ise, engel ortadan kalktıktan sonra ve kurbanı Harem'e
göndermeden önce hac vakti henüz sona ermemişse, sadece bir hac yapar, umre
yapması gerekmediği gibi kurban kesmesi de gerekmez. İmam Ebû Yûsuf a göre
ihramdan çıktığı için hacla birlikte kurban da lâzım gelir. Eğer ihsâr senesi
haccetmeyecek olursa hem hac hem de umre gerekir. el-Hasan'm İmam Ebû
Hanîfe'den rivayet ettiğine göre o sene hac yapsa da yapmasa da üzerine hem hac hem
de umre lâzım gelir. İmam Züfer de bu görüştedir.

Eğer engel, kurbanı harem-î şerife gönderdikten sonra ortadan kalkacacak olursa"
Hanefî ulemâsına göre dört durum vardır:

1. Eğer kesilmeden önce kurbana ve Arafat' da vakfeye yetişecek olursa, ihramdan
çıkması caiz değildir. Haccmı tamamlaması icâbed eder. Kurban üzerinde istediği gibi
tasarrufta bulunabilir.

2-3. Eğer, kesilmeden kurbana ve Arafat'da vakfeye, veya sadece kurbanlığa
yetişemezse ihramdan çıkabilir. Ka'beye varıp hac yapması gerekmez. Ancak umre
yaparak ihramdan çıkmak için ka'beye varması daha faziletlidir.
4. Ebu Hânife'ye göre engel kalktıktan sora sadece hacca erişebilecek kimsenin de
ihramdan çıkması caiz, fakat ka'beye varıp umre yaparak ihramdan çıkması ise



evlâdır. Kıyasa göre bu dördüncü şekilde ihramdan çıkmanın caiz olmaması gerekirdi.
Fakat bu durumda hedyi kurban etmesinin bir anlamı kalmayacağından Ebû Hanîfe
bunu istihsânen caiz görmüştür. İmam Züfer ise açık kıyasa göre hüküm vererek, bu
durumda A kalan bir kimsenin ihramdan çıkmasının caiz olmadığını söylemiştir. Çünkü
açık kıyasa göre asıl olan hacca, gaye olmayan kurbandan önce yetişil-mistir.
Binaenaleyh ihramdan çıkmak caiz değildir, imam Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre
ise bu dördüncü durumun gerçekleşmesi mümkün değildir. Çünkü bunlara göre söz
konusu kurbanın bayram gününden önce kesilmesi caiz değildir. Bu bakımdan hacca
yetişen bir kimse kurbana da kesilmeden, önce yetişmiş olur. Umre için ihrama giren
bir kimsenin engeli -kurbanı gönderdikten sonra kalkacak olursa:

a. Eğer hem umreye hem de kesilmeden önce kurbana yetişecek ise, Kabe'ye varıp
umreyi edâ etmesi gerekir,.

b. Eğer sâdece umre'ye yetişebilecekse ihramdan çıkması caiz olmakla beraber Beyt-i
şerife vararak umreyi edâ etmesi daha da faziletlidir.

1863. ...Haccâc b. Amr'dan, Peygamber (s.a.)'in; "Kim(in bir tarafı) kırılır, veya ayağı
sakatlanır veya hastalanırsa..." buyurduğu rivayet edilmiş (ve Ma'mer bir önceki
hadisin) manasını nakletmiştir.

(Râvi) Seleme b. Şebîb, (Abdurrezzak'm); "Enbe enâ Ma'mer" bize Ma'mer haber

[2251

verdi" tabirim kullandığım söyledi. J 1

1864. ...Ebû Meymün b. Mihrân, demiştir ki: Ben Şamlıların İbnü'z-Zübeyr'i
Mekke'de kuşattıkları sene umre yapmak üzere (yola) çıkmıştım. Kavmimden bazı
kimseler benimle birlikte hedy kurbanlığı göndermiş(ler)di. Şamlıların yanma
vardığımız zaman bizim hareme girmemize engel oldular. Bunun üzerine bulunduğum
yerde kurbanlığı kestim ve ihramdan çıktım. Sonra geri döndüm. Ertesi sene (hac
zamanı) olunca (yarım kalan) umremi kaza etmek için. (yola) çıktım ve İbn Abbâs'a
varıp durumumu anlattım.

(Geçen yıl kestiğim) kurbanın yerine bir başkasını kes, çünkü Resûlullah (s.a.)
ashabına Hudeybiye'de kestikleri kurbanın yerine kaza umresinde yeniden kurban

kesmelerini emretti, dedi.^^
Açıklama

Şamlıların Mekke'yi kuşatması hicretin 73. yılma rastlar. O yıllarda Abdulmelik b.
Mervân, Irak. ve Şam emîri idi. Haccâc b. Yusuf kumandanlığında Abdullah b. ez-
Zübeyr üzerine askeri bir kuvvet gönderdi. Abdullah b. ez-Zübeyr'in Mekke'ye
sığınması üzerine Haccâc kuvvetleri Mekke'yi kuşattılar. Neticede Mekke ve civarı
savaş alam hâline geldiğinden Şamlılar umre yapmak maksadıyla yola çıkan Ebû
Meymûn'un yolunu keserek savaş alanı içerisine ve dolayısıyla Mekke'ye girmelerine
engel oldular. Bunun üzerine Ebû Meymûn yanında bulunan hedy kurbanlığını
keserek ihramdan çıkıp geri döndü. Bir sene sonra yarım kalan umresini kaza etmek
için yola çıktı ve Hz. İbn. Ab-bas'a varıp durumunu anlatınca İbn Abbas ,geçen sene
kestiği kurbanın yerine yenisini kesmesi gerektiğini, çünkü Resul-i Ekrem'in
Hudeybiye yılında yarım kalan umrelerini bir sene sonra kaza eden ashabına geçen yıl



ihramdan çıkarken kestikleri -kurbanların yerine yenisini kesmelerini emrettiğini
hatırlattı. Bilindiği gibi Hudeybiye anlaşması Hicretin 6. yılında olmuştur. O sene
müşrikler müslümanlarm Mekke'ye girmelerine engel oldular. Bunun üzerine
müslümanlar umre yapamayacaklarını anlayınca Resül-i Ekrem'in de emriyle
kurbanlarım kestiler ve tıraş olarak ihramdan çıktılar. Bir sene sonra da bu umreyi
kaza ettiler ki, bu umreye İslâm tarihinde "kaza umresi" denir.

Ancak burada şu noktaya dikkat çekmek gerekir: Abdullah b. Abbâs hicretin 68.
yılında vefat etmiştir. Söz konusu muhasara ise, az önce belirttiğimiz gibi H. 73
yılında olmuştur. Bu durumda Ebû Meymûn'un söz konusu olay ile ilgili soru sorduğu
kişi İbn Abbâs olamaz. Acaba bu hata ravilerden birisinin, "Abdullah b. Ömer"
diyecek yerde, "Abdullah b. Abbâs" demesinden kaynaklanmış olabilir mi?
Bilemiyoruz. Ancak Abdullah b. Ömer'in H. 74 yılında vefat etmiş olduğuna dair

[2271

rivayetler bu ihtimali kuvvetlendirmektedir. J 1



Bazı Hükümler



1. Hac veya umre için ihrama girdiği halde bir engelle karşılaştığı için muvaffak
olamayan, bir kimse kaldığı yerde kurban keserek ihramdan çıkar da bu ibâdetini
ileriki yıllarda kaza edecek olursa, bir önceki kestiği kurbanın yerine bir yenisini
kesmesi icab eder. Mâliki ulemasıyla Şafiî ulemâsı bu hadisi delil kabul ederek bu
hükme varmışlardır. Bu görüş aynı zamanda Ahmed b. Hanbel (r.a.)'den de rivayet
olunmuştur.

Hanefî ulemâsına göre ise, engelle karşılaşan kimse ihramdan çıkmak için kestiği ihsar
kurbanını harem sınırları içerisinde kesmişse, yarım kalan haccını kaza ederken bir
yenisini kesmeğe lüzum yoktur. Fakat ihsâr kurbanını Harem sınırları dışında
kesmişse o zaman kaza esnasında bir yenisini daha kesmesi icab eder. Çünkü kurban

"Kurban mahalline varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin" âyet-i kerimesi
uyarınca yerine ulaşmamıştır. Hanefî ulemasına göre, konumuzu teşkil eden hadisi
şerifte geçen Hz. İbn Abbas'm sözü Hudeybiye yılında kurbanlarım Harem bölgesi
dışında kesen sahabe ile ilgilidir. Resûl-i Ekrem'le sahabeden bazıları ise, kurbanlarını
Hudeybiye'nin Harem sınırları içinde kalan kesiminde kesmişler. Bilindiği gibi
Hudeybiye'nin bir kısmı Harem bölgesi içerisinde bir kısmı da Harem sınırları dışında
kalmaktadır. Nitekim Tahâvî'nin rivayet ettiği bir hadis şu anlamdadır: "Peygamber
(s.a.) Hudeybiye'de iken çadırı "Harem sınırları dışında, namazgahı ise Harem bölgesi
T2291

içerisinde idi." Bu bakımdan Harem hududları içerisine girme imkânı bulunan bir

ihramlmm bir engel sebebiyle ihramdan çıkmak zorunda kalmasıyla kurbanını harem
bölgesi dışında kesmesi caiz değildir. Şayet Resul-i Ekrem'in hudeybiye'de kurban
kesmediği farz edilecek olursa, o zamari Resûl-i Ekrem'in bu kurbanlığım kesilmek
üzere Hareme göndermiş olduğu söylenebilir. Çünkü Cündüb b. Naciye diyor ki: "Ben
kurbanını (Mekke'de) kesmekten menedildiği sene Resul-i Ekrem'in yanma vardım ve,
Ya Resülallah kurbanını Harem de kesmek üzere benimle gönderebilirsin, dedim.
"Bunu nasıl yapabilirsin?" buyurdu. Ben" de;

"Onu alır kimsenin varmaya güç yetiremediği vadilerden ve sarp yerlerden aşırıp

[2301

Harem'e varır orada keserim, diye cevap verdim." 1 1

Şafiî ulemâsından Hattâbî'nin beyânına göre ise, "Engelle karşılaştığı için ihramdan



çıkmak zorunda kalan kimsenin yarım kalan haccı nafile idiyse, bir daha kaza etmesi
gerekmez," diyen ulemâya göre bu kimse için hedy kurbanım yeniden kesmek de söz
konusu değildir. Fakat Allah Teâlâ Kur'an-ı Keriminde; "Kabe'ye erişmiş bir kurbanlık
[2311

olmak üzere buyurduğu için kurbanlığını harem bölgesinin dışında kesen bir

kimsenin haccmı kaza ederken kurbanını da yenilemesi icab eder", diyenlere göre ise,
kaza esnasında bu kurbanı da yenilemek icab eder. Ebû Davud'un rivayet ettiği bu
hadis ikinci görüşte olanlar için bir delildir.

Biraz önce de ifâde ettiğimiz gibi Hz. Peygamber Hicretin 6. senesinde ashâbıyle
birlikte umre yapmak üzere yola çıkmışken müşriklerin engellemesi sebebiyle buna
muvaffak olamadan ihramdan çıkıp Medine'ye dönmüşlerdi. Hicretin 7. senesinde
Resûl-i Ekrem ve ashabı Mekke'ye girerek yeniden bir umre yaptılar. Bu umreye
"kaza umresi" denir. Bu umrenin gerçekten kaza umresi mi, yoksa başlı başına bir
umre mi olduğu ulemâ arasında ihtilâf konusudur.

a. İmam Ebû Hanîfe'ye göre bu umre kaza umresidir.

b. İmam Mâlike göre bu umre başlı başına bir umredir.

c. İmam Ahmed'den bu konuda da iki ayrı görüş rivayet olunmuştur. İnşallah ileride

[2321

umre bölümünde bu görüşleri tekrar ele alacağız. J

44. Mekke'ye Girmek

1865. ...Nâfı'den rivayet edildiğine göre, İbn Ömer (r.anhuma) Mekke'ye gireceği
zaman geceyi sabaha kadar Zû Tuvâ'da geçirir, yıkanır. Sonra Mekke'ye gündüzün

[2331

girerdi ve Peygamber (s.a.)'in de böyle yaptığım söylerdi. J 1



Açıklama

Abdullah b. Ömer teberrük kasdıyla Resûl-i Ekrem'in namaz kıldığı yerleri araştırır
ve oralarda namaz kılardı. İşte bu maksatla Mekke'ye girmeden önce Zû Tuvâ denilen
yerde geceler orada ibâdet eder, sabahleyin yıkanıp gündüzün Mekke'ye girerdi. Bi-
lindiği gibi Zû Tuvâ, Mekke'nin batısında ve Kedâ denilen giriş yolu üzerindedir.

[2341

Resûl-i Ekrem (s. a.) Veda Haccmda Mekke'ye girerken geceyi burada geçirmişti.- 1 1



Bazı Hükümler



1. Mekke'ye girmek isteyen ihramlı bir kimsenin geceyi Zu Tuva da geçirmesi
müstehab olduğu gibi İmam Mâlikin dışında diğer mezheb ulemasına göre hayızlı ve-
ya nifaslı bir kadın bile olsa herkesin gusletmesi müstehabdır. Yıkanılma-dığı takdirde
fidye gerekmez. Ulemanın pek çoğuna göre alınacak bir ab-dest de yeterlidir. Aynı
zamanda Zû Tuvâ'mn hizasına gelen ihramlı bir kimsenin de gusletmesi müstehabtır.
İmam Şafiî'ye göre Zû Tuvâ'ya veya hizasına uğrayan bir kimse şayet gusletmekten
âcizse teyemmüm eder.

Mâliki ulemasına göre ise, hayızlı ve nifaslı olan kimselerin dışında Zû Tuvâ'ya
uğrayan bir ihramhnm orada gusletmesi menduptur. Çünkü Mâlikilere göre gusül
Mekke'ye girmek için değil, mescide girmek ve tavaf için lâzımdır.

2. İhramlmm Mekke'ye gündüzün girmesi müstehabdır. İbn Ömer, Atâ, İshak ve



Hanefî ulemâsı bu görüştedirler. Şafiî ulemâsına göre de en sahih plan görüş budur.
Mekke'ye gündüzün girilmesinin hikmeti, dinin alâmetlerinin izhar edilmesidir. Bunun
için en uygun zaman da gündüzdür. Bilhassa Mekke'ye giren dinî bir önder ise, o
zaman dinî alâmetlerin izharı daha da önem kazanır.

Âişe ve Said b. Cübeyr'e göre ise, Mekke'ye geceleyin girmek müste-haptır. Çünkü
Muharriş el-Ka'bî'nin rivayetine göre Peygamber (s. a.) Ci'râne'den umreye niyet
ederek geceleyin çıkmış, Mekke'ye geceleyin girmiş ve umresini edâ ettikten sonra

[2351

aynı gece (Mekke'den) çıkarak sabahı ci'râne'de yapmıştır."- 1 1

Tavus, Sevrî ve el-Mâverdî'ye göre ise, Mekke'ye gece girmekle gündüz girmek
arasında bir fark yoktur. Bununla beraber hadisin zahirine uyarak Mekke'ye geceleyin
girmek daha uygun bir hareket olur. Resûl-i Ekrem (s.a.)'in Mekke'ye gece girişi,

bunun caiz olduğunu göstermek içindir.

1866. ...İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.) Mekke'ye yukarı
yoldan girermiş. (Müsedded ile İbn Hanbel'in) Yahya'dan naklettiklerine göre ise,
Peygamber (s.a.) Mekke'ye Kedâ'dan (yani) Bathâ yolundan girer, aşağı yoldan
çıkarmış, (Râvî) el-Bermekî (buraya şu cümleyi de) ekledi: "Yani Mekke'nin iki sarp

[2371

yolundan" (girer çıkardı). Müsedded'in hadisi ise daha tamdır.- 1 1

Açıklama

Seniyye: Aslında her dağın sarp yeri, yahut yüksek yoludur. Burada "seniyye"
kelimesiyle kast edilen Mekke'nin el-Muallât denilen meşhur kabristanının
yukarısmdaki yoldur. Bu yol vaktiyle çıkılması güç sarp bir yermiş. Sonra Hz.
Muâviye tarafından düzeltilmiş. Daha sonra Abdülmelik ve Mehdî zamanlarında ve
811 tarihlerinde mevziî tamirler yapılmış Mısır sultanı el-Müeyyed zamanında ka-
milen tamir olunmuştur. Mekke'ye inen yukanki yola "Kedâ", Mekke'den çıkarken
takip edilen alt yola da "Küdâ" derler.

Resûlullah (s;a.)'in Mekke'ye yukanki yoldan girip aşağıki yoldan çıkmasının hikmeti,
İbrahim aleyhiselâm'm nidası yüksek yerden yapıldığı içindir. Bir de yüksek yerden
girmek ve alçak yerden çıkmak maksada daha uygundur. Bazılarına göre Mekke'ye üst
yoldan girilince Kabe'yi Muazzama karşı geldiği için girerken bu yol tercih edilmiştir.
Münafıklara İslâmiyetin kuvvet ve şevketini göstererek onları korkutmak için bu yol-
dan girdiğini söyleyenler olduğu gibi Hicret esnasında gizlenerek gittiği için şimdi de
açıktan girmek maksadıyla göze çarpmaya en müsait olan tepelerden girmeyi tercih
ettiğini söyleyenler ve her iki yolla da teberrük etmek maksadıyla girerken ve çıkarken

iki ayrı yoldan girmeyi tercih ettiğini ileri sürenler de vardır. J 1

Hadisin senedinden de anlaşıldığı gibi bu hadis müellif Ebû Davud'a üç ayrı yoldan
gelmiştir:

1. Abdullah b. Cafer el Bermekî yoluyla,

2. Müsedded ve İbn Hanbel yoluyla,

3. Osman b. Ebî Şeybe yoluyla.

Hadisin metni en uzun olanı Müsedded yoluyla gelenidir. Çünkü bu rivayette Resûl-i
Ekrem'in Mekke'ye girerken Bathâ'daki yukarı yolu tâkib ettiği ilâvesi yani Kedâ



denilen yukarı yolun Bathâ'da olduğu ilâvesi vardır. J 1

1867. ...İbn Ömer'den rivayet olunduğuna göre, Peygamber (s. a.) (Medine'den
çıkarken) ağacın bulunduğu yoldan çıkar, (girerken de) Muarras yolundan girerdi.
f2401



Açıklama



Aslında bu hadisin Mekke'ye giriş ve çıkışı konu alan bu babla bir ilgisi yoktur. Çünkü
bu hadis Mekke'ye giriş çıkışla değil, Resul-i Ekrem'in Medine'ye hangi yollardan
girip-çıktığı ile ilgilidir. Aslında bu babın ismi "Mekke ve Medine'ye giriş-çıkış babı"
olması gerekirdi. Nitekim Müslim'de bu hadisle bir önceki hadisi birleştirmiş ve bab
başlıklarını koyan Nevevî tarafından "Mekke'ye yukarı yoldan girip aşağı
yoldan .çıkmanın ve bir yere değişik yollardan girip- çıkmanın müstehab oluşu"
başlığı altında rivayet etmiştir.

"Ağaç"tan maksat, Medinelilerin mîkatı olan Zülhuleyfe Mescidinin yanındaki ağaçtır.
"el-Muarras" ise, Medine'ye altı mil (11.130 km.) uzaklıkta Zülhuleyfe'nin kuzey
doğusunda Medine'nin güneyinde bir yerdir. Resul-i Ekrem (s.a.)'in Medine'den
Mekke'ye gitmek istediği zaman ismini Zülhuleyfe'deki ağaçtan alan ve oradan geçen
yolu tâkib ederdi. Mekke'den Medine'ye dönerken de Muarras'dan geçen yolu tâkib
ederdi. Fakat Medine'den bir savaş maksadıyla çıkmış olursa o zaman Muarras'da
konaklardı. İşte bu sebeple buraya Muarras ismi verilmiştir. Çünkü bilindiği gibi

"ta'rîs" bir yere istirahat maksadıyla inmek demektir.



Bazı Hükümler



1. Mekke'ye girmek isteyen her ihramhnm Batha'daki yukarı yoldan girmesi, çıkarken
de aşağı yoldan çıkması müstehabtır.

2. Sefere çıkacak olan bir kimsenin memleketinden çıkarken bir başka yolu,

[2421

memleketine girerken de başka bir yolu tâkib etmesi müstehabtır.

1868. ...Aişe (r.anhâ)'den; demiştir ki: Resûlullah (s. a.) Fetih yılında Mekke'ye
Mekke'nin yukarısmdâki Kedâ (denilen yol)dan, (kaza) umre(sinde) de Küdâ (denilen
aşağı yol)dan girdi.

(Hişam b. Urve) dedi ki: Urve, (Mekke'ye) her ikisinden girerdi. En çok Kudâ'dan

[2431

girerdi, iki yolun evine en yakın olanı (Küdâ) idi. 1



Açıklama



Resul-i Ekrem (s. a.) hac için ihramlı olarak Mekke'ye girerken "Kedâ" demlen yukarı
yolu izlemiştir. Ancak umre için Mekke'ye girerken bu yolu izlemeye hızûn
görmemiş, herkesin her zamanki takibettiği "küdâ" denilen aşağı ki yolu tâkib etmiştir.
Resûl-i Ekrem'in hac ve umre esnasında Mekke'ye girerken izlediği yolların farklı
oluşu bu konuyla ilgili rivayetler arasında çelişki olduğunu göstermez. Çünkü Resûl-i



Ekrem'in umresiyle haccı iki ayrı olaydır. Ancak bu hadis Buhârî'nin rivayetinde
geçen; "Resûlullah (s. a.) çıkarken Mekke'nin yukarısında bulunan Küdâ'dan çıktı"
şeklinde geçtiğinden konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisine üç cihetten aykırıdır.
Şöyle ki:

1. Konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisine "Resûlullah (s. a.) Feth yılında Mekke'ye
Mekke'nin yukarı smdaki Küdâ'dan girdi" denilirken, Buhârî'nin rivayetinde
"Mekke'den çıkarken "Mekke'nin yukarısmdâki Küdâ denilen yerden çıktı" tâbiri

kullanılmıştır.

2. Buhârî'nin bu rivayetinde umreden bahsedilmemektedir.

3. "Küdâ'nm Mekke'nin yukarısında bulunduğu ifâ' de edilmektedir ki bu açık bir
hatadır. Hafız İbn Hacer'in beyânına göre bu hadisin aslı Amr b. el-Hâris ile Hâtem b.
İsmail'in Hişâm'dan naklettikleri ve "Resûlullah (s. a.) Mekke'ye Mekke'nin
yukarısmdâki "Kedâ" denilen yoldan girdi" anlamına gelen ibaredir. İbn Hacer
daha. sonra bu yanlışlığın Ebu Üsâme'den daha aşağıda bulunan râvilere ait olduğuna
hükmetmiş ve İmam Ahmed'in Ebû Üsâme'den naklettiği rivayetin doğru bir rivayet

T2451

olduğuna dikkati çekmiştir.

Bazı Hükümler

1. Hac maksadıyla Mekke'ye girecek olan bir kimsenin Keda demlen yukarı yoldan
girip Kudâ" denilen aşağı yoldan çıkması müstehabtır.

2. Umre maksadıyla Mekke'ye girmek isteyen bir kimsenin de "Küdâ" denilen aşağı
yoldan girmesi müstehabtır.

1869. ...Aişe (r.anhâ)'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber (s. a.) Mekke'ye gireceği
zaman yukarısından girerdi. (Çıkacağı zaman da) aşağısından çıkardı. ^— ^

Açıklama

Bilindiği gibi Mekke'ye iki yoldan girmek mümkündür.Bunlardan yukarı yola "Kedâ"
aşağı yola da "Küdâ" derler. 1867 numaralı hadisin şerhinde de ifade ettiğimiz gibi
Resul-i Ekrem Efendimiz, hac maksadıyla ihramli olarak Mekke'ye girerken "Kedâ"
denilen yukarı yoldan girmiş, çıkarken de "Küdâ" denilen aşağı yolu izlemiştir.
Binaenaleyeh ulama bu hadis-i şerife bakarak her ne maksatla olursa olsun, Mekke'ye
girmek isteyen kimselerin yukarı yoldan girmelerinin ve çıkarken de aşağı yoldan

T2481

çıkmalarının müstehab olduğuna hükmetmişlerdir.- 1 1

45. Beyti Şerifi Görünce El Kaldırmak Caiz Midir?

1870. ...el-Muhâcir el-Mekkî'den; demiştir ki: Câbirb. Abdullah'a;
Beyt-i (şerifi) gören bir adam ellerini kaldırırını? diye soruldu da;

Ben yahudilerden başka bunu yapan kimse görmedim. Ve Resûlullah (s.a.)'la birlikte

[2491

hac ettik bunu o da yapmadı, diye cevap verdi. 1 1



Açıklama



Her ne Kadar hadiste beyt-i şerifi görünce sadece Yahudilerin el kaldırdıkları ifâde
ediliyorsa da 1 872 numaralı hadis-i şerifte de ifâde edildiği gibi Beyt-i Şerifi görünce
onu müslü-inanlarm da selâmladığı bir gerçektir. Ancak yahudiler Beyt'i görünce ona
hakaret maksadıyla el kaldırırken müslümanlar ta'zîm ve ihtiram maksadıyla el

kaldırırlar.



Bazı Hükümler



Bu hadis-i şerifin zahirinden anlaşıldığına göre Beyt-ı Şerir ı görünce tazım için el
kaldırmak meşru değildir. Nitekim İmam Mâlik (r.a.) bu hadisin zahirine bakarak
Beyt-i Şerifi görünce el kaldırmanın meşru olmadığına hükmetmiştir.
İmam Şafiî, Ahmed, Sevrî ve İshak'a göre ise, Beyt-i Şerifi görünce el kaldırmak
meşrudur. Bu görüş Abdullah b. Ömer ile İbn Abbas'tan da rivayet olunmuştur. İbn
Cüreyc'den gelen bir hadiste Resûl-i Ekrem'in şöyle buyurduğu ifade edilmektedir:
"Eller namazda kaldırıldığı gibi Beyt-i şerifi görünce, Safa ile Merve üzerinde,
Arafat'ta, Müzdelife'de Cemre-ler'de ve ölü üzerine (kılman namazda) de

kaldırılır. Tahâvî'nin açıklamasına göre bu hadîse, "Beyt'i görünce ellerin
kaldırılması" ile ilgili kısmının dışında itiraz eden olmamıştır. Beyhakî'ye göre ise, bu
hadis mun-katı'dır. Çünkü İbn Cüreyc bu hadisi almış olduğu Mukassim ile görüş-
memiştir. İbn Ebî Leylâda bu hadisi İbn Abbas'tan ve İbn Ömer'den mevkuf ve merfu
olarak rivayet etmemiştir. Ancak İbn Ebî Leylâ'nın rivayetinde "ölü üzerine" ifâdesi
yoktur ve îbn Ebî Leylâ hadis rivayetinde güvenilir bir râvi değildir. Zehebî Mizân'da
onun hafızasının zayıf olduğunu söylüyor.

Said b. Salim'in İbn Cüreyc'den rivayet ettiği bir hadis-i şerifte ise, "Resûl-i Ekrem'in
Beyt-i Şerifi görünce:

"Ey Alla İn m, bu Beyti Şerifinin azametini ve saygınlığını ve heybetini artır. Hac ye
umre maksadıyla bu Beyt'e gelip de ona saygı ve ta'zim gösteren kimselerin de şeref
ve haysiyetleriyle birlikte saygınlıklarını artır"

[2521

anlamında du,a ettiği ifade ediliyor. 1 1 Beyhakkî'ye göre bu hadis munkatı'dır.

Fakat Ebû Said eş-Şâmî'nin Mekhûl'den rivayet ettiği "Peygamber (s.a.) Mekke'ye
girip de Beyt'i görünce ellerini kaldırır ve tekbîr getirip;
diyerek duâ ederdi," anlamına gelen mürsel bir şahidi vardır.

Bu mesele Hanefî ulemâsı arasında ihtilaflıdır. Hanefî ulemâsından Aliyyü'I-kârî'nin
açıklamasına göre her ne kadar Tîbî "Ebû Hanife, İmâm Mâlik ve Şafiî, beyt-i Şerifi
görünce el kaldırmanın meşru olmadığını" söylemişse de bu doğru değildir. Çünkü
İmam Ebû Hanife ile Şafiî de "Beyt-i Şerifi görebilecek bir yere geldiği halde körlük
veya sis gibi sebeplerle göremeyen bir kimsenin ellerini kaldırarak dua etmesinin
sünnet olduğunu açıkça ifâde etmişlerdir.

Bezlü'l-mechûd yazarı Şeyh Halil Ahmed'in beyânına göre, "Hanefî ulemâsından
Aliyyü'l-karî, Beyt-i şerifi gören bir kimsenin ellerini kaldırarak duâ etmesinin meşru
olduğu görüşündedir." Hanefîlerin Şerhü'l-Liibâb isimli meşhur fıkıh kitabında dua
halinde bile olsa el kaldırmanın meşru olmadığı ifade edilmektedir. "Kudürî, el-
Hidâye, el-Kâfî, Bedâyi' gibi meşhur hanefi kaynaklarında bu hareketin meşruluğuna



dair bir ifâdenin bulunmayışı" da bu görüşün doğruluğuna delil gösterilmektedir. Ni-
tekim es-Sürûcî de Hanefî mezhebine göre Beyt-i Şerifi görünce el kaldırmanın meşru
olmadığını ifâde ediyor. Yine Hanefî ulemasından Tahâvî de Şerhü Meâni'l-âsâr
isimli eserinde imam Ebû Hanife, Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed'e göre Beyt-i Şerifi

[2531

görünce el kaldırmanın mekruh olduğunu ifâde ediyor. J 1

Bu konuda Beyhakî de şunları söylüyor: "Bu gibi ihtilaflı konularda müsbet olan
görüşü tercih etmek kaidedir. Çünkü müsbeti ifâde eden hadisler menfiye nisbetle
fazla bir ilim ifâde ediyor demektir." Aliyyü'l-Karî de bu konudaki farklı hadisleri ve
görüşleri naklettikten sonra bu hadislerin arasım uzlaştırmak maksadıyla şunları
söylemiştir: "El kaldırmanın meşru olduğunu ifâde eden hadisler Kâbe-i Muazzama'yı
ilk defa gören kimselerle ilgilidir. El kaldırmanın meşru olmadığını ifâde eden hadisler

[2541

ise, daha sonra Kabe'nin huzuruna varıldığı zamanlarla ilgilidir. " J 1 Meşru

olduğunu ifâde eden hadislerin duâ haliyle ilgili olduğu, meşru olmadığını ifâde eden
hadislerin de Kabe'yi ta'zim maksadıyla iftitah tekbiri alır gibi elleri kulaklara kadar

kaldırmakla ilgili olduğu da düşünülebilir.

1871. ...Ebû Hureyre(r.a.)'den rivayet olunduğuna göre, Peygamber (s. a.) Fetih günü
Mekke'ye girince Beyt'i tavaf etmiş ve (Hz.. İbrahim'e ait) Makam'm' arkasında iki

rekat namaz kılmıştır.
Açıklama

Bu hadis-i şerif Hz.Peygamberin Beyt-i Şerife gelince tavaf edip tavaftan sonra da
Makam-ı İbrahim'in arkasında iki rekat namaz kıldığını ifade ediyor. Bu bakımdan
hadis "Kabe'yi görünce el kaldırmayı" konu alan bu babla pek ilgili görünmüyor.
Ancak bu hadiste Rasûl-i Ekrem'in Kabe'ye gelince sadece tavaf edip daha sonra da iki
rekat tavaf namazı kıldığı ifâde edildiği, Beyt-i Şerife geldiği zaman el
kaldırmadığının da zımnen ifâde edilmiş olduğu düşünülürse, o zaman bu hadisle bab
arasında bir ilgi olduğu görülür.

Kabe'yi tavaf ettikten sonra Makâm-ı İbrahim'in arkasında iki rekat namaz kılmak

[2571

Hanefi ulemâsına göre vâcib, Şâfiîlere göre ise, sünnettir.

Nitekim Kur'an-ı kerim'de; "Sizde İbrahim'in makamından bir namaz yeri edinin

T2581

(Orada namaz küm)" 1 1 buyuruluyor.

İbrahim'in Makamı, Hz. İbrahim'in Kabe'yi yaparken üzerine çıktığı taştır, diye tefsir

[259i

olunduğu gibi, Haremin tamamı diye de tefsir olunmuştur.- 1 1

1872. ...Ebû Hüfeyre (r.a.)'den; demiştir ki: Resûlullah (s. a.) (Medine'den Mekke'ye
gitmek üzere) yöneldi, Mekke'ye girince Hacer-i Esved'e varıp onu selâmladı sonra
Beyt-i tavaf etti. Sonra Safa'ya varıp Beyt'i görebilecek şekilde üzerine çıktı, ellerini
kaldırıp Allah'ı zikretmeye ve dilediği duayı okumaya başladı (Hz.Ebu Hüreyre) dedi
ki: "Ensar (topluluğu)da (Resûlullah'm) alt tarafında bulunuyordu." (Bu hadisi Ebu
Davud'un şeyhine ulaştıran iki râvîden birisi olan) Hâşim dedi ki:

"(Hz. Peygamber) Dua etti, Allah'a hamdetti ve dilediği duayı okudu."^^



Açıklama



Bu olay Mekke'nin fethi günü cereyan etmiştir. Dolayısıyla Hz peygamber'in
Mekke'ye girmekten maksadı umre yapmak olmadığı gibi Safa tepesine çıkmaktan
maksadı da sa'y yapmak değildi. Kabe'yi tavaf etmesi ve Hacer-i Esved'i selâmlaması
nafile bir tavaftı. Bilindiği gibi hac veya umre maksadı olmaksızın yapılan tavaflardan
dolayı Safa ile Merve arasında sa'y yapmak gerekmez.

Bu hadisi Ebû Davud'un şeyhi İbn Hanbel'e ulaştıran iki râvi vardır: Bunlardan birisi
Behz b. Esed'dir ki tercümesini sunduğumuz metin ona aittir. Diğeri de Hâşim'dir
Hâşim'in rivayeti ile Behz'in rivayeti arasında esaslı bir ayrılık yoktur. Ancak Hâşim'in
rivayetinde çok küçük bir farklılık vardır. Ebû Dâvûd bu farka "Haşim dedi ki: Duâ
etti, Allah'a hamdetti ve dilediği duayı okudu." cümlesiyle işaret etmek istemiştir.
[2611



Bazı Hükümler

1. sessizce ve kimseyi rahatsız etmeden Hacer-i Esyed'e el sürüp veya öperek onu
selamlamak sünnettir. İnsanları rahatsız etmek haram, bundan kaçınmak ise, farzdır.

2. Muallim ve müşridin öğreticilik veya eğiticilik görevini yaparken yüksekçe bir
yerde bulunması caizdir.

3. Kabe'yi gören kimsenin ona saygı maksadıyla ellerini kaldırması müstehabtır.

4. Mekke'ye giren bir kimsenin ihramsız bile olsa ilk iş olarak Beyt4 şerifi tavaf
etmesi gerekir. Çünkü peygamber (s. a.) Fetih günü mekke'ye ihramsız girdiği halde ilk

iş olarak Kabe'yi tavaf etmiştir. Bunda icmâ vardır.
46. Hacer-i Esvedi Öpmek

1873. ...Abis b. Rebia'dan rivayete göre Ömer (b.el-Hattab) Hacer-i Esved'in yanma
gelmiş onu öpmüş ve şöyle demiştir: Biliyorum ki sen bit taşsın. Fayda da veremezsin
zarar da. Eğer Peygamber (s,.a.)'i seni öperken görmeseydim, seni (asla) öpmezdim.
[263]



Açıklama

Hz. Ömer, "tayda da veremezsin zarar da demekle "Allah'ın izni olmazsa zarar ve
fayda veremezsin" demek istemiştir. "Öpülmekle dünyada bir fayda veremezsin"
demek istemiş de olabilir. Fakat Hacer-i Esved'in âhirette kendisini selamlayanlara
Allah'ın izniyle fayda vereceği kesin delillerle sabittir. İbn Abbas'tan rivayet edildiğine
göre, Resûlullah (s. a.) şöyle buyurmuştur: "Kıyâmet gününde Hacer-i Esved, iki gören
gözü ve konuşan bir dili olduğu halde getirilecek ve kendisini İslama uygun olarak

selamlayanların lehine şahitlik edecektir.

Durum böyleyken Hz. Ömer'in bu sözü söylemesine sebep, müslümanların
putperestlik devrinden yeni kurtulmuş olmalarıdır.

Hz. Ömer şayet Hacer-i Esved'i öperse câhillerin bu işin eski hâl üzere devam ettiği



zannma kapılmalarından korkmuş ve istilâmdan maksadın yalnız Allah'ı tazim ve
Peygamber emrine itaat olduğunu, istifamın câhiliyet devrindeki putperestlik
olmadığını anlatmak istemiştir. Çünkü câhiliyye devrinde araplar putların insanı
Allah'a yaklaştırdığına inanırlardı. Resul-i Ekrem'in Hacer-i esved'i öpmesini İbn
Ömer şöyle anlatır: "Resûlullah (s.a.) Hacer-i Esved'in yanma vardı sonra dudaklarını
üzerine koyup uzun süre ağladı. Sonra başını çevirince bir de ne görsün Hz. Ömer!
Bunun üzerine:

"Ey Ömer, işte burada gözyaşı dökülür" buyurdu. t^5J Ancak Mecmeu'z-zevâid'de
açıklandığına göre bu İbn Mâce hadisinin senedinde Muhammed b. Avn vardır. Bu
râvî, Ebû Hatim gibi hadis âlimlerince zayıf kabul edilmektedir. Fakat Hâkim bu

hadisi sahih senedle rivayet etmiştir. ^-Jn
Bazı Hükümler

1. Hacer-i Esved'i, elle dokunmak veya öpmek suretiyle selamlamak meşrudur ve
Hacer-i Esved diğer cansızlar arasında özel bir şerefe ve fazilete sahiptir. Bu konuyla
ilgili pek çok hadis-i şerif vardır:

a. Abdullah b. Amr b.el-As'dan rivayet edilen merfu bir hadiste şöyle Duyuruluyor:
"Gerçekten Hacer-i Esved ile Makam(-i İbrahim) Cennet yakutlarından birer yakut
idiler. Allah onların nurunu aldı eğer Allah bunların nurunu almamış olsaydı, bu nur

hak ile bâtıl arasını aydınlatırdı . " ^ ^

b. Resûlullah (s.a.) buyurdu ki: "Hacer-i Esved Cennetten indiği zaman sütten daha

beyazdı fakat insan oğlunun günahları onu kararttı. Her ne kadar bu hadisin
senedinde bulunan Atâ b. es-Sâib cerh edilmişse de İbn Huzeyme'nin Sahih'inde bu
hadis sahih senedle rivayet olunmuştur. Bu hadisi kısa olarak ve "Hacerü'l-Esved

cennetten gelmiştir" anlamına gelen lâfızlarla Nesâî de rivayet etmiştir.
Hafız Vb. Hacer, bu konuda şunları söylüyor: "Bazı inkarcılar "Hacer-i Esved,
müminlerin ibâdetleriyle iyice beyazlaşmayıp da niçin müşriklerin günahlarıyla
siyahlaşıyormuş" diyerek bu hadis-i şerifi inkâr etmişlerdir. Bu anlamsız söze İbn
Kutebye'nin verdiği şu cevabı verebiliriz: "Eğer Allah Hacer-i Esved'in cennetten
geldiği gibi beyaz kalmasını istemiş olsaydı, tabiattaki kanunlarını ona göre yaratırdı.
Oysa Allah teâlâ Hacer-i Esved'in eski hâlinde kalmasını istemediği için siyah rengi
beyaz renk üzerinde efkili yaratmıştır." Muhibbu't-Tâberî de bu konu da şunları söylü-
yor: "Hacer-i Esved'in zamanla bu şekilde kararmasında akıl ve basiret sahipleri için
büyük ibretler vardır. Şöyle ki: İnsanların hataları taş gibi sert bir cisim üzerinde dahi
böyle olumsuz bir iz bıraktığına göre insanın kalbi ve ruhu üzerinde nasıl bir olumsuz
tesir yapacağını anlamak son derece kolaydır." Ayrıca bu konuda İbn Abbas (r.a.)'m
da şöyle dediği rivayet olunmuştur: "Dünya ehlinin Cennet zinetlerini görmelerini
önlemek maksadıyla Allah Teâlâ onu kararttı" Eğer bu sözü İbn Abbas'm söylediği

sâbitse, inkarcılara karşı çok güzel bir cevap teşkil eder."^^

2. Resûl-i Ekrem'in hadisleriyle amel etmek gerekir. Ancak bir haberin gizli bir
kusurunun ortaya çıkması veya bilinmesi hali müstesna, Nitekim Resûl-i Ekrem'in de
Hacer-i Esved'i öptüğü bilinen bir gerçektir. Binaenaleyh bu uygulama mü'minler için
uyulması gereken bir örnektir. Resul-i Ekrem'in o taşı öpmesi onun diğer cansız



yaratıklar arasında ayrı bir değer ve şerefe mazhar olduğuna bir işarettir. Gerçekten
Allahu teâlâ'-nm bazı ülkeleri bazısından daha şerefli, bazı geceleri ve gündüzleri de
bazılarından daha faziletli yarattığı malumdur. Aynı şekilde bazı taşları da
bazılarından daha şerefli ve faziletli yaratmış olması gayet tabiîdir. Fatih devri
Şeyhülislâmlarından Molla Hüsrev Hacer-i esved'i istilâm etmeyi şöyle anlatıyor:
"Mekke'ye girdiği zaman Mescid-i Haram'a girmekle (işe) başlar Beyt-i Şerifi gördüğü

[2711

vakitte tekbir ve tehlîl eder. J 1 Ondan sonra tekbir ve tehlîl ederek ve namazdaki

gibi ellerini kaldırarak Hacer-i Esved'e yönelir ve onu istilâm eder. Yani iki elleri ile
Hacer-i Esved'e yapışır ve öper.

İstilâm Fukahaya göre iki avuç içini taşın üzerine koyup ağzı ile öpmeğe derler. Eğer
öpemez ise, iki avuç ile mesheder. Eğer müslümanlara ezâ etmeksizin istilâma kadir
olursa yapar, eğer kadir olamazsa eli meshedip elini öper eğer bu ikisini de yapamazsa
tekbir, tehlîl, yüce Allah'a hamd ve Nebiyy-i Ekrem(s.a.)'e salavât okuyarak Hacer-i

Esved'e yönelir.

M. Zihnî Efendi de bu konuda şöyle diyor: "Mekke'ye ulaştığında müstehab olan boy
abdesti almaktır. Boy abdesti veya sadece abdest aldıktan sonra Harem-i Şerife girilir.
Müstehab olduğu üzere Babüs'selâma varıp oradan kalb ürpertisi ve tevazu içinde
îelbiye getirilir. Salevât-i şerife okuyarak ve sıkışanlara şefkatle muamele ederek
Mescid-i Haram'a girilir. Beyt-i Muazzama görüldüğünde dilediği kadar dua edilir.
T2731

Mescid-i Haram'm saygı ve tahiyyâtı tavaf .olduğu için tehiyette-i mescid

namazı kılmadan hemen tavaf-ı kudüm teşebbüsünde bulunulur. Şöyle ki telbiyeyi
keserek tekbir tehlîl ve salavat-ı şerife ile Hacer-i Esved'e yönelir, ellerini namaza
durur gibi kaldırarak mümkün ise, Hacer-i Esved'e dokunulur ve sesini çıkarmadan
onu öpmeye çalışır orası pek sıkışık bir durum arz edecek olursa, kimseyi incitmemek

için onu uzaktan selâmlar. Tavafın başlangıcı bu olur."^^
47. Ka'be'nin Rükünlerini Selamlamak

1874. ...İbn Ömer(r.a.)'den; demiştir ki: Ben Resûlullah (s.a.)'i iki Rükn-i Yemânî'den
başkasını meshederken görmedim.

Açıklama

Bilindiği gibi Kabe-i Muazzama'mn dört rüknü vardır; dört rükün üzerine oturur.
Allah'ın Kâbesi;

1. Hacer-i esved'in bulunduğu rükne "Rükn-i Hacerî" denildiği gibi,

2. Güney batısındaki rükne "Rükn-i Yemânî",

3. Kuzey-batısmdakine "Rükn-i Şâmî",

4. Kuzey-doğusundakine de "rükn-i Irâkî" denilir.

Ayrıca bu rükünlerden ilk ikisine "Yemâniyyân (Yemânî rükünler)" denildiği gibi son
iki rükne "eş-Şâmiyyân (Şâmî rükünler)" de denilir.

Konumuzu teşkil eden hadis-i şerifte de açıklandığı üzere resul-i zîşân Efendimiz bu
rükünlerden sadece Yemânî rükünleri selâmlamiştır. Rükünler içerisinde istilâm için
bu iki rüknü tercih etmesi sebepsiz değildir:



a. İstilâm için Rükn-i Hacerî'yi seçmesinin birinci sebebi Hacer-i Esved'in o rükünde
bulunmuş olmasıdır. Diğer sebebi de bu rüknün Hz. İbrahim'in attığı temeller üzerine
oturmuş olmasıdır. Bu sebeple Resulü Ekrem bu rüknü hem eliyle selâmlamış hem de
öpmüştür.

b. Rükn-i Yemânî'ye gelince, bunun da faziletçe son iki rükne üstünlüğü sadece Hz.
İbrahim'in attığı temeller üzerine oturmasından ileri gelir. Bu sebeple Resûl-i Ekrem
bu rüknü sadece selamlamakla yetinmiştir. Fakat İmam Mâlik ile Ahmed (r.a.)'e göre

bu iki rükün de Rükn-i Hacer gibi öpülür.
Bazı Hükümler

Tavaf esnasında Rükn-i Hacer ile Rükn-i Yemânî' yi selamlamak sünnettir. Rukn-ı
Irakı ile Rukn-ı Şâmî'yi selâmlamak veya öpmek gerekmez. Çünkü bu iki rükün Hz.
İbra-, him'in attığı temeller üzerinde değildir. Hz. Ömer, İbn Abbas, Hanefi ulemâsı,
İmam Mâlik, İmam Şafiî ve îmam Ahmed bu görüştedirler.

Hz. Muâviye ile Abdullah b. ez-Zübeyr, Câbir b. Zeyd, Urve b. Zübeyr ve Süveyd b.
Gafele'ye göre ise, rükünlerin hepsi ve her tarafı selâmlanır, fakat konumuzu teşkil
eden hadis-i şerif bu görüşte olanların aleyhine bir delildir. Çünkü Peygamber
Efendimizin Rükn-i Şâmî ile Rükn-i Irakî'yi selamlamadığı bilinen bir gerçektir. O

[2771

halde sünnete uymaktan başka takip edecek bir yol olamaz. J 1

1875. ...Ibn Ömer'den (rivayet olunduğuna göre) kendisine Hz. Aişe'nin; "Hıcr'm bir
kısmı Beyt'dendi (Beytin sınırları içerisine dâhildi)" dediği haber verilmiş bunun
üzerine (İbn Ömer de) Allah'a yemin ederim ki, Aişe'nin bunu Resullüllah (s.a)'den
duyduğuna kesinlikle inanıyorum. (Şimdi) kesinlikle anlıyorum ki Resûlullah (s.a.)'in
(Kabe'nin dört rükününden) ikisini selamlamayışı sadece bu iki rüknün (Beyt'in Hz.
İbrahim tarafından atılan) temelleri üzerinde olmayışındandır ve halen (Beyt'in),
Hicrin dışından tavaf edişinin sebebi de bundan başka bir

şey değildir. 1228]
Açıklama

Bilindiği gibi Kabe'nin kuzey tarafında yarım dâire şeklinde bir duvar vardır ki buna
"Hatim" denir. Kabe'nin Kuzey cephesinin bir köşesine "Rükn-i Şâmî, diğer köşesine
de "Rükn-i Irakî" denir. Bu Hatîm'in kuşattığı ve Hatimle Kabe arasında kalan yere
"Hıcr" denir. Kabe'nin altınoluğu bu kısmın üzerine akar. Kâbe-i Muaz-zama'yı tavaf
ederken Kabe ile Hatîm arasındaki açıklıktan geçmeyip bu duvarın dışından geçerek
tavaf edilmesi vâcibtir.

Bu,duvarm yüksekliği 131 cm.'dir. Yarım daire şeklinde kuşatmış olduğu kısma
"Hıcr-i İsmail" denir. Çünkü İsmail aleyhisselam buraya def-nedilmiştir. Kabe ile bu
duvarın doğu ucu arasında 230 cm.lik bir mesafe bulunduğu gibi Kabe ile batı ucu
arasında 223 cm.lik bir mesafe vardır Hatîm'in iki ucu arasındaki mesafe ise 8 m.dir
Beyt-i Şerifin kuzey cebhe-sinin orta noktasından Hatime doğru indirilecek bir
doğrunun uzunluğu ise, 844 cm.dir.



Kureyş, Peygamber Efendimize Peygamberlik verilmeden beş sene önce Kabe'yi
yeniden bina etmişlerdi. Malî imkanları yetişmediği için Kabe'yi Hz. İbrahim'in
yaptığı genişlikte yapmamışlar, bu sebeble Kabe'nin kuzey kısmında bulunan ve
aslında Kabe'den olan bir bölüm yeni inşaatın dışında kalmıştı. Metinde geçen "Hıcr'ın
bir kısmı Beyt'dendi" cümlesiyle bu gerçeğe işaret edilmek istenmiştir. Nitekim
Müslim'de şu anlama gelen bir hadisi şerif vardır: "Ey Aişe! Eğer kavmin şirkten yeni
kurtulmuş olmasaydı, ben Kabe'yi yıkar da yere yapışık (alçak) yapardım. Ona biri
doğuda biri batıda iki kapı açardım. Hıcr tarafından da ona altı arşın yer katardım,

T2791

çünkü Kureyş Kabe'yi bina ederken onu Mçültmüştür.

Metinde geçen "ezunnu" kelimesi "eteyekkanu, kesinlikle biliyorum" anlamında
kullanıldığı gibi "in" harfi de şartiyye olarak değil, "inne"den muhaffef bir harf olarak

T2801

tahkik anlamında kullanılmıştır. Biz de tercümeyi buna göre yaptık. J 1

Bazı Hükümler

1. Rükn-i Şâmî ile Rükn-i Irakî'yi selamlamadan tavaf etmek caizdir.

2. Kabe'yi tavaf ederken Hatîm'in dışarısından dolaşmak gerekir.

1876. ...Abdullah b. Ömer'den; demiştir ki: Resûlullah (s. a.) hiçbir tavafta Rükn-i
Yemânî (denilen köşe ile) Hacer(-i Esved)i selamlamayı terk etmezdi.

T2821

(Nâfi) dedi ki: Abdullah b. Ömer de (aynen) böyle yapardı.- 1 1



Açıklama

Bu hadis-i şerif yedi şavttan oluşan tavafın her şavt (tur)unda Rükn-i Yemânî ile

Hacer-i Esved'i selamlamanın

müstehab olduğunu açıkça ifâde etmektedir.

Bu sebeple ulemâ sözü geçen yerleri her şavtta selamlamanın müstehab olduğunda
ittifak etmişlerdir.

Hacer-i esved hakkında 1873, Kabe-i Müazzama'mn diğer rükünleri hakkında da 1875

T2831

numaralı hadisin şerhinde yeterli açıklama bulunmaktadır.



48. Vacib Olan Tavaf



1877. ...İbn Abbâs'tan rivayet olunduğuna göre Resûlullah (s. a.) Veda Haccmda deve
üzerinde (ve Hacer-i Esved'in bulunduğu) rüknü bastonla selamlayarak (Beyt'i) tavaf

etmiştir. 1



Açıklama

1. Kabe'yi özürsüz olduğu halde hayvan üzerinde tavaf etmek caizdir. İmam Şafiî ile
İbn'I-Münzir ve İbn Hazm

bu görüştedirler. İmam Ahmed'deri sahih olarak rivayet edilen görüş de budur. Özür
bulunmadığı halde hayvan üzerinde tavaf edilmesinden dolayı kurban da gerekmez.



Fakat tavafın yürüyerek yapılması 1 deve üzerinde yapılmasından daha faziletlidir.
Çünkü Resul-i Ekrem (s.a.) ve ashabı Veda Haccmm dışındaki tavaflarını yürüyerek
yapmışlardır.

İmam Mâlik'Ie Hanefî ulemâsına göre ise özür bulunmadıkça tavafı yürüyerek
yapmak vâcibtir. Özürsüz olarak hayvan üzerinde yapılan tavafın iadesi gerekir, iade
edilmeyecek olursa, sahibine kurban gerekir.

İmam Ahmed'den rivayet edilen diğer bir görüşe göre ise özürsüz olarak hayvan
üzerinde yapılan tavaf caiz değildir. Çünkü tavaf Beyt-i Şerîf ile ilgili bir ibadettir,
namaz gibi ayakta icra edilmesi gerekir.

Özürsüz olarak hayvan üzerinde tavafın yapılmayacağı görüşünde olan ulemâya göre
Resûl-i Ekrem'in Veda Haccı'nda hayvan üzerinde tavaf etmesi bazı mazeretleriyle
ilgilidir. Delilleri ise, şu hadis-i şeriflerdir:

a. Peygamber (s.a.) Veda Haccı'nda insanların kendisini kolayca görebilmeleri,
kendisinin de onları görebilmesi ve halkın kendisine (müşküllerini) kolayca

T2851

sorabilmeleri için Beyt'i ve Safa ile Merve'yi hayvan üzerinde tavaf etti.

b. Resûlullah (s.a.) Mekke'ye geldiği zaman-rahatsızdı. Hayvanı üzerinde tavaf etti.
r2861

İbn Hacer'in beyânına göre özürsüz bir kimsenin Beyt-i Şerifi hayvan üzerinde tavaf
etmesi tenzîhen mekruhtur. Yürüyerek tavaf etmek ise daha faziletlidir. Resul-i
Ekrem'in Beyt-i Şerifi hayvan üzerinde tavaf etmesi ise, Beyt'in etrafının duvarlarla
çevrilmesinden önce olmuştur. Artık Beyt'in etrafı çevrildikten sonra mescidin

T2871

içerisine hayvan sokulması ca'iz değildir. Çünkü hayvanlar mescidi kirletirler.

2. Hacer-i Esved'i baston ve benzeri şeyler ile selâmlamak caizdir. Ancak bu cevaz
elle dokunmak veya selamlamak mümkün olmadığı zamanlara aittir. Yoksa elle
selamlamanın daha faziletli olduğu bilinen bir gerçektir. Çünkü Peygamber (s.a.)
ekseriyetle elle selâmlamıştır. Ulemânın büyük çoğunluğu bu görüştedir. İnsan
mümkün olduğu kadar Hacer-i Esved'e elle dokunmah yoksa asâ ve benzeri bir şeyle
dokunmak, o da mümkün değilse ona doğru işarette bulunarak tekbir getirmelidir. İbn
Ab-bâs'tan rivayet edildiğine göre; Peygamber (s.a.) (Veda Haccı'nda) Beyt'i hayvan
üzerinde tavaf etmiş ve Rükn-i Hacere her gelişinde yanında bulunan bir şeyle ona

T2881

işaret ederek tekbir getirmiştir.- 1 1 Eğer işaret de edemezse ona doğru yönelerek

tehlîl ve tekbir getirir Çünkü Peygamber (s.a.); "Ey Ömer, sen kuvvetli bir adamsın
Hacer-i Esved'in yanında sıkışıklık ve darlığa sebebiyet verme. Çünkü zayıflan
incitirsin fırsat bulunursa onu selamla. Bulamazsan, ona yönelerek tehlîl ve tekbirde

T2891

bulun" buyurmuştur. 1 1 Ancak Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiği bu hadis-i şerifin

senedinde kimliği mechül bir şahıs vardır. Hacer-i Esved'in istilâmı konusunda
ayrıntılı malumat için 1889 no'lu hadisin şerhine bakılmalıdır.

3. İhtiyaç hâlinde Mescid'e deve sokmak caizdir. Ancak bu Cevaz, hayvanın mescidi
kirletmesinden emin olunmasına bağlı görülmüştür.

1878. ...Safıyye bmt Şeybe'den; demiştir ki: Resûlullah (s.a.) Fetih yılında Mekke'yi
fethedince (Beyt'i) hayvan üzerinde elindeki bastonla (Hacer-i Esved'in bulunduğu)

T2911

rüknü selamlayarak tavaf etti. Ben de kendisine bakıyordum.- 1 1



Açıklama



Bu hadis Buhârî ve Müslim tarafından da şu anlama gelen lâfızlarla rivayet edilmiştir:
Peygamber (s. a.) Mekke'ye girdiği zaman Kabe'nin etrafında 360 put vardı, onlara
elindeki bir sopa ile dokunarak "Hak geldi, batıl zail oldu! Bâtıl zaten zail
[2921

olucudur" J 1 (âyetini okuyor ve:) "Hak geldi bâtıl ne yoktan var eder, ne de yok

[293] T2941
olanı iade eder' tJ 1 diyordu, putlar da yere düşüyordu.- 1 1



Bazı Hükümler



1. İhramsız bile olsa Mekke'ye her girenin Beyt-i Şerifi tavaf etmesi lazımdır.

2. Beyt-i Şerifi hayvan üzerinde tavaf etmek caizdir. Bu konuda özürlü olmakla
olmamak arasında bir fark yoktur.

3. Hacer-i Esved'i baston veya benzeri şeylerle selâmlamak caizdir. Bilindiği gibi

Hacer-i Esved'i öpmekten âciz kalan bir kimse onu eliyle yahut bastonu ile

selâmlayarak elini veya bastonunu öper. Kadı İyaz, "Bu hususta yalnız İmam Malik'in

cumhûr-ı ulemâdan ayrıldığını ve elin öpülemeyeceği görüşünde olduğunu" söylüyor.

Tavaf esnasında bunlardan hiçbirini yapmayana birşey lâzım gelmez. el-Muhelleb:

"Peygamber (s.a.)'in bastonla istilâmda bulunması istilâmın farz değil, sünnet

olduğunu gösterir diyor. Nitekim daha önce tercümesini sunduğumuz "Resûlullah

(s.a.)'in öptüğünü görmüş olmasaydım seni öpmezdim" anlamındaki 1873 numaralı

[295]

hadis-i şerif de bu görüşü desteklemektedir.- 1 1

1879. ...Ebu't-Tufeyl'den; demiştir ki: Peygamber (s.a.)'i hayvanı üzerinde (Hacer-i
Esved'in bulunduğu) rüknü selamlayarak Beyt'i tavaf ederken gördüm.
(Bu hadisi Ebû Davud'a rivayet eden diğer râvi) Muhammed b. Râfı de (bu rivayete
şunu) ekledi: Sonra Safâ'ya ve Merve'ye çıktı, yedi defa (Safa ile Merve arasını)

hayvanı üzerinde tavaf etti.^^



Bazı Hükümler



1. Tavaf esnasına Hacer-ı Esved ı eliyle selamlayamayan kimse onu baston ve benzen
şeylerle selâmlayarak elini veya bastonu öper. Ulemanın ekserisi bu görüştedir. İbn
Ömer, Ebû Hüreyre, İbn Abbâs, es-Sevrî, Hanefî uleması, İmam-ı Şafiî ve İmam
Ahmed de bu görüştedir. Aynı şekilde eğilip ağzıyla Ha-cer-i Esved'i öpmeye
muvaffak olamayan bir kimse de ona eliyle dokunur sonra da elini öper.

İmam Mâlik'e göre ise Hacer-i Esved'i öpmeye muvaffak olamayan kimse Hacer-i
Esved'i selamlayan elini veya başka bir şeyi öpemez. Sadece öpmeksizin ona ağzını
koyar, ağzıyla o şeye temas eder.

[297]

2. Safa ile Merve arasında hayvan üzerinde sa'y yapmak caizdir. J 1

1880. ...Ebu'z-Zubeyr, Cabir b. Abdullah'ı şöyle derken işit-mistir. Rasûlullah (s. a.)
Veda Haccmda haİka kendisini görsünlerde soru sorabilsinler diye yüksekte bulunmak



için Beyt'i ve Safa ile Merve'yi hayvan üzerinde tavaf etti. Çünkü halk etrafına

, ,-[2981

uşuşmuşlerdı.

Açıklama

Müslim'in bu mevzu ile ilgili olarak rivayet ettiği bir hadis de şu anlamdadır:
Peygamber (s. a.) halk kendi-
sinden men'edilmesin diye Kabe'nin etrafında devesi üzerinde tavaf etti. Rüknü
[2991

selamlıyordu.

Bazı Hükümler

1. Rasûl-i Ekrem (s. a.) Veda Haccı'nda tavafı ve sa'yi hayvan üzerinde yapışının bazı
sebepleri vardır. Binaenaleyh meşru mazereti bulunan kimselerin sa'yi ve tavafı
hayvan üzerinde yapması caizdir. Nitekim bu mesele 1877 numaralı hadis-i şerifin
şerhinde geçti.

2. Mâliki ve Hanbeli ulemâsına göre bu hadis eti yenen hayvanların sidiklerinin ve
terslerinin temiz olduğuna delâlet eder. Çünkü eğer devenin sidiği ve tersi pis olsaydı,
Resûl-i Ekrem deveyi Mescid-i Haram'a sokmazdı. Ancak bu görüş; şu delillerle
reddedilmiştir:

a. Resûl-i Ekrem tavafı ve sa'yi deve üzerinde yaptığı zaman Mescid-i Haram'm etrafı
duvarlarla çevrilmemişti. Binaenaleyh Hz. Peygâmber'in Hareme deveyle girişinin
esas sebebi budur, hayvanın tersinin temiz olması değildir.

b. Deve üzerinde tavaf etmiş olması devenin kesinlikle mescide işediğine delâlet
etmediği gibi şayet deve mescide işemiş olsa bile o sidiğin orada kaldığına ve
dolayısıyla sidiğin temizliğine delâlet etmez. Çünkü devenin oraya işememiş olması
mümkündür. Ayrıca işemiş olsa bile üzerine su dökülüp orasının temizlenmiş olması

da mümkündür. ^ ^

1881. ...İbn Abbâs'tan rivayet olunduğuna göre Resûlullah (s. a.) Mekke'ye rahatsız
olarak geldi. (Beyt'i) hayvanı üzerinde tavaf etti. (Hacer-i Esved'in bulunduğu) rüknü
her gelişinde onu asayla selâmladı. Tavafını bitirince (devesini) çöktürüp iki rekat

namaz kıldı.

Açıklama

Tavaftan sonra kılman bu iki rekatlık. namaza "tavaf namazı" denir.Bu konuda
Hanefi ulemâsından Aliyyü'l-Kârî şunları söylüyor:

Bu namaz başlı başına vâcib bir namazdır. Sünnet değildir. Her tavaftan sonra
kılınmalıdır. Yapılan tavafın farz, vâcib, sünnet veya nafile olması neticeyi
değiştirmez. Ayrıca bu namaz bir zaman ve mekâna da mahsus değildir. Bu itibarla bu
namazın vaktinin geçmiş olması da söz konusu değildir. Bu namaz ancak ölümle fevt
olur. Çünkü müstakil bir namazdır. Haccm vacipleriyle ilgisi yoktur. Bazı menasikte
olduğu gibi yerine kurban kesilerek borçtan kurtulmak mümkün olmadığı için bu
namazın terki de düşünülemez. Bu iki rekat kıhnmadıkça zimmette borç olarak kalır.
Çünkü bu iki rekatın kılınması herhangi bir zaman ve mekânla kayıtlı değildir. Bu



bakımdan Harem dışında kılınabileceği gibi vatana döndükten sonra kılmak da caizdir.
Fakat tenzîhen mekruhtur. Sünnet olan tavaf ile bu namazın arasını ayırmamak, hemen
tavaftan sonra kılmaktır. Bu tavaf namazının edası için efdal olan yer Makam-ı
İbrahim'in arkasıdır. Birinci rekatte Fatiha' dan sonra Kâfirûn Suresini, ikinci rekatta da
ihlâs Suresini okuyup namazın sonunda nefsi, sevdikleri ve diğer müslümanlar için
dua etmek müstehabtır.

Tavaf namazının Kabe'yi tazimle hiç bir ilgisi yoktur. Bu namaz sadece Allah'ı tâ'zim
ve O'na kulluk için meşru kılınmış ve bu hikmete mebni olarak da bu namazda
Allah'ın zâtından ve sıfatlarından bahseden Kafirim ve İhlâs surelerinin okunması

müstehab olmuştur,



Bazı Hükümler



1. mFarz olsun nafile olsun her tavafın sonunda iki rekat namaz kılmak meşru
kılınmıştır.

2. Resul-i Ekrem'in tavafı ve Sa'yi deve üzerinde yapmasının sebebi o zamanki
rahatsızlığıdır. Ancak İmam Şafiî bu görüşte değildir. Çünkü bu hadisin senedinde
Yezid b. Ebî Ziyâd vardır, Münzirî'ye göre bu râvi güvenilir bir kimse değildir.
Beyhakî'nin ifâdesine göre bu hadisin metninde bulunan "Resûlullah (s. a.) Mekke'ye
hasta olarak geldi" sözü, Yezid'-in bu rivayetinin dışında hiçbir rivayette yoktur. Bu
fazlalık Yezid'e aittir. Biz bu konuyla ilgili görüşleri 1877 numaralı hadisin şerhinde

naklettiğimizden burada tekrara lüzum görmüyoruz. ^ ^ ^

1882. ...Peygamber (s.a.)'in zevcesi Ümmü Seleme'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Resûlullah (s.a.)'a rahatsızlığımdan şikâyet ettim de, "Hayvana binerek halkın
arkasından tavaf et!" buyurdular. Ben de (o şekilde) tavaf ettim. O anda Resûlullah

(s. a.) Beyt(-i Şerif)'in yanmasında namaz kılıyor ve Tûr Sûresini okuyordu.
Açıklama

Hz. Ümmü Seleme'nin hayvan üzerinde tavaf ederken Resul-ı hkrem Efendimizin
kıldığı namaz sabah namazım farzı idi. Hz. Ümmü Seleme'nin yaptığı tavaf ise, Veaâ
tavafı idi. Resül-i Ekrem Mekke'den ayrılma hazırlıkları içerisinde bulunuyordu. Bu
hadis-i şerif özürlü olan bir kimsenin tavafı hayvan üzerinde yapmasının caiz

olduğunu ifâde ediyor ki bunda ittifak vardır.



49. Tavafta Iztıbâ' Yapmak



1883. ...Ya'lâ (b.Umeyye)'den; demiştir ki: Peygamber (s. a.) bir ucunu sağ koltuk
altından alarak sol omuz üzerine almak suretiyle yeşil bir kumaşa bürünmüş olduğu

halde (Beyt'i) tavaf etti.^1



Açıklama



"Iztıbâ" kelimesi, sözlükte pazuları göstermek anlamına gelir.Bir hac terimi olarak
"iztıbâ" tavafa başlamadan önce üste alman örtünün bir ucunu sağ koltuk altından
alarak sol omuz üzerine atmaktır.

İslâm tarihinde kaydedildiğine göre, Peygamber Efendimiz ashabıyla birlikte hicretin
yedinci senesinde umre yaparken müşrikler gerek Peygamber Efendimiz ve gerekse
ashabının bitkinlikten zorlukla yürüdüklerini söy leyerek onları seyre başlamışlardı.
Bunun üzerine Hz. Peygamber rîdâlarmı "ıztıba" yaparak ve sağ omuzlarını açıkta
bırakarak yürümüşler ve remel ve hervele yapmışlardı.

Hz. Peygamber bu esnada "Bu gün kendisini onlara kuvvetli gösteren kişiye Allah
rahmet etsin" buyurdular. Hanefi mezhebine göre erkekler için ıztıbâ' ve remel
arkasında sa'y olan her tavafta yapılır. Nafile olan tavaflardan sonra sa'y olmadığı için
ıztıbâ' ve remel yapılmaz. Kudüm tavafında remel yapılabilirse de remelin ziyaret

tavafında yapılması daha iyidir.



Bazı Hükümler



Bu hadis-i şerif erkekler için ıztıbâ'ın sünnet olduğuna delalet etmektedir, içlerinde
imam Ahmed, İmam Şafiî ve Hanefî ulemâsının da bulunduğu cumhûr-ı ulemâya göre
tavafın her turunda erkekler için ıztıbâ' yapmak-sünnettir. Bu konudaki hadislerin
tümünün ifâdesi hac ve umre tavaflarında ıztıbâ'ın sünnet olduğunda birleşmektedir.
Bu konuda kudüm tavafından sonra sa'y yapılmış olması da şart değildir. Hanefî
ulemâsıyla İmam Şafiî'nin görüşü budur, Hanbelî ulemâsına göre ise, ıztıbâ' sadece
kudüm tavafında yapılır ki, bu görüşü destekleyen bir delil mevcut değildir.
İmam Mâlike göre ise, tavafta ıztıbâ' sünnet değildir. Fakat pek çok sahih hadislerle
sabit olan Resûl-i Ekrem'in uygulaması İmam Mâlik'in bu görüşünün isabetsizliğini
açıkça ve kesinlikle ortaya koymaktadır. Tavaf namazı esnasında ıztıbâ'ın sünnet
olmadığında ulemâ arasında görüş birliği bulunduğu gibi kadınlara ıztıbâ'

T3081

gerekmediğinde de ittifak vardır. Çünkü kadınlar örtünmekle yükümlüdürler. J 1

1884. ...İbn Abbâs (r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre, Resûlullah (s. a.) ve sahabîleri
Cî'râne'den (ihrama girerek) ve Beyt'i (tavaf esnasında) koltuk altlarından geçirdikleri
peştemallerini sol omuzları üzerine atmış oldukları halde adımlarım kısaltarak ve

omuz silkeleyerek umre yapmışlardır. ^ ^



Açıklama



Ci'râne Müzdelife ile Arafat arasında Mekke'nin doğu Harem sınırı üzerinde ve
Mekke'ye 16 km. uzaklıkta bir yerdir Resûl-i Ekrem (s. a.) hicretin 8. senesinde
Tâiften dönerken buradan ihrama girip umre yapmıştır. Metinde. ifade edildiği gibi
umre esnasında bir önceki hadis-i şerifin şerhinde açıkladığımız şekilde ıztıbâ' ve
remel yapmıştır. Bilindiği gibi remel kelime olarak koşmak demektir. Bir hac terimi
olarak remel: "Iztıbâ' hâlinde iken yani ihramın üst kısmının bir ucunu sağ kolun
altından geçirip sol omuz üzerine atarak tavafın ilk üç devresini kısa adımlarla ve
omuzlan silkeleyerek çalımlı 1 bir-şekilde tamamlamak" demektir.
Resûl-i Ekrem'in bu umresini Muharriş el-Ka'bî şöyle anlatır: "Peygamber (s. a.) umre



yapmak niyyetiyle geceleyin Ci'râne'den çıktı. Yine geceleyin Mekke'ye girdi,
umresini edâ etti ve sonra da aynı gece (Mekke'den çıkarak) Ci'râne'de sabahladı. ^ - ^



Bazı Hükümler

1. Umre tavafında remel yapmak meşrudur. Bir numara sonra gelecek olan hadiste bu
konu ayrıntılı bir şekilde ele alınacaktır.

2. Umre tavafında da ıztıbâl yapılması gerekir. ^ — ■ '
50. Remel Caiz Midir?

1885. ...Ebu't-Tufeyl'den; demiştir ki: Ben, İbn Abbâs'a;

Senin kavmin Resûlullah (s.a.)'in Beyt'i (tavaf ederken) remel yaptığım ve bunun
sünnet olduğunu iddia ediyorlar, dedim.

Hem doğru söylemişler, hem de yanlış söylemişler, dedi. Ben de;
Hem doğru hem de yanlış söylemişler ne demektir? dedim.

Doğru söylemişler. (Çünkü) gerçekten Resûlullah (s. a.) Beyt'i (tavaf ederken) remel
yaptı. Yanlış söylemişler. (Çünkü) o sünnet değildir. Kureyş (müşrikleri) Hudeybiye
gününde; "Şu Muhammed'i ve ashabım bırakınız da nağf (denilen ve develerin
burnundan düşen kurtların sebeb olduğu deve) ölümüyle ölsün" dediler. (Kureyşlüer,
müslümanlarm) gelecek sene Mekke'de üç gün kalmaları şartıyla Resûlullah (s. a.) ile
barış yapınca, Resûlullah (ashabıyla birlikte Mekke'ye) geldi. Müşrikler de Kuaykıân
(denilen sıradağlar) tarafında idiler. Resûlullah (s. a.) ashabına;

"Beyt'i tavaf ederken üç (turda) remel yapınız." buyurdu. Ve (İbn Abbas, işte) bu
sünnet değildir, dedi. Ben;

Senin kavmin ResûIIah (s.a.)'m Safa ile Merve arasında devesine binerken sa'y
yaptığım ve bunun (sa'yı deveye binerek yapmanın) sünnet olduğunu iddia ediyorlar,
dedim. Bunun üzerine (İbn Abbas):

Hem doğru söylemişler hem de yanlış söylemişler, dedi. Ben de;
Hem doğru hem de yanlış söylemişler ne demektir? dedim.

Doğru söylemişler. (Çünkü) gerçekten Resûllah (s. a.) Safa ile Merve arasında devesi
üzerinde olduğu halde sa'y etti. Yanlış söylemişler. (Çünkü) bu (sa'yederken deveye
binmek) sünnet değildir. (Zira) halk(m Resulü Ekrem'e yaklaşmasm)a engel
olunamazdı ve (halk bundan) vazgeçirilemezdi. Bunun üzerine sözünü (halkın rahatça)
işitmeleri, yerini görmeleri ve ellerinin kendisine erişmemesi için tavafı deve üzerinde

yaptı, cevabını verdi.
Açıklama

"Nağf, develerin burnundan düşen bir kurttur. Bu kurtların tevlid ettiği hastalık
develerin ölümüne sebep olur. Binaenaleyh "nağf ölümüyle ölsünler" cümlesi
"hastalıktan ve zayıflıktan deve ölümüyle ölsünler" anlamında kullanılmıştır.
"Kuaykıan" ise, Mekke'nin kuzeyinde bulunan bir dağ silsilesidir. Mekke'nin
güneyinde bulunan Ebû Kubeys dağının karşısına düşmektedir.



Sa'yı deve üzerinde yapmak sünnet değildir. Bu konuda ilim adamları ittifak
etmişlerdir.^"^



Bazı Hükümler



1. Bu hadis-i şerifte Hz. İbn Abbas'm tavaf esnasında remel yapmaya lüzum olmadığı
kanaatini taşıdığı ifade ediliyor. Fakat İbn Abbâs'm bu görüşü tüm ilim adamlarının bu
konudaki görüşlerine aykırıdır. Çünkü ilim adamlarına göre tavafın ilk üç turunda
remel yapmak sünnettir. Abdullah b. ez-Zübeyr'e göre ise, tavafın her turunda remel

•• „■ [314]
sünnettir. 1 1

"Tavafın ilk üç turunda remel yapmak sünnettir," diyen cumhûr-ı ulemâyı ileride
tercümesini sunacağımız ve Resûl-i Ekrem'in Veda Hac-cm'daki uygulamasıyla ilgili
olan 1905 numaralı hadisle İmam Ahmed'in rivayet ettiği "Resûlullah (s. a.)' haccmda
ve umrelerinin tümünde remel yaptı. Ebû Bekir, Ömer ve (diğer) halifeler de

böyleydi,"^ ^ anlamındaki hadis desteklemektedir. Bu sebeple İbn Abbâs (r.a.) bu
görüşünden dönmüş ve "remel sünnettir" diyen cumhurun görüşünü benimsemiştir.
Remel'in hikmeti ise, müslümanlarm düşmanlarına karşı sıhhat ve kuvvet gösterisinde
bulunmalarıdır.

Hanefî ulemâsına göre remel yapmak ancak umre tavafıyla kendisinden sonra sa'y
yapılan ifâza ve kudüm tavaflarında sünnettir. Bunların dışındaki tavaflarda sünnet
değildir. Terkedilen remelin telâfisi de mümkün değildir. Bu bakımdan tavafın ilk üç
turunda remeli terk eden bir kimsenin, bunu telâfi maksadıyla geriye kalan-dört turda
remel yapması caiz değildir. Çünkü kalan dört turun özelliği, yavaşlığı ve sükûneti
gerektirir. Remel yapmak kadınlar için meşru kılınmamıştır. Bunun en büyük delili
Hz. Ömer'in şu sözüdür: "Beyt'i tavaf ederlerken kadınlar üzerine remel olmadığı gibi

Safa ile Merve arasında hefvele de yoktur. '

Şafiî, Mâlikî ve Hanbelî ulemâsına göre ise, hac veya umreye niyyet eden kişiler için
remel, sadece kudüm tavafında sünnettir. Delilleri ise "Re-sûlullah (s.a.) Beyt'i ilk defa

tavaf ederken üç defa remel yapar, dört defa da âdı adımla yürürdü,"^ mealindeki
hadistir. Bu konuda remelin sadece kendisinden sonra sa'y yapılan tavaflarda
yapılacağına dair de Şafiî'den bir rivayet daha vardır. İmam Şafiî'nin bu kavline göre;
Remel sadece kudüm tavafı ile ifaza tavafında yapılabilir. Kudüm tavafından sonra
sa'y yapmayan bir kimse ifâza tavafında ıztıbâ' ve hervele yapar, sonunda da sa'y
yapar.

2. Tavaf esnasında son dört tur adi adımlarla yapılır.

3. Kendisine bir mevzu ile ilgili soru sorulan bir kimse, bu sorunun cevabını verirken
nedenlerini ve niçinlerini de açıklamalıdır.

4. Yaya olarak yapılan sa'y bir vasıta üzerine binerek yapılan sa'ydan daha faziletlidir.

£3181



1886. ...İbn Abbâs'tan: demiştir ki: Resûlullah (ashabıyla birlikte) Mekke'ye geldi.
Kendilerini Yesrib'in sıtması zayıflatmıştı. Müşrikler;

(Yarın) size öyle bir kavim gelecek ki, sıtma kendilerini bitirmiş, ondan çok elem
çekmişler, dediler. Allah teâlâ hazretleri de Müşriklerin söylediklerini Peygamberine



bildirdi. Bunun üzerine (Hz. Peygamber müşrikler müslümanlarm dinçliğini görsünler
diye) ashabına tavafın üç turunda remel yapmalarını iki köşe arasında da âdi yürüyüşle
yürümelerini emir buyurdu. Müşrikler onları (bu halde) görünce, "sıtmanın kendilerini
bitirdiğini söylediğiniz kimseler bunlar mı? Bunlar bizden daha sağlammışlar" demeye
başladılar. İbn Abbâs (sözlerine devamla) dedi ki: (Resülullah saHallahü aleyhi ve

T3 191

sellem) onlara şefkatinden her turda remel yapmalarını emretmedi.

Açıklama

"Yesrib"den maksat, "Medine"dir. İslâmiyetten önce "Medine", Yesrib ismiyle
anılırdı. İslâmiyetten sonra

"Dâr", "Medine", "Taybe" ve "Tâbe" isimleriyle anılmaya başlamıştır. Nitekim Allah
teâlânm "Daha önceden Darı yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan

R201

kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler, " J L anlamına gelen âyeti

kerimesinde "Dâr" kelimesi dâr-i hicret, yani Medine anlamında kullanılmıştır. Yine
Allah teâlâ şu âyet-i kerimesinde de eski Yesrib'den "Medine" diye bahsediyor: "Eğer
bu savaştan Medine'ye dönersek şerefli kimseler alçakları and olsun ki oradan çıkara-
caktır."^^

Ebü Hüreyre'den rivayet edilen bir hadisi şerifte de şöyle

buyuruluyor:

Resülullah (s. a.)

"Ben Yesrib denilen ve bütün beldeleri yiyen bir beldeye (hicret etmekle)
emrolundum. Bu belde körüğün demirin pasını atması gibi (kötü) insanları atan

[3221

Medine'dir." buyurdular. Ebû Ya'lâ ve imam Ahmed'in sahih senetle rivayet

ettikleri bir hadis-i şerifte ise, Resûl-i Ekrem'in Medine'ye Yesrib denilmesini hoş
karşılamadığını ve; "Her kim Medine'ye Yesrib derse hemen Allah'a tevbe istiğfar
T3231

etsin ,,J buyurduğu ifade edilmektedir. Her ne kadar Ibn Cevzî, bu hadisi

Mevzuât'mda uydurulmuş hadisler arasında göstermişse de İbn Hacer bunu

reddetmiştir.

Medine kelimesi aslında "boyun eğdi" anlamına gelen "dâne" kökünden veya bir
mekâna yerleşip orada ikâmet etmek anlamına gelen "medene" kökünden gelmektedir.
Çoğulu müdün ve medâin şekillerinde gelebilir.

Yesrib ise, başa kakmak ve zemmetmek anlamına gelen "S-R-B" kökünden

[3251

gelmektedir. Meselâ, "Bugün azarlanacak değilsiniz., Allah sizi bağışlar" 1 1 âyet-i

kerimesinde "tesrîb" kelimesi "başa kakmak" anlamında kullanılmıştır. Bu bakımdan
Malikîler'den İsa b. Dînâr, "Medine'ye Yesrib diyene günah yazılır" demiştir. Gerçi
Kur'an-ı Kerim'de de Med'ine için Yesrib denilmişse de bazı ulemâya göre bu,
münafıkların sözünü nakilden ibarettir. Bazılarına göre bu kelimenin fesad mânâsına
gelen "serb'-'den alınmış olması, ihtimali de vardır. Her iki halde de bu kelime mânâ
itibarıyla çirkindir. Resul-i Ekrem ise, güzel ismi sever çirkinden hoşlanmazdı.
Medine ayrıca hoş kokulu ve şirk pisliğinden uzak olduğu için Taybe ve Tâbe
isimleriyle de isimlendirilmiştir.

Hicretten önce Medine veba gibi salgın hastalıkların en çok bulunduğu bir beldeydi.



Müslümanlar oraya hicret edince Hz. Ebû Bekir'le Bilâl (r.a.) derhal hastalandılar. Bu
durumu gören Resûl-i ekrem Efendimiz; "Ey Allah'ım bize Mekke'yi sevdirdiğin gibi
veya daha fazla bir şekilde Medine'yi de sevdir. Onu hastalıklardan arındır, ölçeklerine

bereket ver, ondaki sıtma hastalığını da Cuhfe'ye gönder" diye dua etti. Bunun

üzerine Allah teâlâ hazretleri oradaki sıtmayı Cuhfe'ye gönderdi. O sırada Cuhfe'de
yahudiler bulunuyordu. Kaza umresinde Resûl-i Ekrem'in ashabına Rükn-i Yemânî ile
Rükn-i Hacerî arasında âdi yürüyüşle yürüyüp diğer iki rükün arasında kısa ve hızlı
adımlarla yürümelerini emretmesinin sebebi müşriklerin Kabe'nin kuzeyinde
bulunmalarmdandır. Bu yüzden müşrikler, müslümanları Rükn-i Hacerî ile Rükn-i
Yemânî arasında göremi-yorlardı. Resul-i Ekrem de ashabına sadece müşriklerin
görebildiği rükünler arasında koşar adımlarla diğer iki rükün arasında ise, âdi adımla

[3271

yürümelerini emretti. J 1



Bazı Hükümler



1. Remel, Asr-ı saadetten sonraki nesiller için de bir sünnet olarak kalmıştır. Ulemanın
büyük çoğunluğu bu görüştedirler. İbn Abbas (r.a.) remel'in sünnet olmadığı kana-
atinde idi, fakat sonradan bu görüşünden vazgeçti.

2. Tavafın her bir turuna "şavt" ismini vermek caizdir ve insanın düşmanlarının
kendisine karşı besledikleri kötü emelleri yok etmek için kuvvet gösterisinde
bulunması caizdir. Bu, riyadan sayılmaz.

3. Her ne kadar metinde geçen "tavafın üç turunda remel yapmalarını iki köşe arasında
da âdi yürüyüşle yürümelerini emretti" sözü, Rükn-i Yemânî ile Hacer-i Esved
arasında remel yapmanın sünnet olmayıp bu mesafe içerisinde âdi yürüyüşle
yürünebileceğini ifade eden, "Resûlullah (s.a.)'in, (Veda Haccı'nda) Mekke'ye geldiği
zaman ilk tavaf ettiğinde Hacer-i Esved'i selâmladığını, yedi şavttan ilk üçünde biraz

hızlıca yürüdüğünü gördüm" J 1 anlamındaki hadise aykırı ise de Hafız İbn Hâcer'in

beyânına göre, "konumuzu teşkil eden ve Rasûl-i Ekrem'in ve ashabının Rükn-i
Yemânî ile Hacer-i Esved arasında remel yapmadıklarını ifade eden Ebû Dâvud hadisi
"kaza umresi" ile ilgilidir. Buhârî'nin rivayet ettiği ve Rasül-i Ekrem'in tavafın ilk üç
turunda, tur boyunca yani Hacer-i Esved'den başlayıp yine Hacer-i Esved'e gelinceye
kadar aralıksız remel yaptığını ifâde eden İbn Ömer hadisi ise, Veda Haccı'yla
ilgilidir. Binaenaleyh Rasûl-i Ekrem'in Veda Haccı'ndaki bu uygulaması kaza
umresindeki ilk uygulamasını neshedip başlıbaşma bir sünnet olarak kalmıştır."
Biz de İbn Hâcer'in bu beyânım esas alarak bu hadisenin kaza umresinde geçtiğine
tercümemizde parantez içerisinde işaret ettik.

4. Müşriklerin müslümanlar aleyhine yaptıkları propagandayı Allah'ın Resulüne
bildirmiş olması Resul-i Ekrem Efendimiz için bir mu'cizedir.

5. Başkanlık mevkiinde bulunan bir kimsenin idaresi altında bulunan kimselere
merhametli davranması gerekir.

1887. ...Eşlem (r.a.)'den; demiştir ki: Ömer b. el-Hattâb'ı (şöyle) derken işittim: "Allah
teâlâ İslâm'ı (sağlam temeller üzerine) yerleştirdiği, küfrü ve küfür ehlini de
(aramızdan) yok ettiği halde, bugün remel yapmakta ve omuzbaşmı açmakta ne fayda
var? Bununla beraber biz Resûlullah (s. a.) zamanında yaptığımız (remel ve ıztıbâ-dan)



hiçbir şeyi terk etme(meli)yiz."



Açıklama

Bu hadisin Buharî'deki metni şu anlamdadır: "Biz neden bu remele devam ediyoruz?

(Vaktiyle) biz müşriklere (kuvvetli) görünmek isterdik. Halbuki Cenab-ı Hak onları

mahv-ü helak etmiştir." Bundan sonra Hz. Ömer sözlerine şöyle devam etti: "Remel,

Peygamber (s.a.)'in yaptığı bir iştir. Biz Peygamber'in bu sünnetini terk etmeyi

. ,, 1331]
sevmeyiz. 1 ■*

Bütün bu rivayetlerden anlaşılıyor ki Hz. Ömer, bir zamanlar, remelin bir sebeb
neticesinde meşru kılındığını ve bu sebebin ortadan kalkmasıyla remelin de terk
edilebileceği neticesine varmanın doğru olup olmadığı meselesi, üzerinde uzun uzun
durmuş ve sonunda, remelin meşru kılınmasında düşmana kuvvet gösterisinde
bulunmanın dışında, başka hikmet ve maslahatların da bulunabileceğini hesab ederek,
"Remel, Hz. Peygamberin işlediği bir sünnettir. Biz Peygamber'in bu sünnetim terk

[3321

etmeyi sevmeyiz," diyerek bu konudaki en son vardığı hükmü ifâde etmiştir. J L

Bazı Hükümler

1. Bazan Resûlullah (s. a.) bilinen bir hikmet ve maslahat gereği bir fiili işlemeyi
ümmeti için sünnet kılar daha sonra bu hikmet ve maslahat ortadan kalkınca bu fiilin
işlenmesi yine sünnet olarak kalır. Çünkü o fiilin işlenmesinde bilinmeyen daha nice
hikmet ve maslahatlar olabilir. Süfyan es-Sevrî'ye göre remel sünneti müekkededir.
Terk edene kurban kesmek gerekir. Ulemânın pek çoğuna göre ise, remeli terk eden
kimse için hiçbir ceza yoktur.

2. Sahâbe-i kiram Resûl-i Ekrem'in sünnetine son derece bağlı idiler. Her sünnette pek
çok hikmet ve maslahat bulunduğunu çok iyi kavramışlardı.

[3331

3. Remel, tavafın sünnetler indendir . 1

1888. ...Aişe (r.anhâ) demiştir ki: Resûlullah (s. a.); "Beyt'i tavaf etmek ve Safa ile
Merve arasında sa'y etmek ve Cemreleri atmak ancak Allah'ı zikretmek için meşru

[334]

kılınmıştır" buyurdu.

Açıklama

Aslında her ibâdet Allah'ı zikretmek için meşru kılmmıştır.Beyt'i tavaf etmek Safa ile
Merve arasına sa'y etmek ve cemreleri atmak da her ne kadar görünüşte bir ibâdet gibi
değilse de aslında bu fiiller de cereyan ettikleri yerleri takdis ve ta'zim maksadıyla
değil, ancak Allah teâlâ ve takaddes hazretlerini zikretmek için, onun zikrini devam
ettirmek için meşru kılınmışlardır. Binaenaleyh bu ibâdetleri yapmakta olan bir hacı
adayı etrafında bulunan taş ve topraklarla meşgul olmak yerine bizzat buraları ziyareti
emreden Allahı zikir ile ve ona kullukla me'mur olduğunun şuur ve idrâki içinde

[335]

bulunmalı ve bir an dahi Allah'tan gafil kalmamalıdır. 1 1



1889. ...İbn Abbas (r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre, Peygamber (s. a.) (kaza
umresinde Beyt'i tavaf ederken) ıztıbâ' yaptı, (Hacer-i Esved'i) selâmladı ve tekbir
getirdi. Sonra (ilk) üç turda Rükn-i Yemânî'ye vardıkları zaman (ashabıyla birlikte)
remel yaptı. Kureyşin gözlerinden kayboldukları zaman âdi yürüyüşle yürüdüler.
Sonra (tekrar) onların karşısına çıktıkları zaman remel yaptılar (Bunu gören) Kureyş
(müşrikleri), bunlar ceylan yavrusu gibiler, demeye başladılar.
İbn Abbâs (r.a.) dedi ki:

(Tavafın ilk üç turunda remel yapmak o günden itibaren) sünnet oldu.^"^
Açıklama

Bir hacı adayı Mekke'ye varınca önce telbiye getirerek Şeybe kapısına gelip oradan
Mescid-i Haram'a girmelidir. Mekke'ye girerken de şu duayı okumalıdır:
Yani: "Allah'ım burası Senin Harem'in ve Senin güvenli kıldığın emin beldendin*.
Sen; "Kim oraya girerse emniyettedir" diye buyurdun ve esasen senin (her) buyruğun
haktır. O halde ey Allah'ım, etimi ve kanımı ateşte yakma, kullarını dirilteceğin gün
beni azabından koru!"

Mümkünse Mescid'e yalınayak girer ve girerken de şu duayı okur:

Yani: "Allah'ın adıyla ve Allah Rasûlü'nün dini üzerine (giriyorum). Beni Beyt-i

Harâm'ma kavuşturan Allah'a hamd ederim. Allah'ım, bana rahmet ve mağfiretinin

kapılarını aç ve o kapılardan girmeyi nasip eyle! Sana isyana götüren kapılan da

yüzüme kapat ve bu kapılarda(n girip) amel etmekten uzak tut!"

Mescidi görünce de;

"Allahu Ekber, Allahu Ekber, Allah'ım Selâm (her türlü eksiklikten münezzeh
olan) sensin. Esenlik de sendendir.

Rabbimiz Sen bizi (kendi katından) selâm ile şereflendir, bizleri Esenlik Yurdu olan
Cennete koy. Allah'ım, şu Beyt'inin şerefini, heybet ve azametini artır; ey Hannân ve
Mennân olan Rabbim, hatalarımı bağışla!"

diye tekbir ve tehlîlde bulunur, bu müstehabdir. Atâ'dan rivayet olunduğuna göre
Peygamber (s. a.) Beyt-i Şerife her varışında; Yani, "Borçtan, fakirlikten, sıkıntı ve

T3371

kederden birde kabir azabından bu Beytin Rabbine sığınırım. Diye dua

edermiş.

Bu konuda "el-Cevheretun Neyyire" isimli eserde de şöyle deniyor: "Beyt'i Şerifi
görünce; diyeokumak müstehabdir. Sonra kapıdan Hacer-i Esved'e doğru yürürken;
diyerek tekbir ve tehlil getirir ve ellerinin içini Hacer-i Esved'e doğru kaldırarak onu

selâmlar. Gerek tavafa başlarken ve gerek tavaf esnasında Hacer-i Es-ved'in
önüne geldikçe ona istikbal edilir, namazda durur gibi tekbir ve tehlil ile bu mübarek
taşa eller kaldırılıp sürülür ve mümkün ise, öpülür. Bunlar mümkün olmayınca
karşıdan el sürme işareti yapılır. Buna "istilâ = selamlamak" denilmektedir. Hacer-i
Esved'e böyle el koymak Hak teâlâ Hazretleriyle ibâdet ve taat hususunda

T3391

ahidleşmenin ve bu ahde vefa edileceğinin bir remzi demektir.

Bazı Hükümler



1. Tavafta İ2tıbâ' Yapmak meşrudur.



2. Hacer-ı Esved ı öperek selamlamak ve karşısında tekbir getirmek meşrudur.

3. Tavafın ilk üç turunda Kabe-i Muazzamanm kuzey cebiresinin köşelerini teşkil eden
Yemanî rükünlerin dışında kalan kısımlarında remel yapmak sünnettir. 1886 numaralı
hadisin şerhinde de açıkladığımız gibi Veda Haccı'nda bu durum neshedilerek tevâfın
ilk üç turunda Kabe-i Muazzam'nm bütün kısımlarında remel yapmak sünnet

olmuştur. ^— ^

1890. ...İbn Abbâs'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah (s. a.) ve ashabı Ci'râne'de
umreye niyyet etmişler, Beyt'i (tavaf ederlerken ilk) üç turda remel yapmışlar,

dördünde de âdi yürüyüşle yürümüşlerdir.

1891. ...Nâfi'den rivayet olunduğuna göre İbn Ömer (r,a.) Ha-cer(-i Esved) den
(başlayıp yine) Hecer(-i Esved)'e kadar remel yapmış ve Resûlullah (s.a.)'in de böyle

yaptığını söylemiştir.^^



Açıklama



Daha önce de ifâde ettiğimiz gibi her ne kadar Resûl-i Ekrem Efendimiz ve ashabı
kaza umresinde tavafın ilk üç turunda sadece Kabe'nin kuzeyinde bulunan müşriklerin
gözlerine çarpan kısımlarda remel yapıp müşriklerin gözlerine çarpmayan Yemanî rü-
künlerde âdi yürüyüşle yürümüşlerse de konumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte de
ifâde edildiği gibi Resul-i Ekrem ve ashabı Veda haccmda haccm ilk üç turunda Kâbe-
i Muazzama'nm bütün kısımlarında remel yapmışlardır. O günden itibaren bu şekilde

[3431

remel yapmak sünnet olarak kalmıştır ve daha önceki uygulama neshedilmiştir. J 1



51. Tavafta Dua



1892. ...Abdullah b. es-Sâib'den; demiştir ki: Ben Resûlullah (s.a.)'i iki rükün arasında;
"Ey Rabbimiz bize dünyada da âhirette de iyilik ver ve bizi cehennem azzâbmdan

koru"^^ diye dua ederken işittim.



Açıklama

Resûl-i Ekrem'in arkalarında dua ettiği iki rükünden maksat, Rükn-i Yemânî ile Rükn-
i Hacerîdir. Dua içerisinde geçen "Dünyadaki iyilik"den maksat, insanın tab-i
selimine, zevk-i selimine uygun düşen ve insanın âhiret amellerini işlemesine vesile
olan hayırlardır. Sâliha kadın da bu hayırlardan birisidir. "Ahiretteki iyilik" den maksat
ise, hesaba çekilmeden ve azaba uğramadan cennete girmek ve Cemalullahı müşahede
etmektir.

Bu hadisten anlaşılıyor ki Resûl-i Ekrem (s. a.) tavaf esnasında Rükn-i Yemanî ile
Rükn-i Hacerî arasında dua etmiştir. Bu bakımdan ümmetinin de Resül-i Ekrem'in
yaptığı gibi dünya ve âhiret nimetleriyle ilgili dualarda bulunması müstehabtır.
Ulemanın büyük çoğunluğuna göre bu iki rükün arasında dua etmek sünnettir. Fakat
terkinden dolayı bir ceza gerekmez. Hasan el-Başrî ile Süfyan es-Sevrî'ye ve Maliki

ulemâsından el-Mâcişûn'a göre ise, bu sünnetin terkinden dolayı kurban lâzımdır.



1893. ...îbn Ömer (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre Resûlullah (s. a. Mekke'ye) ilk
geldiğinde hac ve umre için tavaf ederken Beyt'i üç defa hızlıca dolaşır* sonra dört

defa normal yürür daha sonra da iki rekât namaz kılarmış.^^



Açıklama



Burada kastedilen tavaftan maksat, Resûl-i Ekrem'in Veda Haccmda yaptığı kudüm
tavafı ile Cırane umresinin dışında kalan umrelerdir. Ci'râne umresinin kastedilmiş
olması mümkün değildir. Çünkü İbn Ömer (r.a.) Ci'râne umresinde bulunmamıştı.
Geriye Kaza Umresiyle Veda Haccmdaki umresi kalır. Ancak Veda Haccmda
müstakil bir umre yapıp yapmadığı meselesi ulemâ arasında ihtilaflıdır. Müslim ve
Nesâî'nin rivayetinde bu hadisin sonunda, "Arkasından Safa ile Merve arasında sa'y

yaparmış" ilâvesi vardır. ^— ^



Bazı Hükümler



1. Kudüm ve umre tavaflarında remel yapmak ve tavaftan sonra iki rekat namaz
kılmak meşrudur. Bilindiği gibi bu namaz, İmam Mâlik ile Hanbelî ulemâsına ve
Dâvûd-i Zâhirî'ye göre sünnet, Hanefî ulemasıyla İmam Mâlik ve Şafiî'ye göre
vâcibdir. Çünkü Allah teâlâ Kur'an-ı Kerîminde; "Siz de İbrahim'in makamından bir

namaz yeri edinin" buyurmuştur.

Şafiî ulemâsının meşhur olan görüşüne göre de bu namaz sünnettir.
52. tkindiden Sonra Tavaf



1894. ...Cübeyr b. Mut'im (r.a.)'m merfu olarak rivayet ettiğine göre Peygamber (s. a.)
şöyle buyurmuştur:

"Geceden veya gündüzden dilediği saatte şu Beyt'i tavaf edecek veya namaz kılacak
olan bir kimseye engel olmayınız."

(Bu hadisi Ebû Davud'a ulaştıran ikinci râvi) Fazl (da şöyle) rivayet etti: Resûlullah
(s.a.);

"Ey Abdu Menâf oğulları! Hiç bir kimseyi (dilediği saatte tavaf etmekten ve namaz
kılmaktan) menetnıeyiniz. " ^ - ^



Açıklama

Bu hadis Ebû Dâvûda iki ayrı râvî tarafından ulaştırılmıştır. Bunlardan biri İbnü's-
Serh; diğeri ise, FazI'dır. Fazİ'm rivâye tindeki: "Ey Abdu Menâf oğullan" hitabından
anlaşılıyor ki, Resûl-i Ekrem'in bu,hitabı, Abdu Menâf oğullarına yöneltilmiştir.
Tirmizî'nin rivayetinde de bu hitab "Ey Abdü Menâf oğulları! Gecenin veya gündüzün
dilediği saatinde bu Beyt'i tavaf edene ve namaz kılana engel olmayınız" şeklinde yine

[3521

Abdu Menâf oğullarına yöneltilmiştir. 1 1



Bazı Hükümler



1. Namaz kılmanın mekruh olduğu vakitlerde Beyt-ı Şerifi tavaf etmek caizdir. Bunda
ittifak vardır.

2. Tavaf namazı her vakitte kılmabilir. Şafiî ulemasıyla imam Ahmed bu görüştedirler.
Delilleri ise, bu hadisle birlikte Mücâhid'in Ebû Zer (r.a.)'den rivayet ettiği "Sabah
namazını kıldıktan sonra güneş doğuncaya kadar namaz kılınamaz, ikindi namazından
sonra da güneş batmcaya kadar namaz kılınamaz. Ancak Mekke müstesnadır. Mekke

T3531

müstesnadır. Mekke müstesnadır anlamındaki hadis-i şeriftir. Fakat bu hadis-i

şerifin senedinde Abdullah b. Müemmel isimli zayıf bir râvi bulunmaktadır. Fakat
İbrahim b. Tahmân bu râviye uyarak aynı hadisi bunu şeyhi Humeyd'-den rivayet
etmiştir.

Beyhâkfnin beyânına göre buradaki namazdan maksadın tavaf namazı olma ihtimâli
kuvvetlidir. Çünkü bu konudaki hadisler bunu göstermektedir. Fakat bununla beraber
diğer namazların kastedilmiş olması ihtimâli de vardır. İmam Ahmed'in meşhur olan
görüşüne göre burada kast edilen namaz tavaf namazıdır. Binaenaleyh tavaf namazı
için keharet vakti söz konusu değildir. İmam Şafiî de bu görüştedir.
Hanefî ulemasına ve İmam Mâlike göre ise, bu konuda Mekke'nin diğer beldelerden
farkı yoktur. Binaenaleyh Mekke'de ikindi ve sabah namazlarından sonra namaz

kılmanın mekruh olduğunu ifâde eden hadislerin^ ^ kapsamı içine girer. İmam
Mâlikle Hanefî ulemâsı sözü geçen vakitlerde namaz kılmayı yasaklayan hadis-i
şerifleri bu vakitlerde namaz kılmaya cevaz veren hadislere tercih etmişlerdir. Tirmizî
konumuzu teşkil eden hadisler ile ilgili düşüncelerini şöyle dile getiriyor: "Cübeyr b.
Mut'-im'in hadisi hasen-sahihdir. Abdullah b. Ebî Necîh de bu hadisi Abdullah b.
Bâbâh'dan rivayet etmiştir. İlim adamları ikindiden sonra ve sabah namazından sonra
Mekke'de namaz kılınması hakkında ihtilâf etmişlerdir. Bazıları, "ikindiden sonra ve
sabah'tan sonra namaz kılmakta ve tavaf etmekte beis yoktur" dediler. Şafiî, Ahmed ve
İshak'm kavli budur. Bu görüşlerinin isabetli olduğuna da mevzumuzu teşkil eden
hadisi delil olarak göstermektedirler. Kimi de ikindiden sonra tavaf ederse, güneş
batmcaya kadar namaz kılamaz. Sabah namazından sonra tavaf ederse, güneş
doğuncaya kadar namaz kılamaz, diyor. (Bunlar) Hz. Ömer'in hadisiyle istidlal
etmektedirler. Şöyle ki: Ömer (r.a.) sabah namazından sonra tavaf etti de namaz
kılmadan Mekke'den çıktı ve Zü Tuvâ'ya inince güneş doğduktan sonra namaz kıldı.

Süfyân es-Sevri ve Mâlik b. Enes'in görüşü de budur.

Merhum M. Zihnî Efendi güneş doğarken, tepedeyken ve batarken tavaf namazı
kılmanın sahih olmayacağı gibi şafak ile güneşin doğması arasında ve ikindi namazı
ile güneşin sararması arasında da bu namazı kılmanın mekruh olduğunu şu cümlelerle
ifâde etmiştir: "İkinci nevi olan kerahet vakitlerinde, yukarıda geçen altı namazın
kılınmasında kerahet yoktur. Ancak bunlardan yalnız nafile namaz ile vâcib ligayrihî
(sehv secdesi, tavaf namazı, bozulan nafilenin kazası ve nezir namazı) kısmı müs-
tesnadır. Bunlar kerahetle sahih olur ve fakat bunun da sehv secdesinden başkası

yarıda kesilerek mekruh olmayan bir vakitte kazası-gerekir. "



53. Hacc-ı Kıran Yapanın Tavafı



1895. ...Ebü'z-Zubeyr dedi ki: Câbir b. Abdullah'ı, "Peygamber (s.a.) ve ashabı, Safa
ile Merve arasında ilk (yaptıkları) sa'ydan başka bir sa'y yapmadı(lar)" derken işittim.
[3521



Açıklama

Bilindiği gibi hem haccı hem de umereyi bir ihramla yapmaya "Hacc-ı Kıran" denir.
Ulemâdan bazılarına göre umre için ihrama girdikten sonra umre tavafının dört turunu
tamamlama-dan'önce hac için de ihrama niyetlenen kişi kıran haccma niyetlenmiş
sayılacağı gibi sadece hacca niyetlendiği halde kudüm tavafının henüz birinci turunu
tamamlamadan umreye de niyet eden kimse, kıran haccma niyet etmiş sayılır. Ebû
Davud'un bu hadisi burada nakletmekten maksadı; "Kıran haccma niyet eden bir
kimsenin umre tavafının veya hac tavafının sonunda yapacağı sa'y yeterli midir, yoksa
hem umre tavafının hem de hac tavafının sonunda sa'y yapması gerekli midir?"
konusunu aydınlatmaktır.

Bu hadisin ifâdesinden anlaşıldığına göre Resûl-İ Ekrem ve ashabı Veda Haccmda bir
sa'y yapmakla yetinmişlerdir. Resul'i Ekrem'in ve ashabının Veda Haccmda hacc-ı
ifrâd yaptığını kabul eden Mâliki ve Şâfiîlere göre, bu sa'y kudüm tavafından sonra
yapılmıştır. Hadis-i şerîf bu şekilde açıklanacka olursa, o zaman bu hadisin bab
başlığıyla bir alâkası kalmaz. Başlıkta kıran haccı yapan kimsenin sa'y'i söz konusu
ediliyor. Resul-i Ekrem'in Veda Haccmda kıran haccma niyet ettiği kabul edilirse, bu
hadisin başlıkla alâkası sağlanmış olur ki o zaman bu hadis, "kıran haccmda sadece bir
sa'y yapılır" diyen Şafiî ulemâsının bu görüşünü destekler. Musannif kendisi bu
görüşte olduğu için bab başlığına bu ismi uygun görmüştür. "Kıran haccmda hem
umretavâfmmhem de hac tavafının sonunda sa'y yapılır" diyen Hanefî ulemâsına göre,
bu hadisin mânâsı "Veda Haccmda Resul-i Ekrem ve ashabı hac tavafından .sonra
yapılacak olan sa'yı, kudüm tavafından sonra yaptılar ve bu sa'yi hac tavafından sonra
tekrar yapmaya Iüzûm görmediler," demektir. Esasen hac tavafı için birden fazla sa'y
yapılamayacağı tüm ulemâ tarafından ittifakla kabul edilmektedir.
Netice olarak, Hanefî ulemâsına göre, Resul-i Ekrem Veda Haccmda hac tavafı için
bir kerre sa'y yapmıştır. Metinde "ilk sa'y" tabiri geçtiğine göre, hac tavafından sonra
yapılacak olan sa'ym öne alınarak kudüm tavafından sonra yapıldığı anlaşılıyor.
Bilindiği gibi hac tavafından sonra yapılan sa'ym öne almarak kudüm tavafından sonra
yapılması da caizdir. Kendisinden sonra bir sa'y bulunan umre tavafının 'da kudüm
tavafından önce. yapıldığı düşünülürse bu şekilde Hanefîlerin dediği gibi Veda Hac-
cmda Resul-i Ekremle birlikte hacc-ı kıran yapan kimseler için biri umre için biri de
hac için olmak üzere iki sa'y yapıldığı ortaya çıkar. Ve metindeki "ilk (yaptıkları)
sa'ydan başka sa'y yapmadılar" sözünün mânâsı anlaşılmış olur. Hz. Peygamberin
Veda Haccmda hangi haccı yaptığı mevzuunda mezheb imamlarının görüşü 1777

numaralı hadisin şerhinde açıklanmıştır. ^ - ^

1896. ...Aişe (r.anM)'dan rivayet olunduğuna göre, Veda Haccmda Resulullah (s.a.)'m
yanında bulunan ashabı, (Akabe'deki) cemreye (taş) atmcaya kadar (gerek hac gerekse

umre için) tavaf etmezlerdi.



Açıklama



Bilindiği gibi Minâ'da birbirine birer ok atımı uzaklıkta üç taş kümesi (Cemre) vardır.
Bunlara:

a. Akabe Cemresi (Cemretu'l- Akabe),

b. Orta Cemre (el-Cemrtfu'l-vustâ),

c. Küçük Cemre (el-Cemretu'l-ulâ)

Metinde geçen "cemreye (taş) atmcaya kadar" sözüyle "Akabe cemresine taş atmcaya
kadar" denilmek istenmiştir.

Bu hadis-i şerifin zahirinden Veda Haccmda Resûl-i Ekrem ile yanında bulunan
ashabının birinci bayram günü Akabe cemresine taşları atmcaya kadar ziyaret tavafını
yapmadıkları ifâde ediliyor.
Bilindiği gibi yedi çeşit tavaf vardır:

a. Kudüm tavafı: Mekke'ye geliş tavafı demektir. İfrâd veya kıran haccı yapan
afakîlerin ilk defa yapacakları tavaftır. Temettü' haccı yapacak olanlar ile mîkât
sınırları içinde bulunanlar kudüm tavafı yapmazlar.

b. Ziyaret tavafı: Buna "İfâza" tavafı da denir. Hacda farz olan tavaf budur. Arafat
vakfesinden sonra yapılır.

c. Veda tavafı: "Sader tavafı"da denilir. Mîkat sınırları dışından gelen hacıların
hacdan-sonra Mekke'den ayrılırken yaptıkları tavaftır.

d. Umre tavafı: Sadece umre yapmak üzere Mekke'ye gelenler ile temettü veya kıran
haccı yapanların Mekke'ye geldiklerinde ilk yapacakları tavaftır. Bu tavaftan sonra
umrenin sa'yi yapılacağından bu tavafta iztıbâ ve remel de yapılır.

e. Nezir tavafı: Her hangi bir sebeble tavaf etmeyi adayan kimsenin bu tavafı yapması
vâcib olur.

f. Tehiyyetü'l-Mescid tavafı: Tahiyyetü'l-Mescid namazı yerine, Mescid-i Haram'a her
namaza gidişinde hurmeten ve mescidi selâmlamak için yapılan nafile bir
tavaftır.

g. Nafile lavaf: Mekke'de bulunulan süre içerisinde hacla ilgili olarak yapılması
gereken tavaflar dışında fırsat buldukça ve arzu ettikçe yapılan tavaflardır.

Metinde sözkonusu edilen tavaflardan maksadın hangi tavaf olduğu lemâ arasında
ihtilaflıdır. Esasen bu hadis-i şerif Veda Haccmda Resul-i Ekrem'in yanında bulunan
J4z- Aişe ve diğer sahâbîlerin bu konudaki rivayetlerine aykırıdır. Çünkü sözü geçen
rivayetlerde "Resul-i Ekrem (s.a.)'in Mekke'ye girer girmez Beyt'i tavaf edip Safa ile
Merve arasında sa'y yaptığı beraberinde bulunan ashabdan yanında kurbanlık
bulunanların hem Beyt'i tavaf ettikleri, hem de Safa ile Merve arasında sa'y yaptıkları
fakat ihramdan çıkmadıkları; yanında kurbanlık bulunmayanlarmsa, aynı şekilde hem
Beyt'i tavaf ettikleri hem de Safa ile Merve arasında koştukları ve ihramdan çıktıkları"

ifâde ediliyor.

Öyleyse konumuzu teşkil eden bu hadisi te'vil etmek ve bu konudaki diğer rivayetlerle
arasını uzlaştırmak gerekir. Bu te'vil şu şekillerde yapılabilir.

a. Veda Haccmda Resul-i Ekrem'in yanında bulunan ve yanlarında kurbanlık
bulunmayan sahâbîler Akabe Cemresine taşlan atmcaya kadar ziyaret tavafını
yapmadılar.



b. Veda tavafında Resul-i Ekrem'in yanında bulunan ve yanlarında kurbanlık bulunan
ashab-ı kiram, Akabe Cemresine taşları atmcaya kadar ihramdan çıkmamak
maksadıyla tavaf yapmadılar. Ancak Akabe Cemresini taşladıktan sonra ifaza (ziyaret)
tavafını yapıp ihramdan çıktılar.

c. Veda tavafında Resûl-i Ekrem'in yanında blunan ashâb-ı kiramın hiçbirisinin
yanında kurbanlık yoktu. Hacc-i kıran yaptılar ve ihramdan Akabe Cemresini
taşjaymcaya kadar çıkmamak amacıyla herhangi bir tavaf yapmadılar veya Akabe
Cemresini taşlaymcaya kadar ziyaret (ifaza) tavafım yapmadılar.

d. Buradaki tavafın "sa'y" anlamında kullanılmış olması da mümkündür. Bu ihtimâl
yanlarında kurbanlık bulunmayan sahâbîler için söz konusudur. Çünkü onların hacdan
önceki yaptıkları sa'y umre sa'yidir. Hacla ilgili sa'ylerini ise, Akabe Cemresini
taşladıktan sonra yapmışlardır. Dördüncü ihtimâle göre, sözü geçen uygulamada

bulunanlar temettü haccı yapan ashâb-ı kirâmdır.^^

1897. ...Aişe (r.anhâ)'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber (s. a.) kendisine;
"Haccm ve umren için Beyt'i (bir kere) tavaf etmen, (bir kere de) Safa ile Merve
arasında koşman sana yeter" buyurmuştur.

Şafiî (r.a.) dedi ki; (Bu hadisi) Süfyan (bir kere) A tâ vasıtasıyla Hz. Aişe'den; bir
(kene de Hz. Aişe'yi atlayarak) Ata vasıtasıyla (doğrudan doğruya) "Peygamber (s. a.)
Aişe (r.anha)'ya buyurdu ki" (şeklinde mürsel olarak Hz. Peygamberden) rivayet etti.
[362]



Açıklama

"Haccm ve umren için Beyt'i (bir kerre) tavaf etmen (bir kerre de) Safa île Merve
arasında sa'y etmen sana yeter" sözünün anlamı üzerinde ulemâ ihtilâf etmişlerdir.
Şafiî ulemasına göre, Resul-i Ekrem bu sözü Hz. Aişe'ye söylemekle, "Hac niyyetini
umre niyyeti üzerine bina et, bu suretle umren ile ilgili fiiller hac menâsiki içerisine
girsin ve neticede hac menâsikini işlemekle onun zımmmda umre fiillerini de işlemiş
olacağından Hac-ı Kıran yapmış sayılırsın" demektir. Bilindiği gibi Resul-i Ekrem
(s.a.) bu sözü Veda Haccı yolculuğunda Serîf denilen yerde hayızlanan Hz. Aişe

T3631

annemizin şikâyeti üzerine söylemiştir. Hanefi ulemâsına göre Hz. Aişe

hayızlamp da tavaf ve sa'y yapamaymca durumunu Resul-i Ekrem'e arz etmiş.
Efendimiz de O'na "Saçlarını çöz ve tara, hac için ihrama gir, umreyi bırak" buyur-
muştur.^^ Bu sözün mânâsı, "Sen umreyi bırak sadece hac yap, aslında daha önce
umre yapmaya da niyetlenmiş olduğun için hac yapmakla, hem hac hem de umre
sevabı alacaksın" demektir. Bu sözün Şâfiîlerin dediği gibi hac fiilleri içinde gizlenmiş
olan umrenin terkediîmesi için söylenmiş olması düşünülemez. Çünkü zahirde
olmayan bir şeyin terkini emretmeye lüzum yoktur. Şâfîilerin iddialarının doğruluğu
kabul edilirse, O zaman Hz. Aişe'nin hacc-ı kıran değil, hacc-ı ifrad yapmış olması
gerekir ki, bunu kendileride kabul etmezler.

Yahut da Hz. Peygamber Hz. Aişe'ye, "Haccm ve umren için Beyt'i (bir kerre) tavaf
etmen (bir kerre de) Safa ile Merve arasında koşman sana yeter," dediği zaman, Hz.
Aişe'nin daha önce bir tavaf ile bir sa'y yaptığını zannediyordu. Bir tavaf ile bir sa'y
daha yapmasını emretmekle hacc-ı kıran için gerekli olan iki tavaf ile iki sa'yi



tamamlayacağını hesab ediyordu. Gerçekten Resûlullah (s.a.)'ijı Hasbe gecesinde Hz.
Aişe'ye hitaben; "sen Mekke'ye geldiğimiz gecelerde tavaf etmedin miydi?" diye -

sorması da Resûl-i Ekrem'in Mekke'ye ilk geldikleri gecelerde Hz. Âişe'nin bir
tavaf ile bir sa'y yaptığı kanaatinde olduğunu gösterir. Hanefî-lerin bu konuda kendi
görüşlerini isbat için daha başka te'villeri varsa da biz bunlardan sadece ikisini
nakletmekle yetindik. Diğer te'vil şekillerini de görmek isteyenler, "Bezlu'l-mechûd"
isimli eserin 9. cildinin 161-162, sahifelerine bakabilirler.

Metnin sonuna ilâve edilen İmam Şafiî Hazretlerinin sözü kısaca şu manaya
gelmektedir: Süfyân es-Sevrî bu hadisi bir defa merfu olarak, bir defa da mürsel olarak
Atâ'dan rivayet etmiştir.

Bilindiği gibi İmam Şafiî, Şafiî mezhebinin imamıdır. Nesebi Abdu Menaf ta Resul-i
Ekrem Efendimizin nesebiyle birleşir. Annesi Fatıma bint Abdillah b. el-Hasen b. el-
Hüseyn b. Ali b. Ebî Tâlib vasıtasıyla da Ab-dulmuttalib'de yine Peygamber
Efendimizin nesebiyle birleşmektedir.

İbn Abdilhakem'in beyânına göre annesi Hz. İmama gebe kaldığı zaman rüyasında
kendisinden müşteri yıldızı gibi bir yıldızın çıkıp önce" Mısır'a indiğini sonra bu
ışıktan çıkan huzmelerin bütün cihana yayıldığını görmüş. Bu rüyayı işiten tâbirciler
Hz. Fatıma'nm büyük bir âlim namzedi dünyaya getireceğini ve onun ilminin önce
Mısır'da yayılacağını oradan da bütün cihana yayılacağını söylemişlerdir.
Ebû Naim Abdulmelik b. Muhammed'e göre, "Kureyş'ten gelecek' olan bir âlim

yeryüzünü ilimle dolduracaktır" mealindeki hadis-i şerif İmam Şafiî hazretleri
hakkında vârid olmuştur. ez-Zeynü'l-Irakî'ye göre bu hadisin bir şahidi Ebu Dâvûd et-

Tayâlisî tarafından rivayet edilmiştir. ^— ^ Ayrıca bu hadisi Bezzâr da rivayet etmiş ve
onun hakkında "hasen-sahih", demiştir.

es-Şeyh Takiyüddin es-Sübkî'nin et-Tabakâtü'l-Kübrâ'smdaki beyânına göre, Ebû
Nuaym'ıh ve daha başkalarının rivayet ettiği bu hadisin sıhhatinde ittifak vardır ve
"Allah teâlâ her yüz yılın başında bu ümmete mahsus olmak üzere bu dinin aslını

ortaya çıkaracak bir müceddid gönderir." anlamına gelen hadis-i şerif de İmam
Şafiî'nin durumuna uygun görülmüştür. İmam Ahmed'in rivayetinde bu hadis: "Allah
teâlâ her yüzyılın başında bu ümmetin dinini hey el-i asliyesi üzere tanıtmak üzere
Ehl-i Beytimden bir adam gönderir" şeklindedir. Birinci yüzyılın başında ehl-i
Beyt'ten müceddid olarak Ömr b. Abdülaziz, ikinci yüzyılın başında da yine Ehl-i
Beyt'ten İmam Şafiî gönderilmiştir. İmam Ahmed de kendisine bir mesele sorulduğu
zaman bu mesele ile ilgili bir delil bulamayacak olursa İmam Şafiî'nin bu konudaki

görüşüne müracaat ettiğini söylemiştir."^^

Bu konuda arif-i billah İmam Şârânî de şunları söylüyor: İmam-i Şafiî daha çocukluk
devresinde iken ilim meclislerinde oturmaya meraklıydı. Daima ilim meclislerini tâkib
eder duyduklarını kağıt almaya imkânı olmadığından kemik üzerine yazardı. Yazdığı
kemikleri de belirli bir yere yığardı.

İlmini Mekke'de Müslim b. Halidü'z-Zencî'den tahsil etti. Sonra Mekke ile Medine
arasında bir yere gitti. Bu yerin adına "Şuûbü'l-Hîf ' derlerdi. Orada bir müddet
kaldıktan sonra Medine'ye geldi. Medine'de İmam Mâlikin derslerine devam etti.
Muvatta' adlı eserini ezbere dinletti. İmam Mâlik onun bu kavrayışına hayran oldu ve
ş,öyle dedi: "Takva yolunu tut. İstikbâl sana çok şeyler vâdediyor. Büyük bir şöhret ve



sâna sahib olacaksın." İmam Şafiî o sırada 13 yaşındaydı.

Bundan sonra Yemen 'e gitti. Yemene gitmesinin sebebiyse amcasının Yemen kadısı
oluşuydu. Onun yanında kalacaktı. Yemen'de bir hayli şöhret yaptı. Sonra Irak'a
taşındı. Burada ciddi bir şekilde kendisini ilmî çalışmalara verdi. Irak'ta bir çok ilim
adamıyla tanıştı. Bazılarıyla da münazaraya tutuştu. Muhammed b. Hasan ilmî
münazara yaptığı âlimler arasındadır.

Bundan sonra Mısır'a geldi. Burada yeni yeni eserler vermeye başladı. Mısır'a geliş
tarihi H. 199 yılı idi. Burada şöhreti zirveye ulaştı. Halk her yandan ona gelir
derslerinde bulunup onu dinlemek isterdi. Rebî' b. Süleyman buna dair bir
müşahedesini şöyle anlatıyor:

"İmam Şafiî'nin evi civarında bazan yedi yüz kadar konuk görürdüm. Bunların hepsi
onun derslerinde hazır bulunup dinlemek için gelirdi. Fakat o bu kalabalığa aldanmaz,
şöyle derdi: "Benim mezhebim doğru ve sahih hadis-i şeriflerdir. Kendime mâl edecek
bir şeyim yok" Hiç bir şeyi kendine mal etmek istemez, "İsterim ki bu ilmi halk
benden duya, öğre-ne, bir harfini dahi bana mâl etmeye, benden aldığını demeye."
derdi.

Ebû Yahya Zekeriyya el-Ensârî anlatıyor: "İmam Şafiî'nin yukarıda anlatılan
cümledeki temenni şeklinde izhar ettiği duası kabul oldu. Mezhebine ait hükümler
sanki onun değilmiş gibi anlatılır". "Rafü böyle dedi", "Nevevî şöyle dedi" ve "Zerkeşî
şöyle anlattı" şeklindedir. Böylece onun mezhebi başkalarının görüşleriyle dile

getirildi.



Bazı Hükümler



1. Hacc-ı kıran yapan bir kimse hac ve umresi için sadece bir taval ile bir tek sa y

yapar. İmâm Mâlik, Şafiî, Ahmed ve İshâk bu görüştedirler. Delilleri ise konumuzu

teşkil eden hadis-i şeriftir ki, "Hac ve umre için ihrama giren bir kimseye ihramdan

[37i]

çıkıncaya kadar bir tavaf ile bir sa'y yeter' ,J 1 anlamındaki hadis-i şeriftir.

Hanefî uleması ile İmam Sevrî ve el-Hasen b. Salih'e göre ise, hacc-ı kıran yapan bir
kimse için birisi umre diğeri hac için olmak üzere iki tavaf iki de sa'y lâzım gelir. îbn
Mesûd ile Şa'bî ve en-Nehâî de bu görüştedir. Delilleri ise, Hz. Ali'den rivayet edilen
"Hac ve umre için ihrama girdiğin zaman o ikisi için iki tavaf yap, iki kere de Safa ile

[3721

Merve arasında sa'y yap anlamındaki hadis-i şerif ile Ziyâd b. Mâlikin Hz. Ali

ile İbn Mes'ûd (r.a.)'dan rivayet ettiği "Hacc-ı kıran yapacak olan bir kimse iki tavaf

T3731 T3741
iki de sa'y yapar mealindeki hadistir.



54. Mültezem



1898. ...Abdurrahman b. Safvân'dan; demiştir ki: Resûlullah (s. a.) Mekke'yi fethedince
(kendi kendime); "elbisemi giyeceğim -evim de yol üzerinde idi- Resûlullah (s.a.)'in
nasıl hareket edeceğini göreceğim" dedim. Bunun üzerine gittim. Peygamber (s.a.)'i
yanaklarını Beyt'in (duvarları) üzerine koyarak kapıdan Hatime kadar Beyt'i
selamlamakta olan ashabıyla birlikte Ka'be'den çıkarken gördüm. Resûlullah (s. a.)

onların arasında bulunuyordu. ^ ^



Açıklama



Ka'be'nin kuzeybatı duvarı (Rükn-i Irakî ile rükn-i Şamî arası)nm karşısında
zeminden bir metre kadar yüksek yarım daire şeklinde bir duvar vardır ki, buna
"hatîm" denir. Bu duvar ile Beyt-i Şerif arasındaki boşluğa "Hıcr" (Hıcr-i Ka'be, Hıcr-i
İsmail veya Hazıra) denir.

Kabe'nin kuzey doğu duvarında (Rükn-i Hacerî ile Rükn-i Irakî arasında) zeminden iki
metre kadar yükseklikte "Kabe Kapısı" Vardır. Bu duvarın Rükn-i Hacerî ile kapı
arasında kalan kısmına da Mültezem de-: nir. Hatîm' in "Hatîm" diye isimlendirilmesi
halkın burada yemini çok yapmasmdandır. Burada yapılan dualar makbuldür. Fakat
kim burada yalan yere yemin ederse, Allah en kısa zamanda onun cezasını verir. İbn
Abbas'tan rivayet olunan bir hadis-i şerifte Peygamber (s.a.)'in şöyle buyurduğu ifade
ediliyor: Rükn(-i Hacer) ile makam(-ı İbrahim) arası mülte-zemdir. Burada duâ eden

hastalar s.Fa bulur."^ Ancak bu hadisin senedınde rivayeti metruk olan Abbâd b .
Kesîr vardır. Mültezem "duâ yeri" anlamına gelen "el-Müddeâ" ismiyle de anılır.
Ashâb-i kiramın Kabe kapısı ile Hatîm'in sonu arasında kalan duvarları öperken
Resul-i Ekrem'in onların arasında bulunmuş olması, aynı fiile O'nun da iştirak ettiği
anlamına gelmez. Metinde Resûl-i Ekrem'in de bu fiile iştirak edip etmediğine dair bir
açıklık yoktur.

Bu hadisin bab başlığı (terceme) ile ilgisi "Ashab-i Kiramın Kabe ka-pısıyla hatîmin
sonu arasında kalan duvarları istilâm etmeleri ve bu kısma yüzlerini sürmeleri caiz
olduğuna göre Hacer-i esved ile Kabe kapısı arasında kalan Mültezemi istilam etmek
ve bu kısma yüz sürmek de caiz olur. " şeklindeki kıyas ile kurulacak ilgiden ibarettir.
r3771



Bazı Hükümler



1. Kabe'ye girmek caizdir.İbn Abbas'tan rîvâyet edilen 'Kim Kabe'ye girerse, iyiliğin
içine girmiş kötülükten çıkmış olur. Kabe'den çıkan kimse, günâhları affedilmiş olarak

çıkar" anlamındaki hadis de bunu gösterir. Ancak bu hadis zayıftır.
Bununla beraber Kabe'ye girmek hac fiillerinden bir fiil değildir. Ulemânın büyük
çoğunluğu bu görüştedir. Çünkü İbn Abbâs (r.a.) "Kabe'nin içine girmenizin
baççınızla hiçbir ilgisi yoktur." demiştir.

2. Teberrük maksadıyla Kabe'nin duvarlarını istilâm etmek ve üzerlerine yüz sürmek
müstehabtır. ^ ^



1899. ...Şuayb (b. Muhammed)'den; demiştir ki: Abdullah (b. Amr b. el-As) ile birlikte
(Beyt'i) tavaf ettim. (Tavaf namazı kılmak için) Kabe'nin arkasına geldiğimiz zaman;
(Burada Cehennem ateşinden Allah'a) sığınmayacak mısın dedim. (Bunun üzerine
Abdullah):

Atehten Allah'a sığınırız, dedi. (Namazdan ) sonra gitti.Hacer(-i Esved)İ istilâm etti.
Rükn(-i Hacer) ile kapı arasında durarak göğsünü yüzünü, kollarım ve avuçlarını şu
şekilde (Mültezem üzerine) koydu ve onları iyice açtı sonra; "Ben Resûlullah (s.a.)'i



böyle yaparken gördüm." dedi.



Açıklama

"Rükn ile kapı arasında durarak göğsünü, yüzünü, kol- larmı ve avuçlarım şu şekilde
koydu" ifâdesi Mültezem'i istilâm etmenin meşru olduğuna delâlet eder. Çünkü
bilindiği gibi Mültezem Kâbe'-i Muazzama'nm kapısı ile Hacer-i Esved arasında kalan
duvardır. Yine metinde geçen "Kabe'nin arkasına geldiğimiz zaman" sözünden
maksat, "tavaf bittikten sonra tavaf namazı kılmak üzere Makam-ı İbrahim'in arkasına
geldiğimiz zaman" demektir. Bu ibare İbn Mâce'de; "Yedi turu tamamladığımız
zaman Kabe'nin gerisinde iki rekat namaz kıldık," anlamıma gelen lafızlarla rivayet
edilmiştir. Biz tercümemizde parantez içindeki kelimelerle bu manalara işaret ettik.
1380



Bazı Hükümler

1. Mültezem'e varınca ağlayıp, yalvararak kollarının birini kapı tarafına diğerim
de Hacer-ı esved tarafına gererek karnını ve göğsünü Kabe'nin duvarına yapıştırmak
ve yüzünü duvara sürmek, dünya ve âhiret saadeti için duada bulunmak müstehabtır.
Beyhakî'nin rivayetine göre okunması müstehab olan dua şudur:

Manası: "Allah'ım bu ev senin evindir. Bu kul senin kulundur, kulunun ve cariyenin
oğludur. Beni, yarattıklarından verdiğin bir vasıta ile taşıyarak buralara kadar getirdin,
ülkelerinde gezdirdin, nimetine kavuşturdun. Emrettiğin ibadetleri yapmama yardım
ettin. Ya Rabbi eğer benden razı isen, rızânı artır, eğer razı değilsen şu mübarek
evinden ayrılmadan önce benden razı ol, Seni ve senin evini başka bir şeyle
değiştirmeden senden ve senin evinden hiç yüz çevirmeden evime dönmeyi bana
nasibetmişsen buradan ayrılmadan bana rızanı lütfet. Allahım vücûduma sağlık,
dinime sağlamlık ver, sonumu güzel yap, yaşadığım sürece sana ibâdet ve taatta
bulunmayı nasibeyle. Bana dünya ve âhiret hayrını birlikte ver, sen herşeyi

yapabilensin" J 1 Bu duadan sonra mescitten çıkmak istiyorsa veda kapısından

çıkılır.

2. Tavaftan sonra Makam-i İbrahim'in arkasında iki rekât tavaf namazı kılmak
meşrudur.

Hasan el-Basrî (r.a.)'in Mekkeliler için hazırladığı özel bir risalede onbeş yerde duanın
kabul edildiği ifâde ediliyor:

1. Tavaf ederken, 2. Mültezemde, 3. Altın oluğun altında, 4. Kabe'nin içinde 5.
Zemzemin başında, 6. Safa tepesinde, 7. Merve tepesinde, 8. Sa'y ederken, 9. Makam-
ı İbrahim'in arkasında, 10. Arafat'ta, 11. Müzdelife'de, 12. Mina'da, 13-14-15. Üç

cemrenin yanında.

1900. ...Abdullah b. es-Sâib'den rivayet edildiğine göre, kendisi (hayatının son
zamanlarında gözlerini kaybeden) İbn Abbas'a delîllik ederken İbn Abbas'i Hacer(-i
Esved) ile -onu kapıya doğru takib eden- Rükn(i Irakî) arasında bulunan üçüncü
kısımda oturtmuş. (Bunun üzerine İbn Abbâs O'na);

Sana Resulûllah (s.a.)'in burada namaz kıldığı haber verildi mi? diye sormuş. (O da)



"evet" diye cevap vermiş. Bunun üzerine İbn Abbas kalkıp namaza durmuş.



Açıklama

Ka'be-i muazzama'nm doğu cephesi üç kısma ayrılır: Bunlar Hicr-i İsmail ile kapı
arasında kalan birinci kıs-
mı, kapının bulunduğu yer ikinci kısmı, kapı ile Hacer-i Esved arasında kalan yer de
üçüncü kısmı teşkil eder. Burası Mültezemdir. Hz. İbn Abbâs hayatının son
zamanlarında gözlerini kaybedince Beyt'i tavaf esnasında Abdullah b. es-Sâib O'na
rehberlik etmiştir. Abdullah b. es-Sâib namaz kılmak maksadıyla Hz. İbn Abbâs'ı
Mültezemde oturtunca, Hz. İbn Abbas O'nun maksadını anlayıp "Burada Resul-i
Ekrem namaz kılardı da sen onun için mi burada durdurdun?" diye sormuş Hz.
Abdullah da "evet" cevabım vermiş. Bunun üzerine Hz. İbn Abbas da kalkıp iki rekat
namaz kılmıştır.

Bazılarına göre Hz. İbn Abbas'm namaz kıldığı bu yer Makam-i İbrahim'in arkasıdır.
Hz. İbn Abbas tavaf esnasında Resûl-i Ekrem'in namaz kıldığı ve istilam ettiği yerleri

arıyordu. Makam-ı İbrahim'e gelince orada da namaz kıldı.
55. Safa İle Merve Arasında Yapılan Say

1901. ...Urve b. ez-Zübeyr'den; demiştir ki: Ben küçük yaşta bir çocuk iken
Peygamber (s.a.)'üı ailesi Hz. Aişe'ye;

Aziz ve celil olan Allah'ın, "Safa ile Merve, Allah'ın nişanlamadandır. Kim evi
(Kabe'yi) hacceder ya da umre yaparsa ikisi arasında sa'y etmesinde kendisine bir
günah yoktur." sözü hakkında görüşün nedir? Ben bugün bir kimsenin Safa ile Merve
arasında sa'yetmemesinde bir sakınca görmüyorum", dedim. Aişe (r.anhâ) da bana;
Hayır (mesele) senin dediğin gibi olsaydı (âyet); "O kimseye Safa ile merve arasında
sa'y etmemekte bir sakınca yoktur" şeklinde inerdi. Bu âyet-i kerime ensar(dan bazı
kimseler) hakkında nazil olmuştur. Bunlar (câhiliyet devrinde ihrama girerlerken)
Kudeyd'in karşısında bulunan Menât için telbiye getirirlerdi ve (Menât'a saygir
lanndan dolayı) Safa ile Merve arasında sa'y etmekten çekinirlerdi. İslâm gelince bunu
Resûlullah (s.a.)'e sordular bunun üzerine: "Azîz ve celîl olan Allah; "Safa ile Merve

Allah'ın nişânlarmdandır" (âyet-i kerimesini) indirdi" diye cevap verdi.
Açıklama

Menât: Mekke ile Medine arasında bulunan ve suyu bol olan Kudeyd isimdeki yerin
karşısına ve Kızıl denizin yakınma Amr b. Luhây tarafından dikilmiş bir puttur.
Cahilliyet devrinde Ezd ve Gassân kabileleri hac için ihrama girerlerken bu puta
telbiye getirirlermiş. Bu hâdise Müslim'in rivayetinde şu mânâya gelen lâfızlarla an-
latılıyor: "Müslüman olmazdan önce Ensar ile Gassân, Menat için telbiye getirirler,
Safa ile Merve arasında Sa'y yapmaktan çekinirlermiş. Bu onların babalarından kalma
bir adetmiş. Menat için ihrama giren, Safa ile Merve arasında sa'y yapmazmış. İslâmı
kabul ettikleri vakit, bunu Resûlullah (s.a.)'e sormuşlar. Bunun üzerine Azîz ve celîl
olan Allah, "Şüphesiz ki Safa ile Merve Allah'ın alâmetlerindendir. Her kim Beyi i



hacceder yahut umre yaparsa, bunların arasında sa'y yapmasında bir sakınca yoktur"
âyet-i kerimesini indirmiş.

Tercümesini sunduğumuz Müslim'in şu hadisi ise konumuzu teşkil eden-hadise
aykırıdır: "Hz. Aişe'ye:

Ben öyle zannediyorum ki bir adam Safa ile Merve arasında sa'y yapmasa zarar etmez,
dedim. Hz. Aişe:
Niçin ? diye sordu.

Çünkü Allah teâlâ, "Şüphesiz ki Safa ile Merve Allah'ın şeârindendir..." buyuruyor,
dedim. Bunun üzerine Hz. Aişe (r.anhâ) şunu söyledi:

Allah Safa ile Merve arasında say yapmayan bir kimsenin haccmı da, umresini de
tamam kabul etmez. Eğer mesele senin dediğin gibi olsaydı, âyet-i kerime "Onların
arasında sa'y yapmaması ona zarar vermez" şeklinde olurdu. Sen bu âyetin ne hususta
indiğini bilir misin? Âyet-i kerime şu hususta nazil olmuştur. Çâhiliyyet devrinde
ensâr deniz kenarında bulunan iki put için telbiye getirirlerdi. Bunlara "İsaf ve
"Naile" denirdi. Sonra (Mekke'ye) gelerek Safa ile Merve arasında sa'y yaparlar, daha
sonra da traş olurlardı. İslâmiyet gelince cahiliyye devrinde yaptıklarına bakarak Safa

T3881

ile Merve arasında sa'y yapmaktan çekindiler Görülüyor ki, konumuzu teşkil

eden hadis-i şerifte câhiliye devrinde ensardan bazı kimselerin Menât denilen put için
telbiye getirdikleri ifâde edelirken Müslim'in bu rivayetinde deniz kenarında bulunan
İsaf ve Naile isimli iki put adına telbiye getirdikleri ifâde ediliyor. Kadı Iyâz'ın
beyânına göre, Müslim'in bu rivayetinde yanlışlık vardır. Çünkü Naile ve İsaf adındaki
putlar deniz kenarında değillerdi. Bu iki puttan erkek suretinde olan İsaf Safa
tepesinde, diğeri de kadın suretinde ve Merve tepesinde idi. Ehl-i Kitabın inancına
göre bunlar vaktiyle Kabe'de zina ettikleri için Allah'ın taş hâline getirdiği bir erkekle
bir kadındı ve insanların görüp ibret almaları için buraya konmuşlardı. Daha sonra bu
heykellerin aslı unutularak ilâhlaştırılmaya başlanmıştı. Tercümesini sunduğumuz
Müslim bu iki rivayetinin birincisinde Ensar'dan bazı kimselerle Gassân'm Câhiliyye
döneminde Safa ile Merve arasında sa'y etmekten çekindikleri ifâde ediliyor. Burada
sa'y yapmaktan çekinmelerinin sebebi ise, Buhârî'nin rivayetinde Menât'a olan

T3891

saygılarına bağlanıyor.- 1 1 Müslim'in diğer rivayetine göre ise, ensardan bazı

kimselerin câhiliyye döneminde Safa ile Merve arasında sa'y ettikleri ifâde ediliyor.
Her iki hadis-i şeriften çıkan netice şudur ki, Câhiliye döneminde ensardan bir kısmı
Menat'a saygısından dolayı Safa ile Merve arasında sa'y yapmaktan uzak kalırken bir
kısmı da burada sa'y ederdi. İslâmiyet geldikten sonra bütün bu putlar kırıldığı için
En-sâr'm her iki grubu da buralara ait bütün hatıraların silinip gitmesi lâzım geldiğini
düşünerek artık İslâmiyetten sonra Safa ile Merve arasında sa'y etmenin
kaldırılacağını zannediyorlardı. Bu düşüncelerle Hz. Peygamberden Safa ile Merve
arasında sa'y etmenin hükmü sorulunca Allah teâlâ; "Şüphesiz ki Safa ile Merve
Allah'ın nişanlarmdandır (alâmetlerindendir). Kim evi (Kabe'yi) hac eder, ya da umre

yaparsa onları tavaf etmesinde kendisine bir günah yokîur." J 1 âyet-i kerimesini

indirdi. Çünkü bu iki tepe arasında koşmak aslında, Hz. İbrahim'in karısı Hz. Hacer'le
ilgili bir hatıradır. "Hz. İbrahim karısı ile oğlu İsmail'i Mekke'ye bırakıp gitmişti. Hz.
İsmail'in annesi Hacer, su bulmak için çocuğunu Harem'in bulunduğu yere koyup
tepeden tepeye koşmaya başladı. Bu sırada Allah'ın yardımı yetişmiş ve Zemzem
kuyusunun yerinden su fışkırmıştı. İşte O'-nun hâtırası için bu iki tepe arasında



koşmak haccın ibâdetleri arasına konulmuştur. Bu koşma Allah'ın yardımını aramanın
ve bunaldıkları zaman Allah'ın yardımının insanlara yetişeceğinin bir simgesidir. Safa
ile Merve arasında koşmak Maliki ve Şafiî mezheplerine göre farz, Hanefî mezhebine
göre, vâcibdir. Çünkü "günah yok" ifâdesi mendup bildirir. Ancak bu koşmanın farz
olduğunu bildiren hadisler de mevcud oldüğundan, Hanefîler

T3911

sa'yi vacib kabul etmişlerdir. " J L

Bazı Hükümler

1. Safâ ile Merve aracında sa'y etmek meşru-dur. Bunda ittifak vardır. Ancak sayın
hükmünde ihtilâf edilmiştir. İmam Malik, Şafiî, Ebû Sevr ve Davûd-ı Zâhirî'ye göre
sa'y hac ve umrenin rükünlerinden bir rükündür. Sa'y yapılmayan umre veya hac
bâtıldır. Bu görüş aynı zamanda Hz. Aişe ile İmam Ahmed'den rivayet edilmiştir. Terk
edilen sa'y için kurban da kesilmez. Bu konudaki delilleri ise konumuzu teşkil eden
Ebû Dâvûd hadisiyle; "Ben Resûlullah (s.a.)'ı önünde kalabalık bir halk topluluğu
bulunduğu halde Safâ ile Merve arasında sa'y ederken gördüm, öyle ki sa'y
esnasındaki hızından dolayı diz kapaklarını bile gördüm. Kendisiyle birlikte eteklen de
hareket ediyordu ve sa'y esnasında şunları söylüyordu: "Sa'y ediniz çünkü Allah teâlâ

[3921

size sa'y etmeyi farz kılmıştır. " J 1 Ancak bu hadisin senedinde Abdullah b.

Müemmel vardır. Bu râvi Ibn Hibbân'a göre güvenilir bir kimse ise de İbn Hibban'm
dışındaki mühaddislere göre zayıf bir râvidir. İbnu'l- Mühzir'e göre bu hadis Safıyye
bint Şeybe'nin rivayet ettiği, "Ben Resûlullah (s.a.)'i: "Allah sa'y" sizin üzerinize farz

T3931

kılmıştır, sa'y ediniz." derken işittim" anlamındaki hadis tarafından takviye edil-
miştir. Fakat bu hadisin senedinde de "Musa b. Ubeyde" isimli zayıf bir râvi vardır.
İmam Mâlik ile İmam Şafiî'ye ve onların taraftarlarına göre Resûl-i Ekrem sa'y
yapmayı emretmiştir. Emir ise, farziyyet ifâde eder. Bu emrin farziyyetin dışında bir
hüküm ifâde etmesine ihtimal verecek bir karine de yoktur. Çünkü Resûl-i Ekrem'in
sa'y yapmadan edâ ettiği bir hac veya umre rivayet edilmiş değildir. Bu konuda esas
olan Resul-i Ekremin uygulamasıdır. Nitekim Resul-i Ekrem Efendimiz şu sözleriyle
bu meseleye işaret etmek istemiştir: "Hac ibâdetlerinizi (benden) almalısınız! Çünkü

[3941

bilmiyorum. Belki bu haccımdan sonra bir daha haccedemem." 1 1

Hanefî ulemâsına ve Süfyan es-Sevrî'ye göre ise hac ve umre için safâ ile Merve
arasında sa'y etmek vâcibdir. Eğer terk edilecek olursa, yerine bir kurban kesmek
yeterlidir. Çünkü Allah teâlâ Kur'an-ı Keriminde, "gerçekten Safâ ile Merve Allah'ın
alâmetlerinden (birer alemet)dir. Kim Kâbe'i hacceder, ya da umre yaparsa bu ikisini

[3951

de tavaf (sa'y) etmesinde bir sakınca yoktur buyurmuştur. Ayet-i kerimede Safâ

ile Merve arasında sa'y etmenin farziyyetine delâlet eden bir ifâde yoktur. Sadece sa'y
yapmanın günah olmadığı ve insanların burada sa'y yapıp yapmamakta muhayyer
oldukları ifâdesi vardır. Nitekim İbn Mesûd'un Mushaf mda bu âyet-i kerime; "Safa ile
Merve arasında sa'y yapmamanızda bir sakınca yoktur" anlamında tesbit edilmiştir.
Her ne kadar İbn Mesûd'un Mushafmdaki bu ifade tevâtüren sabit olmuş bir Kur'ân
sayılmasa da, kuvvet itibariyle ahad hadisten de aşağı değildir. Safa ile Merve arasında
sa'y etmenin gerekli olduğunu ifade eden hadis-i şerifler de aynı şekilde tevatür



derecesine ulaşamadıklarından kesinlik değil zan ve dolayısıyla farziyyet değil, vücûb
ifâde ederler. Bu konuda Tirmizî şunları söylüyor: "İlim adamları Beytullahı tavaf
edip de safa ile Merve arasında sa'y etmeden dönen kişiler hakkında ihtilaf ettiler.
Bazı ilim adamları şöyle diyorlar: "Safa ile Merve arasında sa'y etmeden ayrılan kişi
Mekke'ye yakın iken hatırlarsa, dönüp Safa ile Merve arasında sa'y eder. Şayet ül-
kesine dönünceye kadar hatırlamazsa, caizdir ve üzerine kurban vâcib olur. Süfyan es-
Sevrî'nin kavli budur. Kimi de diyor ki: "Safa ile Merve arasında sa'yi terkederek
ülkesine dönerse imdi bu hac, kendisi için geçerli değildir. Şafiî bu görüştedir. "Safa
ile Merve arasında sa'y farzdır ve hac ancak onunla caiz olur," demektedir."
İmam Ahmed'den gelen bir rivayete göre de sa'y sünnettir, terkinden dolayı kurban
gerekmez. İbn Abbâs ile Enes'in ve İbnu'z-Zübeyr'in de bu görüşte olduğu rivayet
olunmuştur. Sözü geçen bu üç sahâbiye göre konu ile ilgili âyet-i kerimedeki; "O
ikisini tavaf etmenizde bir günah yoktur" ifâdesi, sa'yin mubah olduğunu ifade eder.
Nitekim konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadiside Hz. İbnu'z-Zübeyr'in bu görüşte
olduğunu ifade ediyor. Ancak metinde geçen, "Ben küçük yaşta iken" ifâdesi İbnu'z-
Zübeyr'in çocuk yaşta iken böyle düşündüğünü gösterdiğinden Hz. Aişe'nin bu
konudaki açıklamasından sonra Hz. İbnuz-Zübeyr'in bu görüşünden döndüğü
anlaşılıyor. Sa'yin farz olduğunu kabul eden cumhûr-ı ulemâya göre ise, konu ile ilgili
âyetin sa'yin hükmü ile ilgisi yoktur. Bu âyet sadece o tarihte kafalarda bulunan
"acaba sa'y yapmak günah mıdır?" şeklindeki istifhamı izâle için indirilmiştir. Ve İbn
Mesûd'un mushafmdaki konu ile ilgili âyet-i kerimedeki "enlâ yettavvefe"
kelimesindeki "lâ" zâiddir. Çünkü meşhur ve mütevâtir olan kıraatlerde bu "lâ" yoktur.
Öyleyse bu kıraata itibar etmek doğru değildir. Dolayısıyla "sa'y yapmak" haccm ve

umrenin rükünlerinden bir rükündür.



1902. ...Abdullah b. Ebî Evfa'dan rivayet olunduğuna göre, Resûlullah (s. a.) umre
yapıp Beyt'i tavaf etmiş ve beraberinde kendisini (kâfir) halktan koruyan kimse(ler)
olduğu halde Makam-(ı îbrahim)in arkasında iki rekat (namaz) kılmıştır. Abdullah
(r.a.)'e;

Resûlullah (s. a.) Kabe'ye (de) girdi mi? diye sorulmuş. (O da);

T3971

Hayır diye cevap vermiştir.



Açıklama



Resûlullah'm bu umresinden maksat Mekke'nin Fethinden önce ifa ettiği umre-i
kazadır. Resul-i Ekrem'in bu umre sırasında Kâbe'-i Muazzama'mn içine girmediği
anlaşılıyor. Buharı'-nin rivayetinde de şu anlama gelen lafızlarla bu gerçeğe işaret
ediliyor: "Resûlullah (s. a.) umre yaptı, Beyti tavaf etti ve Makâm-i İbrahim'in ar-
kasında iki rekat namaz kıldı. Beraberinde kendisim halktan koruyan kimseler vardı.
Bir adam İbn Ebî Evfâ'ya:

Resûlullah (s. a.) Kabe'ye girdi mi? diye sordu. İbn Ebi Evfâ; "Hayır" diye cevab verdi.
"Beraberinde kendisini halktan koruyan kimseler olduğu halde" cümlesindeki
Resûlllah'm korunduğu halktan maksat, Kureyş müşrikleridir. Müslümanlar, Küreyş
müşriklerinin ok ve benzeri şeyler atarak Resul-i Ekrem'e bir zarar vermeleri
endişesiyle O'nun etrafını çevirip kendi vücutlarım siper etmek şeklinde bu tehlikeyi
ortadan kaldırmışlardır.



Ulemânın beyânına göre Resûlullah (s.a.)'in sözü geçen umre esnasında Beyt-i Şerife
girmemesine sebeb, içinde bulunan putlardır. Zaten müşrikler, bunları değiştirmek için
O'nun Kabe'ye girmesine müsaade etmezlerdi. Mekke fethedilince Resûlullah bu
putların kaldırılmasını emretti. Ondan sonra da Kabe'ye girdi. Binaenaleyh

T3981

Resûlullah'm Kabe'ye girdiğini ifâde eden hadisler 1 Resûlullah'm fetihten sonra

[3991

Mekke'ye girmesiyle ilgilidir.- 1 1



Bazı Hükümler



1. Umre yapmak için Beyt-i tavaf etmek gerekir. Bir tavaf, Beyt etrafında yedi defa tur
atmakla gerçekleşir. Her tur Haçer-i Esved'den başlar, yine Hacer-i Esvedde sona erer.
Tavaf umre'nin bir rüknü olduğundan tavaf kurbanla telâfi edilemediği gibi başka
şeylerle de telâfi edilemez. İmam Mâlik ile İmam Şafiî, İmam Ahmed ve cumhur-ı
ulemâ bu görüştedirler. Hanefi ulemâsına göre ise, tavafın rüknü dört turdur. Geri
kalan üç tur ise, vâcibdir. Vacib olan turlar terk edildiği zaman yerine bir kurban
kesmek yeterlidir.

2. Umre tavafını tamamladıktan sonra makam-ı İbrahim'in arkasında iki rekat tavaf
namazı kılmak meşrudur. Bu tavafın hükmüyle ilgili görüşler 1893 numaralı hadis-i
şerifin şerhinde geçtiğinden burada tekrara lüzum görmüyoruz.

3. Düşmanların su-i kastlarına ve tuzaklarına karşı son derece tedbirli ve uyanık olmak
gerekir.

1903. ...İsmail b. Ebî Hâlid'in (bir Önceki hadisi kast ederek) "Ben (şu hadisi)
Abdullah b. Ebi Evfâ(dan) işittim" dediği (ve bir önceki hadise) "sonra Safa ile
Merve'ye gelip bunların arasında yedi defa sa'y etti. Sonra başını tıraş etti" (sözlerini)

ilâve ettiği şerîk'-ten (naklen) rivayet olunmuştur. L-^— '



Açıklama



Bu hadisle ilgili açıklama bir önceki hadisin şerhinde geçmişti. Ancak şerîk'in bu
rivayetinde bir önceki hadisten fazla olarak, "Resûlullah (s.a.)'in kaza umresinde iki
rekatlık tavaf namazından sonra Safa ile Merve arasında yedi defa sa'yedip sonra

başını tıraş etti" ifâdesi vardır.



Bazı Hükümler



1. Umre esnasında Sâfâ ile Merve arasında yedi defa sa y yapmak gerekir. Sayın
hükmü, imam Mâlik, Şafiî ve Ahmed'e göre farzdır. Hanefî ulemasına göre
vâcibdir. Terk edildiği zaman yerine kurban kesilerek telâfi edilmesi gerekir.

2. Umre yapan bir kimsenin umresini tamamladıktan sonra traş olması gerekir. Bu traş
Şafiî ulemasına göre umrenin rüknü (farzı), diğer mezheb ulemâsına göre ise, vâcibdir

ve saçları kısaltmak traş etmek gibidir /^"^

1904. ...Kesîr b. Cümhân'dan rivayet olunduğuna göre, bir adam Abdullah b. Ömer'e



Safa ile Merve arasında iken:

Ey Ebû Abdurrahman! Ben halk koşarken seni yürür görüyorum, demiş. (O da):

Eğer yürüyorsam muhakkak ki Resülullah'ı yürürken görmüşümdür. Eğer

koşuyorsam, muhakak ki Resûlullah (s.a)'i koşarken görmüşümdür ve ben yaşlı bir

ihtiyarım, cevabım vermiştir.



Açıklama

îbn Ömer'e soru sorduğundan bahsedilen kimse, Kesir b. Cümhân'dır. Her ne kadar
burada bu soruyu soran kimsenin Kesir b. Cümhân olduğu açıklanmıyorsa da,
Tirmizî'nin rivayetinde bu şahsın Kesir b. Cümhân olduğu açıkça ifâde edilmektedir.
Bu hadisin diğer rivayetlerinde ise, Hz. İbn Ömer'e yöneltilen bu sorudan söz
edilmiyor.

"Halkın koşması" Safa ile Merve arasında bulunan iki yeşil direk arasında olur. Ebû
Davud'un bir nüshasında metinde geçen "eğer yürüyorsam, muhakkak ki Resülullah'ı
yürüyorken görmüşümdür," anlamındaki ibarede "eğer burada yürüyorsam (bunda)
benim için bir vebali yoktur." şeklinde bir ilâve de bulunmaktadır.
Anlaşılıyor ki Hz. İbn Ömer Safa ile Merve arasında sa'y ederken orada sa'y etmekte
olan diğer insanlara aykırı hareket ettiği için bu soruyla karşılaşmıştır. Bu soruya
verdiği cevapta, "Ve ben yaşlı bir ihtiyarını" demekle, "şayet benim bu yürüdüğüm
yerlerde, Resûlullah koşmuş olsa bile, ben yaşlı bir adam olduğum için mazurum.
Çünkü yaşlılık herveleyi terketmek için bir mazeret sayılır," demek istemiştir.
Safa ile Merve arasında sa'y yapılan yer 420 m. uzunluğunda ve 12 m. eninde bir
caddedir. Safa tepesinin eteğinden itibaren hervelenin başlangıç noktasını teşkil eden
birinci yeşil direğe kadar olan mesafe 80 m.'dir. İki yeşil direk arasındaki uzunluk ise,
70 m.'dir. İkinci yeşil direkten Merve eteğine kadar olan mesafe de 270 m.'dir.
Tirmizî her ne kadar konumuzu teşkil eden hadis için "haseri-şahih" hükmünü
vermişse de ulemânın büyük çoğunluğuna göre bu hadisin senedinde çeşitli yönleriyle

cerh edilen Atâ b. es-Sâib vardır. Bu durum hadisin sıhhatine engeldir.



Bazı Hükümler



1. Safa ile Merve arasındaki iki yeşil direk arasında hervele yapmak (koşmak) caiz
olduğu gibi âdi adımla yürümek de caizdir.

2. Sözü geçen iki yeşil direk arasında koşmak gücü yeten kimseler için sünnettir. Yaşlı

ve âciz kişiler için sünnet değildir. Safa ile Merve arasında sa'y yaparken iki yeşil

direk arasında koşmak sünnet olduğu gibi, bu iki direğin belirlediği alanın dışında âdi

adımlarla yürümek de ulemânın ittifakıyla sünnettir. Çünkü Câbir b. Abdillah'dan

rivayet olunduğuna göre, "Hz. Peygamber Safa tepesinden inerken ağır ağır yürür

vadinin derin kısmına inince süratlenir, (hervele yapar) vadinin derin kısmından

, . - - ,, 1406]

çıkınca yme ağır ağır yürurmuş.



56. Peygamber'in (s.a.)'in Haccı



1905. ...Muhammed (b. Ali) dedi ki Câbir b. Abdülah'm yanma girmiştik. Girenlerin



kimler olduğunu sordu. Sıra bana gelince:

Ben Muhammed b. Ali b. Hüseyin'im, dedim. Bunun üzerine eliyle başıma uzanarak
üst düğmemi çıkardı, sonra alt düğmemi de çıkardı, sonra avucunu memelerimin
arasına koydu. Ben o zaman küçük bir çocuktum. (Bana):

Merhaba hoş geldin, kardeşim oğlu! (Bana) istediğini sor, dedi. Ben de sordum.
Kendisi âmâ idi. Namaz vakti gelince dokuma bir elbiseye sarınarak (namaza) kalktı.
Dokuma küçük olduğu için omuzlarına koydukça iki ucu geriye dönüyordu. Bize
namazı kıldırdı. Cübbesi de yanıbaşmda askıda duruyordu, (kendisine):
Bana Resûlullah (s.a.)'in haccmı anlat, dedim. Eliyle dokuz işareti yaptı, sonra:
Gerçekten Resûlullah (s. a.) haccetmeden dokuz sene durdu, sonra onuncu (yıl) da
kendisinin haccedeceğini halka ilan etti. Bunun üzerine Medine'ye birçok insan geldi.
Bunların hepsi Resûlullah (s.a.)'e uymanın çaresini arıyor ve onun yaptığı gibi amel
etmek istiyorlardı. Derken Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem (yola) çıktı. Onunla
birlikte biz de çıktık. Zülhuleyfe'ye varınca, Esma bint Umeys, Muhammed b. Ebî
Bekr'i doğurdu da "ben ne yapacağım?" diye Resûlullah (s.a.)'a haber gönderdi.
Peygamber (s.a.)'de O'na:

"Yıkan, hayız bezi ile (bağlı) bir kuşak kuşan ve (hacca) niyet et" cevabını verdi.
Müteakiben Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem (oradaki) mescidde namaz kıldı.
Sonra Kasvâ'ya bindi. Devesi kendisini "Beydâ" düzüne çıkardığı vakit, onun önünde
gözüm görebildiği kadar binekli ve yaya(lar) gördüm. Bir o kadar sağında, bir o kadar
solunda bir o kadar da arkasında vardı. Resûlulallah (s. a.) aramızda bulunuyordu.
Kur'ân O'na iniyor, te'vilini de o biliyordu. O ne yaparsa biz de onu yapıyorduk.
Derken tevhid'i ifade eden kelimelerle telbiye getirdi:

"Tekrar tekrar icabet sana yâ Rabbi! Tekrar icabet sana, tekrar icabet sana; senin
ortağın yoktur, tekrar icabet sana, gerçekten hamd de, nimet de sana mülk de sana
mahsustur. Senin ortağın yoktur." Halkda hâlen getirmekte oldukları telbiyeye devam
ettiler. Resûlullah (s. a.) bundan dolayı kendilerine bir şey demedi. O da kendi
telbiyesine devam etti. (O sıralarda) biz ancak hacca niyet ediyor umreyi bilmiyorduk.
Onunla birlikte Kabe'ye varınca, rüknü istilâm etti ve üç tur hızlı dört de (âdi)
yürüyüşle tavaf yaptı. Sonra İbrahim (aleyhisselâm)'m makamına gelip:

[4071

"ibrahim'in makamında namazgah ittihaz edin" J 1 âyetini okudu. Makamı

kendisiyle Beyt-i Şerif arasına aldı.

(Bu hadisin râvilerinin arasında) îbn Nüfeyl (Abdullah b. Muhammed en-Nüfeylî) ile
Osman'ın rivâyet(ler)ine göre (Cafer b. Muhammed) dedi ki: "Babam (Muhammed b.
Ali Şöyle) derdi: (Câbir'in) bunu (yani tavaf namazında okunan sûreleri) ancak
Resûlullah'tan duyduğu için zikrettiğini zannediyorum." (Diğer râvi) Süleyman da
(Muhammed b. Ali'den naklettiği rivayetinde); "Ben Câ-bir'in sadece "Resûlullah
(s.a.)'in (tavafdan sonra kıldığı) iki rekatlık namazda İhlâs ve Kâfirim (surelerini)
okurdu" dediğini biliyorum," dedi.

Sonra yine Beyt'e dönerek rüknü istilâm etti. Sonra (Safa) kapı(sm)dan çıktı Safâ'ya

yaklaşınca "Gerçekten Safa ile Merve Allah'ın alâmederindendir."^^ âyet-i
kerimesini okudu ve Allah'ı tevhîd eyledi ve;

"AHalı'dan başka hiçbir ilâh yoktur. O, bir ve tekdir. Onun şeriki yoktur, mülk
onundur, ham de O'na mahsustur. Hayat veren de öldüren de odur. O herşeye gücü
yetendir. Allah'dan başka ilâh yoktur. O, bir ve tekdir. Vadini yerine getirdi, kulunu
muzaffer kıldı. Yalnız başına bütün hizipleri bozguna uğrattı/* dedi. Bu arada dua



okudu ve söylediklerinin aynısını üç defa tekrarladı. Sonra Merve'ye indi, vadinin
ortasına varınca, remel yaptı. Vadiden çıkınca normal yürüyüşüne devam etti. Nihayet
Merve'ye geldi. Merve'-de de Safâ'da yaptığı hareketi tekrarladı. Merve üzerinde son
tavafını yaparken:

"Arkamda bıraktığım iş tekrar karşıma çıksaydı, kurbanlığı getirmez, bu haccı umre
yapardım (Binaenaleyh) sizden hanginizin yanında kurbanlık yoksa, hemen, ihramdan
çıksın ve hacemi umreye çevirsin," buyurdu. Peygamber (s. a.) ile yanında kurbanlık
olanların dışında herkes ihramdan çıktı ve saçlarını kısalttı. Bunun üzerine Süraka b.
Çu'şum ayağa kalkıp:

Ya Rasûlullah! bu iş bizim bu senemize mi mahsus yoksa ilelebed devam edecek mi?
diye sordu. Rasûlullah (s.a.)'de parmaklarını biribirine kenetledi ve iki defa:
"Umre hacca dâhil olmuştur" dedi. (Ve devamla); "hayır ebedi olarak devam
edecektir, hayır ebedî olarak devam edecektir" buyurdu.

Ali Yemen'den Rasûlullah (s.a.)'in develerini getirdi. Fâtıma (r.anhâ)'yı ihramdan
çıkanlar arasında buldu. Fâtıma boyalı elbiseler giymiş ve sürme çekinmişti. Hz. Ali
bunu beğenmedi ve; Bunu sana kim emretti? diye sordu. Hz. Fâtıma da, "babam
(s.a.)" cevabım verdi. Hz. Ali Irak'ta iken şöyle derdi:

Bunun üzerine ben Fâtıma'yı bu yaptığından dolayı azarlamak ve Resûlullah (s.a.)
adına söylediklerini sormak için Resûlullah (s.a.)'a gittim ve Fâtıma'nm yaptıklarını
beğenmediğimi haber verdim de; "Doğru söylemiş, doğru söylemiş, sen hacca
niyyellenirken ne dedin" buyurdu. Ben de:

Ya Rabbi! Resulün neye niyyetlendiyse ben de ona niyyetlendim dedim. "Benim
yanımda kurbanlık var, sen ihramdan çıkma" buyurdu.

Hz. Ali'nin Yemen'den getirdiği kurbanlıklar ile Peygamber (s.a.)'in Medine'den
getirdiği kurbanlıklar yüz adettiler. Derken Peygamber (s.a.) ile yanlarında kurbanlık
bulunanların dışında herkes ihramdan çıktı. Terviye günü gelince Mina'ya doğru yola
çıktılar ve hacca niyyellendiler. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem (hayvana)
binmişti. Minâ'da öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazlarını kıldı. Sonra güneş
doğuncaya kadar biraz bekledi ve kendisine bîr çadır kurulmasını istedi. Bunun
üzerine Nemire'de (bir çadır) kuruldu. Müteakiben Rasûlullah (s.a.) yola çıktı. Kureyş
câhiliyye döneminde kendilerinin yaptığı gibi O'nun da Müzdelife'de bulunan Meş'ar-i
Haram'da duracağından şüphe etmiyorlardı. Oysa Rasûlullah (s.a.) o yeri geçerek
Arafat'a vardı ve Nemire denilen yerde kendisine ait çadırın kurulduğunu görerek
oraya indi. Güneş (batıya) kayınca Kasvâ'nm hazırlanmasını emir buyurdu ve hayvana
semer vuruldu. Az sonra (hayvana) binip (Urane denilen) vadinin ortasına geldi ve
halka hitaben (şöyle) dedi:

"Şüphesiz ki sizin kanlarınız ve mallarınız şu beldenizde, şu ayınızda, şu gününüzde
haram olduğu gibi biribirinize haramdır. Dikkat edin! Câhiliyyel işleriyle ilgili herşey
ayaklarımın altına konmuştur. Câhiliyye devrinin kan davaları yürürlükten kalkmıştır.
Bize ait kan davalarında yürürlükten kaldırdığım ilk kan (davası)...
(Son cümlenin baş tarafını bütün râviler aynı şekilde rivayet ettikleri halde cümlenin
sonunu) Osman; "(kaldırdığım ilk kan davası) İbn Rabia'nm kanıdır" diye Süleyman
da; "-Rabia b. el-Hâris b. Abdi'l-Muttalib'in kanıdır." diye rivayet etmiştir. (İyas b.
Rabia) beni Sa'd kabilesinde süt anadaydı. O'nu Hüzeyl kabilesi öldürdü.
"Câhiliyyet döneminin ribâsi da yürürlükten kaldırılmıştır. İlk yürürlükten
kaldırdığım riba bizim -(yani) Abbas b. Abdullmuttalib'in- ribâsıdir. Bu ribâmn
hepsi kesinlikle yürürlükten kaldırılmıştır. Kadınlar hakkında Allah'dan korkun.



Çünkü siz onları Allah'ın emânetiyle (Allah'a verdiğiniz söz karşılığında) aldınız ve
onları Allah'ın kelimesi ile kendinize helâl kıldınız. Evlerinize sevmediğiniz bir
kimseyi ayak bastırmamaları sizin onlar üzerindeki hakkınızdır. Bunu yaparlarsa
onları zarar vermemek şartıyla dövün. Onların sizin üzerinizdeki hakkı da
yiyeceklerim ve giyeceklerini uygun bir şekilde vermenizdir. Size öyle bir şey
bıraktım ki O'na sımsıkı sarılırsanız bir daha asla sapmazsınız: Allah'ın kitabı. Benim
hakkımda size sorulacak, acaba ne diyeceksiniz? (Ashab-ı kiram):
Risâletini tebliğ, vazifeni edâ ettiğine ve nasihatta bulunduğuna şahitlik ederiz,
dedikten sonra şehâdet parmağını semaya kaldırıp onunla insanlara işaret ederek üç
defa, "-Şahid ol ya Rabb! Şâhid ol ya Rab! Şahid ol ya Rab!" buyurdular. (Hutbe
bittikten) sonra Hz. Bilâl ezan okudu. Sonra kamet getirdi. Bunun üzerine (Hz.
Peygamber) öğleyi kıldırdı, sonra (Hz. Bilâl tekrar) kamet getirdi, (Hz. Peygamber de)
hemen arkasından ikindiyi kıldırdı. İkisi arasında başka bir namaz kılmadı. Sonra
Kasvâ'ya binip vakfe yerine geldi. Devesi Kasvâ'nm göğsünü kayalara çevirdi.
Yayaların toplandığı yeri önüne aldı ve kıbleye döndü. Artık güneş neredeyse batacak
hâle gelinceye kadar vakfe hâlinde kaldı. Güneşin sarılığı biraz gitmişti. Nihayet bütün
cirmi de kayboldu. (Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem) Üsâme'yi arkasına aldı ve
yola revân oldu. Kasvâ'mn yularını o kadar kısmıştı ki neredeyse başı semerinin
altındaki deriye çarpıyordu. Sağ eliyle de:

"Ey cemaat! Sükûneti muhafaza edin, sükûneti" diye işaret buyuruyordu. Kum
tepeciklerinden birine geldikçe hayvanının dizginini düze çıkıncaya kadar biraz
gevşetiyordu. Nihayet Müzdelife'ye vardı. Akşamla yatsıyı bir ezan ve iki kametle
birleştirip kıldı.

(Râvi) Osman dedi ki: Aralarında hiç bir sünnet kılmadı.

Sonra Resûlullah (s. a.) fecr doğuncaya kadar uzandı. Sabah aydınlanınca sabah
namazını kıldı.

(Râvi) Süleyman, "(sabah namazını) bir ezan ve bir ikâmetle kıldı" diye rivayet etti.
(Bundan sonraki cümleyi rivayet ederken bütün râviler) birleştiler: Sonra Kasvâ'ya
binerek Meş'ar-i Haram'a geldi sonra Meş'ar-i Haram'm üzerine çıktı.
(Burada) Osman'la Süleyman (şöyle) dedi(ler): Hemen kıbleye dönerek Allah'a hamd
etti. Tekbir getirdi ve tehlilde bulundu. (Bu cümleye) Osman; "ve tevhidde
bulundu" (cümlesini de) ilâve etti.

Ve ortalık iyice ağarmcaya kadar vakfeye devam etti. Sonra Resûlullah (s. a.) güneş
doğmadan yola koyuldu. Arkasına da Fadl b. Abbas'ı aldı. (Fadl) güzel saçlı, beyaz
tenli ve yakışıklı bir adamdı. Resûlullah (s. a.) yola çıkınca (yanından) koşarak bir
takım kadınlar geçtiler Fadl, onlara bakmaya başladı. Bunun üzerine Resûlullah elini
Fadl'm yüzüne koydu. Fadl da yüzünü öbür tarafa çevirip bakmağa başla)dı. Bu sefer
Resûlullah (s. a.) da elini öbür tarafa çevirdi. Nihayet Muhassir (denilen yer)e vardı ve
(hayvanı) biraz sürdü, sonra seni büyük cemreye çıkaracak olan yola düştü. Nihayet
ağacın yanındaki cemreye vardı. Oraya yedi ufak taşı attı. Her birini atarken tekbir
getiriyordu. Bunlar küçük çakıl taşları gibiydi ve onları vadinin içinden attı. Sonra
kesim yerine giderek kendi eliyle altmışüç deve boğazladı. Sonra Ali (r.a.)'ya emretti
kalanı da o kesti. (Râvi bu son cümlenin tefsirinde) diyor ki: (Yüz deveden) geriye
kalanı (Hz. Ali kesti,) (ve Resûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem O'nu) kurban(lar)
ma ortak etti. (Kesim bittikten) sonra her deveden bir parça (et getirilmesini) emr etti,
(bunlar) bir tencereye konarak pişirildi. İkisi de develerin etinden yiyip suyundan içti-
ler. (Râvi) Süleyman dedi ki. Sonra (Hz. Peygamber devesine) binip oradan hızla



Beyt-i Şerife doğru yola çıktı. (Tavaftan sonra) öğleyi Mekke'de kıldı. Arkasından
Zemzem sâkîliği yapan Beni Abdilmuttalib'e gitti ve onlara:

"Ey Abdulmuttalib oğulları! (Suyu) çıkarınız. Siıyu çıkarmanız hususunda
başkalarının size galebe çalacağından endişe etme-sem, ben de sizinle beraber
çıkarırdım" buyurdu. Onlar da kendilerine bir kova su takdim ettiler (sallallahü aleyhi

ve sellem de) bu sudan içti.^^
Açıklama

Hz. Câbir'in Muhammed b. Ali'ye hususî bir muamele yaparak onun düğmelerini
çözmesi ona iltifat içindir. Çünkü Muhammed b. Ali küçüktü, aynı muameleyi
büyüklere yaparak onların düğmeleriyle ilgilenmek doğru değildir.
Resûlullah (s.a.)'m Hz. Esmâ'ya "Kuşak kuşan" buyurmasından maksat, beline kuşak
gibi birşey dolayarak kan gelen yerin üzerine genişçe bir bez koyduktan sonra bezin
iki ucunu önce, arkadan o kuşağa bağlamaktır. Buna hususi tabiriyle "istisfâr" derler.
Kasvâ: Peygamber (s.a.)'indevesidir. Esas itibariyle bu kelime kulağı kesilmiş
mânâsına gelir. Hadisin diğer rivayetlerinde bunun yerine "Harmâ", bazı rivayetlerde
"Ced'â", bu rivayette de "Adbâ" denilmiştir. "Harmâ" kulağı yenilmiş, "adbâ" kulağın
dörtte birinden fazlası kesilmiş, Muhadrame: Kulakları kesilmiş mânâlarına gelir.
Tabiîn'den,, Muhammed b. İbrahim et-teymî ile diğer bazılarına göre Adbâ, Kasvâ ve
Cedâ Peygamber (s. a.) Efendimizin devesinin ismidir. Fakat bazı rivayetlerden
anlaşıldığına göre, Kasvâ ile Adbâ ayrı ayrı iki devenin ismidirler.
Rüknü istilâmdan maksat, Hacer-i Esved'i tekbîr ve tehlîl ile öpmek, yahut buna
imkân yoksa, eliyle veya sopa gibi bir şeyle dokunarak, dokunduğu şeyi Öpmektir.
İstilâm kelimesi selâmdan alınmadır.. Binaenaleyh lügat itibariyle istilâm, Hacer-i
Esved'i selamlamak mânâsına gelir.
Remel: Sık sık adım atmak suretiyle hızlı yürümektir.

Safa ile Merve; Kabe civarında buluiian iki küçük dağdır. "Sa'y" denilen hac ibâdeti
bunların arasında yapılır. Safâ'dan başlayarak Merve'-ye gitmek bir, gelmek de bir
sayılmak şartıyla bu iki dağın arasında yedi defa gidip gelmeye "sa'y"
derler.

Nemire: Arafat civarında bir yerdir. Arafat'tan sayılmaz.

Meş'ar-î Haram: Müzdeiife denilen yerde bulunan bir dağdır. Ulemâdan bazılarına

göre Müzdelife'nin her yeri Meş'ar-i Haram'dır. Câhiliyyet devrinde Araplar hac

esnasında Müzdelife'ye iner orada vakfe yaparlarmış.

Vakfe: İbâdet yapmak için belirli bir zaman Arafat'ta durmaktır.

Resûlullah (s.a.)'m yanında bulunan Kureyş kabilesi mensupları eski âdetleri

mucibince Meş'ar-i Haram'da mutlaka vakfe yapacağım zannet-mişlerse de,

Peygamber (s. a.) orada durmayarak doğruca Arafat'a gitmiştir. Çünkü Allah Teâlâ

hazretlerinden aldığı emir buydu. Câhiliyyet devrinde Kureyş'in Müzdelife'de vakfe

yapmaları, Müzdelife'yi Harem-i Şeriften saydıkları içindi. Kureyşliler: "Biz

Haremullah ahâlisiyiz, ondan dışarı çıkamayız" derlerdi.

Batn-ı Vadi: Urane vâdisidir. Bu yer Arafat'tan değildir. Ulemâ'dan onu yalnız İmam
Malik, Arafat'tan saymıştır.

Metinde geçen "Allah'ın kelimesi" sözünden muradın, ne olduğu ihtilaflıdır. Bazıları:
"bundan murad, Kelime-i tevhiddir." Bir takımlarına göre, bundan murat, "si/e helâl



olan kadınları nikâh edin"^^ âyet-i kerimesi ile, "içinizden bekârları kölelerinizden

ve cariyelerinizden iyi olanları evlendirin" ^y e t_j kerimesidir. Sahih olan da
budur.

"Kayalar"dan murat: Cebelü'r-Rahme denilen bir dağdır. Vakfeyi burada yapmak
müstehabtır.

Müzdelife: Arafat'dan dönen hacıların geceleyip vakfe yaptıkları yerdir.
Muhassir: Vaktiyle Fil Ordusunun darmadağın edildiği vadidir.

Büyük Cemre: Taş atılan üç yerden birinin ismidir. Vaktiyle burada bir ağaç
varmış. ,

Kadı Iyaz diyor ki: "Müslim'ini bazı râvileri "İbn Râbia'mn kan davası" yerine
"Rabi'a'mn kan davası" demişlerdir. Her ne kadar Ebû Davud'un bir rivayeti de bu
şekildeyse de bunun vehim olduğu söylenir. Doğrusu "İbn Rabi" adır. Çünkü Rabîa
Peygamber (s.a.)'den sonra Hz. Ömer' devrine kadar yaşamıştır."
İbn Rabîa çocukken evlerin arasında emekleyip gezdiği bir sırada başına bir taş isabet
ederek ölmüştür. Bu taş Benî Sa'd ile Benî Leys kabileleri birbirleriyle harb ederken
çocuğa isabet etmiştir.

Ribâ: Alış-verişteki karşılıksız ziyâdedir. Bugün faiz dediğimiz şeydir. Resûlullah
(s.a.)'in "hoşlanmadığınız bir kimseyi evlerinize ayak bastırmamaları kadınlar
üzerinde sizin hakkınızdır" ifâdesi hakkında Mâzirî şunları söylemiştir: "Bazılarına
göre bundan murad, kadınların erkeklerle baş-başa kalmamalarıdır. Zinâlarrmaksûd
değildir. Çünkü zina için hadd-i şer'î icab eder ve erkek hoşlansın hoşlanmasın,
karısının bir adamla zina etmesi zaten haramdır."

Kadı İyaz'm beyânına göre, İslâmiyetten önce araplarm âdeti erkeklerle kadınların
beraberce oturup sohbette bulunmalanymiş. Bu onlarca ayıp sayılmadığı gibi hiçbir
şüpheye de sebeb olmazmış. Tesettür âyeti nazil olunca kendilerine bu tür sohbetler
yasaklanmış. Hâsılı bu cümlenin şâyân-ı tercih lolanl mânâsı: Kadınların evlerine
kocaları yokken erkek-kabul etmemeleridir. Bu hususta eve giren kimsenin yabancı
bir erkek olmasıyla kadının veya kocasının yakın akrabasından olması arasında hiçbir
fark yoktur. Biz de bu hususu göz önünde bulundurarak "döşek" anlamına gelen
"fıraş" kelimesini "ev" diye tercüme ettik. Kadı Iyaz diyor ki, "Ulemâ bu husustaki
fıkıh meseleleri hakkında pek çok sözler söylemiştir.

Ebû Bekr İbnu'l-Münzir, bu hususta büyük bir kitap te'lif etmiş ve 150 küsur, mesele
tehrîc etmiştir. ^— ^



Bazı Hükümler



1. Gelen misafir veya ziyaretçiye kim olduğunu sorarak ikramda bulunmak ve layık
olduğu yere oturtmak müstehabdır. Bu hususta Hz. Aişe'den hadis rivayet edilmiştir.

2. Resûlullah (s.a.)'m Ehl-i Beyti'ne hürmet ve ikramda bulunmak gerekir.

3. Ama bir kimse gözü görenlere imam olabilir. Bu hususta bütün ulemâ müttefiktir.
Yalnız efdaliyyet hakkında ihtilâf edilmiştir.

4. Ev sahibi imam olm&ya daha lâyıktır.

5. Fazlasına imkân varken bir elbise içinde namaz kılmak caizdir.

6. Mühim işler karşısında hazırlıkta bulunmak için imamın ilânda bulunması
müstehabtır.



7. Kadı Iyaz'a göre bu hadis Peygamber (s. a.) ile birlikte yola çıkanların hacca niyet
ettiklerine delildir. Çünkü Resûlullah (s. a.) hacca niyet etmişti. Ashâb-ı kirâm'ı ona
muhalefette bulunmazlardı. Onun için Câbir (r.a.): "Resûlullah ne yaparsa, biz de onu
yapardık" demiştir. Yukarıdaki rivayetlerde görüldüğü gibi Resûlullah (s.a.)'in
ihramdan çıkmadığına bakarak umreden çıkmamaları da bunu gösterir.

8. Nifaslı kadınların ihrama girmek için yıkanmaları müstehabtır.

9. Nifaslı bir kadın ihrama girebilir. Bu meselede ulemâ ittifak etmişlerdir.

10. İhrama girmek için iki rekat namaz kılmak müstehabtır.

11. Hacca giderken yürümek ve hayvana binmek caizdir. Ulemâ bu meselede ittifak
etmişlerdir. Çünkü cevazına Kitab, Sünnet ve icma-i ümmet delâlet etmektedir. Yalnız
yürümek mi, yoksa binekle gitmek mi efdal olduğu ihtilaflıdır. Cumhûr-ı ulemâya
göre Peygamber (s.a.)'e uymuş olmak için vasıtaya binerek gitmek efdaldir. Bir de
vasıtayla gitmek vücûdu yıpratmayacağı için hacc vazifelerinin kolaylıkla ifâsına
yardım eder.

Dâvud-ı Zahiriye göre yürüyerek gitmek evlâdır.

12. Telbiyyeye Resûlullah (s.a.)'in sözlerinden fazla kelimeler katmak caizdir. Nitekim
Hz. Ömer, oğlu Abdullah ve Enes (r.a.) hazerâtmm fazla kelimelerle telbiye
yaptıklarım geçen rivayetlerde görmüştük. Bununla beraber ekser-i ulemâya göre,
Resûlullah (s.a.)'in telbiyesiyle iktifa etmek müstehabtır.

13. Hadis-i şerif Hacc-ı ifradı efdal görenlere delildir. Ulemânın bu bâbdaki kavillerini
yukarıdaki rivayetlerde görmüştük.

14. Mekke'ye Arafat'a gitmeden girerek tavaf-ı kudum'u yapmak sün-
nettir.

Bunda da ittifak vardır.

15. Tavaf, yedi turdan ibarettir.

16. Tavafın ilk üç turunda remel yapmak yani sık adımlarla sür'atlice yürüyerek
omuzlarını sallamak kalan dört turunda âdi yürüyüşle yürümek sünnettir.

Ulemâ remelin yalnız hac veya umrede bir defa müstehab olduğunu söylemişlerdir.
Hac veya umreden gayrı zamanlarda yapılan tavaflarda bilittifak remel
yoktur.

17. Tavafda ıztıbâ sünnettir.

Iztıbâ: Üzerindeki örtüyü sağ omuzunun altından geçirerek sol omuzunun üzerine
atmak bu suretle sağ omuzunu çıplak bırakmaktır.

18. Kabe'yi tavaftan sonra Makâm-ı ibrahim'e giderek iki rekat namaz kılmalıdır.
Ulemâ, bu namazın hükmü hususunda ihtilâf etmişlerdir. Hanelilere göre vâcibtir.
Şâfıîlerden bu hususta üç kavi rivayet olunmuştur: Bunların esah olanına göre tavaf
namazı sünnettir. İkinci kavle göre vâcib, üçüncü kavle göre yapılan tavaf vacibse
namaz da vacib, sünnet ise namaz da sünnettir. Bu namazı Makam-ı İbrahim'de
kılmak sünnettir.

İmkân bulamayanlar Hıcr-ı İsmail'de, ona da imkân bulamayanlar mescidin neresinde
olursa olsun kılarlar.

Bir kimse birkaç defa tavaf ederse her tavafın arkasından iki rekat namaz kılması
müstehabtır. Evvelâ tavafları yapıp sonra her tavaf için iki rekat namaz kılmak caiz ise
de evlânın hilâfmadır. Fakat mekruh değildir. Ashâb-ı kiramdan Misver b. Mahreme
ve Âişe (r.anhâ) ile Tâvûs, Atâ, Saîd b. Cübeyr, İmam AHmed, İshak ve Hanelilerden
İmam Ebü Yûsuf un kavli budur.

İbn Ömer (r.a.) Hasan el-Basrî, Zührî, İmam-ı A'zam, İmamı Muhammed, İmam



Mâlik, Münzir ve Sevrî, bunun mekruh olduğunu söylemişlerdir. Kadı İyaz bu kavli
Cumhur-ı fukahadan nakletmiştir.

19. Tavaf namazının iki rekatında Fatihadan sonra Kâfirim ve İhlâs surelerini okumak
sünettir.

20. Ulemâdan bazıları bu hadisle istidlal ederek: "Tavaf-ı kudûmu müteakiben iki
rekat namaz kıldıktan sonra Hacer-i Esved'e dönerek onu istilâmda bulunmak, daha
sonra Safa kapısından çıkarak sa'y yapmak sünnettir" demiştir.

21. Sa'ye Safâ'dan başlamak icab eder. Cumhur-ı ulemânın kavli de budur. Çünkü
Resûlullah (s. a.) "Allah'ın başladığından başlıyorum." bu-yururarak sa'ye Safâ'dan
başlamıştır.

Nesâî'nin sahih bir isnadla rivayet ettiği bir hadiste: "Allah'ın başladığından başlayın!"
buyurulmuş ve bu konudaki ayete işaret edilmiştir.

22. Safa ile Merve'nin üzerine çıkmak gerekir. Bu çıkışın hükmü ihtilaflıdır.
Bazıları şart olduğunu söylemişse de ekser-i ulemâya göre, şart değil, sünnettir.

23. Safa ile Merve'nin üzerine çıkıpta Kabe'ye karşı dönerek Resûlullah (s.a.)'m
yaptığı gibi zikirde bulunmak sünnettir.

Meşhur olan kavle göre üç defa zikir ve duâ etmelidir.

24. Safa ile Merve arasındaki vadiden hızlıca geçmek geri kalan yerlerde âdı
yürüyüşle gitmek müstehabtir. îmam Mâlik'den bir rivayete göre Safa ile Merve
arasındaki vâdîden sür'atle yürümeden geçenlerin o sa'yi iade etmeleri vâcibtir.

25. Cumhur-ı ulemâya göre Safa ile Merve arasında yapılacak yedi turdan her biri,
birinden diğerine varmakla olur. Dönüş ayrı turdur. Bu suretle sa'y Safâ'dan başlar
Merve'de biter. Şâfıîlerden İbn Bint eş-Şâfiî ve Ebû Bekr-i Sayrâfî'ye göre Safâ'dan
Merve'ye gidiş ve dönüş bir tur sayılır ve sa'y Safâ'dan başladığı gibi yine Safâ'da
biter.

Bu hadis onların aleyhine delil olduğu gibi yüzyıllarca müslümanlann ameli dahi
onların aleyhine delildir.

26. Terviye gününden önce Minâ'ya gitmemek sünnettir. Hatta İmam Mâlik'e göre
gidilirse, kerahet işlenilmiş olur. Maamafıh Selef-i Sâlihin-den bazıları bunda beis
görmemişlerdir.

27. Minâ'ya ve sair yerlere giderken vasıtaya binmek efdaldir.

28. Minâ'da beş vakit namaz kılmak sünnettir.

29. Zilhicce'nin 9. gecesini Minâ'da geçirmek sünettir.

30. Güneş doğmadan Minâ'dan hareket etmemek, bütün ulemâya göre sünnettir.

31. Minâ'dan hareket ettikten sonra Nemira denilen yere inmek sünnettir. Arafat'a
zevalden sonra varmalıdır.

32. İhramda bulunan bir kimsenin çadır ve ağaç gibi şeylerin gölgesinde oturması
caizdir. Yalnız yolda giderken şemsiye gibi bir şey kullanarak gölgelenmenin câzi
olup olmadığında ihtilâf edilmiştir. Ekser-i ulemâya göre bu caizdir. İmam Malik ile
İmam Ahmed'e göre ise, mekruhtur.

33. Hac esnasında çadır kurmak caizdir.

34. Arafe günü imamın hacılara hutbe okuması cumhur-ı ulemanın ittifakı ile
sünnettir.

Bu hususta muhalefet edenler yalnız Mâlikîlerdir.

İmam Şafiî'ye göre hac esnasında dört yerde hutbe okumak mesnûn olmuştur.
Bunlardan birincisi Zilhicce'nin yedinci günü Beyt-i Şerif de öğle namazını kıldıktan
sonra okunur.



İkincisi: Arafat' da Batn-i Urane denilen yerde,

Üçüncüsü: Bayram gününde,

Dördüncüsü: Teşrik günlerinin ikincisindedir.

Hanelilere göre hacda üç yerde hutbe meşru olmuştur: Bunlardan birincisi Zilhicce'nin
yedisinde, ikincisi Arafe günü Arafat'da, üçüncüsü de Zilhicce'nin onbirinci günü
Minâ'da okunur.

35. Resûlullah (s.a.)'in, "Şüphesiz ki sizin kanlarınız ve mallarınız birbirinize şu
gününüzün hürmeti ibi haramdır..." buyurması, bîr şeyi misalle anlatmanın ve kıyâsın
caiz olduğuna delildir.

36. Câhiliyye zamanından kalma fiil ve âdetler bâtıldır.

37. Kadınların hakkına riâyet ve onlara iyi muamelede bulunmak lâzımdır. Onların
hukukuna riâyet hususunda birçok hadisler vârid olmuştur.

38. Te'dib ve terbiye için bir kimse karısını dövebilir. Ancak bu hususta şeriatin
verdiği izin sınırını aşmamak şarttır. Nevevî "döverken kadın ölürse, diyet ve kefaret,
lâzımdır," diyor.

39. Vakfe günü ArafaPtfer öğle ile ikindiyi beraberce kılmak meşru A dur. Bu hususta
icma-i ümmet vardır. Yalnız sebebinde ihtilâf edilmiştir.

îmam-ı A'zam'ia bazı Şâfiîlerîn görüşü de budur.

Ekser-i Şâfiîlere göre sebeb, seferdir. Onlara göre Arafat'da mukim olanlarla iki
konaktan az mesafeden gelenler, iki namazı bir vakitte kılamazlar.

40. Birleştirme, evvelâ öğleyi, sonra ikindiyi kılmak suretiyle yapılır.

41. Öğle ile ikindiyi öğle zamanında beraberce Ihıldıktan sonra hemen vakfe yerine
gitmek âdabtandır.

42. Vakfeyi hayvan üzerinde mi yoksa yerde mi yapmanın efdâl olacağı ulemâ
arasında ihtilaflıdır.

43. Vakfeyi Cebelürrahme. nâmı verilen-dağm eteklerindeki kayalar üzerinde yapmak
müstehabtır.

44. Vakfe hâlinde Kabe'ye karşı dönmek müstehabtir.

45. Vakfeyi güneş kavuşuncaya kadar uzatmalıdır. Maamafıh güneş kavuşmadan yola
çıkmak da caizdir. Şâfiîlerden bu hususta iki kavil rivayet olunur:

Birincisi: Güneş kavuşmadan yola çıkan kimsenin bu kusurunu bir hayvan kesmek
suretiyle tamamlaması müstehabtır. İkincisine göre, vâcibtir.

Cumhur-ı ulemâya göre vakfenin zamanı, Arafe günü güneşin zevalinden başlayarak
bayram gününün fecrine kadar devam eder. Bu müddet zarfında az da olsa, bir müddet
Arafat'da dalmakla vakfe edâ edilmiş olur. Vakfeyi yapmayanın haccı sahih değildir.
İmam Mâlik'e göre yalnız gündüzün yapılan vakfe sahih değil, gecenin bir cüz'ünü de
vakfeyle geçirmek icab eder. Fakat yalnız gece yapılan vakfe kâfidir.

46. Hayvan güçlü kuvvetli olmak şartıyla terkisine bir kimseyi almak "ti- " caizdir. Bu
hususta bir çok hadisler vardır.

47. Arafat'tan çekilirken sükûnetle hareket etmek sünnettir.

48. Arafât'dan Müzdelife'ye gelenlerin akş'amla yatsı namazlarını yatsı zamanında
birleştirerek kılmaları meşrudur. Hanelilere göre iki namazı bir vakitte kılmak yalnız
hac esnasında caizdir. Bunların birincisi Arafat' ta, ikincisi Müzdelife'dedir.
Arafat'takine cem-i takdim, Müzdelife'dekine cem-i te'hir, denilir. Şâfiîlerle Evzâî,
Eşheb, hadis ulemâsı ve Hanefîler-den Ebû Yûsuf a göre akşamla yatsı namazını
Arafat'ta yahut yolda akşam namazının vaktinde kılmak caiz olduğu gibi her iki



namazı vakitlerinde kılmak dahi câzidir. Yalnız efdalin hilafına hareket edilmiş olur.
Bu kavil'sahabe ve tabiînin bazılarından da rivayet olunmuştur. İmam Azam ile diğer
Küfe ulemâsına göre bu namazları yatsıdan önce kılmak caiz olmadığı gibi
Müzdelife'den başka bir yerde kılmak da sahih olmaz. İmam Mâlik'in kavli de budur.
Ancak ona göre kendisi yahut hayvanı özürlü olanlar güneş kavuşmuş olmak şartıyla
bu namazları Müzdelife'ye varmadan kılabilirler.

49. Cemi' suretiyle kılman namazların peşipeşine edâ edilmesi meşru olmuştur. Bu
hususta ulemâ ittifak etmişlerdir.

Yalnız namazların bu şekilde kılınması şart mıdır, değil midir meselesi ihtilaflıdır.
Bazıları şart olduğunu iddia etmiş bazıları da müstehab olduğuna kail olmuştur.

50. Arafât'dan dönüşte bayram gecesini Müzdelife'de geçirmek bilit-tifâk hac
ibâdetlerinden mâduttur. Yalnız bunun farz veya vâcib yahut sünnet olduğunda ihtilâf
vardır.

51. Müzdelife'de sabah namazını erken kılmak sünnettir.

52. Müzdelife'de Kuzah denilen yerde vakfe yapmak, hac ibâdetlerin-dendir. Bu husus
ittifakı ise de, oradan ne zaman yola çıkmak icâb ettiği meselesi ihtilaflıdır. İbn
Mesûd, İbn Ömer (r.anhumâ), Ebû Hanife, Şafiî ve cumhur-ı ulemâya göre ortalık
iyice aydmlanmcaya kadar vakfe hâlinde kalınır.

İmam Malike göre iyice aydınlamadan yola çıkmak caizdir.

53. Hadis-i şerîf ecnebi erkek ve kadınların biribirlerine bakmamasını teşvik
etmektedir.

54. Münkerâttan birşey işlendiğini gören kimse, imkan nisbetinde onu izâleye
çalışmalıdır.

55. Arafat'tan dönerken orta yolu tutmak sünnettir. Bu yol Arafat'a gidilen yoldan
başkadır.

56. Müzdelife'den Minâ'ya gelince taşatmaya Cemre-i Akabe'den başlamak sünnettir.

57. Taş atmaya fasulye büyüklüğünde yedi taş atmak suretiyle yapılır.

58. Her taşı atarken tekbir getirmek ve taşlan birer birer atmak sünnettir.

59. Taşları atarken Minâ, Arafat ve Müzdelife'yi sağma, Mekke'yi soluna almak
sünnettir. Bazıları taş atarken Kabe'ye karşı durulacağını söylemişler. Bayram günü
yalnız Cemre-i Akabe'de taş atılır. Bu hususta bütün ulemâ müttefiktir.

60. Kadı İyaz, "Bu hadiste kurban kesilecek yerin Minâ' da muayyen bir yer olduğuna
delil vardır. O yerin yahut Harem-î Şerifin neresinde kesilirse kesilsin caizdir" diyor.

61. Çok kurban kesmek müstehabtır. Resûlullah (s.a.)'in o sene hedy kurbanı olarak
götürdüğü develerin sayısı yüzdü.

62. Hedy kurbanını bizzat kesmek müstehabtır. Maamâfıh başkasına kestirmek de
bilittifak caizdir. Yalnız kesenin müslüman olması şarttır.

Nevevî "Bize göre Kitabî olan bir kâfir de kesebilir. Yalnız sahibinin kurbanı teslim
ederken yahut keserken niyet etmesi şarttır." diyor.

63. Kurbanı keserken acele davranmak müstehabtır. Kesilecek kurbanı çok bile olsa,
onları teşrik günlerinden sonraya bırakmamalıdır. Resûlullah (s. a.) Efendimiz
beraberinde Medine'den getirdiği altmışüç deveyi bizzat kendisi boğazlamıştır. Geri
kalan develeri Tirmizî'nin rivayetine göre Hz. Ali, Yemen'den getirmiş, Yüz adedi
bunlarla tamam olmuştu.

64. Gerek hedy gerekse nafile kurbanından sahibinin yemesi müstehabtır. Ulemânın
beyânına göre Resûlullah (s.a.)'in kendi namına kesilen her kurbandan yemesi sünnet,
yüz deveden ayrı ayrı yemesi ise, külfetli bir iş olduğu için develerin etlerini bir



çömlekte pişirterek çorbasından yemiş, bu suretle her kurbandan yemiş sayılmıştır.

65. Resûlulah (s.a.)'in kurban etini yedikten sonra Mekke4ye giderek yaptığı tavaf
"tavaf-ı ifaza"dir. Buna"'tavaf-i ziyaret" ve "tavaf-ı yevm-i nahr"da derler.

Tavaf-i İfaza bi'l -İttifak haccm rükünler indendir.

Bayram günlerinden sonraya bırakılması, mekruhtur. Bundan maada iki nevi tavaf
daha vardır. Bunlardan birine, "tavaf-ı kudüm" yahut "tavaf-ı tahiyye", diğerine de
"tavaf-ı sader" yahut "tavaf-ı veda" denilir. Tavaf-ı kudüm: Uzaktan gelenler için
sünnettir. Mekkelilere sünnet değildir.

Tavaf-ı veda: Hanelilere göre vâcibdir. Bu uzaktan gelenler için meşru olmuştur.

66. Minâ'dan Mekke'ye ve Mekke'den Minâ'ya gidip gelirken vasıtaya binmek
müstehabtır.

67. Zemzem şakiliğinde bulunmak ve Zemzem suyu içmek müstehabdır.

Zemzem: Kabe'ye otuz sekiz arşın kadar mesafede bulunan meşhur su kuyusudur.
Bazıları suyunun çokluğundan dolayı bir takımları da hacıların kalabalığı sebebiyle

ona bu ismin verildiğini söylemişlerdir. Başka sebepler gösterenler de vardır/^

1906. ...Muhamrned (b. Ali b. Huseyn el-Bâkır)dan rivayet olunduğuna göre
Peygamber (s. a.) Arafat'ta öğle ile ikindiyi aralarında sünnet kılmaksızm, bir ezan ve
iki kametle, kılmıştır. Akşam ile yatsıyı da (Müzdelife'de) aralarında sünnet
kılmaksızm, birleştirerek bir ezan ve iki kametle kılmıştır.

Ebû Dâvûd dedi ki: Bu hadisi Hatim b. îsmaü de (muttasıl bir senetle) uzunca bir
hadiste (Resûlullah'a) ulaştırdı. Bu hadisi Cafer, babası (Muhamrned) ve Câbir
senediyle (muttasıl olarak Resûl-i Ekrem'e) isnâd etmekte, Muhamrned b. Ali el-Cu'fî
de Hatim b. İsmail'e uymuştur. Ancak Muhamrned b. AH el-Cu'fî (ondan farklı olarak)

[414*1

"Akşam namazıyla yatsıyı bir ezan ve bir kametle kıldırdı" demiştir.



Açıklama



Bilindiği gibi hacı adayları Araf e gününde öğle ve ikindi namazlarını öğle vaktinde
namazdan önce okunacak bir ezan ve bir kametle ikişer rekât olarak Nemire
mescidinde kılarlar. Bir önceki hadis-i şerifin şerhinde de açıklandığı gibi Nemire
Arafat civarında bir yerdir. Fakat Arafat'tan sayılmaz. Her ne kadar metinde "Arafat'ta
kıldı" denmişse de aslında Nemire Arafat sınırları içinde değildir, fakat Arafat sınırına
yakın olduğu için mecazen "Arafat'ta kıldı" tabiri, kullanılmıştır.
Aslında konumuzu teşkil eden bu hadis mürsel bir hadistir. Musannif Ebû Dâvûd
hadisin sonuna ilâve ettiği talik ile bu hadisin Hatim b. İsmail tarafından muttasıl bir
senedle Resûl-i Ekrem'e ulaştırılan bir önceki uzunca hadis içerisinde bulunduğunu ve
dolayısıyla bu hadisin kesiksiz bir senetle resûl-i Ekreme ulaştığını ayrıca bu hadisin
Muhamrned b. Ali el-Cu'fî tarafından da yine kesiksiz bir senetle Resul-i Ekrem'e
ulaştırıldığını, binaenaleyh bu hadisin aslında, merfu ve muttasıl bir hadis olduğunu
ifâde etmek istemiştir. Yine Musannif bu talikte Muhamrned b. Ali el-Cu'fî'nin rivayet
ettiği bu hadisin metninde Hatim b. İsmail'in rivayet ettiği metinden farklı olarak,
"ResûluUah (s.a.)'in Müzdelife'de birleştirilerek kıldığı akşam ve yatsı namazlarını bir
ezan ve bir kametle kıldığı" ifâdesi vardır ki, bu ifâde, "Müzdelife'de akşam namazı ile
yatsı namazı birleştirilerek bir ezan ve bir kametle kılınır" diyen İmam Ebû Hanife,
Ebû Yûsuf ve Muhamrned (r.a.)'in meşhur olan görüşünü te'yid etmektedir. Ayrıca ile-



ride gelecek olan, "Ben İbn Ömer ile birlikte Arafât'dan Müzdelife'ye hareket ettim de
Müzdelife'ye varıncaya kadar tekbir ve tehlîle aralıksız devam etti. (Orada) ezan
okuyup kamet etti veya birisine emretti de o kimse ezan okuyup kamet getirdi. Hemen
arkasından bize akşam namazını üç rekât olarak kıldırdı. Sonra bize dönüp "Namaz"
dedi ve iki rekat olarak yatsıyı kıldırdı. Sonra da akşam yemeğini istedi. Kendisine bu
konuda bazı sorular soruldu o da, "ben ResûluUah (s.a.)'le böyle kıldım, cevabını
verdi" anlamındaki 1933 numaralı hadis-i şerifte bu görüşü te'yid etmektedir.
Muhammed b. Ali'nin rivayetinde geçen "bir ezan ve iki kametle kılmıştır" ifâdesi ise,
"Müzdelife'de birleştirilerek kılman akşam ve yatsı namazları için bir ezanla iki kamet
gerektiğine" delâlet etmektedir. Hanefî imamlarından Züfer ile Mâliki ulemâsından
Abdulmelik b. el-Mâcişûn, Ebû Sevr eş-Şâfiî ve İmam Ahmed (r.a.) bu görüşte olduğu
gibi yine Hanefî ulemâsından Tahâvî de bu görüşü tercih etmiştir.
İmam Mâlik ile İshak b. Rahûye, Ömer b. el-Hattab, Abdullah b. Mesûd'a göre ise,
Müzdelife'de birleştirilerek kılman akşam ve yatsı namazları için iki ezanla iki kamet
gerekir. Bu görüş aynı zamanda İmam Şafiî ile İmam Ahmed'den de rivayet
olunmuştur. Delilleri ise, Abdurrah-man b. Yezid'den rivayet olunan şu hadistir:
"Abdullah b. Mesud hacca niyyet etmişti. Müzdelife'ye geldiğimiz zaman yatsı namazı
için ezan vakti gelince yahut da .yaklaşınca birisine emretti de o adam ezan okuyup
kamet etti. (Ezan ve kamet bittikten) sonra İbn Mesûd akşam namazını kıldı. Ondan
sonra iki rekat daha kıldı. Sonra akşam yemeğini istedi. Yemeğini yedikten sonra bir
adama ezan okumasını emretti. O adam ezanı okuyup kameti getirince İbn Mesûd iki

rekat olarak yatsı namazını kıldı. Ancak bu görüş, Peygamber (s.a.)'in
uygulamasına aykırı bir sahâbî sözü olduğundan iki cihetten reddedilmiştir:

1. Birleştirilerek kılınması gereken akşam namazıyla yatsı namazlarının arasında
yemek yemek ve nafile namaz kılmak Resul-i Ekrem'in bu mevzudaki tatbikatına
aykırıdır.

2. "Her iki namaz için de ayrı'ayrı ezan okundu" sözü delil olma niteliğinden uzaktır.
İmam Şafiî'nin yeni mezhebine ve İmam Ahmed'den gelen bir rivayete göre her iki
namaz için sadece bir kamet getirilir. Ezan okunmaz İmam Ahmed'in iki görüşünden

sonuncusu budur. ^— ^ Ancak bu görüş delilini teşkil eden hadisin kısaltılarak rivayet
edildiği iddiasıyla reddedilmiştir.

İmam Sevrî'ye ve Ahmed b. Hanbel'den gelen diğer bir rivayete göre de Müzdelife'de
akşam namazı ile yatsı namazı sadece akşam namazı için getirilen bir kametle
birleştirilerek kılimr. Delilleri ise, "ResûluUah (s. a.) Müzdelife'de akşamla yatsıyı

[417]

toptan kıldı. Akşam üç yatsıyı da iki rekat olarak bir kaametle edâ etti" J 1

anlamındaki hadis-i şeriftir. Sünen-i Ebû Davud'un bazı nüshalarında musannif Ebû
Davud'un, "Ahmed bana Hâ-tim'in bu uzun hadiste -yani bir önceki hadiste-
yanıldığmı söyledi." dediği kaydediliyorsa da, İmam Ahmed'in böyle bir sözü
söylemesi, Ebû Dâ-vûd'un da onu nakletmesi son derece uzak bir ihtimaldir. Çünkü
Hâtım'-in rivayet ettiği bu hadisi mütekadimînden ve müteahhirînden pek çok ilim
adamı rivayet etmiş ve hiçbirisi de Hatim b. İsmail'i yanılmakla itham etmemiştir.
Şayet Hâtim'in bu rivayetinde yanıldığı kabul edilse bile, bu hatâ hadisin tümüyle ilgili
değil, sadece, "Hz. Ali Kûfe'de iken şöyle derdi: ve ResûluUah (s. a.) namına
söylediklerini sormak için ResûluUah (s.a.)'a gittim. Fatıma'nm yaptıklarını
beğenmediğimi haber verdim de "doğru söylemiş , doğru söylemiş/' buyurdu."



cümleleriyle ilgilidir. Çünkü bu sözün hadisin aslında bulunmadığı 1909 numaralı
hadis-i şerifte açıkça ifâde edilmektedir. Yahut da Hatim b. İsmail'in söz konusu
hadisteki (yani bir önceki hadiste) yanılması, "Nihayet Müzdelife'ye vardı ve orada
akşamla yatsıyı bir ezan iki kametle kıldı" anlamındaki cümlelerle ilgili olabilir.
Çünkü bu cümle sözü geçen, 1909 numaralı Yahya b. Said eî-Kattân hadisinde yoktur.
[418]

Bazı Hükümler

1. Arafat'ta öğle ile ikindi, öğle vaktinde birlikte kılmabilir. Aralarında sünnet
kılınmaz. Sözü geçen namazların bu şekilde kılınmasıyla ilgili icmâ vardır.

2. Bu iki namazdan birincisi için ezan okunur ve her ikisi için de ayrı ayrı kamet edilir.

3. Akşam ile yatsı namazları Müzdelife'de yatsı namazı vaktinde birlikte ve aralarında
sünnet kıhnmaksızm edâ edilir. Bu namazları tarif edildiği şekilde kılmak Hanefî

[419]

ulemâsına göre vâcib, diğerlerine göre sünnettir. J 1

1907. ...Câbir (r.a.)'den; demiştir ki: Peygamber (s. a.) sonra (şöyle) buyurdu:

"Ben (kurbanlarımı) burada kestim. Minâ'nm her tarafı kesim yeridir." ve Arafat' da

durdu da (şöyle) buyurdu:

"Gerçekten ben şurada vakfe yaptım. Arafat'ın her tarafı vakfe yeridir." Müzdelife'de
de durdu ve (şöyle) buyurdu:

[4201

"Gerçekten ben şurada durdum, Müzdelife'nin her taraf (mda) durulabilir. " J

Açıklama

Fahr-i Kâinat Efendimizin Veda Haccıridan kurbanını Akabe Cemresinin
yanında kesmiş ve halkın, buranın dışında kurban kesilemeyeceği kanaatine
varmasını önlemek için "Gerçi ben kurbanlarımı burada kestim ama Minâ'nm her
tarafında kurban kesilebilir" buyurmuştur. Bu bakımdan Mihâ vadisinin her tarafında
kurban kesmek caiz olmakla beraber kurbanı Hz. Peygamber'in kurbanlarını kestiği
yer olan Akabe Cemresi yakınında kesmek daha faziletlidir. Hz. Peygamber Arafat'ta
Cebel-i Rahme denilen dağda bulunan kayaların arasında vakfe yapmıştır ve;
"Gerçekten ben şurada vakfe yaptım (fakat) Arafat'ın her tarafı vakfe yeridir"
buyurarak, Arafat'ın her yerinde vakfe yapmanın caiz olduğunu beyân etmiştir.
Binaenaleyh Arafat'ın her tarafında vakfe yapmak caiz olmakla beraber Resûl-i
Ekrem'in vakfe yaptığı yer daha faziletlidir. Fakat fevkalâde kalabalık hallerde bile
sanki Arafat'ın diğer yerlerinde vakfe yapmak caiz değilmiş gibi ille de Cebel-i Rah-
me'de vakfe yapmakta ısrar etmek sünnete aykırıdır. Arafat'tan Müzdelife'ye inince
geceleyin yapılacak olan vakfe de Müzdelife'nin her tarafında yapılabilir ancak bu
vakfenin "Meş'ar-i Haram" denilen "Kuzen" tepesi yanında yapılması daha faziletlidir.
I421J



1908. ...(Bir önceki hadis oradaki) senediyle Cafer (b. Muhammed)'den de rivayet
olundu (ve Cafer'şu cümleyi de) ilâve etti: "-Siz konakladığınız yerde kurbanı



kesin!"^!



Açıklama



Resûl-i Ekrem Efendimiz kendisi kurbanlarını halk arasında "Büyük Şeytan" diye
bilinen Akabe Cemresi yanında kestiği halde ümmetin Minâ sınırları içerisinde
istedikleri yerde kesebileceklerini bildirmesi onları izdihamdan, dolayısıyla sıkıntı ve
meşak-ketten kurtarmak içindir. Çünkü herkes kurbanını Akabe Cemresi civarında
kesmeye kalkışacak, orada kurbanı kesebilmek içiri günlerce sıra beklemek
icabedecekti. Resûl-i Ekrem ümmetine olan merhamet ve şefkati icabı Minâ
bölgesinin her tarafında kurban kesmeyi meşru kılmıştır. Fakat bir önceki hadis-i
şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi kurbanı Akabe Cemresi yakınında kesmek daha

faziletlidir.



1909. ...Yahya b. Said el-Kattân şu (bir önceki) hadisi Cafer (b. Muhammed) ve
Muhammed b. Ali vasıtasıyla Câbir'den rivayet etmiş ve hadisteki "İbrahim'in

[4241

makamını namazgah edininiz!" 1 1 âyetinden sonra (şu cümleleri) ilâve etmiştir:

(Cafer b. Muhammed b. Ali) dedi ki:

O iki rekatde Tevhid (İhlâs).ve Kâfırûn (surelerini) okudu ve (her ne kadar bu hadiste
Hz. Ali Kûfe'de dedi ki... (ifadesi) varsa da babam (Muhammed Hz. Ali'ye nisbet
edilen) bu "-Ben Fâtıma'-yı azarlatmak için gittim" sözünü. Gâbir' in rivayet etmediğini

[4251

ve (Câbir'in sâdece) Fâtıma (r.anhâ) ile ilgili hâdiseyi anlattığını söyledi.



Açıklama



Bu hadisi Yahya b. Said, Cafer b. Muhammed b. Ali'den, O da babası Muhammed b.
Ali'den, O da Hz. Câbir'den rivayet etmiştir.

Bilindiği gibi Câbir hadisi 1905 numarada tercümesini sunduğumuz hadistir. Ancak
Yahya b. Sa'd'm bu rivayetinde 1905 numaralı hadise nisbetle bazı ayrıntılar vardır.
Bu ayrıntıları şöylece sıralamak mümkündür:

a. Bu hadisin metninde "İbrahim'in makamım namaz yeri edinin" âyetinden sonra, "Bu
iki (rekat) te Tevhid (İhlâs) süresiyle Kâfırûn suresini okudu" cümlesinin bulunduğu
ifade edildiği halde Câbir hadisinde sözü geçen âyet-i kerimeden sonra bu cümle
yoktur.

b. Bu hadisi rivayet eden Yahya b. Saîd'in rivayetine göre Cafer b. Muhammed
kendisine şöyle demiştir: "Her ne kadar Câbir hadisinde, Hz. Ali Küfe'de dedi ki:
"...diye başlayan bir söz varsa da, babam Muhammed'in bana bildirdiğine göre, aslında
Câbir hadisinde böyle bir söz yokmuş. Hz. Câbir o hadiste sâdece Hz. Fâtıma ile ilgili
hadiseyi anlatmış. Hz. Ali'nin Kûfe'de, "Bunun üzerine ben Fâtıma'yı bu yaptığından
dolayı azarlatmak ve Resûlullah (s. a.) adına söylediklerini sormak için Resullah
(s.a.)'e gittim. Fâtıma'nm yaptıklarını beğenmediğimi O'na haber verdim de, "doğru

söylemiş, doğru söylemiş" buyurdu" dediğinden bahsetmemiştir.



57. Arafat'ta Vakfe



1910. ...Aişe (r.anhâ)'dan; demiştir ki: Kureyş ile onların dinine tâbi olanlar
Müzdelife'de vakfe yaparlardı. Kendilerine "hums-kahraman" denirdi. Öbür.araplar da
Arafat'ta vakfe yaparlardı. İslâm gelince Allah, Peygamberine Arafat'a giderek orada
vakfe yapmasını, sonra oradan akın etmesini emretti. Bu Allah Teâlâ'nm; "sonra

insanların akın edip döndüğü yerden siz de akın edin"^^ âyetidir.
Açıklama
[4291

Arafat, J 1 Urane vadisinden başlayarak karşıki dağlara doğru uzanan sahadır.

Ezrakî'nin Hz. İbn Abbas'tan rivâyetine göre Arafat'ın sınırı Urane vadisine bakan
dağdan başlayarak Arafat dağlarına ve Vâsik denilen yere kadar uzanan sahadır. Urane
vadisi Arafât'dan sayılmaz. Bilindiğe gibi "vakfe yapmak" ibâdet için durmak
demektir. Arafat'ta vakfe yapmak, haccm en büyük rükünlerindendir.
Hak yapmak isteyenler için Arafat'ta durma zamanı Arafe günü zeval vaktinden
kurban bayramının birinci gününün fecrinin doğuşuna kadar olan herhangi bir
zamandır. Bu süre içinde bir an dahi durmakla vakfe yerine getirilmiş olur. Arafat ve
Arafe günü hakkında Hz. Peygamberin hadisleri vardır. Bunlardan birisi şöyledir:
"Arafe gününde olduğu kadar Allah'ın ateşten çok kul azad ettiği başka bir gün yoktur.
Şüphesiz ki o gün Allah Arafat'ta vakfe yapanlara yakınlaşır, sonra onlarla Meleklere
karşı iftihar ederek; "Bunlar ne istediler(ki bütün hac işlerini bırakıp burada

toplandılar)" buyurur. "^"^

Mü/delile, Minâ ile Arafat arasındadır. Aralarındaki mesafe iki saattir. Arafat yolu
üzerinde Mekke'den iki saat sonra Mina ve ondan iki saat sonra da Müzdelife ondan
iki saat sonra da Arafat bulunur. Bu yerde Minâ'ya yaklaşıldığı veya Allah'a yakınlık

elde edildiği için O'na Müzdelife denilmiştir. L-^U

Arab kabilelerinden olan Nadr kabilesi Harem dahilinde birbirleriyle karışıp
toplandıkları için kendilerine Kureyş denilmiştir. Çünkü "Kureyş" kelimesi
"toplamak" demektir.

Kureyş kabilesiyle onların dinine tabi olan Kinâne'den ve Kays Kabilesinden bazı
kimseler Müzdelife'de vakfe yaparlardı. Kuvvet, cesaret ve kahramanlıkları sebebiyle
de kendilerine "Hums" denirdi. Gerçekten bu kabile dinlerine çok bağlı idi. Bu hususta
her türlü fedâkârlık ve feragat kendilerinde mevcuttu.

Hacca veya umreye niyet ettikleri zaman et yemedikleri gibi kıldan yapılmış çadırlara
da girmezlerdi. Evlere de kapılarından girmezlerdi. Diğer Arab kabileleri de Arafat'ta
vakfe yaparlardı. Resul-i Ekrem (s. a.) ise, kendisine peygamberlik gelmeden önce
Arafe gününde Arafat'ta vakfe yapanlarla birlikte vakfe yaptığı gibi ertesi günü

[4321

sabahleyin de Kureyşli-lerle birlikte Müzdelife'de vakfe yapardı.

Muhamed b. Cübeyr b. Mut'im'in babasından rivayet ettiği bir hadis-i şerif şu

anlamdadır: "Bir arafe günü Arafat'ta devemi kaybetmiştim. Onun ararken orada vakfe

yapmakta olan Hz. Peygambere rastladım ve (kendi kendime) "Vallahi bu adam Hums

[433]

(denilen Kureyşliler) dendir. Burada işi ne?" dedim. Bu hadise Hicret'ten önce

vuku bulmuştur. Hz. Cübeyr henüz o günlerde İsiâmiyyete girmemişti. Mekke'nin
fethinden sonra müslüman oldu ve Hayber günü vefat etti.



İslâmiyet gelince, Allah teâlâ haccı farz kıldı haccm rüknü olarak Arafat'ta vakfe

T4341

yapılmasını emretti. Oradan da Müzdelife'ye akın edilmesini istedi.



Bazı Hükümler

1. Arafat'ta vakfe yapmak haccm rükünlerindendir. Çımku Abdurrahman b. Yamur'ım
rivâyet ettiği şu hadis-i şerif bunu açıkça ifade etmektedir: "Peygamber (s.a.)'i
Arafat'ta vakfe hâlinde iken kendisine gelip "Ya Resulallah! Hac nasıl yapılır" diye
soran bazı Necidlilere:

"Hac Arafat'tır. Müzdelife gecesinde, sabah namazmdan önce Mü-zedelife'ye gelmiş
olursa hacca yetişmiş olur" derken işittim. "^"^

Tirmizî bu hadisle ilgili olarak şunları söylüyor: "Peygamber (s.a.)'in ashabından ve
sonrakilerden ilim adamlarının ameli bu hadis üzeredir. Şöyle ki "Fecrin doğuşundan
önce Arafat'ta vakfeye durmayan kişi haccı kaçırmıştır. Fecrin doğuşundan sonra
gelmesi kâfi değildir. Onu umre olarak yapar ve seneye hacetmesi gerekir. Süfyân es-
Sevrî, Şafiî, Ahmed ve İshak'm görüşü budur. Diğer ulemâ da bu görüştedirler..."

2. Arafat'da durmanın vakti, Arefe günü güneşin (batıya) kaymasıyla başlar, ertesi gün
güneşin doğmasıyla sona erer. Hanefî ulemâsı ile imâm-Mâlik, Şafiî ve ulemânm
büyük çoğunluğu bu görüştedir. Çünkü Peygamber (s. a.) ve Hulefâ-i Râşidînin
Arafat'taki vakfelerinin başlangıç noktasını arefe günü güneşin batıya kayması ânı
teşkil eder.

Hanefî ulemasıyla İmam Şafiî'ye göre başlangıç ve sona eriş noktalarını verdiğimiz
zaman suresi içerisinde geceden veya gündüzden herhangi bir zamanda vakfe yapmak
yeterlidir. Maliki ulemâsından bir cemaat de bu görüştedirler. Ancak Hanefi
ulemasıyla bazı Malikilere göre vakfe gündüz yapılacak olursa, onu güneş batmcaya
kadar sürdürmek vâcib olur. İmam Şafiî'nin meşhur olan görüşüne göre, bu vakfeyi
geceye kadar sürdürmek sünnettir. İmam Mâlikin meşhur olan görüşüne göre ise, bu
vakfenin kısa da olsa, geceleyin de bir süre devam etmesi gerekir. Eğer gecenin bir
kısmında devam etmeyecek olursa, o zaman hac bâtıl olur. Vakfenin sadece
gündüzün"yapılması yeterli değildir. Çünkü İbn Ömer'den gelen bir hadis-i şerifte
şöyle Duyuruluyor: "Her kim Müzdejife gecesinde Arafat'ta fecr doğmadan önce bir
süre durmazsa haccı bâtıl olur., kim de Müzdelife gecesi Arafat'ta fecrden önce bir

süre durmaya yetişecek olursa, hacca yetişmiş olur."^^

Ulemânın büyük çoğunluğuna göre ise, Hz. İbn Ömer bu' sözlerle "Arafe günü
güneşin batıya kaymasıyla başlayarak ertesi gün güneşin doğuşuna kadar devam eden
herhangi bir süre içerisinde vakfe yapılmayan hac bâtıldır" demek istemiştir.
"Geceleyin vakfe yapılmayan hac bâtıl olur" demek istememiştir. Nitekim "Her kim
daha önce gece veya gündüz Arafat'tan akın edip de şu (sabah) namazı(nı)
da.Müzdelife'de bizimle kılmaya yetişecek olursa, haccmı tamamlamış ve vazifesini
yapmış olur" anlamındaki 1950 numaralı hadis-i şerif de bunu ifâde eden
İmamTirmizî bu hadis hakkında "Hasen-sahih" demiştir.

İmam Alımed'e göre ise, Arafat'ta vakfe yapmanın vakti Arafe günü fecrin doğmasıyla
ertesi gün fecrin doğması arasında geçen süredir. Bu süre içerisinde herhangi bir
zamanda yapılacak vakfe yeterlidir. Çünkü Peygamber (s. a.):



"Her kim daha önce gece veya gündüz Arafat'tan akın edip de şu (sabah) namazı(nı)
Müzdelife'de bizimle kılmaya yetişecek olursa haccmı tamamlamış, ve vazifesini
[437] "

yapmış olur.' tJ 1 buyurmuştur, imam Ahmed'in beyânına göre sözü geçen hadisteki

"gece veya gündüz" sözü Arafe günü ile Mü/delilc gecesinin tümüne şâmildir.
Ulemânın çoğunluğuna göre ise, buradaki yundu/den maksat, zev'alden güneşin
batmasın? kadar süren zamandır Omkıı Hz. Peygamber ve onun râşid halifeleri
güneşin batıya kaymasından önce vakfe yapmamışlar. Vakfeye ancak güneşin batıya
kaymasından sonra başlamışlardır.

Arafat'ta vakfe yapmak "o gün gelince Allah'ın izni olmaksızın hic kimse konuşamaz.

İçlerinde bedbaht olanlar da mesud olanlar da vardır. âyet-i kerimesinde tasvir

edilidği şekilde insanların ümit ve korku arasında Allah'ın huzurunda toplanacakları
günün bir simgesidir. Çünkü dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen çeşitli insan
toplulukları ümit ve korku ile buraya toplanıp dua ederler.

Ayrıca burada toplanma müslüman cemaatlerin bir araya gelip ietimâî bünyelerinde
meydana gelen çözülmelerin tamiri ve aralarında tesânü-dün te'mini için kararlar alma

imkânı bulurlar.

58. Minâ'ya Hareket

1911. ...İbn Abbâs'tan; demiştir ki: Resûlullah (s. a.) terviye günü öğle namazını (ve

[4401

ertesi gün) sabah namazını Minâ'da kıldı (sonra Arafat'a hareket etti). 1



Açıklama

Minâ: Harem dahilinde bulunan bir köydür. Mekke'nin kuzeyinde ve Babü's-
selâm'dan 1042 m. uzakta bulunan Me'lâ adındaki mezarlıkla Minâ arasındaki mesafe
5507 m.'dir. Mekke cihetinden buraya gelen bir kimse buraya girerken önce sol kolu
üzerine düşen Akabe,Cemresiyle karşılaşır. Burası Minâ sınırının başlangıç noktasını
teşkil eder. Daha sonra yine sol tarafına gelen Bey'at Mescidiyle karşılaşır. Burası
Resul-i Ekrem'in Ensardan bey'at aldığı yerdir. Buradan itibaren vadi genişlemeye
başlar .Akabe cemresinden başlayarak Muhas-sar vadisine kadar uzanan vadi 3528 m.
uzunluğundadır. Bu vadiyi batıdan doğuya doğru uzanan bir yol ikiye ayırır. Yolun
başlangıç noktasında Akabe cemresi vardır. Akabe cemresini Orta Cemre, onu da
küçük Cemre takibeder. Yolun güney tarafında Hayf Mescidi vardır.
Terviye günü: Hacıların Mekke'den Minâ'ya hareket ettikleri Zilhicce'nin 8. günüdür.
Minâ'da su bulunmadığı için de kendilerini ve hayvanlarını iyice suya kandırırlar. Bu

f44iı

mânâ ile ilgili olarak bu güne "Terviye Günü" denmiştir.



Bazı Hükümler



1. Zilmcce'nin 8. günü güneş doğduktan sonra vasıtaya binip telbıye getirerek ve dua
ederek Mekke'nin kuzeyine yönelerek yola çıkmak ve bu istikamette ilerlerken sol kol
üzerine düşen ve Mekke'nin nihâyetinde bulunan Muallâ mezarlığına daha sonra sağ
kol üzerinde bulunan Abdulmuttalib köşküne uğramak müstehabtır. Bu köşkün güney



doğusunda "Cebelü'l-Hacûn" denilen bir dağ vardır ki, "Muhassab" denilen düzlüğün
Mekke tarafındaki sınırı o dağdan başlar. Sonra doğuya doğru gidilip Nur dağına
varılır. Bu dağ Mekke'nin kuzey doğsuna düşer. Bu istikâmette bir süre daha gidilince
sol kol üzerine düşen sebili's-sitt'e varılır. Burası da Muhassab düzlüğünün Mina
tarafına düşen sınırını teşkil eder. Minâ'ya varınca şu dua okunur:
( ile- Allah'ım burası Minâ'dır ve bu (ibadet) Senin bize göstermiş olduğun hac
ibadetidir. Burada dostun Hz. İbrahim'e ve habibin Muhammed'e lütfettiğin nimetlerle
birlikte bütün hayırları bize de lütfet!"

Bu duâ sona erdikten sonra Hayf Mescidinde vakitleri gelince öğle, ikindi, akşam ve
yatsı namazını kılar ve geceyi orada geçirir. Ertesi günü sabah namazını da orada kılıp
Arafat'a hareket eder. Bu şekilde hareket etmek sünnettir. Ama bugün hacıların
ekserisi Minâ'ya uğramadan Arafe günü doğrudan doğruya Arafat'a gidip bu sünneti
terk ediyorlar.

2. Zilhicce'nin 8. gününü 9. gününe bağlayan geceyi Minâ'da geçirmenin sünnet
olduğunda icmâ' vardır. Ancak terkinden dolayı bir ceza lâzım gelmez. İbnu'l-
Münzir'in Hz. Aişe'den rivayet ettiğine göre, Hz. Aişe terviye günü akşam olup da
gecenin üçte biri geçinceye kadar Minâ'da kalmıştır. Bir hacı adayının Minâ'ya terviye
gününden bir kaç gün önce gelmesinde de herhangi bir sakınca yoktur. İmam Mâlik'e
göre ise, Minâ'ya terviye gününden Önce gelmek mekruh olduğu gibi Terviye gününü
akşama kadar Mekke'de geçirmek de mekruhtur. Ancak bundan cuma günü
müstesnadır. Eğer terviye günü cuma gününe tesadüf edecek olursa,, o zaman cuma

[4421

namazını kılmadan Minâ'ya hareket edilmez.- 1 1

1912. ...Abdulaziz b. Râfî'den; demiştir ki: Enes b. Mâlik'e; Resûlullah (s.a.)'den

anladığın bir şeyibana haber ver! dedim ve şunu sordum;

Allah Rasûlü Terviye günü öğle namazım nerde kıldı? Minâ'da; cevabını verdi.

Nefir (dağılma) günü ikindiyi nerede kıldı?" dedim. Ebtah'da, cevabım verdi sonra;

[4431

Amirlerin ne yapıyorsa sen de onu yap! buyurdu. J 1

Açıklama

"Nefr günü"nden maksat cemreleri attıktan sonra Minâ'dan Mekke'ye inmek
demektir. Burada Zilhicce'nin 13. günü kast ediliyor. Bu güne "İkinci Nefr günü"de
denir. Her ne kadar Zilhicce'nin 12. gününde de cemreleri taşladıktan'sonra Mekke'ye
inmek caizse de-Resül-i Ekrem Efendimiz efdal ile mal etmek için Zilhicce'nin 12.
günü de Minâ'da durup 13. günü taşlan attıktan sonra inmiştir.

Bu hadis-i şerif Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde; "Resûlullah (s. a.) terviye günü öğle
ve ikindi namazlarını nerede kıldı? diye sordum" şeklinde geçiyor.
Ebtah; "Bathâ" ve "Hayfu Beni Kinâne" adlarıyla da anılan bir yerdir. Burası aslında
Cebel-i Nur ile el-Hacûn arasında bulunan ve "el-İvluhassab" ismiyle tanınan vadidir.
Metinde geçen ve Enes b. Mâlik'e ait olan "âmirlerin ne yapıyorsa, sen de onu yap,"
sözü terviye günü öğle namazını Minâ'da, Nefr günü de ikindi namazını Ebtah'da
kılmanın vâcib olmayıp sünnet olduğunu ve o zamanlar ümerânın bu sünnetleri

[4441

işlemekte olduklarını ifâde etmektedir.



Bazı Hükümler



1. Hac adaylannm terviye günü denilen zilhiccenin 8. gününde öğle, ıkındı, akşam
ve yatsı namazını ve Arafe gününün sabah namazını Minâ'da kılmaları sünnettir.
İbnu'l-Münzir'in beyânına göre bu sünneti terk etmekten dolayı herhangi bir ceza
gerekmez.

2. Zilhicce'nin 12. günü taşlan attıktan sonra veda tavafı yapmak üzere Mekke'ye
inmek meşrudur. Esasen Nefr yani Mekke'ye inmek iki kısımdır:

a. Zilhiccenin 12. bayramın üçüncü günü taşları attıkta nsonra veda tavafını yapmak
üzere güneş batmadan önce Mekke'ye inmek. İmam Malikle Şafiî ve Ahmed'e göre bu
günde taşları attıktan sonra Mekke'ye inmek caizdir.

Hanefî ulemâsına göre ise, Zilhiccenin 13. gününün fecri doğmadan önce Mekke'ye
inmek caizdir. Ancak Zilhiccenin 12. günü güneş battıktan sonra inilmesi mekruhtur.
Güneş batmadan önce inilmesinde bir sakınca yoktur. Eğer 13. günü fecr doğduktan
sonra (o güne ait taşlan atmadan) Mekke'ye inilecek olursa sünnet terk edilmiş olur.
[445]

b. Zilhicce'nin 13. günü taşlan attıktan sonra Mekke'ye inmeye (her iki nefr gününe)
de şu âyeti kerimede işaret buyrulmuştur: "Sayılı günlerde Allah'ı anın (tekbir alın),
kim hemen iki gün içinde (Minâ'dan Mekke'ye) dönerse ona günah yoktur. Kim geri

[4461 *

kalırsa, korunduğu takdirde ona da günah yoktur..." 1 1 Ayet-i kerimede emredilen

zikr tekbirdir, O'mm büyüklüğünü yad etmektir. Hacılar bayram günlerinde Minâ'da
şeytanı taşlarlar ve geceleri de orada geçirirler. Bayram gecelerini Minâ'da geçirmek
sünnettir. Burada birinci günü Akabe Cemresi'ne taş, diğer günler üç cemreye
yedişerden "yirmibir", toplam 70 (yetmiş) taş atılır. Acelesi olan Zilhiccenin 12. günü

[4471

taşlan atınca döner. Acelesi olmayan 13. günü taşları atınca döner.

3. Hacı adaylarının Zilhiccenin 13. günü Minâ'dan Mekke'ye inerlerken Ebtah'a inerek
orada öğle ikindi, akşam ve yatsı namazlarını kılmaları ve geceleyin orada bir süre
uyuduktan sonra Mekke'ye girip Veda tavafını yapmaları sünnettir. Çünkü Hz.
Enes'ten rivayet olunan bir hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor: "Peygamber (s. a.) öğle,
ikindi ve yatsı namazlarını kıldı ve Muhassab denilen yerde bir süre uyudu sonra

[4481

hayvanına binip Beyt-i Şerife yöneldi ve Beyt'i tavaf etti." 1 1

59. (Minâ'dan) Arafat'a Hareket

1913. ...İbn Ömer'den; demiştir ki: Resûlullah (s. a.) Arafe günü sabahı sabah namazını
kılınca Minâ'dan (Arafat'a) hareket etti. Nemire'de konakladı. Burası Arafat (yakının)
da imamın konakladığı yerdir. Resûlullah (s. a.) öğle namazı vakti olunca öğle
sıcağında gidip öğle ve ikindiyi birleştirdi. Sonra halka hutbe okudu, sonra gidip

[4491

Arafat'ta vakfe yerinde vakfe yaptı. J 1

Açıklama



1905 numaralı hadis-i şerifte de açıklandığı gibi Zilhiccenin 8. günü Minâ'ya varan



Resûl-i Ekrem Efendimiz ertesi günü sabah namazım kıldıktan sonra güneşin
doğmasına kadar bekleyip güneşin doğmasıyla Arafat'a hareket etmiştir. Arafat'a
yaklaşınca "Nemire" denilen yere inmiştir. Burası hac imamının inmesi sünnet olan
yerdir. Resul-i Ekrem Efendimiz burada öğle namazı vakti girinceye kadar beklemiş
vakit gelince öğle sıcağında devesine binerek Urane vadisine gelmiş ve öğle ile
ikindiyi birleştirerek bir ezan ve iki kametle ikişer rekat olarak küdırmıştır. 1905
numaralı hadis-i şerifte de açıklandığı gibi bu iki namaz arasında nafile cinsinden her
hangi bir namaz kılmamıştır. Namaz bittikten sonra halka bir hutbe okumuştur.
Her ne kadar hadisin zahirinden Resûl-i Ekrem'in hutbeyi namazdan sonra okuduğu
anlaşılıyorsa da 1905 numaralı hadis-i şerifte hutbeyi namazdan evvel okuduğu ifâde
ediliyor. Diğer bir hadis-i şerifte ise, bu konunun ayrıntılarına da temas eden şu
ifâdeler yer alıyor: "Resûlullah (s. a.) yürüdü, Arafat'a vardı ve Nemire denilen yerde
çadırının kurulduğunu görerek oraya indi. Güneş batıya dönünce Kasvâ adındaki
devesinin hazırlanmasını emretti ve hayvana semer vuruldu. Nihayet Batnu'l-Vâdi'ye
(Urane vadisine) gelince orada bir hitabede bulunduktan sonra Hz. Bilâl ezan okudu
ve kaamet etti. Öğleyi kılınca tekrar kamet etti. İkindi namazım kıldı. Bu iki vaktin

namazı arasında başka bir namaz kılmadı. "L^ü

Zikredilen iki farklı ifadenin aralarını şu şekilde uzlaştırmak mümkündür: Aslında
Fahr-i Kainat Efendimiz mezkûr hutbeyi, namazdan önce okumuştur. Fakat namaz
bittikten sonra da halka bazı tavsiyelerde bulunmuş ve va'z-u nasihat etmiştir.
Râvîlerden bazıları Resûl-i Ekrem'in hutbesini kasd ederek, "Resul-i Ekrem halka
namazdan önce bir hutba irad etti" derken diğer bir kısmı da Resul-i Ekrem'in
namazdan sonraki va'z-u nasihatini kast ederek "Resul-i Ekrem namazdan sonra halka
hitab etti" demişlerdir. Bu iki hadisin arasım bu şekilde uzlaştırmanın doğru olmadığı
farz edilecek olursa, o zaman 1905 numaralı hadisin konumuzu teşkil eden hadise
tercih edileceğimi söylemek mümkündür. Çünkü ilim erbabının tümü 1905 numaralı
hadisle amel edegelmişlerdir. Hz. Peygamber'in vakfe yaptığı yer ise, Cebel-i Rahme
ismi verilen dağın eteğinde bulunan kayalardır. Burada vakfesine güneş batmcaya

kadar devam etmiştir. ^ - ^
Bazı Hükümler

1. Hacıların Arafe günü güneş doğduktan sonra M ma dan Arafat a hareket edip
Nemire vadisine varınca inmeleri ve güneş batıya dönünceye kadar orada kalmaları,
sonra Nemire'den kalkıp Urane vadisine gitmeleri müstehabtır. Bu konuda ulemâ
arasında görüş birliği vardır.

2. Urane vadisinde öğle vaktinde öğle ile ikindiyi birleştirerek kılmak sünnettir. Bu
konuda da icmâ vardır. Hanefî ulemâsıyla İmam Şafiî'ye göre bu namazlardan
birincisi için bir ezan okunur. Her ikisi için de ayrı ayrı birer kamet getirilir. Bu görüş
İmam Ahmed'den de rivayet edilmiştir. İmam Ahmed'den her iki namazın da ezansız
olarak kılınacağına dair ayrı bir görüş daha rivayet edilmiştir. İmam Mâlik'e göre ise,
her iki namaz için ayrı ayrı ezan okunur ve kamet getirilir.

3. İmamın Urane vadisinde cemaate hutbe okuması sünnettir. Bunda icmâ' vardır.

4. Daha Önce aldığımız 1905 numaralı Câbir hadisi söz konusu ezanın hutbeden sonra
okunduğunu ifâde etmektedir. İmam Mâlik ile İmam Ahmed de bu hadîsi esas alarak
ezanın hutbeden sonra okunacağı hükmüne varmışlardır. Yine bu iki imama göre



hutbeler bittikten sonra imam minberde otururken önce bir ezan okunur, hutbeden
sonra öğle namazı için bir kamet getirilir. Kametten sonra imam minberden inip öğleyi
kıldırır. Sonra bir ezan okunup bir de kamet getirilerek ikindi namazı edâ edilir.
İmam Ebû Hanife ve İmam Muhammed'e göre ise, aynen cuma namazında olduğu gibi
imam minbere çıktıktan sonra daha hutbeyi okumadan önce bir ezan okunur, sonra
imam ayağa kalkarak hutbeyi okur. Daha sonra ikâmet edilip önce öğle namazı edâ
edilir, sonra bir kamet daha getirilerek ikindi namazı edâ edilir.

İmam Şafiî'ye göre ise, ezan ikinci hutbe esnasında okunur. Delili ise, Hz. İmamın
rivayet ettiği şu hadis-i şeriftir: Peygamber (s.a.) Arafat'ta iken vakfe yerine gittj, önce
halka birinci hutbeyi okudu, sonra Hz. Bilâl ezan okumaya başladı. Peygamber
(s.a.)'de ikinci hutbeye başladı. Hz. Peygamber hutbeyi bitirirken Hz. Bilâl de ezanı
bitirmişti. Sonra Hz. Bilal kamet etti. Resül-i Ekrem de öğleyi kıldırdı. Sonra Hz. Bilâl
ikinci bir kamet getirdi, Resul-i Ekrem de ikindiyi kıldırdı.

Bu namazlarda mümkün olduğu kadar kısa sûreler okunur ve iki namaz arasında nafile
cinsinden bir namaz kılınmaz. Bunda icmâ' vardır. Eğer iki farz namaz arasında başka
bir namaz kılınacak olursa veya başka bir işle meşgul olunursa, ikindi namazı için
yeniden bir ezan okunması gerekir. Çünkü asıl olan her farz namaz için ezan
okunmasının sünnet oluşudur. Bu namazlar Resûl-i Ekrem'in kıldığı gibi fasılasız
olarak kılındıkları zaman caizdir. Binaenaleyh iki namazın arasına başka bir namaz

[4521

yahut başka bir iş girdiği zaman ikindi namazı için ayrı bir ezan daha gerekir.- 1 1

İmam Ebû Hanife (r.a.)'ye göre öğle ile ikindi namazını Arafat'ta birleştirerek
kılmanın caiz olması için bu namazların hac imamı veya vekili tarafından kıldırılmış
olması, kılan kimsenin hac için ihrama girmiş olması ve ikindiden önce kıldığı öğle
namazının sahih olması şarttır. Eğer öğle namazı fasit olursa öğle namazını kendi
vaktinde ikindi namazını da yine kendi vaktinde ayrı ayrı kılmak gerek.
Öğleyi ikindiyle birleştirmeden tek başına kılan Veya hac imamının dışında bir
imamın arkasında cemaatle kılan, veya hac için ihrama girmeksizin ikisini
birleştirerek öğle vaktinde kılan bir kimsenin kıldığı ikindi namazı sahih değildir.
Çünkü kıyasa aykırı olarak ikindi namazının vaktinden evvel kılınması ihramh kimse
için ve belli şartlar dışında caizdir. Kıyasa aykırı olarak nas ile sabit olan bir şey
nassm tayin ettiği sınırların dıışna çıkamaz. en-Nehaî ile İmam Sevrî de bu
görüştedirler.

Şâfıîler İmam Mâlik ve İmam Evzâî'ye göre ise, sözü geçen namazların Arafat'ta
birleştirilerek öğle vaktinde edâ edilebilmeleri için sadece ihramh olmak yeterlidir.
Cemaatle kılmak da şart değildir. Çünkü Hem-mâm'm Nâfı'den rivayet ettiği bir
hadiste ifâde edildiğine göre; İbn Ömer (r.a.) (Arafât'da) arafe günü cemaate
yetişemeyince Öğle ile ikindiyi, öğle vaktinde birleştirerek kılmıştır. Cumhura göre

ise, bu namazları birleşti-rebilmek için sadece müsâfır olmak da yeterlidir.
M. Zihnî Efendi Hanefî ulemâsının bu konudaki görüşlerini şöyle ifade ediyor:
"Arafat'taki cem-i takdîm âdete uyularak Nemire mescidinde kılınır. Burada büyük
cemaatle kılman öğle ve ikindi namazları böylece cem'edilmiş olur. Bir ezan okunur
iki kamet alınır. İkinci kamet ikindinin zamanı henüz girmemiş olduğundan iki
namazın cemedileceğini hatırlatmak içindir. Bu iki farzın arasını nafile ile -müekked
sünnet bile olsa-ayırmak uygun olmaz. Molla Miskîn, Zahîre, Muhît ve Kâfi
kitaplarına uyarak yalnız öğle sünnetini istisna etmiştir. Hem belirtilen cem'in (iki
namazın öğle vaktinde kılınmasının) sahih olabilmesi, için hem ihramın hem de büyük



cemaatin şart kabul edilmesi imam Azam mezhebidir. İma-meyne göre onun ihramda
bulunmaktan başka şartı yoktur. Muhaşşî der ki, eimme-i selâse (Şafiî, Mâliki,

[4541

Hanbelî) de böyle demişlerdir. Daha zahir olan da budur. " J 1

Ayrıca 1926 numaralı hadisin şerhinde bu mevzuu tekrar ele alınacaktır.

60. Zevalden Sonra Nemire Mescidinden Vakfe İçin Arafat'a Gidiş

1914. ...İbn Ömer (r.a.)'den; demiştir ki:

Haccâc, İbn'z-Zubeyr (r.a.)'i öldürünce, İbn Ömer'e (bir adam) göndererek:
Resûlullah (s. a.) bu günde hangi saatte hareket ederdi? diye sordu. (İbn Ömer de:)
O vakit gelince beraber gideriz, diye cevap verdi.

İbn Ömer (vakfe yerine) gitmek isteyince (Said b. Hassân'm) dedi(ğine göre İbn
Ömer'in yanında bulunan kimseler) "güneş (batıya) kaymadı" demişler. (Bir süre sonra
İbn Ömer);

Güneş (batıya) kaydı mı? diye sorunca:

Kaymadı, diye cevab vermişler (Said b. Hassan) dedi ki:

İbn Ömer'in yanında bulunan kimseler kendisine; "güneş batıya) kaydı" dedikleri
zaman hareket etti.^^



Açıklama

Bilindiği gibi Haccâc b. Yûsuf Hz. Abdullah b. ez-Zübeyr'i Cumade'l-ahîre'nin ikinci
yarısında ve hicretin 73. yılında şehid etmiştir. Abdullah b. ez-Zübeyr hazretleri o
zaman 72 yaşında bulunuyordu. Haccâc kati haberiyle birlikte hac yapmak arzusunda
olduğunu bir mektupla Abdulmelik b. Mervân'a bildirerek fikrini almak isteyince
Abdulmelik de O'na bir mektup yazarak hac esnasında İbn Ömer'in görüşüne ve
talimatına eksiksiz olarak uymasını tavsiye etmişti. Bu hadise Nesâî'nin Sünen'inde
şöyle anlatılıyor:

Salim b. Abdillah b. Ömer demiştir ki:

Abdulmelik b. Mervan Haccâc b. Yusufa hacla ilgili konularda İbn Ömer'in
emirlerine uymasını emretmişti. Arefe günü güneş zeval vaktinde iken İbn Ömer
geldi. Ben de beraberindeydim. Çadırın yanma gelince, "Hac emîri nerede?" diye
bağırdı. Üzerinde sarı renkli bir güneşlikle Haccâc göründü. İbn
Ömer'e:

Ne var Ebû Abdirrahman! dedi. İbn Ömer:

Sünnete uymak istiyorsan, haydi vakfeye! deyince, Haccâc:

Bu saatte mi? dedi İbn Ömer de:

Evet, cevabını verdi. Bunun üzerine Haccâc:

Bir duş alayım hemen geliyorum dedi. O gelinceye kadar İbn Ömer bekledi. Gelince
benimle babam arasında yürüyordu. Ben kendisine:

Eğer sünnete uymak istiyorsan hutbeyi kısa oku, vakfede acele et, dedim. Bunun
üzerine İbn Ömer'in birşey söyleyip söylemeyeceğine baktı. Bunu gören İbn Ömer:

Doğru söylüyor, dedi/^^



Bazı Hükümler



1. Hz. İbn Ömer'in fıkıh ilmindeki salâhiyyeti herkes tarafından kabul edilmiş ve
fetvaları, umumun tasvibine mazhar olmuştur.

2. Arafat'da vakfe zevalden sonra yapılır.
61. Arafat'ta Hutbe Okumak

1915. ...Damra oğullarından bir adam, babasından yahut amcasından rivayetle demiştir
ki:

[4591

Ben Resûlullah (s.a.)'i Arafe günü minber üzerinde (hutbe okur) iken gördüm. J 1



Açıklama



Aslında minber mescidde hutbe okunan basamaklı yerin adıdır.Peygamber efendimiz
önceleri hutbeleri mes-ciddeki bir hurma direğine dayanarak okurlardı. Sonraları
cemaat çoğalınca arkada ve uzakta olanların Hz. Peygamberi görebilmeleri için üç
basamaklı bir minber yapıldı. Sonraki devirlerde minber, mescid ve camilerin diğer
kısımları gibi sanatkârâne bir şekilde yapılmaya başlandı.

Metinde geçen minberin bu anlamda bir minber olduğu düşünülemez. Esasen
"minber" kelimesinin yükselmek ve sesi yükseltmek anlamına gelen "ne-be-ra"
kökünde geldiği düşünülürse, buradaki minber sözüyle mutlak olarak "yerden
yükseklik" kasd edilmiş olduğu anlaşılır. Bir numara sonra tercümesini sunacağımız
hadis-i şerifte Resul-i Ekrem'in o günkü hutbesini deve üzerinde irad ettiği ifade

edildiğine göre burada "minber" sözüyle devenin sırtı kast edilmiş olmalıdır.



Bazı Hükümler



1. Arafat'ta vakfe yaparken yüksekçe bir yerde bulunmak meşrudur. Ulemanın büyük
çoğunluğuna göre yüksekçe bir mekân üzerine çıkarak vakfe yapmak yerde ayak
üstünde dikilerek vakfe yapmaktan daha faziletlidir.

Şafiî ulemâsına göre ayakta dikilmek kendisine zor gelen kimselerin bir hayvan
üzerine binerek vakfe yapmaları yerde ayak üstünde dikilerek vakfe yapmasından
daha faziletlidir. Yine Şafiî ulemâsına göre ayakta vakfe yapmak kendisine zor
gelmeyen bir kimse hakkında üç görüş vardır:

a. Peygamber Efendimizin tatbikatına uygun olacağı için bir hayvan üzerine binerek
veya yüksek bir yere çıkarak vakfe yapmak daha faziletlidir.

b. Huşu, huduya ve tevâzuya daha uygun olduğu için bir hayvan üzerine binmeyi veya
yüksek bir mekân üzerine çıkmayı terk ederek yerde ve ayak üzerinde vakfe yapmak
daha iyidir, daha faziletlidir.

c. Yüksek bir mekânda bulunmakla yerde ayak üzerinde bulunmak arasında bir fark
yoktur. Bu konuda Hanbelî ulemâsı da Şafiî ulemâsının görüşünü aynen
paylaşmaktadır. Nitekim İbn Kudâme, Hanbelî ulemâsının bu konudaki görüşlerini
şöyle ifâde ediyor: "Arafat'taki vakfeyi deveye binerek yapmak daha faziletlidir.
Çünkü Hz. Peygamber deveye binerek vakfe yapmıştı. Bu şekildeki vakfe dua için
daha elverişlidir. Yerde ayak üstü vakl'e yapmanın daha faziletli olduğu da



söylenmiştir. Çünkü bu şekildeki vakfe, hayvana yük olmaktan uzaktır. Her iki durum
arasında bir fark bulunmama ihtimali de vardır.



1916. ...Nubayt'tan rivayet edildiğine göre, kendisi Arefe günü Peygamber (s.a.)'i ,
kızıl bir deve üzerinde konuşma yaparken görmüş.

Açıklama

İmam Nesâî ve Ahmed (r.anhumâ) bu hadisin senedinde Seleme ile babası arasında bir
vasıta zikretmedikleri halde Ebû Davud'un bu rivayetinde hadisi, doğrudan doğruya
babası Nubayt'tan değil de Hay kabilesinden bir adam vasıtasıyla aldığı ifâde
edilmektedir. Hafız İbn Hacer bu senedde aslında Seleme ile babası Nubayta arasında
herhangi bir kimsenin bulunmadığını söyleyerek İmam Nesâî ile İmam Ahmed'in
verdikleri senedi Ebû Davud'un bu senedine tercih etmiştir.

1 905 numaralı Câbir hadisinde Resül-i Ekrem'in Veda Haccmda Arafat'ta Kasvâ isimli
devesi üzerinde konuşma yaptığı ifâde edildiği halde, burada "kırmızı bir deve
üzerinde konuşma yaparken gördüm" denilmesi, bu iki ifâde arasında bir çelişki
bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü Nubayt, Hz. Peygamber'i uzaktan gördüğü için
altındaki devenin Kasvâ ismindeki dişi deve olduğunu fark edememiş, kızıl tüylü bir

yük devesi olduğunu zannetmiştir. L- ^



Bazı Hükümler



1. Arefe günü Arafat'ta yüksekçe bir yerde butbe okumak meşrudur. Bu hutbenin
sünnet olduğunda icmâ' vardır. Hanefî ulemâsiyla İmam Mâlik ve Şafiî'ye göre Hac
imamının Arefe günü öğle namazından önce halka iki kısa konuşma yapması ve bu
konuşmalarda Arafat'ta Öğleyle ikindiyi birleştirerek öğle vaktinde kılmak, Arafat'ta
vakfe yapmak, Arafat'tan Müzdelife'ye akın etmek ve orada akşamla ikindiyi
birleştirerek yatsı vaktinde kılmak, orada geceleyip vakfe yapmak, Minâ'da cemrelere
taş atmak, Bayram günü kurban kesmek, haccm rüknü olan ziyaret tavafını yapmak
gibi hac menâsikiyle ilgili konulara temas etmesi ve halkı bu mübarek mekânlarda
bulundukları sürece bol bol duâ edip tehlîl ve telbiyede bulunmaya teşvik etmesi
müstehabtır. Resûlullah'm Veda hutbesinin metni 1905 numaralı hadis-i şerifte
bulunmaktadır.

jmam Ahmed (r.a.)'c göre ise, sünnet olan hac imamının zevalden sonra tekbirlerle
başlayan bir hutbe okuması, bu hutbede halka hac menâsikini öğretmesi, sonra ezan
okunmasını ve namazın erkenden kılınmasını emretmesidir. İmam Ahmed'in bu
konudaki delili 1914 numaralı hadis-i şerifin şerhinde de nakl ettiğimiz gibi; "Eğer

[4641

sünnete uymak istiyorsan hutbeyi kısa oku, vakfede acele et. ,,J 1 anlamındaki

ifadeler Salim b. Abdullah b. Ömer'in sözüdür. Hz. İmama göre sözü geçen hadisteki

"hutbeyi kısa oku" sözü "kısa bir hutbe oku" demektir.

1917. ...Hâlid b. el-Addâ b. Hevze demiştir, ki: Arafe günü Resulullah (s.a.)'i bir deve
üzerinde, özengiler üzerinde ayağa kalkmış olduğu halde halka hitab ederken gördüm.



T4661

Ebû Dâvûd dedi ki: Bu hadisi Hennâdfm rivayet ettiği) gibi İbnu'l-alâ da Vekî'den

♦ n- r4671
rivayet etti.

Açıklama

Hadisin senedinden de anlaşılacağı üzere, Musannif Ebû Dâvud (r.a.) bu hadisi üç
kişiden almıştır.

1. Hennad İbn Seriyy,

2. Muhammed İbn el-Alâ,

3. Osman İbn Ebî Şeybe.

Bu üç râvîden Muhammed İbn-ül-Alâ ile Hennâd İbn Seriyy, bu hadisi Abd-ül-mecid
vasıtasıyla Hâlid İbn-el-Addâ'dan aldıklarını söylerlerken, Osman İbn Ebi Seybe
Abdülmecid vasıtasıyla el-Addâ ibn Hâlid'den aldığım söyleyerek onlardan
ayrılmıştır. Doğru olanda Osman İbn Ebi Şeybe'nin dediğidir.

Bu hadis-i şerifte Arai'o günü Arafat'ta deve üzerinde özengiler üzerine basıp ayağa
kalkarak halka hitab etmesinin caiz olduğu ifade edilmektedir.

[4691

1918. ...Önceki hadisin manası el-Addâ b. Hâlid'den de rivayet olunmuştur.- 1 1

Açıklama

İmam Şâfî'ye göre hac imamı, hac esnasında dört hutbe okur:

1. Zilhicce'nin yedinci günü Mekke'de;

2. Arefe günü Arafat'ta,

3. Bayramın birinci günü Minâ'da,

4. Bayramın üçüncü Zilhicce'nin 12. günü Minâ'da, çünkü Câbir b. Abdullah'dan
rivayet edilen bir hadis-i şerif şu anlamdadır: "Resülullah (s. a.) Ci'râne'den döndükten
sonra hac imamı olarak Hz. Ebû Bekr'i hacca gönderdi. Beraberce Mekke'ye geldik,
Terviye gününden bir gün önce (yani Zilhicce'nin 7. günü) Mekke'de bir hutbe irad
etti. Bu hutbesinde halka hac ibadetini (ve nasıl edâ edileceğini) anlattı. Hutbe
bittikten sonra Hz. Ali'de Berâe Sûresini okudu. Sonra beraberce (Minâ'ya
müteveccihen yola) çıktık. Arafe günü gelince Ebû Bekr (r.a.) kalktı, halka hitaben bir
konuşma yaparak onlara hac ibâdetini anlattı. Konuşma bitince Hz. Ali halkın
huzurunda Berâe Sûresini sonuna kadar okudu. Bayram günü Minâ'ya akın ettik. Hz.
Ebû Bekr, Minâ'ya gelince halka Minâ'ya gelmenin önemi, kurban ve diğer hac
menasikiyle ilgili bir hutbe irad etti. Hutbeden sonra Hz. Ali kalktı ve Berâe Sûresini
sonuna kadar okudu. Nefr günü (denilen Zilhiccem 12. günü) gelince Ebû Bekr (r.a.)
bir hutbe daha irad edip bu hutbesinde halka Mekke'ye nasıl döneceklerini ve
cemrelere nasıl taş atacaklarını ve diğer hac menâsikini anlattı. Hutbe sona erince Hz.

[4701

Ali de Berâe Sûresini okudu. Ancak Nesâî'nin rivayet ettiği bu hadisin

senedinde Abdullah b. Osman b. Huseyn vardır. Ali b. el-Medînî'ye göre bu zatın
naklettiği hadisler makbul değildir.

Hanefî ulemâsıyla İmam Mâlik'e göre hacda üç defa hutbe okunur:



1. Zilhiccenin yedinci günü Mekke'de irad olunur ki, bu hutbede halka Minâ'ya gidişin
âdab ve ahkâmı anlatılır.

2. Arafe günü Arafat'ta irad olunur ki, bunda da Müzdelife'de yapılacak vakfe'nin,
cemreleri atmanın, kurbanın ve tavafın hükümleri anlatılır.

3. Minâ'da Zilhicce'nin onbirinci günü irad olunur. Bunda Allah'a hamd edilerek hac
menâsikinin faziletinden bahsedilip halk ibâdete teşvik edilir, günahlardan sakındırılır.

[47i]

imam Züfer'e göre bu hutbeler terviye, arafe, bayram günlerinde iradedilmelidir. J 1

İmam Ahmed'e göre birincisi arafe günü ikincisi bayramın birinci günü, üçüncüsü de
Zilhicce'nin onikinci günü olmak üzere üç hutbe irad edilir. Bütün bu açıklamalardan
anlaşılıyor ki Hanefî ulemâsı ile İmam Mâlik ve Şafiî'ye göre, imamın yahud hac
emirinin Zilhiccenin yedinci günü Mekke'de öğle namazından sonra bir hutbe okuması
ve bu hutbede hac menâsikinden Minâ'ya varıştan ve orada gecelemekten ve Arafat'ta
yapılacak görevlerden bahsetmesi sünnettir. Delilleri ise, İbn Ömer'den rivayet olunan
şu hadis-i şeriftir. "Peygamber (s. a.) Terviye gününden bir gün önce halka hitabederek

onlara hac ibâdeti hakkında açıklama yaptı.

Eğer bu hutbenin irâd edildiği Zilhicce'nin 7. günü cuma gününe tesadüf edecek olursa
söz konusu hutbe cuma namazından sonra okunur. Cuma hutbesinin okunmuş
olmasından dolayı tyu hutbe terk edilmez. Çünkü bu hutbenin namazdan sonra
okunması sünnettir. Cuma hutbesi ise, namazdan önce okunur. İmam Ahmed ise bu
hutbeden bahsetmiyor. Çünkü O'na göre bu hutbeye mesned teşkil eden İbn Ömer
hadisi sahih değilidr. Gerçekte ise, sözü geçen hadis hasen bir senetle rivayet
olmuştur. Bilindiği gibi Resul-i Ekrem Efendimizin Arafe günü Arafat'ta irad ettiği

[4731

hutbenin metni 1905 numaralı hadis-i şerifte geçmiştir. J 1



62. Arafat'ta Vakfe Yapılacak Yer



1919. ...Yezîd b. Şeybân'dan; demiştir ki: Biz Arafat'ta Amr (b. Abdullah b. Safvân)'ın
imam(m vakfe yerin)den uzak saydığı bir yerde iken, İbn Mirba' el-Ensarî yanımıza
gelip:

Ben Resûlullah (s.a.)'iii size (gönderilen) elçisiyim. (O size); "İbâdet yerlerinizin
üzerinde olun. Gerçekten siz atanız İbrahim'den kalma bir miras üzerinde

[474]

bulunuyorsunuz" buyuruyor, dedi. 1 1



Açıklama



"Arafat'ta vakfe yaparken imamın durduğu yer"den maksat, Resûl-i Ekrem (s.a.)'in

vakfe yaparken bulunduğu yerdir. Gerçekte burası Arafat'ın ortasındaki Cebel-i

Rahme'nin eteğinde bulunan kayaların olduğu yerdir. Arafat'ın her yerinde vakfe

yapmak caiz olmakla beraber vakfeyi burada yapmak müstehabtır. Halkın başka yerde

vakfe yapılmaz zannıyla Cebel-i Rahme'nin tepesine çıkmaları doğru değildir. Çünkü

[475]

Arafat sınırlan içinde kalan her yerde vakfe yapılabilir.- 1 1 Veda Haccmda Arafat'ta

vakfe yaparken Resul-i Ekrem'in durduğu Cebel-i Rahme'den uzakta bulunan
kimseler, Amr b. Abdillah b. Safvân'm; "Biz Resûlullah'm bulunduğu yerden çok
uzakta duruyoruz," demesinden dolayı vakfelerinin kabul olunmayacağı endişesine



kapıldılar. Resûlullah (s. a.) onların bu endişesini gidermek için İbn Mirba'ı kendilerine
elçi olarak gönderip; Hz. İbrahim'in dininde Arafat'ın her tarafında vakfe yapmanın
caiz olduğunu müslümanlarm da Hz. İbrahim'in dini üzerinde olduklarım bildirmiştir.
VeyaHut da Resûlullah'm kendilerine elçi göndermesinin sebebi, bulundukları yerin

ataları Hz. İbrahim'in vakfe yaptığı yer olduğunu bildirmektir.
Bazı Hükümler

Arafat'ın sınırları içinde bulunan her yerde vakfe yapılabilir. Çünkü Resûlullah (s.a.);
"Arafat'ın her tarafı vakfe yeridir. Fakat (Urane Arafat'tan değildir). Urane'de

[4771 .

durmayınız" buyurmuştur. imam Mâlik'in dışında tüm ilim adamları Urane

[4781

vadisinde vakfe yapmanın caiz olmadığını söylemişlerdir. J 1 İmam Mâlik'e öre

burada vakfe yapan kimsenin haccı sahihtir, fakat üzerine kurban lâzım gelir.
r4791



63. Arafat'tan (Müzdelîfe'ye) Hareket

1920. ...İbn Abbâs'tan; demiştir ki: Resûlullah (s.a.) (hayvanının) arkasında Usâme (b.
Zeyd) olduğu halde (Arafat'tan Minâ'ya) ağır ağır indi ve;

"Ey İnsanlar! Yavaş olunuz. Çünkü at(ları) ve develeri koşturmak hayır değildir"
buyurdu. (İbn Abbâs) dedi ki: Artık ben Müzdelife'ye varıncaya kadar (hayvanların)
şahlanıp koştuklarını görmedim.

(Diğer râvi) Vehb (de bu hadise şunları) ilave etti: Sonra (hayvanının) arkasına el-Fadl
b. Abbas'ı bindirdi ve; "Ey insanlar, at(ları) ve deve(leri) koşturmak hayır değildir.
Yavaş olunuz" buyurdu. (İbn Abbâs) dedi ki: Artık ben Minâ'ya varıncaya kadar

(hayvanların koşmak için) ön ayaklarını kaldırdıklarını görmedim.
Açıklama

Buhârî'nin rivayetinden anlaşıldığına göre Peygamber (s.a.) Veda Haccmda Arafat'tan
Müzdelife'ye hareket edilirken arkadan gelmekte olan bazı hacıların bağırıp çağırarak
develerini döğdüklerini görünce bu sözü söylemiştir. Hanefî ulemâsından Aliyyü'l-
Kârî'nin beyânına göre Resul-i Ekrem Efendimiz bu sözüyle "Hayvanlara eziyet etmek
gibi dince yasak edilen hareketlerle ne kadar da acele edilse hayra erişilemez. Aslında
hayırda yarışmak ve hayra koşmak dince makbul bir harekettir. Fakat bu hayra koşuş
aynı zamanda bir günâhı irtikâbı da beraberinde getirmemelidir" demek istemiştir.
[481]

Resul-i Ekrem Efendimizin hayvanları zorlayarak koşturmayı yasaklaması üzerine bu
hayvanların bir daha koştuklarının görülmemesinden, sürücülerinin onları bundan
sonra zorlamadıkları anlaşılıyor.

Metinde iki defa geçen "Artık ben Müzdelife'ye varıncaya kadar hayvanların şahlanıp
koştuklarını görmedim" sözü tbn Abbas'a ait olabileceği gibi, Üsâme b. Zeyd'e ait de
olabilir. Çünkü Ahmed b. Hanbel'in rivayetinde bu sözün Hz. Üsâme'ye ait olduğu



belirtiliyor. t^82]
Bazı Hükümler

1. Arafat'tan Müzdelife'ye giderken hacıların vakar ve sükunet içerisinde hareket
etmesi sünnettir.

2. Kuvvetli hayvana iki kişinin binmesi caizdir.

1921. ...Kureyb'in haber verdiğine göre, kendisi Üsâme b. Zeyd'e;

Resûlullah (s. a.)' m (hayvanının) arkasına bindiğin gece nasıl hareket ettiniz? -yahut-

ne yaptınız? diye sormuş. O da (şöyle) demiş:

Halkın gece istirahati için develeri çöktürdükleri dağ yoluna geldiğimiz zaman
Resûlullah (s.a.)'de devesini çöktürdü, de küçük abdest bozdu.

Züheyr (Hz. Üsâme'den bu hadisi naklederken); "su döktü" demedi, de "küçük abdest
bozdu" tabirini kullandı, Hz. Üsâme sözlerine şöyle devam etmiş.
Sonra abdest suyu isteyip gayet hafif bir abdest aldı. Ben (kendisine):
Ya Resûlullah! Namaz (vakti geldi), dedim,

"Namaz ilerdedir", diye cevap verip (devesine) bindi. Nihayet Müzdelife'ye geldik.
(Orada) akşam namazı (için) ikâmet (edilmesini emr)etti (ve akşam namazını edâ etti).
Sonra halk konak yerlerinde develerini çökerttiler ama yüklerini çözmemişlerdi.
Nihayet yatsı namazı (için) ikâmet (edilmesini emr) etti ve (yatsıyı da ) edâ etti. Sonra
halk (yüklerini) çözdüler.

Muhammed (b. Kesir) bu hadîse (şunları da) ilâve etti: Ben (Üsâme'ye):
Sabahladığınız zaman ne yaptınız" diye sordum. Üsâme: (Bu sefer) onun terkisine
Fadl b. Abbâs bindi. Ben yaya olarak Kureyş'in önden gidenleriyle birlikte yola

düştüm, diye cevap verdi.



Açıklama



"Muarras" kelimesi "yolcunun istirahat için indiği yer" anlamma gelir.Bu hadis
Müslim'in Sahih'inde, "halkın akşam namazı için devlerini çöktürdükleri dağ yoluna
geldik" anlamına gelen sözlerle rivayet edilmiştir.

Buhârî'nin Sahih'ide ise, "Atâ dedi ki: Peygambe r(s.a.) Usâme'yi terkisine aldı ve

bugünkü halifelerin akşam namazı kıldıkları yere geldi."^^ anlamına gelen
lafızlarla rivayet olunmuş ve Atâ "bugünkü halifeler" derken kendi devrindeki Emevî
halîfelerini kastetmiştir. Müslim'in bu rivayetinde geçen "akşam namazının dağ
yolunda kılınması" meselesi, önce konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisine
aykırıdır. Çünkü konumuzu teşkil eden hadis-i şerifte geçen "Namaz ilerdedir" sözü,
Resûl-i Ekrem'in akşam namazım sözü geçen dağ yolunda kılmadığını ifâde ediyor.
Müslim'in rivayetinde ise, Emevî halifelerinin akşam namazını burada kıldığı ifâde
ediliyor.

Ayrıca müslim'in bu rivayeti yine Buhârî tarafından nakledilen "Abdullah b. Ömer
Resûl-i Ekrem'in izlemiş olduğu dağ yolunu geçtikten sonra Müzdelife'de akşam ile
yatsıyı birleştirerek kılardı. Müzdelife'ye gelince orada cemreleri toplar, sonra abdest



alırdı. Müzdelife'ye girinceye kadar namaz kılmazdı. anlamındaki hadis-i şerife

de aykırıdır, el-Fâkıhî'nin İbn Ebî Necih'den rivayetine göre Hz. İkrime akşam
namazını dağ yolunda kılan kimselerin bu uygulamasına karşı çıkarak onlara "Re-
sûlullah (s.a.) dağ yolunu kendisine hela olarak seçmişti, siz ise orayı kendinize akşam

[4871

namazı için mescid edindiniz. demiştir. Sözü geçen dağ yolundan maksat

bugünkü hacıların Müzdelife'ye giderken tâkibettikleri yoldur. Hafız İbn Hacer
Buhârî'nin bu hadisini açıklarken "Müzdelife'de akşam namazı ile yatsıyı birleştirerek
kılmayan kimselerin bu hareketini de Resul-i Ekrem'in sözlerine ve fiillerine aykırı
olduğu için ben reddediyorum." demektir.

Metinde Hz. Züheyr'in Usâme'den duyduğu sözü hiç değiştirmeden "küçük abdest
bozdu" diye nakletmesinden bahsetmesi, Hz. Züheyr'in bu hadisi işittiği gibi dikkatli
bir şekilde rivayet ettiğini bazı kelimeleri yumuşatarak nakletme yoluna gitmediğini
anlatmak içindir. Gerçekten işi-tileni aynen rivayet etmek ilke ve prensibi bir tarafa
atılacak olsaydı, "küçük abdest bozdu" tâbiri yerine "su döktü" tâbirini kullanmak
daha uygun olurdu.

Resûlullah'm aldığı "hafif abdesf ten muradın ne olduğu ulemâ arasında ihtilaflıdır.
Bazılarına göre abdest organlarını birer kerre yıkayarak abdest
almıştır.

Bazıları "abdest" kelimesini lügat mânâsında kullanarak "bazı uzuvlarını yıkamıştır"
demişlerse de, bu uzak bir ihtimaldir. Hele "Buradaki abdest almaktan maksat
taharetlenmektir," diyenlerin görüşü son derece uzak bir ihtimâldir. Çünkü biraz sonra
Hz. Usâme'nin "Ya Resûlullah namaz vakti geldi" demesi, Resul-î Ekrem'in abdestli
olduğunu ve birinci görüşün daha isabetli olduğunu gösterir. Bununla beraber 1925
numaralı hadis Resûl-i Ekrem'in Müzdelife'ye varınca yeniden bir abdest daha aldığını
ifâde ediyor.

Resûlullah (s.a.)'in hafif abdest almasını Müzdelife'ye hareket için acele ettiğine
hamledenler de vardır. 1905 numaralı hadis-i şerifte de beyân edildiği gibi Veda
haccmda Peygamber Efendimiz Müzdelife'ye varınca (orada akşamla yatsıyı
birleştirerek bir ezan ve iki ikametle kılmış ve bu iki namaz arasında hiçbir nafile
nama? kılmamıştır."

Bazıları birleştirilerek kılman bu iki vaktin arasında namaza aykırı bir işle meşgul
olmanın namazı bozacağı görüşünden hareket ederek metinde geçen "ama yüklerini
çözmemişlerdi" cümlesine "tamamen yerlerine yerleşmemişlerdi" mânâsı vermişlerdir
ki, bu mümkündür. Fakat metinde geçen "sonra halk konak yerlerinde develerini
çökerttiler" cümlesinin gerçek ve zahirî-mânâsmda kullanıldığı düşünülürse,
Müzdelife'de birleştirilerek kılmanın bu iki namaz arasında kısa süreli bir meşguliyette

T4881

bulunmanın bu namazları birleştirerek kılmaya engel teşkil etmediği anlaşılır. J 1

Bazı Hükümler

1. Hz. Peygamber Veda Haccmda Arafat'tan Müzdelife'ye giderken bir ara yolda def-
ı hacet için inmiştir. Bunun hac menasikiyle bir ilgisi yoktur. Tabiî ve beşerî bir ihti-
yaç olmaktan öte bir anlamı yoktur.

2. Hacıların Müzdelife'ye varmadan akşam ve yatsı namazlarını kılmaları caiz
değildir. Eğer kılacak olurlarsa, İmam Ebû Hanife ile İmam Muhammed'e göre bu



[4891

namazların iadesi gerekir. Çünkü hadisle sabit olan vakit girmeden kılınmıştır. J 1

Buı görüşten hareket ederek İmam Ebû Ha-nîfe ile İmam Muhammed "Bu iki namazın
birleştirilerek yatsı vaktinde kılınmalarının caiz olabilmesi içiin Müzdelife'de
kılınmaları ve hacmm,ih-ramlı olması şarttır," demişlerdir.

İmam Mâlike göre ise, bu .iki namazı birleştirerek kılmanın caiz olması için, Arafat'ta
imamla birlikte vakfe yapılmış olması, özürsüz olarak imamla birlikte Arafat'tan
hareket edilmiş olması ve bu namazların Müzdelife'de yatsı vakti girdikten sonra
birleştirilerek kılınması şarttır. Eğer şafak kaybolmadan bir başka ifâd eyle yatsı vakti
girmeden kılınacak olurlarsa, yatsı namazı fasit olur. Bu bakımdan yatsının yeniden
kılınması icab eder. Akşamı da yeniden kılmak menduptür. Eğer şafak kaybolduktan
sonra fakat Müzdelife'ye varmadan önce kılınacak olurlarsa, Müzdelife'ye varınca
ikisini birden iade etmek mendup olur. Hanefî ulemâsından imam Ebû Yusuf, İmam
Şafiî ve İmam Ahmed'e göre ise, bu namazların birleştirerek kılmabilmeleri için
sadece müsâfir olmak yeterlidir. Binaenaleyh şer'an yolcu sayılan bir kimsenin bu
namazları akşam veya yatsı vaktinde Müzdelife'de veya Müzdelife haricinde
birleştirerek kılması caizdir. Netice olarak imam Ebû Yûsuf, Şafiî ve îmam Ahmed'e
göre bu iki namazı birleştirerek kılmanın sebebi müsâfirliktir. Diğer imamlara göre
ise, hac için ihrama girmiş olmaktır.

3. Müzdelife'de akşamla yatsı namazını birleştirerek yatsı namazı vaktinde kılmak
caizdir. [^0]

1922. ...Ali (r.a.)'den; demiştir ki: Sonra Üsâme'yi terkisine aldı ve devesini âdi
yürüyüşte sürmeye başladı. Halk ise, develerin sağma-soluna vurmaktaydılar.
Resülullah (s. a.) onlara dönüp bakmadan:

[49 i]

"Ey insanlar! Sakin olunuz" diyordu güneş batınca (Müzdelife'ye ) hareket etti. 1

Açıklama

"Rasûlullah (s. a.) onlara dönüp bakmıyordu" cümlesi Tirmizi, İmam Ahmed ve
Beyhâkî'nin rivayetlerinde "Resülullah ı (s. a.) onlara bakıp diyordu:.." şeklindedir. Bu
durum rivayetler arasında çelişki bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü Resul-i Ekrem
bazan dönüp onlara bakmış bazan da hiç dönüp bakmamıştır. Resul-i Ekrem'in onlara
dönüp baktığını gören kimseler; "Resul-i Ekrem onlara dönüp bakıyordu" diye rivayet
ederlerken dönüp baktığını görmeyen kimseler de "onlara dönüp bakmıyordu"
şeklindedir. Bununla beraber metinde geçen bu "Resülullah (s. a.) onlara dönüp
bakmıyordu" cümlesine "Resülullah onların bu şekildeki acele yürüyüşlerine
bakmadan ve aldırış etmeden devesini normal yürüyüşle sürüyordu" şeklinde mânâ

[4921

vermek de mümkündür.- 1 1



Bazı Hükümler



1. Arafat'tan Müzdelife'ye giderken acele etmeden sükunet ve vakar içerisinde ve
normal yürüyüşle hareket etmek sünnettir.

2. İmam veya hac emiri cemaate bu durumu hatırlatmalıdır.



3. Arafat'tan Müzdelife'ye güneş batmadan hareket etmemelidir.



1923. ...Urve'den; demiştir ki: Ben (birgün Üsâme b. Zeyd ile) otururken Üsâme b.
Zeyd'e:

Resûlullah (s. a.) Veda Haccmda (Arafat'tan Minâ'ya) giderken nasıl yürüyordu? diye
soruldu. O da:

[4941

Orta bir yürüyüşle yürürdü, meydan buldu mu koştururdu, diye cevap verdi.

[4951

Hişâm dedi ki: Nass (denilen yürüyüş), anak (denilen yürüyüş)den daha hızlıdır. J

Açıklama

Bu hadis 1921 numaralı hadisin bir parçasıdır. Hadisin bütününü görmek için
1 92 1 numaralı hadise bakı-
labilir. "Anak" kelimesi, hayvanın kendi halinde bırakıldığı zamanki tabii yürüyüşü
için kullanılır. "Nass" kelimesi aslında hayvanı kuvvetlice ve olanca hızıyla koşturmak
anlamına gelirse de burada İbn Hişam'm da açıkladığı gibi hayvanın normal
yürüyüşünden daha hızlıca yürümesi anlamında kullanılmıştır. Türkçemizde hayvanın
bu tür yürüyüşünü ifâde etmek için "tırısa kalkmak" tâbiri kullanılır. İbn Battâl'a göre,
"Arafat'tan Müzdeüfe'ye gidilirken acele edilmesinin sebebi vaktin darlığıdır. Çünkü
hacıların akşamla yatsı namazını Müzdelife'de kılmaları icabettiği halde Arafat ile

[4961

Müzdelife arasında üç millik bir mesafe vardır.- 1 1

Bazı Hükümler

1. Resûl-i Ekrem (s. a.) Arafat'tan Müzdelife'ye girerken yolun durumuna göre bazan
yavaş, bazan orta, bazan da ortanın üstünde bir hızla hareket etmiştir.

İbn Abdilberr'in beyânına göre bu yolculukta acele etmesinin sebebi Müzdelife'de
yatsı vaktinde kılınacak olan akşam namazıyla yatsı namazına yetişmektir. Bu
yolculukta bu şekilde hareket edilirken iki nokta gözetilir:

a. Kalabalık yerlerde yavaş hareket etmekte sükûnet ve yakar gözetilir.

b. Meydan müsait olunca da namaza yetişmek gayesiyle acele edilir.

2. Selef-i Salihîn kendilerine örnek almak için Resûl-i Ekrem'in her hareketini

[4971

araştırmaya büyük bir önem verirlerdi.

1924. ...Usâme (r.a.)'den; demiştir ki: Ben (Arafat'tan Müzdelife'ye gidilirken)
Peygamber (s.a.)'in terkisinde idim. (O gün Peygamber Efendimiz) güneş batınca

[4981

(Arafat'tan Müzdelife'ye) hareket etti.- 1 1

1925. ...Abdullah b. Abbas'm azatlısı Kureyb, Usâme b. Zeyd'i şöyle derken
işitmiştir:Resulullah (s. a.) Arafat'tan (Müzdelife'ye) hareket etti. Dağ yoluna varınca
inip küçük abdestini bozdu ve hafif bir abdest aldı. Ben kendisine,

Namaz (kılacak mısın?) dedim.

"Namaz ilerdedir (namaza daha var)" buyurdu ve hemen hayvanına bindi.
Müzdelife'ye gelince inip güzelce bir abdest aldı. Sonra namaz (için) ikâmet edildi.
Hemen arkasından akşam namazını eda etti. (Namazdan) sonra herkes devesini olduğu



yere çökertti. Sonra yatsı namazı (için) ikâmet edildi. Hemen arkasından yatsıyı edâ

T4991

etti. Bu iki namaz arasında başka bir namaz kılmadı.



Açıklama

1921 numaralı hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi Resul-i Ekrem'in 'hafif
bir abdest almasından mak-

sad abdestli bulunmak gayesiyle abdest organlarım sadece birer kere yıkayarak abdest
almasıdır. Her ne kadar İbn Abdilberr "buradaki hafif abdest almaktan maksad, istilânı
mânâda abdest almak değil, sözlük anlamında temizlik yapmak, eli yüzü yıkamaktır,"
demişse de, Buhârî'nin rivayet ettiği "küçük abdestini bozdu, sonra ben abdest suyunu

döktüm, hafifçe abdest aldı"^^ anlamındaki hadis-i şerif, Resul-i Ekrem'in dağ yo-
lunda aldığı abdestin, abdest organları birer kere yıkanarak alman bir abdest olduğunu
ve buradaki abdest kelimesinin sözlük anlammda değil, istilânı anlamda kullanıldığını
ifâde eder.

"Namaz ileridedir" sözü, "namazı Müzdelife'de kılacağım" demektir. Akşam namazı
kıldıktan sonra halkın develerini çöktürmeleri daha önce de ifâde ettiğimiz gibi
hayvanlara olan merhametlerinden ileri gelmiştir. Bu da gösteriyor ki, Müzdelife'de
akşam namazıyla yatsı namazını birleştirerek kılarken iki namaz arasında kısa süreli
olmak şartıyla bir işle meşgûlı olmak söz konusu namazların sıhhatine zarar vermez.
1 92 1 numaralı hadis~i şerifte "halkın develerini çöktürmesinden sonra yatsı namazına
durulup namazdan sonra develerin yüklerini indirilmesi'nden bahsedil-memesinde
Rasûl-i Ekrem'in bu namazlarda kıraati kısa kestiğine bir işaret vardır. Çünkü ashabm
develere olan merhameti develerin. namaz süresince ayakta durmalarına dahi müsaade
etmediğine göre bu merhametin, develerin uzunca sürecek olan bir namaz boyunca
yük altında kalmalarına asla müsaade edemeyeceği aşikârdır. Ancak kıraatin çok kısa
olacağını ve dolayısıyla namazın kısa süreceğini bildikleri için develerin namaz
bitinceye kadar yük altında kalmalarında bir sakınca görmemişlerdir.
İki namaz arasında başka bir namazın kılmmadığmdan bahsedilesi, bu namazları sanki
bir namaz gibi arka arkaya ve ara vermeden kılmanın vâcib olduğunu gösterir. Çünkü
eğer bu iki namaz arasında başka bir namaz kılmak bu namazların sıhhatine zarar
vermeseydi, Resul-i Ekrem müekked olan sünnetleri iki namaz arasında kılmayı terk

etmezdi.

Bazı Hükümler

1. Müzdelife'de birleştirilerek yatsı vaktinde kılman akşam ile yatsı namazlarını
Muzdelıfe dışında kılmak caiz değildir. Eğer kılınacak olursa iadesi gerekir. Çünkü
metinde geçen "namaz ileridedir" sözü, bunu ifâde eder. Biz bu konudaki ayrıntıları
1 92 1 numaralı hadisin şerhinde açıkladığımızdan burada tekrara lüzum görmüyoruz.

2. Müzdelife'de akşam namazı ile yatsı namazı birleştirilerek kılınırken iki namaz
arasında kısa süreli bir iş yapmak bu namazların sıhhatine bir zarar vermez.

3. Müzdelife'de kılman söz konusu namazlar için sadece bir ikâmetle yetinilebilir.
Yeni kavlinde İmam Şafiî ve İmam Ahmed de bu görüştedirler. Diğer mezhep
imamlarının bu konudaki görüşlerini 1906 numaralı hadisin şerhinde açıklamış



bulunmaktayız.



1925/1. ...Yâkub b. Asım b. Urve, eş-Şerîd (r.a.)'ı şöyle derken işitmiştir: Ben
(Arafat'tan Müzdelife'ye) Resûlullah (s. a.) ile birlikte gittim. Müzdelife'ye varıncaya

kadar ayağı hiç yere değmedi.
Açıklama

Ebû Dâvûd nüshalarının pek çoğunda bulunmayan bu hadis Resul-i Ekrem'in
Müzdelife'ye varıncaya kadar hiç

hayvandan inmediğini ifâde ediyor.



64. Müzdelife'de Namaz



Arafat'tan sonra ikinci bir vakfe için halkın toplandığı bir yer olması bakımından
Müzdelife'ye "cem"' adı da verilir. Burası-vaktiyle Ebrehe ordusu'nun fillerinin
geçmekten âciz kaldığı, tehassür ve nedamete uğradığı "Muhassır" denilen yerden
başlayan, doğuda ise iki dağ arasında bir yoldan ibaret olan ve "Mi'zemeyn vadisi"
denilen yere kadar uzanan 4 km. uzunluğunda bir yerdir. Müzdelife'de "Kuzeh dağı"
üzerinde Meş'ar-ı Haram denilen ve zirvesinde "mîkâde" adı verilen bir tepe vardır.

Müzdelife'de yapılan vakfenin Meş'ar-i Haram yakınında yapılması sünnettir.

1926. ...Abdullah b. Ömer'den rivayet olunduğuna göre, Resûlullah (s. a.) akşam ile
yatsı namazlarını Müzdelife'de birlikte kılmıştır.



Açıklama



Bu hadis-i şerif Müzdelife'de akşam ile yatsı namazlarını birleştirerek kılmanın meşru
olduğuna delâlet etmektedir. İki namazı bu şekilde birinin vakti geçtikten sonra
kılmaya "cem-i te'hîr" denir.

Hanefî mezhebine göre, hacda Arafe günü akşam ile yatsı namazlarını bir ezan ve
kametle, yatsı vakti girdikten sonra Müzdelife'de cem-i te'hîr ile kılmak vâcibtir. Cem-
i te'hîrin yapılabilmesi için-de şartlar vardır:

a. Hac İçin ihrama girmiş olmak;

b. Arafeyi bayrama bağlayan gece Müzdelife'de olmak,

c. Yatsı vakti girmiş olmak.

Cem'-i te'hirde cemaat şart değildir. Cemaatle kılanların cem yapmaları vâcibdir.
Birlikte kılman söz konusu iki namaz arasında başka bir namaz kılınması mekruhtur.
Bu bakımdan akşam namazının sünnetiyle yatsının ilk sünneti kılınmaz. Sevrî ile
Dâvûd-ı Zâhirî'ye göre de bu iki namazm birleştirilerek kılınması vâcibtir. Bunlarm
dışında kalan diğer ule-ma'ya göre ise, sözü geçen namazları Müzdelife'de
birleştirerek kılmak sünnettir. Daha önce de ifâde ettiğimiz gibi Hanefî ulemâsından
Ebû Yûsuf ile imam Şafiî ve İmam Ahmed'e göre bu namazları birleştirerek kılmanın
sebebi müsafırlik olduğundan, dinen müsâfır sayılmayan bir kimsenin bu namazları



bileştirerek ve kısaltarak kılması caiz değildir. Bunların dışında kalan ilim adamları
içinse bu namazları kısaltarak ve birleştirerek kılmanın şartı müsafırlik (yolculuk)
değil, hac için ihrama girmiş olmaktır. Çünkü Resul-i Ekrem (s. a.) Müzdelife'de bu
namazları kısaltarak ve birleştirerek kılarken müsâfir olanlarla olmayanı
ayırdetmemiştir. Eğer müsafirlik şartı aransaydı, Resûl-i EKrem'in bu durumu

açıklaması icab ederdi.

1927. ...(Önceki hadis aynı) senediyle ve manasıyla Zührî'den de rivayet olunmuştur.
İbn Ebî Zi'b dedi ki:

(Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem bu namazları) birer ikâmetle birleştirerek kıldı.
Ahmet (b. Hanbel) dedi ki:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) her'(iki) namazı birtek ikâmetle kıldı. 1-^8]



Açıklama



Bu hadis Buhârî ile Nesâî'de; "Peygamber (s. a.) akşam ile yatsıyı Müzdelife'de her
biri için bir ikâmet getirtip birleştirerek kıl(dır)dı. Aralarında ve arkalarında nafile
bir namaz kılmadı şeklindedir. Bu hadisle ilgili açıklama bir önceki hadisin şerhinde

■ 15091
geçmiştir.- 1 1

1928. ...(Bir önceki hadisin) mânâsı Hammâd'dan da (rivayet olunmuştur. Hadisi
rivayet eden Şebâbe b. Süvâr) dedi ki:

(Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellem akşam ve yatsı namazlarını) her birisi için bir
ikâmet getirip birleştirerek kıldı. Birincisi için ezan okunmadığı gibi hiç birisinin
arkasında tesbihât da okumadı.
Mahled (de şöyle) dedi:

Onlardan hiçbirisi için ezan okumadı.



Açıklama

"Birincisi için ezan okumadı" sözünden maksat Müzdelife'de yatsı namazı ile
beraber kılman akşam namazı için ezan okumadığını dolayısıyla söz konusu
namazların ezansız kılındığını ifâde etmektedir. Çünkü ilk defa eda edilen akşam
namazı için ezan okunmayınca onun arkasından kılman yatsı için de okunmadığını
söylemeye lüzum yoktur. Zira ezan okunmuş olsaydı, ilk kılınacak olan akşam

namazından önce okunurdu. ^ ^



Bazı Hükümler



1. Müzdelife'de birleştirilerek kılman akşam ve yatsı namazları için sadece bir
ikamet getirilir, ezan okunmaz. Ancak bu hadis "Resûl-i Ekrem'in Veda Haccmda
Müzdelife'de akşam namazı ile yatsı namazını bir ezan ve iki ikâmetle birleştirerek
kıldığım" ifâde eden 1905 numaralı hadise aykırı olur. Bilindiği gibi manası olumlu
bir hadis, olumsuz anlam taşıyan hadise tercih edildiğinden 1905 numaralı hadis bu



hadise tercih edilir.

2. Birleştirilerek kılman namazlar peşi-peşine edâ edilir, aralarında başka bir namaz
kılınmaz. Bu hususta ulemâ ittifak etmiştir. Yalnız namazların bu şekilde kılınması
şart mıdır, değil midir? meselesi ihtilaflıdır. Şâfiîlere göre, sünnettir. Bazılar ma göre
de şarttır, fakat cem-i takdim sünnetiyle Arafat'ta kılman öğle ve ikindi namazlarını
aralıksız olarak peşi-peşine kılmak şarttır. Bu konuda ittifak vardır. Şafiî mezhebine
göre hacda akşamla yatsı namazını Arafat'ta akşam namazı vaktinde birleştirerek
kılmak caiz olduğu gibi, Müzdelife yolunda veya herhangi bir yerde birleştirerek
kılmak veya her ikisini de kendi vaktinde kılmak da caizdir. Lâkin Müzdelife'de yatsı

vaktinde birleştirerek kılmak daha faziletlidir.^^ Bu mevzuyu 1921 numaralı

hadisin şerhinde açıkladık.^

1929. ...Abdullah b. Mâlik'den; demiştir ki: İbn Ömer'le beraber (Müzdelife'de) akşam
namazını üç (rekat), yatsıyı da iki rekat olarak (birleştirip) kıldım. Mâlik b. el-Hâris
Abdullah b. Ömer'e:
Bu namaz da nedir? dedi. O da:

Ben bunları Resûlullah (s.a.)'le birlikte burada (bu şekilde) bir ikâmetle kıldım, diye

_ r [514]
cevap verdi.- 1 1

Açıklama

Bu hadis Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde; "Abdullah b. Ömer'e Hâlid b Mâlik dedi

ki:" şeklinde rivayet edilmiştir.^ Ebû Davud'un rivayetinde "Mâlik b. el-Hâris"
diye geçen bu zat, Hz. İbn Ömer'e "Bu namaz da nedir?" diye sormakla akşam
namazıyla yatsı namazının bir ikâmetle birleştirilerek kılınmasını yadırgadığını ifâde
etmek istemişse de Hz. İbn Ömer sözü geçen namazları bu şekilde kılmanın Resûl-i

Ekrem'in sünnetiyle sabit olduğunu söyleyerek onu ikna etmeye çalışmıştır.^



Bazı Hükümler



1. Hacı adayları Müzdelife'de akşamla yatsı namazlarım yatsı namazı vaktinde akşam
namazından önce getirecekleri bir ikâmetle birleştirerek kılarlar. İmam Şevrî ile İmam
Ahmed bu görüştedirler. Ancak bir önceki hadisin şerhinde de ifâde ettiğimiz gibi
sözü geçen namazların bir ezan iki ikâmetle kılındığını ifâde eden 1905 numaralı
hadis-i şerif bu hadise tercih edilir. Çünkü 1905 numaralı hadis bu hadiste olmayan
bazı fazlalıkları ihtiva etmektedir. Sika râvilerin rivayet ettikleri ilâveler makbuldür.
Ayrıca 1905 numaralı hadis müsbettir. Bu hadis ise bir ezan ile ikinci bir ikâmetin
varlığını nefyetmektedir. İsbat hadisleri Nefy hadislerine tercih edilir

2. "Akşam namazını üç, yatsıyı da iki rekat olarak kıldım" sözü bir hacı adayının
dinen müsâfir sayılamayacak kadar kısa bir yolculuğa çıkmış bile olsa, bayram gecesi
Arafat'ta akşamla yatsıyı birleştirerek kılacağına işarettir. İmam Mâlik ile Evzâî ve İbn
Uyeyne'nin görüşü budur. Sözü geçen imamlara göre bir hacı adayı mukim olmadıkça
Minâ'da, Mekke'de, Müzdelife'de ve Arafat'ta dört rekatlı namazları kısaltarak kılar.
Çünkü onlara göre buralarda sözü geçen namazları kısaltarak kılmanın sebebi



yolculuk değil, hac veya umre için ihrama girmiş olmaktır. Delilleri ise konumuzu
teşkil eden hadis-i şerif ile İbn Ömer (r.a.)'den rivayet olunan şu hadis-i şeriftir:
"Resülullah (s. a.) Minâ'da namazı iki rekat kıldı, ondan sonra Ebû Bekir, Ebû
Bekr'den sonra Ömer ve hilâfetinin ilk zamanlarında Osman da hep ikişer rekat
kıldılar. Bir müddet sonra Osman, dört rekat kılmağa başladı, ibn Ömer imamla kıldığı

vakit dört, yalnız kıldığında iki rekat kılarmış."^^

İbn Mesud (r.a.)'da şöyle dermiş: "Ben Resülullah (s.a.)'la Minâ'da namazı iki rekat
kıldım. Ebû Bekr es-Sıddîk' ile Minâ'da namazı iki rekat kıldım. Ömer b. Hattâb'la da

Minâ'da namazı iki rekat kıldım"^ ^ Bu hadisle ilgili olarak İmam Tirmizî şunları
söylüyor: "İlim adamları Mek-kelilerin Minâ'da namazı kısaltmaları meselesinde
ihtilâf ettiler. Bazı ilim adamları şöyle diyorlar: "Mekkeliler için Minâ'da namazı
kısaltmak yoktur. Minâ'da ancak seferi olanlar (namazı kısaltabilirler)" Bu İbn Cüreyc,
Süfyan es-Sevrî, Yahya b. Said el-Kattân, Şafiî, Ahmed ve İshak'm görüşüdür. Kimi
ilim adamları da şöyle diyorlar: "Mekkelilerin Minâ'da namazı kısaltmalarında bir
sakınca yoktur" el-Evzaî, Malik, Süfyan b. Uyeyne ve Abdurrahman b. Mehdi de bu

görüştedir.

İbnu'l-Münzir'e göre kısa yoldan gelen kimselerin buralarda dört rekatlı namazları
kısaltarak kılmalarının hikmeti, Allah'ın buralarda bulunan kullarına özel olarak
lütufta bulunması ve fazlu ihsanını izhar etmesidir. Allah teâlâ bu özel lütfunun bir
neticesi olarak buralarda bulunan kullarının kısa yolculuklarını bile uzun yolculukmuş
gibi kabul etmiş ve buralara gelen kişilerin yolculuklarım, başlı başına üç ayrı
yolculuk olarak değerlendirmiştir:

a. Arafat bölgesinden olup da Müzdelife'ye gelenlerin yolculuğu çok kısa olmasına
rağmen, dört rekatli namazları iki rekat olarak kılmayı gerektiren sefer kadar uzun
olduğu kabul edilmiştir.

b. Müzdelife halkının Minâ'ya olan kısa yolculuğunu da sefer uzunluğunda kabul
etmiştir.

c. Mina'dan Mekke'ye kadar olan yolculuğu da kasr mesafesinde kabul etmiştir. Çünkü
hac için buralara gelen kimseler Allah'ın özel konukları olduklarından hepsi aynı
derecede ikrama lâyıktırlar.

Hanefî ulemasıyla İmam Şafiî ve İmam Ahmed'in de içlerinde bulunduğu cumhûr-ı
ulemâya göre ise kasr mesafesinde bulunan memleketlerden gelen hacılar sözü geçen
yerlerde dört rekatli namazları iki kılarlar. Daha kısa mesafelerden gelen yolcular ise,
bu namazları tam kılarlar. Bir başka ifadeyle, sözü geçen ulemâya göre bu namazların
iki rekât mı, dört rekât mı kılınacağı konusunda katedilmesi gereken mesafe, hac
yolculuğuyla diğer yolculuklar bakımından fark etmez. Hepsi aynı hükme tâbidir.
Bunlara göre Resul-i Ekrem (s.a.)'in Veda Haccmda dört rekatli namazları ikişer rekat
olarak kılmasının sebebi şer'an müsâfir olmasıdır. Nitekim Müslim'in rivayet ettiği şu
hadis-i şerif de bunu ifâde etmektedir: Biz Resülullah ile birlikte Medine'den
Mekke'ye (doğru yola) çıktık da Resülullah (s. a.) dönünceye kadar namazları ikişer
rekat kıldı. (Yahya dedi ki:) Enes'e:
Resülullah (s.a.) Mekke'de ne kadar kaldı? diye sordum da:

On gün, diye cevap verdi.

İmam Nevevî'ye göre ise, Resülullah (s.a.)'in bu hadisteki on günlük ikâmetinden
maksat sadece Mekke'deki ikâmeti değildir. Bu ikâmete Mekke ciyannda bulunan



yerlerdeki ikâmet de dahildir ve bu ikâmetle kastedilen Veda Haccmdaki ikâmetidir.
Çünkü Resûl-i Ekrem (s.a.) Veda Haccmda Zihhiccenin dördüncü günü Mekke'ye
gelmiş 5, 6, 7. günlerde orada kalmış Zilhicce'nin 8. günü de Mekke'den Minâ'ya 9.
günü Minâ'dan Arafat'a, onuncu günü de Müzdelife'den Minâ'ya hareket etmiş 10. 11.
ve 12. günleri Minâ'da ikâmet etmiş, 13. günü de Mekke'ye 14. günü de Mekke'den
Medine'ye hareket etmiştir. İşte bunların toplamı on gün eder. Resûl-i Ekrem bu
günlerde dört rekatli namazları ikişer rekat olarak kılmıştır. Öyleyse sefere çıkan bir
kimse bir yerde dört günden daha az kalmaya niyy'et ederse, 4 rekatli namazların

ikişer rekat olarak kılar. Giriş ve çıkış günleri de ikâmet günlerinden sayılmaz.
Şafiî ulemâsından İmam Nevevî'nin de bu sözlerinden anlaşıldığı gibi seferde dörtlü
namazların ikişer rekat olarak kılınıp kıhnmaması meselesinde, belli bir mesafenin
katedilmiş olması şartının aranması hususunda hac yolculuğuyla diğer yolculuklar
arasında bir fark yoktur. Bu görüşte olan ilim adamlarına göıe Resûl-i Ekrem'in
Arafat'ta ve Mekke'de dörtlü namazları ikişer rekat olarak kıldırırken Arafat ve
Müzdelife halkına namazlarını tam kılmalarını ihtar etmemesinin sebebi de budur.
Nitekim Mekke'nin fethi günü Mekke-lilere yaptığı bir konuşmasında bu hususu
açıkça ifâde etmiştir. Şöyle ki; İmrân b. Husayn'dan rivayet edildiğine göre, Hz.
Peygamber Fetih yılında Mekke'de kaldığı sürece namazlarını ikişer rekat olarak
kılmış ve; "Ey Mekkeliler, siz namazlarınızı dörder rekat olarak kılınız. Biz

[5221

(Medîneliler) seferi bir cemaatiz" buyurmuştur.- 1 1

1930. ...Said b. Cübeyr ile Abdullah b. Mâlik'den; demişlerdir ki: Biz akşam
namazıyla yatsı namazını İbn Ömer ile birlikte Müz-delife'de bir ikâmetle
(birleştirerek) kıldık.

(Daha sonra bu hadisi Ebû Davud'a nakleden Muhammed b. Süleyman, önceki)

[5231

Muhammed b. Kesir hadisinin mânâsını rivayet etti.

Açıklama

Bu hadisin Müslim'deki metni şu anlamdadır: "İbn Ömer'le birlikte Arafat'tan
döndük Müzdeüfe'ye gelince bize akşamla yatsıyı bir ikâmetle kıldırdı, sonra
namazdan çıktı ve;

[5241

Bu yerde Resûlullah (s.a.) bize bu şekilde namaz kıldırdı, dedi. MJ 1 Bu hadisle ilgili

açıklama daha önceki hadîsin şerhinde geçti.^^

1931. ...Said b.Cübeyr'den; demiştir ki: İbn Ömer'le birlikte (Arafat'tan Müzdelife'ye)
hareket etmiştik. Müzdelife'ye varınca akşam ve yatsı namaz(lar)im bize bir ikâmetle
üç ve iki (rekat) olarak kıldırdı. Namazdan çıkınca: "Burada Resûlullah (s.a.) bize bu

şekilde namaz kıldırdı" dedi.^^
Bazı Hükümler



1. Seferde akşam namazı kısaltılamaz. Bunda icmâ vardır.



2. Seferde dört rekatlı namazları kısaltarak kılmak daha faziletlidir.



1932. ...Seleme b. Küheyl dedi ki: Ben Said b. Cübeyr'in Müzdelife'de ikâmet getirip
akşam namazını üç rekat, sonra yatsıyı iki rekat olarak kıldığım gördüm. (Said b.
Cübeyr namazdan) sonra da şöyle dedi:

Ben İbn Ömer'i burada böyle yaparken ve; "Ben Resûlullah (s.a.)'i burada böyle
yaparken gördüm" derken gördüm.^^

Açıklama

Bu hadis Müzdelife'de akşam namazıyla yatsı namazının bir ikâmetle yatsı namazı
vaktinde birleştirilerek ve yatsı namazının kısaltılarak kılınacağını ifâde etmektedir.

T5291

Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 1929 numaralı hadisin şerhinde verilmiştir. J 1

1933. ...Süleyman (b. el-Esved)'den; demiştir ki: Arafat'tan Müzdelife'ye İbn Ömer'le
birlikte gitmiştim. (Müzdelife'ye kadar) yorulmadan tekbir ve tehlüe devam etti.
Nihayet Müzdelife'ye gelince, ezan okudu ve kamet getirdi. -Yahut da bir adam emir
verdi de o ezan okudu ve kamet getirdi- (ve İbn Ömer) bize üç rekat olarak akşam
namazını kıldırdı, sonra bize dönüp "(şimdi yatsı) namaz(ı)" dedi ve bize yatsıyı iki
rekat olarak kıldırdı. (Namazdan) sonra akşam yemeğini istedi. (Bu hadisi Süleym'den
nakleden Eş'as b. Sü-leym) dedi ki: Babamın bu hadisinin bir benzerini bana İbn
Ömer'den İlâç b. Amr de nakletti. ( İlâç) dedi ki: Bu (namaz) hakkında İbn Ömer'e
(bazı sorular) soruldu da; "Ben Resûlullah (s. a.) ile böyle kıldım." diye cevap verdi.
T5301



Açıklama

Tekbîr: Kelime olarak "ululamak" demektir. İstılahta ise, "Allahu ekber, Allahu
ekber, lâilâhe illallahu vellahu ekber, Allahu ekber, velilâhi'l-hamd" cümlesini
okumak demektir. Tehlîl: Kelimesi de bir terim olarak "Lâilâhe illallahu vahdehû lâ
şerike leh Iehu'l-mulku ve lehu'l-hamd ve huve alâ külli şey'in kadir" cümlelerini
okumak demektir.

İbn Ömer'in akşam namazını kıldırdıktan sonra "namaz" demesi iki anlamdadır:

a. Şimdi de yatsı namazını kılınız.

b. Şimdi de yatsı namazı vakti geldi.

Hz. İbn Ömer'in sadece "namaz" demekle yetinmesi, yatsı namazı için ayrıca bir ezan
ve ikâmete lüzum olmadığını gösterir.

Musannif Ebû Dâvûd, hadîsin sonuna Eşâs'm, bu hadisin bir benzerini bir de İlâç b.
Amr'dan rivayet ettiğini ifade eden bir ta'Iik ilâve etmekle, bu hadisin başka
rivayetlerle takviye edildiğini ifâde etmek istemiştir.

Hz. İbn Ömer'e bu namaz hakkında sorulan sorulardan maksat, Müzdelife'de yatsı
vaktinde birleştirilerek kılman akşamla yatsı namazlarının tekbîr "ezan ve ikâmetle
kılmmalarıyla ilgili sorulardır. Hz. İbn Ömer, "Ben bu namazları Resûlullah'la birlikte

bu şekilde kıldım" diyerek bu konudaki kesin hükmünü ve delilini açıklamıştır.^ ^



Bazı Hükümler



Akşam namazı ile yatsı namazı Müzdelife'de bir ezan ve bir kametle birleştirilerek
yatsı namazı vaktinde kılınır. Nitekim Hanefî mezhebinde de meşhur olan görüş
budur. Ancak bu hadis bu konuda İbn Ömer'den rivayet edilen ve Resûl-i Ekrem'in
Müzdelife'de bu namazları ezansız olarak sadece bir ikâmetle birleştirerek kıldığını

ifâde eden sahih hadislere aykırıdır.

Ayrıca bu hadis Resûl-i Ekrem'in, akşamla yatsıyı Müzdelife'de bir ezan, iki kametle
birleştirerek kıldığını ifâde eden 1905 numaralı Câbir hadisine de aykırıdır. Bu sebeple
Hanefî ulemâsından İmam Tahâvî, İbn Ömer'den gelen bu hadislerin arasını
uzlaştırmanın mümkün olmadığını bir başka tabirle bu hadislerin muzdarib olduğunu
söyleyerek bu konuda "Resul-i Ekrem'in sözü geçen namazları bir ezan ve iki ikâmetle
birleştirdiğini" ifâde eden 1905 numaralı hadis-i bunlara tercih. ettiğini ifâde etmiştir.
f5331

1934. ...îbn Mesûd (r.a.)'dan; demiştir ki: Ben Resûlullah (s.a.)'in namazı(nı) namaz
vaktinin dışında kıldığını görmedim. Yalnız Müzdelife'deki müstesna. Çünkü orada

akşamla yatsıyı birlikte kıldı. Ertesi gün sabah namazını da vaktinden önce kıldı. ^
Açıklama

Metinde geçen "sabah namazını da vaktinden önce kıldı" sözünden maksat, sabah
namazını çok erken yani alaca karanlıkta kıldı, demektir. Yoksa "vakti girmeden Önce
kıldı" demek değildir. Çünkü hiç bir namaz, vakti girmeden kılınamaz. Bunda icma
vardır.

Nitekim şu hadis-i şerifde buna delâlet eder: Abdullah b. Mesûd'la birlikte Mekke'ye
sonra Müzdelife'ye geldik. Akşamla yatsı namazlarından her birini başlı başına birer
ezan ve ikâmetle kıldı ve bu iki namazın arasını akşam yemeğiyle ayırdı. Bundan
sonra İbn Mesud Şafak söktüğü sırada (çok erken) sabah namazını kıldı. Öyle ki
kimisi, sabah oldu, kimi de olmadı diyordu. Sonra Abdullah b. Mesud Resûlullah
(s.a.)'in, "Akşamla yatsıdan ibaret olan bu iki namaz Müzdelife'de (normal) vakitlerin-
den tahvil edilmişlerdir. Sakın halk yatsı vakti girmedikçe Müzdelife'ye gelmeye
çalışmasın. Sabah (namazının vakti)de (şafağın söküşüne işaret ederek) "şu saattir"

buyurduğunu haber verdi. Buhârî'nin bu hadisinde "Kimisi sabah oldu,

diyordu..." cümlesi "sabah namazım sabah olur-olmaz, alaca karanlıkta kıldı"

anlamına gelmektedir. '
Bazı Hükümler

1. Müzdelife'de akşam namazıyla yatsı namazını yatsı namazı vaktinde birleştirerek
kılmak meşrudur. Bunda icmâ vardır,

2. Müzdelife'de bayram günü sabah namazını fecr doğar-doğmaz, alaca karanlıkta
kılmak sünnettir. Bunda da icmâ' vardır.



İmam Nevevî'nin beyânına göre bu hadis "bayram günü Müzdelife'de kılman sabah
namazının dışında diğer sabah namazlarının ortalık aydınlanınca kılınması
müstehabtır" diyen İmam Ebû Hanife'yi destekleyen bir delildir. Ulemânın büyük
çoğunluğuna göre ise, senenin bütün günlerinde sabah namazını alaca karanlıkta
kılmak kuvetli bir müstehabdır.

Çoğunluğu teşkil eden ulemâya göre Hz. Peygamber' in diğer günlerdeki sabajı
namazını Müzdelife'de kılman sabah namazına nisbetle geciktirerek kılmasından
maksat ortalık ağarmcaya kadar geciktirerek kılması demek değildir. Çok kısa bir süre
beklemesi ve yine de alaca karanlıkta kılması demektir. Çünkü bayram günü
cemrelere taş atma, kurban kesme, traş olma, Beyt-i Şerifi tavaf etme gibi menâsikin
ifası gerektiğinden Resul-i Ekrem Bayram günü Özellikle Müzdelife'de sabah
namazını fecr doğar doğmaz kılmakta son derece acele etmiştir.
Hanefî ulemâsına göre bu hadis Arafat ve Müzdelife'nin dışında diğer yolculuklarda
iki namazı birleştirerek kılmanın caiz olmadığına delâlet etmektedir. Çünkü İbn
Mesûd (r.a.) Resûl-i Ekrem'den hiç ayrılmayan bir sahabî olarak, "Hz. Peygamber'in
Arafat ve Müzdelife'nin dışında hiçbir namazı vaktinin dışında kılmadığını" ifâde
ediyor. Ulemânın büyük-çoğunluğuna göre ise, dinen sefer kabul edilen diğer
yolculuklarda da iki namazı birleştirerek kılmak caizdir. Her ne kadar Hanefî ulemâsı
İbn Me-sud hadisinden diğer yolculuklarda iki namazı birleştirerek kılmanın caiz
olmadığı hükmünü çıkarmışlarsa da, aslında onların çıkardığı bu hüküm hadisin
lafzından değil, mefhumundan çıkarılmıştır. Oysa lâfızları diğer seferlerde de iki
namazı birleştirerek kılmanmcâiz| olduğunu] ifade eden pek çok sahih hadis vardır ve
lâfızla mefhum arasında bir çelişki bulunduğu zaman, lâfız mefhuma tercih edilir.
Ayrıca Arafat'ta öğle ile ikindi namazlarını birleştirerek kılmanın caiz olduğunda icmâ
bulunduğundan Hanefî ulemâsının dayanağı olan İbn Mesud hadisinin zahiri mânâsı

terk edilmiştir.

1935. ...Ali (r.a.)'den; demiştir ki: Peygamber (s. a.) (Müzdeli-fe'de) sabahladı ve
(orada) Kuzeh (denilen yer)de vakfe yaptı ve;

"Burası Kuzeh' dir ve vakfe yeridir. Müzdelife(nin) de her tarafı vakfe yeridir!"
buyurdu. (Minâ'ya varınca da şöyle buyurdu);

"Ben kurbanı şurada kestim. Minâ(nm) her tarafı kesim yeridir. Binaenaleyh

T5381

(kurbanlarınızı) konak yerlerinizde kesiniz!" 1 1



Açıklama



Kuzeh: Mekke civarında Müzdelife'nin sonunda Meş'ar Haram'm yakınında bir
tepedir. Bir görüşe göre Meş'ar-ı

Haramla Kuzeh aynı yerdir. Hacıların Müzdelife'dekı vakfeyi burada yapmaları daha
faziletlidir. Çünkü Hz. Peygamber vakfesini burada yapmıştır. Ancak Ebrehe
ordusunun hazimete uğradığı yer olan Muhassar vadisinde vakfe yapılamaz. Çünkü
burası Müzdelife'den değildir.

Minâ sınırlan içerisinde kalan her yerde kurban kesmek caizdir. Ancak Minâ
mescidinden sonra gelen Cemre-i Ula yanında kesmek daha faziletlidir. Çünkü Resûl-i

T5391

Ekrem Efendimiz kurbanlığını burada kesmiştir. J 1



Bazı Hükümler



1. Bayram sabahı Müzdelife'de yapılması vâcib olan vakieyı Kuzeh tepesinde yapmak
daha laziletlidir.

2. Müzdelife sınırları içerisinde kalan her yerde vakfe yapmak caizdir. Ancak
Muhassar vadisinde vakfe yapılamaz.

Nitekim Cübeyr b. Mutim'in rivayet ettiği; "Arafat'ın her tarafı vakfe yeridir. Fakat
Urane vadisi müstesna. Oradan uzaklasınız. Müzdelife'nin de her tarafında vakfe
yapılabilir. Ancak Muhassar vadisine yaklaşmayınız" anlamındaki hadis de bu gerçeği

te'yid etmektedir.

Müzdelife'de vakfe yapmanın hükmü hakkında ulemâ ihtilâf etmiştir. Şöyle ki:
Hanefî ulemâsıyla İmam Ahmed, İshâk ve Sevrî'ye göre, bayram günü fecrin
doğmasıyla güneşin doğması arasında Müzdelife'de bir süre vakfe yapmak vâcibdir.
Bu görüş, İmam Şafiî'den de rivayet edilmiştir. Çünkü Hz. Peygamberin tatbikatı bu
şekilde olmuştur ve Urve b. Müderris et-Tâî'nin rivayet ettiği şu hadis de bu görüşü
desteklemektedir: "Bizimle birlikte Müzdelife'de sabah namazım kılan, Minâ'ya
hareketimize kadar bizimle birlikte vakfe yapan ve daha önce gece veya gündüz

Arafat' da vakfesini yapıp da Minâ'ya gelen kimse haccmı tamamlamıştır. " ^ ^
Görüldüğü gibi bu hadiste haccm kabulü Müzdelife'de vakfeye bağlanmıştır. Bu
sebeble sözü geçen imamlar Müzdelife'de vakfe yapmanın vâcib olduğuna ve
terkinden dolayı kurban kesmek lâzım geldiğine hükmetmişlerdir.
İmam Mâlik'e göre ise, buradaki vakfe sünnettir. Terkinden dolayı herhangi bir ceza
lâzım gelmez. Esasen Şafiî mezhebinde meşhur olan görüş de budur. Hanefî
ulemâsından Kâsânî de hanefî ulemâsının bu konudaki görüşlerini şu sözlerle ifâde
ediyor: "Bizim Hanefî ulemâsı Müzdelife'de vakfe yapmanın hükmünde ihtilâf ettiler.

[5421

Bunlardan bazıları vâcib olduğunu söylerken Leys de farz olduğunu ileri sürdü. " J 1

Müzdelife'de yapılan vakfenin rüknü hac edenin burada isbat-i vücud etmesidir. Bu
konuda hacının uyanık olmasıyla uykuda olması arasında bir fark olmadığı gibi ayık
ve baygın olması arasında da bir fark yoktur. Hatta buraya başkası tarafından taşınarak
gelmesi ile kendi gelmesi arasında da bir fark yoktur. Zira burada vakfe yapmak için
niyet şartı yoktur. Müzdelife'de durmaksızın geçip gitmek de vakfe yerini tutar.
Müzdelife'de vakfe yapan bir kimse için şunlar sünnettir:

a. Gecenin yarısından sonra vakfe için yıkanmak, su yoksa teyemmüm etmek ve bu
geceyi çeşitli ibâdetlerle ihya etmek,

b. Vakfeyi zaman kazanmak için sabah namazını kılmakta son derece acele etmek.
(Nitekim 1934 numaralı hadis de bunu ifâde etmektedir.)

c. Vakfeye,Meş'ar-i Haram'm yanındaki Kuzeh tepesi üzerinde ve kıbleye karşı
yönelip dua, zikir ve telbiye'de bulunarak yapmak. Nitekim "Müz-delife'ye vardı,
sabah olunca bir ezan ve bir kaametle sabah namazını kıldı. Sonra Kasva'ya binerek
Meş'ar-i Haram'a geldi. Kıbleye karşı dönerek Allah'a dua etti. Tekbîr getirdi, tehlîl ve
tevhîdde bulundu ve ortalık iyice aydmlanmcaya kadar vakfeye devam etti. Sonra
güneş doğmadan yola düştü" anlamındaki 1905 numaralı hadis-i şerifte bunu ifade
ediyor. Burada okunacak dualardan biri de şudur:

Ey Allah'ım, bize buralarda vakfe yapmayı ve buraları görmeyi nasip ettiğin gibi bize



öğrettiğin şekilde seni zikretmeyi de nasib eyle ve bize "Arafat'tan indiğinizde, Allah'ı
Meşar-i haram'da anın, Onu size gösterdiği şekilde zikredin. Nitekim siz önceleri hiç
şüphesiz sapıklardandınız. Sonra insanların toplu olarak akın ettiği yerden siz de akın

edin. Allah'-dan mağfiret dileyin. Allah bağışlar ve merhamet eder"^"^ diyerek
ettiğin va'de uygun bir şekilde merhamet et!" diye duâ eder ve bol bol; duasını okur.
[544]



1936. ...Câbir (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Ben Arafat'ta şurada vakfe yaptım. Arafat'ın her tarafı vakfe yeridir. Müzdelife'de
şuracıkta vakfe yaptım. Müzdelife'nin de her tarafı vakfe yeridir. (Kurbanı) şurada
kestim. Minâ'nm her tarafı kesim yeridir. Binaenaleyh (kurbanlarınızı) konak

yerlerinizde kesiniz!



Açıklama



Resûl-i Ekrem (s.a.) Arafat'ta iken halka Cebel-i Rahme'nin eteğinde bulunan kayaları
göstererek; "Ben vakfeyi işte şurada yaptım. Bununla beraber Arafat'ın her tarafında
vakfe yapılabilir" buyurmuştur. Ancak daha önce de açıkladığımız gibi Arafat sınırlan
içerisinde kaldığı halde Arafat'tan sayılmayan Urane vadisinde vakfe yapmak caiz
değildir. Çünkü imam Mâlik'in dışında mezheb imamlarından hiçbirisi orayı Arafat'tan
saymamışlardır. Resûl-i EKrem Efendimiz Müzdelife'de Kuzeh tepesini göstererek;
"İşte ben vakfeyi şuracıkta yaptım. Fakat Müzdelife'nin her tarafında vakfe
yapılabilir" buyurmuştur. Ancak bir önceki hadisin şerhinde tercümesini sunduğumuz

Cübeyr b. Mut'im hadisinde geçen; "Ancak Muhasser vadisine yaklaşmayınız"
cümlesine bakarak ulemâ, Muhasser vadisini Müzdelife'den saymamış ve orada vakfe
yapmanın caiz olmadığı hükmüne varmıştır.

Fahr-i Kâinat Efendimiz Minâ'da da kabe Cemresini göstererek; "Gerçi ben kurbanımı
burada kestim ama Minâ'nm her tarafında kurban kesilebilir. Siz şu anda Minâ sınırları
içerisinde bulunduğunuz için kurbanlarınızı bulunduğunuz yerde kesebilirsiniz."

buyurarak Minâ'nm istisnasız her tarafında kurban kesilebileceğini ifâde etmiştir.



Bazı Hükümler



1. Urane vadisinin dışında Arafat'ın her yerinde vakfe yapılabilir.

2. Muhasser vadisinin dışında Müzdelife'nin her tarafında vakfe yapılabilir.

3. Minâ'nm -istisnasız olarak- her tarafında vakfe yapmak caizdir. ^— ^

1937. ...Câbir b. Abdillah (r.al)'m haber verdiğine göre Resülullah (s.a.) şöyle
buyurmuştur:

"Arafat'ın her tarafı vakfe yeridir. Minâ'nm her tarafı kesim yeridir. Müzdelife'nin her
tarafı da vakfe yeridir. Mekke'nin her yolu (Mekke'ye giriş-çıkış için uygun) bir yoldur

ve kesim yeridir."



Açıklama



1886 numaralı hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi Mekke'ye girerken es-
Seniyyetü'I-Ulyâ denilen yukarı yoldan girmek, çıkarken de es-Seniyyetü's-Süflâ
denilen aşağı yoldan çıkmak daha faziletlidir. Bununla beraber Mekke'ye girip
çıkarken diğer yollardan girip çıkmak da caizdir. Hatta bütün bu yollarda kurban kes-
mek de caizdir. Çünkü buralar harem sınırları içerisindedir.



Bazı Hükümler



1. Mekke'ye girerken ve çıkarken Resul-i Ekrem' in gırdıgı ve çıktığı yolları takip
etmek daha taziletli olmakla beraber, diğer yollardan giriş ve çıkış yapmak da caizdir.

2. Her ne kadar Umre yapan kimselerin hedy kurbanlarım Merve'de kesmeleri daha
faziletli ise de Mekke'nin her tarafında kurban kesmek caizdir. Mirkatu'l-Mefâtlh'de
beyân edildiğine göre hac kurbanlarını kesmenin en faziletli olduğu yer Minâ'dır.

Umre kurbanlarının kesimi için en faziletli olan yer de Merve'dir^^

1938. ...Ömer b. el-Hattâb'dan; demiştir ki: Câhiliyye döneminin halkı Sebir (dağı)
üzerine güneşin doğduğunu görünceye kadar (Müzdelife'den) dağılmazlardı.
Peygamber (s. a.) onlara muhalefet ederek güneş doğmadan önce (Minâ'dan) hareket

etti.15521



Açıklama



Resûl-i Ekrem (s. a.) Allah'ın; "Ey iman edenler, mü'-mini eri bırakıp da kâfirleri dost

edinmeyin. Kendi aleyhinizde Allah'a apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?"
emrine sarılarak kâfirlere ait belirgin bir özellik taşıyan meselelerde ve genellikle dinî
bir karakter arz eden hususlarda onlara benzemekten son derece sakınmış ve; "sizler
karış-karış, adım, adım, sizden önceki toplumların yolunu izleyeceksiniz (Onlar bâtıl
inançlarından ilham alacak bu inançlarından kaynaklanan faiz müessesesi gibi sosyal
durumlan ve ahlâk dışı yaşayışları ölçü edineceksiniz). Hatta onlar (insanın
giremeyeceği küçük) bir keler deliğine girecek olsalar, bunların ardından

gideceksiniz. buyurarak ümmetini de sözü geçen hususlarda kâfirlere
benzemekten şiddetle sakıridirmıştır. Bu İslâmî esasın gereği olarak Peygamber (s.a.)
Müzdelife'den güneş doğmadan önce Minâ'ya hareket etmek suretiyle câhiliyye

döneminin müşriklerine muhalefet etmiştir. t^^J



Bazı Hükümler



1. Bayram sabahı hacıların Müzdelife'den Mina ya güneş doğmadan hareket etmeleri
meşru kılınmıştır.

2. Müzdelife'den Minâ'ya hareket etmek için ortalığın iyice ağarmasını beklemek
müstehabdır. Hanefîlerle, Şâfiîler, İmam Ahmed ve cumhûr-ı ulemâ bu görüştedir.
Çünkü 1905 numaralı hadis-i şerifte, "Resûlullah (s.a.) sabah olunca bir ezan ve bir



kametle sabah namazını kıldı, sonra Kasvâ'ya binerek Meş'ar-i Harama geldi Kıbleye
karşı dönerek Allah'a duâ etti, tekbîr getirdi, tehlîl ve tevhîdde bulundu ve ortalık iyice
aydmla-mncaya kadar vakfeye devam etti. Sonra güneş doğmadan yola düştü"
denilmektedir.

İmam Mâlik (r.a.); "Ortalık iyice aydınlanmadan Minâ'ya hareket edilir" demişse de
birinci görüşün daha isabetli olduğu açıktır.



65. Müzdilefe'den Dağılmakta Acele Etmek



1939. ...Ubeydullah b. Ebî Yezîd b. Abbâs'ı,şöyle derken dinlediğini haber vermiştir:
Ben Resûlullah (s.a.)'in Müzdelife gecesinde ailesinin zayıfları arasında önden

gönderdiklerindenim.



Açıklama



Resûl-i Ekrem Efendimiz Bayram gecesi Müzdelife'de iken kalabalığa tahammülü
olmayan kadınlara ve çocuklara ortalığın ağarmasını beklemeden Minâ'ya gidip sabah
namazım orada kılmalarına ve halk Akabe'de yığılmadan önce gidip orada, cemre-
lerini rahatça atmalarına izin vermiştir.

Hanefî ulemâsından Tahâvfnin rivayetine göre Atâ (r.a.) ihtiyarlayıp da acze düştükten
sonra devamlı böyle yaparmış.



Bazı Hükümler



Zavıflık, acizlik kalabalıkta telef olma veya arkadaşları bir daha bulamayacak şekilde
kaybetme tehlikesi gibi mazeretler sebebiyle bir kimsenin Müzdelife'de gecelemeyi
terk ederek sabah namazını Minâ'da kılması ve ortalık tenha iken Akabe Cemresini
taşlaması caizdir. Tîbî'ye göre acizlerin ye zayıfların önden gönderilmesi müstehabtır.

Zayıfların önden gönderilmelerine ruhsat bulunduğunda ittifak vardır İbn
Hazm'a göre ise, bu izin sadece kadınlara ve çocuklara aittir. Fakat hadisin zahirine
bakılırsa, kadınlar ve çocuklarla birlikte bu hükmün içerisine ihtiyarlar, âcizler ve

hastalar da girmektedir. ^ ^

1940. ...İbn Abbâs (r.a.)'tan; demiştir ki: Resûlullah (s. a.) Müzdelife gecesinde
Abdulmuttalib oğulları(ndan) biz(im gibi) çocukları (Minâ'ya) eşeklerle önden
gönderdi. (O esnada) uyluklarımıza hafifçe vurarak; "-Ey yavrularım, güneş

doğuncaya kadar Cemre(-i Aka-be)'ye (taş) atmayınız. diyordu.

Ebû Dâvûd dedi ki: (kelimesi) hafifçe vurmak demektir.



Açıklama



Burada "yavrularım" kelimesiyle çocuklar ve kadınlar kast edilmiştir. Çünkü bayram
gecesi Resul Ekrem'in Müzdelife'den erkence gönderdiği çocuklar arasında kadınlar



da vardı. Çocuklara hitab edilmiş, fakat tağlib yoluyla kadınlar da kast edilmiştir.



Bazı Hükümler

1. Çocukların ve kadınların sabahın olmasını beklemeden Müzdelife'yi terk edip Mma
ya gitmeleri caizdir.

2. Bayram günü güneş doğduktan sonra Akabe Cemresini taşlamak caizdir. Çünkü
güneşin doğmasıyla buraya taş atma vakti girmiş olur. Ancak bu konu ulemâ arasında

tartışmalıdır. Bu sebeple inşallah bu konuya 73 numaralı bâbta yine döneceğiz.

1941. ...İbn Abbâs (r.a.)'dan; demiştir ki: Resûlullah (s. a.) ailesinin zayıflarını gece
karanlığında (Minâ'ya) önden gönderirdi ve onlara güneş doğuncaya kadar Cemre(-i

Akabe)'ye taş atmamalarını emrederdi.
Açıklama

İbn Abbâs Resûl-i Ekrem'in gece yarısı Minâ'ya gönderdiği kadın ve çocuklara o anda
verdiği emri kelime kelime hatırlayamadığından bu emri mânâ olarak nakletmiştir.
r5661



Bazı Hükümler

1. Geceleyin ihtiyarlar ve çocuklar gibi zayıf kimselerin sabahın olmasını beklemeden
Mma ya hareket edip kalabalık çökmeden önce usûlüne uygun olarak Minâ'daki gö-
revlerine başlamaları caizdir.

2. Resûl-i Ekrem'den vârid olan bir hadisi kelime kelime nakletmmek mümkün
olmadığı zaman mânâ olarak nakletmek caizdir.

Manâyı koruyarak başka ifâde ve kelimelerle hadis nakletme konusu ulemâ arasında
tartışmalıdır. Şöyle ki:

a. Bazılarınca Hadisin mânâsına kelimeler arasındaki ince farklara, hadiste gözetilen
maksada tam manâsıyla âşinâ olmayan bir kimsenin hadîsi duyduğu gibi aynı ifâde ile
nakletmesi şart koşulmuş, aksi caiz görülmemiştir.

b. Bütün bunları iyiden iyiye bilen kimseye gelince:

Hadis, fıkıh ve usûl âlimlerinden çoğu, bunun da mânâ yoluyla hadis nakl etmesini
caiz görmemişlerdir.

İmam Mâlik Resûlullah'a nisbet edilen merfû hadislerde bunun caiz olmadığını,
başkalarında olabileceğini ileri sürmüştür.

Bazıları da ancak bir kelimenin başka bir kelimeyle yer değiştirebileceğini
söylemişlerdir.

Bütün bunlara rağmen, hadislerin manen rivayetinin caiz olduğu görüşünde olanlar da
vardır... Nitekim Ebû Said el-Hudrî şunları söylemiştir: "Hadis dinlemek için 8-10 kişi
Hz. Peygamberin etrafında oturur, onu dinlerdik. İçimizden ondan dinlediklerimizi
aynen tekrar eden belki iki kişi çıkmazdı. Fakat hepimizde tekrar ettiğimiz zaman
mânâlarda hiçbir fark olmazdı." Tanınmış tabiî el-Hasen el-Basrî kendisine; "Bugün



bize bir hadis rivayet ediyorsun, ertesi gün aynı hadisi başka lâfızlarla naklediyorsun"
diyen birine şu cevabı ermiştir: "Mânâda isabet etmişsem bunda hiç bir mahzur
yoktur."

Yine Meşhur tâbiîleren Muhammed b. Şîrîn şöyle demiştir:

"On kadar sahâbîden hadis, işittim. Hepsi de lâfızlarda ihtilâf ederlerdi, fakat mânâ

■ A - ,, [568]
aynı ıdı.

Görülüyor ki konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisi de "bu konuda öngörülen
şartlara uymak kaydıyla bir hadisi mana olarak nakletmek caizdir," diyenlerin

görüşünü desteklemektedir. ^— ^

1942. ...Aişe (r.anha) dan; demiştir ki: Peygamber (s. a.) Kurban (bayramında)
geceleyin Ümmü Seleme'yi (Müzdelife'den Minâ'ya) gönderdi de (Ümmü Selme)
fecirden önce (Akabe Cemresine) taş(lar)ı attı, sonra (Mekke'ye) gidip ifâza tavafım
yaptı. O gün Resûlullah (s.a.)'in Ümmü Seleme'nin yanında olacağı (nöbet) gün(ü) idi.

[570]



Açıklama

Bu hadis "Bayram günü fecir doğmadan önce Akabe Cemresine taş atılabilir" diyen
Şafiî ulemâsının delilidir. İmam Ahmed'in meşhur olan görüşü de budur. Sözü geçen
imamlara göre bu görüşün aksini ifâde eden 1940 ve 1941 numaralı hadis-i şerifler
bayram günü fecr doğmadan önce cemreleri atmanın caiz olmadığını değil, bu
cemreleri güneş doğduktan sonra atmanın müstehab. olduğunu ifâde etmektedirler.
İmam Mâlik ile Hanefî ulemâsına göre ise, bayram günü güneş doğmadan önce Akabe
Cemresine taş atmak, hacıların develerini gütmekle görevli kimselerin dışında hiç bir
kimse için caiz değildir. Çünkü İbn Ab-bâs'dan rivayet edilen bir hadiste ifâde
edildiğine göre; "Peygamber (s. a.) ailelerine ve hacıların eşyalarım taşıyan kimselere
sabahleyin alaca karanlıkta Minâ'ya gitmelerini fakat güneş doğmadan taşları

atmamalarını emretmiştir. "^^^ Nitekim İbn Ömer (r.a.)'den rivayet edilen bir hadiste
de; "Peygamber (s. a.) cemreleri geceleyin atmaları için deye çobanlarına izin
[5721

verdi denilmektedir.

Cemrelerin güneş doğmadan atılabileceği görüşünde olan ilim adamlarına göre de
bayram günü Minâ'da fecr doğmadan önce cemreleri atmayı yasaklayan hadisler o gün
cemreleri güneş doğmadan önce atmanın caiz olmadığını değil, onları güneş
doğduktan sonra atmanın müstehab olduğunu ifade eder. Yine sözü geçen ilim
adamlarına göre konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisindeki "Ümmü Seleme
cemreleri fecrden önce attı" sözüyle "sabah namazından önce attı" denilmek istenmiş
de olabilir. Fakat gerçekten de söz konusu cümlelerle bu ulemânın anladığı mânâ kast
edilmiş olsa bile, bu söz, «güneş, doğmadan önce cemreleri atmanın caiz olduğuna
delâlet etmez. Ayrıca Hz. Ümmü Seleme'nin bu uygulamasının Resûl-i Ekrem'in
'izniyle olduğuna dâir bir delil de mevcut değildir.

Bu bakımdan Hz. Ümmü Seleme'nin bu fiili bir delil niteliği taşımaktan uzaktır.

Hz. Ümmü Seleme'nin bu tatbikatının kendisine ait özel bir tatbikat olması ihtimali de

vardır.



1943. ...Esma (r.anhâ'nm haccm)'dan bahseden (bir râvi) O'nım (Akabe Cemresine) taş

(lan fecrden Önce) attığını haber verdi (ve) dedi ki: Ben (kendisine);

Biz taşları geceleyin attık, dedim de; "Biz Resûlullah (s. a.) zamanında böyle yapardık"

diye cevap verdi.



Açıklama



Resûl-i Ekrem (s.a.)'in baldızı olan Hz.Esmâ'mn bu haccı, Veda Haccmdan ve
Resûl-i Ekrem'in Dâr-ı Bekâ'ya irtihalinden sonra yapmış olduğu bir hacdır. Esma
(r.anhâ) Akabe Cemresine bayram günü atılacak olan taşlan güneşin doğmasını
beklemeden geceleyin (yahutta alaca karanlıkta) attığı için hürriyetine kavuşturduğu
kölesi Abdullah b. Keysân kendisine; "biz bu taşlan vaktini beklemeden geceleyin
attık" diyerek ondan bu hareketinin açıklamasını istemiştir. Esma (r.anhâ) da -
kadınları ve acizleri kasdederek, "Biz Resûlullah (s. a.) zamanında böyle yapardık"
diye cevap vermiştir. "Hz. Esma (r.anhâ'nm haccm)dan bahseden "(ravî)" sözüyle, Hz.
Esmâ'mn hürriyetine kavuşturduğu eski kölesi Abdullah b. Keysan kasd edilmiştir.
[575] '



Bazı Hükümler



1. îmam Sâfıî'ye ve Ahmed b. Hanbel'in meşhur olan görüşüne göre bayram günü
Akabe Cemresine atılacak olan taşlan sabah olmadan geceleyin atmak caizdir, delilleri
ise metinde geçen; "biz taşlan gece yarısı attık" sözüdür.

Ulemânın büyük çoğunluğuna göre ise bu taşlan güneş doğmadan önce atmak asla
caiz değildir. Delilleri ise, Buhârî'nin. rivayetinde geçen "biz bu taşlan alaca karanlıkta

attık" L^-J cümlesidir. Daha önce de açıkladığımız gibi 1940 no'lu hadis gibi güneş
doğmadan önce cemreleri atmayı yasaklayan hadislerin cemreleri güneş doğduktan
sonra atmanın müstehab olduğu anlamına geldiği, bu taşların alaca karanlıkta
atıldığını ifade eden Buhârî hadisi gibi hadislerin de sözü geçen taşlan alaca karanlıkta
atmanın caiz olduğu anlamına geldiği de söylenmektedir. Bu görüşler için 1942

[5771

numaralı hadisin şerhine bakılabilir. 1 1

1944. ...Câbir (r.a)'den; demiştir ki: Resûlullah (s. a.) (Müzdelife'den Minâ'ya) ağır ağır
gitti ve ashabına da fiske taşı gibi (küçük çakıl taşlan) atmalarını ve Muhassır

vadisinden de hızlıca geçmelerini emretti.



Açıklama



Bilindiği gibi kelimesi şehâdet parmağı ile baş-parmak arasına konularak,
başparmağın ileri doğru sert bir hareketiyle fırlatılabilen küçük taşlar için kullanılır.
Buna Türkçemizde "fiske taşı" denir. Resul-i Ekrem Efendimiz Müzdelife'den
Minâ'ya inerken yavaş yavaş sükûnet ve vekar içerisinde hareket ettiği gibi, İmâm
Ahmed ve îbn Mâce'nin rivayetlerine göre ashabına da aynı şekilde hareket etmelerini



tavsiye etmiştir. Cemrelere atılacak taşların da fiske taşı büyüklüğünde olmasını
emretmiştir ve Ebrehe'nin ordusunun hezimete uğradığı vadiden geçerken de sür'atlice
geçmiştir. İmâm Mâlik ve Beyhakî'nin ifâdesine göre, Resûl-i Ekrem'in bu vâdîden

T5791

geçerken hızla geçtiği yer bir taş atımlık mesafedir.

Bazı Hükümler

1. Müzdelife'den Mma'ya giderken yavaş yavaş sükunet ve vekar içerisinde gitmek ve
Muhassır vadisinde hızlanmak müstehabdır. Muhassır vadisinden geçmekte olan ya-
yalar Resûl-i Ekrem'e uymuş olmak için koşarlar. Binitli olanlar da hayvanlarım veya
vasıtalarını süratlendirirler. Câhiliyye döneminde hıristiyanlar burada vakfe
yaparlardı, Resûl-i Ekrem Efendimiz de onlara muhalefet etmek için buradan geçerken

sür'atlice geçmiştir.

66. Hacc-ı Ekber Günü

1945. ...İbn Ömer (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre Resûlullah (s. a.), Veda haccmda:
"Bu(gün) hangi gündür?" diye sordu. (Ashâb-ı kiram da): Kurban (bayramı) günüdür

diye cevap verdiler. (Bunun üzerine): "Bu(gün) Hacc-i Ekber günüdür" buyurdu.
Açıklama

Cemre: Mekke'ye iki saat mesafede Minâ'da bulunan üç taş yığınına verilen
isimdir. Bunlar Cemre-i Ülâ, Cemre-i Vustâ ve Cemre-i Akabe'dir. Buralarda yapılan
taş atma işi haccm vâciblerindendir.

Atılan taşların adedi yetmiştir. Yedisi kurban bayramının birinci günü kalanları iki, üç
ve dördüncü günleri atılır, Taşların teker teker her atılışında tekbîr getirilmesi gerekir,
ileride bu konuya tekrar dönülecektir.

Hac fiillerinin çoğu nahr gününde yani bayramın birinci gününde toplandığı için bu
güne "Hacc-ı Ekber" denmiştir. Şöyle ki akabe Cemresi, tıraş, kurban kesmek, tavaf-i
ziyaret ve daha başka vazifeler bugün yapılır. Halk arasında yaygın olan "arafe günü
cumaya rastlarsa, hacc-i ekber olur" rivayetinin aslı yoktur. Ancak arafe günü cumaya
rastlarsa, o haccm yetmiş haccdan efdal olduğuna dair Cemü'I-fevâid isimli eserde

T5821

mürsel olarak rivayet edilen bir hadis vardır.- 1 1

İbn Sîrîn'in beyânına göre Hacc-ı Ekber gününden maksat, Resul-i Ekrem'in Veda
Haccmdaki birinci bayram günüdür. Resûl-i Ekrem Efendimiz Veda hutbesini irâd
etmiş ve o hutbede İslâm'ın anahatlarıyla bir özetini vermiştir. Kıymetli
âlimlerimizden M.Zihnî Efendi de bu konuda şunları söylüyor: "Hac iki kısımdır:
Hacc-i Ekber, Hacc-i asgar. Birincisi, İslam hacadır yani müslümanlara farz olan
hacdır. İkincisi ise, umredir. Hacc-ı Ekber'in cuma gününe rastlaması dolayısıyle özel
bir durum alması yoktur. Ancak cumaya rastlayan Arafe gününün fazlaca sevabı
vardır. "Günlerin en üstünü Arefe günüdür. Bu gün cumaya rastlarsa, cuma günü
dışında yapılan yetmiş hacdan efdaldir." mealindeki hadis-i şerifle bu husus

açıklanmıştır. "^"^



Bazı Hükümler



1. Genel olarak kurban bayramının birinci günü hacc-ı ekber günüdür. Ulemanın
büyük çoğunluğu ile birlikte dört mezhep imamı bu görüştedir. Nitekim bir numara
sonra gelecek olan hadis-i şerif de bu görüşü desteklemektedir. Bu mevzu-daki
hadislerden bazıları şunlardır:

a. Ali (kerremallahu vecheh)'den rivayet edilmiştir. Dedi ki: resûlullah (s.a.)'a hacc-ı
ekber'in gününü sordum da, "Nahr günüdür" diye cevap verdi.

b. "Kurban (Bayramının birinci) günü hacc-ı ekber günüdür. O günde kurbanların
kanları akıtılır, tıraş olunur ve temizlik yapılır. "^^1

c. "Resûlullah(s.a.) Arafat'ta bir hutbe okudu da Allah'a hamd ü senâ'dan sonra "İmdi
gelelim sadede; bugün hacc-ı ekber günüdür" buyurdu.

Bu son hadisle ilk iki hadis arasında bir çelişki bulunduğu zannedil-memelidir. "Hac
arafat'ta vakfeden ibarettir" anlamındaki 1949 numaralı hadisin, "Arafat'ta vakfe
yapmak haccm önemli bir rüknüdür" şeklinde te'vil edildiği gibi bu son hadis de
"Cuma gününe rastlayan arafe gününün fazileti çok büyüktür" şeklinde te'vil
edilmiştir.;

2. Hac imamının 1. Kurban bayramı günü bir hutbe okuyarak o hutbede hacılara o
günde ve daha sonraki günlerde hacıların Minâ'da ve Mekke'de yapacakları hacla ilgili
görevleri anlatması sünnettir. İmam Şafiî ile Ahmed bu görüştedirler. İnşallah ileride

bu konuyu etraflıca ele alacağız.

1946. ...Ebû Hüreyre (r.a.) demiştir ki: Eb'" Bekr, kurban bayramı günü Minâ'da;
Bu seneden sonra hiçbir müşrik hac etmesin ve hiçbir çıplak kimse de (çıplak olarak
Kabe'yi) tavaf etmesin. Hacc-ı ekber günü, kurban bayramı günüdür. Hacc-i ekber,

T5881

Hac(dan ibâret)tir, diye ilân edecek olan kimseler arasında beni(de) gönderdi.



Açıklama



Müşriklerin Mescid-i Haram'a girmelerinin yasaklandığını ifâde eden bu hadis-i
şerifin hükmü, "Ey inananlar, doğrusu puta tapanlar pistirler. Bu sebeple bu

yıllarından sonra Mescid-i haram'a yaklaşmasınlar" ^ ^ âyet-i kerimesiyle de
desteklenmektedir. Mescid-i Haram'dan maksat, Mekke ve etrafında bitkileri
koparılmamak ve hayvanları avlanmamak üzere sınırlan belirlenmiş olan Harem
bölgesinin tümüdür. Bilindiği gibi harem bölgesinin sınırları Cibril (s.a.)'in gös-
termesiyle Hz. İbrahim tarafından belirlenmiş bu sınırları gösteren işaretler,
Resûlullah (s. a.) tarafından yenilenmiştir.

İşte bu sınırlar içerisine elçilik göreviyle dahi gelmiş olsa, her hangi bir müşrikin
girmesine izin verilemez. Şayet herhangi bir müşrik bu bölgeye gizlice girmeye
muvaffak olduktan sonra orada hastalanıp ölecek olsa, cenazesinin oraya gömülmesine
izin verilmediği gibi kabre gömülmüş bile olsa, kabri açılarak cenaze, harem bölgesi
dışına çıkarılır. Hicretin dokuzuncu senesinde Resûl-i Ekrem'in müşriklerin Mescid-i
Harama gelip Beyt-i Şerifi çırıl çıplak tavaf ettiklerinden bahsedilince, "bu hâl sona



erinceye kadar haccetmek istemiyorum" buyurdu ve o sene Hz. Ebû Bekr-i hac emîri
tayin etti. Hz. Ali'yi de Tevbe sûresi'nin baş taraflarını halka okumak üzere
görevlendirdi. Zilhiccenin 7. günü Hz. Ebû Bekir bu görevini yerine getirmek üzere
Harem-i Şerifte bir hutbe irâd ederek halka menâsik-i hacla ilgili görevleri ve ahkâmı
anlattı. Bayram günü de Hz. Ali Minâ'da ayağa kalkıp Berâe Sûresi'nin baş tarafındaki
âyetleri okuyarak görevini yerine getirdi. Yezid b. Yüsey' diyor ki: "Ali (kerremallahü
veche)'ye:

Hangi şey (talimat) ile(mekke'ye) gönderildin?" diye sordum, (O da:)
Dört şey ile:

a. Cennete ancak müslüman olan kimse girecektir,

b. Hiçbir çıplak kimse Beytullah'ı tavaf edemeyecektir,

c. Bu yıldan sonra Müslümanlar ve müşrikler (Harem-i Şerifte) bir araya
gelemeyeceklerdir.

d. Peygamber (s. a.) ile aralarında ahd(andfaşma) bulunanların ahdi, müddeti dolana
kadar geçerlidir ve müddeti belli olmayanların müddeti de dört ay olarak

belirlenmiştir; diye cevap verdi.

İbn İshâk'm rivayet ettiğine göre Kureyş, kendilerinin dışında Kabe'yi tavaf etmek
üzere Mekke'ye gelen bir kimsenin kendi elbisesiyle tavaf etmesine izin. vermemek,
ancak Kureyş'ten bir kimsenin elbisesiyle hac yapmasına izin vermek üzere karar
almışlardı. Yine bu karar gereğince Ku-reyşli bir kimseden elbise alamayan kimse,
Beyti çıplak olarak tavaf edecekti. Şayet kendi elbiseleriyle tavaf edecek olursa, bu
elbiseler bir daha kullanılmamak üzere bir tarafa atılacaktı. Fil yılından önce veya
sonra alman bu kararla Kureyşliler, güya kendisiyle günâh işlenen elbiselerle tavaf
yapmayı önlemek istiyorlardı. İbn Abbâs(r.a.)'dan rivayet edildiğine göre, câhiliyye
döneminde kadınlar da beyitler ve kasideler söyleyerek çıplak halde Beyt'i tavaf
ederlermiş. Bu hâdise Müslim'de şöyle anlatılıyor: "Vaktiyle kadın Beyt'i çıplak
olarak'tavaf eder, "bana kim ödünç bir tavaf elbisesi verecek?" derdi. Onu Tercinin
üzerine koyar '"Bugün bir kısmı ya da hepsi görünür ama, onun görünen kısmını helâl

etmem" derdi. Bunun üzerine "Her Mescide giderken zînetinizi alınız" âyet-i ke-
rimesi nazil oldu."^^



Bazı Hükümler



1. Müşrikin Harem bölgesine ve dolayısıyla Mescid-i Haram a girmesine izin
verilemez, imam Malik ile Şafiî'lerden Müzeni bu görüştedirler. Buna göre müşrikin
Harem bölgesi dışındaki mescidlere de ihtiyaç duyulmadıkça girmesine izin verile-
mez. Biz bu konuyu 487 numaralı hadîsin şerhinde açıklamış bulunmaktayız. 2.
Tavafta avret mahallini örtmek gerekir. Bu konuda ulemâ ihtilâf etmiştir. İmam Mâlik,
Şafiî ve bir rivayette Ahmed b. Hanbel, "Beyt-i Şerifi çıplak kimse tavaf edemez"
cümlesiyle isdidlâl ederek tavaf esnasında avret yerini örtmenin şart olduğunu
söylemişlerdir. Ebû Hanife ile ikinci rivayete göre İmam Ahmed çıplak tavaf eden
kimsenin kurban kesmek suretiyle haccmı tamam edilebileceğine fakat Kabe'yi çıplak

T5931

olarak tavafından dolayı günahkâr olacağına hükmetmişlerdir.-^



67. Haram Ayları



1947. ...Ebû Bekre (r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre Peygamber (s. a.) (Veda)
haccmda (halka) bir hutbe irad edip (şöyle) buyurmuştur:

(Takvim düzeni açısından) zaman, Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı gündeki (ilk)

durumuna dönmüştür. (Artık) sene on iki aydır. Bunlardan dördü haram aylardır, (ve)

üçü peşi peşinedir ki, Zilka'de, Zilhicce ve Muharremdir. Bir de Cümade'l- (âhir) ile

[5941

Şaban arasında yer alan Müdar'in Receb'i dir. 1



Açıklama

Yukarıdaki dört aya Kur'ân-ı Kerimde "el-Eşhuru'l-Hurum= Yasak ayları" adı
verilmiştir, ki bu aylarda harp ve kıtal haramdır. Araplar câhiliyye döneminde bu
aylardan bazılarının, meselâ Muharrem'in haramlığmı Safer ayma naklederlerdi.
Sebebi de çapulculuktu. Şöyle ki, bu yasak aylarında mal ve can dokunulmazlığı harp,
kıtal yasaklığma güvenerek tacirlerin ticâret mallarını alıp Ukaz, Zülmecâz, Mecenne
gibi meşhur Panayır ve pazarlarda satmak üzere yola çıktıkları sırada çapulcular
tarafından o ayın haramhğımn, meselâ Şaban'a nakledildiği ilân edilir ve o günlerde
vurgunculuk ve soygunculuk yapmak mübâh sayılırdı. Arapları buna zorlayan en
büyük sebeb onların geçimlerini soygunculuk ve çapulculukla te'min etmeleri idi ki,
üç haram ayın peşi peşine gelmesi ve üç ay vurgunculuk yapmadan beklemeleri onlara
çok zor geliyordu. Kurtuluşu ancak bu aylardaki vurgunculuk, harp ve soygun
yasağım ilerideki aylardan birine kaydırmakta buluyorlardı.

Kur'ân dilinde buna (Nesi) denilmiştir. Zemahşerî bunu "Bir ayın hürmetini öbür aya
te'hirdir" diye tefsir etmiş ve şöyle açıklamıştır: Bu suretle Arablar haram ayları helâl
sayarlar ve onun yerine helâl ayları da haram sayarlardı. Çok defa da on iki aya bir iki
ay ilâve ederek seneyi onüç, ondört aya çıkarırlardı. Peygamberimizin, Veda
Haccmdan bir sene önce Hz. Ebû Bekr'in Hac emiri olarak yapmış olduğu hac,
Zülka'de, ayma, Resûlullah'm Veda haccı ise, Müşriklerin o sene Haram ayı olarak
ilan ettikleri zülhicce'ye tesadüf ve tevâfuk etmişti. Fahr-i Kâinat Efendimiz bu
haccmda Arafat dağında deve üzerinde irâd ettiği hutbelerinin birinde bir cümlesi de
"yıl ve ay hesabı Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı zamanki ilk hâline dönüp eski yerini
bulmuştur. Sene on ki aydır" buyurmasıyla bu câhiliyye âdetinin kökünü kazıdığını
bildirmiştir. "Esasen daha önce de; "sapıtmak için hürmetli ayların yerlerini değiştirip

geciktirmek, küfürde gerçekten ileri gitmektir. âyetiyle de bu durum
nehyedilmiş bulunduğundan bu bâtıl câhiliyye âdeti kaldırılmış oldu. "Bunlardan dör-
dü haram aylardır" denilmekle, o aylarda bu gibi ma'siye(leri işlemek büsbütün

haramdır. Binaenaleyh "O aylarda kendinize Zulmetmeyiniz" denmek
istenmiştir.

Hadîsin sonunda "Mudar kabilesinin Receb ayı" denilerek, bu ayın Mudar'a nisbet
olunması, Mudar kabilesinin Receb ayma öbür kabilelerden daha çok hürmet
göstermesindendir.

Receb ayının Cumadelâhir ile Şaban ayının arasında olduğunun ifâde edilmesi ise
kamerî takvim yılı içerisinde ayların sıralanışını açıklığa kavuşturarak bir daha
yanlışlığa düşülmesini önlemek içindir. Bu duruma göre Kamerî aylarının birincisini
Muharrem ayı teşkil ederken, Receb ayı ayların ortasında, Zilka'de ile Zilhicce de



senenin en sonunda yer almaktadır. Bazılarına göre ayların bu şekilde sıralanışında
şöyle bir nükte vardır: Haram ayların diğer aylar yanında ayrı bir değeri olduğuna
göre, en uygun olanı senenin bu aylardan birisiyle başlamasıdır. İşte bu sebeple
Muharrem ayı senenin birinci ayı olmuştur. Yine bu ayların diğer aylara nisbetle daha
büyük bir değer taşımaları sebebiyle haram aylardan biri olan Receb ayı da senenin
ayları arasında orta yeri almıştır. Aynı zamanda hac aylarından olan diğer iki haram
ayı da yani Zilkade ve Zilhicce aylan da senenin ayları içerisinde en son yeri
almışlardır. Nitekim bu aylarda edâ edilen Hac ibadeti de İslâm'ın üzerinde yükseldiği

esaslar arasmda son snay.ahr.^
Bazı Hükümler

1. Hac imamının, kurban bayramının birinci günü Mina da hutbe okuyarak hac ibadeti
ile ilgili konularda halkı aydınlatması sünnettir. İmam Şafiî ile İmam Ahmed(r.a.) bu
görüştedirler. İnşallah bu konu ileride daha ayrıntılı olarak yeniden ele alınacaktır. ,

2. Haram aylarında savaşmak yasaklanmıştır. Ulemâ bu konuda ittifak etmişlerdir.
Ancak bu hükmün neshedilip edilmediği ulemâ arasında ihtilaflıdır. Ulemânın büyük
çoğunluğuna göre, "sana haram ayından, onda savaştan, soruyorlar. De ki: Onda savaş

büyük günahtır" âyet-i kerimesi "topyekûn sizinle savaşan putperestlerle siz de

[5991

topyekûn savaşın âyet-i kerimesiyle neshedilmiştir. Atâ'ya göre, haram

aylarında savaşı yasaklayan âyet-i kerime muhkemdir, dolayısıyla neshe ihtimâli
yoktur. Binâenaleyh "sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın, aşırı gitmeyin doğ-
rusu Allah aşırı gidenleri sevmez" âyet-i kerimesine uygun olarak düşman
saldırıya geçmedikçe haram aylarında savaşa girişmek caiz değildir. Fakat savaşı
düşmanlar başlatacak olursa, o zaman nefis müdafaası için savaşa girmek vâcib olur.
Bu konuda Süleyman Ateş Bey şunları söylüyor: "Sana haram ayından, onda savaştan

soruyorlar. De ki: Onda savaş büyük günahtır. "^11 âyet-i kerimesi haram ayında
savaşmanın caiz olup olmadığı hakkındaki bir soru üzerine indirilmiştir. Peygamber
(s.a.) halasının oğlu Abdullah b. Cahş'ı muhacirlerden yedi-sekiz kişilik bir bölüğün
başında yola çıkarmış, gönüllü olmayanın götürülmemesini kendisine emretmiş ve bir
mektub vererek bu mektubu açan Abdullah şöyle yazıldığını görmüştür: "Mekr
tubumu okuyunca Mekke ile Taif arasındaki Nahle'ye kadar ilerle, buradan Kureyş'i
gözetle ve bize onlardan haber getir."

Abdullah ile arkadaşları Nahîe'ye vardılar. Bu sırada Kureyş'e ait bir ticaret kervanı
oradan geçiyordu. Recebin birinci günü idi. Fakat müslümanlar, Cumad el-âhir'in son
günü olduğunu sanıyorlardı. Eğer o gün, onlara bir şey yapmazlarsa, ertesi gün Haram
ayı girer, hiç birşey yapamazlar, diye düşündüler. Kureyşlilerin kendilerine yaptıkları
fenalıkları hatırlayınca, dayanamayıp kervana saldırdılar. Kervanın başkam Abdullah
el-Hadramî'yi öldürüp iki kişiyi de esir aldılar, bir adam da kaçtı. Kervanı sürüp
Medine'ye getirdiler. Allah'ın Resulü: "Ben size haram ayında savaşmayı emretmem
iştim" dedi ve ganimetten kendisine ayrılanı almadı. Ashâb-i kiram tarafından da
kınanan savaşçılar, çok üzüldüler. Receb ayı savaşmanın yasak olduğu, haram ayların
en saygılısı idi. Kureyş, olayın Receb ayının başında olduğunu iddia edip "Muhammed
haram ayını helâl saydı" diye aleyhte propaganda yapmaya başladılar. Savaşa katılan



müslümanlar ise, Cumada'l-âhir'in sonunda savaştıklarını söylediler. Nihayet inen
Bakara Sûresi'nin 217 ve 218. âyetler, Seriyye savaşçılarının fitneye karşı baskınlarını
haklı çıkardı. Onların Allah'a inanan, hicret eden, Allah yolunda savaşan faziletli
insanlar olduğunun Allah'ın rahmetini.uman insanlara karşı Allah'ın bağışlayan ve
esirgeyen olduğunu bildirdi. Bunun üzerine Peygamber (s. a.) kabul etmeyip beklettiği
ganimeti aldı ki, İslâm'da alman ilk ganimet budur. İki esir de müşriklerin yakalayıp
esir almış oldukları Sa'd b. Ebî Vakkas ve Utbe İbn Gazvân ile değiştirildi.
Müfeasirler Bakara Sûresinin 217. âyetini haram ayında savaşmanın haram olduğuna
delil sayarlar. Fakat neshedilip edilmediği konusunda ihtilâf vardır. Atâ, bu âyetin
neshedilmediğini söyler ve bu hususta yemin edermiş. Diğer bilginlere göre âyet
mensûhtur. Ancak nâsihi üzerinde ihtilâf vardır. Tevbe Sûresi'nin 5, 29. veya 36.
âyetlerinin nâsih olduğunu söyleyenler yanında, Peygamber'in uygulamasının âyeti
neshettiğini söyleyenler de vardır. Çünkü Allah'ın Resûlu (s. a.) huneyn'de Hevâzin
kabilesiyle Tâif te Sakîf kabilesiyle haram ayında savaşmış Ebû Amir'i de yine haram
ayında müşriklerle savaşması için Evtâs'a göndermiştir.

İbnu'l-Arabî'ye göre bu âyet, müşriklerin yukarıda sözü edilen haram ayında vuku
bulmuş savaştan dolayı Hz. Peygamber ve müslümanları şiddetle kınamalarını
reddetmektedir. Yüce Allah onlara diyor ki: "Allah yolundan men'etmek, Allah'ı inkâr
etmek, halkını Mescid-i Haram' dan çıkarmak, Allah katında daha büyük bir günâhtır.
Haram ayında fitne çıkarmak yani küfre sapıp ortalığı karıştırmak, adam öldürmekten
daha ağır bir suçtur." Siz bunları yaptığınız için sizinle savaşmak gerekmiştir. Buna
göre âyet, haram ayında savaşmayı yasaklamıyor, tersine savaş kaçınılmaz hale
gelince, o aylarda da savaşmanın günah olmayacağını anlatmış oluyor. Zaten âyetin
sözlerinden de bu anlaşılmaktadır. Artık âyette bir nesh aramanm mânâsı yoktur.
Davet hürriyetini korumak, saldırıyı püskürtmek, saldırganlarla savaşmak her zaman

ve şartta vâcibtir."^^

1948. ...İbn Ebî Bekre (r.a.), Peygamber (s.a.)'den (önceki hadisin) mânâsmı rivayet
etmiştir.

Ebû Dâvûd dedi ki: İbn Avn, İbn Ebî Bekre (diye bilinen Râvijnin ismini bu hadisfm
senedinde açıkladı. Dedi ki: (Bu hadis) Abdurrahman b. Ebî Bekre'den rivayet

olunmuştur. O da Ebû Bekre'den rivayet etmiştir. L^^J



Açıklama

Bu hadisin senedinde kendisinden İbn Ebî Bekre künyesiyle bahsedilen râvînin asıl
adından bahsedilmemektedir. Bu sebeple Ebû Dâvûd bu râvînin kimliğini tanımak
maksadıyla "Abdullah b. Avâne isimli râvinin bu hadisi naklederken İbn Ebî Bekre
künyesiyle anılan zâtın ismini Abdurrahman b. Ebî Bekre olarak kaydederek lîbnj Ebî
Bekre'nin esas isminin Abdurrahman olduğunu açıkladığım" söylemiştir. Bu hadis
Müslim'de şu anlama gelen lafızlarla rivayet olunmuştur: "O gün gelince Peygamber
(s. a.) devesinin üzerine oturdu. Birisi de devenin yularından tuttu:
"Bilir misiniz bugün hangi gündür?" buyurdu. Ashâb: Allah ve Resulü daha iyi bilir,
dediler. Biz ö güne esas adından başka bir isim verecek sanmıştık. Sonra:
"Kurban (bayramı) günü değil mi?" buyurdu.
Evet, evet (öyledir) ya Resûlullah, dedik.



"Ya bu ay nedir?" diye sordu.
Allah ve Resulü daha iyi bilir dedik.
"Zülhicce değil midir?" buyurdu.
Evet, evet (öyledir) ya Resûlallah dedik.
"Ya şu belde neresidir?" diye sordu.

Allah ve Resulü daha iyi bilir, dedik. Hatta ona başka bir isim verecek sandık.
"Malûm belde değil mi?" buyurdu.
Hay, hay (öyledir) ya Resûlallah, dedik.

"İşte sizin kanlarınızı mallarınız ve ırzlarınız birbirinize şu beldenizde, şu ayınızda, şu
gününüzün haram olduğu gibi haramdır. Burada bulunan bulunmayana iletsin"

buyurdular. İşte Müslim'in bu rivayetinde de İbn Ebî Bekre'nin adı Abdurrahman

b. Ebî Bekre diye zikredilmiştir.

68. Arafat'ta Vakfeye Yetişemeyen Kimse

1949. ...Abdurrahman b.Ya'mur ed-Deyl(em)î'den; demiştir ki: Peygamber (s.a.)
Arafat'ta iken yanma varmıştım. Necid halkından da bazı kimseler A Yahut bir grup-
geldiler. (İçlerinden) birine (Hz. Peygamber'e hacla ilgili sorular sormasını) emrettiler.
(O da) Resûlullah (s.a.)'e, (Arafat'ta vakfeye yetişemeyen kimsenin) hacc(ı) nasıldır?
diye sordu. Resûlullah (s.a.) de birisine emretti. (O adam da aldığı emre uyarak)
"Hac, hac, Arafe günü (vakfe yapmak) demektir, kim Müzdelife gecesi sabah olmadan
(Arafat'a) gelirse haccı tamdır. Minâ günleri üçtür, kim acele eder de iki gün de
(Mekke'ye dönerse) ona bir günah yoktur. (Minâ' da) geciken de günahkâr olmaz" diye
yüksek sesle bağırdı. Sonra (o bağıran adamın) arkasından bir başka adam gönderdi. O

da aynı şeyleri yüksek sesle ilân etmeye başladı.

Ebû Dâvûd dedi ki: Bu hadisi Mihrân da Süfyân'dan (hac kelimesini) -iki-defa
tekrarlayarak- "Hac, hac (Arafat'ta durmaktır)" dedi, (şeklinde) rivayet etti. Yahya b.
Safd el-Kattân ise Süfyân 'dan (hac kelimesini) bir kerre (söyleyerek) "hac (Arafat'ta

durmaktır) ded", (şeklinde rivayet etti)/^^



Açıklama



Minâ günlerinden maksat, kurban bayramının 2, 3, 4 üncü günleridir.Bir başka tâbirle
Zilhicce'nin 11, 12, 13 üncü günleridir. Bayramın ilk günü (10 Zilhicce) yalnızca
Akabe cemresine yedi taş atılır. Diğer iki cemereye taş atılmaz. Bayramın 2, 3 ve 4
üncü günleri ise her üç cemreye de yedişerden yirmibir taş atılır. Böylece atılan
taşların sayısı 70 olur. Ancak bayramın 4. günü şafak sökmeden önce Minâ'dan
ayrılanlara dördüncü günün taşlarım atmak vâcib olmaz. Bu durumda atılan taş sayısı
49 olur. Hadis-i şeriften de anlaşıldığı gibi Zilhiccenin 12. günü taşları attıktan sonra
Minâ'yı terk ederek Mekke'ye gitmekte herhangi bir sakınca yoktur. Buna ruhsat
verilmiştir. Bu ruhsatı terk etmekten dolayı da bir günah yoktur. Fakat bayramın
dördüncü günü de Minâ'da beklemek ve o gün cemrelere 2 1 taş atmak, daha faziletli-
dir. Musannif Ebû Dâvûd bu hadisin sonuna ilâve ettiği talikte, metinde geçen "hac
hac, Arafat'ta vakfe yapmaktır" cümlesini Mihrân'm "hac" kelimesini iki defa
tekrarlayarak rivayet ettiğini fakat Yahya b. Saîd'in bu cümleyi rivayet ederken "hac"



kelimesini sadece bir kere söylediğini ifâde etmek istiyor.



Bazı Hükümler



1. Arafat'ta vakfe yapmak haccm rükünlerindendir. Binaenaleyh vakte yerine
getirilmedikçe hac farizası ifâ edilmiş olmaz.

2. Arafat sınırlan içerisinde çok kısa bile olsa bir süre vakfe yapmakla bu rükün ifâ
edilmiş olur. Ulemâ'nm büyük çoğunluğunun görüşü de budur. İmam Sevrî'den
geceleyin vakfe yapmanın caiz olmadığı ve vakfeyi geceleyin yapan bir kimsenin
haccmm kabul olmayacağı rivayet olunmuşsa da bu görüş sahih hadislere aykırıdır.

3. Arafat'ta vakfe yapma vakti Bayram gecesi fecrin doğmasıyla sonra erer. Mezhep
imamlarının bu konudaki görüşlerini 1910 numaralı hadisin şerhinde nakletmiş
olduğumuzdan burada tekrara lüzum görmüyoruz.

4. Zilhiccenin 12. günü Minâ'yı terkederek veda tavafı yapmak üzere Mekke'ye
hareket etmek caizdir. Ancak Minâ'yı bugünde terk edebilmek için. şu şartların
bulunması gerekir:

a. Zevalden sonra yola çıkılması gerekir.

b. Güneşin batmasından önce Minâ'yı terk etmiş olmak gerekir. Eğer Minâ sınırları
içeriside iken güneş batacak olursa, o geceyi de Minâ'da geçirmek ve ertesi gün de
cemrelere taş atmak icabeder. Ulemânın büyük çoğunluğu bu görüştedir, tmam Şafiî
ile imam Mâlik ve Ahmed'in görüşü de budur. Hanefî ulemâsına göre ise, zilhiccenin
13. günü fecir doğmadan önce Minâ'yı terk etmek caizdir. Çünkü fecr doğmadıkça
cemrelere taş atma vakti girmiş olmaz. Fakat bununla beraber, Minâ sınırları
içerisinde bulunan bir kimsenin güneş battıktan sonra Minâ'yı terk etmesi mekruh
olur. Çünkü güneş battıktan sonra Minâ sınırları içerisinde bulunan bir kimsenin
geceyi orada geçirmesi sünnettir. Bu bakımdan güneş battıktan sonra Minâ'yı terkeden
bir kimse sünneti terk etmiş olur, fakat sünneti lerk etmekden dolayı üzerine kurban

kesmek gerekmez.

1950. ...Urve b. Mudarris et-Tâî'den; demiştir ki: Ben Resûlullah (s.a.)'a geldim (ve):
Ya Resûlullah, ben Tayy dağlarından geliyorum. Hayvanımı da kendimi de yordum.
Vallahi (yol boyunca) üzerinde vakfe yapmadık tek bir kum yığını bırakmadım.
Benim için hacdan (bir nasib) var mıdır? dedim. Resûlullah (s. a.):
"Kim bizimle beraber şu (sabah) namaz(ın)a yetişecek olursa ve bundan önce de
gündüzün veya geceleyin Arafat'a gelmiş olursa, haccı tamam olur ve (ihramdan çıkış)

temizliğini yapar." buyurdu.



Açıklama



Tayy dağlarından maksat Medine civarında bulunan iki dağdır. Bunlardan birisi
Medine'nin doğusunda bulunan ve Selmâ adıyla anılan dağdır. Diğeri de Medine'ye üç
konaklık mesafede ve Mekke yolu üzerinde bulunan ve "Ece" ismiyle anılan bir
dağdır. Metinde geçen " = Habl" kelimesi çölden kum yığınlarının oluşturduğu tepe
anlamına gelir ki, bu kelime Tirmizî, Tahâvî ve Dârekutnî'nin rivayetlerinde " = Cebel
= dağ" şeklinde geçmektedir.



Bu hadis-i şerîfte gündüzün veya geceleyin Arafat'ta vakfe yapıp da bayram günü
Müzdelife'de kılman sabah namazına yetişebilen, bir başka tabirle, sabah namazı vakti
girmeden önce Arafat'ta vakfe yapmaya muvaffak olan bir kimsenin haccm daha
sonraki vecibelerini de yerine getirmek şartıyla hac farizasını yaptığından emin
olabileceği ifade edilmektedir. "Ve (ihramdan çıkış) temizliğini yapar" şeklinde
tercüme ettiğimiz cümlesiyle "artık usulüne uygun olarak ihramdan çıkıp tırnakları
kesmek, bıyıkları kırpmak, kasıkları ve koltuk altlarını tıraş etmek veya yolmak gibi
temizlikleri yapabilir" denmek istenmiştir. Mezhep imamlarının bu mevzudaki

görüşleri 1910 numaralı hadiste açıklanmıştır. ^ _ - ^



Bazı Hükümler



1. îmam Ahmed, metinde geçen "kim bizimle beraber şu namaza yetişecek olursa
ve bundan önce de gündüzün veya geceleyin Arafat'a gelmiş olursa, haccı tamam olur"
cümlesini delil getirerek, Arafat'ta vakfe vaktinin Arefe günü fecrin doğmasıyla
başlayıp ertesi gün fecrin doğmasına kadar devam ettiğini, çünkü metinde geçen
"gece" ve "gündüz" kelimeleri mutlak olarak kullanıldıkları için gece ve gündüzün
sadece bir bölümüne değil, tümüne şâmil olduklarını söylemiştir, ulemânın büyük
çoğunluğuna göre ise, metinde geçen "gündüzün ve geceleyin" sözünden maksat,
Arafe günü zevalden sonra başlayıp ertesi gün fecrin doğuşuna kadar devam eden
vakittir. Çünkü Hz. Peygamber'in ve onun Râşid halifelerinin tatbikatı böyle olmuştur
ve ayrıca fahr-i Kâinat Efendimiz:

"Ey cemaat! Haccm menâsikini iyi öğreniniz. Çünkü belli olmaz, belki bu hacdan

sonra,, daha hac yapamam" t— ^ buyurarak, Veda haccmdaki tatbikatının örnek
alınmak ve esas ittihaz edilmek üzere iyice bellenmesi gerektiğine dikkat çekmiştir.
[613]



69. Mina'da Konaklama (Yerleri)

1951. ...Ashab'dan birinin şöyle dediği rivayet edilmiştir:

Peygamber (s. a.) Minâ'da halka bir hutbe irad edip onları (Kendileri işin/tayin ettiği)
yerlerine yerleştirdi (ve yine bu maksatla kıble (cihet)nin sağma işaret ederek,
"Muhacirler buraya konsun";
Kıble (jbîhetı)nin soluna işaret ederek:

"Ensâr da buraya konsun, (diğer) halk onların çevresine yerleşsinler" buyurdu.
Açıklama

1951 numaralı hadiste de ifade edildiği gibi Fahri Kâinat Efendimiz Minâ'da halka bir
hutbe irad ederek Muhacirlerin "Mescid-i Hayf ' denilen Minâ Mescidinin ön tarafına,
Ensar' m da bu mescidin arka tarafına yerleşmelerini bu iki cemaatin dışında kalan
kimselerin de Muhacir ve Ensar'm çevresine dağılıp yerleşmelerini emretmiştir.
Resul-i Ekrem, Muhacirleri bir yere, Ensârı bir başka yere, diğer halkı da onlarm
çevresine yerleştirirken ümmete, Muhacirlerle Ensar'm bu dindeki hizmetlerinin
büyüklüğünü, dolayısıyla bu ümmetin diğer fertlerinin onların kadir ve kıymetlerini



bilmeleri gerektiğini öğretmek maksadını gözetmiş olabilir. Bunun yanında her
kesimin iman bağı ile birlikte mevcut olan akrabalık bağı dolayısıyla birbirleriyle daha

kolay yardımlaşa-caklarmı da düşünmüş olabilir. t— ^
Bazı Hükümler

1. Hac imamının bayramın birinci günü halka bir hutbe irad ederek onları hac
menasıkı ile ilgili konularda aydınlatması sünnettir.

2. İdareci durumunda olan bir kimsenin emri altında bulunan kimselerin maddi-
mânevî çıkarlarım gözetmesi gerekir.

70. Minâ'da Ne Zaman Hutbe Okunur?

1952. ...Bekroğullarmdan iki kişiden; demişlerdir ki: Biz Resûlullah (s.a.)'i teşrik
günlerinin ortasında hutbe okurken gördük. Biz onun hayvanının yanında idik. Bu

hutbe Resülullah'm Minâ'da irad ettiği hutbe idi.^^
Açıklama

"Teşrik", eti güneşletip kurutmak demektir. Arablarca Zilhiccenin onbirinci, on
ikinci ve on üçüncü günleri kurban etlerini güneşe sererek kurutmak âdettir. Onun için
bu üç güne "teşrik günleri" denilmiştir .Teşrik günleri üç gün olduğuna göre ikinci
teşrik günü bunların ortasında yer alır. Bu durumda, metinde "teşrik günlerinin
ortasında" cümlesinden maksat, kurban bayramının üçüncü, Zilhiccenin on ikinci
günüdür.

Bu hadisi rivayet eden Bekroğullarmdan iki sahâbîdir. Bunların isimlerinin
bilinmemesi, hadisin sıhhatine bir zarar vermez. Çünkü sahâbîlerin hepsi güvenilir
kimselerdir.

Sözü geçen sahabiler, "biz onun hayvanının yanında idik" sözüyle, "Resûl-i Ekrem'in
bu hutbesini çok yakından, net olarak ve eksiksiz olarak dinleyebildik" demek

istemişlerdir.^^
Bazı Hükümler

Hac imamının Minâ'da bayramın üçüncü gününde bir hutbe irad ederek Mina da
yapılacak hac görevleri ile ilgili konularda halkı aydınlatması müstehabtır. İmam Şafiî
ile İmam Ahmed de bu görüştedirler. Hanefî ulemâsı ile İmam Mâlik'e göre ise, hac
hutbeleri üçtür:

a. Bunlardan birincisi Zilhiccenin 7. günü Mekke'de Harem-i Şerif de okunur. Bu
hutbede hac hükümleri, özellikle terviye günü Minâ'ya çıkılaması ve orada
geceledikten sonra Arafat'a çıkılacağı meseleleri anlatılır. Hutbenin arasında
oturulmaz. Tek hutbe olarak okunur.

b. İkinci hutbe Arefe günü Arafat'ta Nemire mescidinde cem-i takdîm ile kılman öğle
ve ikindi namazlarından önce okunur.

Cuma hutbesinde olduğu gibi arasında oturulup iki hutbe hâlinde okunur. Bu



hutbelerde hac hükümleri özellikle Arafat ve Müzdelife vakfeleri cem-i takdim, cem-i
te'hîr.... anlatılır.

c. Üçüncü hutbe Bayramın ikinci günü (11 Zilhicce) öğle namazından sonra Minâ'da
okunur. Bu hutbenin de arasında oturulmaz. Tek hutbe hâlinde okunur. Nitekim
Nevevî'nin "Şerhü'l-menâsik" isimli eserinde İbn Sa'd'm Tabakât'mdan naklen, Resûl-i

Ekrem'in Minâ'daki bu hutbeyi bayramın ikinci günü irad ettiği ifâde ediliyor.
Şafiî ulemâsına göre ise hac hutbeleri dörttür:

Birincisi Zilhiccenin yedinci günü Mekke'de, ikincisi Arafe günü Arafat'ta, üçüncüsü
Bayramın birinci günü irad edilir. Dördüncüsü de bayramın üçüncü günü okunur.
Bayramın birinci günü hac imamının hutbe okumasının müstehap olduğuna dair Şafiî
ulemâsının delili ise 1945 numaralı hadistir. Hanefî ulemâsından Tahâvî'ye göre 1945
numaralı hadis-i şerifte söz konusu edilen konuşma, ümmet-i Muhammedi'n istikbali
ile ilgili bir vasiyyet niteliği taşıdığından o konuşmaya bir hutbe gözüyle bakılamaz.

^ — Daha fazla bilgi için 1956 numaralı hadisin açıklamasına bakılabilir.

1953. ...Câhiliyye döneminde (puthanelerden) bir evin sahibesi olan Serrâ bint Nebhân
dedi ki: Başlar gününde Resûlullah (s.a.) bize bir hutbe irad ederek "bu hangi gündür"
dedi. Biz de:

Allah ve Resulü daha iyi bilir, dedik. (Bunun üzerine):
"Teşrik günlerinin ortası değilimdir?" buyurdu.

Ebû Dâvûd dedi ki: EbûHarre er-Rekâşî'nin amcası da aynı şekilde (Resûlullah bize:)
"Teşrik günlerinin ortasında hutbe irad etti" diye rivayet etti.^^

Açıklama

Bir önceki hadisin açıklamasında da ifade ettiğimiz gibi Zilhiccenin İl, 12 ve 13, üncü
günlerine "leşrîk günleri" denir. Metinde "teşrik günleri" yerine "başlar günü"
denilmesinin sebebi teşrik günlerinde kurban kellelerinin bol bol yenmesidir.
Hadisin sonunda bulunan taliki İmam Ahmed Müsned'inde Resûl-i Ekrem'e kadar
ulaşan bir senedle rivayet etmiştir. Hadîs "Hac imamının Zilhiccenin 12 nci günü
Minâ'da hutbe okuması sünnet dir" diyen İmam Şafiî ile İmam Ahmed'in görüşünü
te'yid etmektedir. Mezhep imamlarının bu mevzu ile ilgili görüşlerini bir önceki

hadiste açıklamış bulunmaktayız.

71. (Resûlullah'ın Minâ'da) Bayramın Birinci Günü Hutbe Okuduğunu
Söyleyenlerin Delilleri)

1954. ...el-Hirmâs b. Ziyâd el-Bâhilî (r.a.)'den; demiştir ki: Peygamber (s.a.)'i kurban
bayramı 'günü Minâ'da Adbâ isimli devesi üzerinde halka hitâb ederken gördüm.

Açıklama



el-Esmâî'nin beyânına göre " = Adbâ" kelimesi ku-lağmm dörtte birinden fazlası kesik
olan hayvanlar için kullanılır. Ebû Ubeyd'e göre ise, bu kelime kulağının yansı veya



daha fazlası kesik olan hayvanlar için kullanılır. İmam Halil'e göre, kulağı yarık olan
hayvanlara verilen isimdir.

Aslında Resûl-i Ekrem'in bu devesinin kulakları kesik ya da yarık değildi. Fakat
doğuştan kulakları çok küçük olduğıs için "el-Adbâ" diye isimlendirilmişti. Bu hadis
"kurban bayramının birinci günü hac imamının Minâ'da hutbe okuması sünnettir"
diyen Şafiî ulemâsının ve imam Ahmed'in delilidir. Biz bu konuyu 1952 numaralı

hadiste açıkladık.

1955. ...Süleym b. Amir el-Kilâ'î dedi ki: Ben Ebu Umâme'yi, "Resûlullah'm kurban
bayramı günü Miriâ'daki hutbesini dinledim" derken işittim.



Açıklama



Bu hadisle ilgili açıklama 1952 numaralı hadisin şerhinde geçti

72. (Kurban Bayramının Birinci Günü Minâ'da) Hutbe Ne Zaman Okunur?

1956. ...Râfi b. Amr el-Müzenî dedi ki: Ben Resûlullah (s.a.)'ı Minâ'da kuşluk vakti
boz bir dişi katır üzerinde halka hitab ederken gördüm. AH (r.a.) da O'ndan
(işittiklerini yüksek sesle uzakta-kilere) aktarıyordu. Halkın kimisi ayakta kimisi de

oturmakta idi.^



Açıklama



1954 numaralı hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.)'in, bayramın birinci gününde irad ettiği
hutbesini "el-Adbâ" isimli devesi üzerinde irad ettiği ifâde edilirken bu hadiste o
günkü hutbeyi boz bir dişi katır üzerinde irad ettiğinin ifâde edilmesi bu iki hadis
arasında bir çelişki bulunduğunu göstermez. Çünkü o gün Resûlullah'm birden fazla
hutbe irad etmiş olması mümkündür. Zira o sene Minâ'da 130.000 hacı adayı
bulunuyordu ve hac tatbikatıyla ilgili açıklamalara her zamankinden daha çok
muhtaçtılar. Her ne kadar Resül-i Ekrem'in konuşmasını belli aralıklarla yerleştirilen
görevliler anında tekrarlayarak dalga dalga daha uzaklara iletiyorlar idiyse de, bu
kadar büyük bir kalabalığın bütün konuşmaları eksiksiz olarak işitmeleri mümkün
değildi. Bu sebeple o gün hutbelerin tekrar tekrar okunmasına şiddetle ihtiyâç vardı.
Bu bakımdan Resûl-i Ekrem'in birçok defalar hutbe okumuş olması ve her hutbeyi de
ayrı bir hayvan üzerinde okuması gayet tabiîdir.

Metinde geçen "kuşluk vakti" kelimesi Hz. Peygamberin bu hutbesini zeval vaktinden
önce okuduğunu gösterir ki bu da "Hutbeler ancak öğle namazından sonra okunabilir,
bundan sadece Arafe günü Nemire Mescidinde okunan hutbe müstesnadır. Çünkü o
mescidde biri öğle namazından önce biri de sonra olmak üzere iki hutbe okunur" diyen

Şafiî ulemasının aleyhine bir delildir.



Bazı Hükümler



1. Hac imamının bayramın birinci günü hutbe okuması müstehabtır. Bilindiği gibi
Şahı uleması ile Hanbelî ulemâsının büyük bir kısmı bu görüştedirler. İmam Mâlik ile
Hanefî ulemâsına ve bazı Hanbelîlere göre ise, bayramın birinci günü hutbe okunmaz.
Resûl-i Ekrem'in halka o günkü hitabı bir hutbe niteliğinden ziyâde bir vasiyyet ve
hacla ilgili bir fetva özelliği taşımaktadır. Ancak Bezlu'l-mechûd yazarının beyânına
göre Hanefî ulemâsı "Hac imamının, birincisi Zilhiccenin yedinci günü Mekke'de,
ikincisi Arefe günü Arafat' da, üçüncüsü de bayramın ikinci günü Minâ'da olmak üzere
üç defa hutbe okuması müstehabtır" derken, "bu üç hutbeden fazla hutbe irad etmek
caiz değildir, bid'attir." demek istememişlerdir. Aslında Hanefî ulemâsı hac
mevsiminde hac imamının sık sık hutbe okumasının lüzumuna inanmakla beraber,
başta Resûl-i Ekrem'in uygulamasını ve halkın kalabalık bir zamanda hergün hutbe
dinlemelerindeki zorluğu göz önünde bulundurarak üç hutbenin kâfi geleceğini

söylemişlerdir. ^ ^

2. Kurban bayramının birinci günü okunacak hutbe kuşluk vakti okunur. İmam
Nevevî'nin beyânına göre, bu hutbeleri dinlemek ve hutbe dinlemeye ihramdan çıkıp

yıkanarak ve güzel kokular sürünerek gitmek müstehabtır. ^ ^

3. Hutbeyi hayvan üzerinde okumak caizdir.

4. Hatibin sesi duyulmadığı zaman konuşmalarının münâdiler tarafından yüksek sesle
daha uzaklara iletilmesi caizdir. İhtiyaç duyulduğu zaman aynı şekilde namaz
kıldırırken imamın sesinin daha arkada bulunanlara duyurulması maksadıyla

münâdîler tarafından tekrarlanması da caizdir.



73. İmamın Minâ Hutbesinde Bahsedeceği Konular



1957. ...Abdurrahman b. Muâz et-Teymî'den; Biz Minâ'da iken Resûlullah (s. a.) bize
bir hutbe irâdetti de işitme gücümüz (öyle) genişledi ki söylediği şeyleri evlerimizin
içinde iken bile işitebiliyorduk. Halka hacla ilgili görevlerini anlatmaya başladı. Ni-
hayet (söz sırası) cemrelere geldi. (Bu sırada sesinin daha uzaklara erişmesini
sağlamak maksadıyla) şehâdet parmaklarının uçutarmı kulak deliklerine) koydu, sonra
(onlara); "fiske taşları (büyüklüğünde taşlar atınız)" dedi. Sonra Muhacirlere emretti,
bu emir üzerine (muhacirler) Mescidin ön tarafına indiler; Ensâra da emir verdi. Onlar

da Mescidin arkasma konakladüa, Bundan sonra da diğerleri yerlerini alddar^

demiştir.



Açıklama



Veda Haccmda Resûl-i Ekrem Efendimiz'in Minâ'da halka hitaben yaptığı bir
konuşması bir özür sebebiyle bu konuşmayı dinlemeye gidemeyip de çadırlarında
kalan kimseler tarafından bile rahatça işitilip dinlenebilmiştir. Bu durum Resul-i
Ekrem için bir mucizedir. Söz konusu hutbenin Zilhiccenin 8. günü irâd edilmiş
olması ihtimali bulunduğu gibi, bayramın birinci gününde veya daha sonraki teşrik
günlerinde irad edilmiş olması ihtimali de vardır. Bu hutbenin bayram günlerinde
okunduğu kabul edilirse metinde geçen "Nihayet (söz sırası) cemrelere geldi"
cümlesini "Resul-i Ekrem'(s.a.) cemrelerin yanma geldi" şeklinde düzeltmek gerekir.



Sünen-i Ebü Davud'un bazı nüshalarında "şehâdet parmaklarını kulaklarına koydu"
ifâdesi vardır ki, bu ifade Resûl-i Ekrem'in sesini daha uzaklara eriştirebilmek için
parmak uçlarını kulak deliklerine koyup bu hususta ellerinden de yararlandığını
gösterir. Nitekim Hz. Bilâl de ezan okurken böyle yapardı. Beyhakî'nin rivayetinde ise

bu cümle: şehâdet parmaklarının birini diğeri üzerine koydu" şeklindedir ki
"cemrelere atılacak olan taşların büyüklüğünü parmaklarıyla gösterdi" anlamına gel-
mektedir. Metinde geçen "fiske taşlan (büyüklüğünde taşlar atınız) dedi" şeklinde
tercüme etmek de mümkündür.

Bir başka tâbirle cümlesindeki fiili, "attı" anlamında kullanılmıştır. Buna göre bu
cümle, Resûl-i Ekrem Efendimizin cemrelere taş atışım beyan eden ve râviye ait bir

cümle olurJ^"^
Bazı Hükümler

1. Hac imamının Müıâ'da bir hutbe okuyarak hacla ilgili görevlerinde halkı
aydınlatması sünnettir.

2. Resûl-i Ekrem'in Minâ'da okuduğu hutbeyi, yakında bulunanlar gibi tâ uzakta
bulunanlar da rahatça dinleyebilmişlerdir.

3. İdareci durumunda bulunan kimseler, idaresi altında bulunanların maddî ve manevî
çıkarlarını düşünmelidir.



m

Buhârî, hac 21. Cezau's-sayd 13, 15, libâs 8, 13, 15; Müslim, hac 1, 2; Tirmizi, hac 18; Nesâî, hac 30, 33, 34, 35; ibn Mâce, menâsik 19; Dârimî,
menâsik 9; Muvatta', hac 8; Ahmed b. Hanbel, II, 29, 32, 34, 54, 63, 65, 77, 1 19.

^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/131-132.
[3]

Nesâî, menâsik 35.

[4]

Beyhâkî, es-Sünenü'l-kübrâ, V, 49.
^Buhârî, cezâü's-Sayd 16.

m,

Ibn Hacer, Fethü' 1 -Bârî, IV, 144, 145.

^ İbn Hacer, Fethu' 1 -Bârî, IV, 145.
[81

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/132-133.

121

Davudoğlu A., Sahilı-i Müslim Tercüme ve Şerhi, VI, 277, 280.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/134-135.
[10]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/135.
bk. Muvatta', hac 8.

[121

Muvatta , hac 8.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/135.
[İÜ

Buhârî, cezâu's-sayd 13; Tirmizî, hac 18; Nesâî, menâsik 33, 39; Muvatta, hac 15; Ah-med b. Hanbel, VI, 119; Beyhaki, es-Sünenü'l-kübra, V, 47.



[15]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/135-136.
^ ^Buhârî, cezâu's-Sayd 13.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/136-137.

r ı sı

Beyhâkî, es-Sünenii'l-kübrâ V, 47.

1 L Bedâiu's-Sanâil,II, 186.

İM

Buhârî, cezâü's-Sayd, 13.

[211

Nesâî, menâsik 39.

[22J

bk. Beyhâkî, es-Sünenü'l-Kübrâ, V, 46, 47.

[231

Beyhâkî, es-Sünenü'l-Kübrâ, V, 46, 47.

[2£L

bk. Buhârî, cezâü's-Sayd 13.

[251

Bu ta'lîkin diğer rivayetleri için bk. Buhârî,. cezâüVSayd 13.

[261

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/137-140.

[271

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/140.

[281

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/140-141.

[291

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/141.

[301

Beyhâkî, es-Sünenii'l-kübrâ, V, 59.

^ İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, IV, 149.
[321

Beyhâkî, es-Sünenü'l-kiibrâ, V, 59.

[331

Zürkânî, Şerhü'l-muvaUa 1 , IH, 17; Beyhâkî es-Sünenül-kübrâ, V, 60; Muvatta' hac 9.
[341 ■

Ibnu'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, II, 144.

[351

1 — 1 el-Fethü'r-Rabbânî, XI, 194.
[361

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/141-143.

[371

Buhârî, hac 2 1 ; Nesâî, menâsik 34.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/144.
[381

Beyhâkî, es-Sünenü'l-kübrâ, V, 52.

[391

el-Fethu'r-Rabbânî, XI, 196; Beyhâkî, es-Sünenü'l-Kübra, V, 52.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/144.

[401

Buhârî, haç 6; Müslim, hac 4; Nesâî, Menâsik 32; Tirmizî, hac 19.

[411

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/144-145.

[421

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/145-146.

[431

1 1 Ahmed b. Hanbel, VI, 79.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/146.
[441

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/146.

[451

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/146.

[461

1 — 1 el-Fethu'r-rabbânî, XI, 196.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/147.
[471

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/147.

[481

Buharı, sulh 6, 7, umre 3, cezâü's-sayd 17, megâzî 43; Müslim, cihâd 90, 92; Ahmed b. Hanbel, IV, 289, 291, 302.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/148.
[491

Sünen-i Ebû Dâvûd, Kitabu'l-Cihâd, bab, 194.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/148-149.

[511

Müslim, hac 449.

^Nevevî, Şerhu Müslim, IX, 131.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/149.



[53J ■

Ibn Mâce menâsik 23; Ahmed b. Hanbel, VI, 30; Beyhaki; es-Sünenii' 1 -kübrâ, V, 48.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/150.

[5£1

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/150.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/150-151.

^ Müslim, hac 312; Nesâî, İydeyn 17; Ahmed b. Hanbel V, 417; VI, 402.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/151-152.
[571

Beyhâkî, es-Sünenü'l-kübrâ, V, 70.

[581

Beyhâkî, es-Sünenu'l-kübrâ, V, 70.

1591

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/152-153.

[601

Buhârî, cezau's-sayd 11, savm 22, tıb 12, 14, 15; Müslim, hac 87, 88; Timim, hac 22, savmöO; Nesâî, hac 92, 93, 95; Ibn Mâce, siyam 18,
menâsik 87, tıb 21; Dârİmî, menâ-sik 60; Muvatta', hac 74; Ahmed b. Hanbel, I, 215, 221, 222, 236, 244, 248, 249, 250, 258, 260, 280, 283, 286, 292,
299, 305, 306, 315, 333, 344, 346, 351, 372, 374; III, 164, 267,305,357,363,382.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/153-154.
[611

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/154.

[621

el-Bakara (2), 196.

[631

Zürkânî, Şerhü'l-Muvatta', III,. 85.

^Zürkânî, Şerhü'l-Muvatta', III, 85.
[651

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/154-155.

[661

1 — 1 Nesâî, hac 94; Ahmed b. Hanbel, III, 164, 267.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/155.
[671

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/155.

[681

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/156.

[691

el-Fethu'r-rabbânî, XI, 208; Hakîm, el-Müstedrek, I, 453.

[701

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/156.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/156.
1721

Nubeyh b. Vehb b. Osman el-Abderî el-Medenî. Güvenilir bir tabiîdir. Eban b. Osman, Saîd b. el-As'm azadhsı Ka'b, Muhammed b. el-Fanefıyye
ve Ebû Hureyre'den hadis rivayet etmiştir. Kendisinden de Nâfı', Muhammed b. İshak, Ebu'z-Zinâd ve Eyyub b. Musa el-Kureşî hadis rivayet
etrfiişlerdir. H. 126 tarihinde vefat etmiştir. Hadisleri Müslim ve dört sünen'de yer almıştır. [Bilgi için bk. İbn Sa'd, Tabakât', IV, 1 13].

[IH

Müslim, hac 89, 90; Tirmizi, hac 104, Nesâî, menâsik 45; Dârimi, menâsik 83; Müs-ned, Ahmed b. Hanbel, I, 60, 65, 68, 69.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/157.
[741

— Nevevî, Şerhu Müslim, VIII, 124.
[751

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/157-158.

[761

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/158.

[771

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/158.

[781

Buhârî, cezâu's-sayd 14; Müslim, hac 91; Nesâî, menâsik 27; Ibn Mâce, menâsik 22, Muvatta', hac 4; Ahmed b. Hanbel, V, 418.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/159-160.
[791

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/160.

[801

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/160-161.

[811

Müslim, nikâh 41, 45; Tirmizî, hac 23; Nesâî, menâsik 91, nikâh 38; îbn Mâce, nikâh 45; Dârimî, nikâh 17; Muvattâ',-hac 70, 73; Ahraed b.
Hanbel, I, 57,64, 65,68, 73.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/161-162.

[821

el-Fethü'r-Rabbânî, XI, 226, 227.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/162.

[831

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/162.

[841

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/163.

[851

Nevevî, Ştyhu Müslim, IX, 193; Tahâvî, Şerhu, Meâni'l-Asâr, II, 268. Beyhâkî, e; Sünenü'l-kübrâ, V, 65.

[861

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/163.



[871

1 — 1 bk. 275. Müslim, hac 48; Tirmîzî, hac 23; Ahmed b. Hanbel, VI, 333, 335.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/163.

[88j

Tahâvî, Şerhu Meâni'l-asâr, II, 270.

^ ^ Tahâvî, Şerhu meâni'l-âsâr, II, 270.
[901

bk. 1844 numaralı hadis.

[911

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/164.

[921

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/164.

[931

Buhârî, Cezâu's-sayd 12, nikâh 30, megazî 43; Müslim, nikâh 46, 48; Tirmizî, hac 24; Nesâî, menâsik 90; Dârimî, menâsik 21; Ahmed b. Hanbel,
I, 245, 266,270, 275, 283, 285, 286, 324, 330, 333, 336, 346, 351, 354, 360, 361.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/164.

[941

Tahâvî, Şerhu Meâni'l-âsâr, II, 269.

f951

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/165.

[961

el-fethu'r-rabbanî, XI, 229; Beyhâkî, es-Sünenü'l-kübrâ, V, 66; Tahâvî, Şerhu mean'i âsâr, II, 270; Mübârekfurî, Tuhfel-ül-ahvezî, III, 579.

:

[981



Tirmizî, hac 23.



bk. Tirmizî, hac 23.
[991

Nevevî, Şerhu Müslim, IX, 194.

rıooı



1 bk. Zürkânî, Şerhu'l-Muvatta' III, 80, 81.

non



Zürkânî, Şerhu'l-Muvatta' III, 8 1 .

ri021



1 Zürkânî, Şerhu'l-Muvatta' III, 81.
[1031



Zürkânî, Şerhu'l-Muvatta 1, III, 83.

fl041



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/165-167.

no5i



Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/167-168.

no6i

Zürkânî, Şerhu'l-Muvatta' III, 81.

ri071

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/168.



[108]

Buhârî, Cezau's-sayd 7; bedu '1-halk 16; Müslim, hac 66 69, 71, 77, 79: Tirmizî, hac 21; Nesâî, hac 82, 84, 86, 88, 1 13, 1 14, 1 16, 119; Ibn Mâce,
menâsik 91 Dârimî, menâsik 19; Muvatta', hac 88, 90; Ahmed b. Hanbel, II, 3, 8, 30, 32, 37, 48, 50, 54, 56, 77, 138; III, 3, 80; VI, 98, 164, 203, 231.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/169.
ri091

1 1 el-Mâide (5), 96.

el-Enâm (6), 38.



rıııı

Hûd(ll), 6.
en-Nûr (24), 45.

rıi3i

Müslim, hac 75.

n i4i

el-Bakara (2). 158.



n ısı

Münavi, Feyzu'l-kadîr, V, 270.

rı i6i .

Ibn Hacer, Fethu'l-Bârî, IV, 28.
^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/169-171.

n ısı

bk. Müslim, hac 67.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/172.

^ ^ Tahâvî, Şerhu meâni'l-âsâr, I, 384; Beyhakî, es-Sünenu'l-kübrâ, V, 210.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/172-173.

[12H

Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, VI, 350, 355.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/173-177.
f 1221

Tirmizî, hac 21; Ibn Mâce, menâsik 91; Ahmed b. Hanbel, III, 3.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/177.



[123]

Tahâvî, Şerhul Meâni' 1 -asâr, II, 166, 167.
Zürkâni, Şerhu'l-Muvatla', III, 102.

ri251

Müslim, hac 69; Bühârî cezaü's-sayd 7; Tirmizî, hac 21.

'"^el-Kehf (18), 50.
[127]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/177-179.

Tahâvî, Şerhu meâni 1 1 -âsâr, I, 386.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/179-180.
r 1291

el-Fethu'r-rabbâni, XI, 237; Buhârî, cezâu's-sayd 6; Nesâî, hac 80.
Müslim, hac 65.

IT311

Müslim, hac 59.

[132]

Zürkâni, Şerhu'l-Muvaîta', III,'88, Fethu'r-rabbânî, XI, 246; Nesâî, hac 78; Beyhâkî es~Sünenü'l-kübrâ, V, 188.

r 1331

Buhârî, cezau's-sayd 6

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/180-181.

[135]

Müslim, hac 55; Nesâî, hac 79.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/181-182.
H361

el-Mâide (5), 96.

^ ^ hadis için bk. Nesâî, hac 80; Buhârî, cezau's-sayd 6.
r 1381

Müslim, hac 60; Buhârî, cezau's-sayd 5.

H391

el-Mâide (5), 95.

[140]

el-Mâide (5), 96.
el-Enam (6). 145.

fl421

bk. Tahâvî, Şerhu Meâni' 1 -âsâr, II, 174.

[1431



Müslim, hac 65.

ri44i



Zürkânî, Şerhu'l-Muvatta' III, 88; Nesâî, hac 78.

ri451



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/182-185.

ri46i



Tirmizî, hac 25; Nesâî, menâsik 81; Ahmed.b. Hanbel, III, 362.

[1471



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/185.

[1481



Tekmiletu'l-Menhel, I, 173.

[1491



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/185-186.

[1501



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/186.

[1511



' Buhârî, cihâd 88, zebâih 10-11; Müslim, hac 57, Tirmizî, hac 25; Nesâî, menâsik 78; Dârimî, ferâiz 21; Muvatta, hac 76; Ahmed b. Hanbel, V,
301.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/186-187.
[1521

Buhârî, cezau's-sayd 5; Müslim, hac 60.

[1531

Beyhakî; es-Sünenu'l-kübrâ, V, 189.

[1541



1 Ibn Hcer, Fethu' 1 -Bârî, IV, 400.
[1551



Müslim, hac 60.

[1561



Ibn Hacer, Fcthu'l-Bâri, IV, 395.

[1571



Müslim, hac 56.

[1581



el-Mâ'ide (5), 96.

[1591



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/1 87-1 S
[1601

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/188.



[166]
[167]
[1681
[169]
[1701
[1711

rmı



[161]

Beyhakî, es-Siinenıı 1 1 -kübrâ, V, 207.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/189.

[162] .

Ibn Mâce, sayd 9.

Zürkânî Şerhü'l-Muvatta, III, 91.

Avnu'l-Ma'bûd, V, 307.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/189-190.

Beyhakî, es-Sünenii' 1 -kübrâ, V, 206.

bk. 1855. no'Iu hadis.

Beyhakî es-Sünenü'l-kübrâ, V, 206.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/190.
Tirmizî hac-27.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/190-191.
el-Mâide, (5) 96.

' Mübârek-furî, Tuhfetü'l-ahvezî, 111, 586.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/191.

[173]

bk. Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, V, 207.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/192.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/192.
[175]

Buhârî, mııhsar 5, 6, 8, meğâzî 35, merdâ 16, tıb 16, keffârat 1; Müslim, hac 80-84; Tirmizî, hac 105; tefsîr sûre (2), 21; Muvatta', hac 238;
Ahmed b. Hanbel, IV, 241-243.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/192-193.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/193.
H771

J 1 el-Bakara (2), 196.

[1781

Aynî, Umdetu'l-kaarî, X, 152.

[179]

Tekmiletu'l-Menhel, I, 180-181.

ri801

bk. Davudoğlu, Sahih-i Müslim Terecine ve Şerhi, VI, 362-363.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/193-197.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/197.

Buhârî, muhsar, 8.
Müslim, hac 73.

İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, IV, 391.
Mecmeu'z-zevâid, III, 234.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/197-198.
el-Bakara (2), 196.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/198.

' bk. İbn Hazm, el-Muhallâ, VII, 209 (Mes'ele 874).
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/198-199.

ri9oı



[1821
[1831
[1841
[1851
[1861
[1871
[1881
[1891



Mecmeu'z-zevâid, IV, 235.

[1911



Müslim, hac 85.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/199-200.
H921 .

1 1 Ibn Hazm, el-Muhallâ, VII, 2 1 1 (mesele; 874).

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/200.

H931 .

Ibn Hacer, Fethu'l-Barî, IV, 389.

11941 .

bk. Ibn Hacer, Fethu'l-Bari IV, 389.

H951

Müslim, hac 83.



[196]

Müslim, hac, 85.



[197] .

Ibn Hacer, Fcthü'I-Bârî, IV, 13; Aynî, Umdetü'l-kaari, X, 156; Ibn Hazm, el-Muhalla, VII, 211, (mesele 874).
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/201.

'-^ el-Bakara (2) 196.
[1991

Beyhaki, es-Sünenü'l-kübrâ, V, 55.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/201-202.

r2ooı

1 1 el-Fethü'r-rabbânî, XI, 221.

[201] .

Ibn Hacer, Fethu'l-Bârî, IV, 388-389.

T2021

Müslim, hac 85; Fethü'r-rabbânî, XI, 221.

T2031

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/202-203.

T2041

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/203.

[205]

Buhârî, muhsar 6; Müslim, hac 82; Muvatta', hac 237.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/204.

[206]

Zürkanî, Şerhü'l-Muvalta', III, 246.

T2071

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/204.

r2081

Tirmizî, hac 94; Nesâî, menâsik 102; Ibn Mâce, menâsik 85; Dârimî, menâsik 57; Ahmed b. Hanbel, III, 450.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/205.
T2091

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/205-206.

T2101

1 1 el-Bakara (2) 196.

Taberî, Câmiü'l-beyân, II, 124.

1 1 el-Bakara (2), 196.

[2131

Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, V, 219.

[214]

Zürkâni, Şerhu'i-Muvatta, II, 113; Muvatta, hac 100.

[215]

Zürkâni, Şerhu'i-Muvatta, II, 203.

[216]

el-Fethu'r-rabbanî, II, 135.

T2171

1 1 el-Muhallâ, VIII, 203, (mesele 872).

Buhârî, muhsar 2; Nesâî, menâsik 61.

[219J

Buhârî, muhsar 1 .

[2201

Büyük islam ilmihali, s. 401-402.

12211

Ateş, Hac Rehberi, 59-60.

T2221

1 1 el-Bakara (2), 196.

[2231 .

Ibn Cerir, Câmi'ül-beyân, II, 130.

[2241

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/206-212.

12251

Tirmizî, hac 94; Nesâî, menâsik 102; Ibn Mâce, menâsik 85; Dârimî menâsik 57; Ahmed b. Hanbel, III, 450.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/212.

[2261

Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/213.

12271

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/213-214.

[2281

el-Bakara (2), 196.

12291

Tahâvî, Şerlıu Meâni'l-âsar, 11, 242.

[2301

Teysîru'l-Vusûl, I, 288; Tahavî, Şerhu meâni'l-asâr, II, 242.

T2311

1 1 el-Mâide 95.



T2321

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/214-215.

T2331

Buhari, hac 39, 42, 29, 38, 148-149; Müslim, hac 226-227; Dârimî, menâsik 80; Muvatta', hac 6; Ahmedb. Hanbel, VI, 14, 16, 48.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/216.
[2341

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/216.

T2351

Nesâî, menâsik 104; Tirmizî, hac 90; el-Fethur-rabbanî, II, 28.

[2361

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/216-217.

f2371

Buhrani, hac 40-41; Müslim, hac 223-225; Nesâî, menâsik 105; Ibn Mâce, menâsik 26.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/217-218.

[238]

Davudoğlu, Sahlh-i Müslim Terceme ve Şerhi VI, 517.

[2391

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/218.

T2401

Müslim, hac 223.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/218-219.
[241]

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/219.

[2421

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/219.

T2431

Buharı, hac 41; meğâazî 49; Müslim, hac 224; Tirmizî, hac 30; Nesâî, menâsik 26; Ahmet b. Hanbel, II, 14, 21.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/219-220.
12441

Buharı, hac 41.

[245]

el-Fethu'r-rabbânî, XII, 6.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/220.
12461



Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/220.

£2471



Buhârî, hac 40-41, Müslim, hac 224; Tirmizî, hac 30; Nesâî, menâsik 105; İbn Mâce, menâsik 26; Ahmed b. Hanbel, II, 14, 21.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/221
12481

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/221.

T2491

Tirmizî, hac 32; Nesâî, hac 122.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/221-222.
T2501

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/222.

[251]

Beyhakî-, es-Sünenül-kübrâ, V, 72; Tahavî, Şerhu meâni'l-asâr, II, 176.

[2521

Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, V, 73.

[2531

Tahâvî, Şerhü meâni'l-asâr, II, 178.

[2541

AliyyüT-Kârî, Mirkatu'l-Mefâtîh, III, 208.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/222-223.
f2561

Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/224.
T2571

1 1 Şerhü fethi'l-Kadîr, II, 153.

1 el-Bakara (2) 125.
[2591

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/224.

[2601

Müslim, cihad ve siyer 84.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/224-225.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/225.
[2621



Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/225-226.

[2631



' Buhari, hac 50, 60; Müslim, hac 248-251; Tirmizî, hac 37; Nesâî, menâsik 147; İbn Mâce, menâsik 27; Muvatta', hac 115; Ahmed b. Hanbel, 1,
17,26, 34-36, 53-54.

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/226.

12641

el-Fethu'rrabbânî, XII, 25; Hâkim, el-Müstedrek, I, 457; Ibn mâce menâsik 27; Tirmizî, hac 111; Heysemî, Mecmeu'z-zevâid, 111, 242.

[2651



İbn Mâce, menâsik 27; Hâkim, el-Miistedrek, I, 454.
^ ^ Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/226-227.



[2671

el-Fethu'r-rabbânî, XII, 28; Hâkim, el-Müstedrek, I, 456.

T2681

1 1 el-Fethu'r-rabbânî, XII, 26.

T2691

Nesâî, menâsik 145.
r2701 .

1 1 Ibn Hacer, Felhu'l-Bârî, IV, 208-209.

[271]

bk. 1889 numaralı hadisin şerhi.

T2721

Erkan, Arif, Gurer ve Dürer tercemesi, I, 378.

[2731 , ...

Buradaki dua kabul olan dualardandır. Hesaba tabi tutulmadan cennete girmeyi istemek en Önemli dualardan biridir. "Borçtan, fakirlikten, gönül

sıkıntısından ve kabir azabından bu Beyt'in sahibine sığınırım" demek sünnettir.
[274]

M. Zihnî, Ni'met-i islâm, 643.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/227-229.
[275]

Buharı, hac 60; Müslim, hac 242; Ibn Mâce, menâsik 27.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/229.
T2761

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/229-230.

T2771

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/230.

T2781

Buharı, hac 42; Müslim, hac 39.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/230-231.

T2791

Müslim, hac 401.

[2801

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/231.

mu

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/231.

T2821

Nesâî, hac 156.

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/232.
12831



Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/232.

[2841



' Buhârî, hac 58; Müslim, hac 253-254, 257; Nesâî, mesâcid, 21, 140, 159; Ibn Mâce, me-nâsik 28; Ahmed b. Hanbel, I, 214, 237-238, 304; III,
413.

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/232-233.
T2851



bk. 1880 no'lu hadis.

[2861



'bk. 1881 no'lu hadis.
12871



1 Ibn Hacer, FethuT-Bârî, IV, 236
T2881



Buhârî, hac 62.

12891



el-Fethu'r-rabânî, XII-34.

T2901



Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/233-234.

r29iı



' Buhârî, hac 58; Müslim, hac 253-254, 257; Nesâî, mesâcid 21, 140, 159; Ibn Mâce, menâ-sik 28; Ahmed b. Hanbel, I, 214, 237, 238, 304; III,
413; V, 454.

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/234.
f2921 .

1 el-Isrâ(17), 81.

T2931

Müslim, cihâd 87; Buharı, meğâzî 48.

[2941

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/234-235.

[2951

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/235.
[2961.

Ibn Mâce, menâsik 28, Müslim, hac 255.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/235.
12971

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/236.

T2981

1 1 Nesâî, menâsik 173; Ahmed b. Hanbel III, 317, 334.

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/236.
[2991

Müslim, hac 256.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/236.
T3001

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/236-237.



[301]

Ahmed b. Hanbel, I, 237; Tirmizî, hac 40; Ibn Mâce, menâsik 28; Dârimî, menâsik 30; Müslim, hac 254-255.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/237.
T3021

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/237-238.
^ ^ Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/238.
[3041

Buhârî, hac 64, 71, 74; edcb 68; tefsir 52; Müslim, hac 258; Nesâî, hac 138; Ibn Mâce, mukaddime 11; Muvatta', hac 123.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/238-239.
T3051

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/239

T3061

Tirmizî, hac 36; îbn Mâce, menâsik 30; Darimî, menâsik 28; Ahmed b. Hanbel, IV, 222-224, Bcyhâkî, es-Sünenü'l-Kübrâ, V, 79.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/239.

T3071

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/239-240.

T3081

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/240.

T3091

Ahmed b. Hanbel, I, 306, 371; Beyhâki, es-Sünenü'l-Kübrâ, V, 79.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/240-241.
13101

el-Fethü'r-rabbanî, II, 68; Ebû Dâvûd 1996 no'lu hadis.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/241.

[311]

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/241.

[3121



13141
[315]
[316]
[317]
[318]
[319]



Müslim, hac 237.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/241-243.

[313]

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/243.
Nevevî, Şerhü Müslim, IX 10.
el-Fethur-rabbânî, XII, 17.
Beyhakî, es-Sünenu'l-kübrâ, V, 84.
Müslim Hac 230, 231; el-fethü'r-Rabbânî, XII, 18.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/243-244.

' Buhârî hac 55: meğâzî 43; Müslim, hac 240; Nesâî, menâsik 155; Ahmed b. Hanbel, 1,290, 306,-373.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/244-245.

1 1 el-Haşr (59), 9.

el-Münâfıkûn (63), 8.

Müslim, hac 488; Buharî, fedailü'l-Medine 2.
Mecmeu'z-zevâid, III, 300.
Münâvî, FeyzuT-Kadîr, VI, 156.
Yûsuf (12), 92.

Nevevî, Şerhu Müslim, IX, 150.

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/245-247.
Buhârî, hac 56.

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/247.

' Buhârî, hac 57; İbn Mâce, menâsik 29; Ahmed b. Hanbel, I, 45.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/247-248.

[3311



[3211
[322]
[323]
[324]
[325]
[326]
[327]
[328]
[329]



Buhârî, hac 57.

[3321



Ibn Hacer, FethuT-Bârî, IV, 217.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/248.
[3331

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/248-249.

[3341

Tirmizî, hac 64; Dârimi, menâsik 36; Ahmed b. Hanbel, VI, 64, 75, 139.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/249.



T3351

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/249.

T3361



Ibn Mace, hac 29.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/249-250.
[3371



'Mevkufâl, I, 182.
T3381



Cevhere, I, 197-198

1339"



Bilmen Ö. N. Büyük İslam İlmihali s. 369; Ayrıca bk, 1873 no'lu hadisin şerhi.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/250-251.

3401

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/251.

3411



Ibn Mace, hac 29.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/25 1-252.
f3421

Müslim, hac 233-236; Tirmizî, hac 34; Nesâî, hac 154; Ibn Mace, menâsik 29; Darîmî, menâsik 28, 34 Muvatta, hac 107, 108; Ahmed b. Hanbel.
11,40,59,71, 100, 114, 123, 125, 157; V, 455, 456.

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/252.
[3431

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/252.

[3441

el-Bakara (2), 102.

[3451

1 1 Ahmed b. Hanbel, III, 411.

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/253.
13461

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/253.

[3471

Buhârî, hac 63; Müslim, hac 23); Nesâî, menâsik 151; Ahmed b/Hanbel, II, 30.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/254.
[3481

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/254.

[3421

el- Bakara (2), 125.

T3501

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/254.

[351]

Tirmizî, hac 42; Nesâî, mevâkît 41; Ibn Mâce, mukaddime 2; Dârimî menâsik 79; Ah-med b. Hanbel, IV, 80.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/255.
[3521

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/255.

[353]

Fethür'r-rabbânî, II, 299; Dârekutnî Sünen, I, 425; Beyhakîes-Sünnenü'l-kübrâ, II, 461.

[354]

Hadisler için bk. Zeylaî, Nasbur-râye, I, 250; Ibn Hümam, Fethu'l-Kâdîr, I, 161.

[3551



Tirmizî, hac 4 1 .

T3561



M. Zihnî, Ni'met-i İslâm, 165.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/255-257.

[35Z1

Müslim, hac 140, 265; Ibn Mâce, menâsik 39; Ahmed b. Hanbel, I.II, 317.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/257.
13581

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/257-258.

[359]

bk. Beyhakî, es-Süncnü'i-kübrâ, V, 106.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/258-259.

Bu rivayetler için bk. 1781, 1783, 1788, 1788, 1789, 1 792 no'lu hadis-i şerifler.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/259-260.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/260-261.
bk. 1785 no'lu hadis,
bk. 1791 no'lu hadis.
Müslim, hac 128.
Münâvî, Feyzü'l-kadîr, II, 105.
et-Tayalisî, Müsned, s. 39, 40.
Feyzu'l-Kadir, 11,281.

Takıyyüddîn es-Sübkî, Tabakatü'ş-Şaffiyyeti'I-Kübrâ, I, 104, 105.



[361]
[3621
[363J
13641
[3651
[3661
13671
[3681
13691



[370]

bk. Tekmiletu'l-Menhel, I, 236.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/261-263.
[371]

el-Fethü'r-rabânî, XI, 154; Nevevî, Şerhu Müslim, VIII, 214; Ibn Mâce, menâsik 118.

[3721

Zeylâî, Nasbu'r-râye, III, 111; Tahavî, Şerhu meâni' 1 -âsâr, II, 205.

T3731

Zeylaî, Nasbu'r-râye, III, 111; Tahavî, Şerhu mâni'I-âsâr, II, 205.

[374]

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/263-264.

T3751

1 1 Ahmed b. Hanbel, III, 43 1 .

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/264-265.

[3761



Mecmeu'z-zevâid, III, 246.

[3771



Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/265.

[3781



Mecmeu'z-zevâid, III, 293; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, V, 92.
T3791

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/265-266.

13801



Ibn Mâce, mıînâsik 35.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/266.
[3811



Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/266.

r3821



Beyhâkî, es-Sünenü' 1 -kübrâ, V, 1 64.

831



Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/267.

[3841



Nesâî, menâsik 133.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/267-268.
13851



1 Felhu'r-rabbânî, XII, 73.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/268.
T3861



' Buhârî, hac 79; umre 10, tefsir (2), 21; Müslim, hac 259-264; Tirmizî, tefsir (2) 12; Nesâî, menâsîk 169; İbn Mâce, menâsîk 43; Muvatta, hac
129; Ahmed b. Han'bel, VI, 144, 162, 227.

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/269-270.
T3871

Müslim, hac 263.

Müslim, hac 259.
[3891

1 L Buhârî, tefsir (53) 3.

[3901

1 1 el-Bakara (2), 158.

[3911

Süleyman Ateş, Kur'an-ı Kerim'in Yüce Meali ve Çağdaş Tefsir I, 146.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/270-272.

[3921

el-Fethu'r-rabbânî, XII, 77; Mecmeu'z-zevâid III, 247; Dârekulnî 270; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, V, 98.

[3931

Mecmeu'z-zevâîd, III, 247.

[3941

Müslim,.hac 310.

[3951

1 1 el-Bakara (2), 158.

[3961

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/272-273.

[3971

Buhârî, Hac 53; Müslim, hac 397 tbn Mace, menâsik 44.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/274.

[3981



Müslim, hac 388-396.

[3991



Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/274.

[4001



Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/275.

[4011



Buhârî, umre 11; hac 53; meâzî 35, 43, Müslim, hac 397; İbn Mâce, menâsik 44.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/275.

[4021

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/275.

[4031

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/275-276.

[4041

Tirmizî, hac 39; Nesâî, menâsik 174; İbn Mâce, menâsik 43; Ahmed b. Hanbel, II, 53, 60, 61, 1 19, 120.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/276.



[405]

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/276-277.

[4061

Müslim, hac 147; Nesâî, menâsik 178, Muvatta, hac 131; el-Fethu'r-rabbani, XII, 80.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/277.
T4071

J 1 el-Bakara (2), 125.

f4081

1 1 el-Bakara (2), 158.

[4091

Müslim, hac 147; Nesâî, menâsik 46; İbn Mâce, menâsîk 84; Dârimî, menâsik, 34.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/279-289.
14101



en-nisa (4), 3 .

[411]



1 en-Nur (24), 32.
[4121



Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/289-291.

[4131



Davudoğlu, A. Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi; VI, 431, 441.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/291-297.
[4141

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/298.
Buhârî, hac 97.

Bk. Ebû Dâvûd bu cilt. Hadis No, 1925.
Müslim, hac 290.

Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/298-300.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/300-301.

' Müslim, hac 149; İbn Mâce, menâsik 55, 73; Nesaî, menâsik 202; Dârimî, menâsik 50; Muvatta, hac 166-167; Ahmed b. Hanbel, I, 72, 75, 76,
81, 157; III, 321,326; IV, 82.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/301.
[4211

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/301-302.

[4221



[4151
[4161
[4171
[4181
[4191
[4201



Müslim, hac 149.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/302.
[4231



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/302.

[4241



1 el-Bakara (2), 125.
[4251



' Ahmed b. Hanbel, III, 320.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/302-303.
[4261



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/303.

[4271



el-Bakara (2), 199.

[4281



Buhârî, tefsir sûre (2), 35; hac 91; Müslim, hac 151; Nesaî, menâsik 202.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/304.

[4291

Buraya Arafat denmesinin sebebi olarak ileri sürülen görüşlerden bazıları şunlardır:

a. insanlar burada gerçek manada kulluklarını gösterdikleri için buraya bu isim verilmiştir.

b. Hz. Âdem ile Havva burada buluştuklan için buraya bu isim verilmiştir.

c. Çeşitli ülkelerden gelen hacı adayları burada toplanıp tanıştıklan için buraya bu isim verilmiştir.

d. Cebrail (a. s.) Hz. Peygamber'e hac ibâdetini burada öğrettiği ve sonunda "Earifte hazâ: Öğrendin mi?" dediği için,

e. Allah teâlâ'mn kullarına ikramını, affını ve mafiretini burada tanıttığı için bu isim verilmiştir. Nitekim "Onları kendilerine anlattığı Cennete
koyar" (Muhammed (47), 6) âyet-i kerimesi de bunu ifâde eder.

T4301

Müslim, hac 436.

M. Zihni Efendi, Nimet-i İslâm s. 622.
Fethü'l-Bâri, IV, 263.
Fethü'r-rahbânî, XII, 123.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/304-306.
bk. 1949 no'Iu hadis.

Zürkanî, Şehm'l-Muvaîîâ, III, 178; Muvattâ, hac 169.

bk. 1950 numaralı hadis.
Hûd(ll), 105.



[4311
[4321
[4331
[4341
[4351
[4361
[4371
[4381



14391

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/306-307.

14401

Tirmizî, hac 50.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/308.
14411



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/308.

14421



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/308-309.

T4431



Buhârî, hac 83, 146; Müslim, hac 336; Tirmizî, hac 1 12; Nesâî, menâsik 190; Dârimî, menâsik 46; Ahmed b Hanbel, III, 100.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/309-310.
4441



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/310.

1445



Kasanı, Bedâyiü's-sanâyi', II, 159.
14461

1 1 el-Bakara (2), 203.

14471

S. Ateş, K. Kerimin Yüce Meali ve Çağdaş Tefsiri, I, 209.

14481

Buhârî, hac 146; Beyhakî, V, 160.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/310-311.

14491

Ahmed b. Hanbel, II, 129.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/312.
T4501

Nesâî, mevâkît 48.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/312-313.
[4521

Kâsânî, Bedâyiü's-sanayi', II, 152.
İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, IV, 260.

14541



M. Zihnî, Ni'met-i islâm, 155, 645.

[4551



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/313-315.

4561



Ibn Mâce, menâsik 54; Ahmed b. Hanbel II, 25.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/315-316
1457



Buhârî, hac 87, Nesâî, menâsik 196.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/316-317.
4581

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/317.

4591

1 Ahmed b. Hanbel, V, 430.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/317.
4601

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/317-318.
4611 .

Ibn Kudâme, el-Muğnî III, 410.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/318.
4621

Nesâî, menâsik 199; Ahmed b. Hanbel, IV, 306.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/318-319.
4631

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/319.
Buhârî, hac 87; Nesâî, menâsik 196.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/319-320.
Ahmed b. Hanbel, V, 30.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/320.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/320.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/321.
Nesâî, menâsik 188; Beyhaki, es-Sünenü'l-kübrâ, V, 111.

Miras, Tecrid Tercemesi, VI, 172.
Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ V, 111.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/321-322.

Tirmizî, hac 53; Nesâî, menâsik 202; tbn Mâce, menâsik 55; Ahmed b. Hanbel, IV, 137.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/322-323.



14641
[465]
14661
[467]
14681
14691
[470]

[471]
[472]
[473]
14741



[475]

el-Fethu'r-rabbânî XII, 115.

[476]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/323.

[4771

Mecmeu z-zevaıd, III, 25 1 .

[4781

1 1 el-Fethu'r-rabbânî, XII, 153.

[4791

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/323.

T4801



Buhârî, hac 94; Ahmed b. Hanbel, I, 269, 277.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/324.
[4811



1 Aliyyu'l-Kârî; Mirkâtu'l-Mefâtîh, III, 222.
T4821



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/324-325.

[4831



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/325.

T4841



Buhârî, vudû 6, 35, hac 93, 95; Müslim, hac 266, 276, 278, 281; Nesâî, menâsik 206; tbn Mâce, tahâre 23, menâsik 59; Muvatta', hac 197; Ahmet
b. Hanbel, II, 125.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/325-326.

[4851



Buhârî hac 93.

[4861



'Fethu'l-Bâri, IV, 267.
[4871



'Fethu'l-Bâri, IV, 267.
T4881



Şemsü'l-Hak Azimâbudî, Avnu'l-Ma'bûd, V, 400.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/326-328.
r4891 .

1 1 Ibnu'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, II, 171.

T4901

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/328-329.

[4911

Tirmizi hac 54; Ahmed b. Hanbel, I, 75, 157; Beyhakî, es-Sünenü 1 1 -kübrâ, V, 122.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/329.
T4921

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/329-330.

T4931

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/330.

f4941

Buhârî, hac 92; cihâd 136; Müslim, hac 284; Nesâî, mçnâsik 205; İbn Mâce, menâsik 58; Dârimî, menâsik 51; Muvatta, hac 176; Ahraed b.
Hanbel, V, 205,210.
T4951

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/330.

T4961

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/330-33 1.

[4971

Bilgi için bk. Ibn Hacer, Felhu'l-Bfırî, III, 336.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/331.
14981

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/331.

T4991

Buhârî, vudû 6, 35, hac 93, 95; Müslim, hac 266; Nesâî, menâsik 206; Muvatta, hac 198; Ahmed b. Hanbel, II, 125.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/33 1-332.
[5001



Buhârî, hac 93 .

[5011



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/332-333.

[5021



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/333.

[5031



1 Ahmed b. Hanbel, IV, 389.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/333-334.
[5041



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/334.

[5051



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/334.

[5061



Buhârî, hac 96; Müslim, müsâfırîn 42-48, hac 286; Nesâî menâsik 207.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/334.
[5071



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/334-335.

[5081



bk. Fethu'l-Bârî, III, 339; Nesâî, menâsik 207; Beyhaki, es-Sünenü'I-kübrâ, V, 120.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/335.
T5091

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/336.



[510]

1 1 Ahmed b. Hanbel, II, 157.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/336.
[511]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/336.

Neveî, Şerhu Müslim, VIII, 187.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/336-337.
T5141

Tirmizî, hac 56; Ahmed b. Hanbel, I, 280.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/337.

[515]

el-Fethu'r-rabbânî, XII, 146.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/337-338.
r5171

Müslim, Müsâfırîn 17; Ibn Hacer, FethuT-Bârî, II, 381.

[5181

Müslim, müsâfirin 19.

f5 191

Tirmizî, hac 52.

^ ^ Müslim, müsâfırîn 15.
[521]

Nevevî, Şerhü Müslim, V, 202.

T5221

bk. 1229 no'lu hadis.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/338-340.
[5231

1 1 Buhârî, hac 96; Müslim hac 291; Nesâî, ezan 20, salât 20, menâsik 207; Ahmed b. Hanbel, I, 418, 449; II, 18, 33-34, 56, 59, 62, 78, 152; V. 421.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/340-341.

[5241

Nevevî, Şerhu Müslim, IX, 36.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/341.
[5261

Müslim, hac 29 1 ; Tirmizî, hac 56; Nesâî, menâsik 207; Ahmed b. Hanbel, I, 4 1 8; II, 1 8, 33-34, 56, 62, 78, 1 52, V, 42 1 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/341.
T5271

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/341.

[5281

Müslim, hac 29 1 ; Tirmizî, hac 56; Nesâî, menâsik 207; Ahmed b. Hanbel, I, 4 1 8; II, 18, 33-34, 56, 62, 78, 1 52, V, 42 1 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/341-342.
[5291

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/342.

r5301

Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/342-343.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/343.
[5321

Sözü. geçen hadisler için bk. Buhârî hac 96; Nesâî, menâsik 207.

[5331

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/343-344.

[5341

Buhârî, hac 99; Müslim, hac 292; Nesâî, menâsik 207; Ahmed b. Hanbel, II, 4, 7-8, 34, 51, 54, 77, 80, 106, 120, 148, 150, 152, 157.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/344.
[5351



Buhârî, hac 99.

[536"



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/344-345.

[5371



Nevevî, Şerhu Müslim, IX, 37.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/345.
[5381

Tirmizî, hac 54; Ahmed b. Hanbel, I, 75, 157.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/346.
[5391

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/346.

[5401



el-Fethu'r-rabbânî, XII, 122; MecmeuVzevaîd, III, 25 1 .

r5411



Nesâî, menâsik 211; el-Fethu'r-rabbânî, XII, 1 20.

15421



Kâsânî, Bedâyi', II, 135.

T5431



el-Bakârâ (2), 198-199.

[5441



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/346-348.

[5451 .

Ibn Mace, menasık 55.



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/348.
15461



1 el-Fethu'r-rabbânî, XII, 122.
15421



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/348-349.

15481



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/349.

15491



İbn Mâce, menâsik 55.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/349.
15501



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/349-350.

15511



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/350.

15521



Buhârî, hac 100, menâkıbul-ensâr 26; Tirmizî, hac 60t Nesâî, menâsik 213 İbn Mâce, menâsik 61; Ahmedb. Hanbel, I, 29, 39.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/350.
15531



en-Nisâ (4), 144.

T5541



Mansûr Ali Nâsıf, et-Tâc, I, 43.

15551



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/350-35 1.

15561



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/351.

[5571



Buhârî, hac 98; Müslim, hac 301, 302, Nesâî, menâsik 208, 214; ibn Mâce, menâsik 62; Ahmed b. Hanbel, I, 221-222.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/351.
15581

Tahâvî, Şerhu Me'ani 1 1 -âsâr, II, 2 1 5 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/352.

AIiyyü'1-Kârî, Mirkâtü'J-Mefâtih, III, 223.

15601

Fethu'r-rabbânî, XII, 164.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/352.

15611



Tirmizî, hac 58, Nesâî, menâsik 222, ibn Mâce, menâsik 62; Ahmed b. Hanbel, I, 31 1, 326, 343.

[5621



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/352-353.

[5631



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/353.

[5641



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/353.

15651



Nesâî, menâsik 222; îbn Mâce, menâsik 62; Ahmed b. Hanbel I, 31 1, 326, 343.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/353.
[5661



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/353.

[5671



H. Karaman, Hadis Usûlü, 36.

[5681



1 bk. M. Uğur, Hadis Dersleri, (Lise IV), 117.
[5691



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/353-354.

[5701



Nesâî, menâsik 223.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/354-355.
[5711



Tahavî, Şerhü meâni'l-âsâr II, 216; Beyhaki, es-Siinenü' 1 -Kübrâ, V, 132.

[5721



Mecmeu'z-zevâid, III, 260.

[5731



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/355-356.

[5741



Buhârî, hac 98; Müslim, hac 297; Ahmed b. Hanbel. VI, 347, 351.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/356.
[5751



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/356.

[5761



Buhârî, hac 98.

[5771



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/356-357.

[5781



Nesâî, menâsik 204, İbn Mâce, menâsik 61; Dârimî, menâsik 59; Ahmed b. Hanbel, III, 332, 367,-391.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/357.

[5791

Zürkânî, Şerhu' 1-Muvatta, III, 183; Beyhakî es-Sünenü' 1 -kübrâ, V, 126.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/357.
15801

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/358.



[581]

Buhârî, hac 132; cizye 16, tefsir süre (9) 4; Tirmizî, fıten 2; Ibn Mâce, menâsik 76; Ahmed b. Hanbel, III, 473; V. 412.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/358.
T5821

Mübârekfârî, Tufetu'l-ahvezî, IV, 3 1 .

T5831

1 1 M. Zihnî, Ni'met-i İslâm,, 612.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/358-359.
15841



Tirmizî hac, 110.

15851



Teysîru'l-vüsûl, I, 125.
T5861

1 1 Aynî UmdetüT-Kârî, X, 83.

[587]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/359-360.

f5881

Buhârî, salat 2, 10; hac 67; cizye 16, meğâzî 66, tefsir sûre (9) 2-4; Müslim, hac 435; Tirmizî, hac 44, tefsir sure (9) 6-7; Nesâî, menâsik 161;
Dârimî, salât 140; siyer 62; menâsik 74; Ahmed b. Hanbel, I, 3, 79; VI-299.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/360.

et-Tevbe (9), 28.

T5901

Tirmizî, hac 44.

^-^el-A'râf(7)31.
15921



Müslim, tefsir 2.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/360-361.
T5931



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/362.

T5941



Buhârî, tefsir (9) 8; bed'ü'l-Halk 2; meğâzî 77; edâhî 5: tevhîd 24: Müslim, kasâme 29; Ahmed b. Hanbel, V, 37, 73.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/362.

et-Tevbe (9), 37.

[5961

et-Tevbe (9), 36.

T5971

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/363-364.

[598]

el-Bakârâ (2), 217.

T5991

1 1 et-Tevbe (9), 36.

1 1 el-Bakârâ (2), 190.

[601]

el-Bakârâ (2), 217.

[602]

Ateş Süleyman Kur'an-ı KerimMn Yüce Meali ve Çağdaş Tefsiri, I, 225, 226.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/364-366.

[603]

Buhârî, ilim 9; Müslim, kasâme 30; Ahmed b. Hanbel, V, 37.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/366.
T6041



Müslim, kasâme 30.

r6051



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/366-367.

T6061



Tirmizî, hac 57, tefsir sûre (2), 22; Ibn Mâce, menâsik 57; Nesâî, menâsik 211, Ahmed b. Hanbel IV, 309-310, 335; Beyhakî, es-
SünenuT-kübrâ, V, 1 16; Hâkim, el-Müstedrek, I, 464; İbn Hıbbân, Sahih, VI, 76.

T6071



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/367-368.

r6081



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/368-369.

T6091



Kâsânı, Bedâyi'ü's-sanâyi, II, 159.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/369.

[6101

Tirmizî, hac 57; nesaî, hac 211; Ibn Mâce, menâsik 57; Ahmet b. Hanbel, IV, 15, 261, 262.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/370.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/370-371.

^ ^ bk. 1970 numaralı hadis.

^~ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/371.

1 1 Ahmet b. Hanbel, IV, 61.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/371-372.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/372.



[616]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/372.

^ ^ Beyhaki, es-Siinenu' 1 -kübrâ, V, 151.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/373.
16181



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/373.

6191



bk. Sehârenfürî, Bezlu'l-mechûd, IX, 265

f620



FethıTr-rabânî, XII, 215, 216; Ahmet b. Hanbel, de Şafiî'nin görüşündedir, bk. İbn Küdâme, el-Mugnî, III, 445.

16211



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/373-374.

16221



Ahmet b. Hanbel, V 72; Beyhaki, es-Sünenu'l -kübrâ, V, 151.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/374-375.
f6231

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/375.

Ahmet b. Hanbel, V, 7; Beyhaki, es-Sünenu'l-kübrâ, V, 140.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/375-376.

[6251

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/376.

T6261

Beyhaki, es-Sünenu'l-kübrâ, V, 140.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/376.

[6271

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/376.

16281

Beyhakî, es-Sünenu'l-kübrâ, V, 140.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/377.

[6291

Sehârenfürî, Bezlu'l-mechûd, IX, 269.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/377-378.
16301

Sehârenfürî Bezlu'l-mechûd, IX, 269.
Neveî, Şerhu'-l Mühezzeb, VIII, 219.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/377-378.
Nesâî, menâsik 189; Ahmet b. Hanbel, V, 374.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/379.
Beyhakî, es-Sünenu'l-kübrâ, V, 127.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/379-380.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/380.



[631]
[632]
[633]
[634]
[635]
16361
[637]



74. (Hacıların) Minâ'da Geceleyecekleri Yerde Mekke'de Gecelemeleri (Caiz Midir?)

75. Mina'da Namaz

76. Mekkelilerin Namazları Minâ'da Kısaltarak Kılmaları (Caiz Midir?)

77. Tasları Atmak

78. Tıraş Olmak Ve Saçları Kısaltmak

79. Umre

80. Umreye Niyet Ettikten Sonra Ay Başı Olan Ve Hac Zamanı Gelip Çattığı İçin De
Umresini Bozup Hacca Niyetlenen Bir Kadın Daha Sonra Umresini Kaza Eder Mi?

81. Kaza Umresinde Resûl-1 Ekrem Mekke'de Ne Kadar Kaldı?

82. Hacda (Minâ'dan Mekke'ye) Akın Etmek

83. Veda (Sader) Tavafı

84. Hayızh Kadın İkaza Tavafından Sonra Mekke'yi Terk Edebilir Mi?

85. Veda Tavafı

86. El-Muhassab'da Konaklamak

87. Hacla İlgili Görevler Arasında Takdim Te'hirde Bulunanlar

88. (Sadece) Mekke(De Helal Olan Şeyler)

89. Mekke Hareminde Bazı Fiillerin Yasaklanması

90. Hacılara Nebîz İçirmenin Fazileti

91. Mekke'de İkâmet Etmek

92. Kabe'de Namaz Kılmak

93. Hicr'de Namaz Kılmak

93- 94. Ka'be'nin Malı

94- 95. (Mekke Dönüsü) Medine'ye Uğramak

95- 96. Medine'nin Harem Kılınması

96- 97. Kabirleri Ziyaret



74. (Hacıların) Minâ'da Geceleyecekleri Yerde Mekke'de Gecelemeleri (Caiz
Midir?)



1958. ...Abdurrahmân b. Ferruh, İbn Ömer'e;

Biz halkın mallarını (kendileri hesabına) başka mallarla değiştiriveriyoruz. (Minâ
gecelerinde) birimiz Mekke'ye gelince geceyi mal(lar)m başında geçirse (olmaz mı?)
diye bir soru sormuş. İbn Ömer de;

Amma Resûlullah (s. a.) Minâ'da gecelerdi (ve bunu) asla terk etmezdi, cevabım
vermiştir. — 1



Açıklama

Hz. îbn Ömer'in ifâdesinden anlaşıldığına göre Hz. Peygamber Veda Haccmda teşrik

günlerini ve gecelerini Minâ'da geçirmiştir. Şurası da bilinen bir gerçektçir ki

bayramın birinci günü Akabe Cemresine taşları attıktan sonra İfâza tavafını yapmak

üzere Mekke'ye inmiş ve tavafı müteâkib yine Minâ'ya dönerek geceyi Minâ'da ge-

. . [21
çırmıştır. —



Bazı Hükümler



1. Bayram günlerinde bir hacı adayının Mekke'de bıraktığı mallarının kaybolacağı
gerekçesiyle malını beklemek üzere Minâ'da kalmayıp geceyi Mekke'de geçirmesi
caiz değildir. Zira malı korumasının tek yolu Mekke'de gecelemek değildir. İnsan bu
malı birisine emânet ederek de koruyabilir. Ayrıca bu gibi sudan bahanelerle İslâm'ın
bir simgesi olan Minâ'da geceleme sünnetini terk etmek bu sünnetin tamamen kayb
olmasına sebeb olabilir. Bayram günlerinde geceleri Mekke'de geçirme konusu ulemâ
arasında ihtilaflıdır. Şöyle ki: İbn Ömer (r.a.) ile İmam Şafiî ve Mâlik'e göre, sözü
geçen günlerde geceleri Mekke'de geçirmek asla. caiz değildir.

İmam Ahmed ile Hanefî ulemâsına göre ise, hastalık ve malı muhafaza etmek

mecbûriyyeti gibi mazeretler sebebiyle bu günlerde geceyi Minâ'da geçirmek caizdir.

Hadis ulemâsından Hattâbî'nin beyânına göre, ashâb-ı re'ye göre gündüzün cemreleri

attıktan sonra özürsüz olarak geceyi Mekke'de geçiren kimseye herhangi bir ceza

lâzım gelmez. Fakat bu hareketiyle isâette bulunmuş (günah işlemiş) olur.

İmam Şafiî'ye göre ise, bu geceleri Mekke'de geçirmek için su taşımak görevinin

dışında hiçbir mazeret yoktur İleride açıklayacağımız gibi huccac'm develerine

bakmakla görevli deve çobanları bu geceleri Mekke'de geçirebilirler.

İmam Şafiî'ye göre mazeretsiz olarak bayram günlerinde geceleri Mekke'de geçiren

bir hacı Mekke'de geçirdiği bir gece için bir dirhem, iki gece için iki dirhem tasadduk

eder. Üç geceyi Mekke'de geçiren bir hacı adayı ise, bir kurban keser. İmam Mâlik'e

göre ise her gece için bir kurban gerekir. J — 1

Bayram gecelerini Minâ'da geçirmenin hükmüne gelince:

a. İmam Mâlik'e göre; Minâ'dan acele dönmek durumunda kalmayan bir kimsenin
teşrik günlerinde üç geceyi de Minâ'da geçirmesi farzdır. İmam Şafiî ile İmam
Ahmed'in sahih olan görüşleri de budur. Delilleri ise, konumuzu teşkil eden Ebû



Dâvud hadisiyle İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî'nin İbn Ömer'den rivayet ettikleri "Ömer

[41

(r.a.)'bir kimsenin Akabe (Cemresi)nin gerisinde gecelemesini yasak etmiştir. —
anlamındaki hadis-i şerifdir. Yalnız şurasını unutmamak gerekir ki farz olan gecenin
tümünün Minâ'da geçirmek değil, gecenin yandan fazlasını Minâ'da geçirmektir.
İmam Mâlike göre ise, Kim bir geceyi özürsüz olarak Minâ hâricinde geçirirse, ona
bir kurban; iki geceyi Minâ haricinde geçiren kimseye iki kurban kesmek lâzım gelir.
Acelesi olmadığı halde üç geceyi de Minâ'da geçirmeyi terk eden kimse için ise, üç
kurban kesmek gerekir.

Şafiî ve Hanhelî ulemasının meşhur olan görüşlerine göre ise, bir geceyi terk eden
kimseye bir müdd (832 gr.) buğday, iki geceyi terk eden kimseye iki müdd, üç geceyi
terk eden kimseye de bir kurban kesmek gerekir. Geceyi Minâ'da geçirmeyi bile bile
terk edenlerle unutarak terk eden. kimseler arasında bir fark yoktur.
Hanefî ulemasıyla İbn Abbâs ve Hasan el-Basrî'ye göre bu geceleri Minâ'da geçirmek
sünett-i müekkededir. Bu görüş aynı zamanda İmam Ahmed'den de rivayet
olunmuştur. Delilleri ise, İbn Ebî Şeybe'nin İbn Abbâs'tan rivayet ettiği, "Akabe
cemresini taşladıktan sonra istediğin yerde gecele" anlamındaki hadis-i şeriftir. Çünkü
o kimse artık ihramdan çıkmıştır. Fakat bu geceleri Minâ'da geçirmek sünnet
olduğundan bu sünneti terk eden kimseye kurban kesmek gerekmezse de sünneti terk

ettiği için hatâ etmiş olur.^

1959. ...İbn Ömer'den; demiştir ki: Abbâs (r.a.) suculuk görevi dolayısıyla Minâ
gecelerinde Mekke'de kalmak üzere Resûlullah (s.a.)'dan izin istedi. O da kendisine

izm verdi. —



Açıklama

Bilindiği gibi Minâ gecelerinden maksat, Zilhiccenin 11, 12 ve 13 üncü geceleridir.
İmam Ahmed'in Müsned'-

inde "Minâ geceleri" yerine "Minâ günleri" tâbiri geçmektedir ki, "Minâ geceleri"
anlamındadır. İslâmiyet gelinceye kadar bu görev, Abbâs'm elindeydi. İslâmiyyet
geldikten sonra bu görev yine ona verilmiştir. Bu gün de yine bu görevi Abbas
oğulları yürütmektedirler.

"Sikaye" kelimesi aslında "fiâle" vezninde bir masdardır. Belki o zamanlarda
meşrubatın muhafaza için konduğu yer anlamına gelir. Fakat bu kelime sonradan
Mekke'yi ziyarete gelen hacılara su dağıtma, onları suvarma görevi için kullanılmaya
başlanmıştır. Arablar kuru üzümleri Zemzem suyuna atarlar ve onun şerbetini hac
mevsiminde Kabe'yi ziyarete gelen hacılara dağıtırlardı. Bekr b. Abdullah el-Müzenî
diyor ki: "Ben Kabe'nin yanında İbn Abbas'la birlikte oturuyordum. Derken O'na bir
bedevî gelerek:

Aceb neden amcanız oğullarını bal ve süt sunarken görüyorum siz ise, üzüm şerbeti
sunuyorsunuz. Bunu ihtiyacınızdan dolayı mı yoksa cimrilikten dolayı mı
(yapıyorsunuz!) dedi. İbri Abbas da:

Allah'a hamd olsun, hiç bir ihtiyacımız yok, cimri de değiliz. Fakat Peygamber (s.a.)
terkisinde Üsâme olduğu halde devesi üzerinde geldi de su istedi. Biz de kendisine bir
kap üzüm şerbeti getirdik. O bunu içti ve kalanı Üsâme'ye verdi. Bize de: "İyi



yaptınız, hoş ettiniz. Hep böyle yapın!" buyurdular. Binaenaleyh biz Resûlullah

iye

m



m

(s.a.)'in emir buyurduğu bir şeyi değiştirmek istemeyiz" diye cevap verdi. — Bu



konuyu inşallah 90 numaralı bâb'da daha etraflıca ele alacağız.
Bazı Hükümler

1. Teşrik günlerinin gecelerini Minâ'da geçirmek meşrudur. Fıkıh ulemasının bu
konudaki görüşlerini bir numara önceki hadiste zikrettik; burada terara lüzum
görmüyoruz.

2. Özür sahipleriyle sucular ve hacıların hayvanlarına bakmakla görevli deve
çobanlarından teşrik günlerinin gecelerini Minâ'da geçirmek görevi, mazeretleri
sebebiyle affedilmiştir. Binâenaleyh bu kimselerin sözü-geçen geceleri Mekke'de
geçirmelerinden dolayı kendilerine bir ceza lâzım gelmez. Bu görüş bütün ulemâ
tarafından ittifakla kabul edilmiştir. Ancak güneş battığı zamanda Minâ'da bulunan
deve çobanlarının o geceyi Minâ'da geçirmeleri ve ertesi gün de cemreleri atmaları
gerekir. Hanefî ulemâsının dışında kalan ulemâ bu görüştedirler.

Su taşımakla görevli kimseler ise, kendileri Minâ'da iken güneş batsa bile yine de
Mekke'ye gidip geceyi orada geçirebilirler. Çünkü bunların görevi gece de devam

eder.-^

75. Minâ'da Namaz

1960. ...Abdurrahman b. Yezîd'den; demiştir ki: Osman (r.a.) Minâ'da (dört rekât
namazları) dört rekat olarak kıldı.

Abdullah (b. Mesûd) dedi ki: Ben Peygamber (s.a.)'le beraber (Minâ'da dört rekatlı
namazları) iki rekat olarak kıldım. Ebû Be-' kir'le de iki rekât olarak (kıldım), Ömer'le
de iki rekât olarak (kıldım. Müsedded) Hafs'dan (naklettiği hadisinde Abdullah b.
Mesud'un sözlerine şunları) ilâve etti: t,Ben Osman'ın) halifeliğinin ilk yıllarında (dört
rekathk namazları) Hz. Osman'la birlikte (ikişer rekat kılmıştım, fakat) daha sonraları
(bu ikiyi dörde) tamamİa(maya başla)dı. (Müsedded) Ebû Muaviye'den (aldığı ve
burdan itibaren gelecek olan sözleri de) ilâve olarak (şöyle) rivayet etti: Sonra sizde
yollar ayrıldı. (Vallahi Osman'a uyarak kılacağım), dört rekat (namaz)'m benim için
iki rekat makbul namaz yerine geçmesini ne kadar arzu ederdim.
A'meş dedi ki: Muâviye b. Kurrâ'mn bana hocalarından naklettiğine göre Abdullah (b.
Mes'ûd dörtlü namazları) dört rekat olarak kıl(maya başla)mış da kendisine; "Osman'ı
ayıpladın sonra (dörtlü namazları) dört rekat olarak kıl(maya başla)dm," denilmiş. O

da; "aykırılık fitnedir" diye cevap vermiştir.^^
Açıklama

Müsedded' in Ebû Mûaviye ve Hafs'dan rivayet ettiğine göre: Hz. Abdullah b. Mesûd
Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Osman ile birlikte Minâ'da dörtlü namazları hep
ikişer kıldığını söylemiştir. Ancak Müsedded'in Hafs kanalıyla rivayet ettiği İbn
Mesûd'a ait bu cümlede şu ilâve de vardır: "Hz. Osman'ın halifeliğinin ilk yıllarında
dörtlü namazları kısaltarak ikişer rekat olarak kılardı. Sonraları Minâ'da kılman dörtlü



namazları kısaltmadan tam olarak kılmaya başladı". Müsedded'in Ebû Muaviye'den
naklettiği rivayette ise, Hz. İbn Mesud'ım yukarıdaki cümlesine şu cümlelerin
eklendiğini görüyoruz: "Hz. Abdullah b. Mesud dedi ki: "Sonra sizin Minâ'da
namazları edâ ediş yollarınız değişti. Vallahi Minâ'da Hz. Osman'a uyarak kılacağım
dört rekatlı namazın iki rekatının makbul olmasını ne kadar isterdim." Görülüyor ki
başta Hz. Peygamber olmak üzere Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer, Minâ'da dörtlü
namazları ikişer rekat olarak kılarken Hz. Osman, hilâfetinin son yıllarında Minâ'daki
dörtlü namazları kısaltmadan tam olarak kılmaya başlamıştır.

Hz. İbn Mesûd, "Hz. Osman'a uyarak Minâ'da dört rekat olarak kılacağım namazların
benim için makbul iki rekat namaz yerine geçmesini ne kadar isterdim" sözüyle Hz.
Osman'ın bu uygulatnasım tasvib etmediğini minâ'da kılacağı dört rekatlık namazları
Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer gibi iki rekat olarak kılmayı arzu ettiği
halde fitne korkusuyla buna muvaffak olamadığım ifâde etmek istemiş olsa gerekir.
Hz. Osman'ın Minâ'daki dörtlü namazları kısaltmadan tam olarak kılmasının şu
sebeblerden ileri geldiği düşünülebilir:

1. Mekke'de evlendiği için lorası vatanî aslîsi olmuştur da onun için Mİnâ'da dörtlü
namazları kısaltmadan kılmış olabilir.

2. Devlet reisi olduğu için İslâm ülkesinin her tarafının .kendi vatan-ı aslîsi hükmünde
bulunduğundan dolayı böyle hareket etmiş olabilir.

3. Mekke'de -kendisini seferi olmak hükmünden çıkartacak şekilde-ikâmete niyet
ettiği gün böyle hareket etmiş olabilir.

4. Minâ'da bir arsası bulunduğu için böyle hareket etmiş olabilir.

5. Mekke'ye başkalarından önce gelip Terviye gününe kadar en az onbeş gün
Mekke'de oturmaya niyet etmiş olabilir.

Hafız İbn Hacer'in beyânına göre bu ihtimallerin ekserisi sadece bir zandan ibarettir.
Çünkü Hz. Peygamber sefere aileleriyle birlikte çıktığı halde yine de dörtlü namazları
kısaltarak kılardı. Binaenaleyh birinci ihtimal yersizdir.

Ancak Bezlu'l-mechûd yazarına göre İbn Hacer'in bu iddiası son derece isabetsizdir.
Çünkü insanın bir memlekette evlenip kalması başkadır. Ailesiyle birlikte sefere
çıkması başkadır ve Hanefî ulemâsı açıkça beyân etmiştir ki, vatan-ı aslî insanın
doğduğu veya evlendiği ya da vatan edinmek maksadıyla yerleşip kaldığı yerdir. Bir
kimsenin ailesiyle sefere çıkmasının bunlarla hiçbir ilgisi yoktur.
Hafız İbn Hacer"eğer İslâm ülkesinin her tarafı devlet reisinin vatan-i aslîsi hükmünde
olsaydı, Resûl-i Ekrem'in Veda haccı.nda Minâ'da kıldığı dörtlü namazları tam kılması
lâzım gelirdi" diyerek ikinci ihtimale de yer olmadığını belirtti. Ayrıca Muhacirlerin
Mekke'de ikâmet etmelerinin haram olduğunu, binaenaleyh Hz. Osman'ın Mekke'de
ikâmete niyyet etmesinin imkânsız olduğunu, söyleyerek üçüncü ihtimalin
düşünülemeyeceğini ifade etmiştir. Her ne kadar dördüncü ve beşinci ihtimaller Ebû
Davud'un rivayet ettiği 1961-1962 numaralı hadis-i şerifler tarafından da
desteklenmekte ise de, bazı hadis otoriteleri bu hadislerin zayıf olduğunu
söylemişlerdir. Gerçekte ise, Muhacirlere haram olan, hicret maksadıyla terk ettikleri
yeri vatan-ı aslî edinmeleridir. Hicret ettikleri yerin, dışında bir yeri vatan-ı ikamet
olarak kabullenip ikâmet etmelerinde ise bir sakınca yoktur.

İbn. Hacer'e göre, Hz. Osman'ın bu namazları kısaltarak kılması, "Onun ancak bilfiil
yürüyüş halinde olan yolcuların dörtlü namazları kısaltarak kılabilecekleri kısa bir süre
için de olsa bir yerde konakladıkları zaman ise, bu namazları tam kılmalarının



gerektiği" görüşünde olmasından kaynaklanıyor.^ — ^

Bezlu'l-mechûd yazarına göre Hz. Osman'ın bu görüşte olmasına imkân yoktur. Çünkü
Hz. Osman'ın Resûl-i Ekrem'in gazvelerinde ve hac seferinde bulunmuş ve O'nun bir
yere konakladığı zaman da dörtlü namazları kısaltarak kıldığına şâu i olmuştur.
Binaenaleyh Hz. Osman'ın özürsüz olarak Resûl-i Ekrem'e muhalefet etmesi
imkânsızdır.

Esasen İbn Hacer'in bu görüşü doğru olsa, bir yolcunun dörtlü namazları geceleyin
dörder rekat olarak kılması icab eder. Çünkü geceleyin bir yerde konaklamayan bir
yolcu olamaz, olsa da nâdir denilecek kadar az olur.

Bu konuda İbn Battal şunları söylemiştir: "Hz. Osman'la Hz. Aişe, Hz. Peygamber'in
ümmetine olan merhametinden dolayı Minâ'da dörtlü namazları kısaltarak kıldığı
kanaatinde idiler ve bu namazları dört rekat olarak kılmak kendilerine zor gelmediği
için söz konusu namazları dört rekat olarak kıldılar."

Bu görüş bir cemaat tarafından sahih bir izah tarzı olarak kabul edilmiş, Kurtubî de bu

[121

görüşe katılmıştır. Gerçekten bu izah tarzı Şafiî mezhebine de uygun düşmektedir.- 1 — 1

Bazıları da "o sene Minâ'da namaz kılmasını bilmeyen afaplar çok sayıda bulunduğu

için Hz. Osman onlara bazı namazların dört rekatlı olduğunu Öğretmek maksadıyla

dörtlü namazları tam olarak kıldı" demişlerse de Bezlu'l-mechûd yazarı "Eğer bazı

namazların dört rekat olarak kılınacağını bilmeyen kimselerin çok sayıda bulunması

dörtlü namazların kısaltılmadan kılınabilmesi için bir sebep teşkil etseydi, o zaman

daha önce Veda Haccmda bu namazları ResûM Ekrem'in tam olarak kılması

gerekirdi" diyerek bu görüşü reddetmiştir. Bu durumda İbn Battâl'm konu ile ilgili

[131

yaptığı açıklama, en sağlıklı yorum olarak kabul edilebilir.- 1 — 1
Bazı Hükümler

1. Hacılar Minâ'ya çok yakın çevrelerde bile olsalar yine de Mina da kılacakları dört
rekatlı namazları kısaltarak kılmaları gerekir. İmam Mâlik ile Evzâî ve İbn Uyeyne bu
görüştedirler. Çünkü sözü geçen bu ulemâya göre Minâ'da namazı kısaltarak kılmanın
sebebi yolculuk değil hac ibâdetidir.

Hanefî ulemasıyla İmam Şafiî İmam Ahmed ve .ulemânın büyük çoğunluğuna göre
ise, Minâ'da namazı kısaltarak kılmanın sebebi hac ibâdeti değil, dinen yolculuk
sayılacak uzaklıktaki yolculuktur. Bu uzaklıktaki bir yolculuğa çıkmayan bir kimse
Minâ'da da olsa namazları kısaltamaz. Nitekim 1929 numaralı hadisin şerhinde
ri41

açıklamıştık. —

1961. ...Zührî'den rivayet olunduğuna göre Osman (r.a.) hacdan sonra (Minâ'da bir
süre) ikâmet etmeye kesin karar verdiği için Minâ'da (dört rekath namazları) dört rekat

(olarak) kılmıştır.-'-^
Açıklama



Bu haber "Hz. -Osman' Mekke'de evlendiği Tâif te mal-mülk edindiği ve bu sebeple
hacdan sonra Medine'ye



dönmeden önce Mekke'de bir süre kalmaya kesin karar yerdiği için Mekke'de ikâmet
ettiği müddetçe dört rekath namazları kısaltmadan kılmıştır" diyen Hanefî ulemâsının
delilidir. Bu görüşte olan Hanefî ulemasına göre Mekke'de evlendiği için orası
kendisinin vatan-ı aslîsi olmuştur.

Her ne kadar bu görüş ilende gelecek olan, "Muhacirler Veda tavafından sonra
Mekke'de sadece üç gün kalabilirler." anlamındaki 2022 numaralı hadis-i şerife
zahiren aykırı düşmekte ise de 2022 numaralı hadisin hükmü Mekke'nin Fethinden
önceki zamanlar için geçerlidir. Mekke'nin fethinden sonra bu hadisin hükmü
yürürlükten kaldırılmıştır. Şafiî ulemâsından îmanı Nevevî'de bu mevzuda,
"muhacirlerin Mekke'de bir süre ikâmet etmesinde hiçbir sakınca yoktur. Muhacirler
için haram olan Mekke'ye yerleşmek ve orayı yurt (vatan-ı aslî)edinmektir. Bazılarına
göre Mekke'yi yurt edinmekte de bir sakınca yoktur.. Muhacirlerin Mekke'de ikâmet
etmelerini nehyeden hadisin hükmü, Mekke'den.Medine'ye hicret etmenin farz olduğu

fetih öncesi dönemlerine aittir." diyor.^-^ Konumuzu teşkil eden bu haber munkatı'
denilen zayıf hadis çeşitlerindendir. Çünkü bu hadisin râvilerinden olan Zührî'nin Hz.

[17]

Osman'a erişmediği bilinen bir gerçektir. —

1962. ...İbrahim (en-Nehaî)'den; demiştir ki: Osman (r.a.)(Mekke'de dört rekatli

rı sı

namazları) dört (rekat) olarak kıldı. Çünkü orayı (kendisine) yurt edinmişti.- 1 — 1
Açıklama

Bu hadisi şerif "insanın evlenip kaldığı veya hayatını kazanmak üzere bir daha göç
etmemek üzere yerleşip kaldığı yer onun vatan-ı aslîsi olur" diyen Hanefî ulemâsının
delilidir. Hadis-i şeriften Hz. Osman'ın Mekke'de evlendiği için orada kaldığı sürede
dörtlü namazları tam kıldığı anlaşılıyorsa da bu hadis-i şerifi nakleden İbrahim en-
Nehâî'nin Hz. Osman'a yetişmediği bilindiğinden bu haber munknjj" denilen zayıf
hadislerdendir. Bu sebeple delil olma niteliğinden uzaktır.

Beyhakî'ye göre; "Eğer Hz. Osman'ın dört rekatli namazları tam kılmasının sebebi
Mekke'de evlenmesi olsaydı ve bir beldede evlenmek orayı vatan-ı aslî hükmüne
getirseydi, bu durumu sahâbîlerin de bilmesi ve dört rekatli namazlau tam kıldı diye
Hz. Osman'a itiraz etmemeleri gerekirdi. Hz. Osman evi kuşatıldığı zaman kendisine
Mekke'ye gitmesi teklif edilince "hicret ettiğim yeri terk edemem" diye cevap vermesi

[19]

de Hz. Osman'ın Mekke'de ikâmete razı olmayacağını gösterir. " J — 1

1963. ...Zuhrî'den; demiştir ki: Osman Tâifte (bir takım) mallar eüinip de orada (bir
süre) ikâmet etmeye karar verince (dört rekatli namazları) dört (rekat) olarak kıl(maya
başla)dı. Sonra (Beni Ümeyye'den olan) devlet başkanları (Osman'ın) bu (uygulaması)

nasanUna,™



Açıklama



Bu eser de Munkati' denilen zayıf hadislerdendir. Bu bakundan delil olma niteliğinden
uzakür.^



1964. ...Zührî'den rivayet olunduğuna göre Osman b. Affân, o sene (hacda) a'rabîler
çok olduğu için onlara (bazı) namaz(larm) dört rekat olduğunu öğretmek için halka

[221

(dört rekatli namazları kısaltmadan) dört (rekat) olarak kıldırmıştır. —



Açıklama

Hz. Osman'ın kendi halifeliği döneminde hac mevsiminde Minâ'da dört rekatli
namazları niçin kısaltmadan tam olarak kıldığı ulemâ arasında ihtilaflı bir konudur.
Bazılarına göre, O sene hac mevsiminde namaz ahkâmını ve öğle ikindi ve yatsı
namazlarının dört rekat olarak kılınacağını bilmeyen kimseler pek çok sayıda bulun-
duğu için Hz. Osman onlara bu namazların kaç rekat olduğunu ve nasıl kılınacağını
öğretmek maksadıyla dörtlü namazları kısaltmadan kıldırmıştır. Hz. Osman'ın Minâ'da
dörtlü namazlar kısaltmadan kılışının sebebi budur. Delilleri ise bu hadisi şeriftir.
Fakat bu görüş iki yönden tenkid edilmiştir:

a. ez-Zührî'nin Hz. Osman devrine erişemediği bilinen bir gerçektir. Binaenaleyh bu
eser "münkati" dir. Delil olma niteliğinden uzaktır.

b. Eğer halka bilmediklerini öğretmek için Minâ'da dörtlü namazları tam olarak
kılmak caiz olsaydı, bunu daha önce Veda Haccı'nda Resûl-i Ekrem yapardı. Çünkü
Resûl-i Ekrem halkın namaz meselelerim öğren-mesini A hem Hz. Osman'dan daha çok
arzu ederdi, hem de ümmetine karşı beslediği sevgi ve merhameti Hz. Osman'ın sevgi

[231

ve merhametinden kat kat daha fazla idi. —



76. Mekkelilerin Namazları Minâ'da Kısaltarak Kılmaları (Caiz Midir?)

1965. ...Harise b. Vehb el-Huzâî ki annesi, Hz. Ömer(in nikâhı) altında idi ve
Ubeydullah b. Ömer ondan doğmuştu- dedi ki: Ben Minâ'da Resûlullah (s.a.)'ın
arkasında namaz kıldım. Halk (o sene) alabildiğine kalabalıktı. Resûlullah (s. a,) (bu)

[241

Veda Haccmda bize (dört rekatli namazları) iki (rekat) olarak kıldırdı. —

Ebû Dâvûd dedi ki: "Harise, yurtları Mekke'de olan Huzâa (kabilesin)dendir.^^



Açıklama



Hadisin zahirinden anlaşılıyor ki Mekke'Iiler Veda haccmda Minâ'da dört rekatli
namazları ikişer rekat olarak kılmışlardır. Müellif Ebû Dâvûd hadisin bu manaya
geldiğini pekiştirmek için hadisin sonuna bir talik ilave ederek Harise b. Vehb'in

Mekke'de ikâmet eden Huzâa kabilesinden olduğunu söylemiştir.^^



Bazı Hükümler



1. Hac mevsiminde Minâ'da müsafir olan imama uyan kimseler mukim bile olsalar
dört rekatli namazlarını imamla beraber kısaltarak kılarlar. İmam Mâlik ile el-Evzâî ve
İshâk da bu görüştedirler. Sözü geçen ulemâya göre burada dört rekatli namazları
kısaltarak kılmanın sebebi hac ibadetidir. Yoksa diğer vakitlerde olduğu gibi belli



uzaklıktaki bir mesafeye yolculuk yapmak değildir.

Hanefi ulemâsıyla İmâm Şafiî, Ahmed, Atâ, Mücâhid, ez-Zührî ve Süfyan es-Sevrî'ye
göre ise bir kimsenin dört rekatli namazları kısaltarak kılabilmesi o kimsenin Şer'an
yolcu sayılabilmesi için kabul edilen uzunlukta bir yolculuğa çıkmış olmasına bağlıdır
ve mukîm olan bir kimse yolcu olan bir imama uyacak olursa, imam selâmı verdikten
sonra ayağa kalkıp namazım dörde tamamlar. Delilleri ise, şu hadis-i şeriftir;
Ebû Nadrâ der ki: Bir genç İmran b. Husayn'a Resîullah (s.a.)'in yolculukta namazları
nasıl kıldığını sormuştu. İmran da şu cevabı verdi: "Bu genç bana Resûlullah (s.a.)'in
yolculukta nasıl namaz kıldığını soruyor. Şunu iyi biliniz ki ben Resûlullah (s.a.)'le her
yolculuğa çıkışımda o (dört rekatli namazlarını) ikişer rekat olarak kıldı. Ben
Huneyn'de ve Tâif de de kendisiyle beraber bulundum. O zaman da dört rekatli namaz-
ları iki (rekat) olarak kıldı. Sonra kendisiyle hac .ver umre de yaptım. O zaman dal
yine ikişer rekat olarak kıldı ve (selam verdikten sonra arkasında namaz kılan
Mekkelilere: dönerek):

"Ey Mekkeliler sîz namazlarınızı dörde) tamamlayınız. (Bize gelince) biz yolcuyuz"
buyurdu.

Salim b. Abdullah'ın rivayet ettiği şu hadis-i şerîf de bu görüşü destekleyen
delillerdendir: Ömer b. el-Hattâb Mekke'ye geldiği zaman onlara ilci rekat namaz
kıldırdıktan sonra:

Ey Mekkeliler namazlarm(ızı) dörde tamamlayınız (bize gelince) biz yolcuyuz, derdi.
Bu görüşte olan ulemâya göre konumuzu teşkil eden hadis Mâlikîle-rin iddia etitği
gibi Harise b. Vehb'in Resûl-i Ekrem'in arkasında dörtlü namazları ikişer rekat olarak
kıldığına kesinlikle delalet etmez. Çünkü Hârise'nin namazın iki rekatını Resûl-i
Ekrem'in arkasında kıldıktan sonra kalanı da kendi başına kılmış olmasr mümkündür.
Öyleyse bu hadis, Mekkelilerin Minâ'da dörtlü namazları kısaltarak kılacaklarına
delâlet eden bir delil değildir.

Ayrıca bu hadiste Harise b. Vehb'in Mekke'de veya Minâ'da mukîm olduğuna dâir bir
ifâde de yoktur ve metinde geçen "bize (dört rekatli namazları) iki rekat olarak
kıldırdı" cümlesi "Resûlullah (s. a.) Minâ'ya kendisiyle birlikte gelen biz müsafirlere

[271

dört rekatli namazları iki rekat olarak kıldırdı" anlamına da gelebilir. J — 1
77. Taşları Atmak

1966. ...Süleyman b. Amr'm rivayetine göre annesi demiştir ki: Ben Resûlullah (s.a.)'ı
binitli olduğu halde her (attığı) çakıl taşları ile birlikte tekbir getirerek cemreleri -
vadinin içerisinden- atarken gördüm. Arkasında da Hz. Peygamberi koruyan bir adam
vardı, bu adamın kim olduğunu sordum.

el-FazI b. el-Abbâs'dır, dediler. Halk sıkışıklık meydana getiriyordu. Bunun üzerine
Peygamber (s. a.) (şöyle) buyurdu:

"Ey inamlar sakın taşlan atarken kiminiz, kiminizi öldürmesin. (Öyleyse) fiske taşları
gibi (küçük taşlar) atınız. " J — 1

Açıklama



"Cemre" küçük taş demektir. Çoğulu "cimâr" gelir. "Remyu'c-cimâr" ise, belli
bir zamanda ve belli bir me-



kânda belli sayıdaki küçük taşları belli yerlere atmak demektir.

Ayrıca "cemre" ufak taşların toplandığı yer manasına da gelir. Minâ vadisinde bu
manada üç cemre vardır. Bunların birincisi Hayf Mescidini takiben Cemre-i Üla'dır.
İkincisi Cemre-i Ulâ ile Cemre-i Akabe arasında kalan cemre-i vüstâdır. Üçüncüsü de
Cemre-i Akabe'dir. Buna "Cemre-i Kübrâ" da denir ve halk arasında "büyük şeytân"
diye bilinir. Bu cemre Mina vadisine Mekke cihetinden gelen bir kimsenin hemen
Minâ vadisine girerken sol tarafına .düşer. Burası taşlardan örülmüş üç metre
yüksekliğinde ve iki metre eninde bir duvardır. Yerden 1,5 m. yüksekliğinde bulunan
bir kayanın üzerine oturmuştur. Bu duvarın alt kısmında taşların içerisine atıldığı bir
havuz yer alır. Akabe Cemresi ile Cemre-i Vüsta arasında 1 17 m. olduğu gibi Cemre-i
Vustâ ile Cemre-i Ulâ arasında da 156 m.lik bir mesafe vardır.

Buralara yapılan taş atma işi haccm vaciplerindendir. Atılan taşların adedi yetmiştir.
Yedisi kurbanın birinci, geri kalanları iki, üç ve dördüncü günleri atılır. Taşların teker
teker, her taş atışta tekbir getirilerek atılması gerekir. Bu taşlar cemrelere yaklaşık üç
metrelik bir mesafeden atılır. Cemrelerin yakınma düşmesi de yeterlidir. Bu
cemrelerin şeytanı temsil ettiği rivayet edilirse de bunları taşlamanın hikmetini Allah
bilir. Bazılarına göre bu taşlan atmanın hikmeti âlemlerin yaratıcısı olan Allah'a karşı
insanın aczini, kulluğunu ve za'fmı izhar etmesi ve sadece bir imtihan olan bu taşları
atma görevini yerine getirmesi, şimdiye kadar işlemiş olduğu hatalardan dolayı
duyduğu nedamet hissini bilfiil ifâde etme, kendisini isyan yollarına sürükleyen
şeytana karşı duyduğu kin ve öfkeyi bilfiil harekete geçirme, istikbalde bir daha
şeytana uymayacağını orada bizat şeytana karşı verdiği kavga ve yaptığı saldırılarla
ortaya koyma ve ispatlamadır. Netice olarak cemreleri atmaktan maksat, nefse hiçbir
pay ayırmadan Hz. İbrahim gibi sadece Allah'a teslim olmak ve ona boyun eğmekten
ibarettir.

Her ne kadar konumuzu teşkil eden bu Ebû Dâvûd hadisi Müslim'in rivayet ettiği "ben
Veda Haccmda Resûlullah (s.a.) ile birlikte haccettim. Onu Cemre-i Akabe'de taş
atarken ve oradan ayrılırken hep devesinin üzerinde gördüm. Beraberinde Bilâl ile
Üsâme vardı. Biri devesini yedi-yor, diğeri Resûlullah (s.a.)'ı güneşten korumak için

[291

elbisesini onun başına kaldırıyor (siper ediyor)du. — anlamındaki hadise aykırı gibi
görünüyorsa da aslında bu iki hadis arasında herhangi bir çelişki yoktur. Şöyleki: Bir
kimseyi herhangi bir tehlikeden korumak isteyen kimse onun arkasına durur. Güneşten
korumak isteyen kimse ise güneşin durumuna göre arkasında veya önünde durabilir.
Binaenaleyh iki hadise bu iki ayrı açıdan bakmak gerekir.

Resûl-i Ekrem'in, "Ey insanlar, sakın taşlan atarken kiminiz kiminizi öldürmesin" diye
ihtarda bulunmasının sebebi bazı kimselerin oldukça büyük taşlan atmak istemeleridir.
Atâ'nm tarifine göre cemrelere atılacak olan taşlar parmak ucu büyüklüğünde
olmalıdır. Beyhakî'nin Cemil b. Yezid'den rivayet ettiği bir hadiste "İbn Ömer

(r.a.)'nm attığı taşlar nohut büyüklüğünde idi."^^
Bazı Hükümler

1. Alkabe cemresini binitli olarak diğer iki cemreyi de yaya olarak taşlamak
müstehabdır. Nitekim bundan sonra tercümesini sunacağımız hadisler de bunu
gösterir. Ayrıca Beyhakî'nin Câbir b. Abdullah'tan rivayet ettiği şu hadis de bu
gerçeği te'yid etmektedir: "Ben Resûlullah (s.a.)'ı deve üzerinde cemrelere taş atarken



gördüm."^ — 1

Metinde geçen "el-Cimâr" kelimesinin başında bulunan "d" harf-i tarifi ahd için
olduğundan (bilinen bir şeye delâlet ettiğinden) bu kelimenin Cemre-i Akabe'yi ifâde
etmek için kullanıldığı anlaşılır.

2. Her taşı atarken tekbir getirmek ve şu duayı okumak müstehabtır:

= Allah'ım bu haccımi güzel bir hac yap, günahlarımın bağışlanmasına bir vesile kıl,
makbul bir amel eyle."

Nitekim Ahnned b. Hanbel'in Abdurrahman b. Yezid'den rivayet ettiği bir hadis-i

şerifte Abdullah b. Mesûd'un binitli olarak ve her taş için tekbir getirip:

= "Allah'ım bunu güzel bir hac yap günahların bağışlanmasına bir vesile kıl," diyerek

taşları attığı ifâde ediliyor.-^^

Hafız İbn Hacer'in beyânına göre cemrelere taş atarken tekbir getirmeyi unutan bir
kimse için bir ceza lazım gelmediği konusunda ulemâ ittifak etmişlerdir. Ancak
Süfyan es-Sevrî, "Tekbiri terk eden bir kimsenin bir fakiri doyurması icab eder. Eğer

[331 .

kurban keserse bence daha iyidir" demiştir. J — 1 Ibn el-Kasım ise, tekbir yerine,
"sübhanallah" denildiğinde bir-şey lâzım gelmeyeceğini söylüyor. Hanefî ulemâsından
Bedrüddin Aynî ise şöyle diyor: "Bizim ulemâmıza göre cemreleri atacak olan kimse
her taşı atarken tekbir getirir ve; "Şeytana ve onun taraftarlarına rağmen Allah'ın
ismiyle (bu taşları atıyorum) ve Allah en büyüktür" der. Hz. Ali (r.a.) her taşı atarken
diye duâ ederdi.

3. Ashab-ı Kiramın Resûl-i Ekrem'e gelecek olan herhangi bir sıkıntıdan onu korumak
hususunda son derece titiz ve gayretli oldukları gibi Resûl-i Ekrem de ümmetine karşı
son derece şefkatli idi.

4. Akabe Cemresine atılacak olan taşlan vadimin içinden atmak müstehabtır. Atâ,
Salim b. Abdullah, Sevrî, Şafiî, Ahmed ve İshak bu görüştedirler. Sözü geçen ulemâya
göre buraya taşları yukarıdan atmak mekruhtur. Tirmizî'nin beyanına göre; bazı ilim
adamları vadinin içinden taşları atmaya imkân bulamayan bir kimsenin imkân bulduğu
yerden atmasının caiz olduğunu söylemişlerdir.,

Hanefî ulemâsıyla Mâliki ulemâsından îbrı Battâl'a göre bir kimse bu taşları istediği
yerden, atabilir.

5. Atılacak taşların küçük olması icab eder. Bunların Müzdelife'den toplanmış ve
temiz olmaları da müstehabtır. Taşların Minâ'da toplanması da caizdir.
Beyhakî'nin beyanına göre imam Şafiî cemrelere atılacak taşların Minâ'dan
toplanmasını yeterli görmüştür. Ancak Mescidim taşlarının çıkarılmasını uygun
görmediğinden bu taşların mescidden toplanmasını mekruh gördüğü gibi, pisliği
dolayısıyla heladan toplanmasını da mekruh görmek, tedir. Cemrelere atılan taşlardan
toplanması ise makbul değildir.

Hanefî ulemâsıyla İmam Ahmed de aynı görüştedirler. İmam Mâlik ise, "cemrelere
atılmış olan taşların tekrar Joradan ahnara k atılması yeterli değildir. Çünkü daha önce
kullanılmış olan bu taşlai bir daha kullanılamaz" demişse de aslında bu söz İmam

Malik'in kendi mezhebiı ün ilkelerine uygun değildir. Çünkü İmam Mâlik'e göre mâ-i

[341

müstamel (kullanılmış su) temizleyicidir. J — 1

Hanefî ulemasına göre atılan taşların yeryüzü cinsinden olması şarttır. Bu bakımdan
taş toprak çamur gibi maddeleri cemrelere atmak caizdir. Fakat taş atılması daha da
faziletlidir. Bu konut ia gelen hadislerin mutlak oluşu bunu ifade eder. Ancak İmam



Malik, Şâfîî ve Ahmed'e göre ise, cemrelere atılacak maddelerin taş cinsinden olması
gerekir. Çünkü Hz. Peygamber cemrelere taştan başka birşey atmamıştır. Hanefî
ulemâsının yeryüzü cinsinden olan maddelerin cemrelere atılabileceğini iddia etmesi

dayanaksızdır. Esasen bu mevzu kıyâsın sahasına da girmez.^^

1967. ...Süleyman b. Amr el-Ahvas annesinin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ben
Resûlullah (s.a.)'i binitli ve parmakları arasında bir (çakıl) taş(ı) olduğu halde Akabe
Cemresinin yanında gördüm." (Elindeki çakıl taşım) attı. Halk da (ellerindeki çakıl

taşlarını) attı.^^
Açıklama

"Resûl-i Ekrem'in parmakları arasında tuttuğu taş"tan maksat baş parmağı ile şahadet
ve orta parmakları arasında tuttuğu parmak ucu büyüklüğünde bir çakıl taşıdır. Bu
ifâdeden Resûl-i Ekrem'in cemreleri bu üç parmağın yardımıyla ve şehâdet parma-
ğının ileri itmesiyle attığı anlaşılıyor. Şafiî ulemasından Beğâvî ile Râfiî cemrelerin bu
şekilde atılması gerektiğine hükmetmişlerdir. Ancak bu hadisin senedinde zayıf bir
râvi olan Zeyd b.'Ebî Ziyâd vardır. Dolayısıyla hadis delil olma niteliğinden uzak,

zayıf bir hadistir.-^^

1968. ...İbn İdrîs şu (bir önceki) hadisin bir benzerini de aynı senedle Yezid b. Ebî
Ziyâd'dan naklen rivayet etmiştir. (İbn îdris) dedi ki: (Resûlullah sallallahü aleyhi ve

T381

sellem elindeki taşlan attıktan sonra cemrelerin) yanında durmadı. —
Açıklama

Bu konuda esas Olan şudur: Bir cemreye taşlar atıldıktan sonra taşlanacak bir cemre
daha varsa orada biraz durulup duâ yapılır, fakat o cemrenin taşlanmasından sonra
taşlanacak başka bir cemre kalmamışsa izdihama "sebeb olmamak için orada durul-
maz. Başka bir ifadeyle Cemre-i Ulâ ile Cemre-i Vustâ taşlandıkları zaman her
ikisinin yanında biraz durulup dua edilir. Fakat Akabe Cemresi taşlandıktan sonra
orada durmadan hemen uzaklaşılır. Nitekim Zührî'den rivayet edilen bir hadis şu
anlamdadır: "Peygamber (s. a.) Hayf mescidinin yanındaki Cemre-i Ulâya gelince her
birisi için tekbir getirerek yedi taş atardı, sonra sol tarafındaki vadiye dönüp kıbleye
karşı durur ellerini kaldırarak duâ ederdi ve uzun müddet orada kalırdı. Sonra ikinci,
(cemreye gelip) her birisi için tekbir getirerek yedi taş atardı. (Taşları atıp bitirdikten)
sonra sol tarafındaki vadiye dönüp kıbleye karşı durup ellerini kaldırarak duâ ederdi
ve orada bir süre dururdu. Sonra Akabe'nin yanındaki taş yığınına gelirdi, herbiri için
tekbir getirerek yedi taş da orada atardı. (Taşlan dtnayı bitirdikten) sonra hiç

durmadan dönüp giderdi.^^

1969. ...İbn Ömer (r.a.), kurban (bayramının ilk) gününden sonraki üç günde
(cemrelere taş atmak için) yaya olarak gelir, giderdi ve Peygamber (s.a.)'in de böyle

yaptığını söylerdi.-^^



Açıklama

1966 numaralı hadis-i şerifte de ifâde edildiği gibi Resûlullah (s.a.) Efendimiz Minâ'da
kurban bayramının birinci günü Akabe Cemresine binitli olarak gider ve orada taşlan
hayvanının üzerinde iken atardı. Bu hadis de bayramın 2, 3 ve 4. üncü günü taşları
atmak için cemrelere yaya olarak gidip geldiği ve taşları yerden attığı ifade ediliyor.
Böylece bu iki hadis Resûl-i Ekrem'in kurban bayramının dört gününde cemrelere

\4U

nasıl gittiğini ve orada taşları nasıl attığını açıklamış oluyor. —



Bazı Hükümler



Zilhiccenin 11, 12 ve 13. üncü günlerine kurban bayramının da 2, 3 ve 4. uncu
günlerine rastlayan teşrik günlerinde cemrelere taş atmak için yaya olarak gidip
gelmek ve taşları yerden atmak daha faziletlidir. Bunun gibi sözü geçen bayramın
birinci gününde de Akabe Cemresine binitli olarak gidip gelmek ve taşları binitli
olarak atmak daha faziletlidir. İmam Ahmed ve ilim adamlarının çoğu bu görüştedir.
Hanefî ulemâsına göre ise müstehab olan bayramın dört gününde de Akabe Cemresine
binitli olarak diğer iki cemreye de yaya olarak gidip gelmektir. İmam Ebû Yûsuf a
göre ise kendisinden sonra taş atılması gereken bir cemre bulunan her cemreye
yürüyerek gitmek daha faziletlidir. Kendisinden sonra taş atılması gereken bir cemre
bulunmayan cemreye ise binitli olarak gitmek daha faziletlidir. İmam Mâlik ile İmâm
Şafiî'ye göre ise, Minâ'ya binitli olarak gelen bir kimsenin bayramın birinci günü
Akabe Cemresini binitli olarak, taşlaması müstehabtır. Bunun gibi Minâ'ya yaya
olarak gelen kimsenin de Akabe Cemresini yaya olarak taşlaması müstehabtır.
Bayramın ikinci ve üçüncü günlerinde bütün cemreleri yaya olarak taşlamak sünnet
olduğu gibi bayramın dördüncü günü de bütün cemreleri binitli olarak taşlayıp yine

[421

binitli olarak Mekke'ye dönmek de sünnettir. J — 1

1970. ...Ebu'z-Zubeyr'den; Câbir b. Abdillahı (şöyle) derken işittiği rivayet
olunmuştur:

"Kurban (Bayramının birinci) günü, Resûlullah (s.a.)'ı hayvanı üzerinde
"Hacla ilgili amellerinizi (iyi) almalısınız! Çünkü bilmiyorum, belki de bu haccımdan

[43]

sonra bir daha haccedemem" buyurarak cemreleri taşlarken gördüm. —



Açıklama



"Mensek" kelimesi aslında "Hacda kurbanların kesildiği yer" anlamına gelirken
sonraları "hacla ilgili bütün ameller" anlamında kullanılır hâle gelmiştir.
Metinde geçen "hac ibâdetlerinizi (iyi) almalısınız*' cümlesinden murad, "Ben hac
ibadetini kavlen ve fiilen nasıl yapmışsam sizin de bunları aynı şekilde yapmanız
meşru olmuştur. Bunları benden gördüğünüz gibi belleyiniz ve başkalarına da
öğretiniz" demektir.

Resûl-i Ekrem efendimiz, "bilmiyorum belki de bu baççımdan sonra bir daha

[441

haccedemem" buyurmakla vefatının yakınlığına işaret etmek istemiştir.- 1 — 1



Bazı Hükümler



1. Hac fiillerini öğrenmek ve bu bilgileri bizzat Resululîah'm sünnetinden almak
farzdır.

2. Minâ'ya hayvan (veya vasıta) üzerinde gelen bir kimsenin bayramın birinci günü
Cemre-i Akabe'de taşlan hayvan üzerinde atması müstehabdır. (Mezhep imamlarının
bu mevzu ile ilgili görüşleri bir önceki hadisin şerhinde geçmiştir.)

3. Peygamber (s. a.) Veda Haccmda vefatının yakın olduğuna işaret ederek ümmetini,
zaman kaybetmeden hac fiillerini titizlikle öğrenmeye ve başkalarına da öğretmeye

teşvik etmiştir.^^

1971. ...İbn Cüreyc'den naklediğildiğine göre Ebu'z-Zübeyr şöyle demiştir: Ben Cabir
b. Abdullah'ı şöyle derken işittim:

Ben Resûlullah (s.a.)'ı kurban bayramının birinci günü kuşluk vakti (Akabe

Cemresinde) taş atarken gördüm. Daha sonra(ki günlerde) bunu güneşin zevalinden

. T461
sonra yaptı. —



Açıklama



Duhâ vakti "dahve-i kubra" denilen Ve şer'î nehârm yansı sayılan (kaba kuşluk)
istivâ" zamanı demektir.

Bu hadis-i şerif Resûl-i Ekrem (s.a.)'in ilk günkü taşları Minâ'da Akabe Cemresinde
kuşluk vakti attığını diğer günlerde de cemreleri zevalden (güneş batıya kaydıktan)

[471

sonra attığım ifade etmektedir. J — 1



Bazı Hükümler



1. Kurban bayramının birinci günü taşları zeval vaktinden önce atmak sünnettir.
İbn Abdilberr'in ifadesine göre, İslâm Ulemâsı Resûl-i Ekrem'in Veda Haccmda
bayramın birinci günü Akabe Cemresine taşları kaba kuşluk vakti attığında ittifak
etmişlerdir. Fakat bu taşları atmanın caiz olduğu vaktin başlangıç ve bitiş noktalarını
tesbitte ulemâ ihtilâfa düşmüşlerdir. Hanefî ulemâsıyla İmam Mâlik'e ve Ahmed b.
Hanbel'den gelen bir rivayete göre cemrelere atılan taşların sahih olabilmesi için
bayramın birinci günü fecrin doğmuş olması şarttır. Binaenaleyh fecrin doğuşundan
itibaren atılan taşlar makbuldür. Nitekim Tahâvî'nin rivayet ettiği; Hz. Peygamber
Müzdelife gecesinde Hz. Abbas'a: "İçimizden zayıfları ve kadınları götür de sabah
namazım Mina'da kılsınlar, halk kitlesi gelmeden önce Akabe cemresine taşlarını

atsınlar" buyurdu.^^ anlamındaki hadis-i şerif de bu görüşü desteklemektedir.
Şafiî ulemâsına ve İmam Ahmed'in meşhur olan görüşüne göre ise, bayramın birinci
günü Akabe Cemresine atılacak olan taşları Müzdelife'-de kalındığı gecede gece
yarısından sonra atmak caizdir. Daha önce tercümesini sunduğumuz 1942 numaralı
hadisde bu görüşü desteklemektedir.

Cemrelere taş atma fiilinin kerâhetsiz olarak icra edilebildiği sürenin son haddi ise,
güneşin batma zamanıdır. İbn Abdilberr'in ifadesine göre; Müstehab olan vakit bir



tarafa bırakılırsa, güneş batmadan önce cemreleri taşlayan bir kimse cemrelere taş
atma görevini zamanında yapmış olur. Cemrelere taş atma görevini güneşin
batmasından sonraya bırakan bir kimse görevini bu vakte kadar geciktirmesinden
dolayı bir kerahet işlemiş olur, fakat bu kerahetten dolayı o kimsenin üzerine kurban
kesmek gerekmez. Hanefî ulemâsıyîa İmam Malik, Şafiî, İbn Münzir ve İbn Ömer de
bu görüştedirler. Nitekim Nâfî'in rivayet ettiği "Safıyye bint Ebî Ubeyd'in erkek
kardeşinin kızı Müzdelife'de nifaslandı da Minâ'da cemrelere taş atma görevini geceye
kadar geciktirdi. Safiyye'de onunla birlikte gecikmişti. Minâ'ya bayramın birinci günü
ancak güneş battıktan sonra gelebil-diler. Minâ'ya geldikleri zaman Abdullah b. Ömer

onlara taşları atmalarını emretti ve gecikmelerinden dolayı onlara herhangi bir cezayı

[491

da gerekli görmedi, — anlamındaki hadisler bunun delilidirler.

Lakin İmam Mâlik "Bu durumda kalan bir kimsenin bir hedy kurbanı kesmesi
müstehabdır" diyor. Mâlikî ulemâsından Zürkânî'nin beyânına göre imam Ahmed'le
İshak, bayramın birinci günü Akabe Cemresini, güneşin batmasına kadar geciktiren bir
kimse bu taşları bayramın ikinci günü zeval vaktinden sonra atar. Çünkü İbn Ömer;
"kim (bayramın birinci günü) Akabe Cemresini taşlamayı gece vaktine kadar unutacak

olursa, o taşlan ertesi gün güneşin zevaline kadar atamaz" demiştir.^^
Sahih hadislerin delaletiyle sabit olan şudur ki, kadınlar ve çocuklar gibi kendilerine
özel ruhsat verilmiş olan kimseler, bayramın birinci günü Akabe Cemresine atacakları
taşları gecenin yarısından itibaren atabilirler. Daha önce atmalarının yeterli
olmadığında icmâ' vardır. Fakat kendilerine böyle özel bir ruhsat verilmemiş olan
kimseler ise sözü geçen taşları güneş doğmadıkça atamazlar.

2. Metinde geçen "Daha sonraki günlerde bunu güneşin zevalinden sonra yaptı"
cümlesi teşrik günleri denilen bayramın ikinci, üçüncü ve dördüncü günlerinde
cemrelere taş atmanın müstahab olan vaktinin zevalden -sonra başladığını gösterir.
Dört mezhep imarmyla birlikte cumhûr-ı ulemâ da bu görüştedirler. Ancak Ebû Hanife
(r.a.) bayramın dördüncü günü cemrelere zevalden önce taş atılabileceğini söylemiştir.
Çünkü İbn Abbâs (r.a.), "Mekke'ye hareket günü olan bayramın dördüncü günü güneş
biraz yükseldikten sonra cemrelere taş atıp Veda tavafını yapmak caizdir" demiştir.

Teşrik günlerinde cemrelere taş atma görevini yerine getiremeyen ve vakti de
geçiren bir kimsenin bir kurban kesmesi gerektiğinde dört mezheb imamı ittifak
etmiştir. Çünkü hacla ilgili bir vacibi terk etmek bir kurban kesmeyi icab ettirir.
Nitekim Atâ b. Ebî Rebâh, "Kim bir cemreye veya cemrelerin tümüne taş atmayı

[521

unutur da teşrik günleri geçmiş olursa, ona bir kurban kesmek yeter. " J — 1 demiştir.
£531



1972. ...Vebere (b. Abdirrahman)'dan; demiştir ki: İbn Ömer'e:
Taşları ne zaman atayım? diye sordum da;

(Hac) imamının atmağa başladığı zamanda at, cevabını verdi. Kendisine soruyu tekrar
edince:

Biz (Resûlullah -s.a- zamanında) güneşin zevalini beklerdik, güneşin zevali sırasında

[54]

(taşları) atardık, dedi. —



Açıklama



Bu hadis-i şerif bayramın birinci gününü takibeden teşrik günlerinde cemrelere taş
atmanın müstehab olan vaktinin güneşin batıya kaymasından itibaren başladığını
söyleyen dört mezhep imamının delilidir. Bir önceki hadisin şerhinde de açıkladığımız
gibi teşrik günlerinde cemrelere atılacak olan taşların zevalden sonra atılacağı

konusunda ulemâ ittifak etmiştir.^^
1973. ...Aişe (r.anhâ)'dan; demiştir ki:

Resûlullah (-s. a- bayram) gününün son kısmı (teşkil eden ikinci yarısı)nda öğle
namazım Mekke'de kıldıktan sonra ifaza tavafını yaptı, sonra Minâ'ya döndü. Teşrik
günlerinin gecelerinde orada kaldı, (sözü geçen günlerde) güneş batıya kayınca her bir
çakılda tekbir getirmek suretiyle her taş yığınına yedi taş atıyordu. (Taşları attıktan
sonra) birinci ve ikinci (Cemre)nin yanında uzun bir süre ayakta duruyor ve duâ
ediyordu ve (Sonra) üçüncü cemreye de (taşları) atıyordu. (Ancak) onun yanında

durmazdı.^^



Açıklama

Bu hadis-i şerifin ifâdesi "Resûlullah (s.a.) bayramın birinci günü Mekke'de idi ve
öğle namazını Mekke'de kıldıktan sonra ifâda tavafını yaptı" anlamındaki 1905
numaralı hadis-i şerifin ifadesine aynen uymaktadır. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi
Resûlul-lah (s.a.) Veda Haccmda cemrelere taş atarken önce, Hayf mescidinden sonra
gelen Cemre-i Olâ'ya varırdı. Orada taşları attıktan sonra o cemrenin önünde bulunan
düzlükte Allah'a hamdedip tehlilde bulunur ve Hz. Peygambere salavât getirerek
kıbleye yönelir, ellerini omuzları hizasına kaldırarak kendisi ve bütün mü'minler için
duâ ve istiğfarda bulunurdu. Sonra Cemre-i Vustâ'ya giderdi. Orada da taş atma
görevini yerine getirdikten sonra birinci cemrede olduğu gibi bir süre dururdu ve
ayakta uzun müddet duâ ederdi.

Daha sonra Akabe Cemresinin yanma gelip her birisi için bir tekbir getirerek yedi
çakıl taşı atardı, fakat taş atma görevini bitirince burada hiç durmadan doğruca konak

yerine giderdi.^^"



Bazı Hükümler



1. İfada tavafını Kurban bayramının birinci gününde yapmak ve o gün öğle namazını
da Mekke'de kılmak, Resûl-i Ekrem Efendimizin sünnet-i seniyyelerindendir. Fakat
bugün bir çok kimsenin bu sünnete uymadıkları maalesef görülmektedir.

2. Hacıların teşrik günlerinin gecelerini Minâ'da geçirmeleri sünnettir. Vacib diyenler
de vardır. Nitekim 1958 numaralı hadisin açıklamasında geçmiştir.

3. Matlub olan bu çakıl taşlarının 3 m. uzaklıktan atılmasıdır. Söz konusu taşları
cemrelere elle bırakmak yeterli değildir. Ulemânın büyük çoğunluğu bu görüştedirler.
Taşların çok uzaktan atılmasının da yeterli olmadığı gibi atıldığı halde hedefine varıp
varmadığı şüpheli olan bir taş da yeterli değildir.

4. Her cemreye yedişer taş atmak lâzımdır. Hanefî ulemâsıyla İmam Mâlik, Şafiî ve
ulemânın büyük çoğunluğu bu görüştedir. Bu görüş İmam Ahmed'den de rivayet



edilmişse de onun meşhur olan mezhebine göre bu taşların yediden aşağı olmaması
daha faziletlidir. Çünkü Hz. Peygamber her cemreye yedişer taş atmıştır. Bununla
beraber bir veya iki taş eksik atılmasında bir sakınca yoktur. Fakat bundan daha azı
atılamaz. Atâ' ile Mücâhid ve İshak da bu görüştedirler. Bu eksikliği bile bile yapan
kimsenin ceza olarak sadaka vermesi gerekir. Nitekim tbn Ömer de; "Ben altı taş mı

T581

yoksa yedi taş mı attığıma pek aldırış etmem" buyururdu. — Ashab-ı kiramdan Sa'd
b. Mâlik de şöyle demiştir: "Ben Veda Haccmdan Resûlullah (s.a.)'le birlikte döndüm.
Kimimiz kimimize "ben altı taş attım" diyordu. Kimimiz de "ben yedi taş attım"

[591

diyordu. Kimse kimseyi ayıplamıyordu. —

Yine bu konuda İbn Abbas'da; "Resûlullah (s'.a.) altı (taş) mı, attı, yoksa yedi mi attı
iyice bilmiyorum," derdi.'^^

Cemrelere atılacak olan taş sayılarının yediden aşağı olamayacağını savunan ulemânın
büyük çoğunluğuna göre:

a. Bu sayının bir veya iki eksiğiyle taş atmanın caiz olduğunu ifade eden hadislerin
senedi Resul-i Ekrem'e erişmemektedir. Sahâbîlerin taşları eksik atan bazı sahabileri
ayıplamamaları ve sükût etmeleri söz konusu taşları eksik atmanın caiz olduğuna bir
delil teşkil etmez.

b. İbn Abbâs'm. Resûl-i Ekrem'in attığı taşların altı mı, yoksa yedi mi olduğunu
bilmemesi, Resûl-i. Ekrem'in bu taşları eksik attığını göstermez ve Hz. İbn Abbâs'ın
bu şüphesi Resûl-i Ekrem'in yedi taş attığına dair olan kesin bilgiye zarar vermez. Bu
bakımdan bu konuda çumhûr-ı ulemânın görüşünün daha isabetli olduğu kesindir.
Nitekim bu konuda gelen sahih hadisler de bunu gösterir.

5. Cemrelere atılacak olan taşlar toptan değil de teker teker atılır. Metinde geçen "her
bir çakılı atarken tekbir getirdi" cümlesi de bunu ifâde eder. İmâm Malik ile İmam
Şafiî, Ahmed ve Ebû Hanîfe bu görüştedirler. Her ne kadar Atâ, "yedi taşı bir defa da
atmak kâfi gelir" demişse de bu doğru değildir. Çünkü Resûlullah (s.a'in böyle
yaptığına dair sahih bir hadis mevcut değildir.

6. Cemre-i Ulâ ile Cemre-i Vüstâ'nm yanında bir süre durup dua etmek ulemânın
büyük çoğunluğuna ve dört mezheb imamına göre sünnettir. Ancak bu sürenin miktarı
üzerinde ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Bu konuda Vebere: "İbn Ömer cemreleri taşladığı
zaman bir süre ayakta durdu, isteseydim bu süre içerisinde Bakara Sûresini
okuyabilirdim," diyor. Beyhakî'nin diğer bir rivayetinde bu sürenin Yûsuf Sûresini
okumaya yetecek kadar olduğu ifâde edilirken İbn Abbas'dan gelen bir rivayette de
O'nun iki yüz âyetlik bir sûreyi okumaya yetecek kadar uzun olduğu ifâde ediliyor.

[611

7. Cemrelere taş atarken önce Cemre-i Ulâ, sonra Cemre-i Vüstâ daha sonra da Akabe
Cemresi olmak üzere bir sıra takibetmek gerekir. Bu sıraya riâyet etmek İmam Mâlik
ile İmam Şafiî'ye ve İmam Ahmed'e göre şarttır. Taş atmaya Akabe Cemresinden
başlayarak Cemre-i Ulâ'da taş atmayı bitiren bir kimsenin sırayla Cemie-i Vüstâ ile
Cemre-i Akabe'ye ikinci bir defa daha taş atması gerekir.

Tertibe riâyet konusunda Hanefî uleması arasında ihtilâf vardır: Fethü'I-kadir sahibi
İbnu'l-Hümâm'a göre, bu sıraya uymak sünnettir. Nitekim İbn Abbas'dan gelen, "hac
amellerinden birinin sırasını bozarak takdim te'hîr yapan bir kimseye hiç bir ceza

gerekmez, anlamındaki hadis-i şerif de İbnu'l-Hümam'm bu görüşünü te'yid



etmektedir.

Aksi görüşte olanlara göre Hz. İbn Abbas'dan gelen bu hadis-i şerif hacla ilgili bir
amelin cüzleri arasında yapılan takdim-te'hîrle ilgili değil, hac amellerinden bir kaçı

arasında yapılan takdim ve te'hîrle ilgilidir.^^

1974. ...Abdurrahman b. Yezid dedi ki: İbn Mesûd el-Cemretü'I-Kübrâ (demlen
Cemre-i Akabe)'ye varınca Beyt'i soluna Minâ'yı da sağma aldı ve Cemre(-i Akabe)'ye
yedi çakıl atıp (Resûl-i Ekremi kasd ederek) "Kendisine Bakara sûresi inen kimse de

işte böyle attı." dedi.^-^
Açıklama

Bilindiği gibi Akabe, Mekke'ye iki mil uzaklıkta bir tepedir. İslam tarihinde büyük bir
önemi olan Akabe Bey'atları burada yapılmıştır. Akabe'de yapılan bu bey'atlarda
Medine'liler Resûl-i Ekrem'e kadınlarını ve çocuklarını korudukları gibi kendisini de
koruyacaklarına ve her halükârda ona yardım ve itaat edeceklerine dair söz verdiler.
Mevzumuzu teşkil eden bu hadis Buhârî ve Müslim'de; "Ben, Ey Ebâ Abdurrahman,
başkaları bu taşları vadinin üstünden atıyorlar" dedim. İbn Mesûd da "Kendinden
başka ilâh olmayan Allah'a yemin ederim ki, üzerine Bakara Sûresi indirilen zâtm
makamı budur" dedi." anlamına gelen lâfızlarla rivayet edilmiştir.
Abdullah b. Mes'ûd'un sözünü yeminle te'yid etmesinin sebebi Abdurrahman en-
Nahâî'nin Cemretu'l- Akabe'ye atılacak taşların vadinin üstünden atılacağını söyleyerek
Resul-i Ekrem'in sünnetine aykırı bir beyânda bulunmasıdır. Bu durum Hz. İbn
Mesud'un vicdanı üzerinde derin bir tesir icra ettiğinden İbn Mesud hazretleri gerçeği
ifade etmek maksadıyla bu taşların vadinin içinden atılacağını söylemiş ve bu sözlerini
yeminle te'yid etmek ihtiyacını duymuştur. Menâsik-i Hac pek çok Süre'de bulunduğu
halde Hz. İbn Mesud'un özellikle Bakara Sûresi'ni zikr etmesi hacla ilgili hükümlerin
ekseriyetinin bu Sûrede bulunmasmdandır. Ya da Bakara Sûresi'nin azametine, diğer

Sûreler arasındaki önemine işaret etmek istemesindendir.^^



Bazı Hükümler



1. Akabe Cemresine taş atılırken Kabe sola, Mina Vadisi de sağa alınmalıdır. Hanefî
ulemasıyla İmam Mâlik ve cumhür-ı ulemâ bu görüştedirler. Şafiî, ulemâsına göre de
sahih olan görüş budur. eş-Şeyh Ebû Hâmid'e göre ise, taşlar atılırken Akabe
Cemresine doğru yönelmek ve kıbleyi arkada bırakmak gerekir. Kıbleyi karşıya,
Akabe Cemresini de sağa almak gerektiğini söyleyenler de vardır.
Diğer iki cemreye gelince onlara taş atılırken nasıl hareket edileceği İbn Şihâb'm
rivayetinde şöyle anlatılıyor: "İbn Ömer, Cemre-i Ülâ'ya yedi çakıl atar ve her çakılı
attıktan sonra tekbir alırdı. Sonra buradan vadinin ortasmdaki düzlüğe iner ve orada
kıbleye yönelerek (ve cemreyi arkasına alarak) uzun süre ayakta durup iki elini
kaldırarak duâ ettikten sonra Cemre-i Vustâ'ya (varıp oraya taş) atardı. Bundan sonra
İbn Ömer, vadinin kuzey tarafına yürür, (birinci de olduğu gibi) vadideki düzlüğe iner
(sonra Kabe'ye gelir)di. Burada da uzun zaman kıbleye karşı ayakta ellerini kaldırarak
duâ ettikten sonra vadinin ortasından Cemre-i Akabe'ye atardı ve burada (dua için)



beklemeyip dönerdi ve; Bu menâsiki Resûlullah (s.a.)'in bu-şekilde eda ettiğini

gördüm" buyururdu. Ancak ulemâ, bu düzlüğe inip kıbleye dönerek ayakta duâ
etmenin terkinde bir sakınca olmadığını söylemişlerdir. Yalnız Süfyan es-Sevrî bunun
terkinden dolayı sadaka vermenin müstehab olduğunu söylüyor.
2. Sûrelerden bahsederken onlardan Bakara Sûresi, Ali İmran Sûresi gibi isimlerle

bahsetmek caizdir.-^^

1975. ...Asim (b. Adiy)'dan nakledildiğine göre, Resûlullah (s. a.) deve çobanlarına
(teşrik gecelerinde Minâ'da) gecelemeye, (kalabalık olmadan önce) kurban bayramının
birinci günü erkenden (Akabe Cemresine) taş atmalarına sonra ertesi günde veya daha
ertesi günde iki güne ait taşları bir arada atmalarına ve (aceleleri olmayan kimselerin

de bayramın) dördüncü günü de (cemrelere) taş atmalarına izin vermiştir.^^



Açıklama



Görülüyor ki Resûl-i Ekrem Efendimiz Müzdelife gecesinde hacı adaylarının binek
hayvanlarına bakmakla görevli kimselerin, Teşrik gecelerini diledikleri yerde
geçirmelerine izin vermiştir. 1958-1959 numaralı hadis-i şeriflerin şerhlerinde de
açıkladığımız gibi Resûl-i Ekrem Efendimiz bu izni çobanlarla birlikte özür sahihleri
için de vermiştir.

Metinde geçen "deve çobanı" kelimesi diğer çobanlara izin olmadığını ifâde etmez.
Arablarm yük hayvanlarının ekserisini deve teşkil ettiği için bu kelime kullanılmıştır.
Aslında hacılara ait yük veya binek hayvanlarını gütmekle veya korumakla görevli
bütün çobanlar bu konuda aynı hükme tabidirler.

Ayrıca Resûl-i Ekrem sözü geçen kimselere bayramın ikinci ve üçüncü gününde
atılacak olan taşların hepsini bu iki günün birisinde atma kolaylığını da göstermiştir.
Binaenaleyh bu kimseler bayramın ikinci gününde o günün taşlarıyla birlikte üçüncü
günün taşlarını da atabilecekleri gibi dilerlerse, bayramın ikinci gününün taşlarını
ikinci günü atmayıp bayramın üçüncü gününün taşlarıyla birlikte bayramın üçüncü
gününde atabilirler, imam Mâlik bayramın üçüncü gününde, önce ikinci günün sonra

da üçüncü günün taşlarının atılmasını tercih etmiştir.-^^



Bazı Hükümler



1. Teşrik günleri denilen bayramın 2-4. günlerinin gecelerim Mina'da geçirmek
mecburiyeti hacilann hayvanlarını korumakla görevli kişilerden ve hacılara su taşıma
görevini üstlenmiş kimselerden düşmüştür. Bu kimselere sözü geçen geceleri minâ'da
geçirmediklerinden dolayı herhangi bir ceza lâzım gelmez. Özür sahihleri, hastalar ve
hacıların mallarını korumakla görevli kimseler de böyledir. Çünkü Resûl-i Ekrem
Efendimiz çobanlara bu izni verirken bunların durumunda olan kimselerin de aynı

hükümde olduklarına dikkati çekmek istemiştir.^^-

İmam Mâlik'e göre çobanlara su taşıma görevini üstlenenlerin dışında kalan kimseler
bu hükmün dışmdadırlar. İmam Şafiî'nin meşhur olan görüşü de budur. Fakat hafız İbn
Hacer, "Şafiî ulemâsına göre hacıların mallarını korumakla görevli kimselerle birlikte



bir işinin zarara uğramasından korkan kimsenin ve su taşıma görevini yüklenen
kimselerin de bu hükme dahil olduğunu" söylüyor. Hafız İbn Hacer'in naklettiği bu
görüş İmam Şafiî'nin diğer görüşünden başka birşey değildir.

2. Hacıların hayvanlarım güden çobanların bayramın 2. ve 3. günlerinin taşlarım bu iki
günden diledikleri günde atmalarına izin verilmiştir.

Hanefî ulemâsıyla İmam Şafiî ve İmam Mâlik'e ve İmam Ahmed'den gelen bir
rivayete göre sözü geçen günlere ait taşları çobanlar bayramın üçüncü gününde
atabilirler. Çobanların bu taşları bayramın ikinci veya üçüncü gününde atmakta
muhayyer oldukları da söylenmiştir. Ancak İmam Mâlik birinci görüşü tercih etmiştir.



1976. ...Adiyy'den rivayet olunduğuna göre, Peygamber (s. a.) çobanların (cemreleri)

[721

bir gün taşlayıp bir gün bırakmalarına izin vermiştir. —
Açıklama

Bu hadis-i şerîf imam Ahmed'in Müsned'inde "Resûlullah (s. a.)' deve çobanlarının

(teşrik) gecelerini Minâ dışında geçirmelerine ve kurban (bayramı) günü (Akabe

[731

cemresine taş)atmalarma izin verdi — anlamına gelen lâfızlarla rivayet olunmuştur.

Konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisinin ifadesinden anlaşıldığına göre Resul-i

Ekrem çobanlara bayramın birinci gününde Akabe'ye taşları attıktan sonra bayramın

ikinci gününde taş atmayı bırakıp develerinin yanında kalmalarına ve geceyi onların

yanında geçirmelerine, bayramın üçüncü günü de o günün taşlarıyla birlikte bayramın

ikinci gününün taşlarını da atmalarına izin vermiştir. Binaenaleyh bu hadis-i şerif,

çobanların bayramın ikinci ve üçüncü günlerine ait taşları üçüncü gün atmalarını 1

• " T741
tercih eden imam Mâlik'in görüşünü desteklemektedir. J — 1

Bazı Hükümler

1. Özür sahibi olan kimselerin özürleri sebebiyle teşrik gecelerinin bazılarını Mina
sınırları dışında geçirmeleri caizdir.

2. Hacıların hayvanlarını güden çobanların birinci teşrîk gününde atılması gereken
taşları ikinci teşrik gününe te'hîr etmeleri caizdir. Aynı zamanda sözü geçen
çobanların, taşlan gece atmaları da caizdir. Çünkü İbn Ömer'den gelen bir rivayete
göre Hz. Peygamber hacıların develerine bakmakla görevli kimselerin taşları

geceleyin atmalarına izin vermiştir.-^^

1977. ...Katâde'den; demiştir ki: Ben Ebû Miclez'i (şöyle) derken işittim: Ben İbn
Abbas'a taşlarla ilgili bir şey sordum da;

Resûlullah (s. a.) altı (taş) mı yoksa yedi (taş) mı attı, (iyice) bilmiyorum, diye cevap
verdi.^^-



Açıklama



Nesâî'nin bu hadisi, "Cemrelere atılan taşların adedi" başlığı altında rivayet ettiğine
bakılırsa, Ebu Miclez'in Hz. İbn Abbâs'a sorduğu sorunun cemrelere atılacak taşların
sayısı ile ilgili olması gerekir. Biz mezhep imamlarının bu konudaki görüşlerini 1973

[771

numaralı hadis-i şerifin şerhinde naklettiğimizden burada tekrar etmeyeceğiz. —
1978. ...Aişe (r.anhâ)'dan; demiştir ki: Resûlullah (s.a.);

"Sizden biriniz Akabe Cemresine taşları atınca ona kadmlar(a yaklaşmanın dışında her
şey helâl olur" buyurdu.- 1 — 1

Ebû Dâvûd dedi ki: Bu (hadis) zayıf bir hadistir. Çünkü Haccâc, Zührî'yi görmemiştir

[791

ve ondan herhangi bir hadis işitmemiştir. J — 1
Açıklama

Bu hadis-i şerif İmam Ahmed'in Müsned'i ile Beyhakî'nin es-Sünenu'l-Kübrâ'smda;
"taşlan atıp da tıraş olduğunuz zaman size kadınlara yaklaşmaktan başka ihramla ilgili

yasaklardan her yasak helâl olur"^^ anlamına gelen lâfızlarla rivayet olunmuştur.
Darekutm'nin rivayetinde ise, "taşlan atıp da tıraş olduğunuz da ve kurban kestiğinizde

rsı ı

kadınlara yaklaşmaktan başka herşey size helâl olur" 1 — 1 şeklindedir.
Bu bakımdan ulemânın büyük çoğunluğu Ahmed b. Hanbel'in, Bey-hakî'nin ve
Dârekutnî'nin bu rivayetlerini de gözönüne alarak, "bayramın birinci günü Akabe
Cemresine taşları attıktan sonra kurban kesip tıraş olan kârin veya mutemetti bir
hacıya ve taşlan attıktan sonra traş olan bir müfrid hacıya kadına yaklaşmaktan başka

T821

ihramla ilgili her yasak helal olur — demişlerdir. Fakat sadece konumuzu teşkil
eden Ebû Dâvûd hadisinin zahirine göre hükmeden İmam Mâlik'e göre ise, Akabe
Cemresine taşları atan bir kimseye kadınlara yaklaşmaktan başka ihramla ilgili herşey

helâl olur. Bu görüş İmam Ahmed'den de rivayet olunmuştur. —



Bazı Hükümler



1. Hac için ihrama giren bir kimseye Akabe Cemresme taşlan attıktan sonra kadınlara
yaklaşmanın dışında ihramla ilgili her yasak helâl olur. Nitekim İmam Mâlik de
hadisin zahirine sarılarak bu hükme varmıştır. Ancak imam. Mâlik'in meşhur olan
kavline göre Akabe Cemresine taşlan atan bir kimseye cima ile birlikte av da
haramdır. Güzel koku ise, mekruhtur; fakat fidye vermeyi gerektirmez. Maliki
ulemâsının Akabe Cemresine taşları atan bir kimseye güzel kokunun mekruh olduğuna
dair delilleri şu hadis-i şeriflerdir:

a. "Haccm esaslarından biri de Akabe Cemresine taşlan atan bir kimseye kadınların ve
güzel kokunun dışında her şeyin helâl olmasıdır. Bu durum Beyt'i tavaf edinceye

kadar devam eder."^-^

Ancak şurasını unutmamak lâzımdır ki bu rivayet, bir sahabî sözüdür. Konumuzu
teşkil eden hadis-i şerif ise, merfû bir hadistir. Sahâbî sözünün merfû bir hadis
karşısında bir hüküm ifade edemeyeceği bilinen bir gerçektir. Binaenaleyh Maliki
ulemâsının dayandığı delil zayıftır.



b. Amr b. Dinar'dan rivayet olunduğuna göre Ömer b. Hattâb, "Siz Akabe Cemresine
taşları attıktan sonra size kadınlarla güzel kokudan başka her şey helâl olur" demiştir.
Ancak İbn Dakîki'l-İyd bu hadisi "Kitâbü'l-iman" isimli eserinde naklettikten sonra bu

T851

hadisin münkati olduğunu ifade etmiştir. —

İmam Malikin bu görüşü "Ben Peygamber (s.a.)'i ihrama girmezden bir de kurban
bayramı günü Kabe'yi tavaf etmezden Önce içinde misk bulunan bir kokuyla

kokulardım. hadis-i şerifiyle reddedilmiştir.

Ayrıca konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisi de "Akabe Cemresine taşları atan bir
kimseye güzel kokular haramdır" diyen Mâliki ulemâsının aleyhine bir delildir. Her ne
kadar musannif Ebû Dâvûd bu hadisin zayıf olduğunu söylüyorsa da aslında Said b.
Mansûr'dan rivayet edildiğine göre; "Siz (taşlan) attıktan sonra size güzel kokular ve

T871

(dikişli) elbiseler helâl olur ,,J — 1 anlamındaki hadis ile İmam Ahmed'in İbn Abbâs'dan
rivayet ettiği, "Cemreye (taşlan) attıktan sonra size kadınlara yaklaşmaktan başka her
T881

şey helaldir ,,J — 1 anlamındaki hadis-i şerif Ebû Davud'un bu hadisini te'yid ve takviye
etmektedir. İmam Ahmed'in rivayet ettiği bu hadisin senedi hasendir.
Bilindiği gibi Akabe Cemresine taşlar atıldıktan sonra hacılara bazı şeylerin helâl
olmasına "et-Tehallulu'l asgar-küçük tehallül" denir. "Büyük tehallül" ise, ziyaret
tavafından sonra olur.

b. Ulemânın büyük çoğunluğuna göre ise, Akabe Cemeresine taşları atan ve tıraş olan
kimseye cima ve cimâya götüren fiiller dışında ihramla ilgili her yasak helâl olur.
Hanefî ulemâsıyla İmam Şafiî, Tavus ve en-Nehâî'ye göre bu görüş geçerlidir. İmam

Ahmed'in sahih olan görüşü de budur.-'-^^



78. Tıraş Olmak Ve Saçları Kısaltmak



1979. ...Abdullah b. Ömer'den rivayet olunduğuna göre, Resûlullah (s. a.):

"Ey Allah'ım, traş olanlara rahmet et" demiş. Ashâb;

Ey Allah'ın Resulü, kısaltanlara da (duâ et) demişler (Resûlullah tekrar);

"Ey Allah'ım, traş olanlara rahmet et" demiş. Onlar da tekrar;

Ya Resûlullah, saçlarım kısaltanlara da (dua et), demişler. Peygamber (s.a.)'de;

"Saçlarını kısaltanlarada (rahmet et)" demiş.^^



Açıklama



Ebû Davud'un bu hadisinde Resul-i Ekrem'in iki defa traş olanlara duâ ettikten
sonra üçüncüde saçlarını kısaltanlara duâ ettiği ifâde edilmektedir. İmam Mâlik'den
gelen rivâyetlerin pek çoğu da böyledir. Ancak İmam Ahmed ile Buhârî'den gelen bazı

rivayetlerde Resûl-i Ekrem'in üç defa traş olanlara duâ ettikten sonra dördüncüde

[9i]

saçlarını kısaltanlara dua ettiği ifade ediliyor. J — 1

Her ne kadar îbn Abdilberr "Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem bu duayı
Hudeybiye'de yapmıştır" demiş ve Nevevî de, "sahih ve meşhur kavle göre bu dua
Veda Haccmdaydı" diyorsa da Kadı İyaz: "Resülul-lah'm aynı duayı iki yerde yapmış
olması ihtimalden uzak değildir" demiştir. Hanefî ulemâsından Aynî'nin de ifade ettiği



gibi, "bu rivayetlerin arasını bulmak için Kadı Iyaz'm söylediği daha doğrudur",
Hudeybiye'de Resûl-i Ekrem'in saçlarını tıraş edenlere tekrar dua ettiği halde saçlarını
kısaltanlara sadece bir kere dua etmesinin sebebi ise Hudeybiye yılında Kabe'yi
ziyaret maksadıyla yola çıkan müslümanlarm maksatlarına erişe-meyince ihramdan
çıkmak için tıraş olmak kendilerine çok ağır gelmişti. Bu sebeple orada hazır bulunan
ashâbdan bazıları Resûl-i Ekrem'e uyarak tıraşa başladıkları halde bazıları biraz ağır
davranarak saçlarını kısaltmakla yetiniyorlardı. Bu durumu gören Peygamber (s.a.)
kendisine uymakta daha çok sür'at ve tİzilik gösterdikleri için tıraş olanlara üç kere

[921

dua ettiği halde sadece saçlarını kesmekle yetinen kimselere bir defa dûa etmiştir. —
Veda Haccmda ise Resûl-i Ekrem yanında hedy kurbanlığı bulunmayan hacı
adaylarına haclarını umreye çevirmelerini ve umreyi ifâ ettikten sonra hac yapmalarını
tavsiye etmişti. Ashabın bazıları bu tavsiyeyi hemen yerine getirirlerken bazıları daha
önceleri hac mevsiminde umre yapıldığını hiç görmedikleri için bu emre uymakta
biraz yavaş davranmışlar ve umreden sonra ihramdan çıkmak için saçlarını sadece

kısaltmakla yetinmişlerdi. Bunu gören Peygamber (s.a.) da tıraş olanlara tekrar tekrar

[931

dua ettiği halde saçlarını kısaltanlara sadece bir defa duâ etmekle yetindi. —



Bazı Hükümler



1. "Allah rahmet eylesin, Allah'ım O'na rahmet eyle gibi dualar, sadece ölülere mahsus
olmayıp diriler için de yapılabilir.

2. İhramdan çıkmak için saçları kısaltmak yeterlidir. Bunda icmâ vardır. Nitekim

Resûl-i Ekrem (s.a.) ahşabına umre yaptıktan sonra tıraş olarak veya saçlarını

[94]

kısaltarak ihramdan çıkmalarım emretmişti. J — 1

3. İhramdan çıkmak için tıraş olmak saçları kısaltmaktan daha faziletlidir. Saçlarını
kısaltmak isteyen kimse için efdal olan saçlarının tümünü kısaltmaktır. Saçlarını
başından topuz yapan veya başına yapıştıran veya örme yapan kimsenin nasıl hareket
edeceği konusu ulemâ arasında ihtilaflıdır. İmam Mâlike, Şafiî'nin eski kavline,
Sevrî'ye İmam Ahmed'e ve İshak'a göre bu kimselerin saçlarını tıraş etmeleri vacibtir.
Çünkü Peygamber (s.a.) "İhrama girmek için saçım topuz yapan kimselerin tıraş ol-

[95]

maları vacibtir. " J — 1 buyurmuştur.

Hanefî ulemâsına ve İmam Şafiî'nin yeni kavline göre ise bu kimselerin saçlarını
sadece kısaltmaları ihramdan çıkmaları için yeterlidir.

4. İhramdan çıkmak için saçları tıraş etmek veya kısaltmak hac amellerinden bir
ameldir. Hanefî uleması ile İmam Mâlik'e ve İmâm Ahmed'in zahir olan görüşüne
göre, ihramdan çıkmak için saçları tıraş etmenin veya kısaltmanın hükmü vacibtir,
terkinden dolayı bir kurban kesmek gerekir. Şafiî ulemâsının sahih olan görüşüne göre
ise, saçları kısaltmak veya tıraş etmek bir rükündür. Terkinden dolayı hac fasid olur,
kurban kesmekle telâfisi mümkün değildir.

İmam Ahmed ile İmam Ebû Yûsuf ve Şafiî'den gelen bir rivayete göre ise, ihramdan
çıkarken saçları kesmeyi veya kısaltmayı terketmek ihramlı için herhangi bir cezayı
gerektirmeyen bir yasağı çiğnemektir. Çünkü bu fiiller hac amellerinden değildir ve
ihramdan çıkmak için de onlara lüzum yoktur. Delilleri ise şu hadis-i şeriftir:
Ebû Mûsâ şöyle demiş:

Resûlullah (s.a.) beni Yemen'e göndermişti. Kendisiyle haccettiği yıl bulundum.



Resûlullah (s. a.) bana:

"Ya Ebâ Mûsâ, ihrama girerken ne dedin?" diye sordu. Ben:

Peygamber (s.a.)'in niyyeti gibi niyyetlenerek "lebbeyk" dedim, cevabını verdim.

"İyi etmişsin Beyt'i tavaf et ve Safa ile Merve arasında sa'y yap sonra da ihramdan

çık" buyurdu.-^^

Görüldüğü gibi bu hadiste Resûl-i Ekrem ihramdan çıkmak için tıraş olmanın
lüzumundan bahsetmemiştir. Onun için tıraş olmanın hac amellerinden olmadığına
hükmeden ulemâ bu hadisi kendi görüşlerine delil getirmişlerdir.
Ancak "bu hadisteki ifadeler mücmeldir. Aslında Resûl-i Ekrem ihramdan çıkmak için
saçları kesmek veya kısaltmak gerektiğini fiili, sözleri ve takrirleri ile açıklamıştır ve
ihramdan çıkmak için tıraş olmanın gerektiği herkesçe bilindiği için ayrıca bir daha
açıklamaya lüzum duymamıştır" denilerek bu görüşü reddetmişlerdir. Saçların
kısaltılması gerektiğine hükmedenler de kendi görüşlerinin doğruluğuna delil olarak
şu hadisi gösterirler:

"Bu ihramınızdan çıkın da Beyt'i ve Safa ile Merve'yi tavaf edin. Saçınızı
[971

kestirin. — Buradaki "saçınızı kestirin" emri, vücub ifâde eder. Resûl-i Ekrem'in
saçlarını tıraş edenlere, üç defa kısaltanlara da bir defa dua etmesi bu fiillerin hac
amellerinden olduğuna delalet ettiği gibi ashab-ı kiram'm hac ve umrelerinde bunu hiç

terk etmemeleri de bu amellerin hac amellerinden olduklarına delâlet eder.-^^

1980. ...İbn Ömer'den (rivayet olunduğuna göre) Resûlullah (s. a.) Veda Haccmda

[991

başını tıraş et(tir)miştir. —
Açıklama

Bu hadisi Buhârî, "Peygamber (s.a.)'le ashabından bir cemaat tıraş oldular. Bazıları
da saçlarını kısalttılar." anlamına gelen, lâfızlarla rivayet etmiştir .J— ^



Bazı Hükümler



1. İhramdan çıkarken başın tümünü tıraş etmek vacibdır. Çünkü baş denince başın
tümü anlaşılır. Nitekim İmam Mâlik ile İmam Ahmed'e ve Hanefî ulemâsından
bazılarına göre ihramdan çıkarken başın tümünü tıraş etmek vâcibtir. Hanefî
ulemâsından Aliyyü'l-Kârî bu konuda şunları söylemiştir: "Buhârî ile Müslim'de ve
bunların dışında bazı hadis kitaplarında Resûl-i Ekrem'in kaza umresinde saçlarını
kısalttığı ifâde edildiği gibi Allah teâlâ ve tekaddes hazretleri de Kur'ân-ı Kerim'inde
"Ey iman edenler! Siz, Allah dilerse güven içinde, başlarınızı tıraş etmiş veya

saçlarınızı kısaltmış olarak korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz."^^
buyurmuştur. Bu durum ihramdan çıkarken saçları kısaltmanın caiz olduğu gibi tıraş
etmenin de caiz olduğunu gösterir. Bununla beraber saçları tıraş etmenin kısaltmaktan
daha faziletli olduğu ittifakla kabul edilmiş ve sevrî başın tümünü kapsayacak şekilde
tıraş etmekte veya kısaltmakta icmâ bulunduğunu söylemiştir. Fakat Sevrî'nin
naklettiği bu icmâ' dan maksat, sahabenin ve selefin icmaldir. Çünkü Resûl-i Ekrem'in
ve ashab-ı kiramdan birinin başının saçlarından bir kısmını tıraş etmekle veya



kısaltmakla yetindiği bilinmektedir. ^ ^ Ancak Hz. Peygamber'in bu tıraşının Veda

Haccmda değil de kaza umresinde olması ihtimali daha kuvvetlidir. Hz. Peygam-
ber'in ihramdan çıkarken başının en azından bir kısmını tıraş ettirdiğinde (ya da
kısalttığında) şüphe olmamakla beraber, tümünü tıraş ettirdiğinde (veya
kısalttırdığında) ihtilâf bulunduğundan bir başka ifadeyle bu ihtilaflı iki meseleyle
ilgili hadislerin ortak noktasını Hz. Peygamberin ihramdan çıkmak için 6B azından
başının bir kısmını tıraş ettirmesi (ya da kısalttırması) teşkil ettiğinden, Hanefî
ulemâsının büyük bir kısmı ihramlıla-rm ihramdan çıkabilmesi için başının en azından
dörtte birini, İmam Ebû Yûsuf ise yarısını İmam Şafiî de sadece üç kılım tıraş
ettirmesinin (veya kısalttırmasının) farz, tümünü tıraş ettirmesinin (ya da
kısalttırmasının) müstehab olduğunu söylemişlerdir. İmam Mâlik ile İmam Ahmed ise
Hz. Peygamber'in Veda Haccmda saçlarının tümünü tıraş ettirdiğine (veya kı-
salttırdığına) dâir olan hadisleri esas alarak ihramhnm ihramdan çıkabilmesi için
başının tümünü tıraş ettirmesinin (ya da saçlarının tümünü kısalttırmasının) farz
olduğunu söylemişlerdir. Bu ikinci görüşte olan ulemâya göre ihramhnm başım traş
ettirmesini, abdestteki başın dörtte birini meshetmek fiiliyle kıyas etmek doğru

olamaz. Çünkü "başınızı mesnedin..." âyet-i kerimesindeki "baş" kelimesinin
önünde "ba'ziyyet" ifâde eden "bi" harf-i cerri vardır.

Netice olarak ihramdan çıkarken başının sadece bir kısmını tıraş etmekle ya da
kısaltmakla yetinmeyip tümünü tıraş etmek veya kısaltmak İmam Ahmed ile İmam
Mâlike göre farzdır. Bu konuda Hanefî ulemâsından İbn Humâm da İmam Mâlik'in

görüşünü benimsemiştir. ^ ^

Hanefî ulemasına göre, saçı olmayan kimsenin ustura veya benzeri tıraş aletini tıraş
oluyormuş gibi başının üzerinde gezdirmesi gerekir. İmam Mâlik'in meşhur olan
görüşü de budur. Çünkü Resul-i Ekrem Efendimiz "Size emrettiğim şeyleri gücünüz

yettiğince yerine getiriniz" buyurmuştur. Binaenaleyh her ne kadar başında saç
olmayan bir kimsenin saçlarını tıraş etmesi veya kısaltması mümkün değilse de tıraş
âletini başının üzerinde gezdirmesi mümkündür.

Ebû Sevr ile Nehâî'ye, İmam Şafiî'ye ve Ahmed'e göre ise, başında saç bulunmayan
kimselerin mümkün olduğunca tıraş aletlerini başlarında gezdirmelerinin müstehab
olduğunu söylemişlerdir. Bu görüş aynı zamanda İmam Mâlik'den de rivayet
olunmuştur, İhramdan çıkarken saçlarını tıraş eden veya kısaltan bir kimsenin
bıyıklarından ve tırnaklarından alması da müstehabtır. İbn Münzir'in beyânına göre

Resûl-i Ekrem (s. a.) başım tıraş ettiği zaman tırnaklarını da keserdi.

1981. ...Enes b. Mâlik (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, Resülullah (s. a.) kurban
bayramı(mn birinci) günü Akabe Cemresine (taşlan) attı. Sonra Minâ'daki (konak)
yerine dönüp kurbanhğı(m) istedi ve (onu) kesti. Sonra berberi çağırdı. Bunun üzerine
(berber geldi, önce-Resûl-i Ekrem'in) başının sağ tarafını tutup tıraş etti ve etrafında
bulunanlara (kimisine) bir kıl (kimisine de) iki kıl (olmak üzere kıllarını) dağıtmaya
başladı. Sonra (berber Resûlullah'm) başının sol tarafını tutup tıraş etti. (Tıraş
bittikten) sonra (Peygamber s. a.)

"Ebû Talha burada mı?" dedi ve (Sol kısmından tıraş edilen) saçlarını (halka dağıtmak



üzere) Ebû Talha'ya verdi.



Açıklama

Resûl-i Ekrem (s.a.)'in Veda Haccmda kestiği kurbanlıkların hepsi deve idi. Bunların
içinde koyun veya sığır cinsinden bir kurbanlık yoktu. Bu bakımdan metindeki sığır ve
davar cinsini kurban etmek anlamındaki "zebh" kelimesi, deve cinsini kurban etmek
anlamına gelen "nahr" mânâsında kullanılmıştır.Nitekim Müslim'in Sahîh'inde ve
Beyhakî'nin Sünen'inde "Zebh (Kesmek)" kelimesi yerine "Nahr. (Boğazlamak)"
kelimesi yer almaktadır.

Buhârî Sahih'inde Resûl-i Ekrem'i tıraş eden berberin Ma'mer b. Abdullah el-Adevî
olduğunu rivayet etmiştir. Ahmet b. Hanbel'in Ma'mer b. Abdillah'dan naklen rivayet
ettiği bir hadis şu mealdedir:

Ben Veda Haccmda Resûlullah (s.a.)'le birlikte yolculuk etmiştim. Bir gece bana;
"Ey Ma'mer, (hayvanların yüklerine sardığımız) kayışlar(da gevşeklik var, bu sebeple)
hareket ediyorlar" dedi. Ben de;

Seni hak din ile gönderen Allah'a yemin ederim ki onu her zamanki gibi iyice
bağlamıştım. Fakat benim senin yanındaki itibarımı kıskanan birisi benim senin
yanındaki yerime geçmek için onu gevşetmiş olsa gerek, diye cevap verdim.
"Ben bunu asla yapmam" buyurdu. Kurbanlığını Minâ'da boğazladıktan sonra bana
kendisini tıraş etmemi emir buyurdu. Bunun üzerine elime usturayı aldım varıp
başında durdum. Yüzüme iyice baktıktan sonra bana:

"Ey Ma'mer, elinde bıçak olduğun halde Allah'ın Resulü sana kulak memelerini teslim
ediyor," dedi. Ben de:

Ey Allah'ın Resulü, bu bana Allah'ın büyük bir lütfü ve ihsanıdır, dedim. Bunun
üzerine:

"Evet, artık şimdi senin önüne (tıraş olmak üzere) oturabilirim" buyurdu.
Her ne kadar bu berberin Harrâş b. Ümeyye b. Rabi'a olduğunu söyleyenler varsa da
bu hatadan başka bir A ey değildir. Çünkü Harrâş Resûl-i Ekrem'i Veda Haccmda değil,
Hudeybiye Musâlahasmda tıraş etmiştir.

Metinde geçen "tıraş bittikten sonra, Ebû Talha burada mıdır? dedi ve (sol kısmından
tıraş edilen) saçlarını (halka dağıtmak üzere) Ebû Talha'ya verdi" cümlesi Müslim'in
Sahih'inde; "Sonra berbere (başının) sol tarafına işaret buyurdu, berber orasını da tıraş
etti. Resûlullah (s. a.) bunu Üm-mü Süleym'e verdi" anlamına gelen lâfızlarla rivayet

olunmuştur.^ ^ Bu iki rivayet arasında bir çelişki olduğu söylenemez. Çünkü Ümmü
Süleym Ebû Talha'nm karışıdır. Resûl-i Ekrem saçları Ebû Talha'ya teslim etmek
üzere Ümmü Süleym'e vermiş olabilir.

Tirmizî'nin rivayetinde ise, "Berber tıraş etti ve kesilen saçı Ebû Talha'ya verdi. Sonra
başının sol yanını uzattı ve tıraş etmesini müteakip:

"Onu müslümanlar arasında taksim et," buyurdu.^

Görülüyor ki musannif Ebû Davud'un rivayetinde Resûl-i Ekrem'in başının sol
tarafındaki saçları bizzat kendisinin dağıttığı, sağ tarafındaki saçları da Ebû Talha'nm
dağıttığı ifade edilirken Tirmizî'nin Sünen'inde saçların tümünü Hz. Ebû Talha'nm
dağıttığı ifâde edilmiştir. Bu iki rivayet arasında da bir çelişki yoktur. Çünkü Resûl-i
Ekrem'in saçları dağıtmasından maksat, başka birisine saçları dağıtmak üzere



emretmesidir. Çünkü "Halife yeniden bir şehir inşa etti" denildiği zaman bu şehri
bizzat kendi eliyle inşa ettiği anlaşılmaz. Fakat Şehrin inşasını emrettiği ve başkalarına

inşâ ettirdiği anlaşılır.
Bazı Hükümler

1. Kurban kesmek hac amellerindendir. Bir hacı adayı kurban bayramının birinci günü
sırasıyla Önce Akabe Cemresine taşları atar, sonra kurbanını keser, sonra da traş
olarak ihramdan çıkmış olur. Sözü geçen amellerin bu şekilde sıralandıklarında
mezhep imamları ittifak etmişlerdir. Ancak bu sıraya uymanın hükmü ilim adamları
arasında ihtilâtiıdır. İmam Şafiî ile Atâ, Ahmed, Ebû Yûsuf, Muhammed b. el-Hasen
ve İshak bu sıraya uymanın, sünnet olduğunu, uyulmadığı takdirde kurban lâzım
gelmeyeceğini ve sırayı terkeden kimsenin günahkâr olmayacağını söylemişlerdir.
Ulemânın büyük çoğunluğuna göre bu sıraya terk etmenin hükmünde âlim ile câhil
arasında bir fark olmadığı gibi, bile bile terkedenlerle unutarak terk eden arasında da
bir fark yoktur.

İmam Ahmed'e göre ise unutarak terkedenle, bile bile terkeden arasında fark olduğu
gibi bu amellerin hükmünü bilerek terk eden ile. bilmeyerek terk eden arasında da fark
vardır. Bilmeyerek yahut unutarak bu sırayı terk eden kimseye bir ceza gerekmez. Bu
sıraya uymanın hükmünü bilerek veya kasten terk eden kimseler hakkına ise sözü
geçen imamdan kurban kesmesi gerektiğine dair bir rivayet bulunduğu, gibi

gerekmediğine dair de bir rivayet vardır.^

Mâliki ulemâsına göre ise, tıraş ile ifâza tavafının Akabe Cemresine taş atma işinden
sonraya bırakılması vâcibdir. Bu iki amelden birinin Akabe Cemresine taş, atma
işinden önce yapılması kurban kesmeyi gerektirir. Taş atmanın kurban kesmeye,
kurban kesmenin tıraş olmaya, kurban kesmeyle tıraş olmanın da ifâza tavafına takdim

edilmesi mendubtur.^ — - '

Hz. İbn Abbas, Nu'man, İBn Mâcişûn en-Nehâî, el-Hasen eî-Basrr ve Katâde gibi ilim
adamlarına göre kurban bayramı günü yapılacak olan hac amelleri arasındaki sıraya
riayet etmek vâcibtir. İmam Şafiî de bu görüştedir. Ve Akabe Cemresine taşları
atmadan ya da kurban kesmeden önce tıraş olmak, kurban kesmeyi gerektirir. Çünkü
konumuzu teşkil eden hadisin zahiriyle İbn Abbas (r.a.)'m; "Kim hac amellerinden
birini sırasından önce yapacak veya arkaya alacak olursa, bundan dolayı (kurban
keserek) kan döksün" anlamındaki sözü buna delâlet eder. Hz. İbn Abbâs'm bu sözünü
Tahâvî ile İbn Ebî Şeybe de Müslim'in şartı üzere sahih olan bir senedle rivayet

etmişlerdir.^ ^

2. İhramdan çıkarken güneş doğduktan sonra tıraş olmak daha faziletlidir. Çünkü
Peygamber (s. a.) kuşluk vakti Akabe Cemresine taşlan attıktan sonra traş oldu.
Bununla beraber Müzdelife gecesinde gecenin birinci yarısı geçtikten sonra tıraş
olmak da caizdir.. Hanefî ulemasıyla İmam Şafiî ve İmam Ahmed bu görüştedirler.
Mâlikî ulemâsına göre ise, tıraşın caiz olan vakti fecrin doğmasıyla başlayıp bayram
günleri sona erinceye kadar devam eder.

Mâlik ve Ahmed'e göre tıraşın zamanı kurban bayramı günleridir. Mekânı da Harem
sınırları içerisinde kalan sahadır. Çünkü Ma'mer b. Abdillah el-Adevfden naklen
rivayet edilen, "Resûlullah (s. a.) kurbanlığını Minâ'da boğazladıktan sonra bana



kendisini tıraş etmemi emretti."^ ^ anlamındaki hadis-i şerif buna delâlet eder.

Resûl-i Ekrem'in bu uygulaması "Andolsun ki Allah Peygamberinin rü'yasmm gerçek
olduğunu tasdik eder. Ey inananlar, Siz, Allah dilerse güven içinde başlarınızı tıraş
etmiş veya saçlarınızı kısaltmış olarak korkmadan Mescid-i Haram'a

gireceksiniz"^ âyet-i kerimesindeki mutlak ifâdeyi de açıklamaktadır.
Tıraşı vaktinde olmayarak bayram günlerinin gerisine bırakmak kurban kesmeyi
gerektirir. Bu konuda unutarak geciktiren ile bile bile geciktiren bir kimse arasında
fark yoktur. Hanefî ulemâsından Muhammed b. el-Hasan ile İmam Şafiî'ye göre vâcib
olan, tıraşın harem dâhilinde yapılmış olmasıdır. Bayram günleri içerisinde yapılması
vâcib değildir. İmam Ahmed'in meşhur olan görüşü de budur. Tıraşın Harem dahilinde

yapılması gerektiği, "Kurban yerine ulaşıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyiniz" ^
âyet-i kerimesiyie sabittir. Çünkü bu âyet-i kerimede geçen "kurbanın yeri" sözünden
maksat, Harem-i Şeriftir. Ayrıca "Bu nişanelerde sîzin kin belli bir süreye kadar

faydalar vardır. Sonra bunlar Bey-'-i Atîk'de son bulurlar" âyetide bunu ifâde
eder. Sözü geçen ulemâya göre tıraşın bayram günlerinde yapılmasının şart
olmadığının delili ise İbn Abbâs'tan rivayet olunan şu hadis-i şeriftir: "Adamın biri
(Resul-i Ekrem'e):

Ya Resûlullah, ben taşlan atmadan önce Kabe'yi tavaf ettim, dedi. Resûlullah (s. a.) de
ona:

"Bunda bir sakınca yoktur," buyurdu. Sonra o adam:

Kurban kesmeden önce de tıraş oldum, dedi. Resul-i Ekrem yine:

"Zararı yok," diye cevap verdi. Adam:

Taşları atmadan da tıraş oldum, dedi. Resûl-i Ekrem'de tekrar:
"Bunda bir sakınca yoktur," cevabım verdi.

Bu hadiste Akabe Cemresine taşlan atmadan önce tıraş olmanın caiz olduğu ifade-
edildiğine göre ve daha önce de ifade ettiğimiz gibi gecenin yansı geçtikten sonra ya
da fecrin doğmasıyla Akabe Cemresine taş atıla-bildiğine göre "bayram girmeden
önce tıraş olunabilir" demektir. Bayram çıktıktan sonra tıraş olunabileceğinin ve bu
gecikmeden dolayı herhangi bir ceza lâzım gelmeyeceğinin delili ise, "Ey İnananlar!
Siz Allah dilerse, güven içinde başlarınız tıraş etmiş veya saçlarınızı kısaltmış olarak
korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz.'*233 âyeti kerimesidir. Çünkü bu âyet-i
kerimede Cenab-ı Hak tıraş almanın vaktini açıkladığı halde son vaktini belirtmedi ve
tıraş vakti için bir sınır koymadı. Bu da gösterir ki bayram günlerinin dışında da tıraş
olmak yeterlidir.

3. Tıraşa tıraş olacak kimsenin sağ tarafından başlamak daha faziletlidir. Ulemânın
büyük çoğunluğu bu görüştedirler. Kirmânî'nin beyânına göre, imam Ebû Hanife
tıraşa tıraş olanın sol tarafından başlamanın daha faziletli olduğu görüşündedir. Ancak
Hanefî ulemâsından Bedrüddin el-Aynî'nin beyânına göre: "İmam Ebû Hanîfe bu
görüşünü terk etmiş ve cumhûr-ı ulemânın görüşüne dönmüştür."

4. İnsanın saçtan temizdir.^



1982. ...Şu (önceki) hadis aynı senedle Hişam b. Hassan'dan da rivayet olunmuştur.
(Bu hadisi Hişam b. Hassan'dan nakleden Süfyân) dedi ki:

(Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem) berbere: "Sağ tarafımdan başla da (öyle) tıraş



et" buyurdu.
Açıklama

Bu hadis ihramdan çıkmak için tıraş olacak bir kimsenin tıraşına sağ tarafından
başlamasının sünnet olduğunu ifâde etmektedir.

Rasul-i Ekrem'in mübarek saçlarıyla teberrük konusunda merhum Kâmil Miras
Efendinin mütelaalarım duaya vesile olması dileğiyle nakletmek istiyoruz.
"Teberrük hususu bu hadisin kemali vuzuh ile ifade ettiği en sarih bir hükümdür.
Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde İbn Sîrîn'den rivayetine göre Übeydetü's-Selmânî
hazretleri bu hadisi İbn Ömer'den rivayet ettikten sonra Resül-i Kibriya'nın vücud-ı
mukaddesinden ayrılan bir tüyü benim nazarımda yer yüzünde açık olan ve yer altında
gizli bulunan bütün altın ve gümüş hazinelerinden daha kıymetlidir ve daha sevimlidir,
demiştir.

Birçok siyer ve tabakât ulemâsının bildirdiklerine göre Halid b. Velid (r.a)'m
serpuşunda Resûl-i Ekrem'in birkaç tane mübarek saçından mahfuz imiş. Bu cihetle bu
seyf-i ilahî hangi gazaya gitse kendisine feth-u zafer müyesser olurdu. Yine bir çok
siyere dair eserde bildirildiğine göre Ebû Talha tarafından Resûl-i Ekrem'in, saçı
dağıtılırken Halid b. Velid Resûl-i Ekrem'in mübarek nâsiyesinden ayrılan mübarek
saçından verilmesini tenbih ve rica etmişti. Ebû Talha da Halid'in bu ricasını isaf ede-
rek Resul-i Ekrem tıraş olurken dikkatle ayırıp Halide vermişti. Hazret-i Halid'in
serpuşunda muhafaza ettiği rivayet edilen şa'r-i Nebevi bu olacaktır. Bu büyük İslâm
dilâveri pek'iyi bilmişti ki Resûl-i Kibriya'nın makdem-i nâsiyesine münâsib olan feth-
u zaferdir, her müşkülün suhuletle iktihamıdır. Bize bildirirken bir vecd-i dinî ve aşk-ı
Muhammedi ile Resûl-i Zîşânm bir tüyü ile veya herhangi bir. âsar-ı Muhammedi'ye
ile teberrük, anam, babam ve bütün varlığım ve hayatım feda olsun, diye arzı tazimat
ediyor.

İşte eslâf-ı izamımızın bu menâkıb ve meâsirine ağlayarak tercüman olurken secde-i
tazime kapanır şu naçiz kalemim: "Ey Resul-i zîşanımız! Eslâfımızm meâsirine
tercüman olurken senin mübarek bir kılma feda edecek bir armağana mâlik değilim ki
ben de onu feda edeyim. Elimdeki şu aciz kalem içinde yalnız Ravza-i Tahirene zerrat

adedince salât-u selâm ithaf ederek arz-i tazimat ediyorum. "^^^

1983. ...İbn Abbâs (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre, Minâ'da Peygamber (s.a.)'e (hac

amellerinden bazısının yeri değiştirilerek takdim veya te'hir edilmesiyle ilgili bazı

sorular) sorulmuş da (Resûl-i Ekrem):

"Zararı yok" diye cevap vermiş. Bir adam:

Ben kurban kesmeden önce tıraş olmuşum, diye sormuş. O'na da:

"Kes zararı yok" diye cevap vermiş. (Aynı adam) hemen arkasından:

Güneş battı (bense hâlâ Akabe Cemresine taşlan) atamadım, dedi. (Resûl-i Ekrem

Efendimiz de);

"(Taşlarını şimdi) "at, zararı yok" buyurdu.



Açıklama



Bu hadis-i şerif bayramın birinci günü yapılacak olan Akabe Cemresine taş atma,
kurbân kesme ve tıraş olma fiilleri arasında tertibe riâyet etmek gerekmediği
görüşünde olan kimselerin delilidir. Bu görüşte olan kimselere göre Resûl-i Ekrem
yapılması gereken ve terki günahı 1 mucib olan bir amelin terkine müsaade etmeyeceği
ve bu konuda unutmanın ve cehaletin bir mazeret sayılamayacağı bilinen bir gerçektir.
Binaenaleyh kurban bayramının birinci günü Resûl-i Ekrem'in kurban kesmeden önce
tıraş olan bir kimseye "bunun bir zararı yoktur" diye cevap vermesi ve Akabe
Cemresine güneş battıktan sonra taş atmakta bir sakınca görmemesi bu ameller
arasındaki sıraya riâyet etmenin yâcib olmadığını göstermektedir.
Kurban bayramının birinci günü yapılacak hac amelleri arasındaki sıraya riâyetin
vâcib olduğu görüşünde olanlara göre ise bu hadiste geçen "zararı yok" sözü "günah
yoktur" anlamında kullanılmıştır, "fidye yoktur" anlamında değildir.
Ancak birinci görüşte olan kimseler, fidye gerekmediği gibi bu ameller arasındaki
sıraya riayet etmek de gerekmez. Çünkü eğer tertibe riâyeti terkden dolayı fidye
gerekseydi, Resûl-i Ekrem'in bunu açıklaması gerekirdi. Zira Hz. Peygamberin ihtiyaç
duyduğu anda açıklama yapması Peygamberlik görevidir. Bu beyânı te'hir etmesi caiz
değildir, diyerek kendi görüşlerini savunmuşlardır ve ayrıca Beyhakî'nin rivayet ettiği
şu hadisi de kendi görüşlerinin doğruluğuna delil getirmişlerdir: Adamın birisi,
Ben kurbanı kesmeden önce tıraş oldum, dedi. Resu!-i Ekrem'de,
"Zararı yok" buyurdu. Bir diğeri,

Ben de (Akabe Cemresine taşlan) güneş battıktan sonra attım, dedi. Resul-i Ekrem'de:
"Zararı yok", buyurdu. Hasılı o gün kendisine birşey sorulup da "zararı yok" demekten

başka bir şey söylediğini bilmiyorum.

Her ne kadar bayram günü yapılacak hac amelleri arasındaki sıraya uymanın vâcib
olduğu görüşünde olan ilim adamları, senedinde İbrahim b. Tahmân olduğu için bu
hadisin zayıf olduğunu söylemişlerse de, aslında konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd
hadisi Beyhakînin bu hadisini teyid ettiği için onu zayıflıktan kurtarıp hasen
derecesine çıkarmaktadır.

Sözü geçen ameller arasındaki sıraya uymanın vacib olduğu görüşünde olan Hanefî
ulemâsı ve taraftarları: "Resûlullah (s.a.)'m "zararı yok" sözünü, "Yaptığınızdan dolayı
size bir günah yoktur. Çünkü, siz bunu kasten değil, bilmeyerek yapmışsınızdır"
mânâsına te'vîl etmişlerdir. Nitekim Resûlullah (s.a.)'e soran zatın "bilmiyordum"
demesi de bu te'vili te'yid eder.

Tahâvî'nin sahih bir isnadla tahric ettiği bir hadiste şöyle denilmektedir: "Resûlullah
(s.a.)' haccı esnasında bir adam kendisine sual sorarak:

Ben şeytan taşladım ve tavaf-ı ifazamı yaptım, fakat unuttum, da tıraş olmadım, dedi.
Peygamber (s.a.):

"Tıraş oluver, /aran yok," buyurdu. Sonra bir adam daha gelerek:

Ben şeytan taşladım, tıraş oldum, ama kurban kesmeyi unuttum, dedi. Resûlullah

(s.a.):

"Kurbanım kes, zararı yok" buyurdular.

Bu rivayet gösteriyor ki, Allah Teâlânm bu zevattan affettiği günah, unutmaları ile
bilmemelerinden ileri geliyormuş. Çünkü soranlar bedevilerdir. Hac ibadetlerini
bilmiyorlardı. Resûlullah (s.a.) onlara unutmaları ve cehaletleri sebebiyle
yaptıklarından dolayı günah olmadığını anlatmak istemiştir. Yoksa muradı bundan
sonra da bu şekilde hareket etmeniz mubahtır demek değildir.



Konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisi iki mühim meseleyi ihtiva eder:

a. Kurban kesmeden önce tıraş olma meselesi

b. Akabe Cemresine taşlan geceleyin atma meselesi.

Birinci meseleye gelince, İmam Mâlik ile İmam Şafiî'ye, İmam Ahmed'e ve ulemânın
büyük çoğunluğuna göre kurbanı kesmeden önce tıraş olan kimseye herhangi bir ceza
lâzım gelmez. Eğer bu kimse hacc-ı kıran yapıyor idiyse, İmam Züfer'e göre iki, İmam
Ebû Hanife'ye göre ise, bir kurban kesmesi gerekir. İmam Ebû Yûsuf ile Muhammed'e

göre ise, bu kimseye hiçbir ceza lâzım gelmez.

İkinci mesele: Akabe Cemresine atılacak taşlan güneşin doğmasından zeval vaktine
kadar olan süre içerisinde atmanın sünnet olduğunda, bir başka tâbirle bu taşları atmak
için muhtar olan vaktin, güneşin doğmasından zeval vaktine kadar devam eden süre
olduğunda icma vardır. Sözü geçen taşların bayramın birinci günü güneş batmadan
önce atılması -eğer müstehab olan vakte isabet etmemişse- mubahtır. Geceleyin
atmaksa, mekruhtur. Bu hareketi işlemekten dolayı kurban kesmek gerekmez. İmam
Ahmed'e göre ise, sözü geçen taşlar ertesi gün güneş batıya kaymcaya kadar atılamaz.
Diğer ulemânın bu konudaki görüşlerim 1971 numaralı hadis-i şerifin şerhinde

açıkladığımız için burada tekrara lüzum görmüyoruz. ^ — ^
1984. ...İbn Abbâs (r.a.) demiştir ki: Resûlullah (s. a.)

"kadınlara tıraş olmak gerekmez. Kadınlara gereken sadece (saçları) kısaltmaktır."
buyurdu.

Açıklama

İhramdan çıkarken kadınların saçlarını kısaltmaları vacibtir. Hanefî ulemâsına ve
İmam Şafiî'ye göre kadınların başlarını tıraş etmeleri mekruhtur. Çünkü tıraş olmak
kadınlar için bid'attir. Ulemânın büyük çoğunluğuna göre ise, kadınların tıraş olmaları
haramdır. Onyedi yaşında bir kîz çocuğu başını tıraş etmeye kalkışacak olsa velisinin
buna engel olması gerekir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kadının
başını tıraş etmesini yasaklamıştır. İmam Tirmizî bu hadisle ilgili olarak "ilim
adamlarının ameli bu hadis üzeredir. Kadının saçlarını kestirmesi gerektiği konusunda

değil, ancak kısaltması gerektiği görüşündedirler" diyor.

Şâfiî ulemasından İmam Nevevî'ye göre ise, kadının başını tıraş etmesi ihramdan
çıkmak için yeterli olmakla beraber bir isâettir. Hanefî ulemâsıyla İmam Şafiî ve
İmam Mâlike göre kadınlar ihramdan çıkmak için başın iki tarafında bulunan ön
çıkıntılar üzerine gelen saçların uçlarından parmak ucu kadar kısaltırlar. İmâm Mâlik'e
göre başın her iki tarafında bulunan saçların tümünün ucundan birazcık kısaltırlar.
Saçların bir kısmını kısaltıp da bir kısmını bırakmak caiz değildir.
Ancak bütün bu hükümler başında bir rahatsızlığı bulunmayan kadınlar içindir.

Başından rahatsız olan bir kadın gerektiğinde başını tıraş edebilir.



1985. ...İbn Abbas (r.â.)'dan; demiştir ki: Resûlullah (s. a.); "Kadınlara tıraş olmak

[1321

gerekmez. Kadınlara gereken sadece saçlan kısaltmaktır" buyurdu.



Açıklama



Bu hadisle ilgili açıklama önceki hadiste geçtiğinden tekrar lüzum görülmemiştir.
£1331

79. Umre

Umre, kelime olarak ziyaret manasına gelir. İstılahta ise istendiği zaman yalnız
Kabe'yi tavaftan ve Safa ile Merve tepelerinin arasında sa'y etmekten ibârcl olan
ibadete denir. Buna küçük hac da denmektedir. Umre senenin her mevsiminde
yapılabilir. Yalnız Arafe günü ile kurban bayramının dört gününde yapılması
mekruhtur. Ramazan'da yapılması ise menduptur. Fahr-i Kâinat efendimiz umre

hakkında "Umre kendisiyle diğer umre arasında işlenecek günahlara keffârettir."^^
buyurmuştur.

Ulemâ umrenin meşru olduğunda ittifak etmişler. Bununla beraber hükmünde ihtilâf
etmişlerdir. Mâlikîlerin meşhur olan kavline ve Hanefîlerin muhtar olan görüşüne
göre, umre yapmak s ün not-i müekkededir. Hanefî ulemâsından bazıları da umrenin
vâcib olduğunu söylemişler. Hanefî ulemâsından Kâsânî de umrenin sadaka-i fıtr gibi

vâcib olduğunu söylemiştir. Bazıları da "Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem'e;
"umre vâcib midir?" diye soruldu da

"Hayır, ne var ki, umre yapmaları daha faziletlidir," cevabını verdi."^"^

hadisini delil getirerek farz-ı kifâye olduğunu söylemişlerdir. Her ne kadar bu hadisin

senedinde el-Haccâc b. Ertat varsa da bu hadis Ubeydullah b. el-Muğîre tarikiyle de

[137]

rivayet olunduğu için J 1 zayıflıktan kurtularak ha-sen dereceye yükselmiştir.

İmam Şafiî ve İmam Ahmed'isı meşüsur olan görüşüne göre umre farzdır. Ayrıca
Ömer b. el-Hattâb, İbn Abbâs, Zeyd b. Sabit, İbn Ömer, Said b. el-Müseyyeb Said b.
Cübeyr, Atâ, Tâvûs, Sevrî ve İshâk da bu görüştedirler. Bu görüşte olan ulemânın
delillerini şöylece sıralamak mümkündür:

n Ton

a. "Başladığınız hac ve umreyi Allah için tamamlayın. Karinelerden

soyutlanmış olarak gelen Mutlak emir farziyyet ifâde ettiğine göre buradaki "umreyi
Allah için tamamlayın" emri; umrenin farz olduğunu gösterir. Ayrıca bu âyet-i
kerimede "umreyi tamamlayınız" emri, "Hacci tamamlayınız" emri üzerine
atfedilmiştir. Atfedilen (ma'tûf) ile üzerine atfedilen (ma'tüfun-aleyh)'in hüküm
bakımından eşitliği herkesçe kabul edilen bir esas olduğuna göre umrenin de hac gibi
farz olduğu anlaşılır. Ancak bu deliller "Bu âyet-i kerime başlanılmış olan hac ve
umreyle ilgilidir; zikredilen kaideler ise, henüz kendisine başlanılmamış olan
ibâdetlere ait emirlerle ilgilidir," denilerek reddolunmuştur.

Gerçekten İslâm'ın beş şartı arasında umrenin bulunmayışı da onun farz olmadığını
ortaya koymaktadır. Ayrıca "Oraya yol bulabilen kimseye Allah için Kabe'yi

T1391

haccetmesi gereklidir. " J 1 âyet-i kerimesinde umre emrinin bulunmayışı da yine bu

gerçeği te'yid eder.

b. Umrenin farz olduğunu savunan ulemânın ikinci delilleri de şu hadis-i şeriftir:
"Amir oğullarından bir adam Resûlullah sallallahü aleyhi ve sel-lem'e



gelerek":

Ya Resûlullah! Babam yaşlı bir adamdır, ne hac ne de umre de yolculuk yapabilir,
dedi. Resûl-i Ekrem de:

"Babanın yerine haccet ve umre yap," buyurdu. L^— ^ Beyhâkî'nin ifâdesine göre
Müslim b. Haccâc bu hadis hakkında şöyle demiştir: "Ben Ahmed b. Hanbel'i:
Umre'nin farz olduğuna delalet eden bundan daha güzel bir hadis görmedim, derken
işittim." Fakat bu görüş, "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin bu sözünde umrenin
farz olduğuna delâlet eden bir ifade yoktur. Çünkü Resûl-i Ekrem (s. a.) Efendimiz,
babası hac ve umre yapmaktan âciz kalan bir oğula babasının yerine hac
yapabileceğini söylemiştir. Bir kimsenin babasının yerine hac ve umre yapmasının
farz olmadığında ise, icmâ vardır;-gerekçesiyle reddedilmiştir.

Bütün bu anlattıklarımızdan umrenin farz değil, sünnet olduğu anlaşılır. Çünkü "asi

olan berâet-i zimmettir. "^^ Binaenaleyh kişinin bir işle mükellef olduğuna dair açık
bir delil bulunmadıkça o işle mükellef olduğuna hükmedilemez. Dolayısıyla hakkında
delil bulunmadığı için bir kimsenin babasının yerine haccetmekle ya da umre
yapmakla mükellef olduğuna hükmedilemez. Ayrıca umrenin farz olduğunu iddia
edenlerce delil olarak ileri sürülen; "biz birgün Resûlullah sallallahü aleyhi vesellemin
yanında otururken bir adam gelerek:

Ya Muhammed İslâm nedir? diye sordu Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem de:
"Allah'dan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şehâdet

[1421

etmen ve Beyt'i haccedip umre yapmandır' ,J 1 anlamındaki hadis de bu konuda delil

olarak gösterilemez. Çünkü bu hadis umrenin farz olmadığını kesinlikle ifâde eden
sahih hadislere aykırıdır ve bu hadisin daha kuvvetli olan rivayetlerinde "umre
etmendir" sözü yoktur.

Zeyd b. Sâbit'in rivayet ettiği "Hac etmek ve umre yapmak farzdır" anlamındaki
hadis ise senedinde İsmail b. Mûsâ el-Mekkî bulunduğu için zayıftır.
Atâ b. Ebî Rebâh'm Câbir b. Abdillah'dan rivayet ettiği, Resûlullah sallallahü aleyhi ve

T1441

sellem "hac ve umre farzdır" buyurdu. anlamındaki hadisi de senedinde Ibn

Lehîâ olduğu için zayıftır ve delil olma niteliğinden uzaktır.

Umre konusunda musannif Ebû Davud'un temas etmediği üç meseleye temas etmekte
fayda görüyoruz:

1. Haccm mîkatleri umrenin de mikatleridir. Hac için nerelerde ihrama girilirse, umre
için de oralardan ihrama girilir. Ancak Mekke'de bulunanlar Harem bölgesinin dışına
çıkarak hill bölgesi için ci'râne veya Ten'-im mevkilerinden ihrama gireler. Biz bu
konunun ayrıntılarını 1737-1742 numaralı hadislerin şerhinde açıklamış
bulunmaktayız.

2. Hanefî ulemâsına göre Umrenin şartları dörttür:

a. İhram: İhram haccı veya umreyi veya her ikisini eda için mübâh olan şeylerden
bazılarını nefsine geçici olarak haram kılmak, onları yapmaktan sakınmak demektir ki
hac veya umre için ya da her ikisine birden niyyet etmek ve "Lebbeyk Allahümme
lebbeyk" diye telbiyede bulunmakla olduğu gibi niyyetle birlikte telbiye yerine geçen

bir zikir veya kurbanlık bedeninin boynuna tasma takmakla da olurJ^^ İhrama
girmek Hanefî mezhebinin dışında diğer mezheblere göre umrenin şartı değil,
rüknüdür.



b. Kabe'yi tavaf: Hanefîlere göre bunun dört şavtı, İmam Şafiî, Mâlik ve Ahmed'e
göre ise tavafın yedi turu da umrenin rüknüdürler. Hanefîlere göre kalan üç şavt ise,
vâribtir.

c. Safa ile Merve arasında ps'y: İmam Şafiî iîe İmâm Mâlik ve Ah-med'e göre Safa ile
Merve arasında sa'y yapmak umrenin rüknüdür. Hanefî ulemâsına göre ise, umrenin
vâciblerindendir. Çünkü Abdullah b. Ebî Evfâ şöyle demiştir: "Resûiullah (s. a.) umre
yapmaya niyet etti. Mekke'ye gelince Beyt-i Şerîfi tavaf etti. Bsz de tavaf ettik, sonra
sa'y yapmak üzere Safa iîe Merve'ye geldi, onunla birlikte biz de Safa ile Merve'ye
geldik.»^

d. Tıraş olmak: Tıraş olmak veya saçları kestirmek, Şafiî mezhebine göre umrenin bir
rüknüdür. Şafiî mezhebinin dışındaki diğer mezheblere göre ise urrrcr.iu
vâciblerindendir. Çünkü îbn Abbas (r.a.), Hz. Muavi-ye'nin bir umre esnasında Merve

ri471

tepesi üzerinde Resûiullah (s.a.)'m saçlarını makasla kısalttığını söylemiştir.

e. Umrenin rükünleri arasındaki sıraya ResuM Ekrem'in riâyet ettiği gibi riâyet etmek,
Şafiî mezhebine göre rükün, diğer mezheblere göre vâcibîir.

3. Umrenin vâciblerî ve sünnetleri, ihramda, tavafta ve sa'yde aynen haccm vâcibleri
ve sünnetleri gibidir. Ancak umre ile hac arasında bazı farklar vardır. Şöyleki:

a. Haccm farz olduğunda ittifak olduğu halde umrenin farz olduğunda ittifak
yoktur.

b. Hac için muayyen bir zaman bulunduğu halde, umre için tahsis edilmiş bir zaman
yoktur. Arafe günü ile kurban bayramının dört günü dışında senenin her gününde
umre yapılabilir.

c. Hacda bulunan Arafat'ta ve Müzdelife'de vakfe yapma, Minâ'da şeytan taşlama,
hutbe okuma, kudüm ve Veda tavafları gibi fiiller umrede yoktur. L— ^

1986. ...İbn Ömer (r.a.)'den; demiştir ki: Resûiullah (s.a.) haccetmeden önce umre

♦ [149]

yaptı. 1

Açıklama

Bilindiği gibi Fahr-i Kâinat Efendimiz vedâ Haccmdan önce uç defa umre yapmıştır:

1. Hicretin altıncı senesinde niyyetlenip yola çıktığı halde müşriklerin kendilerine
engel olması üzerine yarım kalan Hudeybiye umresi,

2. Hicretin yedinci senesinde yaptığı Kaza Umresi,

3. Mekke'nin fethinden sonra hicretin sekizinci senesinde yaptığı Ci'rane umresi. Bu
umrelerin hepsi de zülka'de ayında olmuştur.



Bazı Hükümler



Haccetmeden önce senenin bütün günlerinde umre yapmak caizdir. Hacdan sonra
senenin bütün günlerinde umre yapmak da# öyledir. Çünkü Câbir b. Abdullah (r.a.)'m
rivayet ettiği: Aişe (r.anha) hayız olmuştu. (Bu haliyle) Beyt'i tavafın dışında bütün
hac amellerini yaptı. (Hayz'dan) temizlenince Beyt-i Şerifi de tavaf etti ve;
Ya Resûiullah sizler hem hacc, hem de umre yapmış olarak dönüyorsunuz. Bense



sadece hac yaparak dönüyorum, dedi. Bunun üzerine (Resûl-i Ekrem) Abdurrahman b.
Ebî Bekr'e Hz. Aişe'yi, -umre için ihrama girmek üzere- Ten'im'e götürmesini emretti

ri511

(Hz. Aişe de bu suretle) hacdan sonra Zilhicce ayında umre yaptı,- 1 1 anlamındaki

hadis-i şerif bunu ifâde etmektedir. İmam Mâlik ile İmam Şafiî, Ahmed ve ulemânın
büyük çoğunluğu bu görüştedirler. İmam Ebû Hanîfe (r.a.)'e göre ise, Arafe günü ile
kurban bayramının dört gününde umre yapmak mekruhtur. Bu günlerin dışında
senenin bütün günlerinde umre yapmak caizdir. Çünkü İbn Abbâs (r.a.): "Arafe günü,
kurban bayramın birinci günü ve (onu takibeden) teşrik günleri hâriç bu günlerden

önce veya sonra istediğin günde umre yapabilirsin,
demiştir.

İmam Ebû Yûsuf a göre ise, Arafe günü ile onu takibeden üç günde umre yapmak
mekruhtur. Bugünlerin dışında senenin bütün günlerinde umre yapılabilir. Çünkü Hz.
Aişe: "Arafe günü kurban bayramının 1. günü ve onu takibeden iki gün hâriç senenin

bütün günlerinde umre yapmak caizdir" buyurmuştur.

Ancak beyhakî bu hadisin mevkuf olduğunu söylüyor- ve "Şafiî ulemâsına göre bu
hadiste belirtilen yasaklar o günlerde hac yapmakla meşgul olan kimseler içindir. O
günlerde hac ibadetiyle meşgul olmayan kimselerin umre yapmasında bir sakınca

yoktur." diyor.

Umrenin en faziletli vakti ise, ramazan ayıdır.

Resûl-i Ekrem câhiliyye çağından kalma "Hac mevsiminde umre yapılamayacağı"
inancını yıkmak için umresini hac mevsiminde yapmıştır. Böyle bâtıl bir inancı

yıkmaya yönelik olan bu davranışın önem ve faziletini belirtmeye ihtiyaç yoktur.

1987. ...İbn Abbâs (r.a.)'dan; demiştir ki: Vallahi Resûlullah (s,a.) sadece şirk ehline
ait bir işi ortadan kaldırmak maksadıyla Aişe'ye Zilhicce ayında umre yapması için
izin verdi. Çünkü şu Kureyş kabilesiyle onların yolunda olan kimseler; "Hac
yolculuğunda yüklerin ağırlığından dolayı dökülen (develerin sırtındaki) yünler (hac-
dan döndükten sonra yeniden çıkıp) çoğaldığında ve (hac yolunda develerin sırtında
ya da ayaklarında açılan) yara(lar) iyileştiğinde ve Safer ayı geçtiğinde umre yapmak
isteyene umre helâl olur" derlerdi ve Zilhicce ayıyla Muharrem ayı çıkıncaya kadar

umre yapmayı haram sayarlardı.



Açıklama



Ahmed b. Hanbel (r.a.)'m Müsned'inde Resûl-i Ekrem'in Hz. Aişe ye umre yapma
iznim Zilhicce nm 14. gecesinde, yani hacıların Mekke'ye dönerlerken Muhassab'da

geçirdikleri gecede verdiği ifade edilmektedir.

Bilindiği gibi Resul-i Ekrem (s. a.) Efendimiz Veda Haccmda Zilhicce'nin onuna
rastlayan cumartesi günü bayram sabahı Minâ'ya varmıştır.

Cemre-i Akabe'de taşlan attıktan sonra aynı gün Mekke'ye dönmüş, zevalden önce
Beyt-i Şerifi tavaf ederek yine aynı gün Minâ'ya gelmiş ve orada cumartesinin kalan
kısmıyla Pazar, Pazartesi ve Salı günlerini geçirmiştir. Teşrik günlerinin sonu olan ve
Zilhiccenin on üçüne rastlayan Salı günü öğleden sonra el-Muhassab'a gelmiş öğle



namazını kılmış ve Çarşamba gecesini orada geçirmiştir. İşte Resul-i Ekrem'in Hz.
Aişe'ye umre yapması için izin vermesi Zİlhicce'nin on üçüncü gününe rastlayan
Sah'yı, on dördüne rastlayan Çarşamba'ya bağlayan gecede olmuştur.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi Câhiliyye döneminde halk hac mevsiminde umre
yapmayı çok çirkin ve iğrenç bir hadise sayarlardı. Resul-i Ekrem bu batıl inancı
kökünden kazıyarak yerine gerçek hac ve umre anlayışını yerleştirmek maksadıyla
Veda Haccında ashabım hacla birlikte umreyi de yapmaya teşvik etmiştir. Bu hadise
Buhârî'nin rivayetinde şöyle anlatılıyor: Hz. Aişe demiştir ki:

Biz Resülullah (s.a.)'la beraber hac aylarında hac gecelerinde hac zamanlarında
(Medine'den) çıktık ve (Mekke'nin hududu olan) "Şerif mevkiine indik. Resul
aleyhisselâm (çadırından) çıkıp ashabına;

"Sizden her kimin beraberinde hedy (kurbanı) yoksa ve haccmı umreye tahvil etmek
isterse, o (haccmı feshedip) umre yapsın. Bir kimsenin de beraberinde hedy varsa, o da
haccmı umreye tahvil etmesin", buyurdu. Hazret-i Aişe demiştir ki:
Bu tâlim-i Nevevî üzerine ashabtan umreyi iltizam edenler de oldu, terk edenler de
bulundu. Yine Aişe-i Siddîka demiştir ki:

Fakat Resülullah (s. a.) ile ashabından -imkân sahibi olan- bir kısmının hedyleri de
kendi yanlarında idi. Bunlar (kârın olduklarından haccı feshe) umreyi iltizama
muktedir değillerdi. (Bundan sonra Hz.) Aişe hadisin geri kalan kısmım da zikretti.
Resülullah (s. a.) ashabına bu emri verdikten sonra (çadıra) benim yanıma geldi. Beni
ağlar buldu. Resûl-i Ekrem:
"Vay ahmak! Ne ağlıyorsun?" buyurdu, ben de:

Ashabına söylediğin sözünü işittim. (Demek ki) ben umreden (tavaf ve sa'y
edemeyerek) menolundum, dedim. Resûl-i Ekrem:
"Nen var?" diye sordu. Ben:
Namaz kılamam, dedim. Resülullah:

"Zararı yok, Sen de Adem kızlarından bir kadınsın. Allah onlar için ne takdir ettiyse
sende onu görüyorsun. Sen hacca niyetinde sabit ol, Allah sana umreyi de nasib eder,
buyurdu. Hz. Aişe (r.anhâ rivayetine devam edip) demiştir ki:

Resûl-i Ekrem'in bu Veda Haccmda Arafat'a çıktık. Nihayet Minâ'ya geldik. Artık

temizlenmiştim. Sonra Minâ'dan çıktım (Mekke'ye gelip) tavaf-ı ifâzayı yaptım. Yine

Aişe (devam edip) demiştir ki: Sonra Minâ'dan ikinci dönüşte Resülullah (s. a.) ile yola

çıktım. Resûl-i Ekrem "Muhassab" mevkiine geldi ve oraya indi. Biz de birlikte oraya

indik. Resûl-i Ekrem (kardeşim) Abdurrahman b. Ebi Bekr'i çağırdı- ve:

"Haydi kardeşinle Harem'den çık, (ve Hıll ile Harem arasında) umre niyeti ile ihramla

(tavaf ve sa'y ettikten) sonra ihramdan çıkınız ve hemen buraya geliniz. Ben sizi

burada yanıma gelene kadar bekliyorum" buyurdu. Hz. Aişe yine diyor ki; Kardeşim

ile beraber (huzurdan) çıktık ihramlanıp tavaf ve sa'y ettikten sonra seher vakti huzur-ı

Nebevî'ye girdim. Bana:

"Nasıl umreyi bitirdiniz mi?" buyurdu. Ben de:

Evet, bitirdik, dedim. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem ashabına Medine'ye doğru
yollanmalarını ilân etti. Halk fevc fevc yola koyuldu. Resûl-i Ekrem de Medine'ye

müteveccihen yürüdü. Buhadisle ilgili açıklamayı 1781 numaralı hadisin

açıklamasında verdiğimizden burada tekrara lüzum görmüyoruz.
Metinde geçen "afâ" kelimesi "çoğaldı" anlamına gelir. Nitekim "Sonra kötülüğün
yerine iyiliği koyduk, öyle ki, çoğalıp "Babalarımız da darlığa uğramış bolluğa



kavuşmuşlardı" dediler. "ti^J ^y e ^ kerimesinde de bu manada kullanıldığı gibi:
Gerçekten Resûlullah sallallahü aleyhi vesellem bıyıkların kesilmesini ve sakalların

bırakılmasını emretti. anlamındaki hadis-i şerifte de bu anlamda kullanılmıştır ki
"Hac yolunda dökülen develerin yünlerinin yeniden çıkıp çoğalması" kasd
edilmektedir.

"Deber" kelimesi ise hac yolculuğu esnasında develerin sırtında veya ayaklarında
açılan yara demektir ki, denilince, "develerin yarası iyileşti" manası anlaşılır.
Arablar yegâne geçim kaynakları olan soygunculuk ve vurgunculuğa çıktıkları aya
"Saf er" ismini vermişlerdir. Çünkü bu ayda çapulculuğa çıkarken evlerini bomboş
bırakırlardı. Yahut da soydukları kimseleri elleri bomboş bıraktıkları için bu aya Safer

ismini vermişlerdi.^^

1988. ...Mervan'm Ümmü Ma'kü'a gönderdiği elçisinin haber verdiğine göre, Ümmü
Ma'kıl demiştir ki: Ebû Ma'kil Resûlullah (s.a.)'le hacca gitmeye kesin karar verdi.
Ebu Ma'kıl gelince, Ümmü Ma'kıl (kocasına hitaben)

Biliyorsun ki benim üzerimde bir hac görevi var, dedi. (Durumu Resûl-i Ekrem'e
arzetmek üzere kalkıp ikisi birden) yürüyürek gittiler ve (Resûlullah'm) yanma girdiler
(Ümmü Ma'kıl):

Ya Resûlullah: Benim üzerimde bir hac görevi var. Ebû Ma'kıl'm da genç bir devesi
var, dedi. Ebû Ma'kıl da:

Evet, doğru söyledi, (ama) ben onu Allah yoluna vakfettim. (Binaenaleyh onunla
hacca gitmesi mümkün olmasa gerek) dedi. Resûlullah (s. a.) da:
"Sen onu O'na ver de onunla hacca gitsin. Çünkü (onunla hacca gitmek de) Allah
yolunda (bir amel)dir" buyurdu. Bunun üzerine. Ebû Ma'kıl deveyi O'na verdi. Ancak
Ebû Ma'kıl'm ölümü sebebiyle Ümmü Ma'kıl o sene hacca gidemedi. (Resül-i Ekrem
hacdan döndükten sonra Ümmü Ma'kil);

Ya Resûlullah, ben ihtiyarlamış ve hastalanmış bir kadınım. Benim için (bu sene
kaçırmış olduğum) haccımm yerine geçecek bir amel var mıdır? diye sordu. (Resûl-i
Ekrem de):

"Ramazanda (yapılan), umre bir hac yerine geçer" buyurdu. L- ^



Açıklama



Ahmed b. Hanbel'in yine Ebû Bekr b. Abdurrahman' dan (şöyle) dedi(ği rivayet
olunmuştur):

"Ben Mervân ile gidenler arasında Ümmü Ma'kü'a varıp bu hadisi bizzat kendisinden

dinledim"^ ^ şeklindedir. Görüldüğü gibi Ebtt Davud'un Siinen'inde bu hadisin
Mervân'm elçisi tarafından nakledildiği ifâde edildiği halde Ahmed b. Hanbel'in
Müsned'inde Ebû Bekr b. Abdurrahman'm bu hadisi bizzat kendisinin Ümmü
Ma'kıl 'dan aldığı ifâde ediliyor. Her ne kadar görünüşte bu iki rivayet arasmda bu
çelişki (var gibi ise) de, aslında hiçbir çelişki yoktur. Çünkü Ebû Bekr b.
Abd'irrahman, bu hadisi önce Mervan'm elçisinden Mervan'a naklettiği sırada işitmiş
ve bu hadise fevkalâde ilgi duyduğu için Ümmü Ma'kıl'm ağzından duymak isteyen
Mervan'la birlikte, gidip bir de Ümmü Ma'kıl'dan dinlemiş olabilir



Ahmed b. Hanbel'in diğer bir rivayetinde de Ebû Bekr b. Abdurrahman' m bu hadisi
Ma'kıl b. Ebî Ma'kıl'dan naklettiği ifâde ediliyor. Bu rivayetin de daha önce
bahsettiğimiz Ahmed b. Hanbel'in rivayetine aykırı yönü olmadığı gibi konumuzu
teşkil eden Ebû Dâvûd hadisine de aykırı tarafı yoktur. Çünkü Ebu Bekr b.
Abdirrahman'm bu hadisi bir kere Mervan'm elçisinden bir kere Ümmü Ma'kıl' ın
bizzat kendisinden bir kere de Ümmü Ma'kıl'm oğlu Ma'kıl'dan dinlemiş olması
mümkündür.

Bir numara sonra gelecek olan hadis-i şeriften anlaşılacağı gibi Ümmü Ma'kıl Resûl-i
Ekrem'le birlikte hac yapmanın ecr ve sevabını düşünerek Veda haccı yılında Fahr-i
Kâinat Efendimizle hacca gitmek istemiş, fakat yolculuk için bir vasıta bulamamış.
Kocası Ebû Ma'kıl'dan devesini istemişse de o; "ben onu (devemi) Allah yoluna
vakfettim, sana ödünç olarak vermem, doğru olmaz" diyerek onun bu isteğini
reddetmiştir. Bunun üzerine Allah yolunda vakfedilen bir deveyle hacca gitmenin caiz
olup olmayacağını sormak üzere Hz. Peygamberin huzuruna gitmişler. Resul-i Ekrem
de; "O deveyle hacca gitmenin de Allah yolunda bir iş olduğunu" söyleyince, Ebu
Ma'kıl; "Allah yolunda yapılan işin sadece cihaddan ibaret olmadığım, hacca gitmenin
de Allah yolunda bir amel olduğunu" öğrenmiş ve devesini üzerinde hacca gidip

gelmek üzere karısı Ümmü Ma'kıl'a vermiştir. Fakat o sene Ebû Ma'kıl vefat

etmişi zâten ihtiyar olan Ümmü Ma'kıl da hastalanıp hacca gidememiştir. Nihayet
Veda Haccm-dan dönen Fahr-i Kâinat Efendimize durumunu arzetmek üzere varıp;
Ya Resûlullah ben ihtiyar ve hasta bir kadınım (bu sene seninle hac yapmaya
muvaffak olamadım) acaba bu kaçırmış olduğum haccm yerini tutacak bir amel var
mıdır? diye sormuş. Resûl-i Ekrem de;

"Ramazan ayında yapılan umre bir hacca bedeldir" buyurmuştur.
Ramazan'da yapılan umrenin hacca bedel olması, konusunda Tirmizî şunları söylüyor:
"İshak b. Rahûye diyor ki: Bu hadis Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'den rivayet
edilen "her kim İhlâs Suresini okursa, Kur'ân'm üçte birini okumuş olur" hadisine

benzer/

Yani Ramazan'da yapılan umre sevab bakımından hac gibidir. Yoksa hac farizası
yerine geçmez. İbn el- Arabi de diyor ki: "Umre hadisi şahindir, Allah kullarına bir

fazlu ihsan olarak ramazanda yapılan umreyi hac derecesine yükseltmiştir. "J— ^
İbnu'l-Cevzî de bu konuda şunları söylemiştir: "Amellerin fazilet ve sevabı, yapılmış
oldukları vaktin şerefi nisbetinde artış kaydeder. Ramazan'da yapılan umre de

böyledir. Bu, tıpkı amellerin derecesinin ihiâs nisbetinde artışına benzer"

İbn Battâl'a göre Ümmü Ma'kıl'm yapmak istediği bu hac, nafile bir hacdı. O sadece

Resül-i Ekrem'le beraber haccetmenin şerefine erişmek için buna karar vermişti.

Bunun aksini iddia etmek tamamen yanlıştır. Umrenin farz olan bir haccm yerine

geçemeyeceği ve farz olan hac borcunu ödeyemeyeceği konusunda icmâ' bulunduğu

düşünülürse, İbn Battâl'm bu sözündeki gerçeklik payı kolayca anlaşılır.

İbnu t-Tîn'e göre ise, şayet bu hadisten maksat, "Ramazan'da yapılan umrenin farz

olan hac borcunu düşüreceğini" ifâde etmekse, o zaman bu Ümmü Ma'kıl'e ait özel bir

durumdur. Çünkü:

1. Bir numara sonra gelecek olan hadisin sonundaki Ümmü Ma'kıl'e ait olan "Aslında
hac hacdır. Umre de umredir. Fakat Resûl-i Ekrem; "Ramazan ayında yapılan umre



hacca bedeldir" buyurdu. Acaba bunun sadece bana ait olduğunu mu anlatmak istedi?
iyice bilemiyorum" anlamındaki sözler, Ramazan'da yapılan umreyle ilgili bu sözlerin
sadece Ümmü Ma'kıl'le ilgili olduğunu Hz. Ümmü Ma'kü'in de bu hadisten böyle bir
mânâ çıkardığını gösterir.

2. Said b. Cübeyr'in de; "Ben bu hadisin sadece bu kadınla ilgili olduğunu
zannediyorum" demesi.bu gerçeği ifâde etmektedir.



Bazı Hükümler



1. Hayvanı Allah yoluna vakfetmek caizdir.

2. Hac, Allah yolunda yapılan amellerden sayılır. Bu bakımdan Allah yoluna
vakfedilen malların bir kimsenin haccı için sarf edilmesi caizdir. İbn Abbâs ile İbn
Ömer de hacca gitmek isteyen bir kimseye hac yolunda harcamak üzere zekât
verilmesinde bir sakınca görmemişlerdir. İmam Ebû Hanife ile İmam Ahmed ve İshâk
da bu görüştedirler.

İmam Sevrî ile İmam Mâlik'e Hanefî imamlarından İmam Ebû Yûsuf ile İmam
Muhammed'e ve Şafiî'ye göre ise, zekât malları hac için sarf edilemez. Çünkü sözü
geçen imamlara göre, zekâtın sarf edildiği yedi sınıftan birisi olan "Allah
yolundakiler" sınıfı mücâhidlerden başkası olamaz. Binaenaleyh bir kimseye hac
masrafı yapılmak üzere zekât verilemez.

3. Amellerin sevabları, içinde işlendikleri vaktin şerefi nisbetinde değer kazanır. Bu
aynen amellerin, ihlâs nisbetinde değer kazanmasına benzer.

1989. ...Ümmü Ma'kü'dan; demiştir ki: Resulullah (s. a.) Veda Haccma niyetlenince
(ben de onunla birlikte hac yapmayı çok istedim bizim bir devemiz vardı, onu da Ebû
Ma'kıl Allah yoluna vakfetmişti. Biz hastalandık, Ebû Ma'kıl'de öldü. Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem (hac için yola) çıktı. Haccını bitir(ip de gel)diği zaman
yanma vardım. (Bana):

"Ey Ümmü Ma'kıl seni bizimle beraber haccetmekten ahkoyan nedir?" dedi. (Ben de):
Biz hazırlanmıştık (fakat) Ebu Ma'kıl vefat etti ve bizim için üzerinde hacca
gidebileceğimiz sadece bir deve(miz) vardı, onu da Ebû Ma'kıl Allah yoluna
vakfetmişti, diye cevap verdi(m). Bunun üzerine (Resûl-i Ekrem Efendimiz);
"Onunla (yola) çıksaydm ya, çünkü hac da Allah yolunda (yapılan bir amel)dir. Her ne
kadar bizimle beraber bu haccı yapmayı kaçırmışsan da Ramazan da umre yap. Çünkü
o hac gibidir." (Ümmü Ma'kıl şöyle) dedi:

Hac hacdır, umre de umredir. Fakat Resülullah (s.a.) bunu bana söyledi; (bu söz)
sadece banami aittir, iyice bilemiyorum.

Açıklama

Ümmü Ma'kıl Resûl-i Ekrem'le birlikte hac etmenin faziletine erişmek için Veda
Haccı yolunda Resûl-i Ekrem'le birlikte nafile bir hac yapmayı çok arzu ettiği ve
gerekli hazırlıkları yaptığı halde, elinde olmayan bazı engellerin ortaya çıkmasıyla
gidememişti. Hacdan döndükten sonra, kendisini ziyaret etmek için Resûl-i Ekrem'in
yanma vardığı zaman fahr-i kainat Efendimiz hacca gitmekten niçin vazgeçtiğini



sorduğu zaman bu sebepleri şöyle sıralamıştır:

1. Kocamla ben hastalanmıştık.

2. Sonra kocam oluverdi.

3. Zaten- bir devemiz vardı, onu da Ebû Ma'kıl Allah yoluna vakfetmişti.

Resûl-i Ekrem (s. a.) Ümmü Ma'kıl'dan bu cevabı alınca ona Allah yoluna vakfedilen
bir deve ile Hacca gitmekte bir sakınca olmadığını, çünkü hac yolculuğunun da Allah
yolunda bir amel olduğunu söylemiş ve kaçırılan fırsatın telâfisi için de "Ramazan
ayında umre yapmasını" tavsiye etmiştir.

Konumuzu teşkil eden bu hadisle bir önceki hadisin ifâdleri arasında zahiren bazı
ayrılıklar görülmektedir. Gerçekte böyle bir çelişkinin olmadığını anlamak için şu
noktalara dikkat etmek gerekir:

a. Bir önceki hadiste geçen cümlesi her ne kadar zahiren "Ebû Ma'kıl hacca gitmişti"
mânâsına gelirse de burada "Ebû Ma'kıl hacca gitmeye azmetmişti" anlamında
kullanılmıştır ve bu cümlenin hemen arkasından gelen cümlesi de zahiren "Ebû Ma'-
kıl hacdan dönünce" gibi bir mânâ ifâde ediyorsa da gerçekte bu cümle "Ebû Ma'kıl
(çarşıdan veya pazardan) evine geldiği zaman" anlamında kullanılmıştır. Nitekim biz
sözü geçen cümleleri tercüme ederken bu durumu gözönünde bulundurduk. Eğer bu
inceliğe dikkat edilmez de bir önceki hadisten "Ebu Ma'kıl'm Resûl-i Ekrem'le birlikte
hacca gidip geldiği" mânâsı çıkarılırsa, o zaman iki hadis arasında bir çelişkinin
olduğu zannedilir. Oysa fahr-i kâinat Efendimizin sözleri arasında bir çelişkinin bulu-
namayacağını söylemeye ihtiyaç yoktur.

b. Bir önceki hadis-i şerifte Ümmü Ma"kıl ile Ebû Ma'kıl'm Allah yoluna vakfedilen
bir deveyle hacca gidilip gidilemeyeceğini sormak üzere Resûl-i Ekrem'e beraberce
gittikleri ifâde edildiği halde burada Ümmü Ma'kıl'm yalnız başına gittiği ifâde
edilmektedir. Bu duruma bakarak iki hadis arasında bir çelişki bulunduğu söylenemez.
Çünkü Ümmü Ma'kil'le kocası Ebû Ma'kıl'm Resûl-i Ekrem'e beraberce gitmeleri
Resûl-i Ekrem hac yolculuğuna çıkmadan önce olmuştu. Ümmü Ma'kıl'm Resûl-i Ek-
rem'in yanma yalnız başına gitmesi ise, Resûl-i Ekrem'in hac dönüşünden sonra
olmuştur.

c. Her iki hadiste de Resül-i Ekrem'in, "Ramazanda yapılan umre, bir hacca bedeldir"
sözünü Ümmü Ma'kıl'a hitaben söylediği ifâde edildiği hâlde bir numara sonra
tercümesini sunacağımız 1990 numaralı hadis-i şerifte ise, Resûl-i Ekrem'in bu sözü
Ebû Ma'kıl'a hitaben söylediği ifâde edilmektedir. Bu ifâde de 1990 numaralı hadisin
1887 ve 1888 numaralı hadislere aykırı olduğu intibaını uyandırmaktadır. Gerçekte ise
bu iki ifâde arasında da herhangi bir çelişki söz konusu değildir. Çünkü Ümmü
Ma'kıl'la Ebû Ma'kıl Ümmü Ma'kıl'm hac yapması konusunda Resûl-i Ekrem'e
beraberce gittikleri zaman Resûl-i Ekrem Ümmü Ma'kıl'm Allah yoluna vakfedilen
deve ile hac yapmasına izin vermişti. Ümmü Ma'kıl da bu deveyi görünce onu hac
yolculuğuna tahammül edemeyecek kadar zayıf buldu. Bunun üzerine kocası Ebü
Ma'kıl'a tekrar Resûl-i Ekrem'e gönderdi. Resul-i Ekrem de bu durumu öğrenince Ebû
Ma'kil'e hitaben "Ramazan ayında yapılan umrenin bir hacca bedel olduğunu" ifâde
buyurdular. Binaenaleyh 1990 numaralı hadiste anlatılan bu olaydır ve bu Hz.
Peygamber hacca gitmeden önce olmuştur. 1988 numaralı hadiste 1989 numaralı
hadislerde anlatılan olay ise Peygamber (s. a.) hacdan döndükten sonra vuku
bulmuştur. Birinci olaydaki sözün muhatabi Hz. Ebû Ma'kıl ikinci olaydaki sözün
muhatabı ise, Ümmü Ma'kıl'dır. Yahût'da 1990 numaralı olay tamamen ayrı bir
olaydır. Oradaki olayı yaşayan kadın Hz. Ümmü Ma'kıl değil Ümmü Sinan isimli bir



kadındır. Yerinde açıklanacağı üzere bu ikinci ihtimal daha kuvvetlidir.



Açıklama

1. Ümmü Ma'kıl Allah'a ve Resulüne son derece bağlı Resul7ı Ekrem'le birlikte hac
yapmaya ve benzeri salih amelleri işlemeye son derece hırslı ve faziletli bir kadındı.

2. Ramazan ayında yapılan bir umre için hac sevabı vardır. Fakat bu umre sahibinden

hac farizasını düşüremez. Binaenaleyh bu kimsenin ilk fırsatta hac yapması gerekir.

Bir başka deyişle Ramazanda yapılan bir umre nafile bir hac yerine geçer. Bu ise,

[173]

Allah'ın kullarına bir ihsanıdır. J 1



1990. ...İbn Abbâs (r.a.)'dan; demiştir ki: Resülullah (s.a.) hac yapmak istemişti.
(Bunu duyan) bir kadın da kocasına;

Beni devenin (üzerine bindirerek) Resûlulah (s.a.) ile birlikte hacca götür, dedi.
(Kocası da);

Bende seni üzerinde hacca götürebileceğim bir deve yoktur, cevabını verdi. Kadın:
Falan devene bindirsen olmaz mı? dedi. (Kocası):

O (deve) aziz ve celil olan Allah yoluna vakfedilmiştir,. dedi ve Resüluilah (s.a.)'e
gelip:

(Ya Resüluilah), karım Allah'ın sei A m ve rahmetinin senin üzerine olmasını diliyor ve
seninle hacetmek istiyor. Bana: "Beni Resüluilah sallallahu aleyhi ve sellemle hacca
götür" dedi. Ben de (kendisine); "Bende seni üzerinde hacca götürebileceğim (bir
hayvan) yok" dedim. O da "Beni falan devenin üzerinde hacca götür" dedi. Bunun
üzerine; (O deve), Allah yoluna vakfedilmiştir" dedim.
(Rasûlullah s.a.) şöyle buyurdu:

"Şu bir gerçek ki eğer sen onu o deven üzerinde hacca götürseydin bu da Allah
yolunda (bir iş) olurdu." diye cevab verdi,ve benden hangi amelin seninle hacca
gitmeye denk olabileceğini sana sormamı istedi. Resüluilah (s.a.)'de:
"Allah'ın selâmı, rahmet ve berekâtı onun üzerine olsun. Ona, "Ramazanda yapılan

[174]

umrenin (benimle birlikte yapılan) hacca denk olduğunu haber ver" buyurdu. J 1



Açıklama

Hadis-i şerifte söz konusu edilen hâdise Veda Haccı yılında olmuştur. Her ne kadar
Resûl-i Ekrem'le hacca

gitmeyi arzu eden kadının kimliği burada açıklanmıyorsa da Buhârî'nin rivayetinde bu
kadının "Ümmü Sinan" olduğu ifâde ediliyor.

Konumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte anlatılan olay, bir önceki hadiste geçen
olaydan tamamen ayrı bir olaydır. Çünkü bir önceki hadiste geçen olay Ümmü
Sinan'la değil, Ümmü Ma'kıl'la ilgilidir. Bununla beraber her iki kadının da aynı kadın
olabileceğini söyleyenler de vardır. Çünkü Ümmü Ma'kü'm Ümmü Sinan künyesiyle
de anıldığını iddia edenler vardır.

Bu iki hâdisenin bir benzeri de Ümmü Talik isimli kadının başından geçmiştir. Talk b.
Habîb'in rivayetine göre Ebu Talik kendisine şunları anlatmıştır: Karısı Ümmü Talik
ona;



İki deveden birini bana ver de onunla hacca gideyim, demiş. Ebû Talik de;
Benim devem Allah yoluna vakfedilmiştir deyince, karısı ona;

"Benim o deve üzerinde hacca gitmem de Allah yolunda bir ameldir, diye karşılık

vermiş. Daha sonra bu durumu Resûl-i Ekrem'e arz ettikleri zaman;

Seninle birlikte hacc etmeye denk olan bir amel var mıdır? diye sormuşlarda Resûl-i

Ekrem;

"Ramazanda umre yapmak bu hacca denktir" buyurmuştur. - ^
Her ne kadar İbn Abdilberr kesinlikle Ümmü Ma'kıl ile Ümmü Sinan'ın aynı kadın
olduğunu iddia ediyorsa da Tekmiletu'I-Menhel yazarının beyânına göre bu doğru
değildir. Ebu Ma'kıl Resûl-i Ekrem'in devrinde vefat etmiştir. Ebû Talik ise, tabiînin
küçüklerinden olan Talk dünyaya gelinceye kadar yaşamış hattâ Talk ondan hadis
rivayet etmiştir.

Bütün bunlar söz konusu iki kadının aynı kadın olmayıp ayrı ayrı iki kadın olduklarını

.. . . [177]
gösterir. 1

Bu hadiste söz konusu edilen kadınla bir önceki hadis-i şerifte geçen kadının aynı
kadın olduğu kabul edilecek olursa o zaman, "Bir önceki hadiste Resûl-i Ekrem'in
"Ramazanda yapılan bir umre hacca bedeldir" sözünü Ümmü Ma'kıPe hitaben
söylediği ifâde edildiği halde, burada bu sözü Ümmü Ma'kıl'm kendisine değil de
kocasına söylediği ifâde ediliyor. Bu ise bir çelişkidir" diye bir itirazda bulunan
olabilir. Bir önceki hadis-i şerifin izahında da ifâde ettiğimiz gibi böyle bir itiraz
yersizdir. Çünkü ayn ayrı zamanlarda Resûl-i Ekrem bu sözü hem Ümmü Ma'kü'e hem
de kocası Ebû Ma'kü'e söylemiştir.

Söz konusu kadınların ayrı ayrı iki kadın oldukları kabul edildiği zaman ise, zaten
böyle bir itiraza imkân yoktur,



Bazı Hükümler



1. Ashab-ı Kiram hac yapmağa fevkalâde rağbet ederlerdi. Özellikle Resul-ı
Ekrem'le birlikte hac yapmaya çok hırslı idiler.

2. Ramazan ayında yapılan bir umrenin sevabı hac sevabına denktir.

3. Birisiyle bir başkasına selâm göndermek ve bu şekilde gelen bir selâma daha

güzeliyle mukabelede bulunmak meşrudur. 1 1

1991. ...Aişe (r.anha)'dan rivayet olunduğuna göre, Resûlullah (s. a.) birisi Zilka'dede
birisi de Şevvalde olmak üzere iki defa umre yapmıştır.



Açıklama



1993 numaralı hadis-i şeriften de anlaşılacağı gibi aslında Resûl-i Ekrem dört defa
umre için ihrama girmiştir. Bunların birincisi Kureyş müşriklerinin engel oldukları
Hudeybiye umresidir, İkincisi ertesi yıl, yani hicretin yedinci yılında yaptığı İslam
Tarihinde "Kaza Umresi" diye bilinen umresi; Üçüncü ise hicretin sekizinci senesi
Zilka'd esinde yaptığı Ci'râne umresidir. Dördüncüsü de Veda Hac-cı ile yaptığı
umredir.



Ancak konumuzu teşkil eden bu hadis-i şerîfte Hudeybiye Umresi yarım kaldığı için
Veda Haccı ile yapılan umre de, başlı başına müstakil bir umre olmadığı için
zikredilmemiştir. Sadece Resûl-i Ekrem'in müstakil ve eksiksiz olarak yaptığı Kaza
Umresiyle Ci'râne zikredilmekle yetinilmiştir. Ayrıca Ci'râne Umresi Zilkade ayında
yapıldığı halde onun Şevval ayında yapıldığından bahsedilmesi bu umrenin
yolculuğuna Şevval ayında çıkılmış olmasındandır. Çünkü bu umre Mekke'nin
Fethinden sonra Şevval ayında çıkılan Huneyn Gazvesinden sonra yapılmıştır. Bu
yüzden söz-konusu umre bu hadiste Şevval ayma nisbet edilmiştir. Gerçekte ise bu
umre İslâm Tarihinde Ci'râne umresi diye bilinen ve Zilkade ayında yapılan umredir.

imi

1992. ...Mücâhid'den rivayet olunduğuna göre İbn Ömer (r.a.)'e;

Resûlullah (s. a.) kaç (defa) umre yaptı? diye sorulmuş da "iki defa" diye cevap
vermiştir. Bunun üzerine Aişe (r.anhâ);

İbn Ömer de kesinlikle biliyor ki Resûlullah (s. a.) Veda haccıyla birlikte yaptığı
umreden başka üç defa umre yaptı, demiştir. ^ ^

Açıklama

Bir önceki hadisin şerhinde de açıkladığımız gibi Resûl-i Ekrem; birincisi hicretin
altıncı yılında yapmak istediği fakat Kureyş müşriklerinin engellediği için yarım
kalan Hudeybiye Umresi, İkincisi hicretin yedinci yılındaki Kaza Umresi, Üçüncüsü,
hicretin sekizinci senesinde yaptığı Ci'râne Umresi; Dördüncüsü de hicretin onuncu
yılında Veda Hatçıyla birlikte yaptığı umre olmak üzere dört umre yapmıştır. Hadis-i
şerif bunu açıkça ifade etmektedir. Bu konuyla ilgili açıklama bir numara sonraki

hadiste gelecektir/

1993. ...İbn Abbâs (r.a.)'dan; demiştir ki: Resûlullah (s. a.) dört defa umre yaptı:
(Birincisi) Hudeybiye, ikincisi, (gelecek sene) umre yapmak üzere (Kuryşlilerle)
anlaştıkları zaman (alman karara uygun olarak yaptığı umre); üçüncüsü, Ci'râne'den
(ihrama girerek yaptığı) umre; dördüncüsü de (Veda) Haccıyla birlikte (yaptığı umre)

Açıklama

Hicretin altıncı senesinde müslümanlarla Mekke'li müşrikler arasmda Mekke'nin
varoşlarmdaki Hudeybiye'de

bir anlaşma yapılmıştır. Bu senede Hz. Peygamber Hendek Savaşından sonra
Mekke'lilerle barış teşebbüslerine girişti. Hac ziyareti için Mekke'ye gideceğini
açıkladı. Zilkâ'de ayının başında 1500 kadar ashabıyla Medine'den çıktı. Savaş gayesi
olmadığından yanlarına hafif silâhlar aldılar. Müslümanlar mekke'ye yaklaşırlarken
Mekke'liler Hudeybiye'de toplandılar, müslümanlar da buraya vardılar. Yoğun bir
siyasî faaliyet başladı Hz. Peygamber ne pahasına olursa olsun barış yapmak için
gelmişti. Çünkü barış özellikle müslümanlann artık kolonilerine komşu oldukları İrana
ve Hayber yahudilerine karşı olan durumlarını güçlendirecekti.



Mekke'İiler müslümanları sürekli olarak tahrik ediyorlardı. Hz. Peygamber bunları
soğuk kanlılıkla karşıladı. Sonunda Hz. Peygamber, Mekke'nin başkanı Ebû Süfyan'la
olan akrabalığını düşünerek Hz. Osman'ı elçi sıfatıyla Mekke'ye gönderdi. Fakat
şehirde kargaşalık hâkimdi. Ebû Süfyan Mekke'nin dışında gezide idi. Mekke'nin
diğer önde gelenleri ise ne yapacaklarım bilemiyorlardı. Bunun için Hz. Osman'ı
Mekke'de hapsettiler. Müslümanlar arasında ise, öldürüldüğüne dâir bir şayia çıktı. Bu
büyük bir heyecan ve üzüntü yarattı. Hz. Peygamber bir ağacın altında bütün
sahâbilerinden ölünceye kadar savaşmak üzere söz aldı. Bu söze "Bey'a'tü'r-Rıdvân"
adı verilir.

Mekkeliler durumun vehâmetini anlamakta gecikmediler. Bu defa onlar bir heyeti
anlaşma yetkisiyle birlikte Hz. Peygamber'm huzuruna gönderdiler. Bu heyet önce Hz.
Osman'ın sağ olduğuna dair te'minat verdi. Hepsi de Mekke'lilerin tekliflerinden
oluşan Hudeybiye Anlaşmasının barış şartlan şunlardı:

1. Müslümanlar Kabe'yi ziyaret etmeden geri döneceklerdir. Bir sene sonra ise, ziyaret
edebilecekler, fakat üç günden fazla kalamayacaklardır.

2. Medine müslümanlarmdan Mekke'ye sığınanlar iade edilmeyecek, fakat Medine'ye
gelen Mekke'liyi, bu şahsın büyüğü istediği takdirde iade edilecekti.

3. Barış on sene sürecektir. Bunu imzalayan tarafların müttefikleri de bu anlaşmaya
bağlıdırlar. Bu müddet içinde taraftarların topraklarından birbirlerine barış maksadıyla
serbest geçiş hakkı tanınmıştı.

b. Bu anlaşmadan sonra Müslümanlar tıraş olarak ve yanlarında bulunan
kurbanlıklarını keserek ihramdan çıktılar. Her ne kadar bu umre yarım kalmışsa da
İslâm Tarihine Hudeybiye Umresi diye geçmiştir. Hudeybiye Antlaşmasından bir sene
sonra yapılan umreye de "Kaza Umresi" denilir. 1997 numaralı hadisin şerhinde de
açıkladığımız gibi İmam Mâlik'e ve Şafiî'ye göre, buradaki kaza kelimesi yarım kalan
Hudeybiye Umresinin kaza edilmesi anlamında değildir. Bu kelime hüküm ve karar
anlamında kullanılmıştır. Hudeybiye antlaşmasında varılan hüküm ve karar

neticesinde yapıldığı için söz konusu umre bu ismi almıştır. Çünkü Allah teâla ve
tekaddes hazretleri Kur'an-ı Keriminde "Hürmetli ay, hürmetli aya kısastır
(mukabildir). Hürmetler karşılıklıdır. O halde size tecavüz edene size tecavüz ettikleri

gibi siz de karşılık veriniz. "L-^ buyurmakla "bu yılın Zilkadesi ye umresinin geçen
senenin Zilkadesine ve umresine bedel olduğunu" bildirmiştir. Bu âyet-i kerimede
kısas tâbiri geçmektedir. Kısas "hakkı almak" demektir. Hicretin yedinci yılı
Zilkadesinde müslümanlar umre yapmakla sanki haklarım almış gibi olduklarından o
sene bu umreyi yaptılar. Bu umrede tarihe "Kaza UMresi" adıyla geçmiş oldu. Hanefi
ulemâsına göre ise bu umre, Hudeybiye yılında yarım kalan umrenin yerine kaza
olarak yapıldığı için bu ismi almıştır. Bu görüş İmam Ahmed'den de rivayet edil niştir.

c. Resûl-i Ekrem (s.a.Vin yaptığı üçüncü umre Ci'râne Umresidir. Bilindiği gibi
Ci'râne, Mekke ile Tâif arasında bir yerdir. Mekke'ye daha yakındır. Resûl-i Ekrem
üçüncü umresini yaparken ihrama buradan girdiği için bu umre Ci'râne Umresi diye
isimlendirilmiştir.

Bu umre müslümanlara hücum hazırlıkları içinde bulunan Hevazin Kabilesini vurmak
üzere Şevval ayında çıkılan Huneyn Gazvesinden sonra yapıldığı için 1991 numaralı
hadiste bu umreden "Şevval ayında yapılan umre" diye bahsedilmekte ise de aslında
hicretin 8. yılı Zilkadesinde yapılmıştır.

d. Resul-i EKrem'in yaptığı dördüncü umre Veda Haccmda yapmış olduğu umredir.



Sözü geçen umre için Zilkade ayının sonlarında ihrama girilmiş fakat umre Zilhicce
ayında yapılmıştır. Ama bu umre başlı başına müstakil bir umre olmadığı için bazıları

Tl 871

Resûl-i Ekrem'in bu umresini saymaya lüzum görmemişlerdir.- 1 1



Bazı Hükümler



1. Resûlullah (s. a.) hicret'ten sonra dört defa umre yapmıştır.

2. Hz. Peygamber Veda Haccmda hacc-ı kıran yapmıştır. Câhiliyye âdetim yıkmak
için ve Zilkade ayının faziletinden dolayı Veda Haccında yapacağı umre için ihrama
Zilkade ayında girmiştir. Çünkü Câhiliyye Çağı insanları Zilkade ayında umre

yapmayı çok kötü bir iş sayarlarda.^

1994. ...Enes (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre, Resûlullah sallallahû aleyhi ve sellem
dört umre yapmıştır: Haccıyla birlikte yapmış olduğu umresinin dışında hepsi de
Zilka'de ayında (yapılmış)tır.

Ebû Dâvûd dedi ki: Ben buradan itibaren (nakledeceğim sözleri) Hudbe (h. Hâlid)'den
sağlam olarak aldım. Bu sözleri Ebu'l-Velid'den de işittim. (Ama iyi zabt edemediğim
için ondan işittiklerimi nakletmiyorum. Hudbe'den işittiklerimi nakletmekle yeti-
niyorum):

Hudeybiye Umresi yahut Hudeybiye'den (yapılan) umre Zilkade ayında (yaptığı) Kaza
Umresi Zilkade ayında ganimetleri taksim ettiği sırada Ci'râne'den (ihrama girerek

yaptığı) umre ve haccıyla birlikte (yaptığı) umre.^^



Açıklama



Resûl-i Ekrem Efendimiz Zilka'de ayında umre yapılamayacağı yolundaki Câhiliyye
inancını yıkmak amacıyla ve Zilkade ayının faziletinden dolayı Veda Haccıyla beraber
yaptığı umrenin dışında bütün umrelerini Zilka'de ayında yapmıştır. Gerçi Veda Hac-
cıyla birlikte yaptığı umreyi Zilhicce ayında yapmıştır, ama onun için ihrama yine de
Zilkade ayında girmiştir.

Musannif Ebû Dâvûd bu hadisi Ebu'l-Velid et-Tayâlisî ile Hudbe b. Hâlid'den rivayet
etmiştir. Fakat musannif bu hadisin Ebu'l-Velîd'den duyduğu "Hudeybiye umresi..."
diye başlayan cümleden itibaren sonuna kadar olan kısmım pek iyi zabt
edemediğinden onları nakletmemiş. Hadisin bu kısmını Hudbe b. Hâlid'den duyduğu
lâfızlarla nakletmiştir. Bu kısımda geçen "Hudeybiye umresi yahut Hudeybiye'den"
cümlesindeki tereddüt musannıfa ait değil, râviye aittir.

Metinde geçen ganimet savaşta düşmandan ele geçirilen zenginliklerdir. Kur'an-ı
Kerîm ganimetlerin beşte birini toplum yararına ayırmıştır: "Biliniz ki ganimet olarak
aldığınız şeylerin beşte biri Allah'a, Peygamber'e, yakın akrabalara, öksüzlere,

muhtaçlara ve yolculara aittir. "L^n âyet-i kerimesinde bu husus açıkça bildirilmiştir.
Huneyn, Mekke ile Tâif arasında Mekke'ye yaklaşık olarak on mil uzaklıkta bulunan
bir vadidir. Huneyn Gazvesi Mekke'nin Fethinden sonra hicretin 8. yılında Şevval

ayında yapılmıştır.^^



Bazı Hükümler



1. Resûl-i Ekrem umrelerinin her birini ayrı senelere yapmıştır. Bu bakımdan
Maliki ulemasının çoğunluğuna göre bir sene içerisinde iki defa umre yapmak
mekruhtur. Hasan el-Basrî ile İbn Şîrîn ve Nehâî de bu görüştedirler. Hanefî
ulemâsıyla İmam Şafiî'ye ve İmam Ahmed'e göre ise, bir sene içinde birden fazla
umre yapmak müstehabtır. Hz. Ali ile Hz. İbn Ömer, İbn Ab-bâs, Enes, Aişe, Atâ,
Tavus, ve İkrime de bu görüştedirler. Bu görüşte olan sözü geçen ulemânın delilleri de
şunlardır:

1. Hz. Aişe, birisi hacdan önce biri de hacdan sonra olmak üzere bir yılda iki defa

, [192]
umre yapmıştır. 1 L

T1931

2. Hz. Ali, "senenin her ayında umre yapılabilir." demiştir. J 1

3. Nâfı, "Abdullah b. Ömer (r.a.) İbnu'z-Zübeyr devrinde herzene iki umre olmak

üzere senelerce umre yapt," derdi.^

4. Kasım'dan (rivayet edilmiştir) Hz. Aişe bir sene üç defa umre yapmıştı. Kendisine,
"bundan dolayı seni kimse ayıplamıyor mu?" demiştim. Süfyân da: "Bundan dolayı

mü'minlerin annesini kim ayıplayabilir" dedi.^^

Görülüyor ki, ulemânın büyük çoğunluğu bir senede umre'yi tekrarlamanın mendup
olduğu görüşündedirler. Resûl-i Ekrem'in umrelerini ayrı ayrı senelerde yapmış olması
bir sene içerisinde umre yapmanın mendup olmasına mâni değildir. Çünkü Resûl-i
Ekrem ümmetine zorluk vermemek için bazı mendupları terketmiş olabilir. Kendisi

ashabını umre yapmaya teşvik etmiştir.

80. Umreye Niyet Ettikten Sonra Ay Başı Olan Ve Hac Zamanı Gelip Çattığı İçin
De Umresini Bozup Hacca Niyetlenen Bir Kadın Daha Sonra Umresini Kaza
Eder Mi?

1995. ...Abdurrahman b. Ebî Bekr'den rivayet olunduğuna göre, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem O'na;

"Kızkardeşin Aişe'yi terkine al, Ten'îm'den (ihrama girmesini sağlayıp) umre yaptır.
Sen O'nu taş yığınından aşağı indirince (orada) ihrama girsin, çünkü bu makbul bir

umredir." buyurmuştur. - ^
Açıklama

Tenvîm kuzeyde Medine yolu üzerinde harem sınırları içerisinde ve Mekke'ye 6
km. uzaklıkta bulunan bir yerdir. Burası her ne kadar harem sınırları içerisinde
bulunuyorsa da haremden sayılmamaktadır. Bir başka tâbirle harem sınırları içerisinde
bulunan bir hıll dâirsidir. Sağında ve solunda Naim ve Munim dağlan bulunduğu için

bu ismi almıştır.



Bazı Hükümler



1. Aynı hayvana ihramlı iki kişinin binmesi câizdir.

2. Mekke'de bulunan bir kimse umre yapmak istediği zaman ihrama girmek için harem
sınırları dışına çıkar ya da harem sınırları içerisinde bulunan bir hıll dairesine gider.
Hanefî ulemâsıyla İmam Mâlik, İmam Şafiî ve İmam Ahmed bu görüştedirler. Önemli
olan umre yapmak isteyen kimsenin Harem sınırları dışında ihrama girmesidir. Bu
konuda harem sınırları dışında kalan yerler arasında fazilet bakımından bir fark
yoktur. Hz. Aişe'nin ihrama girmek için Ten'im'i seçmesi faziletinden dolayı değil,
burasının kendisine Ci'râne'den daha yakın olmasındandır.

3. Hz. Aişe'nin Ten'im'de yaptığı bu umre daha önce niyyetlendiği halde hayızlanması
nedeniyle bozduğu umrenin kazasıdır. Hanefî ulemâsıyla musannif Ebû Dâvûd bu
görüştedirler. Nitekim daha önce geçen "biz haccı bitirince Resûlullah sallallahü
aleyhi ve sellern beni Abdurrahman b. Ebî Bekir'le birlikte Ten'im'e gönderdi. (Bu
şekilde) umre yaptım. Bunun üzerine (Resûl-i Ekrem) "Bu (umre daha önceki)

[199]

umrenin yerinedir" buyurdu, hadis-i şerifi de buna delâlet eder. imam Mâlik ile

İmâm Şafiî ve İmam Ahmed'e göre ise, Hz.l Aişe daha önce girmiş olduğu ihramı,
hayızlanması sebebiyle bozmuş değildir. Ancak Hz. Aişe bu umreyi hac ibâdeti
içerisine idhâl etmiş ve neticede hac amellerini ifâ etmekle hac amelleri içerisinde
umre amellerini de ifâ etmiş sayılmıştır. Bu konudaki delilleri ise; "Bundan sonra
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem Aişe (r.anhâ)'nm yanma girdi. Aişe ağlıyordu.
O'na:

"Nen var?" diye sordu. Hz. Aişe:

Hâlim, hayız görmüş olmamdır. Başkaları ihramdan çıktı ben çıkamadım. Beyt'i de
tavaf edemedim. Herkes şimdi hacca gidiyor, dedi. Bunun üzerine Resûlullah
sallallahü aleyhi ve sellem:

"Bu, Allah'ın, adem kızlarına takdir buyurduğu bir şeydir. Yıkan, sonra hacca niyyet
et." buyurdular.

Âişe (r.anhâ) da öyle yaptı ve bütün vakfe yerlerinde durdu. Temizlendiği vakit de
Kabe'yi tavaf etti ve Safa ile Merve arasında sa'y yaptı sonra Peygamber (s. a.):

"Haccmla umrenin ikisinden beraberce hille çıktın" anlamındaki hadis-i şeriftir.
Biz bu konuyla ilgili görüşleri 1778 numaralı hadisin şerhinde bütün ayrıntılarıyla

açıklamış bulunmaktayız. ^ _ ^

1996. ...Muharriş el-Ka'bî'den; demiştir ki: Peygamber sallala-hu aleyhi ve sellem
Ci'râne'ye girince (oradaki) Mescid'e varıp Allah'ın dilediği kadar namaz kıldı. Sonra
(umre için) ihrama girdi. (Geceleyin Mekke'ye varıp tavaf ve sa'ydan sonra yine
geceleyin Ci'râne'ye döndü, ertesi gün güneş batıya döndükten) sonra hayvanına binip
Serîf in aşağı tarafına doğru yola çıktı. Nihayet (Medine'den Mekke'ye giderken
tâkibedilen) Medine yoluna ulaştı. (Sanki Mekke'de) geceliyen bir kimse gibi

[2021

sabahleyin Mekke'de bulundu.

Açıklama



Bu hadisin zahirinden Resûl-i Ekrem'in Mekke'den hareket edip geceleyin Ci'râneye
geldiği ve orada ihrama girdiği daha sopra tekrar geceleyin Mekke'ye gelip umre
yaptığı, nihayet yine geceleyin Ci'râne'ye gelip geceyi orada geçirdikten sonra ertesi



gün Mekke yolunu tutup sabahleyin Mekke'ye ulaştığı anlaşılmaktadır. Ancak Ebû
Davud'un bu rivayeti Ahmed b. Hanbel, Tirmizî ve Nesâi'nin rivayetine aykırıdır.
Çünkü sözü geçen hadis âlimlerinin rivayetleri, "Resûlullah (s. a.) umre için ihrama
girmiş olarak geceleyin Ci'râne'den çıktı, geceleyin Mekke'ye girdi, umresini edâ etti
ve sonra (aynı gecede Mekke'den) çıkarak sabahı Ci'râne'de yaptı. Tıpkı geceyi
Ci'râne'de geçiren gibi" şeklindedir. Kısaca Ebû Davud'un rivayetinde "Resûl-i
Ekrem'in Mekke'de sabahladığı" ifade edilirken, bu hadisin diğer hadis kitaplarındaki
rivayetlerinde Resûl-i Ekrem'in sözü geçen sabahı Ci'râne'de geçirdiği ifâde ediliyor
ki, sahih olan da budur. Musannif Ebû Davud'un rivâyetindeki bu hatanın, bu hadisi

[2031

Ebû Dâvûd'da nakleden râvilerden birine ait olması ihtimâli büyüktür.- 1 1



Bazı Hükümler



Resûlullah (s. a.) Ci'râne'de ihrama girerek geceleyin umre yapmış ve sabahleyin yine
Ci'râne'de bulunmuştur. Bu umre hicretin 8. yılının Şevval ayında Huneyn savaşı
dönüşünde Zilka'de ayında ganimetlerin Ci'râne'de taksim edilmesinden sonra

yapılmıştır.

81. Kaza Umresinde Resûl-1 Ekrem Mekke'de Ne Kadar Kaldı?

1997. ...İbn Abbâs (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s. a.) kaza umresinde
(Mekke'de) üç (gece) kalmıştır.



Açıklama



Metinde geçen "selâsen = üç" kelimesi müzekker olarak zıkredıldıgme göre, nahv
kaidesi gereğince bu sayının ma'dudunun müennes olması gerekir. Bu durumda
Resûl-i Ekrem'in Mekke'de üç gece kaldığı ortaya çıkar. Ancak Ebû Davud'un bazı
nüshalarında "selâsen" kelimesi müennes (dişi) olarak "selâseten" şeklinde geç-
mektedir ki, bu durum Resûl-i Ekrem'in Mekke'de üç gece değil, üç gün kaldığını
gösterir. Bir gün, gece ve gündüzü kapsayan 24 saatlik bir zaman diliminden meydana
geldiğine göre, Resûl-i Ekrem kaza umresinde Mekke'de üç gün üç gece kalmış
demektir. Nitekim Resûlullah (s. a.) ve ashâb-ı Hudeybiye musâlahasmda Kureyşlilerle
"bir sene sonra müslümanlarm umre yapmak üzere Mekke'ye gelip üç gün üç gece

kalabileceklerine" dair anlaşma yapmışlardı.

İslâm Tarihinde "Umretü'l-kaza = kaza umresi" olarak anılan bu umre Hudeybiye
barışından bir yıl sonra olmuştur. İşte bu sene Hz. Peygamber ve sahâbîleri bu
anlaşmanın tanıdığı hakka dayanarak Mekke'yi ziyarete ve umre yapmaya gittiler. Hz.
Peygamberin yanında 2000 kadar sahâbî bulunuyordu.

Müslümanlar gelince Mekkeliler şehri boşalttılar ve dağlara çekildiler. Bu arada Hz.
Peygamber onlarla dostluk ilişkilerini kurma yolları aradı. Sonra anlaşma gereği
olarak verilen üç günlük müddetin sonunda şehri terk etti.

Söz konusu umreyi yapmak üzere yola çıkan müslümanlarm Mekke'ye girişleri
Nesâî'nin Sünen'inde şöyle dile getiriliyor.

Resûlullah (s. a.) kaza umresini yapmak için Mekke'ye girerken İbn Revâha önünde şu



mısraları okuyordu:

Savulun kâfir evlatları O'nun yolundan

Bugün onun Mekke'ye gelişiyle sizi vuracağız

Öyle bir vuruş vuracağız ki, koparacak kafayı boyundan

Ayıracak dostu dostundan!

Bunu gören Hz. Ömer:

Ey İbn Revaha! Allah'ın hareminde hem Resûlullah'm önünde yürüyorsun, hem de şiir
okuyorsun! diye onu kınadı. Bunun üzerine Hz. Peygamber:

"Dokunma O'na! Beni kuvvet ve iradesiyle kuşatan Allah'a yemin ederim ki İbn

[2071

Revâha'mn sözleri düşmanlara ok yarasından daha acıdır." buyurdu.

Bu arada müşriklerin ileri gelenleri yürekleri kin, hınç ve kıskançlıkla dolu olarak
Peygamberimizi gözetlemek için Handame'ye Kuaykıân dağına çıkmışlardı.
Resûlullah (s.a.) Mekke'de üç gün kaldı. Dördüncü gün Süheyl b. Amr ile Huvaytıb b.
Abdi'lUzza kalkıp Peygamberimizin yanma geldi. O sırada Peygamberimiz, Medine'li
müslümanlarm meclislerinden birinde oturmuş konuşuyordu. Yanında Sa'd b. Ubâde
de bulunuyordu. Sözü geçen iki Kureyş temsilcisinden birisi

Ya Muhammed, sana aramızdaki ahdi hatırlatırız. Buna rağmen niçin şehrimizden
çıkıp gitmiyorsunuz? Şu anda üç günlük süre bitmiştir dedi. Bunun üzerine Sa'd b.
Ubâde:

Ey aşağılık adam, sen yalan söylüyorsun. Burası ne senin toprağındır, ne de babanm
toprağıdır. Vallahi buradan çıkmayacağız, diye karşılık verdi.
Peygamberimiz de:

"Ben sizden bir kadın nikahlamış bulunuyorum. Onunla gerdeğe girinceye kadar
kalsak, arkasından düğün yemeği yapıp sizinle birlikte yesek olmaz mıydı?" Kureyş
temsilcileri de:

"Ya Muhammedi "Allah aşkına söyle, toprağımızdan muhakkak çıkıp gideceksin diye
aramızda seninle muahede yapmadık mı?" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.),
yola çıkılacağım duyurmak için Ebû Râ-fı'e emir verdi. Kendisi de devesine binerek
Serîf e vardı ve orada konakladı. Azatlı kölesi Ebû Râfı'i Hz. Meymûne'nin göç
hazırlığını görmek ve onu getirmekle vazifelendirdi. Ebu Raf i akşama kadar Hz.
Meymûne'nin işi ile uğraştı. Akşamleyin Hz. Meymûne ve yanındakiler de yola çıktı-
lar. Yolda müşriklerin ve ayak takımlarının saldırılarına maruz kaldılar. Nihayet Şerife
ulaşabildiler. Resûl-i Ekrem o gece Şerifte gerdeğe girdi. Geceyi orada geçirdi ve

T2081

ertesi gün yola çıktı ve Medine'ye vardı.

Serîf, Mekke'ye altı mil uzaklıkta bir yerdir. Mescid-i Aişe ile Batn-ı Merv

[2091

arasındadır. Ten'im'e çok yakındır. 1 1 Hz. Meymûne'nin: "Resûlullah benimle ihram

hali dışında nikahlandı ve ihram hâli dışında Şerifte gerdeğe girdi," dediği rivayet

edilir. Allah (c.c.) Hz. Meymûne'nin kabrinin de Şerif de olmasını takdir etmiş ki
orada Resûl-i Ekrem'in kendisiyle gerdeğe girdiği yerde defnedilmiştir.
Sözü geçen umrenin niçin "Kaza Umresi" ismini aldığı ulemâ arasında tartışmalıdır.
Bu konuda iki görüş vardır: Hanefi ulemâsına göre bu umre Hudeybiye yılında yarım
kalan umrenin yerine kaza olarak yapıldığı için bu ismi almıştır. İmâm Ahmed'in de
bu görüşte olduğuna dair bir rivayet vardır. İmam Mâlik ile Şafiî'ye göre ise bu umre
başlıbaşma müstakil bir umredir. Hudeybiye barışının hükümlerine uygun olarak
yapıldığı için bu ismi almıştır. Bir başka deyişle "kaza umresi" sözü, "hüküm umresi 1'



anlamına gelmektedir. Nitekim İbn Ömer (r.a.)'m da bu görüşte olduğu rivayet
olunmuştur.

Ayrıca fıkıh ulemâsı umreye niyyet ettiği halde bir engelle karşılaştığı için umresi
yarım kalan kimsenin bu umreyi kaza edip etmeyeceği konusunda da ihtilâfa
düşmüşlerdir. Hanefî ulemâsına göre böyle bir kimsenin umresini kaza etmesi
gerektiği gibi, daha önceki umresini bozduğundan dolayı ayrıca bir de kurban kesmesi
gerekir. İmam Ahmed'in meşhur olan görüşü de budur. Nitekim îbn Abbas'm,
"Resûlullah (s. a.), umre yapmaktan engellenince ihramdan çıktı, kurban kesti ve

T2121

gelecek sene umre yaptı" 1 1 dediği rivayet edilmiştir.

İmam Mâlik ile İmam Şafiî ve Ahmed (r.a.)'e göre ise, "umresi veya nafile haccı yarım
kalan bir kimseye gerekli olan sadece bir hedy kurbanı kesmektir. Fakat engellenen
hac, farz-olan bir hac idiyse o zaman kazası gerekir. Çünkü Allah Teâla Kur'an-ı
Keriminde "Başladığınız hac ve umreyi Allah için tamamlayın. Alı konursanız

[2131

kolayınıza gelen bir kurban gönderin buyurarak nafile haccı veya umresi yarım

kalan kimselerin sadece kurban kesmeleri gerektiğini bildirmiştir. Eğer kaza etmek
gerekseydi, o zaman mutlaka kazayı emrederdi. Ancak bu görüş; "Allah Teâ-la'nın
Kur'an-ı Keriminde yarım kalan umrenin kaza edilmesinden bahsetmemesi yarım
kalan umrenin kaza edilmeyeceğine delâlet etmez" denilerek reddedilmiştir. Yarım
kalan umrenin kaza edilmeyeceği görüşünde olan mezheb imamlarının kendi

[2141 •

görüşlerine bir delil olarak gösterdikleri. 1 1 Ibn Abbas'm "Hac veya umreye niyet

edip de sonradan herhangi bir sebeple Beyt'i ziyaret edemeyen kimseye, koyun veya
daha büyük bir hayvan nev'inden kolayına gelen bir kurban kesmesi gerekir. Şayet bu
hac farz olan hac ise kazası gerekir. Nafile hac ve umre ise kazası gerekmez"
şeklindeki görüşü, "Aslî deliller yanında sahâbî kavli delil olamaz" gerekçesiyle red-

dedilmiştir.

82. Hacda (Minâ'dan Mekke'ye) Akın Etmek

1998. ...İbn Ömer (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (sallallahû aleyhi ve
sellem Kurban (bayramının birinci) günü (Minâ'dan Mekke'ye) inmiş sonra (Minâ'ya)

dönerek öğleyi Minâ'da kılmıştır.



Açıklama



kelimesi aslında yokuştan aşağı inmek, dökülmek, akmak mânâlarına gelir. Halk
Kurban bayramının birinci günü ihramdan çıktıktan sonra Minâ'dan Mekke'ye
kalabalık kitleler hâlinde akın akın indikleri için bu yolculuğa "ifâza : akın" ismi
verilmiştir.

Hadis-i şerif Resûl-i Ekrem'in Veda Haccmda bayramın birinci günü Akabe
Cemresine taşlan attıktan ve kurbanı kestikten sonra tıraş olup ihramdan çıkarak
Mekke'ye indiği ve orada ifaza tavafını yaptıktan sonra Minâ'ya dönüp öğle namazını
Minâ'da kıldığını ifâde etmektedir. Daha önce geçen 1905 numaralı hadisin ise, Resûl-
i Ekrem'in bayram günü Mekke'ye inince ifaza tavafını yaptıktan sonra öğle namazını
Mekke'de kıldığı ifâde edilmektedir. İmam Nevevî'ye göre Resûl-i Ekrem aslında öğle



namazını ilk vaktinde Mekke'de kılmıştır. Sonra Minâ'ya gelip ashabiyle birlikte öğle
vakti çıkmadan bir nafile namaz daha kılmıştır. İşte Ebû Dâ-vûd'ım bahsettiği Resûl-i

Ekrem'in Minâ'daki öğle namazından maksat, bu nafile namazdır. ^ - ^ Esasen Hanefî
ulemasından Aliyyü'I-Kârî'nin dediği gibi Resül-i Ekrem'in o gün öğle namazının ilk

T2181

vaktinde Minâ'ya dönmesi mümkün değildir. J

Bazı Hükümler

İfaza tavafını yapmak için Minâ'dan Mekke'ye bayramın birinci günü inmek
müstehabdır. Fakat bu ifaza tavafının bayramın diğer günlerinde yapılmasının da
yeterli olacağı gibi bu tavafı bayramın diğer günlerine bırakan bir kimseye bu
te'hirinden dolayı kurban kesmek gerekmediğinde de icmâ' vardır. İmam Mâlik ile
İmam Şafiî, İmam Ahmed ve ulemânın büyük çoğunluğu bu görüştedir. Hanefi
ulemâsına göre bu tavafı bayramın diğer günlerine te'hir eden bir kimsenin kurban

kesmesi gerekir. ^— ^

1999. ...Ümmü Seleme (r.anhâ)'dan; demiştir ki: Resûlullah (s.a.)'m benim yanımda

kalacağı (nöbet) gecem kurban bayramı gününün akşamı(rıa rastlıyor) idi. (Resûlullah)

yanıma geldi. Ebû Umeyye kabilesinden bir adamla birlikte Vehb b. Zem'a da geldi.

İkisi de gömlekli idi. Resûlullah (s.a.) Vehb'e:

"(Ey) Ebû Abdillah, ifaza tavafını yaptın rai?" dedi. (Vehb de):

Hayır (yapmadım) ya Resûlullah, cevabını verdi.

Resûlullah (s.a.):

"Üzerinden gömleği çıkar" buyurdu. Bunun üzerine gömleği başından çıkardı.

Arkadaşı da (aynı şekilde) gömleğini başından (soyup) çıkardı. Sonra (Vehb):

Ya Resûlullah, (bunu) niçin (emrettin) diye sordu. (Resûl-i Ekrem de):

"Bu(gün Akabe Cemresi) taşları attığınızda ihramdan çıkmanıza izin verilmiş bir

gündür. (Binaenaleyh tavafınızı yaparak ihramdan çıkınız)" buyurdu. (Resul-i Ekrem

bu sözüyle) kadmlar(a yaklaşmanın) dışında size haram kılman herşey(in size helâl

kılınacağı bir gündür) demek istiyordu. (Daha sonra sözlerine devamla).

"Eğer bugün Siz şu Beyti tavaf yapmadan akşamlarsanız, Mekke'ye taşları atmadan

önceki kıyafetinizle ihramlı olarak gidersiniz, Tavaf yapıncaya kadar (ihramda

kalırsınız)" buyurdu. L^^O]
Açıklama

İfaza tavafı hacıların Arafat'tan indikten sonra yaptıklan tavaftır. Buna ziyaret tavafı
da denir. Bu tavaf haccm rükünlerinden olup bunun dört şartı, her hac edene farzdır.

\22U

Bunun için bu tavafa rükün tavafı da denilmiştir.

Bazı Hükümler



1. Peygamber (s.a.) zevceleri arasında adaleti sağlamak ye ümmetine adaletin her
işde uyulması gereken bir esas olduğunu öğretmek maksadıyla sıra ile her gece



zevcelerinden birinin yanında kalırdı.

2. Bir devlet reisinin emri altında bulunan kimselerin meselelerini en ince ayrıntılarına
kadar düşünmesi ve onları dünyevî ve uhrevî yönden uyarıp onları uygunsuz
davranışta bulunmaktan men' etmesi gerekir.

3. İdare edilen halkın dünyevî veya uhrevî meselelerde kendilerine kapalı kalan
meseleleri idareci kimselere sormaları gerekir.

4. İhramlı iken unutarak veya bilmeyerek dikişli bir elbise giyen kimsenin farkına
varır varmaz hemen bunu çıkarması gerekir. Her ne kadar böyle bilmeyerek giyilmiş
olan bir gömleği baş taraftan soyunup çıkarmak o anda başı örterse de Resûl-i Ekrem
Efendimiz buna izin vermiştir. Biz fıkıh ulemasının bu konudaki görüşlerini 1819
numaralı hadisin açıklamasında özetledik.

5. Akabe Cemresine taşlan atambir kimse, eğer bayramın birinci günü güneş batmadan
önce ifâza tavafını yapacak olursa ona kadına yaklaşmanın dışında ihramla ilgili bütün
haramlar helâl olur. Fakat eğer o gün güneş batmadan önce ifaza tavafını yapmayacak
olursa Akabe Cemresine taşları atıp kurban kesip saçlarını tıraş etmiş bile olsa, yine
ihramdan çıkamaz.

Her ne kadar hadisin zahirinden çıkarılan hüküm bu ise de, bu hüküm cumhûr-i
ulemânın bu konudaki hükmüne aykırıdır. Çünkü Resûl-i Ekrem (s. a.): "Sizden biriniz
Akabe Cemresine taşları atınca kendisine kadmlar(a yaklaşmanın) dışında (ihramla

[2221

ilgili yasaklardan) herşey helâl olur" buyurmuştur.- 1 1 Her ne kadar sözü geçen

hadis senedinde el-Haccâc b. Ertat olduğu gerekçesiyle tenki dedilmişse de şimdi
tercümesini sunacağımız şu iki hadis tarafından takviye edildiği için zayıflık
derecesinden kurtularak hasen derecesine yükselmiştir:

1. "Akabe Cemresine taşları attığınız zaman size (ihramla ilgili yasaklardan) kadınlar

(a yaklaşmanın) dışında herşey helal olur" anlamındaki hadis J^"^

2. "Ben Resûlullah (s.a.)'e ihrama girmesi için ihrama girmeden önce ve ihramdan

[2241

çıkması için de Beyt'i tavaf etmeden önce güzel kokular sürerdim. " J 1 sözleriyle

işaret ettiği üzere Hz. Aişe'nin Resûl-i Ekrem'e ifaza tavafını yapmadan önce misk
sürmesi, Akabe Cemresine taş attıktan sonra ifaza tavasını yapmamış bile olsa,
kendisine ihramla ilgili bazı yasakların helâl olduğunu gösterir. Bu bakımdan
uldmanm büyük çoğunluğu, "Akabe Cemresine taşlan atıp da kurbanı kesen ve traş
olan bir kimseye ihramla ilgili yasaklardan kadınlara yanaşmanın dışında her şey helâl
olur." demişlerdir. Konumuzu teşkil eden hadisin zahirine göre hüküm veren bir âlim

bilinmemektedir.

2000. ...Aişe ile Ibn Abbas'dan rivayet olunduğuna göre, Peygamber sallallahu aleyhi
ve sellem (Veda Haccmda) kurban (bayramının birinci) günü tavafı geceye

ertelemiştir.^^
Açıklama



Her ne kadar bu hadisde Veda Tavafında Resûl-i Ekrem'in ifâza tavafını kurban
bayramının birinci günü gündüzün yapmayıp geceye ertelediği ifâde ediliyorsa da bu
hadis zayıftır.



Çünkü senedinde Ebu'z-Zübeyr vardır. Ebu'z-Zübeyr tedlisçiliğiyle tanınan bir kişidir.

Hem de bu hadisi Hz. Aişe'den bizzat duymamıştır. An'a-ne yoluyla rivayet etmiştir.

Bilindiği gibi tedlisçi bir râvinin an'ane yoluyla rivayet ettiği bir hadis delil olamaz.

Daha önce tercümesini sunduğumuz 1905 ile 1998 numaralı hadislerin de ifade

ettikleri gibi Peygamber (s. a.) ifaza tavafını kurban bayramının birinci günü gündüzün

yapmıştır. Öyle anlaşılıyor ki Ebu'z-Zübeyr burada Resûl-i Ekrem'in geceleyin yaptığı

Veda Tavafıyla gündüzün yaptığı İfaza Tavafını karıştırmıştır. Çünkü 2005 ve 2006

numaralı hadis-i şeriflerde geleceği üzere Resûl-i Ekrem Veda Tavafını geceleyin

, [2271
yapmıştır.

2001. ...İbn Abbâs (r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve

T2281

sellem ifaza tavafı (turlarının) yedi(sinT de) de remel yapmamıştır. J 1



Açıklama



Bu hadis-i şerifte Resûl-i Ekrem'in ifaza tavafında remel yapmadığı ifade ediliyor.
Bilindiği gibi kelime olarak remel koşmak demektir. Hac ibâdetine ait bir tâbirdir.
Turu ıztıba hâlinde iken yani ihramın üst kısmının bir ucu sağ kolun altından sol omuz
üzerine atılmış bir halde ve omuzlan silkeleyerek, sür'atli ve çalımlı bir şekilde
tamamlamayı ifâde eder.

Peygamber Efendimiz ifaza tavafından sonra sa'y olmadığı için remel yapmamıştır. Bu
sebeple ızdıbâ' ve remel'i her tavafta değil, kendisinden sonra sa'y yapılacak olan
tavafta yapmak sünnet olmuştur. Aynı şekilde nafile olan tavaflarda da sa'y olmadığı
için ıztıbâ' ve remel olmadığı gibi vâcib olan veda tavafından sonra da sa'y
olmadığından bunda da ıztıbâ ve remel yapılmaz. Kudüm Tavafından sonra sa'y
yapılacak olursa, o zaman kudüm tavafında remel yapılabilir. Fakat bu sa'yı ifâza
tavafından sonraya bırakmak ve dolayısıyla remel ve izdıba'ı da ifaza tavafında
yapmak daha faziletlidir. Bu konuda Mecmeu'l-enhur'da şöyle deniyor: "Sünnete
değil, farza tabi kılındığı için remelin ziyaret tavafında yerine getirilmesi daha iyi ve

üstün sayılmıştır.

83. Veda (Sader) Tavafı

2002. ...İbn Abbâs (r.a.)'dan; demiştirki: Halk her tarafa dağılıyordu. Bunun üzerine
Peygamber (s. a.);

"En son olarak Beyt'i tavaf etmedikçe hiçbir kimse hiç bir yere gitmesin" buyurdu.
r2301



Açıklama



Hac esnasında cemrelerin taşlanması bittikten sonra Minâ'dan Mekke'ye inildiği vakit,
yapılan tavafa Veda tavafı denir. Bu tavaf afakîler (taşralılar) için vacibtir. Haccm
menâsiki bununla sona erer. "Sader" avdet etmek, dönmek demektir. Hacılar bu
tavaftan sonra ihramdan çıkar ve âfakî olanlar Kabe'ye veda edip ülkelerine dönmeye
hazırlanırlar. Bunun için bu tavafa "sader tavafı" da denir. Metinde geçen "En son



olarak Beyt'i tavaf etmedikçe" sözüyle kast edilen işte bu tavaftır.



Bazı Hükümler



1. Hac amellerini bitiren bir kimsenin memleketine dönmeden önce bir veda
tavafı yapması vacibtir. Bu konuda hacc-ı kıran yapan bir kimse ile hacc-ı temettü ya
da hacc-ı ifrâd yapan kimse arasında bir fark yoktur. Hanefî ulemâsı İmam Şafiî,
İmam Ahmed ve ulemânın pek çoğu bu görüştedirler. Çünkü konumzu teşkil eden
hadis-i şerîfm zahirinden anlaşılan budur. Ayrıca İbn Ömer (r.a.)'in, "Resülullah (s.a.)
"Son defa olarak Beyt'i tavaf etmeden memleketine dönmek isteyen bir kimseyi

[2321

memleketine gitmekten nehyetti" demesi ve Ömer b. Ha'Hb (r.a.)'in "Hiç bir

kimse Beyt'i tavaf etmedikçe memleketine dönmesin, çünkü hac ibadetinde yapılması

gereken en son amel, Beyt'i tavaf etmektir" anlamındaki sözü, bunu ifâde eder.
Sözü geçen ulemâya göre bu tavafı terk eden bir kimseye kurban lâzım gelir. Fakat
mikat sınırları içerisinde kalan memleketlerin halkı ile hayızlı ve nifâslı kadınlar bu
tavafı yapmakla mükellef değillerdir. Nitekim "Halka son varacakları yerin Beyt-i

[2341

Şerif olması emir buyuruldu. Yalnız hayızlı kadına ruhsat verildi. anlamındaki

hadis-i şerîf bunu açıkça ifade
etmektedir.

İmam Mâlik ile Dâvûd-ı Zâhirî'ye göre ise, veda tavafı sünnettir. Terkinden dolayı
herhangi bir ceza lâzım gelmez. Bu görüşte olan ulemâya göre eğer veda tavafı vâcib
olsaydı, o zaman hayızlı kadınlar için böyle bir kolaylık gösterilmezdi.
İbn Münzir'e göre ise bu hadis-i şerifte emredilidği için veda tavafı yapmak vacibtir,
fakat terkinden dolayı herhangi bir ceza gerekmez.

Sadece umre yapan bir kimseye veda tavafı gerekmez. Çünkü konumuzu teşkil eden
Ebû Dâvûd hadisinde veda tavafı yapması emredilen
kimseler hac yapmış olan.kimselerdir.

Ayrıca hac- yolculuğuna çıktığı halde yetişemediği için hac yapmaya muvaffak
olamayan bir kimseye de veda tavafı gerekmez. Çünkü bu durumda kalan kimseye
vacib olan sadece bir umre yapmaktır.

Veda tavafı için birisi istihbâb vakti diğeri de cevaz vakti olmak üzere iki vakit vardır.

a. Müstehab olan vakit, hacının yola çıkacağı vakittir. Binaenaleyh bir hacının veda
tavafını yola çıkacağı zamana kadar te'hir etmesi müstehabtır.

b. Caiz olan vakit ziyaret tavafı yapıldığı andan itibaren veda tavafı yapılabilir. Veda
tavafını yaptıktan sonra ikâmete niyyet etmeden Mekke'de bir süre ikâmet etmek veda
tavafının tekrarım gerektirmediği gibi Hanefîlere göre bu durumda kalan bir kimseye

her hangi bir ceza da gerekmez.^

84. Hayızlı Kadın tkaza Tavafından Sonra Mekke'yi Terk Edebilir Mi?

2003. ...Aişe (r.anhâ)'dan rivayet olunduğuna göre, Resülullah (s.a.)'e Safıyye bint

Huy ey' in hayızlandığı haber verilmiş. Resülullah (s.a.) de:

"İşte o bizi yolumuzdan alıkoyar." buyurmuştur, Bunun üzerine ashâb-ı kiram;

Ya Resülullah, o ifaza tavafını yapmıştı, diye cevap vermişler. Bunun üzerine



"Öyleyse (bizi yolumuzdan alıkoyacak) değildir" buyurmuştur.



Açıklama

Bu hadise Buhârî'nin rivayetinde "biz Peygamber (s. a.) ile birlikte hac yaptık.
Bayramın birinci günü ifaza tavafını yaptığımız zaman Safiyye hayızlandı. Resûl-i
Ekrem de Safıyye'ye yaklaşmak istiyordu. Bunun üzerine ben:

[2371

"Ya Resulullah, o hayızhdır, dedim" şeklinde anlatılmaktadır. J 1 Rivayete göre Hz.

Safıyye'nin ifaza tavafını yapmış olması Resûl-i Ekrem'in de bunu bilmesi gerekir.
Çünkü ifaza tavafını yapmadıkça bir hacı adayının eşine yaklaşması caiz
olmayacağına göre, Resûl-i Ekrem'in Hz. Safiyye'nin ifaza tavafını yaptığından emin
olmadıkça O'na yaklaşma teşebbüsünde bulunması düşünülemez. Buhârî'nin bu
rivayeti Resûl-i Ekrem'in Hz. Safıyye'nin ifaza tavafını yaptığı kanaatinde olduğunu
gösterir. Konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisi ise, Resûl-i Ekrem'in o gün Hz.
Safıyye'nin ifaza tavafını yaptığından habersiz olduğunu ifade ediyor. Her ne kadar bu
iki ifade arasında bir çelişki varmış gibi görünüyorsa da aslında böyle bir çelişki
yoktur. Çünkü Resûlullah (s.a.)'in Hz. Safiyye'ye yaklaşmak teşebbüsü diğer
zevcelerinin kendisinden veda tavafı yapmak için izin istemelerinden ve onlara bu
hususta izin vermesinden sonra olmuş; Resûl-i Ekrem diğer hanımlarının veda tavafı
istemeleri sebebiyle Hz. Safiyye'nin de onlarla birlikte veda tavafını yaptığım
zannetmişti. Fakat Hz. Aişe, Hz. Safıyye'nin hayızlı olduğunu söyleyince o zaman Hz.
Safıyye'nin ifaza tavafını da yapmamış olduğunu zannederek "öyleyse o bizi
yolumuzdan alıkoyacak" demek suretiyle hayızlanması sebebiyle ifaza tavafını
yapmayan bir kadının ifaza tavafını yapıncaya kadar Mekke'de beklemesi gerektiğini
ifâde etti. Daha sonra Hz. Aişe'nin Hz. Safıyye'nin ifaza tavafını yaptığım hatırlatması
üzerine "öyleyse yolumuza devanı edebiliriz" buyurdu. Hâdisenin aslı budur ve bu
şekilde cereyan etmiştir. Binaenaleyh bu olayı anlatan hadislerin ifadeleri arasında

T2381

herhangi bir çelişki veya aykırılık söz konusu değildir.

Bazı Hükümler

1. İfaza tavafı haccm rükünler indendir ve bu tavafın sahih olması için taharet şarttır.

2. Ulemânın ekseriyetine göre hayız görmekte olan bir kadın veda tavafı yapmakla
mükellef değildir. Fakat İbn Abbas'la Zeyd b. Sabit arasında bu konuda ihtilâf vardır.
Müslim'in Sahih'inde söz konusu ihtilâf şöyle anlatıyor:

Zeyd b. Sabit İbn Abbâs'a hitaben:

Sen hayızlı bir kadının son defa Beyt'-i şerifi tavaf etmeden yola çıkabileceğine fetva
vermişsin öyle mi? dedi. İbn Abbas da O'nâ şu cevâbı verdi:

"Eğer kabul etmiyorsan ensardan falan kadına soruver. Kendisine Resûlullah (s.a.)
bunu emretmiş mi (emretmemiş mi?)

Zeyt b. Sabit (meseleyi o kadına sorduktan sonra) gülerek İbn Abbas'm yanma geldi-
ve:

T2391

Senin doğrudan başka bir şey söylemediğini görüyorum, dedi.

Ömer b. el-Hattâb ile oğlu Abdullah b. Ömer (r.a.) ise hayızlı olduğu için vedâ tavafını
yapamayan bir. kadının temizlenip de veda tavafını yapıncaya kadar Mekke'de



beklemesi gerektiğini söylerlerdi. Fakat sonradan bu görüşlerinden döndüler. Tâvûs'un
rivayetine göre İbn Abbâs ifaza tavafım, yapan hayızlı kadınların veda tavafını
yapmadan memleketlerine dönebileceklerini söyledi ve; "İbn Ömer önceleri aksi

[2401

görüşte idi, fakat sonradan bu görüşündefe döndü" derdi.

1 İmam Şafiî'ye göre İbn Ömer (r.a.) önceleri veda tavafı yapamayan hayızlı
kadınların vedâ tavafını yapıncaya kadar Mekke'de beklemeleri gerektiği görüşünde
idi, fakat sonraları sözkonusu kadınların veda tavafını yapmadan memleketlerine
dönebileceklerine dâir Resûl-i Ekrem'in izni bulunduğunu öğrenince bu görüşünden
vazgeçmiştir.

Hanbelî ulemâsından İbn Kudâme "Hayız görmekte olduğu için veda tavafını
yapmadan yola çıkan bir kadın daha Mekke'nin kenar semtlerindeki evleri ve binaları
geçmeden hayızdan kurtulacak olursa, derhal döner veda tavafını yapar, eğer dönmeye
imkân bulamazsa yoluna devam eder. Fakat özürsüz olarak geri dönmek istemezse, o

[2411

zaman kendisine kurban kesmek gerekir. " J 1 demiştir.

İfaza tavafını yapmadan hayızlanan bir kadın, temizlenip de ifaza tavafını yapmadıkça
memleketine dönemez. Vasıta sahiplerinin, bu durumda kalan kadınlar için yolculuğu
te'hir etmeleri üzerlerine vacib değilse de böyle bir iyiliği esirgemeleri uygun bir
davranış değildir.

Her ne kadar Bezzâr'm Câbir'den rivayet ettiği bir hadiste "iki amir'in tebeasma emir
verme yetkisi yoktur. İçerisinde hayızlandığı için ifaza tavafı yapamayan bir kadın
bulunan kafile mensupları bu kadın hakkında istişarede bulunmadıkça ve onun iznini
almadıkça yola çıkamazlar; cenaze namazını kılan bir kimse cenaze sahiplerinden izin

T2421

almadıkça evine dönemez" J 1 buyuruluyorsa da Bezzâr bu hadisin sahih olmadığını

söylemiştir. Ayrıca Bezzâr'm bu hadisinde geçen "yola çıkamazlar" sözü o kadını
beklemenin vacib olduğuna delâlet etmez. Çünkü vedâ tavafını yapan kimselerin
memleketlerine dönmeleri haram değildir. Ancak mürüvvet (insanlık) bu kadını
beklemeyi gerektirir. Ayrıca bu hadisin senedi çok zayıftır. İmam Mâlik Muvatta'da
bu durumda olan bir kadının en uzun hayız müddeti kadar beklenmesi gerektiğini
söylemişse de, bu görüş, kafileyi eşkıyaların saldırılarına maruz bırakmak gibi bir

[2431

takım tehlikeleri davet edeceği gerekçesiyle tenkid edilmiştir.

2004. ...el-Hâris b. Abdillah b. Evs'den; demiştir ki: Ben Ömer b. el-Hattâb'a varıp
kurban (bayramının birinci) günü Beyt'i tavaf ettikten sonra hayızlanan bir kadım(n
durumunu) sordum da;

(Mekke'deki) en son vakti Beyt'te (orayı tvaf etmekle geçmiş) olsun; diye cevap verdi.
(el-Velid b. Abdurrahman) dedi ki: el-Haris (Hz, Ömer'e hitaben);
Resûlullah (s. a.) de bana böyle fetva vermişti, deyince Ömer (r.a.);
"Ellerin(e isabet edecek musibetler) sebebiyle organların dökülsün (e mi? Demek) sen,
Resûlullah (sa..)'e sorduğun bir şeyi ona aykırı fetva vermem için (bir de) bana sordun

[2441

(öyle mi?) diye karşılık verdi.

Açıklama



Metinde geçen "kendi ellerinle işlediğin hatalar yüzünden yahut eline isabet edecek



musibetler sebebiyle ellerin dökülsün" gibi mânâlara gelen "eribte..." sözü aslında bir
beddua ise de burada hakiki mânâsında kullanılmamış, sadece muhatabının hatalı
olduğunu ifâde etmek maksadıyla kullanılmıştır.

Hz. Ömer'in muhatabını suçlamasını sebebi onun Resûl-i Ekrem'e sorup da fetvasını
aldığı bir meseleyi tutup bir de Hz. Ömer'e sormuş olmasıdır. Gerçekten Hz. Ömer'in
Resul-i Ekrem'in bu meselelere verdiği fetvayı bilmeden ona aykırı bir fetva vermesi
son derece tehlikeli olurdu. İşte Hz. Ömer'in muhatabını metinde geçtiği şekilde

azarlamasının sebebi budur.



Bazı Hükümler



Bu hadis, "veda tavafı hayızh kadınlar için de vacıbtır diyen Sevrı gibi bazı ılım
adamlarının delilidir. Ancak bu hadis 2003 numaralı hadisle "Ummu Süleym kurban
bayramı günü ifaza tavafını yapınca hayızlanmıştı. Resûlullah (s. a.) kendisine

memleketine dönmesi için izin verdi" anlamındaki hadis tarafından

neshedilmiştir. Nitekim "Her kim Beytullâhı haccederse, onun hac devresinin sonu
Beytullah(a veda tavafı) ile olsun. Ancak hayız gören kadınlar müstesnadır. Resûlullah
(s.a.) onlar(m veda tavafını yapmadan Mekke'den ayrılmalann)a ruhsat
[2471

vermiştir. " J 1 anlamındaki hadis-i şerifde bunu ifâde eder. Bu gerçeği ifade eden

daha pek çok hadis-i şerif varsa da bu hadisler Hz. Ömer'e ulaşmamış olacak ki hayızh
kadınların veda tavafını yapmadan Mekke'den ayrılamayacaklarına dâir fetva vermiş.
r2481



85. Veda Tavafı

83. bab başlığı ile bu bab başlığı arasındaki fark; orada veda tavafı yapılması emri söz
konusudur, burada ise Hz. Peygamberin bi'l- fiil veda tavafı yaptığı anlatılmaktadır.

Bu sebeple Ebû Dâvûd konuya iki ayrı bab'ta ele almıştır.

2005. ...Aişe (r.anha)'dan; demiştir ki: Umre için Ten'im'den ihrama girdim ve
Mekke'ye gelip umremi edâ ettim. Resûlullah (s.a.) de beni el-Abtah (denilen yer)de
beklemekte idi. Nihayet ben (umremi) bitirince yola çıkmak için halka emir verdi ve

gelip Beyt'i tavaf etti. Sonra (Mekke'den Medine'ye doğru yola) çıktı.
Açıklama

Daha önce de ifade ettiğimiz gibi aslında Hz. Aişe Veda Haccı yılında
Zulhuleyfe'de umre için ihrama girmişti. Fakat Serîf denilen yere vardıkları zaman
hayızlandığı için Resûl-i Ekrem'in emriyle umresini feshederek hac için ihrama girdi.
Nihayet usulü dairesinde haccmı edâ edince bir de umre yapmak için Resûl-i Ekrem'-
den izin istedi. Resûl-i Ekrem de Hz. Aişe'nin umre yapmasına izin verdi, Ten'im'e
gidip oradan ihrama girmesini sağlamak ve Hz. Aişe'nin yanında gitmek üzere de
kardeşi Hz. Abdurrahman'ı görevlendirdi. İşte hadiste geçen Hz. Aişe'nin umresinden
maksat, bu umredir. Biz Hz. Aişe'nin bu umresi ile ilgili görüşleri 1778 numaralı



hadis-i şerifte açıklamış bulunmaktayız. ^ - ^
Bazı Hükümler

1. Harem sınırları içerisinde bulunan bir kimse umre yapmak istediği zaman ihrama
girmek için harem sınırları dışına çıkar.

2. Bir hacının Mekke içerisinde yapacağı en son amel veda tavafı olmalıdır.

3. Hac menâsikini bitiren bir kimse memleketine dönmekte acele etmelidir.

4. Kafile reisi hacc arkadaşlarının rahatını gözetmeli, gerektiği zaman memlekete
dönmeyi te'hir etmekte tereddüd etmemelidir.

5. Hac görevini ifa eden bir kimse isterse yeniden ihrama girip istediği kadar umre
yapabilir.

2006. ...Aişe (r.anhâ)'dan; demiştir ki: Ben (Minâ'dan) son ayrılışta onunla -yani
Peygamber (s.a.) ile- birlikte idim. Muhassab'a indi.

Ebû Dâvûd dedi ki (bu hadisin râvisi Muhammed) İbn Beşşâr (burada) bir önceki
hadiste geçen Hz. Aişe'nin Ten'im'e gönderilmesi olayını anlatmadı (ve rivayetine
şöyle devam etti):

Hz. Aişe dedi ki; Ben Peygamberin yanma gecenin sonunda gel(ebil)dim. Bunun
üzerine ashabına hemen yola çıkılacağını bildirdi, kendisi de yola çıkıp sabah
namazından önce Beyt'e uğradı (ve Medine'ye doğru yola) çıkacağı sırada onu tavaf

[2531

etti, (tavaftan) sonra da Medine'ye doğru yola çıktı. J

Açıklama

Aslında bu hadis-i şerif bir önceki hadis-i şerifin aynısıdır. Fakat musannif Ebû
'Davud'un da dediği gibi hadisin Râvîsi İbn Beşşar bir önceki hadiste anlatılan Hz.
Aişe'nin; "Hz. Peygamberle birlikte Minâ'dan ayrılışı ve umreden sonra Hz.
Peygamber rin yanma gelişi" ile;ilgili sözlerini nakletmekle yetinmiştir. Metinde
geçen "Muhassab" kelimesi "taşlı ve çakıllı yer" anlamına gelir. Burası Mekke ile
Minâ arasında bir yerdir. Geniş ve düz bir arazi olduğu için buraya el-Ebtah da denir.
[254]



Bazı Hükümler

1. Harem sınırları içerisinde bulunan bir kimse umre yapmak istediği zaman ihrama
girmek için harem sınırları dışına çıkar.

2. Minâ'dan ayrılırken "Muhassab" ya da "Ebtah" denilen araziye inip geceyi orada
geçirmek sünnettir.

3. Bir hacının Mekke'de yapacağı en son amel veda tavafı olmalıdır.

4. Resül-i Ekrem Efendimiz gerek zevcelerine ve gerekse ümmetinin diğer fertlerine

son derece merhametli idi.^~^



2007. ...Abdurrahman b. Târik, annesinden naklen haber verdiğine göre Resûluüah



(s. a.) Ya'lâ yurdundan bir yeri geçince -(ki bu hadisi Abdurrahman'dan naklen rivayet
eden) Ubeydullah bu yeri(n ismini) unutmuştur- Beyt'e dönüp dua etmiştir.

Açıklama

Resûl-i Ekrem veda tavafını yaptıktan sonra Ya'lâ yurdu denilen yere gelince kıbleye
dönüp dua edermiş. Metinde bu olay "Ya'lâ yurdundan bir yeri geçince dua ederdi"
anlamına gelen kelimelerle ifâde edilmişse de metnin aslı "Ya'lâ yurduna gelince"
şeklindedir.

Resûl-i Ekrem'in veda tavafını yaptıktan sonra Medine'ye dönerken Ya'lâ yurdunda
dua ettiği bu yerin, duanın makbul olduğu yerlerden birisi olduğu muhakkaktır. Fakat
râvi buranın neresi olduğunu unuttuğu için isim verememiştir. Aynı hâdiseyi İbn
Hacer de el-İsâbe isimli eserinde zikretmiş fakat o da bu yerin ismini vermemiştir.

izm



Bazı Hükümler



Veda tavafından sonra Beyt-i Şerife yönelerek dua etmek mustehabtır. 1898
numaralı hadis-ı şerifte de açıkladığımız gibi mültezem Resûl-i Ekrem'in dua etmek
için çok önem verdiği yerlerden biridir. 1898 numaralı hadis-i şerifin şerhinde de

T2581

Resûl-i Ekrem'in özellikle dua etmek için önem verdiği yerleri açıklamıştık.- 1 1



86. El-Muhassab'da Konaklamak



2008. ..Aişe (r.anhâ)'dan; demiştir ki: Resûlullah (s. a.) sadece (Medine'ye dönüşte
yola) çıkmak için daha kolayına geleceğinden dolayı (Minâ'dan Mekke'ye gelirken)
Muhassab'a inmiştir. (Muhassab'a inmek aslında) sünnet değildir. İsteyen orada iner,

istemeyen de inmez.



Açıklama



Muhassab Mekke ile Minâ arasındaki vadinin iki dağ arasındaki genişçe bir sahasının
adıdır. Taşlı ve çakıllı olduğu için bu isim verilmiştir. Buraya Hasbe, Mahsab, Ebtah,
Bethâ isimleri de verilmiş olduğunu da belirtelim. Veda Haccmda Fahr-i Kâinat
Efendimiz, Zilhicce'nin ondördünde Minâ'daki hacla ilgili görevlerini ifâ edince
Mekke'ye doğru yola çıkmıştı. Ertesi gün Mekke'den Medine'ye gitmek üzere hareket
edeceği için istirahat maksadıyla geceyi burada geçirmeye karar verdi. Bu sayede yol
hazırlıklarını tamamlayamayanlar, yol hazırlığını tamamlama imkânını buldular. Aynı
zamanda geceyi orada istirahatla geçirdikleri için hem seher vaktinde uyanmak ve
geceyi ihya etmek imkânını hem de ertesi günü hep birlikte yola çıkma imkânını
buldular. Ulemâdan bazılarına göre Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin geceyi
orada geçirmesi ilk zamanlarda ibâdetlerini gizli gizli yaparken şimdi açıktan ibadet
edebildiğine ve müşriklerin İslâmiyeti söndürmek azminde bulunmalarına rağmen,
Allah'ın bu dini muzaffer kılmasına şükür içindir.

Hattâbî'ye göre ise, Minâ'dan dönerken Muhassab'da bir müddet kalmanın hac



ibadetiyle hiç bir ilgisi yoktur. Çünkü metinde geçen "Muhassabb'a inmek sünnet
değildir" anlamındaki cümle bunu ifâde etmektedir. [^0]

Bazı Hükümler

Nefr gününde Minâ'dan Mekke'ye gelirken geceyi Muhassab demlen yerde geçirmenin
hac ibadetiyle her hangi bir ilgisi yoktur. Hz. İbn Abbâs ile Hz. Aişe, Esma bint Ebû
Bekr ve Urve b. Zübeyr bu görüştedirler. Sözü geçen sahâbîlere göre Resul-i Ekrem'in
Mekke'ye dönerken geceyi Muhassab'da geçirmesi tesadüfidir, hac ibadetiyle bir ilgisi
yoktur. Dört mezhebin imamlarına göre ise, Resûl-i Ekrem'in fiiline uymak yönünden
Minâ'dan Mekke'ye dönerken geceyi Muhassab'da geçirmek sünnettir. Çünkü Hz. Ebû
Bekir Hz. Ömer ve Hz. Osman bu sünnete uymuşlardır. Gerçekten Ahmed b.
Hanbel'in Müsned'indeki bu konuyla ilgili hadis-i şerifler de bu görüşü te'yid

etmektedir.



2009. ...Süleyman b. Yesâr dedi ki; Ebû Râfı' şöyle demiştir:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Ebtah'a inmemi emretmedi. Fakat ben çadırını
(oraya) kurmuştum. (O da gelip) oraya indi.

(Bu hadisi Ebû Davud'a nakleden râvilerden) Müsedded (şu cümleyi de) rivayet etti.
Ve (Ebû Râfı) Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin eşyasını korumakla görevli idi.
(Diğer râvi) Osman da (Süleyman'ın rivayetine) "Ebtah'a (inmemi emretmemişti)"

sözünü ilave etti.^



Açıklama



Veda Haccmda Resûl-i Ekrem'in eşyasını korumakla görevli olan Ebû Râvi' bu
ifadesiyle Resûl-i Ekrem'in, çadırının oraya kurulması hususunda kendisine bir emir
verilmediğim ifade etmek istiyor. Fakat Resûl-i Ekrem'in birgün önce "İnşallah yann

da Beni Kinâne vadisinde olurum," dediğini işiterek Resûl-ü Ekrem'in bu te-
mennisini gerçekleştirmek arzusuyla kafileden önce varıp onun çadırım Ebtah'a
kurmuş daha sonra da Resûl-i Ekrem Efendimiz gelip Ebtah'a inmiştir.
Hadisin senedinden de anlaşılacağı gibi bu hadis musannif Ebû Dâvûd'a üç ayrı râvi
tarafından ulaştırılmıştır. Bu râvi'lerin rivayetleri arasında tam bir benzerlik ve birlik
vardır. Fakat Müsedded'in rivayetinde fazla olarak: "Ebû Râfi Hz. Peygamberdin
eşyasını korumakla görevli idi," cümlesi, Osman b. Ebî Şeybe'nin rivayetinde de,
Resûlullah (s. a.) Ebtah'a inmemi emretmedi" anlamına gelen bir cümle bulunmaktadır.
[2641



Bazı Hükümler



Nefir (Minâ'dan Mekke'ye dönüş) günü Muhassab denilen düzlüğe inmek
meşrudur. (Muhassab'a inmenin hükmü hakkındaki görüşler bir önceki hadisin

şerhinde geçmiştir).



2010. ...Usâme b. Zeyd (r.a.)'den; demiştir ki: (Veda) Haccmda;
Ya Resûlullah yarın nerede konaklayacaksın? diye sordum da;

"Akîl bize (Mekke'de içinde barınabileceğimiz) bir ev mi bıraktı?" cevabını verdi.
Sonra; "(Yarın) Beni Ki nane Hayf ina (yani) Kureyş'in küfür üzerinde (kalmak üzere)
antlaştığı yere yâni Muhassab'a ineceğiz" buyurdu. Bu (antlaşma) Kinâne oğullarının
Haşîm oğullan ile evlenmemek, onları (aralarında) barındırmamak ve onlarla alış veriş
yapmamak üzere Kureyşle yaptığı antlaşmadır. (Bu hadisin râvilerinden) Zührî dedi

ki: (Beni Kinâne) Hayf(mdan maksat, Muhassab denilen) vadidir.
Açıklama

Hafız İbn Hacer bu, hadisle ilgili görüşlerini açıklarken şunları söylüyor: "Bu hadis-i
şerifte söz konusu edilen evden maksat, Hâşim b. Abd-i Menafin evidir. Hâşim
öldükten sonra bu ev oğlu Abdülmuttalib'e kaldı. Abdulnıuttalib de çocukları arasında
taksim etti. Resûl-i Ekrem de babası Abdullah'ın mirasım aldı ve burada dünyaya

geldi. Buhârî' nin bir rivayetinde de bu hâdise şu anlama gelen cümlelerle

rivayet edilmiştir: "Peygamber (s. a.) kurban bayramının birinci gününün ertesi günü,

"yarın Kinâne oğullan yurdunda konaklayacağız" buyurdu. Buhârî'nin bu
rivayeti, söz konusu hâdisenin Veda Haccmda olduğunu gösterir. Fakat Buhârî'nin
diğer bir rivayetinde ise, Resûl-i Ekrem'in, bu sözü Mekke'nin Fethi sırasında

söylediği yine Buhârî'nin diğer bir rivayetinde de Resûl-i Ekrem'in bu sözü

[2701

Huneyn gazvesine çıkarken söylediği ifâde ediliyor. Bütün bu rivayetlerde hadi-
senin tarihine ait verilen bilgilerin farklı oluşu bu rivayetler arasında bir çelişki
bulunduğunu değil, bu hadisenin ayrı ayrı zamanlarda tekerrür ettiğini gösterir.
Metinde geçen "Akîl bize bir ev mi bıraktı?" cümlesi Resûl-i Ekrem Medine'ye göç
edince babasından kalan evinin amcası Ebû Tâlib'in oğlu Akîl'e intikal ettiğine delâlet
eder. Çünkü Resûl-i Ekrem Medine'ye göç ettiği zaman bu evin mülkiyeti Ebû Tâlib'in
henüz İslâm'a girmemiş bulunan iki oğlu Tâlib ile AkîTm .elinde idi. Çünkü Ebû Tâlib
vefat edince Hz. Alî ile Cafer Müslüman oldukları için Ebû Tâlib'in malına vâris
olamadılar. Böylece bu evin mülkiyeti Ebû Tâlib'in diğer iki oğlu Tâlib ile Akîl'in
T2711

eline geçmişti. 1 1 Fakat daha sonra Tâlib Bedir Muharebesinde ölünce bu evin tek

mâliki Akîl oldu. Resûl-i Ekrem Akîl'in gönlünü kazanmak için evin mülkiyetini
tamamen O'na bıraktı, o da bunu başkalarına sattı. Resûl-i Ekrem câhiliyye döneminde
yapılan bazı tasarrufların geçerli olduğunu göstermek maksadıyla Akîl'in bu satışını

geçerli kıldı. ^22d

Fâkihî'nin beyânına göre ise, bu ev Akîl'in, vefatından sonra çocukları tarafından
yüzbin dinar karşılığında Haccâc-ı Zâlim'in kardeşi Muhammed b. Yûsuf a satılmıştır.
r2731

Metinde geçen Kinâne oğullarıyla Kureyş müşrikleri arasında müslümanlar aleyhine
yapılan andlaşma, başta Ebû Tâlib olmak, üzere Haşimî-lerin ve Muttalib oğullarının
Beni Hâşim mahallesinde Resûl-i Kibrîyânm hatırı için toptan mahsur kaldıkları
zamana rastlar. Beni Hâşim mahallesindeki bu muhasara meselesi İslâm Tarihinin en
acıklı bir faslını teşkil eder. Yapılan bu kâfırâne ve zalimane muahede mucibince hiç



bir satıcı Benî Hâşim mahallesine bırakılmıyordu. Mahsurlar yiyecek, içecekten ve her
nevi hayatî ihtiyaçlardan mahrum bir halde bırakılmıştı. Aradan aylar, seneler geçtiği
halde mahsurlara merhamet sahibi bir ferd uğramamıştı. Çocukların, kadınların
açlıktan feryad ve figanı Mekke şehrini sarsıyordu. Fakat bu merhametsiz Kureyşîler
bir türlü insafa geliniyorlardı. İslâm tarihi bu acıklı günlerin pek çok facialarım kayd
eder.

İşte Resûl-i Zişân Efendimizin Minâ'dan hareket etmezden evvel "inşallah yarın, yani
öbür gün Beni Kinane yurdu olan Muhassab'a ineceğiz" buyurmaları ve muhteşem bir
hac kafilesi ile oraya varmaları aziz ve muh-tekim'olan Allah'ın yüce kudretinin
Habib-i Ekrem'i hakkındaki yeni bir tecellisi idi.

Buhârî şârihi Aynî, Kureyş ile Beni Kinâne arasında yazılan bu vesika-i zalimane
hakkında şu tafsilâtı verir.

Bu uğursuz sahifeyi yazan Mansur b. İkrime idi. En sonunda eli çolak olmuştu.
Zübeyr b. Ebî Bekr'in Ensab'mda Bağız b. Amir olmak üzere kaydedilmiştir. Kelbî de
Mansûr b. Amir'dir demiş, Siyer kitablarında bu sahifeyi Kabe'nin içine astıkları ve
İlân-i Nübüvvetin yedinci senesi Muharrem ihtidasında Ebû Tâlib mahallesinden
Hâşimîlerin ve Muttalibî-lerin muhasara edildiği bu dilsûz muhasaranın üç sene
devam ettiği bildiriliyor. Sonra Cenab-ı Hak Habibi Edibini o sahifenin sön hâline
muttali kılmıştır. Şöyle ki; Kabe duvarında asılı bulunan bu sahifeye Cenab-ı Hak bir
kurt musallat kılmış, onda yazılı ne kadar mekruh fıkralar ve kelimeler varsa onları
sildirmiştir. Yalnız onda lâfzatullah gibi mukaddes kelimeler kalmıştır. Bu vak'ayı
Resûl-i Ekrem amcaları Ebû Talibe söylemiş ve Ebû Talib de Kureyş'e tevcih-i hitab
ederek demiştir ki; "Benim'kardeşimin oğlu bana karşı iltizam ettiği doğru bir lisan ile
demiştir ki; Allah sizin Kabe'deki sahifenize bir kurt musallat etmiştir. Ondaki zâlim
kelimeleri o kurt silmiştir. Yalnız ismullah kalmıştır. Kabe'ye gidiniz, bakınız eğer
kardeşim oğlu doğru ise, bu zulmünüzü, kötü düşüncelerinizi bırakınız; eğer kardeşim
oğlu yalan çıkarsa, ben onu size takdim edeyim, ister öldürünüz ister diri bırakınız."
Gittiler, baktılar Resûl-i EKrem'in ihbarı bir hakikat olarak tecelli etti. Ellerindeki o
sahife yere düştü, kendileri de başlarım yere eğdiler. Hâdise yıldırım sür'atiyle Mekke
içine yayılmıştı. Bu defa da Kureyş Reisleri Beni Hâşim hakkında yaptıkları bu cevr-ü
zulümden dolayı bir birlerini muahezeye başlamışlardı. Bunlardan Mutim b. Adiyy b.
Kays, Zem'a b. Esved, Ebü'l-Buhturî, İbn Hâşim, Zuheyr b. Ebî Ümeyye silahlanıp
Benî Haşim ve Beni Abdulmüttalibe vardılar. Herkesin serbest evlerine dağılmalarını
emrettiler. Şı'b-ı Ebû Tâlib'den mahsurların halâs ve hurucu nübüvvet-i Ahmediye'nin

[2741

onuncu yılma tesadüf etmişti ve muhasara üç sene devam etmişti.

[2751

Bu hadisle ilgili görüşler 1208 numaralı hadiste geçmiştir.

2011. ...Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre, Resûlullah (s. a.), Minâ'dan
(Mekke'ye) dönmek istediği zaman "inşallah yarın (Muhassab'da) konaklarız"
buyurmuştur (Hz. Ebû Hureyre bu rivayetine devamla bir önceki hadisin) aynısını
nakletmiş (fakat bir önceki hadisin) baş tarafını (teşkil eden cümleleri) ve (Hayf

vadidir" (cümlesini) rivayet etmemiştir.



Açıklama



Nefr (dönmek) kelimesinden Minâ'dan hacla ilgili görevleri bitirdikten sonra veda
tavafı yapmak üzere Mekke'ye dönmektir. Bilindiği gibi memleketlerine acele dönmek
durumunda olanlar bayramın üçüncü (Zilhicce'nin onikinci) günü cemrelere taşlan at-
tıktan sonra Mekke'ye dönebilirler. Acelesi olmayan kimseler Zilhiccce'nin onüçüncü
günü de Minâ'da kalıp cemrelere taşları attıktan sonra Mekke'ye dönerler. Zilhicce'nin
onikinci günü güneş batmadan Minâ'dan ayrılıp Mekke'ye dönmeye "Nefr-i evvel"
yani "birinci dönüş" denir. 1905 numaralı hadis-i şerifte de açıklandığı gibi Fahr-i
Kâinat Efendimizin Veda Haccmda Minâ'dan Mekke'ye dönüşü bayramın dördüncü
gününde olmuştur. Binaenaleyh konumuzu teşkil eden hadiste söz konusu edilen Mi-
nâ'dan Mekke'ye dönüş "nefr-i sâni - ikinci dönüş" denilen ve Zilhicce'nin onüçüne
rastlayan dönüştür.

Bu hadis bir önceki hadisin bir benzeridir. Ancak bir önceki hadiste geçen Hz.
Usâme'nin; "Ya Resûlullâh yarın nerede konaklayacaksın?" anlamındaki sorusu,
Resûl-i Ekrem'in de Ona: "Akil bize bir ev mi bıraktı?" ki diye verdiği cevap bir de;
"Hayf vadidir" cümlesi bu hadiste yoktur. Bu hadisle ilgili açıklama bir önceki hadis-i
[2771

şerifte verilmiştir. J 1

2012. ...Nâfı'den rivayet olunduğuna göre İbn Ömer (Minâ'dan Mekke'ye dönerken)
Bathâ'dan birazcık uyur, sonra Mekke'ye girerdi ve Resûlullâh (s.a.)'m da böyle

■■ i i- T2781
yaptığını söylerdi.- 1 1

Açıklama

îbn Ömer (r.a.) Zilhicce'nin onüçüncü günü minâ'da Cemrelere taş attıktan sonra
Mekke'ye dönerken Bathâ'ya uğrar, yatsı namazından sonra bir süre orada uyur
bilahare Mekke'ye gelirmiş ve Resûl-i Ekrem'in sünnetine uymak için böyle yaptığım
söylermiş. Bu hadis Minâ'dan dönerken gecenin bir kısmım yâ da tümünü Bathâ'da
(Muhassab'da) geçirmenin sünnet olduğunu söyleyen cumhur-ı ulemânın delilidir. Bu

T2791

konuda diğer ulemânın görüşleri için 2008 numaralı hadisin şerhine bakılabilir. J 1

2013. ...Nâfi'in, İbn Ömer'den rivayet ettiğine göre Peygamber (Minâ'dan Mekke'ye
dönerken) öğle, ikindi, akşam ve yatsıyı Bathâ'da kılmış (orada bir süre) uyuduktan

T2801

sonra Mekke'ye girmiştir. İbn Ömer de böyle yaparmış.- 1 L

Açıklama

Batiıâ, Mekke ile Minâ arasındaki vadinin iki dağ arasında kalan genişçe bir sahasının
adıdır. Burası taşlı ve çakıllı bir yer olduğundan Muhassab ismini aldığı gibi Hasbe,
Mahsab ve Ebtah isimleriyle de anılır.

Bu hadis-i şerif veda tavafı yapmak üzere Minâ'dan Mekke'ye hareket eden hacıların
Muhassab denilen vadiye uğrayıp gecenin bir kısmını ya da tümünü orada

[981 1

geçirmelerinin sünnet olduğunu söyleyen cumhur-ı ulemânın delilidir. 1



Bazı Hükümler



Veda tavafı yapmak için Minâ'dan Mekke'ye hareket eden bir hacmin Muhassab denen
vadide konaklayıp öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını orada kılarak geceyi orada
geçirmesi sünnettir. Daha önce de açıkladığımız gibi cumhur-ı ulema bu görüştedir.

Diğer ulemânın görüşleri için 2008 numaralı hadisin açıklamasına bakılabilir.

87. Hacla İlgili Görevler Arasında Takdim Te'hirde Bulunanlar

2014. ...Abdullah b. Amr b. el-As (r.a.)'dan; demiştir ki: Re-sûlullah (s. a.) Veda
Haccırlda halk(m bilmediklerini) kendisine sormaları için Minâ'da durdu. Derken bir
adam gelip:

Ya Resûlallah ben bilemedim (yanlışlıkla kurbanı) kesmeden tıraş oluverdim, dedi.
Resûlullah (s.a.) de:

"(Kurbanını) kes, zararı yok", buyurdu. Bir başka adam daha geldi. (O da);

Ya Resûlullah, hiç anlayamadım taş atmadan kurbanı kesiver-dim, dedi. (O'na da):

"At, zararı yok," buyurdu.

O gün kendisine (sırasından) öne alman veya geriye bırakılan, (hacla ilgili) ne

T2831

sorulduysa, (hepsine) "yap, zararı yok" diye cevap verdi r 1



Açıklama



Metinde geçen "kes, zararı yok" cümlesi "sen bir kurban daha kes, daha önce bir
kurban kesmiş olmanın bir zararı yoktur." manasında değil "senin kurbanı tıraştan
önce kesmiş olmanm bir zararı yoktur. Kurbanı bu şekilde kesmen de yeterlidir" anla-
mında kullanılmıştır. "At, zararı yok" cümlesi de böyledir. Ancak Müslim'in
rivayetinde "at, zararı yok" cümlesinden önce "Ben taşlarımı atmadan Beyt-i Şerife
giderek ifaza tavafını yapmıştım" cümlesi vardır. İmam Ahmed'in Müsned'inde ise bu

T2841

cümle "taşlan atmadan önce tıraş olmuştum" şeklinde rivayet olunmuştur.

Bütün bu rivayetler göz Önünde bulundurulunca konumuzu teşkil eden bu hadis-i
şerifte dört meselenin söz konusu edildiği anlaşılıyor:

1. Bayramın birinci günü yanlışlıkla kurbanı kesmeden tıraş olmak,

2. Akabe Cemresine taşları atmadan kurban kesmek,

3. Taşları atmadan önce tıraş olmak,

4. Taşlan atmadan önce ifaza tavafını yapmak. Bilindiği gibi hacla ilgili bu fiillerin
sırası şöyledir:

1. Bayramın birinci günü önce Akabe Cemresine yedi taş atılır.

2. Sonra kurban kesilir,

3. Kurbandan sonra da tıraş olunarak ihramdan çıkılmış olur.

4. Sonra da Mekke'ye gidilip ifaza tavafı yapılır.

Görülüyor ki, Resül-i Ekrem'e yöneltilen bütün sorular bu sıranın bozulmasıyla
ilgilidir. Fahr-i Kâinat Efendimiz bu soruların hepsine olumlu cevap vermiş, hepsine
de "bu sırayı bozduğundan dolayı bu amellere bir noksanlık gelmediği gibi bu yüzden
herhangi bir ceza da lâzım gelmez" anlamında "zararı yok" buyurmuştur.
Hadis-i şerifte söz konusu edilen bütün bu fiiller bayramın birinci gününe ait fiillerdir;
Bu fiilleri yaparken, aralarındaki sıraya uygun olarak yapmak İmam Ebû Yûsuf ile



îmam Muhammed ve Şafiî ile Ahmed'e göre sünnettir. Terkinden dolayı fidye lâzım
gelmezse de küçümseyerek terk eden günahkâr olur.

Ulemânın büyük çoğunluğuna göre ise, bu sırayı terk etmekte herhangi bir sakınca
yoktur. Binaenaleyh bu sırayı terk eden kimse günahkâr olmadığı gibi kendisine
herhangi bir keffaret de gerekmez. Biz bu konuda 1981 numaralı hadis-i şerifin

açıklamasında ayrıntılı bilgi vermiş bulunmaktayız. 1 1

2015. ...Usâme b.Şerik'^^den; demiştir ki: Hacca niyet ederek Peygamber (s.a.)'le
birlikte (yola) çıkmıştım. Halk, (Müşkillerini sormak üzere) onun yanma geliyordu.
Birisi:

Ya Resûlullah, sa'yi (bayramın birinci günü ifaza) tavaf(m)dan önce yapmışım, yahut
da (hacla ilgili falan) şeyi (sırasından) önce (falan) şeyi de (sırasından) sonra
yapmışım; dedi (Hz. Peygamber bunlara cevaben:)

"Zararı yok, zararı yok, ancak bir müslümanm şerefine arkasından haksızca dil uzatan
kimse müstesna; (böylesi) günah işleyen ve helak olan bir kimsedir" diye cevap verdi.
r2871



Açıklama

Metinde geçen "sa'yı (ifaza) tavaf(m)dan Önce yapmışım" cümlesi sadece burada
vardır. Bu cümle senedde bulunan Cerîr'in eş-Şeybânî'den naklettiği garib
birrivâyettir. Daha sağlam râvilerin rivayetlerinde Resûl-i Ekrem'e yöneltilen sorular,
buradaki gibi ifaza tavafından önce yapılan sa'yle ilgili olmayıp, sıralan bozulan taş
atma, kurban kesme ve tıraş olma fiilleriyle ilgilidir. Nitekim bir önceki hadis-i
şerifteki soru da kurban kesmeden önce tıraş olmanın hükmüyle ilgilidir. Beyhakî'nin
de dediği gibi şayet Ebû Davud'un bu rivayetinin diğer rivayetlerden daha sahih
olduğu kabul edilecek olursa, o zaman bu sorunun kudüm tavafından sonra ve ifâza
tavafından önce sa'y yapan bir kimsenin durumu ile ilgili olması gerekir.
Hac fiillerinin sırasına uymanın hükmünü 1981 numaralı hadis-i şerifte açıklamış

bulunmaktayız. - ^



88. (Sadece) Mekke(De Helal Olan Şeyler)

T2891

2016. ...el-Muttalib b. Ebî Vedâa dan rivayet olunmuştur ki, kendisi Peygamber

sallallahu aleyhi ve sellemi (Beyt-i şeriften) Beni Sehm kapısına doğru uzanan bir
yerde önünden halk geçmekte iken ve Beyt-i Şerif ile kendisi arasında bir sütre de

olmadığı halde namaz kılarken görmüştür.

Süfyan ise (bu hadisi) "Onunla Kabe arasında bir sütre yoktu" (şeklinde) rivayet etti.
Süfyan diğer bir rivayetinde de dedi ki: îbn Çüreyc (bu hadisi) bize Kesîr'den rivayet
etti ve dedi ki: "Bize (bu hadisi) Kesir, babasından (Kesir b. el-Muttalib'den) rivayet
etti. (Kesîr'in) kendisine sordum; "Ben bunu babamdan duymuş değilim. Fakat aile

r2911

halkımın birisinden duydum. O da dedemden (duymuş)" diye cevap verdi.



Açıklama



Bu hadis, el-Mescidu'l-Harâm içerisinde bulunan bir kimsenin Kabe'yi tavaf eden
kimseler önünden geçerlerken

sütresiz olarak namaz kılmasının, dolayısıyle Harem-i Şerifte namaz kılan bir
kimsenin önünden geçmenin caiz olduğunu ifade etmektedir. Şafiî, ule-mâsıyla
Hanbelî ulemâsı bu görüştedirler. Nitekim İmam Ahmed'e "bir kimse Mekke'de önüne
bir sütre dikmeden namaz kılabilir mi?" diye sorulmuş da:

Orada bir kimse Kabe'yi tavaf edenlerle kendi arasına bir sütre koymadan namaz

kılabilir" cevabını vermiş.- 1 1 Anılan imamlara göre Harem bölgesinin tümü de bu

hükme girmektedir.

Hanefi ulemâsına göre ise, sadece Mescid-i Haram'da tavaf alanında Kabe'nin içinde
ve Makam-ı İbrahim'in arkasında bu şekilde namaz kılmak caizdir. Buraların dışında
bu şekilde namaz kılmak mekruhtur.

Mâliki ulemâsına göre ise, Kabe'yi tavaf etmekte olan bir kimse sütresiz olarak namaz
kılmakta olan bir kimsenin önünden geçebilirse de önünr de sütre bulunan bir
kimsenin önünden geçmesi mekruhtur. Sütresiz kılan bir kimsenin önünden geçmek
izni ise sadece tavaf edenler içindir. Tavaf halinde olmayan kimselerin, önlerine sütre
koyarak namaz kılan kimselerin önlerinden geçmeleri haramdır. Sütre koymadan
namaz kılanların ise, sadece secde ve rüku mahallerinden geçemezler bunun
ilerisinden istedikleri yerden geçebilirler.

Mescid-i Haram'da tavaf etmekte olan kimselere bu kolaylığın sağlanmasındaki
hikmet, orada o mevsimde büyük bir izdihamın bulunmasıdır. Eğer Kabe'yi tavaf
edenlere böyle bir kolaylık sağlanmasaydı, hacı adayları çok müşkil durumda

T2931

kalırlardı. Halbuki Allah teâla ve tekaddes hazretleri dinde, zorluk kılmamıştır.

89. Mekke Hareminde Bazı Fiillerin Yasaklanması

2017. ...Ebû Hüreyre (r.a.)'den; demiştir ki: Allah (c.c.) kendi elçisin'e Mekke'nin
fethini nasibedince Peygamber (s. a.) halkın içinde ayağa kalkıp Allah'a hamd-ü senada
bulunduktan sonra şöyle buyurdu:

"Gerçekten Allah(c.c) Fil Ordusunun Mekke(ye girmek)den men etmiş fakat Resulü
ile mül mini eri Mekke'ye girmeye muzaffer kılmıştır. Allah teâla Mekke'yi sadece
bana mahsus olmak üzere, gündüzün bir saatinde helâl kılmıştır. Sonra O (yine)
kıyamete kadar haram (kıhnrmş)dır. Ağacı kesilemez kaybolan eşyası(m almak) helâl
olmaz, ilân edecek olan kimsenin dışında kaybolan eşyası(m almak hiç kimse için)
helâl değildir." Bunun üzerine Abbâs -Yahutta el-Abbas (Abbas kelimesinin "el" takısı
ile mi yoksa el takısından tecrid edilerek mi rivayet edilmiş olduğunda râvi şüphe
ediyor);

Yalnız, izhir müstesna (değil mi) ya Resûlallah? Çünkü evlerimiz ve kabirlerimizi için
(lâzım olmakta)dır, dedi. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de:
"Yalnız izhir müstesna!" buyurdu.

Ebû Dâvûd dedi ki: (Bu hadisi) el-Velid'den Ibnu'l-Musaffa da (rivayet etti ve hu
rivayetine şunları da) ilâve etti:

Bunun üzerine Yemenli bir zât olan Ebu Şah ayağa kalkarak:

Ya Resûlullah! Bunu bana yazınız, dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.de,



"(Bunu) Ebu Şah için yazınız" buyurdu. (Velid dedi ki)

Ben Evzâî'ye (Hz. Peygamber) "Ebû Şah için yazınız" sözüyle neyi kastediyor? diye
sordum da (Evzâî, Ebû Şah'm); Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den işitmiş

[2941

olduğu şu konuşmayı (yazınız anlammadır)" diye cevap verdi.

Açıklama

Bilindiği gibi Mekke hicretin 8. Yılında (M.630'da) fethedilmiştir.Resûl-i Ekrem

Efendimiz Mekke'ye girmeye muvaffak oldu. Allah'ın nasibettiği bu zafer karşısında

devesinin üzerinde şükür secdesi yapan Peygamberin ilk işi Kabe'yi tavaf etmek oldu.

"Hak geldi bâtıl zail oldu. Çünkü bâtıl yok olmaya mahkûmdur." manasına gelen âyet-

[295]

i kerimeyi okuyarak Kabe'yi putlardan temizledi. Fethin ikinci günü Allah'a

hamd A ü sena ettikten sonra orada toplanan Mekke'lilere mühim bir hutbe irâd etti. Bu
hitabesinde Allah'dan başka mâbûd bulunmadığını, Allah'ın kendisine yardım ederek
düşmanlara gâlib getirdiğini ve kendisine vâdettiği fethi gerçekleştirdiğini açıkladı.
Bütün gururlanmaların ve kuruntuların geçmiş kan davalarının boş ve hükümsüz oldu-
ğunu, Kabe'ye ait hizmetlerin eskiden olduğu gibi yine devam edeceğini bildirdi.
Câhiliyyet gururu ile avunmanın, geçmişlerle kuru kuru Övünmenin yerinde
olmadığını, bütün insanların Hz. Adem soyundan geldiğini, O'nun da topraktan
yaratıldığını söyledi. Bu arada "Gerçekten Allah Fil Ordusunu'Mekke(ye girmek)den
menetmiştir." diyerek Fil hâdisesini hatırlatmıştır. Bilindiği gibi fil vakası
Peygamberimizin doğumundan aşağı-yukarı elli gün önce Muharrem ayının çıkmasına
on üç gün kala olmuştur. Tahr-i Kâinat Efendimiz ise 571 yılı 20 Nisanına rastlayan

12 Rebîülevvel Pazartesi günü tan yeri ağarırken dünyaya gelmiştir.
Fil olayı şu şekilde cereyan etmiştir: Ebrehe, Habeş hükümdarının Yemen valisi idi ve
Hıristiyandı. Arablarm hac mevsiminde Mekke'deki Beyt'i Kabe'yi ziyarete
hazırlandıklarını görünce, "Bu ev neden yapılmıştır?" dedi. "Taştan yapılmıştır"
dediler, "Ne ile örtülmüştür?" diye sordu. "Yemen alacası ile örtülmüştür." dediler.
Ebrehe Hz. İsa adına yemin ederek "Ben size Kabe'den daha güzelini yapacağım" dedi
ve Kayser'e bir mektub göndererek San'a'da muhteşem bir kilise yaptırmak istediğini
bildirip kendisinden yardım istedi.

Kayser Ebrehe'ye ustalarla tepe camları ve su mermerleri gönderdi. Ebrehe beyaz,
kırmızı, sarı ve siyah su mermerlerinden yaptırdığı kiliseyi altın ve gümüşle de
süsledi. Kapılarım altun levhalarla kaplattı. Altın çivileri mücevherlerle biribirinden
ayırttı. Kapısını büyük bir yakutla süsledi ve ona kapıcılar tayin etti. Kilisede öd ağacı
yakılarak duvarları miskle sıvandı. Kilise tamam olunca Ebrehe, Habeş hükümdarına
bir mektup yazarak: "Hükümdarım! Ben senin için San'a 'da benzeri görülmedik bir
kilise yaptırdım arablarm haccmı buraya çevirmedikçe durmayacağım." dedi ve
dediğini de yaptı. Her tarafa propagandacılar gönderdi: Arabları San'a kilisesini
ziyarete davet etti. Hıristiyanlığı benimseyen Arab kabilelerinden bazı kimseler gelip

[2971

kiliseyi ziyaret etmeye ve hatta orada ibâdetle meşgul olmaya başladılar.

Arablardan biri Ebrehe'nin bu fikrini öğrenmek üzere bir gün kiliseye giderek içerisine
pislemiş ve bu pisliği duvarlarmada sıvamıştı. Kabe'ye giden ve onu tazim edenlerden
birinin kendi kilisesine karşı bu hareketi reva görmesi Ebrehe'yi son derece
öfkelendirdiğinden Ebrehe Kabe'yi yıkmaya yemin etmişti.



Bunun üzerine Ebrehe kuvvetlerini hazırlayarak hareket etmiş ve bu kuvvetlerini
fillerle de takviye etmişti.

Onun bu hareketinden haberdar olan Arablar ona mukavemet için hareket etmişler.
Yemen'den çıkan Zü Nefr adındaki Arab onun tarafından mağlub ve esir edilmiş,
ondan sonra aynı maksatla Ebrehe ordusuna karşı çıkan Nufeyl b. Hâbib el-Has'amî'de
aynı akıbete uğramış, Ebrehe başka bir mukavemetle karşılaşmadan Tâif i de geçmiş
ve yolda rastladığı arablar ona yol göstermeden başka çare bulamamışlardı. Tâif den
itibaren Ebrehe'ye yol gösteren Ebu Rigâl Ebrehe'ye Tâif le Mekke arasında bulunan
el-Mugammis'e kadar kılavuzluk etmiş ve orada ölmüştür. Arablar hâlâ oradan
geçerken Ebû Rigâl'in kabrini taşlarlar.

Ebrehe Mugammis'e inince Habeşlilerden fil kumandam Esved b. Maksûd'u keşif kolu
olarak bir süvari bölüğü ile Mekke'ye gönderdi. Bunlar Mekke'ye kadar sokularak
Kureyş ve sairenin mallarını ve bu arada Kureyş'in büyüğü olan Abdulmuttalib'in de
200 devesini sürüp karargâha getirdiler.

Daha sonra Ebrehe Himyeriler'den birini Mekke'ye göndererek, "Ku-reyş'in reisiyle
görüşmesini ve ona kendisinin harp için değil, yalnız Beyt'i yıkmak için geldiğini buna
karşı koyan bulunmazsa harp olmayacağını bildirmesini" emretmiş. Abdulmuttalib
Ebrehe'nin bu elçisine: "Biz de harbedecek değiliz. Bu ev Allah'ın evidir, onu Allah'ın
dostu İbrahim inşâ etmiştir. Bunu ancak Allah himaye edebilir, yoksa bizim bu evi
yıkmağa gelene karşı duracak kuvvetimiz yoktur" diye cevap vermişti. Bunun üzerine
Ebrehe'nin elçisi Abdulmuttalib'in kendisine refakat etmesini istemiş. O'nu Ebrehe'nin
ordugâhına götürmüştür. Abdulmuttalib buradan Yemenli ZûNefr'i sormuş, Zü Nefr
kendisi gibi ölümü bekleyen bir esirin bir diyeceği olmadığını, fakat Ebrehe'nin filini
güden Enis'in kendi ahbabı olduğunu söyienıiş, Enis'e Abdulmuttalib'i tanıtarak O'nu
Ebrehe ile görüştürmesini istemiş Enis Ebrehe'ye Abdulmuttalib'in Kureyş'in reisi
olduğunu bildirerek huzuruna kabul edilmesini rica etmiş Neticede Ebrehe Ab-
dulmuttalib'i kabul etmiş. Abdulmuttalib heybetli ve vakur bir zat idi. Ebrehe Onu
i'zâz ederek ne istediğini sormuştu. Abdulmuttalib de kendisine ait 200 devenin
iadesini istedi. Ebrehe onun bu talebine hayret ederk, "Senin vakur bir adam olduğunu
görerek sana hürmet etmiştim. Halbuki sözlerin seni gözümden düşürdü. Çünkü sen
Ebâ ve ecdadının dinine merkez teşkil eden Kabe'yi ihmal ederek yıkılmasıyla
ilgilenmiyor ve yalnız kendi develerini düşünüyorsun" dedi. Abdulmuttalib de şu
karşılığı verdi:

O develerin sahibi benim, o evin sahibi ise, Allah'dır. Onu korur.

Bunun üzerine Ebrehe Abdulmuttalib'in develerini iade edip o da bu develeri Kabe'ye

adayarak Kabe'nin civarına bırakmıştır.

Nihayet AhdulrmıttaHb Ebrehe askerlerinin tecâvüzlerine uğramamak için Mekke'den
çıkıp dağların tepelerine ve aralıklarına çekilmelerini Mek-k .e'İilere emretti. Bundan
sonra yanında Kureyşten bazıları olduğu halde Kabe'ye gitti Kabe'nin kapısının
halkasına yapıştı ve;

"İlâhî bir kul bile evini barkını korur sen de buraya konmuş, dokunulmazlığı tehlikeye
düşmüş olanları haçlılara karşı koru, onların haçları ve kuvvetleri yarın senin
kuvvetine asla galebe çalam ayacaktır.

Eğer sen onları bizim kıblemizle başbaşa bırakıverecek olursan, o da senin bileceğin
bir iştir.

Onlar ülkelerinin cemaatlerini bir de fili çekip getirdiler. Senin Beyt'i ne sığınmış olan



halkını düzenleriyle yağmalamak için cehaletlerinden senin koruna yürüdüler. Senin

kudretini ve ululuğunu hiç düşünmediler..." diyerek münacaat etti.

Abdulmuttalib'le yanındakiler Allah'a yalvardıktan sonra dağ başlarına çekildiler.

Ebrehe'nin Mekke'ye girince ne yapacağını gözetlemeğe başladılar.

Sabah olunca Ebrehe Mekke'ye girmeye hazırlandı ve askerini düzene koydu.

Mahmud adını taktıkları fili de hazırlayıp 17 Muharrem Pazar günü Mekke'ye doğru

yönelttiler.

Mekke'ye gelirken Ebrehe'ye karşı koymak istemiş yenilmiş ve yol göstermek şartıyla
canını kurtarmış olan Nüfeyl b. Has'amî bir aralık filin yanma sokuldu kulağını tuttu
ve "Mahmud çok, sağ-selâmet geldiğin yere dön! Sen Allah'ın dokunulmaz kıldığı
memlekettesin," dedi ve hemen koşa koşa dağa çıktı.

Fil birdenbire yere çöküverdi. Onu ayağa kaldırmak için zorladılar. Teberlerle başına
vurdular, dövdüler, yine kaldıramadılar. Çengeller içine aldılar ötesini berisini
çektiler, sivri uçlu ağaç sokup burnunu kanattılar yine de kaldıramadılar. Yüzünü
Yemen'e doğru çevirdikleri zaman koşuyordu, yüzünü Şam'a doğru ya da doğuya
doğru çevirdikleri zaman hep koşuyor fakat yüzünü Mekke'ye çevirince
çöküvermekteydi. Tam bu sırada yüce Allah onlarm üzeri,ne deniz tarafından
kırlangıçlar ve belesan'a benzeyen pek çok kuşlar saldı. Her kuş biri gagasında ikisi iki
ayağında nohuttan küçük mercimekten büyük üç taş yüklenmiş bulunuyordu. Bu taşlar
onlardan kime rastlarsa, onu helak ediyordu.

Ebrehe'nin askerleri oraya buraya kaçışmaya başladılar. Geldikleri yolu tutmak
istiyorlardı. Yemen yolunu göstersin diye hep Nüfeyl'i soruşturuyorlardı.
NüfeyHn bir şi'ri:

Nüfeyl, bu hâdise hakkında söylediği şiirinde şöyle der:

"Nereye kaçacaksın? Takib eden Allah. Esrem (Ebrehe) ise mağlup, gâlib değil.

Ey Rüdeyna, Sana bizden selâm. Biz sabahleyin erkenden sizi sevin-, dirdik. Sizden

birisi geceleyin bir ateş parçası almak için bize gelmişti ama gücü yetmedi, alamadı.

Ey Rüdeyna, Muhassab vadisinde bizim gördüğümüz şeyi sen de görmüş olaydın,

şaşar, beni mazur görür, fikrimi över, kaybedilmiş olan şeylerden dolayı ümitsizliğe

düşmezdin.

Ben kuşları görünce Allah'a şükrettim. Taşlar üzerimize doğru atılmağa başlaymca
korktum!..

Herkes Nüfeyli soruyor, "Habeşlilere yol göstermek bana düşen bir borç imiş gibi."
Ebrehe ve askerleri kaçışıyorlar ve her yolda düşüyorlar, her sığındıkları yerde helak
ve yok oluyorlardı. Ebrehe de cesedinden vurulmuştu. Onu Muhassab vadisinden
yanlarında çıkardılar. Vücudu parmak ucu kadar parçalar halinde dökülüyordu. Her
parça döküldükçe arkasından cerahat irin ve kan akıyordu. Nihayet onu öylece
San'a'ya kadar götürdüler. Bir kuş yavrusu gibi kalmış kalbi parçalanmcaya kadar
ölmemişti.

Mahmud adındaki fii, sağ kalmıştı.

Filin seyisinin ise, iki gözü görmez, ayakları tutmaz olup sürünerek Mekke'de halkdan
yiyecek dilendiği görülmüştü. Bundan sonra yüce Allah bir de sel gönderdi.

[2991

Habe şlilerin kalanlarını sürükleyip denize döktü. 1

İbn Kesîr'in de ifade ettiği gibi Allah teâlanm o sene Kureyş'lileri Hıristiyanlara karşı
koruması onları o sene dünyaya gelecek olan Resûl-i Ekrem'in Peygamberliğini
kabule hazırlamasından başka bir şey değildir. Diğer bir ifade ile Fil Olayı Fahr-i



Kâinat Efendimiz için "İrhas" kabilinden bir olaydır. Bilindiği gibi, Peygamber olacak
bir zattan Peygamberliğinden önce olağanüstü bazı hallerin zuhuruna "irhas" denir, bu
haller o zatın Peygamber olmasına alâmettir.

Cenab-ı Hak Fil Vak'asıyla sanki Beyt-i Şerifini her türlü saldırılardan korumak
istediğini ve bunu niçin de yakında bir Peygamber göndereceğini ihtar ediyor ve
aslında Kureyş müşrikleriyle hıristiyanlar arasında bir fark olmadığını da ilân
ediyordu.

Hadis ulemâsından Hattâbî de bu hâdise ile ilgili görüşlerini açıklarken şöyle diyor:
"Bazı inkarcıların "Madem Allah Kabe'yi o kadar korumak istermiş de Haccâc-ı Zâlim
gibi bazı kimselerin mancınıklar kurarak Kabe'yi taş ve ateş yağmuruna tutmalarına
niçin engel olmamış?" gibi sözlerine temas ederek "Câhiliyye dönemi insanları ancak
gözle görüp elie tuttuğunu anlayabilen kimseler olduklarından bunun ötesinde kalan
hadislerden bir mana çıkarabilecek seviyede kimseler değillerdi. Bu sebeble Allah
Teâla göze hitabeden böylesine çarpıcı ve etkileyici bir olayı onların önlerinde
sergiledi. İslâm hakikatleri ve deliller anlaşıldıktan sonra, bu gibi göze hitabeden
alâmetlere ve delillere ihtiyaç kalmamış ve hatta müslümanlarm sabrını ve sebatlarını
ortaya çıkarmak için tabi tutulmuş oldukları imtihanda onların müvuffakıyyetlerini
belgelendirmek için zaman zaman bazı zâlimlere müslümanlarm Kabe'ye ve diğer
mukaddes emânetlere saldırma imkânı vermiştir."

Metinde geçen "Fakat Resulü ile müminleri buna muzaffer kılmıştır" cümlesine
bakarak, cumhuru ulemâ ve Hanefi ulemâsı Mekke'nin kılıç zoruyla fethedildiğine
hükmetmişlerdir.

"Sadece bana mahsus olmak üzere (Mekke) gündüzün bir saatinde helâl kılınmıştır"
cümlesinde geçen "saaf'ten maksat, "60" dakikalık bir zaman değildir. Mekke'nin fetih
günü güneşin doğmasından ikindi namazının kılınmasına kadar devam eden süredir.
Resûl-i Ekrem Efendimiz Mekke'ye girdiği zaman:

"Ey Müslümanlar! Artık silâhlarınızı kullanmaktan vazgeçiniz. Ancak Beni Bekirlerin
yaptıklarından dolayı Huzaalara ikindi namazına kadar izin verilmiştir." buyurdu.
DOOl

Nihayet ikindi namazını kıldıktan sonra onlar da silahlarını bıraktılar. Ertesi gün
Huzaa'dan bir adam Müzdelife'de Bekir oğullarından birini öldürdü. Bunun üzerine
Resûlullah (s. a.) ayağa kalkarak şöyle buyurdu:

"Hiç şüphesiz insanların en taşkını Allah'ın Hareminde adam öldüren, yahut kendi
katilinden başkasını öldüren, ya da câhiliyet öcünü almak için adam öldürendir"
buyurdu.

O sırada adamın birisi ayağa kalktı:

Filan benim oğlumdur. Cahiliye çağında, onun anası ile yatıp kalkmıştım, dedi.
Peygamberimiz hutbesine şöyle devam etti:

"İslâmiyette insanın babasından ve baba tarafından akrabasından başkasına intisap
etmesi diye bir şey yoktur. Cahiliye çağının kötü işleri silinip gitmiştir. Doğan çocuk

döşeğin sahibine aittir. Zânî için esleb vardır.

"Esleb nedir?" diye sordular. Peygamberimiz; "Taş (yani zarar ve mahrumiyet)
demektir" buyurdular.

Buradaki "taş'.' kelimesini bazıları recim olarak anlamışlarsa da yanlıştır. Zina edenin
zinadan doğacak çocuğu üzerinde bir hakkı yoktur, demektir. Araplar "taş vardır"



[3021

şeklindeki ifadeyi "haybet ve hüsran" anlamına darb-i mesel olarak kullanırlar. J 1

Sonra hutbesine şöyle devam etti: "Parmakların her birisinde diyet onar onar devedir.
Kemiği görünen derin yaralardan her birisinde diyet beşer beşer devedir. Sabah
namazından sonra güneş doğuncaya kadar namaz yoktur. İkindi namazından güneş
batmcaya -kadar da namaz yoktur. Kadın ne halasının ne de teyzesinin üzerine
nikahlanıp bir araya getirilebilir. Kocasının izni olmadıkça kocasının malından birşey

[3031

vermesi için helâl ve caiz değildir. '

Ahmed b. Hanbel'in Müsned' inden naklettiğimiz bu hadis-i şerifler gösteriyor ki
Resûl-i Ekrem Efendimiz konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisindeki hutbeyi
Fethin birinci günü değil, ikinci günü irad etmiştir.

Resûl-i Ekrem için Fetih Günü verilen sabahtan ikindiye kadar Mekke'de savaş yapma
izni, o gün ikindi namazı kılındıktan sonra sona ermiş ve bir daha Mekke'de savaşmak
kıyamete kadar haram kılınmıştır. Buhârî'nin Ebû Şüreyh el-Adevî'den naklen rivayet
ettiği bir hadis-i şerif de şu anlamdadır: "Mekke'yi Allah harem kılmıştır insanlar
değil. Binaenaleyh Allah'a ve âhiret gününe iman eden hiç bir kimse orada kan dök-
meyi ve onun ağaçlarım kesmeyi helâl görmesin. Allah'ın Mekke'yi harem
kılması demek oraya hürmet etmeyfVâcib kılması, oranın halkıyla savaşmayı, oraya
sığınanları rahatsız etmeyi yasaklaması ve onları emniyete alması demektir. Nitekim
Allah Teâlâ hazretleri bu hükmünü Kur'an-ı Keriminde şöyie ifade etmektedir: "Kim

oraya girerse güvenlik içinde olur"^^ Bu hüküm Allah'ın hükmüdür. Mutlak hüküm
ve. irade sahibinin koyduğu bir kanundur. Bu hükmün konulmasında herhangi bir
beşerî irâde v,e akim etkisi yoktur. Buhârî'nin rivayet ettiği, "Mekke'yi Hz. İbrahim
harem kıldı ve orası için duâ etti. Medine'yi de ben Harem kıldım ve orası için ben dua

ettim."^^ anlamındaki hadis-i şerifin bu gerçeğe aykırı olduğu iddia edilemez.
Çünkü Hz. İbrahim Mekke'yi harem kılarken yani Kabe'nin hürmet edilmesi vâcib bir
yer olduğunu ilan ederken, kendi görüşüne değil» Allah'tan aldığı emre uymuştur.
Ayrıca Hz. İbrahim'in Mekke'yi harem kılması, Hz. İbrahim'in, "Allah'ın Kabe'yi
harem kıldığını insanlar arasında ilk defa açıklaması" anlamına da gelebilir.
Konumuzu teşkil eden Ebü Dâvûd hadisinde, Mekke'de kaybedilen malların
sahihlerine duyurmak için ilan etmek gayesi dışında hiç bir maksatla bulundukları
yerden alınamayacakları da ifâde ediliyor. Halbuki Mekke dışındaki kayıpları uygun
görülen bir süre içerisinde ilân ettikten sonra sahipleri ortaya çıkmadığı takdirde onlar
hesabına tasadduk etmekte her hangi bir sakınca yoktur.

İzhîr Güzel kokulu bir ottur. Yaylalarda sıcak ve kuru yerlerde ve vadilerde yetişir.
Mekke'Iiler bunu evlerin çatılarında ve mezarları kerpiçle örerlerken kerpiç aralarında
kalan açıklıkları kapatmakta kullandıkları gibi yakıt olarak da kullanmışlardır.
Resûl-i Ekrem'in izhîr bitkisini Hz. Abbâs'm teklifiyle helâl kıldığı söylenemez.
Çünkü bir şeyi haam veya helâl kılmak ancak Allah'a ve dolayısıyla Resûlü'ne
mahsustur, binaenaleyh Resûl-i Ekrem'in Mekke bitkileri içerisinde izhir bitkisinin
kesilmesini veya koparılmasını helâl kılması ya o anda Hz. Abbâs'm sorusu üzerine
Allah'ın ilham etmesi neticesinde olmuştur ya da b anda Cebrail aleyhisselâmm inmesi
ve ondan aldığı talimat üzerine olmuştur. Ayrıca Cenab-ı Hakk'm daha önce kendisine
"Eğer birisi senden izhir bitkisinin helâl kılınmasını isteyecek olursa onu helal kıl"
şeklinde vahy etmiş olması da mümkündür. Bu bitkinin halkın ihtiyacından dolayı



zaruret icabı helâl kılındığı da söylenemez. Çünkü; "Zaruretler kendi miktarlarına
takdir olunurlar (Mecelle 22) kaidesince bu bitkiye duyulan ihtiyaç sona erince onun
yine haramlığa dönüşmesi gerekirdi. Öyleyse bu bitki aslında helaldir. Nitekim bu

[3071

bitkinin mutlak mubah olduğunda icmâ' vardır.



Bazı Hükümler



1. Cuma hutbesinin dışındaki hutbelere de hamdu sena.ile başlamak meşrudur.

2. Allah teâta ve tekaddes hazretleri Mekke ehlini kötü niyetli kimselerin
tuzaklarından ve zâlimlerin saldırısından korumuştur.

3. Allah teâla sadece Resûl-i Ekrem'ine mahsus olmak üzere Mekke'de savaş yapmayı
Mekke'nin Fethi gününde bir süre helâl kılmıştır.

4. İzhîr bitkisinin dışında Mekke'nin bitkilerini ve ağaçlarını kesmek ya da koparmak
haramdır.

5. Mekke'nin bitkilerini kesmenin haramlığı konusunda, o bitkinin kendi' kendine
yetişmesi ile bir insan eliyle yetiştirilmiş olması arasında bir fark olmadığı gibi kesen
kimsenin ihramlı veya ihramsız olması arasında da bir fark yoktur. İmam Şafiî bu
görüştedir. Ulemânın büyük çoğunluğuna göre ise bu haram sadece kendi kendine
yetişen bitkiler için insanlar tarafından yetiştirilmiş olan bitkilerin kesilmesinde
haramlık söz konusu değildir.

Mekke'de yetişen ağaçlan kesen kimseye verilecek cezanın cinsi ve miktarı konusu da
ulemâ arasında ihtilaflıdır. Ebû Hanife hazretlerine göre bu kimseye bir kurban
değerinde fidye lâzım gelir. İmam Şafiî ile İmam Ahmed'e göre ise, büyük ağaçlar için
bir sığır, küçük ağaçlar içinse bir koyun gerekir. İmam Mâlik ile Atâ ve Ebû Sevr'e
göre ise, Mekke'nin ağaçlarını ya da bitkilerini kesmeden dolayı bir fidye lâzım
gelmezse de bu yasağı çiğneyen kimse günah işlemiş olacağından tevbe etmesi
gerekir. Maliki ulemâsından İbnu'l-Arabî'nin ifâdesine göre ulemâ harem sınırları
içinde bulunan ağaçları kesmenin haram olduğunda ittifak etmişlerdir. Ancak İmam
Şafiî ağaç budaklarından misvak kesmekte sakınca görmemiştir. Yine İmam Şafiî
ağaca zarar vermemek şartıyla yapraklarını ve meyvesini toplamakta bir sakınca
görmemiştir. Atâ ile Mücâhid de bu görüştedirler. Sözü geçen bu iki ilim adamı ile
İmam Şafiî Harem sınırlan içerisindeki dikenleri kesmeyi de caiz görmüşlerdir. Çünkü
diken tabiatı cihetiyle insanları rahatsız edici olduğundan Harem sınırlan içerisinde
öldürülmelerine izin verilen delice, karga, fare, akreb ve yırtıcı köpeğe benzetilmiştir.
Ulemânın büyük çoğunluğuna göre ise, Harem sınırları içerisinde kalan dikenleri
kesmek de haramdır. Çünkü İbn Abbâs'dan gelen bir hadis-i şerifte "Fetihden sonra
(artık Mekke'den Medine'ye) hicret yoktur. (Bundan sonra) Mekke'den yalnız cihad
kastiyle ve (faziletlere erişmek) niyetti) ile çıkılabilir. Binaenaleyh (devlet tarafından)
cihada davet olunduğunuzda hemen icabet ediniz. Allah bu Mekke'yi gökler ve yerler
yaratıldığı günden beri hürmet edilmesi gerekli olan bir şehir kılmıştır. Burası Allah
teâlâ'nm haram kılması sebebiyle kıyamete kadar hürmet edilmesi gereken bir yerdir.
Benden önce burada savaş yapılması kimseye helâl kılınmamıştır. Benim için de
yalnız bir günün gündüzünden belli bir süre helal kılınmıştır. (Artık bundan sonra)
burası Allah'ın haram kılması sebebiyle kıyamet gününe kadar muhteremdir hürmet

T3081

edilmesi gereken yerdir; diken(ler)i de kesilmez" 1 1 diye buyurmuştur.

Şafiî ulemâsının bazısı da Harem sınırları içerisinde bulunan dikenleri kesmenin



haram olduğu görüşünü savunmuşlardır. el-Mutevelli ile Nevevî de bu görüşün
isabetli olduğunu söylemişlerdir. Bu görüşte olan ulemâya göre Harem dahilinde
bulunan dikenleri kesmenin haram olduğuna dair nass bulunduğu halde kıyasa baş
vurarak haram olmadığı hükmüne varmak, ilmî değerden yoksundur. Çünkü hakkında

T3091

nass bulunan bir meselede içtihada izin yoktur.- 1 1 Hatta Harem sınırlan içerisindeki

dikenleri kesmenin haram olduğuna dair nass olmasa bile, yine de delil bulmak müm-
kündür. Çünkü "Harem sınırları içerisinde bulunan ağaçların, bitkilerin pekçoğunu
kesmek haram olduğuna göre dikenleri kesmek de haramdır" diye bir hüküm
çıkarılabilir. Hele dikeni delice, karga, fare, akrep ve yırtıcı köpeğe kıyas ederek onu
kesmenin caiz olduğu hükmüne varmak ise, tamamen yanlıştır.

Hanbelî ulemâsından İbn Kudâme'ye göre, "İnsanların eli değmeden kendiliğinden
kırılıp düşen ağaç dallarından ve kopup düşen ağaç yapraklarından faydalanmakta
herhangi bir sakınca yoktur. İmam Ahmed'de bu görüştedir. Bu konuda ulemâ

arasında her hangi bir ihtilaf yoktur" Hanefî ulemâsından Aynî de bu konuda
şunları söylüyor: "İlim adamları Harem sınırları içerisinde insan eliyle yetiştirilmiş

olan bakla ve ekin gibi bitkileri koparmayı caiz görmüşlerdir. " ^ — ^

6. Yine Mekke sınırları içerisinde bulunan av hayvanlarını ürkütmek haramdır. Çünkü
bu ürkütme korkuyla kaçan hayvanın telefine sebeb olabilir. Söz konusu hayvanları
ürkütmek haram olunca, onları avlamanın da haram olduğunu söylemeye lüzum
yoktur.

Hanbelî ulemâsından İbn Kudâme'nin açıklamasına göre, vücudunun bir kısmı haram
sınırları içerisinde bir kısmı da haram sınırları dışında bulunan bir hayvanı o halde
iken avlayan kimsenin de o hayvanın değeri kadar bir fidyeyi tasadduk etmesi gerekir.
Ebû Sevr ile re'y taraftarları da bu görüştedirler. Bu hayvanları ürküterek kaçmp da
kaçarken bir yere çarparak telef olmalarına sebebiyet veren bir kimse de o hayvanın
kıymeti kadar fidye öder. Hayvanın bu şekilde ölmesine sebeb olan kimse kurmuş
olduğu tuzağıyla veya ağıyla hayvanın ölümüne sebeb olan bir avcıya benzetilmiştir.
Fakat ürken hayvan sükûnet bulduktan sonra kendisine isabet eden bir darbe ya da
benzeri bir sebeble ölecek olursa ürküten kimseye bu hareketinden dolayı herhangi bir
ceza lâzım gelmez. İmam Ahmed ile Ebû Sevr bu görüştedirler. Nitekim Hz.
Ömer'den rivayet edilen şu haber de hu gerçeği ifade etmektedir.
"Bir gün Hz. Ömer cübbesi üzerindeki bir güvercini uçurur, o güvercin gibi yüksekçe
bir yere konar, o anda orada bulunan bir yılan da fırsatı değerlendirip güvercini
yakalar ve midesine indirir. Bunun üzerine Hz. Ömer gidip bu durumu Hz. Osman'la
Nâfı b. Abdi'l-Haris'e anlatır. Onlar da Hz. Ömer'in fidye olarak bir koyun tasadduk

T3121

etmesi lâzım geldiğini söylerler. " J 1

Hz. Ömer'in bu hadisesine benzer bir olayı da İbn Ebi Şeybe şu mânâya gelen
lâfızlarla naklediyor: "Bir evin üzerinde durmakta olan bir güvercin Hz. Ömer'in eli
üzerine pislemişti. Hz. Ömer onu uçurdu o da ileride bulunan bir evin üzerine kondu,
orada bulunan bir yılan da onu yakalayıp yedi. Bunun üzerine Hz. Ömer kendi üzerine
bir koyun değerinde fidye takdir etti."

Bu hadisenin bir benzeri Hz. Osman'dan da rivayet olunmuştur. Biz 1849-1852
numaralı hadislerin şerhinde bu mevzu ile ilgili yeterli açıklamayı yaptığımızdan
burada tekrar ayrıntılara girmeye lüzum görmüyoruz.

7. îlan etme niyyeti olmadan Mekke'de bulunan bir yitiği yerinde nalmak caiz



olmadığı gibi uygun görülen bir süre içerisinde ilân edildikten sonra sahibi
bulunmadığı için onun adına tasadduk etmek de caiz değildir. Ulemânın büyük
çoğunluğu bu görüştedirler. Oysa Mekke dışında bulunan yitikler belirli bir süre ilân
edildikten sonra sahipleri çıkmadığı takdirde onlar hesbma tasadduk edilirler.
Mâliki ulemâsıyla, Şafiî'lerden bazılarına göre ise, Mekke'de bulunan yitikler de
uygun görülen bir süre içerisinde ilân edildikten sonra diğer memleketlerde bulunan
mallar gibi sahipleri hesabına tasadduk edilebilirler. Ebü Dâvûd hadisinde Mekke'de
bulunan yitikleri ilân etme niyyeti dışında yerlerinden almanın yasaklanmasından
maksat, onları ilan etmeye özel bir itina gösterilmesini istemekten başka bir şey
değildir. Çünkü yitik sahibi bir süre sonra memleketine döner ve çoğu zaman da bir
daha Mekke'ye gelme imkânı bulamaz, dolayısıyla yitiğinin kimin eline geçtiğinden
haberdâr olması zorlaşır. İşte bu sebepten Mekke'de bulunan bu yitiklerin çok
mübalağalı bir şekilde ilânını istemekten başka birşey değildir.

Bu konuda İbnu'l-Münir'de şunları söylüyor: "Çoğu zaman Mekke'de yitik bulan bir
kimse onun sahibini bulmaktan ümidini keser. Hatta sahibi de onu bulmaktan ümidini
keser. Bu sebeble yitiği, bulan kimse onu ilâna bile lüzum görmeden tasadduk etmeye
kalkar, işte hadis-i şerifte ilan etme niyyetinin dışında Mekke'de bulunan yitikleri
kimsenin alamayacağı ifade edilmekte, böyle yanlış bir kanaate kapılan kimseler uya-
rılmak ve orada bulunan yitiklerin diğer memleketlerde bulunan yitiklere nisbetle daha
titiz ve canlı bir şekilde ilan edilmeleri sağlanmak istenmektedir."

8. Hadisleri yazı ile tesbit etmek, icmâ ile caizdir.^

2018. ...İbn Abbâs (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre (Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem) şu (bir önceki hadiste Mekke'niriha-rem kılmışı) hadise(si ile ilgili sözleri)

içerisinde (şu cümleyi de) söylemiştir: "(Mekke'nin) Yaş otu da kesilmez."^
Açıklama

Metinde geçen kelimesi "yaş ot" anlamına gelir. Burada özellikle yaş otun zikredilmiş
olması Mekke'nin kuru otlarının kopartabileceğine işarettir. Şâfıîlerden rivayet olunan
iki görüşten en sahih olanı da budur. Çünkü kuru ot, ölü av mesabesindedir. Hanbelî
ulemâsından İbn Kudâme diyor ki: "Lakin hadiste iz-, hir'in istisna edilmesi kuru ot
koparmanın da haram kılındığına işarettir. Ebu Hureyre'den gelen rivayetlerin birinde

"Mekke'nin kuru otu da koparılamaz" buyurulmuş olması da bunu gösterir"^
Bazı Hükümler

Mekke'nin yaş otlarını kesmek haramdır. İmam Malik ile Küfe uleması, Ebu Hanıfe
ve imam Muhammed bu görüştedirler. Aynı zamanda bu görüş İmam Ahmed'den
rivayet olunmuştur. İmam Şafiî ile İmam Ahmed'in diğer bir görüşüne göre ise,
hayvanların maslahatı için yaş otların hayvanlara otlatılmasında bir sakınca yoktur.
Halkın tatbikatı da böyledir. Kuru otlara gelince bunların kesilmesinde ya da
koparılmasında herhangi bir sakınca söz konusu değildir.

Hadis ulemâsından Hattâbî, Şafiî mezhebinin bu konudaki görüşünü şöyle ifade
ediyor: "Kuru otlara bakılır; eğer koparıldığı zaman yerine yenisi gelecekse, onları



koparmak caizdir, yerine yenisinin gelmesi mümkün değilse, koparılamaz. Ağaç
yaprakları da böyledir. Yerine yenisi gelmesi mümkün olmayan bir kuru otu ya da

yaprağı koparan kimseye ise, fidye lâzım gelir.

2019. ...Aişe (r.anhâ)'dan; demiştir ki: Ben Resûl-i Ekrem'e hitaben:

Ya Resûlullah, biz Minâ'da seni güneşten koruyacak bir ev yahut bir bina yapalım

mi?" dedim de (bana);

[317]

"Hayır, orası önce gelenin devesini çökertme yeridir" buyurdu.



Açıklama



Minâ'da Resûl-i Ekrem'in barınması için yapılan çadır güneşin hararetinden korunmak
için yeterli olmadığından Hz. Peygamber için kendisini güneşin yakıcı sıcaklığına
karşı koruyabilecek şekilde sağlam bir ev yapmak isteyenler olmuşsa da Resûl-i
Ekrem Efendimiz halkın kendisini örnek alarak Minâ'ya bir çok evler yapacaklarını
bunun neticesinde de orada bir darlık meydana geleceğini, dolayısıyla halkın Minâ'da
kurban kesme, cemrelere taş atma gibi fiilleri yapmakta zorluk çekeceklerini
düşünerek "hayır orası önce gelenin devesini çökertme yeridir" buyurmak suretiyle
buna izin vermemiş ve oranın tüm halk için ayrılmış bir yer olduğunu hiç bir yerinin

T3 1 81

hiçbir kimseye devamlı olarak tahsis edilemeyeceğini bildirmiştir.



Bazı Hükümler



Minâ'da herhangi bir kimsenin barınması için ev-bark yapmak caiz değildir.Ancak ne
yazık ki günümüzün müslümanları Resûl-i Ekrem'in sünnetine muhalefet ederek
Minâ'da ev yapma yarışma girmişlerdir. La havle vela kuvvete illâ billâh. "Resûl-i
Ekrem orada devamlı kalmayacağı için kendisine bir ev yapılmasına izin
vermemiştir," diye hadisi te'vil etmek doğru değildir. Çünkü bu şekilde bir te'vil,

\3 191

ancak Resûl-i Ekrem'in orada ev yapılmasını meneden massma aykırıdır.

2020. ...Ya'Ia b. Ümeyye (demiştir ki: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:

"Harem dâhilinde gıda maddeleri karaborsacılığı yapmak orada zulüm
yapmakta."^

Açıklama

İhtikâr (karaborsa); birşeyi azaltarak kıymet kazanması için saklamak demektir.
Fıkıhta ise, "insanların ve ehli hayvanların yiyecek içeceklerini ve hayat için zarûrû
malları satın alıp kıymetleri yükselir diye kırk gün saklamak" demektir. Binaenaleyh
ihtikâr dinimizce haram kılınmıştır. İhtikârın kirk gün ile sınırlandırılması ihtikârcıya
verilecek cezanın gerçekleşmesi ile ilgilidir. Yoksa bir gün bile ihtikâr yapan kimse
günahkâr olur. Bu hüküm her memleket için geçerlidir. Ancak bu suç Harem-i Şerif
içerisinde işlenecek olursa cezası daha da büyük olur. Bu sebeple Allah t'eâlâ ve



tekaddes hazretleri Kur'ân-ı Keriminde "Kim orada zulm ile ilhada yellenirse biz ona

T3211

pek acıklı bir azab tattırırız." buyuruyor.

Metinde geçen "ilhâd" kelimesi lügatte "hak"dan sapmak anlamına gelirse de, burada
zulüm anlamına kullanılmıştır. Çünkü Mekke arazisi ziraate elverişli olmadığından
orada bulunan kimseler rızık-te'mininde fevkalade güçlük çekmektediler. Bu sebeble
orada yapılan karaborsacılık tam manâsıyla .zulümdür.

Bu hadis, senedinde Cafer, Umâre, Musa gibi kimlikleri meçhul kişiler

[3221

bulunduğundan zayıftır.- 1 1

90. Hacılara Nebîz İçirmenin Fazileti

2021. ...Bekr b. Abdillah dedi ki: Bir adam İbn Abbâs'a (gelerek):
Şu Beyt'in ehline ne oluyor da amcalarının oğullan (hacılara) süt, bal ve kavut
sunarlarken bunlar nebîz sunuyorlar. Onlarda cimrilik mi var yoksa muhtaç mıdırlar?
dedi. İbn Abbas (r.a.) da:

Biz ne cimriyiz, ne de muhtaç! Fakat (birgün) Resûlulah sallal-lahu aleyhi ve sellem

terkisinde Üsâme b. Zeyd olduğu halde (yanımıza) geldi de içecek (bir su) istedi.

Bunun üzerine kendisine bir üzüm şerbeti getirildi, o bunu içti ve artanını da Üsâme'ye

sundu. Üsâme de onu içti. Sonra Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem:

"Aferin size, ne iyi ettiniz! Hep böyle yapın" buyurdu. İşte biz de böyle (yapıyoruz)

Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin buyruğunu değiştirmek istemiyoruz dedi.

f3231



Açıklama

Sikâye Mekke'de hacıların suyunu te'min etme ve Zemzem suyuna bakma vazifesidir.
Ezrâki'nin ve ibn Ishak'-m açıklamalarına göre Hz. Peygamber'in dedelerinden Abdü
Menâf tulumlarla Mekke'ye su taşır, bunları Kabe'nin avlusunda deriden yapılmış
büyük havuzlarda hacılar için muhafaza ederdi. Daha sonra bu görev oğlu Hâşim'e
Hâşim'den de Abdulmuttalib'e intikal etmişti. Abdulmüttalib satın aldığı kuru
üzümleri bu su deposuna atarak elde ettiği şerbeti hacılara dağıtmaya başladı.
Abdulmüttalib'den sonra bu görevi oğlu Hz. Abbas üstlendi. Nihayet İslâm devrinde
de Hz. Peygamber bu görevi yine Hz. Abbâs'ın yürütmesini uygun görmüştü. Hz.
Abbâs bu görevi yürütürken bir gün Resûl-i Ekrem'e de bu üzüm şerbetinden sunmuş,
Resûl-i Ekrem'de bunu çok beğenmiş ona her zaman hacılara böyle üzüm şerbeti
sunmasını tavsiye etmişti.

Nebîz: Hurma ve kuru üzümden yapılan bir nevi hoşaftır Buna lisanımızda bazı
yerlerde "tükenmez" diyorlar ki, muhtelif meyveleri küpe veya fıçıya doldurarak
üzerine su koymak suretiyle yapılır. Birkaç gün bekledikten sonra tükenmez kemâle
gelir. Meyvalarm tadı ve ekşisi suya çıkarılarak içilmesi hoş bir şerbet olur. Resûlullah
(s.a.) iki nevi bir araya karıştırarak nebîz yapmayı yasak etmiştir. Kuru hurma ile
koruk hurma karıştırılmayacak, bunlardan yalnız bir tanesinden meselâ, yalnız kuru
hurmadan yahut yalnız kuru üzümden nebiz yapılabilecektir. Bunun sebebini ulemâ
şöyle izah etmiştir. İki cins bir yere karıştıralacak olursa, tadı değişmeden hemen
sarhoş etme hassası meydana çıkar, içen kimse onu müskir değil (sarhoş etmez)



zannederek içer ve tabii bilmeden içki içmiş olur. Buradaki yasaklama hakkında
Nevevî şunları söylemiştir: "Bizim mezhebimizle cumhurun mezhebine göre buradaki
nehy, kerâhet-i tenzihiyye içindir, sarhoşluk vermedikçe Nebîzi içmek haram değildir.
Cumhur-ı ulemâ buna kaildir. Mâlikîler'den bazısı haram olduğunu söylemiştir. Ebû
Hani-fe ile bir rivayette Ebû Yûsuf: "Bunda bir kerahet ve bir beis yoktur. Çünkü tek
başına bir neviden yapıldığında içilmesi helal olan nebiz, başka nevi ile karıştırıldığı
zaman da helâldir" demişlerdir. Cumhur, Ebû Hani-fe'nin bu sözünü reddetmiş, bu
şeriat sahibine muhalefettir, demişlerdir. Filhakika bunu yasaklayan sahih ve sarih

[3241

hadisler rivayet olunmuştur. Haram değilse de mekruh olur.

Bazı Hükümler

1. Ciddi bir meselede kapalı kalan kısımları o konuda yetkili bir kimseye sormak
müstehabdır.

2. Kendisine soru sorulan bir kimsenin meseleyi ciddiye alarak doyurucu bilgi
vermeye çalışması gerekir.

3. Hayvan güçlü olduğu takdirde bir kimsenin başka bir kimseyi terkisine almasında
bir sakınca yoktur.

4. İdareci durumunda olan kimselerin zaman zaman bazı ihsanlarda bulunarak idaresi
altında bulunan kimseleri sevindirmesi meşrudur.

5. Hacılara su dağıtma görevini yürütmek çok faziletlidir.

6. Hacıların sikâye görevini yüklenmiş olan kimselerin dağıttığı sudan içmeleri
müstehabtır.

7. Hacılara su dağıtma görevini yürüten kimseleri yaptıkları bu işten dolayı medh-ü
senada bulunmak müstehabdır.

91. Mekke'de İkâmet Etmek

2022. ...Abdurrahman b. Humeyd'den rivayet olunduğuna göre kendisi Ömer b.
Abdilaziz'i, Sâib b. Yezîd'e:

Sen hiç Mekke'de ikâmetle ilgili bir şey işittin mi? diye soru sorarken işitmiş. Sâib de
(şöyle) cevap vermiş:

Bana Ibnu'l-Hadramî'(nin) naklettiğine göre) kendisi Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem'i,

"Muhacirler için sader tavafından sonra (Mekke'de) üç (gün) kalma (hakkı) vardır"
buyururken işitmiş.

Açıklama

Mekke fethedilmeden önce Mekke'li muhacirlerin Mekke'de ikâmet etmeleri haram
kılınmıştı. Sonraları hac

ve umre sebebiyle Mekke'ye girenlere hac ibâdetlerini bitirdikleri vakit Mekke'de
sadece üç gün kalmalarına izin verildi. Şafiî ulemâsından Nevevî'ye göre bu hadisin
mânâsı Mekke'den Medine'ye hicret edenlere bir daha Mekke'ye yerleşmelerinin

[3271

haram kılınmasıdır.- 1 1 Kadı Iyaz'm ifadesine göre cumhûr-ı ulemâda bu görüştedir.



Ancak Resûl-i Ekrem'in Medine dışında istedikleri yerde oturmalarına iziri verdiği
kimseler bu hükmün dışmdadırlar.

Maliki ulemâsından Kurtubî'nin beyânına göre bu hadiste söz konusu olan kimseler
Resûl-i Ekrem'e yardım etmek gayesiyle Mekke'den Medine'ye gelen muhacirlerdir.
Bunların Hac farizasını ifâ ettikten sonra Mekke'de üç günden fazla kalmaları caiz
değildir. Medine'ye Mekke'nin dışında başka bir beldeden göç etmiş olan muhacirler
bu hükme dahil değillerdir.

Ulemâdan bir kısmı da Mekke'nin fethinden sonra muhacirlerin Mekke'ye
yerleşmelerini caiz görmüş bu hadisin hicretin vâcib olduğu zamanlara mahsûs
olduğunu söylemiştir. Mekke'nin fethinden önce hicretin vâcib olduğunda bütün
ulemâ görüş birliğine varmıştır. Muhacir olmayanların istedikleri yerde
yaşayabileceklerinde de ittifak vardır. Muhacirlere Mekke'de kalmak için verilen üç
günlük izin ikâmet hükmüne girmez. Onlar yine müsâfır sayılırlar. İnancından dolayı
bir yerden kaçan kimsenin kendisi için mevcut tehlike ortadan kalktıktan sonra oraya
dönüp dönemeyeceği meselesi de ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bazılarına göre eğer bu
kimse Allah ve Resulüne hizmet için memleketini terketmiş gitmiş ise, muhacirler
hükmündedir. Bir daha oraya dönemez, fakat göç ederken maksadı memleketini terk
değil de sadece inancını korumak idiyse fitne dindikten sonra oraya dönebilir. Hafız

İbn Hacer de bu görüştedir. L^8]
92. Kabe'de Namaz Kılmak^ 1

2023. ...Abdullah b. Ömer'den rivayet olunduğuna göre Resûlullah sallalahu aleyhi ve
sellem, Üsânıe b. Zeyd, Kabe hizmetçisi Osman b. Talha ve Bilâl ile birlikte Kabe'ye
girmiş, (Osman) Kabe'nin kapısını üzerilerine kapamış (Peygamber sallal'ahu aleyhi
ve sellem yanmdakilerle birlikte) orada bir süre durmuş. İbn Ömer demiştir ki:
Çıktığı vakit BilaPe; "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)' ne yaptı?" diye sordum.
Bir direk soluna, iki direk sağma üç direk de arkasına aldı, o gün Beyt altı direk

[3301

üzerinde idi.. Sonra namaz kıldı, cevabını verdi.

Açıklama

Kabe'den maksat Mekke-i Mükerreme'de bulunan Beyt-i şerîfUr Allah teâlâ ye
tekaddes hazretleri bu hususu Kur'an-ı Kerîminde şöyle ifâde ediyor: "Allah hürmetli
ev Kâbeyi, hürmetli ayı, kurbanı, boynu tasmah kurbanlıkları insanların faydası için

ortaya koydu."

Kabe, mavi taşlardan yapılmış 15 m. yüksekliğinde Mescid-i Haram'-m ortasında
kuzey cephesi 10 m., batı cephesi 12 m. güney cephesi 16 m. doğu cephesi 11 m.
uzunluğunda küp şeklinde bir binadır.

Kur'ân-ı Kerim'in ifâdesine göre yeryüzünde insanlar için yapılmış ilk bina Kabe'dir.
[3321

Kabe'nin inşa tarihi ile ilgili pekçok rivayetler vardır. Bu rivayetlerden birine

göre, Hz. Adem'in tevbesi Allah tarafından kabul edilince o Allah'a şöyle yalvarmıştır:
"Allah'ım ben burada cennetteki ibadetten mahrumum." Bunun üzerine Allah bir
vahyle Hz. Adem'e şöyle diyor: "Sen de gökteki meleklerin camisi gibi bir camiyi



yeryüzünde inşa et ve melekler gibi sen de ibâdetini yap" melekler Hz. Adem'in yardı-

[333"i

mma gelirler ve böylece Hz. Adem Mekke'de Kabe'yi inşa eder.

Ezrakî de "Mekke Tarihi" isimli eserinde Kabe Tarihi ile ilgili olarak bazı rivayetler
naklediyor ki bunlardan bazıları şöyledir:

1. Hz. Adem'in vefatından sonra Allah Kabe'yi göğe çekti ve daha sonra Hz. İbrahim
bunun yerine yeni bir Kabe inşa etti.

2. Kabe Hz. Nuh zamanındaki tufan zamanında göğe çekildi.

3. Kabe tufan zamanında yıkıldı harâb oldu.

4. Hz. Adem Kabe'yi elmas, inci vs. gibi çok değerli olan taşlardan bina etmişti fakat
Hz. Adem'in ölümünden sonra Kabe göğe çekildi ve çocukları bunun yerine âdi taş ve
topraktan Kabe'yi yeniden inşa ettiler.

O halde geçmişe ait ve kesinlikle bilinemeyecek şeyleri bir kenara koymalıdır. Her
halükârda Hz. Nuh zamanındaki tufandan sonra Hz. İbrahim'e kadar Kabe'nin hiç bir
izine rastlanmamaktadır.

Bir gün Allah Teâlâ Hz. İbrahim'e Kabe'yi yeniden inşaletmesini vahyle bildirdi. Hz.

İbrahim "Ya Rabbi ben Hz. Adem zamanında Kabe'nin nerede olduğunu bilmiyorum"

dedi. Allah (c.c.) O'na, "Önünde hareket hâlinde olan şu buluta bak, ve onu takib et. O

nerede durursa gölgesinin düştüğü yerde Kabe'yi yeniden inşa et" dedi. Hz. İbrahim o

bulutun gölgesini tâkibederek Mekke'ye kadar gitti. Mekke'ye varınca bulut durdu,

"Hz. İbrahim bu bulutun gölgesinin düştüğü yerlerin ölçüsünü aldı ve temelleri

kazmaya başlayarak Kabe'yi inşa etti ve ondan sonra o bulut da kayboldu. Başka

[3341

rivayetlere göre Hz. ibrahim'e yardım etmek için melekler de gelmiştir. J 1

Kur'an-ı Kerim'de Kabe'yi inşâ edenlerin Hz. İbrahim'le oğlu olduğu belirtilmektedir:
"Hani İbrahim ve İsmail Kabe'nin temellerini yükseltiyordu, "Rabbimiz, yaptığımızı

[3351

kabul buyur, şüphesiz ki sen hem işitir, hem bilirsin," dediler. " J 1

Bu durumda Kabe'nin ikinci yapıcısı Hz. İbrahim'in kendisi olmaktadır.
Kıymetli âlimimiz Kâmil Miras bu konudaki görüşlerini şu cümlelerle ifade
etmektedir: "Beyt-i Muazzamın inşasını emreden Allahuzülcelal,mü-belliği ve
mühendisi Cibril, ilk banisi İbrahim Halil, muavini de İsmail olduğu en sahih rivayet

olarak kabul edilmek icab eder."^"^

Hz. Peygamber'in büyük dedesi Kusayy zamanında tamir edilen Kabe Hz.
Peygamber'in gençliğinde de yeni bir tamir görmüştür. Nitekim bu sırada Hacerü'l-
esved'i yerine yerleştirme şerefi Hz. Peygamber'e nasib olmuştur.
Emevîler zamanında özellikle Haccâc b. Yusuf zamanında harpler ve isyanlar
dolayısıyla Kabe iki defa harap bir vaziyete gelmiş ve yeniden tamir edilmiştir.
Kanunî başta olmak üzere Osmanlı Sultanları da Kabe'nin tâmiriyle yakından
ilgilenmiştir. Bu tamirler dolayısıyla Kabe'nin binası zaman içinde değişikliklere
uğramıştır. Zaten mukaddes olan, Kabe'nin yapısı değil, üzerinde bulunduğu arsadır.
Resûl-i Ekrem (s.a.)'in fetih günü Kabe'ye girişi Buhârî'nin rivayetinde şu mânâya
gelen lâfızlarla anlatılmaktadır: Resûlullah (s. a.) Fetih günü Mekke'ye devesi üzerinde
Mekke'nin yukarı kısmından girdi. Terkisinde Üsâme b. Zeyd, etrafında da Bilâl ile
Osman b. Talha vardı. Nihayet hayvanını mescitte çöktürdü ve Kabe'nin anahtarlarının
kendisine getirilmesini emretti. Osman (anahtarları getirip Kabe'nin kapısını) açtı,
Resûlullah da Üsâme, Bilâl ve Osman'la birlikte Kabe'ye girdi uzun süre orada kaldı,



sonra dışarı çıktı.

Resûl-i Ekrem Kabe'ye girerken yanma çok sevdiği Zeyd'in oğlu olduğu için
Üsâme'yi, müezzini olduğu için Hz. Bilâl'i, Kabe'nin hizmetçisi olduğu için de Osman
b. Talha'yı almıştır. Hz. Osman Kabe'nin anahtarını sunduktan sonra Resûl-i Ekrem:
"Ey Ebû Talha oğulları, ebediyyen sizde kalmak üzere bu anahtarı alınız!" buyururak
Osman'a vermiştir.

Kabe'nin içine girdikten sonra kapıyı üzerlerine kapatmalarının hikmeti ise izdihamı
önlemek yahut da kalblerinin sükûnet bulup tam bir huşû'a ermesini te'min etmektir.
Her ne kadar bu hadis-i şerifte Abdullah b. Ömer'in Resûlullah (s. a.) ve yanındakiler
Kabe'den çıkınca ilk defa Hz. bilâl'e: "Resûlullah ne yaptı?" diye sorduğu ifâde
ediliyorsa da, Ebû Avâne'nin el-A'lâ b. Abdirrah-mân vasıtasıyla tbn Ömer'den rivayet
ettiği bir hadiste İbn Ömer'in bu soruyu H A . Bilâl'le birlikte Hz. Üsâme'ye de

T3381

yönelttiği ifâde edilmektedir. Bu durum iki hadis arasında bir çelişki

bulunduğunu göstermez. Çünkü Hz. İbn Ömer'in önce bu soruyu Hz. Bilâl'e sorduğu,
aldığı cevabı te'yid ettirmek maksadıyla aynı soruyu bir de Hz. Üsâme'ye yöneltmiş
olduğu düşünülebilir.

Konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisinde Resûl-i Ekrem Kabe'de direğin birini
soluna, ikisini de sağma alarak namaz kıldığı, ifâde ediliyorsa da Buhârî'nin Abdullah
b. Yusuf kanalıyla Mâlik' den rivayet ettiği bir hadis-i şerifte bir direk sağma, bir direk

de soluna alarak namazı kıldığı ifâde edilmektedir.

Aslında bu iki rivayet arasında bir çelişki bulunduğunu zannetmek doğru değildir.
Çünkü konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisi Kabe'nin Hz. Peygamber zamanındaki
haline göre rivayet edilmiştir. Çünkü metinde de ifâde edildiği gibi, "Kabe'nin içinde o
zaman altı direk vardı."

Buhârî hadisi ise Kabe'nin râvi Mâlik zamanındaki haliyle. ilgilidir. Çünkü o zaman
Kabe içindeki direklerden biri alınmış ve beş direk kalmıştı. Nitekim metinde geçen,
"O gün Beyt-i Şerif, altı direk üzerinde idi" cümlesi de Kabe içindeki direklerin
sayısının sonradan değiştiğini ifade etmektedir.

Kirmanı bu durumu şöyle açıklıyor: "Direk lâfzı cinstir; bire de ikiye de ihtimali
vardır. Binaenaleyh mücmeldir. Bu mücmeli Mâlik, İsmail b. Ebi Üveys rivayetinde

açıkça beyân etmiş, sağındaki direklerin iki olduğunu söylemiştir. ^ Bazıları
rivâyetlerdeki ihtilâfa bakarak vakanın ayrı ayrı zamanlarda iki defa cereyan ettiğine
kail olmuşlardır. Bir rivayette de Re-sûlullah (s.a.)'m iki direk sağma, iki soluna, üç de
arkasına alarak namaz kıldığı bildirilmiştir. Bu takdirde direklerin yedi olması icabed
ederse de nefs-i hadisde "o gün Beyt-i Şerif altı direk üzerindeydi" denilmesi bu

rivayeti reddeder.

Buhârî'nin Hz. Bilâl'den rivayet ettiği bir hadis-i şerifte de Resûl-i Ekrem'in Kabe'deki
namazı, Yemânî rükünler arasında bulunan iki direk arasinda kıldığı ifade edilerek
[3421

Resûl-i Ekrem'in sağında ve solunda birer direk bulunduğu bildirilmişse de

aslında burada direğin biri ya diğer iki direkle aynı hizada bulunmadığından, ya da
Resûl-i Ekrem namazı O'na karşı kıldığından zikredilmemiştir.

İleride tercümesini sunacağımız 2026 numaralı hadis-i şerif ile Zürkâ-nî'nin tahkikine

[3431

göre Imam-ı Mâlikin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Resûl-i Ekrem'in Kabe'de



iki rekat namaz kıldığı ifâde edilirken Müslim'in rivayet ettiği diğer bir hadiste hiç

T3441

namaz kılmadığı, 1 sadece !duâ ettiği ifâde edilmektedir. Ayrıca ileride

tercümesini sunacağımız 2027 numaralı hadis de böyledir. Bu konuda Nevevı şunları
söylüyor: "Hadis ulemâsı Resûl-i Ekrem'in Kabe'de iki rekat namaz kıldığını ifâde
eden Bilâl rivâyetiyle amel edileceği hususunda ittifak etmişlerdir. Çünkü bu rivayet
bir hüküm isbat etmektedir. Aynı zamanda bu hadiste kendisine aykırı olan hadise
nisbetle daha fazla bilgi vardır. Binaenaleyh bu hadis, kendisine aykırı olan hadislere
tercih edilir.

"Hz. Bilâl "Resûl-i Ekrem Kabe içerisinde iki rekat namaz kıldı" derken Hz.
Üsâme'nin "namaz kılmadı" demesine gelince, bunun sebebi de şudur: Kabe'ye girip
kapıyı kapadıkları vakit, herbiri duâ ile meşgul olmuş. Üsâme (r.a.) Peygamber (s.a.)'i
Beyt-i Şerifin bir tarafında duâ ederken görmüş, sonra kendisi de Beyt'in başka bir
tarafında duâ etmiştir. Hz. Bilâl Resûlullah (s.a.)'e yakın bulunduğu için onun namaz
kıldığını görmüş Üsâme ise, uzakta bulunduğu için ve meşguliyeti sebebiyle bunu
görememiştir. Zaten Resûlullah sallalahü aleyhi ve sellem'in bu namazı hafif idi.
Binaenaleyh Hz. Üsâme'nin, zannıyla amel ederek "Namaz kılmadı" demesi caizdir.

Fakat Hz. Bilâl hakikaten namaz kıldığını görmüş ve haber vermiştir. "^^
Hz. Bilâl'in bu rivayeti ileride gelecek olan 2027 numaralı İbn Abbas hadisine de
tercih edilir. Çünkü Hz. İbn Abbas bu hadisin içinde bizzat Resûl-i Ekrem'le birlikte
bulunmamıştır. Bu hadisi rivayet ederken bazan kardeşi Fazl'a bazan da Hz. Üsâme'ye
istinad ve itimad etmiştir.

Ayrıca Hz. Bilâl'in rivayeti olumlu olduğu için de diğer olumsuz rivayetlere tercih
edilir.

Bazı Hükümler

1. Resûlullah (s. a.) hayatta olduğu halde bir şahabının diğer bir sanabıden hadis
rivayet etmesi caizdir.

2. Daha faziletli bir kimse varken aynı dercede faziletli olmayan başka bir kimseye
haber sorup onun vereceği haberle yetinmek caizdir. Çünkü İbn Ömer, Resûl-i Ekrem
dururken Kabe'den ne yaptıklarını Hz. Bilâl'e sormuştur.

3. Hz. İbn Ömer, Hz. Peygamberin sünnetini araştırmak ve sünnete uymak hususunda
son derece hırslı idi.

4. Hacı olsun veya olmasın bir kimsenin Kabe'ye girmesi müstehab-tır. Taberânfnin
el-Mu'cem'ul-kebîri'inde Abdullah b. Müemmil'den rivayet ettiği zayıf bir hadiste
şöyle Duyuruluyor: "Beyt-i Şerife giren bir kimse bir iyiliğin içine girmiş ve bir
kötülüğün dışına çıkmış olur. O kimse Beyt'ten çıkarken günahları bağışlanmış olarak

[3471

çıkar. " J 1 Ulemânın büyük çoğunluğuna göre Kabe'ye girmek hac ibadetinden

değildir. Çünkü İbn Abbas (r.a.); "Ey insanlar Beyt-i Şerife girmenizin hacla hiç bir

ilgisi yoktur." buyurmuştur. ^ - - * Nitekim şu hadis-i şerifte bu gerçek, açıkça ifade
edilmektedir: "Keşke girmeseydim, çünkü ümmetime güçlük çıkarmış olmaktan

korkuyorum

Beyt-i Şerife girerken son derece alçak gönüllü edepli olmalı ve göz secde yerinden
ayrılmamalıdır. Nitekim Salim b. Abdillah'm Hz. Aişe'den naklettiği bir hadis şu



mealdedir: "Şu Müslüman kimseye hayret ediyorum, Kabe'ye giriyor da Allah Teâlayı
tazim maksadıyla gözünü secde mahallinden ayırıp tavana dikiyor. Oysa Resûlullah
(s.a.) Kabe'ye girdiği zaman çıkıncaya kadar gözünü secde mahallinden

ayırmadı."

5. Kabe içinde namaz kılmak müstehabdır. Ancak bu meselenin ayrıntıları ulemâ
arasında ihtilaflıdır. Hanefî ulemâsıyla, İmam Şafiî, Ah-med, Sevrî ve cumhûr-ı
ulemâya göre Kabe içerisinde farz ya da nafile namaz kılmak caizdir; İbn Abdilhakîm
el-Malikî de bu görüştedir. İbn Abdilber ile İbnu'l-Arabî de bu görüşü
doğrulamaktadırlar. Delilleri ise, konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisidir. Sözü
geçen ulemâya göre sıhhat bakımından nafile namazlarla farz namazlar arasında bir
fark olmadığı gibi, mescid olması itibariyle Kabe nafile namazları kılmaya müsâid
olduğu gibi farz namazları kılmak için de müsaittir. Bu hususta Kabe'nin içi.ile dışı
arasında bir fark olmaması gerekir.

İmam Mâlik'e göre ise, Kabe içerisinde nafile namazın dışında bir namaz kılmak caiz
değildir. Bu görüş İmam Ahmed'den de rivayet olunmuştur. Delilleri ise şu âyet-i
kerimedir: "Artık yüzünü Mescid-i Haram semtine çevir bulunduğunuz yerde

yüzlerinizi o yöne çevirin. Çünkü Kabe'nin içinde namaz kılarken Kabe'ye
yönelmek gerçekleşmiyor. Bu bakımdan farz namazları Kabe'de kılmak âiz değildir.
Nafile namazlara gelince bilindiği gibi farz namazlara nisbetle nafile namazların
edasında dinen bazı kolaylıklar vardır. Oturarak kılmabilmeleri ve yolculukta hayvan
üzerinde kılınmalarının caiz olması buna misal olarak verilebilir. Bu bakımdan
Kabe'ye yönelme tam gerçekleşmese bile Kabe içinde namaz kılmak caizdir.
Binaenaleyh Kabe içinde kılman farz namazların kesinlikle iadesi lâzım gelir. Maliki
ulemâsının meşhur olan görüşü budur.

İbn Abbas'a göre ise, Kabe içerisinde farz veya nafile hiç bir namaz kılınamaz.
Malikîlerden bazıları ile Zâhiriyye ulemâsı bu görüştedirler. Çünkü Kabe içinde
namaz kılarken Kabe'nin bir kısmı arkada kalmış olur. Oysa matlub olan Kabe'ye
yönelmektir. Sünnet-i müekkedeler ile vitir ve bayram namazlarını Kabe içerisinde
kılmak ise, Malikîlere göre mekruhtur.

Bu görüşler içerisinde isabetli olanm cumhurun görüşü olduğunda şüphe yoktur.
Çünkü Resûl-i Ekrem (s.a.) hiçbir zaman farz namazı Kabe içinde kılmayı

yasaklamama,^

2024. ...Şu (önceki hadis-i şerif) Malik'den de rivayet olunmuştur. Ancak (bu hadisi

Malik'den rivayet eden Abdurrahman b. Mehdi burada bir önceki hadisde geçen)

direkleri zikretmemiştir. (Abdurrahman b. Mehdi Malik'den naklen) dedi ki: Sonra

(Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem) namaz kıldı; kendisiyle kıble arasında üç

[3531

arşm(lık bir mesafe) vardı.



Açıklama

Hz. Abdullah b. Ömer Kabe'ye girince yüzü istikâmetinde ileri doğru yürümüş kapıyı
arkasında bırakarak karşısındaki duvara üç arşın kalıncaya kadar ilerler ve Hz. Bilâl'in
haber verdiği yeri bulur, orada namaz(mı) kılarmış. Binaenaleyh Kabe'nin her hangi
bir yerinde namaz kılmakta hiçbir kimse için sakınca yoktur, istediği yerde kılabilir.



[354]



2025. ...İbn Ömer (r.a.) Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem-den (2023 numaralı)
Ka'nebî hadisinin manasını rivayet etti (ve); "Ben (Kabe'de Hz. Peygamberin) kaç

(rekat) namaz kıldığını Bilâl'e sormayı unuttum" dedi.^^
Açıklama

Bu hadis-i şerifi Müslim şu mânâya gelen lâfızlarla rivâyet etmiştir: "Resülullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) beraberinde Üsâme, Bilâl ve Osman b. Talha olduğu
halde Beyt-i Şerife girdi. Sonra üzerlerine kapıyı uzun zaman kapadılar. Bilahere kapı
acildi, içeriye ilk giren ben idim ve Bilal'e rastlayarak:
Resülullah (s.a.) nerede namaz kıldı? diye sordum. Bilâl:

İki ön direk arasında, cevabını verdi. Ama Resülullah (sallallahü aleyhi ve sellem)in
kaç rekat namaz kıldığını ona sormayı unuttum.

Bu rivayetle birlikte konumuzu teşkil eden hadis-i şerif gösteriyor ki Hz. Bilâl, Hz. İbn
Ömer'e Hz. Peygamber'in Kabe'de namaz kıldığı yeri haber vermişse de kaç rekat
namaz kıldığından bahsetmemiştir.

Halbuki Mücâhid'in İbn Ömer'den naklettiği şu hadis-i şerif bunun aksini ifâde
etmektedir. "Ben Bilal'e Peygamber (saİlallahu aleyhi ve sellem) Kabe'de namaz kıldı
mı? diye sordum da:

Evet Beyt'e girdiği vakit şu senin sağında bulunan iki direk arasında iki rekat namaz

[357]

kildi. Sonra Kabe'den çıktı, iki rekât da Kabe'ye doğru kıldı, cevabım verdi.

Aslında bu iki rivayet arasında çelişki yoktur. Çünkü İbn Ömer'in bu rivâyetirideki
"iki rekat" sözü kendisine aittir. Hz. Bilâl'den duymuş değildir. Ancak Hz. Bilâl'den
duyduğu sözü naklederken iki rekatten az namaz kılmamaycağım düşünerek sözüne
"iki rekat" kelimesini ilave ederek nakletmiştir.

Ayrıca Ömer b. Şeybe'nin "Kitabı Mekke"de yine îbn Ömer'den naklen rivayet ettiği
bir hadis de şu anlamdadır: "Kabe'den çıktıkları zaman Bilâl'le karşılaştım:
Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) burada ne yaptı? diye sordum, eliyle yani
şehadet ve orta parmaklarıyla işaret ederek:

T3581

İki rekat namaz kıldı, diye cevap verdi. Ömer b. Şeybe'nin bu rivayeti de Hz. İbn

Ömer'in Hz. Bilal'e Hz. Peygamber'in kaç rekat namaz kıldığını lafzen sormadığını
BilaFinde O'na lafzen cevap vermediğini, fakat iki rekat kıldığını eliyle ifâde ettiğini
ortaya koymaktadır. Yahutta Hz. İbn Ömer "Ona kaç rekat kıldığını sormayı unuttum"
derken; iki rekattan fazla namaz kılıp kılmadığını iyice anlayamadım, demek

istemiştir.- 1 1

2026. ...Abdurrahman b. SafVân'dan; demiştir ki: Ben Ömerb. Hattâb'a:
Resülullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Kabe'ye girdiği zaman ne yaptı? diye sordum
da;

İki rekat namaz kıldı, diye cevap verdi.



Açıklama



Bu hadis-i şerif Resûl-i Ekrem (s.a.fin Kabe'ye girdiği vakit iki rekat namaz kıldığım
ifâde etmektedir. Her ne kadar senedinde bir takım tenkidlere hedef olan Yezid b. Ebî
Ziyâd olduğu için bu hadis zayıf sayılmışsa da şu hadisler tarafından takviye edildiği
için zayıflıktan çıkıp hasen liğayrihî seviyesine yükselmiştir.

1. Daha önce tercümesini sunduğumuz; "Ben Bilâle: Peygamber (s.a.) Kabe'de namaz
kıldı mı?" diye sordum da: "Evet, Beyt'e girdiği vakit şu senin sağında bulunan iki
direk arasında iki rekat namaz kıldı, sonra Kabe'den çıktı, iki rekat de Kabe'ye doğru

kıldı" cevabını verdi. anlamındaki hadis.

2. Abdulaziz b. Ebi Revvâd'ın Nâfı'den O'nun da İbn Ömer'den rivayet ettiği,

Kabe'den çıktıkları zaman Bilal'le karşılaştım, "Peygamber (s.a.) burada ne yaptı?"

diye sordum. Eliyle, yani şehâdet ve orta parmaklarıyla "iki rekat namaz kıldı" diye

, D621
cevap verdi. 1

3. İbn Ebi Müleyke'nin İbn Ömer'den rivayet ettiği, Hz. BilaPe "Resulullah Kabe'de
namaz kıldı mı?" diye sordum da, "Evet iki direk arasında iki rekat namaz kıldı" dedi.
[3631

Biz bu hadisle ilgili açıklamayı 2024 ve 2025 numaralı hadislerin şerhinde açıklamış
bulunmaktayız. ^ ^

2027. ...İbn Abbâs (r.a)'dan rivayet olunduğuna göre, Peygamber (s.a.) Mekke'ye
gelince içinde putlar bulunan Kabe'ye girmek istememiş (ve Hz. Ömer'e) onları
(çıkarmasını) emretmiş, bunun üzerine (putlar Kabe'den) çıkartılmış ve (özellikle)
İbrahim ve İsmail (aleyhisselam)'m heykelleri de ellerinde ezlâm (demlen fal okları)
olduğu halde çıkarılmışlar. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (bu
iki heykeli yapanları kastederek);

"Allah onları helak etsin, onlar pek iyi bilirler ki (bu iki Peygamber hiç bir zaman)
kısmetlerini fal oklarıyla aramış değillerdir" buyurmuş, sonra Beyt'e girip her
tarafında ve her köşesinde tekbir getirmiş sonra orada namaz, kılmadan (dışarı)

çıkmıştır.
Açıklama

Bu hadis-i şerifte söz konusu edilen olay, Mekke'nin fethinde cereyan etmiştir.
Metinde Kabe'nin içindeki putlardan "ilâh" diye bahsedilmesi câhiliyye arablarmın
batıl inançlarını ifade etmek içindir. Bu maksadın dışında herhangi bir puttan "İlâh"
diye bahsedilmesine imkân yoktur. Resû-Iu-i Ekrem Kabe'yi eski hâli üzere bırakmak
istemediğinden ve içinde putlar varken oraya meleklerin girmesi mümkün

olmadığından dolayı putları çıkartmadan oraya girmek istememiştir. ^ ^
Beyhâkî'nin rivayetine göre, Hz. Peygamber Fetih günü Bathâ'da Kabe'ye giderek
oradaki putları imha etmesi için Hz. Ömer'e emir vermiştir ve bu putlar tamamen

ortadan kaldırılıncaya kadar Kabe'ye girmemiştir. Beyhâkî'nin bu rivayeti

Kabe'yi putlardan temizleyen kimsenin Hz. Ömer (r.a.) olduğunu ifâde etmektedir ki,



biz de tercümemizde buna parantez içerisinde işaret ettik. Buhârî'nin bir rivayetinde de
Hz. İbrahim ve İsmail'e ait heykellerin ashab-ı kiramdan bir cemaat tarafından çıkarıl-
dığı ifâde edilmektedir. Ayrıca Beyhakî'nin bir rivâyetiyle Buhârî'nin diğer bir
rivayetinde de Hz. Peygamberin Kabe'de Hz. İbrahim'in heykeliyle Hz. Meryem'in

heykeline rastladığı ifâde edilmektedir.

Bu rivayetler arasında bir çelişki bulunduğunu zannetmek doğru değildir. Çünkü
Kabe'de pek çok put vardı. Bu putlar arasında Hz. İbrahim ve İsmail'e ait heykeller
bulunduğu gibi Hz. Meryem'e ait bir heykelin de bulunması mümkündür. Ayrıca
Kabe'deki putların imha edilmesi için Hz. Ömer'e emredilince ashâbdan bazı
kimselerin de ona Kabe'nin putlardan temizlenmesinde yardım etmiş olması ihtimali
de vardır.

Metinde geçen "ezlâm = fal okları" zelam kelimesinin çoğuludur. Ucunda temren
bulunmayan küçük ok anlamına gelir. Câhiliyye çağında fal için kullanılan bu oklar üç
adet olurdu. Bunlardan birinde "yap" öbüründe "yapma" yazılı idi. Üçüncüsünde de
bir şey yoktu, yani boştu. Bir iş tutmak isteyen bir yola çıkacak olan kimse bu işin ya
da yolculuğun kârlı ve kazançlı olup olmayacağını anlamak için bu oklara başvururdu.
Kabe içerisinde ücret mukabilinde bu işi yürüten falcıya varıp bu oklardan birini
çekerdi. Şayet "yap" çıkarsa o işi yapardı, "yapma" çıkarsa bu işinden vazgeçerdi.
Eğer boş çıkarsa, üzerinde "yap" veya "yapma" yazılı oklardan biri çıkıncaya kadar fal
çekmeye devam ederdi.

İslâm dini zararı olan câhiliyye âdetleri yanında her türlü bâtıl inançlarla da mücâdele
etmiş ve onların kökünü kazımıştır. Kur'ân-ı Kerim'in bazı âyetlerinde fal oklarına
başvurarak geleceğe dâir bilgi edinmek istemenin şeytanın aldatmasından doğan, pis
ve çirkin bir âdet olduğu ve fenalıkta şarap içmeğe, kumar oynamağa denk olduğu
belirtilerek bunlardan kaçınılması emrolunmuştur. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda
mü'minleri şöyle uyarıyor: "bir de fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı.

Bunlar fâşıklıktır..."^^



Bazı Hükümler



1. Halkı bâtıllardan sakındırmak, kötülüğün işlendiği yerlerden uzak durmak ve batıl
inançlarla mücadele etmek, mü'minler için farzdır.

2. Kabe'ye girerek her tarafında tekbir getirmek müstehabdır.

3. Peygamber (s. a.) Veda Haccmda Kabe içerisinde namaz kılmarmştır. Her ne kadar
bu hadis Resûl-i Ekrem'in Kabe içinde namaz kıldığını ifâde eden 2023 ve 2026
numaralı hadislere aykırı gibi görünmekte ise de, bu rivayetlerin aralarını şu şekilde
uzlaştırmak mümkündür. Hz. Peygamber Kabe'ye iki defa girmiştir. Bu girişlerinin
birinde 2023 ve 2026 numaralı hadislerde ifâde edildiği gibi namaz kılmıştır,
diğerinde de konumuzu teşkil eden İbn Abbâs hadisinde ifade edildiği gibi namaz
kırmamıştır.

Hafız İbn Hacer de İbn Hıbbân'dan naklen Resûl-i Ekrem'in biri Fetih günü diğeri de

Veda haccmda olmak üzere iki defa Kabe'ye girdiğini ve Fetih günü Kabe'ye

R71]

girdiğinde namaz kıldığını, Veda haccmda girdiğinde ise kılmadığını söylüyor.

İmam Nevevî'ye göre ise, Hz. Peygamber Kabe'ye sadece Fetih günü girmiş ve



[3721

Kabe'de namazı da o gün kılmıştır. J 1

[3731

93. Hicr'de Namaz Kılmak 1 L



2028. ...Âişe (r.anhâ)'dan; demiştir ki: Kabe'nin içine girmeyi ve orada namaz kılmayı
çok arzu ederdim. Resûlullah (s. a.) elimden tutup beni Hıcr'e soktu ve (şöyle)
buyurdu:

"Beyt(-i Şerif)e girmek istiyorsan, Hicr'de namaz kıl. Gerçekten O, Bey t'ten bir

parçadır. Fakat senin kavmin, Kabe'yi bina ettikleri zaman (Beyt'in ölçülerini)

[3741

kısalttılar, Hicr'i, Beyt'in dışında bıraktılar. " J 1



Açıklama

Âişe (r.anhâ) Mekke fethedilirse, Ka'be'nin içine girip namaz kılmayı nezretmişti. Bu
yüzden Kabe'ye girip na-
maz kılmayı çok arzu ediyordu. Bu durumu Resûl-i Ekremı'e açınca, O'na Hıcr'da
namaz kılmanın Kabe içinde namaz kılmanın yerini tutacağını, Çünkü aslında Hıcr'm
Kabe'den bir parça olduğunu haber verdi.

Bilindiği gibi Kabe'nin kuzey-batı duvarının karşısında zeminden bir metre kadar
yüksek, onbeş metre kadar uzunluğunda, yarım dâire şeklinde bir duvar vardır ki buna
"Hatîm" denir. Bu duvar ile Beytullah arasındaki boşluğa "Hıcr, Hıcr-i Kabe, Hıcr-i
İsmail" veya "Hazıra" denir.

Hıcr-ı Ka'be'de namaz kılınır, duâ edilir, fakat kıble olarak buraya karşı namaz
kılınamaz.

Hz. İbrahim'in yaptığı binada bu kısım da Kabe'ye dahildi. Peygamberimizin
nübüvvetinden beş yıl kadar önce Kabe'nin Kureyş kabilesi tarafından yapılan tamiri
sırasında inşaat malzemesi yetmediği için bu kısım binanın dışında bırakılmıştır. Hz.
İsmail ile annesi Hâcer'in buraya defnedilmiş oldukları rivayet edilir. Burası Kâbe?ye
dâhil olduğu için tavafın bu duvarın dışından yapılması vâcibdir. Kabe üzerine yağan
yağmur sularının aktığı altın oluk (Mîzab-i Ka'be) derbu duvarın ortası hizasmdadır.
[375]



Bazı Hükümler

1. Daha önce geçen- 1899 numaralı hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi Hıcr
içinde namaz kılmak müstehabtır. Çünkü orada namaz kılmak Kabe içerisinde namaz
kılmak gibidir. Bu bakımdan oraya sık sık girip dua etmek de müsten" abdır.

2. Hıcr Kabe'den bir parçadır. Bu konuda Hz. Aişe'den rivayet edilen bir hadis-i şerif
de şu anlamdadır: Ben Resûl-i Ekrem'e:

Hıcr Beyt'ten midir? diye sordum da:

"Evet," diye cevap verdi. Ben de:

O halde onu niçin Beyt'in içine almamışlar? dedim.

"Senin kavminin inşaat malzemelerinin yetişmediğini biliyor musun?" buyurdu. Ben
de:

Onun kapısı niçin böyle yüksektir? dedim.



"Senin kavmin, istedikleri kişiyi oraya sokmak, girmesini istemedikleri kişinin de
girmesini engellemek için böyle yaptılar. Eğer senin bu kavmin, câhiliyye çağından
yeni kurtulmuş olmasalardı, kalplerinin itiraz etmeyeceğini bilseydim, Hıcr'ı Kabe'nin

n nfS\

içerisine alırdım. Kapısını da yer seviyesine indirirdim" cevabını verdi.

Râfıî'nin beyanına göre Hıcr'm tümü Beyt'ten değildir. Sadece Beyt'e bitişik olan altı
arşın uzunluğundaki bir alan Kabe'dendir. Bunun dışındaki Hıcr içinde kalan saha,
Beyt-i Şeriften değildir. Çünkü Resûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Eğer kavmin (câhiliyye devrinden yahut) şirkden yeni kurtulmuş olmasaydı, ben
Kabe'yi yıkar da yere yapışık (alçak)-yapardım. Ona biri doğuda biri de batıda olmak
üzere iki kapı açardım. Hıcr tarafından da ona altı zira* yer katardım. Çünkü Kureyş

T3771

Kabe'yi bina ederken onu küçültmüşler. Altı zira aşağı yukarı üç metreye eşittir.

Binaenaleyh Hıcr'in bir kısmının Kabe'den olup diğer bir kısmının da Kabe'den
olmadığı kabul edilince, Hıcr'in bir kısmına yönelerek namaz kılan bir kimsenin na-
mazı sahih olmaz. Çünkü namaz kılan kimsenin namazının sahih olabilmesi için
kesinlikle Kabe'ye yöneldiğinden emin olması gerekir. Hanefî ulemâsıyla îmam Mâlik
bu görüştedirler. Şafiî ulemasından imam Nevevî ile Râfî'de bu görüşü
benimsemişlerdir.

Tavafın sahih olması için de Hıcr'in ve Şâzervân'm^^ dışından dolaşmak şarttır.
Çünkü tbn Abbas (r.a.); "Beyt(-i Şerif)i tavaf etmek isteyen kimse Hıcr'in dışından

dolaşsın" buyurmuştur.

Beyt'i tavaf edecek olan kimse Şâzervân'm üzerine çıkarak Beyt'i tavaf etmeye başlasa
bir adım sonra oradan inerek tavafım tamamlamış olsa bu kimsenin tavafı sahih
değildir. Çünkü bu kimse Beyt'in etrafını değil içini tavaf etmiş olur.
Hanefi ulemâsına göre Kabe'yi tavaf ederken Hıcr'm dışarısından dolaşmak vâcibdir,
Terkinden dolayı kurban kesmek gerekir. Çünkü Hıcr'in Kabe'den sayılan kısmı
sadece altı zira (arşm)dır. Şafiî ulemâsından Neve-vî'ye göre ise, Kabe'yi tavaf
ederken Hıcr'in içinden geçen bir kimsenin bu esnada Kabe ile kendisi arasında altı
zirâdan daha fazla bir uzaklık bulunursa, bu kimsenin tavafı hakkında Şâfiîlerce iki
görüş vardır:

a. Bu konudaki hadislerin zahirine göre bu kimsenin tavafı şahindir. Horasan
ulemâsının bir kısmı da bu görüşü benimsemişlerdir.

b. Bu kimsenin tavafı sahih değildir. İmam Şafiî'nin sahih olan görüşü de budur. İmam
Ebû Hanife'nin dışında bütün ulemâ da bu görüştedirler. İmam Ebû Hanife'ye göre ise,
Kabe'yi Hıcr'in içihden geçerek tavaf eden bir kimse, Mekke'de bulunduğu süre
içerisinde tavafını iade eder. Şayet iade etmeden memleketine dönmüşse, kurban
keser. Cumhurun delili Resûl-i Ekrem'in tatbikatıdır. Çünkü Hz. Peygamber Kabe'yi
tavaf ederken Hıcr'in dışından dolaşmış ve; "Hac ibâdetinizi nasıl yapacağınızı benden

Öğrenin" buyurmuştur. ^ ^
Ka'be'ye Girme k^^



2029. ...Aişe (r.anhâ)'dan rivayet olunduğuna göre Peygamber (sallallahu aleyhi ve
sellem) birgün onun yanından sevinçli olarak çıkmış sonra üzüntülü olarak dönüp
(şöyle) buyurmuştur.



"Ben Kâ'benin içine girmiş bulunuyorum. Eğer arkamda bıraktığım şu iş sonucunda
öğrendiğimi önceden bilmiş olsaydım, oraya girmezdim. Gerçekten ben ümmetime

T3821

zorluk vermiş olacağımdan korkuyorum. " J 1



Açıklama

Hz. Peygamberdin Kabe'ye girip çıktıktan sonra "Bileydim girmezdim" demesi,
ümmetinin kendisine uymak için

Kabe'ye girmek isteyeceklerini ve bu yüzden de büyük zorluklarla ve sıkıntılarla
karşılaşacaklarını ve bu sebeple bazı zararlara uğrayacaklarını tasavvur etmesindendir.
Oysa Resûl-i Ekrem Efendimiz ümmetine çok merhametli idi. Onların hiç tfir zaman
sıkıntıda kalmalarını ve zarara uğramalarını arzu etmezdi. Bu sebeple Kabe'ye
girdiğine pişman olduğunu, "Bileydim Kabe'ye girmezdim" sözleriyle dile getirmiştir.
Bu cümle Tirmizî'nin Sünen'i ile Ahmed b. HanbePin Müsned'inde "Kabe'ye girdim
amma girmemiş olmayı temenni ettim. Artık benden sonra ümmetimi yormuş

T3831

olmamdan korkuyorum," anlamına gelen lâfızlarla rivayet olunmuştur.



Bazı Hükümler



1. Peygamber (s. a.) Kabe'ye fetih yılında değil, Veda Haccında girmiştir. Çunku Fetih
yılında Resûl-i Ekrem Mekke'ye girdiği günde Hz. Aişe yanında değildir. Beyhakî
kesinlikle bu görüştedir.

İbn Kayyım ile ulemadan bazı kimselere göre ise, Hz. Peygamber Kabe'ye sadece
Fetih yılında girmiştir. Hz. Peygamber "Hileydim Kabe'ye girmezdim." sözünü Hz.
Aişe'ye fetih gazvesinden döndükten sonra söylemiştir. Nitekim 2027 numaralı
hadisin şerhinde açıklamıştık.

2. Kabe'nin içine girmek haccm menasikinden değildir. Ulemânın büyük çoğunluğu
bu görüştedirler. Bu arada yine bu hadise dayanarak Kabe'nin içine girmenin hacla
ilgili vazifelerden olduğunu söyleyenler de vardır. Kimisi de bunun müstehab olduğu
görüşündedirler.

Mâliki ulemâsından Kurtubî'ye göre, başkalarına sıkıntı vermeden girmek mümkün
olursa, o zaman, Kabe'ye girmek müstehab olur. Fakat bunda başkaları zarar
görecekse, o zaman Kabe'ye girmek büyük bir hatâ olur. Bazan halkın Kabe'ye girmek
için büyük sıkıntılara, sıkışıklıklara sebeb olduğu bu yüzden bazılarının zarar gördüğü
hatta bazı kadınların avret mahallerinin açıldığı bile olmuştur. Bunlar çok çirkin ve

çok tehlikeli davranışlardır. ^ ^ Fıkıh ulemâsının bu mevzudaki görüşlerini 2023 nu-
maralı hadisin şerhinde açıkladık.

2030. ...Safiyye bint Şeybe'den; demiştir ki: Ben Eslemiyye'yi (şöyle) derken işittim:
Ben Osman'a: "Resûlullah (sallallahu aleyhi ye sellem) seni çağırdığında sana ne
dedi?" diye sordum da (O şöyle cevap verdi):

(Rasülullahl bana:)"Ben sana boynuzların üzerini ört, diye emretmeyi unutmuşum.
Çünkü Beyt(-i Şerif)de namaz kılanı meşgul edici (böyle) bir şeyin bulunmaması
gerekir." buyurdu.

(Musannif Ebû Davud'un bu hadisi aldığı şeyhlerden birisi olan) Ibnu's-Serh, (bu



hadisin senedini naklederken ravî Mansûr'un) "Dayım Musafi' b. Şeybe (bana haber
verdi ki)" dediğini rivayet etmiştir.

Açıklama

Hz. Peygamber'in Hz. Osman b. Talha ile yaptığı bu konuşma hicretin sekizinci
yılında Mekke'nin Fethi sırasında olmuştur. Bilindiği gibi Hz. Osman b. Talha,
eskiden beri Kabe kapıcılığı, Kabe anahtarlarım taşıma ve saklama görevlerini
yürütmekte idi. Bu sebeple Resûl-i Ekrem Onu Kabe'nin içerisinde bulunan ve Hz.
İsmail'in yerine kesilen koçun boynuzlarının üstünü örtmesini emretmek istemişti.

T3871

Fakat unuttu. Binaenaleyh Ahmed b. Hanbel'in bir rivayetinde Resûl-i Ekrem'in

bu sözü geçen kurbanın boynuzlan hakkında kendisiyle konuştuğundan bahsedilen
kimsenin Hz. Osman b. Talha'dan başka bir kimse olarak gösterilmesi asla doğru
değildir. Resûl-i Ekrem'in bu emri vermeyi unutmuş olması Peygamberlik görevine
aykırı bir hâdise değildir. Çünkü bu emri vermek onun tebliğ görevi içerisine
girmiyordu. Sözü geçen boynuzlar, Huseyn b. Nümeyr'in Kabe'yi tahrib etmesine

kadar Beyt-i Şerifte kalmıştır.

Her ne kadar bu hadiste Müsâfı', Mansûr'un dayısı olarak gösterilmişse de aslında
Müsâfı' Mansûr'un dayısı değil, dayısının oğludur. Bu bakımdan Musâfi"nin ya
mecazi olarak Mansûr'un dayısı olduğu söylenmiş ya da Sünen-i Ebû Davud'un

nüshalarını yazan kâtibler yanlışlıkla böyle yazmışlardır. ^ ^
Bazı Hükümler

Bir kimsenin namaz k.larken dikkatini çekerek yanılmasına sebeb olacak şeyleri

T3901

namaz kıldığı yerden tamamen kaldırması gerekir. J 1

93-94. Ka'be'nin Malı

2031. ...Şeybe b. Osman (kendisiyle Kabe'de oturmakta olan Şakîk'e hitaben) demiş
ki: Ömer b. el-Hattâb (şu) senin oturmakta olduğun yerde otur(uyor)du.
Ben Kabe'nin mal(lar)mı (fakirlere) bölüştürünceye kadar (buradan) çıkmayacağım,
dedi. Ben de;

Sen (bunu) yapamazsın, dedim.
Evet (bunu) yapacağım, dedi. Ben de;
Sen (bunu) yapamazsın, dedim.
Niçin? dedi.

Çünkü Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kabe içinde (bu malların) olduğunu
gördü, Ebû Bekir de (gördü) ve onlar (bu) mala, senden daha muhtaç idi(ler yine de)
onu (yerinden) oynatmadılar, dedim. Bunun üzerine kalktı (Kabe'den dışarı) çıktı

(gıttı). J



Açıklama



Taberânî ile İbn Mâce'nin rivayetlerinde Şakîk Kabe'ye gidişinin sebebini şöyle
açıklıyor: "Adamın birisi hediyye olmak üzere benimle Kabe'ye biraz para
göndermişti. Kabe'ye girdiğim zaman Şeybe bir iskemle üzerinde oturuyordu. Parayı
kendisine uzatınca:
Bunlar senin mi? dedi. Ben de:

Hayır benim olsaydı, sana getirmezdim, dedim. Bunun üzerine bana;

Sen bunu bana söyledin (ama dinle diye söze başladı ve şunları söyledi)....

İbn Mâce'nin bir rivayetinde de daha sonra Şeybe iie Şakîk arasında geçen konuşma,

mevzumuzu teşkil eden hadisteki gibi anlatılıyor.

Hz. Ömer hakka son derece bağlı bir insan olduğu için duyduğu sözler karşısında
duygulanmış ve Kabe'nin mallarını dağıtmaktan vazgeçerek Kabe'den çıkıp gitmiştir.
Resûl-i Ekrem'in Kabe'nin mallarını dağıtmayışı, Kureyşlilerin gönlünü kazanmak-
düşüncesinden neş'et etmiş olabilir. Câhilliyet döneminden yeni kurtulmuş olan
Kureyşlilerin hoş karşılamayacaklarını düşünerek Kabe'yi yıkıp Hz. İbrahim
zamanındaki temelleri üzerine oturtmak fikrinden vazgeçtiği gibi aynı düşüncelerle
Kabe'nin mâllarını dağıtmaktan vazgeçmiş olabilir. Çünkü Müslim'in rivayet ettiği,
"Eğer kavmin câhiliyyet devrinden yahut küfürden yeni kurtulmuş olmasaydı
Kabe'nin birikmiş mal(lar)ım Allah yolunda sarf eder de kapısını yerden yapar,

T3921

Hicr'den de bazı yerleri ona katardım" J 1 anlamındaki hadis de bu ihtimali kuv-
vetlendirmektedir. Bu kuvvetli delil karşısında Resûl-i Ekrem'in bu malları vakf

T3931

niteliğinde olduğu için dağıtmadığı görüşünün bir değeri yoktur. 1 1



Bazı Hükümler



1. Sahâbe-i Kiram Hazerâtı hakka son derece bağlı idiler ve birbirlerine devamlı
olarak hakkı tavsiye ederlerdi.

2. Kabe'nin mallarını kendi ihtiyaçlarının dışında sarf etmek .caiz değildir. Çünkü
fitneye sebep olur. Ancak bu fitne ortadan kalktıktan sonra bu mallan hayırlı yerlere
sarf etmekte herhangi bir sakınca yoktur. Nitekim Abdullah b. Zübeyr (r.a.) Câhiliyye
taassubu tamamen ortadan kalktıktan sonra fitne tehlikesinin kalmadığını görünce
Kabe'yi yıkarak Hz. İbrahim'in attığı temeller üzerine oturtmuştur.

Her sene yenilenen Kabe Örtüsünün satılıp satılmaması konusu da ulemâ arasında
ihtilaflıdır.

Şafiî ulemasından bazılarına göre Kabe'nin örtüsü üzerinde herhangi bir tasarrufta
bulunmak caiz değildir. Kabe'nin örtüsünü veya ondan bir parçasını alan kimsenin onu
yerine iade etmesi gerekir. er-Râfıî de bu görüştedir.

Ibnu's-Salâh'a göre ise, Kabe'nin örtüsü üzerinde tasarrufta bulunma yetkisi devlet
reisine verilmiştir. O isterse, onu satarak Beytulmalm sarfe-dildiği yerlere sarfedebilir.
Bu konudaki delil ise, Ezrakî'nin rivayet ettiği şu haberdir. "Hz. Ömer her sene

[3941

Kabe'nin örtüsünü alarak hacılara bölüştürürdü."^

Hz. Aişe'den rivayet edilen diğer bir haber de şu anlamdadır: "Bir gün Kabe'ye
bakmakla görevli Şeybe b. Osman yanıma geldi ve:

Ey mü'minlerin anası (her sene atılan) Kabe örtüsü yanımda iyice çoğaldı. Hayızh ya
da cünüb kadınların (elbise yapıp) giymelerinden korktuğum için onları derince bir
kuyuya atıp üzerlerini kapatmak istiyorum, dedi. (Ben de şu cevabı verdim:)



İyi olmaz yapacağın bu iş çok çirkin bir iş olup Kabe'den soyulduktan sonra Kabe
örtüsünü cünüp veya hayızh bir kimsenin giymesinde bir sakınca yoktur. Fakat sen
onu sat, parasını fakirlere ve Allah yolunda diğer işlere
sarfet.

Bunun üzerine Hz. Şeybe her sene Kabe örtülerini Yemen'e gönderirdi. Orada satılan
örtülerin parası fakirlere Allah yolunda yapılan işlere ve yolda kalmışlara sarf edilirdi.
[395]

İmam Nevevî'nin beyânına göre, Kabe örtülerinin çürümeye terk edilmemesi için bu
şekilde değerlendirilmesi en iyi bir yoldur ve Ezrakî'nin rivayetine göre Hz. İbn Abbas
ile Hz. Aişe Kabe örtülerinin satılarak Allah yolundaki işlere, miskinlere ve yolda
kalmışlara dağıtılmasını tavsiye ederlermiş. Yine Hz. îbn Abbâs ve Hz. Aişe ile
Ümmü Seleme, Kabe örtüsü eline geçen cünüb ve hayızh kimselerin onu
örtünmelerinde bir sakınca görmezlermiş. Ancak Kabe içerisindeki misklerin teberrük

için veya başka bir maksatla dışarıya taşınmasına izin vermezlermiş.

2032. ...ez-Zübeyr (r.a.)'den; demiştir ki: Resûlallah sallallahu aleyhi ve sellemle
birlikte (Tâif de bulunan) Liyye (isimli vadi)den hareket ettiğimizde Arabistan kirazı
ağacının yanma vardığımızda Resûlallah sallallahu aleyhi ve sellem (O ağacın)
hizasındaki -el-Karnu'l-Esved (denilen dağ)m ucunda durdu ve (iki) gözünü (Tâif de
bulunan) Nahib (isimli vadiye) çevirdi. (Bu hadisi nakleden râvi) bir defa da (Nahîb
kelimesini Tâif) vadisi (diye) rivayet etti ve (ora-dabir süre) durdu nihayet halkın
hepsi de O'na uydu. Sonra (şöyle buyurdu:

"(Tâif deki) Vecc (denilen yer)in avı ve îdâh (denilen ağac)ı Allahü Teâla için haram
kılınmış bir haramdır."

Bu (hadise, Resûl-i Ekrem'in) Taife inmesinden ve (oradaki) Sakîf kabilesini
kuşatmasından önce idi.^^



Açıklama



Tâif, rakımı yüksekçe, akar suları ekinlikleri, hurma bahçeleri üzüm bağlan bulunan,
muz vs. meyvalar yetişen Mekke'nin doğusunda, Mekke'ye iki üç merhale mesafede

büyük bir şehirdir.

Bilindiği gibi Resûl-i Ekrem hicretin sekizinci yılında Şevval ayında Huneyn Savaşma
çıkmış ve savaşı zaferle bitirmişti. Huneyn Savaşından sonra da Taif üzerine yürüdü.
Musannif Ebû Davud'un beyânına göre Resûl-i Ekrem'in Taif deki "Vecc" denilen
yerin avını ve "İdâh" denilen ağacını haram kılması Tâif savaşından önce olmuştur.
Ulemâdan bazıları musannif Ebû Davud'un bu sözünün "bu yasak Tâif savaşından
önceki zamanlara ait belli ve geçici bir süre içindi" anlamına da gelebileceğini ve
dolayısıyla sözü geçen yerdeki ağaçlan kesme yasağının sonradan nes-hedilmiş
olabileceğini söylemişlerse de onları destekleyen her hangi bir delil mevcud değildir.
Ancak bu konuda îbn İshak şu hâdiseyi naklediyor: Sakîf kabilesinden bazı kimseler
Tâif savaşından ve îslâmiyeti kabul ettikten sonra Medine'ye Peygamber (s.a.)'in
yanma geldiler. Mescid'in bir köşesinde onlar için bir çadır kuruldu. Bu sırada Resûl-i
Ekrem ile Sakîf kabilesi arasında elçilik görevini Halid b. Said b. el-As üstlenmişti ve
aralarında hazırladıkları bir hükmün metnini kaleme alan da yine Hâlid idi. Bu



hükmün metni şöyledir: "Bismillahirrahmanirrahim, Allah'ın Resulü ve Nebisi
Muham-med'den Mü'minlere Vecc (denilen yer)in İdah (denilen ağacı) ve avı ha-
ramdır, kesilemez (ve avlanamaz). Bunu yapan kimsenin elbisesi soyularak kendisine
sopa vurulur. Tekrar ederse, tutulup Hz. Peygambere getirilir. Bu Allah'ın Resulü ve
Peygamberi olan Muhammed'in emridir. Allah'ın Resulü Muhammed b. Abdullah'ın

bu emrini Hâlid b, Said yazmıştır. Bu emri kimse çiğneyemez. Yoksa nefsine
[3991

zulmetmiş olur." J 1

Bazı Hükümler

Tâifdeki "Vecc" sahasının avlarını avlamak ve ağaçlarım kesmek haramdır. Şatıı
ulemasından bazıları bu görüştedirler. Şafiî'ye göre ise, buranın avlarını avlamak ya da
ağaçlarını kesmek tahrimen mekruhtur. Binaenaleyh bu yasağı çiğneyen bir kimse
günahkâr olur. Hakim onu uygun gördüğü bir ceza ile cezalandırır. Fakat bu yasağı
çiğneyen kimseye bu suçundan dolayı herhangi bir tazminat cezası verilemez. Çünkü
bu konuda dinî bir dayanak yoktur ve asıl olan beraet-i zimmettir.
Şafiî ulemâsından bazılarına göre ise, buranın ağaçlarını kesmenin ve avlarını
avlamanın tazminatı Mekke ve Medine'deki ağaçları kesmenin ve avlarını avlamanın
tazminatı gibidir.

Hanefi ulemâsıyla İmam Ahmed, Malik ve Cumhur-ı ulemâya göre ise, sözü geçen
sahanın ağaçlarını kesmek ya da avlarını avlamakta herhangi bir sakınca söz konusu
değildir. Şafiî ulemâsından Hattabî de bu konuda görüşünü açıklarken şunları
söylüyor: Ben Resûl-ü Ekrem'in bu sahanın ağaçlarını ve avlarını haram kılması için
herhangi bir sebeb göremiyorum. Ancak bu olsa olsa müslümanlarm menfaati için
geçici olarak koru mahiyetinde kılınmış bir yasaktır da sonradan neshedilmiştir ve mu-
sannif Ebû Davud'un hadisin sonunda "bu (hâdise Resulü Ekrem'in) Taife inmesinden
ve (oradaki) Sakîf kabilesini kuşatmasından önce idi" demesi de bunu gösterir. Ayrıca
Resul-i Ekrem'in Taife gelip te Sakîf kabilesini muhasara ettiği zaman askerlerin
Tâif in ağaçlarmdaki meyveleri almaları ve avlarını yakalamaları da bunu gösterir.
Şevkânî de bu konudaki görüşlerini şöyle ifâde ediyor: "Bu hadis-i Şerif sözü geçen
bölgenin ağaç ve avlarının haram kılındığına bir delildir. Bu hükmün neshedildiğini
iddia edenlerin bu iddiaları delilsizdir. Çünkü neshedildiğine dâir bir delil
bulunmadıkça neshin bulunmadığına hükmet-met asıldır. Bu bakımdan sözü geçen
bölgedeki ağaçları kesen veya avları avlayan bir kimsenin bu ağaçların veya avların

bedelini ödemesi gerekmez. Zira asıl olan berâet-i zimmettir.

Ulemânın büyük çoğunluğuna göre söz konusu sahadaki ağaçları kesmenin ve avlan
avlamanın haram olduğunu ifâde eden bu hadis zayıftır. Binaenaleyh bir şeyin haram
veya helâl kılınması konusunda bu hadis delil olamaz. Çünkü bu hadisin senedinde

bulunan Muhammed b. Abdullah ve babası Abdullah b. İnsan zayıftır.
94-95. (Mekke Dönüşü) Medine'ye Uğramak



2033 ...Ebû Hureyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber sallallahü aleyhi ve
sellem şöyle buyurmuştur:

"(Namaz ve ibâdet için) hiçbir mescide yolculuk edilmez. (Fazla sevap umarak) yalnız



(şu) üç mescide yolculuk edilebilir: Mescid-i Haram, Benim Mescidim (yani Mescid-i

[4021

Nebevi) ve Mescid-i Aksâ

Açıklama

cümlesinin asıl mânâsı, "Semerler bağlanmaz" demektir. Bu söz yola çıkmaktan
kinayedir. Çünkü sefere çıkmak için binilecek hayvana semer vurmak gerekir. Maksat
yolculuk olduğu için bu yolculuğun çeşitli vâsıtalarla yapılmasıyla yaya olarak
yapılması arasında bir fark yoktur.

Konumuzu teşkil eden bu hadis Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde şu mânâya gelen
lâfızlarla rivayet edilmiştir: "Ebû Basra bir kerre namaz kılmak için Tur(-i Sinâ'y)a
gitmiş ve dönerken Ebû Hureyre (r.a.)'e rastlamıştı. Ebû Hureyre Ona nereden
geldiğini sorunca "Tür' dan geldiğim ifâde etti. Bunun üzerine Ebû Hureyre (r.a.) şöyle
dedi:

Eğer Tur'a gitmezden önce seninle görüşmüş olsaydım hiç gitmezdin. Çünkü
Resûlullah (s. a.), "Üç Mescidden başka hiçbir mescide (namaz için) yolculuğa

çıkmaymız. Mescid-i Haram, Benim şu mescidim ve Mescid-i Aksa"^"^ buyurdu.
"Lâ tüşeddü" kelimesinin başında bulunan "lâ" harfi "nehy" anlamında kullanılmış bir
olumsuzluk edatıdır. Nehy sığası yerine nefy sığasının kullanılmasındaki nükteyi
Bedrüdin el-Aynî şöyle açıklıyor: "Bu anlatım tarzında muhatabı üç mescidin
ziyaretine en beliğ bir şekilde teşvik, bunların dışındaki mescidlere gitmekten lâtif bir
şekilde men ve tahzîr vardır."

Mescid-i Haram'dan maksat, Harem-i Şerifin tümüdür. Mescid-i Aksa, Kudüs'teki
mesciddir. Bu mescid Kabe'den ya mesafe ya da zaman itibarıyla uzak olduğu için ona
"En uzak" mânâsına gelen "Aksa" sıfatı verilmiştir. Bir hadiste Kabe ile Mescid-i
Aksâ'mn kuruluşları arasında kırk yıllık zaman- bulunduğu bildirilmiştir. Hz. Adem
ile Dâvûd aleyhisselam arasında bundan kat kat fazla zaman geçmesine bakarak
bazıları bu hadisi müşkil görmüşlerse de kendilerine şöyle cevap verilmiştir: "Her iki
mescidin de temellerini melekler atmıştır. İki temel atma arasında kırk yıllık zaman
vardır. Sonra Hz. Dâvûd ile Hz. Süleyman (aleyhisselam) Mescid-i Aksâ'mn binasını
yapmışlardır. Bazıları da "bu mescide Mescd-i Aksa denilmesi, Medine mescidine
uzak olduğu içindir" demişlerdir. Zira Medine Mekke'ye uzaktır. Kudüs ise, daha da
yüksektir. İşte "Aksa" sıfatının verilmesinin sebebi budur. Yerinin yüksekliğine

[4041

bakarak bu ismin verilmiş olduğunu söyleyenler de vardır. Mescid-i ResûTden

maksat, da Medine Mescididir.



Bazı Hükümler



1. Mescid-i Haram, Mescid-i Resul ve Mescid-i Aksâ'mn dışında hiçbir mescide
ibâdet maksadıyla yolculuk yapılamaz. Hz. Peygamber'in kabrini ziyaret konusu ise,
ulemâ arasında ihtilaflıdır. Halef ve seleften ulemânın büyük çoğunluğuna göre cihâd,
ilim tahsili ve ticâret gibi dünyevî maksatlarla yolculuk yapmak meşru olduğuna göre
Resül-i Ekrem'in kabrini ziyaret maksadıyla yolculuk yapmanın da evleviyetle meşru
olması gerekir. Nitekim Resûl-i Ekrem'in kabrini ziyaret etmenin meşru olduğuna dâir
icmâ vardır ve bu ziyareti teşvik eden pekçok hadis-i şerif mevcuttur. Cumhur-u



ulemânın bu görüşünü destekleyen hadis-i şeriflerden bazıları şunlardır:

"Kim benîm kabrimi ziyaret (ederse) ona benim şefaatim vâcîb olmuştur".

"Sevab talep ederek beni kim Medine'de ziyaret ederse, kıyamet günü o kimse benim

yakınımda bulunur ve ben ona şefaat ederim."

"Benim vefatımdan sonra beni kim ziyaret ederse, beni hayatımda ziyaret etmiş gibi
olur.»^

"Ben sizi kabirleri ziyaret etmekten men etmiştim. Bundan böyle siz kabirleri ziyaret
ediniz.

Şafiî ulemâsından Cüveynî'ye göre sözü geçen üç mescidin dışında herhangi bir yere
ibâdet maksadıyla yolculuk yapmak haramdır. Kadı İyaz da bu görüştedir. Bu görüşte
olan ulemâya göre hadis-i şerifte yasağa konu teşkil eden mahzûf müstesna minh,
bütün yer yüzüne şâmil olan genel bir mânâdır. Binâenaleyh Hz. Peygamber'in kabri
de bu yasağın sınırı içerisine girmektedir. Ulemânın büyük çoğunluğuna göre ise, bu
görüş doğru değildir. Çünkü cihad, ilim talebi, ticâret gibi maksatlarla yolculuk yap-
manın caiz olduğunda ittifak vardır ve hadis-i şeifte yasağa konu olan müstesna minh
bütün yeryüzüne şâmil genel bir mânâ olmayıp istisna edilen mescidler nev'inden ve
onların özelliğim taşıyan yerlerdir. Binaenaleyh Hz. Peygamber'in kabri bu özellikleri
taşımadığından hâdis-i şerifteki yasağın şümulüne girmemektedir. Nitekim Ahmed b.
Hanbel'in Müsned'indeki şu hadis-i şerif de cumhurun bu görüşünü te'yid eder; "Bir
kimsenin Mescid-i haranı, Mescid-i Aksa ve benim şu mescidimin dışında herhangi

bir mescidde namaz kılmak için özel bir yolculuk yapması gerekmez. Bu
konuda ayrıntılı bilgi edinmek isteyenlere Tecrid-i Sarih'in 4. ciltdeki 604 no'lu hadise
bakmalarını tavsiye ederiz.

2. Hadis-i şerifte zikredilen üç mescid fazilet ve meziyet bakımından diğer
mescidlerden üstündür. Çünkü bunlar Peygamberân-i zîşamn mescidleridir. Mescid-i
Haram müslümanlarm kıblesi ve haccettikleri yerdir. Medine Mescid-i takva üzerine
kurulan mesciddir. Mescid-i Aksa da bizden önce geçen ümmetlerin kıblesidir.

3. Bu üç mescidde kılman namaz diğer mescidlerde kılman namazdan daha
faziletlidir. Binaenaleyh bir kimse Mescid-i Haram'a gitmeyi nezretse, o kimsenin hac
için ve umre için Mescid-i Haram'a gitmesi vâcib olur. Eğer diğer iki mescidden birine
gidip orada namaz kılmayı veya başka bir ibâdette bulunmayı nazretmişse bu
meselede Şafiî'den iki görüş rivayet edilmiştir:

a. Oraya gitmek müstehab olur, vâcib olmaz.

b. Oraya gitmek vâcib olur. Ulemânın ekserisi de bu görüştedir. Bu üç mescidin
dışındaki mescidlere gelince, buralarda ibâdet yapmak için aktedilen nezrin ifası
gerekmez. Bu hususta ulema arasında ittifak vardır. Çünkü diğer mescidlerin birbirinin

[4091

üzerine üstünlüğü yoktur. Binaenaleyh nezrini hangi mescidte ifâ etse caizdir. J 1

Ancak Malikî ulemâsından Muhammed b. Mesleme'ye göre Kubâ Mescidine gitmek
için yapılan nezrin ifâsı gerekir. Çünkü Peygamber (s.a.) her cumartesi günü binitli
veya yaya olarak bu mescide gelirdi. Ulemâdan Leys b. Sa'd'a göre hangi mescide
gitmekle ilgili olursa olsun o nezri ifâ etmek gerekir.

Ulemânın büyük çoğunluğuna göre böyle bir nezrin akdi sahih olmadığından ifası da
gerekmez. İmam Ahmed'e göre de böyle bir nezr mün'akid değilse de yerine

getirilmediği takdirde, yemin keffâreti lâzım gelir.



İbn Battal, bu hadisin ulemaya göre mezkur üç mescidden başka bir yere gitmeyi
nezrden kimseler hakkında vârid olduğunu söylemiştir. İmam Mâlik'e göre bir kimse
ancak vasıtayla gidebileceği bir mescidde namaz kılmayı nezretse, o namazı
bulunduğu yerde kılar. Yalnız nezrettiği mes-cid Kâbetullah yahut Mescid-i Nebevi
veya Mescid-i Aksa ise, behemehal oraya gitmesi icab eder.

Ulemâdan bir cemaat konumuzu teşkil eden hadis ile istidlal ederek mezkûr üç
mescidden birine yani Mescid-i Haram'a, Mescid-i Nevevî'ye ve Mescid-i Aksâ'ya
gitmeyi nezreden kimsenin mutlaka oraya gitmesi lâzım geldiğine kaail olmuşlardır.
İmam Mâlik, İmam Ahmed ve İmam Şafiî'nin mezhepleri budur. Ebû İshak el-
Mervezî dahi bu kavli tercih etmiştir. İmam Az'am'a göre mutlak surette gitmek vâcib
değildir. İmam Şafiî "el-Ümm" adlı eserinde Mescid-i Haram'a yapılan nezrin orada
ifası vâcib olduğuna, diğer iki mescide gitmek icab etmediğine kaail olmuştur. İbnu'l-
Münzir'e göre Haremeyn denilen Mekke ve Medine mescidlerine gitmek vâcib,
Mescid-i Aksâ'ya gitmek vâcib değildir.

İmam Gazali Mescid-i Hayf in da Mescid-i Haram hükmünde olduğunu söylemiştir.
Hanefîlerden bazılarına göre bu bâbda Mekke ile Harem-i Şerifin sair cüzleri arasında
fark yoktur. Bir kimse Harem-i Şerife yahud Mekke'ye gitmeyi nezretse, yahut
Harern'den sayılan Safâ,.Merve, Mescid-i Hayf, Minâ, Müzdelife, Makam-ı İbrahim,
Zemzem ve şâire gibi bir yere gitmeyi nezretse, Beytullah'a gitmeyi nezretmiş gibi
olur. İmam Azam'dan bir rivayete göre bunların hepsiyle değil, yalnız Beytullah'a,
Mekke'ye, Kâ'be'ye veya Makam-ı İbrahim'e gitmeyi nezretmekle oraya gitmek lazım
gelir.

Ulemâdan bazıları Peygamber (s.a.)'in kabrini ziyareti nezreden kimsenin bu nezri
ifâsı lâzım geldiğini söylemişlerdir.

Kadı îyaz ile Şâfiîlerden Ebû Muhammed el-Cüveynî bahsi geçen üç mescidden başka
herhangi bir mescide gitmeyi nezreden kimsenin oraya gitmesinin haram olduğunu
söylemişlerdir. Fakat Nevevî bu sözün yanlış olduğunu bildirmiş ve Şâfıîlerce sahih
olan kavle göre, nezredilen yere gitmenin haram olmadığını söylemiştir.
Bazıları babımızın hadisinin mânâsını te'vil ederek "i'tikâf için yalnız mezkur üç
mescide gidilir" demişlerdir. Selefden bazılarına göre dahi i'tikaf yalnız üç mescidde
sahih olur.

Aynî'nin Şeyhi Zeynuddin'e göre bu hadise verilecek en güzel mânâ mezkûr üç
mescidin hükmüdür. Namaz maksadıyla sair mescidlere sefer edilemez. Ama ilim
tahsili, ticâret, gezi, sulahayı, ihvanı ve meşhur yerleri ziyaret gibi şeyler buradaki
nehiyde dahil değildir. Nitekim hadisin bazı tariklerinde bu cihet tasrih buyurulmuştur.

mu

Söz konusu üç mescidde kılman namazların fazilet bakımından diğer mescidlerde
kılman namazlardan daha üstün oluşuna gelince: Mescid-i Ha-ram'da kılman bir
namaz diğer mescidlerde kılman yüz bin namaza, Hz. Peygamber'in Medine'deki
mescidinde kılman bir namaz, diğer mescidlerde kılman bin namaza Mescid-i Aksa' da
kılman bir namaz da diğer mescidlerde kılman beş yüz namaza denktir. Çünkü Ebu'd-
Derdâ (r.a.)'in Re-sûlullah (s.a.)'den rivayet ettiği bir hadis-i şerif bunu ifade

etmektedir.

Diğer bir hadis-i şerifte ise şöyle buyuruluyor: "Benim şu mescidimde (kılman) bir
namaz Mescid-i Haram'in dışındaki mescidlerde (kılman) bin namazdan daha
faziletlidir. Mescid-i Haram'da kılman bir namaz ise, kendisinin dışında kılman yüz



bin namazdan daha faziletlidir."^ ^ Bu iki hadisin Enes b. Mâlik'in rivayet ettiği;

"Kişinin evinde kıldığı namaz bir namaz sayılır. (Cuma namazı kılınmayan) mahalle
mescidinde kıldığı bir namaz yirmi beş namaz sayılır. Cuma kılman bir mescidde
kıldığı namaz beş yüz namaz sayılır. Mescid-i Aksâ'da kıldığı bir namaz elli hin
namaz sayılır. Benim şu Mescidimde kıldığı namaz da elli bin namaz sayılır. Mescid-i

[4141

Haram' da kıldığı namaz ise, yüzbin namaz sayılır. " J 1 anlamındaki hadis-i şerife

aykırı oldukları iddia edilemez. Çünkü İbn Mâce'nin rivayet ettiği bu hadis zayıftır.
Dolayısıyla diğer iki hadis karşısında durabilecek kuvvette ve sağlamlıkta değildir.
Bununla beraber bu hadisle diğer iki hadisin arasını şu şekilde uzlaştırmak da
mümkündür: "Önceleri cemaatle kılman bir namaz yalnız başına kılman yirmi beş
yahut yirmi yedi namaza denk idi. Sonraları cuma mescidinde kılman bir namazın
fazileti artırılarak yalnız başına kılman namazın beş yüz misline çıkarıldı. Aynı şekilde
önceleri Mescid-i Aksâ'da kılman bir namaz diğer mescidlerde kılman bin namaza
Peygamberimizin mescidinde kılman bir namaz da Mescid-i Aksâ'da kılman bin
namaza denk idi. Sonraları bu mikdâr artırıldı. Mescid-i Aksâ'da kılman bir namaz
diğer mescidlerde kılman elli bin namaza, Mescid-i Ne-bevî'de kılman bir namaz da
Mescid-i Aksâ'da kılman elli bin namaza; Mekke Mescidinde kılman bir namaz

Medine Mescidinde kılman yüz bin namaza denk kılındı."^

Şurasını unutmamak gerekir ki bu faziletler sadece farz namazlar içindir Nafile
namazlar için geçerli değillerdir. Çünkü Hz. Peygamber; "Kişinin evinde kılacağı
(nafile) namaz, benim şu mescidimde kılacağı nafile namazdan daha faziletlidir.
Ancak farz namazlar müstesna (onları mescidde kılmak daha faziletlidir)"

buyurmuştur. - ^ Ayrıca her ibâdetin en az on kat arttırıldığına dair hadis-i şerifin
hükmü geneldir. Evde kılman namaz da bunun hükmüne girer. Farklı mescidlerde
kılman namazların farklı dereceleri belirtilirken bu hüküm mahfuz tutulmuştur.
Bu hadis-i şerifler Mescid-i Haram'm, Medine Mescidinden daha faziletli olduğunu
ifâde etmektedir. Ulemanın büyük çoğunluğu bu görüştedir. İmam Mâlik'in meşhur
olan görüşüne göre ise, Medine Mescidi Mekke mescidinden (Harem-i Şerirden) daha
faziletlidir. Fakat İmam Mâlik'in bu görüşüne delâlet eden bir delil mevcûd değildir.
Ayrıca Mekke'nin mi yoksa Medine'nin mi daha faziletli olduğu meselesi de ulemâ
arasında ihtilaflıdır.

Hanefî ulemasıyla İmam Şafiî, İmam Ahmed, cumhur-ı ulemâ, İbn Vehb, Muhtarrıf ve
Mâliki ulemâsından İbn Habîb'e göre beldelerin en faziletlisi Mekke'dir. Çünkü Hz.
Peygamber şöyle buyurmuştur: "Vallahi sen (Ey Mekke!) Allah'ın en hayırlı ve en

[417]

sevgili ülkesisin. Senden çıkarılmış olmasaydım çıkmazdım." 1 1 Hafız îbn Hacer'in

beyânına göre bu hadis-i şerif sanihdir. Sünen sahibler ile İbn Huzeyme, ibn Hibbân
ve daha başkaları bu hadisi tahriç etmişlerdir.

İmam Mâlik'in meşhur olan görüşüne göre ise, Medine Mekke'den daha faziletlidir.
Delili ise, Hz. Ebû Hureyre'nin rivayet ettiği; "Evimle minberimin arası cennet

bahçelerinden bir bahçedir" anlamındaki hadis ile Râfi b. Hadîc'in rivayet ettiği;

[419]

"Medine Mekke'den daha hayırlıdır. " J 1 anlamındaki hadistir. Ancak Taberânî'nin

tahric ettiği' bu hadisin senedinde, zayıflığında ulemanın ittifak ettiği Muhammed b.
Abdurrahman b. Ebî Dâvûd bulunmaktadır.



Mekke'nin Medine'den daha faziletli olduğunu iddia eden cumhur-ı ulemâya göre, aksi
görüşte olan İmam Mâlik'in delilini teşkil eden Ebû Hureyre hadisinin bu konuyla bir
ilgisi, yoktur. Çünkü söz, Mekke'nin bütün şehirlerden daha faziletli olmasıyla
ilgilidir. Ebû Hureyre hadisi ise, Medine'nin özellikleriyle ilgilidir. İbn Abdilberr'e
göre İmam Mâlik'in Ebû Hureyre hadisini bu konuya delil olarak göstermesi her hangi
bir mesele ile ilgili bir haberi ilgisi olmayan bir konuya delil getirmekten başka birşey
değildir. Böyle bir haberin esas konuya ışık tutan bir delil karşısında nazar-ı itibâra

alınamayacağı aşikârdır. Binaenaleyh İmam Mâlik'in bu konudaki görüşü

isabetsiz olduğundan Maliki ulemâsından pek çok kimse bu görüşten dönmüştür.
Ancak şurasını unutmamak lâzımdır ki, Fahr-i Kâinat Efendimizin Kabr-i Şerifinin
bulunduğu kısım bu tartışmanın dışındadır. Çünkü burasının dünya üzerinde en

[4211

faziletli bir yer olduğunda ulemâ ittifak etmişlerdir. J 1

Ayrıca Medine'nin de diğer şehirler içerisinde faziletli bir şehir olduğuna dâir pek çok
hadis-i şerif vardır. Bunlardan bazılarının mealleri şöyledir: "Ben Medine'nin iki
taşlığı arasının ağacının kesilmesini ve av öldürülmesini haram kılıyorum. M edinci
iler bilmiş olsalar, Medine onlar için daha hayırlıdır. Bir kimse ondan yüz çevirerek
terk ederse, Allah onun yerine oraya daha hayırlısını getirir. Eğer bir kimse onun çile

ve meşakkatine katlanırsa, kıyamet gününde ben ona şafaatçı ve şâhid olurum.
Ebû Hureyre dedi ki: Halk ilk mahsulü gördüler mi onu Peygamber sallallahü aleyhi
veselleme getirirlerdi. Resûlullah (s. a.) de onu alınca: "Ya Rabbî! Bize mahsûlümüze
bereket, memleketimize bereket, sa'ımıza bereket, müddümüze bereket ihsan eyle.
Allah'ım şüphesiz ki İbrahim senin kulun, Halil'in ve Peygamberindir. Ben de senin
kulun ve Peygamberinim. O sana Mekke için duada bulunmuş ben de sana O'nun
Mekke için yaptığı duanın bir mislini bir misli daha beraberinde olmak üzere Medine

[4231

için yapıyorum." diye duâ ederdi. J 1

"Şam fethedilecek ve Medine'den bir kavim çıkarak aileleriyle (oraya)
yerleşeceklerdir. Halbuki bilmiş olsalar Medine, kendileri için daha hayırlıdır. Sonra
Yemen fethedilecek, yine Medine'den bir kavim çıkacak aileleriyle (oraya) sökün
edeceklerdir. Halbuki bilmiş olsalar Medine kendileri için daha hayırlıdır. Sonra Irak
fethedilecek, Medine'den yine bir kavim çıkarak aileleriyle oraya üşüşeceklerdir.

[4241

Halbuki bilmiş olsalar Medine, kendileri için daha hayırlıdır.



95-96. Medine'nin Harem Kılınması



2034. ...Ali (r.a.)'den; demiştir ki: Biz Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem'den
Kur'ân'da ve şu sahifede bulunanlardan başka bir şey yazmadık. Resûlullah sallallahü
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Medine Air ile Sevr arası (olmak üzere) haremdir. Binaenaleyh kim (orada) bir bid'at
ortaya koyar veya bid'atçıyı barmdırırsa, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların
laneti onun üzerinedir. (Kıyamet gününde) Allah onun farz veya nafile hiçbir ibadetini
kabul etmez. Müslümanların zimmeti birdir. Bu zimmet uğrunda onların en aşağı olanı
sa'y-u gayret gösterir. Kim bir müslümana vermiş olduğu ahdi bozarsa (Kıyamet
gününde) Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerinedir. (Hürriyetine
kavuşturulmuş kölelerden) birisi (eski) efendilerinin izni olmadan bir başkasını efendi



edinecek olursa (kıyamet gününde) Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti
onun üzerinedir.



Açıklama

Bir kısım Rafızîlerin "Hz. Ali'nin yanında, Kur'an-ı Kerim'de olmayan pek çok ilim
vardır. Bunların sayısı bin baba ulaşmaktadır" diyerek bir takım asılsız haberler
yaymaları üzerine Hz. Ali'nin yakınları bu yaygarayı önlemek için hakikati bizzat Hz.
Ali'nin dilinden dinlemek ve tesbit etmek istemişlerdir. Bu maksatla Hz. Ali'ye
yanında Resûlullah'm özel bir vasiyyeti bulunup bulunmadığını sormuşlar. Bunun
üzerine Hz. Ali de Resûl-i Ekrem'in kendisine kılıcının kınında bulunan sayfadan
başka özel olarak hiç bir sır vermediğini ifâde etmiştir. Bu sahifede neler yazıldığını
açıklaması istenince onu açıklamıştı. Söz konusu sahifede neler bulunduğu muhtelif
şekillerde rivayet olunmuştur. Bir rivayette bu sahifede şu anlama gelen bir metin
bulunduğu ifade ediliyor: "Mü'minlerin kanları bir birlerine müsavidir. Zimmetleri
için en aşağı mertebede olanlar bile kefildir. Onlar başkalarına karşı bir el gibidirler.
Dikkat edin! Bir kâfire bedel hiçbir mü'min öldürülemez. Ahd-ü emân sahibi bile

(kendisine verilen) emân (güvence) süresi içerisinde öldürülemez.
Yine İmam Ahmed'in diğer bir rivayetinde de bu sâhifede şu mealde sözlerin de
bulunduğu naklediliyor; "İbrahim (Mekke'yi) haram kılmıştır. Ben de Medine'nin iki
taşlık arasını haram kılıyorum. Onun her yeri yasaktır. Otu koparılamaz, avı
ürkiitülemez, yitiği yerden alınamaz. Oradan ağaç kesilemez. Ancak bir kimse
devesini otlatabilir. Orada harb için silâh taşınamaz. Müslümanların kanı (kısas ve
diyette) biribirine eşittir. Zimmetleri uğrunda onların en aşağı olanı bile gayret
gösterir. Onlar düşmanlarına karşı tek bir el gibi yekvücutturlar. Kâfir bir cana karşı
bir mü'min kısas olarak öldürülemez. Kendisine emân verilen kimse (emân suresi içe-

[4271

risinde) öldürülemez. " J 1

Diğer bir rivayette de bu sâhifede şu mealde sözlerin bulunduğu da ifade ediliyor:
"Allah' dan başkasının adı ile hayvan kesene Allah lanet etsin! (Allah ve Resulünün
çizdiği sınırlarım belirlediği) yolun işaretlerini çalana Allah lanet etsin! Babasına lanet

T4281

okuyana Allah lanet etsin! Bid'alçıyı barındırana Allah lânel etsin. " J 1

Air ile Sevr, Medine. civarında bulunan iki dağdır. Air Medine'nin güneyinde
Medine'ye iki saatlik bir mesafededir. Sevr ise Uhud'un kuzeyinde kızıl renkte küçük
bir dağdır. İşte bu iki dağ arası Medine'nin haremidir.

Ebu Ubeyd b. Sellâm ile diğer bazı kimselerin Medine'de Air ve Sevr adında iki dağın
bulunmadığım iddia etmeleri müttefıkunaleyh olan bir hadise aykırıdır. Ne yazık ki
büyük müelliflerden İbnu'i-esîr ile Yakut el-Hamevî bu konuda gerekli araştırmayı
yapmadan onlara tâbi olmuşlardır.

Metinde geçen müslümanlarm zimmetinden maksat, gayr-i müslimlere verdikleri söz
ve güvencedir. Bir müslüman bir kâfiri koruyacağına dâir söz verdi mi artık
başkalarının bu söze riâyet etmeyerek ona dokunması haram olur. Çünkü müslümanlar
yek vücuddur. Fakat şurasını unutmamak gerekir ki, verilen bu emân ve emniyet
kâfirlerin belli kimseleri için geçerlidir; hepsi için verilen bir emân geçerli olamaz. O
zaman cihâd mefhûmu ortadan kalkmış olur.

Konumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte hürriyetine kavuşturulmuş bir kölenin



kendisini azâd eden eski efendisinin izni olmadan kendisini başka birine nisbet etmesi,
Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lanetine sebeb olacak çirkin bir iş olarak
gösterilmiştir. Her ne kadar metinde bu lanetin, eski efendisinin izni olmadan
kendisini başkalarına nisbet eden kişilere ait olduğu ifâdesi varsa da, aslında eski
efendisinin iznini almış olması onu bu lanetten koruyamaz. Metinde "izinsiz olarak"
denilmesi bu nisbet işinin genellikle böyle olduğunu belirtmek içindir, yoksa eski
efendinin izni onu bu lanetten kurtaracağını ifâde etmek için değildir. Çünkü
hürriyetine kavuşmuş bir kölenin mirası kendisini nisbet ettiği kişiye kalacağından,
kölenin yaptığı bu işte başkalarının hukukuna tecâvüz, küfrân-ı nimet, akrabadan ilgiyi

[4291

kesmek gibi isyanlar vardır. J 1



Bazı Hükümler



1. Rafızîlerin "Hz- Peygamber (s.a.)'in Hz. Ali'ye Kur'an-i Kerim de bulunmayan dinin
esaslarıyla ilgili sayısı bin baba ulaşan bazı ilimleri sır olarak verdiğini" iddia etmeleri
yalan ve iftiradan başka bir şey değildir.

2. Medine Hareminin de Mekke haremi gibi avını öldürmek ve ağacını kesmek
yasaktır. îmam Mâlik ile İmam Şafiî, Ahmed ve İshak bu görüştedirler.

imam Mâlik'e göre Medine'nin bu kısmının bir koru hâlinde ağaçlarının kesilmesinin
ve avlarının öldürülmesinin yasaklanmasına sebeb, oraların ıssız, sessiz, çıplak bir çöl
hâline gelmesini önlemek içindir.

Sözü geçen yerlerde avlanmanın ve ağaç kesmenin yasaklanmış olması, bu yasağı
çiğneyen kimselere herhangi maddi bir cezayı gerektirmez. İmarri Mâlik ile İmam
Ahmed ve yeni mezhebinde İmam Şafiî bu görüştedirler. Çünkü Medine arazisinin hac
ibadetiyle herhangi bir ilgisi yoktur.

İmam Şafiî'nin eski mezhebine göre ise, bu yasağı çiğneyen kimsenin elinden malları
alınır, tmam Şafiî'nin bu konudaki delili şu hadis-i şeriftir: "Sa'd b. Ebi Vakkas,
Medine'nin hareminde avlanan bir köleyi yakalayıp üzerinden elbisesini soyup çıkardı.
Bunun üzerine o adamın efendileri gelip Hz. Sa'd ile bu mevzuyu konuştular da Hz.
Sa'd şöyle dedi: . "Gerçekten Resûlullah (s. a.) şu haremi haram kıldı. Kim burada av-
lanan bir kimseyi yakalarsa onun elbiselerini üzerinden soyup alsın." buyurdu.
Binaenaleyh ben Resûlullah (s.a.)'in bana ikram etmiş olduğu bir nimeti geri

,, 1430]
ıtemem.

Zahirî ulemasından îbn Hazm'a göre ise, bu yasağı çiğneyen kimsenin avret mahallini
örtecek kadar bir elbise üzerinde bırakılır. Bunun dışında mal olarak yanında nesi
varsa alınır. Delili ise ileride gelecek olan "Hz. Sa'd, orada avlanan köleleri
yakalayınca onların ellerinde bulunan mallarını almıştı. Bu hususta kendisine
müracaat eden köle sahiplerine şöyle dedi:

"Ben Resûlullah (s.a.)'m Medine'nin ağaçlarından birşey kesmeyi yasakladığım ve
"kim buradan birşey kesen kimseyi yakalarsa mallarını elinden alabilir" dediğini
bizzat işittim," anlamındaki 2038 numaralı hadis-i şeriftir.

İbn Ebî Zi'b ile Maliki ulemâsından bazılarına göre ise, Mekke hareminde olduğu gibi
Medine haremindeki yasakları çiğneyen kimselere de ceza lâzım gelir. Delilleri ise
"Gerçekten İbrahim Mekke'yi harem kılmıştır, ben de Medine'nin iki taşlığı arasını

[43 i]

harem kıldım. Onun ağacı kesilmez avı da avlanmaz. " J 1 mealindeki hadis-i



şerifdir.

Hanefi ulemâsıyla Sevrî ve İbn Mübârek'e göre ise, Medine'nin harem kılınmış bir
bölgesi yoktur. Binaenaleyh Medine sınırlan içerisinde bulunan ağaçlan kesmekte ve
orada avlanmakta herhangi bir sakınca yoktur. Çünkü Hz. Enes şöyle demiştir:
"Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem ahlâkça insanların en güzeli idi. Benim bir
kardeşim vardı ki O'na Ebû Umeyr denildi. Resûlullah (s.a.) gelip de onu gördüğü
zaman; "Ebâ Umeyr! Ne yaptı mığayr?" derdi. Ebu Umeyr bu (nuğayr isimli) kuşla

oynardı. "^"^

İmam Ebû Cafer et-Tahâvî'ye göre bu hadis Medine sınırları içinde, Mekke sınırlan
içinde olduğu gibi bir harem bölgesi olmadığına delâlet eder. Çünkü bu olay
Medine'de geçmiştir. Eğer Medine iddia edildiği gibi harem sınırları içerisinde olsaydı

[4331

Resûlullah sözü geçen çocuğa o kuşla oynamaya izin vermezdi. J 1

3. İlmin yazı ile tesbiti caizdir.

4. Dinde bir bid'at ortaya atan kimse günahkâr olduğu gibi onu koruyan kimse de
günahkâr olur.

5. Müslümanların en yetkisizlerinden birinin bile küf fara verdiği söz veya güvence
geçerlidir. Her müslüman ona uymakla mükelleftir.

6. İnsanın ahdini bozması haramdır.

7. İnsanın kendisini babasının dışında birine nisbet ederek veya hürriyetine kavuşmuş
bir kölenin.kendisini başka birine nisbet ederek onun ismini taşıması çirkin bir iştir,

haksızlıktır ve küfrân-ı nimettir.



2035. ...Hz. Ali'den (rivayet olunduğuna göre) Peygamber (s.a.) şu (Medine'nin harem
kılınması) olayı hakkında (şöyle) buyurmuştur:

"Yaş otu kesilemez, avı ürkütülemez, yitiği alınamaz. Ancak onu ilân edecek olan
kimse müstesna orada herhangi bir kimsenin savaş için silâh taşıması ve oradan ağaç

kesmesi uygun değildir. Ancak bir kimse (orada) devesini otlatabilir. "L=^



Açıklama

Bir önceki hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi Râfızîler Hz. Ali'nin yanında
hadis-i şeriflerin ve Kur'-an-ı Kerimin dışında Resûl-i Ekrem'in özel olarak kendisine
emanet ettiği dinin esaslarıyla ilgili bin bâb ilim bulunduğunu iddia ederler ve kendi
inanç ve amellerinin Hz. Ali'nin yanında bulunan bu sahifelerden kaynaklandığını
söylerlerdi. Bu hadise Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde şöyle anlatılır: "Ali (r.a.) bir
emir aldığı zaman o emir hemen yerine getirilirdi ve kendisine, "biz bu emri şu şekilde
yerine getirdik" denilince Hz: Ali de "Allah ve Resulü doğru söyledi" derdi. Bir gün
yakınlarından birisi olan Ester kendisine şöyle dedi:

-Senin şu söylediğin sözler halk arasında yayılıyor, gerçekten Resûlullah'm sana
emânet ettiği bir şey var mıdır? Hz. Ali şöyle cevap verdi:

Bana Resûlullah (s.a.) özel olarak hiçbir emânet vermemiştir. Ancak ondan duyduğum
tek bir şey var ki o da (şu) kılıcımın kımndaki sahifedir. Orada bulunan kimseler de o
sahifeyi çıkarması için ısrar ettiler. Bunun üzerine sahifeyi çıkardı. Bir de baktılar ki
sahifede şunlar var: Kim din adına, ortaya dinden olmadık birşey atarsa yahut böyle
bir kimseyi barm-dırırsa Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun



üzerinedir. Onun farz ve nafile ibâdetleri de kabul olunmaz. İbrahim Mekke'yi harem
kıldı, ben de Medine'yi harem kılıyorum. Medine'nin iki taşlık arası haremdir.

Medine'nin her tarafı Medine'nin komşudur. "L^-J

Metinde Medine'nin avlarını ürkütmenin haram olduğu ifade edilmekle onları telef
etmenin evleviyyetle haram olduğu ifade edilmek istenmiştir.

Medine'de silâh taşınmasının haramhğı ise ihtiyaç duyulmadan taşman silâhlarla
ilgilidir. İhtiyaç anında ise, silâh taşınabileceğine dâir ilim adamları arasında ittifak

vardır.

Bazı Hükümler

Medine'de Mekke gibi harem kılınmıştır. Bu sebeple Medmenm yaş otlarını kesmek,
avını ürkütmek veya yakalamak, halka ilân etme niyeti olmadan bulunan yitiklerini
almak, savaşı başlatmak, ağacını kesmek haramdır. Ancak hayvanlara vermek için
ağaç yapraklarım koparmak bunun dışındadır.

Şurasını belirtmek isteriz ki bütün bunlar Medine'nin harem olduğunu kabul eden ilim
adamlarına göredir. Hanefî ulemâsına ve onlara tâbi olanlara göre ise, Medine sınırları
içerisinde harem bir bölge yoktur. Delillerin münakaşası için bir önceki hadisin

şerhine müracaat edilebilir. L-=^

2036. ...Adiyy b. Zeyd'den; demiştir ki: Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem
Medine'nin her tarafından birer berîd (12 mil)lik (bir bölgeyi) koru tayin etti. (Oranın)
ağaçları (yapraklarını düşürmek için) silkelenemez ve kesilemez. Ancak (zaruret

[4391

miktarı yedirilmek üzere) deve (sırtında) götürülen (yapraklar) müstesna.

Açıklama

Bu hadis-i şerifte Medine haremi boyutlarının dört taraftan birer berîd uzunluğunda
olduğu ifâde edilirken Müslim'in Sahih'inde bu boyutların dört taraftan, on ikişer mil

uzunluğunda oldukları ifâde ediliyor. Bu iki ifâde arasında herhangi bir çelişki
yoktur. Çünkü bir fersah üç mildir. Bir berîd de dört fersah olduğuna göre bir berid 12

mil eder. ^ ^

Bazı Hükümler

1. Medine'nin dört tarafından birer beridlik (12 mılhk) bir bölge Resul-ı Ekrem
tarafından harem bölgesi olarak tayin edilmiştir.

Sözkonusu haremin yeri ve sınırları hakkında rivayet edilmiş olan hadislerin zahirî
ifâdeleri birbirinden oldukça farklı gibi görünmektedir. Müslim'in Câbir'den rivayet

[4421

ettiği merfu bir hadiste bu bölgenin iki dağ arasında olduğu ifâde edilirken- 1 1 bazı

hadislerde de bu bölgenin Medine'nin iki taşlığı arasından ibaret olduğu ifâde ediliyor.
[4431

Bu hadislerde geçen "Lâbe" kelimesi "Harre" yani siyah taşlık demektir.

Medine-i Münevvere biri doğusunda, diğeri batısında olmak üzere iki taşlık arasında-



dır. Kuzey ve güneyinden de bu nevi taşlıklarla çevrilmişse de bunlar ötekilere
bitiştiği için ayrıca zikredilmemiştir. İmam Ahmed'in Hz. Câbir'den rivayet ettiği
hadis-i şerifte de bu yasak bölgenin iki harre arasından ibaret olduğu ifâde ediliyor.
T4441

Harre de taşlık anlamına geldiğine göre bu hadis-i şerifi söz konusu harem

bölgenin iki Lâbe (taşlık) arasında olduğunu ifâde eden bir önceki hadisle birleştirmek
mümkündür.

Müslim'in rivayet ettiği diğer bir hadis-i şerifte de bu bölgenin iki me'zim arasından

[4451

ibaret olduğu ifâde ediliyor.- 1 1 'Me'zim "iki dağ arasında kalan yer" anlamına

geldiğine göre bu rivayeti de yukarıda Müslim'in rivayet ettiği haram bölgenin iki dağ
arasında kaldığını ifâde eden Câbir hadisiyle birleştirmek mümkündür.
Hanefî ulemâsından bazıları bu rivayetlerin lâfızlarının arasındaki farka bakarak bu
hadislerin arasını uzlaştırmanın mümkün olmadığını, binaenaleyh bu hadislerin
muzdarib olduğunu söylemişlerdir.

Fakat Şafiî ulemasından îbn Hacer bu görüşe itiraz ederek aslında bu ifâdeler arasında
bir ayrılık bulunmadığını çünkü her taşlığın yanında bir dağ bulunduğunu düşünmenin
haram bölgenin iki dağ arasında bulunduğunu ifâde eden hadisle iki taşlık arasında
bulunduğunu ifâde eden hadis arasında bir çelişki olmadığını anlamak için yeteceğini
belirtmektedir. Yahut da söz konusu bölgenin iki taşlık arasında bulunduğunu ifâde
eden hadislerin, bu bölgenin doğu ve batı sınırlarına, iki dağ arasında bulunduğunu
ifâde eden hadislerin de kuzey ve güney sınırlarına ait olduğunu ifâde ettikleri
düşünülebilir. Ayrıca me'zim kelimesi dağ anlamına da gelir. Binaenaleyh bu
konudaki rivayetler arasında bir çelişki bulunduğunu iddia etmek doğru değildir. Şayet
böyle olduğu kabul edilse bile, bu hadislerin muzdarib olduğunu iddia etmek yine
doğru olmaz. Çünkü bu bölgenin iki taşlık arasında bulunduğuna dair rivayetler daha
çok olduğundan bu rivayet diğerine tercih edilir ve böylece ızdırab iddiası ortadan

kalkmış olur/^^

2. Peygamber (s. a.) Medine'nin harem bölgesinde otlamayı sadece zekât develerine
tahsis etmiş, bunların dışında hiçbir devenin orada otlamasına müsaade etmemiştir.
Mezhep imamlarının bu konudaki görüşlerini 2034 numaralı hadisin şerhinde

açıklamış bulunmaktayız.

2037. ...Süleyman b. Ebî-Abdillah'dan; demiştir ki: Ben Sa'd b. Ebî Vakkâs'ı
Medine'nin hareminde avlanan bir adamı yakalayarak elbiselerini soyarken gördüm.
Sonra ona o (kölenin) sahipleri gelip (o köle) hakkında konuştular da (onlara şöyle)
dedi:

Bu harem bölgeyi Resûlullah (s. a.) haram kıldı ve; "Kim burada avlanan bir kimse

bulursa, onun elbiselerini soysun" buyurdu. Binaenaleyh ben Resûlullah sallallahü

aleyhi ve sellem bana ikram etmiş olduğu bir nimeti size geri çevirmem. Ama

...... 1448]

isterseniz size onun değerini veririm.

Açıklama



Bu olay Müslim'in Sahih'inde şu mânâya gelen lâfızlarla rivayet edilmiştir: "Sa'd
hayvanına binerek Akîk'teki köşküne gitti. (Orada) ağaç kesen yahut yapraklarım



silken bir köle buldu ve onu soydu. Sa'd döndüğü vakit kölenin sahipleri gelerek
kölelerinden aldığı şeyleri ona ya da kendilerine geri vermesini istediler. Sa'd:
Ben Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem bana ganimetten ziyâde olarak ihsan
buyurduğu bir şeyi geri çevirmekten Allah'a sığınırım, diyerek aldığı şeyleri .onlara
geri vermekten çekindi.".

Görülüyor ki Hz. Sa'd, söz konusu kölenin eşyalarım, köle sahiplerine geri
vermemiştir ve buna mecbur da değildir. Böyleyken Hz. Sa'd'm kölenin eşyasının
bedelini ödemek istemesi, onun kendi mürüvvet ve cö-mertliğindendir. Mecbur
oluşundan değildir. Köleyi soymaktan maksadı ise, onun bir daha böyle iş yapmasına
mani olmak içindir. İşte bu maksatla kölenin üzerindeki elbiseyi almış, yalnız avret

[4491

mahallini örtecek miktarını bırakmıştır. J 1



Bazı Hükümler



1. Medine'nin hareminde avlanmakta olan veya ağacını kesen bir kimsenin üzerindeki
elbisesi alınır. İmam Şafiî'nin eski görüşü de böyledir. Ahmed b. Hanbel ile İbn Ebî
Zi'b, İbnu'l-Münzir, Sa'd b. Ebî Vakkâs ve Sahabeden bir cemaatin de bu görüşte
olduğu rivayet olunmuştur. Binaenaleyh Kadı İyaz'm; '.'Medine hareminde avlanan
kimsenin üzerindeki malları alınır, sözünü sahabeden sonra İmam-ı Şafiî'den başka
söyleyen olmamıştır. Bütün Mısır ulemâsı İmam Şafiî'nin bu görüşüne karşı
çıkmışlardır" demesi, doğru değildir.

Şafiî ulemâsından İmam Nevevî'ye göre bu konuda tercihe lâyık olan görüş İmam
Şafiî'nin görüşüdür. Çünkü Resûl-i Ekrem'in hadisi bunu ifâde ettiği gibi ashâb-ı
kiramın uygulaması da bu merkezdedir. Binaenaleyh İmam Şafiî'nin eski kavli ile
amel ederek ödetmenin keyfiyeti hususunda iki suret vardır. Birinci surete göre av,
kesilen ağaç ve ot Mekke'nin hareminde olduğu gibi ödettirilir. Esah olan kavle göre
avcının eşyası soyulur. Bu takdirde soyulacak eşyadan muradın ne olduğu hususunda
iki kavi vardır: Birinci kavle göre, yalnız elbisesi alınır. Esah olan ve cumhurun
kat'iyyetle ele aldıkları ikinci kavle göre burada alınacak şeyler küf-fârdan öldürülen
bir kimsenin üzerinden alman şeyler gibidir. Binaenaleyh atı, silahı ve nafakası hep
alınır.

Alman şeylerin nereye sarfedileceğî hususunda ulemâdan üç görüş rivayet olunmuştur.
Bunların esah olanına göre alman şeyler alanm mülkü olur. Hz. Sa'd hadisine muvafık
olan da budur. İkinci kavle göre alman şeyler Medine'nin fukarasına; üçüncü kavle
göre, beytülmâle verilir. Haremde cinayet işleyen kimse soyulurken avret mahallini
örtecek miktarı müstesna olmak üzere, üzerinde bulunan bütün eşyası alınır. Hattâ
bazıları avret mahallini örten elbisesinin dahi alınacağını söylemişlerdir. Ulemâmız avı
öldürsün-öldürmesin mücerred avlanmakla bir kimsenin soyulacağına kaail

olmuşlardır.

Biz mezhep ulemâsının bu konudaki görüşlerini 2034 numaralı hadisin şerhinde



2038. ...Hz. Sa'd'm kölesinden rivayet olunduğuna göre Sa'd (r.a.) Medine'nin
kölelerinden bazılarını Medine ağaçlarından bir kısmını keserlerken bulmuş da
(ellerinden) eşyalarını almış ve (onların) sahihlerine (şöyle) demiş:



Ben Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemi Medine'nin ağaçlarından birini kesmeyi
yasaklarken ve; "Kim on(lar)dan birini keserse onun malı yakalayanındır." buyururken

• 14521
ısıttım.- 1 1



Açıklama

Bu hadis-i şerif Beyhakî'nin Sünen-i Kübrâ'smda ayrıntılı olarak şu mânâya gelen
lâfızlarla rivayet olunmuştur: Resûlullah (s.a.); "Medine'nin harenıindeki ağaçları
kesen birini yakalayacak olursanız onun malı sizindir. Oranın ağacı kesilip biçilemez"
buyurdu. Sa'd (İbn Ebi Vakkâs oranın ağaçlarını) kesmekte olan bir takım köleleri
görünce (onların üzerlerindeki) mallarını (ellerinden) aldı. Bunun üzerine sahihlerine
varıp onlara "Sa'd şöyle yaptı" diye şikâyette bulundular. Az sonra (sahihleri Hz.
Sa'd'a gelerek):

Ey Ebû İshak, senin çocukların ya da kölelerin bizim kölelerin mallarını (ellerinden)
almışlar, dediler. (Hz. Sa'd da):

"Yok, hayır! Onu ben aldım. (Çünkü) ben Resûlullah (s.a.)'ı: "-Haremin ağacını
keserken yakaladığınız bir kimsenin (elinde bulunan) mal sizindir." buyururken
işittim. (Binaenaleyh o malları size veremem) fakat eğer isterseniz, size kendi

malımdan verebilirim diye cevap verdi.

Bu hadis zayıftır. Çünkü bu hadisin senedinde bulunan Hz. Sa'd'm kölesinin kimliği
meçhul olduğu gibi diğer râvi Tevem'in kölesinin de güvenilir bir kimse olup olmadığı

ihtilaflıdır.^^ 1

2039. ...Câbir b. Abdullah (r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre Resûlullah sallallahü
aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

"Resûlullah (s.a.)'in korusu (içerisinde bulunan ağaçlara sopa ile) vurulamaz ve (onlar)
kesilemez. Fakat hafif ve yumuşak bir vuruşla vurulabilir. "L^J

Açıklama

Metinde geçen "Resülullah'm korusu" sözünden maksat, Resûlullah'm haram bölge
olarak tayin ettiği Medine haremidir. Hadis-i şerifin ifâdesinden anlaşılacağı üzere
Medine hareminde bulunan ağaçların yaprağını düşürmek için onlara sopa ile şiddetli
bir şekilde vurmak haramdır. Bununla beraber Resul-i Ekrem Efendimiz' insanlara ve
hayvanlara karşı olan engin merhameti sebebiyle oradaki ağaçları hafif hafif
sallayarak veya onlara hafif darbeler vurarak yapraklarını düşürüp hayvanlara
yedirmeye izin vermiştir. Biz, mezhep imamlarının bu konudaki görüşlerini 2034

numaralı hadis-i şerifin şerhinde açıklamış bulunuyoruz.

2040. ...İbn Ömer'den rivayet olunduğuna göre Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem
bazan yaya, bazan da binitli olarak Küba'ya gelir (ziyaret eder)miş.

İbn Numeyr (bu hadisi rivayet ederken) "ve orada iki rekat namaz kılardı" (cümlesini)

ilâve etti.^^



Açıklama



Kubâ Mescidi İslâm tarihinde ilk inşa edilen ve Medine'nin güney batısında bulunan
kare biçiminde bir mes-ciddir. Kırk metre eninde kırk metre boyunda ve altı metre
yüksekliğinde olan bu mescidin içerisinde yirmi sütun bulunmaktadır. Mescid
Osmanlı hükümdarlarından II. Mahmud tarafından hicrî 1210 tarihinde tamir edil-
miştir.

Aslında bu mescit ismini avlusunda bulunan bir kuyudan almıştır. Mescidin
bulunduğu beni Amr bin Avf yurdu olan köyde bu isimle anılır.
Daha önce geçen 2033 numaralı hadis-i şerifte, Mescid-i Haram, Mescid-i Resul ve
Mescid-i Aksâ'nm dışında hiç bir mescide ziyaret için yolculuk yapılamayacağı ifâde
edildiği hâide burada Resûl-i Ekrem'in bazan binitli bazan da yaya olarak gelip Kubâ
Mescidini ziyaret edip gittiğinden bahsedilmesi,bu iki hadis arasında bir çelişki
bulunduğunu göstermez. Çünkü Kubâ ile Medine arasında sadece iki millik bir mesafe
bulunmaktadır. O yüzden Medine ile Kubâ arasında yapılan bir gezintiye "yolculuk"
denilemez. Dolayısıyla iki hadis arasında bir çelişkinin bulunduğundan söz edilemez.
Kur'an-ı Kerim'de "Tâ ilk günden takva üzerine kurulan mescid, elbette içinde namaza

durmana daha uygundur" aâyetiyle övülen mescidin Kubâ Mescidi olduğu
söylenmekte ise de, gerçekte âyet-i kerimede kasd edilen mescid, Mescid-i Resûl'dür.
Nitekim şu hadis-i şerifler de bu gerçeği ifâde ve tey'id etmektedirler.

a. Birgün iki kişi; "Orada (Mescid-i Dırâr'da) ebediyyen namaza durma! İlk günden
beri takva üzere kurulan mescid elbette içinde namaz durmana daha uygundur'
âyetinde geçen ikinci mescidin hangi mescid olduğu hususunda münakaşaya
tutuştular. Birisi onun Küba Mescidi diğeri de Mescid-i Nebevi olduğunu ileri sürdü.

[4591

Resûlullah (s. a.) de "O mescid işte benim şu mescidimdir" buyurdu.

b. Ebû Said el-Hudrî dedi ki: "Zevcelerinden birinin yanında bulunduğu bir sırada
Resûlullah (s.a.)'in yanma girmiştim. Kendisine:

Ya Resûlallah! Takva üzere kurulan mescid iki mescidden hangisidir? diye sordum.
Resûlullah (s.a.) bir avuç çakıl taşı alarak onları yere vurdu, sonra Medine Mescidini
kast ederek:



"O bizim şu mescidimizdir" buyurdu.



Açıklama

1. Mescid-i Kubâ faziletli bir mesciddir. Resûl-i Ekrem'e uyarak orada namaz kılmak
müstehabtır.

2. Yaya veya binitli olarak gidip orayı ziyaret etmenin fazileti büyüktür. Nitekim bir
hadis-i şerifte de şöyle buyurulmaktadır: "Kim evinden çıkar da, şu mescide, Küba

mescidine gelerek namaz kılarsa umre yapmış gibi sevaba nail olur."^^ Diğer bir
hadis-i şerifte de şöyle buyurulmaktadır: "Kim güzelce abdest aldıktan sonra varıp da
Kubâ Mescidinde dört rekat namaz kılarsa, onun bu hareketi bir köle azadetmeye denk

0 j ur m[462] jj er ne k- a( ı ar senedinde Musa b. Ubeyde bulunduğu için bu hadis zayıf ise
de, İbn Mâce'nin rivayet ettiği şu hadisle takviye edilidği için zayıflıktan kurtularak
hasen derecesine yükselmiştir. "Evinde abdest aldıktan sonra Küba Mescidine gelip de



orada namaz kılan kimse için umre sevabı gibi sevab vardır."



96-97. Kabirleri Ziyaret

2041. ...Ebû Hureyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahü aleyhi ve
sellem:

"Birisi bana selâm verdiği zaman ona karşılık vermem için Allah ruhumu bana iade
eder." buyurmuştur.

Açıklama

Başta Peygamber Efendimiz olmak üzere bütün peygamberlerin, kabirlerinde diri
oldukları sahih hadislerle sabit iken, burada Resûl-i Ekrem'in ruhumun bazan
cesedinden ayrılıp ba-zan da geri iade edildiğinden bahsedilmesi hadis ulemâsının
dikkatini çekmiş ve bu hususta çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. İmam Süyûtî bu konu-
da "înbâu'I-ezkiyâ bi hayati'l-enbiyâ" isimli müstakil bir risale hazırlamıştır.
Süyûtî'ye göre buradaki hâl cümlesidir ve başında gizli bir harfi vardır, ise, bir atıf
harfinden başka bir şey değildir. Süyûtî'nin bu açıklamasına göre hadisin mânâsı
şöyledir:

"Bana selâm veren bîr kimse, bana ruhum cesedimde olduğu halde selâm vermiştir ve
ben de onun selâmını alırım."

Bazılarına göre buradaki "hattâ" sebebiyyet ifâde eder ve hadis "Ona selâm vermem
için Allah ruhumu, bana iade eder" mânâsına gelir. Fakat Süyûtî bu ikinci görüşü
reddetmiştir. Çünkü "hattâ" harfine bu mana verilince, Resûl-i Ekrem'e selâm verenler
adedince ruhunun bedenine girip çıkması gerekir ki, bu durum Resûl-i Ekrem'in ruhun
cesede girip çıkması anında heran azab duymasını ve kısa süreli de olsa ruhunun
bâzan cesedini terk etmesini icâbettirir. Bu ise, şehidlerin ve Peygamberlerin makamı-
na uygun değildir.

Fakat "hattâ" harfinin atıf harfi "reddellahu aleyye" cümlesinin de hâl cümlesi olduğu
kabul edilirse bu durum ortadan kalkmış olur.

Yine Süyûtî'ye göre "redde" kelimesine geri çevirmek mânâsı vermek doğru değildir.
Çünkü o zaman Resûl-i Ekrem'in birçok defalar ölüp dirilmesi icab eder ki, bu durum,
Kur'an-ı Kerime ve hadis-i şeriflere aykırıdır. Binaenaleyh "illâ"dan sonra gelen bu
"redde" kelimesi "sayrûret = olmak" manasınadır. Onun ruhunun, Allahm izniyle her
an cesedinde olduğunu ifâde eder. Fakat hadisin sonunda bulunan kelimesine uygun
düşeceği için hadisin başında da "sayrûret" mânâsında "redde" kelimesi kullanılmıştır.
Aslında Peygamber Efendimiz berzah âleminde melekût âleminin ahvâli ile meşguldür
ve dünyada olduğu gibi Allah Teâlâ'yı müşahede hâlinde müstağraktır. Bir an için o
halden ifâkat bulup ümmetinden gelen selâmı alması da yine "redde" kelimesiyle ifâde
edilmiştir. Binaenaleyh ruhun cesedi terk etmesi ve sonra cesede iade edilmesi söz

konusu değildir. ^ — ^

Şeyh Tâciddin el-Fâkihâni ve Abdürrauf el-Münavî gibi bazı ilim adamlarına göre bu
hadiste geçen "ruhum iade edilir" cümlesindeki "ruh"tan maksat mecazen "nutuk :
konuşma kabüiyyeti"dir.. Kadı Iyaz'a göre buradaki ruhun iadesinden maksat, Resûl-i
Ekrem'in her an huzur-ı ilâhî iie alakadar olan ruhunun, ümmetinin selâmı ile meşgul



olmasından ibarettir.

el-Haffâcî, Kadı Iyaz'm "eş-Şifa" isimli eseri, üzerine yazdığı "Nesîmü'r-riyâz" adlı
kitabında "buradaki ruhtan maksad, Resûl-i Ekrem'e has olan ve ondan ayrılmayan bir
melektir. Bütün Peygamberler gibi Resûl-i Ekrem de kabrinde uyku halinde bir kimse
gibi hayattadır. Kendisine melek vasıtasıyla veya vasıtasız olarak bir selâm erişince o
selâmı alır. Onun tamamen nûranî olan ruhu kabzedilmiş değildir. Binaenaleyh bizzat
kabrine gelip de selâm verenlerin selâmlarını işiterek uyanır ve onlara karşılık verir.

Uzakta olanların selâmını da melekler ona ulaştırır" demektedir. Abdürrauf el-
Münavî'nin beyânına göre Resûl-i Ekrem'in, ümmetinin selâmım alması hiçbir zaman

onun gönlünü huzur-ı ilâhiden alıkoyamaz.

Abdürrauf el-Munâvî ile Aliyyü'l-Kari "Resûl-i Ekrem (s. a.) kendisine selam veren
herkesin selâmını alır. Bu hususta uzakta olanla kabri başına gelen arasında bir fark
yoktur" diyorlarsa da bazılarına göre, sözü geçen bu iki ilim adamının bu görüşleri

delilsizdir. ^
Bazı Hükümler

1. Peygamber Efendimize selâm vermenin fazileti çok büyüktür.

2. Peygamber Efendimizin kahirini ziyaret eden bir kimsenin kelâmı Resûl-i Ekrem
tarafından işitilir ve selâmına karşılık verilir.

3. Hz. Peygamber kabrinde kendine mahsus bir hayat ile diridir. Ayrıca diğer
Peygamberlerin de diri olduğunu isbat eden pek çok sahih hadis vardır. Bunlardan
bazıları şu mealdedir:

a. Resûl-i Ekrem (s. a.); "Şüphesiz cuma günü en faziletli günleriniz-dendir. Adem
(aleyh is selam) o gün yaratılmıştır. Nefha (ikinci Sûrun üfürülmesi) o gündedir. Sa'ka
(birinci Sûr'un üfürülmesi) de o gündedir. Artık o gün bana bol bol salavât getiriniz.
Çünkü o günkü sahalınız bana sunulur" buyurdu. Bir adam:

Ya Resûlallah, senin bedenin yer tarafından yenmişken (Şeddâd dedi ki:) yani
çürümüşken bizim salâvatımız sana nasıl sunulur? diye sordu.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de:

[4691

"Allah Peygamberlerin cesetlerim yemesini yere yasak kılmıştır" buyurdu.

b. "(îsrâ gecesinde) göklere çıkarıldığımda Musa (aleyhisselam)m yanma vardım.

[4701

Kırmızı bir kum yığınının yanında ayakta zikir, dua ve teşbih ile meşguldü.

Bilindiği gibi teşbih zikir ve dua âhiret amellerin-dendir. Nitekim Allah Teâlâ ve
tekaddes hazretleri Kur'an-ı Kerim'de bu gerçeği şöyle ifâde buyuruyor:
"Onların orada duası; "Allah'ım sen her türlü eksiklikten uzaksın" biri birlerine sağlık
dilekleri: "Selam", dualarının sonunda "Alemlerin rabbi Allah'a ha m d olsun!"

sözleridir. "L^-J

c. "Gerçekten kendimi Hıcrda gördüm, Kureyş bana İsrâ seyahatimi soruyordu... Bana
ne sordularsa kendilerine haber verdim. Bir de baktım ki kendimi Peygamberlerden
müteşekkil bir cemaatin içinde gördüm. Baktım ki, Musa kalkmış zikrediyor. Düz
saçlı, uzunca boylu bir zat. Zannedersin ki Şenûa kabilesi erkeklerinden biri. Bir de
baktım İsa b. Meryem (aleyhisselâm) kalkmış zikir ediyor. İnsanların ona en ziyâde
benzeyeni Urve b. Mesûd es-Sakafî'dir. Baktım İbrahim (aleyhisselâm) kalkmış, o da



zikrediyor. "^ ^

d. Hz. Peygamber, "ben Musa (aleyhisselâm)'ı gür sesi ile Allah'ı telbiye ederek
tepeden aşağıya inerken görüyor gibiyim" buyurdu. Sonra Herşâ tepesine gelerek: "Bu
tepe hangi tepedir?" diye sordu. Ashab; "Herşâ tepesidir!" diye cevap verdiler.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de; "Ben Yunus b. Mettâ (aleyhisselâm)'i derli
toplu, kırmızı dişi bîr deve üstünde, yünden bir cübbe giymiş devesinin çılbırı liften

[4731

olduğu haide telbiye ederken görüyor gibiyim." buyurdu. Ahiret âlemi amel

âlemi olmadığı halde orada zikr edilmesinin sebebi, sadece onun zevkini
tatmak .arzusudur. Mecburiyet yoktur. Nitekim Allah teâîâ ve tekaddes hazretleri
Kur'ân-ı Keriminde şöyle buyuruyor: "Allah yolunda öldürülenleri ölü sanma, hayır

[4741

(onlar) diridirler. Rableri katında rızıklanmaktadırlar." J 1 Şehidler diri, olduğuna

göre, artık Peygamberlerin diri olduğundan asla şüphe edilemez. Çünkü her

[475]

Peygamber aynı zamanda şehiddir. J 1

2042. ...Ebû Hüreyre (r.a.)'den; demiştir ki: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:

"Evlerinizi kabirlere çevirmeyiniz. Kabrimi de bayram yeri haline getirmeyiniz. Bana
(sadece) salavat getiriniz. Çünkü nerede olursanız olun, sizin salâvâümz bana

ula Ş1 r."^fl



Açıklama

Evlerin kabirlere çevrilmesi iki şekilde olur:

a. Evlerde hiç namaz kılınmayınca oralar ölülerin mekânı olan kabirler hâline gelmiş
olur. Evler ibadetle kabir olmaktan kurtulup birer mâmûre hâline gelirler.

b. Evlere ölülerin defn edilmesiyle evler kabirlere dönüşür:

Binaenaleyh hadis-i şerif, vakti gafletle ve uyku ile ölüler gibi hareketsiz ibâdetsiz
geçirmekten sakmdırmakta evleri nafile ibâdetlerle mâmur hâle getirmeye teşvik
etmektedir. Diğer bir hadis-i şerifte de Peygamber efendimiz şöyle buyurmaktadır:
"İçlerinde Allah zikr edilen ev ile içinde Allah zikredilmeyen evin misali ölü ile diri
[477]

gibidir." 1 1 Binaenaleyh konumuzu teşkil eden hadiste teşbih-i beliğ vardır. Yani

içinde namaz kılınmayan ev kabre benzetilmiş ve teşbihte mübalağa için teşbih edatı
ile vechu'ş-şebeh atılmıştır.

Hadisin "kabirleri kendinize mesken edinmeyiniz" anlamına gelmesi ihtimali de
vardır. Çünkü kabirlere sık sık uğrayan kimse kabirlere karşı ünsiyet kazanır da kalbi
katılaşır ve onlardan ibret alamaz hâle gelir. Hassasiyetini kaybeder.
Hadis-i şerifte geçen "kabrimi bayram yeri hâline getirmeyiniz" cümlesi de "oraya
düğüne veya bayram yerine gider gibi merasim ve şenliklerle neş'e ve eğlencelerle
gitmeyiniz. Bilâkis oraya ibret ve öğüt almak için gidiniz" mânâsına gelmektedir.
Nitekim Resûl-i Ekrem Efendimiz bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: "Kabirleri

ziyaret ediniz. Çünkü size âhireti hatırlatır.

Bu konuda Tîbî de şöyle diyor: "Peygamber Efendimiz bu hadis-i şerifıyle ümmetim
bayram yerine gider gibi bir araya gelip merasimli ve gösterişli bir şekilde kabrini



ziyaret etmekten men'etmek istemiştir. Çünkü Yahudiler ve Hıristiyanlar

Peygamberlerinin kabirlerini bu şekilde ziyaret ettikleri için Allah onların kalblerini

katılaştırmış ve gaflet tufanına batırmıştır." Binânealeyh insan nerede olursa olsun,

Hz. Peygambere salât ve selâm getirdikten sonra o salât-ü selâm'm Hz. Peygambere

[4791

erişeceğini düşünerek böylesi gösteriş ve merasimlerden kaçınmalıdır.- 1 1



Bazı Hükümler



1. Cenazeleri evlere defnedmek yasaklanmıştır.Ancak Resul-ı Ekrem Efendimizin
cenazesi halkın mescid hâline getirmesinden korkularak mezarlığa konulmamış, Hz.
Aişe'nin evine defnedilmiştir.

2. Nafile namazların evlerde kılınması teşvik edilmiş ve evlerin nafile namazlarından
hâli bırakılarak kabre dönüştürülmesi yasaklanmıştır. Bir hadiste de; "Evlerinizde

(nafile olarak) namaz kılınız ve orada nafile namaz kılmayı terk etmeyiniz.
buyurularak meselenin ehemmiyeti vurgulanmıştır.

3. Hz. Peygamber' in kabri ziyaret edilirken bir düğün bir bayram havası ve
manzarasının verilmesi, merasim alaylarının ve benzeri toplantıların tertiplenmesi
yasaklanmıştır. Çünkü bu hareketler, sıkıntı ve meşakkat celbedici olduğu gibi Resûl-i
Ekrem'e karşı beslenmesi gereken normal sevgi sınırlarını da aşar. Binaenaleyh evliya
ve enbiyânın kabirleri, ziyaret edilirken de bu hadd-i i'tidâli muhafaza etmek lâzımdır.
[481]

4. Peygamber (s.a.)'e salât-ü selâm getirmeye teşvik vardır. Çünkü o kabrinde diridir.
Getirilen salat-ü selâmlar kendisine erişir..

2043. ...Rabi'a b. el-Hudeyr'den; demiştir ki: Ben Talha b. Ubeydillah'ı Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem'den bir hadisten başka hadis rivayet ederken işitmedim.
(Râvi Rabia b. Ebî Abdurrahman) dedi ki: (Ben Rabia b. el-Hudeyr'e):
O (hadis) nedir? diye sordum (da şöyle) cevap verdi:

(Talha b. Ubeydillah bana) dedi ki: Biz (birgün) Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellemle birlikte çıktık. Şehidi erin kabirlerini (ziyaret etmek) istiyorduk. Nihayet
Vâklm taşlığının üzerine çıkıp da oradan indiğimizde bir de baktık ki bir dönemeçte
kabirler var.

Ya Resûlullah, (bunlar) bizim kardeşlerimizin kabirleri midir? dedik.

"(Hayır, bunlar) arkadaşlarımızın kabirlerî'dir." buyurdu. Biraz sonra şehidlerin

kabirlerine geldiğimizde:

"(İşte) şu(nlar da) kardeşlerimizin kabirleridir" buyurdu.



Açıklama



Metinde geçen "Vâkim Taşlığı" Medine'de bulunan bir taşlığın ismidir. Burası bu
ismi, Amâlika kabilesinden olan "Vâkım" isminde bir adamdan almıştır. Rivayetlere
göre sözü geçen kimse Câhiliyye çağında Medine'ye ilk defa geldiği zaman bu taşlığa
inmiş ve söz konusu taşlık o günden sonra "Vâkım Taşlığı" adıyla anılmaya
başlanmıştır. Resûl-i Ekrem dönemeçte yatan şehidlerle o anda beraberinde bulunan



ziyaretçiler arasında kan bağı bulunmadığı için onların; "Ya Resûlallah! (Bunlar)
bizim kardeşlerimizin kabirleri midir?" sorusuna "Hayır!" cevabını vermiştir.
Binaenaleyh Resûl-i Ekremin "Hayır" cevabıyla reddetmek istediği din kardeşliği
değil, kanbağı cihetinden olan kardeşliktir. Fakat daha sonra rastladıkları kabirlerde
yatan şehidlerle sözü geçen ziyaretçiler arasında kanbağı bulunduğu için oraya
vardıklarında "İşte şunlar da kardeşlerimizin kabirleridir," buyurarak ziyaretçilerle

şehidler arasındaki kan bağına işaret etmiştir. L-^-J



Bazı Hükümler



1. Uhud şehidlerini ziyaret etmek müstehab olduğu gibi Bakı mezarlığını ziyaret
etmek de sünnettir. Çünkü Resûl-i Ekrem Efendimiz sağlığında Bakî Mezarlığını ziya-
ret eder ve şöyle selâm verirdi:

Yani: "Ey mü'minler topluluğunun ülkesi (ve içindekiler) selam sizin üzerinize olsun.
İnşallah yakında biz de size katılcağız. Ey Allah'ım, Baki' (yani) garkad halkını
bağışla. (Allah) bizden ve sizden öncekilere ve sonrakilere rahmet etsin. Allah'dan
sizin için de bizim için de afiyet dileriz. Ey Allah'ım, onlara verdiğin ecirden bizi
mahrum etme. Onlardan sonra gelen bizleri fitneye duçar kılma! Bizi ve onları
bağışla."

Hz. Peygamber'in kabr-i saadetini ziyaret etmenin faziletiyle ilgili birçok hadis-i şerif
nakledilmiştir. ^ ^

Bu bakımdan Beytullahı hac ve ziyaret eden her müslümânm hacdan Önce veya sonra
Medine'ye de giderek Resûlullah (s.a.)'rn kabr-i saadetini ziyaret etmesi ve Mescid-i
Nebi'de namaz kılması müslümanlar arasında terk edilemeyen bir sünnet olarak devam
edegelmiştir.

Gerçekten Resûlullah'm yaşadığı, mübarek ellerini sürdüğü, ayaklarının çiğnediği
yerleri görmek, ashabının ve en yakın arkadaşlarının kabirlerini ziyaret etmek vahyin
indiği ve tebliğ edildiği bu kutsal beldenin havasını teneffüs etmek her mü'min
gönlünün en tatlı özlemidir.

Resûlullah (s.a.)'i ziyaret için Medine'ye gidecek olan kimse, her zamankinden daha
çok salavat-ı şerife getirir. Salat-ü selâma yollarda da devam eder, Çünkü Resûlullah
(s.a.)'e yapılan salat-ü selâmlar ona ulaşır.

Resûlullah (s.a.)'i ziyaretten başka Mescid-i Saadetin ziyaretine de niyyet eder. Çünkü
Mescid-i Saadet, içinde namaz kılmak üzere uzak yerlerden sefer edilecek üç
mescidden biridir.

Medine-i Münevvere uzaktan görülünce ziyaretçi salât-ü selâm getirir ve;

Yani: "Allah'ım burası senin Peygamberinin haremidir. Senin vahyinin indiği mübarek

yerdir. Bu kutsal yeri benim için Cehennemden korunmak ve hesabdan güvence

vesilesi kıl ve beni (sana) dönüş gününde Mu-hammed Mustafâ'nın şefaatine

erişenlerden eyle" diye dua eder.

Medine'ye abdestli (mümkünse guslederek) girer.

Eşyasını yerleştirdikten sonra temiz elbiselerini giyer, güzel koku sürünür, salavât-i
şerife getirerek ve Resûlullah'm şehrinde bulunduğunu onun huzuruna gitmekte
olduğunu düşünerek edeb ve tevazu ile Mescid-i Saadete gider,
diyerek Babü's-selâm veya Bâb-ı Cibril denilen kapılardan birinden mescide girer.
Kerahet vakti değilse iki rekât tahiyyetülmescid namazı kılar. İmkân bulursa bu



namazı Ravzâ-i Mutahhara'da (Kabri- Şaâdet ile minber arasında kalan kısımda) kılar.
Burası hakkında Resûlullah (s. a.) "Evimle minber arasında kalan kısım cennet

bahçelerinden bir bahçedir." buyurmuştur. Bu ifâde buraya ilâhî rahmetin
indiğini ifâde eder.

Tahiyyatü'l-mescidden sonra, bu saadete erişmesinden dolayı iki rekat da şükür
namazı kılar ve dilediği kadar dua yapar kendisi, anne-babası ailesi, yakınları ve bütün
mü'minler için Cenab-ı Haktan mağfiret ve selâmet niyaz eder. Ümmeti Muhammed'in
içinde bulunduğu hali hatırlayarak; ümmetin bu hazin durumundan kurtuluşu Şer'i
Rasûle tekrar dönüşü için de bilhassa duâ ve niyazda bulunur.

Tevazu, edeb ve sükûnetle kabr-i saadete ayak cihetinden yaklaşıp Resûlullah'm
mübarek başı hizasında 1,5-2 m. uzağında yüzü Resûlullah (s.a.)'e, arkası kıbleye
dönük olarak durur. Resûlullah (s.a.)'in kendisini görmekte ve sözlerini işitmekte
olduğunu düşünerek selâmını alacağını ve duasına âmin diyeceğini ümid ederek şu
şekilde selâm verir:

Resûl-i Ekrem (s.a.)'e hayatında nasıl hürmet ve tazim göstermek gerekli ise
vefatından sonra da aynı şekilde hürmet ve tazim gerekir. Bu itibarla Resûlullah (s. a.)
ziyaret edilirken yüksek sesle bağırılmaz, hürmeti bozan edebe aykırı davranışlarda
bulunulmaz, kabr-i saadetin yanma kadar sokulunmaz, duvarlarına el sürülmez,
öpülmez, etrafı tavaf edilmez, karşısında eğilinmez. Bunlar bid'at ve mekruhtur. Hele
kabr-i Saadete karşı secde etmek kesinlikle haramdır. İbadet kasdı ile yapılırsa,
küfürdür. Re-sûlullah (s.a.)'e gönderilmiş selâmlar varsa emânete riâyet vâcib
olduğundan onları da; Yani: "Ya Resûlallah, filan kimsenin de selâmı var Allah
katında kendisine şefaatçi olmanı istiyor. Ona ve bütün m uslum unlara şefaat eyle..."
diyerek tebliğ eder.

Sonra bir metre kadar sol tarafa ilerleyip Hz. Ebû Bekr (r.a.)'in başı hizasında durur.
Daha sonra 1 m. kadar sağa ilerleyip Hz. Ömer (r.a.)'m başı hizasına gelir: der,
kendisi, aiiesi, zürriyeti, kendisine dua ısmarlayanlar ve bütün mü'minler için duâ
eder. Tekrar Resûlul-lah'm hizasma gelir ve şöyle duâ eder:

Yani: "Allah'ım, sen şöyle buyurdun"; ki senin sözün hakkdır: "Eğer onlar (masiyet
işleyerek) nefislerine zulmettiklerinde sana gelip Allah'tan mağfiret dileselerdi,
Peygamberde kendileri için istiğfar etseydi, (Cenab-ı Allah'ın) daima tevbeleri kabul
eden ve merhamet edici olduğunu görürlerdi" işte biz de sözünü dinleyerek huzuruna
geldik, emrine uyarak, Peygamberin vesilesiyle senden şefaat diliyoruz. Rabbimiz bizi
anne ve babalarımızı, bizden önce iman etmiş kardeşlerimizi bağışla kalblerimizde
mü'minlere karşı kin bırakmaz. Şüphesiz sen şefkatlisin merhametlisin.
Rabbimiz bize dünyada iyilik, âhirette de iyilik ver, bizi cehennemin azabından koru.
"İzzet sahibi Rabbin onların vasfede geldiklerinden münezzehdir. Bütün rasûllere
selâm olsun. Alemlerin Rabbi Allah'a da hamd olsun".

Daha sonra Ebu Lübabe ve Hannâne direklerine gider, onların yanında da duâ eder;
mümkün olursa, namaz kılar.

Medine-i Münevvere'de bulunduğu sürede beş vakit namazını Mescid-i Saadette kılar,
boş vakitlerini de kaza ve nafile namazları kılarak değerlendirir.
İmam Ahmed'in Müsned'inde Taberânî'nin de el-Mu'cemu'l -Evsafında güvenilir
râviler vasıtasıyla Hz. Enes'den rivayet ettikleri bir haâis-i şertfte şöyle buyurulur:
"Kim benim Mescidimde bir vakit namaz geçirmeden kırk vakit namaz kılarsa, ona
ateşten kurtulduğuna dâir berat yazılır, a/abdan kurtulur ve münafıklıktan uzak



olur.»K§2

Ayrıca Resûlullah (s.a.)'m kabrini, tenha zamanları kollayarak sık sık ziyaret eder,
mümkün olursa Mescid-i Saadette bir hatim indirir dönerken de Resûlullah (s.a.)'i

ziyaret edip veda ederek aynh,^

2044. ...Abdullah b. Ömer (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s.a.)
Zülhuleyfe'deki Bathâ'da devesini çöktürerek orada namaz kılmıştır. Bunu Abdullah

b.. Ömer de yapardı.



Açıklama



1867 numaralı hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi Resûlullah Medine'den
Mekke'ye gitmek istediği

zaman ismini Zülhuleyfe'deki ağaçtan alan ve oradan geçen "ağaç yolu" isimli yolu
tâkib ederdi. Medine'ye dönerken de Muarras'dan geçen yolu tâkib ederdi. Buhârî'nin
Sahih'inde de "Resûl-i Ekrem (s.a.)'in, Mekke'ye giderken ismini yine "ağaç yolu"
üzerindeki ağaçtan alan "Mescidü'ş-şecer"'de namaz kıldığı, Mekke'den dönerken de
Zülhuleyfe'deki Bathâ'da (vadide) namaz kıldığı ve orada gecelediği ifâde

edilmektedir. ^

Esasen metinde sözkonusu edilen Bathâ'dan başka Mekke'de.ve Minâ'da da "Batha
(vadi)" adıyla bilinen iki yer daha vardır. Onlarla karıştırılmasın diye metinde
"Zülhuleyfe'deki Batha" tâbiri kullanılmıştır. Buraya Medine'liler "el-Muarras" derler.
Burada namaz kılmak çok faziletli olduğu için Resûl-i Ekrem Efendimizi hac dönüşü
Mekke'den Medine'ye gelirken burada konaklayarak namaz kılmıştır. Nitekim bir
hadis-i şerifte şöyle buyruluyor: Peygamber (s.a.) Zülhuleyfe'deki vadide
istirahatgâhmda iken O'na (gaibden) birisi gelip:

Sen gerçekten mübarek bir vadidesin, demiş. Musa dedi ki: "Salim de vaktiyle
Abdullah'ın devesini çöktürdüğü yerde bize develerimizi çök-türttü o da Resûlullah'm
istirahatgâhmı araştırıyordu. Bu yer vadideki mescidin aşağısmdadır. Mescidle kıble

arasmdaortadad^



Bazı Hükümler



Hac veya umreden sonra Mekke'den Medine'ye dönüşte veya hac ve umre dışında
yapılan herhangi bir yolculukta uğranıldığı zaman Zulhuleyf deki Bathâ'ya inip orada
namaz kılmak müstehabtır. Kadı Iyaz'a göre, sözü geçen Bathâ'ya inip orada namaz
kılmanın hac veya umreyle bir ilgisi yoktur. Ancak orası mübarek bir vadi olduğu için
yolu oraya uğrayan herkes teberrüken orada konaklayarak istediği kadar namaz kılar.
İmam Mâlik'e göre ise, hac veya umre dönüşü burada inerek namaz kılmak
müstehabtır ve buraya namaz vaktinden önce inen kimse namaz vakti girinceye kadar
bekler ve namazı orada kılar. Fakat terkinden dolayı herhangi bir ceza lâzım gelmez.
Ulemâdan bazılarına göre ise, Resûlullah (s.a.)'in hacdan dönerken Zülhuleyfe'deki
Vadi-i Akik' de gecelemesi hacılar ailelerinin yanma geceleyin habersizce varmasınlar

[4921

diyedir. Çünkü bir çok meşhur hadislerde bu hareket açıkça yasaklanmıştır.- 1 1



2045. ...(İmam) Mâlik demiştir ki: Medine'ye dönerken hiç bir kimsenin Muarras'da
elden geldiği kadar namaz kılmadan geçmesi uygun değildir. Çünkü bana ulaşan

[4931

rivayetlere göre Resûlullah (s. a.) orada konaklamıştır.

Ebû Dâvûd dedi ki: Ben Muhammed b. İshak el-MedinVyi, "el-Muarras Medine'ye

[4941

altı mil uzaklıktadır" derken işittim.- 1 1



Açıklama

Ta'rîs: Yolcunun geceleyin uyumak veya dinlenmek için bir yere inmesidir. Resûl-i
Ekrem Efendimiz (s.â.) hac dönüşünde Mekke'den dönerken bu vadide konaklayıp
geceyi orada geçirdiği için Medineliler sözü geçen vadiye "Muarras" ismini
vermişlerdir.

Konumuzu teşkil eden rivayet, hac dönüşü Muarras'da konaklama konusunda İmam
Mâlikin görüşünü ifâde etmektedir.

İmam Mâlik ile diğer ulemâya göre burada namaz kılmak müstehab ve güzel bir
şeydir. Ama Haccm sünnetlerinden veya terkinden dolayı fidye lâzım gelen vâcib
fiillerden değildir. İbn Ömer müstesna olmak üzere bütnü ulemâya göre orada namaz
kılmak güzel bir iştir. İbn Ömer ise bunu sünnetten saymıştır. Nevevî'nin beyânına
göre Şafiî ulemâsı orada namaz kılmayan bir kimsenin faziletten mahrum kaldığını
fakat günaha girmiş sayılmayacağını söylemişlerdir.

Ulemâdan bazılarına göre ise, Peygamber Efendimiz burada Mekke'den Medine'ye

dönerlerken değil, Medine'den Mekke'ye giderlerken konaklamıştır. Maamâfıh hem

[495]

giderken, hem gelirken oraya inmiş olması da mümkündür. J 1

Müellif Ebû Davud'un bu hadisin sonuna ilâve ettiği talike göre sözü geçen vadi,
Medine-i Münevvere'ye altı mil uzaklıkta bulunmaktadır. 2036 numaralı hadis-i
şerifin şerhinde de açıkladığımız üzere Medine haremi Medine'ye 12 mil uzaklıktaki
bir mesafeyi kapsamı içine aldığından bu vadi de Medine Haremi içinde kalmaktadır.
f4961



Bazı Hükümler

1. Hz. Peygmaber'in davranışlarını aynen muhafaza etmek teşvik edilmiştir.

2. Hz. İbn Ömer Resûl-i Ekrem'in davranışlarını aynen uygulamaya son derece düşkün
idi. Öyle ki Resûl-i Ekrem'in hayatında, altında gölgelenmiş olduğu ağaçları bulur,
kurumamaları için onları sulardı..

Sünen-i Ebû Dâvûd nüshalarının bazılarının hamişinde İbn Ömer'den nakledilen şu
mânâda bir hadis daha vardır:

"Resühıllah (s.a.) (Zülhüleyfe'deki vadiye) geldiği zaman Muarras'da gecelerdi.
Sabahleyin yola devam ederdi."

Ancak asıl nüshalarda bu metin bulunmadığından biz sadece manasını sunmakla
yetindik.

Allah'ın avn-ü inâyetiyle hac bahsi burada sona ermiştir.

[497]

Bize bu muvaffakiyeti ihsan eden Rabbimize hamd-ü senalar olsun...- 1 1



m

Beyhakî, es-Sünemı'1-kübrâ, V, 153.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/380-381.

m

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/381.

m

Hattâbî, Meâlimü's-sünen, II, 490, 491.

[41

Zeylaî, Nasbürrâye, III, 86; Beyhakî, es-Sünenu'l-kübrâ, V, 153.

[5]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/381-382.

[61

Buhârî, hac 75, 133; Müslim, hac 346; ibn Mace, menâsik 80; Dârimî, menâsik 91 Ahmet b. Hanbel, II, 19, 22, ;
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/383.

m

Müslim, hac 347; Beyhakî, es-Sünenu'l-kübrâ, V, 147.

[8]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/383.

[21

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/384.
[10]

Buhârî, hac 84; Müslim, müsâfırîn 16; Dâriî, menâsik 47; Ahmet b. Hanbel, VI, 297.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/384-385.

[11] .

Ibn Hacer, Fethıı' 1 -Bâri, IV, 224, 225.
Ibn Hacer, Fethu'l-bârî, III, 225.

1131

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/385-387.

ri4i

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/387-388.

[151

Kütüb-i sitte sahiplerinden sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/388.

1161

Fethu'l-Bârî, VIII, 269.

1171

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/388.

1181

Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/389.
1191 .

1 — 1 Ibn Hacer, Fethü' 1 -Bâri, III, 225.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/389.

İM

Kütüb-i Sitte sahiplerinden sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/389-390.
1211

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/390.

1221

Beyhakî, es-Sünenu'l-kübrâ, II, 144.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/390.
1231

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/390.

[241

Buhârî, hac 84; Müslim, müsâfırîn 17; nesâî, kasru's-salât 3.

1251

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/391.

1261

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/391.

1271

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/391-392.
1281 .

Ibn Mâce, menâsik 64; Ahmet b. Hanbel, VI, 376, Beyhakî, es-Sünenu'l-kübrâ, V, 130.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/393.
[291

Müslim, hac 311.

1301

Beyhakî, es-Sünenu'l-kübrâ, V, 128.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/393-395.



[31]

Beyhakî, es-Sünenu'l-kübrâ, V, 130.

[321

el-Fethu'r-rabbânî, XII, 178.

[331

1 — 1 Fethu'l-bârî, IV, 332.
[34]

Kâsânî, Bedâiü's-sanâî, II, 156.
[351 .

1 — 1 Ibn Kudâme, el-Muğnî, III, 425, 426.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/395-396.
[36J

Beyhaki, es-Sünenu'l-kübrâ, V, 130.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/396-397.
f371

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/397.

[381

Buhârî, hac 140, 142; Nesâî, menâsik 230; ibn Mâce, menâsik 65; Dârimî, menâsik 61; Muvattâ, hac 212; Ahmet b. Hanbel, II, 152, 178, 190;
Beyhakî, es-Sünenu'l-kübrâ, V, 148.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/397.
T391

1 1 el-Fethü'r-rabbânî, XII, 219; Buhârî, hac 142, Fethu'l-Barî, IV, 332.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/397-398.
[401

Beyhakî, es-Sünenu'l-kübrâ, V, 131.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/398.
[İH

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/398.

[421

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/398-399.

[431

Müslim, hac 310; Nesâî, menâsik 220; Ahmet b. Hanbel, III, 318, 337, 366, 387.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/399.
[İÜ

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/399-400.

[451

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/400.

[461

Buharı, hac 134; Müslim, hac 314; Tirmizî, hac 59; Nesaî, menâsik 221; Darimi, menâsik 58; Ahmet b. Hanbel, III, 313, 319, 400.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/400.
[471

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/400.

[481

Tahâvî, Şerhu meâni'l-âsâr, II, 215.

[491

Zürkanî, Şerhu'l-Muvatta, III, 228, Muvatta, hac 220.

[501

Beyhakî, es-Sünenu'l-kübrâ, V, 150.
Beyhakî, es-Sünenu'l-kübrâ, V, 152.

[521

Beyhakî, es-Sünenu'l-kübrâ, V, 152.

[531

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/400-402.

[541

— Buhârî, hac 134; Beyhakî, es-Sünenu'l-kübrâ, V, 148.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/402.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/403.
[561

Buhârî, hac 140-142; Nesâî," menâsik 230; Ibn Mâce, menâsik 65; Dârimî, menâsik 61; Muvatta, hac 212; Ahmet b. Hanbel, II, 152, 178, 190.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/403.
[571

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/403-404.
[581 ■

Ibn Kudame, el-mugnî, III, 453.

W Nesâî, menasık 227.
[601

bk. Hadis no, 1977.

[61]

Beyhakî, es-Sünenu'l-kübrâ, V, 149.

[621

1 — 1 Beyhakî, a.g.e. V, 148.
[63]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/404-406.

[641

Buhârî, hac 136, 138, 140, 142, Müslim, hac 147, 305, 309; Tirmizî, hac 64; Nesaî hac 215, 216, 226, 227, 229, 231; Ibn Mâce, menâsik 63, 64,
84; Dârimî, menâsik 34, 61 Ahmet b. Hanbel, I, 168, 297, 306, 415, 427, 430, 432, 436, 456, 458; II, 152, VI, 90.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/406.
£651

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/406-407.



[661

Buhârî, hâc 141.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/407.

[681

Tirmizî, hac 106; Nesâî, menâsik 225, 226; Ibn Mace, menâsik 67; Dârimî, menâsik 58; Muvatta, hac 218, 219; Ahmet b. Hanbel, V, 45; Beyhakî,
es-SünenıTl-kübrâ, V, 151.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/407-408.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/408.
[701.

Ibn Kudâme, es-Şerhü'l Kebir, III, 481.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/408-409.

[721

Tirmizî hac, 106; Nesâî, menâsik 225, 226; Ibn Mâce, menâsik 67; Ahmet b. Hanbel, V, 450.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/409.

LZH

el-Fethu'r-rabbânî, XII, 222.

[İÜ

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/409-410.

[751

Beyhakî, es-Sünenu'l-kübrâ, V, 151.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/410.

[761

Nesaî, menâsik 227.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/410.

[771

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/4 1 0.

[781

Ahmet b. Hanbel, VI, 143, Beyhakî, es-Sünenu'l-kübrâ, V, 136.

[791

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/4 1 1 .

[M

el-Fethür'-rabbânî, XII, 185; Beyhakî, es-Sünenu'l-kübrâ, V, 136.

[811

Darekutnî, Sünen, II, 276.

[821

1 L Bk. 1978'inci hadis.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/4 1 1 .

[841

Hâkim, el-Müstedrek, I, 461.

[851

Zeylaî, Nasbûr-râye, III, 82.

Müslim, hac 47 ve Ebû Dâvûd, 1745 no'lu hadis.

[871

Nesâîğ, menâsik 2312; Ibn Mâce, menâsik 70; Beyhakî es-Sünenu'l-kübrâ, V, 136; el-Fethü'r-rabbânî, XII, 175.
Aynı yerler.

[891

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/412-413.

[901

Buhârî, hac 127; Müslim, hac 316, 318; 320, 321; Tinnizî hac 74; Ibn Mace'menâsik 71; Dârimî, menâsik 64; Muvata, hac 184; Ahmet b. Hanbel,
1,216, 353; II, 34, 79, 119, 138, 141, 1 5 1 ; III, 20, 89, IV, 70,365, 177; V, 381; VI, 393,402,403.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/413.

[911

Buhârî, hac 127; el-Fethu'r-rabbânî, XIII, 94.

[921

îbn Mâce, menâsik 7 1 .
[931 .

1 1 Ibn Hacer, el-Fethu' 1 -Bârî, IV, 31 1, 312.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/413-414.
[941

Buhârî, hac 127.

[951

bk. Beyhakî, es-Sünemı'1-kübrâ, V, 136.

[961

Müslim, hac 154.

[971

Müslim, hac 143.

[981

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/414-416.

[991

Buhârî, hac 127; Müslim, hac 322; Ahmet b. Hanbel, II, 128.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/416.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/416.



r ıoıı

el-Feth (48), 27.

[102]

Buhârî, hac 127; Müslim, hac 209-210; Ahmedb. Hanbel, V, 96, 98.

[103]

Davudoğlu, Sahihi Müslim Terceme ve Şerhi, VI, 500.

[104]

el-Mâ'ide (5), 6.

H051

Aliyul-kârî, Mirkatü'l-mefâtîh, III, 238.

no6i

Buhârî, ı'tısâm 2, Müslim, fedâil 20; Nesâî, hac 1; Ibn Mâee, mukaddime I; Nesâî, menâsi.k 1; Ahmet b. Hanbel, II, 258, 313, 448.

no7i

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/416-418.

no8i

Buhârî, vudû 33; Müslim, hac 323, 326; Tirmizî, hac 73; Beyhakî, es-Siinenu'l-kübrâ, V, 103.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/418.

no9i

1 1 el-Fethu'r-rabbânî, XII, 187.

Müslim, hac 324.

[111]

Tirmizî, hac 73 .

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/418-420.

n i3i

Şerhu'l-Muğni,III,44.

r 1 141

el-Fecru I-mıınır, I, 735.

rı 151

Tahavî, Şerhu meânfı-âsâr, I, 424.
^ ^ Mecme'u'z-zcvâid, III, 261.



el-Feth (48), 27.

el-Bakara (2), 196.

'"^el-Hac (22), 33.
[120]

bk. Fethu'l-Bârî, III, 362; Buhârî, hac 125.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/420-422.
ri221

Müslim, hac 323, 326; Tirmizî, hac 73.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/422-423.

[1231



Miras, Kâmil, Tecrid Tertemesi, VI, 196-197 (Birinci baskı).
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/423-424.
11241

Buhârî, ilim 23, 24, 26; hac 125,130-131, eymân 15; Müslim, hac 327, 330-331, Tirmizî, hac 76; Nesâî, menâsik 225; Ibn Mâce, menâsik 74;
Darimî, menâsik 50, 56; Muvatta, hac 242; Ahmedb. Hanbel, 1,216, 258, 269, 291,300, 311,328; II, 159, 192,202,217; III, 326, 385.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/424.

^ ~ ^ Beyhakî, es-Sünemı'l-kübrâ, V, 142.
[126]

Tahâvî, Şerhti meâni 1 1 -âsâr, II, 237.

[1271

Tahâvî, Şerhu meâni 1 1 -âsâr, II, 238; Tekmiletu'l-Menhel, II, 146.

f 1281

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/424-426.

T1291

Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, V, 104.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/426-427.

rnoı

Tirmizî, hac 75; Nesâî, ziyne 4.

r 13 n

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/427.

[132]

Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, V, 104.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/427-428.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/428.
[134]

el-Fethü'r-rabb'âni, XI, 9-10; Ibn Kacer, FethüT-Bari III, 3£7; Nevevî, Şerhu IX, 117; Nesâî, menâsik 3; Ibn Mâce, menâsik 3.

r 1351

Bedâiu's-sanâî, II, 226.

f 1361

el-Fethü'r-rabbânî, XI, 58; Beyhakî es-Siincnü' 1 -kübrâ IV, 349.



[1371
[138]
[139]
[140]
[141]
[142]
[143]
[144]
[145]
fi 461
[147]
[148]
[149]



Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, IV, 349.
el-Bakara (2), 196.
Al-i İmrân (3), 97.

1810 numaralı hadis-i şerif.

Mecelle mad. 8.

Dârekutnî, Sünen, 282; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, IV, 350.

Dârekutnî Sünen, II, 284.

Beyhakî es-Sünenü'l-kübrâ, IV, 350.
M. Zihnî, Ni'met-i tslâm, 614.

bk. 1903 numaralı hadis.
Nesâî, menâsik 183.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/429-432.

' Buhârî, umre 2: Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, IV, 345.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/432.
[150]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/433.

[151]

Buhârî, umre 6; el-Fethu'r-rabânî, XI, 52.
Zeylaî, Nasbu'r-râye III, 147.

[153]

Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, IV, 346.

[154]

Aynı yer.

[155]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/433-434.

[156J

Buhârî, hac 34; MenâkibûT-ensâr 26; Müslim, hac 198; Nesâî, menâsik 76; Dârimî, mukaddime 14; Ahmed b. Hanbel, I, 252, 261.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/434.

[157]

el-Fethü'r-rabbânî, XI, 55.

[1581



Buhârî, hac 7 1 .

[1591



el-A'raf, (7) 95.

[16ffl



İbn Kuteybe, Tefsirü Garîbi'l-Kur'ân, 1 70.

ri6iı



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/434-436.

[1621



Tirmizî, hac 95; İbn Mâce, menâsik 24, Ahmed b. Hanbel, VI, 375.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/436-437.

el-Fethü'r-rabbânî, XI, 34.

f!641

1 1 Bak 1989 no'iu.hadis.

[165]

bkz. 1889 no'lu hadis.

[166]
[167]

[168]
[169]
[1701
[171



bk. Tirmizî, hac 95, (III, 277).
bk. Tekmiletu'l-Menhel, II, 156-157.
el-Felhü'r-rabbânî, XI, 33.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/437-439.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/439-440.

^ Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/440-441.
[1721

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/441-442.

el-Fethü'l-bârî, III, 392.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/442-443.



[174]

îbn Mâce, menâsik 45; Tirmizî, hac 93.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/443-444.
[175]

Buhârî, cezâussayd 27.
£1761.

Ibn Hacer, el-Fethü'l-Bârî, III, 391.

f 1771

Tekmiletu'I-Menhel, II, 161; ayrıca bak. Fethu'l-Bârî, aynı yer.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/444-445.

11791

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/445.

nsoı

Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/445-446.

r 1 811

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/446.

[182]

Buhârî, umre 3; Müslim, hac 219; Ahmed b. Hanbel, II, 180, VI, 228.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/446.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/447.
H841

Müslim, hac 217, 220; Buhârî, meğâzî 35; Tirmizî, hac 6-7; Ibn Mâce, menâsik 50; Da-rimî, menâsik 39; Ahmed b. Hanbel, I, 246, 321; II, 39;
III, 134, 256; IV, 297.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/447.

^ ^ Beyhâkî, es-Siinenü'l-kübrâ, V, 219.
f 1 861

1 1 el-Bakara (2), 194.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/447-449.

T 1 881

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/449.

£189]

Buharı, meğâzî 35; Müslim, hac 217, 220; Tirmizî, hac 6-7; Ibn Mâce, menâsik 50; Dâe-rimî, menâsik 39; Ahmed b. Hanbel, I, 246, 321; II, 139;
IH, 134, 256, IV, 297.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/449-450.

r 1901

1 1 el-Enfal (8), 41.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/450-451.
£192]



bk. 1875 numaralı hadis.

£1931



Beyhakî es-Sünenü'l-kübrâ, IV, 344.

£1941



Aynı yer.

£1951



Aynı yer.

ri96i



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/451.

11971



Buhârî, hayız 115, hac 3, umre 6, cihâd 125 Müslim, hac 135, 136; Dârimî, menâsik 41; Ahmed b. Hanbel, I, 197-198; III, 309, 394; VI, 164.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/452.
r 1981

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/452.

ri99i



bk. 1781 no'Iu hadis.

r2001



bk. 1785 no'lu hadis.

r2oıı



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/453.

T2021



Müslim, hac 217; Nasaî, menâsîk 104; tirmizî, hac 90; Dârimî, menâsik 41; Ahmed b. Hanbel, III, 426, 427.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/454.
T2031

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/454.

T2041

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/455.

T2051

Buhârî, meğâzî 43; Müslim, cihad 92.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/455.

£206]

Buhârî, sulh 7.

T2071

Nesâî, menâsik 121.

T2081

1 1 Tekmiletu'I-Menhel, II, 172.

12091 „

Âsim Koksal, islamiyet ve Hz. Muhammet), VII, 350.



[210]

1 1 A. Koksal, a.g.e., VII, 351.

Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, V, 219.

[212]

Buhârî, Muhsâr 1 .

[213]

el-Bakara (2), 196.
f2141 .

1 Ibn Cerîr et-Taberî, Câmiu'l-Beyân, II, 130; Tekmiletu'l-Menhel, II, 173.

[215]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/455-458.

[2161

Müslim, hac 335; Nesâî, menâsik 204; îbn Mâce, menâsik 61; Ahmed b. Hanbel, I, 211; II, 34; V, 210; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, V, 144.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/458-459.

[217]

Nevevî, Şebrü Müslim VIII, 193.

[218]

Aliyyu'l-Kâri, Mirkatü'l-mefâtîh, III, 198.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/459.

[2191

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/459.

T2201

Ahmed b. Hanbel, VI, 295; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, V, 137.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/460-461.

[221]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/461.

[2221

bk. 1978 numaralı hadis.

T2231

Nesâî, menâsik 231.

T2241

bk. 1 745 numaralı hadis

[2251

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/461-462.



[2261

Buhârî, hac 129; Tirmizî, hac 80; îbn Mâce, menâsik 77; Ahmed b. Hanbel, 1, 288, 309; VI, 215, 243; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, V, 144.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/462.
T2271

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/462-463.
f2281 .

Ibn Mâce, menâsik 77; Muvatta, hac 111; Ahmed b. Hanbel, II, 41-42; Beyhakî, es-Sünehü'l-kübrâ, V, 84.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/463.
[2291

M. Zihnî, Ni'met-i islâm, 620.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/463-464.

[2301

Buhârî, hac 144; Müslim, hac 379-381, Tirmizî, menâsik 97, 99; Ibn Mâce, menâsik 82; muvatta, hac 122; Darimî, menâsik 85; Ahmed b.
Hanbel, I, 222; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, V, 161.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/464.

[231]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/464.
f2321 .

1 1 Ibn Mâce, hac 82.

[2331

Beyhakî, es-Siincnü'l-kübrâ, V, 121-122.

[2341

Müslim, hac 380; Buharî, hac 144.

[2351

Kâsânî, Bedâyi', II, 143.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/464-465.

[2361

Buhârî, hac 129, 145, 151, talâk 43; Müslim, hac 128, 384; Tirmizî, hac 97; Ibn Mâce, menâsik 83, Muvatta, hac 225-226, 228, Ahmed b.
Hanbel, VI, 38-39, 82, 85, 99,122, 164, 185, 193, 202, 207, 213, 224, 231, 253, 431.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/466.
[2371



Buhârî, hac 129.

f2381



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/466-467.

2391



1 el-Fethü'r-rabbânî, XII, 10.

f240



Buhârî, hac 145.

[2411



Ibn Kudâme, el-Muğnî, III, 462.

[2421



Mecmeu'z-zevâid, 281.
T2431

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/467-468.



[2441

Ahmed b. Hanbel, III, 416, Tahavî, Şerhu meâni'l-Asâr I, 321.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/469.
T2451

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/469.

[246]

Tahavî, Şerhu Mefini'l-Asfir; II, 233, Mecmeu'z-zevâid III, 281.

T2471

Tirmizî, hac 99.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/470.
T2491

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/470.

[2501

Buharı, hac 33; Müslim hac 123.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/470-471.
[2511



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/471.

[2521



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/471.

[2531



Buhârî, hac 33; Müslim, hac 123.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/471-472.
[2541



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/472.

[2551



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/472.

T2561



Ahmed b. Hanbel, VI, 436-437 Nesâî, menâsik 123.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/473.

[2571



el-Isabe VIII, 256. (Tahkikli baskı).
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/473.
[2581

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/473.

[2591

Buhârî, hac 147; Müslim, hac 339-340; Tirmizî, hac 82; Ibn Mâce, menâsik 81; Ahmed b. Hanbel, VI, 41, 190, 207, 225, 238; Bı;yhakî, es-
Sünenü' 1 -kübrâ, V, 161.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/474.
T2601

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/474-475.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/475.
T2621

Müslim, hac 342.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/475.
T2631

2010 numaralı hadis-i şerif.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/476.
T2651

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/476.

f2661

Buhârî, hac 45; cihâd 1 8; tevhîd 3 1 ; menâkıb 39, meğâzî48; Ibn Mâce, menâsik 26, Ahmed b. Hanbel, II, 238; Müslim, hac 439.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/476-477.
12671

îbn Hacer, Fethü'l-Bârî, IV, 197.

Buhârî, hac 45 .
Buharı, Megâzî 48.
Aynı yer.
Aynı yer.

İbn Hacer, Fethü'l-Bârî, IV, 197.
İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, IV, 197.



[2681
[2691
[2701
[2711
[2721
[2731
[2741

Miras, Kâmil, Tecrîd Tereemesi, VI, 183-184. (birinci baskı).

T2751

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/477-479.

12761

Buhârî, hac 45; Müslim, hac 343, el-Fellıii'r-rabbânî, XII, 228; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, V, 160.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/479.
T2771

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/480.

12781

Buhârî, hac 148; Darimî, menâsik 86, Ahmed b. Hanbel, II, 28-29, 100, 1 10, 124.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/480.



T2791

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/480.



12801

Buhârî, hac 148; Zurkanî, Şerhu'l-Muvatta, II, 258.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/481.
[2811

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/481.

[2821

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/481.

f2831

Buhârî, ilim 23-24, 26, hac 125, 131, eyman 15; Müslim, hac 327, 331, 333; Tirmizî, ;ıac 54, 76, İbn Mâce menâsik 74, Dârimî, menâsik 65,
Muvattâ, hac 242; Ahmed b. . hanbel, II, 2, 159-160, 192, 202, 210, 217, III, 326, 285.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/482.
[2841

1 1 el-Fethü'r-rabbani, XII,.207.

[2851

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/483.



[286]

Usâme b. Şerik es-Sa'lebî. Buhârî onun sahâbî olduğunu kaydeder. Rivayetleri vardır. Sünen sahipleri, Ahmed b. Hanbel, ibn Huzeyme, tbn
Hibban ve Hâkim hadislerim tahriç etmişlerdir. Ziyad b. Alâka Usâme'den hadis rivayet etmekte teferrüd etmiştir. (Tekmiletu'l-Menhel, II, 196.)



T2871

Tahavî, Şerhu me'âni'l-âsâr, I, 423; Beyhaki, es-Sünenü'l-kübrâ, V, 146.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/484.
T2881

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/484-485.



12891

el-Muttalib b. Ebî Vedâ'a el-Haris b. Ebî Sabîre b. Said es-Sehmî el-Kureşî. Hz. Peygamber ve Hz. Hafsa'dan hadis rivayet etmiş bir sahâbîdir.
Kendisinden de çocukları Kesir, Ca'fer ve Abdurrahman ile tkrime b. Halid ve es-Sâib b. Yezîd hadis rivayet etmiştir. Müs-lüm ve Sünen sahipleri
onun rivayetlerine eserlerinde yer vermişlerdir. Bedir Savaşında babası Ebû Vedâ'a esir edilmişti. Hz. Peygamber, "Onun akıllı, zengin bir oğlu var,
babasının fidyesini vermeye gelecektir" buyurmuş, el-Muttalib gizlice gelip 4000 dirhem fidye verip babasını kurtarmıştı. Kureyşliler kendisini
ayıplamışlar o da "Babamı esir alarak bırakamazdım" cevabını vermiştir. "Muhammed'in ümitlendirmemek için fidye vermekte acele etmemeye karar
almış olan Kureyş bundan sonra fidye vererek esirlerini kurtarmaya başlamışlardır. (Tekmiletu'l-Meo'el, II, 198.)

[2901

Nesâî, menâsik 163; İbn Mâce, menâsik 33: Ahmed b. Hanbel, VI, 399; Beyhaki, es-Sünenü'l-kübrâ, II, 273.

[2911

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/487-488.

12921

Şerhu'l-Mukanna", I, 632.

[2931

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/488.

[2941

Buhârî, ilim 39, cenâiz 76; büyü 27; diyât 8; sayd 8, 9 megâzî 51; Müslim, hac 446; Tir-mizî, hac 1, diyât 13; Nesaî, menâsik 111, 120; ibn Mâce,
menâsik 103, dârimî, buyul 60; Ahmed b. Hanbel, I, 253, II, 238, 256, III, 23, 238, 336, 394; IV, 31, 32; VI, 385.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/489-490.

[295J

M. Asım Koksal, Hz. Muhammed ve islâmiyet (Medine Devri), VIII, 292.

12961

M.Asım Koksal, Diyanet Dergisi, Özel Sayı, IX, 1970.

12971

M.A.Köksal, Hz. Muhammed (Mekke Devri) 38-39.

12981

Eşref Edip, Asr-ı Saadet, (Peygamberimizin ashabı) I, 84-86.

12991

M. A. Koksal, Hz. Muhammed, (Mekke Devri), 42-43.

13001



1 Ahmed b. Hanbel, II, 207.
[3011



1 Ahmed b. Hanbel, II, 179.
[3021



tbnu'l-Esir, en-Nihâye fıbarîbİ'l-Hadis, I, 343; A. Davudoğl.u, Sahîh-i Müslim Tercemesi ve Şerhi, VII, 386.

T3031



Ahmed b. Hanbel, II, 207.

[3041



Buhârî, cezâüssayd 8.

[3051



' Ali Imran (3), 98
[3061



Buhârî, buyu 53.

[3071



Ferhü'l-BârîIV, 321.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/490-497.
[3081



Buhârî, cezâüssayd f

[3091



bk. Mecelle, md. 14.

13101



İbn Kudâme, el-mugnî, III, 350.
[3jl]

Aynî, Umdetu'l-Kârî, X, 189.



[312] .

1 1 Ibn Kudâme, el-Mugnî, III, 514-515.

[313]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/497-500.

[314]

Buhârî, cezâu's-sayd 9, 10; buyu' 28; lukata 7; cizye 22; diyât 8, Müslim, hac 445, 447, 464; Nesâî, hac 110, 120; Dârimî, buyu' 60; Ahmed b.
Hanbel, I, 1 19, 253, 259; Beyha-kî, es-Sünenü' 1 -kübrâ, V, 195.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/500-501.

[315]

A. Davudoğlu, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, VII, 119; tbn Kudame, el-Mugnî, III, 351.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/501.
T3161

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/501.

[3171

Tirmizî, hac 51; Ibn Mâce, menâsik 52; Dârimî, menâsik 87, Ahmed b. Hanbel, VI, 187, 207.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/501-502.
13181

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/502.

T3191

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/502.

T3201

1 1 Feyzu'l-Kadîr, I, 182, (hadis no: 232, 233).

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/503.

[321]

el-Hac (22), 25.

T3221

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/503.

[323]

Müslim, hac 347; Ahmed b. Hanbel, I, 372.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/504.

[3241

Davudoğlu, Sahih-i Müslim terceme ve şerhi, IX, 269.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/505.
T3251

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/505-506.

T3261

Buhârî, menakibu'l-ensâr 47; Müslim, hac 441, 443, Tirmizî, hac 101; îbn Mâce, ikâme 76; Dârimî, salât 180;.Ahmed b. Hanbel, V, 52.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/506.
13271

' L Nevevî, Şerhü Müslim, IX, 122.

13281 .

Ibn Hacer, Fethu'l-Bârî VIII, 268.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/507.
[3291

Bazı nüshalarda bu başlık şeklindedir.

T3301

Buhârî salât 96; Müslim, hac 388; Nesâî, kıble 6; Muvatta, hac 193; Ahmed b. Hanbel, II, 113, 138.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/507-508.
T3311

1 1 el-Maide (5), 97.

Âl-i İmrân (3), 96.

Hamidullah M. İslâm Müesseselerine giriş, 25.

M. Hamidullah, a.g.e., 25.
el-Bakara (2), 127.

Miras, Kâmil, Tecrid Tercemesi, VI, 17.
bk. Buhârî, cihâd 127.

Buhârî, hac 51; İbn Hacer, Fethu'l-Bârî IV, 210.
Buhârî, salât 96.

Muvatta', hac 193.

Davudoğlu, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, VII, 52.
Buhârî, hac 5 1 .

Zürkânî, Şerhû'l-muvatta' III, 200.
Müslim, hac 395-396.



13321
[333]
13341
13351
[336]
[337]
[338]
13391
[340]

[341]
[342]
[343]
[344]
[345]



Nevevî, Şerhu Müslim, IX, 82. (Müslim, hac 388).



[346]
[347]

[348]
[349]
[350]
[351]
[352]

[3531



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/508-512.

Heysemî, Mecme'u'z-zevâid, II, 293; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, V, 158.

İbn Hacer, Fethu'l-bârî, IV, 212, Zafer Ahmed, t'lâu's-Sünen, X, 115.

Tirmizî, hac 45; İbn Mâce, menâsik 79; Ahmed b. Hanbel, VI, 138.
Beyhakî es-Siinenü'l-kübrâ, V, 158; Hakim, Müstedrek, I, 479.
el-Bakara (2), 144.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/512-514.

' Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/514.

[354]

Buhârî, salât 96; hac 52.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/514.
r3551



1 Müslim, hac 389, 391.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/514.
13561



Müslim, hac 391.

[3571



Buhârî salât 30; Nesâî, menâsik 127; Dârimî, menâsik 43; Ahmed b. Hanbel, II, 75, III, 410; VI, 12, 14.

13581



1 Fethu'l-Bârî II, 46.
[3591



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/515.

13601



Sadece Ebû Dâyûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/516.

[361]



Buhârî, salât 30, Nesâî, menâsik 127; Dârimî, menâsik 43, Ahmed b. Hanbel, 1, 75, III, 410, IV, 12, 14.

[3621



Buhârî, salât 30.

[3631



Nesâî, menâsik, 127

1364"



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/516.

3651



Buhârî, hac 54, enbiyâ 8, meğâzî, 148; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, V, 158.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/517.

T3661



ibn Hacer, Fethu'l-Bârî, IV, 215.

13671



Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, V, 158.

T3681



Buhârî, hac 54.

[3691



Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, V, 158.
T3701

1 1 el-Mâide (5), 3.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/517-518.
[371] .

1 1 ibn Hacer, Fethü'l-Bari IV, 215.

[3721

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 7/518-519.

T3731

Bazı nüshalarda bu bab başlığı (Terceme), şeklindedir.

^ ^ Tirmizî, hac 98; Nesâî, menâsik 129.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 8/7.
T3751

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/7-8.
Buhan, hac 42.

T3771

Müslim, hac 401.



[378]

Şazervân veya şazirvân Kabe'nin temelinin içeriye doğru inceldiği kısımdan itibaren dışarıda kalan 2/3 arşın yükseklikteki kâbe'nln etrafını
çeviren bir nevi kaldırım. (Tafsilât için bk. el-Ezrâkî, Kabe ve mekke Tarihi, çeviren: Y.V. Yavuz, s. 290.)
T3791

1 1 Teysiru'l-Vüsûl, 1, 267-268.

T3801

Nevevî, Şerhu Müslim, IX, 91.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/8-9.
r3811

Bazı Ebû Dâvûd nüshalannda bu başlık yoktur. Concordance da bu başlığa numara vermemiştir.



[382]

Tirmizî, hac 45; Ahmed b. Hanbel, VI, 137; İbn Mâce, menâsik 79, Beyhakîes-Sünenü'l-kübrâ, V, 159.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/10.
T3831

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/10-11.



£3841

Nevevî, Şerhu'l-Mühezzeb, VIII, 270.

T3851

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/11.

T3861

Ahmed b. Hanbel, IV, 68; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, II, 438.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/1 1-12.

T3871

el-Fethü'r-rabbânî, III, 66.

T3881

el-Fethü'r-rabbânî, III, 67; Kâmil Miras, Tecrid Tercemesi, VI, 49, 50, 139. (I. Baskı).

T3891

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/12.

T3901

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/12.

f3911

Buhârî, hac 48; Ibn Mâce, menâsik 105; Ahmed b. Hanbel, III, 410.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/13.
T3921



Müslim, hac 400

£393



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/13-14.
T3941

1 1 ŞerhuT-Mühezzeb, VII , 459.



£395].

Ibn Hacer, FethıTl-Bârî, IV, 203; Beyhakî es-Sünenü'l-kübrâ, V, 159.

T3961

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/14-15.



£3971

Ahmed b. Hanbel, I, 165; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, V, 200.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 8/15-16.

£3981

Koksal, M. Âsim, Hz. Muhammed (a. s.) ve islâmiyet, VIII, 449.

T3991

1 1 Ibn Kayyım, Zâdul-meâd, II, 198.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 8/16-17.

r4ooı

Şevkânî, Neylû'-evtâr, V, 40.

^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/17-18.
T4021

Buhârî, mescid-i Mekke 1, 6, savm 67; sayd 26; Müslim, hac 415, 512; Tirmizî, salât 126; Nesâî, mesâcid 10; Dârimî, salât 132, Ahmed b.
Hanbel, II, 234, 238, 278, 501; III, 7, 34, 45, 51, 53, 64, 71, 77, 78, 93, VI 7, 398.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 8/18.

Ahmed b. Hanbel, VI, 7.

T4041

A. Davudoğlu, Sahih-i Müslim tercemesi ve şerhi, VII, 199-200.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/18-19.
r4061

N.Erdoğan, Şîfâ-i Şerif Türkçe Tercemesi, 474. el-Aclûna Keşfü'l-hefâ'da 2489 no'lu hadis ile ilgili verdiği bilgiler, bu hadislerin senedlerinin
zayıf olduğunu belirtiyor.

£4071 . „

bk. 3235 no'lu hadis-i şerif.

14081



Ahmed b. Hanbel, III, 64.; Mecmeu'z-zevâid, IV, 3.

14091



A. Davudoğlu, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, VII, 200.

£4101



Nevevî, Şerhu Müslim, IX, 106; Tek miletu'l-Menhel, II, 236.

T41 11



A. Davudoğlu, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, VII, 200-202.

£4121



Mecmeu'z-zevâid IV, 7.

T4131



Ahmed b. Hanbel, II, 343; Ibn Mâce, ikame 195.

£4141



Ibn Mâce, ikamet 198.

T4151



Aliyyu'l-Kârî, Mirkatü'l-Mefâtih, I, 477.

£4161



bk. 1044 no'lu hadisi-şerif.
£417]

Tirmizî, menâkıb 68; Ibn Mace, menâsik 103; Dârimîğ, siyer 66; Ahmed b. Hanbel, IV, 305.



[4j8]

Buhârî, mescid-i Mekke 5; Medine 12; rikak 53, i'tisam 16, Tirmizî, Menakib 67; Nesâî, mesâcid 7; 10-11; Muvatta, kıble 5; Ahmed b, Hanbel,

m, 4.

[419]

Mecmeu'z-zevâid, III, 299.
Fethu'l-Bârî, III, 310.

[4211

Zürkani, Şerhu'l-muvatta, II; 1 70.

[4221

Müslim, hac 459.

[4231

Müslim, hac 473.

[4241

Müslim, hac 496.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/19-25.
[4251

1 1 Buhârî, medine I; Müslim, hac 463, 467, 470; Tirmizî, velâ 3; Ahmed b. Hanbel, I, 81, 126, 151, 187, 190, 309, 317, 318, 328, II, 398, 418, 450;

III, 322; IV, 186, 187,239.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/25-26.
[4261



1 Ahmed b. Hanbel, I, 122.
[4271



Ahmed b. Hanbel, 1, 1 1 A 9; Nesaî, kasâme 9, 13.

[4281



Müslim, edahi 45.

[4291



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/26-28.

[4301



' Beyhakî, es-Sünenü'l -kübrâ, V, 199; Ahmed b. Hanbel, I, 168; Nevevî, Şerhü Müslim, IX, 139, Ayrıca bk. biraz sonra gelecek 2037 no'lu Ebû
Dâvûd hadisi.

[4311

Müslim, hac 458.

[4321

Müslim, âdâb 30; Tahâvî, Şer'u meâniT-âsâr, IV, 195.

[433].

Aynı yerler.

[4341

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/28-29.

[4351

Ahmed b. Hanbel, I, 119; Beyhaki, es-Sünenü'I-kübrâ, V, 201.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 8/29-30.
[4361

1 1 Ahmed b. Hanbel, I, 1 19.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/30.
[4381

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/31.

[4391

Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/31.
[4401



Müslim, hac 472.

[4411



Şevkânî, Neylü'l-evtâr, V-37; el-Azimâbadî, Avnü'l-ma'bûd, VI, 22; Bilmen, Ö. Nasuhî, Istılâhat-ı Fıkhiyye Kamusu, IV, 128.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 8/31.
[4421



Müslim, hac 462.

[4431



■ Buhârî, Medine 4, cihâd 71, 74; enbiya 10; buyu 53; megâzî 37, da'vât 35; i'tisâm 16; Müslim, hac 445, 446, 455-459, 463-464, 471-472, 475,
478; Tirmizî, menakib 67; Ne-sâî, menâsik 1 10-1 11, 120, İbn Mâce, menâsik 104; Muvatta, Medine 10-11; Ahmed b. Hanbel, I, 1 19, 160, 181, 185; II,
236; 279,487; 111,33, 149, 159,240,243, 336, 343, 393, IV, 31-32, 40, 77, 141; V, 181, 192,309,318, 329.
[4441



1 Ahmed b. Hanbel, III, 393.
[4451



Müslim, hac 475.

[4461



ibn Hacer, Fethu'I-Bârî, IV, 454.

[4471



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/31-33.
[4481

Müslim, hac 461, Ahmed b. Hanbel, 1, 168; Beyhakî, es-Sünenü'l -kübrâ, V, 199.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/33.
[4491

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/33-34.

[4501

1 1 Nevevî, Şerhu Müslim, IX, 138.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/34-35.



[4521

bk. Beyhakî, es-Sünenü 1 1 -kübrâ, V, 199.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/35.



[4531

Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, V, 199.

[454]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/35-36.

[4551

Beyhakî, es-Sünenü'I-kübrâ, V, 200.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/36.



[456]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/36.

^ Buharı, fadlu's-salat fi mescidi Mekke 3, 6; Müslim, hac 515-522, Nesâî, mesâcid, 8-9;Muvatta, sefer 71; Ahmed b. Hanbel, II, 5, 30, 57, 58, 65,
73, 80, 101, 155.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 8/36-37.
[458]

1 l et-Tevbe (9), 108.

T4591

Nesâî, Mesacid 8.
^ Müslim, hac 514.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 8/37-38.
[4611



Nesâî, mesacid 9; İbn Macc, İkamet 197.

[4621



Mecmeu'z-zevâid, IV, 1 1 .

[4631



ibn Mâce, ikâme 197.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 8/38.
[4641

1 1 Ahmed b. Hanbel, II, 527.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 8/38-39.
[4651

el-Azimabâdî, Avnu'l-mabûd, VI, 27-28; Süyûtî, el-havi 1İT fetâvâ, II, 147.

[4661

1 1 Avnu'l-mabûd, VI, 29.

T4671

1 1 Feyzu'l-kadir, V, 467.

[4681

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/39-40.

[4691



İbn Mâce, ikâme 79.

[4701



Müslüm, fedâil 164; Nesâî, kıyâmu' 1 -leyi 15; Ahmed b. Hanbel, III, 148, 248.

[4711



'Yunus (10), 10.
[4721



Müslim, iman 278.

[4731



Müslim, iman 267.

[4741



1 Al-i Imrân (3)., 169.
[4751



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/40-41.

[4761



Ahmed b. Hanbel, II, 367.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/42.

[4771



Müslim, müsâfirîh 211.

[4781



İbn Mâce, cenâiz 47.

[4791



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/42-43.

[4801



Münavî, Feyzu'l-Kadîr, IV, 199.

[4811



Münâvî, Feyzu'l-Kadîr, IV, 199.

[4821



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/43.

[4831



Ahmed b. Hanbel, I, 61; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, V, 249.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 8/43-44.
T4841

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/44.

T4851

bk. Keşfu'l-Hafâ, II, 250; Aliyyü'l-Kârî,Şerhü'ş-Şifâ, II, 149. Heysemî, Mecmeu'z-zevâid, IV, 2.

T4861

Buhârî, fadlu's-salât fı mescidi Mekke tû'I-Medine 5 .

[4871

el-Müttekî, Kenzu'l-Ummal, XII, 259 (hadis no: 34939) el-Heysemî, Mecmeu'z-zevâid, IV, 8.



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/45-48.
[4891

Buhârî, hac 13; Müslim, hac 430; Nesâî, menâsik 24; Muvatta, hac 69.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/48.



T4901

1 l bk. Buhârî, hac 15.

[4911

Buhârî, hac 16; Müslim, hac 434.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/48-49.

T4921



Nevevî, Şerhu Müslim, IX, 115.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/49.
4931



Muvatta, hac 69.

1494"



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/49.
T4951

Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, VII, 100, 102.

T4961

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/50.

T4971

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/50.



37. HADLER BÖLÜMÜ

1. Dinden Çıkan Kişi (Mürted) Hakkındaki Hüküm

2. Rasulullah'a Söven Kişinin Hükmü

3. Muharebe (Yol Kesicilik, Eşkıyalık) Konusunda Varid Olan Hadisler

4. Hadde Şefaat Edilir (Mî)?

5. Haddi Hak Edenlerin Suçunu Gizlemek

6. Yetkili Makama Ulaşmadan Önce Hadleri Bağışlanabilir

7. (Haddi Gerektiren Suçları) İşleyenleri Setretmek

8. Haddi (Gerektiren Bir Suç) İşleyenin Gelip İkrar Etmesi

9. Hadde Telkin

10 Ne Olduğunu Söylemeden Bir Haddi (Gerektiren Bir Suçu) İtiraf Edenin
Durumu

11. (Sorgulamada Zanlıyı) Döverek İşkence Etmek (Caiz Midir?)

12. Hırsızın Elinin Kesildiği Mal (Mikdarı)

Hırsızın Elinin Kesilmesi İçin Aranan Diğer Şartlar:

13. Çalındığında El Kesilmeyen Mallar

14. Yankesicilik Ve Hainlikte El Kesilir Mi?

15. Bir Malı Hırz (Korunduğu Yer) Dan Çalan Kişinin Durumu

16. Ariyet İnkar Edildiği Zaman İnkâr Edenin Eli Kesilir Mi?

17. Hırsızlık Yapan Veya Haddi Gerektiren Bir Suçu İşleyen Akıl Hastasının
Durumu

İslâm Hukuku'nda Ehliyet Arızalarından: Çocukluk ve Delilik:

18. Çocuğun Haddi Gerektiren Bir Suç İşlemesi

19. Savaş Esnasında Hırsızlık Yapanın Eli Kesilir Mi?

20. Nebbaş (Kefen Soyucu) İn Elinin Kesilmesi

21. Birkaç Kerre Hırsızlık Yapan Hırsızın Durumu

22. Hırsızın Elinin Boynuna Asılması
Hırsızlık Yaptığı Zaman Kölenin Satılması

23. Recm Konusu
_Zina Suçunun Isbatı:
_Celd:

_Sürgün
_Recm:

_Recm Cezasının Tatbiki:

_Recmle Birlikte Celd Uygulanır Mı ?

_Mâiz Bin Mâlik'in Recmi

24. Rasûlullah'ın Recmedilmesini Emrettiği Cüheyneli Kadın

25. İki Yahûdinin Recmedilmeleri

26. Mahremi İle Zina Eden Kişi Hakkında (Ki Hadisler)

27. Karısının Cariyesi İle Zina Eden Kişinin Durumu

28. Lût Kavmunun Yaptığını (Livâta) Yapan Kişi Hakkında

29. Bir Hayvana Temasda Bulunan Kişi Hakkında

30. Erkeğin Zinayı İkrar Edip Kadının İkrar Etmemesi Halinde Yapılacak Şey

31. Adam Bir Kadına Cinsi İlişkinin Dışında Bîr Şey Yapar Ve Yakalanmadan
Önce Tevbe Ederse

(Ne Yapılır?)

32. Muhsan Değilken Zina Eden Cariye Hakkında,

33. Hasta Had Uygulamak

34. Kazf Haddi
Kazf:



Kâzife Ait Şartlar:
Makzûfa Ait Şartlar
Makzûfun Bihe Ait Şartlar
Makzûfun Fihe Ait Şartlar

35. Şarap İçenlere Uygulanan Had

36. (Had Vurulduktan Sonra) İçki İçmeye Devam Edene Ait Hükümler

37. Camide Had Uygulamak

38. Tazir

A- Tazir Cezalarının Çeşitleri
_B - Tazirlerin Suçlulara Göre Mertebeleri:
_C- Taziri Gerektiren Suçlar:
Had Uygulanırken Yüze Vurmak



37. HADLER BÖLÜMÜ



Had sözükte "Mani olmak" demektir. İki şeyi birbirine karışmaktan men eden mania
da haddir. Haddin çoğulu "hudûd"tur.

İslam Hukuk terimi olarak "had" Allah hakkı olarak yerine getirilmesi gerekli bulunan
sınırlı ve belli cezadır. Bu cezalar, zararı tüm insanlığa dokunan bir takım kötü iş ve
eylemlerden insanları menettiği için "had" adını almışlardır.

Tariften de anlaşıldığı gibi "had", Allah hakkı olarak öngörülen bir cezadır. Yani
âmme menfaati ile alâkalıdır. Onun için, bu cezaların uygulanmasında af sözkonusu
olmadığı gibi, mağdurun şikâyette bulunması da her zaman gerekli değildir.
Had cezasının uygulandığı suçlar: Zina, sarhoşluk veren içki kullanmak, hırsızlık, yol
kesmek, dinden dönmek, İslâm ahkâmı ile hükmeden yönetime baş kaldırmak ve kazf
(namuslu bir kadına zina isnadında bu-lunmak)tır. Bu suçları işleyenlere verilecek
cezaların türü ve miktarı bizzat şarî (yani din koyucu olan Allah c.c) tarafından tesbit
edilmiştir.

İslam ceza hukukunda hadlerden başka iki türlü ceza daha vardır, bunlar:

A) Kısas ve diyet: Cana veya bedene yönelik cinayetlere (öldürme veya yaralama)
verilecek dünyalık ceza;

Kısas: Öldüren veya bir uzva zarar veren şahsı, verdiği zararın aynısı ile
cezalandırmaktır. Meselâ, öldürücü bir aletle suçsuz birisini amden (kasden) öldüren
kişiye kısas olarak ölüm cezası verilir.

Diyet: Kasdi olmayan öldürmelerde veya kasdi olduğu halde maktulün yakınlarının
kısastan vazgeçmeleri durumunda ya da yaralamalarda, kısas için denkliği sağlamanın
mümkün olmadığı hallerde cani tarafından maktulün yakınlarına veya mağdura
ödenen malî tazminattır.

Keffâret ise, bazı öldürme suçlarında öldürenin köle azad etme ve oruç tutmak gibi
fiillerle eda ettiği ibadet cinsiden cezalardır.

B) Tâzîr cezası: Tazir, tedib etmek, yola getirmek demektir. Istılahta ise dinin
yasakladığı ama karşılığında ceza belirlemeyip, devlet yetkilisinin takdirine bıraktığı
cezadır. Ta'zir cezası kırbaçlama, hapis, sözlü ihtar ve tenbih (uyarı) şekillerinde

ül

verilir.

1. Dinden Çıkan Kişi (Mürted) Hakkındaki Hüküm
4351... İkrime (r.a)'den rivayet edildiğine göre:

Hz. Ali (r.a) dinden çıkan bir takım insanları ateşte yaktı. Bu (haber) Abdullah b.
Abbas'a ulaştığında Abdullah (r.a) şöyle dedi:

(Ben olsaydım) Onları ateşte yakmazdım. Çünkü Rasûlullah (s. a) "Allah'ın azabı ile
cezalandırmayınız" buyurdu. Ama, Rasûlullah'm sözü sebebiyle onları öldürürdüm.
Çünkü Rasûlullah (s. a) "Kim dinini değiştirirse onu hemen öldürünüz" buyurdu.

m

Bu sözler Hz. Ali'ye ulaşınca; "Vah îbn Abbas!" dedi.
Açıklama

Hadisten Hz. Ali (r.a)'nm dinden dönen bazı insanlan ateşte yaktığını öğreniyoruz.



Ateşte yakılanlar, Hz. Ali'nin Allah olduğunu söyleyen insanlardır. Bunlar Abdullah b.
Se-be'nin saptırdığı kişilerdir.

Metinde görüldüğü üzere Hz. Ali (k.v), İbn Abbas (r.a)'m kendisinin mürtedleri
yaktığını duyunca tenkid edip "ben olsaydım onları öldürürdüm" dediğini ve bu
konuda Hz. Peygamberin bir hadisini rivayet ettiğini duyunca; "Vah İbn Abbas!"
demiştir. Bazı nüshalarda bu "Vah İbn Ab-bas'm annesi!" şeklindedir. Hz. Ali'nin bu
sözü İbn Abbas'm söylediği şeyi doğru bulmadığı için ona bir merhamet eseri olarak
söylemiş olması muhtemel olduğu gibi, onu haklı bularak övmek maksadı ile söylemiş
olması da muhtemeldir. Çünkü bu söz, hem bir şey beğenilmediğinde, söyleyenin
hatasından dolayı duyulan üzüntüyü ifade için, hem de sözü doğru bulup söyleyeni
övmek için kullanılır. Birinci ihtimale göre, Hz. Ali, İbn Abbas'm haber verdiği hadisi
kendisinin de bildiğini ondaki nehyin tenzihi olduğunu, İbn Abbas'm ise zahirine
hamledip tahrime delâlet saydığını belirtmek istemiştir. İkinci ihtimale göre ise, îbn
Abbas kendisinin bilmediği ya da unuttuğu bir hadisi haber verdiği için beğenmiş ve
onu övmek için bu ifâdeyi kullanmıştır. Aliyyü'l-Kari ulemanın çoğunluğunun bu
sözün medh için söylendiği görüşünde olduklarını, Şerhus-Sün-ne'deki: "Bu Ali'ye
ulaştı. O da; İbn Abbas doğru söyledi, dedi" şeklindeki rivayetin de bunu teyid ettiğini
söyler. Hattabi de: "Bu söz İbn Abbas için duadır. Onu medh ve sözünü beğenmedir"
der. Hadis-i şeriften iki hüküm çıkmaktadır. Bunlar:

I- İnsanlar ne suç işlerlerse işlesinler yakılarak cezalandırılmazlar. Çünkü ateşle ceza
metinde de görüdüğü gibi "Allah'a ait bir cezalandırma" şeklidir. Nitekim Buhari bu
hadisi, "Allah'ın azabı ile cezalandırılmaz" adını taşıyan bab içerisinde vermiştir. Aynı
babda, Buhari'nin Ebû Hureyre'den rivayet ettiği bir başka hadis de şu şekildedir:
"Rasûlullah bizi bir grup içinde gönderip falan ve falanı bulursanız ateşte yakınız, bu-
yurdu. Tam biz çıkmak istediğimizde, ben size falanı ve falanı bulursanız ateşte
yakmanızı emretmiştim. Ama ateşte ancak Allah cezalandırır. Eğer onları bulursanız,
Öldürünüz, buyurdu."

II- İslam dininden çıkan birisi Öldürülür. Dinden çıkmaya îrtidâd, dinden çıkan kişiye
de mürted denilir. Kur'an-i Kerim'de İslamdan çıkan kişiye verilecek uhrevî ceza
sözkonusu edilmiştir Bir ayet-i kerimede cenab-ı Hak meâlen şöyle buyurmaktadır:
"İçinizden kim dininden döner ve kafir olarak ölürse, işte onların yaptıkları dünyada
ve âhiret-te boşa gider. Bunlar cehennemliktirler ve orada kalıcıdırlar." (el-Bakara,
218)

Mürted 1 in dünyevi cezasının ölüm olduğu, hadisler ve İslam ulemasının icmaı ile
tesbit edilmiştir. Bu babtaki hadisler, dinden dönene verilecek cezayı net bir şekilde
ortaya koyuyor. İslam müctehidleri, İslam dininden çıkan bir erkeğin öldürülmesi
konusunda fikir birliğine varmışlardır. Ancak aynı cezanın İslamdan çıkan kadına da
uygulanıp uygulanmayacağı tartışmalıdır. Hanefılere göre, bu durumdaki bir kadın
öldürülmez. Çünkü fahr-i kâinat efendimiz, bir hadisinde, savaş esnasında kadınları
öldürmeyi men etmiştir. Cumhura göre ise İslam'dan çıkan kadınlar da öldürülür.
Bunlar Muâz b. Cebel (r.a) Yemen'e gönderilirken, Rasûlul-lah'm kendisine söylediği
şu sözlere dayanırlar: "Hangi erkek İslamdan çıkarsa onu İslama davet et. Dönerse ne
ala, aksi halde boynunu vur. Hangi kadın da İslamdan çıkarsa onu tekrar davet et.
Dönerse ne ala, aksi halde boynunu vur."

Cumhur, Hanef ilerin dayandıkları hadisteki yasaklamayı, İslam'dan dönen değil de
aslen kâfir olan kadının öldürülmemesine hamletmişlerdir.

Yukarıda naklettiğimiz Muaz hadisinden de anlaşılacağı üzere, mürted öldürülmeden



önce tekrar dine davet edilir. Mürtede karşı uygulanacak esaslar şunlardır:

1- İrtidad bir şüphe neticesi olmuşsa, mürteddin bu şüphesi izâle edilir, gerçek
anlatılır.

2- Tekrar İslama dönmesi teklif edilir. Bazı alimlere göre, mürtedde düşünme fırsatı
verilir. Düşünme müddeti konusunda üç gün ile bir yıl arasında değişen rivayetler
vardır. Mürted bundan sonra yine İslama girmezse öldürülür. Dinden dönen şahıs bir
yabancı ülkeye kaçar ve oraya sığınırsa malı ve ailesi konusunda özel hükümler

[3]

vardır. Konu fıkıh kitaplarının ilgili bölümlerindedir.
4352... Abdullah (b. Mes'ud) (r.a) şöyle demiştir :

Rasûlullah (s. a) şöyle buyurdu: "Allah'tan başka ilah olmadığına, benim Allah'ın
Rasûlü olduğuma şehadet eden müslünıan bir kişinin kanı ancak üç şeyden birisi ile

141

helal olur; Zina eden Seyyib, cana karşı can ve dinini terkedip cemaatten ayrılan."
Açıklama

Bu hadisteki "Üç şeyden biri" cümlesi İbn Mace'nin rivayetinde "üç kişiden birisi..."
şeklinde varid olmuştur. Buhari ve Müslim'in rivayetleri ise aynen buradaki gibidir.
Hadis-i şerifte ancak şu üç gruptan birisine giren bir müslümanm öldürülebileceği,
bunların dışındakilerin kanlarının helal olmadığı bildirilmektedir.

1- Zina eden Seyyib: Seyyib sözlükte "dul" demektir. Bu hadiste sahih bir nikahla
evlenip bir kerre bile olsa karı koca ilişkisi yaşamış olan erkek veya kadındır. Bu
durumdaki erkeğe "muhsan" kadına muhsana" denir. Bu durumda olan bir erkek veya
kadın ister evlilikleri devam etsin ister ayrılmış olsunlar veya taraflardan birisi ölmüş
olsun zina ederse resmedilerek öldürülür. Recm cezasının uygulanması için zina eden
kişinin o esnada evli bulunması şart değildir. Dul bile olsa recm uygulanır. Hiç
evlenmemiş olan kadın ve erkeğe ise zina etmeleri halinde yüz sopa vurulur. 23. babda
bu konu geniş bir şekilde gelecektir.

2- Cana karşı can: Bir başkasını amden (kasden) ve öldürücü bir aletle öldüren kişi,
maktulün yakınlarının kısas talebi durumunda öldürülür.

Hanefilere göre; hür bir müslüman, hür bir müslümana karşı kısas edildiği gibi zimmi
(gayr-i müslim tebea) ya ve köleye karşı da kısasen öldürülür. Yani bir köleyi veya
zimmiyi öldüren hür bir müslüman öldürülür. İmam malik, Şafii, Ahmed ve Leys'in de
içinde bulunduğu Cumhura göre ise, hür bir müslüman köleye veya zimmiye karşı
öldürülmez. Bu hadisin mutlak oluşu Hanefılerin görüşüne delildir.

3- Dini terkedip cemaatten ayrılan kişi: Yani İslamdan çıkıp İslam toplumundan
ayrılan mürted; hadisin üzerinde durduğumuz konu ile ilgisi bu bölümüdür. İmam
Nevevi bu hükmün, tüm mürtedlere şamil olduğunu söyler.

Bazı alimler: "Cemaatten ayrılan" ifadesinden hareketle, hükmün bid'at ve isyanla
cemaatten ayrılan herkese şamil olduğunu, Haricilerin (İslâmî ahkâm ile hükmeden
İslâm Devleti yöneticilerine karşı başkaldıranlarm) da buna girdiğini söylerler.
Hadis-i şerif, müslümanlardan kanı helal olanları bu üç gruba hasretmiştir. Ancak
alimler daha başka delillere de dayanarak bu sayıyı arttırmışlardır. Mesela İmam
Şafii'ye göre namaz kılmayan birisi tevbe etmezse öldürülür. İmam-ı Azam'a göre ise
öldürülmez. Şafii ulemasından Müzeni ve İmamü'l-Harameyn de İmam-ı Azam'in



görüşündedirler. Ayrıca bazı alimlere göre sihirbaz, bazılarına göre alenen silah çekip
saldıran kişi (sâil) de öldürülür. Hz. Peygamber (s.a)'e küfredenin öldürüleceği de
ittifakla sabittir.

Bazı alimler bu sayılanlarla birlikte kanı helal olanları ona çıkarmaktadırlar. Ancak

[51

bunları hadisin üçüncü fıkrası altında toplamak mümkündür.

4353... Aişe (radiyallahü anha'dan; rivayet edildiğine göre; Rasûlullah (s. a) şöyle
buyurmuştur: "Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muham-med'in Allah'ın Rasulü
olduğuna şehadet eden müslüman birisinin kanı helal olmaz. Ancak şu üç husustan
birisi dolayısıyla olması müstesna:

1) İhsandan sonra zina eden adam; o recmedilir,

2) Allah'a ve Ra-sulüne karşı savaşa çıkan adam; o, öldürülür veya salbedilir ya da ül-
keden sürgün edilir.

M

3) Bir insanı öldüren; o da öldürdüğü kişiye karşılık öldürülür."
Açıklama

Bu hadis, önceki hadisten bir iki noktada ayrılmaktadır. Bu noktalara bir göz atmak
istiyoruz:

1- Önceki hadiste kanı helal olanlar arasında sayılan zinâkâr "Seyyib" kelimesi ile
vasfedilmişti. Bu hadise ise; "İhsandan sonra" denilmiştir.

İhsan; sözlükte korumak muhafaza altına almak demektir. Terim olarak da erkek veya
kadının sahih bir nikahla evlenip karı koca ilişkisinde bulunmaları halinde aldıkları
vasıftır. Bu durumda olan bir erkeğe zinadan korunduğu için "ımıhsan" kadına da
"muhsana" denilir. Önceki hadisin izahında seyyib konusunda söylediğimiz gibi; ihsan
konusunda da evliliğin devamı şart değildir. Herhangi bir sebeple evlilik son bulmuş
da olsa kadın ve erkeğin ihsan hali devam etmektedir.

Bu hadiste öncekinden farklı olarak öldürülebilecek kişilere verilecek cezalar da beyan
edilmiştir. Buna göre ihsandan sonra zina eden kişi recmedilir. Recm; zina suçuna has
bir cezadır. Zinakâr taşlanarak öldürülür.

2- Önceki hadiste kanı helal olanlar içerisinde sayılan bir grup, İslam-dan çıkıp
cemaatten ayrılanlardır. Bu hadiste ise, mürted yer almamış, onun yerine Allah'a ve
Rasulüne savaş açan zikredilmiştir.

AIiyyü'l-Kari'nin bildirildiğine göre,ondan maksat, yol kesiciler ve İslam devletine
karşı isyan edenlerdir. Bu zümreden olanlara verilecek ceza işlediği suçun ölçüsüne
göre farklılık gösterir. Eğer birisini öldürür ama malını almazsa kılıçla kafası kesilerek
öldürülür. Hem adam öldürmüş hem de mal almışsa salb edilir ve ölünceye kadar
mızraklamr. Salb'in şekli şudur: T şeklinde bir ağaç hazırlanır. Suçlunun elleri T'nin
üst tarfma ayaklan da dikine olan kısmına bağlanır. Bu şekilde asılan şahıs daha önce
öldürülmemişse asıldıktan sonra karnı veya sol memesi, ölünceye kadar mızrakla
yarılır ve üç gün bu şekilde kalır.

İmam-ı Azam'a göre; hem adam öldüren hem de mal alan yol kesiciye verilecek
cezada devlet başkanı muhayyerdir. Dilerse bunların önce el ve ayaklarını keser sonra
da öldürür veya salbeder. Dilerse sadece öldürür veya salbeder. Yol kesen eşkiya cana
dokunmamış sadece mal almışsa sağ eli ve sol ayağı mafsaldan kesilir.



Yol kesen eşkiya mala ve cana dokunmamış, sadece yolcuları korkutmuş ise onun
cezası da sürgündür. Devlet başkanı sürgün yerine dayak atabilir. Sürgünden maksadın
hapsetmek olduğunu söyleyen alimler de vardır.

Hz. Peygamber (s.a)'in Allah'a ve Rasulüne savaş açanlar için verileceğini bildirdiği

bu cezalar Rur'an'ı Kerim'deki şu âyette de aynen ifade edilmektedir:

"Allah (Teâla) ve onun Rasulü ile muharebe eden, yeryüzünde fesada koşan (yol

kesicilikte bulunanların cezaları ancak öldürülmeleri veya salbedilme (asılma) leri

veya çaprazlamasına olmak üzere elleri ile ayaklarının kesilmesi veya yeryüzünden

sürülmeleridir. Bu ceza, onlar için dünyada bir rüsvaylıktır, onlar için ahirette ise

büyük bir azab vardır. Ancak onlar kendilerini ele geçirmenizden önce tevbe ederlerse

müstesna. Bilin ki Allah bağışlayıcıdır, merhamet sahibidir." (Mâide, 33)

Yol kesicilik, Allah'ın kullarına karşı büyük bir tecavüz olduğu için bu, Allah'a ve

Rasulüne karşı savaş kabul edilmiştir.

Bu izahımız, yol kesiciye verilecek cezalar arasındaki atıf edatı olan; "ev=veya" nın
tenvi için olduğu görüşüne göredir. Aralarında bazı küçük ayrılıklar olmakla birlikte;
Hanefiler, İmam Şafii, Katade ve Evzaî bu görüştedirler. Bu, İbn Abbas'tan da rivayet
edilmiştir.

İmam Malike göre; "ev=veya" edatı tahyir (muhayyerlik bildirmek) içindir. Devlet
başkam yol kesiciye verilecek cezada öldürme, salbetme ve sürgün arasında
muhayyerdir. Bu cezalardan dilediğini verir. Ebu Sevide aynı görüştedir.
Hadiste kanı helal görülen üçüncü grup da teammüden adam öldürenlerdir. Bu önceki

izi

hadiste de geçmişti.

4354... Ebu Mûsâ (r.a), şöyle demiştir:

Yanımda Eş'arilerden iki adamla birlikte Rasulullah (s.a)'a geldim. Adamlardan birisi
sağımda birisi solumda idi. Her ikisi de Rasulullah'tan görev istediler. Rasulullah
[8]

susmakta idi. Bunun üzerine:

m

" Ne diyorsun ya Ebu Musa? veya: Ya Abdullah b. Kays?" dedi.
Seni hak (din) ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, gönüllerindekini bana
söylemediler ve onların görev isteyeceklerinin farkına dahi varmadım, dedim. Sanki
ben şu anda Rasulullah'm dudağı altında misvakinin yükseldiğini görür gibiyim.
Rasulullah (s. a):

um

"Biz işimize asla onu isteyeni tayin etmeyeceğiz - veya onu isteyeni tayin etmeyiz

- ama, ey Ebu Musa - yada Abdullah b. Kays- sen git" buyurdu ve onu Yemen'e

gönderdi. Sonra peşinden Muaz b. Cebel (r.a)'i de gönderdi.Râvi der ki:

Muaz, Ebu Musa'nın yanma varınca Ebu Musa, "in" (buyur) dedi ve onun için bir

minder serdi. Muaz, Ebu Musa'nın yanında bağlı bir adam gördü ve:

Bu ne? dedi Ebu Musa:

Bu yahidi idi, müslüman oldu, sonra tekrar dinine; kötü dinine döndü, dedi.
Muaz:

O öldürülmedikçe oturmam. Bu, Allah'ın ve Rasulünün hükmüdür, dedi.
Ebu Musa:

Otur, evet, dedi. Muaz üç kere:



O Öldürülünceye kadar oturmam. Bu Allah'ın ve Rasulünün hükmüdür, dedi.

Bunun üzerine Ebû Musa emretti ve adam öldürüldü. Sonra bu iki sahabe gece

namazını tartıştılar.



Muaz: "Ben uyurum da, namaz da kılarım; veya: namaz da kılarım uyurum da.

[12] '

Namazımda umduğumu (sevabı) uykum halinde de umanm" dedi.
4355... Ebû Mûsâ (r.a) şöyle demiştir:

"Ben Yemen'de iken Muaz yanıma geldi. Yahudi olan bir adam müs-lüman olmuş,
sonra tekrar İslamdan çıkmıştı. Muaz gelince;

"O öldürülmedikçe hayvanımdan inmem" dedi. Bunun üzerine adam öldürüldü.
Râviler (Talha b. Yahya ve Büreyd b. Abdullah b. Ebi Bürde) den birisi: "Adam daha

£13]

önce tevbeye davet edilmişti" dedi.

4356... Eş- Şeybânî (Ebû îshak, Süleyman b. Feyrûz) Ebû Bürde'den yukarıdaki
kıssayı rivayet etti.Ravî dedi ki:

"Ebû Musa (r.a) 'ya İslamdan çıkan bir adam getirildi. Ebu Musa adamı yirmi gece

veya ona yakın bir müddet (İslam'a) davet etti. Sonra Muaz geldi, o da (İslama) davet

etti. Ama adam kabul etmedi. Bunun üzerine boynu vuruldu. (Muaz boynunu

vurdurdu)."

Ebû Davûd der ki:

"Bu hadisi Ebu Bürde'den Abdülmelik b. Umeyr de rivayet etti, ama tevbeye davet
meselesini zikretmedi. Ayrıca İbn Fuzayl Şeybani'den, o, Said b. Ebi Bürde'den o da

[141

babası vasıtasıyla Ebû Musa'dan rivayet etti, ama tevbeye da'veti anmadı."

4357... Bize Mes'ûdî (Abdurrahman b. Abdullah b. Utbe b. Abdullah b. Mes'ud)
Kasım (İbn Abdurrahman b. Abdullah b. Mesûd)dan bu kıssayı haber verip şöyle dedi:
"Onun boynu vuruluncaya kadar Muaz hayvanından inmedi ve onu tevbeye de davet
051

etmedi."
Açıklama

Bu dört rivayet aynı hadisenin birbirinden farklı olan nakilleridir. Onun için hepsinin
izahını birlikte ele aldık. Rivayetler arasındaki fark dinden dönen yahudi asıllı şahsın
tevbeye davet edilip edilmediği konusundaki ihtilaftır.

Hz. Peygamber (s. a), Ebû Musa el-Eş'ârî ile Muaz İbn Cebel'i Yemen' deki iki vilayete
vali olarak göndermişti. Bu iki zat zaman zaman birbirlerini ziyaret ederlerdi.
Metinden anlaşıldığına göre Ebû Musa'nın Yemen'e gidişi Muaz'm gidişinden önce
olmuştu. Kıssa' da anlatılan Ebû

Mûsâ ile Muaz (r.anhuma)'m karşılaşmalarının Hz. Muaz'm ilk gidişinde mi yoksa
bilahere aralarında geçen ziyaretleşmelerden birisi esnasında mı olduğu konusunda bir
açıklık yoktur.

Hz. Muaz Ebu, Musa (r.a)'nm yanma vardığında, Ebu Musa onun al-tma: "visâde =



yastık" atmıştır. Bu, araplarm bir adeti idi. Fazla ikram etmek istedikleri şahısların
altına yastık verirlerdi. Bazı alimler burada vi-sade'nin sergi, minder manasında
kullanıldığını söylerler. Nevevi bunu reddederek visade'nin yastık olduğunu, buna
sergi denildiğini hiç bir kitapta görmediğini söyler. Ancak biz türkçeye uygun olması
için "minder" diye terceme ettik.

Cabir (r.a), Ebû Musa'nın yanında bağlı bir adam görünce hayret etmiş ve onun kim
olduğunu sormuştur. Taberanî'nin rivayetine göre Cabir (r.a) şöyle demiştir:
"Kardeşim, sen insanlara işkence etmek için mi gönderil-din? Biz ancak onlara dini
Öğretmek, faydalı şeyler öğretmek için gönderildik" demiş, onun müslümanlıktan
çıkan bîr mürted olduğunu öğrenince ateşte yakılmasını istemiş ve yahudi ateşe
atılarak yakılmıştır. Ancak bu rivayete göre yahudinin öldürüldükten sonra yakılmış
olduğunu söylemek gerekir. Çünkü hadisin bir çok rivayetinde onun Öldürüldüğü ya
da boynunun vurulduğu söylenmektedir. Ebu Davud'un rivayetinin yanı sıra Buhari ve
Müslim'de de adamın öldürüldüğü ifade edilmiştir. Ayrıca bir suçluyu yakarak
cezalandırmak Allah'a ait bir şeydir. Müslümanlar bundan men edilmişlerdir. O halde
rivayetlerin arasını te'lif için Taberanî'nin rivayetindeki yakılma olayını öldürüldükten
sonra yakılma şeklinde değerlendirmek gerekir.

Üzerinde durulması gereken diğer önemli bir konu da, irtidad eden şahsa
öldürülmeden önce İslamî telkin ve tevbeye davetin yapılıp yapılmadığıdır. Hadisin
bazı rivayetlerinde bu konuya hiç temas edilmemişken bazılarında tevbeye davet
edildiği, hatta birisinde bu davetin yirmi gün kadar sürdüğü bazılarında ise davet
edilmediği söylenmektedir. Ancak tevbeye davet edilmiş olduğuna işaret eden
haberler vakıaya daha uygundur. Ebu Musa'nın mürteddi hemen öldürmeyip bağlı
tutması, onun tekrar İslama dönme umudunu koruduğunu gösterir. Nitekim Hz. Ömer
(r.a) Mürted konusunda yazdığı bir mektupta: "Onu üç gün hapsediniz, her gün çörek
yediriniz. Umulur ki o tevbe eder de Allah tevbesini kabul eder" demiştir. Sahabeden
hiç bir kimse bu mektubu inkâr etmemiştir. Dolayısıyla bu, sahabenin icmaı
hükmündedir. Mürtedde tevbe teklifini lüzumlu gören alimler ayrıca;
"Eğer tevbe ederler, namaz kılarlar ve zekât verirlerse serbest bırakınız." (Tevbe 9/5)
ayetini de delilleri arasına alırlar.

Babın ilk hadisini izah ederken de söylediğimiz gibi, ulemânın cumhuruna göre
mürted öldürülmeden önce tereddüdü izale edilir ve tevbeye davet edilir. Ancak tevbe
için verilecek mühletin süresi ve tevbe teklifinin adedi ihtilaflıdır.
Hanefilere göre mürtedin üç ayrı günde üç defa tevbe etmesi istenir. Ahmed b.
Hanbel, İshak ve İmam Malik'e göre üç gün davet edilir, kabul etmezse öldürülür.
Ubeyd b. Umeyr, Tavus ve Hasenül-Basri'ye göre mürteddin tevbeye davet edilmesine
gerek yoktur. Derhal öldürülür. Ata'dan rivayet edilen bir görüşe göre ise; eğer mürted
aslen müslüman olur da irtidad ederse tevbesi istenmeden öldürülür. Ama daha önce

£161

gayri müslim iken İslama girmiş daha sonra irtidat etmişse tevbeye davet edilir.
Bazı Hükümler

Ayrıca tevbe istemenin hükmü ihtilaflıdır.

1- Devlet kademesindeki yüksek görevler için vazife istenmez, verilir. Bu konuda
liyakat esastır.

2- Devlet yetkilisi, İslamm emirlerini uygulamakda asla taviz vermemelidir.



3- İslam'a girdikten sonra dönen kişi (mürted) öldürülür.

4- Mürted öldürülmeden önce şüpheleri izale edilir ve tevbe etmeye davet edilir.
Tevbe ederse serbest bırakılır. Aksi halde öldürülür.

5- Şehirlerin valileri, serî hadleri tatbike yetkilidirler. Ulemanın cumhuru bu
görüştedir.

£171

6- Müslüman, durumun gerekli kıldığı şekilde ma'rufu emretmeîidir.

4358... îbn Abbas (r.anhuma) şöyle demiştir: Abdullah b. Sa'd b. Ebi Şerh, Rasulullah
(s. a) a (vahiy) kâtiplik (i) yapardı. Şeytan onu saptırdı. (İslamdan çıkıp) kafirlere
iltihak etti. Bunun üzerine Rasulullah (s. a) onun Fetih günü öldürülmesini emretti.
(Ancak) Osman b. Affan (r.a) onun için eman istedi. Rasulullah (s.a) da eman verdi.

im

4359... Sa'd (b.Ebi Vakkas) (r.a) demiştir ki;

Mekke'nin fethi gününde Abdullah b. Sa'd b. EM Şerh, Osman b. Affan'a sığındı.
Osman onu getirip Rasulullah'm huzurunda durdurttu. ve; Ya Rasulullah Abdullah'ın
biatini kabul et (eman ver), dedi.

Rasulullah (s.a) başını kaldırıp ona baktı. (Osman r.a bunu) üç kere tekrar etti,
Rasulullah (s.a) her seferinde eman vermekten kaçmıyordu. Nihayet üçüncü
müracaatından sonra biatini kabul buyurdu (eman verdi). Sonra ashabına dönüp;
"İçinizde, ben onun biatmdan kaçındığımda kalkıp onu öldürecek anlayışlı birisi yok
muydu?" buyurdu.
Sahabiler:

"Ya Rasulullah senin gönlündekini biz bilmiyoruz, gözlerinle bize işaret etseydin ya"
dediler.

Rasulullah (s.a):

£191

"Bir peygamberin hain gözlü olması yakışmaz" buyurdu.
Açıklama

Hadis-i şeriflerde, irtidat ettiği bildirilen Abdullah b Sad b Ebi Serh) Hz Osman'ın süt
kardeşi idi.

O yüzden, efendimizin yanında Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh'e şefaatta bulundu.

Hz. Peygamber (s.a) efendimiz önce Abdullah'ın bi'atini kabul etmek istemedi. Ama

Hz. Osman'ın ısrarına dayanamayarak kabul etti. Fakat gönlü razı değildi. Onun için

sahabilerine: "içinizde ben onun biatinden kaçındığımda kalkıp onu öldürecek

anlayışlı birisi yok muydu?" diyerek tarizde bulundu. Sahabeler de "Ya Rasulullah biz

senin gönlündekini bilemeyiz, gözlerinle bize işaret etseydinya" karşılığını verdiler.

Rasulullah (s.a) "Bir peygamberin hain gözlü olması yakışmaz" buyurdu.

Hattabi hain gözlü olmayı; "Özü ile sözünün biri birini tutmaması, içinde bir şey

gizleyip dışına başka bir şey aksettirmesi dilini tutup gözüyle işaret etmesi" şeklinde

izah etmektedir. Çünkü insan diliyle söylemeyip gözüyle işaret ederse hıyanet etmiş

olur. Bu hıyanet gözden zuhur ettiği için "hain gözlü" diye ifade edilmiştir.

Bu hadisin delaletinden anlaşıldığına göre; Hz. Peygamber (s.a)'in hayatında iken



irtidat eden bir kimsenin tevbesinin kabulü Rasulullah'm rızasına bağlıdır. Çünkü o
efendimize eziyet etmiştir. Böyle birisi tekrar iman ederse artık öldürülmez.
Ayrıca bu hadis, Rasulullah'a küfredenin had olarak değil, irtidad sebebiyle

1201

öldürüleceğini söyleyenlerin görüşünü te'yid etmektedir.

4360... Cerir (b. Abdullah el-Beceli) (r.a)'den Rasulullah (s.a)'i şöyle buyururken
işittim:

[211

"Köle (darı) şirke kaçtığı zaman, kanı helal olmuştur."
Açıklama

Hadis-i şerifin Sahih-i Müslim'de üç rivayeti vardır ve gbu Davud'un rivayetinden

biraz farklıdır. Müslim'in rivayetleri şu şekildedir:

"Sahiplerinden kaçan bir köle, onlara dönünceye kadar kafir olmuştur."

"Kaçan bir köleden zimmet kalkmıştır."

"Köle kaçtığı zaman onun namazı kabul olunmaz."

Nesai'de de üç rivayet vardır. Birisi aynen Ebu Davud'taki gibidir. İkisi biraz farklıdır.
Nesai'nin rivayetleride şu şekildedir:

"Köle, sahiplerinden kaçtığı zaman namazı kabul olunmaz. Şayet ( o vaziyette) ölürse
kafir olarak ölür."

"Köle kaçtığı zaman sahiplerine dönünceye kadar namazı kabul olunmaz."
Görüldüğü gibi, hadisi şeriflerde kaçan köle mutlak olarak anıimış, ırtidadı söz konusu
edilmemiştir. Hatta, Müslim'in ve Nesai'nin rivayetlerinde onun kaçtığı zaman
müslümanlığm devam ettiği ihsas edilmiştir. Çünkü namaz ancak müslüman için söz
konusudur.

Ebu Davud'un rivayetinde dar-ı küfre kaçan bir kölenin kanının helal olduğu ifade
edilmektedir. Yani böyle bir köle Ölümü hak etmiştir. Onu öldürene bir şey lazım
gelmez. îrtidâd etmediği halde kanı helal olunca, irtidad ettiğinde "öncelikle helal olur.
Müslim ve Nesai'nin rivayetlerinde; kaçan kölenin namazının kabul edilmeyeceği
bildirilmektedir. Nevevi'nin nakline göre; İmam ei-Mazî ve Kadı Iyaz bu hükmün
sahibinden kaçmayı helal sayan köleye ait olduğunu söylerler. Ebu Amr ise kaçmayı
helal görmediği halde kaçan kölenin de aynı hükümde olduğunu belirtir ve bu durumu
gasbedilen arazide kılman namaza benzetir. Yani kaçan kölenin namazı sahihtir, fakat

1221

makbul değildir. Kendisinden namaz borcu düşer ama sevap alamaz.
2. Rasulullah'a Söven Kişinin Hükmü

4361... Ibn Abbas (radıyallahü anhüma) şöyle haber verdi: "Amâ bir adamın bir ümmü
veledi vardı, Rasâlullah'a küfreder, onun hakkında yakışıksız şeyler söylerdi. Âmâ onu
bundan nehyeder, fakat kadın vazgeçmez, âma yine onu meneder ama dinlemezdi.
Kadın bir gece Rasûlullah (s. a) hakkında yakışıksız şeyler söylemeye, ona küfretmeye
başladı. Bunun üzerine âmâ hançeri aldı kadının karnına sapladı ve üzerine yüklenip
onu öldürdü. Ayaklan arasına bir çocuk düştü. Kadın orasını (yatağı) kana buladı.



Sabah olunca olay Rasûlullah'a anlatıldı. Rasûlullah (s. a) halkı toplayıp şöyle dedi:
"Bu işi yapan şahsı Allah'a havale ediyorum (Allah adına yemin vererek arıyorum).
Şüphesiz onun üzerinde benim hakkım var, (bana itaat etmesi vacip) ama ayağa
kalkarsa müstesna."

Bunun üzerine âmâ kalktı, safları yararak ve sallanarak (gelip) Rasûlullah (s.a)'m
önüne gelip oturdu ve:

"Ya Rasûlullah! Ben o kadının sahibiyim. Sana küfreder ve hakkında çirkin sözler
söylerdi. Onu nehyederdim dinlemez, menederdim vazgeçmezdi. Benim ondan inci
tanesi gibi iki oğlum var. O bana karşı da yumuşaktı. Dün gece yine sana sövmeye ve
hakkında çirkin sözler söylemeye başladı. Ben de hançeri alıp karnına sapladım,
üzerine yüklenip onu öldürdüm.!' dedi.
Rasûlullah (s. a):

[23]

"Dikkat edin! Şahid olunuz ki o kadının kanı hederdir" buyurdu.
Açıklama

Hadiste anılan âmânın kim olduğu konusunda şerhlerde bir kayıt yoktur. Bezlü'l-
Mechûd sahibi "Bu zatın ismini bulamadım" der.

Ümmü veled: Sahibinden çocuk dünyaya getiren cariyedir. Sahibinin ölümü ile
hürriyetini kazanır. Sarihlerin belirttiğine göre hadiste anlatılan ümmü veled gayr-i
müslim idi.

Metinde, cariyenin hamile olduğu ve çocuğunun diri olarak düştüğü anlaşılmaktadır.
Hadis-i şerif Rasûlullah'a küfreden kişinin öldürülmesi gerektiğine delalet etmektedir.
Konu hayli izaha muhtaçtır. Bundan sonraki hadisin açıklanması esnasında bu mes'ele

[24J

tafsilatlı olarak verilecektir.
4362... Ali (r.a) şöyle demiştir;

"Bir yahudi kadın, Rasûlullah (s.a)'a küfreder ve onun hakkında çirkin şeyler söylerdi.
Bir adam o kadını boynundan yakaladı ve basarak öldürdü. Rasûlullah (s. a) kadının

[251

kanını iptal etti (heder saydı)."
Açıklama

Bu rivayet de yukarıdaki gibi Rasûlullah (s.a)'a küfreden birisinin öldürülmesi
gerektiğini, kanının heder olduğunu ifâde etmektedir.

Hattabi bundan önceki hadisi izah ederken şöyle demektedir: "Bu, Rasûlullah'a
küfreden kişinin kanının heder olduğunu beyan etmektedir. Çünkü Rasûlullah'a
küfretmek dinden çıkmaktır. Dinden çıkanın katlinin vacib olduğu konusunda
ulemadan ihtilaf eden birisini bilmiyorum. Ama eğer küfreden, zimmî ise onun
hakkında ihtilaf edilmiştir. Mâlik b. Enes yahudi ve hristiyanlardan Rasûlullah'a
küfreden kişi müslüman olmazsa öldürülür der. İmam Şafiî'de Rasûlullah'a küfreden
bir zımmî öldürülür ve kendisinden zimmet kalkar demiştir. İmam Ebû Hanîfe'den de;
Peygambere sövmekle zımmî öldürülmez, onların içinde bulundukları şirk daha
büyüktür, dediği nakledilmiştir."



Hattâbî'nin bu sözünden; Rasûlullah'a küfreden şahsın müslüman veya zimmî oluşuna
göre hükmün farklı olacağı anlaşılmaktadır. İbn Abi-din; "Kitabu tenbihi'l-vülat ve'l-
hukkam ala ahkamı şatimi hayri'l-enam ey ehadin min ashabihi'l-kiram aleyhi ve

1261

aleyhimü's-salâtü vesselam" adlı risalesinde bu iki şıktan başka Rasûlullah'a
küfreden bir müslümamn tevbe edip etmemesi halini de ekleyerek mes'eleyi ince-
lemiştir. Bu çok değerli incelemenin sonucunu özet olarak burada vermek istiyoruz,
a) Rasûlullah (s.a)'a küfredip de tevbe etmeyen bir müslümamn durumu:
Takiyüddin Ebu'l-Hasen Ali b. Abdi' 1 -Kâfi es-Sübki'nin, es Seyfu'l -Meslul ala men
sebbe er-Rasûl (s. a), adındaki eserinde Kadı Iyaz'dan naklettiğine göre; Rasûlullah
(s.a)'e küfreden ya da ona kusur isnâd eden müslümanlar öldürülür. Bu konuda
ümmetin görüşbirliği vardır. Fakihler-den bazısı Rasûlullah'a küfreden ve tevbe
etmeyen bir müslümamn öldürülmesi gerektiği konusunda icma olduğunu belirttikten
sonra Mâlik b. Enes, Leys, Ahmed b. Hanbel, İshak, Şafiî, Ebû Hanife ve talebeleri,
Sev-ri, Küfe uleması ve Evzai'nin bu görüşte olduklarını söyler. Kadı Iyaz da bu
alimlerin bir kısmının isimlerini zikretmiştir. Bu isimlerin ittifak ettiği bir meselede
ihtilafı zikredilen birkaç kişinin sözüne elbette itibar edilmez. Ancak şuna işaret etmek
gerekir: İmam Ebu Hanife'ye göre Rasûlullah'a küfreden, kadın olursa öldürülmez.
Çünkü ona göre mürted olan kadın Öldürülmez.

Ulemânın Rasûlullah'a küfreden birisinin kafir olup öldürüleceği hükmüne varırken
delilleri; kitap, sünnet, icma ve kıyastır.

Bu hükmün Kur'an'dan delilleri şunlardır: "Allahı ve peygamberini incitenlere Allah
dünyada da ahirette de lanet eder, onlara alçaltıcı bir azap hazırlar." (Ahzâb (33/57)
"Allah'ın Peygamberini incitenlere can yakıcı azab vardır." (Tevbe 9,57)
"İki yüzlüler, kalblerinde fesat bulunanlar, şehirde bozguncu haber yayanlar, eğer
bundan vazgeçmezlerse, andolsun ki seni onlarla mücadeleye davet ederiz, Sonra
çevrende az bir zamandan fazla kalamazlar. Lanetlenmiş olarak, nerede bulunurlarsa
yakalanır ve hem de öldürülürler." (Ahzâb 33/61-62)

Görüldüğü gibi bütün ayetler, Hz. Peygamber (s. a) ı incitenlerin kâfir olacağına delâlet
etmektedir.

Rasûlullah'a küfredenin katli hükmünün sünnetten delilleri de üzerinde durduğumuz
hadislerin yanısıra İfk hadisesi üzerine Rasulullah'm Abdullah b. Übeyy b. Selûl
hakkında Sa'd b. Muâz'm "...Eğer o Evs'ten ise boynunu vururum. Eğer kardeşlerimiz
olan Hazrec'ten ise ve sen bize emredersen, emrini uygularız." şeklindeki sözlerini
Rasûlullah'm ikrar etmesidir. Yine 4359 numarada geçen hadisteki irtidâd eden
Abdullah b. Sa'd b. Ebi Şerh hakkında Rasûlullah'm söyledikleri de bu hükme delil
kabul edilmiştir.

Kadı Iyaz'm rivayet ettiği bir hadiste Rasûlullah efendimiz: "Kim bir peygambere
söverse onu öldürünüz. Kim de benim sahabelerime söverse onu dövünüz"
buyurmuştur.

Hilal ve Ezci'nin Hz. Ali (r.a) den rivayet ettikleri bir hadiste de efendimiz: "Kim bir
peygambere söverse öldürülür. Kim de benim ashabıma söverse sopa ile dövülür"
1271

buyurmuştur;

Rasûlullah'a küfreden bir müslümanin öldürülmesinin vacip olduğunun icma'ile sabit
olduğunu az önce belirtmiştik.

Kıyastan delil de: Mürted icmâen öldürülür. Rasûîullah'a küfreden de mürteddir. O



halde o da öldürülür.

Rasûîullah'a küfreden birisinin öldürülmesinin gereği hükmü açıkça ortaya
konulduktan sonra akla bir soru gelmektedir, Acaba böyle birisi küfründen dolayı mı
öldürülür, yoksa had olarak mı öldürülür? Bu konunun incelenmesi gerekir.
Ulemânın büyük çoğunluğuna göre mürted olan kişi tevbe ederse kabul edilir, aksi
halde öldürülür. Mürtedin öldürülmesi de had olarak olacaktır. Çünkü veliyyul-emrin,
mürtedin cezasını affetmeye veya değiştirmeye yetkisi yoktur. Aslen kafir olan ise
böyle değildir. Çünkü veliyyü'l-emir isterse onu öldürür isterse köleleştirir. Mürted
hakkında ise böyle bir serbestlik yoktur. Mürted had olarak öldürüleceğine ve Hz.
Peygamber (s.a)'e küfr eden de mürted olduğuna göre, onun öldürülmesi de had
olacaktır.

b) Rasûlullah (s.a)'a küfreden birisi tevbe ederse, tevbesi kabul edilip had düşer mi?
Yoksa yine öldürülür mü?

Ebu Bekr b. el-Münzir; Mâlik b. Enes, Leys, Ahmed, İshak ve Şafii'ye göre
Rasûîullah'a küfredenin öldürülmesi gerektiğini ve tevbesinin kabul edilmeyeceğini
söyledikten sonra, Ebû Hanife ve ashabının, Sevri ve Ev-zai'nin de aynı görüşte
olduklarını ama bunlara göre Rasûîullah'a sövmenin, dinden dönme sayıldığını ilave
eder.

İbn Abidin, yaptığı tahkik sonunda İmam Malik ve ashabına, Selefe ve ulemanın
cumhuruna göre Rasûîullah'a küfredenin had olarak öldürüleceğini, bunlara göre
tevbesinin kabul edilmeyeceğini, tevbenin yakalandıktan sonra olması ile, kendisinin
tevbe ederek dönmesi arasında fark olmadığını söyer. Delilleri ise, bunun bir had
oluşu ve diğer hadlerde olduğu gibi onu tevbenin düşürmeyişidir. îbn Abidin'in
araştırmasına göre İmam Şafii ve İmam Azam Ebu Hanife'ye göre ise Rasûîullah'a
küfreden tevbe ederse tevbesi kabul edilir. Aksi halde öldürülür. İbn Abidin vardığı bu
sonucu; İmam Sübki'den, İbn Teymiye'nin; es Sarimu'I-Meslul'ün-den, Ebu Yusuf un;
Kitabu'l - Harac'mdan, Şeyhu'l - İslam es- Sadi'nin, Kitabu'n-netf inden,
Müeyyedzade'nin Fetavasmdan, Muinü'l-Huk-kam'dan ve Nuru'I-ayn Islahu cami'il
fusuleyn'den yaptığı nakillerle teyid eder. Sonuç olarak şöyle der: "Mezhep ehlinden
yapılan bu nakiller, Rasûîullah'a küfredenin tevbesinin kabulü konusunda makbul
olduğunda açıktır. Bizim mezhebimizin dışındaki mezhep mensuplarından (Sübki ve

1281

İbn Teymiye) yaptığımız nakiller de aynı istikamettedir."

Konuyu toparlarsak deriz ki; Dört Mezhep İmamından İmam Malik ve Ahmed b.
Hanbel'e göre Rasûîullah'a küfreden birisi pişmanlık duyup tevbe etse bile dinlenmez
öldürülür. Ama Allah katındaki durumunu biz bilemeyiz. İmam Azam Ebu Hanife ve
İmam Şafii'ye göre ise tevbe ederse kabul edilir, öldürülmez. Bu görüşün delili de
Mürted' de yapılan uygulamadır. Çünkü daha önce de geçtiği gibi mürted tevbe eder de
tekrar İslama dönerse öldürülmez. Rasûîullah'a küfreden de mürteddir.
İbn Abidin araştırmasının devamında el-Fetavâ'l-Bezzaziye gibi Hanefi bazı
müteahhirûn kitaplarında Rasûîullah'a küfredenin tevbesinin kabul edilmeyeceği
yolunda nakiller bulunduğuna dikkat çekerek bunun bir hata olduğunu, konunun iyi
araştırılması gerektiğini söyler ve önceki anlattıklarının sahih olduğunu bildirir. İbn
Abidin'in bu istikameteki nakil ve cevaplan hayli uzundur. Buraya aktarmanız

[291

mümkün değildir. Dileyen adı geçen esere bakabilir.

c) Zimmilerden, Rasûîullah'a küfredenin durumu:



Açıklamamızın baş tarafından Hattabî'den naklen, Rasûîullah'a küfreden zimminin
(müşîümartlarm idaresi altındaki yahudi ve hristiyanm) İmam Mâlik ve İmam Şafiî'ye
göre öldürüleceğini, İmam-ı Ebu Hanife-den ise öldürülmeyeceğinin nakledildiğini
söylemiştik.

Kadı îyaz da, Ebu Hanife ve Sevri ile bunların ashabının dışındaki âlimlere göre,
Rasûîullah'a küfreden zimminin öldürüleceğini söyler. Çünkü müslümanlar onlara
peygamberlerine sövsünler diye zimmet vermemişlerdir. İmam Sübki de Hanefi
mezhebinin dışındaki mezheplere göre böyle bir zımmînin öldürüleceğini bildirir.
Zımmî, Rasûîullah'a küfreder de öldürülmeden önce müslüman olursa durum ne
olacaktır? Hanefılere göre cevap bellidir. Müslüman olmasa bile öldürülmeyeceğine
göre, müslüman olduktan sonra hiç öldürülmez. Diğer üç mezhebe göre ise konu
ihtilaflıdır.

İmam Malik den bu konuda iki rivayet vardır. Bir rivayete göre öldürülmez, diğerine
göre öldürülür. Hanbelilerden üç farklı görüş rivayet edilmektedir:

I) Rasululullah'a küfrettikten sonra müslüman olup tevbe edenin tevbesi bir kayda tabi
olmadan kabul edilir.

II) Mutlak olarak tevbesi kabul edilmez.

III) Zimminin tevbesi müslüman olmakla kabul edilir, mtislümanken küfredip de
tevbe edenin tevbesi kabul edilmez.

Şafulere göre de mutlak olarak (yani ister müslüman olsun ister zimmi iken İslama
girsin) Rasûîullah'a küfredenin tevbesi kabul edilir, kati düşer.

Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi Hanefilere göre, Rasûîullah'a küfreden bir zimmî
öldürülmez ve zimmeti bozulmaz. Ancak adam ta'zir edilir. Hanefi fıkhına ait metin
ve şerhlerde zikredilen budur. Tekiyuddin İbn Teymiye de anılan eserinde Hanefılerin
bu konudaki görüşlerini verirken şöyle der: "Ebu Hanife ve ashabına gelince;
sövmekle ahd bozulmaz ve zimmî öldürülmez. Ancak böyle çirkin bir davranışı izhar
ettiği için diğer münkeratta olduğu gibi ta'zir edilir."

Rasûîullah'a küfreden kişiye ait hükümler konusunda bu malumatın yeterli olduğu
kanaatindeyiz. Daha geniş bilgi almak isteyenlerin İbn Abidin ve İbn Teymiye'nin adı

om

geçen eserlerine müracaat etmelerini tavsiye ederiz.
4363... Ebu Berze (r.a) der ki:



Ebu Bekir (r.a)'in yanında idim, bir adama öfkelendi ve ona sert davrandı. Ben
kendisine:

Ey Rasûlullah'm halifesi, izin verirsen boynunu vurayım, dedim. Benim bu sözüm Ebu

Bekir'in Öfkesini dindirdi. Kalkıp (odasına girdi). Sonra bana (birisini) gönderip;

Az Önce dediğin ne idi? dedi

Bana izin ver, boynunu vurayım, dedim.

Şayet emredersem yapar mısın?

Evet.

Hayır, vallahi Muhammed Sallallahü aleyhi vesellem'den sonra buna kimsenin hakkı
yok, dedi.

Ebu Davud: "Bu Yezid'in lafzıdır" dedi. Ahmed b. Hanbel şöyle dedi: "Yani
Ebubekirin Rasûlullah'm söylediği su üç şeyin haricinde hiç kimseyi öldürmeye hakkı
yoktur. İmandan sonra küfür, ihsandan sonra zina veya birisini kıssasın dışında



[32]

öldürmek. Rasulullah' in bunlardan birisi olmadan da öldürmeye yetkisi vardı."



Açıklama

Haberde bahsedilen adamın ismine şerhlerde temas edilmemiştir. Avnü'l-Ma'bud'da
denildiğine göre Hz. Ebû Bekr'in adama ölkeleniş sebebi adamın Ebu Bekr'e küfretmiş
olmasıdır. Nesai'deki rivayette adamın Hz. Ebu Bekir'e kabalık ettiği söylenmektedir.
Ashaba sövmenin hükmü 4658 ve devamındaki hadislerde gelecektir.
(K. Sünnebab: İO)

Bu haberde Ahmed b. Hanbel'in tefsirine göre; Ebubekir, Rasulul-lah'dan sonraki bir
halifenin bir müslümanı öldürebilmesi için ancak üç sebepten birinin bulunması
gerektiğini bunları da müslümanm irtidadı, muhsan (sahih bir nikahla evlenip hanımı
ile cinsel ilişki kuran) bir kimsenin zina etmesi ve birisinin haksız yere bir başkasını
öldürmesidir.

Bu haberin konu ile pek bağlantısı yok gibidir. Ancak bundan önceki mürted konusu
[33]

ile ilgisi vardır.

3. Muharebe (Yol Kesicilik, Eşkıyalık) Konusunda Varid Olan Hadisler

4364... Enes b. Malik (r.a) den rivayet edildi ki; Ukl veya Urayne'den bir grup
Rasûlullah (s.a)'a geldi. Ama Medine'nin havasına uyum sağlayamadılar. Rasûlullah
(s. a) onlara sağmal develeri tavsiye edip idrarlarından ve sütlerinden içmelerini
emretti. Onlar da gittiler ve iyileşince Rasûlullah'm çobanını öldürdüler, develeri de
sürüp götürdüler. Onların bu yaptıklarının haberi daha günün başında Rasûlullah'a
ulaştı. Efendimiz de peşlerinden (adam) gönderdi. Günün ilerlemiş bir vaktinde
(yakalanarak) Rasûlullah'a getirildiler. Rasûlullah emretti ve adamların elleri ayaklan
kesildi, gözlerine mil çekildi ve Harra'ya atıldılar. Su istiyorlar fakat kendilerine su
verilmiyordu.
Ebu Kılâbe der ki:

"Bunlar, çalan, öldüren, imandan sonra kafir olan, Allah ve Rasûlüne karşı muharebe
134]

eden bir kavimdir."

4365... Vüheyb, Eyyûb'dan bu (önceki) hadisi, aynı isnadla rivayet edip şöyle dedi:
Rasûlullah (s. a) çiviler istedi, onlar kızartıldı ve gözlerine çekti, ellerini ve ayaklarını

[35]

kestirdi ve onları (kanlarının kesilmesi için damarlarını ateşle) dağlamadı."

4366... Velid bize Evzai'den, Evzai Yahya-yani İbn Ebi Kesir-den o da Ebu Kılabe
vasıtasıyla Enes b. Malik'den bu (önceki) hadisi rivayet etti; ravi (bu rivayette şöyle)
dedi:

"Rasûlullah (s. a) onları bulmak için iz sürücüler (arayıcılar) gönderdi. Onlar yakalanıp
getirildiler. Bunun üzerine Allah tebareke ve tealâ: "Şüphesiz Allah ve Rasûlü ile
savaşanların ve yeryüzünde fesad çıkaranların cezası... (Öldürülmeleri veya asılmaları
ya da ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi veya yerlerinden sürülmeleridir.



1361

Bu onlara dünyada bir rezilliktir. Onlara âhirette de büyük azap vardır.) âyetini

mu

indirdi.

4367... Sabit, Katade ve Humeyd, Enes b. Malik'den bu hadisi rivayet ettiler. Bu
rivayette Enes (r.a) şöyle dedi:

"Onlardan birisini, susuzluktan, ağzıyla toprağı ısırırken gördüm. İşte böylece Ölüp
[38]

gittiler."

4368... Hişam, Katade vasıtasıyla Enes b. Malik (r.a)'den bu hadisin benzerini rivayet
etti. Râvî şunu ilave etti:

"Rasûlullah (s. a) sonra Müsle (adamların kulak, burnun, dudak gibi organlarını
kesmek)'den nehyetti."

Bu rivayette "Çaprazlamasına" sözünü zikretmedi.

Şube; Katade ve Selam b. Miskin'den, onlar da Sabitten hepsi Enes'den bu hadisi
rivayet ettiler, Katade ve Selam: "Çaprazlamasına" sözünü zikretmediler. Ben,
Hammad b. Seleme'nin dışında onların hiçbirinin rivayetinde "Ellerinin ve ayaklarının

[391 '

çaprazlamasına kesildiği" ifadesini bulamadım."

4369... İbn Ömer (radıyallahü anhuma), dedi ki: Bazı insanlar, Rasû-lullah'm
develerini yağma edip sürüp götürdüler, İslam'dan döndüler, Rasûlullah (s.a)'ın
mü'min olan çobanını öldürdüler. Bunun üzerine Rasûlullah peşlerinden (adamlar)
gönderdi. Hırsızlar yakalandı. Efendimiz ellerini ve ayaklarını kesti, gözlerini oydu.
Onlar hakkında, muharebe ayeti (Maide, 33) nazil oldu. Haccac sorduğu zaman, Enes

1401

b. Malik'in bildirdiği kişiler onlardır.
4370... Ebu'z-Zinâd şöyle, demiştir:

"Rasûlullah (s. a) sağmal develerini çalanların (ellerini ayaklarını) kesip, ateşle
gözlerini oyunca onun dikkatini çekmek için Allah (c.c): "Allah ve Rasûlü ile
savaşanların ve yeryüzünde fesad çıkaranların cezası, öldürülmeleri veya

[41] [421
asılmaları..." ayetini indirdi.

4371... Muhammed b. Şirin demiştir ki: "Bu, yani Enes hadisi hadler indirilmeden

[43]

(meşru kılınmadan) önce idi."

4372... İbn Abbas (ranhuma) şöyle demiştir:

"Allah ve Rasülü ile savaşanların ve yeryüzünde fesat çıkaranların cezası
öldürülmeleri veya asılmaları ya da ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi veya
yerlerinden sürülmeleridir... Bu onlara dünyada bir rezilliktir. Onlara ahirette de büyük
azab vardır. Ancak onları yakalamanızdan önce tevbe edenler bunun dışındadır.
Biliniz ki Allah bağışlar ve merhamet eder." ayeti müşrikler hakkında nazil oldu.



Onlardan her kim yakalanmadan önce tevbe ederse bu kendilerine lâzım olan haddin

[441

uygulanmasına mâni olamaz.
Açıklama

Abbas'dan Selen son naber dışındaki tüm hadisleri, aynı olaydan bahseden bir hadisin,
biri birinden küçük farklarla ayrılan değişik rivayetleridir. 4372 numaradaki son haber
de, hadislerde geçen, Maide suresinin 33. ayetinin nüzul sebebi konusundaki İbn
Abbas'm görüşünü ifâde etmektedir. Tüm rivayetler aynı hadise ile ilgili olduğu için
izahı hadislerin sonuna bırakmayı uygun bulduk.

Önce diğer hadis kitapları ile tarih ve siyer kitaplarındaki nakilleri de göz Önüne
alarak hadiseyi vermek sonra da hadisin ihtiva ettiği fıkhî hükümlere geçmek
istiyoruz:

Urayne veya Ukl kabilesinden yedi sekiz kişilik bir grup Medine'ye gelerek müslüman
oldular. Ancak Medine'deki ikametleri esnasında, Medine'nin havası kendilerine ağır
geldi ve hastalandılar. Renkleri soldu, zayıf ve bitap bir hale düştüler. Hz. Peygamber
(s.a)'e müracaat ederek, şehri terkedip develerin yanma gitmek istediler. Rasulullah da
develerin yanma gitmelerine izin verdi ve tedavi olmaları için, develerin idrar ve süt-
lerini içmelerini tavsiye etti. Develer, Küba civarında, Zü'l-Hader denilen yerde idi.
Sayılan 15 kadar olan bu develer sağılıyordu. Bir kısmı zekat devesi, bir kısım da
Rasulullah'm şahsi malı idi.

Adamlar develerin yanma gittiler, efendimizin tavsiyesi istikametinde süt ve
idrarlarından içtiler. Allah'ın izni ile tedavi oldular, iyileşip kendilerine gelince, irtidat
ettiler ve develerden birisini kestiler. Çobanlardan birisinin de ellerini ve ayaklarını
kestiler, gözlerine diken batırarak oydular ve güneşin ortasında ölüme terkettiler. Geri
kalan develeri de alıp götürdüler. Sağ kalan çoban, Medine'ye gelerek hadiseyi
Rasulullah'a haber verdi. Rasulullah hemen peşlerinden yirmi kişilik bir süvari
müfrezesi gönderdi. İçlerinde iz sürücüler de vardı. Başlarında Kürz b. Cabir el-Cihrî
bulunan bir müfreze kısa zamanda sakilleri yakalayıp Rasulullah (s.a)'a getirdi. Hz.
Peygamber (s. a) de onları kendi yaptıklarına uygun bir şekilde cezalandırdı. Ellerini
ve ayaklarını kestirdi, gözlerine mil çektirdi ve Han'a denilen yere güneşin altına
attırdı. Sıcağın altında: "su su!" diye bağırdıkları halde hiç kimse bunlara su vermedi.
Böylece geberip gittiler.

İslam'dan dönen, develeri çalan ve çobanı işkence ederek öldüren Uraynalılara verilen
bu ceza, bir çok alime göre hadislerin tercemesi esnasında meali verilen, Maide
suresinin 33. ayetinin nüzulüne sebep olmuştur. İşaret edilen ayette Cenab-ı Hak,
Allah'a ve Rasulüne karşı savaş açanlara verilecek cezayı beyan buyurmuştur. Ayet-i
kerimede Rasulullah'm uygulamasından gözleri oyma dışındakiler bırakılmıştır.
Konu ile ilgili fıkhı ahkama geçmeden önce akla gelmesi muhtemel bir iki noktaya
işaret etmek istiyoruz.

1- Rivayetlerden birisinde Rasûlü ekremin, adamların el ve ayaklarını kestirdikten
sonra damarlarını dağlamayıp, kanın akmasına göz yumduğuna işaret edilmektedir.
Hırsızlık ve yol kesme gibi suçlara uygulanan el ve ayak kesme cezalarında, kanın
durması için kesilen yer ateşle dağlanıp damar büzdüriildüğü halde acaba burada niçin
yapılmamıştır?

Bu somya şöyle cevap verilmiştir: Bu adamlar dinden çıktıkları için zaten ölümü hak



etmişlerdir. Dolayısıyla ölümlerini engelleyecek bir muamelede bulunmaya gerek
yoktur.

2- Rasûlullah (s. a) bunlara, el ve ayaklarını kesmenin yanı sıra, gözlerini oymak, çöle
terkedip su vermemek gibi çok katı cezalar vermiştir. Oysa Müsle İslamda haramdır.
Rasûlullah bu cezaları niçin vermiş olabilir?

Bu muhtemel soruyu da şöyle cevaplamak mümkündür: Kadı Iyaz'm bildirdiğine göre
bu ceza hudud ve muharebe ayeti inmeden önce verilmiştir. Dolayısıyla efendimiz bu
cezayı, had olarak değil, kısas olarak vermiştir. Müslüman çobanın gözünü oydukları
için kısas olarak Rasûlullah da onların gözlerini uydurmuştur. Ama ayet indikten sonra
bu ceza neshedilmiştir. Bazı alimlere göre ise, muharebe ayeti, hadiste anılanlar
hakkında inmiş ama Rasûlullah onların çobana yaptıklarına karşılık kısas olarak bu
cezayı vermiştir.

Çöle atıldıktan sonra bunlara su verilmemesi mes'elesine gelince, Hz. Peygamberdin
su verilmemesi yolunda bir emri yoktur. Suyu sahabeler vermemişlerdir. Kadı Iyaz'a
göre ölüme mahkum edilen birisinin bir de su verilmemek suretiyle cezalandırılması
caiz değildir. Nevevi'ye göre ise bu adamlar dinden dönüp çobanı öldürdükleri için ne
su istemeye ne de başka bir iyi muameleyi beklemeye haklan yoktur. Hatta yanında
abdest alacak kadar su bulunan kişinin o suyu ölümden ya da şiddetli susuzluktan
korkan bir mürtede verip de teyemmüm etmesi caiz değildir. Fakat suyu isteyen bir
zımmi veya hayvan olursa vermek gerekir.

Hadis-i şeriflerde temas edilen Maide suresinin 33. ayetinde anılan cezaların Allah
Rasûlüne karşı muharebe edenlere mahsus olduğunu görüyoruz. Hadiste anlatılan
hadisede ise Urayneliler, dinden çıkmışlar, çoban öldürmüşler ve deve çalmışlardır.
Bunların yaptıkları, "Muharebe" kelimesinden ilk aklımıza gelen anlam içine
girmemektedir. O halde ayet-i kerimedeki muharebebe sözcüğünden neyi
anlayacağız? Bunu açıklığa kavuşturmamız gerekir.

Aşağı yukarı görüşü nakledilen alimlerin tümüne göre ayetteki muharebe edenden
maksat, silahla insanlara saldıran, onların mallarına ve canlarına musallat olan kişi ya
da kişilerdir. Ulemâ bu anlayışta hem fikir oldukları halde saldırının şehir içi ve şehir
dışında olması halinde muharebe hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağında
ihtilaf etmişlerdir.

İmam Malik, İmam Şafii, Ebu Sevr ve İbnu'l-Münzir'e göre; ister şehir içinde olsun
ister şehir dışında, insanlara saldırıp canlarına ve mallarına göz dikenler ayetteki
muharebenin şümulüne girerler. Süfyan'ı Sevrî, İs-hak ve Ebû Hanife'ye göre
muharebe hükümlerinin sabit olması için saldırının şehir dışında olması gerekir. Şehir
içindeki saldırılarda muharebe ahkamı câri değildir.

Ayet-i kerimede, Allah'a ve Rasûlüne karşı savaş edenlere birtakım cezalar
öngörülmektedir. Bu cezaların hepsi mi verilecektir? Hakim bu cezalardan istediğini
vermekte muhayyer midir? Yoksa ayetteki belirli cezalar belirli suçlara mı hastır? Bu
konu alimler arasında tartışmalıdır. Şimdi bu konudaki görüşleri Kıırtubi'nin
tefsirinden naklen vermek istiyoruz:

1- Suçluya suçu nisbetinde ceza verilir; yolda korku yaratıp mal alanın eli ve ayağı
çaprazlama (sağ eli sol ayağı) kesilir. Eğer hem mal alıp hem de adam öldürürse önce
eli ve ayağı kesilir sonra asılır. Adam öldürüp mal almazsa öldürülür. Şayet adam
öldürmez mal da almazsa memleketinden sürülür. Bu görüş İbn Abbas, Nehaî, Ata el-
Horasanî ve İbn Mic-lez'e aittir.

2- İmam-ı Azam Ebu Hanife'ye göre; adam öldürürse öldürülür. Mal alır da adam



öldürmezse eli ve ayağı çaprazlama kesilir. Hem adam öldürür hem de mal alırsa,
otorite sahibi muhayyerdir; isterse elini ve ayağını kesip öldürür ve asar, isterse elini
ayağını kesmeden öldürür ve asar.

3- İmam Şafiî'ye göre; mal alırsa sağ eli kesilir ve dağlanır. (Kanın durması için
bileğin damarı ateşle veya kızgın yağla büzdürülür), sonra sol ayağı kesilir, dağlanır
ve serbest bırakılır. Adam öldürürse Öldürülür. Hem mal alır hem de adam öldürürse
öldürülür ve asılır. İmam Şafiî'den, asmanın üç gün süreceği rivayet edilmiştir.

4- Ahmed b. Hanbel'e göre; adam öldürürse Öldürülür, mal alırsa Şafii'nin dediği gibi
sağ eli ve solayağı kesilir.

5- Bazı alimlere göre; devlet başkanı, Allah ve Rasulü ile savaşana ayette anılan
cezalardan birisini vermekte muhayyerdir. Hem öldürmek hem asmak veya hem el ve
ayak kesip hem de öldürmek gibi birden fazla cezayı aynı anda vermek caizdir. Bir
rivayette İbn Abbas, İmam Malik, Said b. el-Müseyyeb, Ömer b. Abdi' 1 -Aziz,

145]

Mücahid, Dahhak ve Nehâî bu görüştedirler.

Hanefî mezhebine göre, yolculara baskın veren, fakat mala ve cana dokunmadan
sadece onları korkutanlara verilecek ceza nefy yani sürgündür.

Ulemâ, ayette geçen "nefy=(sürgün)"den maksadın ne olduğunda da ihtilaf etmiştir.
Kimine göre maksat, İslam ülkesinden çıkarmak, kimine göre doğup büyüdüğü
memleketinden başka bir yere sürmek, kimine göre hapsetmek, kimine göre yakalanıp
cezalandırılmcaya kadar devamlı olarak takip edilmesi, kimine göre de suçu işlediği
memleketten başka bir yere sürülmesidir. Hanefîlerin muteber görüşüne göre maksat

1461

hapistir. Arap edebiyatında hapse atılan için "Dünyadan sürülmüş" tabiri kulla-
nılmaktadır. Bir dörtlükte mahbuslarcîan biri şöyle demiştir:
"Dünyalı olduğumuz halde dünyadan çıkmışız.
Ne ölüler,ne dinler arasında sayılırız.
Bir şey için yanımıza gelse bir gün garaliyan,
'Bu dünyadan gelmiş' diye şaşıp kalırız."

Yukarıya aldığımız izahattan anlaşılacağı üzere âyetteki Allah'a ve Rasulüne karşı

1471

savaş açanlardan maksat yol kesici eşkıyalardır.
Bazı Hükümler

1- Tedavî maksadı ile eti yenen hayvanların idrarını içmek caizdir.

Bazı alimler, bu hadisle istidlal ederek eti yenen hayvanların idrarlarının temiz
olduğuna hükmetmişlerdir. Ahmed b. Hanbel, Hanefi imamlarından Muhammed,
Şafıîlerden Rûyânî, İmam Şa'bi, Atâ, Nehaî, Zührî, İbn Şîrîn ve Süfyân-ı Sevrî bu
görüştedirler.

İmam-ı A'zam, İmam Şafii, Ebu Yûsuf, Ebû Sevr ve diğer bazı âlimlere göre, eti
yenen hayvanların idrarları pistir. Ancak Ebû Hanife ve Ebû Yûsuf a göre, necaseti
muhaffefedir. Bulaştığı elbisenin dörtte birini aş-mamışsa namaza mani değildir.
Bu alimlere göre Urayneliler had i ses indeki hüküm zarurete mebnidir. Zaruretin
bulunduğu yerde birçok haram mubah olur. Ama zaruret kalkınca haram hükmü
devam eder.

2- Tedavi edeceği kesin bilinirse, haram madde ile tedavi olmak caizdir. Ancak konu



ihtilaflıdır.

3- Bir kişiye karşı birden fazla kişi bir cinayet işlerse, kısas canilerin hepsine karşı
uygulanır.

4- Devlet başkanı, yanma gelen yabancıların işleri ile ilgilenmeli, onların ihtiyaçlarını
karşılamalıdır.

5- îlaç kullanmak caizdir.

6- Mürted, tevbe etmesi beklenmeden Öldürülür. Ancak mesele ihtilaflıdır. Daha Önce
geçen bablarda bu konu tafsilatlı olarak anlatılmıştır.

[48]

7- Bir suç işleyen kişiye kısas uygulanırken misillemede bulunmak caizdir.
4. Hadde Şefaat Edilir (Mî)?

4373... Aişe radıyallahu anha şöyle; demiştir

Mahzumckabilesine mensup, hırsızlık yapan bir kadının durumu Kureyş'i üzdü. "Onun
hakkında Resulullah ile kim konuşur" denildi. "Buna Rasûlullati'm çok sevdiği Usâme
b. Zeyd'den başka kim cesaret edebilir?" dediler. Usâme Rasqlullah (s. a) ile konuştu.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a);

"Ya Üsame! Allah'ın hadlerinden bir hadde şefaat mı ediyorsun?" buyurdu. Sonra
kalkıp halka hitaben şöyle dedi: "Şüphesiz sizden öncekiler, içlerinde itibarlı birisi
hırsızlık yaptığı zaman bırakıverdikleri, zayıf birisi hırsızlık yaptığında ise kendisine
had uyguladıkları için helak oldular. Allah'a yemin ederim ki eğer Muhammed'in kızı

1491

Fati-ma (bile) hırsızlık yapsa elini keserim."

4374... Ma'mer; Zühri'den, Zührî; Urve'den o da Hz. Aişe'den rivayet etmiştir.
Hz. Aişe (r.anha) şöyle dedi:

"Mahzum kabilesinden bir kadın iyreti eşya alır -ve onu inkâr ederdi. Rasûlullah
(s.a)'de o kadının elinin kesilmesini emretti."

Ravî, Leys'in (önceki) hadisinin benzerini anlattı, "Rasûlullah (s.a) kadının elini kesti"
1501

dedi.

Ebû Davûd der ki: Ibn Vehb bu hadisi, Yunus vasıtasıyla Zühri'den rivayet edip
Leyş'in dediği gibi söyle dedi:

"Rasûlullah (s.a) zamanında, Feth (Mekke fethi) gazvesinde hırsızlık yaptı...."
Leys, Ibn Şihab'dan aynı isnadla rivayet edip "Bir kadın iyreti aldı... " dedi. Mes'ud b.
el-Esved de Rasûlullah (s.a)'den bu haberin benzerini rivayet etti ve "Rasûlullah'in
evinden bir kadife çaldı..." dedi.

Ebu'z-Zübeyr, Cabir'den, bir kadının hırsızlık yapıp Rasûlullah (s.a)'in kızı Zeyneb'e

mıı

sığındığını rivayet etti.
Açıklama

Hadis-i şerifte, hırsızlık yapan bir kadının elinin kesilmemesi için yapılan müracaatta,
Rasûlullah'in öfkelendiği ve bunun eski ümmetlerin helak sebeplerinden biri olduğu
anlatılmaktadır. Hadiste anılan kadın, Mahzum kabilesinden Fatıma bint el-Esved b.



Abdi'l-Esed'tir. Ebû Seleme (r.a)'nin yeğenidir.

Yukarıdaki rivayetlerden birisinde kadının iyreti olarak bazı eşyalar alıp iade etmediği
ve bunları inkar ettiği bildirilmektedir. Bunları esas alarak bazı alimler kadının elinin
kesiliş sebebinin ariyetleri inkar edişi olduğunu söylerler. Ama çoğunluk bu görüşü
kabul etmez ve bundan maksadın kadını tarif etmek olup, el kesme sebebinin hırsızlık
olduğunu söylerler. Nitekim rivayetlerin çoğunda kadının hırsızlık ettiği, mal çaldığı
açıkça görülmektedir. 4395 numaralı hadiste bu konu tekrar gelecektir. Gerek Ebû
Davud'un gerekse diğer muhaddislerin rivayetlerini bir araya toparlarsak hadisenin şu
şekilde cereyan ettiği anlaşılmaktadır:

Mekke fethedildiği sene Mahzum kabilesinden Fatıma bin-t Esved adındaki kadın,
Rasûlullah'm evinden bir kadife kumaş çaldı. İşlediği suç, kolunun kesilmesi cezasını
gerektiriyordu. Ancak kadın itibarlı bir alieye mensuptu. Onun için, elinin kesilmesi
bazı sahabelere ağır geldi. Rasûlullah'tan kadının elinin kesilmemesini rica etmek
istiyorlar ama buna cesaret edemiyorlardı. Nihayet Üsâme b. Zeyd'in Rasûlullah
yanındaki mevkiine ve Rasûlullah'm ona olan sevgisine güvenerek, ricacı olarak Üsa-
me'yi gönderdiler. Hz. Üsâme, ashabın arzusunu efendimize anlatınca caiz olmadığını
söyledi ve cemaatın karşısına çıkıp bir hitabede bulundu. Rasûlullah hutbesinde daha
önce yaşayan milletlerin (beni İsrail'in) helakine, içlerinde itibarlı bir aileye mensub
olan birisi hırsızlık yaptığında salıvermeleri, ama zayıf birisi hırsızlık yaptığında haddi
uygulamalarının sebep olduğunu söyledi. Suçu işleyen kim olursa olsun hak ettiği
cezayı vermek konusundaki kararlılığını göstermek için de: Hırsızlık yapan, ailesinin
en değerli ferdi olan kızı Fatıma bile olsa elini keseceğini söylemiş ve kadının elini
kesmiştir.

Kadın daha sonra pişmanlık duymuş, durumunu düzeltmiş ve evlenmiştir. Hatta bazı
hacetleri için Hz. Aişe'nin yanma geldiği rivayet edilir. Hadis-i şeriften anlaşıldığına
göre hadlere tealluk eden bir cezanın affedilmesi ya da hafifletilmesi için yetkililer
nezdinde şefaatçi olmak caiz değildir. Bu hüküm hakim nezdinde dava başladıktan
sonrası içindir. Bu konuda tüm âlimler müttefiktir. Ama daha dava mahkemeye intikal
etmeden devlet yetkilisi tarafından duyulmadan önce suçu örtbas etmek, affı için
şefaatçi olmak ulemânın çoğunluğuna göre müstehabtır. Ama bu, kötülüğü adet
edinmeyen kişiler hakkındadır.

Haddi gerektirmeyen suçlarda ise, suçlunun affı için yetkililer nezdinde şefaatçi olmak
ve şefaati kabul etmek caizdir.

Yine hadisin delaletine göre hakimin haddi gerektiren bir suç işleyen kişiyi
bağışlaması veya fidye karşılığında salıvermesi caiz değildir.

Hadisin bazı rivayetlerinde Mahzum kabilesinden olan kadının ariyet alıp onları inkar
edişi belirtilmektedir. Bazı alimlerin bu rivayeti, esas alarak kadının elinin kesiliş
sebebinin ariyetleri inkâr etmesi olduğunu söylemiştik. Ahmet b. Hanbel ile İshâk bu
rivayetle istidlal ederek ariyet olarak bir mal alıp iade etmeyen ve ariyeti inkar eden
kişinin elinin kesileceğini söylemişlerdir. Cumhûr'a göre ise inkâr edilen ariyetten
dolayı el kesilmez. El kesme cezasını gerektiren çalmak konusunda tafsilat 1 1 . babda
£521

gelecektir.



1531

5. Haddi Hak Edenlerin Suçunu Gizlemek



4375... Aişe radıyallahü anha'dan; rivayet edildiğine göre Rasûlullah
(s. a) şöyle buyurmuştur:

1541

"İyi haslet sahiplerinin haddi gerektirenler dışındaki hatalarını bağışlayın"
Açıklama

Münzirî, isnaddaki Abdülmelik b. Zeyd'den dolayı nacuse zayıf demiştir. Siracüddin
el-Kazvînî de bu hadisi tenkid etmiş hatta mevzu olduğunu söylemiştir. Hafız İbn Ha-
cer ise Kazvînî'nin iddiasını reddetmiştir. İbn Hacer bu hadisin başka bir isnadla daha
rivayet edildiğini, gerçi o isnadda da zayıf bir ravinin bulunduğunu ama iki rivayetin
birbirlerini takviye ettiklerini söyler.

Hadis-i şeriften, hadlerin dışındaki suçların affedilmelerinin caiz olduğu
anlaşılmaktadır. Hattabî bu hadisin tazîri gerektiren suçlarda imamın ceza verip
vermemekte muhayyer olduğuna delil olduğunu söyler.

Hadisten anlaşılan ikinci bir hüküm de, tazîri gerektiren suçta cezanın suçu işleyenin
şahsiyetine göre değişebileceğidir. Çünkü İslâm hukukunda cezanın asıl hedefi, suçun
bir daha işlenmesini önlemektir. Şahsiyetli birisi hata ederek bir suç işlerse çok hafif
bir ceza onun aynı suçu bir daha işlemesine mani olur. Şahsiyetsiz, kaşarlanmış
birisinin aynı suçu bir daha işlemekten korkar hale gelmesi ise daha ağır bir cezayı
gerektirebilir. Bu hal hiç de adalete aykırı bir hal değildir. Bu gerçeğin farkına
varıldığı anlaşılan çağdaş hukuk sistemlerinde de sabıkanın olmayışı, sanığın iyi hali
cezayı hafifletici sebeplerden kabul edilmiştir.

Hadler Allah hakkı olarak meşru kılındığı için haddi gerektiren suçlarda haysiyet ve
itibar sahibi birisi ile haysiyetsiz, sabıkalı birisi arasında hiçbir fark yoktur. Bu türden

I55J

bir suçu işleyen birisi kim olursa olsun şarî-in koyduğu ceza noksansız uygulanır.

6. Yetkili Makama Ulaşmadan Önce Hadleri Bağışlanabilir

4376... Abdullah b. Amr b. el-As (ranhuma)'dan; Rasûlullah (s.a)'in
şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

"Hadleri aranızda bağışlayınız. Bana ulaşan hadd (in uygulanması) ise vacib olmuştur.
[561

Açıklama

Hadis-i şerif, daha hakime ulaşmadan önce haddi gerektiren suçlan bağışlamayı teşvik
etmektedir. Suçu bağışlamaktan maksat gizlemek, hâkime intikal ettirmemektir.
Hadisteki "affediniz" emri vücûb için değil, istihbab içindir. Yani suç işleyenin
durumunu gizlemek, hakime götürmemek vacip değil müstehaptır. Yukarıdaki hadiste
de işaret edildiği gibi, haddi gerektiren bir suç hâkime intikal etmiş ise artık haddi

1571

uygulamak vacib olur. Af sözkonusu olamaz.



7. (Haddi Gerektiren Suçları) İşleyenleri Setretmek



4377... Yezid b. Nuaym, babası (Nuaym)dan şöyle rivayet etti: Mâiz (r.a) Rasûlullah
(s.a)'a gelip dört defa (zina ettiğini) ikrar etti. bunun üzerine Rasûlullah (s. a)

[581

recmedilmesini emretti ve Hazzâl'e; "Eğer onu elbisenle gizleseydin senin için

£591

daha hayırlı olurdu" dedi.

4378... İbnü'l Miinkedir şöyle demiştir:

1601

"Hezzâl, Mâız'a; Rasûlullah'a gidip haber vermesini emretti.
Açıklama

Mâız, kıssası 4419 numaralı hadiste gelecektir.

Ama burada kıssanın özetini vermek istiyoruz: Maız b Malik, Hezzal'in vesayeti
altında yetim büyümüştü. Bir câriye ile zina etti. Kendisi Muhsandı. Yani sahih bir
evlilik yapmış ve hanımı ile ilişki kurmuşu. Hezzal, Mâız'a Rasûlullah'a gidip durumu
haber vermesini belki Rasûlullah'in buna bir çıkış yolu bulacağını kendisi için Al-
lah'dan af dileyeceğini söyledi. Mâız da Rasûlullah (s.a)'a gelip: "Ya Rasûlullah ben
zina ettim. Bana Allah'ın kitabını uygula" dedi. Rasûlullah ona itibar etmedi ama Mâız
dönüp bu sözlerini üç kez daha tekrarladı. Bunun üzerine efendimiz, recmedilmesini
emretti ve Mâız recmedildi. Hezzale de, mes'eleye muttali olup da Maız'ı kendisine
göndereceğine, onların üzerine elbisesini atıp gizlemesinin daha hayırlı olacağını
söyledi.

Hadis-i şerifin konu ile ilgili bölümü, Rasûlullah'in Hezzal'e söylediğidir. Efendimiz
bu sözü ile haddi gerektiren bir suç işleyen kişinin başkaları tarafından bilinmeyen

[611

suçunu hakime haber vermemenin daha iyi olacağına işaret etmiştir.

8. Haddi (Gerektiren Bir Suç) İşleyenin Gelip İkrar Etmesi

4379... Alkame b. Vail babasından, şöyle rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a) devrinde bir
kadın namaza gitmek üzere çıkmıştı. Karşısına bir adam çıkıp kadının elbisesini
başına örttü ve tecavüz etti. Kadın bağırdı ve adam da gitti. O anda yanından geçen
başka birisine ; Kadın:

"İşte şu adam bana şöyle şöyle yaptı" dedi. Muhacirlerden bir gruba uğrayıp yine, "Şu
adam bana şöyle şöyle yaptı" dedi. O grup gidip kadının kendisine tecavüz ettiğini
zannettiği adamı yakaladılar, kadına getirdiler. Kadın: "Evet bu, o" dedi. Bunun
üzerine adamı alıp Rasûlullah (s.a)'a götürdüler. Rasûlullah (s.a) adamın
(recmedilmesini) emredince, kadına tecavüz eden adam ayağa kalktı ve:
"Ya Rasûlullah, ona tecavüz eden benim" dedi. Rasûlullah kadına döndü ve;
"Git seni Allah bağışladı" buyurdu. (Getirilen) adama iyi sözler söyledi.
Ebû Dâvûd dedi ki; Yani (iyi sözler tik) tutuklanan adam içindi. Kadına tecavüz eden
adam için de:



"Onu recmediniz. Şüphesiz o öyle bir tevbe etti ki eğer tüm Medine halkı o tevbeyi

162]

etseydi hepsinden kabul olunurdu. buyurdu.

[63J

Ebû Davûd: "Sw hadisi Esbal b. Nasr da Sımak' dan rivayet etti." dedi.
Açıklama

Hadisin ihtiva ettiği hükme geçmeden önce metin deki bazı noktalara temas etmek
istiyoruz:

"Kadının elbisesini başına örttü" diye terceme ettiğimiz, "tetecellele-hâ" kelimesi,
Suyûtî tarafından "onunla cinsî temas kurdu" şeklinde izah edilmiştir. Bizim
tercememiz Aliyyü'l-Kari'nin izahına uygundur.

"Ona tecavüz etti" diye terceme ettiğimiz" "tekadâ hâcetehû minhâ" cümlesinin zahir
manası "ihtiyacını giderdi" demektir. Burada "cinsi temasta bulundu" manasına kinaye
olarak kullanılmıştır.

Hadis metninde Peygamber efendimiz kadına; "Allah seni bağışladı" buyurmuştur.
Bunun iki manaya gelme ihtimali vardır:

1- Sen suçsuz birisine iftira ettin. Bilmeden onun sana tecavüz ettiğini iddia edip
lekeledin. Ama bunu bilmeden yaptığın için Allah seni affetti.

2- Seninle kurulan cinsel ilişkiden dolayı Allah seni affetti. Çünkü sen kendini
isteyerek teslim etmedin. Zorla tecavüz edildin.

Sarihler daha çok ikinci mana üzerinde durmaktadırlar. Efendimiz, kadının iddia ettiği
adamın suçsuz olduğu meydana çıkınca onu teselli edici gönül alıcı güzel sözler
söylemiş, kadının yaptığı hatayı tamir cihetine gitmiştir. Sonra da kadına tecavüz
ettiğini ikrar eden gerçek mütecavizin recmedilmesini istemiştir. Burada karşımıza iki
mesele çıkmaktadır:

a) Gerçek mütecaviz çıkmadan önce, efendimiz maznunun recmedilmesini emretmişti.
Adamın ikrarı olmadan ve kadın şahit göstermeden efendimiz bu suçu nasıl sabit
gördü de ceza vermek istedi?

b) Gerçek, mütecaviz, kadına tecavüz ettiğini bir defa ikrar etmiş görünüyor. Bir defa
ikrar ile suç sabit olur mu? Bu konuda ulemanın görüşü ne?

Şimdi bu sorulara sırasıyla cevap bulmaya çalışalım:

a) Gerçekten metni zahirine göre anlarsak ortaya bir müşkil çıkmaktadır. İslam
hukuku prensiplerine göre metindeki vakıaya uygun düşen adamın recmedilmesi değil,
kadına kazf haddinin uygulanmasıdır. Çünkü kadın, adamı lekeleyici bir iddiada
bulunmuş ve bu iddiasını isbat edememiştir.

Avnü'l-Ma'bud müellifinin, Kari ve Fethu'l - Vedud'den naklettiğine göre maksat,
Rasûlullah'in recmi emretmek üzere oluşudur. Çünkü huzuruna bir dava gelmiştir,
meseleyi tetkik etmektedir. Mümkündür ki gidişat, hakkında iddiada bulunulan zatın
aleyhine bir seyr takib etmektedir.

b) Üzerinde durduğumuz hadiste mütecavizin ikrarını tekrarladığına dair bir kayıt
mevcut değildir. Hz. Peygamber'in ikrarı tekrarlatmadan recmettirdiğini bildiren başka
rivayetler de vardır. Mesela, Asîf hadisi diye bilinen bir rivayette Üneys (r.a)'e "Ya
Üneys, o kadına git, itiraf ederse recmet" buyurmuştur. 37 yine Müslim, Tirmizi, Ebu
Davud, ne-sai ve İbn Mace'nin Ubâde b. es-Samit'ten rivayet ettikleri bir hadiste be-
lirtildiğine göre efendimiz Cüheyne'den bir kadını, ikrarı tekrarlatmadan recmetmiştir.



[641



Yine Büreyde (r.anha)'dan rivayet edilen bir haberde bildirildiğine göre, efendimiz bir
kadını dört defa ikrar etmeden recmetmiştir.

Bütün bu hadislere dayanarak, İmam Malik, İmam Şafiî, Hammad ve Ebû Sevr, zina
suçunun sübûtu için bir defa yapılan ikrarın kafi olduğunu söylemişlerdir. Bu görüş,
sahabelerden Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'den, Tabiundan da Hasenu'l-Basri (Allah
hepsinden razı olsun)den rivayet edilmiştir. Bu grupta olanlar Hz. Peygamber (s.a)'in
dört defa ikrar ettirdiğini bildiren hadislerin muzdarib olduklarını söylemişlerdir.
Hanefî ve Hanbelî mezheplerine göre, zina suçunun sübutu için dört şahit yok ise,
suçu işleyen kişinin dört defa ikrarda bulunması gerekir. Her ikrar ayrı ayrı
meclislerde olmalı ve hakim ilk üç seferinde bu ikrarı reddetmelidir. Bu gruptaki
ulemanın delilleri, Maiz'in ikrarı konusundaki çeşitli rivayetlerdir. Bu rivayetlerden bir
kısmında, Mâiz'in dört kez ikrarda bulunduğu belirtilirken, bir kısmında Mâiz'in
dördüncü ikrarı olmasaydı recmedilmeyeceğine işaret edilmekte, bazılarında da
Rasûlullah'm birinci, ikinci ve üçüncü ikrarlarında Mâiz'i kovduğu bildirilmektedir.
Mesela bir rivayette Büreyde, "Biz Rasûlullah'm ashabı, aramızda Mâiz'i konuşur ve
eğer üçüncü itirafından sonra evinde otursaydı Rasûlullah onu recmetmezdi. Onu

[651

ancak dördüncü ikrarından sonra recmetti" derdik, demektedir.

îbn Ebi Leyla, İshak b. Rahûye ve Hasen b. Salih de bu görüştedirler.

Bu görüş sahipleri öncekilerin delillerini şu şekilde cevaplamaktadırlar: "O hadisler

mutlaktırlar. Bizim dayandığımız; ikrarın dört defa olduğunu bildiren hadisler onları

kayıtlamıştır. Karşı görüşte olanlar ise takyidin söz ile olacağını, bu mes'elelerde ise

fiil olduğunu söyleyerek itiraz etmişlerdir.

Hanefî ulemasından Mergmanî, zina suçunun şehadetle sübutunda bir farklılık
bulunduğuna, diğer suçlar iki şahitle sabit olduğu halde zinanın sübûtu için dört şahit
gerektiğine dikkat çekerek, bunun ikrarının da dört defa tekrarlanması gerektiğine

[661

mantıki bir delil olduğunu söyler.
9. Hadde Telkin

4380... Ebu Ümeyye el-Mahzûmi (r.a) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a)'a (çaldığını)
kesin bir dille itiraf eden bir hırsız getirildi (ama) yanında mal bulunmuyordu.
Efendimiz:

"Senin (birşey) çaldığını zannetmiyorum" buyurdu. Adam: "Evet çaldım" dedi ve bu
[671

sözü iki veya üç , defa tekrarladı. Bunun üzerine Rasûlullah (s. a) emretti, adam(m
eli) kesildi ve Rasûlullah'a (tekrar) getirildi. Rasûlullah: "Allah'tan bağış dile ve ona
tevbe et" buyurdu.
Adam:

Estağfırullâhe ve etûbû ileyh: Allah'tan bağış diler ve ona tevbe ederim" dedi.
Rasûlullah (s. a) üç kerre:

[68]

"Allah'ım, onun tevbesini kabul et" dedi.
Ebû Davûd der ki:



"Bu hadisi Amr b. Asım, Hemmam'dan, o İshak b. Abdullah'dan rivayet eni. ishak:

[691

Ensar'dan birisi olan Ebû Ümeyye Rasûlullah' dan (rivayet etti), dedi"
Açıklama

Hadis-i şerifin konu ile ilgisi, haddi gerektiren bir suç jşiecjiğjni ikrar eden kişiye,
ikrarından dönmesi için telkinde bulunmanın meşruiyetine işaret etmesidir.
Efendimizin kendisine gelip de bir şey çaldığım söyleyen birisine: "Senin bir şey çal-
dığını zannetmiyorum" buyurması buna delildir. Hattabî, Rasûlullah'm böyle demesine
sebebin itirafta bulunmanın gaflette olduğunu zannetmesi veya onun hırsızlığın
manasım bilmeden hırsızlık itirafında bulunmuş olması ihtimali ya da buna benzer
birşey olduğunu söyler. Çünkü itiraf edilen suç haddi gerektiren bir suçtur. Hadler
şüphelerle düşer. Öyleyse suçun şüpheye meydan bırakmayacak şekilde sabit olması
icab eder. Ama suçun varlığı kesin bir şekilde açığa çıkarsa artık ceza uygulanır.
Hırsıza ikrarından dönmesi için telkinde bulunmanın meşruiyeti, Hz. Ömer, Ebu
Hureyre, Ebu Derda gibi sahabelerden rivayet edilmiştir. İs-hak ve Ahmed b. Hanbel,
telkinde bulunmakta beis görmezlerdi.

Şevkânî bu hadisin haddi düşürmeye sebeb olacak bir şeyi telkin etmenin müstehap
oluşuna delil olduğunu söyler.

Hadiste görüldüğü üzere, Rasûlullah efendimiz hem hırsızlık itirafında bulunan şahsın
elini kesmiş, hem de Allah'a tevbe edip bağış dilemesini tavsiye etmiştir. Burada şöyle
bir soru akla gelebilir: "Had cezaları işlenen suça keffarettir, dolayısıyla suçluya had
uygulandığı takdirde kendisinden işlediği suçun uhrevî mesuliyeti de düşer. O halde
efendimiz cezayı uyguladığı bir adama niçin tevbe telkininde bulunmuştur?"
Bu muhtemel soruya Sindî şöyle cevap vermiştir: "Rasûlullah, tevbe ve istiğfarı
hırsızın diğer günahları için emretmiştir. Bir daha böyle bir suç işlememesi için tevbe
telkin edilmiş de olabilir."

Hadiste hükme esas olacak başka bir yön de hırsızlık ikrarında bulunan birisine haddin
uygulanabilmesi için ikrarın tekrarlatılması meselesidir. Metinde hırsızlık yapan
şahsın itirafını iki veya üç defa tekrarladığı görülmektedir. Acaba bu, hükmün gereği
midir? Yoksa şart olmamakla birlikte vuku bulan bir uygulama mıdır? Bu konuda
ulema ihtilaf etmiştir. Ibn Ebî Leyla, İbn Şübrume, Ahmed b. Hanbel ve İshak b.
Rahûye'ye göre hırsızlık ikrarında bulunana had uygulanabilmesi için ikrarın en
azından iki defa tekrarlanması gerekir. Bu görüş Ebû Yusuf tan da rivayet edilmiştir.
Delilleri, üzerinde durduğumuz bu hadistir.

İmam Mâlik, İmam Şafiî ve Hanefî mücdehidlerine göre hırsızlık suçunun sübutu için
bir tek ikrar kafidir. Bu hadisin ikrarın tekrarlanmasının şart oluşuna delil olmadığını,
hadisin ikrarda bulunana haddi düşürücü telkinde bulunmanın ve suçun isbatmda
ihtiyatlı davranmanın mendupluğuna delil olduğunu söylerler. Hz. Peygamber (s.a)'in:
Senin bir şey çaldığını zannetmiyorum" buyurmasının da iddialarına delil olduğunu
söylerler. Ayrıca kalkanın ve Safvan'ın ridâsmm çalınması olaylarında, ikrarın tekrarı
söz konusu edilmeden efendimizin, hırsızın elini kestiği rivayet edilmiştir. Bu da, son

[M

gruptaki ulemânın görüşüne delildir.



Bazı Hükümler



1- Haddi gerektiren bir suç itirafında bulunan kişiye haddi düşürmeye yönelik telkinde
bulunmak müstehaptır.

2- Bir suç işleyen kişiye tevbe ve istiğfar etmesini tavsiye edip, duasının kabulü için
dua etmek müstehaptır.

121]

3- Haddi gerektiren bir suçun işlendiği ikrarla sabit olunca had uygulanır.

10 Ne Olduğunu Söylemeden Bir Haddi (Gerektiren Bir Suçu) İtiraf Edenin
Durumu

4381... Ebû Ümâme (r.a) haber verdi ki: Bir adam Rasûlullah'a gelip:

Ya Rasûlullah ben haddi gerektiren bir suç işledim. Bana haddi uygula, dedi.

Rasûlullah: "-Geleceğin zaman abdest aldın mı?" dedi.

Evet,

"Biz namaz kıldığımızda, bizimle birlikte namaz kıldın mı?"
Evet

[72]

"Haydi git, Allah seni affetti."
Açıklama

Bu manadaki hadisi, Buhari, ve Müslim, Abdullah b. Mes'ud'dan rivayet etmişlerdir.
Haddi gerektiren bir suç işlediğini ikrar eden birisine efendimizin, işlediği suçun ne
olduğunu sormadan abdest ve namazını sorup, "Allah seni affetmiştir" buyurması, iki
türlü değerlendirilmiştir.

1- Rasûlullah'm vahy yoluyla Allah'ın o zatı bağışladığını öğrenmiş olması
muhtemeldir. Aksi halde Rasûlullah ona işlediği suçun ne olduğunu sorar ve haddi
uygulardı. Bu görüşü Hattabî, Askalânî'den nakletmiş-tir.

2- Nevevî ve bir grup alimin dediğine göre; adamın işlediği günah küçük
günahlardandı. Hz. Peygamberin namaz ve abdest sorarak günahının Allah tarafından
bağışlandığını söylemesi buna delildir. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir.

3- Hadiste zikredilen had; istılahî manası olan had değil günahtır. Yani buradaki had,
küçük günah manasınadır. Çünkü ulema hadlerin teybe ile düşmeyeceği konusunda
müttefiktirler. Namaz da küçük günahlar için keffarettir.

4- Efendimiz, haddi düşürmek için özellikle suçun ne olduğunu sormamış, adam
açıklamayınca da salıvermiştir. Nitekim Rasûlullah (s. a) zina ikrarında bulunan
birisine: "Her halde sen Öptün, her halde sen dokundun" diyerek haddi düşürmeye
çalışmıştır.

Hadisteki suç ikrarında bulunan zat; Ebu'l-Yusr Ka'b b. Amr el - Ensarî es-Sülemî'dir.



11. (Sorgulamada Zanlıyı) Döverek İşkence Etmek (Caiz Midir?)



I74J

4382... Ezher b. Abdullah el-Harâzî şöyle haber verdi:



175]

Kelâ kabilesinden bir grubun mallan çalındı. Dokumacılardan bazı insanları itham
edip onları Rasûlullah'm sahabesinden olan Nu'man b. Beşire getirdiler. Nu'man onları
bir kaç gün hapsetti, sonra salıverdi. Kelâ'lılar Nu'man'a gelip:
"Onları dövmeden ve işkence etmeden salıverdin?" dediler.
Nu'man:

Nasıl isterseniz. İsterseniz onları döveyim. Şayet mallarınız (onlardan) çıkarsa mesele
yok, ama çıkmazsa onların sırtına vurduğum kadar size de vururum" dedi.
Kelâ'lılar:

Bu senin hükmün mü? dediler. Nu'man:

1261

Bu, Allah'ın ve Rasûlullah (s.a)'in hükmüdür, dedi. Ebû Davûd der ki:
"Nu'man bu sözü ile Kela'lılan korkut (mak istemiş) ti. Yani dayak ancak itiraftan
1771

sonra icâbeder."
Açıklama

Metinden anladığımıza göre; Kelâ kabilesine mensup bazı insanların malları çalınmış,
onlar da dokumacılık yapan bir grup insanı itham ederek, alıp vali olan Nu'man b. Be-
şir (r.a)'e getirmişler. Nu'man b. Beşir acaba ikrar ederler mi diyerek, zanlıları birkaç
gün hapsetmiş, onlar ikrar etmeyince de serbest bırakmış, Kelâlılar bunu
yadırgamışlar, Nu'man'dan zanlıları döverek ikrar ettirmesini istemişler. Ama Nu'man
buna razı olmamış, zanlıları döver ve çalman mallan bulamazsa kisasen kendilerini de
döveceğini söylemiş, yaptığı işin Allah'ın ve Rasûlünün hükmü olduğunu ilave
etmiştir.

Hadis-i şerif suçu ikrar etmesi için zanlıyı hapsetmenin caiz olduğuna, dövmek ve
işkence etmenin ise caiz olmadığına delalet etmektedir. Bezlü'l-Mechud'da
Muhammed Yahya'nın, "Bu, Allah'ın hükmüdür. Ama zamammızdaki bazı alimler
suçu ikrar için dövmeyi ve başka türlü bir tehdidi tecviz etmişlerdir" dediğini söyler.
Trablusî, Muînu'I-Hukkâm adındaki eserinde, haps'in meşru olduğu yerleri sayarken,
onuncu olarak kendisine hırsızlık veya bir kötülük nisbet edilenin, hapsedilmesini de
£781

sayar.

ed-Dürru'I-Muhtar'da, hırsızlık töhmeti altında olan bir kimsenin suçunu ikrar ettirmek
için kemiği meydana çıkaracak derecede olmamak şartıyla dövmenin caiz olduğunu
söyleyen Hanefi alimlerden nakiller yapılmaktadır. Hasen b. Ziyad, İbnu'l-Iz el-
Hânefî, Zeylai, İbn Kemal, Tecnis ve Kmye müellifleri bunlardandır. Bu alimlerin

1791

delilleri naklî ve aklî olmak üzere iki gruptur."

Nakli delil şudur: Bazı muahidler, Rasûlullah'm kendileri ile muahede yaptığı malı
gizlemişler, Rasûlullah "İbn Ehtab mahallesinin hazine si nerede?" diye sorunca "Ya
Muhammed onu sadaka ve savaşlar tüketti" demişler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a)
Zübeyr b. Avvam'a " bunlara ne istersen yap" buyurmuş, Zübeyr (r.a) onlara biraz
işkence yapınca sakladıkları malın yerini göstermişlerdir.

Bu hadise, suçu meydana çıkarmak için zanlıyı dövmenin cevazına delâlet etmektedir.
Aklî delilleri: Devirlerinde, fesadın artmış olması ve hırsızlığı gören şahit bulmanın



güçlüğüdür. İbn Kemal: "Zamanımızda fesat çoğaldığı için, dövmenin caiz olduğu
görüşünü almak gerekir" demektedir. Ayrıca hırsızlıklar genelde gece
gerçekleştirildiği için hırsızlığa şahit olacak şahit bulmak pek mümkün olmaz. Bu
durum bir çok hak sahibinin hakkının zayâma sebep olur. Fesad arttığı için işlediği
suçu ikrar edecek kişi de pek çıkmaz. Onun için özellikle hırsızlık yapma ihtimali
fazla olan zanlıyı tehdid ederek ya da aşırıya gitmemek kaydıyla döverek suçu isbata
çalışmak meşrudur. Ama döverken dişi veya eli kırılırsa, Kmye'de bildirildiğine göre,
diyeti şikayetçi şahısça ödenir.

Burada şuna işaret etmek gerekir; tehdid veya dövme konusunda tüm itham edilenler
aynı hükümde değildir. İbn Abidin'in nakline göre İbnü'l-Iz el-Hanefi, et-Tenbih alâ
Müşkilati'l -Hidaye adındaki eserinde bu konu ile ilgili olarak şöyle demektedir:
"Hırsızlık ve benzeri bir suçla itham edilen kişi konusunda ulemanın cumhuru şu
görüştedir: Eğer itham edilen şahıs iyi hali ile tanınan birisi ise onu cezalandırmak
caiz değildir. Ama kendisine yemin ettirilip ettiril-meyeceği konusunda iki görüş
vardır. Kimi alimler onu itham eden kişinin ta'zir edileceğini söylerler. Ama itham
edilen kişinin hali bilinmiyorsa, gerçek anlaşılmcaya kadar hapsedilir. Hapis müddeti
bazılarına göre bir ay, bazılarına göre veliyyü'lemrin uygun göreceği bir müddettir.
Ama itham edilen şahıs fücuru ile tanınan birisi ise bir grup alim onu, vali veya
hakimin; bir kısım alim ise sadece valinin dövebileceğim söylerler Bazı alimlere göre
ise hiç kimse dövmez."

Fakih Ebu Bekr el-A'meş de itham edilen kişi hırsızlığı inkâr ederse, reisin zannı
galibi ile amel ederek, ikrar ettirmeye çalışabileceğini söyler. Mesela, sanığı fasıklarla,
hırsızlarla birlikte görür, onun çalmış olmasına zann-ı galib hasıl olursa, suçu itiraf
ettirmek için dövebilir.

Bu nakiller gösteriyor ki; Hanefî mezhebinin müteahhirûn ulemasına göre, hırsızlık
yapma ihtimali bulunan, fışkı ile tanınan kişileri, suçunu itiraf ettirmek için dövmek ya
da başka bir yolla tehdid etmek caizdir. Üzerinde durduğumuz hadise o günün

İM

şartlarına göre verilmiş bir hükümdür.

12. Hırsızın Elinin Kesildiği Mal (Mikdarı)

4383... Aişe (r.anha) şöyle demiştir:



Rasûlullah (s. a) çeyrek dinar ve daha çoğunda (hırsızın elini) keserdi

4384... Aişe (r.anha)'dan, rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s. a) şöyle buyurmuştur:

[82]

"Hırsızın eli çeyrek dinar ve daha fazlasında kesilir."

[83]

Ahmed b. Salih: "Kesmek, çeyrek dinar ve daha fazlasmdadır" dedi.

4385... İbn Ömer (r.a)'dan rivayet edildiğine göre: Rasûlullah (s.a) fiatı üç dirhem

£841

(gümüş) olan bir kaîkan(ı çalan hırsızın elini) kesti.



4386... Abdullah b. Ömer (r.a) demiştir ki: "Rasûlullah (s.a); kadınlar sofasından fiatı



£851

üç dirhem gümüş olan bir kalkan çalan adamın elini kesti."
4387... îbn Abbas (r.a) demiştir ki:

"Rasûlullah (s. a) kıymeti bir dinar (alim) veya on dirhem (gümüş) olan bir kalkan
(çalan) adamı (n elini) kesti"
Ebû Davûd der ki:

Bu hadisi Muhammed h. Seleme ve Sa'dânb. Yahyajbnilshak'tan aynı isnadla rivayet
[861

etmiştir.
Açıklama

Bu bab, hırsızlık haddinin nisabı yani bir hırsızın kolunun kesilebilmesi için çaldığı
malın olması gereken asgari değeri ile ilgilidir. Babda geçen hadislerde Hz.
Peygamber (s.a)'in; çeyrek dinar altın, fiatı üç dirhem gümüş olan kalkan ve kıymeti
on dirhem gümüş veya bir dinar altm olan kalkan çalan hırsızın elini kestiği
görülmektedir. Bu babta, Müslim ve İbn Mace'nin rivayet ettikleri bir hadiste
Rasûlullah (s. a) efendimiz: "Allah hırsıza lanet etsin, bir yumurta (veya miğfer) çalar

[871

da eli kesilir, bir ip çalar da eli kesilir." buyurmuştur.

Bu hadisteki yumurta ve ipten muradın ne olduğu konusuna ilende işaret edilecektir.
Hırsıza verilecek ceza hususunda, Mâide süresindeki âyet mutlaktır. Hırsızlık yapan
erkek ve kadının elinin kesilmesi emredilmiş ama çaldığı malın mikdarı konusuna
değinilmemiştir. Gerek bu ayetin mutlak oluşu, gerekse hadislerdeki farklı rivayetler
el kesme nisabında ulemanın ihtilafına sebep olmuştur. Bu ihtilafları önce "nisap
yoktur" diyenler ve "nisap vardır" diyenler şeklinde ayırdıktan sonra da nisap vardır
diyenlerin kendi aralarında ihtilaf ettikleri mikdarları ele alalım:

1) Zahiriler ve Haricilere göre; el kesmek için çalman malda nisap aranmaz. Yani
çalman mal az veya çok olsun hırsızın eli kesilir. Bu görüş Hasenü'l-Basri'den de
rivayet edilmiştir. Delilleri: "Allah'tan ibret verici bir ceza olarak, işledikleri fiilden

[88]

dolayı erkek ve kadın hırsızın ellerini kesiniz. Allah aziz ve hakimdir." ayet-i
kerimesinin mutlak oluşudur. Bu ayette cenab-ı Hak, hırsızın elinin kesileceğini beyan
etmiş ama mikdar belirmemiştir. Bu, çalman malın az veya çokluğuna bakılmadan
hırsızın elinin kesilmesi gerektiğine delalet eder." derler.

Ayrıca yukarıda Müslim ve İbn Mâce'den naklettiğimiz yumurta ve ip çalmanın, el
kesmeyi gerektireceğine işaret eden hadis de bu görüş sahipleri için delildir. Yumurta
ve ip değersiz şeyler olduğu halde, bunları çalanın elinin kesilmesi gereğine el
kesmede nisabın olmayışına delil sayarlar.

2) Cumhur ulemâya göre; bir malı çalan hırsıza el kesme cezası verilmesi için çalman
malın asgari bir değere sahip olması gerekir. Bu görüş sahiplerinin delilleri, bu babm
hadisleridir. Bu görüşte olanlar karşı görüş sahiplerinin delillerini şöyle
cevaplandırırlar:

İşaret edilen ayet-i kerime mutlaktır. Hadisler bu ayet-i kerimeyi kayıtlamakta ve el
kesme cezası verilebilmesi için çalman malın asgari bir değere varmış olmasını
gerektirmektedir. O halde kayıtlayan bu hadislerin hükmüne uymak gerekir.



Cumhurun, önceki görüş sahiplerinin sarıldıkları yumurta ve ip çalmadan bahseden
hadisle ilgili istidlallerine cevapları da şu şekildedir:

a) Hadiste sözkonusu edilen "beyda" kelimesi yumurta değil, miğfer manasınadır.
Çünkü bu kelime her iki anlama gelebilir. İp de lalettayin bir ip değil, değeri büyük
olan gemi halatıdır.

Nevevi, bu tevili beğenmemiş "hadiste kıymetsiz mallara tenezzül edip de elini
kestiren hırsıza lanet edilmiştir. Halbuki miğfer ve gemi halatının kıymeti hayli
yüksektir. Bu şekildeki bir izah hadisin vürûdundaki ruha uygun düşmez." demiştir.

b) Bu hadisten maksat, hırsızın durumunu tahkirdir. Hırsız yumurta ve ip çalarak
hırsızlığa başlayınca bunu kendisine adet edinir ve elinin kesilmesini gerektirecek
şeyleri çalar hale gelir. Bu izaha göre; hadisteki "beyda" kelimesinden maksat
yumurta, ipten murat da alelade bir iptir.

c) Hadisten maksat hırsızlıktan sakındırıp akta mübalağadır. Bu '"Bağırtlak kuşunun
yuvası gibi de olsa bir yuva yapan kimse..." hadisine benzer. Bağırtlak kuşunun
yuvasının mescid olması mümkün olmadığı halde efendimiz mescid yapanların
faziletine işaret için onu misal göstermiştir. Bu hadiste de hırsızlığın kötülüğüne işaret
için, yumurta ve ip çalmak el kesmeyi gerektirmediği halde gerektirirmiş gibi bir ifade
kullanmıştır.

d) Bu hadis, yukarıda işaret edilen ayet (Maide 38) indiği zaman varid olmuş, daha
sonra fahr-i kainat efendimiz çalman malın kıymetini tayin etmiştir.

Alimlerce, hadisin izahında daha başka şeyler de söylenmiştir. Bizim kayda değer
bulduklarımız bunlardır.

Hırsıza el kesme cezasının uygulanması için çalman malın asgari bir kıymete baliğ
olmasını şart koşan cumhur, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi bu mikdarm tayininde
ihtilaf etmişlerdir. Şimdi de bu konudaki görüşlere temas etmek istiyoruz:

1- Hz. Aişe, Ömer b. Abdilaziz, Evzaî, Leys, Ebû Sevr, îshâk ve İmam Şafiî'ye göre,
hırsızlıktan dolayı el kesme nisabı çeyrek dinar altın veya onun kıymetidir. Çeyrek
dinarın kıymeti ister üç dirhem gümüşe denk olsun işer az veya çok farketmez. Bir
kimse çeyrek dinar altın veya onun kıymetinde bir mal çalar ve diğer şartlar tahakkuk
ederse eli kesilir.

Bu görüşün delilleri Hz. Aişe fr.anhâ) rivayet edilen (4383 ve 4384 no'daki)
hadislerdir. Hz. Peygamber (s. a) bu hadislerde el kesme nisabının çeyrek dinar altın
olduğunu lafız olarak ve açıkça beyan etmiştir. Peygamber (s.a)in, bir hırsızın elini üç
dirhem gümüş kıymetindeki bir kalkan çaldığı için kestiğini bildiren hadisleri, üç
dirhem gümüşün çeyrek dinar altına denk olduğuna hamlederek açıklamışlardır. Hz.
Peygamberin on dirhem gümüş kıymetindeki bir kalkanı çalan hırsızın elini kestiğini
bildiren hadisin (hadis no: 4387) ise zayıf olduğunu söylerler. Hadisin sıhhati halinde
de bu haberin el kesme nisabını tayin için değil, o olaydaki kalkanın kıymetinin on
dirhem gümüş veya bir dinar altın olduğuna hamlederler. Bu izahlar Şafii alimlerinin
büyüklerinden İmam Nevevi'ye aittir.

2- İmam Malik ve Ahmed b. Hanbel'e göre; hırsızlıktaki el kesme nisabı, çeyrek dinar
altın veya üç dirhem gümüş ya da üç dirhem gümüş kıymetine denk olan mal'dır.
Çalman mal altmsa çeyrek dinar, gümüş ise üç dirhem, başka bir şey ise üç dirhem

£891

gümüş kıymeti kadarı el kesmek için yeterlidir. Ahmed b. Hanbel'in bir görüşüne

İM

göre bu ikisinden, daha ucuz olanı ile değerlendirilir.



Bazı Bağdatlı alimler İmam Malik'ten, çalman malm altm veya gümüş dışında bir mal
olması halinde, o memleketin örfü esas alınarak altından ya da gümüşten
değerlendirileceği görüşünü nakletmişlerdir. Ama önceki
görüş daha sahihtir.

Bu görüş sahiplerinin delilleri Rasulullah'm üç dirhem gümüş değerindeki kalkanı
çalan hırsızın elini kestiğini bildiren haberlerdir. 12 dirhem gümüş bir dinar altın
kıymetindedir. O halde üç dirhem gümüşün altm karşılığı da çeyrek dinardır.

3- İmam Azam Ebu hanife ve arkadaşlarına göre el kesmek için hırsızlıkta nisab, on
dirhem gümüş veya onun kıymetidir. Çalman mal altm bile olsa gümüşle

£911

değerlendirilir. Muteber olan külçe halindeki değil, dar-bedilmiş olan gümüştür.
Hanelilerin delili, bu babın son hadisiyle birlikte Beyhaki ve Taha-vi'nin İbn Abbas
radıyallahü anhuma'dan rivayet ettikleri hadis ile Rasû-lullah (s. a) devrinde kalkanın
kıymetinin on dirhem olduğunu bildiren haber, Tahavî'nin Şerhu Meâni'l-Asar'da
rivayet ettiği: "Ancak bir dinar (altm) veya on dirhem (gümüş) de el kesilir"

I92J ;

mealindeki hadis ve Ta-beranî'nin Mu'cemu'I-Evsât'mda İbn Mes'ud vasıtasıyla

[931

Rasûlullah'dan rivayet ettiği: "Ancak on dirhemde (el) kesilir" hadisi ve benzeri
hadislerdir.

Ayrıca Hanefıler "Şüphelerle hadleri düşürün" hadisini de delilleri arasında sayarlar.
Çünkü el kesmek için, çalman malm kıymeti konusunda rivayet edilen haberler
muhteliftirler. Mümkün mertebe haddi düşürebilmek için bu mikdarîardan en
üstününü almak ihtiyata daha muvafıktır. O da on dirhemdir.

Hanefi alimlerinden Tahavî, Şafıilerin dayandıkları Hz, Aişe hadislerinin kiminin
mevkuf, kiminin de muttasıl olduklarını söyleyerek Şafıiîere itiraz etmektedir.

4- İki dirhem gümüşden dolayı hırsızın eli kesilir. İbnu'l-Münzir bu görüşü Hasentri-
Basri'den nakletmiştir.

5- Dört dirhem gümüştür. İbnü'l-münzir bunu Ebu Hureyre ve Ebu Sâ-id'den. Kadı
lyaz da bazı sahabelerden nakletmiştir.

6- Bu miktar üçte bir dinardır. Bu görüş Muhammed Bâkır'dan nakledilmiştir.

7- Bu miktar beş dirhem gümüştür. Bu görüş; Nasır, Nehai, İbn Şübrü-me, İbn Ebi
Leyla ve HaseniTl-Basri'den, rivayet edilmiştir. Hz. Ömer (r.a)'den rivayet edilen:
"Beş (parmak) ancak beş dirhemden dolayı kesilir" haberine dayanırlar.

8- Bu miktar bir dinar veya onun kıymetidir. İbnü'l-Münzir bu görüşü Nehaî'den
nakletmiştir.

9- Altm olarak, çeyrek dinardır. Altm dışındaki maddelerin azı ve çoğu eşittir. Nisap
sözkonusu değildir. İbn Hazm bu görüştedir. Aynısı İbn Abdilberr'den de rivayet
edilmiştir.

10- Bir dirhem ve daha fazlasıdır. Bu görüş de Osmanü'l-Bettî ve Ra-bia'dan rivayet
edilmiştir.

Buraya aktarmış olduğumuz görüşler; nisabı gerekli görmeyenlerin görüşü ile birlikte

[941

onbir etmektedir. Biz bu görüşleri Şevkânî'nin Ney-lu'l-Evtâr'mdan naklettik.
Askalanî bu görüşlerin sayısını yirmiye çıkarmaktadır.

1951

Nisap, hırsızın elinin kesilmesi için gerekli olan şartlardan birisidir.



Hırsızın Elinin Kesilmesi İçin Aranan Diğer Şartlar:

Yeri gelmişken diğer şartlara da kısaca temas etmek istiyoruz. Buraya nakledeceğimiz
şartların Hanefilere ait olduğunu da hatırlatalım:

a) Çalman mal, en azından on dirhem gümüş kıymetinde olmalıdır.

b) Çalman mal, ot, odun kamış gibi değersiz mallardan olmamalı, itibar edilen
mallardan olmalıdır.

c) Mal, süt yoğurt gibi çabucak bozulan mallardan olmamalıdır.

d) Çalman mal hırzdan (koruma altından) çalınmış olmalıdır. Her malın koruma
biçimi kendine hastır. Hayvan için hirz ahır, altın için cep, kese, kasa vs. dir.

e) Malı çalan, âkıl-baliğ, gören ve konuşan birisi olmalıdır.

f) Çalan, çalman malın sahibi ile ortak olmamalıdır.

g) Çalanla, malı çalman arasında ana babalık, kardeşlik ve birisi kadın farzedilse
kendisiyle evlenemeyeceği derecede bir akrabalık olmamalıdır.

h) Çalan ile malı çalman arasında karı kocalık bulunmamalıdır.

ı) Çalman mal, mütekavvim yani dinen kıymeti olan bir mal olmalıdır. Mesela şarap
çalan birisinin kolu kesilmez.

i- Çalman mal, mülk olmalıdır. Madenindeki altın, gümüş gibi cevherleri çalanın eli
kesilmez.

j- Çalman malda, hırsızın hakkı ve mülkiyet şüphesi bulunmamalıdır.

k- Çalman mal, her yönden tecüvüzden korunmuş olup hırsızın alma salahiyetinin

bulunmaması gerekir. Mesela darulharbte bir harbî'nin malını çalmak el kesmeyi

gerektirmez.

1- Hırsızlık dar-ı adide gerçekleşmelidir,
m- Hırsızlık kıtlık senesinde olmamalıdır.

Yukarıdaki şartlan haiz bir çalma olayında hırsızın sağ eli bilekten kesilir ve kanının
durması için gereken muamele yapılır. Aynı şahıs ikinci defa hırsızlık yaparsa sol
ayağı topuktan kesilir. Üçüncü defa çalarsa Hanefilere göre artık el ve ayak kesilmez.
Tevbe edinceye kadar hapsedilir. Şafii, Maliki ve Hanbelilere göre üçüncü hırsızlıkta
sağ el, dördüncüsünde sağ ayak kesilir. Bundan sonra bir daha hırsızlık yaparsa ta'zir

1961

edilir.

13. Çalındığında El Kesilmeyen Mallar

4388... Muhammed b. Yahya b. Habban, şöyle demiştir:

Bir köle, birisinin bahçesinden bir hurma fidanı çaldı ve onu efendisinin bahçesine
dikti. Fidan sahibi, fidanını aramaya başladı ve onu buldu. Köleyi, o zaman Medine
emiri olan Mervan b. Hakem'e şikayet etti. Mer-van köleyi hapsetti ve elini kesmek
istedi.

Kölenin sahibi, Râfi, b. Hadîc (r.a)'e gidip bu mes'eleyi sordu. Râfi, ona, Rasûlullah
(s.a)'i: "Meyveden ve hurmadan dolayı el kesilmez" buyururken işittiğini haber verdi.
[971



Adam:

"Şüphesiz Mervan kölemi yakaladı, elini kesmek istiyor. Ben senin, benimle birlikte



ona gidip Rasûlullah (s.a)'den duyduğun bu sözleri haber vermeni istiyorum" dedi.
Râfı'b. Hadîc adamla birlikte yürüyüp Mervan b. Hakem'e geldi. Mervan'a:
"Ben Rasûlullah'ı, meyve ve hurma yağında el kesilmez, buyururken işittim." dedi.
Bunun üzerine Mervan kölenin salıverilmesini emretti.

Ebû Davûd "Keser, cümmâr (hurma ağaçlarının ortasında olup araplar tarafından

[98]

yenen şey)'dir" dedi.

4389... Muhammed b, Ubeyd, Hammad'dan (o), Yahya'dan (o), Muhammed b. Yahya
b. Habban'dan bu hadisi rivayet etti.
Ravi şöyle dedi:

1991

"Mervan o köleye birkaç sopa vurdu ve serbest bıraktı."
Açıklama

Bu hadis, meyve çalan bir hırsızın elinin kesümeyeceğine delâlet etmektedir. Ancak,
meyve manasına gelen "es-Semer" kelimesinin içerdiği mana konusundaki ihtilaf, ilim
adamlarını hadisten çıkarılacak hüküm konusunda da ihtilafa sevketmiştir.
İmam Şafiî, "Semer" kelimesinin, ağacın dalında olup henüz kopartılmamış olan
meyve anlamında olduğunu belirterek, hadiste çalındığı zaman hırsızın elinin
kesilmeyeceği ifade edilen meyvenin, ağaçtaki meyve olduğunu söyler. Buna sebep
de, o zamanki Medine bahçelerinin etraflarının çevrili olmayışı yani ağaçlardaki
meyvelerin "muhraz" olmayışıdır. Ama İmam Şafii'ye göre; meyve koparılıp bir
harmanda ya da sergi yerinde toplanmışsa onu çalanın eli kesilir. İmam Şafii bu
durumdaki meyve ile taze yiyecek maddeleri ya da altın ve diğer eşya arasında fark
gözetmemiştir. Hattabî, İmam Malikin de aynı görüşte olduğunu nakletmiş-tir. Ancak
"Kitabu'l-Fıkh ale'l-Mezahibi'l - Erbaa" adındaki eserde, Maliki mezhebine göre;
ağacın dalından çalman meyvenin korunur (muhrez) olması halinde, çalanın elinin
kesileceği bildirilmektedir. Bunun delili de, Hz. Osman (r.a)'m kıymeti üç dirhem

[İM

gümüş olan ağaç kavununu çalan hırsızın elini kestirmesidir.

Hanbelîlere göre; ağacın dalındaki meyveyi çalan hırsızın eli kesilmez. Fakat

£1011

kendisinden, çaldığı meyvenin bedelinin iki katı alınır.

Hanefilere göre; ister dalından olsun ister yerden olsun meyve çalan hırsızın eli
kesilmez. Et, peynir, süt ve diğer bozulan maddeler de aynı hükme tabidir. Delilleri,
üzerinde durduğumuz bu hadistir. Çünkü Râfı' b. Hadîc, Rasulullah'dan hiç bir ayırım
yapmadan meyve ve cummarı (hurma ağacının tepesinden çıkan beyaz nesne) çalanm
elinin kesilmeyeceğini rivayet etmiştir. Ayrıca Hz. Peygamber (s. a) başka bir
hadisinde "Ben taam (yiyecek maddesi) dan dolayı el kesmem" buyurmuştur. Hububat
ve şeker gibi maddeleri çalanın elinin kesilceğinde ittifak olduğuna göre, bu hadisteki
"taam"dan maksat çürüyüp bozulan cinsten olan meyvelerdir. Ayrıca bir hadiste:
"Meyvede el kesilmez" buyurulmaktadır.

Harman ve sergi yerlerinde biriktirilen kuru üzüm ve hurma gibi meyveleri çalanlarm
elleri kesilir. Çünkü buralar anılan maddeler için hırzdır. Burada bugün için oldukça
önem taşıyan bir konuya değinmek istiyoruz:



Yollarda ya da bostanlarda ağaçların dibinde bulunan meyvelerin hükmü nedir?
Bunları bulan kişi ne yapmalıdır? Bu meyvelerden yiyen birisi günahkâr olur mu?
Hanefi ulemasına göre bu meselenin hükmü, ağaçların şehirde ve köyde oluşuna göre
farklılık gösterir.

Şehirdeki bahçelerde bulunan meyveler, çabuk bozulan cinsten iseler, açıkça veya
adeten menedilmemiş iseler alınıp yenilebilirler. Ama men edilmiş ise yenilemezler.
Fakat bugün bahçelerin etrafı duvarlar ve çitlerle çevrilmekte, oralara yabancıların
girmesine izin verilmemektedir. O halde bugün şehirlerdeki bahçelerden meyve alıp
yemek caiz olmaz.

Şehir bahçelerindeki ceviz ve badem gibi bozulmayan meyveler ise, sahiplerinin açık
izni olmadan yenilmezler.

Köy bahçelerindeki meyvelere gelince, ceviz ve badem gibi bozulmayan meyveler
sahiplerinin izni olmadan yenilemezler. Bozulacak cinsten meyveler ise, yenilmesinin
menedildiği açıkça belirtilmemişse yenilebilirler.

Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi bu hükümler ağaçların dibine dökülen meyvelerle
ilgilidir. Ama ağaçların başındaki meyveler sahiplerinin izni olmadan nerede olurlarsa
olsunlar yenilmezler.

Akarsu ve ırmaklar üzerinde bulunan meyveleri alıp yemekte hiç bir mahzur yoktur.
Çünkü o durumda bırakılacak olurlarsa çürüyüp telef olurlar.

Sahipleri ürünü topladıktan sonra, gözden kaçıp bağda bahçede kalan meyve ve

£102]

başakları almak; halk diliyle bunları başaklamak caizdir.

4390... Abdullah b. Amr b. el-As (r.a) şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a)'a; ağaçtaki meyve (nin hükmü) soruldu.
Rasûlullah (s. a) şöyle buyurdu:

"İhtiyaç içinde olan birisi, yanında bir şey götürmeksizin sadece yerse ona birşey
gerekmez. Ondan birşey götüren kimseye ise aldığının iki katı (bir katı) ödetilir ve
ceza gerekir. Her kim harman yerine getirildikten sonra meyveden bir şey çalar ve
çaldığı, bir kalkan fıatma ulaşırsa eli kesilir. (Bundan daha azını çalana ise çaldığının

[İM

iki katını ödeme zorunluluğu ve ceza vardır.)"

11041

Ebu Davûd: "Çerin (harman yeri) hurma kurutulan yerdir" demiştir.
Açıklama

Tirmizi bu hadis için "Hasen-sahih" demiştir. Hadisin Tirmizi'deki rivayeti,
buradakinden hayli kısadır. Ağaçtaki meyveyi alıp götürene ve harmandan çalana
verilecek ceza ile ilgili bölümler orada mevcut değildir.

İbn Mâce'nin rivayeti de Ebû Davud'un rivayetinden hayli farklıdır. Hadis-i Şerif,
meyve hırsızlığı konusundaki birkaç tasavvurla ilgili hükümleri ihtiva etmektedir,
bunlar:

1- Ağacın dalındaki meyveyi koparıp yiyen ihtiyaç sahibinin durumu: Bu durumdaki
kişinin eli kesilmeyeceği gibi, başka bir şekilde de cezalandırılmaz. Bundan Önceki
hadiste de belirtildiği gibi, Hanefi ve Şafıile-rin görüşü, hadisin zahirinden çıkan
hüküm istikametindedir.



2- Ağacın dalındaki meyveyi koparıp, alıp götüren kişinin durumu: Hadis-i şerifte bu
durumdaki bir kişiye, aldığı meyvenin iki katı kadarının Ödettirileceği ve ayrıca
cezalandırılacağı açıklanmış, ancak bu cezanın ne olduğuna temas edilmemiştir. Nesaî
ve Ahmed, b. Hanbel'in rivayetlerinde bu cezanın ibret verecek şekilde dövmek
olduğu ifâde edilmektedir.

İbn Mâce'nin rivayetinde ise "İbret verici bir ceza" denilmiş, cezanın çeşidi
belirtilmemiştir. Nesâi ve Ahmed'in rivayetleri göz önüne alınarak bu cezanın dövmek
olduğunu söylemek gerekir.

Hadis-i şerifin bu bölümü, Hanbelî mezhebinin görüşüne uygun düşmektedir. İbn
Kudâme, İshak'm da bu görüşte olduğunu, çoğunluğuna göre ise çalman meyvenin
sadece kendi misli ile ödenmesi görüşünde olduklarım söyler. Hatta İbn Kudame'nin
nakline göre İbn Abdi'l-Ber: "İki misli ile ödenmesi gerektiğini söyleyen hiç bir fakih
bilmiyorum" demiştir. Şafıîler de bu hadisin malî ceza verildiği dönemlerle ilgili olup
bilahare neshedildiğini söylerler.

3- Meyve, harmana ya da sergi yerine taşındıktan sonra çalınır ve değeri bir kalkan
fiyatı kadar (çeşitli görüşlere göre üç dirhem, 10 dirhem, dört dirhem, çeyrek dinar)
olursa hırsızın eli kesilir. Bu hükümde mezhepler arası bir görüş ayrılığı yoktur.
Çünkü mal hırzmdan çalınmıştır ve kurumaya yüz tuttuğu için bozulan cinsten
değildir. Dolayısıyla hüküm tüm mezheplerin prensiplerine uymaktadır.

4- Harman yerinden çalman meyve, nisaptan az ise çalana iki katıyla ödettirilir ve
ayrıca ceza verilir. Bu şık Sünen'in bazı nüshalarında mevcut değildir.

Bu hadis-i şerif, hırsızın elinin kesilebilmesi için malın hırzmdan çalınması

£1051

gerektiğine delâlet etmektedir.

14. Yankesicilik Ve Hainlikte El Kesilir Mi?

4391... Câbir b. Abdullah (r.a) demiştir ki;

Rasûluîlah (s. a) şöyle buyurmuştur: "(Birisinin malını) açıktan zorla alanm

UM

(müntehibin) eli kesilmez. Açıkta olan bir malı zorla olan bizden değildir."

4392... Bu (yukarıdaki hadisteki) isnadla, Rasûluîlah (s.a) şöyle buyurmuştur:

£1071

"Haine el kesme yoktur (hainin eh kesilmez).

4393... Nasr b. Alil İsa b. Yunus'tan O, İbn Cüreyc'ten, İbn Cüreyc de Ebu Zübeyr
vasıtası ile Cabir'den, önceki hadisin benzerini rivayet etmişlerdir. Ravi bu rivayette:
"Kapkaççıya da el kesmek yoktur. (Kapkaççının eli kesilmez)" cümlesini ilave

" £1081

etmişlerdir.

Ebû Dâvûd der ki:

"Bu iki hadisi, İbn Cüreyc Ebu' z-Zübeyr' den gitmemiştir. Bana Ahmed b. Hanbel'in

bunları İbn Cüreyc, Yasin ez-Zeyyat'tan işitti, dediği

ulaştı.

Bu hadisleri Muğire b. Müslim, Ebû Zubeyf den, o da Cabir vasıtasıyla Rasûluîlah



£109]

(s. a) 'dan rivayet etmiştir."



Açıklama

Bu üç rivayet aynı hadisin farklı nakilleridir. Rivayetler yan yana getirildiğinde Hz.
Peygamber (s.a)'in, üç tür hırsızın elinin kesilmeyeceğini beyan buyurduğu görül-
mektedir. Bunlar: Müntehib, hain ve muhtelis'tir. Hadisleri terceme ederken Türkçe
karşılıklarını verdiğimiz bu kelimeleri biraz açıklamak istiyoruz:
Müntehib: Bir şehirde veya köyde bulunan bir şeyi, kahren (zorla) alan kimsedir.
Buna gâsib da denilebilir. Bu işe de intihab denir.

Hâin: Emniyeti kötüye kullanan, hilekârlıkta bulunan kimsedir. Kişi, başkasının malını
ariyet (iğreti) veya vedia (emanet) olarak alır, sonra da onu kaybettiğini veya yanında
vedia ya da ariyet olduğunu inkâr ederse hıyanette bulunmuş olur. Böyle birisine de
"hain" denilir.

Muhtelis: Bir malı sahibinin elinden veya evinden, gafletinden istifade ederek alenen
sür'atle kapıp alan kişidir. Bu işe "ihtilas" denilir. Metni terceme ederken bu kelimenin
karşılığında "kap-kaççı" tabirini kullandık. Muhtelis, tarrar (yan kesici)'a benzer
aralarında ufak bir fark vardır. Tarrar (yankesici); uyanık bir kimsenin korumak
istediği bir malı gafletinden istifade ederek, hile ile alır. Muhtelis (kapkaççı) ise bir
malı sahibinin elinden veya evinden süratle kapar.

Ulemâ, yan kesiciliği, sirkat (hırsızlık) çeşitlerinden sayıp, el kesme cezasını
uyguladıkları halde muhtelise bu cezayı uygulamam ıslardır.

Hadisten anladığımıza göre, hain, müntehib ve muhtelis el kesme cezası verilmez.
Çünkü bu fiiller sirkat (hırsızlık) tarifinin içine girmemektedir.

Sirkat (hırsızlık): Mükellef bir şahsın, en az el kesme nisabına varan, değeri olan ve
bozulup çürümeyen başkasına ait bir malı, korunduğu yerden gizlice alıp dışarıya

tüm

çıkarmasıdır.

Görüldüğü gibi bir fiilin hırsızlık sayılması için bir takım şartlar vardır. Bu şartlardan
ikisi olan, malı gizlice almak ve korunduğu yerden çıkarma eylemi, bu hadiste
anlatılan şeylerde söz konusu değildir. Çünkü muhtelis ve müntehib malı açıktan
almakta, hain de malı korunduğu yerden çıkartmamaktadır. Onun için bunlar hırsız
sayılmaz, elleri kesilmez ama başka ceza verilir. Bir de bu fiiller az gerçekleşen
şeylerdir. İbnü'l Hümam, hain, müntehib ve muhtelisin elinin kesilmeyeceği ko-
nusunda icma nakledildiğini, ama İshak b. Rahûye ve Ahmed b. Han-bel'den hainin

[IH]

elinin kesileceği görüşünün rivayet edildiğini söyler.

Hainin elinin kesileceğini söyleyen görüşün delili Aişe (r.anha)'dan rivayet edilen;

Mahzum kabilesine mensup bir kadın hakkındaki 4372 no'lu hadistir. Çünkü o hadiste

Aişe (r.anha) kadının malları ariyet olarak alıp inkâr ettiğini söylemiştir.

Cumhura göre ise, Mahzumlu kadının elinin kesilmesine sebep hainlik yapışı değil

hırsızlık yapışıdır. Hz. Peygamber (s.a)'in kadının fiilini hırsızlık diye vasfetmesi buna

delildir. Hz. Aişe o kadını tanıtmak için ariyetleri inkâr ettiğini söylemiştir.

İyas b. Muâviye'ye göre de muhtelis hırsız sayılır ve eli kesilir.

İlk rivayette Hz. Peygamber (s. a), "Başkasına ait olan, açıktaki bir malı zorla alan
bizden değildir" buyurmuştur. Bundan maksat, bizim sünnetimiz üzere tam kâmil bir



mü'min olmayışıdır. Yoksa bu işi yapanın İslam dininden çıkışı kastedilmemiştir.
Ebû Dâvûd, metnin sonundaki ta'likda senet zincirinde kopukluk olduğuna işaret
etmiştir. Nitekim İbn Hıbban'm bir rivayetinde îbn Cüreyc ile Ebu'z-Zübeyr'in
arasında Amr b. Dinar vardır.

Ebu Davud'un işaret ettiği bu inkitâ' hadisin sıhhatine zarar vermez. Çünkü bu metin,

0121

muttasıl olarak da birçok muhaddis tarafından rivayet edilmiştir.
15. Bir Malı Hırz (Korunduğu Yer) Dan Çalan Kişinin Durumu
4394... Safvan b. Ümeyye (r.a) şöyle demiştir:

Üzerimde otuz dirhem değerinde bir abam bulunduğu halde Mescidde uyuyamazdım.
013]

Bir adam gelip onu benden çaldı. Adam yakalanıp Ra-sûlullah (s.a)'e getirildi ve
Rasûlullah (onun elinin) kesilmesini emretti.
Ben efendimize gidip:

"Otuz dirhem yüzünden onu(n elini) kesecek misin? Ben abayı ona satıyorum ve
parasına da vade veriyorum" dedim. Rasûlullah:

[1141

"Adamı bana getirmeden önce bunu yapmasaydın olmaz mıydı? buyurdu.
Ebû Dâvûd der ki:

"Bu hadisi Zaide, Simak'ten, o da Cuayd b. Huceyr'den rivayet edip; "Safvan uyudu"
dedi. Mücahid ve Tavus," O uyumakta idi. Bir hırsız gelip başının altından bir desenli
aba çaldı" diye rivayet ettiler. Ebû Seleme b. Abdurrahman ise rivayetinde: "Abayı
başının altından çekti, Safvan uyanıp bağırdı ve adam yakalandı" dedi. Zührı de
Safvan b. Abdullah'dan şöyle rivayet etti: "'Safvan ridasmı başının altına yastık
yaparak mescidde uyudu. Bir hırsız gelip ridayt çaldı. Hırsız yakalanıp Rasûlullah
£1151

(s.a) 'a getirildi...."
Açıklama

Ebû Dâvûd, talikmda, hadisin çeşitli ravilerce yapılan farklı rivayetlerini vermiştir. Bu
rivayetler arasında manaya tesir edecek çapta önemli farklar yoktur.
Metinde görüldüğü üzere, Safvan b. Ümeyye (r.a)'nm abası, o mescidde uyurken
altından ya da başının altından çalınmış, efendimiz de yakalanıp kendisine getirilen
hırsızın elini kestirmiştir. Safvan'in; otuz dirhem değerindeki bir mal için adamın
elinin kesilmesini istemeyerek "Ben abayı ona veresiye sattım" demesine karşılık da:
"Bunu bana gelmeden yapmalıydın" buyurmuştur. Bazı rivayetlerde Safvan'm abayı
hibe etmeyi teklif ettiği bildirilmektedir.
Hadisin bize ışık tuttuğu iki önemli hüküm vardır:

1- Hırsızın elinin kesilmesi için çaldığı malı hırz (korunduğu yer)dan çalmış olmalıdır.
Ayrıca kişinin başının altındaki ya da kendi altındaki mal korunan maldır.

2- Bir hırsızlık davası hakime geldikten sonra hırsızın mala malik olması el kesme
cezasını düşürmez. Ama dava hakime gelmeden önce Malik olursa el kesme cezası
düşer.

Şimdi bu iki konuyu teker teker inceleyelim:



1- Bir hırsızın yaptığı hırsızlıktan dolayı elinin kesilmesi için mal muh-rez (koruma
altında) olmalıdır.

Hırz: Bir malın, adet üzere korunmasına ait olan yerdir. Hırz iki çeşittir:

a) Hırz bi nefsini: İçinde eşya saklanmak üzere hazırlanıp içerisine izinsiz girilmesi
yasak olan herhangi bir yerdir. Evler, dükkanlar, çadırlar, sandıklar, çuvallar, kasalar
gibi. Buna hırz bi'l -mekân da denilir.

b) Hırz bi gayrini: Aslında eşya saklanmak için hazırlanmayan ve izinsiz girilmesi
yasak olmayan ama içerisine konulan malların yanı başında muhafızı bulunan yerdir.

£1161

Mescidler, yollar, sahralar bu kabil hırzdan sayılır. Buna, hırz bi'l -hafız da
denilir.

Hırz bi nefsini, saklanan eşyanın cinsine göre değişik olabilir mi? Mesela hububatın
korunması için hazırlanan bir yer, altın ve mücevherat için de hırz sayılır mı? Bu
mesele fakihler arasında ihtilaflıdır. Hanefi ulemasından Kerhî'nin, Hanefi
imamlarından nakline göre bir tür mala hırz olan bir yer, başka tür mallar için de hırz
sayılır. Çünkü bir malı koruyan bir yer, başka malları da koruyabilir.
Yine Hanefî ulemasından İmam Tahavî ise hırzm mala ve örfe göre değişeceğini, her
malın kendine has bir korunma yerinin olacağını söylemiştir. Mesela, koyun saklamak
için yapılan bir ağılda para ve mücevher saklanamaz, demiştir. Hanefi mezhebinde
muteber görüş budur. Hatta bir çok fıkıh kitabında Kerhî'nin nakline hiç temas

£1171

edilmeden tek görüş olarak Tahavî'nin naklettiği görüş hüküm olarak verilmiştir.
Şafiî, Maliki ve Hanbelilerin görüşleri de Tahavî'nin dediği gibidir. Bunlara göre de
örf muteberdir. Hırz, malların çeşidine göre farklılık gösterir.

Hattabî de, hırzm insanların Örfüne ve malın çeşidine göre değişebileceğini
söyledikten sonra, başın altının, insanın önünün, çuvalın, deve katarının, çadırın hırz
olduğunu ve buralardan çalman mal nisaba ulaşırsa hırsızın elinin kesileceğini söyler.
Konuyu özetlersek; her malın kendine göre korunduğu bir yer ve tarz vardır. Hayvan
nasıl ağıl veya ahırda korunursa, para kasada, cüzdanda ve kapalı yerlerde korunur.
Buna göre ağıla konulmuş olan altın kesesini çalan hırsızın eli kesilmeyeceği gibi,
otlağa salıverilen hayvanı çalan hırsızın da eli kesilmez. Ayrıca sahiplerinin
yanıbaşmda veya önünde duran mallar açıkta bile olsalar koruma altında sayılırlar.
Çahnırlarsa hırsızın eli
kesilir.

Zahirilerle ehli hadisten bazı alimlere göre hırsızlık haddinin uygulanması için hırz
şart değildir. Nisab miktarına varan bir malı hırz olmayan yerden çalmak da el
kesmeyi gerektirir.

2- Mal sahibi, dava hakime intikal etmeden önce çalman malı hırsıza satar ya da hibe
ederse, yani hırsız mala malik olursa el kesme cezası düşer. Ama dava hakime
geldikten sonra malik olursa had düşmez.

Bu konu ulema arasında ihtilaflıdır.

Hanefi imamlarından Ebu Yusuf a göre, hakim hüküm vermeden önce hırsız çaldığı
mala malik olursa had düşer. Ama hüküm verdikten sonra malik olursa had düşmez.
Bu görüş hadisteki hükmün aynıdır.

İmam-ı Azam ve İmam Muhammed'e göre ise hakim haddin uygulanması kararma
vardıktan sonra bile olsa, hırsız mala malik olursa had düşer. Çünkü infaz
tamamlanmadıkça hüküm kesinlik kazanmaz.



Diğer üç mezhep imamına göre ise hırsız her ne şekilde olursa olsun çaldığı mala
malik olacak olsa bile, kendisi hakkında vacib olan had düşmez. Mala malik oluşu
ister davanın hakime götürülmesinden önce isterse de sonra olsun fark yoktur. Çünkü
bu cinayetle hududu ilahiyyeye tecavüz edilmiş, had icrasına Allah hakkı tealluk
[1181

etmiştir.

16. Ariyet İnkar Edildiği Zaman İnkâr Edenin Eli Kesilir Mi?
4395... İbn Ömer (r.a) demiştir ki;

Mahzûm kabilesinden bir kadın, eşya ariyet alır ve onu inkâr ederdi. Rasûlullah (s. a)

[1191

emretti ve kadının eli kesildi.
Ebû Dâvûd der ki:

"Bu hadisi Cüveyriye, Nafi'den o da İbn Ömer veya Safıyye binti Ebu Ubeyd'den
rivayet etti, Ravi bu rivayette şunları da ilave etti:

Rasûlullah (s. a) hitab için kalkıp şöyle buyurdu: "Allah'atevbe eden, Rasulullah'dan
özür dileyen bir kadın var mı?" Rasûlullah bu sözü üç kez tekrarladı. Kadın da orada
hazır olduğu halde kalkıp konuşmadı.

Bu hadisi ibn Qanc, Nafi'den o da Safıyye binti Ebû Ubeyd'den rivayet etti. Bu

UM

rivayette: "(Rasûlullah) kadının aleyhine şahitlikte bulundu." dedi.
4396... Aişe radıyallahü anha şöyle demiştir:

Bir kadın kendisi tanınmadığı halde (halk arasında) tanınan bazı insanların adına -
zînet eşyası - ariyet aldı. Ama o eşyayı sattı. Yakalanıp Rasûlullah (s.a)'a getirildi.
Rasûlullah (s. a) elinin kesilmesini emretti.

Bu kadın, hakkında Üsame'nin şefaatçi olup Rasûlullah'm, bilinen sözleri (yani
Allah'ın hadlerinden birinde şefaat mı ediyorsun? Sizden öncekiler içlerinde hatırlı
birisi çaldığında onu terk ederler, zayıf birisi çaldığında ise haddi uyguladıkları için
helak oldular. Allah'a yemin ederim ki eğer Muhammed'in kızı Faüma'da çalsa elini

[ili]

keserim) söylediği kadındır.

4397... Aişe radıyallahü anha şöyle demiştir:

Mahzum kabilesinden bir kadın eşya ariyet alır ve onu inkar ederdi. Rasûlullah (s.a)
elinin kesilmesini emretti.

Ravi Abbas, Kuteybe'nin Leys kanalıyla İbn Şihab'dan rivayet ettiği (4373
numaradaki) hadisin aynısını rivayet edip: "Rasûlullah kadının elini kesti" sözünü
£1221

ilave etti.
Açıklama

Bu bolümün 4. babında da bazı rivayetleri geçen bu hadis Kutüb-i sjtte müelliflerinin
tümü tarafından kitaplarına alınmıştır. Hadisin sıhhatine bir diyecek yoktur. Ancak
Buhari'nin rivayetinde, kadının eşya ariyet alıp inkar ettiğine temas edilmemiş 4373.



numaradaki metin yer almıştır.

Mahzum kabilesinden bir kadın kendisi tanınır, güvenilir birisi olmadığı için halk
arasında tanınan insanların adını vererek, Mesela "Falan senden şu eşyayı istiyor, beni
gönderdi" diyerek, zînet eşyaları ve başka mallar ariyet alır, sonra da onu inkar ederdi.
Kadının durumu Rasûlullah'a intikal ettirilince efendimiz isim vermeden kadını
tevbeye çağırdı, ama kadın oralı olmadı. - Bir rivayette de kadın ariyet alıp inkar ettiği
bir malı satarken yakalanıp Rasûlullah'a getirildi. - Bunun üzerine Rasûlullah kadının
elinin kesilmesini emretti. Ashab, Üsame b. Zeyd (r.a)i göndererek kadın için şefaatçi
olmak istedilerse de efendimiz öfkelendi, bunu kabul etmedi ve kadının elinin
kesilmesini emretti.

Ariyet: Birine karşılıksız olarak kullanmak üzere ve geri almak kay-, dıyla verilen
maldır.

Dilimizde buna, iğreti ve emanet denilir. Ama emanet aslında vedianın karşılığıdır.
Yani kullanıp geri vermek üzere alman mal ariyet, bir müddet koruyup sonra sahibine
verilmek üzere alman da vedîa (emanet) dır. Vediada mal, korunmak için, iarede ise
bir müdet kullanmak için alınır.

Bir malı ariyet olarak vermeye iare, malı ariyet olarak veren mal sahibine mııîr ariyet

[123]

alana müsteîr, ariyet almaya da istiare denilir.

Hadisin zahiri; ariyet alarak mal alan birisi, aldığını inkâr ederse (müsteîr, ariyeti inkâr
ederse) elinin kesileceğine delâlet etmektedir. Hanbeli-lerle, İshak b. Rahuye bu
görüştedirler. İbn Kayyım el-Cevzî ve Şevkânî de bu görüşü teyid eder mahiyette
beyanda bulunmuşlardır.

Bu görüş sahipleri, üzerinde durduğumuz hadislerin zahiri ile istidlal etmişler, ariyeti
inkârın sirkat (hırsızlık) sayılmayacağı, oysa el kesme cezasının Kur'an'a göre hırsıza
verileceği, dolayısıyla ariyeti inkar edenin elinin kesilemeyeceğini söyleyen cumhura
şöyle cevap vermişlerdir.

İbnu'l-Kayyim; "Ariyet ya da vediayı inkâr da sirkat isminin altına girer. Çünkü
vediayı inkâr edenden ve hırsızdan sakınmak mümkün değildir. Müntehip ve muhtelis
ise böyle değildir" der.

Şevkanî de aynı görüşü te'yid babında şöyle demektedir:

"Rasûlullah (s.a)'m bu inkârı sirkat (hırsızlık) makamına koymuş olması mümkündür.
Bu durumda hadis vediayı inkâr edene hırsız demenin sahih olduğunu söyleyenlerin
sözüne uygun düşer. İbn Ömer hadisindeki; "Rasûlullah emretti ve kadının eli kesildi"
sözü, kadının ariyeti yüzünden elinin kesildiğinin açık göstergesidir. Bazı rivayetlerde
kadına hırsız denilmesi bu anlayışa zıt düşmez. Çünkü vediayı inkâr eden de hırsızdır.
Hak olan şu ki; vediayı inkar edenin eli kesilir."

Ulemanın cumhuruna göre ise, ariyeti inkar eden kişiye hırsız denmez ve bundan
dolayı el kesilmez. Cumhurun mes'eleye bakışlarını iki noktada toplayabiliriz:
1- Bu (üzerinde durduğumuz) hadisin, ariyeti inkâr edenin elinin kesileceğine delâleti
kesin değildir. Çünkü rivayetlerin çoğunda ariyet alma söz konusu edilmemiş, kadına
"hırsız" denilmiştir. Mesela; Buhari'nin*ri-vayetinde ariyet lafzı yer almamıştır.
Abdü'l-Hak, Ahkam'mda: "Bu kadının kıssası konusundaki rivayetler muhteliftir.
Çaldı diyenler, ariyet aldı diyenlerden daha çoktur" demektedir.
Zeylaî de şöyle der:

"Bazı alimler, ariyeti sadece Ma'mer b. Raşid'in zikrettiğini söylerler. Leys, çalmayı
rivayet etmiş, içlerinde Yunus b. Zeyd, Eyyub b. Musa, Süf-yan b. Uyeyne'nin de



bulunduğu bir grup, çaldı demişlerdir. Bazı alimler de ariyet demekle Ma'mer'e
uymuşlarsa da Öbürlerine karşı zayıftırlar. Burada açıktır ki ariyetin anılması, kadını
özel bir sıfatıyla vasfetmek içindir. Kadın sık sık ariyet alırdı ve bu hali hırsızlık yapıp
da eli kesilinceye kadar devam etti. İbn Mace'nin Hz. Aişe (r.anha)'den rivayet ettiği
ve kadının Ra-sulullah'm evinden kadife çaldığını bildiren hadis de bu fikri te'yid
eder."

2- Kur'ân-ı Kerim ve sünnet-i nebevi, hırsızın elinin kesilmesini emretmiştir, Vediayı
inkar eden, hırsız sayılmaz. Hırsızdan ve vediayı inkâr edenden korunulması mümkün
değildir. Tarzındaki itiraz geçersizdir. Çünkü hainden de korunmak mümkün değildir
ama hainin eli kesilmez.

Cumhur, üzerinde durduğumuz babın hadislerinde anılan ariyet mes'elesine
kadını tanıtmak için kullanılan bir tabir olup el kesme sebebinin hırsızlık olduğunu
söylerler. Az önce temas edilen; Zeylaî'nin işaret ettiği, kadının Rasûlullah'm evinden
kadife çaldığını bildiren hadis de buna delildir. Bu hadise 4374. hadisin sonundaki

£124]

talikda yer almıştır.

17. Hırsızlık Yapan Veya Haddi Gerektiren Bir Suçu İşleyen Akıl Hastasının
Durumu

4398... Aişe (r.anha)'dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s. a) şöyle buyurmuştur:
"Uç gruptan kalem kaldırılmıştır: Uyanmcaya kadar uyuyandan, iyileşinceye kadar

£125]

cinnet getirenden ve büyüyünceye kadar çocuktan"

4399... İbn Abbas radıyallahü anhüma şöyle demiştir: Ömer (r.a)'e zina etmiş olan akıl
hastası bir kadın getirildi. Hz. Ömer, onun hakkında insanlarla istişarede bulundu ve

£126]

recmedilmesini emretti. Ali b. Ebi Talib (r.a) kadına rastladı (bir diğer nüshaya
göre: Kadını Ali b. Ebî Talib'in bulunduğu bir yerden götürdüler) ve;
Bunun hali ne? dedi.

Bu falan oğullarının delisidir. Zina etti, Ömer de recmedilmesini emreddi, dediler. Ali:
Onu geri görürünüz, dedi, sonra da Ömer'e gelip:,

Ey mü'minlerin emiri! (Rasûlıtllah'm:) "Üç gruptan; iyileşinceye kadar deliden,
uyanmcaya kadar uyuyandan ve aklı erinceye (baliğ oluncaya) kadar da çocuktan
kalem kaldırılmıştır" (diye) buyurduğunu bilmiyor musunuz? dedi.
Ömer (r.a): 1 - Evet biliyorum,

O halde bu kadının durumu nedir, neden recmedüiyor?

Bir şey yok.

Onu salıver, İbn Abbas:

£1271

Ömer (r.a) kadmı salıverdi ve tekbir getirmeye başladı, dedi.

4400... Vekî, Ameş'ten naklen bu hadisin benzerini rivayet etti. Önceki hadiste olduğu
gibi: "Çocuk, aklı erinceye kadar ve akıl hastası da ifakat buluncaya (ayılmcaya)

£1281

kadar...." sonra da Ömer tekbir getirmeye başladı, dedi.



4401... İbn Abbas (r.a) demiştir ki:

"Ali b. Ebi Talib radıyallahü anlı bana uğradı... "

Ravi, Osman'ın hadisinin manasım rivayet etti ve şöyle dedi:(Ali:)

"Rasulullah (s. .a) in, "kalem üç gruptan kaldırıldı; aklı başından gitmiş akıl

hastasından, uyanmcaya kadar uyuyandan ve baliğ oluncaya kadar çocuktan "

buyurduğunu hatırlamıyor musun? dedi.

Ömer:

Doğru söyledin, dedi.
İbn Abbas:

£1291

"Ömer kadını serbest bıraktı" dedi.

£1301

4402... Ebu ZabyanHennad'm dediğine göre el Cenbî- şöyle dedi: Ömer (r.a)'e

zina etmiş olan bir kadın getirildi. Ömer de recmedüme-

sini emretti. Ali (r.a) (kadına) rastladı, onu alıp serbest bıraktı. Bu,

Ömer'e haber verildi. Ömer (r.a).

Ali'yi bana çağırın, dedi.

Ali (r.a) gelip:

Ey Mü'minlerin emiri biliyorsun ki "Rasulullah (s. a) ; "üç gruptan kalem kaldırıldı;
buluğa erinceye kadar çocuktan, uyanmcaya kadar uyuyandan ve iyileşinceye kadar
bunaktan" buyurdu. Şüphesiz bu kadın falan oğullarının bunağıdır. Her halde ona
tecavüz eden ona cinnet halinde iken tecavüz etmiş" dedi.
Ömer:

"Bilmiyorum" Ali:

£131]

"Ben de bilmiyorum" dedi.

4403... Ali (r.a)'den; rivayet edildiğine göre; Rasulullah (s. a) şöyle buyurmuştur:
"Üç gruptan kalem kaldırılmıştır; uyanmcaya kadar uyuyandan, buluğa erinceye kadar
çocuktan ve akıllanmcaya kadar akıl hastasından."
Ebû Davûd der ki:

Bu hadisi ibn Cerir Kasım b. Yezid'den, o da Ali (r.a) vasıtasıyla Ra-sulullah'tan

£132]

(rivayet etti ve) ona "ve bunaklıktan.." sözünü ilave etti.
Açıklama

Bu bab; akıl hastası olan birisi, haddi gerektiren bir suç işlerse, kendisine had
cezasının verilip verilmeyeceğini konu edinmektedir. Aynı hadisin çeşitli
rivayetlerinde anlatılan olay da zina suçu ve recm cezası ile ilgilidir. Musannifin,
babda hırsızlık konusunda hiç hadis olmadığı halde bab başliğma "hırsızlık"
kelimesini de ilave etmesi, üzerinde durulan mevzuun hırsızlık haddi ile ilgili olmasın-
dan dolayıdır. Zaten birisine akıl noksanlığından dolayı bir had uygulanmıyorsa başka
hadler de uygulanmaz demektir. Bu babtaki rivayetlerde bahse konu olan kadına deli
olduğu için zina haddi olan recm uygulanmazsa, hırsızlık yapması halinde de el kesme
cezası uygulanmaz.



Deli olan birisine haddin uygulanmayışının delili, geçen rivayetlerde görüldüğü üzere
Hz. Peygamber (s.a)'in hadisidir.

Bir hadiste efendimiz üç kişiden kalemin kaldırıldığını beyan etmiştir. Bu üç kişi,
uykuda olduğu müddetçe uyuyan, deliliği devam ettiği müddetçe akıl hastası ve
buluğa ermedikçe çocuktur. Ancak hadisin bazı rivayetlerinde delilik yerine bunaklık
kullanılmıştır.

Bu üç gruptan kalemin kaldırılmasından maksat nedir?
Hakikat midir yoksa mecaz mıdır? Bu konuda iki görüş vardır.

a) Meşhur olan görüşe göre bu ifade, kinayeli bir ifadedir. Kalemin kaldırılmasından
maksat teklifin olmayışıdır. Yani kişi bu üç halde iken işlediği bir günahtan dolayı
mesul değildir. Çünkü akıl nimetinden mahrumdur.

Bu sözün zahiri ile kinaye manası arasındaki ilişki, teklifin yazmanın sonucu oluşudur.
Nitekim bir ayette cenab-i Allah: "Size oruç yazıldı (yani farz kılındı)" buyurmuştur.
Yazı kalemle olduğuna göre yazının varlığı kalemin de varlığını, yazının yokluğu
kalemin de yokluğunu ifade eder. Başka bir cihetten de; kalemin yokluğu yazının
yokluğunu yazının yokluğunu da teklifin yokluğu gerektirir. Buna göre mana:
"Uyuyan, akıl hastası ve çocuk yaptıklarından dolayı yargılanamazlar, onlardan
sorumluluk kalkmıştır" demektir.

b) Bu sözden maksat hakikattir. Yani bu üç gruptan gerçekten kalem kaldırılmıştır. Şu
hadis bu görüşün delilidir: "Allah'ın ilk yarattığı şey kalemdir. Ona yaz, demiş kalem
de kıyamete kadar olacak olan herşeyi yazmıştır."

Allah bu kalemi Levh-i Mahfuza koymuştur. İnsanların yaptığı ve yapacağı iyi ve kötü
herşeyi yazmaktadır. Çocuk, akıl hastası ve uyuyanın yaptıklarında günah olmadığı
için kalem yazmaz. Allah'ın bu fiilleri yazmamasına hükmetmesi, kalemin
kaldırılmasıdır. îşte efendimiz "kalem kaldırılmıştır" buyururken bu manayı ifade
buyurmuştur.

Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi bunlardan birinci anlayış daha meşhurdur. Hangi
mana kastedilirse edilsin, kesin olan bir şey vardır. O da; akıl hastasının, uyuyanın ve
çocuğun işledikleri cinayetlerden dolayı sorumlulukları olmadığıdır; günaha girmiş
olmazlar.

Buradaki "sorumluluk yoktur" sözünden maksadımız, mutlak değildir. Sorumlu
oldukları noktalar da vardır. Mesela itlaf ettikleri malı tazmin zorundadırlar.
Konuya açıklık getirmek için ehliyyet ve arızalarından olan çocukluk ve cünûn

[133]

(delilik) üzerinde kısaca duralım.

İslâm Hukuku'nda Ehliyet Arızalarından: Çocukluk ve Delilik:

Ehliyet, sözlükte salahiyet manasınadır.

UM

İstılahta: İnsanın kendisine hüküm tealluk edecek bir durumda olmasıdır, Ehliyet
vücub ehliyeti ve eda ehliyeti olmak üzere ikiye ayrılır:

Vücûb ehliyeti: İnsanın bir takım haklar edinme ve sorumluluklar yüklenme
salahiyetidir. Bu ehliyetin aslı insan oluştur. Yani ister ana rahmindeki cenin olsun
ister hayattaki birisi, ister erkek ister kadın, ister deli, ister akıllı, insan dediğimiz her
varlık bu ehliyete sahiptir. Şu kadar var ki bu ehliyet herkeste aynı değildir. Mesela
ana karnındaki ceninin zimmeti zayıftır. Aleyhine olan şeylerin vücubuna uygun



değildir. Ama varis olmak, vasiyet, hibe gibi lehine olan hakların sübutıma ehildir.
Eda ehliyeti: İnsanın, kendisinden şer' an muteber olacak şekilde fiil meydana

£1351 '

gelmesine salahiyetli olmasıdır. Yani kişinin söylediği bir sözün veya yaptığı bir
işin hakiki bir sonuç doğurmasıdır.

Eda ehliyetinin esası akıldır. Yani insanın sahip olduğu - başka bir ifade ile bir fiili
işlerken sahip olduğu- akla göre; kamil ve nakıs kısımlarına ayrılır. Yani aklı
olmayanın eda ehliyeti yok, aklı eksik olanın eda ehliyeti noksan (nâkısu'l-ehliye), aklı
tam alanın da eda ehliyeti tam (kâmilü'l,ehliye) dir.

I- Temyiz çağma gelmemiş olan çocuk ve deli adîmu'l-ehliye (eda ehliyetine sahip
omayan) dirler. Dolayısıyla bunların sözlerine itibar edilmez. Ancak mala yönelik bir
cinayetleri olursa tazmin ederler. Vergi ve nafakalar konusunda mükelleftirler.

II- Temyiz çağma gelen çocuklar (mümeyyiz çocuklar) ve bunak (matuhlar noksan
ehliyetli (nakısu'l-ehliye)dirler. Mümeyyiz olmayan çocuk ve delinin yükümlü olduğu
her şeyle bunlar da yükümlüdürler. Ayrıca hibe kabulü, sadaka kabulü gibi sırf
menfaat olan şeyleri velilerinin izni olmadan, aliş-veriş gibi menfaatta da zarara da
ihtimali olan tasarrufları velilerinin izni ile yapabilirler. Hibe etmek, tasaddukta
bulunmak gibi mali açıdan sırf zarar olan tasarrufları ise velilerinin izni bile olsa
yapamazlar.

III- Akıl ve baliğ olan insanın ehliyeti kâmildir. Yani leh ve aleyhine olan tüm
tasarrufları geçerlidir. Ancak insanın elinde olan ve olmayan bazı arızalar bu ehliyeti
ortadan- kaldırır ya da noksanîaştmr. Mesela delirme, bayılma, uyuma, sefahat,

[136]

cehalet bunlardandır.

Ehliyet hakkındaki bu kısa bilgiden sonra şimdi üzerinde durduğumuz babın konusu
olan ehliyetin arızalarından akıl hastalığı, çocukluk ve uyku hallerine geçebiliriz,
a) Delilik: (Akıl Hastalığı, Cunun)

İyiyi kötüden, güzeli çirkinden ayıramamak, bunların sonucunu idrâk edememek
halidir.

Delinin iman ve irtidadi anababasma tebaen muteberdir.
Delilik (cünun) iki çeşittir:

1- Cünun-i mutbık: Devamlı olan cünun (delilik): Bir akıl hastalığının mutbık
sayılması için hastalığın ömür boyu olması şart değildir.

Asgari müddeti konusunda ulemadan farklı görüşler rivayet edilmiştir. Mecelle sarihi
Ali Haydar efendi yaptığı araştırma sonunda bu meselede Hanefi ulemasından dört
görüş tesbit ettiğini söyler. Bunlar:

a) Tam bir sene

b) Tam bir ay

c) Yarım seneden fazla

d) Bir gün ve gecenin yarıdan fazlası

Ali Haydar efendi; Fetavay-ı Suğra'da bunlardan birincisine, Kadıhan da ise ikincisine
müftebih denildiğini kaydeder.

Sürekli olan cünun (delilik) yukarıda belirttiğimiz gibi mallarla ilgili fiillerde müessir
değildirler. Yani sürekli olarak akıl hastalığına tutulmuş olan birisi (mecnun-u
mutbık), bir adamın malını telef ederse kendisine tazmin ettirilir, Kısası gerektiren bir
suç işlerse kısas uygulanmaz, ama mali tazminatla sorumlu tutulur. Alım satım, icare,
hibe etmek, hibe kabul etmek (vs) gibi sözlü tasarrufları geçersizdir. Bu tasarruf ister



sırf menfaat, ister sırf zarar, ister ikisine de ihtimali olan cinsten olsun farket-mez.
Çünkü deli ehliyetsizdir.

İbadetler konusunda da cununu mutbik müessirdir. Yani ibadeti düşürür. Ancak
ibadeti düşürmesi için gerekli müddet ibadete göre farklıdır. Bu müddet namazlarda;
İmam Azam ile İmam Ebu Yusuf a göre bir gece ve bir gündüzden birazcık fazladır.
İmam Muhammed'e göre ise altıncı namazın vaktinin girmesidir. Yani delilik hali bu
kadar devam ederse o müddet içerisindeki namazlar düşer. Bu müddet oruç hakkında
bir ay, zekat hakkında da bir yıldır.

2- Cünûn-i gayr-i mutbik: Sürekli olmayan akıl hastalığıdır. Bu şekildeki bir hasta
bazan akıllı bazan delidir. Bazı alimler mecnunu gayrı mutbikı: Ayda en azından bir
defa rahatsizlaşan geri kalan kısımda normal olan akıl hastası, diye tarif ederler.
Bu gruptaki bir mecnunun delilik halindeki sözlü tasarrufları geçersiz, normal
zamandaki tasarrufları geçerlidir. Ancak vekâlette mecnunu mutbik ile gayri mutbik

£1371

arasında fark vardır.

b) Çocukluk: Baliğ olmayan çocuk iki devrede incelenir:

1- Sabıyy-i gayr-i mümeyyiz: Mecelle'de şöyle tarif edilmektedir: "Bey' ve şırayı
fehmetmeyen yani milkiyeti, bey'm salib ve şifanın calib olduğunu bilmeyen ve onda
beş aldanma gibi gabn-i fahiş olduğu zahir olan bir gabn-i, gabn-i yesirden temyiz ve
tefrik eylemeyen çocuk olup, bunları temyiz iden çocuğa, sağıra mümeyyiz

£1381

denilir." Bu tarifi şu şekilde sadeleştirebiliriz: "Sabıyyi gayri mümeyyiz: Alış-
verişi anlamayan, bir şeyi satmanın milkiyeti elden çıkarmak, satın almanın da milk
edinmek demek olduğunu bilmeyen ve yarı yarıya aldanmak gibi aşırı aldanmayı daha
az aldanmadan ayıramayan çocuktur. Bunları ayırabilen de sabıyy-i mümeyyizdir."
Bazı alimler, yedi yaşından küçük çocuklara sabıyy-ı gayri mümeyyiz yedi yaşından

büyük olup da buluğa ermemiş olanlara da sabıyy-i mümeyyiz demektedirler.
Sabıyy-i gayr-i mümeyyize ait hükümler, aynen akıl hastasına ait hükümlerdir. Hiçbir
sözlü tasarrufuna itibar edilmez. Yani mecmunun sorumlu tutulmadığı şeylerden
sabıyy-i gayri mümeyyiz de sorumlu tutulmaz. Sorumlu tutulduklarından o da sorumlu
olur.

2- Sabıyy-i mümeyyiz: Sabıyy-ı gayri mümeyyizin özelliklerinin zıttı-na sahip olan
(baliğ olmamış) çocuktur. Bu durumdaki bir çocuk ehliyetten tamamen yoksun
değildir. Noksan ehliyetlidir. Tamamen menfaatma olan tasarrufları kayıtsız şartsız
geçerli, zararına olan tasarrufları mutlak geçersiz; iki yöne ihtimali olanları da
velilerinin olur vermesi halinde geçerlidir. İbadetlerle mükellef değillerdir, kendilerine
had ve kısas uygulanmaz. Verdikleri zararı tazmin ve zekât gibi mali konularla
mükelleftirler.

c) Uyku hali: Uyku hali muamelâta ait tasarruflara manidir. İbadetleri düşürmez ancak
eda vaktini geciktirir. Yani uykudan dolayı namazını kılmayan kişi namaz
kılmamaktan dolayı sorumlu tutulmaz, ama uyanınca namazını kılar.

Uyurken verilen fîlî zararlardan dolayı da bedeni ceza verilmez. Mali ceza verilir.
Mesela birisi uyurken yuvarlansa ve bir başkasının ölümüne sebep olsa kısas

£1401

uygulanmaz ama diyet verir. Haddi gerektiren bir suç işlerse had uygulanmaz.



18. Çocuğun Haddi Gerektiren Bir Suç İşlemesi

4404... Atıyye el-Kurazı (r.a) şöyle demiştir: "Ben Benu Kureyza esirlerindendim.
Müslümanlar bakıyorlar, (eteğinde) kıl bitenleri Öldürüyorlar, bitmeyenleri

um

öldürmüyorlardı. Ben kıl bitmeyenlerdendim."

4405... Ebu Avane bu hadisi Abdülmelik b Umeyr'den rivayet etmiştir.Atıye el-Kurazi
şöyle dedi:

[1421

"Eteğimi açtılar, kıl bitmemiş olduğunu görünce beni esir saydılar."

4406... İbn Ömer Radıyallahü anhüma'dan rivayet edildiğine göre;
O, Uhud savaşı gününde on dört yaşında iken Rasulullah'a arzedildi. Rasulullah ona
icazet (savaşa katılmak için izin) vermedi. Hendek gününde onbeş yaşında iken

£143]

arzedildi, izin verdi.
4407... Nafi şöyle demiştir:

Bu hadisi Ömer b. Abdi'l-Aziz'e haber verdim "Şüphesiz bu, küçükle büyük arasındaki
£1441

sınırdır" dedi.
Açıklama

Bu babda iki hadis yer almıştır, birisi Atıyye el-Kurazi'den, diğeri de İbn Ömer
radıyallahü anhüma'dan rivayet edilmiştir.

Bu hadislerin her ikisinin zahiri de çocukluktan çıkıp gençlik dönemine girmenin 15
yaşında olacağına delalet etmektedir. Ulemanın bu konudaki mütalaalarına geçmeden
önce Atıyye el-Kurazî'nin eteğinde kıl bitmediği için Ölümden kurtulup esir edildiği
hadiseyi kısaca anlatmak istiyoruz:

Rasulullah (s. a) Medine'yi teşrif ettiği zaman Medine'de Evs ve Hazrec kabilelerinin
yanısıra Yahudi kabileler de vardı. Bu kabilelerden birisi de Benû Kureyza idi.
Rasulullah (s. a) bunlarla bir anlaşma yapmıştı. Anlaşma gereği taraflar birbirlerine
düşmanlık etmeyecekler ve Medine-ye yapılan hücumları birlikte karşılayacaklardı.
Medine'deki yahudi kabilelerden Benî Nadir ahidlerini bozdukları için daha önce
Medine'den çıkartılmıştı. Benû Kureyza kabilesi de Hendek savaşı esnasında ahdi
bozdu. Rasûlullah'a ihanet ederek müşrikler tarafına geçtiler. Bu hal, Medine
müslümanlanm büyük sıkıntıya soktu, korkulu anlar yaşamalarına sebep oldu.
Müslümanlara karşı giriştikleri hücumlar sonuç vermeyen, aksine büyük zayiatlar
veren Kureyş, çıkan fırtına ile ordugahları darmadağın, hayvanları telef olunca geri
çekilerek Mekke'ye döndü. Bunun üzerine Rasû-lullah (s. a) ahdi bozup, vatana ihanet
eden Benu Kureyzalıları cezalandırmak istedi. Ashabını derhal Benu Kureyza üzerine
şevketti . Benu Ku-reyzalılar Hz. Peygamberden özür dileyip sulh isteyecekleri yerde
kalelerine sığınarak savaşı seçtiler. Bununla da kalmayıp Rasûlullah hakkında
yakışıksız şeyler söylediler. Müslümanlar yahudilerin sığındıkları kaleyi kuşattılar.
Kuşatma yirmi beş gün sürdü. Nihayet muhasaradan bıkıp savaşa başladılar ve mağlup



oldular. Onlar da Benu Nadir kabilesi gibi Medine'den sürülmeye razı idiler. Fakat
Rasûlullah bu isteklerini kabul etmedi, haklarında hüküm vermesi için bir hakem
seçmelerini istedi. Onlar da müttefikleri olan Sa'd b. Muaz'ı hakem gösterdiler. Sa'd b.
Muaz haklarında şu kararı verdi: Yahudilerden savaşanlar öldürülecek, çocuklar ve
kadınlar esir edilecek, malları da ganimet sayılacaktır. Bu hüküm ilk bakışta biraz ağır
gibi görünmektedir.

Ama yahudiler hakkında verilen bu hüküm kutsal kitapları olan Tevrat'taki hükme
tamamen uygun düşmektedir.

Tevrat'ta aynen şöyle denilmektedir: "Savaş için bir şehre yaklaştığın saman onları
sulha çağır. Eğer kabul edip kapılarını açarlarsa içerdekile-in hepsi haraç verip hizmet
edeceklerdir. Sulha razı olmayıp savaşırlarsa ) zaman orayı muhasara edeceksin ve
Allah sana oranın fethini müyesser edince erkeklerin hepsini kılıçtan geçireceksin.

£145] '

Kadınları çocukları hayranları ve şehirdeki bütün mallan alacaksın..."
Bu hüküm gereğince Kureyzah erkeklerden dört yüz kişi öldürüldü. Jocuk mu yoksa
genç mi olduğundan şüphe edilenlerin eteklerine bakıl-ii. Kıllananlar savaşmış
sayılarak öldürüldü, kıllanmayanlar esir edildi. Birinci hadisin ravisi Atıyye el -Kurazi
(r.a)o zaman çocuk olduğu için öl-lürülmeyip esir olarak bırakıldı. Daha sonra da
müslüman oldu.

Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi bu babın birinci hadisinin zahiri, çocukluk ile gençlik
çağlan arasındaki ayırımın etekte kıl bitmesi olduğuna, kincisi de on beş yaş olduğuna
delalet etmektedir.

Ahmed b. Hanbel, İmam Malik ve îshak b. Raheveyh birinci hadisteki hükmü esas
alarak etekte kıl bitmesini buluğ çağının alameti kabul etmişlerdir. Ancak, Ahmed b.
Hanbel on beş yaşı, sesin kalınlaşmasını ve kızların aybaşı olmasını, erkek çocukların
ihtilam olmaya başlamasını da buluğa alamet saymıştır. İmam Malik ise yaşa itibar
etmemiş, ihtilam olma aybaşı olma gibi alametleri kabul etmiştir.
Şafii ve Hanefıler etekte kıl bitmesine, buluğ alameti olarak itibar etmemişler, fizikî
buluğ (ihtilam, aybaşı) ya da yaşı esas almışlardır. Ancak itibar ettikleri yaşlar
farklıdır. Bu farklara geçmeden önce âlimlerin, bu babtaki Atıyye el-Kurazi hadisine
bakış açılarına bir göz atalım:

Bu hadise, gençlerin öldürülüp çocukların bırakıldığı bir esnada vuku-bulmuştur.
Dolayısıyla yaş ya da buluğ sorulduğu takdirde, gayr-i müslimlerin doğru
söyleyecekleri son derece şüphelidir. Çünkü mesele Ölüm kalım meselesidir. Soruya
muhatap olan şahıs baliğ olmuş olsa da veya yaşı onbeşten yukarı da olsa, canını
kurtarmak için bunu gizleyecek, çocuk olduğunu iddia edecektir. Her ne kadar etekte
kıl bitmesi kesin olarak buluğ alameti değilse de bir ölçüdür. Onun için anılan
yahudilerin eteklerine bakılmıştır. Ama bu müslümanlarda buluğ alameti olamaz.
Bu konu ile ilgili olarak Hattabi de şunları söylemektedir: "Küm bitmesi, buluğ için
bir sınır sayılamaz. Ancak onunla ehl-i şirk hakkında hüküm verilir. Onların
savaşçıları öldürülür ve kıl bitmesine itibarla geri kalanları sağ bırakılır."
Buluğa erme konusunda Şafıilerin görüşü şudur: Erkek çocukları dokuz yaşını
doldurduktan sonra ihtilam olurlarsa baliğ, kız çocukları da yine dokuz
yaşım. doldurduktan sonra aybaşı olurlarsa balığa sayılırlar. Ama erkek çocukları
ihtilam, kız çocukları da aybaşı olmamışlarsa, onbeş yaşını doldurunca baliğ ve baliğa
olmuş, yani erginlik çağma girmiş sayılırlar. Emir ve yasaklarla mükellef olurlar,
haddi gerektiren bir suç işlerlerse kendilerine had uygulanır. Şafıilerin delili üzerinde



durduğumuz hadistir.

Hanefilere göre; Erkek çocuğun baliğ olması; ihtilam olması, cinsel ilişkide
bulunduğu zaman kendisinden meni gelmesi veya kadını hamile bırakması iledir. Kız
çocuklarının buluğa ermesi de aybaşı olması veya hamile kalması iledir. Şayet bunlar
bulunmazsa yaşa itibar edilir. Ama yaş konusunda Hanefi ulemasının görüşleri
farklıdır.

İmam Azam'a göre bu yaşın sınırı; erkeklerde on sekiz, kızlarda on yedidir. Yani
erkekler onsekiz yaşma geldikleri halde kendilerinden buluğ alameti görülmezse baliğ
sayılırlar. İmam Ebu yusuf ve Muhammed'in görüşleri diğer imamların görüşü gibidir.
Yani kendilerinde buluğ alameti görülmeyen erkek ve kız çocukları on beş yaşını
doldurunca baliğ ve balığa kabul edilirler.

Buluğ çağı kişinin mükellef olma yani dininin emirlerine uyup, yasaklarından
kaçınmak zorunda olduğu, aksi halde dünya ve ahiretteki cezalan hak ettiği çağdır.
Dolayısıyla kişinin buluğ çağını tesbit aynı zamanda haddi gerektiren bir suç
işlediğinde haddin uygulanabildiği çağı tesbit-tir. Yukarıya aktardığımız görüşlerle bu
konu açığa kavuşmuştur. Ancak Süfyan'dan nakledilen ilginç bir göıiiş var, onu da
vermek istiyoruz:

Süfyan diyor ki: "İşittiğimize göre buluğun en aşağısı on dört yaş en yukarısı da on

£1461

sekiz yaştır. Mesele had olunca biz en yukarı olanı (onsekiz yaşı) alırız."
19. Savaş Esnasında Hırsızlık Yapanın Eli Kesilir Mi?
4408... Cünâde b. Ebi Ümeyye şöyle demiştir;

Büsr b. Ertat ile birlikte denizde (deniz yolculuğunda) idik. Büsr'e Mısdar admda birisi
getirildi. Dişi bir deve çalmıştı. Büsr:

"Rasûlullah (s.a)'m "Yolculuk esnasında eller kesilmez" buyurduğunu işittim. Eğer

£1471

bunu duymasaydım elini keserdim" dedi.
Açıklama

Tirmizi bu hadis için "hasen garib" demiştir.

Metinde "dişi deve" diye terceme ettiğimiz "buhtiyye" kelimesini Hora. san devesi diye
açıklayanlar da vardır.

Hadisin Tirmizi'deki rivayeti, ""Savaş esnasında eller kesilmez" şeklindedir. Bu ifade,
bab ismine daha uygundur.

Tıbî, Ebû Davud'un rivayetindeki "Sefer esnasında eller kesilmez" ; sözünü "gazve
esnasında eller kesilmez" şeklinde anlamak gerekir," I demiştir.
Azizi de Camiussağır Şerhi'nde: "Seferde" kelimesinin "savaş şeferinde" manasında
olduğunu söyler.

Bu izahlardan sonra Ebû Davûd'taki metnin konu başlığı iîe alakası daha iyi
anlaşılmaktadır.

Tirmizî, rivayetinin sonundaki ta'lîkda şöyle demektedir:

"İçlerinde Evzai'nin de bulunduğu bazı alimler bu görüştedir. Bunlar kendisine had
uygulanan şahsın düşmana katılabileceği endişesiyle savaşta düşman karşısında had
uygulanmayacağını söylerler. Ama devlet başkanı düşman ülkesinden çıkıp dar-ı



İslama dönünce suçluya haddi uygular. Evzai böyle demiştir."
Hattabi'nin bu konu ile ilgili sözleri de şöyledir:

"Şayet bu hadis sabit ise, yolculuk esnasında hırsızlık yapandan haddin düştüğü
anlaşılmaktadır. Çünkü, orada devlet başkanı yoktur. Emir veya ordu komutanı vardır.
Bazı fakihlere göre ordu komutanı dar-ı harpte hadleri ikame edemez. Ama ordunun
başında halife varsa veya emir, Irak, Şam ve Mısır gibi geniş bir memleketin emîri ise
müstesna; o zaman askeri içerisinde hadleri uygular. Bu Ebû Hanife'nin görüşüdür.
Evzâî, askerin komutanı sınırdan dönünceye kadar hırsızın elini kesmez, dönünce
keser demiştir.

Fakihlerin çoğunluğu, haddi uygulamak için dar-ı harple dar-ı İslam arasında fark
görmezler. İster dar-ı İslamda olsun ister dar-ı harpte ibadetler ve farzların vücublanna
kail oldukları gibi suç işleyenlere de hadlerin vücubuna kaildirler."
Hattabi bu sözleri ile sanki hadisin sıhhatinden endişe ettiğini hissettiriyor. Münziri de
Yahya b. Main'in Busr b. Ertat'ı pek iyi anmadığım bunun ona göre Büsr'ün sahabi
olmadığına delalet ettiğini söyler.

Yine Münziri, bu zatın sahabeliğinde ihtilaf edildiğini, Rasûlullah vefat ettiğinde iki
yaşında olduğunu, kendisinin meşhur haberleri bulunduğunu bildirmektedir.
Yukarıya aktardığımız nakillerden anlıyoruz ki, içlerinde Evzai ve İmam Azam'm da
bulunduğu bazı alimlere göre savaş esnasında ve dar-ı harpte had uygulanmaz.
Azîzî'nin dediğine göre uygulanmama konusunda hadler arasında fark yoktur. Yani bu
hüküm hırsızlık haddine has değildir. Zina haddi, kazf haddi gibi diğer hadler de
uygulanmaz. Ancak, Evzai'ye göre, dar-ı İslâm'a döndükten sonra had uygulanır.
Hanefi mezhebine göre dar-ı İslama döndükten sonra da had uygulanmaz. Hidaye'de
şöyle denilmektedir: "Bir kimse dar-ı harbte veya dar-ı bağyde zina eder sonra dar-ı
İslama gelirse had uygulanmaz. "Hidaye sahibi Hanefi mezhebinin bu görüşüne
Beyhaki'nin rivayet ettiği "Dar-ı harbte had uygulanmaz" mealindeki hadisi gösterir.
Ayrıca görüşün mantıki izahı da şudur: Hadde güdülen gaye, insanları o suçu
işlemekten sakmdırmaktır. İslam Devlet Başkanı 'nin dar-ı harbte velayet yetkisi
yoktur. Öyle olunca, orada had uygulamak faydasız olmuştur. Dar-ı İslam'a geldikten
sonra da uygulanamaz. Çünkü suç, haddi gerektirir bir vasıfta işlenmemiştir, sonradan

11481

haddi gerektirir bir şekle dönüşmez.

Şayet halife ve büyük şehrin emiri gibi haddi uygulama yetkisini haiz olan kişi
ordunun başında olursa, ordugahında haddi gerektiren bir suç işleyen kişiye haddi
uygular.

İster dar-ı İslamda ister dar-ı harbte olsun savaş esnasında da barış esnasında da had
uygulanır, diyen cumhurun delili Ubâde (r.a)'den rivayet edilen şu hadistir: "Allah
yolunda yakın ve uzak tüm insanlarla cihad ediniz. Kınayanın kınamasına aldırmayın.

£149]

Hazarda ve seferde Allah'ın hadlerini uygulayın."
20. Nebbaş (Kefen Soyucu) İn Elinin Kesilmesi

4409... Ebû Zer (r.a) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a) bana: Ya Ebû Zer! dedi. Buyur
Ya Rasûlullah, emret, dedim.

"İnsanlar (topluca) ölüp evin -yani kabrin- bir köle fıatma olduğu zaman ne yaparsın
(halin ne olur)?" buyurdu.



£1501

Allah ve Rasulü bilir - ya da Allah ve rasûlü (benim için) ne seçerse- dedim.

Lİ5U

"Sabra sarıl -veya sabretmeye çalış-" buyurdu.

Ebu Davud der ki: Hammad b. Süleyman : "Kefen soyucunun eli kesilir, çünkü o

[152]

ölünün evine girmiştir" dedi.
Açıklama

Bu hadis Sünen-i Ebi Davud' da 4261 numarada geçmişti. Hadisin izahı işaret edilen
kısımda yapılmıştır. Biz burada hadisin konu ile olan münasebetini ve ulemanın bu
husustaki görüşlerini eîe almak istiyoruz.

Hadisin konu ile ilgisi, Ebu Davud'un talikan verdiği Hammad b, Ebi Süleyman'ın
sözüdür. Yani Rasûlullah (s. a) kabri ev olarak nitelemiştir. Ev hırz olduğuna ve evden
çalanın eli kesildiğine göre, kabirden kefen çalanın da elinin kesilmesi gerekir. İmam
Şafii, îmam Malik, İmam Ah-med, İmam Ebu Yusuf, Ebu Sevr, Hasenü'I-Basrî, Şa'bî,
Nehaî, Katade, Hammad ve Ömer b. Abdi' 1 -Aziz bu görüştedir. Bu görüş, ashabtan
İbn Mes'ud ve Aişe (radıyallahü anhuma)'dan da rivayet edilmiştir.
İmam Azam Ebu Hanife, İmam Muhammed, Süfyan-ı Sevrî, Evzâî ve Zührî'ye göre
kefen çalanın eli kesilmez. Bu görüş de ashabtan İbn Ab-bas'tan da rivayet edilmiştir.
Aliyyü'l-Kari, bu hadiste kabre ev denmesinin, kabrin hırz sayılmasını
gerektirmeyeceğini, çünkü her evden çalmanın el kesmeyi gerektirmeyeceğini söyler.
Nitekim kapalı bir kapısı veya bekçisi bulunmayan bir evden hırsızlık yapanın eli
kesilmez. Ancak, herşeyin hırzı, örfün hırz saydığı şeye göredir, denilirse o zaman,
kabir hırz sayılabilir.

Merginani'nin beyanına göre, kefen soyucunun eli kesilir diyenler, kabri hırz
saymalarının yanı sıra, Beyhaki'nin rivayet ettiği "kim kefen çalarsa elini keseriz"
mealindeki hadistir. Kefen soyanın eli kesilmez diyenler de İbn Ebi Şeybe'nin rivayet

£153]

ettiği "Muhtefi'nin eli kesilmez" mealindeki hadistir. Medileniler muhtefi diye
kefen soyucuya derlermiş. Ayrıca el kesilmez diyenler; kefenin mülk olmadığını, el

0541

kesmek için, çalman malın tam bir mülk olması gerektiğini de söylerler.
21. Birkaç Kerre Hırsızlık Yapan Hırsızın Durumu

4410... Cabir b. Abdullah (r.a) şöyle dedi: Rasûhıllah (s.a)'e bir hırsız getirildi.
Efendimiz:

"Onu öldürün" buyurdu. Sahabîler:

Ya Rasûlullah, o sadece hırsızlık yaptı, dediler. Rasûlullah:

"Onun (elini) kesiniz" buyurdu ve kesildi.

Sonra adam ikinci kez getirildi, Rasûlullah (s.a) yine:

"Onu öldürünüz" buyurdu.

Oradakiler:

Ya Rasûlullah o sadece hırsızlık yaptı, dediler. Bunun üzerine efendimiz:

"Onu (n ayağını) kesiniz" buyurdu ve kesildi. Sonra üçüncü defa getirildi, Rasûlullah



(s. a) yine: "- Onu öldürünüz" buyurdu. Sahabeler; "Ya Rasulullah, o sadece çaldı,"

dediler. Bu sefer efendimiz yine;

"Onu (n sol elini) kesiniz" buyurdu.

Aynı adam dördüncü kez getirildi, Rasulullah (s.a);

"Onu öldürünüz" buyurdu.

Sahabîler:

Ya Rasulullah o sadece çaldı, dediler Rasulullah (s.a)
"Onu (n sol ayağını) kesiniz," buyurdu.
Adam beşinci kez getirildi bu sefer de Rasulullah (s.a)
Onu öldürünüz, buyurdu Cabir der ki:

Biz adamı götürdük ve öldürdük, sonra sürüyüp bir kuyuya attık ve üzerine taş attık.
£155]

Açıklama

Hadisi şerif metni; Rasulullah (s.a)'m kendisine defalarca getirilen hırsız için dört kez,
Önce: "Onu öldürünüz" buyurduğu, sahabelerin kendisine "Ya Rasulullah o sadece
hırsızlık yaptı" demeleri üzerine de: "Onu kesiniz" buyurduğu şeklindedir. Ancak biz
terceme ederken. Darekutnî'nin Ebu Hureyre'den rivayet ettiği hadisi göz önüne
alarak; "elini ayağını, sol elini, sol ayağını" şeklinde takdirlerde bulunduk. Şüphesiz
Rasûlullah'm "Onu kesiniz" buyururken maksadı, adamın kesilmesi değil, organlarının
kesilmesidir. Hadisin delaleti ile o organlar da, tercemede parantez içerisinde takdir
ettiğimiz şekildedir.

Yukarıda işaret ettiğimiz; Darekutnî'nin hadisi şu şekildedir:
Rasulullah (s.a) hırsız hakkında:

"Eğer çalarsa elini kesiniz, sonra yine çalarsa ayağını kesiniz, sonra çalarsa elini
kesiniz, sonra yine çalarsa ayağını kesiniz." buyurdu.

Nesâî, bu hadisin mtinker olduğunu, raviler arasında bulunan Mus'ab. b. Sabit'in
hadiste kuvvetli birisi olmadığını söyler.

İbn Kayyım'in Zadü'l-Meâd'daki ifadesine göre bazı alimler de hadisi hasen kabul
etmişler ve hadisteki hükmün sadece o şahsa has olduğunu söylemişlerdir. Üçüncü bir
grup alime göre ise hadis sahihtir ve birisi beşinci kez hırsızlık yaparsa öldürülür. Bu
üçüncü görüş Malikilerden Ebu'l-Mus'ab'ın görüşüdür.

Ulemanın büyük çoğunluğuna göre - bazı alimler bunu icma olarak ifade
etmektedirler. Hırsızlıktan dolayı Ölüm cezası yoktur. Gerçi müctehid-ler, hırsızlık
fiilini 3,4, kez tekrarlayan kişiye verilecek ceza konusunda farklı görüştedirler ama hiç
birisi beşinci kezde Öldürüleceğini söylememişlerdir. Oysa bu hadisin zahiri beşinci
kez hırsızlık yapanın öldürülmesi gereğine delâlet etmektedir.

Alimler bu hadisi nasıl anlamışlar da, zahirde muhalif görünen bir görüşe sahip
olmuşlardır ve görüşlerinde neye dayanmışladır. Şimdi kısaca bu konuya göz atalım:
Ulema bu hadisteki hükmü değerlendirirken şu görüşleri öne sürmüşlerdir:
1- Hırsızlık yapan şahsın irtidat etmiş olup, Peygamber (s.a)'in buna vakıf olmuş
olması muhtemeldir. Adamın öldürüldükten sonra, sürünerek bir kuyuya atılması ve
üzerinin taşlarla örtülmesi bunu te'yid etmektedir. Çünkü müslüman birisi büyük
günah işlemiş de olsa cezası verilir ve öldüğünde cenazesi kılınır. Özellikle, kendisine
had uygulanıp da temizlendikten sonra namazı kılınır.



2- Bu hadis-i şerif, bir müslümanm kanının ancak üç şeyden dolayı helâl olduğunu
bildiren hadisle neshedilmiştir. (Hadis no: 4352, 4353)

Ancak bu iddia pek uygun görülmemektedir. Çünkü neshin sübutu için hadislerin
vürud tarihlerinin bilinmesi gerekir. Oysa bu hadislerden birisinin ötekinden sonra
varid olduğuna dair bir bilgi mevcut değildir.

3- Suç işleyen kişi yeryüzünde fesad çıkaranlardan sayılırsa bazı fakihlere göre had
olarak değil de tâzir olarak öldürülebilir. Devlet başkanı maslahatın gerektirdiğine
göre kişiye hadden daha fazla da ceza verebilir. Hatta gerekirse öldürülebilir. İşte
hadisin zahiri bu görüş çerçevesinde değerlendirilebilir.

Hattabi'bu görüşün Malik b. Enes'e nisbet edildiğini söyler ve rasulullah'm hırsız daha
ilk getirildiğinde, önce öldürülmesini emretmesinin bu görüşün haklı yanını
güçlendirdiğine işaret eder.

4- Rasûlullah (s. a) vahiyle adamın ilerde yapacaklarına muttali olmuş ve onun için
öldürülmesini emretmiştir. Bu hüküm sadece bu şahsa aittir.

5- Adam fesadı meşhur biridir. Onun hırsızlığı tekrarlaması herkesçe malumdu. Bu
huyuna son vermesi mümkün görülmez. Onun için öldürülmüştür.

6- Bu hadis münkerdir, istidlale elverişli değildir.

Bu görüşler içerisinde en uygunu kanaatimizce birinci maddedekidir.

İbn Kayyım, hırsızın öldürülmeyeceğine dair icma olduğu iddiasının yerinde

olmadığını, çünkü Abdullah b. Ömer'in: Bana dördüncü kez hırsızlık yapanı getirin,

onu öldürmem gerekir" dediğini ve bunun seleften bazılarının mezhebi olduğunu

söyler.

Yine İbnü'l-Kayyim, nesh iddiasını reddederek, nasih olduğu söylenen hadisin ânım,
bu hadisin ise hâs olduğunu ifade eder. İbn Kayyım'm bildirdiğine göre bu hadisteki
"öldürün" emri kesinlik ifadesi için değil, maslahatın gerektirdiği bir tazir cezasıdır.
Nitekim bir yerde içki içenler çoğalır, hadlerden ibret alıp içkiyi terketmek mümkün
olmaz ve imam gerekli görürse içki içeni öldürebilir. Bu yüzden Hz. Ömer içki içeni
bir seferinde hapsedip, bir seferinde saçını tıraş edip seksen sopa vururdu. Halbuki
Rasûlullah (s.a) ve Hz. Ebu Bekir içki içene kırk sopa vururlardı.
İbn Kayyım'm bu sözleri gözardı edilecek cinsten değildir.
Birden fazla hırsızlık yapana verilecek ceza konusundaki görüşler:

1- Dört mezhep imamları birinci defa hırsızlık yapanın sağ elinin ikinci kez hırsızlık
yapanın sol ayağının kesileceğinde müttefiktirler. Ancak daha fazla hırsızlık yapana
verilecek cezada ihtilâf halindedirler.

2- Şafii ve Malikilere göre, üçüncü hırsızlıkta sol eli, dördüncü hırsızlıkta da sağ ayağı
kesilir. Beşinci kez çalarsa hapsedilir ve tazir edilir. İshak b. Râhûye ve Katade de
aynı görüştedirler. Delilleri Darakutnî'nin Ebû Hurey-re (r.a)'den rivayet ettikleri şu
hadistir: "Rasûlullah (s.a) hırsız hakkında şöyle buyurdu: "Eğer hırsızlık yaparsa elini
kesin, sonra çalarsa ayağını kesin, sonra yine çalarsa elini, sonra yine çalarsa ayağını
kesiniz." Önce sağ elinin kesileceği "hırsızlık yapan erkeğin ve hırsızlık yapan kadının
ellerini kesiniz" mealindeki ayetin İbn Mes'ud'un kıraatmda "Sağ ellerini kesiniz"
şeklinde okunması delildir. Çünkü bu, haber-i meşhur hükmündedir.

3- Ahmed b. Hanbel, Şa'bi, Nehai, Hammad b. Ebi Süleyman ve Evzaî'ye göre birinci
çalışında sağ eli, ikinci çalışında da sol eli kesilir. Üçüncü kez çaldığında artık el ve
ayak kesme yoktur, hapsedilir.

4- Hanefılere göre de üçüncü kez çalanın bir tarafı kesilmez. Ancak çaldığı ödettirilir.
Tevbe edinceye kadar hapselir ve ta'zir edilir.



Üçüncü ve daha sonraki hırsızlıktan dolayı el ve ayak kesilmeyeceğini söyleyenlerin
delilleri şudur:

Beyhakî'nin Hz. Ali (r.a)'den rivayet ettiği bir habere göre; Hz. Ali'den, sağ eli ve sol
ayağı kesikken hırsızlık eden birisinin sol elini.kes-mesi istenildiğinde: "Onu da
kesersem bu adam ne ile taharetlenir, ne ile yer?" demiştir. Ayağını kesmesi
istenildiğinde de: "Ayağını nasıl keserim? O zaman neyin üzerinde yürür? Ben
Allah'tan utanırım" demiş ve onu dövmüş müebbeden hapse atmıştır.

Lİ561

Görüldüğü gibi bu görüşün delili sahabe tatbikatı ve maslahattır.

22. Hırsızın Elinin Boynuna Asılması

4411... Abdurrahman b. Muhayrîz şöyle demiştir:

Fadale b. Ubeyd'e hırsızın elini boynuna asmanın sünnetten mi olduğunu sorduk;
"Rasûlulîah (s.a)'a bir hırsız getirildi, eli kesildi, sonra Rasulullah'm emri ile kesik eli

[1571 ^

boynuna asıldı." dedi.
Açıklama

Tirmizi bu hadis hakkında "Hasen garibtir. Onu, Ömer b. Ali'nin Haccac b. Ertat'den
yaptığı rivayetinden başka bilmiyoruz" demiştir.

Nesai'de : Haccac b. Ertat'in zayıf olup hadis ile ihticac edilemeyeceğini
söylemektedir.

Bu haber - sahih ise- hırsızın eli kesildikten sonra kesilen elini boynuna asmanın
meşruiyetine delâlet etmektedir. Maksat hem hırsız, hem de görenler için ibrete vesile
olmasıdır. Şevkanî, Neyiu'I-Evtar'da bu haberin kesik eli hırsızın boynuna asmanın
meşruiyyetine delil olduğuna işaretten sonra şöyle demektedir: "Çünkü bu, suçu
önlemede fevkalade önemlidir. Zira hırsız boynuna asılı olan kesik eline bakar ve
buna sebep olan fiili ve o fiilin verdiği zararı hatırlar. Aynı şekilde onu o vaziyette gö-
renler içinde, alçak vesveselerini kesecek bir caydırıcılık işi görür. Bey-hakî'nin
rivayetine göre, Hz. Ali bir hırsızın elini kesmiş, halk ona, eli boynuna asılı bir halde
rastlamıştır."

Hanefi alimlerinden İbnü'I-Humam da Şerhu Fethi'l-Kadir adındaki, eserinde bu
görüşün İmam Şafii ve Ahmed'den nakledildiğini ama, bu hareketin Rasulullah'm
tatbikatında Sürekli olmadığını, dolayısıyla sünnet olmayacağını söyler. İbnu'l-
Humam'in ifadesine göre hırsızın elini kestikten sonra boynuna asıp teşhir etmek,

£1581

siyasi bir olaydır. Devlet yetkilisi isterse yapar isterse yapmaz.

11591

Hırsızlık Yaptığı Zaman Kölenin Satılması

4412... Ebû Hureyre (r.a)'den rivayet edildiğine göre: Rasûlulîah (s.a) şöyle
buyurmuştur: "Köle hırsızlık yaparsa, bir neş (yirmi dirhem) karşılığında bile olsa

sat."



Açıklama



Hadis, hırsızlık eden kölenin çok ucuz bir fiyata da Qısa satıüp eiden çıkarılmasını
önermektedir. Çünkü bu onun yeni sahibi yanında ıslahı nefs etmesine sebep olabilir.
Ancak satış esnasında kölenin bu aybı gizlenmemen', müşteriye söylenilmelidir. Aksi
halde müşteri ileride bu durumu öğrenirse köleyi önceki sahibine ayıp muhayyerliği

£161]

ile geri verme hakkına sahiptir.
23. Recm Konusu

Zina eden erkek ve kadına, muhsan olup olmamalarına göre recm ve celd cezalan
verilir. Bu cezalar zinanın haddidir. Bunlarla ilgili malumat hadislerin izahı sadedinde
£162]

verilecektir.

4413... İbn Abbas radiyallanü anhüma; demiştir ki:

Allah (C.C): "Kadınlarınızdan zina edenlere, bunu isbat edecek aranızdan dört şahit
getirin, şahitlik ederlerse ölünceye veya Allah onlar için bir yol açmcaya kadar evlerde
£163]

tutunuz." ayetinde kadından sonra erkeği zikretti, sonra ikisini birleştirip

"İçinizden zina eden iki kişiye eziyet edin. Eğer tevbe edip düzelirlerse onları

[1641

bırakın." buyurdu.

Allah (c.c) bu ayeti de, Celd ayeti ile neshedip şöyle buyurdu: "Zina eden kadın ve

£1651

zina eden erkekten her birine yüz değnek vurunuz."
4414... Mücahid demiştir ki; "(Ayetteki) yol, haddir."

Süfyan da şöyle dedi: " O ikisine eziyet edin" sözünden maksat; bekarlar, "Evlerde

tutun" sözündeki maksat da dul kadındır."

Açıklama

Mücahid ve Süfyan'dan nakledilen tefsirler, yukandaki ayet-i kerimelerdeki bazı
tabirlerin izahıdır. Onun için bu haberi İbn Abbas haberinin hemen peşine koyduk.
Bab başlığı olan recm, ve haberdeki ayet-i kerimenin ifade ettiği celd ile ilgili
açıklamaları bundan sonraki hadislerin izahına bırakarak, İbn Abbas radıyallahü
anhümanm sözleri ile ilgili olarak birkaç kelime söylememiz gerekmektedir.
İbn Abbas, Cenab-ı Allah'ın Önce zina eden kadını, peşinden de zina eden erkeği
zikrettiğini, sonra da ikisini bir arada andığını söylemiştir. Oysa ilk ayette (Nisa, 15)
zina eden kadınlar anılmış ama erkeklerden hiç söz edilmemiştir. Bezlü'l-Mechûd
müellifi, üstad Muhammed Yahya'dan naklen erkeği zımmen, zikrettiğini sonra da
sarahaten erkeği ve kadını birlikte andığını söylemektedir.

Nisa suresinin on altıncı ayetindeki "Zina eden iki kişi"den murad, ulemanın



cumhuruna göre kadın ve erkektir. Sadece Mücahid ve Ebu Müslim Isfahani bu ayetin
livata ile ilgili olup "iki kişi"den maksadın iki erkek olduğunu söylemişlerdir.
Ulemanın bu ayetlerin ışığmdaki beyanlarına göre, İslam'ın ilk günlerinde zinanın
cezası kadınlar için vefat edinceye veya Allah onlar için bir yol açmcaya kadar evlerde
hapis, erkekler için de hakimin uygun göreceği bir ceza idi. Daha sonra bu hükümler
neshedildi ve bekârlar için Nur suresinin ikinci âyetinde belirtildiği üzere (yüz sopa
vurmak), evlenmiş olan muhsanlar içinde (metni mensuh, hükmü baki olduğu
söylenen) recm âyeti ve Rasûlullah'm fiiili tatbikatı gereğince recm (taşlayarak
ödürme) cezalan konuldu. Zaten üzerinde durduğumuz İbn Abbas haberinde de Celdle
ilgili ayetin, daha Önceki hükmü ifade eden hapsle ilgili ayeti neshettiği
belirtilmektedir.

Kimi alimler de sonraki ayetin (Nur: 2) Önceki ayetleri (Nisa: 15,16) neshetmeyip,
izah ettiğini Allah'ın çıkaracağı yolun beyanı olduğunu söylerler.
Az önce de işaret ettiğimiz gibi, zina cezası olan recm ve celd konusunda önümüzdeki

£1671

iki hadisin sonunda geniş bilgi verilecektir.

4415... Ubade b. es-Samit (r.a)'den, demiştir ki; Rasûlullah (s,a); "Benden öğrenin,
benden öğrenin, şüphesiz Allah (c.c) o kadınlar hakkında bir yol açtı. Evlenmiş olan
evlenmiş olanla (zina ederse onlara) yüz sopa ve taşlarla recm (cezası vardır); bekar

£168]

bekarla zina ederse yüz sopa ve bir sene sürgün" buyurdu.

4416... Bakıyye ve Muhammed b. Sabbah b. Süfyân, Hüseyin'den, O Mansur'dan,
Mansûr'da Hasen'den önceki hadisi, Yahya'nın isnâd ve manâsıyla rivayet edip; "Yüz

£169]

sopa ve recm" dediler.
Açıklama

Bu hadisi şeriflerde, Rasûlullah (s. a) yukarıdaki hadisin içindeki âyette "yoP'un,
seyyid (muhsan) hakkında yüz sopa ve recm, muhsan olmayanlar hakkında da yüz
sopa ve bir yıl sürgün olduğunu beyan buyurmuştur. Yani artık zina eden muh-san'a
verilecek ceza recm ve bazılarına göre buna ilâveten yüz sopa, bekârlara verilecek
ceza da yüz sopa ve bir yıl sürgündür. Ancak, alimler arasında, muhsan'a, recme
ilâveten sopa vurulması ve bekârlar için sürgün konularında ihtilaf vardır. Bu
ihtilafları yeri gelince göreceğiz.

Önce Zina suçunun isbatı, celd, recm ve bunların uygulanışları hakkında bilgi vermek

im

istiyoruz.

Zina Suçunun İsbatı:

Zina suçu ya dört erkek şaidin şahitliği, yada zina eden erkek veya kadının ayn ayrı
meclislerde dört kez zina ettiklerini ikrar etmeleri ile sabit olur. Zinanın şahitle isbâtı
Kur'an-ı Kerimle (Nisa: 15); ikrarla isbâtı da sünnetle (4419 numaralı hadis ve
benzerleri) sabittir. Bâzı alimlere göre, bekâr ya da dul bir kadının hâmile oluşu da



Zina suçunun sübutu ve had-din uygulanması için delil sayılır. Ama Cumhura göre
delil değildir. Bu konuya da 4418 numaralı hadisi izah ederken temas edeceğiz. İkrar
konusu da ileride daha genişçe ele alınacaktır.

Zinadan dolayı haddin uygulanması için şahitlik ve ikrarda dikkat edilmesi gereken
bazı hususlar vardır. Bu hususların mutlaka göz önünde tutulması gerekir. Şöyle ki:
Hakim şahitlere, zinanın mâhiyetini, keyfiyetini, yerini, zamanını, zina edilen kadının
kim olduğunu ve erkekle kadının zina hallerini, sürme kabındaki mil yada kınmdaki
kılıç gibi görüp görmediklerini sorar. Onların âdil olup omadıklarmı tesbit eder.
Ondan sonra hadde hükmeder. Bir yabancı kadınla bir erkeğin yalnız başlarına bir
odada kalmaları, hatta aynı yatakta yatmaları ile had uygulanmaz. Şahitlerin onları üst
üste ve âletlerini sürme kabındaki mil gibi görmeleri gerekir,

Aynca şahitlerin dörtten az olmayıp hepsinin erkek olması, âdil olmaları, hür ve
gözlerinin görür olması, hepsinin bir arada şahitlikte bulunmaları şarttır.
Zinanın ikrarla sübutu için de; ikrarın hâkim huzurunda ve dört ayrı mecliste olması,
gerekir. İkrar esnasında hâkim, mukırra: (ikrarda bulunana) zinanın ne demek
olduğunu, nerede ve nasıl olduğunu sorar. Çeşitli suretlerle ikrarından dönmesi için
telkinde bulunur. 4428 numarada gelecek olan hadis hâkimin mukırra soracağı sorulan
tayin eden bir nasstır. Zinadan dolayı had uygulanabilmesi için, zina eden şahıslarla
ilgili bir takım şartlar vardır, Bunlar:

1- Zina edenler; akıl, baliğ olmalıdırlar.

2- Zinanın zorlama neticesinde değil, rızâ ile olması gerekir. Kadının zorlanması
konusunda ihtilaf olmamakla birlikte, erkeğin zorlanması halinde haddin uygulanıp
uygulanmayacağı konusunda ihtilaf vardır.

3- Cinsi temasta kadının, erkeğin, mülkü olabileceği şüphesi olan yerlerde olmaması
gerekir.

4- Cinsi temasta bulunulan kadirim, erkeğin hanımı olabileceği şüphesinden uzak
olmalıdır.

5- Cinsi temas, kiralama ile ilişkili olmamalıdır. Buna göre; birisi, bir kadına ücret
vererek zina etse had uygulanmaz. Ama yapılan iş zinadır, haramdır. Ahirette cezası
verilir.

6- Zina eden kişi dilsiz olmamalıdır.

7- Zinanın dar-ı adide (İslâm ülkesinde) olması gerekir.

8- Zinanın, cinsel organ yoluyla yapılmış olması icab eder. Buna göre eş cinsellerin
yaptıkları, son derece çirkin bir melanet ve çok büyük bir günah ise de, faillerine zina
haddi uygulanmaz.

Zina haddinin uygulanabilmesi için, zinada bulunması gereken şartları ve zina
suçunun isbâtı konusundaki kısa bilgiden sonra zina haddinin çeşitleri olan, celd ve

imi

recm'e geçmek istiyoruz.
Celd:

Celd sözlükte, "deri üzerine vurmak" demektir. Her bir vuruşa da "celde" denilir. Fıkıh
ıstılahında ise celde: Muhsan olmayan mükellef zina eden erkeğin ve zina eden
kadının vücudunun muayyen bölgelerine özel olarak sopa veya kamçı vurmaktır."
Bu ceza, suçlunun derisi (cildi) üzerine uygulandığı için, "celde" denilmiştir.
Bu tariften anlıyoruz ki, celd yani sopa vurmak cezası zina edenlerden, muhsan



olmayanlara hastır.

Muhsan: Akil, baliğ, hür, müslüman ve iffetli olan erkektir. Bu özellikleri taşıyan
kadın da "muhsana" dır. Muhsan bir erkek, muhsana bir kadınla sahih bir nikahla
evlenir ve cinsi ilişki kurarlarsa, bu çift recm bakımından da ihsana haiz olmuş olurlar.
Muhsan sıfatını haiz olduktan sonra, zina edildiği zaman, evli veya bekâr (dul)
olmanın farkı yoktur. Bekâr bile olsa, muhsanhği devam etmektedir. Yani, bu
durumda olan bir erkek veya kadın zina ederse kendisine recm cezası verilir. Aksi
halde, yani yukarıda sayılan özelliklen taşımıyorsa muhsan değildir ve zina etmesi ha-
linde recm değil, celd uygulanır.

Muhsan olmayan birisinin, zina etmesi durumunda, gerekli şartlar gerçekleşince, celd
(sopa vurma) cezasının uygulanacağında ulemâ müttefiktir. Ancak, buna ilâveten
sürgün cezasının da verilip verilmeyeceği ihtilaflıdır. Önce Celd, konusunu inceleyip,
sonra sürgün konusundaki ihtilafları ele alalım.

Zina edip de sopa vurulmayı hak eden, muhsan olmayan kişiye sopa vurulurken bir
takım esasların göz önünde bulundurulması gerekir. Bunların başlıca şunlardır:

1- Sopa iri olmayacak, parmak kalınlığında ve düz, budaksız olacaktır. Çöp gibi basit
şeylerle de olmaz.

2- Sopayı vuran kişi, sopayı omuzuna kadar kaldıracak daha arkaya aş ırm ayacaktır.

3- Çıplak bedene vurulmayacak, bedende gömlek gibi bir elbise bulunacaktır. Ama
kürk ve palto gibi kaim bir giysi de olmalayacaktır.

4- Sopa; karın, yüz ve ut yeri gibi nazik ve tehlikeli yerlere vurulmayacaktır.

5- Hepsi bir yere vurulmayacak, vücudun çeşitli yerlerine dağıtılacaktır.
Kendisine celd uygulanacak zinakâr, erkekse ayak üstü durdurulur, kadınsa oturtulur.
Sopa vurulurken ne şiddetli davranılıp ölüme veya yaralamaya sebep )lmalı, ne de
hafif geçirilmelidir. Orta bir yol izlenmelidir. Celd cezasının hikmeti konusunda bilgi
almak isteyenler, Elmalık Tefsirine bakabilirler. (Cild: 5 sh. 3470 ve dev.) Celd
uygulanırken buna bir grubun şahit )lması gerekir. Topluluğun, en az üç kişi, dörtten

tmı

kırka kadar, iki kişi, on :işi olması tarzında görüşler vardır.
Sürgün

Ulemânın cumhuruna göre, muhsan olmayanlar zina ederlerse, celdin 'anı sıra sürgüne
de gönderilirler. Delilleri, üzerinde durduğumuz hadissrdir. Çünkü bu hadislerde,
Rasûlullah (s. a) bekâr birisinin zina etmesi alinde, yüz sopa ve sürgün cezası
verileceğini beyan buyurmuştur.

Sürgün cezasının varlığını kabul edenler, bu cezanın tüm zina eden bekârlara mı yoksa
belirli kesimlerin bu hükümden müstesna mı olduğu konusunda ihtilaf etmişlerdir:
İmam Şafii, Sevrî, Dâvud, ez-Zâhiri ve Ta-beri hükmün zina eden herkese şâmil
olduğunu söylemişlerdir. İmâm Şâfıiden bir görüşe göre köleler sürgün edilmez. Evzaî
ve İmâm Mâlike göre, sürgün, zina eden erkeklere hastır, Ahmed b.Hanbel'den iki
görüş de nakledilmiştir.

Yine bu görüş sahipleri, suçlunun sürgün edileceği mesafe ya da yer konusunda da
ihtilâf halindedirler. Bir kısımlarına göre bu, hakimin takdirindedir, kimine göre ise,
belirli bir mesafe şarttır. Bu mesafenin de üç günlük yol, iki günlük yol, bir mil,
sürgün denilebilecek bir uzaklık olduğu konusunda görüşler vardır. Mâlikiler, sürgüne
gittiği yerde hapsedilmesini de şart koşarlar.



Sürgün müddeti bir yıldır. Hanefilere göre sürgün cezası yoktur. Sadece sopa vurma
cezası uygulanır.

Delilleri, Bedâiu's-Sanâî' adındaki fıkıh kitabında şöyle ortaya konul-muştur. Özeti:
"Bizim delilimiz; "Zina eden kadın ve zina eden erkekden her birine yüz sopa
vurunuz," ayetidir. Bu ayetten istidlalimiz iki cihettendir;

a- Ayeti kerimede celd anılmış ama sürgün yer almamıştır. Sürgünü gerekli görenler,
Kur'andaki hükme bir ilâvede bulunmuşlardır. Kur'ana ilâve, nesli demektir.Bir ayetin,
haber-i vâhidle neshedilmesi ise caiz değildir.

b- Cenâb-ı Allah, çeldi "ceza" diye isimlendirmiştir. Ceza da kâfi miktarda olan bir
şeyin adıdır. Şayet biz celde bir de sürgünü ilâve edersek, ceza kafi gelmemiş olur ki
bu, nassm hilâfınadır.

Ayrıca zinâkân sürgün etmek onu iyice zinaya arzetmektir. Çünkü zi-nâkâr
memleketinde kaldığı müddetçe, eşten, dosttan, akrabadan utanır, çekinir ve zinaya
yaklaşamaz. Tanımadığı bir yere sürgüne gönderildiğinde ise, bu endişe söz konusu
olmaz. Nitekim, Hz. Ömer'in sürgün ettiği birisi, Rumlara iltihak edince, Hz. Ömer

1173]

sürgün ettiğine pişman olmuş ve bir daha kimseyi sürgün etmemiştir.
Recm:

Recm sözlükte; öldürmek, sövmek, kovmak, terketmek, bühtan, lanet etmek ve atılan
taş manalarmadır.

Istılahta da; Muhsan olan zinakâr erkekle, muhsan olan zinakâr kadını usûlüne göre
taşlayarak öldürmektir.

Daha önce belirttiğimiz gibi ve tariften de anlaşılacağı üzere, muhsan sıfatını taşıyan
erkek veya kadına zina etmeleri halinde recm uygulanır. Recmin delili, metni mensûh
ve hükmü baki olduğu kabul edilen: " eş-şeyhu ve'şeyhatu izâ zeneyâ fe'rcumûhumâ:
Muhsan bir erkek ve muhsan bir kadın zina ederlerse, onları recmediniz" ayeti ile,
Rasulüllah'in kavli ve fiilî sünnetidir. 4417 numarada gelecek olan hadiste görüleceği
üzere, Hz. Ömer ( r.a.) kendilerinin Rasûlüllah (s.a.)'den recm ayetini okuyup
ezberlediklerini, hem Rasûlüllah'm, hem de onun vefa-atmdan sonra recme
uyguladıklarını söylemiştir. Üzerinde durduğumuz hadislerin yanı sıra, 4419
numarada gelecek olan Mâiz hadisi ve (4435,4440,4445) numaralardaki hadisler
Rasûlüllah'm recm ettiğine delâlet etmektedirler. Hemen hemen tüm hadis kitaplarında

£174]

yer alan bu hadisler de recmin meşruiyetinin başka delilidir.
Recm Cezasının Tatbiki:

Recmedilecek kişi erkekse ayakta tutulur, kadınsa göğsüne kadar bir çukura sokulur
ve ölünceye kadar ufak taşlarla taşlanır.

Zina suçu şahitlerin şehâdeti ile sabit olmuşsa taşlamaya önce şahitler başlar. Zâninin
kendi ikrarı ile sabit olmuşsa önce hakim başlar sonra da halk taşlamaya başlarlar.
Zina eden çiftten birisi muhsan olur, öteki muhsan olmazsa, muhsan olan recmedilir,
muhsan olmayana ise yüz sopa vurulur.

Recm edilerek öldürülen müslümanm cenaze namazı kılınır, müslümanlarm



[115}

kabristanına defnedilir.



Recmle Birlikte Celd Uygulanır Mı ?

Üzerinde durduğumuz hadiste, Rasûllüllah (s. a.) muhsanm cezasını beyân ederken,
"yüz sopa ve recm" buyurmuştur. Bu, muhsan olan zinâ-kâra önce celd sonra recm
cezalarının tatbikinin gereğine delâlet eder. Hz. Ali r.a'de böyle yapmış ve "Allanın
kitabı ile celd ettim (dövdüm),Rasû-lullah (s.a)'in sünneti ile de recmettim" demiştir.
Hasenül-Basri, Dâvûd, ez-Zâhiri ve tabileri, İshak b. Râhûye de bu görüştedirler.
Ulemânın cumhuruna göre, muhsan olan zinâkâra verilecek ceza sadece recm'idir,
ayrıca bir de celde gerek yoktur. Bu görüş sahipleri, üzerinde durduğumuz hadisin
mensuh olduğu görüşündedirler. Rasûlüllah (s. a) Mâizi, Ğâmıdiyye'yi, Cüheniyye'yi
ve iki tane Yahûdiyi recm ettirmiş ama bunlara celd uygulatmamıştır. Şayet celd olsa
idi, efendimiz onu terketmezdi. Ayrıca İmâm Şâfiînin istidlal ettiği 4445 numarada
gelecek olan hadiste efendimiz, muhsan olmayan erkeğe yüz celde ve bir yıl sürgün
muhsan olan zinâkâr kadına da sadece recm cezası vermiş, ayrıca celdden hiç
bahsetmemiştir.

Zina haddi konusunda bu kadar malumatı, burada yeterli görüyoruz. Önümüzde
gelecek olan hadisleri terceme ederken, ihtiyaç duyulan izahlara da yer verilecektir.
Bu konularda daha geniş bilgi almak isteyenler, fıkıh kitaplarının ilgili bölümüne

£1761

müracaat etmelidirler.

4417... Seleme b. el-Muhabbak'tan; Ubâde b. Sâmit (r.a.), Rasûlüllah sallallahü aleyhi
vesellemden, bu hadisi rivayet etti. Bunun üzerine insanlar Sa'd b. Ubâde (r.a.)'a;
"Ey Ebâ Sabit ! Şüphesiz hadler indi. Şayet sen, karınla birlikte bir adam bulsan ne
yapardın?" dediler,

Said (r.a.); "Onlar susuncaya (ölünceye) kadar, kılıçla vururdum. ( O durumda) gidip
de dört tane şahit mi toplayayım?! O zamana kadar zaten iş biter" dedi. (Oradakiler)
gidip, Rasûlüllah (s.a)'in yanında toplandılar ve ;

" Ya Rasûlüllah ! Ebû Sâbit'e baksana ! Şöyle şöyle dedi" dediler. Rasûlüllah (s.a):
"Şahit olarak kılmç yeter" buyurdu, sonradan da; "Hayır hayır ben o konuda

£1771

kindarların ve kıskançların aceleyle kötülük yapmalarından korkarım" dedi.
Ebû Davud der ki: Baş tarafını, Vekî, Fazî b. Delhem'den, O haseriden, Hasen, Kabisa
b. Hureys'ten, O da Seleme b. Muhabbık vasıtasıyla Rasûlüllah (s. af den rivayet
etmiştir. Bu, İbnul-Muhabhık' in isnadı (onda) "Bir adam, karısının cariyesi ile temasta
bulundu" şeklindedir.

[178] [179]
Ebû Davud: "Fail b. Delhem "Hafız" değildir. Vâsıf da kasaptı" dedi.

Açıklama

Rivayetin baş tarafı, bundan önce geçen hadistir. Zâten o kısım burada yer almamıştır.
O bölümle ilgili olarak burada söylenecek bir şey yoktur. Ancak son bölümle ilgili
açıklamada bulunmamız gerekir.



Rasûlullah (s. a) önce, Sa'd b. Ubâde'nin, karısını bir yabancı ile yatarken görmesi
halinde onları öldüreceği tarzındaki sözlerini benimsemiş ve: "şahit olarak kılmç
yeter" buyurmuştur.

Ama peşinden bunun bir takım sûi istimallere sebep olacağını söyleyerek men
etmiştir. Rasûlullah (s. a) bunun bazı haksız öldürmelere sebep olacağına işaretle;
"kindarın ve kıskancın acele ile bir kötülük işlemelerinden korkarım" buyurmuştur.
Yâni olur ki, birisine kızan birisi evine girdiğinde o adamı evinde görür ve karısına
kötülük ettiği zahabma kapılarak aceleyle öldürür. Ya da aşırı derecede kıskanç birisi,
evinde gördüğü bir adamı zina etmese bile öldürmeye kalkar. İşte böyle kötü bir so-
nucun ortaya çıkmaması için bir yabancı bulan kişiye ne onu ne de* karısını öldürme
yetkisi verilmez. 4532 ve 4533 numaralarda gelecek olan hadisler de açıkça buna
delâlet etmektedirler.

Fakat, karısını birisiyle zina ederken yakalar ve o vaziyette öldürürse durum ne olur?
İbn Kudâme bu konu ile ilgili olarak şöyle demektedir: "Bir adam birisini karısı ile
zina halinde bulur ve onu öldürürse kendisine kısas da, diyet te gerekmez. Çünkü
rivayet edildi ki; Hz. Ömer (r.a) bir gün öğle yemeği yerken, elinde kınından çıkmış,
kana bulanmış bir kılıçla koşarak bir adam geldi.

Ömer'in yanma oturup, yemeye başladı. Bir grup da peşinden gelip; "Yâ emirel-
mu'minin! şüphesiz bu adam karısı ile birlikte arkadaşımızı öldürdü, dediler. Hz.
Ömer:

Bunlar ne diyorlar? Adam:

Birisi karısının bacaklarına kılmçla vurdu. Onların arasında birisi vardı, onu öldürdü,
dedi.

Hz. Ömer, gelenlere:

Bu adam ne diyor? dedi. Adamlar:

Kılmanı vurdu ve karısının bacaklarını, kesti. Kılmç adamın ortasına değdi ve ikiye
böldü, dediler.
Hz. Ömer, adama:

£1801

Eğer tekrar yaparlarsa sen de tekrarla, dedi"

İbn Kudame devamla, kadının, zinayı kendi rızasıyla yapması halinde tazminat
gerekmediğini, ama zorlanarak ikrahla teslim alınmışsa öldürene kısas uygulanacağını
söyler.

Birisi, bir adamı öldürse ve onun karısı ile birlikte bulduğunu iddia etse, maktulün
velisi de zina iddiasını reddetse, velinin sözü kabul edilir. Katilden beyyine istenir.
Beyyinenin iki şahit mi yoksa dört şahit mi olduğu konusunda iki görüş vardır. Bu
ihtilâfa sebep, öldürenin, zinanın sübutunu mu yoksa öldürme sebebinin zina oluşunu
isbat mı olduğu konusundaki farklı görüşlerdir.
Burada bir de şu soru hatıra gelebilir:

Birisi zina etse ve zina suçu dört erkeğin şehâdeti ile hakim huzurunda sabit olsa ve
zinakârı birisi öldürse katile ne icâbeder?

İbn Kudâme, bu soruya da; "Muhsan olan zinakârı öldürene kısas, kef-fâret ve diyet
gerekmez. Bu, Şafii mezhebinin zahiri görüşüdür. Alimler, zinâkarı Öldürmenin
devlet başkanının hakkı olduğunu söyleyerek, katile diyet gerektiğini

imi

söylemişlerdir"

Ebû Davud, hadisin sonunda, Kabîsa'nm Seleme b. Muhabbık'tan bir



rivayetine işaret etmiş ve bu rivayetin isnâdmdaki Fadl b. Delhem'in zaafına dikkat
çekmiştir. Ayrıca Musannif, bu rivayette Fadl b. Delhem'in, yanlışlık yaptığını bir
metnin senedini, başka bir metne kattığını söylemiştir. Çünkü üzerinde durduğumuz
hadis ve konu ile, bu adamın cariyesi ile temas kurduğunu bildiren hadis arasında
[182]

hiçbir ilgi yoktur.

4418... Abdullah b. Abbas radıyallahü anhuma şöyle demiştir: Ömer (b. el-Hattâb)
(r.a) halka hitâb edip şöyle dedi: "Şüphesiz Allah (c.c) Muhammed (s.a)'i hak ile
gönderdi, ona Kitabı indirdi. Recm âyeti ona indirilenler içindedir. Biz onu, okuduk ve
ezberledik. Rasûlullah (s. a) recmetti, ondan sonra biz de recmettik. İnsanlar üzerinden
uzun zaman geçerse, birisinin; biz Allah'ın Kitabında recm âyetini bulamıyoruz,
demesinden ve Allah'ın indirdiği bir farzı terketmek suretiyle sapıtmalarından
korkarım. Muhsan olduğu ve beyyine ya da hamilelik ve itiraf bulunduğu zaman
erkeklerden ve kadınlardan zina edene recm haktır (sabittir). Allah'a yemin ederim ki
eğer insanlar, Ömer Allah'ın kitabına ilâvede bulundu, demeyecek olsalardı, recm
083]

âyetini yazardım."
Açıklama

Allah (c.c)'ün, Hz. Muhammed (s.a)'e gönderdiği âyetlerin bir kısmı neshedilmişdir.

Neshedilen âyetler de üç kısımdır.

a- Hem lâfz, hem de hükmü neshedilenler,

b- Hükmü neshedilip, lâfzı kalanlar,

c- Lâfzı neshedilip, hükmü kalanlar.

İşte recm ayeti, bu üçüncü kısımdandır. Yâni lâfzı neshedilip, hükmü baki olan
ayetlerdendir. İbn Mâce'nin rivayetine göre Hz. Ömer hutbe esnasında, lafzı mensuh
olan recm ayetini de okumuştur. Metnini daha önce de verdiğimiz bu ayet şöyledir:
"eş-şeyhu ve'şeyhatu izâ zeneyâ fe'rcum-ûhumâ: Yaşlı (muhsan) erkek ve kadın zina
ettiklerinde, onları recmediniz."

Lâfzı neshedilip de hükmü kalan bu tür ayetler, Kur'ândan sayılmazlar. Dolayısıyla
namazda okunamazlar, abdestsiz olarak dokunulmalarında sakınca yoktur. Ashabı
kiramın, bu ayeti bilmelerine rağmen Kur'ân-da yer almaması, lâfzı mehsûh olan
ayetlerin Kur'âna yazılmayacağına delildir. Hz. Ömer'in, recmi uyguladıklarını bir
sahabe topluluğu huzurunda haber verdiği halde, itirazla karşılaşmaması, recmin
sübutunda icmâ kabul edilmiştir.

Zâten, Hâriciler ve bazı Mütezilîler dışında tüm müslümanlar recm hükmünün
varlığını ve devamlılığını kabul etmektedirler

Hz. Ömer (r.a): Muhsan olan bir erkek veya kadın zina ederse ve zina, beyyine (dört
erkek şahidin şehâdeti), zina edenin itirafı yâni ikrarı, yada kocası veya efendisi
olmayan kadının hamileliği ile sabit olursa recmedileceğini söylemiştir.
Alimler, beyyine ve ikrarla recmin, sabit olacağı konusunda Hem fikir oldukları halde,
hamileliğin delil sayılıp sayılmayacağı konusunda ihtilâf etmişlerdir. İmâm Mâlik ve
ashabı, Hz. Ömer'in görüşüne tâbi olmuşlar ve: "Bir kadının kocası olmadığı halde
hamile olur ve kendisine zorla tecâvüz edildiğini iddia etmezse, hamilelik zina için
delil sayılır ve kadın (muhsansa) recmedilir. Ama kadın yabancı olup çocuğunun



kocasından ve ya efendisinden olduğunu iddia ederse recmedilmez" demişlerdir.
Hanefi ve Şâfiilerin de içlerinde olduğu cumhuru ulemâya göre, hamilelik zina
suçunun sübutu için delil değildir. Dolayısıyla kocası olmasa bile, başka bir yolla sabit
olmadıkça, bir kadın hamilelikten dolayı recme-dilemez. Çünkü hadler şüphelerle
düşer.

Şevkânî, hamileliğin zina suçunun sübutu için delil sayılıp sayılmayacağı konusundaki
görüşleri naklettikten sonra şöyle demektedir:

"Hasılı bu Ömer (r.a)'in görüşüdür. Bu gibi bir şeyle, canların helakini gerektiren
şeyler sabit olmaz. Hz. Ömer'in bunu bir sahabe toplumunun karşısında söyleyip de,
onların inkâr etmemesi, bu hükümde icmâ olduğunu gerektirmez. Çünkü içtihadı
konularda, muhalifin itiraz etmesi şart değildir. Özellikle bunu söyleyen, sahabe
içerisinde mehabet timsali Ömer olursa...."
Hanefi ulemâsından Tahâvî de şöyle demektedir:

"Maksat; hamileliğin zinadan dolayı olduğu sabit olursa recinin vâcib oluşunu
bildirmekdir." Yâni hamileliğin zinadan dolayı olduğu beyyine ya da ikrarla sabit
olursa recm uygulanır.

Şahitler ve ikrarla zinanın sübutu için gerekli şartlan 4416 ve 4417. hadislerin izahını

£1841

yaparken vermiştik. Tekrara gerek duymuyoruz.

11851

Mâiz Bin Mâlik'in Recmi

4419... Nuaym b. Hezzâl, babasını (Hezzâl)'m, şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Mâ'iz b. Mâlik babamın yanında kalan bir yetimdi. Mahalleden bir Cariyeyle cinsî

ilişki kurdu. Babam kendisine:

"Rasûlullah (s.a)'e git, yaptığını haber ver. Belki senin için (Allah'tan) bağış diler"
dedi. Bunu, Mâiz için bir çıkış yolu bulunur umuduyla istemişti.
Mâiz, Râsûlullah'a gelip:

"Yâ Rasûlullah! ben zina ettim. Bana Allah'ın Kitabını (n hükmünü) uygula" dedi.
Rasûlullah ondan yüz çevirdi. Mâiz dönüp tekrar;

" Yâ Rasûlullah! Ben zina ettim. Bana Allah'ın kitabım (n hükmünü) uygula" dedi.
Rasûlullah yine ondan yüz çevirdi. Ama Mâiz tekrar dönüp: "Yâ Rasûlullah ! Ben zina
ettim. Bana Allah'ın Kitabını uygula dedi." Nihayet bunu dört kez söyleyince,
Rasûlullah (s. a):

"Sen bunu dört kez söyledin. Kiminle zina ettin?" dedi. Mâiz:

" Falan kadınla"

Onunla birlikte yattın mı? -Evet

Derin onun derisine değdi mi? -Evet

Onunla cinsel ilişkide bulundun mu? -Evet

Bunun üzerine Rasûlullah (s. a) recmedilmesini emretti. Mâiz, Harre'ye götürüldü.
Recmedilip de (recmedilmeye başlanıp da) taşın acısını hissedince sabredemedi,
(recmedildiği yerden) çıkıp kaçtı. Arkadaşları yetişemediği halde Abdulah b. Üneys

£1861

yetişip, bir deve inciği aldı ona atıp Öldürdü. Sonra Rasûlullah (s.a)'e geldi ve
bunu kendisine haber verdi.
Rasûlullah (s. a):



"Keşke bıraksaydmız. Belki tevbe ederdi de, Allah tevbesini kabul ederdi" buyurdu.
[1321



4420... Muhammed b. İshak şöyle demiştir:

Asım b. Umer b. Katâde'ye Mâiz b. Mâlik kıssasını haber verdim. O da bana şöyle
dedi:

Bana Hasen b. Muhammed b. Ali b. Ebû Talib (r.a.) şöyle haber verdi: Rasûlullah'm ;

"Keşke onu bıraksaydmız" sözünü bana Eşlem kabilesinden, hiç itham edemeyeceğim,

istediğin (kadar) kişi haber verdi. Ben bu hadisi (sözü veya hadisin tümünü)

bilmiyordum.

Cabir b. Abdullah'a gidip:

"Şüphesiz, Eşlem kabilesinden bazı adamlar, Rasûlullah'a, Mâız'm taşlar değmeye
başlayınca sabredemediğini söyleyince efendimizin, kendilerine; "Onu bıraksaydmız
ya!" dediğini söylüyorlar. Oysa ben bunu bilmiyorum" dedim. Câbir şöyle dedi:,
Ey kardeşimin oğlu! Ben bu hadisi insanların en iyi bileniyim. Ben, o zatı recmedenler
arasmdaydım. Biz onu (Mâizı) çıkarıp da recm etmeye başlayınca taşın acısını duydu
ve bize: "Ey kavmim! beni Rasûlullah'a geri götüranüz, şüphesiz kavmim beni öldürdü
ve beni aldattı. Bana Rasûlullah'm , beni öldürmeyeceğini haber vermişlerdi" diye
feryâd etti.

Ama biz onu olduğu yerden çıkarmadık ve onu öldürdük. Rasûlullah (s.a)'e dönüp de,
olayı haber verdiğimizde: "Onu serbest bırakıp da bana getirseydiniz ya !" buyurdu.

Lİ881

Rasûlullah bunu, durumu iyice anlamak (tevbe ettirmek) için söyledi. Haddi

£1891

terketmek için hiç değil. Hasen der ki: (İşte o zaman) Hadisin vechini anladım.

4421... İbn Abbas radıyallâhü anhumâ; şöyle demiştir: Mâız b. Mâlik, Rasûlullah

(s.a)'e gelip, zina ettiğini söyledi. Rasûlullah (s. a) ondan yüz çevirdi. Mâız defalarca

tekrarladı, Rasûlullah da (her seferinde) yüz çevirdi. Nihayet, Mâız'm kavmine

O akıl hastası mı? diye sordu. -Hayır o normal, dediler.

Bu sefer de Mâız'a:

Onu yaptın mı ? dedi., Mâız :

"Evet" dedi.

Bunun üzerine, onun recmedilmesini emretti. Mâız götürüldü ve recmedildi.

£1901

Rasûlullah onun namazını kılmadı.
4422... Câbir b. Semure (r.a.) şöyle dedi:

Mâız b. Mâlik'i,Rasûlullah (s.a)'e getirildiği zaman gördüm. Kısa boylu, dolgun (iri
kaslı) bir adamdı. Üzerinde gömleği yoktu. Zinâ ettiğine dair kendi aleyhine dört kez
şahitlik etti. Rasûlullah (s. a)' kendisine :
"Herhalde sen onu öptün" dedi.
Mâız ;

"Hayır, Vallahi O alçak zina etti " dedi.Bunun üzerine Rasûlullah onu recmedip
(recmettirip) halka hitaben şöyle dedi:



"Dikkat edin !.. Biz Allah azze ve celle yolunda her savaşa gidişimizde, teke melemesi
gibi meleyen birisi arkada kalır. Kadınlardan birisine az bir süt verir (ve O kadınla

£191]

zina eder). Dikkat edin, Eğer Allah onlardan birisini elime düşürürse onu mutlak
[1921

cezalandırırım."

4423... Simâk şöyle demiştir:

Bu hadisi, Câbir b. Semure'den işittim. Önceki daha mükemmeldir. Câbir;

"Rasûlullah (s.a)' Mâız'ı iki kerre geri çevirdi" dedi. Simak dedi ki:

Bunu Said b. Cübeyr'e haber verdim, "Rasûlullah onu dört kerre geri çevirdi" dedi.

[193]



£1941

4424... Şû'be şöyle demiştir; S imafce; "Küsbe" nin ne olduğunu sordum. "Az süt"
L195I

dedi.

4425... İbn Abbas (r.anhumâ): şöyle demiştir:

Rasûlullah (s.a), Mâız b. Malik'e:

"Senden bana gelen haber gerçek mî?" diye sordu.

Mâiz:

"Benden sana ne ulaştı?"

"Bana, senin filân oğullarının cariyesi ile cinsi temasta bulunduğun haberi geldi."
Mâiz:

"Evet " dedi ve dört kez şahitlik etti. Bunun üzerine, Rasûlullah (s.a) emretti ve Mâız
£1961

recmedildi.

4426... îbn. Abbas (r.anhumâ) şöyle dedi:

Mâiz b. Mâlik, Rasûlullah (s.a)'e gelip zina ettiğini iki kez itiraf etti. Rasûlullah (s.a)
onu kovdu. Sonra tekrar gelip iki kez daha itiraf etti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a);

£1971

"Dört defa aleyhine şahitlik ettin, Onu götürün ve recmedin" buyurdu.

4427... İbn. Abbas (r.anhumâ) şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a), Mâız b. Mâlik'e:

"Herhalde sen onu öptün veya dokundun ya da baktın" dedi. Mâız

"Hayır" dedi.

Rasûlullah:

"Onunla birleştin mi?"

"Mâız:"

"Evet" dedi.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) Mâız'm recmedilmesini emretti.

[1981

(Ravi) Musa; "İbn Abbas'tan" demedi. Bu, Vehb'in (rivayet ettiği) lâfızdır.



4428... Ebû Hureyre (r.a) şöyle demiştir:

el-Eslemî (Mâiz b. Mâlik) Rasûlullah (s.a)'e gelip, bir kadınla haram ilişkide
bulunduğuna dört kez şehadette bulundu. Her seferinde Rasûlullah ondan yüz
çeviriyordu. Beşinci seferde ona döndü ve:
"Onunla birleştin mi?" dedi. Mâız:
Evet Rasûlullah (s. a);

Sendeki şu (âlet) ondakinde kayboluncaya kadar mı?
Evet

Mil, sürme kabında ve kova ipi kuyuda kaybolduğu gibi mi?
Evet

Zinanın ne olduğunu biliyor musun?

Evet, insanın hanımı ile helâl olarak yaptığını ben onunla haram olarak yaptım.
Bu sözle ne demek istiyorsun?
Beni temizlemeni istiyorum.

Bunun üzerine Rasûlullah emretti ve (Mâiz) recmedildi.

Rasûlullah (s.a), ashabından iki kişiden birisinin öbürüne; "şu adama bak! Allah onu
gizlemişken nefsi onu bırakmadı da köpek taşlanır gibi taşlandı (recmedildi)" dediğini
duydu. Hiç ses çıkarmadı, sonra bir müddet yürüdü ve ayağını dikmiş bir eşek leşine
rastladı.

"Falan ve falan neredeler?" dedi.

Onlar Biziz Yâ Rasûlullah! dediler

" İniniz ve şu eşeğin leşinden yeyiniz" buyurdu.

Adamlar:

"Ey Allahirî nebisi! Bundan kim yiyebilir ki?" dediler. Rasûlullah:
"Sizin az önce kardeşinizin ırzına sataşmanız, bunu yemekten daha şiddetlidir. Bana
sahip olan (Allah')a yemin ederim ki o şimdi Cennet nehirlerine dalmaktadır"
£199]

buyurdu.

4429... Bize Ebû Asim haber verdi, bize Ibn Cüreyc haber verdi, bize Ebû'z-Zübeyr
haber verdi. O, Ebû Hureyre'den bu (hadisin) benzerini rivayet etti ve şunu ilâve etti:
Bana farklı şeyler söylediler; Bazıları; "Mâ-ız ağaca bağlandı", bazıları da; "ayakta

r2001

durduruldu" dediler.

4430... Câbir b. Abdullah (r.a)'den rivayet edildi ki:

Eşlem kabilesinden bir adam (Mâız b. Malik) Rasûlullah (s.a)'e gelip zina ettiğini
itiraf etti. Rasûlullah (s.a) ondan yüz çevirdi. Adam sonra tekrar itiraf etti, Rasûlullah
(s.a) yine yüz çevirdi. Bu hal, kendisi aleyhine dört defa şahitlik edinceye kadar
(sürdü)

Nihayet Rasûlullah (s.a) ona;

" Sen de bir akıl rahatsızlığı var mı?" dedi. Adam:

"Hayır", Rasûlullah (s.a):

" Muhsan mısın?" Adam:

"Evet" dedi.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) emretti ve o zat, musallada recmedildi. Taşlar



kendisini acıtınca kaçtı. Ama yakalandı ve ölünceye kadar recmedildi. Rasûlullah (s. a)
onun hakkında hayırla konuştu, cenaze namazını kılmadı.



4431... Ebû Saîd (r.a) şöyle dedi:

Rasûlullah (s. a) Mâız b. Mâlik'in recmedilmesini emredince, onu Bakî'a çıkardık,
Vallahi onu bağlamadık. O ayakta durdu.

T2021

Ebû Kâmil'in rivayetine göre Ravî devamla şöyle dedi: Biz ona kemik, toprak
tezeği ve tuğla parçaları attık. Bunun üzerine Mâız kaçtı, biz de peşinden koştuk.
Harra'nm yanma varınca karşımızda durdu. Biz de ona, ölünceye kadar Harra'nm
kayalarını attık. Rasûlullah (s. a) Onun için istiğfarda bulunmadı, hakkında kötü
r2031

konuşmadı.

4432... Ebû Nadra şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a)'e bir adam geldi.
Râvi Önceki hadis'in benzerini rivayet etti, ama tamamını değiI.(Sonra) ravi şöyle
dedi; Sahabeler onun hakkında kötü konuşmaya başladılar, Rasûlullah (s.a) onları
nehy etti. Onun için bağış dilemeye başladılar, onu da nehyetti, ve: "O günah işleyen

[204]

bir adamdır. Ona Allah kâfidir" buyurdu.

4433... İbn Büreyde, babasından şöyle rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a)'Mâiz'm ağzını
12051

kokladı.

4434... Abdullah b. Büreyde, babasından şöyle dediğini rivayet etti:

r2061

Biz, Rasûlullah'm sahabeleri, aramızda; "Gamidli kadın ve Mâız eğer

itiraflarından sonra dönselerdi- veya itiraflarından sonra Rasûlullah'm yanma
dönmeselerdi- Rasûlullah (s.a) onları istemezdi. "diye konu- şurduk. Onları ancak

[2071

dördüncü itirafta recmetti.
Açıklama

4419 numaradan itibaren buraya kadarki hadisler, Maiz Mâlik adındaki sahabenin
recmi ile ilgilidir. Hepsi, aynı hadiseyi konu edindiği için, açıklamayı hadislerin
bitimine bıraktık. Şimdi işaret ettiğimiz bütün bu rivayetleri göz önüne alarak, gerekli
izahatı vermeye çalışalım. Hadislerin ihtiva ettiği ahkâma geçmeden önce, Mâız'in
recmedildiği yer konusuna değinmek istiyoruz. Çünkü bir rivayette onun Harra'da
başka bir rivayette Musalla'da bir başka rivayette de Baki'da recmedildiği
bildirilmektedir. Harra: Medine'de siyah taşları olan bir yerdir. Musalla, Bakî'dadır.
Dolayısıyla Bakî' da recmedüdiğini bildiren haberle, Musalla'da recmedüdiğini bildiren
haber arasında bir tezat yoktur. Mâız'in Musalla'da recmedilmeye başlanıp, kaçtıktan

r2081

sonra Harra'da yakalanmış olduğunu söylemek mümkündür.



Bazı Hükümler



Şimdi de Hadislerden elde edebileceğimiz hükümleri maddeler halinde ele alalım:

1- Rasûlullah (s. a)' zina itirafında bulunan Mâız'a ilk seferlerinde yüz vermemiş, ancak
dördüncü ikrarından sonra recmedilmesini emir buyurmuştur. Bu hâl ulemânın tedkik
konusu olmuştur. Acaba İkrarın tekrarlanması şart mıdır? Yoksa Rasûlullah (s.a)
konunun daha çok açığa çıkması için mi ilk seferlerde recme hükmetmemiştir? Konu
ihtilaflıdır. 4516... no'lu hadiste de kısaca temas edilen mes'elenin tafsilatı şöyledir:

a- Zina suçunun sûbûtu ikrarla oluyorsa, ikrarın dört defa tekrarlanması şarttır. Hanefi
imamları ile, İbn Ebi Leylâ, Ahmed b. Hanbel ve îshak b. Râhûye bu görüştedirler.
Bu gruptaki alimler, ikrarın ayrı ayrı meclislerde olmasının şart olup olmayışında da
ihtilâf etmişlerdir.

Hanefilere göre ikrar dört ayrı mecliste olmalıdır. Tek meclisteki müteaddid ikrarlar
tek ikrar sayılır.

İbn Ebi Leylâ ve Ahmed b. Hanbel'e göre ise, zina suçunun isbâtı için, dört ikrarın tek
mecliste olması yeterlidir.

b- Zina suçunun isbâtı için tek ikrar yeterlidir. İmam Mâlik, İmâm Şafiî, Ebû Sevr,
Hasenü'l-Basrî ve Hammad b. Ebu Süleyman da bu görüştedirler. Katillik ve
hırsızlığın sübutu için bir ikrarın yeterli olduğu gibi, zinanın isbâtı için de bir kez
yapılan ikrarın kâfi olduğunu söylerler.

Bu görüşte olanlar, Rasûlullah'm dört kez ikrarı tekrarlatmasını, fiilen sübutu
konusundaki şüphesini def etmeye hamlederler. Rasûlullah'm, Mâız'm akli dengesinin
yerinde olup olmadığını, muhsan olup olmadığını sormasını, sarhoş olup olmadığını
anlamak için ağzını koklamasını delil sayarlar.

Ancak, Rasûlullah'm ikrarı tekrarlatması sadece Mâız'a has olmamış, Cüheyniye'ye de
tekrarlatmıştır. Ayrıca, Mâız için recmi emretmeden önce; "Sen onu dört kez
söyledin" buyurmuştur. Bunlar, birinci görüşü te'yid eden delillerdir.

2- Bir adam zina ikrarında bulunduktan sonra, ikrarından rücû ederse had uygulanmaz.
Mâız'm recmden kaçtığı ve sonra yakalanıp recmedildi-ği haber verilince, Rasûlullah
(s.a)'in "Onu bıraksaydmız ya" buyurması buna delildir.

Hanefi imamlarının yanı sıra, İmâm Şafiî, Ahmed b. Hanbel, İshak b. Râhûye, Atâ b.
İbi Rebah, Zührî ve Hammad b. Ebî Süleyman bu görüştedirler.

İmâm Mâlik, İbn Ebi Leylâ ve Ebû Sevr'e göre ise mukırrm ikrardan rücü'u kabul
edilmez. Bu görüş, Hasenü'l - Basri, Said b. Cübeyr ve Câ-bir b. Abdullah'tan da
rivayet edilmiştir. 4420 numaralı rivayet bu görüşe delildir.

3- Bir haddi uygulamadan önce, maznunun aklî dengesinin yerinde olup olmadığının
kontrol edilmesi gerekir. Rasûlullah'm hem Mâız'a, hem de kavmine sorması buna
delildir.

4- Zina haddini düşürmek için, ikrarda bulunan şahsa, belki yanılmış olacağını,
öpmenin, kucaklamanın zina sayılmayacağını, zinanın fiilen cinsî temas olduğunu
hatırlatmak gerekir.

5- Zina ettiğini ikrar eden ve bu yüzden fecmedilen kişinin cenaze namazı kılınır. Hz.
Peygamber (s.a)'den Mâız'm cenazesini kılıp kılmadığı konusundaki rivayetler
farklıdır. Ebû Davud'un 4430 numaradaki hadisi, efendimizin Mâız'm namazım
kılmadığını beyân etmektedir. Buhârî'nin rivayetinde ise, kıldığı bildirilmektedir.
Abdürrezzak'm Ebû Ümâme b. Sehl b. Hanif ten rivayet ettiği bir habere göre;



Efendimize, Marz'm namazını kılıp kılmayacağı sorulmuş, o da "hayır" demiştir. Ama
ertesi günü, ashabına "Arkadaşınızın namazını kılınız" buyurmuş ve kendisi de
kılmıştır.

Bu rivayet, konu üzerindeki farklı rivayetleri güzel bir şekilde cem etmekte ve tezâtı
izâle etmektedir.

Devlet Başkanının, böyle birisinin cenazesini kılıp kılamıyacağı ulemâ arasında
ihtilaflıdır. Askalanî'nin belirttiğine göre İmam Mâlik, kılamıyacağmı çünkü bunun bir
bakıma suça teşvik sayılabileceğini söyler.

Cumhûr'a göre ise devlet başkanı recmedilen bir suçlunun cenazesini
kılabilir.

6- Recmedilecek kişi için ister erkek olsun ister kadın, bir çukur kazılması şart
değildir. îmam-ı Azam, Ebu Hanife ve İmam Mâlik bu görüştedir. Ancak, Hanefi
mezhebindeki müftabih görüşe göre kadın için çukur

kazılması caizdir.

Nevevî'nin bildirdiğine göre ; Ebû Yûsuf, Katâde ve Ebû Hanife'den bir rivayet, hem
erkeğe hem de kadına çukur kazılmasının gerekliliği istikametindedir.
Bazı Mâlikiler de; şahitlerle sabit olan zina suçunda çukur kazılacağı-nı, ikrarla sabit
olanda ise kazılmayacağım söylerler.

Şâfıilere göre; erkekler için çukur kazılmaz. Kadınlar için kazılıp ka-zılmayacağı
konusunda da üç vecih vardır, Bunlar:

a- Kadının göğsü hizasına kadar çukur kazılması müstehaptır.

b- Yetkili merci muhayyerdir. Dilerse kazar, dilerse kazmaz. Kazmak müstehap da
değildir, mekruh da değildir.

c- Zinası, beyyine ile sabit olmuşsa kazmak müstehaptır. İkrarla sabit
olmuşsa değildir.

Nevevi, bu son görüşün daha uygun olduğunu söylemektedir.

7- Recm ederken mutlaka taş atmak şart değildir. Sert toprak, tuğla parçası v.s gibi
maddeler de atılabilir.

f2091

8- Recmedilen birisi hakkında çirkin sözler söylenmez. İstiğfar da edilmez.

um

4435... Hâlid b. Leclâc, babası Leclâc'm şöyle haber verdiğini rivayet etmiştir:
O (Leclâc) çarşıda kendi kendine oturduğu yerde çalışıyordu. Kucağında bir çocuk
taşıyan bir kadın geçti. (Leclâc der ki): İnsanlar onunla birlikte koşuştular, ben de
yürüdüm. Rasûlullah (s.a)'m yanma vardım. Rasûlullah (s. a):

"Bunun babası kim?" buyurdu. Kadın sustu (karşılık vermedi). Kadının hizasında
duran bir genç; "Onun babası benim, Yâ Rasûlullah!" dedi.

Rasûlullah, kadma dönüp; "Yanındaki bu çocuğun babası kim?"buyurdu. Genç yine:
"Onun babası benim, Yâ Rasûlullah !" dedi.

Rasûlullah (s. a) etrafında duran bazılarına baktı. Onlara gencin durumunu soruyordu.
Onlar "Biz onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmeyiz" dediler. Bunun üzerine
Hz. Peygamber (s.a) gence:
"Muhsan mısın?" dedi:
Genç:

"Evet" dedi. Rasûlullah (s.a) onun recmedilmesini emretti. Genci çıkardık, onun için,
bize recm imkânı verecek kadar bir çukur kazdık, sonra hareketsiz kalıncaya



(ölünceye) kadar ona taş attık.

Recmedilen genci soran bir adam geldi. Onu alıp, Rasûlullah'a götürdük ve: "Bu adam
o habisi sormaya geldi" dedik. Rasûlullah (s. a):

"Şüphesiz o Allah katında misk kokusundan daha güzeldir" buyurdu. Bir de gördük ki,
o adam gencin babası imiş. Genci; yıkamakta, kefenlemekte ve defnetmekte adama

jauı

yardım ettik."

Râvi diyor ki; "Namazda" dedi mi, demedi mi bilmiyorum."

[212]

Bu Abde'nin hadisidir ve bu daha tamdır.
Açıklama

Hadiste anılan kadının ismi konusunda bir açıklamaya rastlayamadık.
Kadının, kucağındaki bir çocukla giderken, onu gören insanların da onunla gitmelerine
sebep, kadının çocuğunun zina mahsulü olduğunu bilmeleri olsa gerektir. Zâten
hadiste, kadının recmedildiğine dair bir kaydın bulunmaması, kadının evli olmadığına
delâlet etmektedir.

Bu hadiste, çocuğun kendisine ait olduğunu söyleyen gencin, ikrarını tekrarladığı
yolunda bir kayıt mevcut değildir. Genç dört kez ikrarda bulunduğu halde, bunların
rivayette yer almamış olması muhtemeldir.

Hadisin delâletinden anlaşıldığına göre; zina eden iki çiftten birisi muhsan olur, Öbürü
olmazsa sadece muhsan olan recmedilir.

Yine hadisten anladığımıza göre, büyük günahlardan birisini işleyen kişi tevbe ederse
tevbesi kabul edilir. Zinadan dolayı recmedilerek öldürülen, yıkanır ve cenazesi

[213]

kılınır.

4436... Mesleme b. Abdullah el-Cühenî, Halid b. El-Leclâc'dan, o babası vasıtasıyla

[2141

Rasûlullah (s.a)'den bu (Önceki) hadisin bir kısmını rivayet etti.
4437... Sehl b. Said (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir:

Bir adam, Rasûlullah (s.a)'e gelip, onun yanında, adını vererek bir kadınla zina ettiğini
ikrar etti. Rasûlullah (s. a) o kadına haber gönderip bunu sordu. Kadın zina ettiğini

[215]

inkâr etti. Bunun üzerine Rasûlullah (s. a) adama had (sopa) vurdu, kadını bıraktı.
Açıklama

Bu hadis bazı nüshalarda; "Adam zinayı ikrar eder kadın ikrar etmezse» babdadır.
Orada yine gelecektir. (Hadis 4466)

Adam. zina suçunu ikrar ettiği için cezalandırıldı. Anlaşılan, muhsan değildi, onun
için had olarak celde uygulandı. Kadın ise inkâr ettiği ve şahit de bulunmadığı için
£2161

serbest bırakıldı.



4438... Câbir (r.a)'den rivayet edildi ki:

Bir adam, bir kadınla zina etti. Rasûlullah (s. a) emretti ve adama celd haddi uygulandı.
Sonra Efendimize onun muhsan olduğu haber verildi. Bunun üzerine Rasûlullah (s. a)
recmedilmesini emretti.

Ebû davud der ki: Bu hadisi Muhammed b. Bekr el-Bursânî, Ibn Cü-reyc'îen Câbir' e
mevkuf olarak rivayet etti. Ebû Asım da, İbn Cüreyc'ten Ibn Vehb'in hadisinin
benzerini rivayet etti, Rasûlullah'ı anmadan; Bir adam zina etti, muhsan olduğu
bilinmedi ve celd uygulandı (sopa vuruldu). Sonra muhsan olduğu anlaşıldı ve

mu

recmedildi.

4439... Bize Muhammed b. Abdurrahim Ebû Yahya el-Bezzâz haber verdi, bize Ebû
Asım, İbn Cüreyc'den, o da Ebû Zübeyr vasıtasıyla .Câbir' den rivayet etti ki:
Bir adam, bir kadınla zina etti, onun muhsan olduğu bilinemedi ve celd uygulandı (yüz

[2181

sopa vuruldu). Sonra onun muhsan olduğu anlaşıldı ve recmedildi.
Açıklama

Metinde görüldüğü üzere, hadise iki ayrı rivayetle gelmiş, birisi Rasûlullah'a isnâd
edildiği halde, ikincisi isnâd edilmemiştir.

Hadisten anlaşıldığına göre; yetkili kurum, haddi gerektiren suçlardan birisine,
gereken cezayı vermez de başka bir ceza verirse bu, yeterli değildir. Suçun kendi
cezasının da uygulanması icâbeder. Bu konu ile ilgili olarak Aliyyü'I-Kârî şöyle der:
"Hadis, iki şeyden birisinin öbürünün yerini tutmayacağına delildir. Eğer İmam suçlu
için hadlerden birisini emreder, sonradan cezanın başka bir şey olduğu anlaşılırsa,
vacip olan cezaya dönülmesi gerekir. Bunu Eşref zikretmiş, İbn Melek'de ona tabî
olmuştur.

Bezlû'l - Mechûd müellifi. Kâri 'nin; "iki şeyden birisinin ötekinin yerini
tutmayacağı..." sözüne itirazla, bunun mutlak olarak doğru olmadığını, çünkü recmin
hem sureten hem de manen celde yerine geçtiğim ve onun keffâret olarak yeterli
olduğunu söyler.

Hadisin, Rasûlullah'a müsned olan rivayetinde bir sorun söz konusudur. Şöyle ki:
Cumhur'a göre, Rasûlullah (s. a) hata üzere bırakılmaz. Oysa burada bırakıldığı
görülmektedir. Çünkü zina eden adamın muhsan ol-
duğunu bilmeden adama sopa vurdurmuş, muhsan olduğunu öğrenince de
recmettirmiştir. Bu, Cumhûr'un görüşüne göre celdin hatâen vukûbuldu-ğunu gösterir.
Oysa Rasûlullah (s. a) hatâ üzere devam etmez. Bu caiz değildir. Bu açıdan, rivayette
bir işkâl söz konusudur. Ancak Rasûlullah'a gerçeğin haber verilip, onun da buna
uygun hareket ettiği ve hata üzerinde bırakılmadığı; ancak düzeltmenin vahiy ile değil
de, böyle bir ilâhi takdir ile gerçekleştiği söylenebilir. Böylelikle işkâl de kalmamış
olur.

Celd ile, recmin birleştirilmesini caiz görenlere göre ise böyle bir problem yoktur.
[219]



24. Rasûlullah'ın Recmedilmesini Emrettiği Cüheyneli Kadın



4440... Imrân b. Husayn (r.a) den rivayet edildi ki: Bir kadın, - Ebân'm hadisinde
denildiğine göre, Cüheyneli bir kadın Rasûlullah (s.a)'e gelip, zina ettiğini ve gebe
olduğunu söyledi. Rasûlul-
lah (s. a) kadının bir velisini çağırdı ve: "Ona iyi davran, çocuğunu doğurunca getir"
buyurdu.

Kadın çocuğunu doğurunca (velisi onu Rasûlullah'a) getirdi. Rasûlil-lah (s. a) emir
buyurdu ve elbisesi üzerine bağlandı. Sonra da efendimizin emri ile recmedildi. Sonra
yine emretti ve ashap cenazesini kıldı.

Ömer (r.a); Yâ Rasûlullah! O zina etmiş olduğu halde, namazını kılıyor musun?!..."
dedi.

Rasûlullah (s. a):

"Canım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, o öyle bir tevbe etti ki, eğer tevbesi
Medinelilerden yetmiş kişiye taksim edilse yeterdi. Sen bu kadının canını feda
etmesinden daha üstününü buldun mu?" buyurdu.

T2201

Ravi Müslim, Ebân'dan olan rivayetde; "Elbisesi üzerine bağlandı" demedi.
4441... Evzâî şöyle demiştir:

"Fe şükket aleyhâ şiyabuhâ" sözünün manâsı "elbisesi üzerine bağlandı" demektir.
[2211

Açıklama

Hadisin Müslim'deki rivayetinde Hz. Ömerr.a'mn sözüne karşılxk) Rasûlullah (s.a)'m;
"Sen Allah için canını feda eden kadından daha üstününü buldun mu?!.,." buyurduğu
belirtilmektedir. Yani, Ebu Davud'un rivayetinden fazla olarak "Allah için" sözcüğü
yer almıştır.

Hz. Peygamber (s.a)'in, 'Cüheyneli kadının velisini çağırıp, ona iyi davranmasını
emretmesi, diğer akrabalarının, yaptığı kötü işten ötürü kadına kötü davranmış
olmalarından dolayı olabilir.

Kadının recmedileceği zaman elbisesinin üzerine bağlanmasına sebep, bedeninin
açılması endişesidir. Çünkü recm esnasında acı çekecek, çırpmacak, vaziyetini kontrol
edemiyecek, bu da bedeninin açılmasına sebep olacaktır. İşte ona meydan vermemek
için elbisesi bağlanmıştır. Recmedilecek kadın için çukur kazılması da bu endişeden
dolayıdır. Yine bu yüzden, kadınlar, Ulemânın cumhuruna göre oturdukları vaziyette
f2221

recm edilirler.
Bazı Hükümler

Bu ııvavet ahkam bakımından da bazı konuları ihtiva etmektedir. Bunlara kısaca temas
edelim:

1- Zina eden bir kadın, zina suçu sabit görüldüğü anda hamile ise, çocuğunu
doğuruncaya kadar ceza uygulanmaz. Çocuğunu doğurması beklenir. Recmde de
ceîdde de durum aynıdır.



2- Bir kimse bir günah işlemiş, hatasını anlamış ve tevbekâr olmuşsa ona kötü
davranmamalıdır.

3- Zinadan do. ayı recmedilerek öldürülen bir müslümanm cenazesi kılınır.

4- Bir kimse zina eder ve suçunu ikrar edip tevbe ederse tevbesi makbuldür.

r2231

5- Zina eden birisinin tevbe etmesi kendisinden haddi düşürmez.

4442... Abdullah b. Büreyde, babasın (Büreyde)'dan şöyle rivayet etmiştir:

Bir kadm-yâni Gamid'den - Rasûlullah (s.a)'e gelip: "Ben suç işledim (zina ettim)"

dedi. Rasûlullah (s.a):

"Dön git," buyurdu. Kadın dönüp gitti, Ertesi gün tekrar geldi ve;

"Herhalde sen, Mâız'ı geri çevirdiğin gibi, beni de geri çeviriyorsun, Oysa Vallahi ben

gebeyim" dedi.

Rasûîullah (s.a) yine; "dön git" buyurdu. Kadıa ertesi gün tekrar geldi, Efendimiz bu
sefer:

"Dön git, onu doğuruncaya kadar (bekle)" buyurdu.

Kadın çocuğu doğurunca, Rasûlullah'a gelip; "işte, onu doğurdum"dedi.

Rasûlullah (s.a); "git, onu emzir, sütten kesinceye kadar (dur)" buyurdu.

Kadın (bilâhare) çocuğunu sütten kesmiş, çocuk elinde bir şey yer bir vaziyette

geldi.Rasûlullah (s.a) çocuğun, müslümanlardan birisine verilmesini emretti.

Efendimizin emri ile kadın için bir çukur kazıldı ve rec-medildi. Hâlid de, kadını

recmedenlerdendi.Ona bir taş attı, kadının kanından bir damla şakağına bulaştı.Bunun

üzerine ona kötü söz söyledi.Ra-sûluîlah (s.a) Halide: "Yavaş ol ey Hah'd ! Canım

elinde olan Allah'a yemin ederim ki, o öyle bir tevbe etti ki, eğer halktan haksız yere

toplanan vergilere el koyan birisi öyle tevbe etse affedilirdi" buyurdu.

f2241

Rasûlullah (s.a) emretti; kadının namazı kılındı ve defnedildi.

Hadisin, Müslim'deki rivayetinde kadın çocuğu getirdiğinde elinde ekmek olduğu
1225]

bildirilmektedir.

4443... İmran'm babası Zekeriyya şöyle dedi :

Ebû Bekre'den haber veren bir şeyhten işittim; Ebû Bekre babasından şöyl". rivayet
etmiş:

"kasûlullah (s.a) bir kadını recmet (tir)miş, o kadın için göğsü (hizasına) kadar çukur
kazılmış."

[2261

Ebû Davud der ki:(Bunu ) bana, Osman'dan, bir adam belletti.

T2271

(Yine Ebû Davud şöyle der: Gassânî: "Cüheyne, Gamid ve Bârık aynıdii"dedi.)
4444... Ebû Davud şöyle dedi:

Bina Abdussamed b. Abdil-Vâris'den anlatıldı. Bize Zekeriyyâ b. Sü-leym. aynı
isnâdla yukarıdaki hadisin benzerini rivayet etti. Rivayetinde şunu ilâve etti.
(Rasûlullah); Sonra o kadına, nohut gibi taşlar attı! Sonra da: "atınız, yüzden
sakınınız" dedi, Kadın ölünce de namazını kıldı.



T2281

Tevbe konusunda da, Bureyde hadisindeki gibi söyledi.



Açıklama

4442 numara ile başhyan son üç rivayet aynı hadiseyi anlatmaktadır. Onun için
üçünün izahını birlikte ele almayı uygun bulduk.

4441... nolu rivayette, Ebû Davud'un Gassânî'den naklettiğine göre Gamid, Cüheyne
ve Bârik aynı kabilelerin adıdır.

Kâmus'ta; "Bârik: Yemendeki bir kabilenin babası olan Said b. Adiyy'in lâkabıdır"
denilmektedir.

Gamid de, Yemen' deki bir kabilenin babasıdır. Bunlar Cüheyne'den bir batındır.
Musannifin bu üç ismin aynı kabileye ait olduğunu bildiren bu sözü nakletmekteki
maksadı; 4440 nolu hadiste recmedildiği bildirilen Cüheyneli kadın ile, 4442 nolu
hadiste söz konusu edilen Gâmid'li kadının aynı kadın olduklarına dikkat çekmektir.
Demek oluyor ki; hâmile olarak gelip zina ikrarında bulunan ve Rasûlullah tarafından
doğumdan sonra gelmesi için geri çevirilen tek bir kadın vardır. Yani hâdise tektir.
Ancak, iki hadis arasında bir çelişki gözlendiği söylenebilir. Çünkü sonraki hadis,
öncekine nisbetle oldukça mufassaldır Şöyle ki: Önceki rivayete göre Hz. Peygamber
(s. a) kadına, çocuğunu doğurduktan sonra gelmesini söylemiş ve kadın çocuğunu
doğurup gelince recm ettirmiştir. Sonraki hadise göre ise efendimiz kadını, Önce üç
kez geri çevirmiş, sonra çocuğunu doğurduktan sonra gelmesini emretmiştir. Kadın
çocuğu doğurduktan sonra gelince de geri dönüp çocuğunu emzirmesini, sütten
kesince geri gelmesini emretmiştir. Ayrıca, önceki îmran hadisinde kadın
recmedileceğinde elbisesinin bedenine bağlandığı belirtilmiş, çukur kazılıp içerisine
konulduğundan söz edilmemiştir. Sonraki Büreyde hadisinde ise bir çukur kazıldığı
belirtilmiştir.

Bütün bu farklılıklar, hadisler arasında bir ihtilâfı ortaya koymaktadır. Her ne kadar
önceki hadis daha sağlamsa da, hadislerin ikisi de sahih olduğu için, birini öbürüne
tercih mümkün değildir. Onun için sarihler, ihtilâfı izâlede te'vil yoluna gitmişlerdir.
Sonraki rivayet daha açık, daha mufassal olduğu için önceki rivayeti sonrakine göre
tevil etmek gerekir. Yâni olay ikinci hadiste anlatıldığı gibidir. Ancak İmrân'm
rivayeti biraz muhtasar kalmıştır.

Büreyde hadisinde, önceki İmran hadisinden farklı olarak ele almamız gereken başka
noktalar da var. Şimdi de kısaca onlara bir göz atalım:

Attığı bir taştan sonra, recmedilen kadından sıçrayan kan Halid'in şakağına bulaşmıştı.
Bu yüzden çok Öfkelendi ve kötü şeyler söyledi. Bu mânâ metinde, "Seb" kelimesi ile
ifâdelendirilmiştir. Seb; küfretmek, sövmek karşılığmdadır. Ancak sahabelerin, bugün
anlaşıldığı şekilde küfretmiş olacaklarını düşünemiyoruz. Onun için tercemede "onun
hakkında kötü sözler söyledi" ifâdesini kullandık.

Halid'in sözüne karşılık; Hz. Peygamber (s. a) efendimiz, onu dürtmüş ve halktan
haksız yere toplanan vergilere el koyan birisinin o kadın gibi tevbe etmesi halinde
bağışlanacağını beyan buyurmuştur. "Haksız yere vergi toplayan kişi" diye terceme
ettiğimiz tabir "sâhibu meks" terkibidir. Bu izah Neylu'l-Evtâr'm izahıdır.
İmâm Nevevi'de bu cümle'den hareketle, insanlardan toplanan vergilere haksız yere el
koyamamn büyük günahlardan olduğunu söyler. Şimdi de İmrân hadisinde (4440)



T2291

olmayıp, burada yer alan hükümlere işaret etmek istiyoruz.



Bazı Hükümler

1- Recm cezasını hak eden bir kadının emzikli bebeği varsa, onu sütten kesmceye ka-
dar beklenir. Ondan sonra fecmedilir. Bu rivayet, bu hükme delâlet etmektedir. Önceki
hadiste ise, emzirme konusuna temas edilmemiştir. Hz. Ali (r.a)'den de, Surâha
adındaki zina eden kadını, çocuğunu doğurunca hemen recmettiği, emzirmesini
beklemediği rivayet edilmiştir. İmam Mâlik, İmâm Şafii, İmâm Ebû Hanife ve
talebeleri de bu görüşü benimsemişlerdir.

Ahmed b. Hanbel ve İshak b. Râhûye'ye göre, recmedilecek olan kadın, çocuğunu
doğurduktan sonra, iki sene emzirmesi için beklenir. Sonra recmedilir.
Hattâbî, önceki hadisin daha güvenilir olduğunu söyleyerek, Hanefi, Mâliki ve
Şafıilerin görüşünün daha sağlam olduğuna işaret etmektedir.

2- Recmedilecek olan kadın için bir çukur kazılır. Çukurun derinliği kişinin göğüs
hizasına kadardır. Bu konudaki ihtilâflar, daha önce beyân edilmişti.

3- Suç işleyip, suçunu itiraf eden ve tevbe istiğfar eden kişiye küfredilmez. Onun için
çirkin şeyler söylenmez.

4- Recmedilecek kişiye taş vurulurken, yüzünden sakınılır. Yüzüne vurulmaz.

5- Eğer suç ikrarla sabit olmuşsa recme devlet başkanı başlar. Bazı âlimlere göre bu
vaciptir. Ancak ulemânın çoğunluğu bu görüşte değildir. İbn Dakikı'l-İyd ve
"Fakihler, recme suç ikrarla sabit olmuşsa İmamın başlamasını müstehap görüşlerdir.

r2301

Beyyine ile sabit olduğunda ise, şahitler başlar." demektedir.

4445... Ebû Hureyre ve Zeyd b. Halid el-Cüheni (radıyallahü anhû-mâ)dan; şöyle
haber vermişlerdir:

İki adam, Rasûlullah'a dâvalarını getirdiler, (dâvâlaştılar). Birisi:

"Yâ Rasûlullah! Aramızda Allah'ın kitabı ile hükmet" dedi. Öbür hasım: -O ikisinin

daha anlayışlısı idi-.

"Evet, yâ Rasûlullah! Aramızda Allah'ın Kitabı ile hükmet. Bana da izin ver
konuşayım" dedi.
Rasûlullah :

"Haydi konuş" buyurdu. Adam şöyle dedi:

" Oğlum bu adamın yanında ücretli (işçi) idi. Karısı ile zina etti. Bana, oğlumun
recmedilceğini söylediler.Ben de, yüz koyun ve bir de câriye vererek oğlumu
kurtardım. Sonra ilim adamlarına sordum. Onlar, oğluma yüz değnek had ve bir yıl
sürgün gerektiğini, sadece onun karısının recmedileceğini söylediler.
Resûlullah (s. av); "Canım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, aranızda, Allah'ın
Kitabı ile hükmedeceğim. Koyunların ve cariyen sana geri verilecektir" buyurdu.

1231]

Adamın oğluna yüz deynek vurdu. Ve bir yıl sürgün etti. Üneys el-Eslemî'ye de,
diğerinin karısına gitmesini, eğer itiraf ederse recmetmesini emretti: Kadın îtirâf etti,
f2321

Üneys de recmetti.



Açıklama



Hadiste görüldüğü üzere, Rasûlullah'a dâvalarını arzeden sahabeler, onun Allah'ın
hükmü ile hükmedeceğini bildikleri halde, "Aramızda Allah'ın Kitabı ile hükmet"
demişlerdir. Bundan maksat; aralarında sulh, cezayı hafifletme v.s. gibi bir şeye
meyletmeden hüküm ne ise onunla hükmetmesidir.

Rasûlullah (s. a) de adamların isteğine karşılık, Allah'ın Kitabı ile hükmedeceğini
söyleyerek, muhsan olan kadına recm, muhsan olmayan gence de celd (sopa) ve
sürgün cezası vermiştir. Kur'an-ı kerimde, okunan bir ayet olarak recm ayeti mevcut
olmadığına göre, recm cezasını Allah'ın Kitabına bağlamak nasıl olmaktadır? Ulemâ
bu soruya birkaç şıkta cevap vermişlerdir:

1- Hadisteki, "Kitap" tan murat; farz ve gerekliliktir. Yâni manâ; "aranızda Allah'ın
farz kıldığı ve gerekli kıldığı şekilde hükmedeceğim" demektir. Nitekim bâzı âyetlerde

f2331

"kitap", farz manâsında kullanılmıştır. Meselâ bir ayette: "Size kısas farz kılındı"

12341

bir ayette "Oruç size farz kılındı..." başka bir ayette de : "Allah'ın size
[2351

farzı...." Duyurulmaktadır.

2. Her ne kadar Kur' anda recm lafzan mevcut değilse de icmâlen mevcuttur. "Sizden

[2361

zina eden iki kişiye eziyet edin" anlamındaki âyette "eziyet" recme de şâmildir.

3- Bir ayette: "Kadınlarınızdan zina edenlere, bunu isbât edecek aranızdan dört şahit
getirin, şahitlik ederlerse ölünceye veya Allah onlara bir yol açana kadar evlerde

f2371

tutun." buyurulmaktadır.

Ayet, onlar için bir yol açılacağını içermektedir. Bu yolda sünnetle açılmıştır.
Peygamberimiz (s. a): (Hükmü) Benden alın. Allah onlar için bir yol açmıştır. Bekâr
bekar ile zina ederse cezası yüz deynek ve bir yıl sürgündür. Evlenmiş olan, evlenmiş
olanla zina ederse cezası yüz deynek ve recmdir" buyurmuştur.

4- Recm âyeti, Kur'ân ayetlerindendir. Onun metni neshedilmiştir, hükmü bakidir.
Nitekim Hz.Ömer (r.a) Allah; "Evli kadın ve evli erkek zina ederlerse onları
recmedin." ayetini indirdi. "Biz onu okurduk" demiştir.

Bu dört şık ayrı ayrı veya birlikle ele alınınca, Rasûlullah (s.a)'in "Aranızda Allah'ın
kitabı ile hükmedeceğim" sözünün manâsı anlaşılır.

Hadis-i şerif hüküm itibariyle hayli zengindir. Bir kısmı, daha önceki hadislerde de

[2381

geçen bu hükümleri özetlemek istiyoruz.
Bazı Hükümler

1- Recim, zina eden muhsana uygulanacak bir cezâdır. Muhsan olmayana
uygulanmaz.

2- Hakim, mahkemede hasımlardan, dilediğinin ifadesine öncelik tanıyabilir.

3- Fasid bir alışveriş veya fasid bir sulh ile veya benzen bir akitle ele geçirilen mal,
sahibine iade edilmelidir. Çünkü Hz. Peygamber, oğlu zina eden kişiye koyunlarını ve
cariyesini geri verdirmiştir.



4- Rasûlullah (s.a)'m hayâtında da, alim olan sahâbilere soru sormak ve onların fetvası
ile amel etmek caizdir. Çünkü Rasûlullah, bunu haber veren şahsı kmamamıştır.

5- Zina eden kişiyi sürgün etmek meşrudur. Bu konu daha Önce tartışılmıştı. İmam
Azam ve İmam Muhammed'e göre sürgün edilmez.

6- Zina eden muhsan bir şahsa recm ve deynek cezası birlikte verilmez.

7- Zinanın sübûtu evli çiftler arasında ayrılık meydana getirmez.

8- Zinây. itirafta tekrar şart değildir. Bu konu tartışmalıdır. Hanefîlere göre itirafın
dört kez ve ayrı meclislerde olması gerekir.

9- Hadleri uygulamakta, yetkili mercinin birisine vekâlet vermesi caizdir. Bizzat
devlet başkanının had esnasında hazır bulunması şart değildir.

10. Haber-i vâhidle amel etmek caizdir.

11- İcâre yoluyla işçi çalıştırmak caizdir. Bu konuda hadis oldukça azdır. Akde konu
olan şey müşahhas bir mal olmadığı için bazı âlimler icâre akdini kabul etmezler.
Yerlerinde de işaret ettiğimiz gibi bu maddelerin hepsi, âlimler arasında ittifak edilen
şeyler değildir. Daha başka delillerle, bazı konularda farklı görüşlere sahip olanlar da
f2391

vardır.

25. İki Yahûdinin Recmedilmeleri

4446... îbn. Ömer radıyallâhu anhûmâ şöyle demiştir: Yahudiler Rasûlullah (s.a)'e
gelip, içlerinden bir erkekle kadının zina ettiğini söylediler. Rasûlullah (s. a)
kendilerine:

"Zina hakkında Tevrat'ta ne buluyorsunuz?" dedi.

"Onu teşhir ederiz ve deynekle dövülür" dediler. Bunun üzerine Abdullah b. Selâm
f2401

" Yalan söylediniz. Onda recim var" dedi.

[2411

Tevratı getirip, koydular. Yahudilerden birisi, elini recm ayetinin üstüne koydu,
sonra onun öncesini ve sonrasını okumaya başladı. Abdullah b. Selâm Ona: "Elini
kaldır" dedi. Adam elini kaldırdı, recm ayeti gÖ-rünüverdi. Bunun üzerine Yahudiler:
"Doğru söyledi. Yâ Muhammedi Tevratta recm âyeti var" dediler. Rasûlullah da
onların recmedilmelerini emretti ve recmedildiler.

Abdullah b. Ömer: "Adamı, taşlardan korumak için kadının üzerine abandığını
f2421

gördüm" dedi.

4447... Berâ b. Azib r.a şöyle demiştir:

Rasûlullah (s.a)'e yüzü kömürle karartılmış vaziyette dolaştırılan bir Yahudi getirdiler.
Rasûlullah (s. a) Yahudilere Allah adı vererek, kitaplarındaki zina nadinin ne olduğunu
sordu. Efendimizi, içlerinden birisine havale ettiler. Bu sefer Rasûlullah o adama
yemin vererek, "kitabmızda-ki zina haddi nedir?" diye sordu. Adam: şu karşılığı verdi:
"Recmdir. Ama zina bizim eşrafımız arasında yayıldı. Biz eşrafın bırakılıp da, alt ta-
bakada olana had uygulanmasını çirkin gördük ve bunu (recm cezasını) aramızdan
kaldırdık.' 1

Bunun üzerine Rasûlullah (s. a) emretti ve zinâkâr recmedildi. Efendimiz de: "Ey



1243]

Allahım! Ben senin kitabından kaldırdıklarını ilk ihya edenim" buyurdu.
4448... Berâ b. Azib (r.a)'den; şöyle demiştir:

Rasûluİlah (s.a)'e (yüzü) kömürle karartılmış (deynekle dövülmüş) bir Yahudi

getirildi. Efendimiz, onları (Yahudileri) çağırıp:

"Zina haddini (kitabınızda) böyle mi buluyor sunuz?" dedi.

"Evet" dediler.

Rasûluİlah. bilginlerinden bir adam çağırıp:

"Tevrat'ı Musa'ya indiren Allah aşkına şöyle, kitabınızda zina haddini (cezasını) böyle
mi buluyorsunuz?" dedi.
Adam şu cevabı verdi:

"Vallahi hayır. Eğer sen bunu bana böyle sormuş olmasaydın, haber vermezdim. Biz
kitabımızda zina cezası olarak recmi buluyoruz. Ancak zina bizim eşrafımız arasında
çoğaldı. Biz eşraftan bir adamı yakaladığımızda bırakıverir, zayıf bir adamı
yakaladığımızda ise ona haddi tatbik ederdik. Bunun üzerine gelin, hem zayıflarımız
hem de ileri gelenlerimize uygulayacağımız bir şeyde birleşelim dedik ve kömürle
boyama ve deynek vurma üzerinde birleştik. Recmi terkettik."
Rasûluİlah (s. a):

"Ey Allahım! Ben, senin emrini kaldırdıklarında ilk ihya edenim" buyurdu, zinâkânn
recmedilmesini emretti ve adam recmedildi. Allah fc.c) de: "Ey Peygamber! Kalpleri
inanmamışken ağızlarıyla inandık diyen Yahudilerden yalana kulak verenler ve başka
bir topluluk hesâbma casusluk edenlerden inkâra koşanlar seni üzmesin. Sözleri asıl
yerlerinden değiştirirler de; böyle bir fetva size verilirse alın, verilmezse, kaçının
derler. Allah'ın fitneye düşmesini dilediği kimse için Allah'a karşı senin elinden bir
şey gelmez. İşte onlar Allah'ın kalplerini arıtmak istemediği kimselerdir. Dünyada

f2441

rezillik onlaradır. Onlara âhirette de büyük azâb vardır." ayetini, yahûdiler
hakkındaki: "Allanın indirdiği ile hükmetmeyenler, kâfirlerin de kendileridir..."
âyetine kadar, yine yahûdiler hakkındaki "Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler
zâlimlerin ta kendileridir" ayetine kadar ve aynı şekilde Yahudiler hakkında olan

1245]

"Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, fâsıklann ta kendileridir" ayetine kadar
£2461

indirdi.
Râvi der ki:

[2471

Bunlar, yani bu ayetler, tüm kâfirler hakkındadır.

4449... Ibn. Ömer radıyallâhü anhümâ şöyle demiştir: Yahudilerden bir grup gelip
Rasûluİlah'i Kuf denilen yere davet ettiler. Rasûluİlah okuma evinde onlara geldi.
Yahûdiler:

"Ya Ebe T- Kasım! Bizden bir adam bir kadınla zina etti. (Aralarında) hükmet"
dediler. Rasûluİlah (s. a) için bir yastık koydular. Efendimiz onun üzerine oturdu,
sonra;.

"Bana Tevrat'ı getiriniz" buyurdu. Tevrat getirildi. Efendimiz, altındaki yastığı aldı ve
üzerine tevrâtı koydu. Sonra: "Sana ve seni indirene imân ettim" dedi. Daha sonra:



"En bilgininizi getirin" buyurdu.
Bir genç getirildi.

r2481

Ravi sonra, recrri hâdisesini; Mâlik'in Nâfı'den rivayet ettiği gibi zikretti.

[2491

4450... Ebû Hureyre (r.a) -Bu Ma'mer'in hadisidir ve daha tamdır- şöyle
demiştir.

Yahudilerden bir adamla bir kadın zina ettiler. Birbirlerine:

"Şu Peygamber'e gidelim. Şüphesiz o hafifletmek üzere gönderilen bir nebidir. Eğer
bize recimden başka bir fetva verirse kabul ederiz. Onunla Allah katında ihticâc eder
ve senin peygamberlerinden birisinin fetvası, deriz" dediler.
Rasûlullah (s.a) mescidde sahabeleri arasında otururken geldiler, ve:
"Ya Ebe'l-Kasım! Zina eden erkek ve kadın hakkında ne dersin?" dediler.
RasUlullah onların okuma evine gelinceye kadar, kendileri ile bir kelime konuşmadı.
(Oraya gelince) kapının yanında durdu: "Size, Tevratı indiren Allah adı ile soruyorum.
Zina eden birisi muhsan olduğu za-man, onun hakkında Tevratta ne ceza
buluyorsunuz?" dedi.

"Yüzü kömürle boyanır, tecbih edilir ve deynekle dövülür." dediler.

Tecbih: Zina edenlerin sırt sırta gelecek şekilde bir eşeğe bindirilip, dolaştırılmalarıdır.

[250]

Ama onlardan bir genç sustu. RasUlullah (s.a) onun sustuğunu görünce ona
yemin vermekte ısrar etti.
Genç:

"Sen bize yemin verdiğin için söylüyorum: Biz Tevrat'ta recmi buluyoruz" dedi.
Rasûlullah (s.a):

"Âliahm emrini yumuşatıp kolaylaştırdığınız ilk olay nedir?" dedi.
Genç:

"Kırallanmızdan birisinin bir akrabası zina etti. Kıral onu recmetme-yi geciktirdi.
Sonra, halktan bir aileden birisi zina etti, onu recmetmek istedi. Bunun üzerine tebaası
karşısına dikildi ve "Senin akraban getirilip de recmedilmedikçe bizim arkadaşımız
recmedileniez" dediler. Neticede, aralarında bu ceza üzerinde anlaştılar, dedi.
Rasûlullah (s.a):

"Şüphesiz ben, Tevrattaki ile hükmedeceğim" buyurdu, recmedil-melerini emretti ve
recmedüdiler.

(Ravilerden) Zühri şöyle dedi:

"Şüphesiz biz, yol gösterici ve nur olarak Tevrâtı indirdik. Kendisini Allah'a teslim

12511

eden Peygamberler onunla hükmeder "

ayetinin bu yahudiler hakkında indiği haberi bize ulaştı. Rasûlullah (s.a) de (onunla

[252]

hükmeden) Peygamberlerdendir.
4451... Ebû Hüreyre (r.a) şöyle demiştir:

Rasûlullah (s.a), Medine'ye geldiğinde, Yahudilerden, muhsan olan bir erkekle bir
kadın zina ettiler. Tevrat'ta onlara recm emredilmişti. Onu terkettiler ve eşeğe ters
bindirme cezasını koydular, zina edene, kara sakızla boyanmış bir iple yüz kez vurulur



ve yüzü eşeğin arkasına gelecek şekilde eşeğe bindirilirdi.

Yahudilerin bilginlerinden bazıları toplanıp, başka bir gurubu Rasûlul-lah'a
gönderdiler "Ona zina haddini sorun..." dediler.

Ravî (Ebû Hureyre) hadisin devamını zikretti ve "Onlar, Rasûlullah'm dinine mensup
değildiler ki onlar arasında hükmetsin. Onun için Rasûlullah muhayyer bırakıldı."
dedi. Cenâb-ı Allah şöyle buyurdu: "Eğer sana gelirlerse, ister aralarında hükmet, ister

[253]

onlardan yüz çevir."

12541

4452... Câbir b. Abdullah (r.a)'den; şöyle dedi:

Yahudiler, kendilerinden zina eden bir erkekle bir kadın getirdiler. Rasûlullah (s. a):
"Sizden, en bilgin iki adam getirin" buyurdu. Sûrîyâ'nm iki oğlunu getirdiler.
Rasûlullah onlara yemin vererek: "Bu ikisinin işini Tevratta nasıl bulursunuz?" diye
sordu.

"Tevratta şöyledir: Dört kişi, erkeğin âletini - Sürmelikteki mil gibi kadının âleti
içinde gördüklerine şahitlik ederlerse kadın da erkek de recmedilir" dediler.
Rasûlullah:

"Onları recmetmenize engel olan ne?" dedi.

"Hakimiyet ve gücümüz gitti. O yüzden Öldürmeyi hoş görmedik" dediler.
Rasûlullah (s. a) şahitleri çağırdı. Dört tane şahit getirdiler. Onlar adamın âletini -
sürmelikteki mil gibi - kadının âleti içinde gördüklerine şahitlik ettiler. Rasûlullah

[255]

(s. a) de, zinakârlarm recmedilmelerini emretti.

4453... Bize Vehb. b. Bakiyye haber verdi, o Hüşeym'den, Hüşeym Muğire'den o da
İbrahim ve Şa'bî vasıtasıyla Rasûlullah'tan yukarıdaki hadisin benzerini rivayet etti.

12561

"Rasûlullah şahitleri çağırdı, şahitlik ettiler..." sözünü zikretmedi.

4454... Bize. Hüşeym'den, Vehb b. Bakiyye rivayet etti. Hüşeym, İbn. Şiibıüme'den, O

izm

Şa'bî'den, Şa'bi de Rasûlullah.'tan önceki hadisin benzerini rivayet etti.

4455.. Bize İbn Cüreyc haber verdi; O, Ebu'z Zübeyr'den işitmiş. Ebıfz-Ziibeyr'de
Câbir b. Abdullah'dan, şöyle derken işitmiş: "Rasûlullah (s. a.) Yahudilerden, zina

12581

eden bir erkekle bir kadını recmetti."
Açıklama

Bu babdaki tüm rivayetler, zina eden bir Yahudi çiftine verilen cezayı söz konusu
etmektedir. Rivayetlerin tümü göz önüne alındığında hadiseyi şöylece özetlemek
mümkündür:

Yahudiler, zina eden rnuhsan bir çift hakkında hüküm vermesi için Rasûlullah-'a
gelmişler, Rasûlullah önce onlara, kendilerinin zina suçunu işleyenlere ne ceza
verdiklerini sormuş, onlar da yüzünü karaya boyayıp eşeğe ters bindirerek teşhir



ettiklerini ve yüz deynek vurduklarını söylemişler. Peygamber (s.a.v) Allah adına
yemin vererek bu konuda Tevrat'ta bir hüküm olup olmadığını sormakta ısrar etmesi
üzerine, zinanın dört şahit tarafından ve erkeğin âleti, kadının âleti içinde görülmesi
halinde recm cezası olduğunu söylemişler. Rasûlullah'm recmi nasıl terkettiklerine dâ-
ir sorusunu da, kıratlarının bir yakını ve eşraftan olanların zina etmeleri üzerine onları
öldürmemek için terkettiklerini söylemişlerdir.

Hz. Peygamber (s.av.) Yahudilere recm cezası vermiş ve cezayı infaz etmiştir.
Hz. Peygamberin onlara, recmin Tevrattaki hükmünü sorması, onu öğrenmek için
değil, kendi kitap ve inançları ile ilzam etmek içindir. Muh-temedir ki, efendimiz
Yahudilerin Tevrat'taki recm ayetini değiştirmediklerini, ama onu gizlediklerini vahiy
yoluyla öğrenmiş ve açığa çıkarmak istemiştir.

Rivayetlerden birisinde, zina eden Yahudilerin suçunun dört şahidin şehâdeti ile sabit
olduğu bildirilmektedir. Ancak bu şahitlerin müslüman mı yoksa yahûdi mi oldukları
konusunda bir kayıt yer almamıştır. Neve-vi, bu konuya işaretle, şahitlerin müslüman
olmaları halinde bir müşkil olmadığını yahûdi iseler şahitliklerine itibar
edilmeyeceğini, onun için zinanın zinâkâriarm itirafı ile sabit olduğunu söyler.
Nevevi'nin belirttiği müşkil, Şafiî ve Mâliki mezheplerine göre varid-dir. Ama Hanefi
mezhebine göre böyle bir müşkil yoktur. Çünkü Hanefi-lere göre zimmİlerin
biribirleri hakkındaki şahitlikleri makbuldür. Rasûlullah'm bazı hristiyanlarm
biribirleri aleyhindeki şahitlikleri kabul etmesi, Hanefılerin delilidir.

[259]

Hadislerin, ihtiva ettikleri hükümleri de şöylece özetleyebiliriz.
Bazı Hükümler

1- Ehli kitabın biribirleri ile olan evlilikleri sahihtir. Dolayısıyla boşanmaları da
geçerlidir.

2- Ehl-i Kitabın evlilikleri, ihsân'a sebeptir.

İmam Şairi, İmam Ahmed ve Hanefılerden İmam Ebû Yûsuf un görüşü bu
istikâmettedir. Hanefılerden İmam Muharnmed'e göre gayri müslim evli olsa bile
muhsan olamaz.

Ehl-i kitaptan bir kadın, bir müslüman erkekle evlendiği takdirde, kocayı muhsan
yapıp yapmayacağı konusu âlimler arasında ihtilaflıdır.

İmam Şafii'ye göre, Yahudi veya hıristiyan bir kadınla evlenen ve onunla zifafa giren
bir müslüman erkek muhsan olmuş olur.

Hanefilere göre, kitabi bir kadınla evlenen bir müslüman erkek muhsan olmaz.

3- Kâfirler, şeriatın fürûu ile muhataptırlar.

Şüphesiz bu hüküm, Yahudilerin recmedilmelennin, İslâmm hükmüne göre olduğu
söylenildiği takdirde söz konusudur. Kafirlerin, İslâmm fürü u ile mükellef olup
olmadıkları ulemâ arasında ihtilaflıdır.

4- İslâm ulemâsı, iki zımmî arasında cereyan eden bir olayın dâvası, müslüman
hakime getirildiği zaman, hakimin dâvaya bakmak mecburiyetinin olup olmadığı
konusunda ihtilâf etmişlerdir. Hasenü'l-Basrî, Şa'bî, Nehâî, Zührî ve Ahmed b.
Hanbel'e göre hâkim muhayyerdir. Dilerse dâvaya bakar, dilerse bakmaz.

Zımmi ile müslüman arasındaki bir dâvaya ise, müslüman hakimin bakması
zorunludur.

5- Gayr-i müslimler, müslüman hakime müracaat ettikleri zaman, hakimin hasımların



şeriatına göre mi yoksa İslama göre mi hüküm vereceği konusu da ulemâca ihtilaflıdır.
İmâm Mâlik, İmam Şafiî, Atâ, Şa'bî, İbrahim en-Nehâî gibi ulemâya göre hakim
muhayyerdir. Dilerse hasımların şeriatına, dilerse İslamî esaslara göre hükmeder.
Hanefilerle, İmam Zühri, Ömer b. Abdü'l Aziz gibi âlimlere göre hakim Allah'ın
hükmü ile hükmetmek zorundadır. Muhayyerliği yoktur. Adaletle hükmetmek
mecburiyetindedir.

6- Recmedilecek olan suçlu bağlanmaz. Rivayetlerin birisinde belirtilen, erkeğin

r2601

kadım taşlardan korumak için onun üzerine abanması buna delildir.
26. Mahremi İle Zina Eden Kişi Hakkında (Ki Hadisler)

4456... Berâ b. Azib (r.a) şöyle demiştir: Kaybolan bir kölemi ararken, yanlarında
bayrak olan atlı bir (bedevi) toplulukla karşılaştım. Bedeviler, Rasûlullah'm yanındaki
mevkiimden dolayı etrafımı kuşatmaya başladılar. Derken bir kubbeye (kubbe
şeklindeki bir çadıra) geldiler. Oradan bir adam çıkarıp, boynunu vurdular.

1260

Onun sebebini sordum. "Babasının karısı ile nikahlandı" dediler.

4457... Yezid b. el-Berâ, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir.

Amcamla karşılaştım. Beraberinde bir bayrak vardı. Ona: " Nereye gidiyorsun?"

dedim.

"Rasûlullah (s. a) beni, babasının karısı ile nikahlanan bir adama gönderdi. Bana, onun

r2621

boynunu vurmamı ve malını almamı emretti." dedi.
Açıklama

Tirmizî bu hadis için " hasen-ğarib" demiştir.

Berâ b. Azib'ten rivayet edilen bu hâdise farklı birkaç şekilde anlatılmıştır. Yukarıdaki
iki naklin yanı sıra, Tirmizi'nin rivayetinde Berâ b. Azib, dayısı Ebû Bürde b. Nigâr ile
karşılaştığım söylemiştir. Yine Tirmizi'nin bir rivayeti ile, İbn Mâce'nin rivayetinde
dayısı ile karşılaştığı ifâde edilmekte, ama dayısının adı Haris b. Amr olarak
geçmektedir. Berâ (r.a) den gelen başka bir rivayette de: "Bize, giden in-/ sanlar
uğradılar" denilmektedir.

Rivayetler arasındaki bu lâfzî bazı ihtilâflara rağmen, hadisin sıhhati konusunda
herhangi bir tenkide rastlamadık. Şevkâni, bu hadisin birçok isnâdla, rivayet
edildiğini, bu senedlerden bir kısmındaki râvîlerin, sahih hadislerin râvileri olduğunu
söyler.

İslâmdan önceki cahiliye döneminde insanlar babalan öldüğü zaman geride kalan üvey
annelerini bir miras olarak kabul ederler ve onlarla evlenmeyi meşru haklan olarak
görürlerdi. Ancak İslâm bunu yasaklamış, üvey anne ile evlenmenin caiz olmadığını
beyân etmiştir. Bir ayeti kerimede: "Babalarınızın evlendiği kadınlarla

1263]

evlenmeyiniz..." Duyurulmuştur.

Bu yasağa rağmen, - yasak oluşunu bilerek mi, yoksa bilmeden mi olduğunu
bilemiyoruz- Bedevilerden birisi, Ölen babasının karısı ile evlenmiş ve Rasûlullah



(s. a) bu adamı öldürmek ve mallarını müsadere etmek üzere bir heyet göndermiştir.
Bazı rivayetlerde, Rasûlullah'in bu vazife için, Berâ b. Azib'in amcası yada dayısını
gönderdiği bildirmektedir.

Hafız İbn Hacer el-Askalanî'nin, el-Isâbe'de ve İbnu'l-Cevzi'nin Telkih'ta
bildirdiklerine göre, hadiste anlatılan (babasının karısı ile evlenen) adam, Manzur b.
Ebân, kadın da Melike binti Hârize'dir. Ancak bu iddia tenkid edilmektedir. Çünkü
babasının karısıyla evlenen şahıs, Rasûlullah devrinde öldürülmüştür. Halbuki,
Manzûr b. Ebân, Hz. Peygamber (s.a.v)'den sonra yaşamıştır.

Bu hadisin zahiri, babasının hanımı veya başka bir mahremi ile evlenen kişinin
cezasının ölüm olduğuna delâlet etmektedir. Müctehidlerin bazıları da bu görüşe sahip
olmuşlardır. Bazıları ise, her ne kadar kişinin mahremiyle evlenmesi caiz değilse de,
bir nikâh şüphesi olduğu için, had olarak Öldürülmeyeceğini, başka bir şekilde
cezalandırılacağını, bu hadisteki Öldürme olayının, mahremi ile evlenmeyi helal sayan
kişi ile ilgili olduğunu söylerler.

Şimdi, bu konuya hayli uzun yer veren Hattâbî'nin sözlerini özetlemek ve mezheplerin
görüşlerine işaret etmek istiyoruz.
Hattâbî özetle şöyle der:

"Bu nikâhın şüphe ile olduğu, bu yüzden haddin düştüğü yolundaki iddia, gerçekten
çok uzaktır. Çünkü şüphe, bazı yönlerden helâla benzeyen bir şeyde söz konusudur.
Mahrem olanların nikâhı ise hiçbir şekilde helâl değildir. Her ne kadar buna nikâh
denilmekte ise de bu, zinadır. Bu, bir câriye kiralayıp da onunla zina etmeye benzer.
Buna icâre denilmesi, onu zina olmaktan çıkarmaz ve ondan haddi düşürmez.
Bâzıları, Rasûlullah*ıh adamı, babasının karısıyla evlenmeyi helâl gördüğü için
öldürülmesini emrettiğini zannederler. Üveyannesi ile evlenmeyi mubah görerek
evlenen kişinin dinden çıkacağını ve cezasının riddet-ten ötürü ölüm olduğunu
söylerler.

Bu tevil fasiddir. Üvey annesi ile evlenenin öldürülmesini bu şekilde tevil etmek caiz
ise, zina edip de recmedilen başkalarını da bu şekilde te'vil mümkün olur. Rasûlullah
onu, zinayı helâl gördüğü için recmettir-miştir, denilebilir.

Bu şekildeki bir tevilin fasid olduğu açıktır. Rasûlullah üvey annesi ile evlenen kişiyi-
zina ettiği ve annesi hakkındaki hürmeti çiğnediği için öldürtmüştür.
Bazı âlimler, mahremini öldürene diyeti artırmışlardır. Bu, Hz. Osman'dan rivayet
edilmiştir. Hz. Ali'nin de, ramazanda içki içen birisine hadde ilâveten bu mübarek
ayda haram işlediği için yirmi deynek daha vurduğu rivayet edilmiştir.
Alimler, mahremi ile evlenen kişiye verilecek ceza konusunda ihtilâf etmişlerdir.
Hasenü'l-Basrî, bu şahsa zina haddi gerektiğini söyler. Mâlik b. Enes ve İmâm
Şafiî'nin görüşü de böyledir.

Ahmed b. Hanbel'e göre adam öldürülür ve malı elinden alınır. İshak b. Râheveyh de
aynı görüştedir.

Süfyân'a göre evlenme şahidler huzurunda olmuşsa ondan had düşürülür.
İmâm Ebû Hanife, adama had uygulanmayacağını, ta'zir cezası verileceğini söyler.
Ebû Hanifenin iki arkadaşı (Ebû Yûsuf ve Muhammed) ise, haram olduğunu bile bile
evlenmişse haddin uygulanacağı görüşündedirler."

İbn Kûdâme; mahremi ile evlenenin nikâhının bâtıl oluşunda icmâ olduğunu ve onunla
ilişki kurması hâlinde de ulemânın çoğunluğuna göre had gerektiğini söyler. İbn
Kudâme haddi gerekli gören âlimlerden bazılarının isimlerini sayar. Bunlar, Hasen,
Câbir b. Zeyd, Mâlik, Şafiî, Ebû Yûsuf, Muhammed, İshak, Ebû Eyyûb, ve İbn Ebî



Hayseme'dir. Yukarıda, Hattâbî'den naklettiğimiz gibi, İbn Kûdâme de Ebû Hanife ve
Sevrî'ye göre, şüpheden dolayı haddin icabetmediğini kaydeder.

Haddi gerekli görmeyenlere göre şüphe, cinsî teması mubah kılan şeyin sureten
varlığıdır. O da, nikâhtır. Her ne kadar nikâh batılsa da, haddi düşürecek bir şüphe

12641

vücuda getirir. Ancak, şiddetli bir şekilde cezalandırılır.
Bazı Hükümler

1- Mahremi olan birisi ile evlenip de, onunla cinsi İlişki kuran kişi öldürülür. Bu
Cumhurun görüşüdür. Ebû Hanife'ye göre öldürülmez, ta'zir edilir.

2- İslâmm kesin bir hükmüne muhalefet eden kişi, devlet başkanının emri ile
öldürülebilir.

3- Bir tarafa giden heyetin, bayrak fılâma gibi bir şey taşıması caizdir.

4- Mahremlerinden biri ile evlenip, cinsi temas kuran kişinin mallan elinden alınabilir.

1265]

Bu taziren verilen bir cezadır.

27. Karısının Cariyesi İle Zina Eden Kişinin Durumu

4458... Hubeyb b. Salim şöyle demiştir: Abdurrahman b. Huneyn adında bir adam,
karısının cariyesi ile cinsel ilişkide bulundu. Hadise, Küfe Emiri olan Nûmân b. Beşir
(r.a)'a götürüldü.Nûman:

"Senin hakkında, Rasûlullah (s.a)'m hükmü ile hükmedeceğim; Eğer karın o cariyeyi
sana helâl kılmışsa (onunla cinsî ilişkide bulunmana izin vermişse) sana yüz değnek
vuracağım, Onu sana helal kılmamışsa (izin vermemişse) taşlarla recmedeceğim" dedi.
Kadının kocasına izin verdiğini öğrendiler. Bunun üzerine adama yüz deynek vurdu.
Katâde der ki:

T2661

"Bu mes'eleyi Hubeyb b. Sâlim'e yazdım, o da bana böyle yazdı."
Anlaşılan, ravîlerden Kâtâde kendisine hadisi nakleden Halid b. Urfuta'ya pek itimad
etmemiş, işin aslını anlamak için, Halid'in rivayette bulunduğu Hubeyb b. Sâlim'e yaz-
mış, o da Halid'in haberini tasdik mâhiyetinde cevap vermiş.

4459... Nûman b. Beşir (r.a), karısının cariyesi ile cinsi ilişkide bulunan kişi hakkında
Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğunu haber vermiştir:

"Eğer karısı, cariyesini kocasına helâl etmişse (onunla cinsî ilişkide bulunmasına izin

[2671

vermişse) yüz değnek vurulur. Helâl etmemiş (izin vermemiş)se recmederim."
Açıklama

Bu iki rivayetin ifâde ettiği hüküm aynıdır. Birisinde A Nurnan b. Beşir (r.a) Rasûlullah
(s.a)'den duyduğunu söylemiş, öbüründe de uygulamıştır. Her iki rivayetin, Nûman b.
Beşir'den aynı anda duyulmuş olması mümkün olduğu gibi, farklı zamanlarda vürûdu
da mümkündür.

Bu rivayetler hadis ulemâsı tarafından hayli tenkid edilmiştir;



Hattâbi "Bu hadis, muttasıl değildir, onunla amel edilmez" der.

Tirmizi: "Nûman hadisinin isnadında ızdırap var, Muhammed b. İsmail'e bu hadisi
sordum, Ben bu hadisi kabul etmem dedi" demektedir.
Nesâi: "Nûmân'm bütün hadisleri muzdaribtir" demiştir.

Ulema, raviler arasında bulunan, Halid b. Urfuta'nm mechûl olduğunu söylerler.
İbnü'l-Arabi'nin beyânına göre; karısının izni ile, onun cariyesi ile cinsi temas kuran
kişiye yüz sopa vurulması had değil, tazirdir. Ancak suç büyük olduğu için had
sınırına varan bir ceza öngörülmüştür. Çünkü, -Sindî'nin de dediği gibi - evli (muhsan)
olan birisinin zina etmesi hâlinde uygulanacak ceza recmdir. Başka bir ceza yoktur.
Herhalde bu adama recm cezasının uygulanmayışına sebep; kadının cariyesini helâl
kılmasının bir şüphe doğurmasıdır. Kadının cariyesini kocasına ariyet olarak vermesi,
onu kocasına helâl kılmasa da zayıf bir şüphe doğurur. Bu şüphe de recmin düşmesine
sebep olur. Tabi bu izah yukarıdaki rivayetlerin sahih sayılması halinde söz
konusudur. Üstelik bundan sonra gelecek olan rivayette, Seleme b. Muhabbık;
Rasûlullah'm, karısının cariyesi ile cinsel ilişkide bulunan şahsa had uygulamadığını
söylemiştir.

Gerek ashab, gerekse daha sonraki ulemâ karısının cariyesi ile cinsel ilişki kuran
kişiye verilecek ceza konusunda ihtilâf halindedirler.

Hattabfnin nakline göre; Ömer. b. el-Hattab ve AH b. Ebî Talib (radı-yallâhü
anhumâ), bu durumdaki bir kişinin recmedilmesi gerektiğini söylerler. Atâ b. Ebî
Rebah, Katâde, Mâlik, Şafiî, Ahmed ve İshak da aynı
görüştedirler.

Zührî ve Evzâî'ye göre sopa vurulur, ama recmedilmez.

İmâm Ebû Hanife ve talebelerine göre; adam karısının cariyesi ile zina ettiğini; ikrar
ederse recmedilir, Ben, onun bana helâl olduğunu zannettim, derse had uygulanmaz.
Sûfyân-ı Sevm'den de; "eğer bu işi yapan adam, cahilliği bilinen birisi ise ta'zir edilir,
had uygulanmaz" dediği rivayet edilmiştir.

Avnü'l-Mâbûdda, Haılâbî'nin aksine Ahmed ve İshak'm, mezheplerinin Nûman b. B
esir'in naklettiği şekilde olduğu Şevkânî'nin de bunu sahih bulduğu söylenmektedir.
r2681

4460... Seleme b. el-Muhabbak'tan rivayet edildiğine göre; Rasûlullah (s. a), karısının

cariyesi ile cinsî ilişki kuran kişi hakkında şöyle hüküm vermiştir:

Eğer adam cariyeyi zorlamışsa, câriye hürdür. Adam, cariyenin sahibine (karısına) o

câriye'nin mislini borçlanmış olur. Eğer câriye gönüllü ise, câriye adamın olur,

sahibine onun mislini öder.

Ebû Davud der ki:

Yûnus b. Ubeyd, Amr h. Dinar, Mansur b, Zâzân ve Sellârn, bu hadisi Hasen'den aynı

[2691

manâ ile rivayet etmişlerdir.

f2701

Yûnus ve Mansûr, Kabisa'yı anmamışlardır.

4461... Hasen, Seleme b. el-Muhabbak'tan, O da Rasûluilah (s.a)'den önceki hadisin
benzerini rivayet etmiştir. Ancak, bu rivayete göre Rasûlullah: "Eğer kadın gönüllü
ise, hem cariye hem de adamın malından, onun misli, cariyenin sahibine (kadına)



[2711

verilir" dedi.



Açıklamalar

Hattâbî: "Bu hadis münkerdir. Kabîsa b.Hureys ma'rûf değildir. Bu gibi hadisler
hüccet olamaz. Hasen, hadis işittiği kimselere pek aldırmaz, incelemezdi. Hasen'in
arkadaşı, Eş'as'm; bu hükmün hadler meşru kılınmadan önce olduğunu duydum, dediği
rivayet edilir" demiştir.

Gerçekten, bu rivayetlerle, önceki rivayetler birbirleri ile tam bir çelişki içersindeler.
Onlar da, karısının cariyesi ile cinsî ilişki kurana; duruma göre recm veya değnek
cezaları, yâni had uygulandığı söylenirken, bu rivayetlerde, haddin olmadığı
anlaşılmaktadır. İbn. Mâce'nin aynı râvîden rivayet ettiği bir haberde; Rasûlullah'a,
karısının cariyesi ile cinsi ilişki kuran bir adam getirildiği ve Rasûlullah'm ona had

f2721

uygulamadığı açıkça ifade edilmektedir.

Hattâbî, yukarıya aktardığımız, sözlerinde, bu rivayetlere itibar edile-miyeceğini
söylemişti. Hattâbî'nin bu rivayetleri hüccet saymamakta başka sebepleri de var. Şöyle
ki:

a- Bu, konunun esaslarına ters düşen bir durumdur. Hiç bir âlim bu rivayetlerde
öngörülen hükmü benimsememiştir.

b- Telef edilen bir mal için, mislini ödettirmek hayvanlara hastır.

c- Bu rivayetlere göre zina, bir kadına sahip olma hakkını vermektedir.

d- Bu hüküm bedenden haddi düşürüp, malda ceza uygulamaktır.

Bütün bunlar, hiçbir âlimin kabul etmediği, şeriata uygun olmayan şeylerdir. Şayet bu

rivayetler sahih ise, bunların mensuh olduğunu söylemek gerekir.

Sıraladığımız bu madde ve görüşler, Hattâbî'ye ait idi.

Hind ulemâsından Mevlânâ Muhammed Yahya, biribirleri ile çelişkili görülen bu
rivayetlere daha değişik bir biçimde bakmış ve aralarını telif etmiştir.
Muhammed Yahya özetle şöyle der:

"Karısının cariyesi ile zina eden birisi bunu karısının izni ile yapmışsa değnekle
dövülür. Karısının izni olmamışsa recmedilir. Bundan sonra bakılır; eğer câriye
gönüllü olarak kendisini teslim etmişse, o cariyenin adama verilmesi maslahat
gereğidir. Çünkü bunlar birbirlerine alışmışlardır,

o işi tekrar tekrar isteyeceklerdir. Harama düşmektense, cariyeyi erkeğe verip, helâl
kılmak daha yerindedir. Eğer câriye gönüllü değil de, adam kendisine zorla tecâvüz
etmişse, cariyenin serbest bırakılması uygun olur. Çünkü bu durumdaki bir cariyenin o
evde tutulması birçok kötülüklere sebep olur."

Bezhı'l-Mechûd müellifi bunları naklettikten sonra, Muhammed Yahya'nın bu nefis

T2731

izahının, hiçbir fakihin aklına gelmeyen eşsiz bir izah olduğunu söyler.

28. Lût Kavmunun Yaptığını (Livâta) Yapan Kişi Hakkında

4462... îbn Abbas radıyallahü anhuma'dan; Rasûlullah Salallahü aleyhi vesellemin
şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

"Lût kavminin yaptığını yapan birisini bulursanız (bilirseniz), yapanı da yapılanı da



T2741

öldürünüz."

Ebû Davud der ki:

"Bu hadîsin benzerini, Süleyman b. Bilâl, Amr b. Ebî Amr'den rivayet etmiştir. Abbad
b. Mansûr da, İkrime vasıtasıyla İbn Abbas'tan merfu olarak rivayet etmiştir. Ayrıca,
İbn Cüreyc, ibrahim'den, ibrahim, Dâvud h. el-Husayn ! dan. o îkrime'den, İkrime de
ibn Abbas'tan, merfu olarak rivayet etti"

Buradaki "merfu olarak" sözünden maksadı şudur; İbn Abbas, "Rasûlullah şöyle

1275]

dedi.." dememiş, râvi: "İbn Abbas onu, ref etti" demiştir.

4463... Said b. Cübeyr ve Mücahid, İbn Abbas radıyallahü anhumâdan;

Livâta ederken yakalanan bekâr hakkında: "Recmedilir" dediğini rivayet etmişlerdir.

Ebû Davud şöyle dedi:

1276]

"Asımın hadîsi, Amr b. Ebî Amfin hadîsini zayıflatıyor."
Açıklama

Lût kavminin yaptığı işten maksat, insanlarla, arka tarafından temas kurmaktır. Temas
kurulan şahıs erkek olsun kadın olsun aynıdır. Bu harekete, livâtâ denilir. Bugün
kullanılan "HomoseLsüellik" tâbiri ile aynı manâdır.

Cenâb-ı Allah'ın gönderdiği bir Peygamber olan Hz. Lût (.s)'m kavmi arasında bu
çirkin hareket yayıldığı için, "Lût kavminin yaptığı iş" denilmiştir.
Bu fiili işleyene de "Lûtî" denilir.

Allah (c.c.) Lût kavmini, işledikleri bu çirkin günahtan dolayı daha dünyada iken
cezalandırmış, onları üzerlerine taş yağıdırarak helak etmiştir. Cenâb-ı hakkın şu
cilvesine bakın ki her türlü hastalığın tedavisinin bilindiği bu asırda,
homoseksüellikten kaynaklanan bir hastalık, tedavisi, mümkün olmayan tek
hastalıktır.

Allah'ın emir ve yasaklarının tümü insanların maslahatına yöneliktir. Yâni ya insanlık
için (fert veya toplum) bir menfaat sağlamayı ya da onlardan bir zararı defetmeyi
hedeflemiştir. Eğer bir şey yasaklanmışsa mutlaka onda bir hikmet, bir maslahat
vardır. Dolayısıyla, zina ve homoseksüellik (eş cinsellik) gibi fiiller, ilk bakışta iki kişi
arasında cereyan ettiği için, "bunun ne mahzuru var ki?! Alan memnun veren
memnun" denilemez. Bu hareketler, Allah'ın emrine isyan oluşlarının yanı sıra, fert ve
toplum hayatının (parçalanıp çözülmesine), onulmaz yaralar açılmasına da sebeptirler.
İşte asrımızda, dinimizin şiddetle yasakladığı en büyük çirkinliklerden
olan,eşcinselliğin, tedâvî edilmez bir hastalığa sebep olduğunun ortaya çıkışı, garip
ama Allah'ın emir ve yasaklanndaki hikmete yeni bir örnek olması bakımından
hikmetli bir tecellidir.

Üzerinde durduğumuz rivayetlerden birincisi, evli ve bekâr ayırımı yapmadan
eşcinsellik muamelesinde bulunan her iki kişinin de (temas eden ve kendisine temas
edilenin) öldürüleceğini bildirmektedir. İkinci rivayette ise, İbn Abbas (r.a) hemcinsi
olan bir insana arkadan varan bekârın recmedileceğini söylemiştir. Bu harekette,
kendisine arkadan yaklaşılan pasif tarafın erkek veya kadın olması arasında
fark yoktur.



İslâm ulemâsı ister erkek olsun ister kadın, ister kendi karısı olsun ister yabancı bir
insana arkasından yaklaşmanın haram olduğunda müttefiktirler. Ancak, bu işi
yapanlara uygulanacak dünyalık ceza konusunda, değişik delillere istinad ederek farklı

f2771

görüşlere sahip olmuşlardır. Bu görüşlerin özeti şudur.
Bazı Hükümler:

1- Bir insana arkasından temas eden kişiye, zinâ haddi uygulanır yâni, temas eden kişi
muhsansa (sahih bir nikahla bir kadınla evlenip onunla cinsi ilişki kuran birisi ise)
recmedilir. Muhsan değilse yüz değnek vurulur. Bu görüş; Sa-id b. Müseyyeb, Atâ b.
Ebî Rabah, Nehâî, Hasenü'l-Basri, Katâde, Hane-fılerden Ebu Yusuf, Muhammed,
kuvvetli görüşüne göre İmam şâfıî ve bazı alimlerin nakline göre İmâm Mâlike aittir.
İmam Şâfıîye göre, pasif durumda olan tarafa da ister erkek olsun ister kadın, ister
muhsan olsun ister olmasın yüz değnek vurulur ve bir yıl sürgün edilir.

2- Livâta fiilini işleyen kişi ister muhsan olsun, ister olmasın Öldürülür. Bu görüş,
Ahmed b. Hanbel, Mâlik b. Snes ve bir rivayete göre İmam Şafiî'ye aittir. Bu görüş,
üzerinde durduğumuz hadise muvafıktır.

Lûtî'yi öldürme şekline gelince; Üzerine bir bina yıkılır, yüksek bir yerden atılır
şeklinde görüşler vardır.

3- Lûtiye had uygulanmaz, ta'zir edilir. Bu görüş de, İmam Azam Ebû Hanife'ye aittir.
Hanefi eserlerinden, el-Hidâye'de, İmamı Azamın görüşü şu şekilde delillendirilmiştir.
"Bu hareket bir zina değildir. Çünkü sahabeler onun öldürülüş şeklinde ihtilâf
etmişlerdir. Kimisi ateşle yakılmasını, kimi üzerine bir duvar yıkılmasını, kimisi
yüksek bir yerden itilip peşinden taş atılmasını v.s. söylemişlerdir. Bu fiilde, çocuğu
telef etmek veya neseplerin karışması da söz konusu olmadığı için bu, zinâ manâsında
değildir. Her iki taraftan bu işe istek olmadığı için vukuu da nadirdir. Zinaya ise istek
vardır. Lûtinin Öldürüleceğini bildiren haberler ya siyâseten öldürüleceğine delâlet
eder ya da bu fiili helâl görenle ilgilidir."

4- Hz. Ebûbekir, Hz. Ali (radıyallâhû anhûma) gibi, büyük sahabelerin

de içinde bulunduğu bir guruba göre, Lûtî kılıçla kafası kesilerek Öldürülür.

5- Bâzı Zahirîlere göre, bu çirkin hareketi işleyenlere hiç bir ceza uygulanmaz.
Hattâbî beşinci maddedeki görüşün, doğruya en uzak olduğunu, insanları bu kötü

r2781

amele teşvike sebep olacağını söyler.

29. Bir Hayvana Temasda Bulunan Kişi Hakkında

4464... İbn Abbas (radıyallâhû anhûmâ)'dan rivayet edildiğine göre; Rasûlullah (s. a)
şöyle buyurmuştur: "Bir kimse, bir hayvana cinsel te-masda bulunursa, hem o adamı
hem de hayvanı öldürünüz"(Râvî) İklime der ki:
İbn Abbas'a: "Hayvanın suçu ne?" dedim. "Zannediyorum, Rasûlullah
bunu ancak kendisine böyle bir şey yapılmışken o hayvanın etinin yenilmesini kerih

r2791

gördüğü için söylemiştir." dedi.

r2801

Ebu Davud; "Bu hadis kuvvetli değildir" demiştir.



4465... İbn Abbas (r.â) şöyle demiştir:

[281]

"Hayvana ilişkide bulunana had yoktur."
Ebu Davud der ki:

Ata da böyle dedi. Hakem: "Onun değnekle dövülmesini ama bunun had miktarına
varmamasını uygun bulurum" dedi. Hasen ise "O zina menzil e sindedir" demiştir.

T2821

Ebu Davud: "Asim in hadisi, Amr b. Amr'm hadisini zayıflatmaktadır" dedi.
Açıklama

Görüldüğü gibi İbn Abbas'tan aynı konuda biri bidne zıt i]d rivayet gelmiştir.
Bunlardan; Rasulullah'a isnad edilen rivayet, hayvana cinsi ilişkide bulunan kişinin
öldürüleceğine delalet ederken; İbn Abbas'm sözü olarak nakledilen rivayette bu işi
yapana haddin olmadığı ifade edilmektedir.

Rivayetler arasındaki bu çelişkiyi, ulema rivayetlerin isnatlarmdaki ravilerin
durumlarım göz önüne alarak izale etmişlerdir. Hemen belirtelim ki tenkidler daha çok
hayvana cinsî temasta bulunanın öldürüleceğini bildiren 4464 nolu hadisin isnadında
yoğunlaşmıştır.

Hattabi: "Şayet bu konuda İbn Abbas'm bildiği bir hadis olsaydı ona muhalefet
etmezdi" diyerek, hadisin zayıflığına işaret etmiştir.

Yahya b. Main, "Amr b. Ebi Amr (Hadisin tabiinden sonraki ravisi) fena değil,
kuvvetli de değildir." demiştir.

Muhammed b. İsmail el-Buhari de : "Amr, saduk (doğru) dur, ama İkrime'den münker
hadisler rivayet etmiştir. Hadisinde İkrime'den işittiğine dair bir şey söylememiştir"
demektedir.

Tirmizi, Asım'm hadisinin (hayvanla temas kurana haddin olmadığını bildiren 4465
no'İu hadis) daha sahih olduğunu söyler.

Bey haki ise yukarıdaki alimlerin aksine Amr hadisinin kuvvetli olduğunu söylemiştir.
Ulemanın çoğunluğu hayvanla temas kuran kişinin öldürüleceği görüşüne
katılmamaktadır. Bu konudaki farklı görüşlere girmeden önce şunu belirtelim ki
alimlerin çoğunluğunun bu işi yapanın öldürüleceği görüşünde olmayışı, o işi meşru
görmeleri anlamına gelmez. Hayvana cinsi temasta bulunmk haramdır, çirkindir, bu işi
yapan kişi Rasûlullah'm dili ile lanetlenmiştir. Beyhaki'nin rivayet ettiği bir hadiste
Rasûlullah "Bir hayvana cinsel ilişki kuran kişi mel'undur. Hem onu hem de şöyle
şöyle yapılan hayvan bu, denilmemesi için o hayvanı öldürünüz" buyurmuştur.
Büyük alim Hattabi, hayvanla cinsi ilişki kuranın ve o hayvanın öldürüleceğini
bildiren hadis hakkında: "Bu hadis, Rasûlullah'm hayvanları yemek maksadı dışında
öldürmekten nehyeden hadise ters düşüyor" dedikten sonra hayvana ilişkide bulunan
kişiye verilecek dünyalık ceza konusundaki görüşleri şöyle özetler:
1- Bir kimse, Rasûlullah'm yasakladığını bildiği halde bir hayvanla temas kurarsa
öldürülür. Şayet devlet başkanı ölüm cezasını kaldırırsa, zinaya kıyasla yüz değnek
vurulur.

Bu görüş İshak b. Rahaveyh'indir.

2 - Eğer adam muhsansa öldürülür. Bekarsa yüz değnek vurulur.



Bu görüş de Hasenü'l - Basri'den nakledilmiştir. İmam Şafii'den gelen bir görüş de
böyle dir.

3- Zühri'ye göre, temasta bulunan ister muhsan olsun ister olmasın yüz değnek
vurulur.

4- Bu fiili işleyen kişi ta'zir edilir. Yani hakim uygun göreceği bir ceza verir.
Ulemanın cumhuru bu görüştedir. Ata, Nehai, İmam Malik, Süfyan-ı Sevri, Ahmed b.
Hanbel, İmam-ı Azam Ebu Hanife ve talebeleri, İmam Şafii'nin bir görüşü bu
şekildedir.

Hayvanın öldürülmesini gerekli görenlere bundaki hikmet yukarıya Beyhaki'den
naklettiğimiz rivayette de görüldüğü gibi, temas edilen hayvanın insanlar tarafından
gösterilme endişesidir.

Merginanî: "Hayvanın kesilip yakılması şeklindeki rivayet onun hakkında konuşmayı
kesmek içindir. Bu vacip değildir" der.

Sindi, Suyûtî'den naklen hayvanın öldürülmesindeki hikmetin hayvanın yarısı insan
yarısı hayvan şeklinde bir yavru dünyaya getirmesi endişesi olduğunu söyler. Ama bu
gün için bu görüş isabetli kabul edilemez. Çünkü ayrı ayrı cinslerden olan canlıların
birleşmesi sonucu, üremenin sağlanamayacağı ilmen sabittir. Nitekim özellikle köy ve
kasabalarda cahil gençler arasında hayvanla ilişki kuranlar bulunduğu halde hiç bir
hayvanın yarısı insan yarısı hayvan olan bir hilkat garibesi dünyaya getirdiği
r2831

duyulmamıştır.

30. Erkeğin Zinayı İkrar Edip Kadının İkrar Etmemesi Halinde Yapılacak Şey
4466... Sehl b. Sa'd (r.a) demiştir ki:

Bîr adam Rasûhıllah (s.a)'a gelip huzurunda adını vererek bir kadınla zina ettiğini
ikrar etti. Rasûlullah (s. a) kadına birisini gönderip, bunu sordu. Kadın zina ettiğini
inkâr etti. Bunun üzerine Rasûlullah (s. a) adama celd haddini uyguladı (yüz değnek

r2841

vurdurdu), kadını bıraktı.

4467... İbn Abbas (radıyallahü anhüma)'dan rivayet edildi ki:

Bekr b. Leys'den,bir adam Rasûlullah (s.a)'e gelip bir kadınla zina ettiğini dört kez
ikrar etti. Rasûlullah ona yüz-değnek vurdu. (Çünkü) adam bekârdı. Sonra kadın
aleyhine beyyine istedi. (Adam getiremedi) Kadın: "Vallahi yalan söyledi, ya
Rasûlullah" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s. a) adama kazf cezası olarak da seksen
1285]

değnek vurdu.
Açıklama

Nesaî "bu hadis münkerdir" demiştir. İbn Hibban da "Bununla ihticac batıldır" der.
Zina suçu. şahitlerin şehadeti ile sabit olduğu takdirde hem erkek hem de kadın için
bağlayıcıdır, sabittir* Ama taraflardan birisinin ikrar edip Öbürünün inkar etmesi
durumunda inkar eden açısından bağlayıcılığı yoktur. Çünkü ikrar sadece ikrar eden
kişi aleyhinde delildir.

Üzerinde durduğumuz babın hadisleri erkeğin zinayı ikrar edip, kadının ikrar



etmemesi halini sözkonusu etmektedir. Bunlardan birincisinde Zina ikrarında bulunan

bekar erkeğe yüz değnek zina haddi vurulup, kadının salıverildiği bildirilmekte, adama

ayrıca iftira (kazf) haddinin vurulup vurulmadığından bahsedilmemektedir.

İkinci Jıadiste ise adama zina haddinin yanısıra seksen değnek de kazf cezası

uygulandığı bildirilmektedir. Ancak ikinci hadis için Nesai: "Bu hadis münkerdir"

demiştir.

Alimlerin bir kısmı birinci hadisle istidlal ederek erkeğin zina ikrarında bulunup da
kadının inkâr etmesi halinde adama zina haddinin uygulanacağını, kazf haddinin
uygulanmayacağını söylemişlerdir. İmam Malik ve Şafii bu görüştedirler.
İmam Azam Ebu Hanife ve İmam el-Evzai'ye göre böyle birisine sadece kazf haddi
uygulanır. Zina haddi uygulanmaz. Çünkü kadının inkârı bir şüphe ortaya
koymaktadır. Şüphe ile de had düşer.

İmam Muhammed de; "Erkeğe hem zina hem de kazf cezası uygulanır" diyor. Bu
görüş Şafıiden de rivayet edilmiştir.

Şevkani iki vecihten dolayı bu görüşün uygun olduğunu söyler. Bunlar:

1- Birinci hadiste erkeğe kazf haddinin uygulandığına dair bir kaydın bulunmaması
kazf hadinin olmadığına delil olmaz. Çünkü kadın kazfı istemediği için veya başka bir
sebepten dolayı haddin uygulanmamış olması muhtemeldir.

2- Kazfe delalet eden delillerin zahiri umumidir. Bu umumdan ancak bir delille
çıkılabüir. Bu mes'elede adamın kadına iftirası (kazfı) sabittir. Çünkü zina iddiasında

r2861

bulunmuş isbat edememiştir. Kazif haddini düşürecek delil de yoktur.

31. Adam Bir Kadına Cinsi İlişkinin Dışında Bîr Şey Yapar Ve Yakalanmadan
Önce Tevbe Ederse
(Ne Yapılır?)

4468.... Abdullah (b.Mes'ud r.a) şöyle demiştir:
Bir adam Nebi (s.a)'e gelerek şöyle dedi:

"Ya Rasûlullah ben Medine'nin kenarında bir kadınla oynaştım. Ona cinsi temastan
başka herşeyi yaptım. İşte ben huzurundayım. Bana dilediğin haddi uygula (dilediğin
cezayı ver), dedi.
Hz. Ömer (r.a)

"Allah seni (n suçunu) gizledi. Sen de gizleseydin (iyi olurdu)" dedi.
Rasûlullah (s. a) hiç bir cevap vermedi. Adam gitti. Rasûlullah (s. a) peşinden bir adam
gönderip onu (geri) çağırdı ve şu ayet-i kerimeyi okudu: "Gündüzün iki tarafında ve

[2871

gecenin gündüze yakın saatlerinde namazı kıl..."
Halktan birisi:

"Ya Rasûlullah bu sadece onun için midir? Yoksa tüm insanlar için midir?" dedi.
Rasûlullah (s. a):

T2881

"Tüm insanlar için" dedi.
Açıklama

Hadisin Sahih-i Müslim'de birkaç rivayeti vardır. Bunlar arasında bazı lafız farkları



varsa da mana bakımından aynıdır.

Hadiste, bir kadınla oynaştığını söyleyen zatın ismi hakkında değişik isimler rivayet
edilmiştir. Bunlar: Ebu'l-Yüsr, Amr b. Aziziyye İbn Muattib, Ebu Mukbil Amir b.
Kays, Nebbah et-Temmar ve Abbad'dır. Bunlar içerisinde en tercihe şayan görülen
Ebu'l-Yüsr Ka'b b. Amr el-Ensari'dir.

Hadiste, anılan zatın kadınla oynaştığı yerin Medine'nin ucunda olduğu
bildirilmektedir. Bundan maksat; Medine'nin kenarı Mescid-i Harama uzak bir yeridir.
Hadisten; bir kadınla öpüşmek, kucaklaşmak ve sıkıştırmak gibi bir şekilde oynaşan
birisine had gerekmediği anlaşılmaktadır. Çünkü böyle bir şey yaptıktan sonra
pişmanlık duyan zata, Rasûlullah (s. a) hiçbir ceza vermemiş, Hz. Ömer (r.a)'de "Allah
senin suçunu Örtmüş; sen de gizleseydin ya" demiştir. Peşinden de, "Gündüzün iki
ucunda ve gecenin gündüze yakın saatlerinde namazı emreden ve iyiliklerin
kötülükleri gidereceğini" bildiren Hud suresinin 114. âyeti nazil olmuştur.
Şuna işaret etmek gerekir ki, bir harekete had cezasının uygulanmayışı, o hareketin
meşru olduğunu göstermez. Cinsi temas olmasa bile, yabancı bir kadına dokunmak
haramdır. Şüphesiz bu şekildeki hareketin günahı zinanın günahı kadar ağır değildir.
Ama günahtır.

Hadisi şerif beş vakit namazın küçük günahlar için keffaret olduğuna da delalet
r2891

etmektedir.

32. Muhsan Değilken Zina Eden Cariye Hakkında,

4469... Ebu Hureyre ve Zeyd b. Halid el-Cühenî (r.a) dan rivayet edildi ki: Rasûlullah
(s.a)'e muhsan olmayan bir cariye zina etse hükmünün ne olduğu soruldu. Rasûlullah
(s.a):

"Eğer zina ederse (celd) değnek vurunuz, sonra tekrar zina ederse yine değnek
vurunuz, Sonra tekrar zina ederse bir ip mukabilinde bile olsa onu satınız" buyurdu.
f2901

ibn Şîhab şöyle dedi:

Rasûlullah (onu satınız diye) üçüncüsünde mi yoksa dördüncüsünde mi dedi

um

bilmiyorum. "Dafîr" ip demektir."

4470... Ebû Hureyre (r.a)'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu:
"Birinizin cariyesi zina ederse, ona had uygulasin, hakaret edip başa kakmasın.
Rasûlullah (s.a) bunu üç kez tekrarladı, eğer dördüncü defa yine tekrarlarsa kıl bir ip

f2921

mukabilinde bile olsa onu satsın."

4471... İbn Nufeyl Muhammed b. Seleme, Muhammed b. İshak, Said b. Ebi Said el-
Makburî ve onun babası kanalıyla bu (önceki) hadisi Ebu Hureyre'den rivayet etti.
Buna göre (Rasûlullah) Her seferinde: "Ona sopa vursun. (Bu) Allah'ın Kitabıdır (farz
kıldığı hükümdür). Ona hakaret etmesin." Dördüncüsüne de: "Tekrar yaparsa ona sopa
vursun. (Bu) Allah'ın Kitabıdır (farz kıldığı hükümdür); sonra da kıldan yapılmış bir ip



T2931

karşılığında bile olsa satsın" buyurdu.



Açıklama

Bu babdaki hadisler zina eden bir cariyeye verile çgjç cezavı sözkonusu etmektedir.
Hadislerin zahirine göre, muhsan olmayan bir cariye zina ederse kendisine celd (sopa
vurma) cezası uygulanır. Ayrıca cariyeye hakaret ayıplama gibi bir ceza verilmez.
Bazı alimlerin izahına göre zina eden cariyenin cezası daha önce hakaret ve kınama
idi. Daha sonra bu hüküm neshe-dildi ve celd cezası meşru kılındı. Rasûlullah bu sözü
ile; "zina eden cariyeyi artık azarlayarak, hakaret ederek cezalandırmayınız. Ona celd
vurunuz." demeyi kast etmiştir.

Hadislerde üçüncü veya dördüncü defa zina eden cariyenin satılması öngörülmektedir.
Çünkü yeni sahibinin yanında bu işi bir daha yapmaması mümkündür.
Hadisler, evli veya evlilik yapmamış cariyeye dayak cezası uygulanacağı izlenimini
verecek şekilde varid olmuştur. Halbuki Kuran-ı Kerim-'deki bir ayet muhsan olan
cariyenin zina etmesi halinde de celd cezasının verileceğine işaret etmektedir. Çünkü
bir ayet-i kerimede Cenab-ı Allah "Cariyeler muhsan olurlar da fahişelik ederlerse

r2941

onlara hür muhsan kadınlara olan azabın yarısı vardır... buyurmaktadır. Aslında
hür muhsan kadınların zina etmeleri halinde cezalan recmdir. Ama rec-min yarısı
olamayacağı için alimler bu ayetten maksadın celdin yarısı, yani elli değnek olduğu
hükmünü çıkarmışlardır. Buna göre demek oluyor ki bir cariye zina ederse ister
muhsan olsun ister olmasın cezası elli değnektir. Bu ayetle hadisler arasında bir çelişki
intibaının çıkmaması için hadisteki "muhsan" kaydı iki şekilde yorumlanmıştır.
Bunlar:

1- "Muhsan" kelimesi Rasûlullah (s.a)'den mahfuz (sabit) değildir. Bu hadis başka
isnadîarla muhsan kelimesi olmadan rivayet edilmiştir.

2- Rasûlullah'a muhsan olmayan bir cariyenin zina etmesi durumunda cezasının ne
olacağı sorulmuş, onun için Efendimiz muhsan kaydını sözkonusu etmiştir. Maksat
muhsan olan cariye ile muhsan olmayan cariyenin zina cezalarının farklı olduğuna
işaret değildir.

3- Burada muhsandan kasıt, evlilikten dolayı olan ihsan değil, iffet ve İslamdir. Yani
maksat, hür ve iffetli olmayan demektir.

Ulemanın cumhuruna, göre ister muhsan (evli) olsun, ister olmasın bir cariye zina
ederse elli değnek vurulur. Dört mezhep imamı bu konuda hemfikirdir. İbn Abbas ve
Tavus'tan, evli olmadıkça zina eden cariyeye ceza verilmeyeceği rivayet edilmiştir.
Hadislerin zahiri, zina eden cariyeye efendisinin had uygulayabileceğine delalet
etmektedir. Çünkü Rasûlullah (s. a) efendilere hitaben, "onlara celd vurunuz"
buyurmuştur. İmam Malik, Ahmed b. Hanbel, İmam Şafii, Sahabe ve tabiundan birçok
alimin mezhebi budur.

İmam-ı Azam Ebu Hanife ve bir grup alime göre ise, efendisi cariyesinin cezasını
tatbik edemez. Bu hak devlet yetkilisine aittir.

Hadis-i şerif, fasık ve asilerle birlikte olmayı ve onlarla düşüp kalkmayı da yasaklamış
1295]

olmaktadır.



33.Hasta Had Uygulamak



4472... Ebu Ümame b. Seni b. Huneyf Ensar'dan Rasûlullah'm bir sahabisinden şöyle
rivayet etmiştir:

Ensardan bir adam hastalandı, öyle ki bitkin düşüp bir deri bir kemik haline geldi.
Ensardan birisinin cariyesi adamın yanma girdi; adam onu arzulayıp cinsel ilişki
kurdu. Kavminden bazı adamlar ziyaret için yanma girdiklerinde olup biteni onlara
anlattı ve:

"Ben yanıma giren bir cariye ile ilişki kurdum. Benim için Rasûlullah (s.a)'a bunun
hükmünü bir soruverin" dedi. Adamlar bunu Rasûlullah'a haber verdiler ve:
"İnsanlardan onun kadar sıkıntıda olan birini görmedik. Eğer onu yüklenip sana
getirseydik kemikleri dökülürdü. O sadece bir deri bir kemik" dediler.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s. a) yüz tane hurma salkımı sapı almalarım ve ona bir

' 1296]
defa vurmalarını emretti.

4473... Ali (r.a) demiştir ki:

Rasûlullah'm ailesine ait bir cariye zina etmişti. Rasûlullah (s. a):

"Ya AH git ona haddi tatbik et" buyurdu. Gittim bir de ne göreyim! Kadından devamlı

kan gidiyor. Rasûlullah'a geldim. Efendimiz: "İşi bitirdin mi ya Ali?" dedi.

"Kadına gittim, kendisinden kan gidiyordu" dedim.

Rasûlullah (s. a):

"Onu kanı kesilinceye kadar bırak, sonra haddi uygula. Sahibi olduğunuz kölelere (ve
cariyelere) hadleri uygulayınız" buyurdu.

Ebıı Davûd şöyle dedi: Ebu 1-Ahvas da Adü'l - A'lal dan aynen bu şekilde rivayet eni.
Şu'be, Abdu'Vdan rivayet edip şöyle dedi: Rasûlullah: "Doğuruncaya kadar ona

r2971

vurma" buyurdu. Ancak birincisi daha sahihtir.
Açıklama

Bu bab haddi gerektiren bir suç işleyip de hasta olan kişilere karşı uygulanacak
yöntemi açıklamaktadır. Biz bu konuya girmeden önce birinci hadiste geçen iki kelime
üzerinde durmak istiyoruz.

"Bitkin düştü" diye terceme ettiğimiz; "udniye" kelimesi, hastalıktan zayıflayıp
halsizleşmek, bitkin bir hale gelmek manasınadır. Zaten hemen peşinden gelen "bir
deri bir kemik kaldı" cümlesi de buna delalet etmektedir. "Bir deri bir kemik kaldı"
diye terceme ettiğimiz cümlenin tam karşılığı da "kemik üzerinde bir deri haline
döndü" şeklindedir.

Hadislerden birincisi, hastalıktan takatsiz ve zayıf düşen birisine hakettiği had
cezasının seri bir hile ile hafıfletildiğine, ikincisi ise nifas olan (kendisinden devamlı
kan gelen) bir kadının hakettiği cezanın hastalık geçtikten sonra tatbik edileceğine
delalet etmektedir.

Bu iki hadis arasındaki hüküm farklılığı ulemanın da ihtilafına sebep olmuştur.
İmam Şafii'ye göre iyi olmasından umut kesilen hasta birisi haddi gerektiren bir suç
işlerse, kendisine tatbik edilecek sopa adedince değnek bir araya getirilir ve bir defa
vurulur. Ancak bir araya toplanan değneklerin hepsinin suçlunun bedenine değdiğinin



bilinmesi icab eder. Bu uygulamanın benzeri Kur'an-ı Kerimde de vadir. Bir âyette:

r2981

"Ey Eyyub, eline bir demet sap alıp onunla vur, yeminini bozma" demiştik. '
Hatta-bi'nin bildirdiğine göre Şafii ulemasından bazıları, hırsız zayıf olur da eli
kesildiği takdirde öleceğinden korkulursa el kesilmez.

Hanefi imamlarına ve İmam Malik'e göre haddin hafifletilmesi söz konusu değildir.
Had kişiden kişiye değişmez. Hasta olanla sağlam olan arasında fark yoktur. Ancak
hastalığın iyi olmasından sonra had uygulanır. Hanefi mezhebinin önde gelen fıkıh
kitaplarından Hidaye'de şöyle denilmektedir: "Hasta zina eder ve cezası recm olursa
hemen recmedilir. Çünkü o ölümü hak etmiştir. Hastalık sebebiyle bundan kaçınılmaz.
Ama eğeı cezası celd (sopa) ise ölüme sebebiyet vermemesi için iyi oluncaya kadar
celd uygulanmaz." Hidaye şerhi Fethu'l-Kadir'de de aynı konuya şerh sadedinde
hastalığın iyi olması umulmuyorsa veya haddi hak eden son derece zayıfsa, Şafıilerin
dediği gibi yüz ince sopanın bir araya getirilerek bir defa vurulacağı söylenmektedir.

f2991

Ayrıca bütün değneklerin vücuda değmesi şart koşulmuştur.
34. Kazf Haddi

4474 ... Aişe radıyallahü anha'dan şöyle demiştir:

"Özrüme (suçsuzluğuma dair âyetler) inince, Rasûlullah (s. a) minbere çıktı ve bunu
(masumiyetimi) anlattı, Kur'ân'ı (suçsuzluğum ile ilgili âyetleri) okudu. Minberden

D 001

inince iki adam ve bir kadın hakkında emir buyurdu, hadleri vuruldu.

4475... Bize Nufeyli anlattı. Muhammed b. Seleme, Muhammed b. Is-hak'tan rivayet
etti. Muhammed b. îshak, Aişe'yi zikretmeden şöyle dedi:

Rasûlullah (s. a) iki adam ve bir kadına kazf haddi uygulanmasını emretti. Hassan b.
Sabit ve Mistah b. Üsâse o kötü sözleri (dedikoduyu) konuşanlardandırlar.

imi

Nüfeylî: "O kadının da Hamne bint Cahş olduğunu söylüyorlar" dedi.
Açıklama

Bu hadis-i şerifler, iffetli bir kadına zina isnadında bulunanlara verilecek ceza ile
ilgilidir. Hadislerin vüruduna sebep olan hadise, İfk hadisesi olarak bilinen ve Aişe
(r.anhu-ma) nin başından geçen bir olaydır. Bir sefer dönüşünde Hz. Aişe topluluktan
geride kalmış, hakkında çok çirkin dedikodular çıkartılmış sonunda Allah (c.c) Hz.
Aişe'nin suçsuzluğunu haber veren ayetlerini indirmiştir. Rasûlullah (s.a)'de Hz.
Aişe'ye o çirkin iftirayı uyduranlara şekli Kur'an-i Kerim'de bildirilen kazf haddi
cezasını uygulamıştır. Kazif haddi ile ilgili fıkhı malumata girmeden önce üzerinde
durduğumuz hadislerin vüruduna sebep olan İfk hadisesini anlatmak istiyoruz.
İfk hadisesi, Buhari'nin meğazi, tefsir, iman, nüzûr, i'tisam, cihad, tev-hid ve şehadet
bahislerinde, Müslim'in tevbe bahsinde, Nesai'nin de tefsir bahsinde tahric edilmiştir.
Biz, Buhari'nin şehadet bahsinde Hz. Aişe (r.a)'den rivayet edilen haberi buraya aynen
aktarmak istiyoruz. Aişe radıyallahü anha şöyle demiştir:

"Rasûlullah (s. a) bir sefere çıktığında hanımları arasında kura çekerdi. Kurada hangisi



çıkarsa Rasûlullah ile birlikte o da giderdi. Çıkmak istediği gazvelerden birinde (Beni
Müstalik gazvesinde) aramızda kura çekti, benim adım çıktı. Rasûlullah ile birlikte
sefere çıktık. Bu sefer, hicab (örtünme) ayeti indirildikten sonra idi. Beni hevdece
(devenin üzerine konulan ve içerisine kadınların bindirildiği odacık) bindirdiler.
(Konak yerinde) hevdecten indirildim, böylece yürüdük. Rasûlullah (s. a) bu gazve-
sinden dönerken ve Medine'ye yaklaştığımızda (bir yerde konakladık. Gecenin bir
kısmını orada geçirdik) yola çıkmak için hareket emri verildiğinde, ben kalkıp (tek
başıma ihtiyacım için) ordugâhtan ayrılıp gittim. İhtiyacımı giderip, kafileye geri
döndüm. Göğsümü yokladım, bir de ne göreyim! Yemen boncuğundan olan
gerdanlığım kaybolmuş. Tekrar dönüp gerdanlığımı aradım. Ancak onu aramak beni
oyaladı (yoldan alıkoydu). Bana yolda hizmet edenler gelip, beni içinde sanarak
hevdecimi götürmüşler ve onu bindiğim deveye yüklemişler. O zaman kadınlar hafif-
tiler, ağır değillerdi. Yağ tutmuyorlardı. Çok az yemek yiyorlardı. Özellikle ben küçük
yaşta idim. Onun için hizmetçiler hevdeci yüklemek üzere kaldırdıklarında hevdecin
ağırlık derecesini farkedemeyerek yüklemişler. Deveyi sürüp götürmüşler. Ordu
gittikten sonra gerdanlığımı buldum. Ordugaha geldim, ama orada kimseyi
bulamadım. Daha önce bulunduğum yere geldim. Hevdecte beni bulamayıp da geri
geleceklerini zannetmiştim. Ben bu düşünce içerisinde otururken uyuyakalmışım.
Sülemîli - sonra Zekvanh - Safvan b. Muattal, ordunun arkasından gelmekteydi.
(Geride kalan askerlerin unuttuğu eşyaları toplayıp sahihlerine vermek için geride
kalmıştı). Sabaha yakın bulunduğum yere gelmiş ve uyuyan bir insan karaltısı görmüş.
Bana geldi, hicab ayeti inmeden önce beni görürdü. (Bu yüzden beni tanıdı) Devesini
çökerttiği zaman: "İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râci'ûn": Muhakkak biz Allah'ınız ve ona
dönücüyüz" demesi ile uyandım. Safvan (beni binsin diye) devesinin ön ayağına bastı,
ben de bindim. Safvan, bindiğim deveyi yularından çekerek yürüdü. Nihayet öğle
sıcağında, konak yerinde konaklayan kafileye yetiştik. Bu sırada (hakkımda iftira

r3021

ederek) helak olan helak oldu. İftiraya ilk düşen Abdullah b. Übey b. Selul
olmuştu.

Medine'ye gelince bir ay hastalandım, meğer o esnada iftiracıların iftiraları ortalıkta
dolaşıyormuş (Benim bunlardan haberim yoktu). Yalnız hastalığım esnasında beni
işkillendiren bir yon vardı, başka hastalıklarımda Rasûlullah'tan gördüğüm şefkati, bu
hastalığımda görmüyordum. Sadece yanıma giriyor, selam veriyor ve "hastamız
nasıl?" diyordu. Benim, o iftiracıların söylediklerinden hiç haberim yoktu. Nihayet
nekahat devresine girdim.

Bir gece Mistah'm annesi ile birlikte kazayı hacet yerimiz olan "Menası" tarafına
çıkmıştım. Buraya ancak geceden geceye çıkardık. Bu adet, evlerimizin yanında
helalar yapmadan Önce idi. O zaman bizim halimiz, ilkel araplarm çöldeki tebermzü
veya nezaheti idi. Ben Ebu Ruhme'nin kızı Ümmü Mistah ile birlikte def-i hacet
yerine doğru giderken onun ayağı çarşafına takılıp düşmüştü. Bunun üzerine Mistah'm
annesi (selnıa), araplar arasında felaket anlarında söylenen: "düşmanım helak olsun"
yerine "Mistah helak olsun" diye oğluna beddua etti.Ben kadına:
Ne fena söyledin! Bedir'e iştirak eden birisine seb mi ediyorsun? dedim. Kadın bana:
Hele şu saf şeye bak! Ortada dönen bühtanları duymadın mı? diyerek İfk olayına
katılanların iftiralarını anlattı. Bunu duyunca hastalığımın üstüne bir hastalık daha
katlandı. Evime dönünce Rasûlullah (s. a) yanıma geldi ve;
"Nasılsınız?" diye sordu.



Ya Rasûlullah! Bana izin veriniz, anne babanım yanma gideyim, dedim. Ben bu haberi
ebeveynimden tahkik etmek istiyordum. Rasûlullah (s. a) bana izin verdi, ben de
ebeveynimin yanma geldim." Anneme:
Halk arasında dolaşan bu haber nedir? dedim. Annem:

Ey kızım, kendini üzme, sen nefsini ve sıhhatini düşün. Vallahi bir kadın kendisini
seven kocasının yanında sevimli olur, bir çok da ortağı bulunursa aleyhinde dedikodu
olmaması pek nadirdir, dedi. Ben:

Sübhanellah, halk (nasıl) böyle konuşur, doğrusu hayret! dedim.
O gece babamın evinde yattım. Sabaha kadar gözümün yaşı dinmedi, gözüme uyku
girmedi. Sabah olunca Rasûlullah (s. a) Ali b. Ebi Talib'i ve Üsame b. Zeyd'i çağırmış
vahiy gecikince ailesi ile ayrılığı konusunda onlarla istişarede bulunmuş, Üsame ehli
beyt hakkında gönlünde beslediği sevgiye işaret edip:

"Ya Rasûlullah sizin temiz ve iffetli hanımlarınız, sizin ailenizdir. Biz Aişe hakkında
hayırdan başka bir şey bilmeyiz" demiş.
Ali b. Ebi Talib ise:

Ya Rasûlullah Allah sana dünyayı daraltmamıştır. Aişe'den başka çok kadın var.

Ama bir de Aişe'nin cariyesi Berîre'ye sor, o sana doğrusunu söyler, demiş.

Bunun üzerine Rasûlullah (s. a) Berire'yi çağırıp: " Ey Berire! Hanımında seni şüpheye

düşürecek bir hal gördün mü" diye sormuş. Bedre şu karşılığı vermiş:

Hayır, ya Rasûlullah görmedim. Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin

ederim ki, ben hanımından ayıp olarak sadır olan şundan başka.bir şey görmedim.

Aişe küçük yaşta bir kadındı, hamur yoğu-rurken uyur, evin evcil hayvanı gelip

hamuru yerdi."

Bundan sonra Rasûlullah (s. a) Mescid-i Nebevi'de bir hutbe iradederek, bu bühtanı ilk
ortaya atan Abdullah b. Übey b. Selul'den dolayı konuşmaktan mazur görülmesini
isteyerek şöyle buyurmuş:

"Ailem konusunda bana eza eden bir herif hakkında kim bana yardım eder de benim
için ondan intikam alır? Vallahi ben ailem hakkında hayırdan başka birşey bilmiş
değilim. Bu iftiracılar bir zatın da adını çıkardılar. Ben onun hakkında da hayırdan
başka bir şey bilmiyorum. Bu zat şimdiye kadar ailemin yanma ben olmadan gir-
memiştir."

Bunun üzerine Sa'd b. Muaz (Evs'in reisi) ayağa kalkarak:

Ya Rasûlullah! Vallahi size ben yardım edeceğim. Eğer o Evs'ten ise biz onun
boynunu vururuz. Hacrecli kardeşlerimizden ise ne gerekiyorsa emrediniz. Biz
emrinizi yerine getiririz." demiş.

Akabinden de (Hazrecilerin reisi) Sa'd b. Ubade ayağa kalkmış - bu zat, sâlih bir zattı.
Fakat bu sefer hamiyyet gayreti ile Sa'd b. Muaz'a karşı-:

Vallahi sen yalan söylüyorsun. Sen onu (Abdullah b. Übeyyi) öldü-remezsin, buna
gücün de yetmez, demiş. Bu sefer de Useyd b. Hudayr ayağa kalkarak Sa'd b.
Ubade'ye karşı:

"Allah'ın beka ve ebediyyetine yemin ederim ki, sen yalan söylüyorsun. Vallahi biz
elbette onu öldürürüz. Sen şüphesiz münafıksın ki münafıklar adına bizlerle mücadele
ediyorsun, diye mukabele etmiş. Bu suretle Evs ve Hazrec kabileleri ayaklanmışlar.
Hatta biri birleriyle savaşa yeltenmişler. Rasûlullah o esnada hala minberde imiş.
Hemen minberden inip, onları sakinleştirinceye kadar kendilerine iltifatta bulunmuş.
Kendisi de (birşey demeyip) susmuş."

"Ben ise o gün ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne de gözüme uyku girdi. Sabahleyin



annem babam yanıma geldiler. Ben bu vaziyette iki gece bir gün boyunca ağladım. O
kadar ki ağlamaktan ciğerim parçalanacak sandım. Annem babam yanımda oturur ben
ağlarken ensardan bir kadın izin istedi, ben de kendisine izin verdim. O da benimle
oturup ağlamaya başladı. Biz bu vaziyette iken Rasûlullah içeriye giriverdi (yanıma)
oturdu. Oysa, hakkımdaki dedikodular çıkalıberi yanıma oturmuyordu, - Rasûlullah
bir ay beklediği halde, hakkımda vahiy gelmemişti. - Şehadet ederek şöyle buyurdu:
"Ey Aişe, hakkında bana şöyle şöyle sözler geldi. Eğer sen bu isnadlardan beri isen,
Allah pek yakında seni aklar. Yok eğer böyle bir günaha yaklaştmsa Allah'tan af dile
ve ona tevbe et. Çünkü kul günahını itiraf eder ve tevbe ederse Allah da ona af ile
muamele eder." Rasûlullah (s. a) bu sözlerini bitirince gözümün yaşı kesildi ve gözüm-
de bir damla yaş kalmadı. Babama:
Rasûlullah'a benim yerime cevap ver, dedim Babam:

Kızım, vallahi Rasûlullah'a ne diyeceğimi bilmiyorum, dedi. Bu sefer anneme:
Rasûlullah'a benim yerime cevap ver, dedim. O da: -Vallahi ben Rasûlullah'a ne
diyeceğimi bilmiyorum, dedi.

Ben küçük yaşta bir kadındım. Kur'an'm çoğunu okumamıştım. Bu yüzden şöyle
dedim:

"Vallahi ben bilirim ki siz halkın dedikodusunu duydunuz. Nefsinizde onu büyütüp,
inandınız. Şimdi ben size "suçsuzum" desem, - Allah bilir ki suçsuzum- sözümü tasdik
etmezsiniz. Eğer bir şeyi itiraf etsem, -Allah bilir ki ben kesinlikle suçsuzum- beni
tasdik edersiniz. Vallahi bu durumda benim ve sizin için bir örnek bulamıyorum.
Ancak Yusuf un babasını (Yakub a.s'i) Örnek buluyorum. Yusuf un gömleği üzerinde
yalancı bir kan lekesi getirdikleri zaman Yakub (a. s) oğullarına: "Hayır, nefisleriniz
size bir işi süslemiş, bir fitneye sevketmiş. Şimdi işim güzel sabırdır. Anlattıklarınıza

r3031

karşı sığındığım Allah'tır" demişti.

Ben bu sözleri söyledim, yatağıma döndüm. Beni sadece Allah'ın aklayacağını
umuyordum. Ama hakkımda okunan bir vahy (Kur'ân ayeti) nazil olacağını
zannetmiyordum. Kendimi bana ait bir mes'ele için Kur'an-ı Kerim'de mevzubahs
edilmeye değmeyecek kadar küçük görürdüm. Ama Rasulullah'm bir rüya görüp
Cenab-ı hakkın bu rüya ile beni aklamasını umuyordum. Vallahi daha Hz. Peygamber
(s. a) yerinden kalkmadan, oradakilerden hiçbirisi dışarı çıkmadan Rasûlullah'a vahy
indi. Onu vahyin ağırlığından dolayı terlemek gibi vahiy alâmetlerinden bir şey
kapladı. Hatta ondan vahiy esnasında kış günlerinde bile inci gibi ter dökülürdü.
Rasulullah'tan, vahy eserleri gidince o sevincinden gülüyordu. Bana söylediği ilk sözü
şu oldu:

" Ey Aişe, Allah'a hamdet, şüphesiz Allah seni ifkten (iftiradan) akladı." Bunun
üzerine anam:

Kızım kalk da Rasûlullah'a (teşekkür et) dedi.

Hayır, kalkmam ve sadece Allah'a hamdederim, dedim.

1304]

Allah (c.c) benim aklanmam hakkında: "Sizden bir iftira getiren topluluk..." diye
başlayan âyetleri indirdi. Bunun üzerine Ebu Bekir (babam) (r.a) akrabalığından
dolayı yardım ettiği Mistah b. Üsâse için:

"Vallahi Aişe'ye böyle bir iftira ettikten sonra artık Mistah'a hiç bir yardımda
bulunmayacağım" dedi. Allah (c.c) bunun üzerine "Muham-med'in eşine o iftirayı
uyduranlar, içinizden bir güruhtur. Bunu kendiniz için kötü sanmayın, o sizin için



hayırlı olmuştur. O kimselerden her birine kazandığı günah karşılığı ceza vardır.

r3051

İçlerinden elebaşılık yapana ise büyük azab vardır."

Ayet-i celilesini "Ey Müminler, sizden servet ve varlık sahibi olanlar, akrabalarına,
miskinlere, Allah yolunda hicret edenlere infakta kusur etmesin. Affetsin, aldırmasın.
Allah'ın sizi mağfiret etmesini istemez misiniz? Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir" kavl-i

r3061

şerifine kadar indirdi.

Bunun üzerine Ebu Bekir: "Vallahi ben Allah'ın beni mağfiret etmesini severim" dedi
ve Mistah'a etmekte olduğu yardıma devam etti.

Rasûlullah (s. a) Zeyneb binti Cahş'a da benim durumumu sormuştu: "Ey Zeyneb, Aişe
hakkında ne biliyorsun? Ne gördün?" demişti. Zeyneb cevap olarak:
"Ya Rasûlullah, ben kulağımı, gözümü işitmediğim, görmediğim şeyden muhafaza
ederim. Vallahi ben Aişe hakkında hayırdan başka bir şey bilmem" demişti.
Zeyneb, (Rasulullah'm hanımları içerisinde) benimle rekabet edebilecek durumda

r3071

birisi idi. Fakat Allah onu takvası sebebiyle korudu.

İşte Hz. Aişe'ye iftira edilip, onun cenab-ı Allah tarafından suçsuzluğunun tescil
edildiği hadise budur.

Hz. Aişe'ye iftira edenlerin başında münafıkların lideri Abdullah b. Ubey b. Selûl
vardır. Fakat üzerinde durduğumuz Ebu Davud hadisinde onun adına temas
edilmemiş, Rasûlullah'm şairi Hassan b. Sabit, Hz, Ebu Bekir'in akrabalarından olan
ve onun ihsanına mazhar olan Mistah b. Usase ve Rasulullah'm hanımlarından Zeyneb
bint Cahş'm kızkardeşi Hamne bint Cahş'm adı zikredilmiştir.

Hafız şöyle der: "Sünen sahipleri, Muhammed b. İshak'tan; o Abdullah b. Ebi Bekr b.
Hazm'dan; O Amra'dan; Amra da Hz. Aişe (radıyalla-hü anha'dan) rivayet etti ki;
Rasûlullah (s. a) İfki konuşanlara (Hz. Aişe'ye iftira edenlere) haddi uyguladı..." Yalnız
rivayetlerde Abdullah b. Übeyy zikredilmedi. Aynı konuda Bezzar'm Ebu Hureyre'den
rivayet ettiği hadiste de Abdullah b. Ubey anılmamıştır.

Hakim'in Abdullah b. Ebibekrden rivayet ettiği bir haberde ise had uygulananlar
arasında Abdullah b. Übeyy'in adı da geçmektedir.

Rivayetlerin çoğunda Abdullah b. Übeyy'e had vurulduğunun anılma-masmm
hikmetini İbn Battal şöyle izah eder:

"Bu hadis had vurulduğu takdirde bir fitnenin zuhuru endişesi olursa, haddin
geciktirilecebileceğine delildir. "

Kadı Iyaz ise Abdullah b. Ubeyy'e had vurulduğuna dair bir rivayetin sabit olmadığını
söyler. Ancak Bezlü'l - Mechud müellifi Abdullah b. Übeyy'e had vurulduğunu
bildiren birçok rivayet zikreder.

Hadis-i şeriflerde. Hz. Aişe'ye iftira edenlere had uygulandığı bildirilmiş, ama bu
haddin nevi ve mikdarı konusunda bir şey söylenmemiştir. Kazf suçunu işleyene
(iffetli birisine zina isnad edip, dört şahit getiremeyene) verilecek ceza Kur'an ayetiyle
tesbit edilmiştir. Bir ayet-i kerimede şöyle denilmektedir:

"İffetli kadınlara zina isnad edilip de sonra dört şahit getiremeyenlere seksen değnek
vurun, ebediyyen onların şahitliğini kabul etmeyin. İşte onlar yoldan çıkmış
r3081

kimselerdir."

Ayette görüldüğü üzere kazf fiilini işleyene seksen değnek vurulur ve şahitliği kabul



edilmez. Tabii kazfm gerçekleşmesi ve öngörülen cezanın uygulanması için birtakım
şartlar vardır. Şimdi kazf ve cezası konusundaki fıkhi malumatı özetlemek istiyoruz.
r3091

Kazf:

Sözlükte "atmak" demektir. Bilahere başkasına çirkin bir şey isnad etmek manasında
kullanılmıştır. Kazf e "fırye" de denilir.

Kazf, fıkıh İstılahında şöyle tarif edilir: "Bir kimseyi, ayıplamak ve kötülemek
maksadıyla muhsan bir erkek veya kadına zina isnad eden mükellef bir şahıs hakkında
tatbik edilecek ceza demektir." Yukarıda da temas edildiği gibi bu ceza hürler
hakkında seksen değnek, köleler hakkında da bunun yarısı olan kırk değnektir.
Zina isnad eden kişiye "kaazif ' zina isnad edilen şahsa "nıakzûf ' zina isnadında
kullanılan söze "makzûfun bih", zina isnadının vuku bulduğu yere de "makzûfun fih"
denilir.

Kazf haddinin uygulanması için kâzife, makzufa, makzûfun bihe ve makzûfun fıhe ait

[310]

birtakım şartlar vardır. Bu şartlar, özet olarak şöyledir.
Kâzife Ait Şartlar:

Birisine zina isnadında bulunan şahsa had uygulanabilmesi için, Kâzifte şu şartların
bulunması gerekir:

1- Kâzif akıl ve baliğ olmalıdır.

2- Kâzif muhtar olmalı yani mükreh olmamalıdır.

3- Kaazif, isnad ettiği suçu dava vukuunda dört şahit ile isbat edememiş olmalıdır.
Şafıiler, henüz baliğ olmayıp mümeyyiz bulunan bir kâzife ta'zir cezası
uygulanacağını söylerler.

Kazif in; hür, müslüman, zinadan afif, kazf halinde ayık (sarhoş olmamak) olması şart
1311]

değildir.

Makzufa Ait Şartlar

1- Makzuf (kendisine zina isnad edilen şahıs) muhsan olmalıdır.

Muhsan: Akil bâlig, hür, müslüman ve afif (zina fiilinden iffetli) olan kişidir. Buna
göre; muhsan olmayan birisine zina isnadında bulunan kişiye had uygulanmaz.

2- Makzuf belli (malum) olmalıdır. Dolayısıyla meçhul bir şahıs hakkında zina
isnadında bulunana had vurulmaz. Mesela bir gruba, "İçinizden birisi zinakârdır" dese
kendisine had uygulanmaz.

3- Makzûf kâzifin furuundan olmamalıdır. Dolayısıyla bir kimse çocuğu veya torunu
hakkında kazifte bulunursa kendisine had uygulanmaz.

4- Makzûf konuşabilir olmalıdır. Dolaysıyla dilsiz hakkında isnad edilen zina
suçundan dolayı had cezası uygulanmaz.

5- Makzûf mecbub (tenasül uzvu kesik) ve hünsai müşkii (kendisinde hem erkeklik
hem de kadınlık organı bulunup erkek mi kadın mı olduğu ayndedilemiyen)



olmamalıdır. Zina isnad edilen kadınsa, tenasül organında temasa engel bir kusur
olmamalıdır.

6- Makzuf, kazif esnasında sağ olmalıdır.

Hanbelilere göre, makzûfun baliğ olması şart değildir. Cinsi ilişkiye muktedir olması
yeterlidir. Bu da erkeklerde on bir, kızlarda dokuz yaştır. Ancak baliğ olmayanlara

13121

kazfte bulunulduğunda kâzife had, makzuf baliğ oluncaya kadar uygulanmaz.
Makzûfun Bihe Ait Şartlar

Birisine zina isnadında kullanılan söz;

a) Sarih olabilir; "Sen zinâkarsm" demek gibi,

b) Kinaî bir lafız olabilir; mesela bir kadına "kahpe" demek gibi,

c) Ta'riz kabilinden olabilir; birisine zina isnad eden şahsa "sen haklısın" demek gibi
Kâzife had uygulanması için, kâzifm sarih lafızlarından birisi ile olmalıdır. Ancak bazı
sözler de sarih yerine geçer. Mesela birisinin nesebini inkar böyledir. Birisine: "Ey
zinakarm oğlu, veled-i zina, piç, sen babanın oğlu değilsin..." gibi sözler sarih
lafızlardır.

Ayrıca zina isnadında kullanılan sözün dille söylenmesi ve mak-zûf dan olması imkan
dahilinde olmalıdır. Buna göre, zina isnadında kullanılan söz yazı ile olursa veya
makzûfdan sııdûru imkansız olursa, kâzife had uygulanmaz.

Bir kimseyi, mensub olduğu ırktan başka bir ırka nisbet etmenin kazf sayılıp
sayımladığında ihtilaf vardır. Mesela bir Türke; "Sen Almansın" demenin kazif olup
olmadığı ihtilaflıdır, Hanefılere göre kazif değildir.

Malikilere göre birisine: "Ey Lutî! (İbne!)" demek veya bir kadına "kahpe" demek
kazf sayılır.

Şafıilere göre de kazfdeki tabirler sarih ve ta'riz kısımlarına ayrılır, imam Şafii'ye göre
ta'riz ile kazfe niyyet edildiği ve bu tariz kazf ile tefsir edildiği takdirde haddi

1313]

gerektirir. Aksi halde gerektirmez.
Makzûfun Fihe Ait Şartlar

1- Kazif dar-i adl'de (mü slü m ani arın meşru idareci derince idare edilen dar-ı
İslam'da) olmalıdır. Dar-ı harbte veya eşkıyanın hükümranlığr altındaki dar-ı bağy'de
vuku bulan kazften dolayı had uygulanmaz.

2- Kazf mutlak olmalı, yani bir şarta bağlı olmamalıdır.

Kazf haddinin uygulanabilmesi için yukarıdaki şartlara ilaveten, mak-zûfun davası da
şarttır. Makzûf dava edip şikayetçi olmazsa had uygulanmaz.

Kazf haddi uygulanırken, kâzifin üzerinden ceket, palto kürk gibi giyecekler çıkartılır.
Seksen değnek vurulur. Değnek vücudunun aynı yerine vurulmaz. Baş, yüz ve tenasül
uzuvlarına A vurulmamak şartıyla vücudun değişik yerlerine taksim edilir.
Eğer bir kimse kendi karısına zina isnad eder ve zinayı dört şahitle is-bat edemezse
"liân" denilen özel bir yeminle yeminleşirler. Bu yemin erkeği kazf haddinden, kadını
da zina haddinden kurtarır.

Liânlaşmadan önce koca: "Dört kez Allah'a şehadet ederim ki ben ona isnad ettiğim
zina davasında doğruyum, der". Beşinci olarak da: "Eğer ona isnad ettiğim zinada



yalancılardansam, Allah'ın laneti üzerime olsun" der. Sonra da kadın: Dört defa:
"Allah'a şehadet ederim ki o bana zina isnadında yalancılardandır" dedikten sonra
beşinci olarak! "Eğer o doğru-lardansa Allah'ın gazabı üzerime olsun" der. Böylece
Liânlaşma tamamlanmış olur.

Gerek kazf haddi, gerekse liân konusu fıkıh kitaplarında hayli geniştir. Arzu edenler

[3141

ilgili bölümlere bakabilirler.

35. Şarap İçenlere Uygulanan Had

4476... İbn Abbas (radıyallahü anhüma) dan rivayet edildiğine göre;
Rasûlullah (s. a) şarap içen için (belirli sayıda) bir had tayin etmedi. (İçki içene
uygulanacak haddin mikdarmı tayin etmedi). İbn Abbas şöyle dedi:
"Bir adam içki içip sarhoş oldu. Yolda yalpa yaparken görüldü. Rasûlullah (s.a)'a
götürülmek üzere yakalandı. Abbas'm evinin hizasına gelince ellerinden kurtuldu.
Abbas'm yanma girip, ona sığındı. Bu, Rasûlullah'a anlatıldı. Rasûlullah (s. a) güldü ve

13151

"Demek öyle yaptı?" buyurdu. Onun hakkında bir şey (ceza) emretmedi.
Ebu Davud şöyle der:

"Hasen b. Ali'nin bu hadisi, sadece Medine' illerin rivayet ettikleri ha-
1316]

dişlerdendir"

4477... Ebu Hureyre (r.a) şöyle demiştir:

Rasûlullah (s.a)'a içki içmiş olan bir adam getirildi. Rasûlullah (s.a) :
"Ona vurunuz" buyurdu.
Ebu Hureyre (r.a) der ki:

"Bizden kimi eli, kimi ayakkabısı, kimi de elbisesi ile vurdu. Ayrılınca (dövme işi
bitince) topluluktan birisi: "Allah seni rezil rüsvay etsin" dedi. Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a) :

[3171

"Öyle demeyiniz, ona karşı şeytana yardım etmeyiniz" buyurdu.

4478... Bize Muhammed b. Davud b. Ebi Naciye el- İskenderanî haber verdi, bize İbn
Vehb haber verdi. Ona Yahya b. Eyyub, Hayve b. Şüreyh ve İbn Lehîa, İbnü'l-
Hadi'den önceki hadisi aynı isnad ve mana ile rivayet edip, dövme olayını anlattıktan
sonra şöyle dedi:
Sonra Rasûlullah (s.a) ashabına:

"Onu kınayınız" buyurdu. Sahabelerde : "Allah'tan çekinmedin mi?, Allah'tan
korkmadm mı? Rasûlullah'tan utanmadın mı?" diyerek ona yöneldiler, sonra
salıverdiler.

Ravi rivayetin sonunda (Rasûlullah'in şöyle dediğini) söyledi:

"Allah'ım onu bağışla! Allah'ım ona merhamet et" deyiniz." Bazı raviler bu (Allah'ın

J3181

onu bağışla) sözü ve benzerini ilave ettiler.



4479... Enes b. Malik (r.a) den şöyle rivayet edilmiştir:



Rasûlulîah (s. a) içki içmekten dolayı hurma dalı ve ayakkabılarla dövdü. Ebu Bekir
(r.a) kırk değnek vurdu. Ömer (r.a) idareye gelince halkı davet etti ve onlara:
"Şüphesiz insanlar bitek arazilere yaklaştılar; - Müsedded; köylere ve bitek arazilere,
der- içki haddi konusunda ne düşünürsünüz?" diye sordu.
Abdurrahman b. Avf:

"Onu, hadlerin en hafifi gibi yapmam uygun buluruz" dedi. Hz. Ömer de içki haddi

13191

olarak seksen değnek vurdu.
Ebu Davud der ki:

Bu hadisi İbn Ebi Arûbe Katade'den, o da Rasûlulîah (s.a)'den rivayet etti. Bu rivayete
göre; Rasûlulîah ("s,a) yaprağı soyulmuş hurma dalı ve (ayakkabılarla) kırk (kez)
vurmuştur.

Şu be ise bunu Katade'den o da Enes (r.a) vasıtasıyla Rasûlullah'tan rivayet etti. Enes
şöyle dedi:

r3201

"Rasûlulîah iki hurma dalı ile kırk tane kadar vurdu."

4480... Hudayn b. el-Münzir er - Rakâşî, - S asan'in babasıdır - şöyle demiştir:

[321]

Osman b. Affan (r.a)'m yanında idim. Velid b. Ukba getirildi. Humran ve başka
bir adam onun aleyhinde şahidîik ettiler. Birisi onu şarap içerken, Öteki de onu
(şarabı) kusarken gördüğünü söyledi.
Osman (r.a);

Eğer o şarabı içmeseydi kusmazdı, dedi. Hz. Ali (r.a)'ye:
Ona haddi uygula, dedi. Ali de (oğlu) Hasen'e:
Ona haddi uygula, dedi. Hasen (r.a):

Onun (hilafetin) cefasını, sefasını sürene yükle, dedi. Bunun üzerine Hz. Ali (r.a)
Abdullah b. Cafer'e:
Ona haddi uygula, dedi.

Abdullah kamçıyı alıp vurdu. Ali sayıyordu. Kamçı sayısı kırka varınca Ali: "Yeter,
Rasûlulîah (s. a) kırk sopa vurdu" dedi. Ravi diyor ki:
"Zannediyorum Ali şöyle dedi:

"Ebu Bekir de kırk değnek vurdu, Ömer ise seksen değnek vurdu. Bunların hepsi

f3221

sünnettir. Ama bence bu (kırk) daha iyidir."
4481... Ali (r.a) şöyle demiştir:

İçki (haddin)'de Rasûlulîah (s. a) ve Ebu Bekir (r.a) kırk değnek vurdular. Ömer ise
bunu seksene çıkardı. Bunların hepsi sünnettir.
Ebu Davud der ki:
Esmaî:

T3231

"Velli hârrahâ men tevellâ kaarrahâ" Cümlesinin manası, onun (halifeliğin)
sıkıntısını, nimetlerine nail olana yükle, demektir." der.
Ebu Davud şöyle demiştir:

r3241 r3251
"Hudayn h. Münıir Ebu Sasan kavminin seyyididîr.



Açıklama



Bu bab, içki içene uygulanan had konusunda çeşit hadisleri ihtiva etmektedir. Bu
hadislerdeki hükümler konusuna girmeden önce, hadislerin daha iyi anlaşılması için
ihtiyaç duyulan bazı açıklamalarda bulunmak ve bazı hadislerin diğer hadis
kitaplarındaki rivayetlerine göz atmak istiyoruz:

Babın ilk hadisinde (4476) İbn Abbas (r.a) yolda sallanarak yürüyen birisinin,
Rasûlullah'a getirilirken, ellerinden kurtulup Hz. Abbas'a sığındığını ve Hz.
Peygamberin adamın yaptığına gülüp hiç bir ceza vermediğini söylemiştir. Adamın
Abbas'a sığınmasından maksat, onun evine girmesi, ellerine sarılması yada onu
kucaklayarak kendisine şefaatta bulunmasını istemesidir. Rasûlullah'm adam için bir
ceza emretmeyişi de dipnotta Hattabi'den de naklettiğimiz gibi adamın suçunun ikrar
veya şahitlerle sabit olmayışıdır.

Babın ikinci hadisinde (4453) Ebû Hureyre, içki içen birisini Rasûlullah'm emri ile
dövdüklerini, kimisinin eli ile kimisinin ayakkabısı ile kimisinin de elbisesi ile
vurduğunu söylemiştir. Elbise ile vurmaktan maksat, elbisenin bir parçasını büküp
kırbaç haline getirerek vurmaktır. Yine bu hadiste bazı mü s Ki mani arın içki içen
şahsa, "Allah seni rezil etsin, al-çaltsm" diye beddua etmeleri üzerine, Rasûlullah bunu
men etmiş ve bu hareketin şeytana yardım olduğunu söylemiştir. Çünkü şeytan,
adamın alçalarak günahları iyi görmesini ister. Dolayısıyla insanlar onun alçalması
için dua edince şeytanın isteğine yardımcı olmuş olurlar. Ya da adam, müslümanlarm
kendisi hakkındaki beddualarını işitince buna öfkelenir. Cemaattan uzaklaşır,
yalnızlığa itilir ve iyice günaha dalar.

4478 numaralı hadiste belirtildiğine göre ise, Hz. Peygamber (s. a) içki içen kişi için
dayaktan sonra bir de kınama cezası öngörmüş, sahabeleri içki içeni ayıplar mahiyette
sözler söylemeye sevketmiştir. Sonunda da o zat için dua etmelerini emretmiştir.

4479 nolu hadiste görülüyor ki, Hz. Peygamber (s. a) ve Hz. Ebu Bekir dönemlerinde
içki içenlere verilen ceza kırk değnekti. Fakat Hz. Ömer devrinde müslümanlar
birtakım yeni yerler fethedip verimli topraklara, üzüm bağlarına sahip olunca içki
içenler çoğaldı. Onun için Hz. Ömer (r.a) daha zecri tedbirlere başvurmayı düşündü.
Bunun için sahabelerle istişare etti. Abdurrahman b. Avf içki içene Kur'an'daki en
hafif haddi uygulamasını tavsiye etti. Hz. Ömer de bunu uygun buldu ve Kur'an-ı Ke-
rim' de belirtilen en hafif had olan seksen değnek vurulmasını emretti. Ancak gerek bu
rivayetin sonundaki ta'liktan gerekse 4477 nolu hadisten anladığımıza göre o zaman
içki içene had uygulanırken belirli bir disipline uyulmamış, herkes ayakkabı, kamçı
(vs.) gibi eline geçirdiği şeyle vurmuştur. Şu'be, Katade, vasıtasıyla Enes'ten iki tane
değneği alıp kırk kadar vurduğunu rivayet etmiştir. Nevevi; Şafii ulemasına göre
bundan maksadın ayrı ayrı iki değnek olduğunu, her birisi ile birer mikdar vurduğunu
ve bunların toplamının kırka vardığını söyler. Diğer bazı alimlere göre iki değnek
birlikte kırk kez vurulmuş ve bunun toplamı seksen etmiştir.

4480 nolu hadiste, Velid b. Ukbe'nin içki içtiği ve bu yüzden kendisine had
uygulandığı ifade edilmektedir. Sahih-i Müslim'in rivayetinde, Velid'in sabah
namazını iki rek'at kıldıktan sonra cemaata: "Size bunu ar-tırayım mı?" dediği ve iki
kişinin onun hakkında içki içtiğine (birisi içki içtiği öbürü içki kustuğuna) dair şahitlik
ettikleri beyan edilmektedir.

Hadiste adı geçen Velid b. Ukbe, Kufe'de vali idi. İçki içerdi, kötü huylu idi. Kufe'de



sabah namazını dört rek'at kıldırmış sonra da cemaata "size ziyade edeyim mi?"
demiş, cemaat de: "Zaten sen bize vali olalı beri ziyade ediyoruz. Daha neyi ziyade
edeceksin, Allah hayrını vermesin" demişler ve kendisini mescid'in çakılları ile
taşlamışlar. Bu mes'ele Küfe'de yayılınca, Hz. Osman Velid'i yanma geri çağırmıştır.

13261

"Ey mü'nıinler, size bir fasik haber getirirse (gerçeği) araştırın..." mealindeki ayet

D271

bu şahıs hakkında nazil olmuştur.

Hz. Osman, Hz. Ali'ye Velide had vurmasını söylemiş, o da oğlu Ha-san'a emretmiş,
onun vurmak istemeyişi üzerine Abdullah b. Ca'fer'e vurdurmuştur. İbn Mace'deki bir
rivayete göre ise Hz. Osman, Hz. Ali'ye: "İşte amcanın oğlu önünde, ona haddi vur."
demiş,

Hz. Ali'de haddi vurmuştur. Bundan maksadın, Hz. Ali'nin haddi uygulattığı olsa
gerektir. Çünkü Ebu Davud'daki rivayete göre Hz. Ali haddi Abdullah b. Cafer'e
vurdurmuştur. Zaten Arapçada bu tür tabirler çok görülür. Mesela bir padişah bir
büyük eser yaptırdığında "Padişah şu eseri yaptırdı" denmez, "Padişah şu eseri yaptı"
denilir.

Hz. Hasan, babasının Velid'e haddi uygulamasına dair emrine "halifeliğin sefasını kim
sürerse cefasını da çeksin." cevabını vermiştir. Bundan maksadı, emre karşı durmak
değil, Hz. Osman'ın uygulamalarına bir tarizdir.

Bu hadiste, Hz. Ali "Rasûlullah (s. a) ve Hz. Ebubekir kırk değnek Hz. Ömer ise
seksen değnek vurdu. Bunların hepsi sünnettir..." demiştir.

Hattabi, bundan maksadın "Hz. Peygamber (s. a) kırk değnek vururdu, bu sünnettir.
Hz. Ömer'de seksen değnek vurmuş ve bazı sahabeler - ki Hz. Ali'de onlardandır -
buna muvafakat etmişlerdir. O da sünnet olmuştur" der ve "Benden sonra iki kişiye
Ebu Bekir ve Ömer'e uyunuz" mealindeki bir hadise işaret eder.

Hz. Ali (r.a)'nm: " bunların hepsi sünnettir, bence makbul olan budur" sözünün neye

işaret olduğunda ihtilaf edilmiştir. Kimi alimler Hz. Ali'nin "bu" sözü ile kırk değneğe,
kimi alimler de seksen değneğe işaret etmek istediğini söylerler. Kadı Iyaz, Hz. Ali'nin
şarap haddi hakkındaki görüşünün seksen değnek olduğunu, binaenaleyh buradaki
işaretten maksadının da seksen değnek olması gerektiğini ifade eder. Hz. Ali'nin Ve-
lid'e had vurdururken kırka kadar sayıp durdurmasını da vurulan kamçının iki başlı
olup kırk defa vurulmuş da olsa bunun tamamının seksene
ulaştığı şeklinde değerlendirilir.

Bu babdaki hadisleri hüküm bakımından değerlendirirsek şu üç sonuca varırız:

1- İlk iki hadiste görüldüğü üzere Hz. Peygamber (s. a) içki haddi olarak herhangi bir
ceza takdir etmemiştir. Bu, içki haddinin vacib olmadığının bu cezanın bir ta'zirden
ibaret olduğunu söyleyenler için delildir.

Şevkânî bu görüşe şöyle cevap vermiştir: Haddin vücubu konusunda sahabenin icmaı
vardır. İbn Abbas'tan rivayet edilen hadis celd meşru kılınmadan Önceye aittir. Sonra
celd meşru kılınmıştır.

Rasûlullah'in bu adama, suçu ikrar etmediği ve şahitler de bulunmadığı için had
vurmadığını söylemek de mümkündür.

2- İçki haddi, kırk kamçıdır. İmam Şafii, Ahmed, İshak ve Zahiriler bu görüştedirler.
İbn Hazm: Ebubekir, Ömer, Osman, Ali ve Hasen b. Ali'nin de bu görüşte olduklarını
söyler. Ancak Hz. Ömer ve Hz. Ali'nin seksen değnek vurulması görüşünde
olduklarını daha önce söylemiştik.



3- İçki haddi seksen değnektir. İmam Azam Ebu Hanife, İmam Malik, Hasenü'I-
Basri, Ebu Yusuf ve Muhammed de bu görüştedirler.

Feth de, içki içmenin sübutu halinde had gerektiğinde icma olduğu, ihtilafın kırk sopa

mı yoksa seksen sopa mı olduğu konusuna inhisar ettiği söylenmektedir.

Yukarıda belirttiğimiz gibi içki haddi Şafii ve Hanbelilere göre kırk değnek, Hanefi ve

Malikilere göre ise seksen değnektir. Her iki görüşü takviye eden hadisler yukarıda

geçmiştir.

Şimdi de, içki haddi ile ilgili olarak Hanefi mezhebine ait bazı teknik bilgileri
özetleyelim:

İçki suçu ya iki şahidin şehadeti ya da içki içen kişinin bir defa ikrarı ile sabit olur.
İçki cezasının uygulanabilmesi için, içki içen yakalandığı ve şahitler şahitlik ettiği
zaman ya kokusu ağzında mevcut olmalı ya da sarhoşluğu devam etmelidir.
Sarhoşluğun ölçüsü İmam Ebu Hanife'ye göre az çok konuşmaya gücünün yetmemesi
veya erkekle kadını biribirinden ayırdedememesidir. Ebu yusuf ve Muhammed'e göre
abuk-sabuk konuşması ve sözünün karışık olmasıdır.

Hanefilere göre; şarap içen kişiye diğer şartlar mevcutsa ister sarhoş olsun ister
olmasın had uygulanır. Şarabın dışındaki içkiler ise sarhoş edecek kadar içilmişse had
uygulanır. Daha az içilmişse uygulanmaz. Diğer mezheplere göre ise adı ne olursa
olsun sarhoşluk veren tüm içkilerin azından da çoğundan da had gerekir. "Her
sorhuşluk verici şey hamr-dır, her hamr haramdır" hadisi ile "Çoğu sarhoşluk verenin
azı da haramdır" hadisi diğer üç imamın görüşüne delildir.

Bunların dışında içki haddinin uygulanması için, içenin âkil ve baliğ, konuşabilen
birisi olması, içkinin dar-ı İslam'da içilmesi, kişinin içtiğinin haram oluşunu hakikaten
ve hükmen bilmesi, kendi isteği ile içmesi gibi şartlar vardır.

İçki haddinin uygulanması için iki erkek şahidin kişiyi içki içerken görmüş olmaları ve
yakalandığında ağzındaki kokunun veya sarhoşluğun devam etmesi şarttır. İçki
içerken görülmediği halde ağzında koku bulunduğu için veya içki kustuğu için had
uygulanamaz. Ancak İmam Malike
göre içki kusan kişiye had uygulanır.

Afyon, esrar (vs) gibi katı uyuşturucuları kullanmak da haramdır. Ancak bunları
kullananlara had uygulanmaz, tazir cezası verilir.

İçki haddi zina haddinden daha hafif, kazif haddinden daha şiddetlice uygulanır ve
değnekle vurulur. Şafıilere göre değnek ve kırbaçla uygulanabileceği gibi ayakkabı ile

r3281

el ile ve elbise ile de olabilir.

36. (Had Vurulduktan Sonra) İçki İçmeye Devam Edene Ait Hükümler
4482... Muaviye b. Ebi Stifyan (r.a) demiştir ki:

Rasûluîlah (s. a): "İçki içtikleri zaman onlara dayak atınız. Sonra yine içerlerse

' D291

dövünüz, sonra tekrar içerlerse, yine dövünüz, sonra yine içerlerse öldürünüz."
r3301

buyurdu.

4483... Nafi, İbn Ömer radıyallahümâ vasıtasıyla Rasûluîlah (s. a) 'dan bu (önceki)
hadisi manası ile rivayet etmiştir. Ravi (bu rivayette) şöyle demiştir:



Zannediyorum, (şeyhim) beşincisinde: "Eğer (yine) içerse onu öldürünüz" buyurdu.
Ebu Dayud der ki:



"Ebu Gutayfm hadisinde de; "beşincisinde" şeklindedir."

4484... Ebu Hureyre (r.a)'den, Rasûlullah (s. a) 'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"(Bir kimse) sarhoş olduğu zaman ona dayak atınız, sonra (yine) sarhoş olursa (yine)
dayak atınız, sonra sarhoş olursa yine dövünüz, dördüncü defa tekrarlarsa onu
f3321

öldürünüz."

Ebu Davud şöyle demiştir:

"Ömer b. Ehi Seleme nin babasından, onun da Ebu hureyre (r.a) vasıtasıyla Rasûlullah
(s.a) 'den rivayet ettiği hadis te aynıdır. (Bu rivayette) Rasûlullah söyle buyurmuştur:
"Şarap içtiği zaman ona dayak atınız.
Dördüncü kez tekrarlarsa öldürünüz"
Yine Ebu Davud şöyle der:

Süheyl'in Ebu Salih'ten onun da Ebu Hureyre vasıtasıyla Rasûlullah i s.a)'den rivayeti
aynı şekilde şöyledir:

"Dördüncü defa içerlerse onları öldürünüz-" ibn Ebi Num'un ibn Ömer vasıtasıyla
Rasûlullah'tan, Abdullah b, Amr'm Rasûlullah (s.a) den ve Şeıid'in Rasûlullah'tan
rivayet ettikleri hadisler de aynıdır.

el-Cedelî (Abd b. Abdi'nin Muaviye vasıtasıyla Rasûlullah (s.a) 'den rivayet ettiği
hadiste ise Efendimiz:

H331

"Üçüncü veya dördüncüde tekrarlarsa onu öldürünüz" buyurdu.

4485... Kabîsa b. Ziieyb (r.a)Mcn rivayet edildi ki: Rasûlullah (s.a):

"Bir kimse şarap İçerse ona dayak atınız, tekrarlarsa yine dayak atınız. Yine

tekrarlarsa üçüncüsünde veya dördüncüsünde onu öldürünüz" buyurdu.

Rasûlullah'a içki içmiş olan bir adam getirildi, ona dayak attı, sonra (yine) getirildi,

yine dayak attı. Sonra (tekrar) getirildi, (tekrar) dayak attı. Sonra (tekrar) getirildi, yine

dayak attı öldürmedi, (bu) bir ruhsattı.

Süfyan şöyle dedi:

"Zühri bu hadisi, yanında Mahsur b. el-Mu'temir ve Muhavvel b. Raşid varken rivayet
etti ve onlara: "Bu hadis ile Iraklıların elçileri olunuz' 1 dedi.

Ehu Dantel şöyle demiştir: Bu hadisi Şenel b. Süveyd, Şiirahbil b. Evs, Abdullah b.
Amr, Abdullah b. Ömer, Ebu Gutayf el Kindi ve Ebıt Seleme b. Ahdurrahman, Ebu

13341

Hureyre (r.a)'den rivayet etmişlerdir.
Açıklama

Bu hadislerin isnadlan tenkide tabi tutulmamıştır. Yani isnadlan sağlamdır. Ancak son
hadisin sahabe ravisi Kabîsa b.Züeyb'in Mekke fethi yılında dünyaya geldiği, dolayı-
sıyla Raşûlullah'dan hadis rivayet edecek bir yaşta olmadığını söyleyenler olmuştur.
Öbür taraftan bu zatın hicret yılında dünyaya geldiği, binaenaleyh Rasûlullah vefat
ettiği zaman on yaşında olduğu için. ondan hadis rivayet etmesinin tabii olduğunu



söyleyenler de vardır.

Yukarıda geçen hadislerden ilk üçü bir kimsenin içki içmeyi tekrarlaması halinde ilk
üç seferde dayak atılacağını, dördüncü veya beşinci kez içmesi halinde öldürüleceğini
ifade etmektedirler. Dördüncü hadiste ise (4485) Hz. Peygamber (s.a)'in öldürmeyi
kaldırdığı yani kendisine içki içtiği için dördüncü kez getirilen şahsı öldürmediği
bildirilmektedir.

Zahirilere göre İçki içmeye devam eden kişi dördüncü kerresinden sonra öldürülür.
Bunlar yukarıda geçen hadislere istinad etmektedirler. Şafii alimlerinden Celaleddin
es-Suyutî de bu görüşü benimsemiş ve bu hükmün mensuh olduğunu söyleyenlere
itiraz etmiştir.

Cumhuru ulemâya göre ise içki içmekte ısrar eden kişinin dördüncü kerreden sonra
öldürüleceğini bildiren hadisler mensuhtur. Hz. Peygamber (s.a)in kendisine dördüncü
kez içki içtiği için getirilen şahsı öldürmediğini bildiren hadis öbürlerini neshetmişiir.
Bazı alimlere göre ise bu, içkiyi helal görenler için veya Rasûkıilah'm maksadı
tehdiddir, ya da öldürülme siyaseten tazir cezasıdır. Şimdi bu görüşleri serdeden bazı
alimlerin dediklerini nakledelim:
Tirmizi, Kitabu'1-Ilcl'inde şöyle diyor:

"insanlar onun (öldürmenin) terkedildiğinde, yani, mensuh olduğu üzerinde icma

etmişlerdir. Yahut da bu öldürme şiddetli dövme ile tevil edilir."

Münziri'nin nakline göre Tirmizi, Buhari'nin bu hükmün ilk dönemlere ait olup

bilahare neshedildiğini söylediğini ifade etmiştir.

Yine Münziri. İmam Şafii'den şu sözleri nakletmektedir:

"Kati (öldürme) bu ve başka hadislerle neshedilmiştir."

Tıybî: "Ravinin (Kabisa b. Züeyb'in): "onu öldürmedi" sözü, Rasûlullah'm; "onu
öldürünüz" sözünün şiddetli dayaktan mecaz olduğuna delildir" der.
Hattabi de şöyle der:

"Bazan emir. cezayı vaad (ceza ile tehdit) şeklinde olur. Onunla bir fiilin vukuu
kastedilmez. Onunla ancak bir işten sakındırmak kastedilir. Rasûlullah (ş.a)'in şu
sözleri buna örnektir: "Bir kimse kölesini öldürürse biz de onu öldürürüz. Kölesinin
bir organım kesenin biz de organını keseriz." Halbuki tüm alimlerin görüşüne göre,
kölesini öldüren kişi öldürülmez.

Beşinci kez içmesi halinde öldürmenin vacip olup, sonradan neshedil-miş olması da
muhtemeldir. Çünkü içki içen kişinin öldürülmeyeceği konusunda ümmet icma
etmiştir. Kabîsa b. Züeyb'ten, buna delâlet eden sözler zikredilmiştir."
Bu istikametteki sözlere İbn Kayyım'm Zadü'l-Meâd'deki şu sözleri ile son verelim:
"Alimlerden bir grup dördüncü defa içmesi halinde öldürülmesi emrinin icma ile
terkedildiğini söylemişlerdir. Bu, Tirmizi ve başka alimlerin sözüdür. O hükmün
Abdullah Hammar'm hadisi ile neshedilmiş olduğunu söyleyenler de vardır.
Rasûîullah (s. a); "dördüncüsünde öldürülür" dememiştir. Onu (öldürmeyi) niçin
terkettin? diyenlere Ahmed b. Hanbel Osman'ın, "bir müslümanm kanı ancak üç
şeyden birisi için helal olur" hadisinden dolayı cevabını vermiştir.
Bunların hepsi tenkide açıktır. Öldürmenin hilafında icma olduğu iddiası geçersizdir.
Çünkü icma yoktur. Abdullah b. Ömer onu (içki içeni) dördüncüde bana getirin
öldüreyim, demiştir. Bu bazı Selef ulemanın görüşüdür. Abdullah Hammar'm hadisi
ile neshedildiği iddiası da ancak onun sonradan varid olduğunun ve dördüncü kerreden
sonra getirildiğinin sübutu ile sözkonusudur. (Bu da sabit değildir). "Bîr müslümanm
kanı ancak üç şeyden biri ile helal olur," hadisi ile neshedildiği görüşü de yerinde



değildir. Çünkü o hadis ânıdır, beşinci kez içki içeni öldürmeyi ifade eden hadis ise
hastır.

Delilin gereği olarak söylenecek söz şudur: İçki içeni dördüncüden sonra öldürmeyi
ifade eden emir, vücub için değildir. Aksine bu, maslahat gereği ta'zirdir. İnsanlar içki
içmekte aşın giderler, cezalar da onları

engellemeye kafi gelmezse ve İmam öldürmeyi yararlı görürse öldürebilir. Bundan
dolayı Hz. Ömer (r.a) bir seferinde onu hapseder. Bir seferinde başım tıraş eder ve
seksen değnek vurulurdu. Halbuki Rasülullah (s. a) ve Hz. Ebu Bekir (r.a) kırkar
değnek vurmuşlardı. Öyleyse onu dördüncüsünde öldürmek had değil, maslahat gereği
tazirdir."

Muhtelif alimlerden yukarıya naklettiğimiz sözlerden elde ettiğimiz sonuç şudur:
Bir kimse içki içtiği zaman kaç kere içerse içsin öldürülmez. Cezası dayaktır.
Dördüncü veya beşinci seferinde öldürüldüğünü bildiren hadislerden maksat şunlardan
birisi olabilir:

1- Önceleri öldürme vardı, bu, ümmetin icmacı ile terkedildi.

2- Önceleri öldürme hükmü vardı, bilahare bu hüküm neshedildi.

3- Rasûîullah'in maksadı, içki içmekten sakındırmak için tehdid idi. Öldürülmesi emri
değildi.

4- Rasûlullah'm "Onu öldürünüz" emri şiddetli dayaktan kinayedir.

5- Öldürme emri had değil, siyasettir. Devlet başkanı öldürmeyi maslahata uygun
görürse öldürebilir.

Hanefi ulemasına göre, içki haddinde tedahül caridir. Yani bir kimse müteaddit defalar
içki içmiş olsa ve bunlardan dolayı had vurulmamişsa hepsi için sadece bir defa had
vurulur. Ama had vurulduktan sonra, tekrar içerse yine had vurulur, Bu hal her içki
içişte tekrarlanır. Çünkü ceza fayda vermemiş dernektir. Onun için tekrar
r3351

cezalandırılır.

4486... Ali b. Ebi Talib (r.a) şöyle demiştir:

Ben, içki içenden başka kendisine had vurduğum (dan ötürü ölen) hiç kimse için fidye
vermem. (Çünkü) Rasülullah (s. a) onun (içkinin) hakkında (belli) bir şey bırakmadı. O

[3361

had (din miktarı) bizim koyduğumuz bir şeydir.
Açıklama

Bu hadis mana yönünden hiçbir izaha gerek kalmalı yacak şekilde açıktır. Hüküm
olarak ise iki yönden ele alınmalıdır.

a) Hadisin zahirinden, Rasülullah (s.a) 'in içki haddi konusunda hiçbir belli ceza
bırakmadığı anlaşılmaktadır.

Hz. Ali (r.a) başka bir haberde Hz. Peygamberin ve Hz. Ebu Bekir'in içki içenlere
kırk, Hz. Ömer'in ise seksen değnek vurduklarını, bunların hepsinin de sünnet
olduğunu söylemiştir (bak: Hadis no: 4480). Bu hal iki hadis arasında bir çelişki
görünümü vermektedir.

Hafız İbn Hacer iki haber arasında görünüşte olan bu ihtilafın aslında olmadığına
işaret eder ve bu çelişkiyi şöyle giderir:

"Hz. Peygamber (s.a), içki içene kırk sopa had vurmuştur. Bu sabittir. Rasulullah'tan



bir uygulamanın sabit olmadığı şey kırktan fazlasıdır. Efendimiz, seksen sopa
konusunda bir şey söylememiş ve yapmamıştır. Onu biz kendi içti hadi arımızla ihdas
D371

ettik."

Görüldüğü gibi, meseleye Askalani'nin bu izahı istikametinde bakılırsa bu hadisler
arasında bir çelişki sözkonusu olmaz.

b) Kendisine had vurulan bir kişi, bu haddin etkisi ile ölürse kendisi için fidye
verilmez. İmam Nevevi bu konuda ulemanın ittifak halinde olduklarını söyler. Ancak
Şafıilere göre Ta'zir cezası uygulanırken suçlu ölürse, hakimin âkilesinin ölenin
diyetini ödemesi gerekir. Cumhura göre kimse bir şey ödemez.

Had uygulaması esnasında ölene diyet verilmemesi içki, haddi de dahil, bütün suçlara
şamildir. Hz. Ali (r.a)'nin içki haddini uygularken ölenin diyetini ödeyeceğine işaret
eden sözleri kırk değnekten fazla vurulması haline hamledilmektedir. Yani Hz. Ali;
"Rasülullah (s.a), içki içen kişiye kırktan fazla değnek-vurmamıştır. Dolayısıyla ben,
birisine içki içtiği için kırk değnekten fazla vurduğum için adam ölürse Rasûlullah'ın
vermediği bir cezayı verdiğim için diyetini öderim" demek istemiştir. Ama dediğimiz
gibi cumhura göre hangisi olursa olsun had uygulanırken ölen için diyet ödenmez.
[3381

4487... Abdurrahman b. Ezher (r.a) şöyle demiştir;

r3391

"Sanki ben şu anda Rasülullah (s.a) 'a bakar gibiyim; O, evler arasında Halid b.
Velid'in evini aramaktaydı. Rasülullah (s.a) a bu vaziyette iken şarap içmiş olan bir
adam getirildi. Efendimiz insanlara:

"Ona dayak atınız" buyurdu, bunun üzerine onlardan kimi ayakkabılarla, kimi sopa ile
kimi de mîteha (hurma dalı) ile vurdu -İbn Vehb: O şey hurma dalıdır, dedi-. Sonra

[3401

Rasülullah (s.a) yerden toprak alıp adamın yüzüne attı.

4488... Abdullah b. Abdurrahman b. el-Ezher babasının şöyle dediğini haber vermiştir:
Rasülullah (s.a) Huneyn'de iken kendisine şarap içmiş olan birisi getirildi. Efendimiz
adamın yüzüne toprak serpti. Sonra ashabına (ona vurmalarını) emretti. Sahabeler
adama ayakkabıları ile ve ellerinde olan şeylerle vurdular. Nihayet Rasülullah onlara
"yeter" dedi, onlar da bıraktılar.

Rasülullah (s.a) vefat etti, sonra Ebu Bekir (r.a) şaraptan dolayı kırk değnek vurdu.
Hilafetinin ilk döneminde Hz. Ömer (r.a)'de kırk değnek vurdu. Hilafetinin sonunda
ise seksen değnek vurdu. Osman (r.a) her iki haddi de; hem kırk hem de seksen
değnek vurdu. Nihayet Muaviye içki K-.ıHHini Sftksftn nhmık temhir otıi haddini

13411

seksen olarak tesbit etli.

4489... Abdurrahman b. Ezher (r.a) şöyle dedi:

Mekke fethinin ertesi günü Rasülullah (s.a)'i insanlar arasında dolaşıp Halid b.
Velid"in evini sorarken gördüm. O esnada ben bir delikanlı idim. Rasülullah (s.a)'a
içki içmiş olan birisi getirildi. Efendimiz sahabelere (ona dayak atmalarını) emretti.
Onlar da ellerinde olan şeylerle vurdular; kimisi kamçı ile kimisi sopa ile kimisi de



ayakkabısı ile vurdu. Rasûlullah (s. a) de adama toprak serpti.

Ebu Bekir halife olunca, kendisine içki içen birisi getirildi. Ebu Bekir (r.a) sahabelere,
Rasûlullah'in içki içene vurduğu haddi sordu. Onu kırk değnek diye zabt (muhafaza)
ettiler.

Ebu Bekir de kırk değnek vurdu. Ömer halife olunca Halid b. Velid kendisine,
insanların içki içmeye düşkünlük gösterdiklerini, haddi ve cezayı küçümsediklerini
yazıp; "(Sahabeler) Senin yanında - ilk muhacirler Hz. Ömer'in yanında idiler - onlara
sor" dedi. Ömer de onlarla istişare etti. Seksen değnek vurması için icma eltiler. Ali
(r.a) "İnsan içliği zaman iftira eder. Onu iftira (kazf) haddi gibi takdir etmeyi uygun
'[3421

görürüm." dedi. Ebu Davıul şöyle der:

"Ukayl b. Halici bu hadiste Zührî ile Ibm'i '1-Eiher arasına Abdullah b, Abdurrahman

[343]

b. Ezhert sokmuştur."
Açıklamalar

Bu son üç hadis içki haddinin Rasûlullah (s. a) oncjan sonraki raşit halifeler devrin-
de uygulanışını ve Önce kırk iken. Hz, Ömer zamanında nasıl seksen değnek
olduğunu, konu edinmişlerdir. Aslında bu rivayetlerin yeri bu bab değil, bundan
Önceki babdır. Nitekim önceki babıa aynen bu rivayetle rdeki manayı ihtiva eden
haberler geçmiştir, (bk. Hadis no: 4479, 4480, 4481) Yalnız burada bir noktaya işaret
etmemiz gerekir; 4479 no'lu hadiste Hz. Ömer ashab ile içki haddini istişare ederken,
kendisine Abdurrahman b. Avfm seksen değneği tavsiye ettiği belirtilmişken, bu
rivayete göre; Hz. Ali (r.a), görüşünün içki haddinin de kazf haddi gibi olması tarzında
olduğunu ifade etmiştir. Her iki sahabenin de aynı kanaate sahip olmaları hiç de
yadırganacak bir husus değildir. Dolayısıyla iki haber arasında bir çelişki sözkonusu
değildir.

Bu haberde Hz. Ömer'i içki haddi konusunda ashabla istişare edip yeni bir ceza
tesbitine sevkeden amilin Halid b. Velid'in bir mektubu olduğunu da görmekteyiz.
Hadislerin hüküm bakımından ihtiva ettiği noktalar yukarıda işaret ettiğimiz

[3441

numaralardaki hadislerin izahı esnasında geçmiştir. Burada tekrara gerek yoktur.



37. Camide Had Uygulamak

4490... Hakîm b. Hizam (r.a) şöyle demiştir:

"RasûiuUah (s. a), camide kısas istenmesinden, kayıp ilanından ve hadleri

[3451

uygulamadan nehyetti."
Açıklama

Hadîs, camilerde had ve kısas uygulamalarının kaymam yapılmasının caiz olmadığını
ifade etmektedir. Bu yasağın hikmeti üç noktada toplanabilir.

1- Camiler bu tür işler için yapılmamışlar, namaz, dua zikir gibi ibadetler için



yapılmışlardır. Camilerde bu tür faaliyetlerin yapılması o mahalleri gayesi dışında
kullanmakur.

2- Camilerde kısas veya had uygulandığı takdirde kısas ve had uygulananların
vücutlarından çıkan kanlar caminin kirlenmesine sebep olur.

3- Camilerde bu tür faaliyetler, oraların hürmet ve kudsiyetini ihlaldir. Camilerde
kayıp ilan etmenin caiz olmadığım bildiren başka bir hadis

473 numarada geçmişti. Orada konu ile ilgili tafsilat verilmiştir.

Hadisin ravilcri arasındaki Muhammcd b. Abdullah b. Muhacir eş-Şuaysi, ulemanın
leh ve aleyhte tenkidine maruz kalmıştır. Münziri'nin belirttiğine göre Ebu hatim er-
Razi: "Hadisi yazılır ama onunla ihticac edilmez" demiştir. Bir çok alim ise onun sika

[3461

olduğunu söylemişlerdir.
38. Tazir

4491... Ebu Bürde (r.a) şöyle demiştir: RasûiuUah (s. a): "Allah azze ve ccllcnin

I34U

hadlerinden bir hsıddiıı dışında, on değnekten fazla vurulmaz" buyururdu.

4492... Bize Ahmed b. Salih haber verdi, bize İbn Vehh haber verdi, bana \mr haber
verdi, ona Bükeyr b. el-Eşec haber vermiş, o Süleyman b. Yrsar'dan şöyle haber verdi:
Bana Abdurrahman b. Cabir, babasının şöyle haber verdiğini söyledi: "O Ebû Bürde
el-Ensari'yi şöyle derken işitmiş:

1348]

"Rasûlüllah (s.a}'ı derken işittim.'" Ravi o önceki hadisin manasını zikretti.

Açıklama

Kitabü'Mıudud'un başında Tazir'in. Hakkında muayyen bir ceza ve had olmayan
suçlardan dolayı tatbik edilecek olan ceza olduğunu söylemiştik. Yine orada Kizir
cezasının sucu isleyene ve işlendiği yere ızöre değişebileceğini bu cezanın ta-yin ve
takdirinin hakime ait olacağım belirtmiştik.

Tazir'in meşruiyeti Kitap, sünnet ve icma ile sabitir. Rasûlüllah (s. a) birisine "Ey
Muhannes (kachnımsı)" diyen bir kişiyi cezalandırmışın'. Bu bir tazirdir.
Büyüyen toplumların varlığı ve gittikçe çoğalan ve çeşitlenen suçların mevcudiyeti de
tazir cezasının geçerli olmasını gerektirir. Çünkü namütenahi denilebilecek suçların
herbirisi için muayyen bir haddin olmayışı o suçun cezasız kalmasına sebep olabilir.
İşte böyle bir durumla karşı karşıya kalmamak için tazir cezası gereklidir ve dinimiz
bunu meşru kılmıştır.

Alimlerimiz, ta'zirin meşru oluşunda hemfikir olmakla birlikte şekil ve miktarında
farklı görüşlere sahip olmuşlardır. Üzerinde durduğumuz hadis, ta'zirin dayak atılması
şeklinde olması halindeki üst sınırını beyan etmekledir. Biz bu hadisin ifade ettiği
hüküm ve bu konudaki görüşlere geçmeden önce tazir çeşitlen, tazirlerin suçlulara
göre mertebeleri ve kiziri gerektiren bazı suçlan Hanefi mezhebini esas alarak kısaca
[3491

gözden geçirelim.



A- Tazir Cezalarının Çeşitleri

1- Sadece i'Iam (bildirmek): Hakimin suçluya: "Sen şöyle yapmışsın, sen bu suçu
işliyor muşsun" demesi gibi.

2- Suçluyu mahkemeye çağırarak, işlediği suçu kendisine söylemek ve uyanda
bulunmak.

3- Öğüt ve nasihat; hakimin suçluyu, işlediği bir suçu bir daha tekrarlamaması için
nasihatta bulunmasıdır.

4- Sert bir şekilde bakmak, bulunduğu yerden çıkıp gitmek, hakimin suçluya öfkeli bir
şekilde bakması, meclisi terkedip gitmesi.

5- Azarlamak ve tekdir; hakimin suçluyu azarlaması

6- Süreli hapis: Suçluyu bir müddet hapsetmek

7- Süresiz (müebbet) hapis: Suçlunun kötülüğünden korunmak için onu ölünceye
kadar hapsetmek.

8- Muayyen olmayan hapis: Suçluyu ıslah oluncaya kadar hapsetmek,

9- Sürgün; suçluyu bir müddet bulunduğu yerden başka bir yere çıkarmaktır. Sürgün
müddetinin tayini hakime aittir. İmam Şafii'ye göre, sürgün müddeti hürler için bir
yıldan fazla olamaz.

10- Teşhir: Suçlunun yüzüne siyah boya sürerek veya bir merkebe ters bindirerek şehir
içinde dolaştırılması ile olur.

11- Çeşitli cezalarla tehdid; suçluyu durumunu düzeltmemesi halinde bazı cezalar
verileceği tarzında tehdid etmek.

12- Memuriyetten azl; vazifesini ihmal eden bir memuru memuriyetten çıkarmak.

13- Kulak bükmek.

14- Dayak atmak; dayağın şekil ve mikdanna ileride temas edilecektir.

15- Öldürmek; yeryüzünde fesad çıkarmayı adet edinen ve bu huyundan vazgeçmeyen
kişi öldürülür. Buna hadden öldürme de denilir.

16- Evini yıkmak; Bu da fesadı adet edinip bundan vazgeçmeyenlerin bulundukları
odayı üzerine yıkarak öldürmektir.

17- Para cezası; Suçludan bir mikdar para alınır. Suçlu durumunu düzeltirse parası
iade edilir. Düzeltmezse hazineye intikal eder.

Suçluya para cezası verilmesinin cevazı sadece Ebu Yusufun görüşüdür. Diğer

r3501

müctehidtere göre para cezası yoluyla ta'zir olamaz.
B - Tazirlerin Suçlulara Göre Mertebeleri:

Hakimler tazir konusunda suçların mahiyetlerini, suçluların mevkilerini,
kabiliyetlerini, suç işlemeyi adet haline getirenlerden olup olmadıklarını göz önünde
tutarlar ve ona göre bir ceza takdir ederler. Çünkü cezaların caydırıcılığı suçlunun
durumuna göre farklılık gösterir. Bazı insanlar çok hafif bir tekdiri fevkalade onur
kırıcı addederek bir daha o suçun semtine yaklaşmazken bir başkasına halkın ortasında
dayak bile kâr etmez.

İşte bu yüzden bazı fakihler tazirleri şu sınıflara ayırmışlardır:

1- En üst seviyede mevki ve onur sahibi olanlar; bunlara verilecek ta'zir sadece suçu
bildirmekten ibarettir.

2- Şahsiyet sahibi eşraftan olanlar: Bunlara verilecek ta'zir. suçu bildirmektir. Ama bu,



suçluyu mahkemeye çağırarak veya bir vasıta ile bildirmek yoluyla olur.

3- Normal halk tabakası: Bunlar hem mahkemeye çağırılarak,ihtar hem de

bahsedilerek cezalandırılırlar.

Bu cezalar gerek Allah haklarına gerek kul haklarına karşı büyük bir cür'et
gösterilmemesi halindedir. Ama Allah veya kul haklarına büyük cür'et gösterenler kim

[351]

olurlarsa olsunlar daha ağır şekilde tazir edilirler.
C- Taziri Gerektiren Suçlar:

Tazirin tarifinden de anlaşıldığı gibi tazir, hakkında had ve kısas bulunmayan suçlara
verilir. Biz burada örnek olarak tazir yoluyla cezalandırılan bazı suçlara işaret edelim:

1- Dine ahlaka ve umumi adaba aykırı olarak yapılan hareketler.

2- Ramazanda özür olmadığı halde açıktan oruç yemek.

3- Halk arasında yayılan bid'atlerden kaynaklanan suçlar.

4- Mübarek şahıslar ve mübarek makamlara karşı yapılan saygısızlıklar.

5- Devletin meşru emirlerine uymamaktan neşet eden suçlar.

6- Yalan şahitlik, yalan yere yemin etmek.

7- Memuriyeti suistimal.

8- Rüşvet alıp vermek.

9- İçkinin dışındaki uyuşturucuları kullanmak veya ticaretini yapmak.

10- Ammeye ait yerleri işgalden kaynaklanan suçlar.

11- Kalpazanlık yapmak (sahte para basmak).

12- Hileli iflas dolandırıcılık.

13- Kumar vs. gibi haram kazançla uğraşmak.

14- Alışverişe hile karıştırmak.

15- Sözle; fiille, hatta bakışıyla halkı rahatsız etmek. 16- Suya. gıda maddelerine,
ilaçlara halk sağlığına zarar veren maddeler.

Tabi bunlar tazir cezası verilen suçların tamamı değildir. Yukarıda da temas edildiği
gibi örnek olarak zikredilmişlerdir. Hakkında had, kısas ve diyet olmayan bütün
suçlarda tazir uygulanır.

Taziri gerektiren suçlar kadınların şahitliğinin kabul edilmesi, şüphelerle düşmeyişi,
affedilmesi, mümeyyiz çocuklara da uygulanabilmesi gibi özelliklerle haddi gerektiren
suçlardan ayrılırlar.

Tazir cezasını uygulama yetkisi de diğer suçlarda olduğu gibi devlet başkanına veya
onun tayin ettiği bir görevliye aittir.

Ta'zirle ilgili bu genel ve kısa bilgiden sonra hadisin konusu olan "darb (dayak atma)"
meselesine dönebiliriz.

Ta'zir için dövmek, el ile veya bir sopayla olabilir. Bu hadis, dövmenin azami haddini
on olarak tesbit etmiştir. Ahmed b. Hanbel bu hadisin zahirini alarak tazir için on
değnekten fazla vurulamayacağını söylemiştir. Bazı Şafiiler ve zahiri uleması da bu
görüştedirler. Ulemanın geri kalanı on değnekten fazla vurulabileceğini söylemekte
ama bunun azami haddinin tesbitinde ittifak edememektedir.

İmam Malik'e göre, vurulacak sopa miktarı maslahata ve yetkili merciin takdirine
bağlıdır. Maslahat gerektiriyorsa yüz değnekten de fazla olabilir.
İmam Şafii'ye göre hürler için kırktan az olmalıdır.

İmam Ebu Hanife ile İmam Muhammed'e göre en fazla otuz dokuz, en az üç sopa



olabileceğini söyler. Hanefi imamlarından Ebu Yusuf a göre ise üç ile yetmiş beş veya
yetmiş dokuz arasında değişir.

İmam-ı Azam ve Muhammed tazir için azami mikdan tayin ederken köleler için meşru
kılman en düşük haddi, İmam Ebu Yusuf ise hürler için meşru kılman en düşük haddi
esas almışlar, ancak birer kamçı aşağısını
takdir etmişlerdir.

İbn Ebi Leyla da, tazirdeki azami sayıyı yetmişbeş olarak takdir edenlerdendir.
Görüldüğü eibi cumhurun görüşü; üzerinde durduğumuz hadise uysun düşmemektedir.
Çünkü hadis en fazla on sopa vurulacağını söylerken alimler bunu 39. 75, 79 hatta
daha fazlaya çıkarmışlardır. Acaba bu görüşlere sahip olan alimler niçin bu hadis iîe
amel etmemişler ve görüşlerini ortaya koyarken nelere dayanmışlardır? İbn Hacer el-
Askalani'nin belirttiğine göre:

a) Bu hadisi ta'n edenler vardır. Ama bu şekildeki bir cevap tutarsızdır. Çünkü
Şeyhayn bunun sıhhatinde ittifak etmişlerdir.

b) Bu hadisin hilafına sahabenin ameli vardır. Sahabenin bir hadisin hilafına ameli o
hadisin mensuh olduğunu gösterir. Nitekim Hz. Ömer (r.a) Ebu Muse'l-Eş'ari'ye
yazdığı bir mektupta yirmi kamçıdan fazla vurmamasını emretmiştir. Yine Hz.
Ömer'den yüz değnekten fazla vurduğu ve sahabelerin buna itiraz etmediği rivayet
edilmiştir.

c) Hz. Peygamber (s.a)'in bu hadiste varid olan hükmü, muayyen bir olay ve muayyen
bir şahsa attir. Genel değildir.

d) Hadisteki tahdid kamçı ile ilgilidir. Bir sopa veya el ile vurulduğunda bu haddi
aşmak caizdir.

Tabi bu görüşler tenkid edilebilir ve zaten tenkid edenler de olmuştur. Şevkani,
NeyiuM-Evtar'da şöyle der: "Beyhakî sahabeden bu konudaki amel üzerinde ittifakm
olmadığını nakletmiştir. O halde {üzerinde durulan bu hadisi) neshettiği nasıl iddia
edilebilir?"

Hattabi. tazirin miktarı konusundaki farklı görüşlerin suç ve cinayetlerin farklılığından
kaynaklandığını söyler ve ulemanın görüşlerini nakleder.

Tazir için dövme, adet olarak hadlerden daha aşağı olmakla beraber şiddet olarak
onlardan daha ağırdır. Yani tazir için dövmek had için dövmekten daha şiddetli oiur.
Cezalandırılacak kişinin üzerinde varsa kürk. parke, palto vs. gibi elbiseler çıkartılıp
öyle dövülür. Yüz. baş ve tenasül uzuvlarının dışındakiler olmak kaydıyla hepsinin
aynı uzva vurulması caizdir.

Tazir konusunda daha geniş bilgi almak isteyenler fıkıh kitaplarının ilgili bölümlerine

1352]

müracaat edebilirler.

[3531

Had Uygulanırken Yüze Vurmak

4493... Ebu Hureyre (ta)'den demiştir ki:
Rasûlulîah (s. a) şöyle buyurmuştur:

[354]

"Biriniz vurduğu /aman yüzden sakınsın."



Açıklama



Yüz, insanın insanî Özelliklerinin toplandığı, güzelliğinin belirdiği yerdir. İnsanın
duyu organlarından bir çoğu yüzde bulunduğu gibi, sevinmek, üzülmek, utanmak gibi
ruhî hallerinin de görüntü mahallidir. Onun için yüz, insanın en şerefli organıdır. Hem
insan şerefini rencide etmemek hem de yüzde bulunan organların herhangi bir zarara
uğramasına meydan vermemek için Rasûlulîah yüze vurmayı nıenetmiştir. Bu, hadleri
uygulama anma şamil olduğu gibi nıücerred terbiye için olan dövmelere de şamildir.
D551



m

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/9-10.

m

Buhari, cihad 145; Tirmizi, hudûd 25; Nesâî, Tahrîmü'd - dem, 14; İbn Mace hudûd 2; Ahmed b. Hanbel, I, 217, 220.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/10.

m

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/10-12.

m

Buhari,diyât 6; Müslim, kasâme 25; Tirmizi, diyât 10;hudûd 15; Nesai, tahrimu'd-dem 5; İbn Mace. hudûd 1; Darimi, hudûd 2, siyer 11; Ahmed b.
Hanbel I, 282, 428.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/12.
[5]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/13-14.

m

Nesai, tahrimu'd-dem.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/14.

izi

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/14-16.

m

"Rasulullah susmakta" manasına gelen hal cümlesi, Buhari ve Müslim'in rivayetlerinde "Rasulullah dişini misvak fiyordu" anlamına gelecek
şekildedir. Ayrıca Müslim'de "Rasululiah" yerine "Nebi" denilmiştir.

[21

Ebu Musa'nın asıl adı Abdullah, babasının adı da Kays'dır. Ravi, Hz. Peygamberin bu sahabeye künyesi olan Ebu Musa ismiyle mi. yoksa adı olan
Abdullah b. Kays diye mi hitabettiğinde şüphe etmiştir.

rıoı

Şüphe ramidendir.

Lül

Şüphe ravidendir.

LM

Buhari. istitabetü'l-mürteddin 3; Müslim, imare 15; Ahmed b. Hanbel, IV, 409. Hadisin izahı 4357 no'lu hadisten sonra gelecektir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/16-17.
[131

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/18.

[141

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/18-19.

Ü51

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/19.

[161

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/19-20.

[İH

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/21.

[18]

Nesai, tahrim 15.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/21.
[191

Nesai, tahrimu'd-dem 14; Ebû Davûd, cihad 127.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/21-22.
[M

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/22-23.

[211

Müslim, iman 124; Nesai. tahrimu'd-dem 12,13.



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/23.
[22J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/23-24.

[23J

Nesai, tahrimu'd-dem 15.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/24-25.
[241

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/25.

[251

Sâdece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/26.
[261

İbn Abidin'in bu risalesi; Rasûlullah'a veya ashaba küfreden kişiye ait hükümleri ihtiva etmektedir. Resâili îbn Abidin'in 15 risalesidir. Bk.
Mecmuam Resal-i İbn Abidin: I, 282. Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye de, es-Sarimü'I-Meslûl alâ Şâtimi'r-Rasul adındaki 600 sayfalık eserini bu konulara
tahsis etmiştir.
[271

Bu iki hadis zayıftır. Birincisinin isnadında Abdulaziz b. Hüseyn vardır. İbn Hibban onu cerhetmiştir, ikincisinin isnadına da İbn Salah vakıf
olmadığını belirtmiştir.
[281

İbn Abidin. Resâil 1,303.

[291

İbn Abidin. a.g.c, I. 305 ve dev.

[30J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/26-30.

[311

"Sert davrandı" diye terceme ettiğimiz cümlenin "adam da ona kötü davrandı, küfretti" şeklinde anlaşılması mümkündür (Bezlü'l- Mechûd).

[321

Ahmed b. Hanbel'in bu sözleri, Hz. Ebu bekr'in son sözlerinin ifadesidir. Bazı nüshalarda mevcut değildir. Nesai, tahrimu'd-dem, 17.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/30-31.
[331

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/31-32.

[341

Buharı, zekat 68; cihad 152; tıp 6; hudud 17; Müslim, kasâme, 9,10,1 1; İman 184; Tirmizi vudû' 55; et'ime 38; tıb 6; İbn Mace, hudûd 20.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/32-33.
[351

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/33.

[361

Maide (5) 33. Parantez içindeki kısım, ayetin hadis metninde olmayan bölümünün mealidir.

[371

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/33.

[381

Buhari, tıp 5; Tirmizi, taharet 55; Nesâî, tahrim 8.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/34.
[391

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/34.

[40J

Haccac b. Yusuf es-Sekafi, Enes b. Malik'e bir mektup yazıp Rasûlullah'ın verdiği en büyük cezayı sormuş, o da bu hadiseyi haber vermiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/34-35.
[İH

Mâide (5)33.

[421

İbn Cerîr'in rivayetine göre yukarıdaki sözler İbn Ömer'e anlatılmış o da bu ayetlerin Rasûlullah'ı ılab için indiği iddiasını reddedip "Rasûlullah'ın
verdiği ceza sırf o gruba aitti, bu ayet onların dışında Allah'a karşı savaşanlar hakkında indi ve göz oyma cezası kaldırıldı" demiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/35.
[431

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/36.

[441

Nesâî, tahrimu'd-dem, 9,10.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/36.
[451

Kurtûbî, el-Câmi'li Ahkâmi'l-Kur'ân, VI, 151, 152.

[46J

el-Mevsılî, el-Ihtiyar lî ta'Iili'l-Muhtâr, IV, 1 14.

[471

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/36-40.

[481

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/40.

[491

Buhârî, hudud 12; enbiya 54; Müslim, hudud, 8.9; Tirmizi, hudûd 6; İbn Mâce, hudud 6; Nesâi, sarik 6; Darimi. hudûd 5.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/41.
[501

Müslim, hudûd, 10; Nesâi, sarik 5,6; Ahmed, b. Hanbel, II, 151.

[511

Ebû Davud'un ta'ükan naklettiği bu rivayetlerden her biri çeşitli hadis mecmualarında mevcuttur.



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/41-42.
[52]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/43-44.

[531

Elimizdeki Ebû Dâvud nüshalarında bu başlık bulunmamakla birlikte; Teysîm'l-Menfaah ile Concordance'da bu başlığı taşıyan bir babın
bulunduğuna işaret edilmiştir.
[541

Ahmedb. Hanbel, VI, 181.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/44.
[55J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/44-45.

[561

Nesai. kalu's-sarik, 5.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/45.
[571

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/45-46.

[581

Hezzal; Nuaym'm babasıdır. Medine'de oturan bir.sahabidir. Mâız'm babası Malik, Hezzali vasî tayin etmişti. Hadisin tahrici için 4419 nolu hadise

bkz.
[591

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/46.

[601

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/46.

[611

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/46-47.

[621

Tirmizi, hudûd 22.

[63J

Bu rivayet 4445 numarada gelecektir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/47-48.
[641

Bu rivayet 4440 numarada gelecektir.

[651

Bu konudaki çeşitli rivayetler için bk. Şevkânî, Neylü'l- Evtâr Şerhu Münteka' 1 -Ahbâr, VII, 106 ve dev.

[66J

el-Mergınani, el-Hidaye, II, 95.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/48-50.
[671

Şek, ravilerden birisine aittir.

[681

Nesai, katu's-sarik 3; İbn Mace, hudûd, 29; Darimi, hudûd 6; Ahmed, b. Hanbel, V, 293.

[691

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/50-51.

[701

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/51-52.



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/52-53.

[721

Buhari, hudûd 27; Müslim, hüdûd 24; Ahmed b. Hanbel, V, 262, 265.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/53.
[731

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/53-54.

[741

Buhari, Ezher b. Abdullah'a. Ezher b. Said ve Ezhcr b. Yezid de denildiğini söyler. Tâbi-ûn'dandır. Bu zan bazan Harâzî bazatt Murâdî bazan da
Müzeni diye nisbetlendirmişlcrdir. İbn Ebi Davud, Kitabu'd-Duafa'smda bu zatın Hz. Ali'ye küfrettiğini söyler. Ebu Davud'da: "Ben ona buğzederim"
der. Ezelî "Onun mezhebi hakkında ileri-geri konuştular" demiş, Aclî, sika olduğunu söylemiştir (Bezlu'l - Mechûd, XVII, 326).



Kelâ: Yemen'de bir kabiledir.



Nesai, katu's-sarik, 4.



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/54-55.

ma

Trablusî, Mııînü'l - Hukkânı, 1 94.



Bk. İbn Abidin. Haşiyetü Reddi'l - Muhtar ala'd-Dürri'l-Muhtar, IV, 87, 88.

[801

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/55-57.

[811

Müslim, hudûd 1; Tirmizi, hudûd 16; Nesai, katu's-sarik 9,10; Ahmed, b. Hanbel, VI, 36.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/57.
[821

Buhârî, hudûd 13: Müslim, hudûd 2; Nesâî. Katu's - Sarık, 9-10; İbn Mâce hudûd 22- Ahmed b. Hanbel II, 36, 41, 80, 126. 163.





Hadisi Ebu Davud'a Ahmed b. Salih ve Vehb b. Beyân nakletmelerdir. Bu kısım Ahmet b. Salih'in rivayetidir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/57-58.
[841

Buhâri, hudûd 13; Müslim, hudûd 6; Nesâi, katu's-sarık 8-10; İbn Mâce hudûd 22- Tirmizi, hudûd 16; Malik, hudûd 21; Darimi, hudûd 4; Ahmed
b. Hanbel, II. 6, 54, 64.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/58.
1851

Nesâi, sarık X; Ahmed b. Hanbel II. 145.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/58.
[86J

Müslim, hudûd 7; İbn Mâce. hudûd 22.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/58-59.
[871

Müslim, hudûd 7; İbn Mâce. hudûd 22.

İM

Maide 5, 38.

[891

İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehîd, (Beyrut 1982), IV, 448.

[901

İbn Kudâme el-Muğnî (Beyrut (1984). X, 238.

[911

Mergınânî, el-Hidaye Şerhu bidayeti'l-Mübtedi, II, 118, 119.

[921

Şerhu Meâni'l-Âsar II. 93.

[911

Zeylaî. Nasbûrraye, III. 359.

[211

Şevkânî. Neylu'l-Evtâr, VII, 141 ve dev.

[951

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/59-62.

[961

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/63.

[971

"Hurma" diye terceme etliğimiz "el-keser" kelimesi, hurma ağacının ortasındaki beyaz renkli bir nesnedir. Araplar bu nesneyi yerler. Bu kelime,
hurma çiçeği manasına da gelir. Maksat birinci manadır.
[981

Nesai, katu's-sarik 13; Tirmizi, hudûd 19; İbn Mace, hudûd 27; Darimî, hudûd 7; Malik, hudûd 32; Ahmet b. Hanbel, III, 463, 464.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/63-64.
[991

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/65.

nooı

el-Ceziri, Kitabü'l - Fıkh ale'l-Mezahibi'l - Erbaa, V, 1 74.

rıoıı

ibn Kudame. Muğnî, X, 260.

[1021

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/65-66.

[1031

Metinde köşeli parantez, tercemede normal parantez içindeki ibareler, farklı nüshaları ifade etmektedir. Nesâî, katu's-sank 12; Tirmizi, büyü 54;
İbn Mâce, hudûd 28; Ahmed b. Hanbel, II 180. 224.
[104]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/66-67.

[105]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/67-68.

rıo6i

Nesai, nikah 60; hıyel 15; sarık 13; Tirmizi, hudûd 18; îbn Mace, hudûd, 26 filen 3; Ahmed b. Hanbel III, 140, 197, 390.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/68.
[107]

Tirmizi, hudûd 18; Nesai, katu's-sarik 13; İbn Mâce, hudûd 26, Darimi, hudûd 8.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/68-69.
[108]

Önceki rivayetlerin kaynakları.

fl091

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/69.

rı ıoı

Bu tarif Hanefılere aittir.

rıın

İbnüT-Humam, Şerhu Fethi'l - Kadir, V, 136.

UM

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/69-71.

n i3i

cümle bazı matbu nüshalarda "abamın üzerinde uyuyordum..." manasını verecek şekilde harekelenmişsin Bu tür harekeleme diğer rivayetlere ve
hadisenin akışına daha uygun düşmektir.



[İH]

Nesai, Katu's-sank 5; İbn Mâce, hudud 28.

n ısı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/71-72.

n i6i

Ö. Nasuhi Bilmen, Hukuk-i Islamiyye ve Istılahat-i Fıkhıyye Kamusu, III, 15.

mu

Bk. el-Mevsılî, el-İhtiyar li Ta'Iili'l-Muhtar, I, 104.

n ısı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 5/72-74.

n i9i

Müslim, hudûd 10.

ÜM

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/74-75.

£1211

Nesai, sarik 5.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/75.
£1221

Bu rivayet 4374 numarada geçti.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/75-76.
£1231

Bu tabirler .için bk. Bilmen Ö.N. Istılahât-ı Fikhiyye kamusu, IX, 144, 145.

11241

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/76-78.

£1251

İbn Mace. talak 15; Ahmed b. Hanbel, I, 155, 158, VI, 144.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/78.
£1261

Hauabi. Hz. Ömer'in akıl hastası olan bir kadının recmedilmesini emretmiş olup da etrafmdakilerin buna razı olmalarının mümkün olmadığını,
kadının bazan iyileşip ba-zan da delirdiğini ve iyileştiği esnada zina etmiş olmasının muhtemel olduğunu söyler. Hz. Ömer'in kanaati akıl hastasının,
akıllılık anındaki yaptığı suçtan dolayı haddin uygulanması, Hz. Ali'nin kanaati ise uygulanmaması istikametinde olabilir.
£1271

Hz. Ömer'in tekbir getirmesine sebep, yaptığı anlaşıldıktan dolayı duyduğu şaşkınlıktır.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/78-79.
£128]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 5/79.

£129]

Buhari. hudûd 22; Ahmed. b. Hanbel, I, 140, 154, 155.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/80.
£130]

Bu rivayeti, Ebû Dâvûd. Hennad ve Osman b. Ebi Şeybe'den almıştır. Osman, Ebû Zebyan'ın yanına el-Cenbî'yi eklemediği halde, Hennad
eklemiştir.
£131]

Tirmizi, hudûd I; Dârimî. hudûd 1; Ahmed b. Hanbel, I, 118; VI, 101.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/80-81.
£132]

Buharı, Hudud 22; İbn Mace, talak 15; Tirmizi, hudûd 1; Dârimî, hudûd 1; Ahmed b. Hanbel VI, 100, 101.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/81-82.
£1331

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/82-83.

£1341

Karaman H., Mukayeseli İslâm Hukuku, I, 176.

£1351

Bilmen Ö.N. Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fikhiyye Kamusu, 1, 228.

£1361

Ehliyet ve arızaları ile ilgili geniş bilgi için Usulü fıkıh kitaplarının ilgili bölümlerine bakılabilir. Ayrıca bkz. Ö.N. Bilmcn'in Hukuk-ı İslâmiyye
ve Istılâhât-ı Fıkhıy-ye Kamusu, I. 226, H. Karaman. Mukayeseli İslâm Hukuku, I, 177 ve devamı.
£137]

Mecelle, 944 ve 980'nci maddeleri.

11381

Mecelle: Madde 943.

11391

Zeydan Abdül-Kerim, el- Veciz fı UsuliT-Fîkh, 74.

£1401

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/83-86.

ri4iı

Tirmizi, siyer 29; ibn Mace, hudûd 4; Darimi, siyer 26; Ahmed b. Hanbel IV, 310, V, 312.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/86.
£1421

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/86-87.

£1431

Buharı, megazî 29; şehâdât İ 8; Müslim, imara 91; İbn Mace, hudûd 4; Ahmed b. Hanbel II, 17.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/87.



[144]

Yukarıdaki hadisin diğer kaynaklarında bu rivayet ayrı bir hadis olarak değil, önceki hadisin peşinde ta'lik olarak verilmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/87.
[145]

Ahd-i Kadîm, Teşriiye 20/ 10-15.

[146]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/87-90.

[HZl

Tirmizi. hudûd 20; Nesai, katu's-sarik 16 Ahmed b. Hanbel, IV, 181.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/90.
[148]

Mergnıânî, el-Hidaye, II, 103.

[1491

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/90-92.

rışoı

Şüphe ravidendir.

[Mü

Şüphe ravidendir.

[1521

İbn Mace, fıten 10.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/92-93.
£1531

Bu hadisler için bk. Zeylâî, Nasbu'r-Râye, III, 366, 367.

£1541

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/93.

£1551

Nesai. katu's-sârık, 15.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/934-95.
£156]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/95-97.

£157]

Tirmizi, hudûd, 17; Nesai, katu's-sarık 18; İbn Mace, hudud 23; Ahmed, b Hanbel,VI, 19.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/98.
11581

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/98.

11591

Bu bab'a Concordance'da numara verilmemiştir.

£1601

İbn Mace. hudûd 25.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/99.
£161]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/99.

£1621

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/99.

£1631

Nisa (4) 15.

£1641

Nisa (4) 16.

H651

Nur, (24) 2.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/99-100.
£1661

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/100.

£167]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/100-101.

£1681

Müslim, hudud 3; Tirmizi, hudud 8; İbn Mace, hudud 7.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/101.
£1691

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,

£170]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,

rnıı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,

£172]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,

T1731

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,

11741

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,

£175]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,

£176]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,



Şamil Yayınevi: 15/101-102.
Şamil Yayınevi: 15/102.
Şamil Yayınevi: 15/102-103.
Şamil Yayınevi: 15/103-104.
Şamil Yayınevi: 15/104-105.
Şamil Yayınevi: 15/105-106.
Şamil Yayınevi: 15/106.
Şamil Yayınevi: 15/106-107.



mu

İbn Mâce, hudûd 34.

£178]

Basra İle Küfe arasında, Haccac tarafından inşa edilmiş olan bir şehirdir.

£1791

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/107-108.

£180]

İbn Kudâme, el-Muğnî, X, 348.

£181]

İbn Kudâme, el-Muğnî, IX, 348.

£182]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/108-1 10.

£1831

Buhâri; hudûd 30. 3 1 Tirmizi; hudûd 7; Müslim; hudûd 15; İbn Mâce, hudûd 9.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/110.
£184]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/110-1 12.

£185]

Bu baba Condordance'da numara verilmemiştir.

£186]

"İncik" diye terceme ettiğimiz "vazîf kelimesine Kâmus'da "atın veya devenin topuğu ile dizi arasındaki kemik" denilmektedir. Nihâye'de ise
devenin ayağına vazîf denildiği bildirilmektedir.
£187]

Buhârî, hudûd 26. 27; Müslim, hudûd 22. 23 Ahmed, V, 262, 265.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/1 12-113.
£188]

Bazı nüshalarda "liyestetîbe" şeklindedir.

£189]

Buharı, hudûd 26, 27; Müslim, hudûd 16.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/113-115.
£190]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/115.

£191]

Buradaki "in" edatının nâfıye olması da mümkündür.

£192]

Müslim, Hudûd 17,18; Dârimi, hudûd 12 Ahmed V, 86,87,102,103.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/115-116.
£1931

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/116.

£194]

Yukarıdaki rivayette geçen, ve "az süt diye" terceme ettiğimiz kelime.

£195]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/116.

£1961

Müslim, hudud 19; Tirmizi, hudûd 4.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/117.
£197]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/117.

£198]

Buharî, hudûd 28 Ahmed, I, 280, 289, 325.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/117-118.
£199]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/1 18-120.

r2ooı

Bu ve önceki hadisi Ebû Davud'a Hasen b. Ali rivayet etmiştir. Hasen b. Ali, önceki rivayeti Abdurrezzak'tan, bunu da Ebû Asım'dan almıştır.
Ebû Asım'ın rivayetinde, Abdurrezzak'mkinden fazla olarak metindeki rivayet vardır.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/120.
£201]

Buhârî, hudûd 22, 25, 29; Tirmizi, hudûd 5; Müslim, hudûd 16; Nesâî, cenâiz 63; İbn Mace, hudûd 9; Darimi, hudûd 13. - Hadisi, Musannıfa Ebû
Kâmil ve Ahmed b. Menî' Rivayet etmişlerdir. Bundan sonraki kısım Ebû KâımT'in rivayetindendir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/120-121.
r2021

Buhari'nin rivayetinde "Cenaze namazını kıldı" denilmektedir. Babın sonundaki izah esnasında mesele ele alınacaktır.

12031

Müslim, hudud 20; Ahmed, III, 62.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/121-122.
£2041

Rivayette söz konusu edilen zât, Mâiz'dır.Münziri, bu hadisin Mürsel olduğunu söyler. Çünkü, sahâbi ravİ anılmamıştır.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/122.
£2051

Müslim, hudud 22. Rasûlullah Mâız'ın sarhoş olup olmadığını anlamak için ağzını koklamıştır.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/122.
r2061

Gâmidiye diye meşhur bir kadındır. Zina edip, ikrarda bulunmuş ve recmedilmiştir. Bu hanımla ilgili haber 4442 numara da gelecektir.



[207]

[208]
[209]
[210]

um

[212]
[2j3]
[214]
[215]
[216]
[217]
[218]
[219]
f2201



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/122-123.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/123.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/123-125.

Sahabidir. Elli yaşında müslüman olmuştur. Künyesi Ebu'l-AIâ'dır. 120 sene yaşamıştır.

Ahmed, 111,479.



Şerhi,


Şamil Yayınevi:


15/125-


■127.


Şerhi,


Şamil Yayınevi:


15/127.




Şerhi,


Şamil Yayınevi:


15/127.




Şerhi,


Şamil Yayınevi:


15/128.




Şerhi,


Şamil Yayınevi:


15/128.




Şerhi,


Şamil Yayınevi:


15/128-


■129.


Şerhi,


Şamil Yayınevi:


15/129.




Şerhi,


Şamil Yayınevi:


15/129-


130.



Müslim, hudûd 24; Tirmizi, hudûd 9; Nesâi, cenâiz 64; Ibn Mâce, hudûd 9; Dârimî, hudûd 17; Ahmed b. Hanbel, IV, 430, 435, 437, 440.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/130-131.
[221]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/131.

T2221

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/131.

[223]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/132.

[2241

Müslim, hudûd 23;Dârimi. hudûd 17:Ahmed. B. Hanbel V, 348.

[225]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/132-133.

f2261

Osman, Ebû Davud'un hocasıdır. Sanki Ebû Davud bu hadisi hocasından okurken anlayamamış da, orada birlikte bulunduğu bir adanı ona
anlatmıştır.
T2271

Bu kısım bazı nüshalarda mevcut değildir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/133-134.
f2281

Ahmed b. Hanbel, V, 43.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/134.
f2291

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/134-135.

T2301

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/136.

[231]

Dahhak el-Eslemî'nin oğludur. Şamlılardan sayılır.

f2321

Buhârî, Ahkâm 39; Sulh; eymân ve'n-nûzûr 3; hudûd 30, 34; Müslim, hudûd 25; Tirmizi. hudûd 8; Nesâi. kudât 22; tbn Mâce hudûd 7; Dârimî,
hudûd 12; Mâlik, hudûd 6; Ahmed. b Hanbel, III. 1 15, 1 16
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/136-137.
[233]

Bakara 2:178.

[234]

Bakara 2: 183.

[235]

Nisa 4: 24.

[2361

Nisâ4: 16.

[237]

Nisa 4: 15.

T2381

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/137-139.

[239]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/139.

[240]

Aslen Yahudi idi. Benû Kaynuka kabilesine mensuptu; müslümanlığı kabul etmiş ve ensâr'a yardım etmiştir. Rasûlullah tarafından Cennetle



müjdelenmiştir. H.49 tarihinde Medine'de vefat etmiştir.
[2411

Bu adamın Abdullah b. Sûryâ olduğu rivayet edilir.

[242]

Buharı, hudüd 37, menâkıb 26; Müslim, hudûd 26; Tirmizi. hudûd 10; Mâlik: Hudûd 1,
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/139-140.
[243J

Müslüm. hudûd: 28; İbn Mace. hudûd 10.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/140-141.
12441

Metinde âyetin tamamı yer almamıştır. Ancak biz manânın bozulmaması için tamamının meâüni verdik.

[2451

Mâide (5)41-47.

[2461

Mâide sûresinin 41 - ilâ 47 ayetleri, bu hadise üzerine inmiştir. Ancak metinde tamamı yer almamış sadece işaret edilmiştir.

[2471

Müslim, hudûd 28; İbn Mâce 10. Bu babın ilk hadisinde geçen olay kastedilmektedir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/141-143.
[2481

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/143-144.

[2491

Hadis, Ebû Davud'a bir kaç kanaldan gelmiştir. Bunlardan birisi Macmer vasıtasıyla gelendir.

[2501

İbn Hacer'in dediğine göre, tecbihinin bu izahı Zührî'ye aittir.

[25J1

Mâide(5)44.

[2521

Bu hadisin isnadında Müzeyne'den bir adam var. Hattâbî onun bilinmediğini söyler.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/144-146.
[253J

Mâide(5)42.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/146-147.
[2541

îsnadda mechûl bir adam var.

[2551

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/147-148.

[2561

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/148.

[2571

Bu iki rivayet mürseldir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/148.
[2581

Müslim, hudûd 28. Bu hadis, Lü'lüî'nin rivayetinde mevcut değildir. İbnü'l-Arâbi ve İbn Dâse'nin rivâyetindendir. Bunu Ebu'l-Kasim ed-Dimeşkî'
zikretmemiştir.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/148.
[2591

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/148-149.

[2601

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/149-150.

[261]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/150-15 1.

[2621

Tirmizi, ahkâm 25; Nesâî, nikâh 58;İbn Mâce, hudûd 35; Dârimî, nikâh 4.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/151.
[263J

Nisa (4) 22.

[2641

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/151-153.

[2651

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/153.

12661

Tirmizi. hudûd 21; İbn Mâce, hudûd 8; Nesâî, nikah 70; Dârimî, hudûd 20.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/154.
[2671

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/154-155.

12681

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/155-156.

[2691

Nesâî. nikâh 70; Ahmed, III, 476.

12701

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/156.

[2711

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/156-157.



T2721

İbn Mâce. hudûd S: Had. No: 2552.

[273]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/157-158.

[274]

Tirmizî, hudûd; 24 İbn Mace. hudûd 12.

[275J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/158-159.

[2761

Musannif Ebû Davud, bu rivayeti ile Asım'm rivayet ettiği, hayvanla ilişkide bulunana haddin olmadığını bildiren hadisin (n: 4465), Amr b. Ebî
Amr'ın rivayet ettiği ve böyle birisine haddin gerekliliğini bildiren hadisi (no: 4464) zayıflattığına işaret etmek istiyor. Ancak, bu ta'likm yeri burası
değil, bundan sonraki babtır.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/159.
[2771

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/159-160.

[2781

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/160-161.

[2791

İbn Mâce, hudûd 13; Tirmizî, hudud 23,24; Ahmed I: 217, 269, 300.

T2801

Bu cümle, nüshaların çoğunda yer almamıştır.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/161-162.
[281]

Tirmizi, hudud 23.

T2821

Bu kayıt bazı nüshalarda barada yer almamıştır. Bilindiği gibi bu cümle 4463 no'lu hadisin sonunda da geçti. Orada işarcl edildiği gibi asıl yeri
burasıdır.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/162.
12831

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/162-164.

[2841

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/164.

[2851

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/164-165.

[2861

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/165-166.

[2871

Hud (1 1)1 14- âyetin devamı şu şekildedir: "Şüphesiz ki iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt kabul edenlere bir hatırlatmadır."

12881

Müslim, Tevbe, 42; Tirmizi, tefsir sûre 1 1 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/166-167.
f2891

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/167.

12901

Buhari, hudud 35; buyu 13; Müslim, hudûd 32; Tirmizi,hudûd 8; İbn Mâce, ika-metu'l-hudûd 14 Nesai, kusuf 11; Dârimî, hudûd 18; Mâlik,
hudûd 14.
[291]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/167-168.

[2921

Müslim hudud 30; İbn Mace 14; Ahmed b. Hanbel II, 376.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/168.
12931

Buhari, hudud 36; Müslim, hudûd 30; Ahmed b. Hanbel. II. 249, 494.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/168-169.
[2941

Nisa (4) 25.

[2951

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/169-170.

[2961

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/170-171.

f2971

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/171-172.

12981

Sad (38)44.

12991

İbnu'l - Humam, Şerhli Fethı'l - Kadir, V, 29.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/172-173.
13001

Tirmizi, tefsir 24; İbn Mace. hudud 15; Ahmed b. Hanbel, VI, 30,35.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/173.
[30U

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/173-174.

[3021

Münafıkların reisidir.



13031

Yusuf (13) 18.

[3041

Nur (24) 1 1 . Hz. Aişe hakkında inen ayet sayısı ondur.

13051

Nur (24) 20.

13061

Nur (24) 22.

T3071

Buharı, şehadet, 14.

13081

Nur (24) 4.

13091

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/174-180.

HM

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/180.

[3Ü1

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/180.

[3121

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/180-181.

[3131

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/181-182.

[314]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/182.

[3151

Hattabî, Hz. Peygamber (s.a)'in adama hiçbir ceza vermeyişini şöyle izah eder: "Muhtemeldir ki adam Abbas'm evine sığındıktan sonra, içki
içtiğini ikrar etmemesi ve içtiğine dair adil şahitlerin bulunmaması sebebiyle Rasûlullah onu cezalandırma cihetine gitmemiştir. Adam yokla yalpa
yaparken görülmüş ve sarhoş zannedilmiştir. Ama onun bu hali başka bir sebepten olabilir. Efendimiz de meseleyi araştırmamıştır."
[3161

Musannifin bundan maksadı İbn Abbas ve tkrime'dir. Çünkü diğer raviler Medine dışındaki şehirlerdendirler.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/182-183.
[317]

Buhari, hudud 5; Ahmed, b. Hanbel, II, 300, 350.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/183-184.
[318]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/184.

[319]

Müslim, hudud 35, 36; İbn Mace, hudud 16, Ahmed b. Hanbel, III, 115, 180.

13201

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/184-185.

13211

Hz. Osman (r.a)'ın kölesidir.

13221

Müslim, hudud 38; İbn Mace, hudud 16.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/185-186.
[3231

"Onun cefasını, sefasını sülüne yükle" 1 diye terceme ettiğimiz cümle, Araplar arasında bir darb-ı meseldir.

[32£

Hadisi Hz. Ali'den nakleden zat.

13251

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/186-187.

13261

Hucûrat, 6.

13271

Sahih-i Müslim, Terceme ve Şerhi, VIII, 387.

13281

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/187-191.

13291

Tirmizi, hudud 15; ibn Mace, hudud 17; Nesai, eşribe 42.

13301

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/191.

[33J1

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/191.

[3321

İbn Mace, hudud 17; Nesai. eşribe 42.

[3331

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/192-193.

[3341

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/193-194.

13351

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/194-196.

[3361

Buhari. hudud 4: Müslim, hudud 39; İbn Mace, hudud 16.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/196.



[337]

Bk. 4480 no'Iu hadisin izahı.

T3381

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/196-197.

13391

Ravinin maksadı, hadiseyi o anda görüyormuş gibi hatırladığını ifade etmektir.

[340]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/197-198.

[3411

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/198-199.

[342]

Bu hadis Lü'lüînin rivayetinden değildir. İbıı Dâsc'nin rivayetindendir. İbn Ebİ Hatim: "Bu hadisi babamave Ebu ZürVya sordum, 7Ü1 " 1 .;' bunu
Abdurrahman b. Ez-her'den işitmedi, dediler.
[3431

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/199-200.

[3441

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/200.

[3451

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/200-201.

[3461

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/201.

[3421

Buhari. hudûd 42; Müslim, hudüd 40; Tirmizi. hudud 30, İbn Mace, hudûd 32; Darimî. hudûd II: Ahmed b. Hanbel. 111. 466; IV, 45.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/201.
[348]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/201-202.

[3421

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/202.

[3501

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/202-203.

LMİİ

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/203-204.

[352]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/204-206.

[353]

Bu bab bazı nüshalarda mevcut değildir. Bazılarında da Tu'zir babından daha öncedir.

[354]

Müslim, birr 13; Ahmed b. Hanbel II. 509.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/206.
[355]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/206.



30.HÂMAMLAR BÖLÜMÜ

1. Musa B. fsmail'in Rivayeti

(Hamamlarda) Soyunmak Yasaklanmıştır
2. Soyunma Hakkında Gelen Hadisler



30.HÂMAMLAR BÖLÜMÜ



1. Musa B. İsmail'in Rivayeti

4009... Aişe (ranha)'dan rivayet olunduğuna göre; Resulullah (s.a.v), (önceleri)
hamamlara girmeyi yasaklamış, sonra erkeklerin peştemalli olarak oralara girmelerine

m

izin vermiştir.

4010... Ebu'l-MelîlVden rivayet olunmuştur; dedi ki:

Şam halkından bazı kadınlar Aişe (ranha)'nm yanma geldiler. (Hz. Aişe onlara):
"Siz kimlerdensiniz?" diye sordu.

"Şam halkmdamz, cevabını verdiler. (Bu cevabı alan Hz. Aişe):
"Herhalde siz, kadınları hamama giren şehrin halkın dansınız, dedi.
"Evet, cevabını verdiler. (Bunun üzerine Hz. Aişe):
"Şunu iyi bilin ki ben Resulullah (s.a.v)'ı

"Kendi evinin dışında bir yerde elbisesini soyan bir kadın yoktur ki, Allah ile kendi

121

arasındaki perdeyi yırtmış olmasın. "

Ebu Davud dedi ki: Bu hadis (in metni) Cerir'indir, ve bu metin (Muhammed îbn
Müsennâ'nm rivayet ettiği metinden) daha geniştir. Aynca Cerîr (bu hadisin senedinde
bulunan) Ebu Melîh'i anmamıştır. (Ebû Melih'i atlayıp) "Resulullah (s.a.v) buyurur ki"

diyerek doğrudan doğruya Hz. Peygamber' den rivayet etmiştir.

4011... Abdullah b. Ömer'den rivayet olunduğuna göre; Resulullah (s.a.v) şöyle
buyurmuştur:

"Size acem ülkesini fethetmek müyesser olacaktır ve sizler orada hamam denilen (bir
takım) evler bulacaksınız. Sakın oralara erkekler peştemalsız olarak girmesinler.
Kadınların da oraya girmelerini önleyiniz. Ancak hasta ve lohusa olan kadınlar

141

müstesna"
Açıklama

Meyazir: Göbek ile diz kapağı arasını örten peşte mal anlamına geıen "mi'zer"
kelimesinin çoğuludur. Hadis sarihlerinin açıklamasına göre bu hadis-i şeriflerde
anlatılmak istenen mana şudur:

Hz. Peygamber, hasta ve lohusa olmaları dışında kadınların hamama girmelerine asla
izin vermemiştir. Çünkü el, yüz , ayak müstesna kadmlaılarm her tarafı avrettir. Bir
zaruret olmadıkça avretlerini açamazlar. Ancak tedavi maksadıyla veya lohusalık
halinden kurtuldukları için hamama girmeleri gerektiğinde ya da cünüplükten
kurtulmak için suya girmeleri icap edip de şiddetli soğuk sebebiyle evde su ısıtıp
yıkanmaları mümkün olmadığında ya da soğuk su ile yıkanmalarının büsbütün tehli-
keli olması halinde hamama girmelerine izin verilmiştir.

Erkeklerin hamama girmelerine ise, göbekleri ile diz kapaklan arası örtülü olmak
şartıyla izin verilmiştir.



Zaruret icabı hamama girmek durumunda kalan kadınların da avret mahallerini
başkalarının görmesi mümkün olmayacak şekilde örtünmeleri şarttır. Aksi takdirde
erkeklerin de mazereti olan kadınların da hamama girmeleri caiz olmaz.
4011 numaralı hadisin metinindeki "Allah ile kendi arasındaki perde" cümlesinde
geçen perdeden maksat, Allah'ın o kadının günahlarını kullarından gizlemek üzere o
günühlar üzerine çektiği perde olabileceği gibi, Allah'ın kadını hesaba çekmemek için
bazı günahlarının üzerine çektiği perde de olabilir. Binaenaleyh bir kadının zaruretsiz
olarak hamama girmesi halinde, ya Allah onun şimdiye kadar kullardan gizlediği
günahlarının üzerinden perdeyi kaldırarak ifşa etmek sudetiyle kadını dünyada rezil ve
rüsvay eder ya da ahirette bir daha hesaba çekilmemesi için perdelenmiş olan
günahlarından da hesaba çeker.

Bazılarına göre bu perdeden maksat kadınların örtünmek üzere ernrolundukları
örtülerdir. Evin dışında bir yerde soyunan kadın bu örtüyü bir tarafa atmak suretiyle

[51

Allah'ın emrine karşı gelmiş olur.
Bazı Hükümler

1. Erkeklerin göbekleri ile diz kapağı arası kapalı olmak şartıyla hamama girmeleri
caizdir. Aksi takdirde haramdır.

2. Kadınların mazeretsiz olarak hamama girmeleri caiz değildir.

161

3. Mazeretsiz olarak hamama girmek isteyen kadını menetmek caizdir.

121

(Hamamlarda) Soyunmak Yasaklanmıştır
4012... Ya'lâ'dan rivayet olunduğuna göre;

Resulullah (s.a.v). kırda peştemalsiz olarak yıkanan bir adam görmüş ve minbere çıkıp
Allah'a hamd ve senada bulunduktan sonra:

"Muhakkak ki Aziz ve Celîl olan Allah utangaçtır, (ayıplara) kapalıdır, utanmayı ve

[81

örtünmeyi sever, Binaenaleyh biriniz yıkandığı zaman örtünsün" buyurmuştur.
Açıklama

Hâyiyy: Utangaç, haya sahibi demektir.

Bilindiği gibi haya (utanma) insanda ayıplanma ve kötülemne korkusundan doğan bir
tepkidir.

Allah, Organizmada meydana gelen bu gibi tepkilerden ve arizi hallerden
münezzehtir. Bu bakımdan organizmada görülen bu gibi ârizi hallerin Allah için söz
konusu olmaması gerekir.

Öyleyse hadis-i şerifte geçen "utangaç" kelimesinin açıklığa kavuşturuması gerekir.

Bu mevzuda hadis sarihleri şöyle diyorlar:

Utanma duygusunun insan üzerinde iki çeşit tesiri vardır:

1- Bu duygu içerisine giren insanın vücudu üzerinde meydana gelen değişiklikler
kızarma, bozarma, rahatsızlanma, mahcub olma gibi değişikliklerdir. Bunlara



utanmanın meydana getirdiği ilk tesirler diyoruz.

2- Bu mahcubiyete sebep olan fıiil ve davranıştan uzaklaşmak. Utanmanın bu ikinci
te'sirinede nihâi te'sir diyoruz.

İşte bu tesirlerden birincisi Allah için muhaldir. Allah, muhcubiyetten ve mahcubiyetle
ilgili organik ve psikolojik hallerden münezzehtir.

Ancak Allah için utanmanın neticesi olan hal, yani utanmayı gerektiren işlerden

uzaklık söz konusudur. İşte burada Allah'ın utangaçlığından maksat budur.

Metinde geçen "sittîr" kelimesi İsm-i fail ve ismi mefül manalarına gelebilir, tsfn-i fail

manasında kullanılmış olduğu kabul edilirse, günahları ve ayıplan örtücü anlamına

gelir. Bu durumda " Muhakkak ki Allah (günahları) örtücüdür" anlamına gelir.

Eğer ims-i Meful manasında kullanıldığını kabul edersek "Muhakkak ki Allah her

türlü ayıp ve kusura karşı kapalı ve örtülüdür." anlamına gelir.

Metinde geçen "örtünsün" kelimesi vücub ifade eden vehükmü bütün fertlere şamil
olan bir kelimedir. Bu bakımdan mezheb imalarına göre, insanların bulunduğu
yerlerde yıkanmak isteyen kimselerin yıkanırken insanlardan gizlenmesi farzdır.
Tenha yerlerde avret mahalli açık yıkanması caiz olmakla birlikte avret mahalini
kapatarak yıkanması müstehaptır. Nitekim cumhuru ulema Musa ve Eyyub (a.s)'m da

[21

tenhada çıplak olarak yıkanmalarını ifade eden Buharı hadisine bakarak bir

um

kimsenin tenhada çıplak olarak yıkanmasının caiz olduğunu söylemişlerdir.
4013... Bu hadis (bir de) Ya'la'dan bir başka senetle rivayet olunmuştur.



Ebu Davud dedi ki; Önceki (senetle gelen rivayet) daha geniştir.

4014... (Suffe ashabından olan Abdurrahmân b. Cerhed'in) babasından rivayet
olunmuştur; dedi ki:

Benim uyluklarım açık bir halde iken Resulullah (s.a.v) (gelip) yanimıza oturdu ve
(bana);

Lİ2] Ü3J
Uyluğun avret olduğunu bilmiyor musun?" dedi.

4015... Ali (r.a.)îdan rivayet edildiğine göre; Resulullah (s.a):

"Uyluğunu açma, dirinin veya ölünün uyluğuna bakma" buyurmuştur Ebû Dâvûd dedi

£141

ki: Bu hadiste münkerlik vardır.
Açıklama

İnsan vücudunda başkası tarafından görülmemesi için gizlenmesi gereken yerlere
"avret" veya "avret mahalli" denir. Bu hadis-i şerifler, uyluğun da avret mahalli
olduğunu ifade etmektedir. Avret, "avret-ilgaliza" ve "avret-i hafife" olmak üzere iki
kışıma ayrılır.

1151

Diz hakkındaki avret hükmü, uyluk hakkındaki avret hükmünden daha hafiftir.
Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifi Tirmizi iki ayrı senetle rivayet etmiş ve



bunlardan birisi hakkında "bu hadis basendir" tabirini, diğeri hakkında ise "hasen-
garib" tabirini kullanmış ve "Bu babda Ali ve Muhammed b. Cahş (r.a)'dan da hadis
rivayet edilmiştir. Abdullah b. Cahş'm kendisi de, oğlu da sahabidir" demiştir.
İmam Tinnizi'nin, "Hz. Ali'den rivayet edilmiştir" dediği hadis, mevzumuzu teşkil
eden 4015 numaralı hadis-i şeriftir.

Mühanımed b. Cahş'dan rivayet edildiğini söylediğini hadis ise, "Resülullah (s.a.v) bir
gün Ma'mer'e uğramıştı, Ma'mer uylukları açık olarak oturuyordu. Bunun üzerine; "Ey

[161

Ma'mer, uyluklarını ört. Çünkü uyluklar avrettir" buyurdu. mealindeki hadis-i
şeriftir.

İmam Ahmed, buhadisi-i şerifi Miisned'inde Hz. aişe'den şu manaya gefen.
lafizlarla. rivayet etmiştir: "Peygamber (s.a.v) uyluğu açık olarak (evinde) oturuyordu.
Derken Ebu Bekir (r.a) giriş için izin istedi ve Hz.Peygamber bu halinde iken onu
kabul etti. Sonra Ömer izin istedi, onu da bu haliyle kabul etti. Sonra Osman giriş

im

müsadesi isteyince, Resülullah (s.a;v)-elbisesinin eteğini aşağıya indirdi.

Görülüyor ki, bu hadis-i şeriflerden bir kısmında uylukların mutlak kapatılması

gerektiğinden bahsedilirken, bir kısmında da Hz. Peygamber'in uylukları açık olarak

evinde oturduğu ve yine bu halde misafirlerini kabul ettiği ifade ediliyor.

Nitekim Buhari'nin Enes'den rivayetinde de Hz. Peygamber'in uyluğu görünecek

1181

şekilde izarmı kaldırdığı ifade edinilmektedir.

Bu farklı rivayetler hakkında İmam Buhari şöyle diyor: "Enes'in rivayeti senet
yönünden çok güzeldir. Fakat diğer rivayetlerle gelen hadisler de takvaya daha
uygundur. Hadisleri bu şekilde anlamak surtiyle aradaki

£191

ihtilafı kaldırmak mümkündür."

İmam Kastelânî'nm açıklamasına göre, tabiin ulemâsının büyük çoğunluğu ile Ebu

Hanife, İmam Malik'in en sahih olan görüşlerine göre uyluk avrettir. İmam Şafii ile

İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed de bu görüştedir. Ancak İbn Ebî Zîb ile Dâvud

ez-Zâhirî, el-İstahâri, İbn Hazm uyluğun avret olmadığını savunmuşlardır.

İmam Kestâlanfnin açıklamasına göre, İmam Şafii ile İmam Ebu Hanife arasmraki

ihtilaf uyluğun avret olup olmadığında değil, diz kapağının avret olup

olmamasmdadır.

AIiyyül-Kari'nin dediği gibi göbeğin avret olmadığında bütün mezhep imamları ittifak
etmişlerdir. Diz kapağına gelince, İmam Ebû Hanife ile Şâfıilerden bazılarına göre
avrettir. İmam Şafii ile İmam Mâlik ve Ab-med'e göre avret değildir.
Uyluğun avret olduğunu kabul edenlere göre, Hz. Peygamberin bazen uyluğu açık
olarak oturması isteyerek olmamıştır. Farkında olmadan eteğinin açılması neticesinde
olmuştur. Nitekim Hz. Enes'in diz kapağının Hz. Peygamber'in uyluğuna değdiğini

i2oı ^ ^ mı

ifade eden hadis-i şerif de buna delalet etmekledir. Ancak bazıları Enes
hadisinin, uylukların avret-i hafife okluklarına delalet ettiğini, Hz. Peygamber'in bu

[221

sebeple Enes'in uyluğuna dokunmasına izin verdiğini söylemişlerdir. Nitekim İbn
Kayyim el-Cevziyye de; uylukları açmanın yasaklandığını ifade eden hadislerin
uylukların avret olduğuna, onların açılabileceğini ifade eden hadislerin de avret-i



hafife olduklarına delalet ettiklerini söylemekle bu hadisler arasındaki tearuzu

[23]

kaldırmanın mümkün olduğunu ifade etmektedir.

Musannif Ebû Dâvûd 4015 numaralı hadisi, senedinde Asım b. Dam-re bulunduğu
için münkerlikle nitelendirilmişse de 4012-4014 numaralı hadislerle destelenerek

[24]

zayıflıktan kurtulduğu için Sünen'ine almıştır.
2. Soyunma Hakkında Gelen Hadisler

4016... el-Misver b. Mahreme'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Ağır bir taş
taşıyordum, taşıyıp giderken (etekliğim çözülüp) peştema-lim düşüverdi. Bunun
üzerine Resulullah (s.a.v) bana (hitaben);

1251

"Elbiseni al, (halkın karşısında) çıplak geçmeyiniz" buyurdu.

4017... Bühz b. Hakîm'in dedesi (Muaviye, b. Hayde)'den rivayet olunmuştur;) dedi ki:
(Hz Peygamber'e);

"Ey Allah'ın Resulü, avret yerlerimizin neresini örtüp neresini (açık) bırakacağız? diye
sordum.

"Karından ve sahip olduğun cariyenden başkasından avredini koru" buyurdu.

Ey Allah'ın Resulü, bir topluluk birbirlerinden (oluşan yakın akrabadan) ise (yine) de

(hüküm böyle midir?) dedim.

"Avretini hiçbir kimsenin görmemesine gücün yetiyorsa (gücünü kul-landa) onu kimse
görmesin" buyurdu.

Ey Allah Resulü, birimiz yalnız başına olunca da (yine hüküm böyle
midir)? dedim.

[261

"Allah kendisinden utanılmaya insanlardan daha müstehaktır", buyurdu.

4018... Abdurrahman b. Ebî Saîd el-Hudrînin) babasından rivayet olunduğuna göre;
Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Erkek erkeğin avret (yer) ine bakamaz. Kadın da kadının avret (yer) ine bakamaz.
(Aralarında bir engel olmadan) bir erkek bir elbise içerisinde diğer bir erkek (in tenin)
e dokunamaz. Kadın da bir elbise içerisinde diğer bir kadın (in tenin)e dokunamaz.
[271

4019... Ebû Hureyre'den rivayet olunduğuna göre; Resulullah (s.a.v): "Erkek erkeğe,
kadın da kadına (çıplak iken) dokunamaz. Ancak çocuğuna veya babasına
dokunabilir" buyurmuştur. (Ebû Hureyre) dedi ki: (Resulullah (s.a.v), baba

[28]

kelimesinden sonra) üçüncü bir kelime daha zikretti ama onu unuttum.
Açıklama



Her ne kadar bu babdaki hadis-i şeritler, bir önce ki babın devamı gibi görünüyorlarsa



da aralarında şöyle bir fark vardır: Bir Önceki babda geçen hadis- şerifler, kişinin
avret mahallini isteyerek açması ile ilgili hadislerdir. Bu babdaki hadisler ise kişinin
avret mahallinin isterniyerek ve elinde olmayarak açılmasıyla ilgilidir.
Bu babdaki hadislerde geçen emir ve nehiyler bir kişiyi hedef almış gibi görünmekle
beraber, aslında bu emir ve nehiyler bir kişinin şahsında tüm müslümanları hedef
aldıklarından hükümleri bütün müslürnalara şamildir. Çünkü her ne kadar Hz.
Peygamber'in bu emir ve nehiyleri yönelttiği şahıs bir kişi ise de, bu emir ve
nehiylerin yöneltilmesine sebep olan sorular tüm müslümaları içine alan çoğul
sığalarından (kalıplarından) oluşan sorulardır. Böyle genel muhtevalı sorulara verilen
cevapların hükmü de genel olur.

Bineaneleyh bir kimsenin avret mahalli açık olarak halkın karşısında gezmesi
haramdır. 4017 numaralı hadis-i şerif kişinin avret yerini hanrmmdan veya
cariyesinden, kadının da avret yerini kocasından koruması gerekmediğini ifade
ettiğinden alimler, karı kocanın birbirlerinin avret yerlerine bakmalarını caiz
olduğunda ittifak etmişlerdir.

Ancak ulema, kişinin nikahlısının ferdine bakmasının sahih olup olmadığında ihtilaf
etmişlerdir. İmam Şafii Hz. Peygamber'in, Hz. Aişe'nin tercini hiç görmediğini ifade
eden hadisi delil getirerek eşlerin birbirlerinin terelerine bakmaksmm mekruh
olduğunu söylemiştir. Hâmillere göre ise bunda bir sakınca yoktur.
îmanrNevevi'nin açıklamasına göre ulema, bir erkeğin göğsüne bakmanın caiz
olduğunda ittifak etmişlerdir. Keza insanın göbeğinin üstüne ve diz kapaklarının altına
şahvetsiz olarak bakmak da helaldir. Fakat bakılan kişinin güzel yüzlü, tüysüz
kişilerden olmaması şarttır. Çünkü alışveriş yapmak gibi bir mecburiyet olmadan
böylesi kişilerin yüzüne veya vücudunun herhangi bir yerine şehvetli veya şehvetsiz
olarak bakmak haramdır.

Kişi şehvetle hanımından veya cariyesinden başka kimseye bakamaz. Şâfıiler, metinde
geçen "hanımından ve sahip olduğun cariyeden başka herkesten avredini koru"
mealindeki cümleye sarılarak, "kişi; erkek veya kadın, müdebber veya mukateb her
cinsten ve türden kölenin avret yerlerine bakabilir" demişlerdir.

Hanifılere göre ise. kişi sadece sahip olduğu cariyesinin avret mahalline bakabilir.
Erkek kölenin avret mahalline bakamaz. 4017 numaralı hadisin metninde .geçen "Bir
topluluk.birbirlerinden ise?) cümlesi, "topluluk birbirinin soyundan ise" anlamına
gelebileceği gibi, birbirlerinin cinsinden ise, yani hepsi de kadın veya erkek ise"
anlamına gelebilir.

Rasul-i Zişan Efendimiz bu somya verdiği cevapta, kişinin avret mahallini bunlara da
göstermemesi gerektiğini ifade buyurmuştur.

Yine aynı hadis-i şerifte kişinin tek başına olduğu zamanlarda bile avret mahallini
açmasının caiz olmadığı ifade ediliyorsa da kişinin tek başına olduğu zamanlarda bile
avret mahallini kapatması ile ilgili emrin hükmü vacib değil müstehabtır. Nitekim
(4012) numaralı hadisin şerhinde açıklamıştık.

4018 ve 4019 numaralı hadis-i şeriflerde, arada bir engel olmadan bir elbise içerisine
girmek, bir yatakta yatmak gibi yaklaşmalar sebebiyle iki erkeğin veya iki kadının
tenlerinin birbirine değmesinin haram olduğu ifade edilmektedir. Avret yerine bakmak
haram olunca dokunmanın haydi haydi haram olması gerekir.

Bir kadının diğer bir kadının avret mahallinin dışında kalan yerlerine dokunması
kerahat-i (tenzihiye ile mekruhtur. Fitne zamanlarında ise tah-rimen mekruhtur. Bu
hususda erkeklerin hükmü de kadınların hükmü gibidir.



4019 numaralı hadis-i şerifte açıklandığı üzere, kişi ancak karısının teni ile baliğ
olmamış çocuğunun tenine dokunbilir. Kişinin çocuğuna dokunmamasmm caiz
olması, çocuğun da babasının tenine dokunmasn anlamına geldiğinden hadis-i şerifte
ikisi birlikte zikredilmiştir.

Ebu Hureyre'nin unuttuğu, tenine dokunulmasına izin verilen üçüncü şahsın valide ya
da dede veya ebe olması gerekir. Çünkü bunların hükmü de babanın hükmü gibidir.
[291



m

İbn-i mace, edeb 38; tirmizi, zdeb 43: Darimi, isti'zan 23 Ahmed b. Hanbel III 339 VI. 132. 139 . 173. 179. 267.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/86.

m

Tirmizi, edeb 43; ibn-i mâce edeb 38: Dârimi, islizan 23; Ahmed b. Hanbel 41. 173. 199 267.362.

01

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/86-87.

[41

Tirmizi, edeb 43; ibn-i mace edeb, 38; Darimi istizar. 23; Ahmed b. Hanbel III 339. VI 136. 139. 267.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/87.
[51

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/87-88.

[61

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/88.

[21

Condance'de bu bâba numara verilmemiştir.

m

Ebû Davud vitr 23: Nesâi. gusl 7; Ahmed b. Hanbel IV 224.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/88-89.

[21

Buhârî gusul 20.
[101

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/89-90.

Lül

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/90.

[121

Ahmed b. Hanbel III 478.

r i3i

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/90.

[141

Ebû Davud cenaiz 28; İbn-i Mace cemaiz 8; Tirmizi Edeb 40; Ahmed b. Hanbel 1.146.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/90.

risı

Mehmet zihnî Nimet-i İslâm 293.

r i6i

Tirmizi, edeb 40; Ahmet! h. Hanbel 1,275 V 290, 479.

ri7i

Müslim, fedailü's sahabe 26; Ahmet b. Hanbel I. 71, VI 62, 155 . 288.

[İÜ

Buhârî Salât 12 Tirmizi edeb 40, Ahmed b. Hanbel.

r i9i

Buhari Salat 12.

[M

Buharî salat. 12; müslim nikâh 84, Cihat 120; Nesâî nikâh 19.

[211

Es - Sehar nefiri, Bezlü'l - Mechud XVI 341.

[221

El - Azimabadî, Avnu'l - ma'bud, XI. 55.

[231

El - Azimâbâdi, Avnu'l - Ma'bud XI, 55.

[241

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/91-92.

[251

Müslîm hayz 78.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/92-93.
[261

Tirmizi, edeb-20: Ahmed b. Hanbel. III-5.



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/93.
[271

Müslim Hayz/78, Nikâh/123, 124.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/93-94.
[281

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/94.

[291

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/94-96.



19. KİTABÜ'L HARAC-İMARE VE FEY
Halifede Aranan Şartlar:
Halifenin vazifeleri:
Halifenin Hakları:

1. Devlet Başkanı Halkın Hakkını Korumakla Mükelleftir

2. Yöneticilik t stemenin Hükmü

3. A'ma Bir İnsanın (Müslümanların Başına) Vali Olması Caizdir

4. (Devlet Başkanının Kendisine Bir) Vezir Edinmelinin Hükmü)

5. Bir Toplumun t dari İşlerini Yürütme Ve Haklarında Gerekli Bilgileri Toplayıp
Devlet Reisine Sunma Görevi

6. Katip Tutmak

7. Zekat Toplama Me'murluğu

8- Halîfe, (Ölürken) Yerine Birini Tayin Edebilirimi?)
9. Bey'at

9- 10. (Devlet) Memurların(In) Maaşı

10- 11. Memurların Hediye Alması

11- 12. (Devlet Hazinesinde Toplanan) Zekat Mallarına Hıyanet Etmek

12- 13. Devlet Başkanının Emri Altında Bulunan Halka Karşı Yerine Getirmesi
Gereken Görevleri [Ve Bu Görevi İhmal Etmesinin Hükmü]

13- 14. Harpsiz Olarak Ele Geçen Ganimetlerin Taksimi

14- 15. (Ölen Birinin Bıraktığı) Çocukların Geçimi

15- 16. Bir Kişiye Kaç Yaşında Olunca Harpte Ganimetten Pay Verilir

16- 17. Ahir Zamanda Bağiş Kabul Etmenin Çirkinliği

17- 18. Bağış (Veya Maaş Verilecek Asker)Ler (İçin Tutulan) Kayıt Defteri

18- 19. Rasûlullah (S.A.)'İn (Ganimet) Mallar(In)Dan Seçerek Alabileceği Hissesi

19- 20. Humus (Beştebir) Payın Ve (Hz. Peygamberin) Yakınlarının Hissesinin Sarf
Edilecekleri Yerler

20- 21.Hz. Peygamberin Ganimetler Paylaşılmadan Önce Ganimet Mallarından
Seçerek Alabileceği Payı

21- 22. Yahudilerin Medine'den Çıkarılması Nasıl Olmuştur?

22- 23. Nâdir (Oğulların)In Haberi

Kureyza Oğullarının Medine'den Çıkarılması:
Nâdir Oğullarının Medine'den Çıkarılışı

23- 24. Hayber Topraklarının Hükmü İle İlgili Hadisler

24- 25. Mekke'nin Fethine Dair Haber

Ebu Süfyan'a Tanınan Üstünlük Ve Mekkeli'lere Verilen Emân

25- 26. Taif in Fethi İle İlgili Haberler

26- 27. Yemen Topraklarının Durumu

27- 28. Yahudilerin Arap (Yarım) Adasından Çıkarılması

28- 29. Sev Ad (Verimli Irak) Toprağı İle Harp Zoruyla Fethedilen Bazı
Toprakların (Dağıtılmavıp) Bırakılması

29- 30. Cizye Almanın Hükmü
Ukeydir'in Yakalanışı:
Ukeydir'le Anlaşma Yapılışı
Ganimetin Bölüştürülüşü

Ukeydir'in Cizye Vermek Üzere Sulh Oluşu Ve Kendisine Emân Fermanı
Verilişi:

31. Mecusilerden Cizye Almak Meşrudur

30- 32. Cizyenin Toplanmasında Halka Zulmetmenin Hükmü

31- 33. Müslümanların Himayesinde Yaşayan Azınlıklar Ticaretle Uğraştıkları



Zaman Ondabir Vergi Öderler

32- 34. Müslüman Olduğu Sene İçinde Zımmîden Cizye Alınır Mı?

33- 35. Devlet Başkanı Müşriklerden (Gelen) Hediyeleri Kabul Edebilir

34- 36. (Devlet Başkanının) Toprakları Parselle(yip Tebaasına Bağışla)ması
Derindeki (Kapalı) Madenler

35- 37. Ölü Araziyi İhya Etme

36- 38. Haraç Arazisi(Ni Eski Sahibinden Alarak İçerisi)Ne Girmek

37- 39. Devlet Başkanının Yahut Da Halkın "Koru İlân Ettiği Arazinin Hükmü

38- 40. Rikaz (Ve Rikazın) Hükmü

Maden ve Rikazın Tarifi ve Hükümlerine Ait Dört Mezhebin Görüşleri:

39- 41. İçinde Mal Bulunan Eski (Milletlere Ait) Kabirleri Deşip İçindekileri
Çıkarmak



19. KİTABÜ'L HARAÇ -İMARE VE FEY



Haraç: Topraktan elde edilen mahsul demektir. Umumiyetle fetihten sonra
müslümanlarm, müslüman olmayanların ellerinde bıraktıkları toprak-dan alman
vergiye "harâc" denir.

Haraç toprakları, ya savaşla ya da anlaşma ile elde edilirler. Savaş ile fethedilen
topraklar, İslâm devletinin mülkiyeti altındadır. Bunlar umumiyetle sahipleri ellerinde
tasarruf hakkıyla bırakılır. Toprakların mahsullerinden verime göre yüzde elliye kadar
haraç vergisi alınır. Hz. Peygamber savaşla elde edilen Hayber topraklarına bu vergiyi
uygulamıştı. Hz. Ömer de fethedilen Irak ve Suriye topraklarmada aynı usulü takib
etmişti. Topraklar fatihler arasında dağıtılmamış böylece büyük toprakların ferdi
mülkiyet altına girmesine mani olunmuştur.

Antlaşma ile İslam devletine tabi olanların toprakları, onların ellerinde bırakılır.
Bunlara mülk haracı topraklar denir. Bunlar haraç ederler. Nitekim Fedek halkı Hz.
Peygambere gelip barış teklifinde bulunarak İslam hakimiyetini kabul etmişlerdi. Hz.
Peygamber de onlardan alman haracın hepsini konu harcamalarına tahsis etmişti.
Müslüman olmayanların herhangi bir şekilde iskân edildikleri topraklarla müslüman
olmayanların İslam devletinin izniyle ihya ettikleri topraklar da haraç topraklarıdır.
Haraç vergisi iki kısımdır:

1. Haraç-ı mukasseme: Mahsulden % 10-50 arasında alman vergidir.Her mahsulden
sonra verime göre değişen nisbetlcrde alınır.

2. Harac-ı muvazzaf: Birim toprak veya ağaç başına konan mükellefiyettir. Her yıl
için taksitle alınabilir.

Tabii âfetlere uğrayan topraktan haraç alınmaz. Fakat sahibi ekmeyip boş bırakırsa
haraç alınır. Teknik imkânsızlıklardan dolayı sahibi ziraat yapamıyorsa devlet toprağı
işletme yolları arar.

Haraç arazisinin sahibi İslam'ı kabul etse, bir müslüman harâc açazisİni satın alsa

m

hakim görüşe göre haraç vermeye devam eder.

Emirlik:-"Emir" bir kavmin bir yerin reisi yerinde kullanılan bir tabirdir.
Kamusta.bunun için şu malumat verilir. "Kebir" veznindedir. Bir-kavm üzerine

m

ferman reva (buyruk sahibi) olan âdeme denir.

Emirü'l-Mü'minin: Mü'minlerin beyi, müslümanlarm padişahı manâsına gelen bu tabir
aynı zamanda, Peygambefin halîfesi de demektir. Bu unvan ilk olarak Hz. Ömer'e
verilmiştir. Emevi ve Abbasî halîfeleri buna imtisalen "emirü'l Mü'minin" unvanını
aldıkları gibi Fatimîler de aynı unvanı kullanırlardı.

Bağdad'm sükutundan sonra (656/1258) şarkta küçük hükümdarlar da emirü'l-
mü'minin'in unvanını taşımağa başladılar, Mağribte bu unvan daha ziyade yayılmıştır.
Osmanlılar zamanında bilhassa hilafetin Osmanlı hanedanına intikalinden sonra
emirül mü'minin unvanı Osmanlı sultanlarına da verilmiş ve bu unvan saltanatın

IH

hilafetten ayrılarak lağvına kadar devam etmiştir.

Görülüyor ki emirül mü'minin tabiri halife anlamında kullanılmaktadır. Esasen halife
için çeşitli lakablar vardır. Halife için genel olarak şu isimler kullanılır. "Halife, imam

[41

emirül mü'minin" Emir kelimesi mutlak olarak kullanıldığı zaman ise ordu



kumandanı anlamına gelir. Bu emir üzerine gittiği bir ülkenin fethinde başarı
kazanırsa, bu ülkenin üzerine emir ve işlerini idare için bir vali tayin ederdi. Bu
bakımdan emirliği ikiye ayırabiliriz:



1. Medenî (sivil) emirlik 2. Harb emirliği

Halifelik: Halifelik, bir kimseden sonra gelip onun yerine geçmek, onu temsil etmek
demektir. Halîfe de yerine geçen, temsil eden, vekil peşinden gelen gibi manâlara
gelir.

Halîfe Kavramı: Kur'ân-ı Kerîm'e göre bütün insanlar, Allah'ın yeryüzündeki

* mı

halifesidirler, herşey onların emirlerine verilmiş, istifadelerine sunulmuştur.

Halîfe, Allah Teâlâ'nm bir ümmete hakimiyyet vererek bir çok milletleri onun

m

idaresine vermesi manasına da gelir.

Halifelik, en çok kullanılan şekli devlet için söz konusudur. Bu tip halifeliğe mazhar



olanları Kur'ân-ı Kerîm, daha çok halife, İmam, Melik ismiyle anmıştır.
Buna göre hatife, İslâm devletinin başkanı olmaktadır. Halifenin Allah'ı temsil etmesi
diğer fertlerin temsilinden farklı değildir. İslam Cemaati, onu Allah'ın cemaat olarak
kendilerinden istediklerini yerine getirmesi için, kendilerini temsil etmek üzere iş
başına getirmişlerdir.

Hz. Peygamber'in vefatından sonra İslam devletinin başkanlığına Hz Ebû Bekir
Halifetü Rasûlullah ismiyle getirilmiştir.

Bütün ehl-i sünnet, mürcie, şia ile haricilerin bir kısmı hilâfetin gerekli olduğu İslâm
esaslarına göre ümmeti idare eden adil bir imama, devlet başkanına itaatin vacib
olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Zira Allah Teâlâ Allah'a, Rasûlü'ne ve emir
(devlet) sahihlerine itaat etmeyi farz kılmıştır. Bundan başka Allah hiç bir kulunu
gücünün yetmeyeceği bir şeyle mükellef tutmaz. Oysa onu kullarından icrasını istediği
bir çok ahkâm vardır ki hiç kimse bunları tek başına yerine getiremez. Zulmü
önlemek, düşmanlarla savaşmak, hadleri tatbik etmek vs. bunlardandır. Bütün bunlar

m

cemaat adına onu temsil eden bir başkan tarafından yerine getirilebilir.
Halifede Aranan Şartlar:

1. Müslüman olmak,

2. Erkek olmak,

3. Akıllı ve baliğ olmak,

4. Bilgili olmak. Bilgili olmak bazı âlimlere göre ictihad gücünü gerektirir.

5. Adalet sahibi olmak. Buradaki adalet faziletli, vazifelerine bağlı her türlü küçük
düşürücü davranışlardan uzak olmak şeklindedir.

6. Yeterlilik. Bu devlet başkanlığı görevinin getirdiği ruh, beden ve irade gücüne sahip
olmaktır.

7. Sağlam olmak. Körlük, sağırlık, dilsizlik, elsiz ve ayaksız olmak gibi sakatlıkların
hilafet ehliyetine engel olduğu bazı âlimler tarafından ileri sürülmüştür.

[îoı

8. (ayrıca ilk Halifeler için) Kureyş'ten olma şartı vardı. Halifenin Tayini: Halife



birkaç yolla tayin edilebilir:

1. Seçim: Bu usul seçme ehliyetine sahib âlimler »hakimler, yüksek idareciler ve
halktan bir araya gelmeleri mümkün olanların seçilme ehliyetine sahib bir kimseyi



seçip ona biat etmeleridir. Hz, Ebö Bekir bu usulle halife olmuştur.

2. Istihlâf: Bunun sözlük manâsı halîfe kılmak, halîfe olmasını istemektir.
Istılahtaki manası, âdil olan halifenin müslümanlarm yararına halifelik ehliyetini
taşıyan bir kimsenin kendisinden sonra hâlife seçilmesini cemaatten istemesidir. Hz.
Ömer'in halifeliği Ebû Bekir'in istihlafıyla, bu usulle olmuştur.

İstihlâf usulü veliahdlik usulünden tamamen farklıdır.

3. Şura: Bu usulde halife, birkaç kişiyi tesbit ederek içlerinden birinin kendisinden
sonra hâlife olmasını ister. Onlar da halifenin ölümünden sonra halk ile de istişare
ederek içlerinden birini seçerler, halkın da ona biati ile halife seçilmiş olur. Bu usul
Hz. Osman'ın halifeliğinde uygulanmıştır.

4. tstilâ: Halifenin ölümünden sonra zor kullanarak halifeliği ele geçirmektir. Bu
usulün geçerli olabilmesi için iş başına gelenin hilafet şartlarına sahip olup barış ve
ikna yoluyla rakiblerini bertaraf etmesi gerekir. Bu da halifesiz kalmak, daha kötü
olacağından ruhsat yoluyla caizdir. İslam halifenin şura ve biat usulüyle ümmetin
çoğunluğunun rızasını alarak tayin edilmesini ister. Fakat bu biat ve rıza alma
hususunun hangi usulle olacağım kaideye bağlamamış bu konuda müslümanlar zaman
ve mekâna göre değişen en uygun usulü tercihte serbest bırakılmıştır.

Dört halife bu usullerle iş başına gelmişti. Nitekim Hz. Peygamber: "Halifelik otuz

£121

senedir, bundan sonraki saltanattır" buyurmuştur. Hz. Ali'den sonra işbaşına gelen
Muaviye bu usulü takib etmemiştir. Ondan sonra da İslam'da olmayan veliahdlik
müessesesi halifelik için bir usul olarak yerleşmiştir. Bu çığır Abbasî ve Osmanlılar
tarafından da takib edildiğinden Râşid halifeler devrindeki halife seçiminde geçerli
olan İslamî şura ve biat usulü ortadan kalkarak halifelik saltanata dönüşmüştür.
Bununla birlikte saltanat usulünün Kur'ân-ı Kerîm ve Sünnette yasaklandığına dair
hiçbir nas yoktur. Bunun İslâm'ın en çok istediği idare tarzı olmadığı râşid halifelerin

£131

tatbikatından çıkarılmıştır.
Halifenin vazifeleri:

1. İslamî esasları dış ve iç tesirlere karşı korumak,

2. İhtilâflar vukuunda şeriatin hükmünü icra etmek,

3. İç emniyeti sağlamak,

4. Cezalan tatbik etmek,

5. Dış güvenliği sağlamak,

6. İslama karşı olanlarla (onların ya müslüman ya da İslam devletine tabi olmalarını
temin maksadıyla) cihad etmek.

7. Devlet gelirlerini toplayıp gerektiği gibi sarf etmek,

8. Maaşları yeterli bir şekilde ve zamanında ödemek,

9. Yardımcı ve memurlarını iyi niyetli ve ahlâk sahibi emin kişiler arasından seçmek,

£141

10. Devlet teşkilâtını murakabe altında tutmak.



Halifenin Hakları:



1. Halifeye itaat etmek: Zira Kur'an'da şöyle buyurulmuştur: "Ey iman edenler Allah'a

İÜ]

itaat ediniz. Rasûliine itaat ediniz ve sizden olan emir sahihlerine de..." Bununla
birlikte itaat, Halife Allah'a itaat ettiği sürecedir. "Müslümana gerekli olan ister
istemez günah işlemekle emrolunmadıkça halifenin emrini dinlemek ve itaat etmektir.

[161

Günah işlemek emredüirse işte o zaman dinlenilmez ve itaat edilmez"

2. Halifenin geçimini temin. Bu bir zaruretten doğmuştur. Zira geçim için başka işle
uğraşılınca devlet işleri ihmal edilmiş olur. Bunun için halifeler hazineden maaş
alırlar. Nitekim Raşid halifeler almışlardır. Halifelik Süresi, Bu süre belirli bir
zamanla sınırlanmamıştır. Halife ehliyeti devam ettikçe ve vazifeleri yerine getirdikçe
işbaşında kalır. Ölürse, istifa ederse veya azil sebebi olacak bir durum ortaya çıkarsa
halifeliği sona erer.

Halifenin azlini yani halifelikten alınmasını gerektiren şebebler:

1. Ahlâkî hususlar,

a. Apaçık küfür, yani dini inkâr, manâsı taşıyan söz ve davranışlar,

b. Küfür derecesine varmasa bile fısk, (İslâm esaslarına aykırı davranışlar) azli
gerektirir. Böyle olup da azli kabul etmeyen halife zorla düşürülür. Yalnız bundan
daha büyük bir zarar doğacaksa ihtiyatlı hareket edilir.

2. Bedenî kusur, vazifeyi yürütemeyecek kadar bedenî bir kusura maruz kalan halife

im

azledilir. Haraç ve fey ile ilgili tasarruflar halifenin ve onun adına icrayı ahkâm
eden yöneticilerin ve kumandanların tasarrufu dahilinde olduğundan bu bölümde

£18]

halifelikle haraç ve fey bahisleri bir arada ele alınmıştır.

I. Devlet Başkanı Halkın Hakkını Korumakla Mükelleftir

2928... Abdullah b. Ömer'den demiştir ki: Rasûlullah (s.a.) (şöyle) buyurmuştur.
"Dikkatli olunuz hepiniz çobansınız ve hepiniz idareniz altmdakilerden sorumludur.
Halkın başında bulunan yönetici bir çobandır ve emri allmdakilerden sorumludur.
Erkek ev halkı üzerinde bir çobandır ve eli altmdakilerden sorumludur. Kadm
kocasının evi ve çocuğu üzerinde bir çobandır ve bunlardan sorumludur. Köle
efendisinin malı üzerinde bir çobandır ve o maldan sorumludur. Hepiniz çobansınız.

£191

Hepiniz idaresi altmdakilerden sorumlusunuz."
Açıklama

Metinde geçen Râî kelimesi çohan demektir. Bu kelimeyle burada kastedilen, elinin
altında olanların iyi halde olmasına dikkat eden kimsedir.

Hadisti şerif bir kimsenin idaresi altmda bulunanlara karşı adaletli olması gerektiğine
delildir. Adaletle muamele ederse pek çok mükafata nail olur. Aksi takdirde idaresi



[201

a'tmda bulunanların herbiri ondan hakkını isteyecektir.



2. Yöneticilik İstemenin Hükmü

2929... Abdurrahman b. Semûre'den demiştir ki: Rasûlullah (s. a.) bana (şöyle)
buyurdu:

"Ey Semûre'nin oğlu Abdurrahman, yöneticilik isteme, çünkü bu istemeden dolayı
sana yöneticilik verilirse onunla başbaşa bırakılırsın. Eğer yöneticilik sana istemeden



verilecek olursa bu işte (Allah tarafından) sana yardım edilir."
Açıklama

Metinde geçen imare kelimesi burada "valilik, hakimlik gibi manevi sorumluluğu
büyük olan yöneticiliklerdir. Fahr-i kâinat efendimiz hadis-i şerifte taleb etmediği
halde yetkili makamlar tarafından en liyakatli görüldüğü için valilik ya da hakimlik
gibi bir yöneticilik makamına getirilen kimseye Allah'ın yardım edeceğini ve dolayı-
sıyla bu görevinde muvaffak olacağım müjdelerken bu makama kendi isteğiyle gelen
bir kimsenin ancak kendi kabiliyet ve dirayetiyle başbaşa kalacığmı bu işte AUah'dan
bir yardıma mazhar olamayacağını, onun muvaffakiyetinin ya da başarısızlığının sırf
kendi şahsi kabiliyetine bağlı kalacağını haber vermektedir.

Bu bakımdan ulema valilik, hakimlik, müdürlük gibi görevleri istemenin mekruh
olduğunu söylemişlerdir. Bu hüküm yöneticilik yapmanın sakıncalı olduğu anlamına
gelmez. Sakıncalı olan kişinin liyakatma bakmadan yöneticilik görevi istemesidir.
Liyakatmdan dolayı yetkili makamlarca yöneticilik görevine getirilen adaletli
kimseler, görevlerini adaletle yürüttükleri sürece aynı zamanda Allah'ın yardımına da
müstahak ve duaları makbul kimselerdir. Hafız Münzirî'nin açıklamasına göre,
ulemadan bazıları adaleti yerine getirmek gayesiyle idarecilik istemenin caiz olduğunu
1221

söylemişlerdir.

2930... Ebû Musa (el Eş'ari)'den demiştir ki: İki kişiyle birlikte Peygamber (s.a.)'e
gitmiştim. Onlardan biri söz aldı ve

(Ey Allah'ın Rasulü) Senin işinde (görev alabilmemiz hususunda) bize yardımcı
olmanız için (buraya) geldik" dedi. Diğeri arkadaşının (bu) sözünün aynısını söyledi.
Rasûlullah (s.a.) de:

"Sizin en haininiz (devlet dairesinden) iş isteyendir." buyurdu. Bunun üzerine Ebû
Musa Peygamber (s.a.)'den özür dileyerek:

Ben onların niçin geldiklerini bilmiyordum, dedi ve döndü gitti de bir daha onlara

123]

hiçbir iş(lerin)de yardımcı olmadı"
Açıklama

Bazıları, İsmail b. Ebî Halid'in bu hadisi babasından rivayet ettiğini söylemişlerse de
doğru değildir. Doğrusu musannif Ebû Davud'un rivayet ettiği gibi İsmail b. Ebû



Halid'in bu hadisi kardeşinden rivayet etmiş olmasıdır. Hafız İbn Hacer'in
açıklamasına göre İsmail b. Halid'in dört kardeşi vardır! Esas, Said, Halid, Nu'man.
Hz. Ebû Musa el-Eşarî'nin Hz. Peygamberin huzuruna götürdüğü kişilerin kim olduğu
hususunda hadis sarihleri bir bilgi vermiyorlar. Hafız ibn Hacer bu kimselerin
isimlerini bulamadığını söylüyor. Ancak Müslim'in Sa-hih'inde rivayet ettiği hadisin
birinde bu kimselerin Hz. Ebû Musa el Eşârî'-nin mensub olduğu 'el Eş'ar'

[241

kabilesinden oldukları ifade edilirken diğerinde de Hz. Ebû Musa'nın amcasının

[25]

oğulları oldukları açıklanıyor.

Bir önceki hadis-i şerifte olduğu gibi bu hadiste de valilik, hakimlik gibi özel kabiliyet
isteyen yöneticilik görevlerini baş olmak hevesiyle kendi arzu ve istekleriyle üstlenen
kimselerin bu işte kendi kabiliyetleriyle başbaşa kalıp Allah'ın yardımına mazhar
olamayacakları ifade edilmektedir. Bu makamlara kendi isteği olmaksızın, liyakatli
görüldüğü için yetkili makamlarca getirilen kimselerin de Allah'ın yardım ve inayetine
nail olacaklarına işaret edilmektedir.

Hanefî ulemasından Bedreddin el-Aynî de bu konuda şöyle diyor: ' 'Bir yöneticilik
görevine isteyerek gelmek mekruh olunca rüşvetle o makama gelenlerin durumlarının
ne olacağı izahtan müstağnidir."

Söz konusu olay Ebû Musa'nın başından geçtiği sırada kendisi Yemen'de vali idi. Hz.
Peygamber'in kendisini ikaz etmesinden sonra sözü geçen amcası oğullarına devlet
dairesinden iş almaları hususunda bir daha yardımcı olmamıştır. Hz. Peygamber'in
huzuruna gelen bu kimselere, sert bir dil kullanmasının sebebi "başkanlık hevesiyle
oraya geldiklerini anlamış olmasıdır" denebilir. Ancak Hz. Ebû Musa onların bu

[261

niyyetini bilmeden onlara yardımcı olup Hz. Peygamber'in huzuruna götürmüştü.
3. A'ma Bir tnsanın (Müslümanların Başına) Vali Olması Caizdir
2931... Enes'den demiştir ki:

Peygamber (s. a.) İbn Ümmü Mektum'u (ama olduğu halde) iki defa Medine'de yerine

1271

vekil bırakmıştır.
Açıklama

Hattâbî'nin ifade ettiği gibi, Fahr-i kâinat efendimiz ibn Ümmü Mektum'u yerine vekil
bırakırken devlet başkanlığı görevini üstlenmesi için değil, sadece namaz kıldırması,-
bir başka ifadeyle imamet-j süğra denilen namaz imamlığın) üstlenmesi için
bırakmıştır. Çünkü a'ma biri olan îbn Ümmü Mektum (r.a.)'un o devirde fahr-i kainat
efendimiz tarafından icra edilen devlet başkanlığı, hakimlik gibi görevleri yerine
getirmesi mümkün değildir.

Esasen, bir kimsenin devlet reisi olabilmesi için, devlet reisinin görevini yerli yerince
getirmesine engel teşkil edecek bir vücut sakatlığının bulunmaması gerekir. Yani
devlet reisinin işitme görme ve konuşma yönünden sağlıklı olması şarttır. Bu
özellikleri taşımayan bir kimsenin devlet başkanı olamayacağı hususunda mezheb



1281

imamları ittifak etmişlerdir. Şâfiîlerden bazıları a'manm halifeliğini caiz
görmüşlerse de Hidâye müellifi bir şahitte aranan şartların tümünün halifede de
bulunmasının şart olduğunu söylüyor. A'ma bir kimsenin namazda imamlık yapıp
yapmayacağı meselesinde mezheb imamlarının görüşünü 595 numaralı hadisin
şerhinde açıklamış olduğumuzdan burada tekrara lüzum görmüyoruz. İbn Abdil Berr
gibi bazı siyer âlimlerine göre, Hz. Peygamber İbn Ümmü Mektum'u on üç defa yerine
vekil bırakıp gitmiştir.

Hattâbî'ye göre, Hz. Peygamber'in onu bu kadar çok vekil bırakmasının sebebi
vaktiyle onun sorusuna cevap vermemek suretiyle kırmış olduğu gönlünü kazanmak,

[291

bu yüzden uğramış olduğu ilahi azardan kurtulmak arzusudur.

4. (Devlet Başkanının Kendisine Bir) Vezir Edinmelinin Hükmü)

2932... Hz. Aişe'den demiştir ki: Rasûlullah (s. a.) (şöyle) buyurdu.

"Allah bir devlet başkanı hakkında hayır dilediği zaman ona doğru (konuşan ve doğru

iş yapan)) bir yardımcı verir. Eğer o(başkan yapılması gereken bir işi) unutursa (bu

yardımcı, unutulan işi) ona hatırlatır. Eğer başkan bu işi kendisi hatırlarsa (o zaman da

bu yardımcı o işin yapılması hususunda) başkana yardımcı olur.

Eğer Allah onun hakkında başka birşey dilemişse ona kötü (huylu) bir yardımcı verir.

Eğer (yapılması gereken bir işi) unutursa (vezir bu işi) ona hatırlatmaz. Eğer (başkan

bu işi kendiliğinden) hatırlarsa (o zaman da bu yardımcı o işin yapılmasında) ona

mm

yardımcı olmaz."
Açıklama

Vezir: kelimesi ağırlık ve yük anlamına gelen vizr kökünden türemiştir. Devlet
işlerinde halifenin yük ve ağırlığını yüklenen kimseye de vezir ismi verilmiştir.
Yahutta vezer den türemiştir. Bu ise melce* (sığmak) demektir. Çünkü bir âyet-i

im '

kerimede şöyle denilmektedir. "Hayır hiçbir sığmak yoktur" Zîrâ sultan onun
görüşüne ve yardımına sığınmaktadır.

Ezir kökünden türetilmiş olduğu da söylenir. Bu kelime yardım ve destek demektir.
Çünkü sultan beden kuvveti olarak onun yarçkmıyla kuvvetlenmektedir. Vezirlikten
maksat halifenin kendisine yardım edecek yanında yer alacak kimseden yardım
istemesidir. Vezirlik İslâmm ilk devirlerinde mevcuttu. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.)
kendisine sunulan birçok meselelerde ashabı ile istişare eder ve onların göTüşünü

[32]

alırdı. Hz. Ebû Bekir (r.a.) de devlet işlerinde Hz. Ömer (r.a.) ile istişare ederdi.
Bu bakımdan halktan bazıları Hz. Ebû Bekir'e "Rasûiullah'm veziri adını vermişlerdir.
Ona bu ismi bilhassa İranlılarla karşılaşmış olanlar vermiştir. Çünkü bu unvanın

[331 '

Sasanî imparatorluğunda kullanıldığını müşahade etmişlerdir.

Musannif Ebû Dâvûd bu hadisi mevzumuzu teşkil eden halifelik bölümünde
zikretmekle buradaki vezir kelimesinin günümüzdeki bakan anlamına geldiğine işaret



etmek istemişse de bu husus kelimenin idarecilerin yanında yer alan yardımcıların
tümüne şâmil bir manâ ifade etmesine engel değildir.

Hadis-i şerif halifenin ya da herhangi bir yöneticinin yanında yeteri kadar yardımcı
bulundurmasının cevazını ifade etmekte, vezirlerinde iyi niyetli kimselerden

1341

seçilmesinin lüzumuna işaret etmektedir.

5. Bir Toplumun İdari İşlerini Yürütme Ve Haklarında Gerekli Bilgileri
Toplayıp Devlet Reisine Sunma Görevi

2933... el-Mikdâm b. Madîkerib'den demiştir ki: Rasûlullah (s. a.) onun omuzlarına
dokunarak: "Ey Mikdamcığım ne mutlu sana eğer ölürsen (halkın başında) bir idareci
de değilsin, (bir idarecinin) kâtib(i) de değilsin, haklarında bilgi toplayıp halifeye

1351

sunmak üzere halk arasında görevli bir kimse de değilsin." buyurdu.
Açıklama

İrâfe: Bir kabilenin idaresi ve o kabile hakkında bilgi toplayıp devlet reisine sunma işi
demektir. Bu görevi yüklenen kimseye de arif ismi verilir

Avnü'I-Mabûd yazarının açıklamasına göre her beş arifin üzerinde men-kıb denen bir
başkan bulunur. Bu başkan da doğrudan doğruya devlet başkanına bağlıdır. Görülüyor
ki bu teşkilât günümüzdeki mahalli ve mülkî idarelerin çekirdeği mesabesinde bir
teşkilattır. Zamanla günün icablarma ve şartlarına uygun bir şekilde gelişmiştir.
Metinde geçen kudeym kelimesi "kadim" kelimesinin ism-i tasgiridir. Onun için biz
bu kelimeyi mikdamcığım şeklinde tercüme ettik.

Hz. Peygamber'in Mikdam'la konuşmadan önce onun omuzlarına hafifçe
dokunmaktan maksadı ona olan sevgi ve yakınlığını bildirmek ve söyleyeceği sözlere
karşı dikkatli olmasını sağlamaktır.

Aliyyü'l Kari'nin açıklamasına göre sen arif de değilsin cümlesindeki arif kelimesi
"feîlün" vezninde bir sıfat-i müşebbehe olması itibariyle burada ism-i fail manâsında
kullanılmış olabileceği gibi ism-i mePul manâsında da kullanılmış olabilir.
İsm-i fail manâsında kullanılmış olması halinde ifade edeceği manâ yukarıda
açıkladığımız manâdır.

Ancak ism-i mePul manâsına kullanılmış olması halinde ise "tanınmış olma meşhur
olma" anlamlarına gelir. Kelimenin bu manâya geldiği kabul edilirse cümlenin manâsı
şöyle olur: "Ey Mikdamcığım ne mutlu sana ki ölürsen bir başkasının veya bir
başkanın emrinde görev yapan bir kâtip olarak ölmeyeceğin gibi meşhur olmuş bir
kimse olarak da ölmeyeceksin" Resulü Ekrem efendimiz bu sözleriyle Hz. Mikdam
hakkında idareciliğin veya bir idareci emrinde çalışmanın hayırlı bir iş olmayacağını
ve genel olarak şöhretin âfet olduğunu ifade buyurmak istemiştir. Hz. Peygamber
efendimiz aynı zamanda en büyük ruh doktoru olduğundan ashabının ruh hallerini ve
kabiliyetlerini en ince teferruatına kadar bilir, onlara hallerine uygun tavsiyelerde
bulunurdu. Cesur olanları cihada, zenginleri zekata teşvik eder, idarecilik kabiliyyeti
olanları da idareciliğe getirirdi.

Hz. Mikdam' da idarecilikte böyle bir kabiliyeti bulunmadığı için hem ona bu görevden
kaçınmasını tavsiye etmiş hem de kendisine böyle bir görevi vermemekle onun için



hayır murad etmiş olduğunu ima ederek onun gönlünü almıştır. 2930 numaralı hadis-i
şerifin şerhinde açıkladığımız gibi Hz. Peygamber efendimizin bazı kimseleri
idarecilik görevinden nehyetmesi bu nehyin herkes hakkında umumi bir nehy olmasını
gerektirmez. Kabiliyyetle-ri ve liyakatleri sebebiyle bu görevlere getirilip de hakkıyla
yürüten kimselerin ecir ve sevapları çok büyüktür. Onların Allah'ın yardımına mazhar

[36]

olacakları bizzat fahr-i kâinat efendimiz tarafından haber verilmiştir.

2934... (bir adamın) dedesinden (rivayet olunduğuna göre aileleri) "Yol üzerinde
bulunan sulardan bir su üzerine (görevli) bulunu-yorlarmış. İslam(m doğuşu) onlar(ın
kabilesin)e ulaşınca (sözü geçen adamın dedesi ve) suyun sahibi olan zat İslamiyeti
kabul etmeleri şartıyla kavmine yüz deve va'detti. Onlar da (bu şartla) müslümanlığı
kabul ettiler. (Suyun sahibi de) develeri onlara bölüştürdü. (Ancak kısa bir süre sonra)
develeri onlardan geri alması (zarureti) ortaya çıktı. Bunun üzerine oğlunu Peygamber
(s.a.)'e göndererek ona:

Peygamber (s.a.)'e var da ona "Babam sana selam söylüyor kendisi kavmine
müslüman olmalaıî şartıyla yüz deve vâdetmişti. Onlar da müslüman oldular. Bunun
üzerine babam (bu) develeri onlardan geri alması (durumu) ortaya çıktı. Develere
(sahib olmakta) babam mı daha haklı, yoksa onlar mı? (daha haklı) de.
Eğer sana "evet" (baban daha haklıdır) yahutta "hayır" (onlar babandan) daha haklı
(dırlar) cevabını verecek olursa (o zaman) kendisine

"Babam yaşlı bir adamdır. Aynı zamanda suyun idaresiyle de görevlidir. Kendi
(ölümü)nden sonra su idareciliği görevini bana vermeni istiyor" de. dedi. Bunun
üzerine (o adamın oğlu) Hz. Peygamberce
var'ıp:

"Babam sana selam söylüyor" dedi (Hz. Peygamber de):
(Allah'ın) "selamı senin ve babanın üzerine olsun" dedi sonra;

"Babam müslümanlığı kabul etmeleri şartıyla kavmine yüz deve bağışlamayı
vâdetmişti. Onlar müslüman oldular. Müslümanlıkları da (çok) güzel oldu. (Fakat bir
süre) sonra develeri onlardan geri alması (lüzumu) ortaya çıktı. Şimdi bu develere
babam mı daha müstehak, yoksa onlar mı? dedi.
(Hz. Peygamber de):

"Eğer babanın develeri onlara teslim etmesi (kendisine daha uygun) görünüyorsa,
develeri onlara teslim etsin. Eğer kendisine develeri geri almak (daha uygun)
görünüyorsa (şunu iyi bilsin ki) kendisi bu develere onlardan daha müstehaktır. Eğer
onlar îslamı kabullenmişlerse, müslümanlıkları kendilerinindir. Eğer müslümanlığı
kabul etmemişlerse müslümanlığı kabul edinceye kadar kendileriyle savaşılır*'
buyurdu (bu defa çocuk):

Babam yaşlı bir adamdır. Aynı zamanda suyun idaresi ile de görevlidir. Kendi (ölümü)
nden sonra su idareciliği görevini bana yermeni istiyor." dedi.
(Peygamber efendimiz de):

"İdarecilik görevi hakdır. Elbette halk için bu görevi üstlenen kimselere ihtiyaç vardır.
Fakat bu görevi yüklenenler (mesuliyeti! bir görevi yüklendikleri için) cehennemlik

1371

(olma tehlikesiyle karşı karşı-ya)dırlar." buyurdu.



Açıklama



Bilindiği gibi, idarecilik çok mesûliyetli ve büyük kabiliyetler gerektiren bir görevdir.
Gerekli kabiliyetlere sahip olmadan, bu görevi üstlenmek sahibini kötü akıbetlere ve
nihayet cehenneme sürükler. Fakat hakkaniyetle yerine getirilebildiği takdirde
mükafatı büyüktür. İşte Resûl-ü Zişan efendimiz idarecilik görevi hakdır sözüyle bu
görevin büyüklüğüne ve ulviyetine işaret ederken fakat bu görevi yüklenenler ce-
hennemlik (olmak tehlikesiyle karşı karşıya)dırlar sözüyle de bu görevin çetinliğine ve
sorurnjuluğunun büyüklüğüne işaret etmiştir.

Bu hadis-i şerîf bir kimsenin diğer bir kimseden aslında yapılması farz olan bir işi
yapmasını isteyip de bu işi yaptığı takdirde kendisine bir mal vereceğini vadedince
istediğinin yerine getirilmesi üzerine vadettiği malı o kimseye vermiş olursa sonradan
bu malı tekrar ondan geri almasının caiz olduğuna delâlet etmektedir. Hz.
Peygamber'in müellefâtü'l-Kulube (kalbleri İslama ısıtılmak istenenlere) verdiği
mallar bu hükme girmezler. Çünkü Resul Ekrem onlara bir mal verirken şartsız,

138]

karşılıksız ve bir bağış olarak vermiştir.

6. Katip Tutmak

2935... İbn Abbâs'dan demiştir ki:

[391

es-Sicillü (diye anılan sahabî) Peygamber (s.a.)'m kâtibi idi.
Açıklama

Hadis-i şerîf devlet başkanı ve diğer idarecilerin yazı işlerinde çalıştırmak üzere kâtib
kullanmalarının caiz olduğunu ifade etmektedir. Nitekim Resulü Ekrem efendimiz
bizzat vahy kâtibi kullanmıştır. Vahy kâtiblerinin en meşhurları şunlardır:
1. Abdullah b. Sa'd b. Ebi Şerh el Amirî; 2. Ebû Bekir es-Sıddîk 3. Ömer 4. Osman, 5.
Ali 6. Amir b. Feheyre 7. Abdullah b. Erkam 8. Übey b. Ka'b 9. Sabit b. Kays b.
Şemmâs, 10. Zeyd b. Sabit 11. Muaviye b.Ebi Süfyân 12. Mugîre b. Şu'be 13. Zübeyr
b. Avvâm 14. Halid b. Velid 15. Ala b. el Hadramî 16. Artır b. As 17. Abdullah b.
Revaha 18. Muhammed b. Mesleme 19. Abdullah b. Abdullah b. Übeyy b. Selûl.
Hafız Şemsüddin b. el Kayyim el-Cevziye hocası İbn Teymiyye'nin bu hadisi mevzu
saydığını, çünkü Hz. Peygamber'in sahabileri arasında "Sicili" isimli bir şahsın
bulunmadığını söylemiştir. Doğrusu da budur. Yine İbn Kay-yim'in ifadesine göre

1401

bazıları "O gün göğü, kitaptan dürercesine toplarız" âyet-i kerimesinde geçen
Sicili kelimesiyle söz konusu kâtibin kastedilmiş olduğunu söylemişlerse de bu görüş
doğru değildir. Çünkü bu âyet-i kerime Mekke'de inmiştir.

[411

Oysa Hz. Peygamber'in Mekke'de vahy kâtibi yoktu.

7. Zekat Toplama Me'murluğu
2936... Râfı' b. Hadic'den demiştir ki:

Ben Rasûlullah (s.a.)'i (şöyle) buyururken işittim: "Hakkıyla (görev yapan) zekât



142]

memuru evine dönünceye kadar, Allah yolunda (savaşan) gazi gibidir."



Açıklama

Zekat memurunun görevini hakkıyla yapması, onu İslamî esasları uygun olarak ihlâs
ile ve sevabına inanarak toplaması demektir.

Zekat toplama görevini bu ölçü ve bu anlayış içerisinde yapan bir zekat memuru,
İslam toplumunu ayakta tutan unsurların en mühimlerinden birine hizmet etmiş
olacağı için uykusu da, uyanıklığı da ibadet sayılacağı cihetle, Allah yolunda savaşan
bir gazi gibi sevaba nail olur.

Tuhfetü'l-Ahvezî yazarı bu mevzuda şöyle diyor: "Aliyyül Kariye göre zekat
memurunun Allah yolunda savaşan bir gaziye benzetilmesi, onun bir gazi gibi devlet
hazinesine katkıda bulunması dünya ve âhiret işlerinin yürütülmesindeki hizmetiyle de
gazinin sevabına denk bir ecre nail olması yönündedir.

îbn Arabi de bu mevzuda şöyle diyor: Gerçekten yüce Allah'ın fazlı keremi çok
büyüktür. Bu bakımdan bir gaziye maddi yardımda bulunarak onu düşmana karşı
silahla ve diğer harp malzemeleriyle teçhiz eden bir kimseye de gazilik rütbesi
vadettiği gibi, harbe gidemeyip de gazinin çoluğuna çocuğuna hakkıyla bakan
kimseleri de gazi saymıştır.

İşte zekat memuru da her ne kadar harp meydanında savaşmıyorsa da Allah yolunda
savaşan kimselere ve onların ailelerine sarf edilecek maddi imkânları toplayıp devlet
hazinesine teslim ettiği için, harb meydanında savaşan gazilere benzetilmiştir. Çünkü
netice itibariyle her ikisi de Allah yolunda savaşmaktadır. Şu farkla ki, gazi bilfiil
savaşmaktadır. .Zekat memuru ise bu savaşa niyyetiyîe katılmaktadır.
Nitekim Peygamber efendimiz, "kuşkusuz mazeretleri sebebiyle harbe katılmadıkları
için Medine'de kalmış bir topluluk vardır ki siz hangi dereye gitmiş, hangi boğazı ve

£431

dağı gfçmişiseniz onlar da sevab yönünden sizinle beraberdirler." buyurmuştur.
Mazeretleri dolayısıyle savaşa katılamayanların durumu böyle olunca, zekat toplama
göreviyle görevli oldukları için savaşa katılmayanların sevabının nasıl olacağı
£441

meydandadır. Hadis-i şerif zekat memuru tayin etmenin caiz olduğuna bir delildir.
[451



2937... Ukbe b. Amir' den demiştir ki; Rasûlullah (s.a.)'ı (şöyle) buyururken işittim:

£461

"Meks (denilen haksız vergiyi) alan bir kimse cennete giremez."
Açıklama

İbn Esir'in "en-Nihaye" de açıkladığına göre meks tahsildarların halktan toplamış
oldukları bir vergidir. Genellikle bu vergiler haksız yere toplanmış ve halk için bir
zulüm olmuştur. Bu bakımdan islam dışı olan bu vergiyi halktan toplatan bir idareci
cehennemlik olmayı hakkettiği gibi, bu verginin toplanmasına hizmet eden tahsildarlar
da bu zulme yardımcı oldukları için cehennemlik olurlar.



Kamus mütercimi meks kelimesini açıklarken şöyle diyor: Meks, bir adamın satılık
malına muamele ederken gadr ve cinayet eylemek yani değerinden eksik fıatla
almaktır. Eksiltmek ve zulmetmek manâlarına da gelir. Bîr de "meks" cahiliyye
döneminde bir mal satan adamdan sattığı mala göre aldıkları bir vergi anlamına gelir
ki, günümüzde buna bâc denilmektedir. İslâm diyarında cahiliye döneminden kalan bu
vergi hala yolculardan ve tüccardan alınmakta ve varlığını korumaktadır. Bazı Türk
memleketlerinde bu vergi köprü başlarında ve derbendlerde barınan kimselerden zorla
alınmaktadır.

Öşür toplayan memurların, meşru olan öşrü aldıktan sonra keyfi olarak aldıkları

L4ZL

paraya da meks denir.

Görülüyor ki bu hadis-i şerifte haksız yere alman bu vergilerin haram olduğunu ve bu
vergilerin gerek devlet, gerekse fertler tarafından toplanmasının büyük günahlardan
olduğu ifade edilmektedir. Ancak meşru ölçüler içerisinde tahsil edilen öşür ve zekatın
bununla ilgisi yoktur.

Bunların tahsilinde tahsildar için büyük ecir vardır.
Meks mevzuunda merhum Ö. Nasuhi Bilmen efendi şöyle diyor:
Meks Zaman-i cahiliyyette bir adamın çarşı ve pazarda sattığı şeylerden alman akçeye
meşk: Bac, bunu alan şahsada "mekkâs" denirdi. Köprü başlarında, derbendlerde
mürur ve ubûr edenlerden toprak bastı adıyla alman akçeye ve tüccar mallarından
mesrû rüsumdan ziyâde olarak tahsil edilen paraya da "meks" (bac) adı verilmiştir. Ki
bunların bu veçhile istifa edilmesi, şer'an caiz değildir. İşte mezmum olan mekkaslık
da budur ki böyle bir memuriyete kabulden bir çok zatlar ictinab etmişlerdir. Mebsul,

1481

Bedâyi, Hindiyye, Diirri Muhtar.
2938... İbn ishak'dan demiştir ki:

(Bir önceki hadisi şerifte geçen) "Meks" alan kimse (sözün)den maksat halktan

1491

(mallarının onda birini) toplayan kimsedir.
Açıklama

Bir önceki hadisin şerhinde de açıkladığımız gibi, burada söz konusu edilen ondabir
vergi, ziraat mahsullerinden meşru ölçüler içerisinde tahsil edilen öşür vergisi değildir.
Buradaki vergiden maksat, zekat ve öşrün dışında alman ve şer'î hiçbir dayanağı
bulunmayan bir vergidir.

Hadis-i şerifte, açıklandığına göre İbn ishak bir önceki hadiste geçen Sahıb-ül-meks
sözünü "halktan zekat ve öşür dışında mallarmınondabirinis-betinde vergi toplayan

' mm

kimsedir" diye tefsir edilmiştir.

8- Halîfe, (Ölürken) Yerine Birini Tayin Edebilirimi?)

2939... İbn Ömer'den demiştir ki: (Babam) Ömer (r.a) dedi ki: "Eğer ben yerime birini
halife tayin etmezsem (bu sünnete uygun bîr hareket olur.) Çünkü Rasûlullah (s.a.)
yerine bir halife tayin etmemiştir. Eğer, yerine bir halife tayin edersem (bu da caizdir.)



Çünkü Ebû Bekir (r.a.) yerine bir halife tayin etmiştir. (İbn Ömer, rivayetine devam
ederek) dedi ki:

Allah'a yemin olsun ki (Hz. Ömer'in bu mevzuda tutmuş olduğu yol) Rasûlullah
(s.a)'Ie, Hz. Ebu Bekir'in (uygulamalarını) hatırlamasından (ve onlara uymasından)
başka bir şey değildir. (Babamın Ra-sûlü Ekremin bu mevzudaki tatbikatını gözönüne
getirdiğini görünce) Onun kimseyi Rasûlullah (s.a.)'e denk tutmadığını ve yerine kim-

im

seyi tayin etmeyeceğini kesinlikle anladım.
Açıklama

Metinde geçen Rasûlullah sallallahû aleyhi ve sellem yerine bir halife tayin
etmemiştir, sözü Hz. Peygamberin, bu ümmetin idaresini üstlenecek ve onlar arasında
ilahi hükümleri uygulayacak bir devlet reisinin başa gelmesine dair (ıerhangi bir çaba
sarfetmediği ve bu hususta herhangi bir emir ve tavsiyede bulunmadığı anlamına

152]

gelmez. Çünkü Hz. Peygamberin "Devlet reisleri Kureyş*tendir." buyurması»
vefatım mü-teakib Kureyş'ten bir devlet başkanı seçip, ona biat edilmesini emretmesi
anlamına gelir.

Sahabe-i kiram bunu çok iyi anladıkları içindir ki, Hz. Peygamber vefat edince, yeni
halifeyi seçmeden hiçbir işle, hatta Hz. Peygamberin teçhiz ve tekfini ile dahi
ilgilenmemişlerdir. Hz. Peygamberin makamına getirdikleri Hz. Ebû Bekir'e
Rasûlullah'in halifesi ismini vermeleri de onu bu makama Hz. Peygamberin devlet
başkanı seçilmesi hususundaki emrine uyarak getirdiklerini ifade etmek
istemelerinden doğmuştur. İşte bu gerçek, müs-lümanlarm başlarına bir halife
seçmelerinin farz olduğunun en büyük delillerinden biridir.

Müslümanlar arasında Allah'ın hükümlerini uygulamak, onları, serlerden, zulümden
ve fesaddan korumak ancak müslüman bir devlet reisinin varlığıyla mümkündür. Aksi
takdirde müslümanlar bu tehlikelerden kendilerini koruyamazlar. Devlet idaresinde bir
başkanın mevcudiyeti kadar herhangi bir yerde bulunan bir İslam toplumu için bir
başkanın bulunması da önemlidir.

İşte bu sebepledir ki, Rasûlullah (s. a.) İslam ordusunu Mute savaşma gönderirken
başlarına Zeyd b. Harise'yi kumandan tayin ederek bayrağı ona teslim etti ve askerlere
hitaben yaptığı konuşmada

"Eğer Zeyd b. Harise şehid edilecek olursa kumandanınız Ca'fer b. Ebî Tâlib'dir. O'd a
şehid edilirse kumandanınız Abdullah b. Revaha'dır." buyurdu. Bunun üzerine Zeyd b.
Harise şehid olunca bayrağı Hz. Ca'fer aldı. Ca'fer şehid olunca Abdullah b. Revâha,
O da şehid olunca Halid b. Ve-lid aldı. Sonra Allah Hz. Halid eliyle müslümanlara
fethi müyesser kıldı.

Bütün bunlar, müslümanlarm başına bir halife tayin etmenin önemine ve farziyyetine
delalet eden hususlardır.

Yine bu sebepledir ki Hz. Peygamberden sonra hilâfet makamına gelen Hz. Ebû Bekir
de bu meseleye gereken önemi vermiş, vefatı yaklaşınca müslümanlara bir mektup
yazarak başlarına Hz. Ömer'i halife tayin ettiğini bildirmiş ve ona biat etmelerini
emretmiş, Müslümanlar da bu emre uyarak Hz. Ömer'e biat etmişlerdir.
Hz. Ömer de vefatı yaklaşınca böylesine önemli olan bir meseleyi halletmek istedi.
Bu meseleyi halletmek için karşısında iki yol vardı. Birisi Hz. Peygamberin yaptığı



gibi hiçbir aday göstermeden müslümanlardan sadece yerine bir halife seçmelerini
istemek. Diğeri de Hz. Ebû Bekir'in yaptığı gibi yerine bizzat kendisi bir halife adayı
gösterip halktan ona biat etmelerini istemekti.

Hz. Ömer bu iki yolun ikisinden de yararlanmak gayesiyle sadece birine tabi olmakla
yetinmeyip ikisi arasında bir yol takibetti. Şöyle ki, halife seçimini Cennetle
müjdelenmiş olan sahabilerden olan bir şuraya havale etti. Onlar da içlerinden birini

[53]

halife seçmelerini istedi. Onlar da içlerinden Hz. Osman'ı halife seçtiler.
Bazı Hükümler

1. Halifenin kendi yerine birini halife bırakması caiz olduğu gibi, bırakmaması da
caizdir. Bırakmazsa bu hususta Hz. Peygambere, bırakırsa Hz. Ebû Bekir'e uymuş
olur.

2. Yerine halife bırakmak suretiyle hilâfet caiz olduğu gibi, müslüman-ların ileri
gelenlerinin seçmesi ile de olur.

3. Halife, kendinden sonra hilâfet vazifesini şura olarak birkaç kişiye de bırakabilir.
Nitekim Hz.' Ömer öyle yapmıştır.

4. Müslümanların halife tayin etmesi şer'an vaciptir. Bu hususlarda ulemânın ittifakı
vardır.

5. Peygamber (s.a.)'in kimseyi nassan halife bırakmadığına dair icmâ-ı ümmet vardır.
Gerçi bu hususta bazı itiraz edenler olmuşsa da bunlar icmâ-m karşısında

1541

tutunamamışlardır.
9. Bey'at

2940... İbn Ömer'den demiştir ki:

Biz, Rasûlullah (s.a.)'e (emirlerini) dinlemek ve itaat etmek üzere söz verirdik (de,
Rasûl-ü Ekrem efendimiz) bize

[551

"Gücünün yettiği şeylere (söz ver)" diye telkinde bulunurdu.
Açıklama

Metinde geçen gücünün yettiği şeylere anlamındaki cümlesi bazı nüshalarda =
gücünüzün yettiği şeylere" şeklindedir.

İmam Nevevî'nin açıklamasına göre Müstemli ile Serahsi'nin rivayetlerinde bu cümle
müfred olarak zikredilmiş, başkalarının rivayetlerinde ise "gücünüzün yettiği şeylere"
şeklinde cemi olarak rivayet edilmiştir. Nevevî bu kelimeyi müfred mütekellim olarak
yani, "Gücünün yettiği hususta" manâsına almış ve şöyle demiştir: "Bu Peygamber
(s.a.)'in ümmetine olan sonsuz şefkat ve rahmetindendir. Ümmetinden biri takat ge-
tiremeyeceği bir beyatm umumuna girmesin diye onlara gücümün yettiği hususta-

[56]

demesini öğretmiştir.

Biatin asıl manâsı, mübadele akdidir. Sonraları devlet başkanına itaat ve sadakati
bildiren ve el sıkma suretiyle yapılan ahitleşmeyi ifâde etmiştir. Siyer kitaplarında



açıklandığı üzere İslam tarihinde ilk biat hadisesi Akabe denilen yerde yapılmıştır.
Medine devrinde vuku* bulan Biat'ür-ridvân Hz. Peygamberin Hudeybiye'de
Mekke'lilerle antlaşma yolu aradığı sırada gerçekleşmiştir.

Bu olayın hatırası şu âyetlerle yüceltilmiştir. "Andolsun ki Allah inananlardan, ağaç
altında sana baş eğerek biat edenlerden razı olmuştur. Gönüllerinde olanı da bilmiş,
onlara güvenlik vermiş, onlara yakın bir zafer ve ele geçirecekleri bol ganimetlerden
[571

bahsetmiştir."

Dört halife devrinde ve sonraki İslam devletlerinde halkın ileri gelenlerinin halifeye

1581

itaatlerini bildirmesine de biat, denmiştir.

Bütün bu açıklamalardan da anlaşılıyor ki, "Biat yeni başa geçirilen kimseye bazan da
başta bulunan kimseye itaat etmek üzere verilen bir sözdür." Daha önce de ifade
ettiğimiz gibi, imamet veya halifelik, devlet başkanı ile ümmetin görüş sahipleri
arasında yapılan bir akidden başka birşey değildir. Akid ise, icab ve kabul olmadan
olamaz. İcab, ümmet içindeki görüş sahipleri veya şûra ehli tarafından yapılır. Bu ise
halifeyi seçmekten ibarettir. Kabul; ümmetin görüş sahipleri tarafından seçilen
Halifece yapılır.

Burada imametin üç merhaleden geçtiğini söyleyebiliriz: Birinci Merhale: İmamete
aday gösterme merhalesidir. Önceki imâm veya görüş sahiplerinden bir tanesi yeni
olacak imâmı aday gösterir.

Buna örnek: Sakife'deki toplantıda Hz. Ebu Bekir'in Hz. Ömer'le Hz. Ebu Ubeyde'yi
aday göstermesi ve Hz. Ömer ile Hz. Ebu Ubeyde'-nin aday gösterilmeyi kabul
etmemelerinden sonra Hz. Ömer'in Hz. Ebü Bekir'i aday göstermesini gösterebiliriz.
Vefatı yaklaştığı sıralarda Hz. Ebû Bekir'in Hz. Ömer'i aday göstermesi, yaralandıktan
sonra Hz. Ömer'in altı kişiyi aday göstermesi de böyledir.

İkinci merhale: Seçilme veya aday gösterilmeyi kabul etme merhalesi-dir. Bu
merhalede şûra ehli, adaylar birden fazla ise adaylardan birisini seçer veya aday bir
kişi ise ona muvafakat ederler. Buna dair de Hz. Ebû Bekir'in mektubu kendilerine
okunduğu zaman halkın onun aday göstermesini kabul etmelerini ve Abdurrahman b.
Avfm Hz. Osman'ı seçip arkasından halkın da bu seçimi onaylamalarını örnek
verebiliriz.

Üçüncü Merhale: Biat merhalesidir. Biat, seçimin dış görünüşü ve delilidir. Biat
merhalesi, seçim aşamasının içindede olabilir, ve aralarında bir zaman aralığı
bulunmayabilir. Hz. Ebu Bekir'in biatinde olduğu gibi, Hz. Ömer, kendisini aday
göstermiş ve ona: "Uzat elini sana biat edeyim" diyerek hemen biat etmiş idi.

[591

Arkasından da diğerleri peşpeşe biatte bulunmuştu.
Bazı Hükümler

1. Zorla yaptırılan bir iş, o kişinin ihtiyarı ve gücü dı-şmda meydana geldiği için, faili
bu işten sorumlu değildir.

2. Gücünün yetmediği bir işi yapmaya özenen bir kimseye "yapamayacağın işe
özenme, gücünün yeteceği işlere giriş" demek caizdir.

3. Peygamber efendimiz devlet reisine biat edilmesine çok önem vermiş, ona



1601

muhalefetten sakınmalarını emretmiştir.



2941... Urve (r.a.)'den demiştir ki:

Hz. Aişe, Rasûlullah'm kadınlarla biatleşmesini şöyle anlatmıştır:
Rasûlullah (s.a.) (biatle şirken) hiçbir kadının eline dokunmadı. Ancak herbir kadından
(biati sözle) aldı. Bir kadından (sözü) aldı da kadın da (söz) verdi mi

161]

"Git! senin biatim aldım" buyururdu.
Açıklama

Kadınların Hz. Peygambere vermiş oldukları bu sözün neleri ihtiva ettiği Müslümin
Sahihinde şu manâya gelen cümlelerle anlatılmaktadır. "Mü'min kadınlar Rasûlullah
(s.a.)'e hicret ettikleri vakit Aziz ve Celil olan Allah'ın:

"Ey Peygamber! Sana mü'min kadınlar Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmayacaklarına,

1621

zina etmeyeceklerine dair beyat etmeye gelirlerse" âyetin-deki esaslara göre

£631

kendilerinden söz alınırdı."

Müslim'in bu hadisinden anlaşılıyor ki: Kadınların, Hz. pey-gamber'e ettikleri biat
Allah'a şirk koşmamak, hırsızlık yapmamak ve zina etmemek, çocukları öldürmemek,
iftira etmemek ve Hz. Peygambere hiç bir ma'rufta isyan etmemek gibi hususları ihtiva
etmektedir. Çünkü sözü geçen Mümtehine sûresinin 12. nci âyetinde kadınların bu
şekilde biat etmeleri em-redilmektedir.

"Devlet başkanına, itaat etmek üzere söz vermek" anlamına gelen biat uygulamasının
ilk örneğini Hz. Peygamber'in hayatında görebiliyoruz. Hz. Peygambere yapılan
biatler, ona ve İslamm emirlerine bağlanmayı ihtiva ediyordu. Bu bakımdan ashabın
biatleri Hz. Peygamberi devlet başkanlığına getirmek anlamını taşımıyordu. Ancak
onun peygamberliği aynı zamanda devlet başkanı olmasının da gereğiydi. Dolayısıyle
ona biat, hem Peygamber olarak yapacağı tebliğlere inanmak, hem de devlet başkanı
olarak vereceği emirlere itaat etmeye söz vermek anlamlarını birlikte ifâde ediyordu.
Hem devlet başkanlığı için başa getirmek ve hem de itaatte bulunmak üzere yapılan

1641

biat ise; ilk olarak Hz. Ebû Bekir (r.a.)'in halifeliğe getirilmesi ile gerçekleşmiştir.
Ancak bir önceki hadisin şerhinde de açıkladığımız gibi biatin üç merhalesi
bulunduğunu unutmamak lazımdır.

Bazı ilim adamları, hadisteki biat kelimesine bakarak bu hadisin kadınların seçme
hakkına sahip olduğuna delâlet ettiğini söylemişlerdir.

Bu görüşte olan ulemaya göre, "Rasûlullah (s.a.) kadınlara biat ettiği gibi bizimle de
£651

biat etmiştir..." mealindeki hadis-i şerifte kadınların erkekler gibi seçme hakkına
sahip olduklarına delalet eder.

Hz. Peygamberin ashabıyla yapmış olduğu biatlerin nübüvvet üzerine değil, siyasî
nitelikli olduğunu anlatan bir hususta onun çocuklarla biat etmemesidir. Zira sahih
olarak rivayet edilmiştir ki:

Buluğa ermemiş çocuklar ya kendileri veya ebeveynleri vasıtasıyla biat istemişler.



1661 .

Fakat Rasûlullah (s. a.) biat etmemiştir. İşte kadının biati onun seçme hakkına

1621

sahip olduğunu gösterir.
Bazı Hükümler

1. Kadınlar seçme hakkına sahiptirler.

2. Bir erkeğin yabancı bir kadının eline dokunması haramdır.

3. İhtiyaç olduğu zaman, yabancı bir kadınla konuşmak caizdir.

4. Kadının sesi avret değildir.

[681

5. Erkeklerin biati sözle ve el sıkmayla kadınların biati sadece sözle olur.

2942... Peygamber (s.a.)'e yetişen Abdullah ibn Hişâm'dan (rivayet olunduğuna göre)
annesi Zeyneb bint Humeyd, onu Rasûlullah (s.a.)'e götürüp

"Ey Allah'ın Rasûlü bununla biatleş" demiş, Rasûlullah (s. a.) de "- O (daha) küçüktür/'

[691

demiş ve onun başını okşamıştır.
Açıklama

Çocuklar mükellef olmadıklarından verdikleri sözlerden de sorumlu değillerdir.
Onların biatlerinin de bir hükmü yoktur, işte bu sebeble Hz. Peygamber onlardan biat
almamış, bu maksatla gelen çocukların sadece başını okşamakla ya da -Buharî'nin
rivayetinde açıklandığı üzere- onlara dua etmekle yetinmiştir.

Taberani, Hz. Peygamber (s.a.)'in Hz. Hasanla Hz. Hüseyin, Hz. Abdullah b. Abbas

im

ve Abdullah b. Ca'fer(r.a.)'den.büluğ çağma ermelerinden önce Abdullah b. ez-

im

Zübeyr ile yine Abdullah b. Ca'fer'den yedi yaşında biat aldığını rivayet etmişse
de çocuklardan alman bu biatin devlet başkanına itaati teahhüd eden siyasi nitelikli bir
biat olduğu söylenemez. Ancak sahih ameller işlemek üzere yapılan bir biat olabilir.
Çünkü biat; hicret etmek, yardım etmek, ölünceye kadar cihad etmek gibi maksatlarla
[721

da yapılabilir.

9-10. (Devlet) Memurların(In) Maaşı

2943... Bûreyde'den demiştir ki: Peygamber (s.a.) (şöyle) buyurmuştur.

"Biz kimi (devlet) iş(in)de çalıştırırda kendisine maaş verirsek, onun bu maaştan fazla

'im

(olarak devlet hazinesinden) aldığı şey (devlete) hıyanettir."
Açıklama



Bu hadis-i şerifte devlet reisinin, devlet dairelerinde maaşlı memur çalıştırılmalarının



caiz olduğunu, fakat devlet memurlarının hizmetleri karşılığında kendilerine verilmek
üzere tayin ve tesbit edilen maaş veya ücretten fazla olarak devlet hazinesinden bir

[241

menfaat sağlamalarının devlete hıyanet olacağı ifade edilmektedir.

2944... İbn Saîdi'den demiştir ki: Ömer (b. Hattab) beni zekat memuru tayin etmişti.

Ben bu görevi yerine getirince, bana ücret (verilmesini) emretti. Ben de

"Ben sadece Allah (rızası) için çalıştım" dedim. (Bunun üzerine Hz. Ömer)

"Sana verileni al. Çünkü ben Rasûlullah (s. a.) zamanında görevli olarak çalışmıştım da

1251

(Allah'ın Rasûlü bu hizmetim karşılığında) bana ücret vermişti.
Açıklama

Bu hadis-i şerif senedinde dört sahabi bulunan hadislerdendir. Hattâbî'nin
açıklamasına göre, zekat memurunun yapacağı iş karşılığında kendisine verilmesi
kararlaştırılmış olan ücreti alması caizdir. Nitekim yüce Allah Kur'ân-ı Kerim'inde
onlardan " = zekat toplayanlar" diye bahsederek onlara zekattan bir pay ayırmıştır. Bu
bakımdan ulema zekat memurlarına bu görevleri nisbetinde zekattan bir pay bir başka
ifadeyle zekat gelirlerinden belli oranda bir ücret verilebileceğini söylemişlerdir. Bu
hadis-i şerif daha Önce 1647 numarada geçmişti. Orada yeterli açıklama

£261

bulunduğundan oraya müracaat edilmesini tavsiye ediyoruz.

2945... el-Müstevrid b. Şeddâd'dan demiştir ki: Ben Peygamber (s.a.)'i (şöyle)
buyururken işittim.

"Kim bizim emrimizde görevli ise (hanımı yoksa) evlensin, hizmetçisi yoksa, bir
hizmetçi tutsun, evi yoksa ev alsın. (Musa b. Mer-van) dedi ki: Ebû Bekir (Yahya b.
İshâk şöyle) dedi: Bana haber verildiği(ne göre) Peygamber (s.a)'i
"Kim bundan başka bir servet edinirse, O kimse haindir" -yahut ta hırsızdır- derken

[221

işittim.
Açıklama

Hadis-i şerif, devlet memurunun evlenecekse israfa kaçmamak şartıyla, kadının
mehrini devlet hazinesinden vererek evlenmesinin, hizmetçisi yoksa, hizmetçi tutacak
kadar, evi yoksa ev kirasını karşılayacak kadar devlet hazinesinden para harcayarak
hizmetçi tutmasının ve ev kiralamasının caiz olduğunu ifade etmektedir.
Hattâbî'ye göre, bu hadis-i şerifi iki şekilde tefsir etmek mümkündür.

1. Bir memurun devletten aldığı maaşla evlenmesi, hizmetçi, ev temin etmesi ve
bunları temin edecek kadar maaş alması caizdir.

2. Eğer bir memur bekarsa devletin onu devlet hazinesinden evlendirmesi, hizmetçisi
yoksa hizmetçi tutması ve evi yoksa ona ev kiralaması icab eder.

Hadîsin senedinde geçen Cübeyr b. Nüfeyr, İmam Ahmed'in rivayetinde Abdurrahman
b. Cübeyr olarak geçmektedir. Bezl'ül-Mechûd yazarının tahkikine göre, doğrusu da
budur. Ve bu Abdurrahman b. Cübeyr'den maksat Abdurrahman b. Cübeyr el-Mısrî,



el-Fakih, el-Farzi, el-Müezzin, el-Amirî'dir.

Hadisin sonunda geçen Ebû Bekir'den maksatsa İmam Ahmed'in şeyhi Yahya ibn
İshak'dır.

Her ne kadar AviTül-Ma'bûd yazarı bu Ebû Bekir'in Hz. Ebû Bekir Sıddîk olduğunu
söylemişse de bu görüş doğru değildir.

Metin sonundaki -yahut ta hırsızdır- manâsına gelen cümledeki tereddüt ifadesi raviye
178]

aittir.

10-11. Memurların Hediye Alması

2946... Ebû Humeyd-es-Saîdi'den demiştir ki: Peygamber (s. a.) Ezd kabilesinden îbn
Lütbiyye adında bir adamı zekat memuru olarak tayin etmiş -ki Ibn'üs-Serh (bu zatın
isminin) Îbnü'l-Ütebiyye olduğunu söylemiştir- Bir süre sonra (adam zekat toplama
işini bitirip) gelmiş ve...

"Şu (mallar) sizindir. Şu(nlar da) bana hediye edildi." demiş. Bunun üzerine
Peygamber (s.a.) minbere çıkıp Allah'a hamdü sena ettikten sonra (şöyle) buyurmuş:
"Benim görevlendirdiğim bir memura ne oluyor da -Bu sizin bu da bana hediye edildi-
diyor. Annesinin yahutta babasının evinde olsaydı da (bir) baksaydı, kendisine bir
hediye verilirmiydi, yoksa veril-mezmiydi? Sizden zekat mallarından (haksız yere) bir
şey alan kıyamet gününde, o malı da (omuzunda) getirir. Eğer o mal deve ise onun
feryadı, inekse böğürmesi koyunsa acı bir melemesi vardır." Sonra ellerini kaldırdı.
Hatta biz koltuklarının altını gördük. Sonra "Allah'ım tebliğ ettim mi? Allah'ım tebliğ

1291

ettim mi?" buyurdu.
Açıklama

Hadis-i şerifte bir memurun görevinin verdiği imkandan yararlanarak, halktan hediye
almasının haram olduğu ifâde edilmektedir. Çünkü bu hediye meşru bir yoldan
gelmemiştir. Onu veren kimse ya memurun yetkisinden korkarak, ya da ondan bir
menfaat bekleyerek, en azından bir müsamaha bekleyerek verir ki, bu memurun
görevini kötüye kullanmasından başka bir şey değildir. Bir memurun görevim kötüye
kullanmasının ihanet ve haram olduğunda şüphe yoktur.

Hattâbî şöyle diyor: "metinde geçen - Annesinin yahutta babasının evinde olsaydı da
(bir) baksaydı, kendisine hediye verilir miydi, yoksa verilmez miydi? -cümlesi harama
sebep olan her işin haram olduğuna delalet eder, menfaat temin eden borç ve rehin de
bu hükme girer. Borç karşılığında bir evi rehin alan kimsenin o evde kirasız olarak
oturması, yahut bir hayvanı rehin alan kimsenin ona binmesi haramdır. Bir kimsenin
bir dirhem değerinde olmayan bir ekmekle bir dirhemi iki dirheme satması da
böyledir. Çünkü bu kimse aslında bir dirhemi iki dirheme satmak istemektedir. Bunu
gizlemek için bir dirhemin yanma bir de ekmek ilave etmekte ve bu ekmeği alet
ederek maksadına erişmektedir." Hadis-i şerifte verilen hediyenin haram kılınmasının
sebebinin memuriyet olduğu bildiriliyor. Yani memura verilen hediye haramdır.
Memur olmayan bir kimsenin hediye kabul etmesinde ise bir sakınca yoktur. Bezi
yazarının İbn Abdilberr'den naklen yaptığı açıklamaya göre, devlet başkanı olarak Hz.
Peygamberin hediye kabul etmesinin caiz oluşu, sadece ona mahsus özel bir



durumdur. Onun aldığı hediye onun malı olur. Fakat başka bir devlet adamının aldığı
hediye fey olur.

Bu açıklamadan anlaşılıyor ki, Cenab-ı Hak, Hz. Peygamber'e varis olmayı, sadaka
almayı yasaklamasına karşılık, hediye almayı mubah kılmıştır. Çünkü hediye almak
sadaka almaya benzemez. Hediye almakta, sadaka almak gibi bir zillet yoktur. Sadaka
almada bir zillet bulunmasına karşılık hediye almakta arzedilen bir saygı, sevgi ve
ikramı kabul etme gibi bir durum vardır.

Allah Peygamberim aslı helal olan bir sadakayı veya zekatı almaktan korumakla, halk
arasında sevgi ve saygının yaygınlaşmasına vesile olan hediyeleşmeyi, ümmetine bir
örnek teşkil etmesi için ona da helal kılmıştır.

Ümmetin görevi her zaman olduğu gibi bu mevzuda da Peygamberine uyarak
hediyeleşmeye rağbet edip aralarında bunu yaymak ve sadakaya muhtaç durumda
kalma yerine, çalışıp, kazanmak, sadaka verecek duruma gelmektir.
Rasûlu zişan efendimizin bir peygamber olarak ümmetinden farklı bazı özellikleri
vardır. Dolayısıyla onun hakkında bazı özel hükümler de vardır. Tehcccüd namazının
ümmetine farz olmadığı halde ona farz oluşu, hiç iftar etmeden günlerce oruç tutması,
bunlardan bir kaçıdır. Bu bakımdan devlet adamlarının ve devlet kademelerinde
çalışan memurların, hediye almaları yasaklanırken bunun ümmetine örnek teşkil etme
göreviyle görevli olması ci-hetiyle Hz. Peygambere mubah kılmışı yadırganacak bir
şey değildir. Çünkü Uz. Peygamberin şahsında idarecilik sıfatıyla Peygamberlik sıfatı
birleşmiştir.

Asrımızın büyük hukukçularından Abdü'l-Kerim Zeydân bu mevzuda şöyle diyor:
"Medine'de ilk İslâm devletinin kurulması ile yüce Peygamberin şahsında şu sıfatlar
toplanmış oldu.

1. Allah'dan aldığı emirleri tebliğ etmek (nübüvvet sıfatı)

2. İslâm devletinin büyük reisliği sıfatı (idarecilik sıfatı)

3. İnsanlar arasında adalet tevzi etmek (yargı sıfatı).

İslâm hukukçuları, peygamberin bu üç sıfatı taşıdığını farketmişler, şu ya da bu sıfatı

£801

göz önüne alarak söz veya davranışlarını ona göre değerlendirmişlerdir.

Hediyeleşme tüm ümmete örnek olsun ve teşvik etsin diye bir peygamber olarak

kendisine caiz kılınmıştır. Fakat o, kendisinden sonraki (sadece) devlet başkanları ve

imi

devlet memurlarına yasaklamıştır.
Bazı Hükümler

1. Memurların hediye almaları haramdır.

2. Memurların devlet adma yaptıkları işlerden hesaba çekilmeleri ve hesap vermeleri

£821

icab eder.

11-12. (Devlet Hazinesinde Toplanan) Zekat Mallarına Hıyanet Etmek
2947... Ebû Mesûd el-Ensârî'den demiştir ki:

"Peygamber (s. a.) (bir gün) beni (zekat) tahsildar(ı) olarak görevlendirdi ve

"Ey Ebû Mesûd! (Bu göreve) git. (Fakat dikkat et, sakın) seni kıyamet gününde

omuzunun üzerinde, çalmış olduğun (ve korkunç) böğürtüsü olan zekat devesiyle gelir



bir halde bulmayayım." buyurdu.

(Ebû Mesûd sözlerine devam ederek şöyle) dedi. (Bunun üzerine ben de; Ey Allah'ın
Rasûlü)

"Öyleyse ben (bu göreve) git(mek iste)miyorum" dedim. (Hz. Peygamber de)

MI

"Öyleyse ben de seni zorlamıyorum" buyurdu.
Açıklama

Hadis-i şerifte, toplanan zekat mallarından herhangi bir şeyi haksızlıkla zimmetine
geçiren kimsenin, kıyamet gününde mahşer yerine zimmetine geçirmiş olduğu malı
omuzunda taşıyarak geleceği, eğer bu mal bir deve ise korkunç sesiyle böğürerek
sahibini ele vereceği ve onu rezil rüsvây edeceği haber verilmektedir.
Hz. Peygamber Ebû Mesud'u zekat memurluğuna gönderirken ona vazifesinin büyük
sorumluluğunu da hatırlatmaktan geri durmadı. Çünkü Hz. Peygamberin en büyük
görevi ümmetini kendilerini bekleyen tehlikeler karşısında uyararak onları
(cehenneme sürüklenmekten) kurtarmaktır.

Ebû Mesûd da böylesine büyük sorumluluğu olan bir görevde hasbel-beşer bir
yanlışlık yapma ihtimalini düşünerek bu görevden affını istemiş. Rasûl-ü zişan
efendimiz de onu bu görevden affetmiştir. Esasen Hz. Peygamber en büyük kalb
doktoru olması hasebiyle, Ebû Mesud için zekat memurluğu görevinin tehlikelerini

[841

sezdiği için ona bu ikazı yapmış olabilir.

12-13. Devlet Başkanının Emri Altında Bulunan Halka Karşı Yerine Getirmesi
Gereken Görevleri [Ve Bu Görevi İhmal Etmesinin Hükmü]

2948... Ebû Meryem el-Ezdîdedi ki: Ben (birgün) Hz. Muaviye'-nin yanma girmiştim.
<Bana)

"Ey falanın babası seni (buraya) getiren nedir?" dedi. Bu kelimeyi araplar (bir
kimsenin gelmesiyle çok sevindikleri zaman) söylerler.
Ben de (Rasûlullah (s.a.)'den)

"Bir hadis duymuştum da sana onu haber vereceğim." dedim. Rasûlullah (s.a.)'i
(şöyle) "buyururken işit(miş)tim.

"Aziz ve Celil olan Allah, müslümanlann idaresini bir kimsenin eline verir de, O
kimse müslümanlann ihtiyaçlarını sıkıntılarım ve zaruretlerini dinlemekten geri
durursa, Allah da onun ihtiyacını, sıkıntısını ve zaruretini dinlemekten geri
durur." (Hz. Muaviye bundan bu hadisi duyduktan sonra) halkm ihtiyaçlarını dinleyip

£851

tesbit etmek) üzere bir adam görevlendirdi.
Açıklama

Tirmizi'nin Sünen'indc bu hadis şu manâya gelen lafızlarla rivayet edilmiştir:
"Herhangi bir hükümdar, kapısını muhtaç, yoksul ve düşkünlerin yüzüne kaparsa,

[861

Allah da göklerin kapısını onun hacet, yoksulluk ve düşkünlüğüne karşı kapar."



Kadı Iyâz'm açıklamasına göre bir amirin kapısını halkın yüzüne kapamasından
maksat, onların yanma gelip dertlerini arzetmelerine imkan vermemesi, onları
huzuruna kabul etmemesidir.

Allah'ın onun ihtiyaçlarım dinlemekten geri durması ise, onların dualarını kabul

[871

etmemesi ve emellerine kavuşmalarına izin vermemesidir.

2949... Hemmân b. Münebbih'den demiştir ki: Ebû Hûreyre, Rasûlullah (s.a.)'in
(şöyle) buyurduğunu söylemiştir:

"Ben size bir şeyi ne verebilirim ne de onu size vermeyebilirim. Ben (sadece) bir

£881

bekçiyim, emr olunduğum şekilde hareket ederim."
Açıklama

Bezi yazarının açıklamasına göre, fahr-i kainat efendimiz bu sözüyle "makam, mensıb
zenginlik, amirlik, gibi insanlar arasında elden ele gezen dünya nimetlerinin halka
dağıtımında kendisinin şahsi bir tasarrufu bulunmadığını, bir Peygamber ve devlet
reisi olarak, devlet memurlukları için yaptığı tayinlerde ve elde edilen ganimetleri hak
sahipleri arasında bölüştürmekte de kendiliğinden hareket etmediğini, bilakis bu
görevleri yaparken Allah'ın kendisine verdiği talimata ve ölçülere göre hareket ettiğini
ifâde etmek istemiştir. Hz. Peygamber bu sözü ganimet mallarını taksim ettikten sonra
ve halkın gönlüne gelebilecek hçrhangi bir şüpheyi izale etmek gayesiyle
söylemiştir.

Rasul-ü zişan efendimiz bu sözüyle "Ben Allah'dan aldığım vahyi, il-uni ve ilâhi
hükümleri aldığım gibi ümmetime tebliğ etmekle memurum. Bunları tebliğ ederken ne
bir kısmını saklayabilirim ne de onlara bir şey ilâve edebilirim. Ben onları aldığım gibi
tebliğ ederim. İnsanların onları kavraması ve o hikmetlere sahip olması da benim

[891

elimde değildir. Allah'ın elindedir." demek istemiş olması da mümkündür.

2950... Malik b. Evs. b. el-Hedesan'dan demiştir ki: Ömer b. Hattâb bir gün
(düşmandan harp sız olarak alman) ganimet(ler)den bahsederek dedi ki:
"Ben şu ganimete hiç birinizden daha müstehak değilim. Bizden hiçbir kimse de buna
diğer bir kimseden daha müstehak değildir. Ancak bizim (bu ganimetleri alma
hususunda) Aziz ve Celil olan Allah'ın Kitabı ve Rasûlünün taksimince (belirlenmiş
olan) bir yerimiz vardır. (Buna göre) kişi(ye ganimetten pay verilirken İslâmiyetteki)
kıdemi, savaşlarda gösterdiği kahramanlıkları ve ihtiyacı (gözönünde bulundurulur).

£901



Açıklama

Düşmandan ele geçen ganimetlerin taksiminde kimlerin hissesine ne kadar ganimet
düşeceği, Kur an-ı Kerim de belirlenmiş ve Hz. Peygamberin tatbikatıyla bu husus
açıklığa kavuşmuştur.

Harpsiz olarak ele geçen ganimetlerin hangi esaslara göre paylaştırılacağını açıklayan



âyet-i kerimeler şu mealdedirler:

1. "Muhacirlerden ve ensardan (İslama girmekte) ilk öne geçenler ile bunlara güzelce
tabi olanlar... Allah onlardan razı olmuştur. Onlar da O'-ndan razı olmuşlardır. (Allah)
onlara, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte



büyük kurtuluş budur."

2. (Bir de o mallar) "göç eden fakirlere aittir ki (onlar) yurtlarından ve mallarından
(sürülüp) çıkarılmışlardır. Allah'ın lütuf ve rızâsını ararlar; Allah'a ve Rasûlüne

1921

(canlarıyla, mallarıyle) yardım ederler. İşte doğru olanlar onlardır."

3. "Ve onlardan önce o yurda (Medine'ye) yerleşen, imana sarılanlar (yani daha önce
yurt edinen Ensar veya ilk önce hicret edip Medine'ye yerleşen müslümanlar)
kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilen (ganimetlerden ötürü
göğüslerinde bir ihtiyaç (eğilimi) duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi (göç
eden yoksul kardeşlerini) öz canlarına tercih ederler, kim nefsinin cimriliğinden

[93]

korunursa işte onlar umduklarına erenlerdir."

4. Onlardan sonra gelenler der ki: "Rabbi'miz, bizi ve bizden önce inanan
kardeşlerimizi bağışla, kalblerimizde inananlara karşı bir kin bırakma! Rabbimiz sen

[94J

çok şefkatli, çok merhametlisin"

İşte bu âyet-i kerimelerde, muhacirlerden hicret etmekte ensardan da muhacirlere
yardım etmekte ön sırayı alanlar, kıbleteyne namaz kılanlar, Be-dir'de ve

[951

Huo'eybiye'de rıdvân biatında bulunanlar övülmekte ve Hz. Peygamberin, harpsiz
olarak ele geçen ganimetlerin taksiminde de bu kimselerle ihtiyacı fazla olan
kimselere daha fazla pay verdiği görülmektedir.

Bütün bunlar gösteriyor ki, harpsiz olarak ele geçen ganimetlerin paylaştırılmasmda
devlet reisinin herhangi bir özel tasarruf hakkı yoktur. Bu malların taksiminde Hz.

[961

Peygamberin tatbikatına uymak zorundadır.
Bazı Hükümler

1. Harpsiz olarak elde edilen ganimetlerde, bütün müslümanlarm hakkı vardır.

2. Bu mallar, taksim edilirken İslâmiyete hizmette ön sırayı alanlarla, ihtiyaç sahipleri,
hizmetlerinin ve ihtiyaçlarının derecesinin nisbetinde diğer müslümanlardan fazla pay
alırlar.

3. Harpsiz olarak ele geçen ganimetlerin (feyin) taksiminde, devlet reisinin ala"cağı
payla, diğer bir müslümamn alacağı pay arasında bir fark yoktur. İkisi de aynı hakka
sahiptir.

Bir numara sonra ele alacağımız babın hadislerinde bu mevzuyu tekrar ele alacağız.
[971



13-14. Harpsiz Olarak Ele Geçen Ganimetlerin Taksimi



2951... Zeyd b. Eslem'den demiştir ki: Abdullah b. Ömer (birgün) Hz. Muaviye'nin
yanma girmişti. (Hz. Muaviye O'na)

"Ey Abdurrahman'm babası, ihtiyacın (nedir anlat?) demiş, (İbn Ömer de harpsiz
olarak ele geçen mallardan) hürriyetlerine yeni kavuşan kölelere (verilmesi gereken)
bağışlar için geldim. Çünkü ben Ra-sûluUah'm kendine gelen mallar(m dağıtımm)da,
önce hürriyetine (yeni) kavuşmuş olan kölelerden başladığını gördüm" cevabını
[981

vermiş.
Açıklama

Mevzumuzu teşkil eden bu babda, fey mevzusu işlenmektedir. Bilindiği gibi fey
sözlükte, bir şeye dönmek anlamına gelir. İstilahta ise, müslümanlarm savaşmadan ele
geçirdikleri ganimet anlamında kullanılır. Hanefî ulemasından İbn Abidin bu mevzuda
şöyle diyor: "Ganimet, kâfirlerle savaşırken onlardan zorla alman maldır. Bu malın
beşte biri beytülmale ayrıldıktan sonra kalanı, gaziler arasında taksim edilir.
Fey ise haraç gibi, kafirlerden harpten sonra alman maldır, bu fey bütün
müslümanlarm masraflarına sarf olunur...

Buna göre harp yapılmadan kâfirlerin İslâm hükümdarına verdikleri hediyeler Fey
değildir. Hindiyede zikredilmiştir ki, ganimet gazilerin kuvvetiyle zorla kafirlerden
alman maldır. Fey ise haraç ve cizye gibi harpsiz olarak kafirlerden alman maldır.

[991

Ganimetten beşte biri beyt'ül-mal için ayrılır. Feyde ise ayrılmaz. Hz. Peygamber
onları kendi içtihadına göre müslümanlarm yararına sarf eder.

Elmalı'n Muhammed Hamdi Efendi de şu sözleriyle bu manâyı te'yid etmektedir:
"Bizim ashabımızdan yani hanefiyeden bu farkı tasrih edenler vardır. Demişler ki:
ganimet harp halindeyken küffardan kahru galebe ile alınandır... Fey ise harp bittikten
ve dâr dar-i İslâm olduktan sonra onlardan alınandır. Hükmü; beşte bir ayrılmadan

UM

hepsi müslümanlarm maslahatlarına sarf-olunmaktır." Bu satırlar Hanefî

ulemasının Fey ile ganimet hakkındaki görüşlerini açıkça ortaya koymaktadır. Feyin
sarf edileceği yerler mevzusunda İbn Rüşd şunları kaydediyor:

"Fey; cumhura göre, müslümanlarm düşmandan tehdid ve korkutma yoluyla aldıkları
mallara denir. Ulema feyin sarf ve harcama yeri hakkında ihtilâf etmişlerdir. Cumhur;
fey; zengin yoksul ayırdedilmeksizin her müs-lümana verilebildiği gibi, ordunun erzak
ve masrafı, hakim ve valilerin maaşı, köprü, okul ve camilerin yapım ve onarımı gibi
devletin sair hizmetlerinde harcanabilir. Ganimet gibi taksime tabi değildir.
İmâm Şafiî'ye göre, -Ganimetin beşte biri gibi feyin de beşte biri ganimet âyetinde
(yani Haşr sûresinin yedinci âyetinde) zikredilen beş sınıfa (Hz. Peygambere, onun
yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmış yolculara) taksim edilir. Geri kalan
beşte dördü ise, devlet reisinin yetkisindedir. Devlet reisi, çoluk çocuğunun ve uygun
gördüğü kimselerin geçimlerini ondan sağlar. -

Zannedersem kimisi de -Feyin tamamı ganimetin beşte birinin verildiği beş sınıf
arasında taksim edilir- demiştir. Tahminime göre bu da İmâm Şafiî'nin kavlidir.
"Fey'İn tamamı imamın yetki ve içtihadına bağlıdır" diyenlerle, "ganimetin beşte
birine sahip olan beş sınıfa verilir" diyenler arasındaki ihtilafın sebebi, yukarıda geçen
ganimetin beşte biri hakkındaki ihtilâfa yol açan sebebin aynısıdır. Zira "Ganimetin



beşte biri âyette zikredilen beş sınıftan başkasına verilmez" diyenler; "fey'de bu beş
sınıfa mahsustur" demişlerdir.

Ayette zikredilen beş sınıftan maksat umumdur, diyenler "Ganimetin beşte biri gibi,
fey'in tamamıda Beytü'l-mal'm olup İmamın yetkisine bağlıdır" demişlerdir.
Ganimetin beşte biri gibi, fey'in de beşte birinin ganimetler âyetinde zikredilen beş
sınıfa verildiği görüşü ise, İmam Şafiî'den evvel hiç kimse tarafından söylenmemiştir.
İmam Şafiî'yi bu görüşe sevkeden sebep; ganimetler âyetinde zikredilen beş sınıfın
fey' âyetinde de zikredilmiş olmalarıdır. İmam Şafiî bundan, ganimetler gibi fey'in de
beşte birinin bu beş sınıfa verildiği görüşünü tercih etmiştir. Halbuki âyetin
zahirinden, fey'in beşte biri değil, fey'in hepsinin bu beş sımfa verilmesinin gerektiği
anlaşılmaktadır. Tahminimce bu görüşe de kail olanlar vardır. Müslim'in rivayetine
göre Hz. Ömer:

"Beni Nadr malları, Allah'ın kendi peygamberine fey olarak vermiş olduğu bir mal idi.
Yani bu malı kazanmada ne at koşturulmuş, ne de silah kullanılmıştı. Bunun için bu
mal peygamber (s.a.) efendimize mahsustu ve yıllık nafakasını bu maldan sağlar,
gerisini de silâh ve harp malzemesinde harcardı" demiştir. Bu da İmam Mâlik'in

£101]

görüşünü te'yid etmektedir.

Bu hadis-i şerifte, Hz. tbn Ömer (r.a.)'nm fey gelirlerinden yeni hürriyetine kavuşan
kölelerin hisselerine düşecek malların vaktinde verilmediğini gördüğü için Hz.
Muaviye'yi uyardığı ve Hz. Peygamberin henüz divana (kayıt defterlerine) geçmemiş
olan bu kimselerin unutularak mağdur duruma düşecekleri ihtimalini düşünerek,
herkesin hissesinden önce onların hissesini verdiğini Muaviye'ye hatırlattığı ifade
edilmektedir.

Bu bakımdan Kadı Şevkanî bu hadisin hürriyetine yeni kavuşan kimselere ganimetteki
hisselerini vermekte öncelik hakkı tanınmasının müstehab olduğunu söylemiştir.
Hanefî âlimlerinden İbn Melek'e göre; burada ganimetlerin taksiminde kendilerine
öncelik hakkı tanınması istenen kimselerin kendilerini ihlasla Allah'a kulluğa adayan
kimseler olduğunu söylemiştir. Bunların mûkâteb köleler olduğunu söyleyenler de
£1021

vardır.

2952... Aişe (r.a.)'dan demiştir ki:

Peygamber (s.a.)'e içinde (kıymetli) boncuklar bulunan küçük bir torba getirilmiş de
onu hür kadınlarla cariyeler arasında paylaştırmış.

(Hz. Aişe dedi ki: "Babam (Ebû Bekir) (bu gibi hediyeleri) hür erkekler ile erkek

£103]

köleler arasında bölüştürürdü.")
Açıklama

Aslında devlet başkanının eline savaşsız olarak geçen mallarda tüm muslumanlar eşit
derecede hak sahibi olmakla beraber, Rasûl-ü Zişan efendimiz boncuk gibi kadınların
boynuna takmaktan başka bir işe yaramayan ziynet eşyalarını hür ve cariye kadınlara
dağıtmıştır. Bu sözü geçen mücevherlerde erkeklerin hakkı olmadığından değil de
erkeklerden ziyade kadınların işine yaramasmdandır.

İşte Hz. Ebû Bekir (r.a.) Rasûl-ü zişan efendimizin bu taksimini böyle anladığı için



kendisi bu nevi mallan hür olsun köle olsun erkeklere de ihtiyaçları nöbetinde
dağıtmıştır. Aliyyü'l-Kari'nin açıklamasına göre, burada söz konusu edilen erkek
kölelerle cariyelerden maksat, hürriyetine yeni kavuşmuş kölelerle mükatep kölelerdir.
Çünkü mutlak kölenin alacağı mal efendisinin olacağından ona bir mal vermek söz
[İM

konusu olamaz.

2953... Avf b. Malik'den demiştir ki:

"Rasûlullah (s.a.)'e savaşsız olarak ele geçen bir ganimet geldiği zaman onu geldiği
gün taksim eder, evlilere iki, bekarlara bir pay verirmiş" (Ravi) Ibnü'l-Musaffâ (bu
rivayete şu cümleleri de) ilave etti. -(Avf b. Mâlik dedi ki) "Biz (yine birgün savaşsız
olarak ele geçen ganimetlerden hissemizi almak üzere) çağrıldık. Ben Ammâr'dan
önce çağrıldım. (Hz. Peygamber) bana iki hisse verdi. (Çünkü) ben evliydim. Benden

£1051

sonra Ammâr b. Yâsir çağırıldı. Ona bir hisse verildi" (çünkü o evli değildi)-
Açıklama

Bu hadis-i şerif savaşsız olarak ele geçen ganimetlerin (feyİe-rin) bekarlara bir,
evlilere iki hisse verilerek bütün müslüman-lar arasında dağıtılacağını ifâde
etmektedir.

Aslında harpsiz olarak ele geçen ganimetler üzerinde tasarrufta bulunma yetkisi
tamamen Hz. Peygambere verilmiş, Hz. Peygamber de Allah'dan aldığı ilhama göre

£1061

dağıtmış. Bu cümleden olarak, Islama hizmeti daha çok geçenlere ve ihtiyacı da
çok olanlara daha fazla pay vermiştir. Nitekim 2950 numaralı hadisin şerhinde

11071

açıklamıştık.

14-15. (Ölen Birinin Bıraktığı) Çocukların Geçimi

2954... Câbir b. Abdillah (r.a.)'den Rasûlullah (s. a.) (şöyle) buyurdu:
"Ben müslümanlara kendilerinden daha yakınım (Binâenaleyh) "Kim (arkasında) bir
mal bırakırsa (o mal) mirasçılarmmdır. Kim de (arkasında) bir borç ya da (küçük)

£1081

çocuk bırakırsa (o çocuğa bakmak) bana aittir ve (o borç ta) benim üzerimedir."
Açıklama

Metinde geçen kelimesi yakın anlamına gelmektedir. Rasûl-ü zişân efendimiz bu
sözüyle bir Peygamber ve devlet başkanı sıfatıyla müslümanlann en yakın velisi
olduğunu, bu bakımdan bir müslümanm ölürken arkasındaki bıraktığı çocuklarını ve
bakıma muhtaç olan diğer aile fertlerini korumanın ve geçimleriyle ilgilenmenin
bırakmış olduğu borçları ödemenin kendisine düştüğünü ifâde etmek istemiştir.
Bazılarına göre bu söz Ben müslümanlara kendilerinden daha yakınım
sözü "Ben vefat eden bir müslümanm çocuğunun işleriyle o kadar yakından ilgilenirim
ki kendisi hayatta olsa bu kadar ilgilenemezdi..." anlamına gelir.



Bu mevzuda Kurtubi şöyle diyor: "Peygamber (s.a)Mn ölen bir kimsenin borcunu
üzerine alması, ihtimalki yüksek ahlakı gereği bir teberru olup-vacip değildi"
Rasûluüah (s.a.)'in bu borcu nereden ödediği ihtilaflıdır. Kendi malından ödediğini
söyleyenler olduğu gibi, müslümanlar yararına gelen mallardan ödediğini ileri sürenler
de vardır. Keza bu ödemenin ona vacib olduğunu söyleyenler bulunduğu gibi teberru'

£1091

suretiyle verildiğine kail olanlar da vardır.

2955... Ebû Hüreyre'den demiştir ki: Rasûluüah (s.a.) şöyle buyurdu:
"Kim (ölür de geriye bir) mal bırakırsa, o varislerinindir. Kim de geriye borç ve

£1101

bakıma muhtaç çocuk bırakırsa o bizedir...

2956... Cabir b. Abdillah'dan demiştir ki Peygamber (s.a.) (şöyle) buyururmuş:

"Ben bir müslümana kendisinden daha yakınım, (müslüman) bir kişi (arkasında) borç

bırakarak ölürse (onu ödemek ) bana (düşer. Müslümanlardan) bir kimse (arkasında)

mu

mal bırakacak olursa (o mal da onun) mirasçılarına aittir.
Açıklama

Hz. Cabir'den rivayet olduğuna göre, Peygamber efendimiz İslamiyetin ilk yıllarında
borçlu olarak ölen kimselerin cenaze namazının kılmazmış. Bir gün borçlu olarak ölen
bir kimsenin cenazesi getirilmiş te Peygamber efendimiz:
"Bu adamın borcu varmıdir?" diye sormuş, halk

"Evet iki dinar borcu var" deyince (onun namazını kılmak istememiş ve)
"Kardeşinizin namazım kılınız" buyurmuş. (Orada hazır bulunan) Ebû Katâdenin
"Ey Allah'ın Rasûlü, o borcu ben yükleniyorum" demesi üzerine, Onun cenaze
£1121

namazını kıldırmış.

Fakat daha sonraları İslâm fütuhatı gelişip İslam devleti zenginleşince, Peygamber
efendimiz

"Ben müslüinanlara kendilerinden daha yakınım. Kim bir borç bırakırsa ödemesi bana

' imi

düşer. Kim de bir mal bırakırsa mirasçılarmmdır." buyurarak bu uygulamayı

0141

yürürlükten kaldırmıştır.

Metinde geçen "ene evlâ bikülli mü'minin" cümlesi Ahzâb sûresinde şu manaya gelen

£1151

lafızlarla ifade buyurulmuştur. "Peygamber mü'minlere canlarından ileridir."
Rivayete göre Rasûl-ü Ekrem Efendimiz Tebük seferine gidileceğini ilan edince bazı
kimseler ailelerinden izin isteyeceklerini söylemişler. Bunun üzerine bu âyet-i kerime
indirilerek "Peygamberin emr u irşadı mü'minlere nefislerinin delaletinden daha
£1161

hayırlıdır. buyurulmuştur.

İbn Abbas (r.a.) ile Atâ b. Ebî Rebâh bu âyet-i kerimeyi şöyle tefsir etmişlerdir.
"Rasûl-u Ekrem mü'minleri bir şeye davet eder, nefisleri de başka bir şeye davet



ederse, Rasûlullah'm davetine icabetmek nefislerinin arzusuna uymaktan daha
hayırlıdır." Müfessir, Mukatıl'den de "Peygamber (s.a)'in emirde irşadına uymak,
mü'minlerin

bazısının diğer bazısının fikir ve içtihadına uymasından daha hayırlıdır." suretinde bir

imi

tefsir nakledilmiştir.

15-16. Bir Kişiye Kaç Yaşında Olunca Harpte Ganimetten Pay Verilir

2957... İbn Ömer'den demiştir ki; kendisi Uhut savaşı günü Peygamber (s.a.)'e
gösterilmiş ve (o gün) kendisi ondört yaşında imiş. (Râsûl-ü Ekrem) onu (harbe) kabul
etmemiş. Hendek savaşı günü de gösterilmiş (o gün ise) on beş yaşındaymış ve

£1181

(Rasûl-ü Ekrem) onu (harbe) kabul etmiş.
Açıklama

Bezl'ül-Mechûd yazarının açıklamasına göre, Rasûl-ü zişan efendimizin İbn Ömer'in
ondört yaşında iken harbe katılmasına izin vermeyip te onbeş yaşında iken harbe
katılmasına izin vermesi, bir çocuğun onbeş yaşma varınca ergenlik çağma ve
dolayısıyle cihada katılabilecek çağa girdiğine delalet eder.

Bu durum çocuğun hiç ihtilâm olmadan onbeş yaşma girmesiyle ilgilidir. Fakat çocuk
onbeş yaşma girmeden önce ihtilam olursa, ihtilam olduğu andan itibaren ergenlik
çağma girmiş olur.

Bu mevzuda Hattâbî de şöyle diyor: "Çocuklar hakkında had cezalarının
uygulanabilmesi için gereken ergenlik çağının sınırı konusunda alimler ihtilaf
etmişlerdir. Şafiî'ye göre oğlan çocuğu ihtilam olunca veya onbeş yaşma varmca
ergenlik çağma girmiş olur. Had cezaları onlara tatbik edilir. Kız çocuğu ise aybaşı
adeti görünce veya on beş yaşma varınca ergin kadınlar hükmündedir. Ve hakkında
had cezaları uygulanır. Avret yerinde tüy bitme işi ise erginlik çağma varma belirtisi
sayılmaz.

Tuhfe yazarının beyânına göre Şerhü's-Süniıe'de: ilim ehlinin ekserisine göre hüküm
şöyledir: Oğlan ve kız çocuğu on beş yaşını doldurunca erginlik çağma varmış olur.
Şafiî ve Ahmed b. Hanbel de böyle demişlerdir. Bunlar dokuz yaşını doldurup on beş
yaşma varmadan önce ihtilâm olurlarsa gene erginlik çağma varmış sayılırlar. Keza
kız çocuğu dokuz yaşından sonra aybaşı adeti görünce buluğ çağma varmış olur.
Dokuz yaşma varmadıkça ihtilam olmak veya kızm hayız kanı görmesi söz konusu
değildir, der.

El-Hidâye'de de: Erkek çocuğun ergenlik çağma varması ihtilâm veya cinsel ilişkide
bulunduğu zaman menisinin gelmesi veya kadını gebe bırakması ile gerçekleşir.
Bunlar yok ise, on sekiz yaşını doldurmakla bulûğ çağma varmış olur. Kız çocuğun
erginliği ise aybaşı âdeti, ihtilâm olması veya gebe kalması ile oluşur. Bunlar olmazsa
on yedi yaşı doldurması ile ergin sayılır. Yukardaki hüküm Ebû Hanife'ye göredir.
Ebû Yûsuf ile Muhammed'e göre, oğlan ve kız çocuğu on beş yaşını doldurunca
ergenlik çağma varmış olurlar. Bu görüş Ebû Hanife'den de rivayet edilmiştir. Şafiî'nin
kavli de böyledir, denilmektedir.



Hanefi ve Şafiî mezheplerine göre oğlan ve kız çocuğun erpenlik çağma varmaları
alâmetleri yukarda anlatıldı. Hulâsa bu iki mezhebe göre kız ve oğlan çocuklar on beş
yaşını doldurunca ergenlik çağma varmt* olurlar. Ayrıca dokuz yaşından sonra
meninin gelmesi de ergenlik çağı sayılır. İhtilâm da böyledir. Kızların aybaşı âdeti de
bulûğ alâmetidir. Diğer. İfci mezhebe gelince:

Mâliki mezhebine göre ayrıca avret yerinde ufak tüy değirûcykıllarm çıkması ve sesin
kalınlaşması gibi alametler de vardır.

Hanbelî mezhebine göre, meninin gelmesi, tıraşı gerektirecek kalınlıkta etek tüylerinin
bitmesi, onbeş yaşı doldurmuş olması, kız ve oğlan çocuk için ergenlik alâmetleridir.
Bunlardan birisi yeterlidir. Kızlar için ayrıca aybaşı adetini görmek veya gebe olmak

£1191

da bulûğ çağı alameti sayılır.

16-17. Ahir Zamanda Bağiş Kabul Etmenin Çirkinliği

2958... Vadilkurâ halkından Süleym b. Mutayr (isimli) bir ihtiyar, dedi ki:
Babam Mutayr (in) bana haber verdi(ğine göre) kendisi (birgün) hacca (gitmek üzere
yola) çıkmış ve Süveydo'da ilaç ve huzâz aramak için gelmişe benzeyen bir adamla
karşılaşıvermiş ve (o adam şöyle) demiş: Veda haccmda Rasûlullah (s.a.)'i halka vaaz
edip onları (iyiliğe) çağırıp (kötülükten) sakındırırken işiten bir adam dedi ki:
Rasûlullah (s. a.) (şöyle) buyurdu.

"Ey insanlar! bağışı, bağış olduğu müddetçe alınız. (Fakat) "Ku-reyş saltanatı ele
geçirme yarışma girişip te bağış (size) dininiz karşılığında (verilir bir hale gelince) onu
(almayı) bırakınız.

Ebû Dâvud der ki: Bu hadisi tbnü Mübarek Muhammed b. Y-sar'dan (o da) Süleym ö.

UM

Mutayr' den rivayet etmiştir.
Açıklama

Süveyda, Medine ile Şam arasında Medine'ye iki gecelik mesafede bulunan bir
şehirdir. Aynı isimle anılan biri Harran diğeri de Dımışk civarında iki şehir daha
vardır.

Huzâz, meşhur bir ağacın meyvesidir, çok şifalıdır.

Hadis-i şerif, dünyevi bir çıkar gözetilmeden Allah rızası için verilen hediye ve
bağışları kabul etmekte bir sakrnca olmadığını, fakat ileride bazı zümrelerin siyasi
maksatlarla ve dünyevi menfaat temini gayesiyle bir takım hediyeler ve bağışlar
dağıtarak karşılığında halktan Allah'ın kitabına ve Ra-sülünün sünnetine aykırı hareket
etmelerini isteyeceklerini, neticede bu bağışlar sebebiyle halkın dini hayatında ve
imanında büyük bir tahribat yapacaklarını ve dolayısıyla bu hediyelere hediye
demenin de doğru olmayacağını ifade etmektedir.

Yine bu hadis-i şerifte, hediye ya da bağış adı altında verilen, aslında rüşvetten başka
birşey olmayan bu menfaatlerin Kureyş'lilerin saltanat kavgasına girdikleri andan
itibaren görülmeye ya da yaygınlaşmaya başlayacağı ifade buyurulmaktadır.
Bu bakımdan devlet başkanlarının dünyevi menfaat temin etmek gayesiyle verdikleri
hediyeleri almaktan sakınmak icabeder. Fakat verilen hediyenin sırf Allah'ın rızasını
kazanmak gibi. temiz bir niyyetle verildiği biliniyorsa onu almakta bir sakınca



yoktur. :

eş-Şabî ile tbn Mesûd (r.a.): "aslında sultandan hediye almak haram değildir. Fakat
eğer bu hediye, alan kimseyi bir haramı işlemeye mecbur bı-rakacaksa, o zaman onu
almak haram olur. Bu meVzuda İmam Gazali (r.a.) şöyle diyor: "ulema sultandan
hediye almanın caiz olup olmadığı konusunda ihtilafa düşmüşlerdir. Bir kısmına göre
haram olduğu kesinlikle bilinmeyen birşey helâldir. Binaenaleyh sultanın verdiği
hediyeyi almakta bir sakınca yoktur. Bir kısmına göre de helal olduğu kesinlikle
bilinmeyen bir şey haramdır. Dolayısıyla helâl olduğu kesinlikle bilinmedikçe sultanın
verdiği hediyeyi kabul etmek caiz değildir.

Sultanın vereceği hediyenin içinde haram malın da helâl malın da bulunması halinde o
hediyenin alınabileceğini söyleyenler, zalim sultanlara yetişen pek çok sahabinin
onlardan hediye kabul ettiklerini, tabiilerden pekçok kişinin de böyle hareket
etmelerini bu görüşlerinin doğruluğuna delil olarak göstermişlerdir. Nitekim İmam
Şafiî Harun Reşid'den bir defada bin dinar aldığı gibi, İmam Mâlik de halifelerden
karşılıksız olarak pek çok mal almıştır.- Bununla beraber devlet başkanlarından hediye
almayı kabul etmeyen kimseler haram olduğundan değil de şüpheli şeylerden kaçıp
vera yolunu tutmak için kabul etmemişlerdir." İmam Gazzali (r.a.) bu mevzudaki
sözlerini şöyle noktalıyor.

Günümüzdeki sultanların mallarında bulunan haram mal helâl maldan daha çok
olduğundan onların mallarında bulunan helal mal yok denecek kadar azdır."
İbn Raslan da bu mevzuda şöyle diyor: "İmam Gazali hazretlerinin zamanı öyle olursa

[1211

artık bizim zamanımıza ne demeli?"

2959... Vadil-kura halkından olan Süleym b. Mutayr'dan (rivayet olunduğuna göre)
babası O'na (şöyle) demiştir:

Ben Rasûlullah (s.a.)'i veda hutbesinde dinledim. Halkı (iyiliğe) çağırıp (kötülükten)
sakındırdı. Sonra da:

"Ey Allah'ım tebliğ ettim mi?" dedi. (orada bulunan sahabiler)

"Evet Allah için" (tebliğ ettin) karşılığını verdiler. Sonra (Peygamber efendimiz
tekrar):

"Ey Allah'ım tebliğ ettim mi?" dedi (onlar da tekrar)

"Allah için evet" dediler. Sonra (Peygamber efendimiz): "- Kureyş kendi aralarında
saltanatı ele geçirme yarışma girdikleri ve bağış da rüşvete dönüştüğü zaman onu
(almayı) bırakınız". (Bu hadisi nakleden zat hakkında) "bu (zat) kimdir?" diye
(bilenlere) sorulduğunda (onlar) "Bu (zât) Rasûlullah (s.a)'in arkadaşı Zü'z-Zevâid'dir.
£122]

Cevabını verdiler.
Açıklama

Zü'z-Zevâid Cühen kabilesinden bir sahabidir. Tirmizî onun sahabi olduğunu
söylüyor. Taberî'nin et-Iehzib isimli eserinde Ebû Ümâme b. Sehl'den rivayet ettiğine
göre ashâb-ı kiram arasında ilk kuşluk namazı kılan kimse Hz. Zü'z-Zevâid'dir. Nafile
namazını çok kıldığı için bu ismi almıştır.

Hafız Munziri de onun Medineli ve ünlü bir sahabi olduğunu kaydediyor. Bu hadisle



£123]

ilgili açıklama bir önceki hadisin şerhinde geçmiştir.

17-18. Bağış (Veya Maaş Verilecek Asker)Ler (İçin Tutulan) Kayıt Defteri

2960... Abdullah b. Ka'b b. Malik el-Ensari'den (rivayet olunduğuna göre, Hz. Ömer'in
halifeliği sırasında); Ensardan (oluşan) bir askeri birlik kumandanlarıyla birlikte tran
topraklarında (bulunuyordu. Aslında) Hz. Ömer (düşman sınırında bulunan
askerlerden nöbeti teslim almaları için) her sene arkadan -bir ordu gönderdiği halde o
sene onlarla meşgul ol(maya fırsat bul)amamış (ve dolayısıyle arkalarından bir ordu
gönderememiş)^, (nöbet değişimi için) vakit (gelip) geçince bu sınırda bulunan askeri
birlik dönüp geldi.- Bunun üzerine (Hz. Ömer) onlara sert bir şekilde çıkıştı ve onları
tehdid etti. (Bu birliği teşkil eden) kimseler Rasûlullah (s.a.)'m sahabileri idiler.
"Ey Ömer sen bize ilgisiz kaldın ve Rasûlullah (s.a.)'in bizim hakkımızdaki (sınırda
bulunan) gazilerin arkasından (nöbet teslim almak üzere) başka bir askeri birlik

£124]

gönderileceğine dair emrini terkettin" dediler.
Açıklama

Metinde geçen "Hz. Ömer düşman sınırında bulunan askerlerden nöbeti teslim
almaları için hersene arkadan bir ordu gönderirdi." anlamına gelen cümle, aslında
orduya katılan her asker için bir kayıt defteri veya sicil defteri ya da dosya tutulduğuna
ve o defterlerde her askerin alacağı maaşın ganimetlerden veya fey gelirlerinden
alacağı payın yazık olduğuna delalet eder. Çünkü her asker, hakkında böyle düzenli
bir defter tutulmamış olsa, çeşitli istikametlere gönderilmiş olan askeri birlikler hak-
kında sağlam bilgi sahibi olup onların ihtiyaçlarını karşılamak ve bir anda evlerinde
bulunan askerleri toplayıp nöbet teslim almak üzere sınır boylarına göndermek
mümkün olmazdı. Bezi yazarının "Fethu'l-vedûd"dan naklettiğine göre Hz. Ömer'i o
sene İran sınırında bulunan askerlerden nöbeti teslim almak üzere arkalarından bir
ordu göndermekten alakoyan meşguliyet yine bu defterlerin tanzimi ile ilgili
meşguliyetiydi. Yani Hz. Ömer o sene orduya yeni katılacak olan kimselerin sicil
defterleriyle meşguliyetinin sıkılığı onu İran sınırındaki askerlerle ilgilenmekten
alakoymuştu.

Bu babın başlığında bulunan divan kelimesi sicil defteri dosya ve kayıt defteri
anlamına gelir.

Fetihlerle İslâm devletinin sınırları genişleyince, İran merzubânlarmdan birinin
işaretiyle ilk defa Hz. Ömer tarafından divan sistemi getirilmiştir.
Divan sözü Farsçada sicil defteri anlamına gelir. Buradan anlaşılıyor ki bu sistemin
kaynağı İrandır. Mecaz kabilinden divan ismini mekâna (yere) yahut divanın
muhafaza edildiği yere de vermişlerdir.

Hz. Ömer, bu sistemi İran'dan aldıktan sonra devletin ihtiyaçlarına göre geliştirmiş ve
bölümlere ayırmıştır. Askerlere verilmesi gereken şeyleri bilmek için Asker Divanı
kurmuş, Beytülmal'm gelirlerini bilmek ve her müslümana düşen payı öğrenmek için
vergi veya Haraç Divanını geliştirmiştir.

Divanların bir kısmı merkezidir. Arapların kendileri onu araplar çapında (Araplara
özgü) kurmuşlardır. Bütün muhtevası Arapçadır. Bazıları da yerel ve bölgeseldir.



Araplar fethedilen yerlerde farklı divanlar görmüşler ve sahipleri alışmadıkları yeni bir
sistemle karşılaşıp bocalamasın ve ürkmesin diye, olduğu gibi değiştirmeden
bırakmışlardır. Nitekim İran ve Irak' da da durum böyle olmuştur. Buralarda Divanlar
Farsça idi. Şam bölgesinde Rumca veya Bizanslıların konuştuğu dilden idi. Mısır'da
Kıp-tice tutulmuştu. Bu divanlar daha sonra Emevi Halifelerinden Abdulmelik b.
Mervan el-Velid ve Hişam zamanlarında Arapçaya çevrilmiştir.
Hz. Ömer, idari teşkilâtta genel olarak merkeziyetçiliğe meylederdi. Bu sebepten,
Asker Divanım kurar ve tutarken orduyu merkeze bağlamıştır. Daha sonra Divan
kayıtsız ve şartsız bu asker Divanı için kullanılmıştır. Çünkü Hz. Ömer zamanında
müstakil ve apaçık sıfat taşıyan sadece bu divandı. Hz. Ömer maaş ve bağışlarda halis
Araplarla Arap olmayanları eşit tutmayı tercih etmiştir. Her taraftaki ordu

[125]

komutanlarına da bu konuda talimat vermiştir.

2961... îbn Adiyy b. Adiyy el-Kindî*(nin) haber venii(ğine) göre; Ömer b. Abdil-Aziz
(memurlarına şu mealde bir) mektup yazmıştır. "Her kim harpsiz olarak ele geçen
ganimetlerin nereye sarf edildiğini soracak olursa (şunu iyi bilsin ki) bu ganimetlerin
sarf yeri, Ömer b. el-Hattab'm kararlaştırıp müslümanlann da Peygamber (s.aj'in -
Allah hakkı Ömer (r.â.)'m dili ve kalbi üzerine koymuştur- sözüne uyarak adalete
uygun bulduğu yerlerdir. (Hz. Ömer savaşsız olarak ele geçen ganimetlerden
müslümanlara) bağış verilmesine hükmetmiş, (yahudi, hıristiyan ve mecusi gibi) din
sahiplerine de kendilerinden alınacak Cizye karşılığında eman verilmesini
kararlaştırmış, (ve bu cizyeden Allah'a Rasûlüne, Hz. Peygambere yakınlığı
bulunanlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalan yolculara verilmek üzere ganimet
mallarından alman) beşte bir vergiyi almamış (geriye kalan dörtte birini de gaziler

0261

için) ganimet kılmıştır.
Açıklama

Metinde geçen "Hz. Ömer savaşsız olarak ele geçen ganimetlerden müslümanlara
bağış verilmesine hükmetmiştir." manâsına gelen cümle, Hz. Ömer devrinde orduya
intisab eden askerler için özel kayıt ve sicil defterleri tutulduğuna ve defterlerde her
askerin ihtiyacının ganimetlerden ve feylerden alacakları payların ve bunların dışında
eline geçmesi gereken maaşın kayıtlı olduğuna delalet etmektedir. Çünkü her askerin
kayıtlı olduğu sicil defterlerinin bulunmaması halinde, ordunun maaşını ve ganimet
mallarından alacakları paylan zamanında ve eksiksiz olarak dağıtmak mümkün
olamaz.

İşte Hz. Ömer ordunun geçimini bu şekilde düzene sokarken başka dinden olup ta
müslümanlarm idaresine giren kimselere ödeyecekleri cizye vergisi karşılığında eman
vermiş, her türlü medeni münasebetlerinde serbestçe yaşayabileceklerine dair eman
vermiştir.

Başka dinlerden olan ve kendilerine zimmi denilen bu kimselerden alman cizye
vergisinden beşte birinin diğer ganimet mallarında olduğu gibi haşr sûresinin yedinci
âyetinde belirtilen hak sahiplerine, kalan dörtte birinin de gazilere mi dağıtılacağı,
yoksa olduğu gibi müslümanlarm genel ihtiyaçlarına mı sarf edileceği, konusu ulema
arasında ihtilaflıdır.



Hadis-i şerif, cizyeden hiç bir kimseye pay ayrılmaksızm doğrudan doğruya
müslümanlarm genel ihtiyaçlarına sarfedilebileceğine delalet etmektedir.
Nitekim hanefî fıkıh kitaplarından Hidaye, Bin ay e, Fethulkadir gibi eserlerde
açıklandığı üzere, müslümanlarm savaşmaksızm sırf düşmanı korkutarak ele
geçirdikleri mallarda haraç ve cizye gelirleri gibi, askeri kışlaların ve köprülerin
tamirine, sınırların tahkimine, büyük nehir ve kanalların açılmasına, hakimlerin, zabıta
memurlarının, öğretmenlerin, askerlerin maaşlarına, yolların, seyru seferin
emniyetinin sağlanmasına sarf edilir.

İmâm Şafiî'ye göre; kafirlerden savaşsız olarak ve sadece korkutarak alman mallardan
haşr sûresinin yedinci âyetinde belirlenen hak sahiplerine verilmek üzere beşte biri
ayrılır.

Fakat korkutmaksızm ve savaşsız olarak kafirlerden alman cizye ve gümrük vergisi
gibi mallardan sözü geçen hak sahiplerine vermek üzere beşte bir hisse ayrılmaz.
İmam Şafiî'nin eski görüşü budur. İmâm Mâlik de bu görüştedir. İmam Şafiî'nin yeni
görüşüne göre bu gelirlerden beşte bir hisse haşr sûresinde belirlenen hak sahiplerine
verilmek üzere ayrılır. İmam Ahmed'-den bu hususta iki görüş rivayet olunmuştur.
Cizye, kitap ehlinin müslümanlara kendilerinin korunmalarına karşılık ödedikleri
vergiye denir. Cizye onların bir bakıma İslama girmemelerinin de cezasıdır. Cizyeye
müslümanlardan alman zekatın karşılığı da denilebilir. Çünkü, İslâm toplumunda
yaşayan gayr-ı müslimler zekatla mükellef değillerdir.
Fakihler kimlerden cizye alınacağı hususunda ihtilaf etmişlerdir,
tmam Hanbel (r.a.)'ûı meşhur olan kavline göre, cizye yalnız yahudi, hıristiyan ve
mecusilerden alınır. İmam Şafiî (r.a.) de bu görüştedir.

İmam Evzaî de, "Cizye, bütün kafirlerden alınır, ister puta, ister ateşe tapsın, isterse
hiçbir şeye inanmasın." demiştir.

imam Malik (r.a.) ve Ebû Hanîfe (r.a.)'ye göre cizye, Arapların putperestleri hariç,
diğer kafirlerin hepsinden alınır. Putperest araplar için ise iki yol vardır. Ya îslamı
kabul etmek ya da kılıçtan geçirilmek.

Cizye, yalnız baliğ olan erkeklerden alınır. Kötürüm, topal, kör, yaşlı, kadın, çocuk ve
manastırlara kapanmış keşişlerden cizye alınmaz.

Cizyenin miktarı: Cizye, her yıl için, gayri müslimlerin zenginlerinden 48 dirhem, orta
hallilerinden 24 dirhem, çalışma gücü olan fakirlerinden ise 12 dirhem olarak alınır,
imam Azam (r.a.) ve İmam Hanbel (r.a.)'in görüşleri budur.

tmam Malik (r.a.)'e göre, zengin-fakir ayırımı yapmadan, aralarında geçerli para altm
ise her zımmîden 4 altm, gümüş ise 40 dirhem alınır.

İmam Şafiî (r.a.) 'ye göre, ister zengin olsun, ister fakir her zımmîden senede 1 altm
alınır.

Tercih olunan görüş İmam Malik (r.a.)'ten rivayet olunandır. Hz. Ömer'in uygulaması
da İmam Malik (r.a.)'in görüşünü teyid etmektedir. Hz. Ömer'den cizye hususunda
muhtelif meblağlar rivayet edilmektedir.

Cizyenin miktarı hakkında kesin bir nass bulunmadığından her mücte-hid kendi
içtihadı ile hükmetmiştir. Hz. Ömer'in dilencilik yapan yaşlı bir yahudiden cizyeyi
kaldırarak hazineden nafaka verdiği de rivayet edilmiştir. En doğrusunu Allah (c.c.)
£1271

bilir.

2962... Ebû Zer' den demiştir ki: Ben Rasûlullah-(s.a.)'i (şöyle) buyururken işittim:



£128]

"Gerçekten Allah, hakkı Ömer'in dili üzerine koymuştur."
Açıklama

Hadis-i şerif yüce Allah'ın Hz. Ömer'in dilinden hikmet pı-narlarmı akıttığını bu
sebeple onun haktan başka bir şey düşünmeyip haktan başka bir şey söylemeyeceğini
ifade etmektir. Nitekim Hz. Ömer'in onbir meselede ileri sürdüğü düşüncelerinin o

* £129]

günlerde henüz inmemiş olan Kur'ân âyetlerine aynen muvafık düşmesi de bu

UM

gerçeği açıkça ortaya koymaktadır.

18-19. Rasûlullah (S. A.) 'İn (Ganimet) Mallar(In)Dan Seçerek Alabileceği Hissesi
2963... Malik b. Evs. b. el-Hadesan'dan demiştir ki:

Ömer (b. el-Hattab birgün) güneşin yükseldiği bir sırada bana (bir haber) gönderdi.
Bunun Üzerine yanma vardım ve kendisini (minder-siz olarak) doğrudan doğruya bir
karyolanın ağaç kısmı üzerine oturmuş halde buldum. Yanma girince bana;
"Ey Malik (senin) kavminden bir kaç aile koşarak geldi. Ben de onlara (ganimet
mallarından) bir şeyler verilmesini emrettim, (bu atiyyeleri) onlara sen bölüştürüver"
dedi. Ben de:

"Bunu sen başka birisine emretsen" (daha iyi olurdu) dedim. O sırada (Hz. Ömer'in
hizmetçisi) Yerfa' (çıkıp) geldi ve

Ey müzminlerin emiri Osman b. Afvân'la Abdurrahman b. Avf. Zübeyr b. el-Awam ve
Sa'd b. Ebî Vakkas'm yanınıza girmelerine izin verir misiniz? dedi. (Hz. Ömer de);
"Evet" cevabını verdi, (ve yanma girmeleri için) onlara izin verdi (onlarda) girdiler.
Sonra Yerfa' (tekrar) geldi ve;

Ey Mü'minlerin emiri yanma Abbas ile Ali'nin girmelerini de izin verirmisin? dedi. (o
da); .

"Evet" dedi (ve yanma girmeleri için) onlara da izin verdi, (onlar da) girdiler. Biraz
sonra Hz. Abbâs (söz aldı ve);

"Ey mü'minlerin emiri benimle şu Ali arasında bir hüküm ver" dedi. Orada
bulunanlardan biri de;

"Evet ey mü'minlerin emiri onlar arasında bir hüküm ver ve ikisine de merhametli ol"
dedi. Malik b. Evs (sözlerine devamla şöyle) dedi: Bana öyle geldi ki (Hz. Abbas'la
Ali, Hz. Osman'la Hz. Abdur-rahman, ez-Zübeyr ve Sa'd'den oluşan) bu Cemaati bir iş
için (şefaatçi olmaları gayesiyle) önden göndermişlerdi. Hz. Ömer de acele etmeyin
dedi. Sonra o topluluğa dönüp; "Göğün ve yerin izniyle durduğu Allah aşkına size
soruyorum Rasûlullah (s.a.)'m - Biz miras bırakmayız, bizim bıraktığımız sadakadır-
buyurduğunu biliyor musunuz?" dedi. (onlar da);

"Evet" dediler. Sonra Hz. Ali ile Abbas'a dönüp "Göğün ve yerin izniyle durduğu
Allah aşkına (söyleyiniz) siz, Rasûlullah (s.a.)'in - Biz miras bırakmayız. Bizim
(arkamızda) bıraktığımız (mal) sadakadır- buyurduğunu biliyor musunuz?" dedi (onlar
da);

"Evet" cevabını verdiler. (Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle) dedi.

"Şüphesiz ki Allah Rasûlünü hiç bir kimseye vermediği bir özellikle tahsis etti de



(Kur'ân-ı Kerîm'inde şöyle) buyurdu: "Allah'ın onlardan Peygamberine verdiği
ganimetlere gelince söz (onu elde etmek için) onun üzerine ne at ne de deve sürdünüz
fakat Allah Peygamberlerini dilediği kimselerin üzerine salar (onlara üstün getirir)

imi

Allah her- şeye kadirdir."

Allah Nadiroğullarım (mallarını) Rasûlüne fey olarak verdi. Allah'a yemin olsun ki:
(Hz. Peygamber) bu mallar(m paylaştırılmasm)da (kendini) size (asla) tercih etmedi.
Kendisi onları alıp ta size verme-mezlik te etmedi. Rasûlullah (s. a.)
(NadİTOğullarmdan fey olarak ele geçen) bu mallardan bir senelik nafaka -yahut
nafakasını, yada ailesinin bir senelik nafakasını- alırdı. (Bu ifadedeki tereddüt raviye
aittir.) Kalanı da (hazinedeki) mallar arasına koyardı. Sonra (Hz. Ömer) bu cemate
yönelip: "Göğün ve yerin izniyle durduğu Allah aşkına size soruyorum. Bunu biliyor
musunuz?" dedi. (Onlar da): "Evet" dediler. Sonra Hz. Abbas ile Ali (r.a.)'a yönelip:
"Göğün ve yerin kendi izniyle durduğu Allah aşkına size soruyorum bunu biliyor
musunuz?" dedi. (Onlar da): "Evet" cevabını verdiler, (sonra Hz. Ömer konuşmasına
şöyle devam etti.)

"Rasûlullah (s.a.) vefat edince Ebû Bekir (r.a.):

"Ben Rasûlullah'm halifesiyim dedi. (Hz. Ömer konuşmasına şöyle devam etti.)
Bunun üzerine sen (ey Abbas) şu (karşımda duran) Ali ile birlikte Ebû Bekir'e varıp
kardeşinin oğlundan (yani Hz. Peygamber'den hissene düşecek olan) mirasını istedin.
Bu da karısı(Fatı-ma)mn mirasını babası (Hz. Muhammed'in malı)ndan istiyordu. Hz.
Ebû Bekir (r.a) de size (şöyle) cevap verdi: "Rasûlullah (s.a.); "Biz miras bırakmayız.
Bizim bıraktığımız sadakadır." buyurdu. Allah bilir ya Ebû Bekir doğru sözlüdür.
Allah'ın emirlerine hakkıyle uyucu-dur. Doğru yoldadır ve hakka tabidir. (Bu yüzden
de) Hz. Peygamberden kalan bu mallar(m idaresi) Ebû Bekr'e verildi. Ebû Bekir vefat
edince de ben;

"Rasûlullah (s.a.)'m ve Ebû Bekir'in halifesi benim" dedim ve Allah'ın mütevelli
olmamı dilediği ana kadar bu mallara mütevelli oldu. Derken sen ve şu (Ali) ikinizin
de işi bir olduğu halde beraberce (karşıma) gelip benden bu malları istediniz. Ben de
(size) eğer bu mallan size vermemi istiyorsanız O malları Rasûlullah (s.a.)'m sarf ettiği
yerlere sarf edeceğinize dair Allah'a söz vermeniz şartıyla (onları size verebilirim)
dedim. Bu şartlar altında bu malı benden aldınız. Sonra aranızda bunun dışında bir
hüküm vermem için (kalkıp tekrar) bana geldiniz. Allah'a yemin olsun ki: Kıyamet
kopuncaya kadar aranızda bundan başka bir hüküm vermem, eğer bu şartlar(ı yerine
getirmekken aciz kalırsanız. Onları bana geri veriniz.

EbûDâvudderki: (Hz. Abbas'laHz. Ali, Hz. Ömer'den) O malları ikisi arasında yarıya
bölmesini (ve idare ve tasarruf hakkının kendilerine verilmesini) istediler. Yoksa onlar
Peygamber (s.aj'in "biz miras bırakmayız* Bizim bıraktığımız sadakadır," dediğini
bilmiyor değillerdi. Onlar doğru olandan başka bir şey istemiyorlardı. Nitekim Hz.
Ömerde "Ben bu mala taksim ismini koydurmam onu olduğu gibi bırakırım** (demek

£1321

suretiyle bu duruma işaret etmiştir).
Açıklama

Safâyâ kelimesi; "Safiyye" kelimesinin çoğuludur. "Safiyye; Peygamber (s.a)'in
ganimet mallarından aldığı humus (1/5) hisseden fazla olarak, ganimetlerin



taksiminden önce onlardan bir at, bir köle ya da bir cariye ve bir köle seçip alma
hakkıdır. Bu hak sadece Hz. Peygamber'e mahsus, özel bir hakdır. Daha sonra gelen
halife ya da devlet başkanları bu hakka sahip değillerdir.
Nitekim 2755 numaralı hadisin şerhinde de bu mevzuya temas etmiştik.
Görülüyor ki, Safıyye, sadece Hz. Peygambere ait Özel bir haktır. Onu istediği gibi
harcar. Ancak musannif Ebû Dâvud bab başlığında geçen bu kelimeyle düşmanın
üzerine at koşturmadan ve savaşmadan müslümanlann eline geçen fey mallarını
kasdetmiştir. Bu tür mallar Hz. Peygamber'e ait olduğundan onlardan safıy diye
bahsetmiştir. Düşman üzerine at ya da deve koşturmadan elde edilen bu malları
tümüyle Hz. Peygamberin hakkı olduğu halde, efendimiz bu hakkını sadece kendi
ihtiyaçları için kullanmamış, müslümanlardan tüm ihtiyaç sahiplerini bu haktan
yararlandırmıştır. Nitekim 2967 numaralı hadis-i şerifte ifade edildiği üzere
Peygamber efendimize harpsiz olarak elegeçen mallardan biri Nadiroğullan arazisi,
biri Fedek arazisi, diğeri de Hayber arazisi olmak üzere üç arazi düşmüştü. Bunlardan
Nadiroğullarmm arazisini elinde tutmakta idi. Bu arazinin gelirini misafirlerin ve
elçilerin ağırlanması, harp için lüzumlu silah ve at temini gibi ihtiyaçların karşılanması
£133]

için Fedek arazisini de yolda kalmış yolcuların ihtiyacı için sarf ederdi. Hayber
arazisini de üçe bölmüştü. Bu üç parçanın ikisini müslümanlann ihtiyaçlarına sarf
edilmesi için beytül-male koyar, kalanın bir kısmını kendi ailesinin ihtiyaçlarına bir
kısmını da muhacirlerin fakirlerine sarf ederdi.

Hz. Ömer, Rasûl-ü Ekremin bu mallarını, Hz. Abbas'la, Hz. Ali'ye teslim ederken bu
toprakların ürünlerinin Rasûlü Ekremin sarf ettiği yerlere sarf edilmesi şartıyle teslim
etmiştir. Ancak Hz. Ebû Bekir'in Hz. Abbas'la Hz. Ali'ye, Hz. Peygamberin arkasında
bıraktığı mallara mirasçı olunamayacağını, o malların sadece sadaka olduğunu
hatırlattığı halde, onların Hz. Ömer'e gelip ondan bu malların kendilerine verilmesini
istemeleri izaha muhtaç bir husustur, bu meseleyi açıklarken Bezi yazarı şunları
kaydediyor; "Aslında Hz. Ebû Bekir (r.a.) Hz. Abbas ile Hz. Ali (r.a.) ya Hz.
Peygamber'in geride bıraktığı malların miras değil sadaka olduğunu açıkladıktan
sonra, Hz. Ebû Bekir'den miras istemekten vazgeçtikleri gibi, Hz. Ömer'den de miras
istemediler. Ancak Hz. Ömer'den bu malların idare ve tasarrufunun kendilerine
verilmesini istediler. Hz. Ömer (r.a) de bu malları Hz. Peygamberin sarf ettiği gibi sarf
etmek şartıyle onlardan söz alarak bu malları onlara teslim etti. Hz. Ali ile Hz. Abbas
(r.a) bu malları şartlarına uygun olarak idare ve sarf ederlerken aralarında anlaşmazlık
çıktı ve bu malları ikiye bölüp yarısının idaresini Hz. Ali'ye yarısının idaresini de Hz.
Abbas'a vermesini istediler. Hz. Ömer ise, Hz. Peygamber'den kalan bir malın olduğu
gibi muhafaza edilmesi gerekir. Bu malı ikiye bölüp te ona taksim ismini kondurmam
diyerek bu teklifi reddetti. Çünkü, bu mallan taksim ettiği takdirde zamanla halkın o
malların miras olarak taksim edildiğini zannedeceklerinden korkuyordu.
Görülüyor ki, Hz. Ali ile Hz. Abbas Hz. Ömer'den bu malların mülkiyetini değil,
sadece idare ve tasarrufunu istemişlerdir. Eğer bu malların miras olduğunu düşünerek
Hz. Ömer'den mülkiyetini istemiş olsalardı, kendi çocuklarının hisselerini de
isterlerdi.' Halbuki onlar böyle bir talepte bulunmamışlardır. Söz konusu mallar Hz.
Peygamber'in Nadir oğullarının arazisinden eline geçen fey mallarıdır.
Hadiste bulunan izaha muhtaç kısımlardan biri de Müslim'in Sahihinde, Hz. Abbas'ın
Hz. Ali'ye sarfettiği rivayet edilen "şu yalancı, günahkâr, vefasız, hain" mealindeki
sözlerdir. Bu meselenin izahı sadedinde Ma'ziri şöyle diyor. "Vaki olan bu sözün



Zahiri Abbâs'a layık değildir, Hz. Ali de bu söylenen vasıfların tamamı şöyle dursun -
haşa- bazısı bile yoktur. Evet biz Peygamber (s.a.)'den bir de onun şehadet
ettiklerinden mâda kimsenin masum olduğunu kâfi olarak söyleyemeyiz; ama sahabe
(r. anhüm) hakkında hüsnü zanda bulunmaya, onlardan her kötülüğü nefyetmeye
memuruz! Bu rivayetin bütün te'vil yollan kapanırsa, yalanı ravîlerine nisbet e4eriz.
Bu mânayı ele alan bazı âlimler böyle sözleri yazmaktansa nüshalarından çıkarmayı
vera' ve takvaya daha uygun bulmuşlar; ihtimal bunları râvilerin vehmine
hamletmişlerdir.

Eğer'bu sözler mutlaka kabul edilecek ve ravilere de vehim isnat etme-yeceksek o
takdirde, en güzel te'vil şudur: Hz. Abbas bu sözleri kardeşi oğluna nazı geçtiği için
söylemiştir, çünkü oğlu yerindedir. Onun hakkında inanmadığı ve kardeşi oğlunun
beri olduğunu bildiği şeyleri söylemiştir. Belki de bu sözlerle onu kendince hatalı
saydığı inancından vazgeçirmek istemiştir. Ona göre bu işi kasden yapan bir kimse bu

Lİ341

çirkin sıfatlarla vasıflanabilir. Ali'ye göre; vasıflanamaz.
Bazı Hükümler

1. Hz. Abbas ile Ali (r.anhum) ganimetin beşte biri hakkında değil, Peygamber (s.a.) e
mahsus olan fey hakkında davaya çıkmışlardı. Bu fey' onun vefatından sonra sadaka
olarak kalmıştır.

2. Her kabilenin âmme işleri, o kabilenin büyüğüne verilmelidir; zira onların hallerini
en iyi bilen odur.

3. Kumandan ve devlet büyükleri yanlarına izinsiz girilmemesi için kapıcı istihdam
edebilirler.

4. Bir davada iş büyüyerek taraflar arasında fesad çıkmasından korkulursa, hâkim
huzurunda şefaatte bulunmak caizdir.

5. Hakkı söylemek şartı ile bir kimsenin kendini medhetmesinde beis yoktur.

6. Senelik aile yiyeceğini biriktirmek caizdir.

7. Fakih ve âlimin başkalarının bildiği bazı şeyleri bilmemesi mezmum değildir.

8. Bir kimseyi adı ile çağırmak caizdir.

9. Haber-i vahidi kabul caizdir.

10. Hâkim hüccetini takviye ve hasmı ilzam için taraflara karşı söylediklerine şahid

Lİ35I

getirebilir.

2964... Şu (bir önceki hadiste geçen) olay Malik b. Evs'den de (rivayet olundu) Dedi
ki: "Hz. Ali ile Abbas (r.a) Allah'ın Rasûlüne fey olarak ihsan etmiş olduğu
Nadiroğullarmm malları üzerinde mahkemelik olmuşlardı."

Ebû Dâvud der ki; Hz. Ömer bu mallar üzerine taksim isminin konmamasını istedi (ve
£1361

öyle yaptı).
Açıklama



£1371

Bu hadisle ilgili açıklama bir önceki hadisin şerhinde geçmiştir.



2965... Hz. Ömer'den demiştir ki:

Nadiroğullannın malları, müslümanlarm, üzerine at ve deve sürmeden Allah'ın
Rasûlüne vermiş olduğu ganimetlerdendi ve (bu mallar) sırf Rasûlullah (s.a.)'e aitti.
(Hz. Peygamber bu malları) ev halkının geçimine sarfederdi. (Musannif Ebû Davud'un
şeyhi) îbn Abde (bu cümleyi) "ailesinin senelik rızkına sarf ederdi" diye rivayet
etmiştir. Geri kalanını da (harp için gerekli olan) atların temininde ve Allah yolunda
(yapılacak savaş uğrunda) harcardı. îbn Abde (bu son cümleyi) "At ve silah (temini)

£138]

uğrunda (sarf ederdi)" diye rivayet etti.
Açıklama

Şafiî ulemasından İmam Nevevî'nin açıklamasına göre, raetinde geçen "Bu mallar sırf
Rasûlullah (s.a.)'e aitti." cümlesi, kâfirlerden savaşsız olarak alman ganimetlerin
(fey'in) tümünün Hz. Peygambere ait olduğunu söyleyen Cumhur ulema lehine, fey'
yirmibeş parçaya bölünür bunun yirmibiri Hz. Peygamber'e kalan dört hisse de Hz.
Peygamber'in yakınlarıyla yetimler, miskinler ve yolda kalmış yolcular arasında
paylaştırılır. Yani bu dört sınıftan her birine bir hisse verilir diyen imam Şafiî'nin
aleyhine bir delildir.

Bu mevzuda Hafız îbn Hacer şöyle diyor: Ulema, fey gelirlerinin nerelere sarf
edileceği mevzuunda ihtilafa düşmüşlerdir.

İmam Mâlik'e göre, (Hz. Peygamberin afatından sonra kâfirlerden alman) fey gelirleri
aynen ganimetlerden ayrılan beşte bir (humus) hissesi gibi hazineye konur ve devlet
başkanı kendi içtihadına göre Hz. Peygamberin akrabalarına sarf eder.
Cumhuru ulemaya göre; harple alman ganimetlerin beşte biri Enfâl sûresinde belirtilen
müslümanlara sarfedilir. Fakat feyin tasarrufu devlet reisine aittir. Devlet reisi
müslümanlarm maslahatına en uygun gördüğü yerlere sarf eder. Cumhurun bu
mevzudaki delili Hz. Ömer'in;

"Bu fey sadece Rasûlullah (s.a.)'e aitti" mealindeki sözüdür.

Hattâbî'nin açıklamasına göre, İmam Şafiî'nin bu mevzudaki delili: "Allah'ın o kent
halkından Rasûlüne verdiği ganimetler, Allah'a, Rasûle, (Ra-sûle) akrabalığı olanlara

£1391

yetimlere, yoksullara, (yolda kalan) volcuya aittir..." âyet-i
kerimesidir.

İmam Şafiî hazretlerine göre, bu âyet-i kerimede geçen (Allah için) kelimesi Allah
yolunda sarf edilmek üzere bir hisse ayrılması gerektiğini ifade için değil, sadece
Allah ismiyle teberrük için zikredilmiştir. Çünkü bir işe Allah ismiyle başlamak, o İşe
bereket getirir.

Bu bakımdan âyet-i kerimede ifade edilen husus fey gelirlerinin Allah isminden sonra
zikredilen beş kişi arasında sarf edileceği hususudur. Müfessirlerden bazıları da bu
görüştedirler.

Şa'bi ile Atâ b. Ebî Rebah'a göre, âyet-i kerimede zikredilen Allah'ın hissesi ile
Rasûlunün hissesinden maksat iki ayrı hisse değildir. Bir hissedir.Ka-tâde'ye göre, bu
beşte bir hissenin beşte biri Allah'ındır. Geriye kalan da beşe bölünerek Allah'ın
Rasûlü, onun yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalan yolcular arasında
bölüştürülür.



el-Hasen b. Muhammed - el-Hanefîyye'ye göre, âyet-i kerimede geçen Allah ismi
Allah için ayrı bir hisse ayrılmasını ifade için değil, teberrük için zikredilmiştir.
Yine Hattâbî'nin açıklamasına göre, Cumhur ulema ile İmâm Şafiî arasındaki,
feylerinde diğer ganimetler gibi taksim edilip edilmeyeceği mevzuundaki, ihtilaf,
Haşır süresindeki feyle ilgili yedinci âyeti ve ganimetlerin taksiminden bahseden Enfâl
sûresinin kırkbirinci âyetiyle ilgili olup olmadığı hususundaki ihtilaftan
kaynaklanmaktadır.

İmam Şafiî, sözü geçen Enfal sûresinde zikredilen ganimetlerin verileceği kimselerin,
aynen Haşr sûresinin yedinci âyetinde zikredilmesine bakarak, fey gelirlerinin de
aynen ganimetler gibi taksim edileceğine hükmetmiştir.

Yine İmam Şafiî (r.a)'e göre, Haşr sûresinin sekizinci âyetinin başında atıf harfi
bulunmadığından haşr sûresinin yedinci âyetiyle ilgisi yoktur. Başlı başına ayrı bir
âyettir. Ganimetin beşte biri ile fey'in tamamı da beytül-malin olup imamın tasarrufu
altında bulunduğunu ve imamın onu kendi içtihadına göre, müslümanlardan uygun
gördüğü herkese harcayabileceğini söyleyen Cumhur ulemaya göre, fey'in sarf
yerlerini açıklayan Haşr suresinin yedinci âyetinin ganimetlerin sarf yerini açıklayan
Enfal sûresinin kırkbirinci âyetiyle hiç ilgisi yoktur.

Çünkü fey âyetinde zikredilen sınıflardan maksat, sadece o sınıfların kendileri
değildir, onların temsil ettiği umum müslümanlardır. Ve söz konusu âyetin hemen
arkasından gelen âyetlerde bu beş sınıfın dışındaki müslümanlardan bahsedilmesi de
bunu ortaya koyduğu gibi, metinde geçen "şu âyetler müslümanlarm hepsini içine
almaktadır." Cümlesi de bu görüşü te'yid etmektedir.

Her ne kadar "Allah'ın onlardan peygamberine verdiği ganimetlere gelince siz (onu

£1401

elde etmek için) onun üzerine ne at ne de deve sürdünüz âyetinde sadece Hz.
Peygamber'e ait olan fey gelirlerinden bahsedilirken onu takibeden âyette Hz.
Peygamberin dışında başka sınıflara da verilmesi ica-beden gelirlerden bahsediliyorsa
da bu durum ikinci âyette bahsedilen gelirlerin kendinden önceki âyetteki fey'den
tamamen ayrı olmasını gerektirmediği gibi, Enfal sûresinin kırkbirinci âyetinde
açıklanan ganimetlerin aynısı olmasını da gerektirmez. Gerçi Haşr sûresinin yedinci
âyetiyle Enfâl sûresinin kırkbirinci âyeti arasında bir benzerlik vardır. Fakat iyi dikkat
edilirse, bu iki âyet arasında çok önemli bir fark vardır.

Merhum Muhammed Hamdi Yazır efendi meşhur tefsirinde bu farkı şöyle açıklıyor.
"Fakat orada humus tasrih edildiği halde burada tasrih olunmamış. Binaenaleyh
ganimetin humusu alınıp beş şehm üzerine sarf olunursa da her feyin humsu alınmak
lazım gelmez. Onun için hanefıyye, ganimetten maada olan feylerin tahmisi icâb
etmeyerek bu ve bundan sonraki âyetlerin gösterdiği veçhile ehem mühimme takdim
edilerek umum müslümanm mesalihma sarf olunmasına kail olmuşlardır ki, burada

£141]

zikrolunanlar en mühimlerini teşkil eder.
2966... Zühri den, Ömer (r.a) şöyle demiştir:

Allah (c.c): "Allah'ın onların mallarından peygamberine verdiği ganimetler için, siz at

£142]

ve deveye binip onları sürmüş değilsiniz..." (Haşr, 59/6) buyurdu. Zühri: Hz.
Ömer (r.a)'m: "Bu; Urayne köyleri, Fedek ve şurası şurası sırf Rasulullah'a aittir"
dediğim söyledi.



(Ayeti kerimelerde şöyle buyurulur): "Allah'ın fethedilen ülkeler halkının mallarından
peygamberine verdiği ganimetler Allah, peygamber, yakınları, yetimler yoksullar ve
yolda kalmışlar içindir...
£143]

(Haşr, 59/7)

"Allah'ın verdiği bu ganimet malları yurtlarından ve mallarından çıkarılan... fakirler

[1441

içindir" (Haşr, 59/8)

"Daha önceden Medineyi yurt edinmiş ve kalblerine imanı yerleştirmiş
olanlar..." (Haşr, 59/9)

"Ve onların arkasından gelenler... "(Haşr, 59/10) (Hz. Ömer daha sonra şöyle dedi):
"Bu âyet tüm insanları kapsadı. Müslümanlardan, ganimette hakkı -Eyyûb; nasibi

£145]

dedi- olmayan, malik olduğunuz bazı kölelerden başka kimse kalmadı."
Açıklama

Bu riveyet, ganimetlere müstehak olanları beyan sadedinde, Hz. Ömer'in âyetlerden
deliller getirdiği ve pek az olarakta kendi görüşünü kattığı bir eserdir. Eseri Hz. Ömer
(r.a)'den nakleden Zühri'dir. Münzirî'nin belirttiğine göre Hz. Ömer'den hadis
duymamıştır. Onun için rivayet munkatidir. Yani Zühri ile Hz. Ömer arasında başka
bir râvi vardır ama rivayette zikredilmemiştir.

Rivayette istidlal için zikredilen âyetler, Haşr sûresinin 6-10 âyetleridir. Ancak âyet-i
kerimeler metinde tam olarak yeralmamış onun için tercemede de mealleri eksik
verilmiştir. Şimdi işaret edilen âyet-i kerimelerin tamamının meallerini görelim:
"Allah'ın onların mallarından peygamberine verdiği ganimetler için siz at ve deveye
binip onları sürmüş değilsiniz. Fakat Allah peygamberlerini dilediği kimselere karşı
üstün kılar. Allah herşeye kadirdir.

Allah'ın fethedilen ülkeler halkının mallarından peygamberine verdiği ganimetler,
Allah, peygamber, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Böylece o
mallar içinizden sadece zenginler arasında dolaşan bir devlet olmaz. Peygamber size
ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının Allah'tan korkun. Çünkü
Allah'ın azabı çetindir.

Allah'ın verdiği bu ganimet mallan yurtlarından ve mallarından çıkarılmış olan,
Allah'tan bir lütuf ve nzâ dileyen, Allah'ın dinine ve peygamberine yardım eden fakir
muhacirlerindir. İşte doğru olanlar bunlardır.

Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler,
kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenler karşısında içlerinde bir
kaygı duymazlar. Kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, onları kendilerine tercih ederler.
Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir.
Bunların arkasından gelenler şöyle derler: "Rabbimiz! bizi ve imanda bizi geçmiş olan
(bizden önce geçen mü'min) kardeşlerimizi bağışla; kalble-rimizde, iman edenlere
karşı hiç bir kin bırakma. Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok şefkatli çok
merhametlisin." (Haşr, 59/6-10)

Görüldüğü gibi bu âyetlerden ilki, savaş yapılmadan, Allah'ın peygamberine lütfü
olarak nasib ettiği yerlerle ilgilidir. Buna fey' denilir. Hz. Ömer (r.a) Urayne
köylerinin, Fedek'in ve diğer bazı yerlerin bu kabilden olduğunu ve bunların sadece



Hz. Peygambere ait bulunduğunu söylemiştir.

Urayne: Suriye tarafında, bir takım köylerin bulunduğu bir bölgedir.

Fedek: Medine ile arasında iki üç günlük mesafe bulunan bir köydür. Bu köyde

kaynayan pınarlar ve hurmalıklar, vardır.

Hz. Ömer'in: "Şurası, şurası" diye ifadelendirdiği yerler, sarihlerin belirttiklerine göre
Medine de yahûdilerin oturdukları, Kureyza ve Nadir dir.

Hz. Ömer, savaş yapılmadan ele geçirilen yerlerin fey olduğu ve Hz. Peygambere ait
olup, ganimetteki gibi gazilere taksim edilmeyeceği görüşündedir. Hz. Peygamber
(s.a.s) bu tür gelirleri halkın çeşitli maslahatları için kullanır. Bu gelirleri askeri
donatımda kullanabileceği gibi, müslümanlarm başka ihtiyaçlarını temin gibi gayelere
harcar. İmam Şafiî'nin dışındaki âlimler, Hz. Ömer'in görüşündedirler. Bu konudaki
açıklama bir önceki hadisin şerhinde geçmiştir.

Hz. Ömer, âyeti kerimelerin sonunda, bazı köleler hariç tüm müslüman-larm bu
gelirlerde hakkı olduğunu bildirmiştir. Çünkü fey' dediğimiz bu gelirler askerlere ve
belirli gruplara taksim edilmeyince ya devlet hazinesine kalacak ya da tüm
müslümanlarm çeşitli ihtiyaçlarına sarf edilecektir. Böylece her iki halde de bütün

Lİ461

müslümanlarm hakkı olan bir gelir olacaktır.

2967... Mâlik b. Evs b. eI-Hadesan*dan demiştir ki: Hz. Ömer (r.a.) (fey gelirlerinin)
Hz. Peygamber'e ait bir gelir olup başkalarına verilemeyeceği' (hususundaki) görüşünü
delillendirirken (şöyle) derdi. "Rasûİullah (s.a.)'in üç safâyâsı vardı. Nadiroğulları(mn
topraklan), Hayber (arazisinin bir kısmı) ve Fedek (arazisinin yansı)
Nadiroğulları(nm topraklarına gelince (onlar) Hz. Peygamber' -in ihtiyaçları için
(kendi elinde) tutulmakta idiler. Fedek'se (yolda kalmış) yolcular için tutulmakta idi.
Hayber'e gelince, Rasûİullah (s.a.) onu ikisini müslümanlar arasında (harcamak) birini
de kendi ailesinin geçimine (sarfetmek üzere) üçe bölmüştü. Ailesinin geçimin(e

£1471

ayırdığı hisse)den artanı da muhacirlerin fakirlerine (verirdi.)
Açıklama

"Safâyâ"Safiyy"kelimesinin çoğuludur. Hattâbî'nin açıklamasına göre, Safıyy Hz.
Peygamberin, ganimet mallarının taksiminden önce onlardan seçip aldığı köle ya da
cariye, at ve kılıç gibi mallardır. Hz. Aişe (r.a) "Rasûl-ü zişan Efendimizin "Hz.
Safıyye validemizi esirler arasından bu şekilde seçerek aldığım" söylemiştir.
Hatırlanacağı gibi bu mevzuya 2755 numaralı hadisin şerhinde de temas etmiştik.
Ancak Hz. Ömer'in, hadis-i şerifte sözü geçen toprakları Hz. Peygamber'in
ganimetlerden beştebir payı bulunduğunu isbat için zikrettiğine bakılırsa musannif
Ebû Davud'un safıyy kelimesini kendi manâsında değilde Hz. Peygamber'in ganimet
ve fey'den hissesine düşen Özel mallan anlamında kullandığı anlaşılıyor.
Bu toprakların Hz. Peygamberin mülkiyetine geçiş yolları incelenip onların Hz.
Peygamber'in eline safıy olarak değil de fey olarak geçtiği görülünce bu husus daha da
iyi anlaşılır. Şimdi bu toprakların Hz. Peygamber'e nasıl intikal ettiğini inceleyelim.
1. Nadiroğulları topraklan: Hicretin dördüncü yılında Nadiroğulları müslümanlara
karşı savaşa hazırlanmakta idiler. Peygamber (s.a) onların bu hareketini haber alınca
mukabil hazırlığa başladı ve onları kuşattı. Bunun üzerine Nadirliler Sulh teklifinde



bulundular. Anlaşma gereği savaş aletleri hariç bütün menkul mallarını alıp
gitmelerine müsaade edildi. Arazileri harp-siz kuvvet kullanmadan müslümanlarm
eline geçti ve Hz. Peygamber (s.a)*in malı oldu. Rasûlullah (s.a.) de o yerleri muhacir
müslümanlara temlikte bulundu. (Nadiroğullanndan) müslüman olanların bütün

£1481

malları kendilerine verildi. (kendHeri de eski) yerlerinde bırakıldılar." Nitekim
merhum Elma-lı'lı Hamdi efendi de şu satırlarıyla bu arazinin Hz. Peygamber'e fey
yoluyla intikal ettiğini ifade etmek istemiştir. "Hz. Ömer (r.a) demiştir ki: Beni Nadir
emvali, Allah Teâlâ'nm Rasûlüne fey olarak verdiği ve müslümanlarm ne at, ne rikab

£1491

icâf etmediği fey' den idi."

2. Hayber arazisindeki Vatih, Selahüm ve Ketibe Kaleleri:

İlk iki kale savaş yapılmaksızın alındı. Ketibe kalesi ise Hz. Peygambere humus hakkı
olarak bırakılmıştır. O da bu yerleri muhtaç olanlara bağışladı. Daha önce de
belirtildiği üzere savaşla alman yerler hakkında Hz. Peygamber (s.a) ganimet
hükmünü uygulamış, beşte birini beytülmal için alıp geri kalanı savaşa katılanlara
temlik etmiştir. Beşte bir içerisinde kendinin de mülk hissesi vardı. Hayber tatbikatı
böyledir. Sonra bütün müslümanlarm hissesi zirai ortaklık esasına uygun şekilde
Yahudilere verilmiştir.

3. Fedek arazisinin yarısı hicretin yedinci yılında Hayber'in fetih ve taksimini
müteakip İslam Ordusu Fedek Yahudileri üzerine yürüyeceği sırada Hz. Peygamber'e
(s.a) gelerek arazinin yarısını ağaçlarıyle birlikte verdiler. Savaş yapılmaksızın alman
bu yer hakkında Peygamber (s.a.). Fey hükmünü uyguladı. Şöyle ki; Mülkiyeti
kendinde kalmak üzere gelirini ailesinin" geçimine ayırdı. Bir kısmını da arazisi
olmayan müslümanlara temlik etti. Şu olay sulh yolu ile alman toprakların mülk

£150]

arazisi statüsüne tabi oluşuna bir örnektir. 2736 numaralı hadisin şerhinde de
açıkladığımız gibi "Rasûl-u zişan Efendimiz, Hayber'den hissesine 1 düşen malları,
Hudeybiye seferinde otuz altı parçaya bölmüş bunların yarısını ailesinin geçimine sarf
etmek üzere kendisine bırakmış, kalan.yarısmı da atlılara iki, yayalara bir hisse olmak
üzere Hudeybiye gazileri arasında bölüştürmüştür. Hudeybiye gazileri bin yüz kişiydi.
İçlerinde üçyüz kadar da süvari vardı. Aslında Hz. Peygamberin Hayber arazisini nasıl
bölüştürdüğüne dair gelen rivayetler arasında bazı farklılıklar görülmektedir.
Bu hadislerden biri olan 2736 numaralı hadis-i şerifte bu toprakları Hudeybiye
seferinde onsekiz parçaya böldüğü ve üçyüzü atlı binikiyüzü de süvari olan binbeşyüz
kişilik Hudeybiye gazileri arasında bölüştürdüğü ifade edilirken, mevzumuzu teşkil
eden hadis-i şerifte bunları üçe bölüp ikisini müslümanlara, birini de kendi ailesine
tahsis ettiğini, ailesinin masraflarından artanı muhacirlerin fakirlerine verdiği ifade
ediliyor. 3008 numaralı hadis-i şerifte Hayber topraklarının mahsulünün yarısı
yahudilere, yarısı da müslü-manlara ait olmak üzere eski sahiplerinin elinde bırakıldığı
ve bu mahsulün beşte birinin Enfâl sûresinin kırkbirinci âyetinde açıklanan ganimet
esaslarına göre beş sınıf arasında, kalan dört hisseyi de gaziler arasında bölüştürdüğü
ve bu taksimden Hz. Peygamberin hanımlarına beşyüz vesk hurma yirmi vesk de arpa
düştüğü ifade ediliyor. 3010 numaralı hadis-i şerifte de bu toprakları ikiye bölüp
yarısını kendi ailesinin ihtiyaçlarına ayırdığı, diğer yansmı da onsekiz parçaya bölerek
müslümanlar arasında taksim ettiği ifade ediliyor. 3013 numaralı hadis-i şerifte ise
Hayber topraklarını otuz altı hisseye ayırdığı bunun on sekiz hissesini de yüz kişiye



bir hisse düşmek şartıyla müslümanlara bölüştürdüğü, Rasûl-ü Ekrem'in de aynen
diğer müslümanlar gibi bu taksimden bir pay aldığı, geri kalan on sekiz hisseyi de
kendisinin ve diğer müslümanlarm ihtiyaçlarına sarfettiği ifade ediliyor.
Bezi yazarı, bu hadislerin arasını te'lif ederken şöyle diyor: "Aslında Peygamber
Efendimiz (Hayber topraklarının bir yansım yahudilere bırakmış, kalan yarısını da
müslümanlara bırakmıştı) Bu toprakların müslüman-lara düşen kısmının tümünü
otuzaltı parçaya böldü bunun onsekiz parçasını Hudeybiye gazilerine vermiştir ki,
3013 numaralı hadis-i şerifte anlatılan taksim budur. Yine aynı hadiste açıklandığı
üzere kalan onsekiz hisseyi de ailesinin ve müslümanlann ihtiyaçlarına tahsis etmiştir.
2736 numaralı hadisde-ki Hz. Peygamberin Hayber topraklarını onsekiz parçaya
bölmesiyle ilgili ifade ise, işte bu, Hayber topraklarından gazilere ayrılan kısımla
ilgilidir. Hz. Peygamberin ve diğer müslümanlann ihtiyaçları için ayrılan kısım buna
dahil değildir.3008 numaralı hadis-i şerifteki"Hz.Peygamberin böldüğünden
bahsedilen hisseden maksat ise Hz. Peygamberin kendi ve müslümanlann ihtiyaçları
için ayırdığı kısmın beşte biridir. Bilindiği gibi bu beştebir hisse Enfâl sûresinin
kırkbirinci âyetine göre beş sınıf arasında paylaştırılır.

Mevzumuzu teşkil eden hadisteki Rasûl-ü Ekrem'in bu toprakları üçe bölüp te ikisini
müslümanlara, birisini de ailesinin geçimine ayırdığına dair olan ifadeye gelince; bu
ifadedeki iki parçanın dağıtıldığı müslümanlardan maksat Enfâl sûresinin kırkbirinci
âyetinde zikredilen şu dört sınıftır.

1. Hz. Peygamberin yakınları, 2. Yetimler, 3. Yoksullar, 4. Yolda kalan yolcular.
Diğer bir parça da Hz. Peygambere verilmiştir. Ancak mevzu-muzu teşkil eden bü
hadiste bahsedilen üç hissenin üçü de 2736, 3008, 3010, numaralı hadislerde
bölüştürüldüğünden ve Hayber topraklarının yansını teşkil ettiğinden bahsedilen ve
Hz. Peygamberle müslümanlann ihtiyaçlarını karşılamak üzere ayrıldığı açıklanan

' imi

kısımla ilgilidir, bu toprakların tümüyle ilgili değildir.

2968... Ur ve b. Zübeyr'den demiştir ki: Peygamber (s. a.)'in hanımı Aişe, O'na (şöyle)
demiştir: "Rasûlullah (s.a.)'in kızı Fatıma, Ebû Bekir es-Sıddık (r.a.)'a bir haber
göndererek ondan Allah'ın Medine'de ve Fedek'te Rasûlullah'a vermiş olduğu fey'den
(payına düşecek olan) mirasını istedi de Ebû Bekir -şüphe yok ki Rasûlullah (s.a.):
"Biz miras bırakmayız. Bizim bıraktığımız sadakadır. Muhammed'in aile fertleri ancak
şu maldan yiyebilirler.'* buyurdu. Allah'a yemin olsun ki, Ben Rasûlullah (s.a.)'in
(arkada bıraktığı) sadakasından hiçbir şeyi kendi zamanındaki halinden (başka bir
hale) değiştiremem. Binaenaleyh, bu mallar hakkında Rasûlullah ne yapmışsa ben de
onu yapacağım, cevabım verdi. Ve Fatıma aleyhisselama bir şey vermekten kaçındı.
£1521

Açıklama

Hz. Fatıma, Hz. Peygamberin vefatından sonra Hz. Ebû Bekir'e bir haber göndererek
Allah'ın Hz. Peygambere Medine ile Fedekte fey olarak tahsis buyurduğu mallardan
ve Hayberin beşte birinden hissesine düşecek mirası istemişse de Hz. Ebû Bekir
"Peygamberlerin miras bırakmadığına, onların bıraktığı malların sadaka olduğuna"
dair hadisi ve Hz. Peygamberin Hayber topraklarından ayrılan humustan ailesine



düşen hisseyi işaret ederek "Benim ailem ancak şu mallardan yiyebilir* 1 buyurduğunu
hatırlatıp onun bu isteğini kabul etmemiştir. Çünkü bu mallar, kendi vefatıyla
sadakaya, dönüşmüştür. Sağlığında aile fertlerine bağışlamış olduğu Hayber arazisinin
bir kısmı ise, kendi mülkiyetinden çıktığından vefatıyle sadakaya dönüşmemiş ve
dolayısıyle yine aile fertlerinin elinde kalmış. Onların geçimlerine tahsis edilmiştir.
İmam Nevevî'nin açıklamasına göre Peygamberlerin bıraktıkları malların sadaka olup
miras olmamasının hikmeti "Bir peygamberin yakınlarından birinin, onun mirasına
konmak için ölümünü temenni ederek helak olması tehlikesini önlemek ve insanların
peygamberleri dünyada varislerini zengin etmek için çalışan ve bu maksatla dine davet
eden kişiler olduğu vesvesesine kapılmasına mani olmaktır. Hz. Fatıma (r.a)'nm miras
istemesi hususunda iki ihtimal üzerinde durulmuştur:

1. Babasının "Bize mirasçı olunmaz!" hadisini te'vil etmiş kendisinin kıymetli
mallarda babasına mirasçı olamayacağını, yiyecek, giyecek ve silah gibi şeylerde
mirasçı olacağını sanmıştır. Fakat hadis-i şerifteki "Allah'ın fey olarak verdiği..."
ifadesi bu te'vil i reddeder.

2. Bazı ulemaya göre, Hz. Fatıma'nm miras istemesi, bu hadisi duymazdan öncedir.
Hz. Fatıma vasiyyet âyetiyle ihticac etmiştir. Mezkûr âyette mirasçı bir kızsa

[153]

kendisine mirasının yarısı verileceği bildirilmektedir.

2969... Zührî'den Urve b. Zübeyr şu (bir önceki) hadisi Peygamber (s.a.)Jin hanımı
Aişe'nin kendisine anlattığını söylemiş ve (Zührî rivayetine devamla şöyle) demiştir:
Fatıma (r.a.), o zaman Rasûlullah (s.a.)'in (arkasında bırakmış olduğu) Medine ve
Fedek'teki sadakası ile Hayber' in beşte birinden kalan (maUar)ı istemiş. Hz. Aişe (söz-
lerine devam ederek şöyle) demiş - Ebü Bekir de ona -Rasûlullah (s. a.): "Biz miras
bırakmayız. Bizim bıraktığımız sadakadır. Muham-med'in ailesi ancak şu maldan yani
Allah'ın (onlara fey olarak verdiği) malından yerler onların yiyecek (ve giyecek

0541

giderlerini daha fazla artırmaya hakları yoktur buyurdu" cevabını verdi.
Açıklama

Hz. Peygamber. "Biz Peygamberler miras bırakmayız. Bizim bıraktığımız mallar
sadakadır." buyurduğu halde Hz. Fatıma'nm Hz. Peygamber'in bıraktığı mallardan
miras payı istemesi hakkındaki ulemanın görüşlerini bu önceki hadisin şerhinde
açıklamıştık.

Mevzumuzu teşkil eden bir hadiste bir de Hz. Peygamberin Medine ve Fedekteki
sadakasıyla Hayberin beştebirinden kalan mallarından bahsedilmektedir. Hz.
Peygamberin özel mülkü olan topraklar hakkında Kadı Iyâz şunları söylüyor:
"Bunların birinci kısmı: Kendisine hibe edilmiştir. Uhud harbinde müslüman olan
yahudi Muhayrik'in vasiyyeti bu kabildendir ki yedi bahçeden müteşekkildi. Ensarm
verdikleri sulanmayan arazi de böyledir. Bunlar Peygamber (s.a.)'in halis mülki idi.
İkinci kısım: Beni Nadir kabilesini sürgün ettiği vakit, onlardan harpsiz fey olarak
aldığı arazidir. Bu da onun hususi mülkidir. Beni Nadir' in menkul mallarına gelince:
Anlaşma mucibince bunların silahlardan başkasını ya-hudiler develerine yükleyip
götürmüş; kalanı da gaziler arasında taksim edilmişti. Fedek arazisinin yarısı ile
Vadilkura'nm üçte biri Peygamber (s.a.)'in hususi mülki idi. Çünkü bu yerleri bu



şartlarla sulhan ele geçirmişti. Bu yerlerin gelirini başı sıkılan müslümanlara
sarfederdi. Bunlardan başka Hayber'den sulh yolu ile alınmış Vatih ve Selalim
namında iki de kalası vardı.

Üçüncü Kısım: Hayberin ve diğer harple alman yerlerin beşte birinden eline geçen
mallardır. Bu üç kısım malların hepsi peygamber (s.a.)'in halis mülki idi. Lakin o
bunları benimsemez; ailesine, müslümanlara ve ümmetin umumi ihtiyaçlarına

£1551

sarfederdi. Vefatından sonra bu sadakaların temellükü haram kılınmıştır." Biz bu
toprakların ikinci Ve üçüncü kısımda zikredilenlerinden 2967 numaralı hadisin
şerhinde de bahsetmiştik. Aslında Hz. Peygamberin özel mülkü olan topraklar
bunlardan İbaret değildi. Şu topraklar da onun özel mülkleri arasında idi:

1. Fedek arazisinin yansı -Nitekim 2967 numaralı hadisin şerhinde açıklamıştık

2. Vâdiyü'l-kuranm üçtebiri yahudiler kendi yerlerinde bırakılmaları için, rızalarıyla
kendilerine ait arazinin yarısını (Vadiyü'l-kuramn üçtebirine tekabül eden yeri) Hz.
Peygambere bağışlamışlardır. Daha sonra bu yerde oturan ve yahudi olmayanlarm
elindeki araziyi de onlardan satın aldı. Böylece o bölgenin üçteikisi Hz. Peygamberin
mülkü haline gelmiştir.

[1561

3. Miras yoluyla annesinden intikal eden Mehrûz isimli pazaryeri ile bir dükkan.
Bütün bu topraklar Hz. Peygamberin özel mülkü olduğu için vefatından sonra sadaka
hükmüne geçmişler. Bu sebeple de Hz. Ömer bu topraklardan miras isteyen Hz.
Fatıma'nm teklifini kabul etmedi. Ancak Peygamber efendimiz bunlardan Hayber
topraklarının humusundan hissenize düşen kısmı sağlığında yiyecek ve giyecek
masrafları için, ailesine bağışlamış olduğundan bu topraklar kendi mülkiyetinden çıkıp
ailelerinin mülkü olmuştur. Dolayısıyla kendisinin vefatıyle sadakaya
dönüşmemişlerdir. İşte hadis-i şerifte "sadaka topraklar" kelimesiyle kasdedilen
topraklar, onun vefatına kadar, elinde kalan topraklardır. Ailesinin yiyeceklerini
karşılamak üzere tahsis ettiği topraklar da Hayber topraklarından hissesine düşüp te
sağlığında ailesine bağışladığı topraklardır. Yukarıda açıkladığımız sadaka topraklar
ise Hz. Peygamberin vefatından sonra beytü'l-mal'a tahsis olundu, idareleri için

LÜU

memur (mütevelli) tayin edildi.

2970... îbn Şihab'dan elemiştir ki: Urve şu (bir önceki) hadisi Hz. Aişe'nin kendisine
haber verdiğini söylemiş. (Urve) bu rivayetinde (şöyle) demiştir: "Ebû Bekir,
Fatıma'nm bu teklifini kabul etmedi ve; "Ben Rasûlullah (s.a.)'m yapmış olduğu bir
uygulamayı terkedecek değilim. Onu mutlaka yerine getireceğim, onun bu (mevzuda)
yapmış olduğu bir işi terk ettiğim takdirde doğru yoldan sapacağımdan korkarım."
dedi. (Hz. Peygamberin) Medine'deki sadakasına gelince onu Hz. Ömer, Hz . Ali ile
Abbâs'a verdi. Sonra Hz. Ali Onu Abbas'm elinden aldı. Hayber (toprakları) ile Fedek
(arazisin)e gelince; Hz. Ömer "Bunlar Rasûlullah (s.a.)'in karşılayacağı önemli
ihtiyaçlarına sarfe-dilecek sadaka(Iar)dır." diyerek onu elinde tuttu.
"Bunların İdaresi (benim yerime geçip te) idareyi ele alacak kimseye aittir." dedi.

£1581

Onlar bugüne kadar bu şekilde (idare edilegeldi).



Açıklama



2963 numaralı hadis-i şerifin şerhinde açıkladığımız gibi Hz.Ömer, Hz. Peygamberin
vefat ederken arkada bıraktığı gayri menkul malların idaresini gelirlerini Hz.
Peygamberin sarf ettiği yerlere sarf etmeleri şartıyla Hz. Ali'yle Hz. Abbas'a vermişti.
Daha sonra mülkiyeti beytül-male verilen bu araziler mülkiyeti beytü'l-male menfaati
amme hizmetlerine, fakirlere sarf edilen bir vakıf haline geldi. Böylece mülk arazi ka-
rakterinden çıkıp devlet arazisi (araziyi emiriyye) haline geldi. Fedek arazisi
mütevelliler tayini ile (amme lehine) idare edilirken Hz. Muaviye halife olduğunda,
Mervan b. Hakem'e ikta' etmiş, Mervân da iki oğlu Abdülmelik ile Abdülaziz'e
bağışlamıştır. Sonra Ömer b. Abdülaziz (r.a) ile Abdülmelik b. Mervan'm iki oğlu
Velid ve Süleyman'ın olmuştur. Velid halifeliğinde hissesini Ömer b. Abdilaziz'e,
Süleyman da halifeliğinde hissesini yine Ömer b. Abdilaziz'e bağışlamışlardır.
Nihayet O da halife olduğunda Fedek'i, Hz. Peygamber ve dört halifesi zamanındaki
sitatüye irca ettiğini halka duyurmuştur. Hz. Fatıma'nm evladını da mütevelli tayin
etmiştir. Sonra onların ellerinden alınmıştır. H. 210 yılında Halife me'mun o yeri

£159]

tekrar Fatıma evladının idaresine vermiştir.

[1601

2971... "Siz (onu elde etmek için) onun üzerine ne at ne de deve sürdünüz..."
âyeti hakkında Zühri'nin (şöyle) dedi(ği rivayet olunmuştur.): "Peygamber (s. a.) Fedek
ve (bir takım) köylerin halkı ile barış yaptı. (Ma'mer der ki: -şeyhim Zührî bu
köylerin) isimlerini söyledi ama ben hatırımda tutamadım.- (o sırada) Hz. Peygamber
bir başka kavmi de kuşatmıştı.

(Muhasara altında olan bu kavim) Hz. Peygamberce haber göndererek sulh teklifinde
bulundular. (Çünkü Cenab-ı Hak onların kalplerine korku düşürmüştü. Rasûl-ü Ekrem
de onların bu teklifini kabul etti. Bunun üzerine yüce Allah indirmiş olduğu bir âyet-i
kerimesinde şöyle) buyurdu: "Siz (onu elde etmek için) onun üzerine ne at ne de deve
£161]

sürdünüz" (Yüce Allah bu sözüyle bu malların) savaşsız olarak (elegeçtiğini)
ifade buyurmak istiyor. Zührî dedi ki: (Ele geçen) Nadiroğullarınm (bu) mallan sırf
Peygamber (s.a)'e ait oldu. (Çünkü müslümanlar) onları zorla ele geçirmediler.
(Bilakis) onları barış yo-luyle, ele geçirdiler. Bu yüzden de Peygamber (s. a) onları
Muhacirler arasında bölüştürdü. Muhtaç durumda olan iki kişi hariç olmak üzere

£1621

onlardan Ensara hiç bir şey vermedi.
Açıklama

Fedek: Şam'ın hicaz bölgesinde ve Hayber tarafmdadır. Medine'ye iki veya üç
£1631

günlüktür.

Vâdiyü'l-kura: Şam'la Medine arasında uzun bir vadidir. Teymâ ile Hayber arasında
kalan bu vadide bir çok karye (köy)ler bulunduğu için buraya "vadil kura" denilmiştir.
£1641



Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte, ravi Zührî'nin "şeyhim Zührî isimlerini



söylemişti ama hatırımda kalmadı.'* diyerek kendilerinden bahsettiği köyler bu vadi
içerisinde bulunan köylerdir.

Beni Nadir yahudileri, Hendek savaşında görülen hıyanetleri üzerine ce-
zalandırıldıkları zaman, Hayber yahudileri Vadiyü*l-kura, Fedek ve Teyma
yahudilerini yanlarına alarak Medine'ye yürümeyi kararlaştırmışlardı. Bunu öğrenen
Peygamber efendimiz Hayber dönüşünde sırasıyla Fedek, Vadiyü'l-kura ve Teyma
yahudileri üzerine yürüdü. Yapılan anlaşma sonunda müslümanlarm eline pek çok ev
eşyası, mal, yiyecek ve giyecek geçti. Fedek halkı ile yapılan anlaşmaya göre, Fedek
arazisinin ve hurmalıklarının yarısı Peygamberimize ait oluyordu. Fedek barış yoluyla
Jethedildiği için, Hayber'de olduğu gibi müslümanlar arasında bölüştürülmeyip

£1651

Peygamberimize mahsus olmak üzere kaldı. Vadiyü'l-kura halkından elde edilen
mallar ise, mevzumuzu teşkil eden hadiste açıklandığı üzere haklarında Haşr süresinin
altıncı âyeti nazil oldu, onlar da fey kabul edilerek Hz. Peygambere verildi. Fakat
bilindiği gibi, Hz. Peygamber kendi özel mülkü sayılan bu feyleri hiç bir zaman kendi
inhisarı altına almadı. Bilakis onları müslümanlarm genel maslahatlarına harcadı. Hz.
Muhammed (s.a)'in özel mülkü olan bu mallar hakkında Kadı Iyaz'm yapmış olduğu

[1661

bir açıklamayı da 2969 numaralı hadisin şerhinde açıklamıştık.

2972... Muğire'den demiştir ki: Ömer b. Abdülaziz, Halife seçildiği zaman, (Hz.
Peygamberin mülkü olan topraklar, ellerinde bulunan) Mervan oğullarını toplayıp
(şöyle) dedi: "Şüphe yok ki Fedek (arazisi) Rasûlullah (s.a.)'mdı. Onun bir kısmını
(kendi ailesine) in-fak ederdi. Bir kısmım da Haşim oğullarının küçüklerine ihsan
ederdi. Bir kısmıyla da bekarları evlendirirdi. (Kızı) Fatıma ondan Fedek arazisinin
kendisine verilmesini istedi de (onun bu isteğini) kabul etmedi. (Fedek arazisinin)
Rasûlullah (s.a.)'m sağlığmdaki durumu bu idi. Nihayet vefat edip Hz. Ebû Bekir
halife seçilince, O'da -vefat edinceye kadar Fedek arazisinde Hz. Peygamberin yaptığı
işlemi(n aynısını) yaptı. Ömer halife seçilince O da hayatı boyunca Fedek arazisi hak-
kında (Hz. Peygamberle Hz. Ebû Bekir'in) yaptıkları işlemin aynısını yaptı. Sonra
(dedem) Mervjîn onu ikta (yoluyla kendi yakınlarına tahsis) etti. Nihayet (Fedek
arazisinin idaresi yahutta halifelik, ben) Ömer b. Abdülaziz'e geçti. Yani Abdülaziz'in
oğluna (geçti). Ben de (kendimi Peygamber (s.a.)'in Hz. Fatıma'yı bile menettiği bir iş
(in içinde gördüm. Benim buna asla hakkım yoktur. Onu Rasûlullah (s.a.)
zamanındaki haline döndürüyorum. Ve sizi (buna) şahid tutuyorum. Ebû Dâvud der
kî: -Ömer b Abdülaziz halife olduğu zaman geliri kırk bin dinar idi. Vefat ettiği zaman

£1671

ise dört yüz dinardı. (Halifelikte) kalmış olsaydı (bu gelir) daha da azalırdı.
Açıklama

Mukataa, "Özel kesim eliyle işletilen ve karşılığında devlete bjf pay ödenen devlet
işletmelerini" ifade eder. Mukataa vermeye de ikta denir. Hz. Peygamberin özel mülkü
olan topraklarının vefatından sonra kimlerin eline ve ne suretle geçmiş olduğunu 2970
numaralı hadîsin şerhinde açıklamıştık. Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte ise
bu toprakların Hz. Ömer b. Abdülazizin dedesi Mervân tarafından yakınlarına ikta
yoluyla dağıtıldığı ve nihayet Hz. Ömer b. Abdülaziz devrine kadar böylece geldiği



Hz. Ömer b. Abdülaziz'in de bu tarlaların hukuki durumunu Hz. Peygamber
zamanındaki haline çevirdiği ifade edilmektedir. Bilindiği gibi, Mervanm Fedek
arazisini bu şekilde yakınlarına dağıtılması Hz. Osman devrinde olmuştur. İşte Hz.
Osman'ın kendi devrinde sert bir dille tenkid edilmesinde ve nihayet yıpratümasmda
ve şehid edilmesine sebep olan isyan hareketlerinin başlatılmasında en çok istismar
konusu olan mesele bu meseledir. Halbuki Avnü'l-ma'bud yazarının açıkladığı gibi
Hz. Osman'ın bir numara sonra tercümesini sunacağımız "muhakkak ki Allah bir
Peygambere bir geçim kaynağı ihsan edecek olursa o kaynak daha sonra onun yerine
geçen kimselerin olur." mealindeki hadisi duymuş ve kendisi zengin olduğundan kendi
hakkı olan bu topraklan akrabasından Mervan eliyle yine kendi yakınlarına belirli bir
pay karşılığında dağıtmış olması mümkündür. Hasan-i Basri ile Katâde (r.a) bu
görüştedirler.

Fakat Hz. Ömer b. Abdülaziz bu haktan yararlanmak istememiş, kendi içtihadıyla
buna hakkı olmadığı kanaatine varmış ve onu Hz. Peygamber devrindeki haline iade
etmiştir. Bilindiği gibi Hz. Peygamber bu topraklardan sadece ailesinin bir senelik

£168]

zaruri ihtiyaçlarım alır. Kalanını müslüman-larm genel hizmetlerine sarf ederdi.
2973... Ebû Tufeyl'den demiştir ki:

Fatıma (r.a.) Ebû Bekir (r.a)'a vararak Peygamber (s.a)'den (kendine düşecek) mirasını
istedi. Ebû Bekir (r.a) de (şöyle) cevap verdi:

Ben Rasûlullah (s.a.)'i "Şüphesiz ki: Aziz ve Celi) olan Allah bir Peygambere herhangi
bir geçim kaynağı verdiği zaman o kaynak (Peygamberin vefatından) sonra yerine

£1691

geçen kimsenin olur." derken işittim.
Açıklama

Metinde geçen "tu'me" kelimesi sözlükte yiyecek anlamına gelirse de, burada Fey gibi
düşmandan ele geçen mal anlamında kullanılmıştır. "Peygamberin yerine geçen"
sözüyle de peygamberden sonra halife seçilen ve devlet başkanlığı makamına getirilen
kimse kas-dedilmektedir. Bu hadis-i şerifle, halife seçilen bir kimsenin Hz.
Peygamberin özel mülkü olan toprakları aynen Hz. Peygamberin sağlığmdaki gibi
idare etmesi, Hz. Peygamber bu toprakların gelirini nereye sarf ediyor idiyse onun da
aynı yerlere sarf etmesi gerektiği ve Hz. Peygamberin bu topraklardan faydalandığı
kadar onun da faydalanabileceği ifade edilmektedir. Hafız Mün-zırî, bu hadisin
senedinde bulunan el-Velid b. Cemil'in tenkid edildiğini söylemiştir. Ayrıca bu hadis-i
şerif, fey gelirlerinin beşte dördünün Hz. Peygamberin vefatından sonra devlet
başkanlarının hakkı olduğunu söyleyenlerin delilini teşkil etmektedir. Biz fıkıh
ulemasının fey hakkındaki görüşlerini 2951-2953 numaralı hadislerin şerhlerinde

im

açıkladığımızdan burada tekrara lüzum görmüyoruz.

2974... Ebû Hureyre'den demiştir ki: Peygamber (s.a) (şöyle) buyurmuştur: "Benim
mirasçılarım (benim bırakacağım) bir dinarı bile bölüşemezler, hanımlarımın
nafakasından ve halifemin masrafından başka ne bırakmışsam sadakadır.
Ebû Dâvud dedi ki: "mü'neti amili" (sözüyle) toprağı (mı) sürenler (in ücreti) denmek



um

istenmiştir.



Açıklama

Ulema bu hadisteki dinar kaydının başka mallara tenbih için getirildiğini
söylemişlerdir. Bundan murad miras istemeyi yasaklamak değildir. Zira yasak, vukuu
mümkün olan şeylere mahsustur. Peygamber (s.a)'e mirasçı olmak İse mümkün
değildir. Şu halde hadisten murad, ihbardır. Yani hiçbir şeyi taksim edemezler, çünkü
buna mirasçı olunmaz demektir .Cumhur ulemanın kavli budur.Basra âlimlerinden
bazılarmm*'Peygamber (s.a)'e kimsenin mirasçı olmaması, Allah Teala onun bütün
malını sadaka yaptığı içindir." dedikleri rivayet olunursa da doğrusu Cumhurun
kavlidir. Rasûlullah (s.a.)'in kadınlarının nafakaları miras değildir. Onlar, iddet
bekleyen kadınlar hükmündedirler. Nafakaları bundan dolayı verilmiştir. Hattâbî diyor
ki: "İbn Uyeyne'den bana anlatıldığına göre, şöyle dermiş: Rasûlullah (s.a.)'in
zevceleri iddet bekleyen kadınlar hükmündedir. Çünkü onlara evlenmek ebediyyen
caiz değildir. Bu sebeple onlara nafaka verilmiş, oturdukları evleri kendilerine terk
edilmiştir.

Hadisteki amilden murad bazılarına göre mütevellidir. Bir takımları, "Halife olsun,
onun memurları olsun, müslumanlar namına çalışan her vazifeli buna dahildir/'
£1721

demişlerdir.

Metin sonuna ilave ettiği kısımdan merhum musannif Ebû Davud'unda Amil
kelimesinin burada Hz. Peygamberin arazisinin idaresini üstlenen kimseler anlamında

tmı

kullanıldığı görüşünde olduğu anlaşılmaktadır.
2975... Ebû Buhterî'den demiştir ki:

Adamın birinden bir hadis işitmiştim de çok hoşuma gitmişti. Bunun üzerine (ona)
"Bu hadisi bana bir yazıver" demiştim. O da bu hadisi (bana) açıkça yazılmış bir halde
getir (ip ver)di. (Hadis şöyleydi, bir gün) "Abbas'la Ali (r.a) Hz. Ömer'in yanma
girdiler. (Ömer'in yanında Talha ile Zübeyr, Abdurrahman ve Sa'd vardı. Abbas ile Ali
ise (biribirlerinden) davacı idiler. Derken Ömer (r.a) Talha ile Zübeyr, Abdurrahman
ve Sa'd'a: "Siz Rasûlullah (s.a.)'in "Ailesinin yiyeceği ve içeceği dışında Peygamberin
bütün malı sadakadır. Bizim malımıza mirasçı olunamaz." dediğini biliyor musunuz?
dedi. (Onlar da): "Evet" (biliyoruz) dediler. (Sonra Hz. Ömer sözlerine devam ederek:
"Rasûlullah (s. a) malını ailesine harcardı. Kalanı da sadaka olarak dağıtırdı. Sonra
Rasûlullah (s. a) vefat etti. Bunun üzerine halifeliği iki sene Ebû Bekir (r.a) yürüttü,
Rasûlullah (s.a)'in yaptığını (aynen) o da yapıyordu.." dedi. Sonra (Ebû Buhterî, 2963

£1741

numaralı) Malik b. Evs. hadisinden bir kısmım daha zikretti.
Açıklama

2963-2965 numaralı hadis-i şeriflerde açıklandığı üzere, Hz.Peygamber, ailesinin bir
senelik İhtiyacını fey gelirlerinden ayırır,; bundan artanı da fakirlere tasadduk ederdi.
Bu durum, Rasûlullah (s.a)'m vefat ettiği sırada borcuna karşılık zırhının rehin



£175]

olduğunu İfade eden Hz. Aişe hadisi ne aykırı değildir. Çünkü bir senelik
ihtiyacını fey gelirlerinden almakla beraber, sene içerisinde elinde bulunan mallan
fakirlere dağıtırdı. Nihayet elinde hiç para kalmayınca borçlamrdı. İşte zırhını da bu

£1761'

şekilde yaptığı borçlanmasına karşılık rehin olarak vermişti.
2976... Hz. Aişe'den demiştir ki:

Rasûlullah (s.a) vefat edince, hanımları Hz. Osman'ı Ebû Bekir Sıddık'e göndererek
O'ndan, Peygamber (s.a)'m malının sekizde birini (kendilerine) isteyivermesini
kararlaştırmışlar. Bunun üzerine Hz. Aişe onlara Rasûlullah (s.a) "Bizim malımıza

um

varis olunmaz. Bizim bıraktığımız sadakadır-" buyurmadı mı?- demiş.
Açıklama

Burada "Hz. Peygamberin hanımlarının, Hz. Ebû Bekir'den, Hz. Peygamberin malının
sekizde birini istemeye karar verdikleri" ifade edilirken, Müslimin Sahihinde, "Hz.
Ebû Bekir'den Hz. Peygamberin mirasım" istediklerinden bahsedilmektedir. Bu iki
rivayet arasında hiçbir fark yoktur. Çünkü Hz. Peygamberin hanımlarının Hz. Ebû Be-
kir'den istedikleri, Hz. Peygamberin malının sekizde birinden maksat, onun mirasıdır.
Çünkü kadınların, kocalarının mirasından kendilerine düşen pay, malın sekizde biridir.
Eğer kocalarının çocuğu yoksa o zaman bu pay dörtte birdir.'

Daha önce de açıkladığımız gibi, Peygamberlerin mallarının mirasçılarına kalmayıp
sadaka olmasının hikmetini, ulema şöyle açıklamıştır: Eğer peygamberlerin malları
mirasçılara kalsaydı, bu mirasçılar arasında peygamberlerin bir an önce vefat etmesini
arzu edenler çıkabilirdi. Bu da onların helakine sebep olurdu. Ayrıca Peygamberlerin
mallarının miras yoluyla yakınlarına intikal ettiğini görenler, peygamberlerin
yakınlarını zengin etmek için çalıştıkları vehmine kapılarak peygamberlerden ve
onların getirdiği dinlerden nefret ederlerdi. Bu da yine onların felaketine sebep olurdu.

LİV81

Her ne kadar Kur*ân-ı Kerîm'de "Süleyman Davud'a mirasçı oldu." buyrulmuşsa
da, Kur*ân-ı Kerîm'de bahsedilen mirasdan muradmal değil, Peygamberlik, ilim ve

UM

hikmettir.

2977... (İbn Şihab'm yine Urve kanalıyla Aişe'den rivayet ettiğine göre Hz. Aişe şöyle
demiştir.) Ben (Hz. Peygamberin malından miras isteyen hanımlarına): "Siz Aliah'dan
korkmaz mısınız? Siz Rasûlullah (s.a)'i "Bizim malımıza mirasçı olunmaz. Bizim
bıraktığımız sadakadır. Ancak şu mal Muhammed'in ailesinin ihtiyaçları için ve
misafirlerinin ağırlanması) içindir. Ben ölünce (ailemin ihtiyaçlarına tahsis
ettiklerimin dışında kalan) malım benden sonra halifeliği üstlenecek olan kimseye

LİM

aittir." derken işitmediniz mi dedim.



Açıklama



Bu hadisle ilgili açıklama 2969 ve 2973 numaralı hadis-i şeriflerin şerhinde

EIMI

bulunduğundan burada tekrara lüzum görmedik.



19-20. Humus (Beştebir) Payın Ve (Hz. Peygamberin) Yakınlarının Hissesinin
Sarf Edilecekleri Yerler

2978... Cübeyr b. Mutim(in) haber verdi(ğine göre) kendisi, Osman b. Affan (r.a) ile
birlikte (Hz. Peygamberin) humustan (ayırdığı bir payı) Haşim oğullarıyla, Muttalib
oğullan arasında paylaştırdığını konuşarak Rasûlullah'm huzuruna varmışlar. (Cubeyr
b. Mutim sözlerine şöyle devam etmiştir) "Ben: Ey Allah'ın Rasûlü (sen humusun bir
kısmını) kardeşlerimiz Muttalib oğullarına dağıttın da bize (ondan) hiçbir şey
vermedin. Oysa bizim sana olan yakınlığımızla onların yakınlığı aynıdır" dedim.
Peygamber (s. a) de: "Haşim oğullarıyla, Muttalib oğullan aynı şey (gibi) dir" buyurdu.
Cübeyr (rivayetine devamla şöyle) dedi: (Hz. Peygamber) bu humustan Haşim
oğullarıyla Muttalib oğullarına verdiği gibi, Abdüşems ve Nevfel oğullarına vermedi.
(Zührî) dedi ki: Ebû Bekir humusu aynen Rasûlullah (s. a) gibi bölüştürürdü, fakat
Rasûlullah (s.a)'in (kendi) yakınlarına vermiş olduğu hisseyi, onlara vermezdi. Ömer
b. el-Hattab, humustan onlara hisse verirdi. Hz. Ömer'den sonra Osman da (onlara

£182]

humustan pay verirdi.)
Açıklama

Bilindiği gibi Hz. Osman, Abdüşems oğullarmdandır. Cübeyr b. Mutim ise Nevfel
oğullarmdandır. Abdüşems ile Nevfel, Haşim ve Muttalib de Peygamberimizin
dördüncü dedesi Abdi Menafin oğullarıdır. Peygamberimiz, Haşim'in
torunlarmdandır. Bu hadisin ravisi Cübeyr b. Mutim ise, Nevfel'in torunlarmdandır.
Nitekim bu hadis-i şerif bir başka yoldan da "Biz (Hz. Peygambere) -Ey Allah'ın
Rasûlü senin neslin olan Haşim oğullarının faziletini inkâr etmiyoruz. (Binaenaleyh
humustan onlara bir hisse vermenin hikmetini anlıyoruz). Ancak Muttalib oğullarına
humustan bir hisse veripte bize vermemenin sebebi nedir? -diye sorduk" anlamına
gelen lafızlarla rivayet olunmuştur. Öyle anlaşılıyor ki, Hz. Peygamber Enfâl sûresinin
kırkbirinci âyetine uyarak Hayber ganimetlerinin beşte birinde kendi yakınları olan
Haşim oğullarıyla, Muttalib oğullarına hisse verdiği halde onlar derecesinde yakınları
olan Abdüşems oğullarıyla Nevfel oğullarına vermeyince, Abdüşems oğullarından Hz.
Osman (r.a) ile Nevfel oğullarından Cübeyr b. Mutin bu durumu aralarında müzakere
ederek Hz. Peygamberin huzuruna varmışlar ve "Ey Allah'ın Rasûlü, bu ganimetlerden
Enfâl sûresinin kırkbirinci âyetine uyarak yakınların olan Muttalib oğullarıyla, Haşim
oğullarına bir pay verdiğini biliyoruz. Oysa bizim neslimiz olan Abdüşems oğullan ile
Nevfel oğulları da sana aynen Muttalib oğulları ile Haşim oğulları kadar yakındır. Hal
böyleyken bizim neslimize de bir pay vermeyişinin sebebi nedir?" diye sormuşlar.
Rasûl-ü Zişan Efendimiz de onlara kısaca "Haşim oğullarıyla Muttalib oğulları aynı
şey (gibi)dir" buyurmak suretiyle, bu tutumunun hikmetini açıklamış oldu. Hz.
Peygamber, bu kısa açıklamasıyla, Muttalib oğullarıyla, Haşim oğullarının, gerek
cahiliy-yet devrinde ve gerekse İslamiyet devrinde biribirlerinden hiç ayrılmadıklarını
ve her zaman İslamiyetin hizmetinde bulunduklarını, Abdüşems oğullarıyla Nevfel



oğullarının Kureyş kafirlerinin Haşim oğullarına karşı kendileriyle hiçbir alışveriş
yapmamak üzere aldıkları boykot kararma katılarak kafirler, safında yer aldıklarını
çok veciz bir şekilde dile getirmiş ve Muttalib oğullarıyla Haşim oğullarını Abdüşems
oğullarıyla Nevfel oğullarına tercih etmesindeki hikmeti çok güzel bir şekilde
açıklamıştır.

İmam Şafiî ve İmam Ahmed'e göre ganimetlerden ayrılan humusun beşte biri Hz.
Peygamberin yakın akrabalarından olan Haşim oğullarıyla Muttalib oğullarına verilir.
Bu hususta fakirle zengin eşittir. Sözü geçen hisse aralarında "mislü hazz-ıl-
ünseyeyni" esasına göre ikili bir taksim edilir. İmâm Mâlike göre, bu taksim, devlet
başkanının reyine kalmıştır. Dilerse Haşim oğullarıyla Muttalip oğullarının tümü
arasında bölüştürür, dilerse bazısına verir bazısına vermez. Dilerse bu iki kabiliye
vermez de başkalarına verir.

Hanefîlere göre, bu hisse sadece Haşim oğullarıyla Muttalib oğullarına verilir. Ancak
onların fakirleri ile yetimleri, yolda kalmış olanları, fakir, yetim ve yolcu

£183]

olmayanlarına takdim edilir. Yani biz Hanefîlere göre, Haşim oğullarının

£1841

zenginleri bu mallardan bir pay alamazlar. Bilindiği gibi Muttalip oğullarının
durumu da böyledir. Hz. Ebû Bekir'in kendi devrinde bu hisseyi Haşim oğullarıyla
Muttalip oğullarına vermeyip başkalarına vermesi, bu iki kabilenin oldukça zengin

1185i'

durumda olup, başkalarının daha muhtaç olmayışlarmdandır.

2979... Said b. El-Müseyyeb'den demiştir ki: Cübeyr b. Mutim (şöyle) demiştir:
Rasûlullah (s. a) (ganimet mallarının) beşte bir(in)den Haşim oğullarıyla, Muttalib
oğullarına hisse ayırdığı gibi OAbdişems oğullarıyla Nevfel oğullarına ayırmadı.
(Zührî) dedi ki, Ebû Bekir (ganimet mallarından ayrılan) beşte bir hisseyi (hak
sahipleri arasında) aynen Rasûlullah (s.a)'m taksimi gibi taksim ederdi. Fakat (bu
hisse'-den) Rasûlullah'm verdiği gibi onun yakınlarına (bir pay) vermezdi. Ömer de
onlara (bir hisse) verirdi. Ondan sonra (halife) olan (Hz. Osman) da, O humustan

£1861

(onlara bir pay) verirdi.
Açıklama

Enfâl sûresinin kırkbirinci âyeti, ganimetten ayrılan mallanndan Hz.Peygamberin
yakınlarının da hakkı bulunduğuna açıkça delalet etmektedir. Ulemanın bu mevzudaki
görüşlerini şu şekilde özetlemek mümkündür.

1. İmâm Şafiî'ye göre bu beşte bir hisseyi Hz. Peygamber, a- Yakınları, b- Öksüzler,
c- Yoksullar, d- Yolda kalmışlar arasında bölüştürürdü.Hz. Peygamberin vefatından
sonra da yine onun yakınlarına hisse verilir. Hz. Peygamberin hissesi de onun yerine
geçen halifeye verilir.

2. Malikiler de bu görüştedirler.

3. Rey sahiplerine göre, Hz. Peygamber vefatıyla bu mallardan hem kendi hissesi hem
de akrabalarının hissesi düşmüştür. Bu bakımdan humus yoksullarla, öksüzler ve
yolda kalmışlar arasında paylaştırılır. Hz. Peygamberin akrabasından olan yoksullarla
öksüzler ve yolda kalmış olanlar da aynen diğer yoksullar, öksüzler ve yolda kalmışlar



gibi bu haktan yararlanırlar.

£187]

Bu üç sınıftan yalnız bir sınıfa vermek te caizdir.

na hisse verdiği halde, Nevfel oğullarıyla Abdüşems oğullarına vermemesinin sebebi,
ulema arasında farklı şekillerde açıklanmıştır. Şâfıîlerden bazılarına göre, Hz. Pey-
gamberin akrabalarına hisse verilmesinin sebebi ikidir. Birincisi, Hz. Peygambere
yakınlıkları, ikincisi de, Hz. Peygambere ve İslamiyete hizmetleridir.
İşte Haşim oğullarıyla Muttalib oğullarında bu şartların ikisi de bulunduğu için, Hz.
Peygamber onlara hisse vermiştir. Nevfel oğullarıyla Abdüşems oğullarında, birinci
şart varsa da ikinci şart olmadığı için onlara hisse vermemiştir. Şevkâni'nin
açıklamasına göre, aslında akrabalık kelimesi geniş kapsamlı bir kelimedir. Hz.
Peygamberin sünneti onu tahsis etmiştir.

Bir önceki hadisin şerhinde geçen açıklamalar da bu hadise açıklık getirdiğinden, bu

£1881

hadisle ilgili açıklamamızı burada kesiyoruz.

2980... Said b. el-Müseyyeb'den demiştir ki: Cübeyr b. Mutım O'na (şöyle) demiştir:
Hayber günü olunca Rasûlullah (s.a) (kendi) yakınlarının humustaki) hissesini Haşim
oğullarıyla Nevfel oğullarına verdi. (Hz. Cübeyr sözlerine devam ederek şöyle dedi.)
Ben de Osman b. Affan'la beraber yola koyuldum nihayet Peygamber (s.a)'e vardık ve
"Ey Allah'ın Rasûlü, bunlar Haşim oğullarıdır. Allah'ın seni onların içerisine
yerleştirmiş olması sebebiyle onların (bize nisbetle olan) üstünlüklerini inkâr
etmiyoruz, (fakat) kardeşlerimiz Muttalib oğullarının durumu nedir de bizi bıraktığın
halde onlara (hisse) verdin. Oysa (onlarla) bizim (sana olan) yakınlığımız birdir?"
dedik. Rasûlullah (s.a) de: "Muttalib oğullarıyla biz cahiliyye (döneminde de)
İslâmiyet döneminde de (hiç) ayrılmadık. Biz ve onlar bir şey (gibiy)iz." buyurdu ve

£1891

parmaklarını biribirine geçirdi.
Açıklama

2968 numaralı hadis-i şerifin şerhinde açıkladığımız gibi Peygamber Efendimizin
dördüncü dedesi Abdümenaftır. Abdümenafm Haşim, Muttalib, Nevfel ve Abdüşems
isminde dört oğlu vardır.

Hz. Peygamber, Haşim neslinden hadisin ravisi Cübeyr Nevfel'in Hz.Osman b. Affan
ise Abdüşems'in neslindendir. Bir başka ifade ile Hz. Osman ile Hz. Cübeyr
Abdümenafta Muttalib ve Haşim oğullarıyla btrleşmektedir-ler.'Bu sebeple de mensup
oldukları Nevfel oğullarıyla, Abdüşems oğullarına da humus hissesinden bir pay
verilmesini istemişlerdir. Fakat Rasûlü zişan Efendimiz, "Muttalib oğullarıyla biz
Haşim oğulları gerek cahiliyye ve gerekse İslamiyet döneminde birbirimizden hiç
ayrılmadık." buyurarak cahi-liyyet döneminde, Nevfel ve Abdüşems oğullarının
zaman zaman Kureyş ka-fırleriyle birleşerek müslümanlara cephe aldıklarını ve Haşim
oğullarıyla Muttalib oğullarının İslamiyete hizmetlerinin onlardan daha fazla
olduğunu, bu yüzden de Haşim oğullarıyla, Abdülmuttalib oğullarını, Nevfel ve
Abdüşems oğullarına tercih ettiğini çok veciz şekilde açıklamıştır.
Bu sözü söylerken ellerini kenetleyip parmaklarını birbirine geçirmekle, yine Muttalib
oğullarıyla Haşim oğullarının birlik ve beraberlik içinde kenetlenmiş olduğuna işaret



£1901

etmek istemiştir.

2981... es-Süddi'den (Allah'ın Rasûlü ile) akrabalığı bulunan (1ar) hakkında "Onlar

Lİ9JJ

Abdülmuttalib oğullarıdır." dedi(ği rivayet olunmuştur.)
Açıklama

"Bilin ki: ganimet (olarak) ele geçirdiğiniz şeylerin beşte biri Allah'a, Rasûlü ne ve
(Allah'ın Rasûlü ile) akrabalığı bulunan(lar)a, yetimlere, yoksullara ve yoku(lar)a
[1921

aittir. . . " âyetinde geçen "...

Allah'ın Rasûlü ile akrabalığı bulunanlar..." sözüyle kimlerin kasdedildiği ulema
arasında ihtilaflıdır.

Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte Süddi'nin Allah'ın Rasûlü ile akrabalığı
bulunanlar (in) Hz. Peygamberin dedesi Abdülmuttalib'in oğullarından ibaret olduğu
görüşünü taşıdığı ifade edilmektedir.

Cumhur ulemaya göre, Hz. Peygamberin akrabaları Haşim oğullarıyla Muttalib
[193]

oğullarıdır.

Bir görüşe göre yalnız Haşim oğullarıdır. Başka bir görüşe göre de Hz. Peygambere

£194]

akraba olan tüm Kureyş kabilesidir.

2982... Yezid b. Hûrmûz (şöyle) demiştir: Necdet-ûl Harûrî İbn Zübeyr'in (Haccac-ı
zalimle olan) savaşı sırasında Hacca gitmişti de İbn Abbâs'a (birini) göndererek (Hz.
Peygamberin) yakmlann(m) payını sordu ve (şimdi) bu payın kime ait olduğu görü-,
sinidesin? dedi.

İbn Abbas (r.a) da: (Ben bu payın yine) Rasûlullah (s.a)'m (sağlığında) bu hisseyi
kendilerine verdiği yakınlarına ait (olduğu inancındayım) Nitekim Hz. Ömer'de bu
hisse'den (Hz. Peygamberin yakını olarak) bize (bir pay) vermişti. (Fakat) biz (Hz.
Ömer'im verdiği) bu payı hakkımızdan az bulduğumuz için kendisine geri verdik ve
£1251

almaktan kaçındık.
Açıklama

Abdullahb. Zübeyr b. Awam'm-(622-692 - l-73H.)sahabı babası cennetle
müjdelenenlerdenaır. Anası Ebu Bekir in kızı Esma'dır. Medine'de muhacirlerden ilk
doğan çocuktur. Hz. Peygamber O'na Abdullah adını verdi. İyi yetişti. Ashâb içinde
hadis ve fıkıhta alim olanlardan biridir. Hz. Osman tarafından kurulan Kur'an istinsah
(yazıp çoğaltma) heyetinde bulundu. İlmi kudreti yanında son derece cesur bir zattı....
Hz. Osman'ı müdafaa edenlerdendi. Cemel vakasında babası Zübeyr'in yanındaydı.
Hz. Muaviye'nin oğlu Yezid, halife olunca Mekke'ye geçti. Hz. Hüseyin'in Kerbela
faciasında şehit edilmesinden sonra işe hız verdi. Ye-zid'in tayin ettiği adamları
hicazdan kovdu kendi namına hilafet ilan etti. Bu duruma kızan Yezid, üzerine



Müslüm b. Ukbe kumandasında büyük bir ordu gönderdi. Harra mevkiinde iki taraf
çatıştı. Medine Halkından ye As-habdan binlerce adam öldürüldü. Ordu Mekkeye
doğru yürüdü. Bu savaşlar sürüp gitti. 64 yılında Mekkede Abdullah muhasara edildi.
Bu sırada Yezid öldü. '64 gün süre muhasara esnasında Kabe harap olmuş atılan taşlar
bazı yerleri kırmıştı. Abdullah Kâbeyi tamir etti. Hicaz, Yemen, Mısır, Irak, İran ve
Horasan halkı Abdullah'a biat ederek onu halife tamdılar. Dokuz yıl Mekke'de
halifelik yaptı. Mısır'ın bir kısmıyla Suriye Emeviler'in elinde kalmıştı Mervân b.
Abdülmelik hilafet makamına geçince; önce Irak'a asker göndererek orada İbn
Zübeyr'in kardeşini ortadan kaldırdı. Sonra her tarafa dehşet saçan Haccacı Mekke'ye
gönderdi. Haccac hicretin yetmiş ikinci (72) yılında Mekke'yi kuşattı. Mancınıkla
şehri ve Ka'beyi taşa tuttu. Muhasara 6,5 ay sürdü. Abdullah'ın etrafındakiler
dağılmaya başladılar. Fakat o devam azmindeydi atılan bir taşla alnından yaralandı.

£1961

Haccac'm askerleri ..üzerine atılıp kendisini şehit ettiler.

Metinde geçen Hz. İbn-Zübeyr olayından maksat hicretin yetmiş ikinci yılında şehit
olmasıyla neticelenen Haccac-ı zalimle yaptığı savaştır.

Hz. Abbas'm ganimetlerden ayrılan beşte bir hissesinin bir kısmının yine Hz.
Peygamber zamanında olduğu gibi Hz. Peygamberin yakınlarına verilmesi görüşünde
olmasına karşılık, Hz. Ömer'in halifeliği döneminde bu payı onlara vermemesinin
sebebi, Hz. Abbas'm bu payın Hz. Peygamberin yakınlarının hakkı olduğuna
inanırken, Hz. Ömer'in bu payın onların değişmez hakkı olmadığı, fakat bu payın
onlara da verebileceği görüşünde olmasıdır.

Hz. Ömer, bu payın da zekat gibi verilmesi caiz olan sınıflardan en fazla muhtaç
durumunda olanına verilebileceğine inandığı için, kendi .devrinde ondan Hz.
Peygamberin yakınlarına az bir hisse vermiş, kalanını da onlardan daha muhtaç
durumda olanlara vermiştir.

Hz. İbn Abbas' (r.a) ise, ganimetlerden ayrılan beşte bir hissenin beşte birinin, mutlaka
Hz. Peygamberin yakınlarının hakkı olduğuna inandığı için Hz. Ömer'in bu paydan
gönderdiği bir miktar payı humusun beşte birinden eksik olduğu gerekçesiyle kabul
etmemiştir.

Görülüyor ki, bu iki büyük sahabi arasındaki ihtilaf, sadece aralarındaki ictihâd
farkından doğmaktadır. Hanefi ulemasjnm bu mevzudaki görüşünü 2979 numaralı

£1921

hadisin şerhinde açıkladığımızdan burada tekrara lu-züm görmedik.
2983... Abdurrahman b. Ebî Leyla'dan demiştir ki: Ben Hz.

Ali (r.a)'i (şöyle) derken işittim. "Rasûlullah (s. a) humusun beşte birini (hak
sahiplerine dağıtmak üzere) beni görevlendirmişti. Bende onu Rasûlullah (s.a)'le Hz.
Ebû Bekir ve Ömer devrinde (verilmesi gereken) yerlerine verdim. (Bir gün) bana
(Hz. Ömer tarafından) bir mal getirildi. (Hz. Ömer) beni çağırdı ve:
"Onu (Hz. Peygamberin yakını olarak) Sen al" (Ve yine eskiden olduğu gibi
dağıtılması gereken, yerlere dağıt) dedi. (Bende):

"Ben (onun idaresini üzerime almak) istemiyorum." dedim. O'da (onun idarisini)
"Sen al çünkü siz (Peygamberin yakınları olarak) Gna daha çok müstehaksmız" dedi.
Bende:

"Bizim ona ihtiyacımız yoktur." dedim. Bunun üzerine (götürdü) onu hazineye koydu.



£1981



Açıklama

Bu hadis-i şerif, bir önceki hadis-i şerifin şerhinde açıkladığımız gibi Hz. Ali'nin de
Hz. Ömer gibi humus'ım beşte birinin Hz. Peygamberin yakınlarının değişmeyen
hakkı olmadığı, ancak bu payın kendilerine verilmei caiz olan sınıflardan biri olmaları
itibariyle onlara da verilebileceği görüşünde olduğunu ifade etmektedir.
Bu mevzuda merhum Muhammed Hamdı Efendi meşhur ve kıymetli tefsirinde şöyle
diyor: "...Binaenaleyh onun reyinden ayrılmadıklarını söyleyen ehl-i beytinin dahi
onun mekruh gördüğünü, mekruh görmeleri ve önceki görüşünden dönüşü kabul
etmeleri ve Hz. Ali'yi kendi vicdan ve itikadm-ca haklı bildiği hak sahiplerini
haklarından men edip bir korku ile takıyye perdesine bürünmüş bir mukreh mevkiinde

U991

farzetmekten çekinmeleri iktiza eder."

Ancak bu Hadis-i şerifte Hz. Ebû Bekir devrinde de humusun beşte birinden Hz.
Peygamberin yakınlarına beşte bir hisse verildiği ifade edilmektedir. Oysa 2979
numaralı hadis-i şerifte Hz. Ebû Bekir'in de bu hisseyi Hz. Peygamberin yakınlarına
vermediği ifade edilmektedir. Bu bakımdan mev-zumuzu teşkil eden bu hadis-i şerif
2979 numaralı hadis-i şerife aykırıdır. Hanefi ulemasından İbn Humman'm da işaret
ettiği gibi Hafız Münzirî 2979 numaralı hadisin sahih olduğunu mevzumuzu teşkil
eden hadis-i şerifinse sahih olmadığını söylemiş ve 2979 numaralı hadisi mevzumuzu
teşkil eden hadise tercih etmiştir.

Bezlul-Mechûd yazarının açıklamasına göre, Hz. Ömer Hz. Ali'ye "bunun idaresini al
çünkü siz (peygamberlerin yakını olarak) buna (başkalarından) daha müstehaksmız"
demekle aslında "muhtaç olduğunuz takdirde siz bunu almaya diğer muhtaçlardan
daha müstehaksmız." demek istemiştir. Eğer Hz. Peygamberin yakınları hem zengin
hallerinde hem de fakir hallerinde mutlak surette onu almaya başkalarından daha. layık
olsalardı. Hz. Ali, Hz. Ömer'in bu malları almaları için yapmış olduğu teklifi hem

r2001

kendi adına hem de kavmi adına reddedemezdi.

2984... Abdurrahman'dan demiştir ki: Ali (r.a)'ı (şöyle) derken işittim.
"Ben, Abbas, Fatıma ve Zeyd b. Hariseyle Hz. Peygamber (s.a.)'in yanında biraraya
gelmiştik. (Hz. Peygambere hitaben) "Ey Allah'ın Rasûlü, Aziz ve Celil olan Allah'ın
kitabında (ganimet mallarından ayrılıp dağıtılmasını emrettiği) humustan (bize
düşecek olan) hakkımızı (pay sahiplerine dağıtma görevini) bana versende (ileride)
senden sonra her hangi bir kimsenin bu mevzuda benimle anlaşmazlığa düşmemesi
için senin sağlığında bu geliri (hak sahiplerine) ben da-ğıtsam (çok isabetli olur, uygun
buluyorsan bunu) yap" dedim. (Ra-sülü Ekrem Efendimiz de) bunu,yaptı. Ve (humus
gelirlerindeki Hz. Peygamberin yakınlarına ait) bu hakkı, Rasûlullah (s.a)'in sağlığında
(hak sahiplerine) ben dağıttım. Sonra Hz. Ebû Bekir de bu görevi bana verdi. Nihayet
Hz. Ömer'in (halifelik) yıllarının son yılma kadar (bu görevi yürüttüm fakat Hz.
Ömer'in halifeliğinin son yılında bu görevi bıraktım) Çünkü (o sene) O'na
(ganimetlerden) bir çok mal geldi. O'da bizim hakkımızı ayırdı. Sonra bana (bir haber)
gönder(erek varıp onu hak sahiplerine bölüştürmemi iste)di. Ben de "Bizim bu sene



ona ihtiyacımız yoktur, (fakat Hz. Peygamberin yakınları olan bizlerin dışındaki)
müslümanlarm ona ihtiyacı vardır. Sen bunu onlara ver!" cevabını verdim. O da
(bizim hissemize düşecek olan) bu malı fakir müslümanlara verdi. Hz. Ömer'den sonra
kimse bana bunu teklif etmedi. Hz. Ömer'in yanından çıktıktan sonra Hz. Abbas'la
karşı-laş(mış)tımda (Bana) "Ey Ali. Bu gün sen bizi (büyük bir) gelirden mahrum
ettin, bir daha bu mal ebediyyen bize verilmez. " de(miş)di. (Gerçekten Abbas) çok

[2011

zeki bir adamdı.
Açıklama

T2021

Bu hadisle ilgili açıklama bir önceki hadisin şerhinde geçmiştir.

2985... Abdûlmuttalib b. Rabia b. El-Haris b. Abdûlmuttalib(in) haber verdi(ğine
göre), Rabia b. El-Haris ile Abbas . Abdil Muttalib, Abdûlmuttalib b. Rabia ile Fazl b.
Abbas'a -siz Rasûlullah (s.a)'e varınız ve kendisine "Ey Allah'ın Rasûlü gördüğün gibi
biz (evlenecek) bir yaşa geldik. Ve. evlenmek istiyoruz. Ey Allah'ın Rasûlü, sen
insanların Allah'a en bağlı olanı akrabalık haklarına en çok riayet edenisin. Anne ve
babalarımızda ise bizim için mehir olarak verebilecekleri bir şey yoktur. Binaenaleyh
bizi zekatları toplamak üzere memur tayin ette, zekat memurlarının sana verdikleri
gelirleri bizde verelim ve (buna karşılık) sadakalar(ı toplamanın üçretin)den (ve
sadakaların dışında elde edeceğimiz hasılattan) biz de yararlanalım." demişler. (Ab-
dûlmuttalib b. Rabia, sözlerine devam ederek) dedi ki: Biz (babalarınızla) bu şekilde
(konuşur) iken Ali b. Ebû Talib geliverdi. Bize - Hayır vallahi Rasûlullah (s. a) sizden
hiç bir kimse zçkat memuru olarak tayin edilemez" buyurmuştu - dedi. Bunun üzerine
(babam) Rabia Hz. Ali'ye

"Bu da senin kıskançlığmdandır. Sen Rasûlullah (s.a)'m damatlığını elde ettin de biz
bunu senden kıskanmadık" (sen ise bize kıskançlık yapıyorsun) dedi. Ali üzerine
cübbesini alıp onun üzerine yattı ve:

"Ben Hasan'm babasıyım (kavmi içerisinde) tecrübeli bir kimseyim" Allah'a yemin
olsun ki, çocuklarınız, kendilerini Peygamber (s.a)'e sormak üzere gördereceğiniz
meselenin cevabını getirmedikçe (burada yatmaya) devam edeceğim, dedi.
Abdûlmuttalib (sözlerine devam ederek şöyle) dedi. "Bunun üzerine ben (bu meseleyi
Hz. Peygambere sormak üzere) FazPla beraber yola koyuldum. (Hz. Peygambere tam)
öğle namazında tesadüf ettik. Namaz başlamıştı. Namazı cemaatla kıldık. Sonra
FazPla beraber Peygamber (s.a)'m odasının kapısına koştum. Kendisi o gün Zeyneb
bint Çahş'm yanında (kalıyor) idi. Kapıda beklemeye başladık. Nihayet Rasûlullah
(s. a) geldi. Benim ve Fazl'ın kulağından tuttu ve:

(ağzınızda) "sakladığınızı çıkarın" (bakalım) dedi ve (içeri) girdi. Fazl'la benim de
içeri girmemize izin verdi. Bir süre(Fazl'la ben) sözü (almayı) birbirimizden bekleştik.
Sonra Hz. Peygamberle ben konuştum >ahutta Fazl konuştu. (Ravi İbn Şihâb-Ez-
Zühri dedi ki, bu hadisi bana nakleden) Abdullah bunda tereddüt etti. -(yani söze han-
gisinin başladığını kesin olarak hatirlayamadı. Abdûlmuttalib sözlerine devam ederek
şöyle) dedi. (Fazl) babalarımızın bize (sormamızı) emrettikleri meseleyi Hz.
Peygambere anlattı. Rasûlullah (s.a)'de gözünü tavana dikerek bir süre sustu. (Bu
sükût) bize öyle uzun geldi ki biz hiç bir cevap vermeyecek zannettik. Nihayet bize



perde arkasından eliyle işaret eden Zeyneb (validemiz)i gördük. (Bu işaretiyle bize)
acele etmeyiniz (demek) istiyordu. Ve Rasûlullah (s.a)'m bizim işimizle meşgul
olduğunu (anlatmak) istiyordu. Sonra Rasûlullah (s.a) başını indirdi ve bize
"Bu zekât insanlarm"(malmm) kiridir. Muhammed'e ve onun ailesine zekat almak
helâl değildir. Bana Nevfel b. el-Haris'i çağırınız' dedi. Nevfel b. El-Haris çağrıldı ve
(O'na dönerek)

"Ey Nevfel Abdulmuttalib'i (kızınla) evlendir" dedi. Bunun üzerine Nevfel beni
(kızıyla) evlendirdi, sonra Peygamber (s.a.):

"Bana Mahmıyye b. Cûz'ü çağırın" dedi. Mahmıyye Zübeyd oğullarından bir adamdı.
Ve Rasûlullah (s.a) onu humusları toplamak üzere tahsildar tayin etmişti. Rasûlullah
(s.a) Mahmıyye'ye

"Fazl'ı (kızınla) evlendir." buyurdu. Mahmıyye'de FazTı (kızıyla) evlendirdi. Sonra
Rasûlullah (s.a) (Mahmıyye'ye)

"Kalk humus (gelirin)den şu iki gence şu kadar mehir (masrafı) ver" dedi. (Ravi İbn

r2031

Şihab) dedi ki, "Abdullah b. Haris bana mehrin mikdarım söylemedi.
Açıklama

("Ührica mâ tüsarrirani) cümlesi türkçemizdeki "sen şu dilinin altındaki baklayı çıkar
anlamında kullanılan, söz içinizde gizlediğinizi meydana çıkarın" manâsına gelen bir
tabirdir. Hz. Peygamber Efendimiz şu sözüyle "maksadınızı açıkça söyleyiniz" demek
istemiştir.

Karnı: Tecrübeli, gün görmüş, ileri görüşlü kimse manâlarına gelir.
Havr: Cevab demektir.

Ebûl-Kasım el-Taberani'ye göre, bu hadiste anlatılan olayı yaşayan Abdulmutfalib'in
ismi Abdulmuttalib değil Muttalibdir.

O'nun babası Rabia b. el-Haris ise, Peygamber Efendimizin amcasının oğludur.
Nevfel b. Haris'de yine Peygamber Efendimizin amcasının oğludur.
Bilindiği gibi Hz. Nevfel, Bedir savaşında kâfirler safında bulunuyordu. Savaşın
sonunda müslümanlara esir düştü. Fakat amcası Hz. Abbas onu fidye vererek kurtardı.
Sonra Müslümanlığı kabul edip Mekke'nin fethinde, Humeyn'de ve Taif sefeFİnde
büyük kahramanlıklar göstererek Allah'ın dinine hizmet etti.

Hadis-i şerifte, Hz. Peygamber'in evlenme çağma geldikleri halde fakirlikten
evlenemedikleri için kendisinden zekat memurluğu isteyen Hz. Fazl ile Hz. Muttalib'e
"Muhammed'e ve Muhammedin aile fertlerine zekat almak caiz değildir. Çünkü zekat
halkın mallarının kiridir." gerekçesiyle red cevabı verdiği ifade edilmektedir.
Aslmda Hz. Peygamber onlarm bu isteklerini reddederken "onların mallarından bir

f2041

miktar sadaka al ki, onunla onları temizleyesin..." mealindeki âyet-i kerimeye
dayanmıştır.

Görülüyor ki Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in ailesi diye vasıflandırdığı
Haşim oğullan ile Muttalib oğullarına zekat almayı yasakladığı gibi, onların ücret
karşılığında zekat memurluğu yapmalarını da yasaklamıştır.

Bu mevzû'da İmam Nevevî şöyle diyor: "... ulemamızdan bazıları Haşim oğulları ile
Muttalib oğullarının zekat memurluğu yaparak ücret almalarının caiz olduğunu, çünkü
bunun icareden başka birşey olmadığını söyle-mişlerse de bu görüş, doğru değildir,



batıldır."

Hz. Peygamber kendisine müracaat eden gençlere verilmek üzere, humus gelirlerinin
bir miktarının ayrılması için Hz. Mahmiyye'ye emir buyurması, ganimetlerin beşte
birinin bir kısmının Hz. Peygamberin yakınlarının hakkı olduğuna delalet etmektedir.
Çünkü bu gençler Hz. Peygamberin yakınlarından idiler.

[205]

Esasen bu hadisin bab başlığıyla ilgisini sağlayan kısmı da burasıdır.
Bazı Hükümler

1. Hz.Peygamberin ve yakınları olan Haşim oğulla-rıyla Muttalib oğullarının zekat
almaları ya da ücret karşılığında zekât tahsildarlığı yapmaları haramdır.

2. Amca kızıyla evlenmek caizdir.

r2061

3. Evlenirken erkeğin kıza bir mikdar mehir vermesi meşru kılınmıştır.

2986... Ali b. EbîTalib (şöyle) demiştir: Benim Bedir günü alman ganimetlerden
payıma düşen yaşlı bir devem vardı. O gün Rasû-lullah (s. a) ganimetin beşte birinden
yaşlı bir deve (daha) vermişti. Ben Rasûlullah (s.a)'in kızı Fatıma ile evlenmek
istediğim zaman Kaynu-ka oğullarından kuyumcu bir adamdan benimle geleceğine
dair söz almıştım. Boya otu getirecektik. Bu otu kuyumculara satarak düğün zi-
yafetimde ondan yararlanmak istiyorum. Develerim için semer, çuval ve iplerden
oluşan eşyayı toplarken, develerim ensardan bir adamın evinin yanma çökmüşlerdi.
Ben toplayacağımı toplayınca (develerime doğru) yönelmiştim. Bir de ne göreyim,
onların hörgüçleri kesilmiş, böğürleri delinmiş, ciğerlerinden bir kısmı alınmış. Bu
manzarayı görünce gözyaşlarıma sahip olamadım. Ve "Bunu kim yaptı" diye feryat
ettim, (orada bulunanlar) "Her halde bunu yapan Hamza b. Ab-dülmuttalib'dir.
Kendisi (şimdi) şu evde ensardan bazı içkiciler arasmda bulunmaktadır. Ona ve
arkadaşlarına bir cariye şarkı söyledi şarkısında -Ey Hamza! semiz develere dikkat-
diye (başlayan bir şarkı okudu). Bunun üzerine Hamza hemen kılıca sarıldı, develerin
hörgüç-lerini kesti ve böğürlerini deldi, ciğerlerinin bir kısmını aldı." dediler. (Hz. AH
sözlerine devam ederek şöyle) dedi: Bunun üzerine ben de yola koyuldum. Nihayet
Rasûlullah (s.a)'m yanma girdim. Yanında Zeyd b. Harise vardı. Rasûlullah (s.a)
benim başıma geleni hemen anladı ve
"Sana ne oldu?" dedi; Ben de:

"Ey Allah'ın Rasûlü bugünkü gibisini hiç görmedim. Hamza benim iki deveme
saldırarak hörgüçlerini kesmiş ve böğürlerini delmiş. İşte kendisi içkicilerle beraber şu
evde bulunuyor." dedim.

Rasûlullah (s.a) kaftanını isteyip onü örtündü. Sonra (yola çıkıp) yürümeye başladı.
Ben de Zeyd b. Harise ile birlikte kendisini takib ettim. Nihayet Hamza'nm bulunduğu
eve geldi. (Girmek için) izin istedi. Kendisine derhal izin verildi, (içeriye girince)
birde ne görelim, hem içkiciler (orada), Rasûlullah (s.a) yaptığı işten dolayı Hamza'yı
azarlamaya başladı. Hamza da sarhoştu. Gözleri kızarmıştı. Hamza, Rasûlullah (s.a)e
gözlerini. dikti sonra gözlerini kaldırdı (Hz. Peygamberin) delerine dikti. Sonra (daha
da kaldırarak) yüzüne baktı. Sonra

"Siz benim babamın kölelerinden başka birşey değilsiniz" dedi.

Rasûluüah (s.a) onun sarhoş olduğunu (artık iyice) anlamıştı. Hemen gerisin geriye



T2071

giderek dışap çıktı. Onunla beraber büzde çıktık.



Açıklama

ahkıama Hadisin zahirine bakılırsa Hz. Ali'ye verilen yaşlı develer, Bedir'den ahnan
ganimetlerin beşte birindendir. Fakat İbn Battal'm beyanına göre, siyer uleması Bedir
Harbinde ganimetin beşte birinin Peygamberimize tahsisi henüz meşru olmadığında
ittifak etmişlerdir. Bu takdirde Hz. Ali'nin sözü te'vile muhtaç olur. Ve: "Bana
Rasulullah (s. a) Abdullah b. Cahş'ın seriyyesinden bir yaşlı deve verdi" manâsına
alınır. Çünkü Abdullah b. Cahş seriyyesi Bedr'den önce hicretin ikinci senesinde Mek-
ke İle Taif arasındaki Nahye'ye gönderilmiş, orada bir Kureyş kervanı ile harbedorek
küffarı tepelemiş, kervanı ganimet olarak almışlardı. Hz. Abdullah arkadaşlarına:
"Aldığımız ganimetin beşte biri Resûlullah (s.a)in olacak" demişti. Halbuki o zaman
henüz ganimetlerin beşte biri meselesi hakkında âyet inmemişti. Abdullah (r.a)
ganimetin beşte birini Resûlullah (s.a.)'a ayırmış , geri kalanını arkadaşlarına taksim
etmişti. Beşte biri meselesinin beni Kureyza gazasında meşru olduğu söylenir. Daha
sonra meşru olduğunu söyleyenler de vardır.

Develerinin halini görünce Hz A Ali'nin ağlaması Nevevî'ye göre, Hz. Fa-tıma'ya karşı
kusur edip çehizini tamamlayamıyacâğmdan korktuğu içindir. Bizce develerin haline
acıdığı için ağlamış olması daha hakçadır.

Hz. Hamza iyice sarhoş olmuş. Cariye oynatıyordu. Çünkü o zaman henüz içki ve
şarkı gibi şeyler haram edilmemişti. Müslümanlar içki içiyor, şarkı dinliyorlardı, içki
ancak Uhud gazasında haram kılınmıştır. Hz. Ham-za'nm "Siz benim babamın
kölelerinden başka bir şey misiniz?" sözünün manâsı teşbihtir. Yani siz benim
babamın köleleri gibisiniz, demek* istemiştir. Maksadı da Peygamber (s.a)'m babası
Abdullah ile Ali'nin babası Ebû Talib'dir. Bunlar Abdulmuttalib'e itaat ve hürmet
husufunda onun köleleriymiş gibi davranırmış. "Ben Abdulmuttalib'e onlardan daha
yakınım" demek istemiştir.

Hz. Hamza'nm yaraladığı develerin kıymetini ödemesi icabeder' Bu bab-da bir rivayet
yoksa da Hz. Hamza'nm onları ödemiş olması yahut onun namına Peygamber (s.a)'in
ödemiş olması yahut Hz. Ali'nin bedel istemekten vazgeçmiş olması muhtemeldir.
r2081

Bazı Hükümler

1. Zifaf için davet vermek meşru' dur.

2. Amel ve kazanç hususunda yahudıde faydalanmak caizdir.

3. Maişetini kazanmak için ot ve odun gibi şeyleri toplayıp satmak caizdir. Bunda
mürüvvete dokunacak bir şey yoktur.

f2091

4. Kuyumculara yakacak malzemesi satmak ve onlarla iş tutmak caizdir. Bu
hadisin bab başlığı ile alakası "Hz. Peygamber o gün ganimetlerin beşte birinden yaşlı

[2101

bir deve vermişti." cümlesidir.



2987... Zübeyr b. Abdülmuttalib'in ümmü-l-Hakem-yahut ta Dubâa isimli kızların biri
(şöyle) demiştir: Rasûlullah (s.a) (bir savaşta) bir takım cariyeler elde etmiştir. Ben,
kız kardeşim ve Rasûlullah (s.a)'m kızı Fatıma ile birlikte, Hz. Peygamberin huzuruna
gittim. Kendisine içinde bulunduğumuz durumdan şikayet ettik ve (işlerimizde bize
yardımcı olması için) esir cariyelerden bize de vermesini istedik. Rasûlullah (s.a):
Bedir(savaşmda hayatlarını kaybeden şehitlerin)yetimleri sizin önünüze geçtiler. Fakat
ben size bundan daha hayırlısını göstereyim mi? Her namazın arkasında otuz üç defa
Allahu ekber otuz üç defa sübhanellah, otuz üç defa elhamdülillah ve(bir defa da)
Lâilâhe ülallâhu vahdehuLâ Şerike leh( = Allah'dan başka bir ilah daha yoktur O'nun
ortağı da yoktur. Mülk O'nundur. Hamd O'na mahsustur. O'nun her-şeye gücü yeter.)
dersiniz, "buyurdu.

(Ravi-)Ayyâş (b. Ukbe) dedi ki: "Bu iki kadın Peygamber (s.a)'in amcasının kızlarıdır.
[2111

Açıklama

et-Takrib isimli eserde açıklandığına göre, bu hadistn. ravisi olabileceği söylenen
Ummü-1 -Hakem Hz. Peygamberin amcası Ebû Talib'in oğlu Hz. Zübeyr'in kızıdır.
Kendisi Ümmül-Hakem diye anılır. Asıl ismi ise Safıyye yahut ta Atiyye'dir. İsminin
Dubâa olduğunu söyleyenler de vardır. Hz. Peygamberi görmek ve onun sohbetinde
bulunmak şerefini kazanan kadınlardandır.

Bu hadisin ravi'si olabileceği söylenen Dubâa bint Zübeyr de yine Peygamberimizin
amcasının kızıdır ve sahabi kadınlardandır. Ravi El-Fazl b. El-Hasen-Ed-Damri bu
hadisi kendisinden rivayet ettiği kadının kim olduğunu kesin olarak hatırlayamamıştır.
Ancak bu kadın ya Ümmül-Hakem yahut ta Dubâa olabileceğini hatırlayabilmektedir.
Bazılarına göre bu ravinin tereddüdü hadisi bu iki kadının hangisinden aldığında
değildir. Yani hadisi aldığı kadım bilmektedir. Fakat isminin Ümmül-Hakem mi yoksa
Dubâa mı olduğunu iyi hatırlıyamamaktadır.

Avnu-I-Ma'bud yazarı, hadisin senedinde geçen "An ihdahuma"keli-mesine "Bu iki
kadından biri diğerinden rivayet etmiştir." şeklinde bir manâ vermişse de Bezi yazan:
"Bu iki sahabiyenin birinin diğerinden hadis rivayet ettiği görülmemiştir." diyerek bu
manâyı reddedmiştir. Doğrusu da Bezlyazannm sözüdür. Rasûl Zişan Efendimiz
"Bedir yetimleri sizin önünüze geçtiler" sözüyle "Onların bu hususta öncelik hakkı
vardır. Binaenaleyh, onlar varken size bu cariyeleri veremem." demek istemiş
olabileceği gibi "Onlar sizden önce davrandılar. Sizden önce geldiler. Bu cariyeleri
onlara verdiğim için size verecek bir cariye kalmadı." demek istemiş olması ihtimali
de vardır.

Görüldüğü gibi, Hz. Fatıma ve yanında bulunan iki hanım Hz. Peygamberden
kendilerine ev işlerinde yardım edecek bir cariye istediği halde Hz. Peygamber onlara
her namazın sonunda otuz üçer defa teşbih, tahmid ve tekbirde bulunmalarını ve bir
defada kelime-i tevhid okumalarım tavsiye edip bunun cariye almaktan daha hayırlı
olduğunu söylemiştir.

1504 numaralı hadisin şerhinde de açıkladığımız gibi bu zikirlerin sevabı-, nın
büyüklüğünde şüphe yoksa da hizmetçi kullanmak gibi dünyalık bir işin sevabı
âhirette alınacak bir zikirle mukayese edilip, zikrin hizmetçiye sahip olmaktan daha
hayırlı olması meselesi oldukça kapalı ve izaha muhtaç bir meseledir.



Buhârî sarihlerinden Kirmanı, bu meseleyi şöyle açıklıyor: "Belki de Allan namazların
arkasında bu zikri yapan kimselere bir hizmetçinin yapacağı işlerden daha fazlasını
yapacak bir kuvvet verir. Yahut ta işlerini o kadar kolaylaştırır ki yapacağı işler
hizmetçinin yardımıyle yapılan işlerden,daha kolay bir şekilde yapılmış olur. Bu
meseleyi teşbihin faydası ahirettedir. Hizmetçinin faydası ise dünyadadır. Ahiretteki
fayda ise dünyadaki faydaya nisbetle daha hayırlı ve daha kalıcıdır." şeklinde

1212]

açıklamak ta mümkündür.
Bazı Hükümler

1. Namazın arkasında çekilen tesbihatm sevabı çok büyüktür.

2. Hz. Peygamberin yakınları ganimetlerin humsundan hisse alabilirler. Fakat devlet
reisi lüzum görürse, bu hisseyi diğer hak sahiplerinden en fazla muhtaç olanlara
aktarabilir.

3. Koca, karısına hizmetçi tutmak zorunda değildir,

4. Hz. Peygamberin yakınlarının humustaki hisseleri muayyen olmadığı gibi, bu
hissenin .mutlaka onlara verilmesi de gerekmez. Devlet reisi lüzum gördüğü takdirde
bu hisseyi humusta hissesi olan öksüzler, fakirler ve yolda kalmış yolcular'dan birine

[213]

aktarabilir. Hanefi ulemasından Tahavi ile İmam Taberi'nin görüşü de budur.

2988... İbn Abüd'den demiştir ki: Ali (r.a.) bana: "Sana kendimden ve Rasûlullah
(s.a)'in ailesi içerisinde kendine sevgili olan kızı Fatıma'dan bahsedeyim mi?" dedi.
Ben

" Evet" (bahset) dedim. (Bunun üzerine bana şunları) söyledi.: "Gerçekten Fatıma
(elleriyle) değirmen çekerdi. Öyle ki (değirmen) el(ler)inde iz bırakmıştı. Su
tulumuyla su taşırdı (tulum da) göğsünde iz yapmıştı, (süpürge ile) ev süpürrrtekten
üstübaşı tozlanmıştı. (birgün) Peygamber (s.a.)'e hizmetçiler gelmişti. (Ben de
Fatıma'ya) "Babana gitsen de ondan (işlerinde kullanmak üzere) hizmetçi (bir köle)
istesen!" dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamberin huzuruna çıktı. Fakat onun yanında
konuşmakta olan bir takım kimselerin bulunduğunu görüp geri döndü. Ertesi gün Hz.
Peygamber O'nun yanma geldi ve: "İhtiyacın neydi?" dedi (Fatıma) sükut etti. Bunun
üzerine (Ben söz alıp)

"Ey Allah'ın Rasûlü (Bunu) sana ben anlatacağım" dedim (ve şunları söyledim. Fatıma
elleriyle) su çeke çeke ellerinde izler meydana getirdi. Su taşıya taşıya bağrında izler
bıraktı. Sana hizmetçi (kolejler gelince ben kendisine sana varıp (senden) kendisini
içinde bulunduğu sıkıntıdan kurtaracak bir hizmetçi istemesini emretmiştim" dedim.
Hz. Peygamber de:

Ey Fatıma Allah'dan kork, Rabbmm emrini yerine getir, efendinin hizmetini gör.
Yatağına yatınca otuz üç defa sübhanallah, otuz üç defa elhamdülillah, otuz dört defa
da Allahü ekber de. Hepsi yüz eder. Bu senin için hizmetçiden daha hayırlıdır."
buyurdu. (Fatıma da):

12141

"Ben Allah'dan da, Rasûlünden de razıyım" dedi.



Açıklama



Bir önceki hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi İmam Taberi ile Hanefî
ulemasından Ebû Ca'fer el-Tahavi'ye göre, bu hadis: Hz. Peygamberin yakınlarının
humus gelirlerindeki hisselerinin muayyen olmadığına ve devlet reisinin bu hisseyi
lüzum gördüğü takdirde onlardan daha muhtaç olan hak sahiplerine aktarabileceğine
delalet etmektedir.

Hafız İbn Hacer ise: 2983-2984 numaraları hadis-i şerifleri delil getirerek humusun
beşte birinin kesinlikle Hz. Peygamberin yakınlarının hakkı olduğundan burada
anlatılan Hz. Peygamberin Hz. Fatıma'ya vermediği kölenin humus gelirlerinden
olmayıp ancak fey gelirlerinden olabileceği, çünkü humus gelirlerinden olması halinde
mutlak vermesi gerektiği ihtimali üzerinde dururken ayrca bu hadisenin humus
gelirleriyle ilgili, hükmü belirleyen Enfâl sûresinin kırkbirinci âyeti inmezden önce
vukubulmuş olması ihtimali üzerinde de durmaktadır. Ancak bu ikinci ihtimal çok
uzak bir ihtimaldir. Çünkü sözü geçen âyet te Bedir savaşında nazil olmuştur.
Hz. Peygamber, bu köleyi Hz. Fatıma'ya onun humus gelirlerindeki payının bir köle

[215]

değerinde olmadığından dolayı vermemiş olması kuvvetli bir ihtimaldir.

2989... (Bir önceki hadis-i şerifte anlatılan) hadise Ali b. Hüseyin'den de (rivayet
olunmuştur. Ali b. Hüseyin bu rivayetinde) şöyle demiştir: Rasûlullah (s. a) "Hz.

£2161

Fatıma'ya hizmetçi vermedi"
Açıklama

Bu hadisle ilgili açıklama bir önceki hadisin şerhinde geçtiğinden burada tekrara

mzı

lüzum görmedik.

2990... Müccâa (b. Nirare el-Hanefî el-Yemamî)den (rivayet olunduğuna göre) kendisi
(birgün) peygamber (s.a)'e varıp, Zühl oğullarından (olan) Sedüs oğullarının
öldürdüğü kardeşinin diyetini istemiş, Peygamber (s. a) de:

"Eğer ben müşrik(ler) için diyet öder olsaydım kardeşin için de öderdim. Fakat ben
sana kardeşin için başka bir şey vereceğim" demiş ve (o anda müslümanların
kendileriyle çarpışmakta olduğu) Zühl oğullarının müşriklerinden (ele geçen mevcut
ganimetlerden) ayrılacak olan ilk humus (beşte bir pay)dan yüz deve verilmesi için
eline bir mektup vermiş ve (henüz ele geçmiş olan mevcut ganimetlerden bu develerin
bir kısmını almış(sada ganimetler yeterli olmadığı için develerin hepsini alamamış bir
süre sonra da) Zühl oğulları müslüman olmuş. (Artık müslümanlar onların mallarına
dokunmamışlar) Daha sonra (Müccâa, kalan) bu develeri Ebû Bekir'den istemiş ve
kendisine Peygamber (s.a)'in mektubunu vermişti. Hz. Ebû Bekir de ona dört bin (sa')
buğday, dörtbin (sa') arpa, dörtbin (sa') hurma (olmak üzere) Yemame zekatlarından
onikibin sa', (tahıl) verdi. Peygamber (s.a)'in Muccâa'ye (verdiği) mektubunda (şu
sözler) vardı. "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla (başlıyorum) Bu mektub
Peygamber Muhammed (s. a) tarafından (yazılıp) Sülma oğullarından Müccâa b.
Mirare'ye (verilmiştir.) Ben, ona, Zühl oğullarının müşriklerinden ayrılacak humusdan



12181

yüz deveyi kardeşinin (diyeti) yerine verdim."
Açıklama

Aslında Hz.Muccâa, Hz. Peygambere kardeşinin diyetini istemeye vardığı günlerde
müslüman idi. Durum böyle olunca, Hz. Peygamberin ona kafir olan kardeşinin
diyetini vermek mecburiyetinde olmadığı için diyet veremeyeceğini bildirmekle
beraber diyet yerine yüz deve vermesi onun gönlünü kazanmak için değil de reisi
bulunduğu kavmin kalplerini İslâm'a ısındırmak için olsa gerektir.
Herhalde Hz. Peygamberin ona verdiği onikibin sa' tahıl kalan develerin değeridir.
Bilindiği gibi bir sa', seri dirheme göre 2,917 kgr.Örfi dirheme göre ise 3.333 kgr.dır.
Hadisteki Hz. Peygamberin humus gelirlerinin bir kısmını, kâfirlerin kalplerini İslâm'a
ısındırmak için sarfetmiş olmasıyla ilgili kısım, bu hadisin bab başlığıyla ilgisini teşkil
1219i'

eden kısmıdır.

20-2 l.Hz. Peygamberin Ganimetler Paylaşılmadan Önce Ganimet Mallarından
Seçerek Alabileceği Payı

2991... Amir eş-Şa'bi'den demiştir ki: Peygamber (s.a)'in (ganimetlerde) sayfıyye
denilen bir hakkı vardı. (Bu hakka dayanarak) isterse bir köleyi, isterse bir cariyeyi ya
da bir atı (seçerek alabilirdi) bunu (ganimetlerden) humus (ayrılmaz)dan önce seçip
r2201

alırdı.
Açıklama

Safıyye: Hz. Peygamberin ganimet malları dağıtılmadan önce, onlardan bir câriye, bir
köle veya bir kılıcı seçerek alma hakkı vardı ki, seçerek aldığı bu mâllara "Safıyy"
ismi verilirdi.

Bu hak, sadece Peygamber Efendimize mahsus olduğu için vefatıyla düşmüştür.

12211

Kimseye intikal etmemiştir.

tbn Rüşd şöyle diyor: "Kimisi safıyy isminde bir alacağı daha vardı. Peygamber (s.a.y)
Efendimiz ganimet daha taksim edilmemişken ortadan kendine bir at, bir câriye veya
köle gibi bir şeyi seçerdi ve anamız Safiye 'nin bu safiye 'den olduğu rivayet
[222]

olunmaktadır" demiştir. Ulema, bunun Peygamber (s. a) Efendimize mahsus bir
hüküm olup ondan sonra bu yetkinin kimseye verilmediği hususunda müttefiktirler.
Yalnız Ebû Sevr: "Safı de Peygamber (s. a) Efendimizin sehmi (payı) hükmündedir"
f2231

demiştir.

Hatırlanacağı üzere "Safıyy" mevzuu bu bölümün ondokuzuncu babında da geçmişti.
Ancak "Safiyy" kelimesiyle at ya da deve koşturmadan kâfirlerden ele geçirilen ve
zahmetsiz ele geçtiği için Hz. Peygamberin hakkı alan "Fey" dediğimiz ganimet çeşidi
kasdedilmiştir. Buradaki "Safıyy" kelimesi ise, gerçek manâsında kullanılmış ve



onunla ganimet mallarından humus ayrılmadan önce Hz. Peygamberin onlardan
seçerek alabileceği bir kılıç, bir köle, câriye veya bir at kasdedilmiştir.
Bu mallar, sadece Hz. Peygambere ait olduğu ve Hz. Peygamberin seçerek aldığı
mallar olduğu için "Safıyy" ismini almıştır. Bu hadis m ur seldir. Çünkü Şa'bî

f2241

Peygamberimizden hadis dinlememiştir.

2992... İbn Avn' dedi ki: Ben Muhammed (b. Şîrîn)'e Peygamber (s.a)'in
(ganimetlerdeki) hissesi ile "Safiyy" (denilen hissesin)i sordum da bana, "Eğer savaşta
bulunmamışsa bile kendisine (harbe giren) müslümanlarla beraber bir hisse verilirdi,
bir de herşeyden önce humustan (seçerek alabileceği) bir adet (köle -ya da câriye- ile

1225]

at ve kılıç) verilirdi," cevabını verdi.
Açıklama

Hz. Peygamberin "Safıyy" adıyla A kendisine seçip alabileceği bir kılıçla bir köle ve bir
atı ganimetler dağıtılmadan önce ve ganimetlerin tümü içerisinden seçip alabileceğini
ifade eden bir önceki hadisle, Safıyy denilen bu malları ganimetlerden ayrılan
humusun içerisinden seçip alabileceğini ifade eden bu hadis arasında zahiren bir
çelişki görünüyorsa da, bu hadiste geçen "herşeyden önce humustan bir adet (at, köle
ve kılıç) verilirdi." sözünü Hz. Peygamber'in bu hakkı hiçbir taksim yapılmadan ve
humus da henüz ganimetlerden ayrılmadan önce ganimetlerin tümünden verilirdi"
şeklinde anlamak da mümkündür. O zaman bu iki hadis arasında bir çelişki kalmaz.
Çünkü bu takdirde Hz. Peygamber safıyy hakkını ganimetlerin tümünden ve
dolayısıyle humustan seçmiş olur.

Hanefi ulemasından Şems-üI-Eimme Serahsi'nin Siyeri Kebir'in de de açıkladığı gibi
Hz. Peygamberin behemmehal ganimetlerde üç hakkı yardı:

1. Safıyy hakkı

2. Humustan beşte bir pay

3. Diğer müslümanlarla beraber aldığı pay Hafız MünzirTnin açıklamasına göre, bu

[2261

hadis mürseldir. Çünkü İbn Şîrîn (r.a) Hz. Peygamber' den hadis işitmemiştir.
2993... Katâde'den demiştir ki:

Rasûlullah (s.a)'in savaşa katıldığı zaman, (ganimet mallarının tümü içerisinde
onlardan) dilediğini seçip alabileceği özel bir payı vardı. İşte Safiyye (denilen pay) bu
pay idi. (Fakat) Eğer savaşa bizzat katılmazsa, kendisine (sadece müslüman bir fert
olarak ganimetlerdeki) payı verilirdi. (Fakat özel hakkı olan safıyy payı) seçilip te

r2271

kendisine verilmezdi.
Açıklama

Bezlü'l-Mechûd yazarının da açıkladığı gibi, metinde geçen; "Hz. Peygamberin savaşa
katıldığı A aman ganimetler içerisinde Safıyy denilen özel bir payı vardı" anlamındaki
cümle "Hz. Peygamberin harbe iştirak etmemesi halinde bu hakkı düşerdi." manâsında



kullanılmış değildir. Aslında harbe katılsın veya katılmasın Hz. Peygamberin her
ganimette Safıyy hakkı vardı. Ancak Hz. Peygamber, mücahidlere izin verdiği için
Hz. Peygamberin katılmadığı savaşlarda kazandıkları ganimetleri onlar Medine'ye
gelmeden önce bölüşürlerdi. Hz. Peygamber orada bulunmadığı için O'nun bu payını
da paylaşırlardı.

Hz. Peygamber, kendi payını onların Medine'ye kadar taşıyıp yorulmalarını
istemediğinden hakkını onlara bağışlamıştı. Sadece zaruri ihtiyacı olan ganimet
hakkını alırdı.

Hadis-i şerifte anlatılmak istenen budur.

Hafız Münzirî'nin açıklamasına göre, bu hadis-i şerif mürseldir. Çünkü Katâde (r.a)

f2281

Hz. Peygamber'den hadis işitmemiştir.
2994... Aişe (r.a) dan demiştir ki:

Hz. Safıyye, (Hz. Peygamberin payına) Safıyy (denen özel hisseden (düşmüş) idi.
f2291



2995... Enes b. Malik den demiştir ki:

Hayber'e vardık. (Çetin bir savaştan sonra) Yüce Allah (bize) (Kâ-mas isimli) kaleyi
(de) Fethetmeyi nasib edince, Huyeyy'in kızı Sa-fıyye'nin güzelliği Hz.Peygambere
haber verildi. Kocası (savaş esnasında) öldürülmüşte (kendisi de daha yeni) gelin
(olmuş) idi.

Rasûlullah (s. a. s) onu kendine seçti. (Medine'ye dönüşümüzde Hz. Peygamber yola)
onunla çıktı. Ve Süddessahbâ denilen yere vardığında Safıyye hayızdan kurtuldu. Hz.

r2301

Peygamber de onunla zifafa girdi.

2996... Enes b. Malik'ten elemiştir ki: Safiyye (ganimetlerin taksimi neticesinde)
Dihye El-Kelbiyye (r.a)'m (cariyesi) olmuştu. Sonra Rasûlullah (s.a)m (cariyesi) oldu.
[231]

2997... Enes'den demiştir ki:

Dıhye'nin payına (hayber ganimetlerinden) güzel bir câriye düşmüştü de Rasûlullah
(s.a) onu (Dıhye'den) yedi baş (esir) karşılığında geri aldı. Sonra onu süslemesi ve
(zifafa) hazırlaması için Ümmü Süleym'e verdi.

(Râvi) Hammad dedi ki (öyle) zannediyorum ki (bu hadisi bana rivayet eden Sabit
şöyle) dedi "ve evinde istibra yapması için (onu Ümmü Süleym'e verdi işte bu câriye)

f2321

Safıyye bint-i Huyeyy(dir)
2998 ... Hz. Enes'den demiştir ki:

Hayber' de esirler toplanınca Hz. Dıhye gelip "Ey Allah'ın Rasû-lü! Bana esirlerden bir
câriye ver" dedi (Hz. Peygamber de):

"Git (esirler arasından kendine) bir câriye al" buyurdu. Bunun üzerine (Hz. Dıhye
esirler arasından kendisine) Hz. Safıyye Tîinti Hu-yeyy'i (seçip) aldı. Derken bir adam



Peygamber (s.a)e gelip

"Ey Allah'ın peygamberi sen Küreyza ve Nadır'm ulusu olan (bu câriyey)i Dıhye'ye mi
verdin" dedi: (Râvi) Ya'kub (b. İbrahim sözü geçen adamın).

"Ey Allah'ın Rasûlü! Kureyza ve Nadir (oğullarının ulusu olan) Safıyye binti H-
uyeyy'i Dıhye'ye mi verdin?'7 (dediğini) rivayet etti. (Hadisin bundan sonraki
kısmında, onu Musannif Ebû Davud'a nakleden Davud b. Muazla Ya'kub b. ibrahim
rivayetlerinde) birlenerek şöyle de)diler. (Bu adam sözlerine devam ederek Hz.
Peygambere) "O ancak sana yaraşır" (dedi. Hz. Peygamber de):

"Onu çağırın (bana) cariyeyi getirsin" buyurdu. (Hz. Peygamber Safıyye'yi görünce
Hz. Dıhye'ye:

"Sen esirlerden (kendine) başka bir câriye al" dedi ve safiyye'yi hürriyetine kavuşturup
r2331

onunla evlendi.

2999... Yezid b. Abdullah (şöyle) dedi: Biz (Basra'daki) Mirbed (mahallesin)de idik.
Elinde bir deri parçası bulunan saçı başı dağınık bir adam geldi. (Kendisine) "Sen çöl
halkından birine benziyorsun. Elindeki bu deri parçasını bize ver" dedik. O da O'nu
bize verdi, onu okuduk. Bir de ne görelim o deri parçasına "Allah'ın Rasûlü Muham-
med (s.a.s)den Züheyr b. Ukayş oğullarına, eğer siz Allah'dan başka bir ilah
olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şahitlik eder, namazı kılar,
zekatı verir humusu da ganimetlerden (ayırıp hak sahiplerine) verir ve Peygamber (s. a)
in (bir müslüman olarak ganimetlerde bulunan) payı ile (bir peygamber olarak yine
ganimetlerde bulunan) safıyy (hissesin)i (kendisine) öderseniz, siz kesinlikle Allah'ın
ve Rasûlünün emanıyla emniyettesiniz." (sözleri) yazılıydı.

"Bu mektubu sana kim yazdı?" dedik " Rasûlullah Sallallahü Aleyhi ve

12341

Sellem" (yazdı). Cevabını verdi.
Açıklama

Bilindiği gibi, Peygamberimiz, ganimetler bölüştürülmeden önce ya bir köle ya bir
câriye ya da bir atı ganimetler arasından seçerek alır ve seçerek almış olduğu bu
malada seçilmiş anlamına gelen Safiyy ismi verilirdi. Hz. Peygamber, Safıyye
validemizi bu şekilde Hayber ganimetleri arasından seçerek almıştı. Hz. Safîye'nin asıl
ismi Zeyneb'di Peygamberimiz O'nu Hayber ganimeti bölüşülmeden önce safıyy

12351

olarak seçip aldığı için Safıyye ismini aldı.

Hz. Safıyye Peygamberimizin Hayber'e gelişinden birkaç gün önce, Ki-nane b.
Ebûlhukayk ile nikahlanarak develer boğazlanıp Yahudilere ziyafetler çekilmiş ve
Sülalim kalesine gelin götürülmüştü.

Hz. Safiyye; Kinane b. Rebi' b. Ebi'l-hukayk'la zifafa girdiği gece düşünde bir ayın,
Medine tarafından gelip kucağına düştüğünü görmüş, bunu anlatınca kinane
öfkelenmiş ve "sen, ancak, Hicaz hükümdarı Muhammed'e varmak istiyorsan!"
diyerek yüzüme bir tokat vurup yüzünü gövertmiş mo-rartmıştı.

Peygamberimizin yanma getirildiği zaman, Hz. Safıyye'nin yüzünde o tokadın izi

duruyordu.

Peygamberimiz:



1236]

"Nedir bu"diye sorunca, Hz. Safıyye hâdiseyi anlattı.
Hz. Peygamber de O'na

"Eğer sen müslümanlığı, Allah'ı ve Allah'ın Rasûlünü tercih edersen ben de seni
kendime alakoyacak zevce edineceğim.

Eğer yahudiliği tercih edecek olursan, seni azad ederim. Sen de gider, kavmine
kavuşursun" buyurdu.

Hz. Safıyye böyle azad edilip peygamber zevcesi olarak kalmak veya kavminin yanma
dönmek hususundan birini seçmekte serbest bırakıldı. O da azad edilip,
Peygamberimizin zevcesi olarak kalmayı seçti...

"Allah ve Allah'ın Rasûlü bana azadlanmamdan ve kavmimin yanma dönmemden

T2371

daha sevgilidir. Evet ben Allah'ı ve Rasûlünü tercih ediyorum." dedi. Hz.
Peygamberin ganimetlerde safiyy payından başka iki payı daha vardı.

1. Savaşa iştirak eden her mücahid gibi ganimetlerden aldığı pay, savaşa girsin veya
girmesin bu payı almak onun hakkı idi.

2. Ganimetlerden ayrılan humustan aldığı beşte bir pay. Hz. Peygamberin vefatıyla bu
paylar yürürlükten kalkmıştır.

Her ne kadar 2995 numaralı hadis-i şerifte Hz. Peygamberin Hz. Safıy-ye'yi ganimet
malları arasından seçerek aldığı ifade edilirken 2996 ve 2998 numaralı hadisler de, Hz.
Safıyye'nin önce Hz. Dihye'nin hissesine düştüğü daha sonra Hz. Peygambere
verildiğinden bahsedilmesi, Zahirde 2995 numaralı hadisin 2996 ve 2998 numaralı
hadislere aykırı olduğu hissini uyandırıyorsa da, aslında böyle bir çelişki yoktur.
Çünkü sözü geçen son iki hadis mücmel olan 2995 numaralı hadise açıklık
getirmektedir. Bu hadisler birlikte mütalaa edilince hâdisenin şöyle cereyan etmiş
olduğu anlaşılıyor.

İslâm mücahidlerinden Dihyetü'l-Kelbî Hayber savaşından sonra Hz. Peygambere
varıp

"Ey Allah'ın Peygamberi, esir alman kadınlardan bana bir kadın ver!" deyince
Peygamberimiz de ona:

"Git birini al" buyurmuş. Hz. Dihye'de gidip esir kadınlar arasından Hz. Safîyye'yi
seçip almış.

Mücahidlerden biri de Hz. Peygambere yaklaşarak "- Ey Allah'ın Rasûlü Kureyza ve
Nadir oğullarının reisi (nin kızı) olan Safîyye'yi Dihye'ye mi verdin. Vallahi bu iyi
olmaz. Onu ancak sen almalısın," demiş, bunun üzerine Hz. Peygamber. Hz. Dihye'ye,
sekiz adet esir vermek suretiyle, onun gönlünü yapıp Hz. Safîyye'yi geri almış. Sonra
hürriyetine kavuşturarak onunla evlenmiştir. Ancak onunla gerdeğe girmeden önce,
kendisini süslemesi ve istibrasmı tamamlaması için onu Hz. Ümmü Sü-leym'e teslim
etmiş. Hz. Safîyye'de istibrasmı onun yanında tamamlamıştır. Bilindiği gibi istibra,
iddet değildir. Rahmin çocuktan beri ve hâlî olduğunu anlamak için bir. süre cima
etmeden beklemektir.

Hayber'in cebren mi, sulhan mı, yoksa ahalisi çekilmek suretiyle harb-siz olarak mı
alındığı ihtilaflıdır. Ebû Ömer îbn Abdilberr'e göre bütün Hay-ber arazisi cebren
alınmıştır. Münzırî, bir kısmının Cebren, bir kısmının da ahalisi çekilmek suretiyle
harbsiz olarak alındığına kaildir. Rasûlullah (s.a)'in ganimeti taksim etmeden Hz.
Dihye'ye câriye vermesi bir kaç vecihle tevil olunur,
a. Tenfıl suretiyledir. Yani nafile olarak izin vermiştir.



b. Ganimetleri taksim ederken beşte bir hesabına dahil olmak şartıyla vermiş olabilir.

c. Sonradan kıymetini biçmek ve Dihye' (r.a) hesabına geçirmek şartıyle vermiş
olabilir.

Hz. Dihye, eshab-ı kiramın yüzce en güzeli idi. Cebrail (Aleyhisselam) Peygamber
(s.a)'e bazan onun suretinde gelirdi.

Ümmül mü'minin Safiyye binti Uyeyn, Harun (a. s) sülalesindendir. İlk kocası Kinâne
b. Ebul Hukayk Hayber vak'asmda öldürülmüştü. Rasûlullah (s. a) onu Hz. Dihye'ye
vermişken tekrar geri alması hususunda muhtelif sözler söylenmiştir. Hatta bir
rivayete göre Rasûlullah (s. a) Hz. Safiyye'yi Dihye'den satın almıştır. Ortada satış
yokken onu nasıl satın aldığı dahi câ-yı te'emmül görülmüştür.

Bu bâbda söylenen sözlerin en doğrusu şudur: Rasûlullah (s. a), Hz. Safiyye'yi haşa
şehveti iktizası geri almamıştır. Çünkü kendisi şehvetten masumdur. Onu geri alması;
Hz. Dihye'ye münasib olmadığı, çünkü Harun (a. s) neslinden gelen güzel bir reis kızı
olduğu kendisine bildirildiği içindir. Mâzerî'nin beyanına göre Dihye hâdisesi iki
veçhe hamle edebilir.

1. Hz. Dihye bu cariyeyi kendi rızasıyle iade etmiş, Rasûlullah (s. a) da başkasını
almak için ona esirler arasından bir câriye almak için izin vermişti. Esirlerin en iyisini
seçmesine müsaade etmemişti. Esir kadınların güzellik, şeref ve neseb itibariyle en
iyisini seçtiğini görünce Dihye'ye bir iltimas-da bulunmuş olmamak için Hz.
Safiyye'yi geri almıştır. Zira ordu da Hz. Dihye'den daha faziletli zevat vardı.
Vakıdî'nin Siyer'inde Peygamber (s.a)'in Dihye'ye Kinâne b. Rabî'in kız kardeşini
vermiş, bu suretle onun gönlünü almıştır.

Hz. Safiyye'nin bu şekilde geri alınmasına bazı rivayetlerde mecazen satın alma tabiri
r2381

kullanılmıştır.

21-22. Yahudilerin Medine'den Çıkarılması Nasıl Olmuştur?

3000... (Abdurrahman b. Abdullah b. Ka'b b. Malik'in) babasından (rivayet
olunmuştur. Ve Ka'b b. Mâlik) tevbeleri kabul edilen üç kişiden biri idi. (Ka'b b.
Malik dedi ki:) Ka'b b. Eşref, Peygamber (s.a)'i hicveder, Kureyş kafirlerini de onun
aleyhine kışkırtırdı. Peygamber (s. a) Medine'ye yeni gelmişti. O sırada Medine halkı
müslü-manlardan, puta tapan müşriklerden ve yahudilerden oluşan karma bir
topluluktu. (Yahudiler ise) Peygamber (s.a)'le onun sahabilerini incitiyorlardı. Aziz ve
celil olan Allah da Peygamberine sabır ve hoş görü tavsiye ediyordu. Derken (yüce)
Allah onların hakkında "... kendilerine kitap verilenlerden -çok incitici sözler-
[2391

işiteceksiniz..." (mealindeki) âyeti indirdi. Ka'b b. Eşref (yine de) Peygamber
(s.a)'e eziy-yetten el çekmeyince Peygamber (s.a) Sa'd b. Muaza Ka'b'ı öldürmek üzere
küçük bir kuvvet göndermesini emretti. Bunun üzerine (Hz. Sad ashabdan bazı
kimselerle birlikte) Muhammed b. Mesleme'yi (Eşrefin üzerine) gönderdi. (Râvi) Ka'b
b. Malik sözlerine devamla Eşrefin öldürülmesini (şöyle) anlattı. (Hz. Sa'd'in
gönderdiği müslüman askerler) Eşrefi öldürünce Yahudilerle müşrikler korkuya
düştüler ve öğleden önce Peygamber (s.a)'e geldiler ve "Geceleyin bir arkadaşımızın
kapısına yüklenilerek zorla evine girilip öldürüldü" dediler. Bunun üzerine Peygamber
(s.a) (Kab'm kendisi hakkında) söylemiş olduğu (hicvedici) sözleri onlara hatırlattı., Ve
kendilerini (aralarında bir anlaşmazlık çıkması halinde) başvurmaları için yazacağı bir



antlaşmaya davet etti. (Onlarîn bu daveti kabul etmesi üzerine) Peygamber (s. a)
kendisiyle onların ve tüm müslümanlarm arasında (geçerli olmak üzere) bir sahifelik
r2401

anlaşma yazdı.
Açıklama

Hadisin zahirinden metinde geçen (babasından) sözüyle Abdurrahman b. Abdullah'ın
babası Abdullah b. Kab b. Malik'in kasdedildiği anlaşılırsa da, tarihi gerçekler göz
önüne getirilince bu sözle kasdedilen şahsın Hz. Abdullah b. Kab olamayacağı
kolayca anlaşılır. Çünkü Hz. Abdullah b. Ka'b tevbesi kabul edilen üç kişiden hirisi
değildir. Bu sözle kimin kasdedilmiş olabileceği mevzuunda hadis sarihleri şu
görüşleri ileri sürmüşlerdir.

1. Bu hadis Abdurrahman b. Abdullah b. Kâbb. Malik'in rivayeti değildir.
Abdurrahman b. Ka'b b. Malik'in rivayetidir. Ama yanlışlıkla Abdurrahman ile Ka'b
arasına bir Abdullah ismi ilave edilmiştir. Durum böyle olunca metinde geçen
"babasından'* sözüyle Abdur rahman'in babası Ka'b kasdedilmiştir. Bir başka ifadeyle
bu hadisi Kâb b. Malik rivayet etmiştir. Nitekim Hafız İbn Hacer'de bu görüşü
savunmuştur.

2. AvnüM-Ma'bûd yazarının Münzirî'den naklen yaptığı açıklamaya göre, Abdullah b.
Ka'b b. Malik sahabi olmadığından metinde geçen "babasından" sözüyle Abdullah b.
Ka'b'm kasdedilmiş olması mümkün değildir. Ayrıca Hz. Abdullah tevbesi kabul
edilen üç kişiden biri olmadığından bu sözle onun kasdedilmiş olması düşünülemez.
Aksi takdirde hadisin mürsel olması gerekir.

3. Metinde geçen bu "babasından" sözünün "dedesinden" anlamında kullanılmış
olması mümkündür. Çünkü Hz. Abdurrahman dedesi Malik'-den hadis dinlemiştir. Bu
durumda hadisin Hz. Peygambere kadar kesintisiz olarak ulaşan merfu bir hadis
olması gerekir.

Görülüyor ki, bütün bu görüşler; hadisin ravisinin Hz. Ka'b b. Malik olması ihtimali
üzerinde toplanmaktadır. Biz de bu görüşlerden hareket ederek hadisin ravisinin Hz.
Ka'b olduğu kanaatine vardık ve metinde parantez içerisinde yaptığımız ilavelerle bu
görüşe yer verdik.

Siyer kitaplarında açıklandığı üzere Ka'b b. Eşref bir gün yahudilerden bir cemaatle
anlaşarak, yemek hazırlamış, Peygamberimizi öldürmek için düğün ziyafetine davet
ettirmişti.

Peygamberimiz, sahabilerinden bazılarıyla birlikte bu' davete gitmişse de Cebrail gelip
yahudilerin niyetlerinin kötü olduğunu bildirince, Peygamberimiz oradan ayrılmıştı.
Ka'b b. Eşref yahudi şeytanlarmdandı. "Onlar, iman edenlerle karşılaştıktan zaman -
biz iman ettik- derler. Ayrılıp şeytan-larıyla başbaşa kaldıklarında ise -Biz gerçekten

[241]

sizinleyiz- derler." âyetindeki şeytanlardan maksat yahudilerden Ka'b b. Eşref ile

f2421

Huyeyy b. Ah-tab, Ebû Burde Eslemî, İbn Sevda ve Abduddar b. Hudayb'dır.
Ka'b kuvvetli bir şairdi. Söylediği şiirlerle Peygamberimizi ve sahabile-rini hicv

1243]

etmekten, Kureyş müşriklerini Peygamberimize kışkırtmaktan geri durmazdı.

Kâb, Mekke'de olduğu gibi, Medine'de de boş durmadı. Söylediği destanlarla ilk önce



evinde kaldığı Atike'yi ve onun güzelliğini diline doladı. Sonra da başta Hz. Abbas'ın
zevcesi Ümmü'l Fadl olmak üzere müslüman kadınları söylediği şiirlerle rahatsız
etmeğe başladı.

Bunun üzerine, Peygamberimiz:

"Allah'ım! Beni Eşrefin oğlundan -dilediğin şekilde- kurtar artık! O, kötülüğünü açığa
vurmakta ve yaymaktadır" diyerek dua etti.Peygamberimiz:

"Beni, Kâ'b b. Eşrefin dilinden kim kurtarır?" "Çünkü o, Allah'ı ve Rasûlünü rahatsız
etmektedir!" dediği zaman, Abdul'eşhel oğullarının *kardeşi Muhammed b. Mesleme:
"Yâ Rasûlullah! onu, ben, senin için öldürür, seni onun dilinden kurtarırım!" dedi.
Peygamberimiz: "Gücün yeterse, yap bu işi!" dedi.

Muhammed b. Mesleme, evine döndü. Üç gün evinden dışarı çıkmadı. Birşey yemedi,
içmedi, Onun bu hali Peygamberimize duyurulunca Peygamberimiz onu yanma
getirtti:

"Sen yemeyi, içmeyi ne için bıraktın?" dedi.

Muhammed b. Mesleme: "Ya Rasûlullah! Ben, sana bir söz söylemiş bulunuyorum.
Bilmem ki, onu yerine getirebilecek miyim?" dedi.Peygamberimiz, ona:
"Sen, ancak, elinden gelebileni yapmakla mükellefsin." dedi.

Muhammed b. Mesleme: "Yâ Rasûlullah! Kâb'a, senin aleyhinde bir-şeyler

söylememiz gerekecek!" dedi. Peygamberimiz:

"Bu hususta İstediğinizi söylemeniz size helaldir." dedi.

Muhammed b. Mesleme, Ebû Naile Silkân b. Selâme, Abbad b. Bişr, Haris b. Evs ve
Harise oğullarından Ebû Abs b. Cebr ile toplantı yaptılar. Kâ'b b. Eşrefi nasıl

[244]

öldüreceklerini kararlaştırdılar.

Mevzuumuzu teşkil eden bu hadis-ı şerifte Hz. Peygamber'in Ka'b b. Eşref üzerine bir
kuvvet göndermesi için, önce Sa'd b. Muaz'a emir verdiği, Sa'd'm da bu iş için Hz.
Muhammed b. Mesleme'yi görevlendirdiği ifade edilirken Buhari'nin Hz. Cabir'den
rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Hz. Peygamberin bu meseleyi ilk defa Hz. muhammed
b. Mesleme ile görüştüğü ve Ona "Eğer bu işi yapacaksan acele etme önce Sa'd b.-

1245]

Muaz ile bir istişare et" dediği ifade edilmektedir.

Bu rivayetlerin arasını şu şekilde telif etmek mümkündür. Ka'b b. Eşrefi öldürmek

üzere ilk'defa Hz. Muhammned b. Mesleme ayağa kalkmışsa da, Hz. Peygamber bu

işin bir cemaat tarafından yapılmasını ve Hz. Muhammed b. Meslemenin de bu

cemaata katılmasını daha uygun bulduğu için Hz. Sa'd b. Muaz'a:

"Bu iş için bir cemaat hazırla ve Ka'b'm üzerine gönder!" demiş, Hz. Muhammed b.

Meslemeye'de

"Sen Sa'd'la istişare etmeden kendi başına bu işe girişme" demiş. Sonra ikisi birden bu
iş için hazırlanmış olan cemaatın içerisine katılıp Ka'b'ı elbirliğiyle öldürmüşlerdir.
Bezlu'l-Mechûd yazarının açıklamasına göre, bu hâdise hicretin üçüncü yılında
Rabiulevvel ayında cereyan etmiştir.

Kab'm öldürülmesinden sonra yahudiler, Hz. Peygamberle Remle bint Hâris'in evinde
hurma ağacının altında bir barış antlaşması imzaladılar. Bu sulhnâmeyi Hz. Ali

£2461

devamlı yanında taşırdı.

Ka'b b. Eşrefin öldürülmesiyle ilgili olan bu hadisin yeri aslında bu bab değildir.
Hadisin bu babla fazla bir ilgisi yoktur. Ancak yahudilerin Arap yarımadasından



çıkarılmasına sebep, sözü geçen sulhnâmenin daha sonra Yahudiler tarafından
yırtılmasıdır. İşte hadisin babla ilgili olan tek yanı burasıdır. Abdullah Ka'b ibn
Eşrefin öldürülüşünü 2768 numaralı hadisin şerhinde açıkladığımızdan burada tekrara

r2471

lüzum görmüyoruz.

3001... İbn Abbâs'dan demiştir ki:

Rasûlullah (s. a) Bedir (savaşı) günü Kureyş'i hezimete uğratıp Medine'ye gelince,
Yahudileri Kaynuka oğullan çarşısında toplayıp

"Ey yahudi cemaatı Kureyş'in başına gelenler sizin de başınıza gelmeden önce
müslüman olunuz!'* dedi. (Onlar ise):

"Ey Muhammed! Kureyş'ten savaş bilmeyen tecrübesiz bir toplumla savaşman seni
aldatmasın. Eğer sen bizimle savaşsaydm, Bizim nasıl yiğit bir topluluk olduğumuzu
ve bizim gibi bir cemaatle hiç karşılaşmamış olduğunu anlayacaktın." dediler. Bunun

r2481

üzerine yüce Allah "inkâr edenlere de ki yenileceksiniz..." (âyet-i kerimesini)
indirdi.

Râvi Musarraf (bu hadisi rivayet ederken sözü geçen âyeti) -Bedir' de- "...bir topluluk

r2491

Allah yolunda çarpışıyordu. Öteki de inkarcı..." (idi) âyetine kadar okudu.
Açıklama

Hadis-i Şeriften anlaşıldığına göre yahudilerin, Bedir savaşından sonra Rasûlü Zişân
Efendimizin davetine karşı küstahça bir tavır almaları ve "biz Kureyşlilere
benzemeyiz" gibi sözler sarf etmeleri üzerine yüce Allah Ali îmran sûresinin onikinci
ve onüçüncü âyetini indirmiştir. Bu âyetlerin tamamı mealen şöyledir. "İnkâr edenlere
söyle: "Yenileceksiniz ve cehenneme sürüleceksiniz. Orası ne kötü bir döşektir!" (Be-
dir' de karşılaşan şu iki toplulukta sizin için bir ibret vardır: Bir topluluk Allah yolunda
çarpışıyordu. Öteki de inkarcı (idi ki) bunlar (müslümanlar)ı açıkça, gözleriyle
kendilerinin iki katı görüyorlardı. Allah, dilediğini yardımıyle destekler. Elbette
gözleri olanlar için bunda bir ibret vardır."

Diğer bir rivayete göre, Medine Yahudileri, Bedir olayından sonra ner-deyse
müslüman olacaklardı: "Bu kitabımızda gördüğümüz, sancağı geri çevrilmeyecek olan
Peygamberdir." dediler. Bir kısmı da: "Hele acele etmeyin, bekleyin bir vakasını daha
görün" dediler. Uhud Savaşı olunca şüpheye düştüler. "Bu o değil" dediler ve Hz.
Peygamberle aralarındaki andlaşmayı bozdular. Ka'b b. Eşref altmış kişi ile Mekke'ye
gitti, "söz birliği edelim" dedi. İşte bu âyetler, onlar hakkında indi. İbn Abbas'a ve
Dahhak'a nisbet edilen üçüncü bir görüşe göre, bu âyetler, Bedir vak'asmdan Önce,
Kureyş müşrikleri hakkında inmiştir. Diğer bir görüşe göre de âyetler belli bir top-
luluğa değil, bütün kâfirleri, bütün inkarcıları kasdetmektedir. Belli bir toplum
hakkında indiğine dair bir delil yoktur. Tüm inkâr edenlere hitâb edilmektedir.
Bu son görüş doğru olmakla beraber, âyetlerin Yahudiler hakkında indiği rivayeti daha
kuvvetlidir. Fakat sebebin hususiyeti, genel olan hükmü tahsis etmez. Ayet, bütün
inkarcılara hitabetmektedir. Bütün inkarcılar, Kur'-ânla savaşa giren tüm kâfirler
yenilmeye mahkûmdur. Ali İmran sûresinin 13 ncü âyetinde karşılaşmalarına işaret
edilen iki toplumdan biri Allah elçisi kumandasındaki İslâm ordusu, diğeri de müşrik



Kureyş ordusudur. Yüce Allah Bedir savaşında müslümanlann gözüne kâfirleri az
göstermiş, kâfirlerin gözünde müslümanlan çok göstermiştir ki ezelî buyruğu yerine
gelsin, Hak bâtılı ezsin. Abdullah Ibn Mes'ud şöyle diyor:

"Biz ilk önce müşriklere baktığımız zaman onları bizden kat kat fazla görmüştük.
Fakat savaş başladığı zaman onlara baktık, onları da bizim kadar gördük, gözümüze
bizden bir kişi daha fazla gelmediler." Ondan gelen bir rivayete göre îbn Mes'ud şöyle
devam etmiş: "Yanımdaki adama "Acaba şunlar yetmiş kişi var mı diye sordum" "yüz
kişi kadar var herhalde" dedi. Sonra onlardan bir adamı esir aldık, ne kadar olduklarını
sorduk. Bin kişi olduklarını söyledi." Bir başka rivayete göre, müşrikler de müslüman-
lardan kaç kişi olduklarım sormuşlar. Müslümanlar, üçyüz on üç kişi olduklarını
söyleyince müşrik-(esir)ler hayret etmişler: "Biz sizi, bizden kat kat fazla görüyorduk"
[250]

demişler.

Esasen Hz. Peygamberle yahudiler arasında bu konuşma geçmeden önce onlar,
müslümanlann Bedir'deki zaferini hazmedemedikleri için işi çığırından çıkarmışlar.
Kaynuka oğullarından birinin kuyumcu dükkanına giren müslüman bir kadının yüzünü
zorla açmak istemişlerdi. Kadının feryadı neticesinde müslümanlarla yahudiler
arasında çıkan bir kavga yahudilerden birinin öldürülmesi, bir müslümanm da şehid
olmasıyla neticelendi. Bu hareketleriyle yahudiler bir önceki hadisi şerifin şerhinde
açıkladığımız müslümanlarla imzalamış oldukları sulhnâmeyi bozmuş oldukları gibi,
Hz. Peygamberin kendilerine yapmış olduğu İslama girme davetini de küstahça
karşılamışlardı.

Nihayet, "müabede yapan bir kavmin hainliğini ahdine sadakatsizliğini görüp endişeye
düşersen hak ve adalet üzere keyfiyeti kendilerine bildir ve ahi ti erin i üzerlerine at

1250

çünkü Allah hainleri sevmez! " âyetini indirdi.

Bunun üzerine Peygamberimiz şevval ayının ortalarına doğru Kaynuka oğulları
üzerine yürüdü on beş gece süren sıkı bir kuşatmadan sonra onları teslim aldı. Ve

[252]

kendilerini Medine'den sürüp çıkardı.

3002... Muhayyısa'dan (rivayet olunduğuna göre), Rasûlullah (s.a)t "Yahudilerin
erkeklerinden ele geçirdiğinizi öldürünüz!" buyurmuş. Bunun üzerine Muhayyısa
(isimli sahabi) yahudi tüccarlarından olup onlarla ilişkisi bulunan gencecik bir adamın
üzerine sıçrayıp, onu öldürmüş (Muhayyısâ'nm kardeşi) Huvayyısa (ise) o gün henüz
müslüman değilmiş ve Muhayyısa'dan daha yaşlı imiş Muhayyısa o yahudi genci
öldürünce Huvayyısa da:

" Ey Allah'ın düşmanı Allah'a yemin olsun karnındaki yağ(lar)m pek çoğu onun

[253]

maundandır" diyerek (kardeşi) Muhayyısa'ya vurmaya başlamış.
Açıklama

Hadis-i şerif bir önceki hadis-i şerifin şerhinde açıkladığımız gibi müslümanlann
Bedir savaşını hazmedemeyen yahudile-rin, müslümanlara karşı küstahça ve çılgınca
bir tavır alarak müslümanlarla aralarındaki sulh antlaşmasını ihlâl etmeleri neticesinde
Allah'ın izni ile Hz. Peygamberin yahudilere savaş ilan etmesiyle, müslümanlann



yahudilere saldırıya geçtiklerini ve ilk saldırıyı ashâb-ı kiramdan, Muhayyısa b.
Mesud (r.a)'m yaptığını ve bu saldırısıyla genç bir yahudi tüccarını öldürdüğünü, fakat
o günlerde henüz müslüman olmayan büyük kardeşi Huvayyısa'nm bu saldırıdan
dolayı "Senin kemiğini kırsalar iliği Öldürdüğün bu gencin çıkar" yollu sözler
söyleyerek onu ayıpladığını ifade etmektedir.

İmân şerefine ermeyen ve Hz. Peygamberin emrine uymaktaki hikmeti bilemeyen bir
kimsenin bu gibi sözleri sarf etmesinde yadırganacak bir durum yoktur. Hz.
Muhayyısa'nm bu hareketinin meşruluğunda ve isabetinde de en küçük bir şüpheye
yer yoktur. Çünkü Muhayyısa'nm bu fiili sözleri ve fiilleri sırf hikmet olan Hz.

12541

Peygamberin emrine uymaktan başka bir şey değildir.
3003... Ebû Hûreyre'den elemiştir ki:

Bir gün biz mescidde iken Rasûlullah (s.a) aniden (yanımıza çı-kageldi) ve:
"Haydi yahudilere gidelim!" dedi. Onunla birlikte biz de çıktık ve yahudilere vardık.
Derken Rasûlullah (s.a) ayağa kalkarak onlara seslendi ve:
"Ey yahudiler cemaati, müslüman olun, kurtulun!" buyurdu. Onlar!
"Tebliğ ettin yâ Ebâ'l-Kaasîm! dediler. Rasûlullah (s.a) onlara:
"Bunu murad ediyorum!" dedi ve üçüncü defasında onlara şunu söyledi.
"Bilmiş olun ki, bu yer Allah'ın ve Rasûliinündür. Ben de sizi bu yerden sürgün etmek
istiyorum. Sizden kim malına karşılık bir şey bulursa onu hemen satsın! Yoksa bilin

[255]

ki, bu yer Allah'ın ve Rasûlü-nündür!"
Açıklama

Rasûlullah <s-a>: "Bunu murâd ediyorum!" sözü ile "Benim tebliğimi itiraf etmenizi
istiyorum!" demek istemiştir. "Eslimû" cümlesiyle başlayarak güzel ve külfetsiz bir
cinas yapmış; sonra: "Bilmiş olun!" diye başlayan yeni bir cümle ile asıl maksadım
bildirmiştir. Burada sanki yahudiler tarafından:

"Bu, müslüman olun sözünü, neden üç defa tekrarladın? diye sorulmuş da, "Bilmiş
olun!" cümlesi ile onlara cevap verilmiş gibidir.

"Bu yer Allah'ın ve Rasûliinündür!" cümlesinin mânâsı: Onun mülkiyeti de hükmü de
Allah'ındır; sizin bu yerinize müslümanları mirasçı yapmayı irade buyurmuştur;
binâenaleyh hemen burasını terk edin! demektir. Çünkü yahudiler Peygamber (s.a) ile

12561

muharebe etmişlerdi.

Daha önce geçen hadis-i şeriflerin şerhinde de açıkladığımız gibi, Hz. Peygamber,
Yahudilerin saldırgan bir tutum içerisine girmelerinden sonra onları son bir defa daha
İslâm'a davet etmiş. Fakat onların bu daveti kabule yanaşmadıkları gibi Hz.
Peygamberi hile ile şehid etmek için sahte sulh planlan hazırlığı içerisine girmişlerdir.
Hz. Peygamber bunu öğrenince onlara, savaş ilan etmiş ve bir numara sonraki hadis-i
şerifte açıklanacağı üzere neticede tüm yahudileri Medine'den sürüp çıkarmıştı.
Ancak yahudilerin Medine'den çıkarılmasıyla ilgili olan bu hadislerin tümü Hayber
savaşından önce olmuştu. Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifi rivayet eden Hz. Ebû
Hüreyre İse Hafız ibn Hacer'in de ifade ettiği gibi bu hâdiselerin olup bittiği günlerde
Hz. Ebû Hureyre henüz müslüman olmamıştı. Onun Medine'ye gelmesi ise Hayber



Savaşından sonraki günlere rastlar.

Siyer kitaplarında açıklandığı üzere yahudilerden Kaynuka oğullarının Medine'den
çıkarılması hicretin üçüncü yılında (Miladi 625) Kureyzâ oğullarının çıkarılması,
hicretin beşinci yılında (Milâdi 527) Nâdir oğullarının çıkarılması ise hicretin
dördüncü yılının Rabiulevvel ayında olmuştur.

Hz. Ebû Hureyre'nin müslümanlığı kabul ettiği günlere rastlayan Hayber savaşı ise,
hicretin yedinci yılında olmuştur.

Bu durumda Hz. Ebû Hureyre'nin yahudilerin Medine'den çıkarılmasına şahit olması
mümkün değildir. Hafız ibn Hacer'in açıklamasına göre, Ebû Hureyre'nin bu hadis-i
şerifte bize naklettiği yahudilerin Medine'den çıkarılması ile ilgili hadise, Hz.
Peygamberle anlaşarak Medine'de kalmış olan Kaynuka,Nâdir ve Kureyzâ oğullarının
bakıyyeleri ile ilgili idi. Bunlar müslü-manlarla anlaştıkları için Medine'de bir süre
daha kalmışlarsa da Rasûlü Zişan Efendimiz sonradan bunları da sürgün etmek
suretiyle tüm arap yarımadasını yahudilerden temizlemiştir.

İşte Hz. Ebu Hureyre'nin şahid olduğu hâdise, Medine'deki son yahu-di kalıntılarım da

1257]

oradan sürüp çıkarması hadisesidir.
22-23. Nâdir (Oğulların)In Haberi

3004... Peygamber (s.a)'in sahabilerinin birinden (rivayet olunduğuna göre), Bedir
savaşından önce ve Rasûlullah (s.a)'in Medine'de bulunduğu bir günde, Kureyş
kâfirleri (Medine'deki münafıkların reisi Abdullah) b. Übeyy (b. Selûl) ile
beraberindeki Evs ve Hazrec'-den olan putperestlere "Şurası muhakkak ki: Siz bizim-
bir vatandaşımıza kendinize sığınma hakkı tanıdınız. Allah'a yemin ediyoruz ki: Onu
ya öldürürsünüz, ya da (memleketinizden) çıkarırsınız. Aksi takdirde hepimiz birden
sizin üzerinize yürür, nihayet sizi ölüm yerlerinizde öldürür kadınlarınızı (kendimize)
helâl kılarız." mealinde bir mektup yazmışlardır.

Bu (mektup) Abdullah b. Übeyy ile yanındaki putperestlere ulaşınca Peygamber
(s.a)'le savaşmak üzere bir araya geldiler. JCupeyş'in Abdullah'a mektup göndermesi
haberi peygamber (s.a)'e erinince, (gidip) Abdullah ile onun etrafında bulunan
putperestlerin yanma vardı ve:

"Kureyş'in tehdidi size son derece tesir etti. (Kureyş'in bu tehdidiyle) size yereceği
zarar (sizin bizimle harbe kalkışmak suretiyle) kendinize vermek istediğiniz zarardan
daha fazla değildir. (Çünkü siz kendi öz) oğullarınız ve kardeşlerinizle savaşmak
istiyorsunuz." dedi. Peygamber (s.a)'den bunu duyunca, dağıldılar. Kendilerine bu
haber ulaşan Kureyş kâfirleri Bedir savaşından sonra yahudilere, "siz silah ve kale
sahibi (olan bir cemaatisiniz. (Binaenaleyh) siz ya bizim vatandaşımız (olan
Muhammed)le savaşırsınız ya da biz size şöyle şöyle yaparız. Ve (o zaman) bizimle
sizin kadınlarınızın halhalları arasına hiçbir engel giremez." diye bir mektup yazdı.
Kureyş kâfirlerinin (yahudilere bu ikinci) mektubunu (göndermeleri haberi)
Peygamber (s.a)'e erişince, Nâdir oğullan (Hz. Peygambere) sû-i kast yapmaya karar
verdiler. Rasûlullah (s.a)'e "sahabilerinden otuz kişiyle birlikte (karşımıza) çık, bizden
de otuz din adamı çıksın orta yerde karşılaşalım. (Sen konuş alimlerimiz de) seni
dinlesinler. Eğer seni tasdik edip inanacak olurlarsa, sana biz de inanacağız" diye bir
haber gönderdiler. (Râvi ez-Zührî, Kureyzâ oğullarının Hz. Peygamberle geçen bu)
hadiselerini bütün ayrıntılarıyla) anlattı. (Hz. Peygamberin sahabisi sözlerine devamla



şunîarı söyledi:) Ertesi gün sabahleyin Rasûlullah (s. a) (askeri) bir kuvvetle Nâdir
oğullarının üzerine yürüdü ve onları kuşatıp

"Vallahi siz benimle bir antlaşma yapmadıkça ben size güvenenem!" dedi. Onlar da
Hz. Peygamberle antlaşmaya yanaşmadılar. Bunun üzerine o gün onlarla savaşa
başladı. Sonra ertesi gün sabahleyin Nâdir oğullarını (yerlerinde) bırakıp (askeri) bir
kuvvetle Kureyza oğullarının üzerine yürüdü ve onları sulha davet etti. Kureyza
oğulları sulhu kabul edince onlar (la savaşmak)dan vazgeçti ve askeri bir kuvvetle
(tekrar) Nâdir oğulları üzerine yürüdü. Nihayet onlar (kuşatmaya dayanamayıp)
vatanlarını terketmek şartıyla (kalelerinden) indiler. Develerinin) taşıyabileceği
mallarından ve evlerinin kapı ve tahtalarından (ne varsa hepsini) alarak vatanlarından
çıkıp gittiler. (Bunun üzerine) Nâdir oğullarının hurmalığı Rasûlullah (s.a)'in özel
mülkü oldu. Allah bunu ona verdi. Bunu ona tahsis etti. (Kur'ân-ı Keriminde de şöyle)
buyurdu: "Allah'ın onlardan peygamberine verdiği ganimetlere gelince, siz (onu elde

1258]

etmek için) onun üzerine ne at, ne de deve koşturdunuz..." (yüce Allah bu
sözüyle) harpsiz olarak (ele geçirdiniz) demek istiyor. Peygamber (s. a) ise (bu malı)
muhacirlere verdi.

Onlara bölüştürüverdi. Birazını da ensardan ihtiyaç sahibi olan iki kişiye verdi. Bu
ikisinden başka ensardan kimseye bir pay vermedi. Bunlardan, Hz. Fatıma (r.a)'nm

izm

oğullarının elinde bulunan Rasûlullah'm mallan ise baki kaldı.
Açıklama

Nâdir oğullarının Hz. Peygamberi "sen yanma sahabilerinden otuz kişi al bizim din
alimlerimizden otuz kişiyle bir araya gelin. Onlar seni dinlesinler. Müslüman olurlarsa
biz de müslüman oluruz." diyerek Hz. Peygambere haber göndermeleri, görünüşte ilmi
bir münazaraya davet gibiyse de aslında onu pusuya düşürerek hayatına kasdetmek ve
bu suretle Kureyşin tehdidinden kurtulmaktı.

İmam SuyutTnin "ed-Dürrü'l-Mensûr" unda açıkladığına göre, Hz. Peygamber
yahudilerin bu davetini kabul etmişse de yahudilerden bir kadın Hz. Peygamberle
karşılaşacak olan yahudi alimlerinin, onun hayatına kasdetmek için yanlarına bıçaklar
ve hançerler aldıklarını müslüman olan kardeşine.haber vermiş. Bunun üzerine o
gençte koşarak tehlikeyi Hz. Peygambere haber vermiş. Hz. Peygamber de onlarla
karşılaşmaktan vazgeçmiştir.

Hadis-i şerifin zahirinden yahudilerin Medine'den sürülüp çıkarılmalarının Bedir
savaşının hemen akabinde gerçekleştiği anlaşıhyorsa da aslında bu, Bedir savaşının
hemen akabinde değil Bedir savaşından sonra değişik tarihlerde yapılan savaşlar
sonunda gerçekleşebilmiştir.

Siyer kitaplarında açıklandığı üzere, Yahudilerin Medine'den sürülüp çıkarılmaları

kısaca şöyle olmuştur.

Kaynuka Oğullarının Medine'derr çıkarılışı:

Benû Kaynuka îslâmiyetin doğuşu sırasında Medine'de bulunan üç Yahudi
kabilesinden biridir. Kuyumculukla meşgul olurlardı. Hicretin ikinci yılında (Miladi
624) Bedir zaferinden sonra Hz. Peygamber bir gün onları İslama davet etti. Onlar bu
daveti reddetmekle kalmadılar, üstelik Hz. Peygamberi tehdit ettiler. Dokuz ay kadar
sonra bir Yahudi kuyumcu dükkanında bir müslüman kadına saldırıda bulunuldu.



Bunun üzerine yahudi mahallesi kuşatıldı. Onbeş gün süren kuşatmadan sonra Hicrî
31 miladi 625 te teslim oldular. Silahları alınarak Filistin tarafına sürüldüler.
Kendilerinden alman ganimet mallarının beşte biri (1/5) ilk defa olarak Beytülmâl

r2601

(hazine) tarafından alınıp geri kalanı gaziler arasında bölüştürüldü.
Kureyza Oğullarının Medine'den Çıkarılması:

Benû Kureyza, Medine'deki yahudi kabilelerindendi. Medine İslâm devletine tabi
idiler. Fakat hicretin beşinci (Miladi 627) senesinde Hendek gazvesinde düşman ile
birleşerek İslâm devletine ihanet etmişler, müslümanlan çok müşkül duruma
düşürmüşlerdi. Hz. Peygamber, Hendek gazasından döner dönmez, ordusuyla Benû
Kureyza mahallesini kuşattı. Bir kaç günlük mukavemetten sonra teslim olan y ah
udilere, hakemliğini istedikleri Sa'd b. Muaz, Tevrat'ın hükmünün tatbik edilmesine
karar verdi. Bunun üzerine eli silah tutan erkekleri idam edildi. Toprakları ensarm

1261]

rızasıyla muhacirlere verildi. Bütün mallarına da el konuldu.
Nâdir Oğullarının Medine'den Çıkarılışı

Medine'de bulunan üç yahudi kabilesinden biri olan Benû Nâdir, İslâm devleti ile
anlaşma halindeydi. Fakat özellikle Uhud gazvesinden sonra açıktan açığa muhalefete
geçerek ahitlerini bozdular. Üstelik Hz. Peygambere suikast teşebbüsünde bile
bulundular. Hicri 4. yılın (Miladî 625) Rebiulevvelin-de beş gün süreyle kuşatıldılar.
Teslim olunca İslama davet olundular. Müslüman olanları af edildi. Olmayanlar da
Medine'yi terkettiler. Kimi Filistin'e kimi de Hayber yahudilerinin yanma yerleştiler.
f2621

Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte, sadece Nâdir oğullarının Medine'den çıkarılışı
ile Kurayza oğullarının müslümanlarm sulh davetini kabul etmeleri anlatılmaktadır.
Yukarıdaki yaptığımız açıklamalardan da anlaşılacağı üzere Nâdir oğullarıyla yapılan
savaş esnasında müslü inanlarla sulh antlaşması yapan Kureyza oğulları, Hendek
savaşında Kureyş Kâfîrleriyle müslümanlar aleyhine faaliyet gösterdikleri için hicretin
beşinci yılında onlar da Medine'den çıkarılmışlardır.

Medine'de bulunan diğer bir yahudi cemaati de Kâynuka oğullarıdır. Biz onlarm
Medine'den çıkarılmalarını 3001 numaralı hadisin şerhinde açıklamıştık.
Bezlü'l-Mechûd yazarının açıklamasına göre, metinde geçen "Kureyş kâfirlerinin
(yahudilere bu ikinci) mektubu (göndermeleri haberi) Peygamber (s.a)'e erişince,
Nâdir oğulları (Hz. Peygambere sûikasde karar verdiler" anlamındaki cümle,
Suyutî'nin "ed-Dürr'ül-Mansur" isimli eserinde Haşr sûresinin tefsirinde, Sünen-i Ebû
Dâvud kaynak gösterilerek "Kureyş kâfirlerinin (bu ikinci mektubu) yahudilere
erişince Nâdir oğulları Hz. Peygambere sûikasde karar verdiler." anlamına gelen
lafızlarla nakledilmiştir. Bu ibare daha açık ve daha doğrudur.

Hadis-i şerifte açıklandığı üzere Nâdir oğullarının yurdu Medine'ye çok yakın olduğu
için müslümanlar, orayı kuşatmaya giderken yaya olarak gitmişlerdir. Bu mevzuda
siyer kitaplarında verilen malumat şöyledir: "Müslümanlar, Medine'ye iki mil
mesafede bulunan Nadir oğulları yurduna yürüyerek gittiler. Peygamberimiz ise bir



1263].

merkep üzerinde idi. İşte metinde geçen "Allah'ın onlardan peygamberine verdiği
ganimetlere gelince siz (onu elde etmek için) onun üzerine ne at, ne de deve
12641

koşturdunuz..." âyet-i ke-rimesiyle, müslümanlarm yaya olarak gidip Nâdir
oğullarından kolayca ele geçirdikleri mallara işaret Duyurulmaktadır.
Yine metinde açıklandığı üzere, Allah'ın, kendi Peygamberine tahsis ettiği bu mallan,
Hz. Peygamber olduğu gibi muhacirlere dağıtmıştır. Ensardan da iki kişiye bir miktar
pay vermiştir. Fahreddin Razî'nin Tefsîr-i Kebîr'in-de açıkladığı üzere, Hz.
Peygamberin bu mallardan kendilerine bir miktar pay verdiği ensarm sayısı üçtür.
Bunlar Ebû Ducâne ile Sehl b. Hanif ve el-Haris b. Es-sıme'dir. Fahreddin Razi (r.a)
sözü geçen âyet-i kerimeyi açıklarken sözü Nâdir oğullarından ele geçen malların
durumuna getirerek şu görüşlere yer veriyor:

"Bu mallar günlerce süren bir kuşatmadan ve Nâdir oğullarının bazılarının ölümü ve
kalanların da sürgün edilmeleri sonunda ele geçtiklerine göre, fey değil ganimet
olmaları icabeder. Bu mevzuda müfessirler iki görüş ileri sürmüşlerdir.

1. Bu âyet Nâdir oğullarından alman mallar hakkında değil, Fedek halkının malları
hakkında inmiştir. Çünkü Nâdir oğullarının yurdu ve mallar savaşla ele geçmiştir.
Fedek arazisi ise savaşsız olarak ele geçmiştir ve fey olarak Hz. Peygambere kalmıştır.
Hz. Peygamber de oranın gelirinin bir kısmım bakmakla mükellef olduğu kimselerin
geçimine sarfetmiş, kalanmı da harp için lüzumlu olan silah ve at temininde
harcamıştır.

2. Bu âyet, gerçekten Nâdir oğullarından alman mallar hakkında inmiştir. Ancak o gün
müslümanlarm elinde fazla bir at ve deve bulunmadığı gibi, Nâdir oğullarının yurdu
ile Medine arasında da fazla bir mesafe bulunmadığından müslümanlar orayı
kuşatmaya giderlerken yaya olarak gitmişler, ayrıca harp te küçük bir çarpışmadan
ileri gitmemiştir. Bu sebeple Cenab-ı hak onlardan ele geçen malları fey olarak
Rasûlüne tahsis etti.

Hanefî ulemasından Ebû Bekir el-Cessâs ise, bu mevzuda şöyle diyor:
"Müslümanların Nâdir oğullarıyla esir etmemek, zimmet altına sokmamak, cizyeye
bağlamamak ancak vatanlarından sürgün etmek, şartıyla yaptıkları barış neticesinde,
bu mallar ele geçmiş olabilir ki bizim mezhebimize göre böyle bir barış şekli geçerli
değildir, nesh edilmiştir. Çünkü müslümanlarm kitap ehlini cizye verme ya da İslama
girme şartlarından birine zorlamaya güçleri yeterken onları bu şartlardan birini tercihe
zorlamayı terkedip te vatanlarını terketmeleri şartıyla sulh yapmaları caiz olmadığı
gibi, arap putperestlerini savaşla, Islâmı kabul etme şıklarından birine zorlamaya güç
varken onlarla barış yapmak da caiz değildir. Nitekim yüce Allah şu âyeti kerimelerde
bunu açıklamıştır.

"Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan Allah'ın ve
Rasûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dinini din edinmeyen kimselerle

1265]

küçül(üp boyun eğ) erek elleriyle, cizye verecekleri zamana kadar savaşın"
"Gökleri ve yeri yarattığı gündeki yazısına göre Allah'ın katında ayların sayısı on
ikidir. Bunlardan dördü haram (ay)landır. İşte doğru din budur. O aylar içinde
(konulmuş yasağı çiğneyerek) kendinize zulmetmeyin ve (Allah'a) ortak koşanlar nasıl
sizinle topyekûn savaşıyorlarsa, siz de onlarla topyekûn savaşın ve bilin ki Allah,



T2661

(Günâhlardan) korunanlarla beraberdir."

Ancak müslümanlarda onları bu iki şıktan birini tercihe zorlayacak güç yoksa o zaman
onlarla vatanlarını terk etmeleri şartıyla sulh yapması caizdir.

Ayrıca müslümanlarm savaşmakta oldukları kimselerle miktarı belli olmayan bir mal
karşılığında sulh yapmaları da caizdir. Çünkü Hz. Peygamberin Nâdir oğullarıyla
yaptığı sulh böyledir. Onlar işlerine yarayacak olan malları develerine yükleterek
götürmüşlerdir. Kalan da müslümanlarm olmuştur.

Ebü Bekir Cassâs bu sözleriyle Hz. Peygamberin müslümanlarm kuvvetinin çetin bir
muhasaraya kâfi gelmeyeceğini bildiği için Nâdir oğullarıyla istedikleri mallarını
hayvanlarına yükleterek Medine'yi terketmeleri şartıyla sulh yaptığını bu sebeple de

12671

onlardan kalan malların Fey olduğunu söylemek istiyor.
3005... İbn Ömer'den demiştir ki:

Nâdir oğullan yahudileriyle Kureyza oğullan Rasûlullah (s.a)'le savaşa girmişlerdi.
Rasûlullah (s. a) Nâdir oğullarını (Medine'den) sürüp çıkarmış, Kureyzayı ise
yerlerinde bırakmış ve onlardan herhangi bir vergi de almamıştı. Nihayet zamanla
Kureyza (müslümanlarla) savaşa başlayınca (Hz. Peygamber onların) erkeklerini
öldürmüş, kadınlarını ve mallarını da müslümanlara paylaştırmış. Ancak (onlardan)
bazıları Rasûlullah (s.a)'e sığınmışlar. (Hz. Peygamber de) onlara emân vermiş
(Böylece) Rasûlullah (s. a) (pek azı müstesna olmak üzere) Medine yahudilerinin
hepsini sürgün etmiş, Abdullah b. Selam'm kavmi olan Kaynuka oğullarını, Harise

r2681

oğullan yahudilerini ve Medine'deki her yahudiyi (Medine'den çıkarmış)
Açıklama

Hadis-i şerifte zikri geçen yahudi kabilelerinin hepsi Medinelidir. Rasûlullah (s.a)'ın
Kureyza'yı yerinde bırakıp ona emân vermesi, Benî Nâdirle birlikte müslümanlarla
harb etmeyip bitaraf kaldıkları içindir. Sonra Müslümanlarla onlar da harb edince,
onları da Medine'den sürmüştür. Kureyza, bu harbte muhasara edilmiş ve yirmi beş
gün sonra dayanamayarak Rasûlullah (s.a)'m hükmüne râm olmuşlardı. Yahudilerin
bıraktığı malların beşte biri Peygamber (s.a)'e ayrıldıktan sonra, kalanı gaziler
arasında süvariye üç, piyadeye bir hisse verilmek suretiyle taksim olunmuştur. Bu

1269]

muhasaraya otuzaltı süvari iştirak etmiştir.
Bazı Hükümler

1. Müslümanlarla muahede halinde bulunan kâfirler ve zımmıler, ahıdlerım bozarlarsa,
kendilerine harbî muamelesi yapılır ve harbedilir. Ordu kumandanı bundan dilediğini
esir alır, dilediğini serbest bırakabilir.

2. Kendisine emniyet bahşedilen kâfir, müslümanlarla harbe kalkışırsa, kendisine

r2701

verilen ahid bozulur. Emniyet ahdi geçmişe aittir, geleceğe şümulü yoktur.



23-24. Hayber Topraklarının Hükmü İle İlgili Hadisler
3006... İbn Ömer'den demiştir ki:

Peygamber (s. a) Hayber halkına savaş açtı (onların elinde bulunan) hurmalıkları ve
toprakları ele geçirdi. Kendilerini de şatolarına sığınmaya mecbur etti. Bunun üzerine
onlar, altınlarla gümüş ve silahların Rasûlullah (s.a)'e, develerinin yükleneceği (diğer)
malların da kendilerine ait olmak (ve mallarından) hiçbir şeyi (Hz. Peygamberden
saklamamak ve gizlememek, eğer şartlara aykırı olan bu işlerden birini) yapacak
olurlarsa kendileri için hiçbir anlaşma ve antlaşma kalmamak üzere Hz. Peygamberce
barış yaptılar. Fakat Huyeyy b. Ah-tab'a ait olan (içi altın ve gümüş dolu) bir deriyi
sakladılar. (Huyeyy b. Ahtab) Hayber (savaşm)dan önce öldürülmüştü. Kendisi bu
deriyi Nâdir oğulları (savaşı) günü (yani) Nâdir oğullan sürgün edildiği zaman
(onların mallan arasından seçerek alıp) yanında götürmüştü, içerisinde Nâdir
oğullarının (gümüş ve altın) zinetleri vardı. Peygamber (s. a) (Huveyy b. Ahtab'ın
amcası olan) Saye'ye:

"Huyeyy b. Ahtab'm derisi nerede?" diye sordu. O da: "- Savaş ve (halkın geçimi için
yapılan) harcamalar onu tüketti." diye cevap verdi. (Fakat daha fazla
saklayamadıklarmdan) Deriyi (sakladıkları yerden) bulup getirdiler. Bunun üzerine
(Kinane) b. Ebûl-hukayk öldürüldü ve (Ebûl-hukayk oğullarının) kadınları ile ço-
cukları da esir edildi. Hz. Peygamber onları da sürgün etmek istemişti (fakat) onlar:
"Ey Muhammed bizi bırak ta bu topraklarda çalışalım, çıkan mahsulün yansı bizim
yarısı da sizin olsun." dediler. Rasûlullah (s. a) de (onların bu teklifini kabul etti) ve
(her sene) onların kadınlarından her birine seksen vesk hurma, yirmi vesk arpa

um

veriyordu.
Açıklama

Bilindiği gibi Hz. Peygamber hicretin yedinci senesi Muharreminde 1500 kişilik bir
ordu ile Hayber üzerine yürümüş ve üç gün içinde Hayber önlerine gelerek orada
bulunan yedi kaleden beşini teker teker fethetmişti. Peygamberimiz yahudileri,
ellerinde kalan Vasih ve Sulalim isimli son iki kaleye sıkıştırınca, yahudiler yok
olacaklarını anladılar. Kanlarının bağışlanıp sürgün edilmelerini istediler.
Kinane b. Ebûl-hukkayk, Peygamberimize

"Yanına gelip seninle konuşacağım." diyerek Şemmah adındaki ya-hudi ile haber
saldı.

Kaleden inince Müslümanlar, Şemmah'i yakalayıp Peygamberimizin yanma getirdiler.
Şemmah, Kinane'nin elçisi olarak geldiğini haber verdi.

Peygamberimiz, Kinane'nin dileğine "Olur" buyurdu. Üzerinde anlaşmaya varılan ve
Kararlaştırılan Maddeler:

1. Kalede çarpışma yapmış olan yahudilerin kanları dökülmemek,

2. Yahudilerin çocukları, kendilerine bırakılmak, Hayberden ve Hayber arazisinden
çocukları ile birlikte çıkıp gitmelerine müsaade olunmak,

3-5. Yanlarında birer hayvan yükünden başka bir şey götürmemek, menkul ve gayr-ı
menkul bütün mallar ile yay, miğfer, at, cübbe, zırh gömlek... gibi askeri araç ve
gereçleri ve -üzerlerindeki elbiselerinden başka- bütün elbise ve kumaşları
Rasûlullah'a bırakmak,



6. Rasûlullah'a bırakılması gereken herhangi bir şeyi gizlememek ve gizleyecek
olanlar, Allah'ın ve Rasûlullah'm emân ve himaye teahhüdünün dışında kalmak üzere
anlaşma ve barış yapıldı.

Kinane'nin yemini ve Peygamberimizin ona uyarıda bulunması:
Kinane b. Ebûl-hukayk, bu maddelere bağlı kalacağına yemin etti.
Peygamberimiz:

"Eğer, siz ganimet mallarından bana teslim etmeniz gereken herhangi bir şeyi benden
gizleyecek, gayb edecek olursanız, Allah'ın ve Rasûlullah'm emân ve himaye

r2721

teahhüdünden uzak kalırsınız!" buyurdu.

Hayber feth edilince, bir çok mal ile sığır, deve ve saire ele geçirilmiş, fakat,
Hayberlilerin ne altunları, ne de gümüşleri ele geçirilebilmişti. Halbuki, Benû Nâdir
Yahudileri, yurtlarından çıkıp Hayber'e giderlerken Ebû Rafı, Sellâm b. Ebûl-hukayk,
içinde altun, gümüş ve kıymetli madenlerle ziynet eşyası, saklanılan deve tulumunu
kaldırarak "Bu, bizim, dünyayı al-çaltmak ve yükseltmek için hazırladığımız şeydir!"
diye bağırmıştı.

Bu hazine, önce koyun tulumuna doldurulmuştu. Çoğalınca, öküz tulumuna, daha
çoğalınca da deve tulumuna konulmuştu.

Bu hazine, Ebûl-hukayk, hanedanının büyüklerinden büyüklerine devr edile edile
saklanmakta idi.

Mekke eşrafı, düğünleri olunca, Hayber'e gidip Ebûl-hukayklarm büyüğüne
başvurarak bu ziynet eşyasından bazısını rehine karşılığında ondan bir ay süre ile
emaneten alırlardı. Mekke'de bir şey kayıp olmuştu. Onu kayıp eden kişi bedelini on
bin altun olarak ödemişti. İbn Ebûl-hukayk bu hazineyi ve pek çok malları

r2731

peygamberimizden sakladı.

Kinane b. Rebi b. Ebûl-hukayk ile Kinane'nin kardeşi ve amcasının oğlu Rebra,
Peygamberimizin huzuruna getirildi.

Rivayete göre; Peygamberimizin huzuruna çıkarılanlar arasında Huyeyy b. Ahtab'ın
amcası Sa'ye (Salebe) b. Sellâm (Amr) b. Ebûl-hukayk da bulunuyordu.
Peygamberimiz, onlara;

"Ey Ebûl-hukayk oğullan! Ben, sizin, Allah'a ve Allah'ın Rasûlüne karşı duyduğunuz
düşmanlığınızı biliyorumdur! Bununla birlikte, sizin bu düşmanlığınız, adamlarınıza
verdiğim emân ve himaye teahhüdünü size de vermeme engel olmamış, ganimet
mallarından herhangi bir şeyi benden gizlememek, kaçırmamak şartı ile, bu emânı size
de vermişimdir.

Benden bir şey gizleyecek olursanız, kanlarınızı dökmek, bizim için helâl olur.
Allah'ın ve Rasûlünün emân ve himaye teahhüdünden uzak kalırsınız!
Sizi, Medine'den sürüp çıkardığım zaman, Medine'den getirdiğiniz, Mekkeliler'e
emânet olarak veregeldiğiniz, ziynet eşyası ile nakidleri içinde sakladığınız hazine
tulumlarınız nerededir.

Filândaki, filândaki hazine tulumlarınızı ne yaptınız?" diye sordu.

"Ey Ebûl-Kâsım! Biz, onları, savaşlarımızda harcadık! vallahi elimizde onlardan hiç

bir şey kalmadı.

Bizi Medine'den sürüp çıkardığın zaman, onlarla geçindik!

Onlardan elimimde hiç bir şey kalmadı." dediler ve bu husustaki sözlerini de yeminler
ederek pekiştirdiler.



Peygamberimiz:

"Söylediklerinize dikkat ediniz!"

(Aradan geçen) zaman az, (gizlenen) mal ise, ondan çok fazla! (Az zamanda, o kadar
çok mal nasıl harcanır, tükenir.)

Ne dersiniz? Bu hazineyi, sizin yanınızda bulursam, sizi öldüreyim mi?" diye sordu.
Onlar

T2741

"Evet" dediler.
Peygamberimiz:

"Bu hazine, sizin yanınızda çıkacak olursa, Allah ve Rasûlünün hakkınızda vermiş
olduğu emân ve himaye teahhüdii sizden uzak kalsın mı?" diye sordu.
"Evet uzak kalsın" dediler.
Peygamberimiz;

"Eğer, benden bir şey sakladığınızı tesbit edersem kanlarınızı dökmeyi ve çoluk
çocuklarınızı esir etmeyi helâl sayarım!

Bütün mallarınızı almak, kanlarınızı dökmek bana helâl olur, söz vermiş olduğum
emân ve himaye teahhüdii ortadan kalkar!" buyurdu. Onlar da

"Olur! Eğer, senden bir şey sakladığımız anlaşılırsa, bize verdiğin emân sözünü geri al
ve kanlarımızı dök! dediler.

Peygamberimiz onların bu sözlerine Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Ali ve Zübeyr b.
Avvam'la yahudilerden on kişiyi şahid tuttu.
Bir Yahudinin Kinane'yi Uyarmağa Çalışması

Yahudilerden bir adam, kalkıp Kinane b. Ebul hukayk'a doğru vardı ve yavaşça:
"Muhammed'in senden istediği şey, senin yanında ise, veya bunun hakkında bir şey
biliyorsan, ona bildir de kanını canını kurtar!

Aksi takdirde, vallahi, o, muhakkak bunu elde etmeye muvaffak olacak, Allah, onu,
bundan başkasına da bizim bildirmediğimiz şeylere de vâkıf kılacaktır!" dedi.
Kinane b. Ebûl-hukayk, azarlayınca, o, yahudi bir köşeye çekilip oturdu.
Peygamberimizin, Kinane'ye Tekrar Sorusu...
Peygamberimiz, Kinane b. Ebûl-hukayk'a:

"Ne dersin, hazineyi senin yanında bulacak olursak, senin boynunu vurayım mı?" diye
tekrar sordu.

Kinane: "Evet! Bulursan, Vur!" dedi.

Sa'ye b. Sellâm'm Sıkıştırılınca, Gerçeği Söylemesi:

Peygamberimiz, Kinane b. Ebûl-hukayk'tan sonra Sa'ye (Salebe) b. Sel-lâm b. Ebûl-
hukayk'a da:

"Huyeyy b. Ahlab'm, tulum içinde saklanan hazinesi nerededir?" diye sordu.
Sa'ye "savaşlar ve geçimler, onu, götürdü, eritti!" dedi.
Peygamberimiz, Sa'ye'yi sıkıştırması için Zübeyr b. Avvam'a havale etti.
Zübeyr b. Avvam, onu, sıkıştırdı.

Sa'ye zaîf, hafif akıllı bir adamdı. Sıkıştırılınca, eliyle bir harabeye işaret ederek "Ben,
Kinane'nin, her sabah, şu harabede dolaştığım görüyordum. Benim bundan başka bir
bilgim yoktur. Eğer, o, oraya bir şeyler göm-müşse, oradadır!" dedi.
Gerçekten de, Peygamberimiz, Natat kalelerini feth etmeye başladığı ve Natat halkının
kalblerine korku düştüğü sırada Kinane b. Ebûl-hukayk, tehlikeyi sezmiş, deve tulumu
içindeki hazineyi, ziynet eşyasını, geceleyin Keti-be'ye götürüp kazdığı bir çukura,
kimse görmeden gömmüş ve üzerini toprakla kapatmıştı. Salebe (Sa'ye) de,



Kinane'nin her sabah o harabede dolaştığım görmüştü.
Hazinenin Gömüldüğü Yerden Çıkarılması

Peygamberimiz, Sa'ye (Salebe)yi, Zübeyr b. Avvam ve müslümanlar-dan bazıları ile
birlikte o harebeye gönderdi. O da, onlara Kinane'nin dolaştığı yeri gösterdi. Orası
kazıldı.

Hazine'den bir kısmı, oradan çıkarıldı... Kinane'nin Sıkıştırılması:

Peygamberimiz, hazinenin geri kalan kısmının da nerede olduğun j Kinane b. Ebûl-

hukayk'tan sordu.

Kinane, onları da teslime yanaşmadı.

Peygamberimiz, hazinenin geri kalanını getirip teslim etmesi için Kinane b. Ebûl-
hukayk'ı sıkıştırmasını, işkenceye uğratmasını Zübeyr b. Avvam'a emretti.
O da, Kinane'yi söyletmek için, göğsünde çakmak çakıp kıvılcım çıkararak ona
işkence yaptı. Fakat söyletemedi.

Hazinenin Kalan Kısmının Peygamberimize Allah Tarafından Bildirilmesi ve
Çıkarılması:

Yüce Allah, Yahudilerin bu hazineyi nerede sakladıklarını da Peygamberimize haber
verdi.

Peygamberimiz, ensardan birisini çağırdı. Ona:

"Şu tarlaya doğru, şöyle git. Sonra hurma ağacına doğru var. Sağındaki veya solundaki
hurma ağacına bak. Orada göreceğin yüksek hurma ağacının dibinde bulacağın şeyleri
çıkar, bana getir!" buyurdu.

Ensarî gitti. Oradaki hazine tulumunu da bulup getirdi.

Hazine Ortaya Çıkarılınca, Ebûl-hukayk Oğullarının Cezalandırılması:

Hazine ortaya çıkarılınca, Muahede gereğince, cezalandırılmak ve Mah-mud b.

Mesleme'ye karşı boynu vurulmak üzere, Kinane b. Rebi' b. Ebûl-hukayk'm

Muhammed b. Mesleme'ye teslimini emretti. Muhammed b. Mes-leme de onun

boyunu vurdu.

Ebûl-hukayk oğullarından diğeri de Bişr b. Bera'm velileri tarafından öldürüldü.
Bunların çoluk çocukları ise, esirler arasına katıldı.

Ebûl-hukayk'm iki oğlu ile birlikte aynı aileden daha bazıları da ahdi bozdukları için,

£2251

öldürülerek cezalandırıldılar."

Hayber Yahudilerinin Hayber Topraklarını Yarıcı Olarak İşletmeleri:
Hayber Yahudileri, hususile, Vatih ve Sülalim yahudileri kendilerine Peygamberimiz
tarafından verilen emân ve söz üzerine bütün mallarını, mülklerini bırakarak
Hayber' den çıkıp gideceklerdi.

Peygamberimiz onları Hayber'den sürüp çıkarmak istediği sırada, yahudiler, "Bırak

bizi şu Hayber toprağında bulunalım da onları imar edelim, görüp gözetelim!

Yâ Muhammed! Biz, mal, mülk sahipleriyiz! Mülk bakımını, işletmesini, biz, sizden

daha iyi bilir ve başarırız.

Sen bu mülkleri bize işlettir!" dediler.

Hayber mülkleri üzerinde yarıcı olarak çalışmak istediler.

Gerçekten de, ne Peygamberimizin, ne de ashabının Hayber mülklerine bakabilecek
işçileri bulunmadığı gibi, kendilerinin orayı bizzat görüp gözetmeye de vakitleri
yoktu.

Peygamberimiz;

"İstiyorsanız, şu malları, işlemek üzere size vereyim. Mahsul ve meyvaları aramızda



bölüşülsün. Sizi, bu mallar üzerinde Allah'ın durdurduğu müddetçe durdurayım."
buyurdu.

Hayber Yahudileri kabul ettiler.
Bunun üzerine, Peygamberimiz:

"Sizi, çıkarmak istediğimiz zaman çıkarmamız şartıyla!" diyerek ve mahsulü, yan
yarıya bölüşmek üzere onlarla anlaşma yaptı. Hayber arazisini, böylece, onlara işletti,
Buna göre: Yahudiler; çalışacaklar, ekecekler, biçecekler elde edilecek ekin ve hurma

12761

mahsullerinin yansını, hizmetlerinin karşılığı olarak, alacaklardı.
Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerif, musakatvemüzâraayacevaz verenlerin en
kuvvetli delilini teşkil etmektedir. Zira Peygamber (s.a)'in Hayber halkına, çıkan
meyvenin yarısı karşılığında Hayber hurmalıklarım kiraya vermesi müsakat, Hayber
tarlalarını çıkacak ekinin yarısı karşılığında kiraya vermesi de müzaraadır. Bu
bakımdan imam-ı Mâlik ile İmam Sevrî-Leys, Şafiî, Ahmed b. Hanbel, Muhaddisler,
Zahiriler ve Cumhur fukâha musakatm caiz olduğuna hükmetmişlerdir.
Hanelilerden İmam Ebî Hanife ile Züfer (r.a)'e göre, musakat da muzaraa gibi hiçbir
suretle caiz değildir. Musakat meselesi tahmin suretiyle kuru yemiş karşılığında taze

[277] ' [2781

yemiş satın almak anlamına gelen müzabene den nehyeden hadisler ile nesh
edilmiştir, tmam Ebû Hanife (r.a) mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifi te'vil etmiş.
Peygamber (s.a)'in Hayber yahudi-leriyle yaptığı ortaklığın müzaraa (ziraat ortaklığı)
ve müsakat (meyve ortaklığı) değil, onlara bir iyilik ve ihsan olmak üzere bir haraç
olduğunu söylemiştir. Çünkü O'na göre Rasûlullah (s. a) Hayber'i ganimet olarak
almıştı. Yahudilere hiçbir şey vermeyebilirdi. Yerlerinden çıkan mahsulün bir kısmını

f2791

almak şartıyle mallarını ellerinde bırakması bir fazilet ve minnettir. Bir vesak
altmış sa'dır. Bir sa' ise 1040 dirhemdir. Bir dirhemde 32 gramdır. Buna göre altmış

r2801

vesak 199980 gramdır.

3007... Abdullah b. Ömer'den demiştir ki: Ömer (b. Hattâb (r.a), halka hitaben yaptığı
bir konuşmasında) "Ey İnsanlar! Rasûlullah (s. a) Hayber yahudilerine onları diledi-
ğimiz zaman (Hayber'den) çıkarabilmemiz şartıyla (bir) işlem yapmıştı. Bi-onları
(Hayberden) çıkarabilmemiz şartıyla (bir) işlem yapmıştı. Binaenaleyh (bahçe veya
tarla olarak Hayber'de yahudilerinin elinde) kimin bir malı varsa (gelsin) onu alsın"
1281]

demiş.
Açıklama

Bu hadis-i şerif Rasûl-ü Zîşan Efendimizin Hayber yahudilerıyle, Hayber topraklan
üzerinde, kurduğu yarı yarıya ortaklık anlaşmasının süresini müslümanlarm arzusunun
tayin edeceğini, bu anlaşmayı bir süre için imzaladığını ve Hz. Ömer'in kendi
halifeliği döneminde bu şarta dayanarak Hayber'deki yahudileri sürüp çıkardığını ve
Hayber topraklarını da asıl sahipleri olan müslümanlara dağıttığını ifade etmektedir.
r2821



3008... Abdullah b. Ömer'den (demiştir ki:) Hayber fethedilince, yahudiler, Rasûlullah
(s.a)'den Hayber topraklarından çıkacak mahsulün yarısı(nm kendilerinin olması)
şartıyla kendilerini orada bırakmasını istediler. Rasûlullah (s. a) de
"Sizi bu şartla; orada dilediğimiz zamana kadar bırakıyorum." buyurdu (Hz.
Peygamberdin sağlığında ve Hz. Ebû Bekir'in halifeliği döneminde) bu şartla (orada
yaşamakta) idiler Hayber'in yarı gelirinden (elde edilen) hurma ikiye bölünür ve
(bunun) beşte birini Rasûlullah (s. a) alır. (almış olduğu) beşte bir hisseden yüz vesak
hurma ile yirmi vesak arpayı hanımlarına yedirirdi. (babam) Ömer (r.a), yahu-dileri
Hayber'den çıkarmak isteyince, Peygamber (s.a.)'m hanımlarına haber gönderip
onlara:

"Sizden kim kendisine tahmini olarak yüz vesaklık bir hurmalığı vermemi isterse
oranın ağacı da toprağı da suyu da onun olsun. Kim de kendisine tahminen yirmi
vesaklık bir arpa tarlasını hisse olarak vermemi istiyorsa (onu da) yaparız. Kim de

r2831

hunvstaki hissesini (ölçerek) ayırmamızı istiyorsa o şekilde hareket ederiz" dedi.
Açıklama

Vesak; 3328 gramdır, (hars) kelimesi sözlükte zann ve tahmin anlamına gelir ki

r2841

burada da bu manâda kullanılmıştır.

Hayber: Medine ile Şam arasında Medine'ye dokuz konak mesafede bulunan münbit
bir vahadır. Burada yahudiler yaşarlardı. Vahayı çeşitli kalelerle tahkim etmişlerdi.
Rasûlullah (s. a) bu yeri hicretin yedinci yılında fethetmiştir.

Müslümanların Hayber'i sulhan mı yoksa harben mi fethettikleri, ulemâ arasında
İhtilaflıdır. Nevevî'nin beyânına göre, bazıları harben alındığını söylemiş; bir kısımları
sulh yolu ile, daha başkaları ahalisinin çekilmesiyle harpsiz-darpsiz girildiğini ileri
sürmüşlerdir. Hattâ bir kısmının harben, bir kısmının sulh yolu ile bir kısmının da
ahâlisinin çekilmesi suretiyle alındığını söyleyenler olduğu gibi: "Bir kısmı sulhan, bir
kısmı da harben ahn-mştır." diyenler de vardır. Kadı Iyâz, bu son kavlin daha sahih
olduğunu söylemiştir. İmam Mâlik ile ona tâbi olanların ve Süfyân b. Uyeyne'nin ka-
villeri de budur.

Babımız rivayetlerinden birinde:

"Orası fethedildiği vakit arazi Allah ile Rasûlü'nün ve müslürhanlarm idi." denilmesi
bu yerin harben alındığına delildir. Çünkü müslamanlarm hakkı ancak harbederek
aldıkları yerlere teallük eder. Fakat Buhârî'nin bir rivayetinde:

"Arazi yahudilerin, Rasûlün ve Müslümanların idi." denilmiştir. Bu da o yerin sulhan
alındığını gösterir. el-Mühelleb bu iki rivayetin arasını şöyle bulmuştur: Rivayetlerin
birincisi sulhdan sonraki hali beyan etmektedir; Zira Hayber'in bir kısmı sulh yolu ile,
bir kısmı da harp yoluyla alınmıştır. Harben alman kısım tamamiyle Allah'a ve
Rasûlü'ne ve müslümanlara aitti; sulh yolu ile alman kısmı ise yahudilerindİ; sulh akd

12851

edildikten sonra müs-lümanlarm oldu.

Rasûl-ü Ekrem'in hanımlarına Hayber arazisinden yıllık hisse olarak yüz vesak hurma
verildiğini ifade eden bu mevzûmuzu teşkil eden hadisle, onlara senelik gelir olarak
Hayber arazisinden seksen vesak hurma verildiğini ifâde eden 3006 numaralı hadis



arasında zahiren bir farklılık varsa da, aslında bu esaslı bir fark değil, sadece râvilerin
tahminlerinden doğan bir farktır. Çünkü bu rakamlar, râvilerin tahminlerinden
ibarettir. Her ravi, kendi tahminini söylemiştir. Tahminler arasında ufak tefek
farklılıkların olması son derece tabiidir.

Bezlü'l-Mechûd yazarının dediği gibi, Rasûlullah (s. a) önceleri hanımlarına Hayber
arazisinden yıllık hisse olarak 80 vesak hurma verirken sonraları, bu hissenin
yetmediğini gördüğü için bunu yüz vesaka çıkarmış olması mümkündür. Mevzûmuzu
teşkil eden hadisin bolluk seneleriyle 3006 numaralı hadisin ise kıtlık seneleriyle ilgili

r2861

olması da düşünülebilir.

3009... Enes b. Mâlik den demiştir ki:

Rasûlullah (s. a) Hayber'e savaş açtı. Orayı savaş zoruyla ele geçirdik, (orada bir

r2871

mikdar) esir ele geçirildi.
Açıklama

Hayber yahudice kale demektir. "Buraya ilk yerleşen Hay-ber isminde biridir.
Sonraları bu isim oraya verilmiştir." diyenler de vardır.

Hayber, Medine ile Şam arasında verimli ve hurmalık bir vaha olup, Medine'ye altı

r2881

konak mesafededir.

Mevzûmuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte, Hayber'in sulh yoluyla değil savaşla, kahren
alındığı ifade edilmektedir. Mâzirî'nin dediği gibi "Bu sözün zahiri bütün Hayber'in
kahren alınmış olmasını iktiza eder. Halbuki Ma-lik'in îbn Şihab'dan rivayetine göre,
bir kısmı kahren bir kısmı da sulh yolu ile alınmıştır. Ebû Davud'un Süneninde rivayet
ettiği "Rasûlullah (s. a) Hayber'i ikiye taksim etti, yarısını da müslümanlara
r2891

ayırdı." Hadisi de müşkül kalır. Bunun cevabı bazı ulemanın söylediği şu sözdür;
Hayber'in etrafında çiftlikler ve köyler vardı. Bunları sahipleri terk edip gitmişlerdi,
işte bu yerler sırf Peygamber (s.a)'e mahsustu ve Hayber arazisinin yarısını teşkil
ediyordu. Geri kalan yerleri ise harple alınmıştı ki, bunlar da gazilere taksim edildi.
r2901

55

3010... Selh b. Ebî Hasne'den demiştir ki:

Rasûlullah (s. a) yarısı ani ihtiyaçlarına ve geçimine, yarısı da müslümanlara olmak
üzere Hayber (arazisin)i ikiye böldü. Müslümanların hissesini de onsekiz paya
[291]

ayırdı.
Açıklama

Bir önceki hadisin şerhinde açıkladığımız gibi, Hayber ara-zisinin bir kısmı boş
sahipsiz ve müdafasızdı. Hayberin yarısını teşkil eden bu kısım, harpsiz olarak ele
geçtiği için fey hükmüne girdiğinden Hz. Peygamberin hakkı idi. Ve Hz. Peygambere



verildi. Geriye kalan kısmı da içerisinden humus ayrıldıktan sonra, Hudeybiye
mücahidleri arasında bölüştürüldü. Çünkü Hayber ganimeti Allah'ın, Hudeybiye
müca-hidlerine bir nimeti idi. Bu sebeple bu ganimetlerden Hayber savaşında bu-
lunmayan Câbir b. Abdillah ile Amr b. Haram'a da hisse verildi. Hz. Peygamber de bir
müslüman olarak bu kısımdan da hisse aldı. Onsekiz hisseden her biri yüz kişilik bir
hisse ihtiva ediyordu. Dolayısıyla Hayber'in Hudeybiye mücahidlerinin hissesine
düşen kısmı binsekizyüz paya ayrılmıştı. Çünkü sözü geçen mücahidlerin sayısı
binbeşyüze ulaşıyordu. Bunlardan üçyüzü de süvari idi ve Süvarilepe iki hisse vermek
gerekiyordu. Bu sebeple sözü geçen arazi her biri yüz kişilik bir hisse ihtiva eden
onsekiz parçaya bölüştü-küldü. Hanefi âlimlerinin görüşü de budur. Nitekim 3015
numaralı hadis-i şerifte bunu ifade etmektedir. Bu onsekiz hisseden herbiri Hayber'in
tümüne nisbetle otuz altıda bir hisse etmektedir ki netice itibariyle 3012 numaralı
hadis-i şerifteki "Hz. Peygamberin Hayber arazisini otuz altıya böldü" ifadesine uygun
düşmektedir.

Bilindiği gibi Rasûl-ü Zîşan Efendimiz eline geçen hissesini olduğu gibi şahsî
ihtiyaçlarına sarfetmezdi. Zaruri ihtiyaçları dışında kalanları da yine elçileri
ağırlamak, müslüman esirleri ve köleleri kurtarmak gibi müslüman-larm ihtiyaçlarına
[292]

sarf ederdi.

3011... Bûşeyrb. Yesâr'dan (rivayet olunduğuna göre) kendisi peygamber (s.a)'in
sahabilerden bir cemaatı (şöyle) derlerken işitmiş: (Bü-şeyr burada işittiklerini
naklederken aynen) şu (bir önceki) hadisi zikretmiş ve (Hayber gelirinin) "yarısı
müslümanlarm ve RasûluIIah (s.a)'in idi. (kalan) yarısını da müslümanların

f2931

karşılaşacağı işler ve ani ihtiyaçlar için ayırmıştı" demiştir.
Açıklama

Musannif Ebû Dâvud bu hadisi 3010 numarada mürsel olarâk nakletmişti. Burada ise
Bûşeyr'in bu hadisi almış olduğu sahabiler topluluğunu da vermek suretiyle aslında bu
hadisini merfû ve muttasıl olduğuna işaret etmek istemiş, sahabenin herbiri güvenilir
kimseler olduğundan isimlerini zikretmeye lüzum görmemiştir.

Bu hadis-i şerifte de bir önceki hadisin şerhinde açıkladığımız gibi, Hz. Peygamberin
Hayber topraklarının yarısını müslümanlara ayırıp ondan humusu çıkararak hak
sahiplerine verdikten sonra, kalanı tüm Hudeybiye mü-cahidlerine bölüştürdüğü ve bir
mücahid olarak bundan kendisinin de hisse aldığı kalanyarısmı ise harbe giren ya da
giremeyen tüm müslümanlarm karşılaştıkları hâdiselerin halline, elçilerin
ağırlanmasına ayırdığı ifade edilmektedir.

Bir önceki hadisin şerhinde açıkladığımız gibi, Hz. Peygamberin ailelerinin herbirinin

f2941

zaruri ihtiyaçları da müslüman bir ferd olarak bu ikinci yarıdan karşılanmıştır.

3012... Peygamber (s.a)'m sahabilerinden (olan bir) erkekler (cemaatin)den (rivayet
olunduğuna göre); RasûluIIah (s. a) Hayber'i fethedince, oranın toprağını her biri yüz
hisseyi ihtiva eden otuz altı kısma böldü. Bunun yansı RasûluIIah (s. a) ve
müslümanlara aitti. Kalan yarısını da kendisine gelecek olan elçiler (in ağırlanması) ile



(müslü-manları ilgilendiren önemli) işler ve halkın karşılaşacağı bazı zorluklamın
1295]

halli) için ayırdı.

3013... Bûşeyr b. Yesâr'dan demiştir ki: Allah (c.c) Hayber'i Peygamberine fey olarak
verince (Hz. Peygamber) Hayber'i her biri yüz sehim ihtiva eden otuzaltı parçaya
ayırdı. Bunun yarısını karşılaşacağı hâdiselerin halli) ve kendisine gelecek (elçi)ler (ve
ihtiyaçlar) için ayırdı. Yani el-Vatiha (kalesi) ile Küteybe (ismi verilen köyleri) ve bu
iki yere tabi olan yerleri (sözü geçen ihtiyaçlar için ayırdı) öbür yarısını da
müslümanlar arasında paylaştırdı, (bu da) Şakk (denilen kale) ile Netat (denilen
topraklar) ve bu iki yere tabi olan yerlerdir. Rasû-lullah (s.a)'in (bir Peygamber olması
itibariyle humus payı olarak ve müslüman bir mücahid olması sebebiyle de ganimet
payı olarak bu ikinci kısımdan aldığı) hisse (Şakk ve Netat) kalelerine bağlı olan kı-

1296]

sımda idi.

3014... Bûşeyr b. Yesâr'dan rivayet olunduğuna göre, Rasûlul-lah (s. a), Allah
kendisine Hayber'i fey olarak nasibedince oiîîuı tümünü otuz altı paya böldü.
(Bunların) yansını (yani her birî yüz sehim ihtiva eden onsekiz payı müslüman
(mücahid)lere ayırdı. Peygamber (s.a)in de (müslüman bir mücahid olarak bu onsekiz
pay içinde) müslümanlarla birlikte onlardan biri (nin hissesi) kadar hisse (almak
hakkı) vardı.

Rasûlullah (s. a) (geriye kalan) onsekiz payı da , ki bu (tüm Hay-ber arazisinin)
yarısıdır. Karşılaşacağı hâdiseler ve müslümanlarm işleriyle ilgili olarak ortaya
çıkacak meseleler için (harcamak üzere) ayırdı. Bu da el-vatıh (kalesi) ile Küteybe
(denilen köyler) ve Selâlirn (kalesi) ve buralara tabi olan yerlerdir. (Buralar)
Peygamber (s. a) ile müslümanlarm eline geçtiği sırada, müslümanlarm oraların işine
yetecek kadar işçileri yoktu. Bunun üzerine Rasûlullah (s. a) yahudileri çağırdı
(mahsulün yarısı müslümanlara yarısı da yahudilere olmak üzere oraları) onlara ortağa
T2971

verdi.

3015... Kur'ân okuyucularından biri olan Mücemmi* b. Cariye el-Ensâri'den (şöyle)
dedi(ği rivayet olunmuştur.)

Hayber (ganimetleri ve topraklan) Hudeybiye mücahidlerine bölüştürüldü. Rasûlullah
(s.a) onu onsekiz hisseyi ayırdı. Ve Asker(in sayısı) binbeşyüz idi. İçlerinde üçyüz atlı

[2981

vardı. (Hz. Peygamber atlıya iki yayaya bir hisse verdi.)

3016... ez-Zühri ile Abdullah b. Ebû Bekir ve Muhammed b. Mesleme'nin
çocuklarının birinden (rivayet olunmuştur. Bu kimseler) dediler ki: (Hayber'de
bulunan) bazı kaleler Hayber halkından (alınamamış onların elinde) kalmıştı. (Hayber
halkı bu) kalelere sığınmışlardı (derken) Rasûlullah (s.a) den kanlarını bağışlayarak
kendilerini sürgün etmesini istediler (Hz. Peygamber de öyle) yaptı. Bunu işiten Fedek
halkı da bu şartlarla kalelerinden indiler. (Ve teslim oldular. Bunun üzerine Fedek
arazisi) sadece Rasûlullah (s.a)'e ait oldu. Çünkü (Müslümanlar, fethetmek için) oraya



T2991

ne at ne de deve koşturmuşlardı.



3017... ez-Zühri'den rivayet olunduğuna göre; Said b. el-Müseyyeb o'na Rasûlullah
(s. a) Hayber'in bir kısmını savaş zoruyla fethetti" demiştir.

Ebû Dâvûd der ki: Harib b. Miskine ( aşağıdaki şu hadis) gözümün önünde okundu
(ben) tbn Vehb size haber veriyor(um) ki Mâlik, İbnu Şihab'dan (naklen) bana (şöyle)
dedi: "Hayber'in bir kısmı harp zoruyla bir kısmı da barış yoluyla (fethedilmiş) idi.
Kuteybe ise, içerisinde sulh yoluyla (fethedilmiş kısımlar bulunmakla) beraber ekserisi
savaş zoruyla" (fethedildi. Ben Malik*e "el-Küteybe'(nin durumu) nasıldır? diye
sordum. (Orası da) Hayber arazisi (içerisine dahil)dir. Hay-ber arazisi (içerisinde)

DOOl

kırkbin hurma ağacı" (vardır) dedi.
3018... İbn Şihab'dan demiştir ki:

Bana erişti(ğine) göre, Hayber, savaş zoruyla fethedilmiş ve (yine) savaş sonunda
Hayber halkından sürgün edilmek şartıyla (kalelerinden) inenler inmiş(savaş esnasında

[301]

can verenlerse orada kalmış)
3019... İbn Şihab'dan demiştir ki:

Rasûlullah, Hayber (ganimetlerin)in beşte birini (Enam sûresinin kırk birinci âyetinde
belirlenen hak sahiplerine vermek üzere,) ayırdı, kalan(m yansm)ı da Hudeybiye

r3021

mücahidlerinden (Hayber savaşında) bulunanlara ve bulunmayanlara paylaştırdı.

3020... Ömer (b. Hattab (r.a) dan (şöyle) dedi(ği) rivayet olunmuştur.)
"Müslümanların sonradan gelecek olan nesilleri (söz konusu) olmasaydı ben her

r3031

fethettiğim köyü Rasûlullah (s.a)'m Hayber'i paylaştırdığı gibi paylaştırırdım.
Açıklama

Şam yolu üzerinde, Medine'ye ktrksekiz millik mesafede bulunan ekinlikleri ve hurma
bahçeleri bol olan Hayber şehri Natat, Sıkk ve Küteybe diye üç bölgeye ayrılır, her
bölge de çeşitli kalelerden meydana gelir.

1. Natat Bölgesi: a- Naim b- Sa'd b. Muâz c- Zübeyr(kulle) kalelerinden,

2. Sıkk Bölgesi: a- Ubeyy b- Nizâr (Beriy) kalelerinden

[3041

3. Küteybe Bölgesi: a- Kamus b- Vatih c- Selalim kalelerinden oluşur. Hayber
arazisinin bir kısmı boş, sahipsiz ve müdafasızdı. Hayber'in yarısını teşkil eden bu
kısmın harpsiz olarak elegeçtiğindenfey hükmüne girdiği için Hz. Peygamberin hakkı
idi ve Hz. Peygamber'e verildi. Kalan yarısı ise, savaş zoruyla fethedildiği için
ganimet hükümlerine göre 3010 mımarah hadisin şerhinde açıkladığımız şekilde
bölüştürülmüştür. Nitekim 3017 numaralı hadis-i şerifte de bu husus açıkça ifade
edilmektedir.

Hayber savaşı, Hudeybiye seferinden hemen sonra vukubulduğu için, Hayber



ganimetleri, Hudeybiye mücahidlerinin tümü arasında bölüştürülmüştür. Bunlardan
Hayber savaşma katılan da katılmayan da ganimet taksimi esaslarına uygun olarak
Hayber ganimetlerinden pay almıştır.

Medine'ye iki günlük mesafede bulunan Fedek yahudileri ise, Hayber'in muhasarası
sırasında reislerini Rasûlullah (s.a)'e göndererek bütün Fedek toprakları Rasûlullah'm
olmak üzere, kendilerinin yarıcılıkla yerlerinde bırakılmalarını arz ettiler. Onlarm
bu. dilekleri kabul buyrulup yürürlüğe kondu.

Dolayısıyla Fedek arazisi fey hükümlerine girdiği için,Hz. Peygamberin olmuştur.
Fakat Hz. Peygamber, bunun da büyük bir kısmını müslümanlann ihtiyaçlarına
sarfetmiştir.

Mevzumuzu teşkil eden bu babın hadislerinden 3016 numaralı hadis ile 3017, 3018 ve

3019 numaralı hadisler miirseldir.

3020 numaralı hadis-i şerifte ise, Hz. Ömer'n halifelik döneminde fethettiği bazı
toprakları gelecek nesilleri düşünerek, mücahidlere dağıtmadığı ifade edilmektedir. Bu
bakımdan âlimler, bu şekilde, savaş zoruyla fethedilen bir toprağın gazilere
bölüştürülüp, bölüştürülmeyeceği konusunda ihtilafa düşmüşlerdir. Hanefi âlimlerine
göre, devlet başkanı bu toprakları gaziler arasında taksim etmek, ya da onu
bölüştürmeyip müslümanlann ihtiyaçlarına sarf etmek hususlarından birini seçmekte
serbesttir.

İmam Şafiî'ye göre ise bu topraklarında aynen Rasûl-u Ekrem'in Hayber arazisini
bölüştürdüğü gibi bölüştürülmesi gerekir.

İmam Mâlike göre ise bu gibi topraklar aynen Hz. Ömer'in yaptığı gibi
bölüştürülmeden oldukları gibi bırakılırlar. Çünkü Hz. Ömer'in bu uygulaması bütün
sahabilerin gözleri önünde cereyan etmiş ve onlardan hiçbiri buna itiraz etmemiş,

r3051

dolayısıyla bu uygulama icma hükmüne erişmiştir.
24-25. Mekke'nin Fethine Dair Haber
3021... İbn-i Abbâs'dan demiştir ki:

Fetih yılında Abbâs b. Abduhnuttalib, Mehrizzahran (denilen yer) de Ebû Süfyan b.
Harb'i Rasûlullah (s.a)'e getirmiş. (Ebû Süfyan da orada) müslüman olmuş. Bunun
üzerine Hz. Abbâs, Hz. Peygamberce: "Ey Allah'ın Rasûlü, Ebû Süfyân şu (dünyalık)
övünmeyi seven bir kişidir. Binaenaleyh O'na da (kendisiyle övünebileceği) bir şey
versen" (çok iyi olur.) demiş. (Bunun üzerine Hz. Peygamber de)
"Evet. Ebû Süfyân'm evine giren emniyettedir. (Kendi evine girip de) kapısını

[3061

(üzerine) kapayan kimse de emniyettedir." buyurmuştur.
3022... İbn-i Abbâs'dan demiştir ki:

Rasûlullah (s. a) (ordusuyla beraber gecelemek üzere) Mehrizzahran (denilen yer) e
inince, (kendi kendine) -Allah'a yemin olsun ki: Eğer Rasûlullah (s. a) Mekkeli'ler
kendisine gelip de emân istemelerinden önce Mekke'ye zorla girecek olursa, bu
Kureyş'in helaki (olur)- dedim, Rasûlullah (s.a)'m katırının üzerine oturdum ve (yine
kendi kendine) "Herhalde Mekke'ye giden (ve yolu buradan geçen) iş-güç sahibi birini
bulurum da (Mekke'ye varınca) (Ku-reyşlilerin) Hz. Peygamber (in karşısm)a
çıkmaları ve ondan emân istemeleri için Rasûlullah (s.a)'in (şu) durumunu onlara



haber verir" dedim. (Bu maksatla) yürüyordum ki birden bire Ebû Süfyan'la Budeyl b.
Verka'nm ses(ler)ini işittim, ve

"Ey Ebû'l-Hanzala!Mdiye seslendim. Sesimi hemen tanıdı ve:
"Ebu'l-Fadl'mısm?" dedi.
"Evet!" cevabım verdim.

"Anam, babam sana feda olsun! Bu ne hal böyle?" dedi (bende):

"Bu, Rasûlullah (s.a) ve (şu askerlerde ona tabi olan) insanlardır." dedim. (Bunların

hücumundan kurtulmak için)

"Çâre ne nedir?" diye sordu ve arkama bindi. Arkadaşı (ise Mekke'ye) dönüp gitti.
Sabah olunca onu Rasûlullah (s.a)'in huzuruna götürdüm. (Ora da) müslüman oldu.
(Ben de):

"Ey Allah'ın Rasûlu muhakkak ki Ebû Süfyân şu (dünyalık) övünmeyi seven bir
kişidir. O'na da (övünebileceği) birşey ver!" dedim. (Hz. Peygamber de):
"Evet Ebû Süfyân'ın evine giren emniyettedir, (kendi) Evini (n kapısını kendi) üzerine
kapayan kimse de emniyettedir. Mescide giren emniyettedir" buyurdu. Halk evlerine

T3071

ve mescide (girmek üzere dağıldılar.)

3023... Vehb. b. Münebbih'den demiştir ki: Cabir'e "Fetih günü (gaziler) ganimet

r3081

alarak birşey aldılar mı?! diye sordum da "Hayır!" (almadılar) diye cevap verdi.
3024... Ebû Hûreyre'den demiştir ki:

Peygamber (s.a) Mekke'ye gir (meye karar ver) ince Zübeyr b. el-Avvâm ile Ebû

Ubeyde b. Cerrah ve Halid b. Velid'i at üzerinde Mekke'ye gönderdi ve

"Ey Ebû Hüreyre! Ensâr'a seslen!" (de toplansınlar) dedi. (Ben ensarı çağırdım, bunun

üzerine ensar Hz. Peygamberin huzurunda toplandılar. Hz. Peygamber de onlara

hitaben):

"Şu yolu takibediniz. Sizi (Kureyş'ten) hiçbir kimse görmesin. Görecek olursa onu
öldürürsünüz" dedi. (Mekke'ye girilince) birisi:

"Bu günden sonra artık Kureyş yoktur!" diye bağın verdi. Ra-sûlullah (s.a) de:
(Ebû Süfyân'ın) "ev (in) e giren emniyettedir. Silâhı (m elinden) atan emniyettedir."
buyurdu. Kureyiş'in ileri gelenleri gidip Kâ'be'ye girdiler, Peygamber (s.a) Kâ'be'yi
makamı (İbrahim'i)n arkasından (geçerek) tavaf etti". Sonra (Kâ'benin) kapı(sı)mn
sövelerini tuttu (Ku-reyşin ileri gelenleri de Kâ'be'den) çıktılar ve Peygamber (s.a)'e
İslâm üzere (kalacaklarına dair) biat ettiler.

Ebû Dâvûd der ki; Ahmed b. Hanbel'e bir adamın Mekke harple mi (fethedildi?) diye
sorduğunu işittim. (Ahmed b. Hanbel de ona); Her nasıl olursa sana zararı var mı?
cevabını verdi. (Adam); Peki ya sulh (yoluyla mı alındı?) deyince "Hayır" karşılığını
r3091

verdi.
Açıklama

Mekke, Arap yarım adasının Hicaz bölgesindedir. Batlamyus'a göre; Mekke magrib
tarafından 78 derece tul, 23 (veya 21) derece arz dairesinde seretan burcunun alt



mm

noktasında ve ikinci iklimde bulunmaktadır.

Mekke hicretin sekizinci (Miladi 630) senesinde fethedilmiştir. Feth se-bebhKureyş

müşriklerinin Hudeybiye antlaşmasını bozarak Peygamberimizin müttefiki ve akrabası

olan Huzaa'ları kendilerinin müttefikleri bulunan Beni Bekirlere öldürtmeleri ve

Peygamberimiz tarafından yapılan anlaşma teklifini de reddetmeleri idi.

Daha sonra Ebû Süfyân Kureyş'in yaptığı işin vehâmetini anlayınca yeni bir sulh

teşebbüsüne girişmiş ise de bu teşebbüsünden müsbet bir netice alamadan Mekke'ye

döndü.

Ebû Süfyân Mekke'ye gidince Peygamberimiz, kendisinin yol hazırlığını görmesi için
Hz. Aişe'ye emir verdi.

"Yol hazırlığını yap. Bunu her hangi birine söyleme işini gizli tut** buyurdu. Hiç

I3U1

kimse ne için hazırlamldığım bilmiyordu.

Rasûl-ü Ekrem, Mekke'yi fethetme hazırlığını sadece Hz. Ebû Bekir'e açıkladı ve bunu

1112]

gizli tutmasını tenbih etti.

Nihayet Hz. Peygamber, onbin kişilik bir kuvvetle Mekke üzerine yürüdü. Ordu
Mehrizzahrân denilen yere gelince, gecenin orada geçirilmesi için emir verdi.
Ordu orada gecelemekte iken, Rasûl-ü Ekrem'in Kureyş'in gönderebileceği casuslara
dikkati çekti ve küçük bir süvari birliğini onları yakalamakla görevlendirdi. Süvariler,
yine Hz. Peygamber'in işaretiyle, içlerinde Ebû Süfyân'm da bulunduğu Kureyş
casuslarını Erak denilen yerde yakalayıp getirdiler. Onlar, kendilerinin Hz. Abbâs'a
götürülmelerini istediLr. Ebû Süfyân ordugaha girdiği zaman müslümanlar onu bıçak
ve elleriyle parçalamak için koşuşmaya başlayınca Ebû Süfyân,

"Ey Muhammed öldürülüyorum!" diye feryat etti. Casuslar kendilerinin Hz. Abbas'a
götürülmelerini istediler. Hz. Abbas cahiliyye çağında Ebû Süfyân'm dostu idi.
Hz. Abbâs Mehrizzahravân'da kendi kendine "Eyvah Kureyşli'lerin akıbeti çok yaman
olacak. Her halde, bir oduncu veya bir çoban ya da iş-güç sahibi birini bulup
Mekke'ye gönderirim üzerlerine Rasûlullah (s.a)'in gelmekte olduğunu haber verir.
Rasûlullah Mekke'ye varmadan önce gelirler, ondan emân dilemek imkânını bulurlar."
diye düşünürken Ebû Süfyân'la Büdeyl b. Verâ'nm seslerini işitti. Ebû Süfyân' ı tanıdı.
Ona:

"Ey Ebû Hanzala!" diye seslendi. O da, Hz. Abbâs'ı sesinden tanıdı.
"Fadl'm babası sen misin?" dedi.Hz. Abbâs da
"Evet" dedi. Ebû Süfyân:

"Babam, anam sana feda olsun? Ne var? Arkandakilerden ne haber var?" diye sordu.
Hz. Abbas:

"Yazıklar olsun sana ey Ebû Süfyân! Arkamdaki, Rasûlullah (s.a)'dir ve
Müslümanlardan onbin kişilik, karşı koyamayacağınız bir ordunun başında size doğru
yönelmiş geliyordur?"

"Vallahi, Kureyşli'lerin sabahı yaman olacak vay onların başına geleceklere" dedi.
Ebû Süfyân "-Babam, anam sana feda olsun! Bana, bir çâre, bir tedbir var mı?" diye
sordu. Hz. Abbâs
"Evet! Vardır!" dedi. Ebû Süfyân

"Ne yapmamı bana emr ve tavsiye edersin?" diye sordu. Hz. Abbas

"Vallahi, Rasûlullah (s.a)'dan başkası tarafından ele geçirilecek olursan, muhakkak



öldürülürsün! Haydi şu katırın arkasına bin de seni, Rasûlullah'm yanma kadar
götüreyim. Kendisinden, senin için emân dileyeyim" dedi. Ebû Süfyân
"Vallahi, benim görüşüm de böyledir." dedi. Hz. Abbas:
"Ebû Süfyân'ı süvarilerin ellerinden kurtardı.

Hz. Abbas, Peygamberimizin boz katırının üzerinde, Ebû Süfyân da terkisinde olduğu
halde onu Hz. Peygamber'in huzuruna getirdi.
Rivayete göre; Hz. Abbâs:

"Yâ Rasûlullah! Ebû Süfyân, Hakim b. Hizam ve Büdeyl b. Verkâ'a ben emân vermiş
bulunuyorum. Onlar, huzuruna girecekler." dedi.Peygamberimiz:
"Onları, içeri al!" buyurdu. İçeri girdiler. Gecenin geç vakitlerine kadar
Peygamberimizin yanında kaldılar.

Peygamberimiz, onlardan, Mekke'liler hakkında bilgi aldı ve kendilerini
müslümanlığa davet etti:

"-Allah'dan başka ilâh bulunmadığına ve benim de Allah'ın Rasûlü olduğuma şehâdet
ediniz." buyurdu.

Hakim b. Hizamla Budeyl b. Verkâ' hemen şehadet getirdiler ve müslüman oldular.
Ebû Süfyân ise "Vallahi, Ey Muhammedi Senin Rasûlullah olup olmadığın hakkında
kalbimde azıcık bir işkil var! Bana, biraz mühlet versen olmaz mı?"
dedi.Peygamberimiz, Hz. Abbâs'a:

"Biz bunlara emân verdik. Kendilerini artık, konak yerine götür!" dedi.Ebû Süfyân
hakkında da:

"Ey Abbâs! Onu konak yerine götür! Sabahleyin yanıma getir!" buyurdu.
Hz. Abbâs, onu alıp konak yerine götürdü. Ebû Süfyân, geceyi, Hz. Abbâs'm yanında
£3131

geçirdi.

Hz. Abbâs, sabahleyin Ebû Süfyân'ı alıp Peygamberimizin yanma getirdi. Sonra Ebû
Süfyân Peygamberimize:

"Babam anam sana feda olsun! Usluluk ve yumuşak huylulukta, şereflilikte, akrabalık
hakkını gözetmekte senden daha üstünü yoktur.
Vallahi, sanırım ki: AHah'dan başka ilâh olmasa gerek!

Çünkü, Allah ile birlikte başka ilâh bulunmuş olsaydı, elbette beni zararlardan korur,
yararlardan yararlandmrdı!

Ey Muhammedi Ben, ilâhımdan yardım diledim. Sen de ilâhından yardım diledin.
Vallahi, ben, ne zaman, seninle karşılaştımsa, senin, bana galip geldiğini gördüm!
Eğer, benim ilâhım hak, senin ilâhın bâtıl ve boş olsaydı, ben sana galip gelirdim!"
dedi. Peygamberimiz:

"Yazıklar olsun sana ey Ebû Süfyân! Senin için, benim Rasûlullah olduğumu öğrenme
zamanı daha gelmedi mi?" buyurdu.
Ebû Süfyân:

"Babam, anam sana feda olsun! Usluluk ve yumuşak huylulukta, şereflilikte ve
akrabalık hakkını gözetirlikte senden daha üstünü yoktur.

Senin Rasûlullah oluşuna gelince "Vallahi, bu hususta içimde biraz işkil vardı. Şimdi
bile içimde onlardan biraz şeyler bulunuyor!" dedi.Hz. Abbas:
"Yazıklar olsun sana! Boynun vurulmadan önce, müslüman ol:

Allah'dan başka ilâh bulunmadığına ve Muhammed'in Rasûluüah olduğuna şehâMet
getir!" dedi.

Nihayet Ebû Süfyân, hakka şehadet getirip müslüman oldu, Ebû Süfyân, Hakim b.



[314]

Hizam ve Büdeyl b. Verka, Peygamberimize İslâmiyet üzerine bey'at ettiler.



Ebu Süfyân' a Tanınan Üstünlük Ve Mekkeli'lere Verilen Emân

Hz. Abbas:

"Yâ Rasûlallah! Ebû Süfyân, kavmimizin eşrafından Ve yaşhlanndan-dır. Övülmeyi,
üstün tanınmayı, üstün tutulmayı seven bir adamdır. O'na Övüneceği bir şey lütfetsen
olmaz mı?" dedi.Peygamberimiz:

"Olur! Kim, Ebû Süfyân'm evine girer, sığınırsa, ona emân verilmiştir!" buyurdu. Ebû
Süfyân:

"Benim evime mi? Benim evime mi?" dedi. Peygamberimiz:
"Evet" buyurdu.Ebû Süfyân:

"Benim evimin ne genişliği var ki?" dedi.Peygamberimiz:

"Kim, Kabe'ye girer, sığınırsa ona emân verilmiştir" buyurdu.Ebû Süfyân:

"Kabe'nin ne genişliği var ki?" dedi.Peygamberimizin:

"Kim, Mescid-i Haram'a girer, sığınırsa, ona emân verilmiştir!" buyurdu.Ebû Süfyân:
"Mescid-i Haram'm ne genişliği var ki?" dedi.

"Kim kapısını üzerine kapayıp evinde oturursa ona emân verilmiştir! Kim silâhını
elinden bırakırsa, ona da emân verilmiştir!" buyurdu.Ebû Süfyân:

1315]

"İşte, bu, geniştir!" dedi.
Bazı Hükümler

1. Şâfıîler ve diğer bazı âlimlere göre, Mekke-ı Mukerreme nın evlerini satmak ve
kiraya vermek caizdir. Çünkü bu hadiste ev Ebû Süfyân'a izafe edilmiştir. Kaideye
göre insana izafe edilen bir şey onun mülkü olmasını gerektirir.

2. Hadis-i Şerif, Hz. Ebû Süfyân'm tslâm'a yatıştırıldığına ve onun şerefli bir insan
olduğuna delildir.

3. Mekke'ye giren bir kimsenin ilk yapacağı iş mutlak surette "Kabe'yi tavaftır"
diyenler bu hadisle istidlal etmişlerdir.

4. Mekke'nin harble mi, sulhan mı alındığı âlimler arasında ihtilaflıdır, îmam Azamla
Mâlik, Ahmed b. Hanbel ve Cumhura göre, harben alınmıştır. İmâm Şafiî, sulh yolu
ile alındığına kail olmuştur. Mâziri, İmam Şafiî'nin bu hususta yalnız kaldığını

13161

söylemiştir.

5. Bir müşrik İslâm diyarına gider, orada müslüman olursa iddet süresi bitmeden önce
müşrike karısına dönmesi halinde aralarındaki eski nikâhları geçerli olur.

6. Küfür diyarını fetheden bir İslâm kumandanı, oranın halkından İstediğini öldürüp
istediğine emân vermeye yetkili olduğu gibi, oranın topraklarını gaziler arasında
bölüştürmeyerek eski sahiplerinin ellerinde bırakma yetkisine de sahiptir.

7. Mekke topraklarından haraç alınamaz. Çünkü orası Allah'ın haram kıldığı bir
yerdir. Bu bakımdan orası harp zoruyla fethedilmiş bile olsa topraklarından haraç

£3171

alınamaz Cumhur ulemanın görüşü budur.



25-26. Taif in Fethi İle İlgili Haberler



3025... Vehb (ibn Münebbih)'den demiştir ki: Câbir'e Sakif (kabilesin)in durumunu
sordum. Çünkü (onlar müslüman olduklarına dair Hz. Peygambere) biat etmişlerdi.
Câbir de- (Onlar) Peygamber (s.a)'e kendilerine zekat ve cihâd (mükellefiyetlerinin)
olmamasını şart koştular- cevabını verdi. (Câbir) daha sonra -Peygamber (s.a)i (onlar
ileride tam manâsıyla) "müslüman oldukları vakit (kendiliklerinden) zekat da

[3181

verecekler cihâd da edecekler." derken işitmiş.
3026... Osman b. Ebi'l-As'dan demiştir ki:

Sakif (kabilesin)in heyeti (müslümanlığı kabul etmek gayesiyle) Rasûlullah (s.a)'e
geldikleri vakit, (Peygamber Efendimiz) onları kalplerinin daha da incelmesi (ve
hassaslaşması) için mescide indirmiş. (Onlar müslümanlığı kabul edebilmeleri için)
cihâdla öşürle ve namazla mükellef tutulmamalarını hz. Peygambere şart koşmuşlar.
Rasûlullah (s. a) de:

"Size (muvakkaten) cihâda çağrılmama ve öşürden muaf tutulma (hakkı tanıyorum.
Fakat) namaz bulunmayan dinde hayır yoktur."

11191

Bu bakımdan geçici olarak dahi olsa sizi namazdan muaf tutamam buyurmuştur.
Açıklama

Taif :İkinci iklimde yirmibir derece arz (enlem) dairesinde, rakımı yüksek, akar suları

ekinlikleri, hurma bahçeleri üzüm bağları bulunan, muz ve benzeri meyveler yetişen,

Mekke'nin doğusunda Mekke'ye iki, üç merhalelik büyük bir şehirdir.

Mekke'den Taife yaya yürüyüşüyle bir günde çıkılır, Oradan Mekke'ye yarım günde

inilir.

Hicretin onuncu yılında Huneyn gazvesinden sonra Benû Hevazin kabilesi, müslüman
oldukları için azad edilmişti. Kaçaklardan bazıları ise Ev-tas vadisinde toplanmışlar ve
bunlarda bir İslâm müfrezesi tarafından esir edilmişlerdi. Savaştan kaçan Benû Sakîf

[320]

kabilesi de gidip Taife kapanmışlardı.

Bunun üzerine, Peygamberimiz Taif i kuşattı. Taifliler en şiddetli bir şekilde günlerce
ok savaşı yaptılar.

[3211

Sakîfliler 10-19 gece Taif ten müslümanlara ok ve taş atarak savaştılar.
Bu kuşatmadan bir sonuç alınamadığından kuşatma kaldırıldı. Bir sene sonra Taif

P221

halkı, kendiliklerinden gelip müslüman oldular.

Müslüman olmak üzere Medine'ye gelen Sakîf heyetini Peygamber Efendimiz
mescidde kabul etti. Onları mescidde kabul etmekle, mescidde cemaat halinde namaz
kılan müslümanları görerek kalplerinin incelmesini ve dolayısıyla İslâm'a karşı olan
ilgilerinin daha artmasını umuyordu.

Sakîfliler kendilerinin cihâd, zekat ve namazdan muaf tutulmaları şartıyla İslâm'a
girebileceklerini bildirdiler.

Hz. Peygamberse onlara kendilerinin cihâdla zekattan muaf tutulabileceğini, fakat



namazsız bir dinde hayır olmadığında namazdan muaf tutamayacağını bildirdi. Onlar
da bu şartla İslâm'a girmeyi kabul ettiler.

Peygamber Efendimizin, onları zekât ve cihâddan muaf tutmasının sebebi, aslında
henüz onların zekat vermek ve cihâd etmekle mükellef olmamalarıydı. Çünkü yeni
müslüman oluyorlardı.

Zekatla mükellef olmaları için mallarının üzerinden bir sene geçmesi gerekirdi. O
anda Umûmi seferberlik ilân edilmiş olmadığı için cihâdla da mükellef değillerdi. Bu
sebeple onları geçici olarak zekat ve cihâddan muaf tuttu.

Onlar İslâm'a girdikten sonra, yapacakları güzel amellerle kalplerinin genişleyip
İslâm'a ısınacağını ve zamanla kendiliklerinden zekatlarını verip ve cihâda koşacakları
kendisine bildirildiği için onları zekatla cihâddan muvakkaten muaf tutmuş olması da
mümkündür.

Fakat günde beş vakit namaz kılmak, her müslümana farz olduğundan onların
namazdan muaf tutulma tekliflerini reddetti.

Sakîf kabilesi, kendi azalarıyla müslüman olduklarından Tâif arazisi haraç arazisi

r3231

değil mülk arazisidir.

26-27. Yemen Topraklarının Durumu

3027... Amir b. Şehr'den demiştir ki:

Rasûluliah (s. a) (bir Peygamber olarak ortaya çıkınca (benim mensup olduğum,
Yemen' deki) Hemdân (kavmi) bana:

"Sen bize bir öncü olarak şu (Peygamber olduğu söylenen) adama gider misin? Eğer
sen bizim için ondan hoşlanacak bir durum görürsen (gelip bize haber verirsin) onu(n
peygamberliğini) biz de kabul ederiz. Fakat (onda) hoşlanmadığın bir durum görürsen,
ondan bizde hoşlanmayız!" dedi(ler). Ben de:

"Evet giderim" dedim ve Rasûluliah (s.a)'in huzuruna vardım. Ve (onun) dinini
beğendim (gelip kavmime haber verdim) kavmim de müslüman oldu. (Bunun üzerine)
Rasûluliah (s. a) (orada bulunan) Umeyr Zû Merrân'a şu mektubu yazdı... Malik b.
Merare er-Rehavî'yi de tüm (Yemen halkına elçi olmak üzere) Yemen'e gönderdi,
(onu gön-derince) Akk Zû- Hayvan (isimli şahıs) da müslüman olurdu. Akk (is-
mindeki bu zat)a "Rasûluliah (s.a)'e git de köyün ve malın için ondan bir emân al!"
denildi. (O da) bunun üzerine (yola çıkıp Hz. Peygamber'e) vardı. Rasûluliah (s. a) de
(şu mektubun) ona yazıl(ıp verilmesini emretti:

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle (başlarım) Allah'ın Rasûlii Muhammed'den
Akk Zû Hayvan'a. Eğer (Akk Zû Hayvan isimli bu adam) toprağı, malı ve kölesi
üzerindeki (hak iddiasında gerçekten) doğru söylüyorsa, emân ve Allah'ın zimmetiyle
Rasûlü Muhammed'in zimmeti ona aittir." ve (bu mektubu) Halid b. Said b. el-As
[3241

yazdı.
Açıklama

Tercümede parantez içerisinde de işaret ettiğimiz gibi bu hadisin Râvisi Amir b. Şehr,
Yemen'den ve Hemdan kabilesin-dendir. Hadis-i şeriften anlaşıldığına göre,
kabilesinin onu Hz. Peygamber'e bir temsilci olarak göndermesiyle, önce kendisi



sonra da kabilesi müslüman olmuştur. Hemdan kabilesi müslümanlığa girince Hz.
Peygamber onlara tebrik mahiyetinde bir mektup göndermiştir.

Bu mektubun metni hadiste geçmiyor. Taberani'nin Umeyr Zû Merran'dan naklettiği

bir hadis-i şerifte bu mektubun şu lafızlardan ibaret olduğu ifade ediliyor:

"Umeyr Zû Merrân'a ve Hemdan'dan İslâm'a girenlerin hepsine! Gelelim sadede selam

sizin üzerinize olsun. Kendisinden başka gerçek ilah bulunmayan Allah'a olan hamdini

size (bildirerek sözlerime başlıyorum) Biz rum topraklarından gelince sizin İslâm'a

girdiğiniz haberi bize ulaşmış oldu. Sizlere müjdeler olsun ki, Allah sizi doğru yola

iletmiştir."

Rasûlullah (s. a) tüm Yemen halkına elçi olarak da Malik b. Merare er-Rehavi isimli
sahabiyi göndermiş ve eline bir de Akk zû Hayvan isimli şahsa hitaben yazılmış bir
mektup vermiş mektupda

"Ey Akk (sana gelen bu Malik isimli zât) gerçekten (kendisine verilen) sırlan
muhafaza etti. Emaneti yerine getirdi. Elçilik görevini yaptı. Seni onun vasıtasıyla
hayra davet ediyorum,." anlamında ibareler varmış. Bu mektubu okuyan Akk da
müslüman olmuş, bunu işiten Yemenliler O'na "Madem müslüman oldun, git de Hz.
Peygamber' den köyünün ve mallarının emniyette olacağına dair bir yazı al" demişler.
Onun müracaatı üzerine Hz. Peygamber kendisine "Gerçekten bu mallar ve köyde
çalışan köleler kendi-sininse ve bu şahıs bu malların kendisinin olduğuna dair yaptığı
beyanatında doğru ise, bu mallar Allah'ın ve Rasûlünün teminatı altındadır. Onlara bu
zattan gayrisi dokunamaz" mealinde bir yazı vermiştir.

Bu durumda Yemen arazisi mülk arazisidir ve öşre tabidir. Çünkü burası harpsiz

[325]

alındığından, toprakları olduğu gibi sahiplerine bırakılmıştır.

3028... Ebyaz b. Hammal'dan (rivayet olunduğuna göre) Kendisi elçi olarak vardığı

zaman Rasûlullah (s.a)'le zekat hakkında konuşmuş da (Hz. Peygamber):

"Ey Seba'mn kardeşi zekât (vermek) elbette lazımdır" buyurmuş. Bunun üzerine

Ebyaz:

"Ey Allah'ın Rasûlü! Biz pamuğu ektik. (Fakat bir süre sonra) Sebe (halkından herbiri
bir tarafa) dağıldı gitti. Onlardan Mearibde bulunan az bir cemaatın dışında kimse
kalmadı." demiş. Bunun üzerine Peygamber (s. a) Mearib'de Seba' (halkm)dan
kalanlarla her sene (öşür olarak) meafir kumaşı kıymetinde bir kumaştan yetmiş takım
elbise üzerinde anlaşma yaptı. Seba (halkı) Rasûlüllah (s. a) vefat edinceye kadar (bu
elbiseleri vermeye) devam ettiler. Rasûlüllah'm vefatından sonra tahsildarlar Ebyaz b.
Hammal'la Rasûlüllah (s. a) in yapmış oldukları (öşür olarak senelik) yetmiş elbise
üzerindeki anlaşmayı (Yemen halkının) aleyhine (olacak şekilde) bozdular. Ebû Bekir
(r.a) bunu (tekrar) Rasûlüllah (s.a)in koymuş olduğu hâle çevirdi. (Bu hal) Ebû Bekir
vefat edinceye kadar (devam etti) ölünce bu anlaşma bozuldu (ödenmesi gereken
kıymet kitap ve sünnetle belirlenmiş olan) zekat (mikdarı) üzerinden (tesbit edilmiş)
13261

oldu.

Açıklama

Bezlü'l-Mechûd yazarının açıklamasına göre, Hz. Peygamberin Seba' halkıyla her sene
zekat olarak meafir kumaşı değerindeki bir kumaştan, yetmiş kumaş verilmesi esası



üzerindeki anlaşması zekat olarak verilecek mikdarın meçhul kalmaması ve kesinlikle
belirlenmiş olması içindir. Eğer bu anlaşma sadece "yetmiş kumaş" sözüyle neticelen-
dirilmiş olsaydı, muhakkak ki ileride bir takım anlaşmazlıklar ortaya çıkabilirdi.
Ancak burada şöyle bir müşkil vardır. Zekatın mikdarı Allah tarafından belirlendiği
halde, bir maslahata mebni olarak devlet reisinin onun mik-darım bir sulh mevzusu
yapmaya ve bu mikdarı düşürmeye hakkı var mıdır. Yoksa zekatın mikdarı üzerinde
bir anlaşma müzakeresine girmek sadece Hz. Peygambere ait özel bir durum mudur?
Eğer bunun bütün müslüman devlet reislerinin salahiyeti dahilinde olduğu kabul
edilirse Hz. Peygamberin bir devlet başkanı öıarak bu hakkını kullandığı, Hz. Ebû
Bekir de bir maslahata mebni olarak bu anlaşmanın devamına karar verdiği, ancak Hz.
Ömer devrinde onun devamında bir maslahat görülmediği için Seba' halkının zekatla-
rını meafır kumaşı değerinde bir kumaştan yapılmış yetmiş takım elbise yerine,
zekatın asli mi'.vdarı üzerinden ödemeleri uygun görüldüğü ve bu sebebden de daha
önceki anlaşmanın yürürlükten kaldırıldığı anlaşılır.

Ancak hadisin zahirinden anlaşılan, yapılan bu anlaşmanın zekatın mikdarı üzerinde
olduğu anlaşılıyor. Bunun Hz. Peygamberin hususiyetinden olması gerekir. Fakat
anlaşma mevzuu olan şeyin zekatın mikdarı değil, öşür mikdarı olduğu kabul edilirse
o zaman bu hakkın tüm devlet başkanları için de mevcut olduğu muhakkaktır.
Yemen halkı kendiliklerinden müslüman oldukları için toprakları sahiplerinin elinde

r3271

bırakılmıştır. Bu durum Yemen topraklarının mülk arazi olmasını gerektirir.
27-28. Yahudilerin Arap (Yarım) Adasından Çıkarılması

3029... İbn Abbâs'dan (rivayet olunduğuna göre) Peygamber (s. a) (vefatı esnasında) üç
şeyi vasiyet ederek "Müşrikleri arap (yarım) adasından çıkarınız, gelen heyetlere
benim yaptığım gibi ikramda bulununuz../' dedi. İbn-i Abbas dedi ki: "üçüncüyü
söylemedi -yahutta-onu (söyledi de) ben unuttum" (Humçydi (nin) Süfyan'dan
naklettiğine göre Süleyman "said üçüncüyü de söyledi mi, söylemedimi (pek iyi)

r3281

hatırlayamıyorum" demiştir.)
Açıklama

Hadisin zahirinden anlaşıldığına göre, Hz. Peygamber vefatı esnasında ümmetine uç
vasiyette bulunmuş. Bunlardan biri Hz. İsa'yı ilahlaştıran hıristiyan müşrikleriyle Hz.
Üze-yir'in Allah'ın oğlu olduğunu söyleyen yahudilerin ve tüm müşriklerin arap yarım
adasından çıkarılması.

İkincisi gelen heyetlerin yine eskisi gibi güzelce ağırlanması ile ilgilidir.
Üçüncü vasiyete gelince onu Hz. İbn Abbâs pek iyi hatırlayamamakta-dır. Hz. îbn-i
Abbâs'm rivayetine göre, onu ya Hz. Peygamber söylemekten vazgeçmiştir. Yahutta
Hz. Peygamber söylemiştir de ibn Abbâs kendisi unutmuştur. Hadisin zahirinden
anlaşılan budur. Avnü'l-Mabûd yazarının açıklaması da böyledir. Ancak Bezlü'l-
Mechiîd yazarı bu görüşte değildir. O'na göre, metinde geçen "üçüncüyü söylemedi
yahutta (söyledi ama) ben unuttum" anlamındaki sözü söyleyen Hz. Abdullah b.
Abbâs değil, bu hadisi ondan nakleden Said b. Abbâs adıyla da anılan Said b.
Cübeyr'dir. Yine Bezi yazarının açıklamasına göre, Hafız İbn Hacer (r.a) bu meseleyi



açıklarken "bu sözün ravi Süleyman el-Ahvel"e ait olduğunu ve ravi Süleyman bu
sözüyle hadisi kendisine rivayet eden Said b. Cübeyr'in bu üçüncü vasiy-yeti
kendisine nakledip etmediğini iyice hatırlayamadığını söylemek istemektedir" diyor.
Metnin sonuna ilave ettiği talikten musannif Ebû Davûdun da bu görüşte olduğu
anlaşılıyor. Her ne sebeple olursa olsun, bize intikal etmemiş olan bu üçüncü
vasiyyetin ne olabileceği konusunda da ulema çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu
görüşleri şu şekilde özetleyebiliriz:

1- Bu üçüncü vasiyyet Kur'an'a sarılmaktır. Davûd ile İbn Tîn bu görüştedirler.

2- Bunun Usame b. Zeyd kumandasında düşman üzerine gönderilmesi planlandığı
halde henüz gönderilmemiş olan ordunun hazırlanarak gönderilmesiyle ilgilidir. İbn
Battal, ashabın bu ordunun düşman üzerine gönderilip gönderilmemesi hususunda
ihtilafa düştüğü sırada Hz. Ebû Bekir'in "Hz. Peygamber vefatı esnasında bu ordunun
gönderilmesi için bizden söz aldı." dediğini söyleyerek el-Mühelleb'in bu görüşünü
desteklemiştir.

3- Kadı Iyâz'a göre ise bu üçüncü vasiyyet Hz. Peygamberin "Ey Allah'ım kabrimi
ibadetgâh yaptırma! Peygamberlerinin kabrini mescid haline getiren ümmete Allah'ın

D291

gazabı şiddetli olur." sözüyle ilgili olabileceği gibi, namaz ve kölelere iyi

moı

muamele ile ilgili de olabilir.
Bazı Hükümler

1. İmam Malik, İmam Şafiî ve diğer bazı âlimler, bu hadisi delil getirerek, kafirlerin
Arap yarımadasından çıkarılmasının vacib olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre,
kâfirlerin Arabistan'da yerleşip yaşamalarına müsaade edilemez. Yalnız İmam Şafiî bu
hükmü Hicaz'a tahsis etmiştir. Onun anlayışmca, Hicaz, Mekke, Medine ve Ye-mâme
havalisidir. Yemen ve diğer yerler Hicaz'dan sayılmazlar.

Kâfirler, misafir olarak Hicaz'a girmekten men edilmezler; ancak orada üç günden
fazla kalamazlar. İmam Şafiî ile onu muvafakat edenler, kâfirlerin katiyyen Mekke'ye
giremeyeceklerine kaildirler. Şayet gizlice girerlerse çıkarılmaları vacib olur. Hatta
orada ölürlerse, cesedleri çürümedikçe oradan çıkarılırlar. Nevevî'nin beyamna göre,
Cumhur fukaha bu meselede îmam Şafiî ile beraberdir. Delilleri:
"Müşrikler ancak ve ancak pis şeylerdir. Binaenaleyh bu yıldan sonra Mescid-i

[331]

Harâm'a yaklaşmasınlar" âyeti kerimesidir.

İmam Azam'a göre, zimmi (olan gayri müslim)lerin Mescid-i Haram'a girmelerinde
bir beis yoktur. Çünkü Peygamber (s. a) Sakif heyetini kendi mescidinde misafir
etmişti; halbuki bunlar kâfir idiler. Ayet-i kerime müşriklerin, müslümanlan kendi
hükümleri altına alarak istilâ suretiyle Mescid-i Haram'a giremeyeceklerine hami
olunmuştur. Zira evvelce Mescid-i Harama onlar bakarlardı. Mekke'nin fethinden
sonra böyle bir şey kalmadı. Yahut âyet müşriklerin cahiliyyet devrinde olduğu gibi
Kabe'yi çırıl çıplak tavaf etmelerine müsaade edilmemesi manâsına hamlolunur.

r3321

2. Hastalık Peygamberliğe münafî değildir. Kötü hâle de delâlet etmez.

3030... Ömer b. el-Hattab (r.a), Rasûlüllah (s.a)'ı şöyle buyururken işittiğini



söylemiştir.

"Yahudileri ve Hıristiyanları Arap (yarım) adasından mutlaka çıkaracağım. Orada

D331

müslümandan başka birisini bırakmayacağım."

3031... Hz. Ömer'den demiştir ki: Rasûlüllah (s. a) (şöyle) buyurdu. (Hz. Ömer bu
rivayetinde aynen bir önceki hadisin) manâsım (rivayet etti. Ancak) bir önceki (hadis)
13341

daha uzundur.

3032... İbn Abbâs'dan demiştir ki: Rasûlüllah (s. a) " Bir ülkede iki kıble olamaz"
r3351

buyurdu.

3033... Said b. Abdulaziz dedi ki:

"Arap (yarım) adası (bir taraftan) vadi (el-kura ile) Yemenin sonuna (diğer taraftan da)
Irak sınırından denize (kadar uzanan yerlerin) arasıdır.

Ebû Dâvûdder ki: Malik (şöyle) dedi: Ömer (r.a) Necran halkım (Necran'dan) sürgün
etti. (Teyma halkı ise) Teyma'dar? sürgün edilmediler. Çünkü Teyma Arap
ülkelerinden değildir. Vad-i el-Kura (ya gelince Hz. Ömer) orada bulunan yahudileri

P361

sürgün etmedi. Zira (ashab-ı kiram) orayı Arap topraklarından saymıyorlardı.

3034... (yine İmam) Malik, dedi ki: Hz. Ömer gerçekten Necran ve Fedek yahudilerini

D371

(Necran ve Fedekten) sürüp çıkardı.
Açıklama

Daha önce 3000-3003 numaralı hadis-i şeriflerde yahudilerin Medine'den sürgün
edilişleri ve bunun sebepleri açıklanmıştı. Mevzumuzu teşkil eden bu babdaki hadis-i
şeriflerde ise, yahudilerin, hıristiyanlarm ve diğer müşriklerin Arabistan
yarımadasından çıkarılmaları, orada müslümanlardan başka kimsenin bırakılmaması,
kısaca Arabistan yarımadasının müşriklerden temizlenmesi açıklanmaktadır. 3029
numaralı hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi, Rasûlüllah (s. a) vefatları esna-
sında, bütün müşriklerin Arap yarım adasından çıkarılmasını vasiyet edince, bu
vasiyetin yerine getirilmesi icabettiğinden Arap yarım adasında bulunan müşrikler
oradan çıkarılmışlardır.

Hıristiyanlar, Hz. İsâ Allah'ın oğludur dedikleri için, Yahudiler de Uzeyr, Allah'ın
dğludur, dedikleri için müşrik sayıldıklarından, yahudilerle hıristiyanlar oradan sürgün
edilmişlerdir.

Tarih kitaplarından açıklandığı üzere bu sürgün, Hz. Ömer devrinde ger-
çekleştirilebilmiştir.

Rasûlü Ekrem'in vasiyyeti gereği, müşriklerin elçi olarak Arab yarım adasına
girmelerine izin verilmiş ve Hz. Peygamber devrindeki gibi onlara devlet bütçesinden
masraf edilerek ikramda bulunulmuştur. Ancak onların hac mevsiminde, haram
sınırlarına girmeleri caiz görülmemiştir. Arabistan sınırları içerisine yerleşmelerine ise



asla izin verilmemiştir.

Hadis sarihlerinin açıklamasına göre, 3032 numaralı hadis-i şerifte müslümanlarm
küfür diyarına yerleşmeleri ve kâfirlerin küfür alameti olan bir takım sembolleri îslâm
diyarında izhar etmelerine izin verilmesi yasaklanmaktadır. Binaenaleyh bir
müslümanm, keyfi olarak bir küfür diyarına yerleşmesi caiz olmadığı gibi, kâfirlerin
İslam diyarında küfür alameti olan bir takım sembolleri taşımalarına ya da reklam
etmelerine izin verilmesi de caiz değildir.

Arap yarımadasının sınırları hakkında çeşitli görüşler vardır. Hanefi âlimlerine göre,
bu sınırlar şöyledir: "Arap yarımadası Tihame, Necid, Hicaz, Uruz ve Yemen olmak
üzere beş bölgeye ayrılır. Tihame; Hicaz'ın güney bölgesidir. Necid: Hicaz ile Irak
arasında bulunan bölgedir. Hicaz: Yemen dağlarından başlayıp Şam'a kadar devam
eden bölgedir. Bu bölgede Medine ve Amman şehirleri vardır. Uruz: Yemame dahil
olmak üzere Bahreyn'e kadar uzanan bölgedir. Hicaz'a: Necid ile Yamame arasını

r3381

ayırdığı için "Hicaz" adı verilmiştir.

Buralarda bir kilise yada bir sinogog'un bulundurulmasına izin verilmediği gibi, bu
sınırlar içerisinde köylerde ve şehirlerde şarap ve domuz satılamaz. Müşriklerin

[3391

burada mesken sahibi olup yerleşmelerine izin verilemez.

Esmai'ye göre, Arap yarımadası uzunluğuna Yemen'in öteki ucundan Irak'ın Rif ine
kadar, genişliğine de Cidde'den Şam'ın etrafına kadar olan yerlerdir. Buna Cezire yani
ada denilmesi etrafı üç taraftan denizlerle geri kalan yerleri de nehirlerle çevrili olduğu
içindir. Araplara nisbet edilmesi ise Islamiyetten önceki devirlerde de araplarm yurdu
I34PJ

olduğundandır.

28-29. Sev Ad (Verimli Irak) Toprağı İle Harp Zoruyla Fethedilen Bazı
Toprakların (Dağıtılmavıp) Bırakılması

3035... Ebû Hûreyre'den demiştir ki: Rasûlüllah (s.a):

"Irak; kafîzini ve dirhemini, Şam; Müddünü ve dinarını, Mısır'da; irdebbini ve dinarını
vermeyecektir. Sonra başladığınız yere döneceksiniz"

buyurdu.

(Şeyhim Ahmed b. Abdullah b. Yunus dedi ki: Bu hadisi bana nakleden) Züheyr son
cümleyi üç defa tekrarladı- (Ebû Hûreyre sözlerini şöyle bitirdi) "BunaEbû

I34Ü

Hûreyre'nin eti ve kanı da şahiddir."
Açıklama

Kafız, Iraklılar'm, mûd'de Şamlıların ağırlık ölçüleridir. İr-debb ise, Mısırlıların bir
hacim ölçüsüdür. Iraklıların ve değerlerinin kendilerinden istenileni vermelerinden
maksadın ne olduğu hususunda iki meşhur görüş vardır.

1. Iraklılar müslüman olacak ve kendilerinden cizye ödeme mükellefiyeti kalkacak bu
sebeple de kendilerinden istenmekte olan cizyeyi vermeyeceklerdir. Nitekim bu
olmuştur.

2. Ahir zamanda acemlerle Romalıların bu memleketleri istila etmeleri ve



müslümanlarm bu işine mani olmalarıdır. Bu ikinci görüş daha meşhurdur...
İmam-ı Nevevî, "Bu bizim zamanımızda Irak'ta olmuştur. Şimdi mevcuttur." diyor.
Bazı âlimlere göre, hadisten murad ahir zamanda Iraklılarla diğerlerinin dinden
dönerek zekatlarının vermemeleridir. Bazıları da "Ahir zamanda küffar kuvvet
bulacak ve ödemekte oldukları cizye, haraç gibi vergileri vermekten imtina

£3421

edileceklerdir." demişlerdir.

Metinde geçen "sonra başladığınız yere döneceksiniz" cümlesiyle kıyamete yakın
müslümanlığm zayıflayacağı, müslümanlarmsa azalacağı ve çeşitli meşakkatlara
maruz kalacağı anlaşılmaktadır.

Nitekim yeryüzünde "Allah Allah diyen kalmadıkça kıyamet kopmaz."
1343]

buyurulmuştur.

Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte, Irak'ın, Şam'ın ve Mısır'ın ileride
müslümanlar tarafından fethedilip cizyeye bağlanacağım, fakat zamanla oralardan
cizyenin tekrar kalkacağının haber verilmesi ve bu haberlerin bir bir ortaya çıkması
cihetiyle bu hadis Hz. Peygamberin mucizelerinden birini teşkil etmektedir..
Bezlii'l-Mechûd yazarının açıklamasına göre, mevzumuzu teşkil eden bab başlığında
geçen Sevad kelimesiyle müslümanlarm Hz. Ömer zamanında fethettikleri Irak
kasdedilmektedir. Sevad kelimesi burada "yeşil" anlamında kullanıldığından bu
kelimeyle burada kasdedilen Irak'ın yeşil ve verimli olan kasabaları kasdedilmektedir.
İbn Abidin'de şöyle diyor: "Burada kasdedilen arap Irak'dır. Acem Irak'ı
13441

değildir."

İbn-el Munzîr: Hz. Ömer'in: fethedilen Irak'ın bu verimli topraklarını gazilere
dağıtmayıp hazineye bırakması konusunda şöyle diyor: "Aslında fethedilen bir arazi
onu fetheden gazilerin hakkıdır. Bu böyle olduğu için Hz. Ömer onu gazilere rağmen
hazineye vermiş değildi. Ancak gazilerin gönlünü yaparak, onu hazineye vermiştir.
İmam Malik'e göre fethedilen bir arazi vakıf arazidir." İbn Kayyım el-Cevziyye de
şöyle diyor. "Sahabe ile tabi'-in'in ve mezheb imamlarının çoğunluğuna göre,
fethedilen bir arazi ganimet değildir. Bu arazi devlet başkanının tasarrufuna tabidir.
İsterse onu gazilere bölüştürür. İsterse hazineye bırakır." Hanefi âlimlerinin görüşü de
budur.

Bütün bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, Arap Irak'ı toprakları haraç topraklarıdır.
Nitekim Bedayıus-sanayi'de de böyle denilmektedir.

Bu hadis-i şerif, "Bir topraktan haraç alınması, o topraktan öşür alınmasına engel
değildir. Çünkü öşür kafiz olarak, haraç ise para olarak alınır." diyenlerin delilidir.
[345]

3036... Ebü Hüreyre RasûlüUah (s.a)m (şöyle) buyurduğunu haber vermiştir:
"Herhangi bir memlekete varır da orada ikamet ederseniz, hisseniz oradadır. Hangi
belde de Allah'a ve Rasûlüne isyan ederse o beldenin beştebiri Allah'a ve Peygambere

[3461

aittir. Sonra o (geri kalanı da) sizindir."



Açıklama



Kadi Iyâz'm beyanına göre, Rasulullah'm buradaki ilk cümlesinden murad ihtimal ki
fey dır. ikinci cümle ile de ganimeti kasdetmiş olacaktır. Alimler fey ile ganimet
arasında fark görmüşlerdir.

Fey: Küffarm çekilip gitmesi veya m üsl um anlarla sulh yapmaları neticesinde
onlardan harpsiz darbsiz alman mallardır. Bu mallar beştebir ayrılmaksızın
müslümanlarm yararına sarfolunur.

Ganimet: Küffarla harb ederek alman mallardır. Bunların hükmü beşe taksim edilerek,
biri Allah ve Resulünün hakkı olmak üzere ayrıldıktan sonra geri kalanı gaziler
arasında taksim olunmaktır. Bazan fey' ve ganimet kelimeleri müteradif olarak aynı
manada kullanıldıkları gibi fey'; dönüş ve gölge manalarmada gelir.
Fey'in beşe taksim edilmeyeceğine kail olanların delili, bu hadistir. İmam Şafiîyegöre,
fey' de beşe taksim edilir. İbni'l-Münzir: "Şafiîden önce fey'in beşe taksim edileceğini

£3471

söyleyen hiç bir âlim bilmiyoruz!" demiştir.
29-30. Cizye Almanın Hükmü

3037... Osman b. Ebû Süleyman'dan (rivayet olunduğuna göre) Peygamber (s. a)
(Tebük savaşından sonra) Halid b. Velid'i Devmet (-ül-Cendel)de (bulunan) Ukeydir
üzerine göndermiş (Hz. Halid'le emrindeki müslümanlar tarafından) yakalanmış ve
(onu Hz. Peygamberin huzuruna) getirmişler, (Hz. Peygamberde) onun kanını

13481

bağışlamış ve cizye (vermesi) şartıyla onunla anlaşmış.
Açıklama

Cizye: Zimmilerden (müslüman olmayanlardan) can güven-İlklerinin sağlanması
karşılığında, İslam devleti tarafından alman baş vergisine denir.

Cizyenin toplanması şu âyet-i kerimeye dayanır. "O, kendilerine kitap verilenlerden,
Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve peygamberin haram ettiği şeyleri
haram tanımayan, hak dinini din olarak tanımayan kimselerle, küçülerek cizye

£3491

verecekleri zamana kadar savaşın." Topraktan alman bir vergiyi ifade eden
haraç, bazan cizyeyi de içine alacak şekilde geniş manada kullanılmıştır.
Cizye iki şekilde konur.

1. Karşılıklı anlaşma ile mikdarı tesbit edilir.

2. Savaşla ve düşmanı yenerek,

tslam devleti yerli halkı toprakları ve mülklerinde bırakarak onlara bu vergiyi takdir
eder. Cizye vergisi hür ve mümeyyiz erkeklerden alınır. Çocuklardan, kadınlardan,
rahip, âma, kötürüm ve çalışamayan fakirlerden alınmaz. Üzerinde cizye borcu varken
Islamı kabul edenlerden bu borcu düşer. Cizye mükellefi bu vergiyi ödemekle zimme
denilen bir himayeye hak kazanır. Onun can, mal ve din emniyeti sağlanır. Devlet bu
emniyet şartlarını temin edemezse cizyeyi hak edemez. Vergiyi tahsil devresi

D501

seneliktir. Kolaylık olmak üzere birkaç taksitte alınır.

İslâm hükümeti tarafından konulan cizyelerin mikdarı şahıslara göre üç derecede



bulunur. Zengin olanlara senelik kırksekiz (48), ortahallilere yir-midört (24),
çalışmaya gücü yeten fakirlere de oniki (12) dirhem cizye tarh edilir.
Nisab mikdarına, yani ikiyüz dirhem gümüşe malik olmayanlar fakir, ikiyüz dirhem
mikdarma malik olanlar orta halli dörtyüz ve daha ziyade dirhem mikdarına malik

[35ü

olanlar da zengin sayılırlar...

Cizyenin meşruluğuna delalet eden bu hadis-i şerifte anlatılan hadise, -hicretin
dokuzuncu senesinde (M. 630) vukubulan Tebük seferi esnasında olmuştur.
Siyer kitaplarında bu hadise şöyle anlatılıyor: "Peygamberimiz, Tebük'te bulunduğu
sırada Halid b. Velid'i çağırdı. Yanma dörtyüz süvari verip kendisini Dûmet-ül-
Cendel'de bulunan Ukeydir b. Abdülmalik'e gönderdi. Ukey-dir, Kindelerden olup,
onların kralı idi ve hristiyandı. Dûmetü'l-Cendel, akarsuyu, hurmalık ve ekinleri
bulunan bir yerdir. Şam yollarının ağzmda-dır. Dımışk'a beş, Medine'ye onbeş veya
onaltı geceliktir.

[352]

Şam'ın Medine'ye en yakın beldelerindendir. Tebük'ün yakınındadır.
Ukeydir'in Yakalanışı:

Halid b. Velid, Tebük'ten ayrılıp Dûmetü'l-Cendel'e doğru gitti.

Mehtaplı bir yaz gecesinde Ukeydir'in kalesine, gözle görülebilecek yere kadar
yaklaştı.

O sırada Ukeydir, kalesinin üzerinde ve karısı da yanında bulunuyordu.
Ukeydir, kalenin üzerine, havanın sıcaklığından ötürü çıkmıştı. Şarkıcı cariyesi,
kendisine şarkı söylüyordu, sonra şarap getirtip içti. Derken, yabani bir sığır gelip kale
kapısının önüne yattı. Kalenin kapısmı,-boynuzuyla kazımağa, başladı. Ukeydir'in
karısı Rebab bint-ineyf, İbn Amir'ûl-Rindiyye gidip kalenin üzerinden bakınca,
Yabani sığın gördü. Kendi kendine "Ben, doğrusu yabani sığırın bu geceki gibi semiz
ve etlisini görmedim!" dedi.

Ukeydir'e "seninde, bunun gibisini görmüşlüğün var mı hiç?" diye sordu.
Ukeydir "Hayır vallahi, görmemişimdir?" dedi.

Rebab "Bunu, görüp te kendi haline bırakabilecek bir kimse varmıdır?" diye sordu.
Ukeydirj "Hayır! Onu, hiç kimse bırakamaz?"

Vallahi, ben bu geceden başka hiç bir gecede bize yabani sığır geldiğini
görmemişimdir.

Ben, onları yakalamak istediğim zaman, bir ay veya daha çok zaman atlar besler,
sonra da, üzerine biner, adamlar ve aletlerle birlikte avlamaya çıkardım." dedi.
Kalenin üzerinden indi. Atım getirmelerini emretti.

Atı getirilip eğerlendi. Ukeydir, atma bindi. Kendisiyle birlikte ev halkından bazıları
da, atlandılar.

Ukeydir'in yanma katılanlar arasında kardeşi Hassan ile iki kölesi de, bulunuyordu.
Ellerinde kısa mızrakları olduğu halde, kaleden dışarı çıktılar.

Kaleden ayrıldıkları zaman, Hâlid b. Velid' in süvarileri atlarından hiç biri
kişnemekşizin ve kımıldamaksızm onları gözetlediler.

Kaleden bir müddet uzaklaşınca, Ukeydir'in üzerine saldırdılar. Ukey-dir'i yakalayıp
esir ettiler.

Hassan ise, teslim olmağa yanaşmayıp çarpışmağa kalkınca, kendisini vurup



öldürdüler.

T3531

Kölelerle ev halkından olanlar kaçıp kaleye girdiler.



Ukeydir'le Anlaşma Yapılışı

Halid b. Velid, Ukeydir'e

"Sen bana kaleyi açtırıp feth ettirmek şartıyle seni, Rasülullah (s. a) götürünceye kadar
öldürülmekten korumayı üzerime alsam olur mu?" diye sordu Ukeydir
"Olur!" dedi.

Hâlid b. Velid, Ukeydir'le böylece anlaştı.

Arap kabilelerinin birer birer müslüman olduklarını görünce, Dûmeli-ler,
Peygamberimizden korkmağa başlamışlardı.

Halid b. Velid, Ukeydir'i, bağlı olarak kalenin kapısına kadar götürüp yanaştırdı.
Ukeydir, ev halkına

"Kalenin kapısını açınız!" diye seslendi.

Ukeydir'i, bağlı görünce, Ukeydir'in kardeşi Mudad, kapıyı açmaktan kaçındı.
Bunun üzerine Ukeydir, Hâlid b. Velid'e

"Vallahi onlar, benim bağlı bulunduğumu gördükçe, bana, kalenin kapısını açmazlar.
Sana, Allah adına and veriyorum. İstersen, sana, kaleyi feth ettirmek üzere, bağımı
çöz! İstersen, kale halkı hakkında benimle anlaşma yap!" dedi. Halid b. Velid
"Seninle kale halkı hakkında anlaşma yapalım" dedi. Ukeydir:

"İstersen ben, seni hakem yapayım, istersen, sen beni, hakem yap! dedi. Halid b.
Velid:

"Olur. Biz senin verdiğin şeyi kabul ederiz" dedi. Bunun üzerine

1. İki bin deve,

2. Sekiz yüz at,

3. Dört yüz zırh gömlek,

4. Dört yüz mızrak vermek ve

5. Ukeydir'le kardeşi, Peygamberimize kadar götürülüp hakkında Peygamberimiz
tarafından hüküm verilmek üzere antlaştilar. Ukeydir'in bağı çözülüp kale kapısı
açıldı.

Halid b. Velid, kaleden içeri girdi. Ukeydir'in kardeşi Mudad'ı bağladı. Teslim

[3541

edilmesi kararlaştırılan ganimet malları teslim alındı.
Ganimetin Bölüştürülüşü

Peygamberimize, başkumandan hakkı olarak ganimet malları içinden bir şey
seçildikten ve beştebir hisse çıkarıldıktan sonra kalanların beştedör-dü mücahidler

r3551

arasında bölüştürüldü.

Ukeydir'in Cizye Vermek Üzere Sulh Oluşu Ve Kendisine Emân Fermanı
Verilişi:

Ukeydir'le kardeşi, Peygamberimizin yanma getirildiler.



Ukeydir'in boynunda altından Haç, sırtında da, atlastan elbise vardı. Musa b. Ukbe'ye
göre: Peygamberimiz, onları müslümanlığa davet etti. Fakat yanaşmadılar Cizye
ödemeğe razı oldular.

Peygamberimiz, Ukeydir'in ve kardeşi Mudad'm kanını bağışladı. Cizye vermek üzere
sulh oldu. Kendilerini serbest bıraktı. Ayrıca Peygamberimiz, onlara içinde emân ve
sulh maddeleri bulunan bir de yazı yazdırdı ve onu, baş parmağının tırnağıyla çizerek
mühürledi.

Peygamberimiz, yanında mühür bulunmazsa, mühür yerine, böyle elinin tırnağıyla
çizgi yapardı.

D561

Ukeydir, Tebük'ten memleketine dönüp gitti.
Bazı Hükümler

1. Cizye karşılığında düşmanla sulh yapmak caizdir.

2. Kitap ehlinden alındığı gibi, arap müşriklerinden de cizye almak caizdir.
Fıkıh âlimlerinin bu mevzudaki görüşleri şöyledir:

Hanefî âlimlerine göre: Cizye, ehli kitap denilen yahudiler ile hıristiyan-lardan ve
kendilerinde ehl-i kitap şaibesi bulunan mecûsilerden kabul edilir. Bunlar arap ırkına
gerek mensub olsunlar gerekse mensûb olmasınlar.

Arapdan olmayan putperestlerin cizyeleri de kabul edilebilir. Arap ırkına mensup
putperestlerin cizyeleri kabul edilmez. Bunlar ya İslam'ı seçerler ya da kılıçtan
13571

geçirilirler.

İmam Azam'a göre, sabitlerin cizyeleri de kabul edilebilir. Bunlar Arab ırkına mensub
olsunlar veya olmasınlar farketmez. Fakat İmameyne göre, Arab ırkına mensub olan
sabîîlerin cizyeleri kabul edilemez. Bu ihtilaf sabîi-liğin mahiyeti hakkındaki
telakkiden neşet etmektedir. Mebsut, Hindiyye, Bedayî.

İmam Malik'e göre, yalnız Kureyş kabilesinden olan müşriklerin cizyeleri kabul
edilmez, diğer gayri müslimlerin cizyeleri kabul edilebilir. Bunlar ister kitabî, ister
mecusî isterse putperest olsunlar.

Şafiî ve Hanbeli mezheblerindeki en zahir rivayete göre bilcümle gayri müslimlerin
cizyeleri kabul edilebilir; yalnız putperestler müstesna. Bunların cizyeleri kabul

r3581

edilmez, hangi ırka mensub olursa olsunlar.

3038... Muaz (r.a) den (rivayet olunduğuna göre) Peygamber (s. a) kendisini Yemen'e
vali olarak gönderince, buluğ çağma gelmiş olan her erkekten (cizye olarak) bir dinar,
yahutta Yemen' deki meafır denilen kumaştan bir dinar değerinde -bir elbise- almasını
£3591

emretmiş.
Açıklama

Bu hadis-i şerif, cizyenin sadece erkeklerden alınacağına ve cizye miktarının bir dinar
oduğuna, bu hususta mükellefin zengin olmasıyla fakir olması arasında bir fark
bulunmadığına delalet etmektedir.



Bu mevzuda Hanefî âlimleri ile Şafii âlimleri ihtilafa düşmüşlerdir.
Hanefîlere göre cizye iki şekilde konur.

1. Kâfirlerin, müslümanlarlaaralarmda bir harp olmadığı halde müslü-manlara
müracaat ederek, müslümanlarm kendilerine sağlayacakları himaye ve güven
karşılığında cizye vermeyi teklif etmeleri ile ya da savaş başlamadan önce yapılan sulh
neticesinde konur. Asr-ı saadette Necran halkı ile senelik ikiyüz kat elbise üzerine
yapılan sulh gibi.

2. Müslümanların bir küfür diyarını harple ele geçirmeleriyle konur. Birinci kısma
giren cizye miktarı cizyeyi kabul eden kimselerle, müslümanla-rm anlaşmasına
bağlıdır. Bu cizyenin mikdarı asla artırılamaz. Anlaşma esnasında belirlenen mikdaf
değişmez.

İkinci kısma giren cizye ise 3037 numaralı hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız
gibi, zenginlerden kırksekiz dirhem, orta hallilerden yirmidört dirhem, çalışmaya gücü
yeten fakirlerden de oniki dirhem olarak alınır. Bu mik-dar devlet reisi tarafından
kabul ettirilir. Bu bakımdan hanefi âlimleri mev-zumuzu teşkil eden hadis-i şerifte
kadm, erkek, fakir, zengin ayırımı yapılmadan zikredilen bir dinarlık cizyenin birinci
kısma giren ve sulh yoluyla alman cizye nevinden olduğuna hükmetmişlerdir,
îmam Şafiî (r.a) İse,, mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerife dayanarak alınacak
cizye miktarının fakir veya zengin her erkekten bir dinar ya rak ya da bu değerde bir
Yemen kumaşı olduğunu söylemiştir.

Bezlü'l-Mechûd yazarının dediği gibi, Hanefî âlimlerinin görüşü Hz. Ömer, Hz.
Osman ve Hz. Ali (r.a)'den rivayet edilmiştir. Hanefîlere göre, cizye konusundaki bu
ihtilafın sebebi bu husustaki haberlerin ihtilafından ve Asr-ı saadette Hulefa-i raşidin

r3601

devrinde cizyelerin değişik miktarlarda alınmış olmasıdır.

3039... (Bir önceki hadisin aynısı) Hz. Muaz'dan birde Meşruk kanalıyla (rivayet

imi

olunmuştur)
Açıklama

1362]

Bu hadisin şerhi için bir önceki hadisin şerhine bakılabilir.

3040... Ziyâd b. Hudayr'dan (rivayet olunduğuna göre) Ali (r.a) (şöyle) demiştir.
Ömrüm olursa Tağlib oğulları (denilen) mristiyanlarla mutlaka savaşacağım ve çoluk
çocuklarını esir edeceğim çünkü ben Rasûlullah'la onlar arasında çocuklarını
hıristiyanlaştırmayacakları-na dair ahidname yazmıştım. (Onlar bu ahdi bozdular)
Ebû Dâvud der ki: Bu hadis münkerdir. Bana erişen habere göre Ahmed (b. Hanbel)de
bu hadisi münker sayarmış. Bazılarına göre bu hadis metruk hadise benzemektedir.
(Bu sebeple) bu hadisi Abdurrah-man b. Hani'nin rivayet etmesinin mümkün
olamayacağını söylediler.

(Ebû Dâyud'un talebesi) Ebû Ali der ki: Ebû Dâvud (bana bu Sünen'i) ikinci defa arz

T3631

edişinde bu hadisi okumadı.



Açıklama



İbn Ebî Şeybe'nin Kitab ez-Zekât'ırida, Ebû Ubeyd'in Kitabu'l-Emval'inde Hz. Ömer'in
Benî Tağlib hıristiyanla-nyla zekatın iki katı cizye ödeyeceklerine çocuklarını
hıristiyanlaştırmaya-caklarma ve hıristiyan olması için hiç kimseyi
zorlamayacaklarına dair bir anlaşma yaptığını, fakat onların bu şartı bozduğunu ifade
eden hadis-i şerifler bulunmaktadır.

Onlar bu şartı bozdukları için, Hz. Ali'nin onlar hakkında böyle bir tehdidde bulunmuş
olması mümkünse de, ulema Hz. Ali'nin böyle bir tehdidde bulunduğunu ifade eden

13641 ^

bu hadisin senedi itibariyle münker olduğuna hükmetmişlerdir.

3041... İbn Ahbâs'dan demiştir ki: Rasûlullah (s. a) Necrân halkı ile (her sene)
müslümanlara (cizye olarak) yarısını Safer ayında kalanını da Recep ayında ikiyüz
(takım) elbise ödemeleri ve Yemen'de (müslümanlara) ihanet için düzenlenmiş bir
harbin çıkması halinde de emanet olarak, otuz zırh, otuz at, otuz deve ve her çeşit
silahdan otuz silahı emanet olarak vermeleri ve müslümanlarm bu silahları onlara geri
verinceye kadar (bu silahların değerini) onlara borçlu olmaları (harp A ten sonra da)
Necrânlılar'a geri vermeleri, buna karşılıkta (Necrânlı-lar'm) bir hadise çıkarmadıkları
yahutta faiz yemedikleri müddetçe kiliselerinin yıkılmayacağı, din alimlerinin
(memleketlerinden) sürülüp çıkarılmayacağı şartıyla bir sulh (antlaşması) yaptı. (Râvi)
İsmail (İbn Abdurrahman-el-Kureşi şu sözleri de) rivayet etti. "Fakat (Necrân halkı)
faiz yediler.

Ebû Dâvud der ki (Necrân halkı) ileri sürülen şartların bazılarını bozunca bir hâdise

r3651

çıkarmış duruma düştüler.
Açıklama

Şevkani'nin dediği gibi Hz. Peygamber, hadiste zikri geçen malları Necrân halkından
cizye olarak almıştır. Bilindiği gibi cizyenin mutlaka bir harp sonucunda konulması
şart değildir. Bir barış antlaşması ile de cizye konulabilir.
Bu hadisin bab başlığı ile ilgili olan tarafı da burasıdır.

Necrân: Mekke ile Yemen arasındadır. Yemen'in Mekke tarafına düşen yerlerindendir.
Mekke'ye yedi merhalel'ktir. Yetmiş üç köyden oluşan bu belde Hicaz beldelerinin en
güzelidir.

Rivayete göre, ilk defa gelipte burayı imar eden kişi Necrân b. Zeydan olduğu için
buraya Necrân ismi verilmiştir.

Necrânhlar, yurtlarında bulunan bir hurma ağacına taparlar ve onu takdis ederlerken,
Feymiyûn adında ve Hz. isa'nın dininde duası makbul ibadete düşkün iyi halli bir zatın
"siz sapıklık içindesiniz taptığınız şu hurma ağacı ne yarar, ne de zarar verebilir. Ben
ibadet ettiğim ilahıma dua etsem onu yok ediverir." demiş ve edince de çıkan bir
kasırganın ağacı kökünden söküp atması üzerine Necrân halkı hıristiyanlığı kabul
f3661

etmiştir.

Hicretin 10. yılında Hz. Peygamber onları İslama davet edince Hz. Peygamberle
görüşmek üzere Medine'ye bir heyet gönderdiler. Bu heyetin Hz. Peygamberle



tartışmağa kalkmaları üzerine Ali İmrân sûresinin baş tarafında bulunan altmış dört
âyet onlar hakkında indi. Bir ara Hz. Peygamberle lanetleşmeye girmeyi düşündülerse
de bunun kendilerinin helakine sebep olacağından korktukları için vazgeçtiler ve Hz.

13671

Peygamberle bir sulh antlaşması imzalayarak geri döndüler. sonra da müslüman
oldular.

Hz. Peygamberin kaleme aldırdığı sulh metni şudur: ' 'Bismillahirrahmanirrahim"
Bu, Allah'ın Rasûlü Muhammed'in, Necrân halkı için yazısıdır:

Necrânlılarm, beyaz, kırmızı, sarı her çeşid nakidleriyle meyva ve mahsulleri ve
köleleri hakkında Rasûlullah'm hükmü:
Bunların hepsini, kendilerine bırakırsın.

Buna karşı, onlar, her yıl Safer ayında bin aded elbise ve her Recep ayında bin adet
elbise olmak üzere iki bin aded elbise ve her elbise ile birlikte birer ukıye gümüş de
ödeyeceklerdir.

Her elbise bir ukiye yani kırk dirhem değerinde olacaktır.

Elbiselerin haraç vergisine nazaran fazlalığı veya ukiye kıymetinden eksikliği
hesaplanacaktır.

Onların, haraç olarak ödemeleri gereken binek hayvanları veya atlar veya zırh
gömlekler veya diğer mallar, kendilerinden hesapla alınacaktır.

Elçilerimizin yirmi gün veya daha az veya otuz gün veya daha az müddetle
konuklanmaları ve ağırlanmalarıyle Necrânhlar mükelleftirler. Elçilerim, bir aydan
fazla tutulamaz, bektetimezler.

Yemen' de bir savaş, bir yaramazlık baş gösterdiği zaman, Necranlılar, emânet olarak

otuz aded zırh gömlek, otuz at ve otuz deve vermekle mükelleftirler.

Elçilerime emânet olarak verilen zırh, at, deve mallar, bunlardan telef olanları da

tazmin edilmek suretiyle, Necrânhlara iade edinceye kadar elçilerimin kefaleti

altındadır.

Necrân ve Necrân'a bağlı yerlerdekilerin malları, canlan, yurdları, dinleri, hazır
bulunanları, bulunmayanları, kiliseleri, ruhbanlıkları, piskoposlukları, az veya çok
ellerinin altındaki her şeyleri, Allah'ın himayesinde ve Allah'ın Rasûlü Muhammed
Peygamberin himayesindedir.

Piskopos, piskoposluğundan, papaz, papazlığından, kilise bakıcısı, bakıcılığından,
kâhin, kâhinliğinden, değiştirilmeyecek, döndürülmeyecek, bulundukları hal ve
durumları, hakkından herhangi bir hak da değiştirilmeye-cektir.
Artık, faiz alma, verme yoktur. Necrânhlara zulüm ve kötülük yapılmayacaktır.
Cahiliye devrinden kalma kan davası da, güdülmeyecektir.

Onların ne mahsullerinden ondabir vergi alınacak, ne asker gelip yurdlarinı
çiğneyecek, ne de, kendileri, savaş için toplanacaktır.

Necrânda, kim, bir hak talebinde bulunacak olursa, aralarında insaf ve adalet üzere
davranacaklar, ne zulüm yapacaklar, ne de zulme uğrayacaklardır.
Gelecekte faiz yiyen kişi, himayemden uzak kalır.

Onlardan hiç kimse, başkasının yaptığı bir haksızlık ve kötülükten sorumlu
tutulmayacaktır.

Necranlılar, bu sahifede yazılı olan vecîbeleri yüksünmeyip gereğini yerine
getirdikleri, hayırhahlık gösterdikleri ve iyi davrandıkları takdirde, Al-lah'm emri
gelinceye kadar, Allah'ın ve peygamberin temelli himayesi altında bulunacaklardır.
Ebû Süfyan b. Harp, Gaylan b. Amr, Benî Nasrlardan Mâlik b. Avf, Akra b. Hâbis'ül-



Hanzalî, Mugîre b. Şube, Beni Beliylerin kardeşi Müstev-rid b. Amr ve Ebû Bekr'in
âzadlısı Amir Şâhid oldu.

D681

Bu yazıyı, Abdullah b. Ebû Bekr, onlar için yazdı.
Bazı Hükümler

1. Cizye karşılığında sulh yapmak caizdir.

2. Sulh karşılığında konulan cizyenin miktarını tarafların anlaşması tayin eder.

3. Bir malı emanet olarak almak meşrudur.

[3691

4. Emaneti zayi eden onun değerini ödemekle mükelleftir.
31. Mecusilerden Cizye Almak Meşrudur

3042... İbn Abbas'dan (şöyle) dedi(ği rivayet olunmuştur:) Fars halkı (kitap ehli idi.)

r3701

Peygamberleri vefat edince İblis onlara din olarak mecûsiliği kabul ettirdi.
Açıklama

Fars halkı; bu günkü İranlılar'dır. Mecusilik, Ateşperesttik demektir. Mecûsiler ateşe
taparlar. Kâinatta sürekli olarak nur ile zulmet arasında bir mücadele bulunduğuna
hayrın nurdan, şerrinde zulmetten geldiğine inanırlar ve ateşe ibadet ederler.
Mecusilerin kitap ehli olduğunu söyleyen Şafiîlerin delilini teşkil eden bu hadis-i şerif,
sözü geçen mecusilerin önceleri bir peygamberin ümmeti ve ehl-i kitap iken
peygamberlerinin vefat etmesi üzerine şeytanın onları dinlerinden uzaklaştırarak batıl
bir din olan mecûsüiğe döndürdüğü ifade edilmektedir. Hadisin zahirinden anlaşılan
şudur:

"Mecûsiler, aslında kitap ehli olduklarına göre, onlarda İslamiyetİ kabul etmemeleri
halinde hıristiyanlar ve yahudiler gibi cizye vererek sulh yapmaya zorlanırlar. Bunu
kabul ettikleri takdirde canlarını ve mallarını kurtarmış olurlar."
Musannif Ebu Dâvud bu hadisi burada zikretmekle, mecusilerin de kitap ehli
olduklarını ve cizye hususunda aynen yahudi ve hırıstiyanlann hükmüne tabi
olduklarını vurgulamak istemiştir. Ancak 2044 numaralı hadisin şerhinde
Açıklanacağı üzere, Cumhur ulema, mecusilerin kitap ehli olmadığına
hükmetmişlerdir. Mecusüerden cizye alınıp alınmayacağı mevzuunda Hidâye müellifi
Burhaneddin el-Merginanî, şöyle diyor: "İslâmiyeti kabule yanaşmayan kitap ehlinin
canları cizye karşılığında bağışlanabildiği gibi aynı şekilde arap putperestlerinin
dışındaki putperestlerin canları da cizye karşılığında bağışlanabilir.
İmâm Şafiî (r.a)'e göre, müslümanlığı kabul etmeyen arap putperestle-riyle
murtedlerin canlarını cizye karşılığında bağışlamak caiz değildir. Onlarla savaşmak ve
kılıçtan geçirmek farzdır.

Netice olarak Şafiîlerle İmam Ahmed (r.a)'e göre, cizye sadece ehl-i kitap ile
mecusilerden alınır.

İmam Malike göre, ister arap müşriki olsun, ister acem müşriki olsun müşriklerin
tümünden cizye almak ve karşılığında canlarını bağışlamak caizdir.



" Hanefî âlimlerine göre Arap müşriklerinin dışındaki müşriklerin tümünden cizye
almak caizdir. İslâm'ın beşiği olan Arabistan müşriklerine gelince onlardan cizye
kabul ederek canlarını bağışlamak asla caiz değildir. Onlar ya müslümanlığı kabul

[37ü

ederler, ya da kılıçtan geçirirler, üçüncü bir yol yoktur.

3043... Bççâle (îbn Abede et-Temimi-el-Anberi tl-Basrî) dedi ki: Ben, el Ahnef b.
Kays'in amcası Cez b. Muâviye'nin katibi idim (Ona) ölümünden bir yıl önce, Hz.
Ömer'in bir mektubu geldi. (Bu mektupta) "Her sihirbazı öldürünüz mecusilerden
kendisine nikah düşmeyen birisiyle evlenmiş olan her çifti biri birinden ayırınız ve
onları (yemeğe başlarken) fısıltı ile söyledikleri sözü söylemekten men ediniz" (diye
yazılıydı).

Bunun üzerine biz, bir günde üç sihirbaz öldürdük ve mecusîler-den Allah'ın kitabına
göre kendisine haram olanlarla evli olan her erkeği (eşinden) ayırdık. (Gez' b.
Muaviye) bolca yemek hazırlayıp mecusileri davet etti. Ve kılıcı da enine olmak üzere
uyluğunun üzerine koydu. (Geldiler) fısıltı halinde söylemekte oldukları sözü söyle-
meden (yemeği) yediler: (Yemektensonra eski adetlerini ifâ etmelerine izin verilmesi
ümidiyle Cez b. Muâviye'nin önüne) bir veya iki katır yükü gümüş (çöp) attılar.
Abdurrahman b. Avf m Rasûlullah (s. a) Hecer mecûsilerinden cizye aldı. diye şahitlik

D721

etmesine kadar Hz. Ömer mecûsilerden cizye almıyordu.
3044... İbn Abbas'dan demiştir:

Bahreyn'den ve Elesbez şehri halkından ve Hecer mecûsilerinden olan bir adam
Rasûlullah (s.a)'e geldi. (Yanında bir süre durduktan) sonra çıktı. Kendisine
"Rasûlullah (s. a) sizin hakkınızda hangi hükmü verdi?" diye sordum.
"Şer" (li bir hüküm) cevabını verdi. (Ben deo'na:)
"Sus!" dedim. (Bunun üzerine)

"İslâm ya da ölüm" (bunlardan birini seçmemize hükmetti) diye cevap verdi. (İbn
Abbas sözlerine devam ederek şöyle) dedi:

"Abdurrahman b. Avf (Rasûlullah (s.a)'in mecûsilerden cizyeyi kabul etti (ğini)
söyledi. Halk da Abdurrahman'in (bu) sözüne sarılıp benim Esbezli(kişi)den işittiğim

r3731

(hadisin hükmünü) bıraktılar.
Açıklama

Mevzuumuzu teşkil eden 3043 numaralı hadisi-i şerifte, Becâle b. Abede'nin Hz.
Ömer"in Ehvaz'daki valisi olan Cez' b. Muâviye'nin kâtipliğini yaptığı ve katipliği
sırasında Hz.Ömer'in Hz. Cez b. Muaviye'ye "Bir müslüman ülkesi olan Ehvaz'da
müslümanlarm himayesi altında yaşayan zımmî mecûsilerden Kur'ân-ı Kerim'de
kendileriyle ev-lenilmesi haram kılman kimselerle evlenenlerin birbirlerinden
ayrılmalarını ve mecusilerin yemeğe başlarken gizli bir sesle söyledikleri sözleri
söylemekten men edilmelerini ve tüm sihirbazların da öldürülmelerini" emreden bir
mektup geldiği ve bu emrin derhal yerine getirildiği ifade edilmektedir. Yine bu hadis-
i şerifte, açıklandığına göre bu mektup, Hz. Ömer'in ölümünden bir yıl önce gelmiştir.
Hz. Ömer hicretin yirmi üçüncü yılında vefat ettiğine göre, bu mektubun hicretin



yirmi ikinci yılında gelmiş olması gerekir.

Hz. Ömer'in bu mektubu gelince bir günde üç sihirbaz birden öldürülmüş ve Kur'ân-ı
Kerîm'e aykırı olarak evlenmiş olan mecusilerin nikahlan geçersiz sayılmış, yemeğe
başlarken fısıltı halinde söylemiş oldukları sözleri söylemeleri yasaklanmıştır.
Onların bu yasağa uyup uymadıklarını yakından görmek maksadıyla Hz. Cez' onları
bir yemeğe davet etmiş, ve bu yasağa uymadıkları takdirde cezalarının kılıç olacağını
ifade etmek için de uyluğunun üzerine bir kılıç koyarak karşılarına oturmuş. Onlar
yemeğe başlarken bu sözleri söylememişler. Fakat giderlerken kaşık olarak
kullandıkları gümüşten Vürd.anları ve Hz. Cez'in önüne atarak gitmişlerdir.
Hz. Cez'in gönlünü almak ve dolayısıyla bu yasağı kendilerinden kaldırmasını
sağlamak ümidiyle atılan bu kürdanlar bir ya da iki katır yükü kadarmış.
Bütün bunlar, Hz. Ömer devrinde mecusilerin Ehvaz'da müslümanlarm himayesinde
yaşadıklarım gösterir ki, bu mecusilerin cizye karşılığında zımmî olarak
müslümanlarm himayesinde yaşadıkları anlamına gelir. Hadisin .bab başlığıyla ilgili
olan kısmı da burasıdır.

Hattâbî'nin açıklamasına göre, Hz. Ömer'in mecusilerin gayri meşru evliliklerinin ve
yemeğe başlarken fısıltı halinde söyledikleri sözlerin yasaklanmasıyla ilgili emri,
onların bu işleri müslümanlar arasında açıktan yap-malarıyla ilgilidir.
Çünkü onların, ya da ehli kitabın, İslâm dışı fiilleri müslümanlar arasında açıkça
yapmaları müslümanlar arasında bir nevi propaganda anlamına gelir. Bu bakımdan
onlar bu işleri açıktan işledikleri zaman bundan men edilmeleri gerektiği gibi Kur'ân
hükümlerine aykırı olan evliliklerle ilgili bir meseleyi müslüman mahkemelerine
intikal ettirdikleri zaman, hakimin bu nikahı derhal geçersiz sayıp eşleri birbirinden
ayrılması icab eder.

Yine bu hadis-i şerifte, Hz. Abdurrahman b. Avf, "Hz. Peygamber me-cûsilerden
cizye alırdı" diye şahitlik edinceye kadar, Hz. Ömer'in mecûsi-lerden cizye almadığı
ifade edilmektedir. Hattâbî, bu durumun Abdurrahman b. Avf (r.a)'m bu husustaki
şahitliğine kadar, ashab-ı kiramın mecûsi-lerden cizye alınmayacağı görüşünde
olduklarına delalet eder, der.

Nitekim 3044 numaralı hadis-i şerifte ifade edildiği gibi Hz. İbni Ab-bas'm da Esbezli
bir mecusinin "Hz. Peygamber bizim ya müslümanlığı kabul etmemizi yahut da
kılıçtan geçirilmemizi emrediyor" dediğini işiterek mecûsîlerden cizye alınmayacağına
hükmettiği, fakat halk Hz. Abdurrahman b. Avf m bu mevzudaki şahitliğini işitince
Hz. İbn Abbâs'm rivayetine uymayı bırakıp Hz. Abdurrahman b. Avf m sözüyle amel
etmeye başladıkları ifade edilmektedir. İbn-i Abbâs'm rivayetinin kaynağı "Esbez"li
bir mecûsi Hz. Abdurrahman'm rivayetinin kaynağı ise Hz. Abdurrahmanm kendisidir.
Bir mecûsînin rivayetinin makbul olmadığında ittifak olduğu gibi, bir sahabinin Hz.
Peygambere kadar ulaşan bir rivayetinin sıhhatinde de şüphe yoktur.
Bu bakımdan halk Hz. Ibn Abbâs'm rivayetini bırakıp Hz. Abdurrah-man'ın
rivayetiyle amel etmişlerdir.

Bütün bunlar mecûsiler'den cizye alındığına delalet eden hususlardır,. Ancak
mecûsîlerden niçin cizye alındığı âlimler arasmda ihtilaflıdır.

İmam Şafiî'nin iki kavlinden tercih edilene göre, ehli kitaptan oldukları için alınır. Bu
kavil Hz. Ali b. Ebî Tâlib'den de rivayet olunmuştur. Alimlerin çoğuna göre, ehl-i
kitaptan değillerdir. Yahudilerle hristiyan-lardan cizyenin nassı kitapla mecûsîlerden

I374J

ise sünnetle alınır.."



30-32. Cizyenin Toplanmasında Halka Zulmetmenin Hükmü



3045... Urve b. ez-Zübeyr'den (rivayet olunduğuna göre), Hişam b. Hakim (b. Hizam)
Hımıs'ta iken acem fellahlarmdan bir takım insanları cizye ödemek için güneşte tutan
bir adam bulmuşda "Bu da ne?" diye sormuş ve ben Rasûlullah (s.a)'i
"Şüphesiz ki aziz ve celil olan Allah dünyada insanlara işkence yapan kimselere azab

[375]

eder." derken işittim demiş.
Açıklama

Bu hadis, halka haksız yere zulmeden veya işkence yapan kimselerin Allah'ın azabına
uğrayacaklarını ifade etmektedir.

Haklı olarak verilen kısas, had ve ta'zir cezaları ise bu hadisin hükmüne dahil değildir.
Metinde geçen "elkıbt" kelimesi Müslim'in Sahîh'inde "elenbat = acem fettanları"

[3761

şeklinde rivayet edilmiştir. Müslim'in diğer bir rivayetinde de "ennebt = acem

r3771

fellahı" şeklindedir. Sünen-i Ebû Dâvûd'da geçen Müslim'in diğer bir rivayetinde
de "kıpt" kelimesi Mısır halkı için kullanılır. Hadis-i şerifte anlatılan olay Şam'ın
Hımış şehrinde geçtiğine göre, Müslü-min Sahih'indeki rivayetin daha doğru olduğu
anlaşılır. Çünkü Hımıs'da yaşayanlar kiptiler değil Nebtilerdir. Demek ki Sünen-i Ebû
Davud'un nüshası çıkarılırken "nebt" kelimesi yanlışlıkla "kıbt" şeklinde yazılmıştır.
Biz bu düşünceden hareket ederek bu kelimeyi aslına uygun olarak acem fellahları

r3781

şeklinde tercüme ettik.

31-33. Müslümanların Himayesinde Yaşayan Azınlıklar Ticaretle Uğraştıkları
Zaman Ondabir Vergi Öderler

3046... Harb b. Ubeydullah'(m anne cihetinden dedesi olan şahsın) babasından (şöyle)
dedi(ği rivayet olunmuştur). Rasûlullah (s. a) (şöyle) buyurmuştur:
" Ondabir vergiler ancak yahudiler ve Hıristiyanlar üzerinedir. Müslümanlar üzerinde

D791

ondabir vergi yoktur."

3047... Harb b. Ubeydullah, (birde, bir önceki hadisin) manâsını Peygamber (s.a)'den
(rivayet etmiştir. Ancak bu rivayetinde) "ondabir vergiler" kelimesi yerine haraç

r3801

kelimesini rivayet etmiştir.

3048... Bekr b. Vail (kabilesin)deri bir adamın dayısından (şöyle) dedi(ği rivayet
edilmiştir.Ben Rasûlullah (s.a)'e

"Ey Allah'ın Rasûlü! Kavmimden ondabir vergi toplayayım mı?" diye sordum da:

[38i]

"Ondabir vergiler, ancak yahudiler ve hırıstıyanla üzerinedir" buyurdu.



3049... Harb b. Ubeydillah b. Umeyr es-Sakafı'nin Tağlib oğullarından olan
dedesinden (şöyle) dedi(ği rivayet olunmuştur.)

Peygamber (s.a)'e gelip selam verdim, bana İslâm'ı ve kavmimden müslüman
olanlardan zekatı nasıl toplayacağımı öğretti. (Yanımdan ayrıldıktan) sonra (tekrar)
kendisine dönüp.

"Ey Allah'ın Rasûlü! Ben zekatın dışında bana öğrettiklerinin hepsini iyice belledim.
Kavmimden müslüman olanlardan ondabir vergi de toplayayım mı?" diye sordum.

r3821

"Hayır onda bir vergi ancak hıristiyanlar ve yahudiler üzerinedir" buyurdu.
Açıklama

Hanefi âlimlerinden İbn Melek'in dediği gibi: Burada geçen "öşür" = Ondabir"
kelimesiyle kasdedilen ziraat mahsullerinin zekatı anlamına gelen ondabir vergi değil
tüccarların mallarından alman ondabir ticaret vergisidir.

Ticaret vergisi, hem müslümanİarm hem de zımmîler ile müste'minlerin pasaport ile
İslâm topraklarında seyahat eden yabancıların ticaret mallarından alınır. Bu ticaret
malları, emtia kabilinden olacağı gibi hayvan, tahıl, para ve ziynet eşyası kabilinden
de olabilir. Asılları baki kalmak şartıyla kendilerinden istifade edilen kumaş, elbise,

D831

silah, altın ve gümüşten yapılmış kaplar emtiadan sayılır, tekili meta'dır.
Bu vergiyi toplayacak olan ve aşır denilen memur, hür, müslim, kuvvet ve necdet
sahibi olup şehir ve kasabalardan hariç büyük bir güzergahda ikâmet ederek tüccarın
serbestçe gezip dolaşabilmelerini temin eder ve mallarını yol kesicilerden ve diğer
tehlikelerden korur. Bunun karşılığında da muayyen vergileri tahsil eder. Bir kimsenin

£3841

bu vergiyle mükellef olabilmesi için akıl ve baliğ olması gerekir.
Bu vergiyi toplayacak olan ve âşir denilen memurun da mükellefleri himayeye kadir
olması gerekir. Binaenaleyh çocuklar ve mecnunlar bu vergiyi ödemekle mükellef
olmadıkları gibi, mükelleflerin güvenliğini sağlamaktan aciz kalan bir devlet adına,

[3851

tahsildarlık yapan bir memur da mükelleflerden bu vergiyi toplayamaz.
Bu mevzuda Hattâbî (r.a) de şöyle diyor: Aslında müslümanlardan toprak
mahsullerinden Öşür adıyla alman vergiden başka bu isimle bir vergi daha alınamaz.
Ancak sulh antlaşması esnasında şart kılmmışsa yahudilerle hıristiyanlardan
anlaşmaya uygun olarak belli mikdarda herhangi bir vergi alınabilir. Ancak bu vergi
cizye mikdarindan fazla olamaz. Ve bu verginin müslümanİarm toprak mahsullerinden
alman öşür vergisiyle hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü müslümanlara mahsus olan öşür
vergisi bir ibadet niteliği taşıması cihetiyle yahudi ve hıristiyanlarm topraklarından
alınamaz. İmam-ı Şafiî (r.a)'m görüşü budur.

İmam Ebû Hanefi (r.a)'e göre, eğer bu hıristiyan ve yahudilerin tabi oldukları devlet
kendi ülkesinde bulunan müslüman tacirlerden bu vergiyi alıyorsa, biz de onların
tacirlerinden alırız. Eğer onlar almıyorlarsa biz de almayız. Hanefi ulemasından İbn

r3861

Melek de bu görüştedir.

Fakat Hanefî mezhebinde kararlaştırılan görüş şudur: 'Müslümanlara ait ticaret



mallarından kırktabir, zımmîlere ait ticaret mallarından yirmide-bir vergi alınır. Tacir
olan müste'minlere (pasaportlulara) gelince bunların haklarında mensub oldukları

r3871

hükümetlerin İslâm tacirlerine karşı yaptıkları muamelenin aynısı uygulanır.
Müslüman tacirlerin mallarının eşkıya tehlikesinden korunması karşılığında yol
uğraklarında bulunan görevlilere ödedikleri ondabir vergi pasaportlu tüccarlardan da
alınır.

Bezlu'l-Mechûd yazarının açıklanmasına göre, Şerhu VSünne isimli eserde şöyle
r3881

denilmektedir. "Tacir bir harbî pasaportsuz veya anlaşmasız olarak İslâm

ülkesine girecek olursa, malları ganimet olarak elinden alınır. Eğer ondabir veya daha
çok yada daha az bir vergi ödemek şartıyla girecek olursa şart koşulan mikdar
alınmakla yetinilir..." Ebû UbeydMn "Kitab'ül-Emval" isimli eserinde Hz. Ömer'in
Ziyad b. Hudeyr'i hurmaların vergisini toplamak üzere gönderirken ona
"müslümanlarm ticaret mallarından kırk-tabir, zımmilerin ticaret mallarından
yirmidebir harbîlerin (pasaportlu olarak İslâm ülkesine girenlerin) den de ondabir

D 891

vergi alacaksın." buyurması Hanelilerin bu mevzudaki görüşünü

desteklemektedir. Çünkü o sıralarda müs-lümanlara düşman görünen devletler mu'tad
olarak müslümanlardan ondabir gümrük vergisi alıyorlardı. Bu sebeple

D901

Peygamberimiz, dış ticarette mu-tad olan ondabir vergiye bir süre tabi oldu.
3050... İrbad b. Sariye es-Sülemi'den demiştir ki:

Peygamber (s. a.) le birlikte Hayber'e inmiştik. Yanında da ashabından (o gün)
beraberinde bulunan kimseler vardı. Hayberin başkanı inatçı ve kurnaz bir adamdı.
Peygamber (s.a)e dönerek

"Ey Muhammed sizin, bizim eşeklerimizi kesmeniz, meyvelerimizi yemeniz ve
kadınlarımıza saldırmanız caiz midir?" dedi. Bunun üzerine Peygamber (s. a)
öfkelenip:

"Ey Avfm oğlu atma bin ve -Haberiniz olsun! Cennet (e girmek) mü'minden
başkasına helal değildir. Namaz için toplanınız- diye haykır." buyurdu. (Avfm oğlu da
bu emri yerine getirdi). Bunun üzerine (ashab-ı kiram bu davete uyarak) toplandılar.
Peygamber (s. a) onlara (imam olup) namazı kıldırdı. (Namaz kılındıktan) sonra ayağa
kalkıp:

"Sizden biriniz koltuğuna yaslanarak Allah'ın şu Kur'ân'daki yasakladığı şeylerden
başka hiç bir şeyi yasaklamadığını mı zannediyor? Şunu iyi bilin ki: Vallahi ben (hem)
öğüt verdim (hem bazı şeyleri) emrettim, (bazı şeyleri de) yasakladım. (Benim
emrettiğim ve yasakladığım bu) şeyler Kur'ân (daki yasaklar) kadar vardır. Yahutta
ondan daha fazladır. Yüce Allah sizin izinsiz olarak kitap ehlinin evlerine girmenizi
helal kılmadığı gibi üzerlerinde olan vergiyi ödedikleri zaman karılarına saldırmanızı

[39U

ve meyvelerinizi yemenizi de helal kılmadı" buyurdu.

3051... Cüheyne (kabilesin) den (ve Hz. Peygamberin sahabile-rinden olan) bir

adamdan (rivayet olunmuştur.) Dedi ki: Rasûlüllah (s.aj (şöyle) buyurdu:

"Muhakkak kî siz bir kavimle savaşacak ve onlara galib geleceksiniz, canlanın ve



çocuklarını size karşr mallarıyla korumaya çalışacaklar. (Bu hadisin diğer ravisi) Said
(İbn Mansur ise rivayetinde Müsedded'den fazla olarak şunları da) söyledi -sizinle bir
anlaşma üzerinde barış yaparlar- (bu cümleden sonra her iki ravide rivayetlerinde)
birleş(ip Hz. Peygamberin sözlerine devamle şöyle de)diler. Onlardan bu anlaşma (da

D921

belirlenen vergi mikdarm) dan fazla birşey almayınız. Bu size yakışmaz."

3052... Rasûlüllah (s.a)m sahabilerinden bir cemaat akraba olan babalarından
Rasûlüllah (s.a)in (şöyle) buyurduğunu (rivayet ettiler)

"Dikkatli olun. Kim bir zımmîye zulm ederse yahut onu(n hakkını) kısarsa, veya ona
gücünün yetmiyeceği bir vergi yüklerse, yada gönülsüz olarak ondan birşey alırsa,
kıyamet gününde onun hasmı be-
f3931

nim."
Açıklama

Bilindiği gibi muslumanlıkta ahde vefa etmek, yanı verilen bir söze sadık kalmak, son
derece önemli bir husustur. Hatta verilen bu söz kâfire bile olsa, yine o söze bağlı
kalınıp icabını yerine getirmek İslamm emridir.

Rasûlü Zişan Efendimiz bu babda yer alan hadis-i şeriflerde, karşılıklı anlaşma ile
islam ülkesinde vatandaş olarak yaşama hakkını elde etmiş olan gayri müslim
tebaanın, anlaşma şartlarına uygun kaldıkları sürece, zımmîlik haklarına riayet
edilmesi, mal, can ve namuslarına dokunulmaması, emredilmekte fakat, bu
anlaşmanın kendilerine yüklediği cizye vergisini vermedikleri takdirde bu haklan
kaybedecekleri, ifade edilmekte, vatandaşlık görevini yerine getiren bir zımmîye
zulmeden kimselerin kıyamet gününde hasımlarının bizzat Hz. Peygamber olacağı
vurgulanmaktadır.

Bu babda yer alan 3051 numaralı hadis-i şerifte ise bu" hususun yanında bir de
sünnetin önemine ve kapsamının genişliğine dikkat çekilmektedir.
Bu bakımdan biz burada İslam ülkesinde yaşayan bu gayri müslim vatandaşlarla,
sünnetin önemi ve kapsamı üzerinde kısaca duracağız.

Bilindiği gibi, kendilerine sağlanan bir zımmîlik antlaşması gereğince İslam devleti

13941

içinde daimi olarak oturan ehl-i kitap ve hiristiyanJara zımmî, denir.

İslam devleti, ödedikleri cizye ismi verilen bir vergi karşılığında onları himaye eder ve

korur.

Yüce Allah Kuran-ı Keriminde şöyle buyuruyor. "Kendilerine kitap verilenlerden ne
Allah'a, ne ah i re t gününe inanmayan Allah'ın Peygamberinin haram ettiği şeyleri
haram tanımayan, hak dinini din olarak tanımayan kimselerle, zelil ve hakir olarak

[395]

kendi el(ler)iyle cizye verecekleri zamana kadar, muharebe edin..."
Zımmîlere ait İslâm hukuku kaidelerini incelememiz, bize, islamiyetin çok ülkelerde
müslümanlar ile zımmiler arasında eşitliği tesis ettiğini, onlara birçok haklar verdiğini,
hayatlarını, mallarım ırz ve namuslarını teminat altına aldığını, onlara müslümanlar in
katıldığı mesuliyet ve vazifelerin birçoğunda haklar verdiğini, söz, inanç ve dini
ibadetlerini ifa hürriyetleri sağladığını ve onlara işkence ve kötülük yapılmasını



yasakladığını ve iyi muamele yapılmasını tavsiye ettiğini gösteriyor.
İslamiyetin müslümanlar ile onlar arasında bazı haklarda ayırım yapması, onların
şahsiyeti ile ilgili olmayan bir konu olup, İslamiyetin gözet mekle vazifeli olduğu
genel menfaatleri sağlama konusuyla ilgilidir. Bilindiği gibi, İslâmda idare dini bir
idaredir, herhangi bir kamu hizmetine giren bir kims«: in İslam hukukunu tatbik
etmesi şarttır. Zımmîler müslüman olmadıklarına göre, onlara büyük kamu hizmetleri
görevleri verilemez. Ayrıca gayr-ı müslimin müslümanlar üzerinde kamu yetkisine
haiz olması kabul edilemez bir iştir. Çünkü, bu gibi bir tasarruf müslümanlarm

13961

şuurunu yaralama neticesi verir...

Bu zimmîleştirme mukavelesi, aşağıdaki hallerde nihayete erer:

1- İsyan

2- Cizye vergisini ödeme mecburiyetini red

3- Hükümete itaati red,

4- Hür bir müslüman kadınla zina,

5- Bir düşman devlet ferdine sığınma hakkı vermek ve bu devlet lehinde casusluk
yapmak.

6- Allah'ın, Resulünün ve kitabının kudsiyetine tecavüz etmek,

7- Bir müslümanm dinden dönmesine sebeb olmak,

8- Haydutluğa kalkışmak,

9- Islâmm aziz tuttuğu prensiplere açıktan açığa muhalif hareketlerde bulunmak.

D971

10- Faizli muamelelere düşkün olmak ve buna benzer şeyler Sünnetin Önemi:
Rasûlü Ekrem Efendimizin Sünneti birçok yönlerden büyük bir Önem taşımaktadır.
Dindeki yer ve önemine şu âyet ve hadisler ışık tutmaktadır.

1. "Rasûl size ne verirse onu alınız size ne nehyederse o şeylerden de

r3981

vazgeçiniz."

f3991

2. "Kim Rasûle itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur."

3. Deki Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah'da sizi sevsin ve sizin için

[400]

günahlarınızı bağışlasın.

Mikdam b. Madikerb derki, Rasülüllah (s. a) şöyle buyurdu: "Bana Kur'an ve onunla
beraber onun gibisi (sünnet) verildi. Yakında, karnı tok, koltuğuna yaslanmış birisi:
Size bu Kur'an yeter; onda neyi helal bulursanız helâl kabul ediniz, onda neyi haram
bulursanız haram biliniz, diyecek. Şunu iyi biliniz ki, Allah Rasûlünün haram kıldığı
da Allah'ın haram kıldığı gibidir! Dikkat ediniz: Size ehlî eşek eti, köpek dişli yırtıcı
hayvanlar, aranızda anlaşma bulunan millet ferdinin kayıp eşyası,., helâl değildir.

mı '

Ancak bu sonuncudan sahibinin vazgeçmesi müstesna..."
Sünnetin Kur'an'ın yanındaki durumu üç şekilde bulunur:

a- Her bakımdan ona uyar ve onun aynı olur; bu takdirde bu konuda iki delilin,

takviye için birleşmesi söz konusudur,

b- Kur'ân'da kastedilen şeyi açıklamak için gelmiş bulunur.

c- Kur'ân-ı Kerim'in temas etmediği bir bilgi ve hükmü getirir. Bu üçüncüsü doğrudan
doğruya Rasül-i Ekrem'den (s. a) gelme bir hükümdür. Bunda da ona itaat gereklidir.



Eğer Rasûlüllah'm (s. a) yalnız Kur'ân'a uyan (ve onda bulunan) sözleri dinlense, başka
sözlerine (sünnetlerine) itât edilmeseydi, O'îıa has bir itaat bulunmamış olurdu.
Halbuki Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Kim Rasûle itaat ederse Allah'a itaat etmiş
r4021

olur..." Kim mütevatir veya meşhur olmakça -Kur'an'da bulunmayan bir hükmü
getiren- sünnet dinlenmez" dese çelişkiye düşmüş olur. Çünkü cumhur şu konularda
tek başına âhid haberi kullanmış ve onunla hükmetmişlerdir:

1. Kadını halası veya teyzesi üstünde nikahlamanın haram olması,

2. Soy akrabalığından haram olanlar derecesinde süt akrabalığından da nikahın haram
olması,

3. Alış verişte şart koşma muhayyerliği,

4. Şüf a kaideleri ve müessesesi,

5. Seferde olmadan rehin,

6. Büyük annenin mirası (varis olması)

7. Hayız görenin oruç tutmaması ve namaz kılmaması,

8. Ramazanda oruçlu iken münasebette bulunana keffâret gerekmesi,

9. Vitr namazının vâcib olması,

10. En aşağı mehrin on dirhem olması,

11. Oğuldan olan kız torunun- ölenin kızıyla- altıdabir hisse olması,

12. Oğul katili babanın kısas edilememesi,

13. Mecûsîlerden de cizye vergisinin alınması... Bu örnekleri daha da çoğaltmak
mümkündür.

Sünnet ehlinin bu konuda daha bir çok delilleri vardır. Hatta sünettin hüccet olduğunu

14031

isbat için başlı başına tezler yapılmış ve eserler yazılmıştır.

32-34. Müslüman Olduğu Sene İçinde Zımmîden Cizye Alınır Mı?

3053... Ibn Abbâs'dan demiştir ki: Rasûlüllah (s.a)

r4041

"Müsİümana cizye yoktur" buyurdu.

3054... Muhammed b. Kesir dedi ki: Süfyan'a şu (bir önceki) hadisin tefsiri soruldu da

14051

(bir zımmî) "müslüman olunca ona cizye (vermesi) gerekmez" cevabını verdi.
Açıklama

Metinde geçen müslümana cizye yoktur sözü iki şekilde te'vıl edilmiştir.

1. Eğer bir yahudi müslüman olur ve elinde de bir haraç arazisi bulunursa, kendisinden
cizye vergisi arazisinden de haraç vergisi düşer Süfyân-ı Sevri ile İmam Safı (r.a) bu
görüştedirler.

Hz. Sûfyan-ı Sevri'ye göre, eğer bu arazi savaş yoluyla alınmış ise, müslüman olduğu
için sahibinden cizye vergisi kalkarsa da bu topraktan haraç vergisi kalmaz.

2. Bir zımmî sene ortasında müslümanlığı kabul edecek olursa, henüz sene
tamamlanmadığı için kendisinden o senenin vergisi istenemez. Nitekim üzerinden bir
yıl geçmeden fakir duruma düşen bir müslümandan elinden çıkan malların zekatı da



istenemez. Çünkü bu mallara zekat düşmesi için üzerlerinden tam bir sene geçmesi

gerekir. Halbuki burada bu mallar sene ortasında sahibinin elinden çıkmışlardır.

Üzerinden tam bir sene geçtikten sonra müslüman olan bir zımmînin cizye ödeyip

ödemeyeceği konusu ise ihtilaflıdır. Ebû Ubeyd el Emval isimli eserinde bu durumda

olan bir zımmînin geçen senenin cizye vergisini ödemekle mükellef olmadığını

söylemekte ve bu hususta Hz. Ömer'in bir uygulamasını delil getirmektedir.

İmam Ebû Hanife (r.a)e göre sene sonunda cizye vergisini henüz ödemeden ölen bir

zımmînin kalan malından bu vergi alınamadığı gibi onun varisleri de bunu ödemekle

mükellef tutulamazlar. Çünkü bu cizye vergisi bir borç niteliğinde değildir.

Eğer bu zımmî sene sonunda müslümanlığı kabul edecek olursa cizye vergisi de

kendisinden düşmüş olur.

İmam Şafiî (r.a)e göre, bu vergi bir borç niteliği taşıdığından geçen senenin cizye

r4061

vergisi diğer borçlular gibi sahibinden istenir.

33-35. Devlet Başkanı Müşriklerden (Gelen) Hediyeleri Kabul Edebilir

3055... Abdullah el-Hevzenî dedi ki: Rasûlüllah (s. a) in müezzini Bilal'Ie Haleb'de
karşılaştım da

"Ey Bilal! Rasûlüllah (s.a)in geçimi nasıldı bana anlat" dedim. (Şöyle) cevab verdi:
"Yüce Allah'ın onu (Peygamber olarak) gönderdiği günden beri nesi varsa, onları
kendisi hesabına harcama yetkisi bana aitti. (Bu yetki bende) Rasûlüllah (s.a)in
vefatına kadar (devam etti)

Kendisine bir müslüman gelirde o'nu(n) çıplak (olduğunu) görürse -git borç para bulda
(onunla) şu adama bir elbise alıp giydir ve kendisini doyur- diye bana emir verirdi.
Hatta (bir defasında) müşriklerden biri karşıma gelip "Ey-Bilal benim imkanım vardır.
Benden başka kimseden borç isteme" dedi. Bende (öyle) yaptım (yine) bir gün abdest
almış namaz için ezan okumak üzere kalkmıştım. Bir de baktım ki, o müşrik
tacirlerden oluşan bir cemaat içersinde (bana doğru) yönelmiş (geliyor) Beni görünce:
"Ey Habeş'li" diye seslendi. Ben de

"Buyurun!" diye cevap verdim. Beni asık bir suratla karşıladı ve bana ağır bir söz
sarfedip

"Seninle ay(m sonu) arasında kaç (gün) kaldı biliyor musun?" dedi Bende:
(Ayın sonu): "Yakındır" dedim.

"Seninle onun arasında dört (gün) var. (Ayın sonu gelince seni) üzerindeki borca
karşılık yakalayıp (köle olarak) göndereceğim. Daha önceki gibi yine davar
güdeceksin insanların içini kaplayan (üzüntü o anda benim de) içimi kapladı. Nihayet
yatsı namazını kıldım, Rasûlüllah (s. a) ailesinin yanma döndü. Yanma (girmek için)
izin istedim, izin verdi. (Yanma girince) "Ey Allah'ın Rasûlü anam ve babam sana
feda olsun, kendisinden borç almış olduğum bir müşrik bana şöyle şöyle söyledi.
Bunu benim hesabıma ödeyecek senin yanında da benim yanımda da bir mal yok. ou
işse benim kepaze bir duruma düşmem demektir. Binaenaleyh Allah'ın, Rasûlüne (s. a)
benim borcumu ödeyecek (kadar) bir mal ihsan etmesine kadar şu müslüman olmuş
kabilelerden birine kaçmama izin ver!" dedim. Ve (yanından) çıktım. Nihayet evime
geldim. Kılıcımı, (kılıcımla kınını içerisine koyduğum) torbamı, ayakkabılarımı ve
kalkan»mi (alıp ertesi gün çıkacağım yolculukta yanımda götürmek üzere) yanıbaşıma
koydum. Nihayet (fecr-i sadık denilen) ilk sabah'm dikey (aydınlığı) doğunca artık



yola çıkmaya karar vermiştim. Bir de baktım ki: Bir adam

"Ey Bilal! Rasûlullah (s.a)seni çağırıyor" diye (bana doğru) ko-$u(p geli)yor. Bunun

üzerine yola düşüp Rasûlullah (s.a)a vardım ve (orada) yükleri üzerinde çöktürülmüş,

dört deve gördüm. (Konuşmak için) izin istedim, Rasûlullah (s.a):

"Müjde yüce Allah sana borcunu ödeyecek imkânı gönderdi" dedi. sonra "çöktürülmüş

dört deveyi görmedin mi?" dedi. Bende:

"Evet" cevabını verdim. Bunun üzerine

"Onların da, üzerlerindekilerde senindir. Üzerlerinde giyecek ve yiyecek var. Onları
bana Fedek başkanı hediye etti. (Şimdi) onları al ve borcunu öde!" buyurdu. Bende
öyle yaptım. (Hz. Bilal sözlerine devam ederek) hadisi(n geri kalan kısmını şöyle)
anlattı. (Bir süre) "sonra mescide gittim. Birde baktım Rasûlullah (s.a) mescidde
oturuyor. Kendisine selam verdim:

"Üzerindeki (borç) ne oldu?" dedi "Yüce Allah, Rasûlullah (s.a)in üzerinde bulunan

herşeyi ödedi, (ödenmedik) bir şey kalmadı" cevabını verdim.

(Gelen mallardan borç ödendikten sonra) "Bir şey arttı mı?" diye sordu.

"Evet" dedim.

"Beni on(u elimizde tutmanın sıkmtısm)dan kurtarmaya bak. Çünkü sen beni bundan
kurtarmcaya kadar aile halkımdan hiçbirinin yanma giremem" buyurdu.
Rasûlullah (s.a) yatsı namazını kılınca beni çağırdı ve:
"Yanındaki mal ne oldu?" diye sordu. Ben de

"O, (hala) yanımdadır. Çünkü yanıma onu kendisine verebileceğim ihtiyaç sahibi) bir
kimse gelmedi" dedim. Rasûlullah (s.a)de geceyi mescidde geçirdi. "Evine gitmedi"
Hz. Bilal sözlerine devam ederek) hadisi(n kalan kısmını şöyle) anlattı. Ertesi gün
yatsı namazını kılınca beni (yine) çağırdı

"Yanındaki mal ne oldu?" diye sordu. Ben de: "Ey Allah'ın Rasûlü Allah seni on(un
sıkmtısm)dan kurtardı.' dedini. Bunun üzerine bu mal yanında iken kendisine ölümün
yetişmesi korkusundan (kurtulmasından) dolayı "Allahu ekber Elhamdülillah!" dedi.
Sonra (oradan uzaklaştı) Bende kendisini takibe koyuldum. Nihayet hanımlarının
yanma varıp her birine ayrı ayrı selam verdi ve yatağına vardı. İşte senin (benden)

r4071

sorduğun (Rasûl-ü Ekremin nafakası) bundan ibarettir."

3056... (Bir önceki) Ebû Tevbe hadîsi manâ olarak ve yine aynı senetle bir de Hz.
Muaviye'den (rivayet olunmuştur. Şu farkla ki bir önceki hadiste geçen -Allah'ın
Rasûlüne)- benim borcumu ödeyecek..." (kadar bir mal ihsan etmesine kadar) sözünün
yanında (Hz. Bilal'ın) "Rasûlullah (s.a) benim bu isteğime sükutla cevap verdi. Ben de

[4081

sükuttan pek memnun kalmamıştım." dedi(ği rivayeti de yer almaktadır)
3057... Iyâd b. Hımâr'dan demiştir ki:

Peygamber (s.a)e bir deve hediye et(mek iste)miştim. Bunun üzerine (bana):

"Sen müslüman öldün mu?" diye sordu. Ben: "Hayır" cevabını verdim. Peygamber

(s.a)de:

T4091

"Ben müşriklerin bağışlarını kabul) den men edildim" buyurdu.



Açıklama



3055 ve 3056 numuralı hadis-i şerifler, müşriklerden hediyye almanın caiz olduğuna
delalet ederlerken 3057 numaralı hadis-i şerif bunun caiz olmadığına delalet
etmektedir.

3057 numaralı hadis-i şerif hakkında İmam Tirmizi şöyle diyor: "Rasûlullah (s.a)den
müşriklerin hediyyelerini kabul ettiği de rivayet olunmuştur. Bu hadisde ise kerahiyet
zikredilmiştir ki bunun müşriklerin hediyyelerini bir müddet kabul ettikten sonra vuku'

[4101

bulduğu ve artık onların hediyyelerini kabulden menedildiği muhtemeldir."
Hattâbî ise, 3057 numaralı hadis-i şerifi açıklarken şu görüşlere yer veriyor.
"Rasûl-ü Zişan Efendimizin bu hediyyeyi reddetmesi iki şekilde tefsir edilmiştir.

1. Bu hediyyeyi reddetmekle onu müslüman olmaya davet etmek istemiştir.

BU] '

2. "Hediyyeleşiniz de aranızda karşılıklı sevgi meydana gelsin." hadis-i şerifinde
açıklandığı üzere hediyeleşmek, özellikle hediyyeyi kabul eden kişide onu kendisine
veren kişiye karşı bir sevgi duygusu meydana getirir, Hz. Peygamber bu hediyyeyi
alması neticesinde kalbinde onu veren müşrike karşı bir sevginin doğmasından
korktuğu için kabul etmeyip, reddetmiştir. Çünkü bir peygamberin kalbinin bir
müşrike meyi etmesi asla caiz değildir.

Hz. Peygamberin Habeşistan kralı Necaşi'den gelen hediyyeleri kabul ettiği bilinen bir
gerçek ise de, O hâdiseyle buradaki hâdise kıyas edilemez. Çünkü Necaşi ehl-i kitap
idi. Bilindiği gibi ehl-i kitabın yiyecekleri bize helal kılındığı gibi onların kadınlarını
nikahlamamız da helâl kılınmıştır. Müşrikler ise böyle değildir."
Gerçekten Hz. Peygamberin Eyle Malikinden hediye olarak gelen bir katır,
Ükeydir'den gelen ipek cübbeyi, Rum padişahından gelen boyalı ipek bir elbiseyi

kabul ettiği de bilinmektedir.

Hafız ibn Hacerin dediği gibi, Taberi Hz. Peygamberin müşriklerden gelen hediyyeleri
kabul ettiğini ifade eden hâdiselerle, kabul etmediğini ifade eden hâdiselerin arasını
telif etmek için:

"Hz. Peygamberin bu hediyyeleri kabul etmediğini ifade eden hadisler, hükümleri
sadece Hz. Peygamberin şahsını ilgilendiren özel hadislerdir. Bir başka ifadeyle bu
hadisler Hasais-i Nebeviyye ile ilgilidir.

Kabul ettiğini ifade eden hadislerse, hükümleri bütün müslümanlara ait olan
hadislerdir." demişse de bu söz pek isabetli görünmüyor. Çünkü müşriklerden hediyye
kabul etmenin caizliğine delalet eden hadisler arasında sadece Hz. 'Peygamberin
şahsını ilgilendiren hadislerde vardır.

Bazıları da bu hadislerden, müşriklerden hediyye kabulünün caiz olmadığını ifade
eden hadisler, hediyyesiyle müslümanlann gönlünü kazanıp müs-lümanları kendine
bağlamak isteyen müşriklerin hediyyeleriyle ilgili hadislerdir. Caiz olduğunu ifade
eden hadislerse böyle bir gaye taşımadığı bilinen ve hediyyesinin kabulü gönlünün
İslama ısınmasına vesile olacağı umulan Müşriklerin verdiği hediyyelerle ilgili

I413I

hadislerdir" demişlerdir. En isabetli açıklama da budur.

34-36. (Devlet Başkanının) Toprakları Parselle(yip Tebaasına Bağışla)ması



3058... Alkame b. Vâil(in, babasından rivayet olduğuna göre) Peygamber (s. a)

14141

Hadramevt'te bulunan bir araziyi parselleyerek kendisine vermiştir.

3059... (Bir önceki hadisin) bir benzeri de aynı senetle (yine) Alkame'den (rivayet
[415]

olunmuştur.)
Açıklama

Ikta: Lugatta; bir kimseyi delil ve burhanla ilzam etmek, inan-dırmaktır. Aslı, kesmek,
parçalamak, kesime vermek manâlarına gelen kataa fülindendir. Istılahta: Devlet
reisinin, beytü'l-mâle ait araziden bir şahsa bir mikdar toprağı mukataa yoluyla
vermesi demektir. Yapılan bu işleme Ikta' (= kesime verme), bu şekilde verilen
araziyi mukataa-lî( = kesime verilen) arazi, katıa, denilir. Katianm çoğulu "katayi"

[416]

gelir. Ve7 rene Muktı* ( = kesime veren), verilen sahsa da "Muktaunleh" denir.
Merhum Ö. Nasuhi Bilmen Efendi, îkta'ı şöyle ta'rif etmiştir: "Araziyi memleketten
bazı parçaların (= çiftliklerin) vergilerini beytü'l-malden vazife almaya mustahik olan
Zevata Veliyyü'l-emrin tevcih ve tahsis etmesidir. Bu halde bunların vergilerini

14171

toplama salahiyeti o zatlara ait olur. Kısaca mukataa ıstılahta: Özel kesim eliyle
işletilen ve devlete belli bir pay ödeyen devlet işletmeleri anlamına gelir. Devlet reisi
beytülmale ait olan bu toprakları belirli bir kesime verirken daima ammenin
menfaatini gözönünde bulundurur. Amme menafaati de;

1. Arazinin işlenmesi,

2. Beytülmalin gelir kaynaklarından biri haline gelmesi,

3. Şahsın amme yararına olan bir işi başarması karşılığı mükafat olarak verilmesi veya

4. Böyle bir işe teşvik için önceden ıkta'da bulunması şekillerinde karşımıza çıkar.

1418]

Hanefî Ulemasından, el-Kâsânî, Hanefî âlimlerinin bu mevzudaki görüşlerini

açıklarken şöyle diyor:

"Arazi,

1. araziy-i memluke (mülk arazi)

2. Mülk olmayan mubah arazi olmak üzere iki kısma ayrılır. Ayrıca mülk arazi

a. Ma'mur,

b. Harab olmak üzere iki kısma ayrıldığı gibi mülk olmayan mubah arazide

1. Beldeye bitişik olupta halkın yakacağım temin etmesi ve hayvanların otlatılması
için tahsis edilen arazi

2. Beldeye bitişik olmayan ölü arazi kısımlarına ayrılır.

Ma'mur olan mülk arazide sahibinin izni olmadan hiçbir kimse tasarrufta bulunamaz.
Çünkü sahibinin onun üzerindeki mülkiyet hakkı başkasının onun üzerinde tasarrufta
bulunmasına manidir.

Belde sınırları dışında bulunan ölü arazi ise, kimsenin mülkü değildir. Belde sınırlan
içerisinde kalan arazinin hepsi mülk arazi olduğundan belde sınırları içerisinde ölü
arazi bulunamayacağı gibi.



Beldenin dışında bulunan ormanlık yada mera olan mubah arazi üzerinde de hiç
kimsenin tasarruf hakkı yoktur. Bu bakımdan ammenin maşla hatı söz konusu
olmadıkça devlet başkanı bile buraları parselleyip şahsın emrine tahsis edemez. Ancak
Devlet başkanı müslümanlarm yararına olan hususlarda ölü arazi üzerinde tasarrufta
bulunabilir. Ve şartlar dahilinde ölü araziyi parselleyip özel kişilere verebilir.
Bu cümleden olarak devlet başkanı beldenin imarı için ölü arazi üzerinde bulunan
nehirleri, özel kişilere kiraya verip onların geliriyle köprüleri tamir edebilir. Bu
durumda o arazi ölü arazi olmaktan çıkıp mülk arazisi olur.

Devlet başkanı müslümanlarm maslahatı veya beldenin imarı gibi bir maksada mebni
olarak ölü bir araziyi parselleyip özel kişilerin tasarrufuna verir. O kişilerde bu araziyi
üç sene mühmel bırakırlarsa o arazi tekrar ölü arazi haline dönüşür. Bu sebeple onu p
şahıslardan alıp bir başka şahsa verir. Çünkü Peygamber (s. a) -Bir arazinin etrafını
çeviren bir kimsenin (o araziyi işletmediği takdirde) onun üzerinde üç seneden fazla
mülkiyet hakkı yoktur- buyurmuştur.

Tirmizî'nin Sünen'inde mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifı'in sonunda şu manâya
gelen bir ilave yer almaktadır: "Mahmûd dedi ki! Ennadr, bu hadisi bize Şu'be'den -O
toprağı kesip kendisine vermesi için Muaviye'yi de onunla beraber gönderdi-"
ilavesiyle rivayet etti.

Hadisi sarihlerinin açıklamasına göre buradaki Muaviye'den maksat Hz. Muaviye b.

I4İ91

Ebi Süfyân (r.a)Mır.

3060... Amr. b. Hureys'den demiştir ki: Rasûlullah (s.a) (elindeki) yayla bana
Medine'de bir ev (yeri) çizdi ve:

r4201

"Sana daha da vereceğim, sana daha da fazlasını vereceğim" dedi.
Açıklama

Rasülü Zişan Efendimizin Medine sınırları içinde kalan ara-ziden bir kısmını ikta'
yoluyla parselleyip Hz. Amr b. Hureys'e verdiğini ifade eden ve devlet başkanının
tebaasından uygun gördüğü kimselere boş toprakları bağışlamasının caiz olduğunu
ifade eden bu hadis-i şerif, Bezi yazarının açıklamasına göre iki cihetten münkerdir.

1. Hadisin ravisi Amr b. Hureys daha çocuk yaşta iken Rasûlü Ekrem vefat etmiştir.
Hadis sarihlerinin de ifade ettikleri gibi, Hz. Peygamber vefat ettiği zaman sözkonusu
râvi on yaşında idi.

2. Bu hadisi Amr. b. Hureys'den rivayet eden ve isminin Halife olduğunu söyleyen
zatın kimliği ise tamamen meçhuldür.

Ayrıca bu hadisin sıhhatine gölge düşüren diğer bir hususta Medine şehri içerisinde
bulunan toprakların ikta' yoluyla parsellenip özel kişilere bağışlandığından
bahsetmesidir. Oysa Hz. Peygamberin tatbikatında şehir sınırları içerisinde bulunan
toprakların parsellenerek özel şahıslara verildiği görülmemiştir. Çünkü bir önceki
hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi, belediye sınırları içerisinde bulunan
topraklar "mülk arazi" denilen sahipli topraklar olduğundan sahiplerinin izni olmadan
hiçbir fert o topraklar üzerinde tasarrufta bulunamaz. Hafız Münzirî ise, bu hadis

[421]

hakkında sükut etmiştir.



3061... Rabia b. Ebî Abdurrahman birden fazla kimselerden (rivayet olunduğuna göre)
Rasûlullah (s. a) Für'(denilen yer)in nahiyelerinden (biri olan) Kabeliyye (nahiyesi)nin
madenlerini Bilâl b. el-Hâris el-Müzeni'ye bağışlamıştır. Bu madenlerden bugüne

\422~]

kadar zekâtın dışında hiçbir (vergi) alınmıyor.

3062... Kesir b. Abdillah b. Amr b. Avf in (dedesi Amr)den (rivayet ettiğine göre)
Peygamber (s. a) el-Kabeliyye (denilen nahiye)nin madenlerini deresiyle tepesiyle
Bilal b. el-Haris el-Müzeni'ye bağışlamıştır.

(Bu hadisi) Abbâs'm dışında bir râvi de -(şöyle) rivayet etti- (Hz. Peygamber el-
Kabeliyye'nin madenlerini) deresiyle tepesiyle (Bilal'e verdi.) Ayrıca (ona) Kuds
(denilen dağ)dan ziraate elverişli olan yerleri de (verdi. Fakat bunları verirken) ona
hiçbir müslümanm hakkını vermedi. (Bir de) ona -Bismilllahirrahmanirrahim şu
Allah'ın Rasûlü Mu-hammedin, Bilal b. Haris el-Mu'zeni'ye verdiği (yerleri bildiren
bir vesikadır. el-Kabeliyye (isimli nahiye)yi deresiyle tepesiyle ona bağışlamıştır.- (Bu
olayı) Bir başkasıda (şöyle) rivayet etti. (Hz. Peygamber el-Kabeliyye'nin
madenlerini) deresiyle tepesiyle (Bilare verdi) Ayrıca (Ona) Kuds (denilen dağ)dan
ziraate elverişli olan yerleri verdi. Fakat bunları verirken ona hiç bir müslüman'm
hakkını vermedi- (Bu hadisin) bir benzerimde Ebu Üveys, Edeyi b. Bekr b. Kinane
oğullarının azatlı kölesi Sevr b. Zeyd ve îkrime kanalıyla tbn Abbâs'dan rivayet
[423]

etmiştir.
Açıklama

el-Kabelıyye Deniz kenarında, Medine ye beş gunluk mesa-fede bir nahiyedir.
Fiir': Mekke ile Medine arasında bulunan bir mevkidir. Bu mevkide birçok nahiyyeler
yer almaktadır. El-Kabeliyye nahiyesi'de burada bulunan nahiyelerden biridir.
Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifler, Madenlerin zekata tabi olduğuna,
binaenaleyh maden sahiplerinin ellerinde bulunan madenlerin zekatlarını vermelerinin
farz olduğuna ve devletin yerin altında bulunan katı madenleri ikta usulüyle
vermesinin caiz olduğuna delalet etmektedir.

Maden, Lügatte; ikâmet manâsına olan adn maddesinden alınmıştır. Esasen birşeyin
istikrar üzere duracağı yer demektir. Çoğulu "Meadm" gelir.

Istılahta; Yaratıldığı günden beri yer altında müstekarr olarak bulanan bir takım ecza
ve eczamdan ibarettir ki başlıca üç kısma ayrılır.

1. İzabeye; yani ateş ile yumuşayıp erimeye kabiliyetli olan madenlerdir. Altın,
gümüş, demir, bakır kurşun gibi.

2. İzabeye kabiliyyeti olmayan madenlerdir. Kireç, alçı, yakut, zümrüt gibi.

f4241

3. Mayi (sıvı); halinde bulunan madenlerdir. Su, tuz, zift, cıva, neft (petrol) gibi.
Yapılan bazı araştırmalar, Hz. Peygamberin, Kabeliyye madeninin yerin

14251

derinliklerinde bulanan bir altın madeni olduğunu ortaya koymaktadır.

Araziyi Öşriyye veya haraciyye içerisinde bir müslüman veya zimmî tarafından

bulunup izabeye elverişli bulunan madenler ile vaktiyle gayri müs-limler tarafından



gömülmüş olan definelerde gerek çok ve gerek az olsun vergiye tabidirler.
Binaenaleyh bunların beştebiri beytülmal namına alınır geri kalanı da o araziye malik
olanlara verilir. Şayet o araziye kimse malik değilse bu, kalan mikdar, onları bulanlara
aid olur.

Sahralar, dağlar ve ölü denilen arazi bu gibi maliksiz arazi sayılır. Bunların ziraate
elverişli olanları, araziyi öşriyye veya haraciyye mesabesindedir.
Madenlerde bulunan yakut, zümrüt, firuze, kireç gibi İzabe ve intibaı kabul olmayan
şeylerden vergi alınmaz. Belki bunlar bulundukları mahallin sahibine aiddir.
Binaenaleyh bunlar araziyi memleket dahilinde bulunduğu takdirde tamamen
beytül'mâle aid olmak lâzım gelir.

Bir kimsenin kendi mülk hanesinde, mülk arasında, öşriyye ve haraciyye kabilinden
olmayan sırf mülk arazisinde bulduğu madenler, tamamen kendisine aid olub bunların
bir kısmı beytülmal namına alınmaz.

Bu imamı Azam'dan bir rivayete göredir. Diğer bir rivayete göre mülk arazi de
bulunan madenlerin de humsu = beşte biri beyîülmâl namına alınır. İmameyne göre,
gerek hane, gerekse arsa içerisinde ve gerek mülk arazide bulunan madenlerin humsu
herhalde beytulmâle aiddir.

Cahilliyye devrine aid olan definelerin beşte biri beytulmâle kalanı da bulunduğu arazi
fetih zamanında veliyyül'emir tarafından kime temlik edilmiş ise ona veya onun
varislerine aid olur. Vârisi de mevcud olmayınca tamamen beytülmâle aid bulunur.
Fakat bu define; dağ, sahra gibi memlûk olmayan bir yerde bulunursa maden
hükmünde olup humsu beytülmâle, kalamda bulan şahsa aid olur. Velev ki zimmî
olsun. Şayet bu şahıs, bir müste'min ise bu define elinde bırakılmaz. Meğer ki
hükümetin müsaadesiyle bunu çıkarmaya çalışmış olsun. O halde mukavele şartlarına
göre muamele yapılır.

Müslümanlara mı, cahiliyyeye mi aid olduğunda şüphe edilen bir define, cahiliyyeden
sayılıp hakkında evvelki mesele veçhile muamele olunur. Diğer bir kavle nazaran bu

1426]

define hakkında yitik ahkâmı cereyan eder.

Hanefi âlimlerine göre, madenlerin vergiye tabi olması için nisab mik-darma
ulaşmaları şart değildir. Ancak mezheb imamlarından bazılarına göre, nisab
mikdanndan az olan madenlerden vergi fzekat) alınmaz.

İmam-ı Malik ile Şafii'ye göre, altın ile gümüş madenlerinden vergi alınır, sair,
madenlerden alınmaz. Alınacak vergide kırktabirden fazla olamaz.

r4271

İmam Ahmed'e göre her madenden vergi alınır. Devlet tarafından ikta yoluyla
özel işletmelere verilen madenlerin mülkiyetinin mî yoksa faydalanma hakkının mı
verilebileceği meselesi de ulema arasında ihtilaflıdır.

Fakat sadece intifa (faydalanma) hakkının verilebileceği görüşü daha ağır
r4281

basmaktadır. 3061 numaralı hadis mürsel olmakla beraber, aynı hadis yine aynı
numarada Serv b. Zeyd ed-Deyli vasıtasıyla tbn Abbâs'dan merfu olarak rivayet
T4291

edilmiştir.

3063... (Kesir b. Abdillah b. Amr b. Avf m) dedesinden (rivayet olunduğuna göre)
Peygamber (s. a) el-Kabeliyye (denilen nahiye)nin madenlerini deresiyle tepesiyle



Bilal b. el-Haris el-Müzeni'ye bağışladı. (Râvi b. en-Nadr bu hadise ilave olarak
şunları da) rivayet etti. -(Hz. Peygamber ona oranın) Cers (denilen bir çeşit arazi)si ile
Zat-ün nü-sub (isimli araziy)i de (bağışladı. Hadisin bundan) sonra (ki kısmında
îbrahim-el-Humeyni, Hüseyin b. Muhammed isimli râviler rivayetlerinde) birleş(erek
şöylede) dediler. "Kuds (denilen dağ)dan ziraate elverişli olan kısımları da (ona
bağışladı)- (Fakat bunları verirken) o'na hiçbir müslümanm hakkını vermedi.
Ebu Üveyş dedi ki: Sevr b. Zeyd, İkrime ve îbn Abbas zinciriyle bana (bir önceki
hadisin) aynısını nakletti. İbn Nadr (Bu hadise şunları da) ilave etti. (Hz. Peygamberin
buraları Hz. Bilal İbn el-Harise bağışladığını tescil eden belgeyi) Ubeyy b. Ka'b yazdı.

[4301
Açıklama

Bu hadisle ilgili açıklama bir önceki hadisin şerhinde geçtiğinden burada tekrara

14311

lüzum görmedik.

3064... Ebyaz b. Hammel'den (rivayet olunduğuna göre) kendisi Rasûlullah (s.a)e
gelmiş ve (ondan) tuzlayı, kendisine bağışlamasını istemiş

İbn Mütevekkil (burasını) Mearibdeki tuzla diye rivayet etti. (Hz. Peygamber de)
tuzlayı ona bağışlamış (Ebyaz dönüp gidince) meclis-den bir adam "Ona neyi
bağışladın biliyor musun? hazır ve kesilmeyen suyu bağışladın!" demiş, Bunun
üzerine (o tuzlayı) Ebyaz'dan geri almış (Ebyaz bu defa) Hz. Peygamberden erak
ağaçlarından oluşan Ma'mur arazinin kendisine bağışlanmasını istemiş (Hz.
Peygamber de) deve) ayaklann(m) erişmediği yerleri" (verebilirim) buyurmuş İbn Mü-
tevekkil (ise bu kısmı) "deve ayakları" (nm değmediği uzak yerler şeklinde) rivayet
[432]

etti.

Açıklama

Bu hadis-i şerif, sıvı veya yeryüzüne çıkmış yada yer kabuğuna çok yakın olan
madenlerin şahsi işletmeye verilemeyeceğini söyleyen bazı fıkıh âlimlerinin delilini
teşkil etmektedir.

Bu görüşte olan âlimlere göre, Hz. Peygamberin, Hz. Ebyaz'a vermiş olduğu bu
tuzlayı geri almasının sebebi onun kaynağı hiç kurumayan ve zahmetsizce elde edilen
bir maden olmasıdır.

Mezheb imamlarından imam-ı Şafiî, sıvı ve açık madenlerin ihya için şahıslarca
çevrelenmesine karşı olduğu gibi, yerin derinliklerinde değilde açıkta, olan diğer
madenlerinde işletime verilmesine karşıdır. Ona göre bu tür madenler şahsi tekel altına
alınamaz.

Şafıîye göre; göller yapıp tuzlu su doldurmak suretiyle bir yerden tuz elde
edilebilecekse orası iktâ olarak (işletmeye) verilebilir. Çünkü bu iş daimi bir çalışmayı
gerektirir. Çalışma olmadan tuz elde edilemez. Şafii'nin burada külfet esasından
hareket ettiği açıktır. Çünkü tuzla yapıp tuz elde etmek, kendi kendine oluşan tuz
madenine benzemez.



Hanbelilerden İbn Kudame'nin tuzla hakkındaki görüşü de imam Şafiî'nin ki gibidir.
Ona göre de devlet başkanı böyle bir yeri ikta olarak verebilir. Ve burasını ihya etmiş
olan, mülkiyyetini elde etmiş olur. Aslında İbn Kudâme, sıvı madenlerin ve tüm açık
madenlerin ihya ile mülkiyetlerinin elde edilemeyeceği ve işletmeye de
verilmeyecekleri kanaatmdadır. Ancak bir arazinin ihya ile mülkiyeti elde edildikten
sonra orada, ister derinde olsun ister açıkta olsun katı bir maden bulunursa İbn
Kudâmeye göre, bu maden az önce temas ettiğimiz gibi arazi sahibinin olmaktadır. İbn
Kudame'den önce İmam Şafiî aynı şeyi söylemektedir. Ona göre bir kimse arazi iktası
alıp ihya eder de orada maden bulursa, işlediği müddetçe ona mâlik olur.
İmam Malik (179 H/795 M) açık madenlerde şahsi mülkiyeti kabul etmediğinden
bunların idare ve işletmeye verme haklarının da devletin olduğu rey ve ictihadmdadır.
Maverdi; Cevheri arz üzerinde görünür durumda olan; sürme, tuz, zift, neft ve benzeri-
madenlerin, su gibi olduklarından işletmeye verilmelerinin caiz olmadığı
görüşündedir. Herkes bu madenlere ortak olduğundan diğer insanların da onlardan pay
almaya hakları vardır. Maverdinin muasırı Ferrâ (ö 458)nin görüşü de aynıdır. Corci
Zeyan Mâverdi'ye dayanarak; açık olup ihracı fazla zahmetli olmayan sürme, tuz, neft
ve zift gibi madenlerin hiç kimseye ihale edilmeyerek herkese mübah"tutulduğunu,
diğer madenleri ise, devletin 1/5 kendisine ait olmak üzere isteyenlere ihale
edebileceğini yazar.

Görüldüğü gibi İslâm hukukçuları yeryüzüne çıkmış açık madenlerin ikta olarak
verilemeyeceği görüşünde birleşmişlerdir. Çağımızda bazı müellifler de eserlerinde
müctehidlerin bu görüşlerine yer vermişlerdir. Şah Veliyullah ed-Dihlevi (Ö 1176
H/1762) halk menfaatma aykırı ve halkı eziyete sürekle-diğinden yeryüzVne yakın ve
çıkarılması fazla çalışma ve masraf gerektirmeyen madenlerin şahıslara

1433]

verilemiyeceğini söylemektedir.
Derindeki (Kapalı) Madenler

Yerin derinliklerinde olan katı madenlere gelince, bunların ikta olarak verilip
verilemiyeceği ihtilaflıdır. Ancak yukarıdaki sıvı ve açık madenler hakkındaki
hükümlere bakılırsa genellikle bunların şahsa verilebileceğinin kabul edildiği anlaşılır.
[4341

Hanefî âlimlerinden Serahsi'nin açıklamasına göre, hanefilerde su, neft ve civa gibi
sıvı madenleri ve herhangi bir müdahale olmadan kendi kendine kaynağından fışkırıp
gelenlerin tümü su hükmündeki madenleri toplumun müşterek malı saymışlardır.
Onları bu içtihada vardıran delil, Rasûlullah (s.a)in "müslümanlar üç şeyde ortaktırlar;

f4351 f4361
Suda, otta ve ateşte..." mealindeki hadis-i şeriflerdir.

Nitekim mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte anlatılan, Hz. Peygamberin, Hz.
Ebyaz'a verdiği tuzlayı içersinde kendiliğinden devamlı olan bir su bulunduğu için
geri alması da, kendiliğinden akan su hükmündeki kaynakların özel işletmelere
verilemeyeceğine delalet etmektedir.

Hanefîlere göre: "Maden toprağın bir parçası olduğundan arazinin hükmüne tabidir.
Yer altındaki eski eserler ve hazine (kenz) 1er ise toprağın bir parçası değillerdir.
Bundan dolayı bir kimsenin mülkü olan arazisinde, arsa ve evinde yahut iş yerinde



bulunan madenin 5/4'ü, kimin tarafından bulunursa bulunsun o yerin sahibine aittir.
Madenin, arazinin bir parçası olarak görülmesi ve yer altındaki hazinelerle eski
eserlerin de toprağın parçası olarak düşünülmeyişi, beraberinde bazı hükümler
getirmiştir. Bunun için bazı hanefîler, arazinin satışı ile içindeki madenin de müşteriye
intikal ettiğini kabul ettikleri halde, topraktan bir parça olmaması sebebiyle aynı

[4371

hükmü hazine için kabul etmemişlerdir.

Bezlü'l-Mectıûl yazarının açıklamasına göre, metinde geçen "deve ayaklarının
erişemediği uzak yerleri sana verebilirim" sözü hayvanların otlatılması için bir
beldenin ihtiyaç duyduğu yerleri ve bu gibi yerlerin yakın çevrelerini özel işletmeye
vermenin caiz olmadığım ifade eder. Ancak buralardan uzak olan ve hayvanların
otlamasına yaramayan yerler, Özel işletmeye verilebilir. Bu hadis-i şerif hükmünde
hata eden bir hakimin bu hükmünden dönebileceğine ve merada yetişen otların araziye

14381

ait olup kimsenin tekelinde olmadığına delalet etmektedir.

3065... Muhammed b. el-Hasen el-Mahzumî (bir önceki hadisi şöyle) rivayet etti. (Ben
sana) deve ayaklarının erişemediği yerleri (ikta yoluyla verebilirim. Hz. Peygamber bu
sözüyle) demek istiyor ki: Develer başlarının erişebildiği yerler(dek)i (otları) yerler.

[4391

Başlarının yukarısı mahfuz kalır.
Açıklama

Develer bir yere ayaklan üzerinde giderler, oraya ayaklanyla erişirler. Bu bakımdan bu
hadis-i şerifte, Hz. Peygamber kendisinden erak ağaçlarıyla kaplı olan bir araziyi
isteyen Hz. Ebyâz'a "develerin ayaklan üzerinde varıpta ağızlarının erişemediği
ormanları yahutta uzaklığından dolayı develerin varamadıktan yerleri verebilirim.
Develerin rahatlıkla vanp otlayabildikleri yerleri vermem" cevabını vermiştir. Develer
erak ağacına yetişebildiklerine göre bu hadis "içerisinde erak ağacı bulunan hiçbir
arazi şahıslara verilemez." anlamına da gelebilir. Bu hadis-i şerif hakkında Hattâbî
şöyle diyor:

Bu ifade, ormanlık bir araziyi ihya ederek oraya sahip olan bir kimsenin, o arazi
üzerindeki ormana sahip olamayacağı anlamına gelir.

Çünkü hadis-i şeriften sözkonusu arazinin ilk defa ihya edildiği sırada üzerinde erak
denilen misvak ağaçlarının bulunduğu, bu sebeple de Hz. Peygamberin develerin
yayılabileceği bu ormanlık araziyi kendinden isteyen şahsa vermekten kaçındığı
anlaşılıyor.

Fakat bir araziyi ihya eden kimse, daha sonra bu arazi üzerinde meydana gelen otlara
ve ağaçlara sahip olur. Onlar üzerinde dilediği şekilde tasarruf eder. Bu hadisin ravisi

r4401

Muhammed b. Hasen hadis uydurma suçuyla itham edilmiştir.

3066... Ebyâz b. Hammardan (rivayet olunduğuna göre). Kendisi Rasûlullah (s.a)den

erak (denilen misvak ağaçlarının hükmünü sormuş Rasûlullah (s. a):

"Erak (ağaçların) da özel mülkiyet olamaz" buyurmuş. Bunun üzerine (Ebyâz b.

Hammal)



"Özel mülkiyet sınırların içerisinde bulunan erak ağacı" (nm hükmünü soruyorum)

demiş. Peygamber (s.a)de (tekrar)

"Erak (ağaçlarm)da özel mülkiyet olamaz" buyurmuş.

(Râvi) Ferac (b. Said bu hadisle ilgili olarak) dedi ki: (Ebyâz) "Özel mülkiyet
sınırlarım içerisinde kalan" (sözü) ile "etrafı çevrili ve ekili toprağı ifade etmek
[441]

istemiştir."
Açıklama

Bir önceki hadis-i şerifin şerhinde açıkladığımız gibi Hz. Peygamber kendisinden erak
ağaçlarıyla kaplı bir yeri istemiş, Hz. Peygamber de develerin ayaklarının ve
ağızlarının ulaşamadığı uzak bir yeri ona vermişti.

Daha sonra Hz. Peygambere gelerek, böyle bir araziye sahip olmakla içerisinde
bulunan ağaçlara da sahip olup, olamayacağını sormuş Hz. Peygamber de ona "Sen bu
araziye sahip olduğun esnada içerisinde bu ağaçlar yetişmiş halde bulunduklarından,
bu araziye sahip olmakla üzerindeki dikili ağaçlara da sahip olamazsın" diyerek
sözkonusu ağaçların hiçbir şahsın özet mülkü olamayacağını ifade buyurmuştur.
Sonuç olarak bu hadis-i şerif, bir araziyi ihya eden kimse ihya ettiği bu arazinin
mülkiyetine sahip olmakla beraber araziyi ihya etmeden önce üzerinde yetişmiş olan
ağaçlara sahip olamayacağına bu ağaçların ammeye ait olacağına delalet etmektedir.
f4421

3067... Sahrden (rivayet olunduğuna göre) Rasûlullah (s. a) savaş için Sakıf (kabilesi)
üzerine yürümüş, Sahr (r.a) bunu işitince, Peygamber (s.a)'e yardım etmek için atma
bin(ip bir süvari topluluğu ile birlikte yola çık)mıştı (fakat) Peygamber (s.a)'in (Taifî)
fethedemeden dönüp gitmiş olduğunu gördü ve o gün (Sakif lılar) Rasûlullah (s.a)in
hükmüne boyun eğmedikçe (onların sığındıkları) şu şatodan ayrılmayacağına dair
Allah'a söz verdi. Gerçekten de Hz. Sahr, Onlar, Rasûlullah (s.a)in hükmünü kabul
edinceye kadar onlarla savaşı bırakmadı. (Onlar Hz.Peygamberin hükmünü kabule
yanaşınca) Hz. Sahr Peygamber (s.a)e (şöyle bir) mektup yazdı.
"Gelelim mevzuya, Ey Allah'ın Rasûlü Sakif (kabilesi) senin hükmünü kabul etti.
Şimdi ben onların karşısında bulunuyorum onlarda at üzerinde" (karşımda duruyorlar)
Rasûlullah (s. a) (mektubu alır almaz) namazın cemaatle kılınmasını emretti ve
(cemaat namaz için toplanınca Hz. Sahr'in bu) kahraman (kabilesi) için "Ey Allah'ım
bu kavmin atlısına, yayasına bereket ihsan eyle!" diye on (defa) dua etti. (Bir süre
sonra) Sakif kabilesi Hz. Peygamberin huzuruna geldi. (İçlerinden) El-Muğire b. Şu'be
sözaidi ve

"Ey Allah'ın Rasûlü Sahr, halamı esir aldı. Oysa müslümanlann girdiği dine halam da
girmişti/' dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s. a) Sahr'ı çağırıp O'na
"Ey Sahr? Bir kavim miislümanlığa girdiği zaman kanlarını ve mallarını güvence
altına almış olurlar. Binaenaleyh sen Muğıre'ye halasını geriver" buyurdu. Sahr'da
(halasını) ona iade etti. Ve (söz alıp) Peygamber (s.a)den Süleym oğullarının
İslâm'dan kaçarken bırakıp gittikleri suyu istedi:

"Ey Allah'ın Peygamberi bu suyu benim ve kavmimin hürmetine ver!" dedi (Hz.
Peygamber de) "Evet" (bu suyu size veriyorum) dedi ve (suyu) onlara verdi. Bunun



üzerine Sûleym kabilesi de müslü-man olup Hz. Şahr'm yanma geldiler ve ondan suyu
kendilerine geri vermesini istediler. (Sahr, bu suyu kendilerine vermekten) kaçınınca
Peygamber (s.a)'e varıp:

"Ey Allah'ın Peygamberi müslüman olduk ve suyumuzu bize geri vermesi için Sahr'a
vardık (fakat o buna) yanaşmadı." diye şikâyette bulundular. (Hz. Peygamber de)
Sahr'ı çağırıp

"Ey Sahr! Bir kavim müslümanlığı kabul ettiği zaman, mallarını ve kanlarını güvence
altı a almış olurlar. Binaenaleyh sen bu kavme sularını geri ver" buyurdu. (Sahr da)
"Başüstüne Ey Allah'ın Peygamberi" karşılığını verdi.

Ben (bu sırada) Rasûlullah (s.a)'in Hz. Sahr'dan Cariyeyi ve suyu geri almadan

[4431

(duyduğu) utançtan dolayı yüzünün kızardığını gördüm.
Açıklama

Hz. Peygamberin Sakif kabilesi üzerine düzenlediği bu savaş, hicretin sekizinci yılının
Şevval ayma tesadüf eden Taif gazvesi esnasında vukubulmuştur.
Bilindiği gibi bir topluluğun müslümanlıktan kaçarken arkalarında bırakıp gittikleri
mallar, Fey olarak Hz. Peygambere kalır. Kur'ân-ı Kerim'-den ve Sahih hadislerden
çıkarılan hüküm budur.

Burada da Sakif kabilesinin Islâmiyetten kaçarken bırakıp gittikleri su kaynağı bir fey
olarak Hz. Peygamberin hissesine düşmüş ve Hz. Sahr'm ricası üzerine bu suyu ona ve
kavmine bağışlamıştır.

Bu durumda söz konusu su, Hz, Sahr'm ve kabilesinin özel mülkü haline geldiğinden
bunu onun elinden almanın mümkün olmaması gerekir. Hatta S akillilerin sonradan
müslümanlığa girmeleri bile bu suyu onun elinden geri almaları için yeterli olamaz.
Durum böyleyken Hz. Peygamberin onu Hz. Sahr'm elinden geri alıp Sakiflılara
vermesi izaha muhtaç bir husustur.

Hadis sarihlerinin açıklamasına göre, Hz. Peygamberin suyu, Hz. Sahr'in elinden alıp
Sakiflılara vermesi, O'nun aslında Sakifhlarm hakkı olmasından değildir. Ancak Hz.
Peygamber Sakiflılan İslâmiyete iyice ısmdırabil-mek için bu suyun onlara verilmesi
gerektiğine inanmış ve bu düşünceyle de Hz. Sahr'm rızasını alarak suyu ondan alıp
Sakiflılara vermiştir. Suyu Hz. Sahr'dan geri alırken yüzünün kızarması da aslında bu
suyun Sakifhlarm değil Hz. Sahr'm öz malı oluşundandır.

Sahr'm elinden cariyenin alınması da böyle olmuştur. Çünkü Hz. Sahr onu müslüman
olmadan önce esir etmiştir. Müslümanlığa girmeden esir edilen bir kadının sonradan
müslüman olması onun hürriyetine kavuşmasını gerektirmez.

Ancak Hz. Peygamber Sakifhlarm gönüllerini İslama ısındırmak için Hz. Sahr'm
rızasını alarak bu kadının serbest bırakılıp, iade edilmesini sağlamıştır.
Binaenaleyh Hz. Peygamber:

"Ey Sahr! Bir kavm müslümanlığı kabul ettiği vakit mallarını, kanlarını güvence altına
almış olurlar. Binaenaleyh sen bu cariyeyi ve suyu geri ver!" buyururken "Bunlar
senin hakkın değildir" demek istememiş, ancak bu sözüyle bunları eski sahiplerine
verirseniz iyi olur, diyerek bunları geri vermeye Hz. Sahr'ı ve arkadaşlarını teşvik
etmek istemiştir.

Bununla beraber Hz. Sahr bu kadını müslüman olduktan sonra esir etmiş olması
Rasûlü Ekrem'in de bu yüzden onun serbest bırakılmasını istemiş olması ihtimali de



vardır.

Ayrıca hüküm Allah'ın ve Rasûlünün olduğuna göre, Hz. Peygamberin hakkın
tecellisinin böyle olacağını bildiği için böyle emir vermiş olması da mümkündür.
Bu hadisin mevzumuzu teşkil eden bâb başlığı ile ilgisi Hz. Peygamberin bir su

f4441

kaynağını Hz. Sahr ile etrafındaki cemaate bağışlamasıdır.

3068... Sebre b. Abdülaziz b. er-Rabî' el-Cühenî'nin dedesinden (rivayet olunduğuna
göre), Peygamber (s. a) (Tebük seferine çıkarken ilk defa bugünkü Zûhuşub
vadisindeki) devme ağacının altında bulunan mescidin yerine inmiş, orada üç gün
kaldıktan sonra Tebük'e (doğru yola) çıkmış ve geniş bir arazide kendisine katılan
Cüheyne' kabilesine "Zülmerve halkı kimlerdir?" diye sormuş (Cüheyne'lilerin) "onlar
Cüheyne kabilesinden Rifââ oğullarıdır'* demeleri üzerine "Zûl-merve köyünü "onlara
verdim" buyurmuş. Bunun üzerine (Zülmerve) köylüleri orayı (kendi aralarında)
bölüşmüşler. Onlardan kimisi (hissesini) satmış kimisi de (elinde) tutup işletmiş. (Ravi
İbn Vehb sözlerine şöyle devam etti.) Sonra ben bu hadisi (Sebre'nin babası) Ab-

14451

dulaziz'e sordum, bana bir kısmını haber verdi. (Fakat) hepsini haber vermedi.

3069... Esma bint Ebû Bekir'den (rivayet olunduğuna göre) Rasûlullah (s. a) Hz.

f4461

Zübeyr'e bir hurmalık vermiştir.
Açıklama

Fahr-i Kâinat Efendimiz hicretin dokuzuncu yılının Recep ayma rastlayan Tebük
seferinde yolculuk boyunca ondokuz yerde konaklamış ve orada ibadet etmiştir. Siyer
kitaplarının tesbitine göre, Rasûl-ü Zişan Efendimizin Tebük seferinde ilk konak yeri
Medine'ye bir gecelik mesafede bulunan Zûhuşub vadisi olmuştur.
Peygamberimiz burada, bostan içindeki devme ağacının altında namaz kılmış üçgün
orada kaldıktan sonra yoluna devam etmiştir.

Daha sonra burası muhafaza edilmiş ve zamanla oraya bir mescid yapılmıştır.
"Devme" İri ağaçlar cinsinden nebk(sidr) ya da "mukl" ağacıdır.
Hz. Peygamber daha sonra kendisine katılan Cüheyne kabilesine Şam'la Medine
arasındaki Vadilkura denilen yerdeki Zülmerv köyü halkının kimler olduğunu sormuş
onlar da "Zülmerv köyü halkı Cüheyne kabilesinden Ri-faâ oğullarıdır." deyince bu
köyün arazisini ikta esasına göre onlara vermiştir. Biz ikta' esasına göre bir araziyi
birine vermenin nasıl olduğunu 3058 numaralı hadisin ve onu takib eden hadislerin
şerhinde açıklamıştık.

Aliyyü'l-Kari'nin, Şerhii's-Sünne isimli eserindeki açıklamasına göre ikta:

1. Temellük ıktaı,

2. İrfak iktaı olmak üzere ikiye ayrılır.

Bunlardan birincisi arazinin mülkiyetinin bağışlanması, ikincisi de sadece intifasının
bağışlanması anlamına gelir. Birinci kısım ikta ile bir mala sahip olan, o malın
mülkiyetine, ikinci kısım ikta ile bir mala sahip olan da ondan faydalanma hakkına
sahip olur. Binaenaleyh 3069 numarada Hz. Zübeyre verildiğinden bahsedilen
hurmalık birinci kısımdan olması gerekir.



Ancak Bezlü'I-Mechûd yazarının açıklamasına göre, el-Muzhır, "Hz. Zübeyr'e verilen
bu arazinin yer altında bulunan kapalı bir maden gibi, faydalanılması emeği ve masrafı
gerektiren bir yer olmadığından bu şekilde bağışlanmasının caiz olmaması gerektiğini,
Binaenaleyh bu arazinin Hz. Peygamberin fey yoluyla eline geçen özel mülkü olup
ona bu mülkü bağışlamış olabileceğini, ya da ölü bir arazi olduğu için ihya etmek
üzere ona vermiş olabileceğini" söylemiştir ki çok önemli bir tesbit olduğunda şüphe
yoktur.

Hattâbî'nin açıklamasına göre, Ebû İshak el-Mervezî 2069 numaralı hadisi şerifte
geçen ikta kelimesi ilim erbabı arasında meşhur olan manasında değil de "ödünç

r4471

olarak verdi" manasında kullanılmıştır.

3070... Safıyye bint Uleybe ile Duheybe bint Uleybe'nin haber verdiklerine göre,
babalarının ninesi olan, Kayle bint Mahreme kendilerine (şöyle) demiştir:
"Rasûlullah (s.a)'in yanma gelmiştik. Bekr b. Vail (oğullarm)m elçisi (olan) arkadaşım
Hurey b. Hassan öne geçip îslârniyet(e bağlı kalmak üzere) kendi ve kavmi adına
Rasûlullah (s.a)'e biat etti. Sonra "Ey Allah'ın Rasûlü! Bizimle Temim oğulları
arasında Dehna (mevkii) hakkında (yani) onlardan yolcuların ya da (oradan mecburen)
geçenlerin dışında hiçbir kimsenin oraya girmeyeceğine dair (bir belge) yaz" (ılmasım
emret) dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber katiplerinden birisine emr edip
"Ey Oğul! Hurey s için Dehna hakkında (bir belge) yaz" dedi. Ben (Hz. Peygamberin)
Dehna hakkında Hureys'(in arzusuna uygun bir şekilde idare edilmesi) için emrettiğini
görünce, oranın kendi memleketim ve ülkem olması cihetiyle beni bir üzüntü kapladı
bunun üzerine

"Ey Allah'ın Rasûlü o senden istediği zaman (bu) yerlerden adaletli bir istekte
bulunmadı, tşte bu Dehna senin yakınında bulunuyor, (orası) Develerin ve koyunların
merasıdır. Temim oğullarının kadınları ve oğulları da hemen onun arkasındadır"
Deyiverdim. (Hz. Peygamber de)

"Ey oğul! (bu anlaşma metnini yazmaktan) vazgeç (çünkü bu) kadıncağız doğru
söyledi, müslüman müslümanm kardeşidir. Dehna'da (bulunan) su ve ağaç her ikisi

r4481

için de müşterektir, (orada) fitnecilere karşı yardımlaşırlar" buyurdu.
Açıklama

Metinde geçen "es-Seviyye minelardı" kelimesi sözlükte düz yer, yani ova anlamına
gelirse de, Bezi yazarı, bu kelimenin burada "iki tarafında eşit olarak hakk bulunan bir
yer" anlamında kullanıldığını ve bu kelimenin geçtiği cümlenin "Hureys senden
adaletli bir istekte bulunmadı. Bu isteğin getirilmesi Temimoğullarma karşı haksızlık
ve zulüm olur." manasına geldiğini söylemiştir.

Avnu'l-Mabûd yazarına göre, bu cümle "Ey Allah'ın Rasûlü Hüreys senden içerisinde
verimli ve verimsiz topraklarm aynı seviyede bulunduğu toprakları istememiştir. O
senden develerin ve koyunların otlağı olan verimli Dehna toprağını istemiştir."
anlamında kullanılmıştır.

Metinde geçen "İşte şu Dehna senin yakınındadır" cümlesi ise "Burası senin
yakınındadır. Binaenaleyh burayla ilgili olarak söylediğim sözlerin doğru ve
yanlışlığını varıp kolayca görebilirsin" anlamında kullanılmıştır.



"Orası develerin ve koyunların otlağıdır. Temim oğullarının kadınları ve erkekleri
onun hemen arkasındadır." Cümlesi de "Temim*tilerin buraya son derece ihtiyacı
vardır." anlamında kullanılmıştır. \

Netice olarak, Hz. Peygamber Hureys'in bu isteğini reddetmiş, Dehna'yı Bekr
oğullarına vermekten vazgeçmiş oranın Bekr oğullarıyla Temim oğulları arasında
müşterek bir mera olarak kullanılmasına karar vermiştir.

Bezi yazarının açıklamasına göre, Sünen-i Ebû Davud'un bazı nüshalarında, musannif
Ebû Davud'a metinde geçen fitnecilerden maksadın ne olduğu sorulduğu onun da
"şeytanlardır" cevabını verdiği kaydedilmektedir.

Bu hadisin bâb başlığı ile ilgisi Hz. Peygamberdin bir memleketin mirası durumunda
olan bir yerin bir şahsın emrine tahsis etmesine izin vermediğini ifade etmesidir.
Binaenaleyh bu hadis, hayvanların muhtaç olduğu bir merayı herhangi bir şahsa
vermenin caiz olmadığına delalet etmektedir. Çünkü ot, su gibi olduğundan hiçbir
kimse onu tekeline alarak başkalarını ondan faydalanmaktan men edemez.
İmam Tirmizî, bu hadis hakkında "Kayle'nin hadisini yalnız Abdullah b. Hassan'ın

T4491

rivayetinden bilmekteyiz" demiştir.

3071... Esmer b. Mudarrçs'den demiştir ki: Ben Peygamber (s.a)'m yanma varıp
kendisine biat etmiştim. "Her kim herhangi bir müslümanm kendisinden önce varama-
dığı bir suya ilk önce varıfpta oraya sahipleni)irse, o su ona aittir." buyurdu. Bunun

[4501

üzerine halk (sahipsiz suları) işaretlemek üzere koşarak (yollara) çıktılar.

3072... İbn Ömer'den (rivayet olunduğuna göre), Peygamber (s. a) ez-Zübeyr'e atının
bir defa koşması (neticesinde katedeceği mesafe) kadar bir araziyi vermiş. (Hz.
Zübeyr de orada) atını koşturmuş nihayet (atın gücü ve arazinin sınırı bittiği için
hayvan koşamayıp olduğu yerde) durmuş. Bunun üzerine (Hz. Zübeyr elinde bulunan)
kamçısını (ileri doğru) atmış. Bunun üzerine (Hz. Peygamber)

[45U

"Bu araziyi kamçısının eriştiği yere kadar Zübeyr'e verin!" buyurmuş.
Açıklama

3071 numaralı hadis-i şerif, mera durumunda olmayan ölü bir arazinin etrafını
işaretleyerek çeviren bir kimsenin etrafını çevirdiği araziye içerisindeki suyla birlikte
sahip olacağına delalet ederken 3072 numaralı hadis-i şerifte, bir devleı başkanının,
kamu yararına uygun gördüğü takdirde bazı madenleri ve toprakları özel işletmelerin
veya şahısların emrine tahsis etmesinin caiz olduğuna delalet etmektedir.
Bezi yazarının Aliyyü'l-Kari (r.a)'den naklettiğine göre 3072 numaralı hadisi
açıklarken İmam Nevevî (r,a) şu görüşlere yer vermiştir. "Bu hadis-i ' şerif, devlet
başkanının hazineye ait bir araziyi ikta yoluyla herhangi bir kimseye vermesinin caiz
olduğuna delalet etmektedir. Aslında hazineye ait bir araziye hiç bir kimse sahip
olamaz. Ancak devlet reisinin ikta yoluyla verdiği kimse ona sahip olabilir.
Devlet reisi bir şahsa hazineye ait olan bu arazinin mülkiyetini verebileceği gibi
mülkiyetini mahfuz (saklı) tutup sadece menfaatini de verebilir. Bu hususta önemli
olan ammenin menfaatini gözetmek, ammenin menfaati nasıl hareket etmeyi



gerektiriyorsa o şekilde hareket etmektir.

Hazinenin ya da herhangi bir şahsın malı olmayan bir araziye gelince; bu araziyi ihya
eden herkes ona sahip olabilir. Bu hususta devlet başkanının iznini almaya da ihtiyaç
yoktur. İmam Malik ile İmam Şafiî ve cumhur ulema bu görüştedirler. 3069 numaralı
hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi, el-Muzhir'e göre, 3072 numaralı hadiste
Zübeyr'e verildiğinden bahsedilen arazînin, Hz. Peygamberin fey yoluyla eline geçen
özel mülkü ya da ölü arazi olması ihtimali de vardır.

Bu durum, "Bir kimsenin ölü bir araziyi ihya edebilmesi için devlet reisinden izin

I452J

alması gerekir" diyen îmam Ebû Hanife (r.a) ile Malikiler'in bu görüşünü teyid
etmektedir.

Nitekim mutlak olarak zikredilen "arazi" kelimeleri aslında ölü arazi anlamında
kullanılır.

Ölü arazi iki kısımdır:

1. Bir beldeye bitişik olup o beldenin merası, ya odun temin etmek için kullandıkları
ya da çocuklarının oyun sahası veya mezarlık olan yerlerdir. Buralar hiçbir kimsenin
Özel mülkü olamaz. Bu bakımdan devlet başkanı buraları hiç bir kimseye
bağışlayamaz.

2. Herhangi bir köye bağlı olmayan sahipsiz arazidir ki fıkıh âlimlerin dilinde "ölü
arazi" denilince bu kısım arazi anlaşılır. Hiçbir şahsın özel mülkü olmayan ve
kendisinden asla faydalanılmayan, suyu kesilmiş olan ya da su altında kalan ziraata
elverişsiz arazi çeşitleridir.

Sahipli olan bir arazi, ölü arazi olamaz. Sahibi bilinmeyen bir arazi ise yitik
hükmündedir.

Devlet başkanı, bu ikinci kısım ölü araziyi şahıslara verebilir.

İmam Ebû Hanife ile Malikilere göre, devlet reisinin izni olmadan bu araziyi kimse
ihya ederek mülkiyetine geçiremez.

imâm Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'e, Şafiüere ve Hanbeliler'e göre, bu araziyi

£4531

ihya eden herkes ona sahip olur. görüldüğü gibi 3072 numaralı hadis İmam Ebû
Hanife ile Malikilerin bu mevzudaki görüşlerini te'yid etmektedir. Ancak bu hadisin
senedinde çeşitli yönlerden tenkid edilen Abdullah b. Ömer b. Hafs b. Asım vardır.
[454]

35-37. Ölü Araziyi İhya Etme

3073... Said b. Zeyd'den (rivayet olunduğuna göre), Peygamber (s. a) (şöyle)
buyurmuştur:

"Kim ölü bir toprağı canlandırırca o toprak onundur. Zalim damar (sahibin)e hakk
[455]

yoktur."
Açıklama

Bir önceki hadisin şerhinde ölü arazinin ne demek olduğunu ve kısımlarım
açıklamıştık. Burada da ölü bir arazi ihya edilmiş sayılabilmesi hususunda âlimlerin



görüşlerini açıklayacağız.

Kendisinden faydalanılamayan araziler, hirbir işe yaramadıkları için ölüye
benzetilerek ölü arazi diye isimlendirildiği gibi, onları faydalı bir hale getirmekte,
onları tekrar hayata kavuşturmaya benzetilerek bu işe ihya (diriltme) ismi verilmiştir.
Ölü bir arazinin ihya edilmiş sayılması için nasıl bir muameleye tabi tutulmuş olması
gerektiği meselesi âlimler arasında ihtilaflıdır.

Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte, ölü bir araziyi ihya eden kimsenin o araziye
sahip olacağı ifade edilmektedir.

Hattâbî (r.a) bu, hadis-i şerifi açıklarken şöyle diyor: "Bir araziyi sürmekle veya
etrafını çevirmekle ya da sulamakla orası ihya edilmiş olur. Bu hususta devlet
reisinden izin almaya da ihtiyaç yoktur. Çünkü bu cümle kayıtsız olarak gelmiş bir şart
cümlesidir. Binaenaleyh hangi şekilde, hangi zaman ve mekanda olursa olsun ihya
işini gerçekleştiren bir kimsenin, o araziye sahip olacağını ifade etmektedir. İlim
ehlinin ekserisinin görüşü de budur.

İmam Ebû Hanife'ye gçre, "bir araziyi ihya eden kimsenin oraya sahip olabilmesi için
devlet reisinden izin alması şarttır."

İmam Malik de bir yerin ihya edilmiş olması için imamın iznine ihtiyaç olmadığını
söylüyor. Fakat Maliki âlimleri, bu hususta İmam Ebû Hanife(r.a) gibi düşünmektedir.

[4561

Malikilerce benimsenen görüş te budur.

Ölü bir arazi içerisine, bir bina inşa etmekle veya ağaç dikmek, sulamak, sürmek gibi
onu faydalı bir hale getirmekle ihya edilmiş olur. Fakat etrafına taşlar veya toprak
koymakla ya da etrafım küçük bir duvarla çevirmekle ihya edilmiş olmaz. Çünkü
bunlar araziyi ihya etmek değildir. Arazinin sınırlarını belirlemekten ibarettir. Ancak
bunu yapan kimse bu hareketiyle bu araziye sahip olmaya daha müstehak bir hale
gelmiş olur. Çünkü Rasû-lullah (s. a) kim, bir müslümanm, kendisinden önce
erişemediği şeye herkesten önce erişecek olursa bu kimse o şeye sahip olmaya

£4571

herkesten daha müstehaklır." buyurmuştur.

1458]

Diğer bir hadis-i şerifte de "Mina, önce varan kimsenin konaklama yeridir."
buyurmuştur.

Ancak, Hanbelilere göre, bir arazinin etrafım duvarla çevirmek, onun ihya edilmiş
sayılması için yeterlidir.

Malikilerle Safilere göre, bu hususta önemli olan örftür. Binaenaleyh hangi beldenin
örfünde bir arazinin etrafını duvarla çevirmek, orayı ihya etmek anlamına gelirse,
orada bu arazi ihya edilmiş arazilerden sayılır. Bu örfün geçerli olmadığı yerler de ise

[4591

ihya edilmiş sayılmaz. Fıkıh âlimlerinin çoğunluğu da bu görüştedirler.
Mecellemde hangi muamelelerin ihya için yeterli sayımladığı açıklanırken şöyle
deniyor. ".... Tohum ekmek, fidan dikmek, nadas yapmak, sulamak, sulamak için ark
ve kanallar açmak, suların basmaması için yeterli yükseklikte duvar yapmak ve

r4601

benzeri işler ihyadan sayılır. Ancak Hanbelilere göre, bir arazinin etrafını duvarla
çevirmek onun ihya edilmesi anlamına gelir.

Metinde geçen terkibindeki kelimesi tenvinli ve tenvinsiz olmak üzere iki şekilde
rivayet edilmiştir. Hafız tbn Hacer'in dediği gibi, bu kelime tenvinli okunduğu zaman



kendisinden sonraki zalim kelimesi ya bu ırk kelimesinin sıfatı yahutta ırk kelimesinin
başında bulunduğu kabul edilen Zû (= sahip) kelimesinin sıfatı olur. Birinci ihtimale
göre söz konusu kelimenin bulunduğu cümle "zalim damar için hak yoktur" anlamına
gelir.

Damardan maksat ağaç damarı olduğuna göre, "Bu cümle ile kasdedilen başkasının
toprağına haksızlıkla dikilen bir ağacın bir damarının bile onu diken kimse için helal
olamayacağıdır."

İkinci ihtimale göre ise bu cümle "bir damarın zalim olan sahibi için hakkı yoktur"
anlamına gelir- Netice itibariyle bu takdire göre de cümlenin manası yine birinci
ihtimale göre verdiğimiz mana gibidir. İbn Esir'in en-Nihaye'de açıkladığı üzere,
hadisi şu şekilde açıklayabiliriz. "Bir kimse gelir, kendisinden önce başkası tarafından
ihya edilen bir araziye sahip olabilmek için oraya ağaç dikerse, bu ağaçların bir
damarında bile onu diken bu zalim kimsenin hakkı olmaz".

"Irk" kelimesinin zâlim kelimesine izafe edilerek tenvinsiz olarak okunması halinde de
çıkan mana böyledir.

İmam Tirmizî, bu cümlenin manasını açıklarken şöyle eliyor. "Ebu Musa Muhammed
b. el-Müsenna bize nakletti ve dedi ki:"Ebû'I- Velid el-Tayâlisî'ye, zalim bir damar
için hak yoktur!" sözünün manasını sordum. Bunun üzerine "zalim damar kendisinin
olmayan şeyi alan gasıb (zorba)dır!" dedi. Ben de "başkasının toprağına ağaç diken

L*6U

mi?" "İşte o!" dedi." Nitekim aşağıdaki hadislerde de bu husus açıklanmaktadır.
[462]

3074... Yahya b. Ureve'nin babasından (rivayet olunduğuna göre) Rasûlullah (s.a)
"Kim ölü bir toprağı diriltirse, ölü toprak onundur." buyurmuş (Yahya b. Urve bu
rivayetine devam ederek bir önceki hadisin sonunda bulunan cümlenin) aynısını
zikretmiştir. (Yine Urve sÖzleH-ne devamla şöyle) demiştir. Bu hadisi rivayet eden
kimse bana (şunları da) söylçdi; iki adam mahkeme olmak üzere Rasûlullah (s.a)'e
müracaat etmişlerdi. Bunlardan birisi diğerinin toprağına hurma ekmişti. (Hz.
Peygamber bunları dinledikten sonra toprağın sahibine verilmesine, hükmetti. Hurma
sahibine de hurmasını oradan sökmesini emretti. Ben o hurmaların (sökülmeleri için)
köklerine balta ile vurulurken gördüm. Onlar uzun hurmalardı. Nihayet oradan

[463]

sökülüp çıkarıldılar.

3075... İbn İshak'dan (bir önceki hadisin) manası (yine bir önceki hadisin) senediyle
(yani Urve vasıtasıyla rivayet olundu). Ancak (şu farkla ki Urve, bir önceki hadiste
geçen) "Bu hadisi bana haber veren kimse..." sözü yerine (burada, Bu hadisi bana
rivayet eden kimse) "Peygamber (s.a)'in ashabından bir adamdı. Kuvvetle ihtimal
veriyorum ki Ebû Said-el-Hudri idi. Ve ben o adamı hurmaların köküne (balta)

f4641

vururken gördüm sözünü kullandı.
Açıklama

Yukarıda meallerini sunduğumuz 3074 ve 3075 numaralı hadis-i şerifler bir kimsenin



ihya yoluyla sahip olduğu bir toprağı sahibinin izni olmadan başka birinin
ekemeyeceğini şayet izinsiz olarak ekerse ektiğini sökmek mecburiyetinde kalacağını

£4651

ifade etmektedirler.

3076... Urve' (r.a)'den demiştir ki:

"Ben, Rasûlullah (s.a)'in -toprağın, Allah'ın toprağı, kulların da Allah'ın kulu
olduğuna" ve "ölü bir toprağı imâreden bir kimsenin ona (sahip olmaya herkesten)
daha fazla müstehak olduğuna (dair) hükmettiğine şahitlik ederim. (Çünkü) bu hükmü
bize Peygamber (s.a)'den (uygulamalarıyla, bilfiil) getiren(ler bize) ondan namazları

f4661

getiren kimselerdir.
Açıklama

Tabiîn'in başta gelenlerinden biri olan Hz. Urve b. Zübeyr b. Avvam (r.a) yukarıda
mealim sunduğumuz sözleriyle Hz. Peygamberin: "Kulların hepsi Allah'ın kuludur.
Ve hukuki yönden aralarında hiç bir fark yoktur. Toprakta Allah'ın mülküdür.
Kimsenin onun üzerine hakkı yoktur. Binaenaleyh ölü bir araziyi ihya eden, o araziye
herkesten daha fazla müstehaktır. Bir başkası onun üzerinde hak iddia edemez" mea-
lindeki sözlerini ifade etmek istiyor.

Hz. Peygamberin bu sözünü pekçok sahabiden duyduğunu onların ismini saymanın
uzun süreceğini ve esasen sahabilerin güvenilir, kişiler olduğu için isimlerini saymaya
gerek olmadığını anlatabilmek için de şöyle diyor. "Hz. Peygamberin bu hükümlerini
bize nakledenler (öyle sıradan kişiler değillerdir. Onlar) Hz. Peygamberden bize
namazları nakleden kimselerdir" diyor.

Bu hadis-i şerifte ölü bir toprağı ihya eden bir kimsenin o toprağa sahip olacağı değil

de sahip olmaya herkesten daha fazla müstehak olduğu ifade ediliyor.

Bu bakımdan mezheb imamları buradaki ihya kelimesinin toprağı tam

manasıyla ihya etmek anlamında değil de, etrafını taş, toprak, sel baskınına

dayanamayacak kadar basit ve küçük bir duvarla çevirmek anlamında kullanıldığı

görüşündedirler.

Bir toprağın etrafım bu şekilde çeviren kimse oraya tam manasıyla sahip olamaz.
Fakat oraya sahip olmak hususunda kendinin öncelik hakkı olur. Dolayısıyla bir anda
onunla birlikte bazı kimseler orayı ihya etmeye teşebbüs etseler, ihya hakkı ona

14671

tanınır. Nitekim 3073 numaralı hadisin şerhinde de açıklamıştık.
3077.... Semure (r.a)'den (rivayet olunduğuna göre), Peygamber (s.a):

r4681

"Kim bir toprağın etrafım duvarla çevirirse o toprak onundur." buyurmuştur.
Açıklama

Bu hadis-i şerif bir toprağın etrafını duvarla çevirmenin, onu ihya etmek için yeterli
sayıldığına ve bir toprağın etrafını taşla çeviren kimsenin oraya sahip olacağına delalet
etmektedir.



İmam Ahmed'in meşhur olan görüşü de budur. Ancak İmam Ahmed (r.a)'e göre bu
duvarın orada görülmesi mümkün olan zararlardan orayı koruyacak nitelikte
bulunması gerekir.

Aliyyu'l-Kâri (r.a)'in açıklamasına göre, İmamı Nevevî bu mevzuda şöyle demiştir...
Bir kimsenin herhangi bir toprağı hayvanlara ağıl yapmak ya da meyva veya sebze
kurutmak için kullanmak istediğinde, buranın kendisine tahsis edebilmesi için oranın
etrafını duvarla çevirmiş olması gerekir. Onun etrafına taşları veya ağaç dallarını
koymuş olması yeterli değildir.

İmam Kâsâni'nin dediği gibi, bir toprağın etrafına taşlar koyarak orayı çeviren
kimsenin, o toprağa sahip olamayacağına dair icma vardır. Çünkü bu kimsenin yaptığı
iş, bu taşları oraya sadece koymaktan ibarettir. Bu kimse bu işiyle oraya malik olmasa
da oraya sahip olma hususunda bir öncelik hakkına sahip olur.

3073 numaralı hadisin şerhinde de açıkladığımız gibi, hanefi âlimlerine göre, "toprak
etrafına çevrilen bir duvarın, ihya için yeterli sayılabilmesi için orayı sel baskınından

f4691

koruyacak kadar yüksek olması gerekir.

Şâfıilerle Malikilere göre, bu duvarın yeterli olup olmadığını orada geçerli olan örf
[4701

tayin eder.

3078... Hişam (b. Urve) dedi ki: "Haksız damar(dan maksat) Bir kimsenin, bir
başkasının toprağına ağaç dikip ona sahip olmaya kalkmasıdır." îmam Malik de
"Haksız damar(dan maksat) haksız olarak kazılan her kuyu ve (haksız olarak) dikilen

1471]

her ağaçtır" dedi.
Açıklama

Bu hadis-i şerif 3073 numarada geçen "zalim damar" tabiri üzerinde Hz. Hişam b.
Urve ile İmam Malik (r.a)'in yaptıkları açıklamaları ifade etmektedir.
Biz, âlimlerin bu tabir üzerindeki açıklamalarını sözü geçen hadisin şerhinde

[472]

zikrettiğimizden burada tekrara lüzum görmüyoruz.

3079... Ebû Hamayd-es-Saîdî'den demiştir ki: Rasûlullah (s.a)'le birlikte Tebük
savaşma çıkmıştım. (Hz. Peygamber) Vadilkura'ya geldiği zaman bahçesinde (duran)
bir kadınla karşılaştı.

Bunun üzerine sahabilerine (Bu kadının bahçesinden kalkacak olan hurmanm
miktarını) "tahmin edin" (bakalım) buyurdu ve kendisi (onu) on kile (olarak) tahmin
etti, kadına da: "Buradan çıkacak olan (hurma mikdarm)i iyi belle ! " dedi. Sonra (yola
koyulduk ve) Tebük'e geldik. (Orada) Eyle hükümdarı Rasûlullah (s.a)'e beyaz bir
katır hediye etti. Rasûlullah (s. a) de o hükümdara bir cübbe giydirdi. Ve O'na yani
memleketi (halkı)'na (cizye karşılığında eski topraklarında kalacaklarına dair bir
eman) yaz(dır)dı. (Bu seferden dönüşümüz esnasında) Vadilkura'ya geldiğimizde (Hz.
Peygamber daha önce bahçesinde rastlamış olduğumuz) kadına
"Bahçende ne kadar (hurma) oldu?" diye sordu. (Kadın) da:

"On kile" dedi (yani) Rasûlullah (s.a)'in tahmini(ni söyledi). Bunun üzerine Rasûlullah



(s.a)

"Ben Medine'ye (gitmekte) acele ediyorum. Benimle beraber acele (Medineye gitmek)

14731

isteyen acele etsin" buyurdu.
Açıklama

Vadilkura: Hicaz'ın Şam tarafına düşen eski bir şehirdir. Ey-le'de; Mısır'la Mekke
arasında bir sahil şehridir. Buranın hükümdarı Yuhanna b. Ru'bedir.
Hadisin zahirine bakılırsa, Hz. Peygambere Düldül, hicretin dokuzuncu senesinde
vukubulan bu gazada hediye edilmiştir. Oysa Hz. Peygamberin, hicretin sekizinci
yılında vukubulan Huneyn savaşında bu katırın üzerinde bulunduğu sahih hadislerle
rivayet edilmiş ve şöhret bulmuştur.

Kadı Iyâz bu zahiri çelişkiyi gidermek için şöyle demiştir: "O halde hayvanın hediye

edilmesi Tebük gazasından önceye hamledilir. Zaten hediye meselesi, elçinin gelmesi

üzerine (vav) ile atfedilmiştir. Bu edat tertib iktiza etmez.

Vesk: Altmış sa' demektir. Bu mikdar tahminen onbeş teneke eder.

Avnü'l-Ma'bûd yazarına göre, mevzumuzu teşkil eden bu hadisin, bab başlığıyla ilgisi,

Hz. Peygamberin Vadilkura' da bir bahçede rastladığı kadının bahçesini yine o kadına

bırakmasıdır. Çünkü bu bahçeyi o kadın ihya ettiğinden bahçe onun mülkü olmuştur.

Rasûl-ü Zişan Efendimiz bu sebeble sözü geçen bahçeyi eski sahibesinin elinde

bırakmıştır.

Bezlü'l-Mechûd yazarına göre, bu hadisin bab başlığıyla ilgisi Hz. Peygamberin Eyle
arazisini cizye karşılığında Eyle halkına bırakmasıdır. Çünkü o araziyi Eyle halkı ihya
etmiştir. Bu sebeple Hz. Peygamber bu araziyi cizye karşılığında yine eski sahiplerinin
elinde bırakmıştır.

Siyer kitaplarında bu hadise şöyle anlatılır.

Eyle halkı, Arap kabilelerinin birer birer müslüman olduklarını görünce,
Peygamberimizden korkmağa başlamışlardır.

Fakat Peygamberimizin Ukeydir, b. Abdülmelik'e asker gönderip onlara şefkatli
davrandıklarını gördükleri zaman, Eyle kralı Yuhanne b. Ru'-be yanma Cerba' ve
Ezrûh halkı temsilcilerini alarak, Tebuk'e Peygamberimizle görüşmeye geldi.
Yuhanne'nin göğsünde altın bir haç, alnının saçı da, toplanmış ve bağlanmış
bulunuyordu.

Yuhanne Peygamberimizi görünce, ellerini, göğsüne koyup başını eğerek
Peygamberimize saygı işareti yaptı.

Peygamberimiz de, ona "kaldır başını!" diye işaret buyurdu.
Yuhanne, hıristiyandı. Aynı zamanda Uskuftu.
Uskuf, Hıristiyan din bilgini, din başkanı demektir.

Peygamberimiz, Yuhanne'ye, yemen kumaşından yapılmış bir elbise giydirdi.
Kendisinin, Bilâl-i Habeşî'nin yanında konuklanmasını ve ağırlanmasını emr buyurdu.
Yuhanne, getirdiği ak katırı Peygamberimize hediye etti. Musa b. Uk-be'ye göre:
Peygamberimiz-Yuhanne'yi Müslümanlığa davet, etti.
Yuhanne, yanaşmadı ve cizye vermeğe razı oldu.
Yuhanne'nin Peygamberimizle Yaptığı Anlaşma:

Yuhanne b. Ru'be, yurdundaki erginlik çağma basıp ustura tutmağa başlayan her erkek
başına yılda bir dinar (altın) cizye vermek üzere Peygamberimizle sulh yaptı.



Eyle'de üç yüz erkek bulunuyordu. Buna göre: Yıllık cizye, üçyüz dinar tutuyordu.
Eyle"halkı, müslümanlardan, yanlarına uğrayacak olanları konuklamak ve ağırlamakla
da, mükellef idiler.

Peygamberimizin Yuhanne ve Eyle Halkı İçin Yazdırdığı Yazı:
Peygamberimiz, Yuhanne ve Eyle halkı için yazdırdığı yazıda şöyle buyurdu:
B ismillahirrahmanirrahim

Bu, Allah ve Allah'ın Rasûlii Peygamber Muhammed tarafından Yuhanne b. Ru'be ile
Eyle* halkından denizdeki gemilerde bulunanları ve karadaki gezen, dolaşanları için
eman yazısıdır:

Gerek bunlar ve gerek Şam, Yemen ve deniz sahili halkından Eylelilerle birlikte
bulunanlar, Allah'ın ve Muhammed Peygamberin himayesi ildedirler.
Onlardan bir kötülük işleyeni, yanındaki malı koruyamayacak, onun malı, insanlardan,
alan kimse içinde, helâl olacaktır.

Gerek su almak isteyenin, gerek denizde veya karada dilediği yola gitmek isteyenin
engellenmesi helal olmayacaktır.

Bunu, Rasûlullah (s.a)'m izniyle Cuheym b. Salt ve Şurahbil b. Ha sene, yazdı".
Peygamberimiz Eyle halkına e mân alameti olmak üzere verdiği Bürde:
Peygamberimiz, Eyle halkına, yazı ile birlikte kendileri için eman alameti olmak üzere
bir de Bürde (elbise) vermişti.

Abül Abbas Abdullah b. Muhammed, bu.Bürde'yi üçyüz dinara satın almıştır.
Abbas oğullan, bu hırkaya, seleften halefe tevarüs ettiler. Halifeler, bayram günlerinde
onu, üzerlerine giyinip peygamberimize aid Asa'yı ellerine alarak sekînet ve vakarla

[474]

dışarı çıktıkları zaman, ondan kalbler ürperir, gözler kararırdı.
Bazı Hükümler

1. Kâfirlerin verdiği bir hediyyeyi kabul etmek caizdir.

[475]

2. Olu bir araziyi ihya eden kimse o araziye sahip olur.

3080... Hz. Peygamberin hanımı Zeyneb'den (rivayet olunduğuna göre) kendisi (bir
gün) Rasûlullah (s.a)'in başını tararken (Hz. Peygamberin) yanında Osman b. Affan'm
hanımı ile muhacirlerden bazı kadınlarda varmış. Bunlar, (Hz. Peygambere, varislerin
çokluğundan dolayı) evlerinin kendilerine dar gelmeye başladığından ve (yakında)
oradan çıkarılacaklarından şikayet etmişler.

Bunun üzerine Rasûlullah (s. a) muhacirlerin evlerine (onların) hanımlarının) mirasçı
kılınmasını emretmiş (derken) Abdullah b. Mesud vefat etmiş karısı da Medine'de

[476]

(ona ait olan) bir eve mirasçı olmuş.
Açıklama

Bu hadis-i şerifi açıklarken Hattâbî (r.a) şu görüşlere yer vermektedir: "Bazı
hadislerde Peygamber (s.a)'in, Medine'ye göç eden muhacirlere, Medine'deki bazı
evleri bağışladığı rivayet edilmektedir.

Hz. Peygamberin bu evleri muhacirlere bağışlaması iki şekilde te'vil edilmiştir.



1. Aslında Hz. Peygamber'in muhacirlere bağışladığı ev değil arsadır. Bu arsaları
onlara ev yapıp oturmaları için vermiştir. Bu şekilde onlar önce arsaya sonra da arsa
içerisine yaptıkları eve sahip olmuşlardır. Dolayısıyla onlar vefat ettikten sonra da bu
evler hanımlarına kalmıştır.

2. Hz. Peygamberin onlara verdiği evdir. Fakat bu evleri onlara mülk olarak değil,
ödünç olarak vermiştir. Ebu İshak el-Mervezî'nin görüşü budur.

Meseleye bu açıdan bakınca Hz. Peygamberin Medine'deki muhacirlere verdiği
evlerin, onların mülkü olmaması ve dolayısıyla miras olarak hanımlarına kalmaması
gerekir. Bu durumda hadiste geçen bu evlere muhacirlerin hanımlarının mirasçı
olmaları izaha muhtaçtır.

Ebû'Dâvud, Hz. Peygamberin, muhacirlere bağışlamış olduğu bu yerlerle ilgili
hadisleri *'ihyâ-ül-mevat = ölü arazilerin ihya edilmesi" başlıklı baba koyarken
buraların daha önce kimsenin mülkiyetinde olmayan ölü arazi olduğunu, muhacirler,
Hz. Peygamberin izniyle içerisine ev yapmak suretiyle buraları ihya ederek
mülkiyetlerine sahip olduklarını ifade etmek istemiştir.

Meseleye musannif Ebû Davud'un açısından bakınca, muhacirlerin bu evlerinin
hanımlarına miras olarak kalmasında kapalı bir taraf görülmez.

Bu evlerin muhacirlerin diğer varislerine verilmeyip te sadece hanımlarına
verilmesinin sebebini açıklarken de Hattâbî şöyle diyor. "Medine'de bulunan
muhacirlerin hanımları, kocalarının vefatından sonra evsiz barksız kalınca çok perişan
duruma düşecekleri bilindiği için Hz. Peygamber, varisler arasında paylaştırılacak
olan mallardan eylerin hanımlara evin dışındaki malların da diğer mirasçılara
verilmesini uygun görmüş ve miras esasları çerçevesinde evler kadınlara diğer
mallarda öteki varislere verilmiştir.

Bir başka izah şekline göre de, Hz. Peygamber muhacirlerin hanımları na bu evlerin
mülkiyetini değil ölünceye kadar bu evlerden oturarak faydalanma hakkını vermiştir.
Hz. Peygamberin de muhacirlerden olduğu düşünülürse Hz. Peygamberin evlerinin de
hanımlarına kalacağı tabiidir.

Bu mevzuda Süfyân b. Uyeyne, Hz. Peygamberin hanımları hakkında diğer
muhacirlerin hanımlarından, farklı bir izah şekli getirmektedir. O'na göre, Hz.
Peygamberin vefatından sonra, O'nun hanımlarının başka biriyle evlenmesi haram
olduğundan, bu hanımlar hayatlarının sonuna kadar iddet bekleyen kadınlar
durumundadırlar. İddet bekleyen bir kadmmsa kocasının evinde mülkiyetine sahip
olmadan oturması hakkıdır.

Bu bakımdan Hz. Peygamberin hanımları hayatlarının sonuna kadar Hz. Peygamberin

r4771

evlerinde mülkiyetlerine sahip olmadan oturmuşlardır.

36-38. Haraç Arazisi(Ni Eski Sahibinden Alarak lçerisi)Ne Girmek

3081... Muaz (b. Cebel) (r.a)'den demiştir ki:

Kim (sahip olduğu bir haraç arazisinin vergisini vermemek suretiyle) haraç (vergisinin
günahm)i boynuna geçirirse o kimse Rasûlul-lah (s.a)'in üzerinde bulunduğu yoldan
r4781

uzaklaşmış olur.



Açıklama



Cizye: Gayr-i müslimlerin, mükellef olan erkeklerinden se-nede bir defa alman şahsi

r4791

bir vergidir ki buna "haracurruus" da denir.

Metinde geçen cizye kelimesi cizyenin kısımlarından olan "haraç" manasında
kullanılmıştır. Bu bakımdan biz bu kelimeyi "haraç" diye tercüme ettik.
Bilindiği gibi: "haraç": lugatta, kira manasına gelir. İstılahta: "Araziy-i haraciyyeden
ve ihya edilen bir kısım araziyi mevattan muayen dönümlere göre alman vergidir ki iki
kısma ayrılır.

1. Harac-ı mukaseme: Arazinin hasılatından (ürününden) yerin tahammülüne göre
alınacak vergidir. Bir sene içinde hasılat tekerrür ederse vergi de tekerrür eder.

2. Harac-ı muvazzaf: Arazi üzerine her dönüm başına he'f sene, hasılata
bakılmaksızın, alman muayyen vergidir. Böyle bir araziyi sahibi kasden boş bırakacak

r4801

olsa haracını yine ödemekle yükümlü olur."

Cizye ile haraç arasındaki en önemli fark; cizye, şahıs başına, haraç ise araziden alman
vergidir. Bu iki vergi arasındaki farklardan biri de cizye ödemekle mükellef olan bir
şahıs, müslümanlığa girmekle bu vergiden kurtulduğu halde haraç arazinin el
değiştirmesiyle haraç arazisi olmaktan çıkmamasıdır. Diğer önemli bir fark da

[48i]

cizyenin Kur'ân'la haracın ise ictihadla sabit olmasıdır.

Haraç arazisi ise, müslümanlar tarafından savaş zoruyla fethedildiği halde eski
sahiplerinin halkı elinde bırakılan arazidir. Ayrıca, haricden getirilen gayr-i müslim
ahaliye verilen arazilerle sulh yoluyla fethedilip bir vergi karşılığında oranın gayri
müslim halkı elinde bırakılan arazilere de haraç arazisi denir.

Haraç arazisi el değiştirmekle "haraç arazisi" olmaktan çıkmayacağı için bir haraç
arazisini eski sahibinden satın alan veya meşru bir yoldan ona sahip olan bir kimse,
haracını vermekle mükellef olur. Vermediği takdirde Hz. Peygamberin haraç arazileri
hakkında koymuş olduğu hükümlere aykırı hareket etmiş olur.

Metinde geçen "O kimse Rasûlullah (s.a)'in üzerinde bulunduğu yoldan uzaklaşmış
olur" sözü, bir kâfirden aldığı haraç arazisinin haracını vermeyen müslümanlar için
büyük bir tehdittir.

Bu hadis, bir haraç arazisini kâfirden satın alan müslümanm, o arazinin haracını
vermekle mükellef olduğuna ve el değiştirmekle haraç arazisi olmakdan
çıkmayacağına delalet etmektedir.

Rey taraftarlarının görüşü de budur. Ancak Rey taraftarlarına göre, böyle araziye sahip
olan bir müslüman, buranın haracını vermekle mükellef olursa da, buradan çıkan
mahsûlün öşrünü vermekle mükellef olmaz. Çünkü öşürle haraç birleşemez. Cumhuru
ulemaya göre, böyle bir araziden çıkan mahsûl beş vesaka (bir tona) eriştiği zaman
haracıyla birlikte öşrünün de verilmesi gerekir. Bunlara göre, "haraçla öşür
birleşemez" mealindeki hadis zayıftır.

r4821

Çünkü bu hadisi rivayet eden Yahya b. Anbese güvenilir bir ravi değildir. Ancak
Bezi yazarının açıklamasına göre, Zeylâî, Nasbür-Raye'de bu hadisin aslında Abdullah
b. Mes'ud, Habbab b. Eret, Huseyn b. Ali ve Sürey-he ait bir söz olduğunu, asılsız bir
söz olmadığını söylemiştir.

Hattâbî (r.a) Şafiilerin haraç vergisi hakkındaki görüşlerini açıklarken (şöyle) diyor:



Şafıilere göre hafaçda iki manada kullanılır.

1. Cizye manasına gelen haraç

2. Kira manasına gelen haraç

Birinci kısım haraç, kâfirlerden sulh yoluyla alınıp ta ellerinde bırakılan arazilerden
alman haraçtır ki, bu haraç sahibinin müslüman olmasıyla düştüğünden ve bu arazide
haraç öşürle birleştiğinden cizyeye benzer.

İkinci kısım haraç, yine arazinin eski sahiplerinden alınır. Şöyle ki, bu araziler
fethedilince mülkiyeti müslümanlarm olmak üzere belli bir vergi karşılığında, eski
sahiplerinin ellerinde bırakılır. Onlarda her sene bu vergiyi öderler. Bu kısım arazinin
vergisi aynen müslümaniardan alman kira ve ücretler hükmündedir. Bu araziler kiralık
arazi hükmünde olduklarından onları ellerinde bulunduran kimseler müslümanlığı

1483]

kabul etseler bile yine ellerindeki bu araziyi satamazlar.

3082... Ebû Derda (r.a) dedi ki: Rasûlullah (s. a) (şöyle) buyurdu.
"Kim bir toprağı haracıyla birlik satın alırsa, hicretini bozmuş olur. Kim de bir kâfirin
(haraç ödeme zilletini onun) boynundan çıkarıp kendi boynuna geçirecek olursa sırtım
İslama dönmüş olur." (Ravi Sinan b. Kays) dedi ki; Halid İbn Ma' dan bu hadisi
benden işitince bana: (Bunu) "Sana Şebij? mi haber verdi?" diye sordu. Ben de "Evet"
cevabını verdim. (Bunun üzerine) (sen onun yanma) "Vardığın zaman (bu hadisi)
ondan iste bana yazı versin" dedi. (Ravi Sinan sözlerine devam ederek şöyle) dedi.
(Nihayet bir gün Şebib'in yanma varmıştım. Kendisinden bu hadisi Halid b. Ma'dan'a
yazıvermesini rica ettim de, hadisi) O'na yazıverdi. (Halid'in yanma) döndüğüm
zaman Halid b. Ma'dafti benden (getireceğini va'dettiğim, hadisin yazılı plduğu) kâ-
ğıdı istedi. Ben de onu (kendisine) verdim. Hadisi okuyunca içindeki-ni işitir işitmez.
Elinde bulunan (haraç) toprağı(nı) bıraktı.

Ebû Dâvud dedi ki: (Senette geçen) bu (Yezid b. Humeyr isimli ravi) Yezid b.

r4841

Humeyr-el-Yezeni'dir. Şu'be'nin arkadaşı olan (Yezid el-Hemdânî) değildir.
Açıklama

Bu hadis-i şerifte, bir gayr-i müslimin elinde bulunan haraç arazisini ondan satın alan
bir müslümanm, bu haracı kendisinin Ödemesi gerektiği ve bu müslümanm aslında
gayr-i müslimlerden müslümanlar karşısında hakir düşmeleri için alınan bu haraç
vergisini yüklenmekle de kendisini zilletin kucağına atmış olacağı, böyle bir hareketin
Allah yolunda kendi yurdunu terkedip müslüman diyarına göç etmek demek olan
hicretin manasına ters düşeceği ve kendini zelil etmenin bir müslümana ya-
kışmayacağı ifade edilmektedir.
Avnu'l-Ma'bud yazarı, bu mevzuda şöyle diyor:

el-Erdebîlî: Elezhâr şerhu'l-mesahib isimli eserinde diyor ki: Alimlere göre, haraç
arazisi üç kısımdır:

1. Müslümanlar tarafından harple fethedilip, gazilere dağıtıldıktan sonra, devlet
başkanının gazilerden, değerini ödeyerek geri alıp bir vergi karşılığında müslümanlara
verdiği arazi, Hz. Ömer (r.a) Irak Sevadı denilen araziyi

böyle dağıtmıştır.

2. Müslümanların sulh yoluyla fethedip devlet reisinin mülkiyeti bize ait olmak



şartıyla, bir vergi karşılığında eski sahiplerinin elinde bıraktığı arazi. Bu arazi aslında
Fey hükmündedir. Onu işleten eski sahiplerinin ödediği vergi de kira mesabesindedir.
Bu bakımdan onların müslüman olmasıyla bu kira yürürlükten kalkmaz onlardan yine
alınır.

3. Sulh yoluyla alman, vergi ödemeleri şartıyla mülkiyeti yine eski sahiplerine
bırakılan arazidir. Bu vergi, cizye mesabesinde olduğundan sahiplerinin müslüman
olmasıyla yürürlükten kalkar.

İlim adamları bu hadis-i şerifte geçen cizye kelimesinin haracın bu kısmına girdiğini
söylemişlerdir.

Fakat bu hadisin haracın sadece bu kısmına ait olduğu söylenemez. Aslında bu hadis
haracın ikinci kısmına da şamildir.

Görüldüğü gibi bu hadis-i şerifte, haraç arazisinin satın alınması yasaklanmaktadır.
Mûnzırî'nin "senedinde, çeşitli tenkidlere uğrayan Bakıyye b. Velid vardır." diyerek
zayıflığına işaret ettiği bu hadisi şerifte, haraç arazisinin satın alınması tenkid
edilmekle beraber, Hanefi âlimlerinden Bürha-neddin el-Merginânî, bunun caiz
olduğunu söylemiştir. İmam Malik, Şafii ve Ahmed b. Hanbel'in de içinde bulunduğu
âlimlerin çoğunluğuna göre, haraç arazisi vakıf mahiyyetindedir. Alınıp satılması caiz
değildir. Haracı da devamlıdır.

Nazari planda devam eden bu münakaşa, fiil ve tatbikat sahasında haraç arazisini
çeşitli yollarla müslümanlarm hususi mülkü haline gelmiştir.

Ancak haraç arazisi satış veya tevarüs gibi yollarla müslümanlarm mülkiyetine geçse
dahi haracı düşmez; bu toprakların yeni malikleri olan müs-lümanlar da haracı öderler.
[485]

Haraç arazisin alınıp satılması söz konusu olunca, karşımıza ikinci bir mesele çıkmış
oluyor: Müslümanların mülkü haline gelen haraç arazisinden haraç mı, öşür mü, yoksa
hem haraç hem de öşür mü alınacaktır.

Hanefilere göre haraç ile öşür birleşemez. Bir araziden durumuna göre ya haraç alınır,
yahutta öşür. Haraç arazisi kimin mülkiyetine geçerce geçsin haraç ile beraber geçer.
Çünkü "müslumanm arazisinde öşür ile haraç birleşemez*' mealinde hadisler vardır.
Ve Hz. Ömer devrinden beri birçok haraç arazisi mülk haline geldiği halde bunlardan
öşür alınmamıştır,

Ayrıca haraç aslında toprak sahibinin müslüman olmamasına öşür ise müslüman
olmasına dayanır.

İmam Malik, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel'in de içlerinde bulunduğu müctehidlerin
ekserisine göre, öşürle haraç birleşir. Yani haraca tabi bir arazi müslumanm
mülkiyetine geçerse yeni sahibi hem haracı ham de çıkan mahsulün zekatım (öşrü)
öder.

Çünkü öşür kitap ve sünnetin apaçık manâları ile sabittir. "Öşür ile haraç arazisi

r4861

birleşemez" hadisi ise uydurmadır.

37-39. Devlet Başkanının Yahut Da Halkın "Koru İlân Ettiği Arazinin Hükmü

3083... ssa'b b. Cessâme'den (rivayet olunduğuna göre) Rasû-lullah sallallahü aleyhi
vesellem,(Bir yeri)"koru (ilan etme hakkı) ancak Allah'- ve Rasûlü'ne aittir."
buyurmuştur, lbn-i Şahib der ki: Bana ulaştığına t 're Rasûlullah (s.a)Ennaki denilen



T4871

yeri koru ilan etmiştir.

3084... a'b b. Cessâme'den demiştir ki: Peygamber (s. a) "Nakı" denilen yeri koru ilan
etmiş ve:

[4881

"Koru (ilan etme hakkı) ancak aziz ve celil olan Allah'a aittir." buyurmuş.
Açıklama

"Hima" lügatte; menetmek, korumak ve uzaklaştırmak ma-nalarma gelir. Istılahta ise:
Ölü araziden devletin veya bir kasaba halkının ve hayvanlarının istifadesi için terk
ve tahsis edilen, meralar, umumi yollar, pazar yerleri gibi yerlere denir.
İmam Şafiî'ye göre; metinde geçen "Koru (ilan etme hakkı) ancak Allah'a aittir" sözü
iki manaya gelir.

1. Hiçbir kimsenin bir yeri müslümanlar için koru ilân etmeye hakkı yoktur. Bu
ihtimale göre, müslümanlar için Hz. Peygamber'in tayin ettiği otlaklardan başka otlak
yoktur. Hz. Peygamber'den sonra idareciler, herhangi bir yeri koru veya otlak ilan
edemezler.

2. Bir yeri koru ilân ve tayin etmek ancak Hz. Peygamberin ve ondan sonra onus
yerine gelen devlet başkanlarının hakkıdır.

Hafız İbn Hacer'in Fethu'l-Bari isimli eserindeki açıklamasına göre, birinci ihtimal
hadisin zahirine daha uygun olmakla beraber, Şafiî alimleri i-kinci ihtimali tercih
etmişlerdir. Şafıîlerden bazıları da bu meselede mülki amirlerin de devlet başkanları
durumunda olduklarını söylemişlerdir. Ancak yetkililerin bu haklarını kullanmaları,
halkın umûmi menfaatiyle kayıtlıdır. Halkın zararı söz konusu olduğu zaman bu
haklan kaybolur.

Cahîliyye döneminde, güçlü kimseler bir yere vardıkları zaman orada bulunan en
yüksek tepeye bir köpek çıkarıp onu uluturlardı. Köpeğin bu uluması tepenin dört
tarafından nerelere kadar ulaşırsa, orayı kendisi için koru ilân eder, başkaları da
oradan faydalanamazdı.

Hz. Peygamber bu hadis-i şeriflerde cahiliyye araplarmm pazu kuvvetine dayanan, bu
koru ilân etme adetlerini yıkmıştır.

İslâmiyet'in kabul ettiği koru anlayışına göre, köylerde ve kasabalarda tayin edilen bu
korular hukuki bir hüviyet kazanmış ve herkesin faydalanabileceği yerler haline
gelmiştir.

Bu mevzuda imam Ebû Yusuf "Birköye ait olduğu bilinen meranın o köyün olduğunu"
söyler. "Ancak bu meranın ot ve suyunu başkalarına yasak edemezler. Oranın otları
satılmaz ve başkalarının hayvanlarına da para, ile otlattırılmaz. Şu kadar var ki
hayvanlarına zarar veriyorsa başka hayvanların gelmesini engelleyebilirler." demiştir.
r4891

İmam Mâlik (r.a)'e göre, bir kimsenin ölü araziyi ihya etmesi caiz görülürken,
bir kimsenin ölü bir araziyi kendi şahsı için koru ilân etmesinin yasaklanmasına
bakarak, bu iki mesele arasında bir çelişki olduğunu zannetmek doğru değildir. Çünkü
ihya edilmesine izin verilen ölü araziden maksat, halihazırda hiç kimseye faydası
olmayan boş arazidir. Koru ilan edilen arazi ise halihazırda hayvanların ve insanların
işine yarayan otlak arazidir. Bu arazi herne kadar sahipsiz olduğu için ölü arazî ise de



mevcut haliyle harhangi bir emek ve masraf gerekmeden kendisinden faydalanmak
mümkün olduğundan ölü araziden farklıdır.

Metinde geçen "koru (ilan etme hakkı) Allah'a ve Rasûlüne aittir." sözü, Hz.
Peygamber'in kendi şahsı için bir yeri koru ilân etmesinin caiz olduğunu ifade
etmektedir.

Fakat Hz. Peygamber bu hakkım kullanmamış, Ancak: Naki' denilen ve Medine'ye
sekiz mil mesafede bulunan sulak bir yeri müslümanlarm faydalanması ve cihad için
beslenen atlarla zekat develerinin otlaması için koru ilan etmekle yetinmiştir.
İmam Şafiî'ye göre, Hz. Peygamber'in bir yeri kendi şahsı için koru ilan etmesinin caiz
oluşu, bu koruyu ilan etmesinin o beldenin hayvan besleyen halkına zarar
vermemesine bağlıdır. Eğer bu durum meraların az olması sebebiyle oranın
hayvanlarına zararlı oluyorsa o zaman bu cevaz ortadan kalkar.

Hz. Peygamber'den sonra gelen devlet reislerinin kendileri için bir yeri koru tayin
etmeleri asla caiz değildir.

Ancak onların, bir yeri umumun yararı için koru ilan etmelerinin caiz olup olmayacağı
konusunda âlimler ihtilafa düşmüşlerdir. Bazıları onların da bir yeri koru etmelerinin

r4901

caiz olduğunu söylerken bazıları bunun caiz olmadığım söylemişlerdir.
38-40. Rikaz (Ve Rikazın) Hükmü

3085... Ebû Hureyre (r.a) Peygamber (s.a)'in. "rika A da beşte bir vardır." dediğini,
£4911

söylemiştir.

3086... El Hasen'den "Rikaz Ad kavmine ait hazine(ler)dir." dedi(ği rivayet
f4921

olunmuştur.)

3087... Dubaa bint. Zübeyr b. Abdulmüttalib b. Hişam dedi ki: El-Mikdad, (birgün)
abdest bozmak için Bakiü'l-Habhabe denilen yere gitmişti. (Orada) bir delikten bir
altın çıkaran iri bir erkek fare görmüş, (fare) altınları teker teker çıkarmaya devam
etmiş. Nihayet (o delikten toplam) on-yedi dinar çıkarmış. En sonunda içinde bir altın
bulunan kırmızı bir bez parçası çıkarmış. (Bununla altınların sayısı) onsekiz olmuş.
Bunun üzerine (el-Mikdad) bu altınları (alıp) Peygamber (s.a)'e götürmüş, durumu
kendisine anlatmış ve (bunun) zekatını al demiş. Peygamber (s. a) de ona (bunları,
elini)

"Deliğe uzattın (da) mı?" (aldın?) diye sormuş. (el-Mikdad)da

"Hayır" cevabını vermiş. Bunun üzerine Rasûlullah (s. a) (Bunun zekatı olmaz. Sen

1493]

bunları götür) "Allah bunu sana mübarek eylesin" diye O'na dua etmiş.
Açıklama

Rikaz: vere gömülmüş veya zamanla yer altında kalmış değerli sanat eserlerine,
maden parçalarına define ve hazinelere rikâz denir.

Rikaz mefhûmu mezheblere göre biraz değişiklik göstermekte ve madenlerin rikaz



kavramı içine girip girmediği münakaşa konusu olmaktadır.

f4941

İhtilaflar hadislerin izah ve tenkidlerinden ileri gelmektedir.

Bu mevzuda Mezlü'l-Mechûd yazarı şöyle diyor: Bu ihtilaf "Hayvanların yaralaması

[4951

heder, kuyu heder, maden heder (olan) dır. Rikazda ise beşte bir vardır." hadisi
şerifine verilen farklı manalardan kaynaklanmaktadır.

İmam Malik ile îmam Şafiî'ye göre, sözü geçen hadis-i şerifteki rikaz kelimesinden
maksat cahiliyye döneminde yeraltına gömülmüş olan bilumum definelerdir.
İmam Ebû Hanife ile Süfyan-ı Sevrî'ye ve daha başkalarına göre, yeraltında teşekkül
etmiş olan madenler de rikaz hükmüne girerler.

İmam Malik (r.a) ile İmam Şafiî'nin bu husustaki dayanakları, sözü geçen hadis-i
şerifte, *'rikaz" kelimesinin "maden" kelimesi üzerinde atfedilmiş olmasıdır. İki
kelimeden birinin diğeri üzerine atfedilebilmesi için, bu iki kelimenin iki ayrı şeye
delalet etmesi gerektiği esasından hareket ederek madenle rikazm ayrı ayrı şeyler
olduklarına, dolayısıyla madenlerin rikaz hükmüne girmediğine hükmetmişlerdir.
Ben derim ki: İmam Şafiî ile İmam Malik (r.a)'nm bu görüşleri isabetli değildir.
Çünkü sözü geçen hadis-i şerifteki maden kelimesinden maksat yeraltında teşekkül
eden bildiğimiz ma'den değildir. Maden çıkarıldıktan sonra, onun yerinde kalan
çukurdur. Hadis-i şerifte bir kimsenin yeraltındaki bir hazineyi çıkardıktan sonra orada
kalan çukura düşerek ölen bir kimseden orayı kazan kimse sorumlu olmadığı ifade
edilmektedir.

Maden kelimesiyle madenin çıkarıldığı çukur kesdedilmiş olunca rikazm çukur
üzerine atfedilmesi madenin rikazdan ayrı olmasını gerektirmez. Çünkü rikaz ayrıdır,

\496]

çukur ayrıdır. Çukurdan çıkarılan maden ise burada söz konusu değildir.
Netice olarak İrak ehline (Hanefîlere) göre rikâz, hem madenlerin hem de insanlar
tarafından gömülmüş eşyaları ifade eden bir ıstılahtır. Kâsâni (Ö.587 H-191M.);
"Rikaz hakiki olarak madenin mecazi olarak da kenzin (gömü- tün) ismidir." diyor ve
delil olarak da Hz. Peygamberin kendisine sorulan bir soruya "Rikaz Allah'ın yer ve
gökleri yarattığı gün yer altında yaratmış olduğu mallar" diye verdiği cevabı yazıyor.
Molla Hüsrevy rikazı; "gerek yaradılış itibarıyla olsun, gerekse insanların gömdüğü
şeyler olsun, rikaz mutlak surette yer altında olan maldır" şeklinde tarif ederken,
Mevkufatî de, "Rikâz; Allah'ın yer altında yarattığı madenin ve kulların defneylediği
malın özel ismi olmuştur. Birine maden, ötekine kenz ismi verilmiştir. Rikaz ise
ikisini de kapsamaktadır" diyor. Bu tariflerden madenlerin ve insan yapısı olup da

[4971

gömülen herşeyin Hanefilerce rikaz olarak kabul edildiği anlaşılmaktadır.

Maden ve Rikazın Tarifi ve Hükümlerine Ait Dört Mezhebin Görüşleri:

1. Hanefi mezhebine göre Rikaz: Maden ve rikaz aynı manâyı ifade ederler. O manâ
da şudur: Yer altında bulunan maldır. îster altın ve gümüş gibi kıymetli cevherleri
taşıyan toprak ve benzeri maddeler halinde olsun, ister kâfirlerin yere gömdükleri
hazine ve define şeklinde olsun, fark etmez. Şu halde insan eliyle yere gömülmeyip de
Allah tarafından yer altında yaratılan ve kıymetli malları taşıyan madenler de rikaz
anlamı içine girer.



Rikazdan, yani define ve madenlerden, ödenen humus zekat değildir. Çünkü zekatın
şartları burda aranmaz. Madenler üç kısma ayrılır:

1- Altın, gümüş, bakır ve demir gibi ateşle elde edilip şekillendirilen.

2- Petrol gibi sıvı halde olan.

3- Bunların dışında kalan. Yani sıvı olmadığı gibi ateşin tesiri ile şekillendirilmeyen
kısım. Mücevherat ve yakutlar gibi madenlerin birinci kısmına giren maddelerden elde
edilecek maldaki humusun, yani beştebir nisbe-tindeki hissenin çıkarılıp,
müslümanlarm sosyal hizmetlerine harcanmak üzere devlete vergi olarak ödenmesi
gerekir. Kalan beştedört nisbetindeki mala gelince eğer kimsenin mülkiyeti altında
olmayan bir arazide bulunmuş ise kalan malın tamamı bunu bulana aittir. Anılan
madende humusun vacib olabilmesi için, bulunan madende cahiliyet devrine ait bir
alametin bulunması gereklidir. Yani o malın kâfirlere ait olduğunu kanıtlayıcı
belirtilerin bulunması şarttır. Şayet İslâmiyet devirlerine ait olduğuna dair bir belirti
bulunursa bulunan maden rikaz değil, lukata hükmüne tabidir. Yani yitik mal sayılır.
Bunda humus gerekmez. Bunun kâfirlere veya müslümanlara ait olduğu hususunda
şüphe hasıl olur da kesin bir sonuç alınmazsa cahiliyet devrine ait olarak kabul edilir.
Anılan maden kısmı, belirli kimselerin mülkiyeti altında bulunan bir yerde bulunursa
bunun humusu ödenir ve kalanı o yerin sahibine aittir. Evinde maden veya define
bulan kimsenin bunun humusunu ödemesi vâcib değildir. Hepsi kendisine aittir.
Yukarda anlatılan madenlerin ikinci ve üçüncü kısımlarında vergi, harç ve zekat gibi
bir şeyin çıkarılması vacib değildir. Ancak sıvılardan, cıva'da humus vacibtir. Yer
altında bulunan silahlar, araç ve gereçler, malzemeler ve ev eşyası da define gibi
humusa tabidiri.

Denizden elde edilen anber, inci ve balık gibi mallardan bir harç vâcib değildir.

2. Şafiî mezhebine göre Rikaz: Cahiliyet devrine, yâni kafirler dönemine ait, altın ve
gümüş definesidir. Defineden çıkarılan altın veya gümüş ni-sab mikdarı olunca
üzerinden bir yılın geçme süresi beklemeksizin ttumusun yani beştebirinin zekata
müstahak olanlara ödenmesi gerekir. Defineden elde edilen altın veya gümüşün sikkeli
olması şart değildir. Kişi böyle bir defineyi yer altında değil de üstünde bulursa, buna
rikaz denmez. Bu lukata hükmüne tabidir.

Bulunan define kâfirlere ait olmayıp, İslâm dönemine ait olduğu anlaşılırsa bunun
sahibinin kim olduğu bilindiği takdirde, sahibine teslim edilmesi gereklidir. Sahibi
ölmüş ise mirasçılarına verilir. Sahibi bilinmiyor ise lukata hükmüne tabi olur. Keza
bunun cahiliyet devrine rm\ İslâmiyet devrine mi ait olduğu bilinmiyor ise, gene
lukata hükmüne tabidir. Bir kimse kendi mülkünde bulunan definenin kendisine ait
olduğunu iddia ederse, define ona ait sayılır. Şayet böyle bir iddiada bulunmazsa
kendisinden önceki mâlikin sayılır.

Maden ise, Allah tarafından bir yerde yaratılan bir şey, ordan çıkarmakla elde edilen
maldır. Şer'î şerifte madenlerden yalnız altın ve gürati'ş-ten ödeme yapılır. Demir,
bakır ve kurşun gibi maddeler madenlerden istihsal edilmekle beraber bunlardan bir
ödeme yapılmaz. Madenlerden istihsal edilen maddelerin sıvısı katısı, ateşin etkisiyle
şekilleneni ile diğerleri arasın da bir fark yoktur. Madenlerden istihsal edilen altın ve
gümüşte vacib olan mikdar kırktabirdir. Yani altın ve gümüşün zekatı nasıl kırktabir
ise madenlerden istihsal edilen altın ve gümüşün zekatı da kırktabirdir. İstihsal edilen
altın ve gümüşün üzerinden bir yılın geçmesi şartı yoktur. İstihsal edilir edilmez
hemen zekatı ödenir.

3. Maliki mezhebine göre Rikaz: Cahiliyet devrine ait altın, gümüş ve diğer malların



defmesidir. Bir definenin cahiliyet devrine mi İslâmi bir dev-, reye mi ait olduğunda
tereddüd edilirse, cahiliyet devrine ait olarak kabul edilir. Defineden çıkan mal, altın
olsun, gümüş olsun, başka mal olsun bunun humusu, yânı beştebiri genel hizmetlere
harcanmak üzere devlete verilir.Ancak defineye ulaşmak büyük çalışmalarla ve
masraflarla gerçekleşirse, bunun kırktabiri zekat olarak müstehaklarma dağıtılır. Her
iki takdirde de elde edilecek malın nisab miktarını doldurması şart değildir. Definenin
kalan kısmı, arazi sahibinin hakkıdır. Ancak arazi sahibinin buna miras yoluyla ve
ihya etmek suretiyle sahip olması şarttır. Eğer arazi sahibi, bu yeri satın almak veya
hibe yoluyla elde etmiş ise, define bu yerin ilk sahibinin hakkıdır. Şayet bu yer hiç
kimsenin mülkiyetinde değil ise define bulan kişinin hakkıdır.

Müslümanların veya zimmî (İslâm memleketinde vatandaşlık hakkı verilmiş olan
gayr-i müslimlerinjyere gömmüş olduğu definelere gelince; bu nevi define sahihleri
veya mirasçıları bilindiği takdirde onların hakkıdır. Kime ait olduğu bilinmezse, bu
nevi defineler lukata (yitik) mal hükmüne tabidir. Bir yıl ilân edilir. Buna rağmen
sahibi çıkmazsa o mal bulanın hakkıdır. Fakat bu nevi definelerin asırlarca Önceki
devirlere ait olduğu bazı karine ve alametlerle anlaşılırsa, lukata hükmüne tabi
değildir. Sahihleri bilinmeyen mallar, gibi devlet hazinesine konulur ve
müslümanlarm genel hizmetlerine harcanır.

Maden ise, Allah'ın yerde ve toprakta yaratmış olduğu altın, gümüş, demir, bakır ve
kurşun gibi maddelerdir. Maden, rikazdan tamamen ayrı bir şeydir. Madenden istihsal
edilecek madde altın veya gümüş ise, nisab miktarına ulaşsın veya ulaşmasın
yıllanmayı beklemeksizin zekat ödeme şartları tahakkuk edince zekatı ödenir. Anılan
maddenin zekatı kırktabir olup zekatın müstehaklarma dağıtılır.
4. Hanbeli mezhebine göre Rikaz: Câhiliyet devrine ait definedir. Kâfirlere ait olduğu
bilinen defineler rikaz sayıldığı gibi yer yüzünde bulunan ve onlara ait olduğu bir
takım alâmetlerle anlaşılan mallar da define hükmündedir. Fakat İslâm alâmeti
bulunan veya hem küfür hem de İslâm alâmeti bulunan defineler rikaz hükmüne tabi
olmayıp lukata hükmüne dahildir. Rikazı bulan şahıs, bunun humusunu, yani
beştebirini umumi hizmetlere harcanmak üzere devlet hazinesine teslim etmek
zorundadır. Kişi defineyi kendi mülkünde veya sahipsiz bir arazide bulursa, humustan
artan kısım kendisinin hakkıdır. Şayet başkasının arazisinde ve akarında bulursa, arazi
sahibi definenin kendisine ait olduğunu iddia etmezse, yine bulana aittir. Şayet arazi
sahibi definenin kendisine ait olduğunuddia etmekle beraber şahidi yok ve kendisi
bulunan definenin evsafını tarif edemezse yemin etmek suretiyle alır. Bir kimsenin
izni olmaksızın mülküne girip araştırma yapan ve neticede define bulan kişi br hak
talebinde bulunamaz. Bulunan define mülk sahibine aittir. Yukarda anlatıldığı şekilde
şayet kişi arazi sahibinin izni ile girip araştırma ve çalışma neticesinde define bulursa
bulan kişi öncelikle define hakkına sahip olur.

Madene gelince; maden, yerde oluşan ve toprak cinsinden olmayan maddelerdir. İster
altın, gümüş, bakır gibi katı halde olsun ister kibrit ve petrol gibi sıvı halde olsun fark
etmez. Böyle bir maddeyi istihsal eden kişi bunun onda birini ödemekle mükelleftir.
Bu ödemenin vacibliğinin iki şartı vardır: Birincisi istihsal ettiği madde altın veya
gümüş ise yabancı maddelerden tasfiye edildikten sonra net miktarının nisab tutarında
olması gereklidir. Bu iki maddeden başka mal cinsinden ise değerinin nisab tutarında
olması gereklidir. İkinci şart müstahsilin zekat mükelleflerinden olmasıdır. Şu halde
müstahsil zimmi yani gayri müslîm veya borçlu bir müslüman ise, ona vacib değildir.
İstihsal edilen maden, mülk sahibinindir. Başkası istihsal etse bile hüküm budur.



Maden ocağı sahipsiz bir arazide ise elde edilen maden, müstahsilin malıdır. Bu
takdirde bunun kırktabirini zekat olarak ödemesi gerekir. İstihsal ettiği mal altın veya

r4981

gümüş olsun, başka maddeler olsun fark etmez.

Kolayca elde edilen menfaatlerden çok vergi almak, zorlukla elde edilen
menfaatlerden de az vergi almak .ısas olduğundan kolayca elde edilen rikazdan
beştebir gibi ağır bir vergi alınır.

Hz. Peygamber metinde geçen "Bun! m. elini deliğe uzatarak mı aldın?" soruşunu, bu
altınların rikaz hükmüne mi yoksa lukata denilen buluntu mallar hükmüne mi girdiğini
tesbit etmek için simuştur. Eğer Hz. Mikdad bu soruya "elimi sokarak aldım deseydi."
O zaman bu altınların yer altından çıkarıldığına ve dolayısıyla rikaz hükmünde
olduklarına hükmedecekti. Fakat Hz. Mikdad "Hayır" cevabını verince on'arm
yeryüzünde bulunan lukata mallar hükmüne girdiğine hükmetmiştir. Hattâbî (r.a)
metinde geçen "Allah bunu sana mübarek eylesin!" sözünü actklarken şöyle diyor.
"Hz. Peygamber bu sözüyle Hz. Mikdad'm bulduğu altınların lukata hükmüne
girdiğine ve bunu usulüne göre ilan ettikten sonra sahibinin çıkmaması halinde bu
altınların bulanın malı olabileceğine işaret etmek istemiştir"

Hanefi âlimlerinden Bezlü'l-Mechûd yazarı "Hz. eş-Şeyh Halil Ahmed es-Seharenfûrî
ise, bu mevzuda özetle şunları söylüyor: Aslında Hz. Peygamber Hz. Mikdad'a -Allah
bunu sana mübarek eylesin derken- "banlar şu andan itibaren senindir" demek
istemiştir. Bu sözle Hz Mikdad'a:' Sen bunları usulüne göre ilan et, eğer sahibi
çıkmazsa, o zaman bunlar senin olsun. Sen hırstan uzak bir kimsesin Allah bu halini
sana mübarek kılsın. S :n fakir bir adamsın bunun zekatım al. İlan ettiğin halde sahibi
çıkmazsa zekattan geriye kalan kısmını da al" demek istemiştir.

Gerçekten Hz. Mikdad çok fakirdi. Bu altınların fare deliğine nereden geldiği
bilinmediği için onları heryerde ilan etmek gerekiyordu. Bu da imkansız denecek
kadar zor olduğundan Hz. Peygamber, altınların sahiplerinin çıkmaması halinde
tümünü alabileceğini ona hatırlatmayı lüzumlu gördü.

Bazıları metinde geçen "sen bunları elini deliğe sokarak mı aldın'" sorusu üzerinde
durarak, eğer Hz. Mikdad "evet" cevabını verseydi. Hz. Peygamber bu altınların çok
eski olduğuna ve rikaz hükmüne girdiğine hükmedecekti" demişlerse de bu doğru
değildir. Çünkü Hz. Peygamber: "Bu soruyu sormadan önce sen bunları al, usulüne
göre ilan et sahibi çıkmazsa o da senin olsun!" sözüyle bu altınların lukata hükmüne
girdiğini açıklamış, "Allah bunları sana mübarek etsin" sözüyle ise, onun hırstan uzak
bir kimse olduğunu ifade ve kendisini tebrik etmek istemiştir.

Çünkü bir bez parçasının yeraltında uzun müddet çürümeden kalabilmesi mümkün
olmadığından söz konusu altın kesesinin birdelikten çıkması bu altınların çok eski
zamanlara ait olmadıklarını ve dolayısıyla lukata hükmüne girdiklerini gösterir.
Durum böyle olunca Hz. Peygamberin bu altınların eskiye mi yoksa o günün yaşayan
insanlarına mı ait olduğunu anlamak için Hz Mikdad'a soru yönelttiği düşünülemez.
Ve "sen bu altınları elini deliğe sokarak mı aldın sorusunu" bu maksatla sorduğu da
söylenemez. İfade ettiğimiz gibi bu soruyu O'na sadece hırslı bir kimse olup
olmadığını tesbit etmek için yöneltmiştir. Fakat Hz. Peygamberin bu soruyu yerin
altından mı, yoksa üstünden mi aldığını tesbit etmek için sormuş olması kuvvetle
muhtemeldir. Binaenaleyh yerin üstünde bulunan mal lukata hükmüne yerin altındaki
mal ise rikaz hükmüne girdiğinde Hz. Peygamber bu soruyu söz konusu altınların
rikaz ve lukata cinslerinden hangisine girdiğini tesbit etmek için Hz. Mikdad'a



T4991

yöneltmiş olabilir.

39-41. İçinde Mal Bulunan Eski (Milletlere Ait) Kabirleri Deşip İçindekileri
Çıkarmak

3088... Abdullah b. Amr demiştir Ben Rasûlullah (s.a)'le birlikte taif (seferin)e
çıktığımızda bir kabre uğramıştık. (O zaman Hz. Peygamber):

"Bu (Kabir) Ebû Rigal'in kabridir. Kendisi şu harem (i şerif) de idi (Haremde iken
harem) onu (üzerine gelecek belalardan) korurdu. (Harem'den) çıkınca (daha önce)
kavmine isabet etmiş olan bela şu (gördüğümüz) yerde ona da isabet etti. Ve buraya
gömüldü. Bu (kabrin ona ait oluşu) nun alameti kendisiyle birlikte buraya altından bir
daim da gömülmüş olmasıdır. Eğer siz burayı deşerseniz bu dalı onun yanında
bulursunuz" buyurdu. Bunun üzerine halk kabre üşüştüler ve (o altın) dalı çıkardılar.
r5001

Açıklama

Siyer kitaplarında açıklandığına göre, ağırlığı yirmi rıtldan fazla idi. Bir ntl oniki
okiyye ve bir okıyye de kırk dirhem olduğuna göre, altın daim ağırlığı bin dirhemi
aşıyordu.

Rivayete göre Ebû Rigal Semud kavminden olup Sakıf kabilesinin atası idi.

Hz. Salih (a. s) o'nu Mekke taraflarına zekat tahsildarı olarak göndermişti. Ebû rigal

yüz koyunlu bir adamın yanma vardı. Ona "Beni, sana, Rasûlullah gönderdi" dedi.

Âdâm "Rasûlullah'm elçisi hoş geldi, safa geldi. İstediğini al!" dedi.

Ebû Rigal, sütlü koyunlardan aldı.

Adamcağız:

"Anasının ölümünden sonra sağ kalan şu çocuğun sütleriyle beslendiği bu koyunları
bırak da onların yerine on koyun al!" dedi.Ebû Rigal;
Hayır dedi.Adam
Yirmi koyun al! dedi.
Ebû Rigal -Hayır! dedi.Adam
Elli koyun al! dedi. Ebû Rigal
Hayır! dedi. Adam

Şu bir koyundan başka, koyunların hepsini al!" dedi.
Anasız kalan çocuk, o koyunun sütüyle beslenmekte idi. .
Ebû Rigal yine
Hayır!" dedi.

Bunun üzerine, adamcağız "Eğer, sen, süt içmeyi seversen, ben de severim!" dedi.
Hemen ok çantasmdaki okları yere serdi. Sonra da "Ey Allah'ım sen şahid ol!" dedi.
Yayma bir ok yerleştirip Ebû Rigal'i öldürdü. Salih Peygamberin yanma giderek Ebû
Rigal'in yaptıklarını haber verdi.

Salih Peygamber de ellerini kaldırıp "Ey Allah'ım! Ebû Rigal'e lanet et!" diyerek dua
£5011

etti.

Mevzumuzu teşkil eden hadis-İ şerifte Ebû Rigal'in, Hz. Salih aleyhis-selamm



bedduasını aldığı zaman Harem-i şerifte bulunduğu ve bu sayede bir belaya
uğramaktan kurtulduğu, fakat harem-i şeriften çıkınca Taif te, daha önce kavminin
uğradığı musibete uğrayarak layık olduğu felâkete uğradığı ve oraya elinde taşıdığı
altın sopayla birlikte gömüldüğü ifade edilmektedir.

Hadis-i şerif, cahiliyye devirlerinden kalan ve içinde kıymetli mallar bulunan kabirleri
açıp içindeki mallan çıkarmanın caiz olduğuna delalet etmektedir.
Bir önceki babda bulunan hadislerin şerhindeki açıklamalarımızdan da anlaşılacağı
üzere bu tür kabirlerden çıkartılan mallar rikaz sayılır ve rikaz hükümlerine tabi olur.
Mevzumuzu teşkil eden bu hadis cahiliyye döneminden kalan kabirleri deşmeyi konu
aldığından, musannif Ebû Davud bu hadisle cenaze konusu hakkında yakın bir ilgi

[5021

gördüğünden bu hadisi Cenazeler Bölümü'nden önce koymuştur.



m

A. Debbağoğlu Ansiklopedik Büyük İslam İlmihali 195, 196.

m

M. Zeki Pakalm, Osmanlı Tarihi Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, 1-526.

LU

Zeki Pakahn Osmanlı Tarihi Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, 526.

LU

Servet Armağan, İslam Anayasa ve İdare Hukukunun Esasları 380.

LU

Servet Armağan, a.g.e., 516.

m

Bakara (2), 30; Hud (1 1), 62.

LU

Nûr(24), 55.

LU

Sâd (38), 20; Bakara (2), 124; Mâide (5), 20.

m

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/175-177.

rıoı

Ahmed b. Hanbel 1 1 1-129

LLU

Bk. Bi'at.

T121

M. Ahmet b. Hanbel V. 220,221

r i3i

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/177-178.

LLU

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/178.

LLU

Nisa (4), 59.

LLU

Buharî, ahkâm, 4.

LLU

Ahmed Debbağoğlu, Ansiklopedik Büyük İslam İlmihali, 219, 222.

LLU

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/178-179.

LLU

Buharı, cuma 11, istikraz 20, vesaya9, ıtk 17, 19, nikah 81, 90, ahkâm 1; Müslim, ima-re 20; Tirmizî, cihad 27; Ahmed b. Hanbel 1-5, 54-55, 108,
III- 122.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/179-180.
[201

A. Dâvudoğlu, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi VII 1-693.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/180.
LU]

Buharî, ahkam 5-6; İman 1, keffaret 10; Müslim, İmare 13, eymân 19; Tirmizî, nüzûr 5; Nesaî kada 5; Darimî, nüzûr 9; Ahmed b. Hanbel V-62-63.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/181.



[221

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/181-182.



Buharı, icâre 1, mürteddin 2, ahkâm 7; Müslim, imare 15; Ebû Dâvud, Akdiye 3, hu-dud 1; Ahmed b. Hanbel IV-393, 409, 411.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/182.
[241

Müslim, İmare 15.

[251

Müslim, İmare 14.

[261

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/182-183.

[271

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/183.

[281

el-Ceziri A. el-Fıkh alel mezahibi'l erbaa V-416-417.

[221

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/184.

[301

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/184-185.

[311

Kıyamet (75), 11.

[321

Servet Armağan, İslam Anayasa ve İdare Hukukunun Esasları, 487-488.

[331

İbrahim Sarmış, İslam Mezhebleri ve Müesseseleri, 224.

[341

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/185.

[351

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/186.

[361

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/186-187.

[371

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/187-189.

[381

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/189.

[391

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/190.

[401

Enbiya (21), 104.

[411

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/190.

[421

Tirmizî, zekat 1 8; îbn Mâce, zekat 14; Ahmed b. Hanbel III-465, IV-I43.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/191.
[431

Buharî, cihad 55.

[441

el-Mubarekfüri Tuhfetü'l-Ahvezi IH-307-308.

[45J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/191-192.

[461

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/192.

[471

Asım efendi, Kamus tercümesi, "Meks".

[481

Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı tslamiye ve Istılahat-ı Fıkhıyye Kamusu IV-96-97.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/192-193.
[491

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/193.

[501

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/193-194.

[İÜ

Müslim, Imâre 12; Buharî, ahkam 51; Tirmizî, Fiten 48; Ahmed b. Hanbel 1-13, 43, 46, 47.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/194.
[521

Ahmet b. Hanbel 111-129

[ŞU

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/194-196.

[541

Davudoğlu Ahmed, Sahih-i Müslim, VIII, 681.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/196.
[5J1

Buharî, ahkam 43; Müslim, İmâre 90; Nesâî, bey'at 24, İbn Mâce, Cihad 41; Muvatta; bey'at 1; Ahmed b. Hanbel, 1 1-62, 81, 101, 139.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/196.



[561

Davudoğlu A. Şahih-i Müslim Terceme ve Şerhi IX, 48.

[571

Feth(40), 18, 19.

[581

Debbağoğlu Ahmed, Ansiklopedik Büyük İslâm İlmihâli 82-83.

[591

Udeh Abdülkadir, İslâm ve siyasi durumumuz, 213, 214.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/197-198.
[M

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/198.

[611

Buhârî, talak 20, şurüt 1, tefsir 60/2, ahkam 49; Müslim imâre 88, 89; İbn Mâce, Cihad 43; Ahmed b. Hanbel, VI-114, 270, 365.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/198-199.
[621

Mümtehine (60),12.

[63J

Müslim, imare 80.

[641

Eryarsoy Beşir, İslamda devlet yapısı 175.

[65J

Buhârî 8, 125, Hayatü's-Sahabe 1-218,223.

[66J

2942 numaralı hadis.

[671

Topaloğlu Bekir, İslam'da kadın 247.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/199-200.
[681

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/200.

[691

Buhârî, ahkam 46.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/200.
[701

Heysemi, Mecmeuzzevâid VI-140.



a.g.e. 9, 285.

[721

İsa Abdülkadir Hakaik Anıl-Tasavvuf 89, Bedrüddin Aynî Umdet'ül-karî XXIV-272.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/200-201.
[731

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/201.

[741

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/201.

[751

Buhârî, ahkam 17; Müslim, zekat 1 12; Ebû Dâvud, zekât 28; Nesâî, zekât 94, Ahmed b. Hanbel I. 52.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/201-202.
[761

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/202.

[771

Ahmed b. Hanbel IV-229.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/202-203.
[781

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/203.

1791

Buhârî, hibe 17, zekat 43, cihad 189, eyman 3, ahkâm 24, 41, hayl 15; Müslim, imare 24, 26, 28; Darimî, zekat 31; siyer 151; Ahmed b. Hanbel
11-426 V-227, 283, 423.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/204-205.

[M

Arzu Cemal, İslam Hukukundu feri ve devlet 29.

[8U

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/205-206.

[821

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/206.

[831

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/206-207.

[841

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/207.

[851

Tirmizî, ahkam 6, Ahmed b. Hanbel, IV-231, VI-70.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/208.
[861

Molla Mehmedoğlu O. Zeki, Sünen-i Tirmizî tercümesi, 11-443.

[871

el-Mübarekfurî, Tuhfet-ü'l-Ahvezî, IV-562.



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/209.



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/209.

İM

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/209-210.

İM

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/210.



Tevbe(9), 100.

[921

Haşr(59), 8.

[921

Haşr (59), 9.

[941

Haşr (59), 10.

[951

Yazır Muhammet Hamdi, Hak dini Kur'ân dili tefsiri IV-2606-2607.

[961

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/210-211.

[921

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/211.

[981

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/212.

[991

Davudoğlu A. tbn Abidin terceme ve şerhi VII 1-398-399.

rıooı

Yazır Muhammed Hamdi Hak dini Kur'ân dili tefsiri VI 1-4821.

[îoıı

Meylâni Ahmed, Bidayet-ü'l Müctehid ve Nihayetü'l Muktesid tercemesi I, 604.

£1021

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/212-214.

£1Q31

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/214.

£104]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/214-215.

£1051

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/215.

£1061

ez-Zuheylî Vehbe el-Fıkahu'l-lslami 1 1 -490.

£107]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/215-216.

11081

Buhârî, nafakat 15; Müslim, feraiz 15-17, Tirmizî, feraiz 1, İbn Mâce, feraiz 9, 13.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/216.

riQ9i

Davudoğlu Ahmed, Sahih-i Müslim terceme ve şerhi, VIII- 139.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/216-217.

rı ıoı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/217.

rını

Buhari, feraiz 4, 25, kefale 5, istikrazll, tefsir (3) 1; Müslim, Cuma 3, feraiz 14-17; Tirmizi, feraiz 1, cenaiz 69; Nesai, cenaiz67; İbn Mace,
Mukaddime 7, Sadakat 13, feraiz, 9.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/217.
£1121

Buhari, feraiz 4, 15, Zekat 17, kefale 5; Müslim feraiz 14; Ebû Davûd, vesaya 17; Nesâi, Cenaiz 67; İbn Mace, Sadakat 13, Ahmed b. Hanbel, II,

70.
11131

Mansûr Ali Nasıf, el-Tac licamiul-usûl, 1 1-226

11141

Miras Kamil, Tecrid-i sarih tercemesi, VII-390.

11151

Ahzâb, (33), 6.

£116]

Ahzab, (33), 6.

11171

Miras Kamil, Tecrid-i sarih tercemesi, VII, 391.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/217-218.
11181

Buhârî, şehadet 18, Meğazi 29, Müslim, İmâre 91; İbn Mâce, hudud 4, Ebû Dâvud, hudud 18; Ahmed b. Hanbel 11-17.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/218-219.
11191

Hatipoğlu, Haydar, Sünen-i İbn Mâce, VII, 138-139.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/219-220.



[120]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/220-221.

£121]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/221-222.

[1221

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/222-223.

11231

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/223.

ri241

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/223-224.

[125]

Sarmış İbrahim, tslâm mezhepleri ve müesseseleri, 238, 239.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/224-225.
[126]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/225.

[1271

Taşkesenlioğlu Mazhar, Kur'ân-ı Kerîm'in Ahkam Tefsiri, 1 1-28.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/226-227.
[128]

Tirmizî, Menakıb 17; İbn Mâce, Mukaddime 11; Ahmed b. Hanbel, 1 1-53, 95,401, V-145, 165, 177.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/227.
[129]

Ahmet Naim Efendi, Tecrid-i Sarih tercemesi, 1 1 -289-29 1 .

[130]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/228.

ri3iı

Haşr (59) 6.

ri321

Buhârî, humus I, fedail-i ashabunnebiyy 12, megazi 14, 38, nafakat 3, feraiz 3, i'ti-sam 5; Müslim, cihad 49, 52, 54, 56; Tirmizî, siyer 44; Nesâi,
fey' 9, 16; Muvatta', kelâm 27; Ahmed b. Hanbel, 1-4, 6, 9, 10, 25, 47, 49, 60, 162, 164, 179, 191, 208, 1 1-463, VI-145, 262.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/228-232.
[133]

Tac IV, 380.

[1341

Davudoğlu Ahmed, Sahih-i müslim VIII, 505.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/232-234.
[135]

a.g.e. 507, 508.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/234-235.
[136]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/235.

£1371

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/235.

11381

Buhârî cihad 80, Müslim cihad 48, Nesâî fey' 8, Ahmed b. Hanbel 1-25, 48.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/235-236.
[139]

Haşr (59) 7.

£140]

Haşr (59) 6.

£141]

Elmalıh Yazır M.H., Hak dini Kuran dili tefsiri VI1-4825.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/236-238.
11421

Haşr, 59/6.

£143]

Haşr, 59/7.

£144]

Haşr, 59/8

11451

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/238-239.

Ü46J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/239-240.

£1471

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/241.

£148]

Şafak Ali, İslam Arazi Hukuku, 8 1 .

£149]

Elmalıh Yazır Muhammed Hamdi Hak dini Kur'ân dili tefsiri VII-4823-4824.

£1501

Şafak Ali, İslam Arazi Hukuku 8 1 -82.

£151]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/241-244.



[152]

Buhârî, farz'ul-humus 1; Müslim, cihad 52; Nesâî, kasemü'l-fey 1.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/244.
[153]

Davudoğlu Ahmed, Sahih-i Müslim tercüme ve şerhi VIII-5 1 3 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/245.
[154]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/245-246.

[155]

Davudoğlu A. Sahih-i Müslim tercüme ve şerhi VIH-516-517.

[1561

Şafak Ali, İslâm Arazi Hukuku 82-83.

[1571

Şafak Ali, İslâm Arazi Hukuku 83.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/246-247.
11581

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/247-248.

[159]

Şafak Ali, İslâm Arazi Hukuku 84-85.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/248.
[160]

Haşr (59), 6.

[161]

Haşr (59) 6.

[162]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/248-249.

[1631

Koksal Asım, İslâm Tarihi VII, 247; VIII-281.

11641

Koksal Asım, İslâm Tarihi VII, 247; VIII-281.

[165]

Koksal Asım, İslâm Tarihi VIII-249.

[166]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/249-250.

[1671

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/250-25 1.

[168]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/251-252.

[169]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/252.

[170]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/252.

um

Buhârî, vesaya 32, humus 3, feraiz 3; Muvatta, kelain 28 Ahmed b. Hanbel 11-249, 376, 463, 464.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/252-253.
[172]

Davudoğlu A., Sahih-i Müslim tercüme ve şerhi VII, 516.

[173]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/253.

ri741

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/253-254.

[1751

Buhârî, cihad 89, megazi 86, Tirmizî, büyü' 7, Nesâî, büyü, 58, 83, Ibn Mâce, ruhun 1; Darimî, büyü' 44, Ahmed b. Hanbel 1-236, 300, 301, 361
HI-102-133, 208, 238, VI-453, 457.
[176]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/254-255.

[177]

Buhârî, humus 1, fedaihı ashabinnebiyy 12, megazi 14, 37, nafakat 3, feraiz 3, l'tisam 5- Müslim, ciiıad 49, 52, 54,56; Tirmizî, siyer 44; Nesâî,
fey 9,16; Muvatta, kelam 27; Ahmed b. Hanbel 1-4, 6, 9,10, 25,47,49,60,162,164, 179,191, 208 1 1-463 VI-145, 262.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/255.
[178]

Nemi (27) 16.

[179]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/255.

11801

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/256.

11811

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/256.

[182]

Buhârî, farz'ül-humus 17.; Nesâî, fey 1; İbn Mâce, cihad 46.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/256-257.
11831

Yazır M. Hamdi, Hak dini Kur'an dili VII-4827-4828.



[184]

Davudoğlu Ahmed, Ibn Abidin VIII-417.

[185]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/257-258.

[186]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/258-259.

[1871

Davudoğlu Ahmed, İbn Abidin VIII-416.

[188]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/259-260.

[189]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/260.

[190]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/260-261.

ri9iı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/261.

[192]

Enfâl(8)41.

[1931

Karlığa Bekir, Hadislerle Kur'ân-ı Kerim tercemesi, VII-33 1 1 .

[194J

Ateş Süleyman, Kur'ân-ı Kerim ve yüce meali, I- 181.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/261.
[195]

Nesâî, fey 1 .

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/261-262.
[196]

Keskioğlu Osman, İslâmi Bilgiler Ansiklopedisi 1, 40-41.

[1971

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/262-263.

[198]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/263-264.

£1991

Elmalılı Yazır, Muhammed Hamdi, Hak dini Kur'ân dili VII-4832.

r2001

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/264-265.

£201]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/265-266.

£2021

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/266.

12031

Müslim, zekât 167, 168; Nesâî, zekât 95, fey 15; Muvatta, Sadaka 13,15; Ahmed b. . Hanbel 1 1-402, IV-166.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/266-269.
£2041

Tevbe (9) .103.

£2051

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/269-270.

[2061

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/270.

[2071

Buhârî, humus 1, talak 11, megazt 12; Müslim, eşribe 2.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/270-273.
r2081

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/273.

[2091

Davudoğlu Ahmed, Sahih-i Müslim, IX, 250, 251.

[210]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/273-274.

£2111

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/274-275.

£2121

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/275-276.

£2131

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/276.

£214]

Buhârî, da'vât 11; Müslim, zikr 80; Ahmed b. Hanbel VI- 383, 384.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/276-277.
£215]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/277-278.

[1161

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/278.

[im

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/278.



[218]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/278-280.

[219]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/280.

12201

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/280.

mu

Davudoğlu A. İbn Abidin terceme ve şerhi VIII-415.

T2221

bkz. 2994. hadis.

[22U

Meylani Ahmed, Bidayel-ül Müctehid ve Nihayet-ül Müktesid, 1-588.

T2241

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/280-281.

[225]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/281.

[226]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/281-282.

[227]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/282.

T2281

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/282-283.

[2291

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/283.

r2301

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/283.

[231]

Buhârî, cihâd 74, Bey 108; Müslim, nikâh. 87; Ibn Mâce, nikâh 42.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/284.
[232]

Müslim, nikâh 87, 88.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/284.
[233]

Buhârî, cihâd 74, nikâh 12, Salat 12; Müslim 84; Nesâî, Nikâh 79, Ahmed b. Hanbel III-102.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/284-285.
[234]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/285-286.

[235]

Koksal M. Asım, İslâm Tarihi VII-207.

[236]

Koksal M. Asım, tslâm Tarihi VII-207.

[2371

Koksal M. Asım, tslâm Tarihi VII-208.

[2381

Davudoğlu Ahmed, Sahih-i Müslim, VII- 286, 287.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/286-289.
[2391

Ali İmrân(3) 186.

[2401

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/289-290.

[241]

Bakara (2), 14.

[2421

Koksal M. Asım, tslâm Tarihi III, 7.

[2431

Koksal M. Asım, tslâm Tarihi III-7.

12441

Koksal M. Asım, tslâm Tarihi V-9, 10.

[2451

Buhârî, megazi 15.

[2461

Buhârî, megazi 15.

[2471

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/290-293.

[248J

Ali İmrân (3) 12.

[2491

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/293-294.

[2501

Ateş Süleyman, Kur'fm-ı Kerimin Yüce Meali ve Çağdaş Tefsiri, 1, 354-355.

[251]

Enfâl (8) 58.



T2521

Koksal M. Asım, tslâm Tarihi II, 196-197.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/294-295.
[253]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/295-296.

[254]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/296.

[255]

Buhârî, Cihâd 1 79, Cizye 6, İkrah 2, i'tisâm 18, Müslim, Cihâd 6 1 , Ahmed b. Hanbel 1 1-45 1 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/296-297.
[256]

Davudoğlu Ahmed, Sahihi Müslim, Terceme ve Şerhi VIII, 527-528.

[2571

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/297-298.

[2581

Haşr (59) 6.
[2591

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/299-302.

12601

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/302.

[261]

Debbağoğlu Ahmed, Ansiklopedik büyük İslâm ilmihali, 78-79.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/302-303.
[2621

Debbağoğlu Ahmed, Ansiklopedik Büyük İslâm İlmihali 80.

12631

Koksal M. Asım, İslâm Tarihi IV, 85.

[2641

Haşr(59)6.

T2651

Tevbe (9) 29.

[2661

Tevbe (9) 36.

[2671

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/303-305.

[2681

Buhârî Megazi 14; Müslim, Cihâd 62; Ebû Dâvud, Cihâd 116.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/305-306.
[2691

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/306.

12701

Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi VI1I-529.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/306.
[271]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/307-308.

[2721

Koksal M. Asım, tslâm Tarihi VII-190.

[2731

İmam Muhammed, Siyer'ül-Kebîr, 1-279.

[2741

İmam Muhammed, Siyer'ül-Kebîr. 1-279.

[2751

Koksal M. Asım, İslâm Tarihi VII-192-196.

[2761

Koksal M. Asım, tslâm Tarihi VII, 216-217.

T2771

Davudoğlu Ahmed Sahifa-i Müslim Tercüme ve Şerhi VII, 654.

[2781

Müslim; büyü 59-76.

[2791

Davudoğlu Ahmed, Sah th-i Müslim Terceme ve Şerhi VII, 692.

12801

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/308-313.

[281]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/313-314.

12821

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/314.

12831

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/314-315.

[284]

İbn el-Esîr, en-Nihaye II, 22-23.

12851

Davudoğlu Ahmed, Sahih-i Müslim Ten eme ve Şerhi VII, 692-693.



12861

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/315-316.

[287]

Müslim, Cihâd 120.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/3 16-317.
12881

Davudoğlu A, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi V1II-624.

12891

3010 numaralı hadis.

T2901

Davudoğlu A, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi VIII, 525-526.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/317.

[2911

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/317-318.

[292]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/318.

[293]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/318-319.

[294]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/319.

[295]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/319.

[296]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/320.

12971

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/320-321.

[298]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/321-322.

[299]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/322.

13001

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/322-323.

13011

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/323.

13021

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/323-324.

13031

Buhâri, hars 14, humus 9, Megazi 38; Ahmed b. Hanbel 1-32,40.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/324.
[3041

Koksal M. Asim İslâm Tarihi VII-I23, 124.

13051

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/324-325.

13061

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/325-326.

[3071

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/326-327.

[308]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/327.

13091

Müslim, cihad, 84.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/328-329.
[310]

Koksal M. Asım, İslâm Tarihi VII-155.

[311]

Koksal M. Asım, İslâm Tarihi VIII-185.

13121

Koksal M. Asım, İslâm Tarihi VIII- 186.

13131

Koksal M. Asım, İslâm Tarihi VIII-22 1-222.

[314]

Koksal M. Asım. İslâm Tarihi.VIII- 224-225.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/329-332.
13151

Koksal M. Asım, İslâm Tarihi, VIII, 224-225.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/332.
13161

Davudoğlu A. Sahihi Müslim tercüme ve Şerhi VIII, 577.

13171

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/332-333.

[318]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/333-334.



[319]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/334.

[320]

Debbağoğlu Ahmed, Ansiklopedik Büyük İslâm İlmihali 145.

[321]

Koksal M. Asım İ. Tarihi VIII- 455.

13221

Debbaoğlu Ahmed Ansiklopedik Büyük İslâm İlmihali, 145.

13231

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/334-335.

13241

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/336-337.

[325J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/337-338.

[326]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/338-339.

[327]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/339-340.

[3281

Buhari, cihâd 176, cizye 6, megazi 183; Müslim, vasiyyet 6, Ahmed b. Hanbel 1-222 IV-371.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/340.
13291

Muvatta, Kasr-üssalâ 85.

13301

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/340-341.

[3311

Tevbe, (9) = 29.

[3321

Davudoğlu Ahmed, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi VIII- 197- 198.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/341-342.
[3331

Müslim, cihâd 63. Tirmizi, siyer 42.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/342.
[3341

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/343.

[3351

Tirmizi, zekat II, Ahmed b. Hanbel 1-223, 285.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/343.
13361

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/343-344.

[3371

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/344.

[3381

Davudoğlu A.İbn Abidin tercümesi VIII-456.

13391

el-Kâsânî, Bedayiussânayi' VII- 1 14.

[3401

Davudoğlu A. Sahih-i Müslim, Tercüme ve Şerhi VI 11-197.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/344-345.
13411

Müslim; fıten 33.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/345-346.
13421

Davudoğlu A. Sahih-i Müslim, Tercüme ve Şerhi XI, 323.

13431

Müslim, İmam 147.

[3441

Davudoğlu A.İbn Abidin Tercümesi ve Şerhi VIII-457.

[3451

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/346-347.

[3461

Müslim, cihâd 47.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/347-348.
[3471

Davudoğlu AhmedSahih-i Müslim, Tercüme ve şerhi VIII 500.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/348.
[3481

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/348-349.

[3491

Tevbe (9).29.

[3501

Debbağoğlu AAnsiklopedik Büyük İslâm İlmihali 107-108



[351]

Bilmen Ö.N. Hukuku-tslâmiyye ve Islılahad Fıkhiyye Kamus IV-99.

[352]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/349-350.

[3521

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/350-35 1.

[3541

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/351-352.

[3551

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/352.

[3561

Koksal M. Asım, İslâm Tarihi IX-2 17-221.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/352.
[3571

Mevsılî, el-îhtiyâr IV-137.

[3581

Bilmen Ömer Nasuhî, Hukuki İslâmiyye ve ıstılahatı fıkhiyye kamusu, IV, 97.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/352-353.
[3591

Ebû Dâvud, zekât 65; Tirmizi, zekât 5; Nesâi, zekat 8; Ahmed b. Hanbel V-230, 233, 247.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/353.
r3601

Bilmen ö. Nasuhi Hukuku tslâmiyye ve Istılahali Fıkhiyye Kamusu IV, 99.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/353-354.
[361]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/354.

[3621

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/354.

13631

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/354-355.

13641

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/355.

13651

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/355-356.

[3661

Koksal M. Asım, tslâm Tarihi, X-193.

13671

Koksal M. Asım, tslam Tarihi X-192-212.

[3681

Koksal M. Asım, tslam Tarihi, X, 212-214.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/356-358.
13691

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/358-359.

13701

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/359.

[3711

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/359-360.

[3721

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/360-361.

[3731

Tirmizi, siyer 30; Muvatta, zekat 41; Ahmed b. Hanbel 1-191.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/361-362.
13741

Davudoğlu A. Selamel Yolları IV- 145.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/362-363.
[3751

Müslim, birr. 117-119.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/364.
[3761

Müslim, birr, 118.

[3771

Müslim, birr 119.

[3781

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/364-365.

[3791

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/365.

[3801

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/365.

[3811

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/365-366.

[3821

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/366.

[3831

Bilmen Ö. N. Hukuku İslâmiyye ve Istılahali Fıkhiyye. IV, 92.



[3841

Bilmen Ö. Nasuhİ, Hukuku İslâmiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, IV, 92.

[385]

a.g.e IV-93.

T3861

Hattâbî, Mealimü's-sünen.

[3871

Bilmen ö. Nasuhi Hukuku İslâmiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu IV-96.

[388]

Geniş bilgi için bk. Bezlu'l-Mechud.

[3891

Muhammed Şemsü'l-Hakel, Azimabadi, Avnü'l-Ma'bûd VIII, 301.

T3901

M. Hamidullah, islâm'da Devlet idaresi 117.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/366-368.
[391]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/368-369.

13921

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/369-370.

13931

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/370.

[394]

Armağan Dr. Servet, tslâm Anayasa ve İdare Hukukunun Esasları

[395]

Tevbe (9),29.

[396J

Armağan Dr. Servet, İslâm Anayasa ve İdare Hukuku Esastan 175-176.

[3971

Muhammed Hamidullah, İslam'da devlet idaresi 266.

[3981

Hasr (59) 7.

13991

Nisa (4) 79.

14001

Al-i İmran(3), 31.

14011

Karaman Hayreddin, Hadis usûlü, 5 .

[4021

Nisa (4) 79.

[4031

Karaman .Hayreddin, Hadis Usûlü 130.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/370-373.
14041

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/373-374.

[4051

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/374.

14061

Hattâbî, Mealimü's-Sünen III 438.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/374-375.
[4071

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/375-379.

14081

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/379.

[4091

Tirmizi, siyer 23, Ahmed b. Hanbel IV- 162.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/379.
[4j0]

Molla Mehmedoğlu, Sünen-i Tirmizi tercemesi 1 1 1-152.

[üil

Muvatla; husn-ül-hulk 1 6.

[4131

el-Mübarek-furî, Tuhfetûl-Ahvezî V-198.

[4131

el-Mübarekfurî„ Tuhfetu'l-Ahvezî V-199, 200.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/380-381.
[4141

Tirmizi, ahkâm 39, Ahmed b. Hanbel VI-399.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/381.
[4151

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/381.

[1161

Doç. Dr. Şafak Ali, İslam Arazi Hukuku, 195.



[417]

Bilmen Ö. Nasuhi, Hukuki İslâmiyye ve Istılahati Fıkhiyye Kamusu, IV-75.

[4j8]

Şafak Ali, İslâm Arazi Hukuku 194.

[419]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/381-383.

r4201

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/383.

[421]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/383-384.

14221

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/384.

[423]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/384-385.

f4241

Bilmen Ö. Nasuhi, Hukuku İslâmiye ve Istılahati Fıkhiyye Kamusu, IV-76.

[425]

el-Kasânî, Bedayiu's- Sanayi 1 1-67; Tuğ Salih, İslâm Vergi Hukukunun Ortaya Çıkışı 60.

[426]

Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukuki İslömiyye ve Istılahati Fıkhiyye Kamusu, IV-102, 103.

[4271

a.g.eIV-104.

T4281

Yeniçeri Celal, İslâm İktisadının Esasları 82.

[4291

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/385-387.

[430]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/387-388.

[4311

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/388.

14321

Tirmizi, ahkâm 39, İbn Mace, rehine 17.

14331

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/389-390.

[434]

Yeniçeri Celal, İslâm İktisadının Esasları, 79, 80.

[4351

İbn Mâce, rehine 16.

14361

Serahsi el-Maksut 11-212.

14371

Yeniçeri Celal, İslâm İktisadının Esasları, 72, 73.

14381

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/390-391.

[439J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/391.

14401

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/392.

14411

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/392-393.

14421

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/393.

[443J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/393-395.

[4441

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/395-396.

[4451

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/396-397.

14461

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/397.



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/397-398.

[4481

Tirmizi, İstizam ve adab 83.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/398-399.
[4491

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/400.

[4501

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/400-401.

[45J1

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/401.

[452]

ez-Züheyli .Vehbe, el-Fıkhu' 1 -İslâmî 11,351.



[453]

ez-Züheyli Vehbe,el-Fıkhu'l-İslâmi II, 529-531.

[454]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/401-402.

[455]

Tirmizi, ahkam 38; Buharı, hars 15; Muvatta, Ukdiye 26, Ahmet b. Hanbel 327.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/403.
[456]

ez-Züheylî Vehbe, el-Fikh-û-lslâmi II, 531.

[457]

22 Züheyli Vehbe el-Fıkhul-lsIami 1 1-530.

[458]

Ebu Dâvud, menasik 89, Tirmİzî, hac 52, tbn Mace, jnenasik 52, Darımı, menasik 87; Ahmed VI- 187, 207.

[4591

ez-Züheyli Vehbe, el-Fıkhül-lslâml 11,530.

T4601

Ali Haydar Efendi, 1 1 1,553-554.

[461]

Tirmizi, ahkam 38.

[4621

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/403-405.

[463]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/405-406.

f4641

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/406.

[4651

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/406.

[4661

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/406-407.

[4671

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/407.

[4681

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/408.

[4691

Mecelle Mad. 1275-1276, Ali Haydar Efendi III, 553-554.

[4701

ez-Züheyli Vehbe, el-Fıkhül-İslâmi 11-530.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/408.
[4711

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/409.

[4721

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/409.

[4731

Buharî, zekât 2, 54, cihâd 49, 136, hibe 28, cizye 2; Müslim, fadail 10, 1 1, Ahmed b. Hanbel V-424-425.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/409-410.
[474]

Koksal M. Asım, tslâm Tarihi, IX, 224-226.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/410-412.
[4751

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/412.

[4761

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/412-413.

[4771

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/413-414.

[4781

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/414.

[4791

Bitmen Ö. Nasuhi, Hukuku İslâmiyye ve Islilahatı Fıkhiyye Kamusu, IV, 74.

r4801

Bilmen ö. Nasuhi, Hukuku tslâmiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, IV, 75.

[4811

Sarmış ibrahim, İslam mezhebleri ve müesseseleri 274.

[4821

İbn Hümâm, Fethu'l-Kadir IV, 366.

[4831

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/414-416.

f4841

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/416-417.

[4851

Karaman Hayreddin, İslam'ın Işığında Günün Meseleleri I, 161.

[4861

Karaman Hayreddin, İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri I, 162, 163.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/417-419.



T4871

Buhâri, cihad 146, müsakât 11; Ahmed b. Hanbel IV.38, 71-73.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/419.
R881

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/419.

[489]

Yeniçeri Celal, İslâm iktisadının esasları 42.

T4901

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/420-421.

[491]

Buhârî, musakât 3, zekât 66; Müslim, hudûd 45-46; Ebû Dâvud, diyât 28; Tilmizi, ahkam 38; îbn Mace, lukata 4, Muvatta, zekat 9, akul 12.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/421.
[492]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/422.

[4931

İbn Mace, el-Lukata 3.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/422.
f4941

Yeniçeri Celâl, İslâm iktisadının esasları, 84, 85

[4951

Buhâri, zekât 66, diyat 28-29, müsakât 3, hudûd 45-46; Tirmizî, zekât 16, ahkâm 37; Nesâî, zekât 28; İbn Mace, diyet 27; Muvatta, ukud 12;
Darimî, diyet 19, zekât 3; Ah-med b. Hanbel. 1 1,228.
[496J

Bezlü'l-Mechûd XTV-4 1 .

[4971

Yeniçeri Celal, tslâm İktisadınm Esasları 84-85.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/423-424.
[4981

Hatipoglu Haydar, Sünen-i İbn Mâce Terceme ve Şerh-i, VII,85, 89.

[4991

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/424-428.

[5001

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/428-429.

[501]

Koksal M.Asım, İslam Tarihi, XIII, 452-453.

[5021

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/429-430.



29. HARFLER VE KIRAATLAR BÖLÜMÜ

1. Abdullah B. Muhammed En-Nüfeyli'nin Rivayeti

2. Musa B. t smail'in Rivayeti

3. Kuteybe B. Said'in Rivayeti

4. Muhammed B. fsa'nın Rivayeti

5. Kuteybe B. Said'in Rivayeti

6. Muhammed B. fsa'nın Rivayeti

7. Said B. Mansurun Rivayeti

8. Osman B. Ebî Şeybe'nin Rivayeti

9. Nasr B. Ali'nin Rivayeti

10. En Nüfeyli'nin Rivayeti

11. Muhammed B. Yahya El-Kutaî'nin Rivayeti

12. Muhammed B. Kesir'in Rivayeti

13. Muhammed B. Abdullah'ın Rivayeti

14. Musa B. İsmail'in Rivayeti

15. Ebû Kâmilin Rivayeti

16. İbrahim B. Musa'nın Rivayeti

17. Muhammed B. Abdurrahman'ın Rivayeti

18. Muhammed B. Mes'ud El-Missisi'nin Rivayeti

19. Yahya B. Fazlın Rivayeti

20. Osman B. Ebî Şeybe'nin Rivayeti

21. Ahmed B. Abde'nin Rivayeti

22. Muhammed B. Râft En-Neysabûrî'nin Rivayeti

23. Müslim B. İbrahim'in Rivayeti

24. Ahmet B. Hanbel'in Rivayeti

25. Nasr B. Ali'nin Rivayeti

26. Hafz B. Ömer'in Rivayeti

27. Ahmet B. Salih'in Rivayeti

28. Hafz B. Ömer'in Rivayeti

29. Muhammed B. Ubeyd'in Rivayeti

30. Osman B. Ebi Şeybenin Rivayeti

31. Zeyd B. Ahzem'in Rivayeti

32. Ahmed B. Hanbelin Rivayeti

33. Said B. Yahya El-Umevî'nin Rivayeti

34. Osman B. Ebi Şeybe'nin Rivayeti

35. Muhammed B. İsa'nın Rivayeti

36. Ebû Ma'mer Abdullah , Amr'ın Rivayeti

37. Hennad'ın Rivayeti

38. Ahmed B. Salih'in Rivayeti

39. Ca'fer B. Müsâfir'in Rivayeti

40. Musa B. İsmail'in Rivayeti



29. HARFLER VE KIRA ATLAR BÖLÜMÜ



111

1. Abdullah B. Muhammed En-Nüfeyli'nin Rivayeti

3969... Cabir (r.a)'den rivayet olunduğuna göre;Peygamber (s.a.v), "Siz de İbrahim'in

L21 Ol

makamından bir namaz yeri edinin" (şeklinde, emir siyasıyla) okumuştur.
Açıklama

Hadis-i şerif, ayet-i kerimede ki kelimesini sigasıyla "ittehüzü" şeklinde okunması
gerektiğini söyleyen kıraat alimlerinin çoğunluğunun delilidir. Meşhur olan kıraat da

141

budur. Bu görüşte olâri kıraat imamlarına göre, bu kelime" ayet-i kerimesinde
bulunan "özkürü" kelimesine matuf olduğu için emir kabblannda "ittehızü" şeklinde
okunması gerekir.

Nafî ve Amr'a göre ise bu kelime, noktalı ha'nm üstünü ile "ittehazû" şeklinde
okunması gerekir. Nitekim Tirmizi'nin rivayeti de bu görüşü doğrulamaktadır. Bu

fil

durum söz konusu kelimeyi her iki şekilde okumanın da caiz olduğunu gösterir.

2. Musa B. İsmail'in Rivayeti

3970... Aişe (r.anha) dan rivayet olunduğuna göre;

Bir adam geceleyin kalkıp (Kur'an) okumuş, Kur'an okurken de sesini yükseltmiş.
Sabah olunca Resulullah (s.a.v) (onun hakkında):

"Allah falancadan razı olsun. O bu gece benim (unutarak) atlamış olduğum bazı

mı in

ayetleri bana hatırlatmış oldu." demiş.
Açıklama

Musannif Ebu Davud bu hadisi zekretmekten makşadı, içerisinde bulunan ve değişik
şekillerde okunabilen "kâin" kelimesine dikkati çekmektedir.

Al-i imran suresinin 146. ayet-i kerimesinde de geçen "nice" anlamına gelen bu
kelmeyi ibn Kesir burada olduğu gibi "kain" şeklinde okuduğu halde, diğer kırat
imaları "keeyyin şeklinde okumuşlardır. Bu yüzden hadis-i şerif, söz konusu
kelimenin kain şeklinde okunacağını söyleyen Yahya İbn Kesiftin delilidir.
Avnii'l Ma-bûd yazarının açıklamasına göre, bu kelime Sünen-i Ebu Davud'un bazı
nüshalarında "keeyyin", bazılarında da "keeyyinin" şeklinde geçmektedir. Çünkü bu
kelimeyi yukarıda görülen üç şekilde de okumak caizdir.

Hafız Süyûtî, Mirkatu's Süûd isimli eserinde bu kıraatlar içerisinde en meşhurunun
"keeyyin" şeklindeki kıraat olduğunu söylüyor.
Hadisten çıkartılan bazı Hükümler

1- Kâinün kelimesini "keeyyin ve keeyyinin" şekillerinde de okumak caizdir.

2- Hz. Peygamberin ümetine tebliğ ile mükellef olduğu hükümleri, tebliğ ettikten



sonra unutması caizdir. Fakat tebliği ile mükellef olmadığı hususları her zaman
unutabilir. Cumhuru ulemânın görüşü budur. Kadı Iyazla İmâm-ı Nevevî ve Hafız

[81

ilan-i Hacer böyle demişlerdir.
3. Kuteybe B. Said'in Rivayeti

3971... İbn Abbas (r.a)'m azatlı kölesi Mıksem; İbn Abbas'm şöyle dediğini
söylemiştir:

Şu, "Bir Peygamber'in ganimet malını gizlemesi (emanete hiyanet etmesi) asla

121

olamaz" (mealindeki) ayet-i kerime Bedir (savaşı) günü,

(ganimetler arasında kaybolan kırmızı kadife (den bir kese) hakkında inmiştir. (Bu
kese) Bedir (savaşı) günü kayboldu. (Münafıklardan bazı kimseler, (Bunu) belki de
Resulullah almıştır, diye dedikodu etmeye başladılar. Bunun üzerine Aziz ve Celil
olan Allah "Bir peygamber için ihanet etmek asla olamaz" ayetini -sonuna kadar-

£101

indirdi. Ebû Davûd dedi ki; kelimesinin ya'sı üstünlüdür)
Açıklama

Bilindiği gibi, Peygamberlerde bulunması vacip olan sıfatlardan biri de emanet
(güvenilir olmak) sıfatıdır. Bu sıfatın zıddı olan ihanet sıfatının peygamberlerde
bulunması imkansızdır. Çünkü kendisinde bu sıfat bulunan kimsenin peygamber ol-
ması mümkün değildir. İşte Yüce Allah bu ayet-i kerimesiyle bir taraftan Bedir
ganimetlerinin arasından kaybolan kadife bir keseden dolayı Hz. Peygamberini de
temize çıkarırken, diğer taraftan peygamberlerde ihanet sıfatının hiçbir surette
bulunmayacağını ifade buyurmuştur.

Musannif Ebu Davud'un burada bu hadisi rivayet etmekten maksadı, ayet-i kerimede
geçen kelimesine dikkati çekmektedir. Çünkü bu kelimeyi farklı şekillerde okumak
mümkündür. Kıraat imamlarının eksenli bunu, ya'nm fethası ve gayn'da zammesi ile
"yegulle" şeklinde okumuşlardır.

Musannif Ebu Davud'un hadisin sonundaki açıklamasından da anlaşılacağı üzere,
mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerif, bu kelimenin "yagulle" şeklinde okunabileceğini
ifade etmektedir.

İmam Hamza ile Nâfî Amir ve Kisaî ise bu kelimeyi meçhul siğasiyla veya if al babı
siğasıyla yani "yûgalle" şeklinde okumuşlardır.

İbn Reslân'm açıklamasına göre bu kelimeyi sadece Nâfî ile el-ihvan ve eş-Şâmî
meçhul siğasıyla okumuş, bunların dışındaki kıraat imamlarının tümü "yegulle"
şeklinde okumuştur. "Yeğulle" şeklinde okunduğu zaman ayetin manası tercümede arz
ettiğimiz gibidir.

"Yugalle" şeklinde okuduğumuzda ise meçhul kalıbından geldiği kabul edilirse
şöyledir: "Bir peygamber (ümmeti tarafından) ihanet edilmesi asla (doğru) olamaz."
îf al babından olduğu kabul edilirse mana şöyledir: "Bir peygambere ihanet isnad
edilmesi asla (doğru) olamaz." Bu okunuşların hepsi de ayet-i kerimenin ruhuna

[IH

uygundur.



4. Muhammed B. İsa'nın Rivayeti



3972... Enes b. Malik, Peygamber (s.a.v)'in;

"Ey Allah'ın, cimrilikten ve aşırı yaşlılıktan sana sığırım" diye duâ ettiğini söylemiştir.

[12]



Açıklama

Bu hadisin bu bölümle ilgisi, metinde geçen kelimesidir.

Avnü'l Ma'bud yazarının açıklamasına göre, bu kalimedeki ba harfi bazı el yazması
nüshalarda ve başlıklarda ötreli olarak "buhl" şeklinde hare-ketlenmiştir. Ve "Onlar

[İH

cimrilik edip insanlara da cimriliği emrederler" ayet-i kerimesinin tefsirinde
müfessirler, cumhurun bu kelimeyi banın ötresi ve noktalı hanın sükûnu ile "buhl"
şeklinde okuduklarını söylemişlerdir. Ensarm lugatmda bu kelime "ba" ve noktalı "ha"
nm fethalanyla "behal" şeklinde, okunur. Bahl ve "buhul" şekillerinde de okunur. Bun-
ların hepsi de çeşitli ara.p kabilelerine ait telaffuz şekilleridir. Nitekim Kamus yazarı
[141

da böyle demiştir.

5. Kuteybe B. Said'in Rivayeti

3973... Lakıt b. Sabire'den (şöyle) dedi(ği) rivayet olunmuştur: Ben Elmüntefık
oğullarının Resulullah (s.a)'a giden elçileri, yahutta müntefık oğullanma heyeti
içerisinde idim. (Ravi Lakıt sözlerine devam ederek 142 numaralı) hadisi (olduğu gibi)
nakletti. Sonra da (şöyle) dedi: Peygamber (s.a.v) (konuşurken) kelimesini (si'nin
esresiyle) "lâ tahsibenne" diye telafuz etti, "vela tahsebenne" diye telaffuz etmedi.(*)

LLH



Açıklama

Musannif Ebû Davud'un bu hadisti şerifi burada rivayet etmekten maksadı kelimesin-
deki sin hafinin üstünlü ve esreli olarak okunabileceğine dikkatleri çekmektedir.
Çünkü hadis-i şerifte Fahri Kainat Efendimizin bu kelimeyi esreli olarak okuduğu
ifade edilmektedir.

Bu mevzuda Avnü'l Mabud yazan şöyle diyor: "O ettiklerine sevinen ve yapmadıkları

£161

şeyle övülmeyi sevenlerin "onacaklarını sanma" ayet-i kerimesindekî kelimesini
Şamî, Hamza ve Asim, "sin" in üstünüyle, geri kalan kıraat imamları da sinin esresiyle
okumuşlardır, el-Gays ve Lisanu'l-Arab isimli lügat kitaplarında bu kelimelerin her
iki şekilde de okunabileceği ifade ediliyor.

Bezlü'l Mechud yazarı da, cumhur ulemanın bu kelimeyi sinin fethasıyla okuduğunu

LLZl

söylemiştir. Bu hadisle ilgili fıkhi açıklama 142 nolu hadisin şerhinde geçmiştir.



6. Muhammed B. İsa'nın Rivayeti



3974... İbn Abbas'dan rivayet edilmiştir;

Müslümanlar kendisine ait küçük bir koyun sürüsü içerisinde bulunan bir adama
rastladılar. (Adam onlara) "Es-selamu aleyküm= Allah'ın selamı sizin üzerinize olsun"
diyerek selam verdi. (Onlar da) onu öldürdüler bu sürüyü ele geçirdiler. Bunun
üzerine, "Size selam verene dünya hayatının geçici menfatini gözeterek; Sen mü'min

£İ8]

değilsin, demeyin..." (Yani) şu küçük davar sürüsü gibi (geçici menfaatlere göz)

£191

dikerek böyle işler yapmayın) ayet-i kerimesi indi.
Açıklama

Bu hadis-i şerif, metinde geçen ayet-i kerimedeki kelimesini lam'dan sonra bir elif
olduğunu kabul ederek "selâmun" şeklinde okuyan kıraat imamlarının delilidir. Nâfi
ile ibn Ömer ve Hamza bu kelimeyi elifsiz olarak "es-selem) şeklinde, diğer kıraat
imamları ise "es-selam" şeklinde okumuşlardır. Eban b. Zeyd, Asımdan rivayetle bu
kelimenin "itaat etmek, boyun eğmek" anlamlarına gelen "sihri" şeklinde de
okunacağını söylemişlerdir. el-Hocendî de bu kelimeyi "selm" şeklinde okumuştur,
ibn Abbas da böyle okumaktadır. "Selm", teslim olarak itaat altmagirmek demek
olduğundan bu okunuşa göre ayet-i kerime (la ilahe illallah demek suretiyle) size
teslim olan kimseye, dünya hayatının geçici menfaatlerini gözeterek, sen mümin
değilsin demeyin" anlamına gelir.

Sözü geçen kimse Amir b. el-Ezbat el-Escaî'dir. Müslümanlar onu kendini ölümden
kurtarmak için selam vermek suretiyle zahirden müslüman görünmek isteğini

ram

zannederek öldürmüşlerdir.

7. Said B. Mansurun Rivayeti

3975... Zeyd b. Sabit (r.a)'dan rivayet olunduğuna göre;



Peygamber 's.a), (özürlü anlamına gelen) kelimesini ranm fetfasıyla gayre

şekilde) okurmuş.

(Ebu Davud dedi ki: Ancak bu hadisin ravilerinden) Saîd b. Mansûr (Muhammed b.

[22J

Süleyman'ın rivayetinde geçen) "okurdu" kelimesini rivayet etmedi.
Açıklama

Hadis-i şerifte söz konusu edilen ayet-i kerimenin tamamı meâlen şöyledir:
"İnsanlardan özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile mallarıyla ve canlarıyla Allah
yolunda cihad edenle bir olmaz."

Musannif Ebû Davud'un açıklamasından anlaşıldığına göre, bu hadis-i şerif kendisine
birisi Said b. Mansûr, diğeri Muhammed b. Süleyman olmak üzere iki yoldan



ulaşmıştır. Bunlardan Muhammed'in rivayetinde "okurdu" anlamına gelen "kâne
yekrau" cümlesi bulunduğu halde Said'in rivayetinde bu yoktur.
Hadisin kıraatla ilgili yönü, içerisinde geçen "gayr" kelimesidir. Hadis-i şerif, Hz.
Peygamber'in bu kelimeyi okurken son harfini fethah okuduğunu, binaenaleyh bu
kelimenin "gayre" şeklinde okunabileceğini ifade etmektedir. Bu sebeple Mekke ve
Medine kurrası bu kelimeyi böyle okumuşlardır.

Bu okuyuş, sözü geçen kelimenin kelimesinden hal olmasıyla ilgilidir. Nafî ile İbn
Amir ve Kisâî de böyle okumuşlardır. Zec-cac ise bu kelimenin "el-kaidûne"
kelimesinden mütesna olarak "ra" nın ötresi ile "gayru" şeklinde okunabileceğini
söylemiştir.

[23]

Ayrıca bu kelimeyi kelimesinin sıfatı olarak "gayri" şeklinde okumak da caizdir.
Avnü"l Mabud yazarının açıklamasına göre, bu kelimenin ra'smı ötre-li olarak
okumanın cevazına sebep, "el-kaidun" kelimesine sıfat veya bedel olabilmesidir.
Nitekim Yahya ibn Kesir ile ebu Amr, Hamza ve Asım onu böyle okumuşlardır.

[241

Beyzavî de böyle demiştir.

8. Osman B. Ebî Şeybe'nin Rivayeti

3976... Enes b. Malik'den rivayet olunduğuna göre; Resulullah (s.a.v) şu ayet-i
kerimeyi okudu ve (içerisinde bulunan) kelimelerini "elaynü bilayni" şeklinde okudu.
[25]

Açıklama

Metinde geçen gaibe zamirinin bir mercii olması gerekir. Ancak zahirde bir mercii
olmadığına göre, söz konusu, zamirin merciinin Hz. Enes'in zahrinde tuttuğu bir ayet-i
kerime olması icabeder. Hadisin sonunda geçen kelimesine

bakılırsa Hz. Enes'in zihninde tuttuğu ayetin şu ayet-i Kerime olması gerekir:
"Onda" (Tevratta) onlara; cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve

£261

yaralara karşılık kısas (ödeşme) yazdık."

Kisâî, ayet-i kerimede geçen "Elayn" kelimesinin ve onu takip eden "Elenf, "el-
üzün", "es-sinn", "el-cüruh" kelimerinin son harflerini ötreli okumuş. İbn Kesir, Ebu
amr ve Abu Amir ise, sadece "el-cüruh" kelimesini ötreli olarak okumuş, İbn-i kesir,
Ebû Amr ve Ebû Amir ise sadece el-curûh kelimesini ötreli olarak okumuş geri kalan

1221

kıraat imamları ise bu kelimelerin tümünü üstünlü okumuşlardır.

9. Nasr B. Ali'nin Rivayeti

3977... Enes b. Malik" den rivayet olunduğuna göre;

Peygamber (s.a.v), "Onda (Tevratta) onlara, cana can, göze göz, buruna burun, kulağa

[281

kulak, dişe diş ve yaralara karşılık kısas yazdık" mealindeki ayet-i kerimeyi);



129]

şeklinde okumuştur.



Açıklama

Bu hadis-i Şerifte geçen ayet-i Kerimedeki kelimelerin kıraatıyle ilgili açıklama bir
önceki hadisin şerifinde geçmiştir.

10. En Nüfeyli'nin Rivayeti

3978... Atiyye b. Sa'd El-Avfî'den rivayet olunmuştur; dedi ki: "o Allah'dır ki, sizin
[311

za'fdan yarattı" ayetini Abdullah b. Ömer"in yanında (kelimesinin ilk harfini üstün
olarak) okudum? da bana; "min du'fm" oku, dedi (ve sözüne şöyle devam etti): "Ben
bu ayeti Resulullah (s.a.v)'a senin bana okuduğun şekilde okudum da benim sana itiraz

[321

ettiğim gibi bana itiraz etti."
Açıklama

Müfessir Beğavi'nin açıklamasına göre; hadis-i şerifte söz konusu edilen kelimesinin
"dat"ı Ötreli olarak da üstünlü olarakta okunur. Kureyşliler "dat"m ötresiyle, Temin
kabilesi de "daf m üstünüyle okurlar.

Nesefı'nin açıklamasına göre, Kıraaat imamları da ötreli okurlar. Asım ile Hamza bu
harfi üstünlü, diğer kıraaat imamları da ötreli okurlar. Fakat mevzumuzu teşkil eden
haris-i şerif bu harfi ötreli okumanın üstünlü okumaya nisbetle daha sıhhatli olduğuna
133]

delalet etmektedir.

11. Muhammed B. Yahya El-Kutaî'nin Rivayeti
3979... Ebu Saîd'den rivayet olunduğuna göre;

Peygamber (s.a.v) (Rûm sûresinin 54. ayet-i kerimesinde geçen) (kelimesini dat'ın

1341

ötresiyle du'fm şeklinde okumuştur.
Açıklama

1351

Bu hadisle ilgili açıklama osr önceki hadisin şerhinde geçmiştir.

12. Muhammed B. Kesir'in Rivayeti

3980... Abdurrahnıan b. ebza'dan rivayet olunduğuna göre;

Übeyy b. Ka'b, "deki: Allah'ın lütfuyla, rahmetiyle (evet) ancak onunla ferahlansınlar



[361

" ayet-i kerimesini (şeklinde okumuştur. Ebû Davûd dedi ki: kelimesi k'(tâ) ile
[371

okunur.
Açıklama

Metinde geçen "feltefrahu" kelimesinin mütevatirdan kıraaat şekli .. feıyefrahu"dur.
Bu kelimeyi "felatefrahu" şeklinde okumak meşhur yahutta şaz bir kıraattir. Zeyd b.
Sabit'in de bu kelimeyi "feltefrahu" şeklinde okuduğu rivayet edilmektedir.
Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerif, bu kelimenin bu şekilde okunabileceğine delalet
ettiği gibi, 3981 numaralı hadis-i şerif de bu kıraatin caizliğini teyid eder.
Bu durumda ayet-i kerimenin meali şöyle olur: "Deki... Ey Muhammed ashabı,

138]

Allah"m lütfuyla , rahmetiyle (evet) ancak onunla ferahlanın."
13. Muhammed B. Abdullah'ın Rivayeti
3981... Übeyy b. Kab'dan rivayet olunduğuna göre;

Paygamber (s.a.v)"Deki: Allah'ın lütfuyla, rahmetiyle ancak onunla fe-
rahlansınlar" (anlamındaki, Yunus suresinin 58. ayet-i kerimesini); "Bifadlillahi ve
birahmetihi febizalike feltefrahu hüve hayrun mimma tecmeûn" şeklinde okumuştur.
[391



Açıklama

Bu hadis-i şerifte farklı şekillerde okunabilen iki kelimeye dikkat çekilmekte ve bu
kelimeleri Hz. Peygamber'in nasıl okuduğu açıklanmaktadır.

Bu kelimelerin biri "feltefrahu" kelimesidir. Biz bu kelime ile ilgili kıraat şekillerini
bir önceki hadisin şerhinde açıkladığımızdan burada tekrara lüzum görmüyoruz.
İkinci kelime ise "tecmeun" kelimesidir. Bu kelimeyi de "ta" ve "ya" harfleriyle
okumak caizdir. Bezlü'l Mechud yazarının açıklamasına göre, bu kelimeyi ibn Amir

[401

"tâ" ile, diğer ku'aat imamları ise "ya" ile okumuşlardır.

14. Musa B. İsmail'in Rivayeti

3982... Esma bin. Yezid'den rivayet olunduğuna göre;

[411

Kendisi Peygamber (s.a.v)'i ("Onun yaptığı uygunsuz bir iştir" mealindeki ayet-i

1421

kerimeyi) (şeklinde) okurken işitmiş.
Açıklama



Bu hadis, ayet-i kerimede geçen kelimesinin "amile" şeklinde ve kelimesinin de



üstünlü "ra" ile "gayra" şeklinde okunabileceğini, çünkü, Hz. Peygamber'in bu
kelimeleri böyle okuduğu ifade edilmektedir.

Hattabi'nin açıklamasına göre, Yakub ile Kısâî bu hadis-i şerife dayanarak bu
kelimeleri böyle okumuşlardır. Bu okuyuşa göre ayet-i kerimenin manası şöyle olur:
"Senin oğlun yaramaz bir iş yapmıştır." Yani şirk koşmuştur.

Diğer kıraat imamları ise bu ayet-i "innehu amelun gayru sâlikin" şeklinde
okumuşlardır. Bu okuyuşa göre "innehu" kelimesinde bulunan zamirin iki mercii
olabilir.

1. Hz. Nuh'un oğlu.

2. Hz. Nuh'un Allah'tan istediği oğlunun boğulmaktan kurtarılması işi. Binaenaleyh bu
kıraat'a göre ayet-i kerimeye iki şekilde de mana vermek mümkündür.

1. "Ay Nuh, senin oğlun faydasız bir iş (sahibi) dir."

[43]

2. "Ey Nuh, (senin benden istediğin) bu (iş) faydasız bir iştir."

15. Ebû Kâmilin Rivayeti

3983... Şehr b. Hûşeb'den rivayet olunmuştur; dedi ki:Ben, Ümmü seleme'ye;
Resulullah (s.a.v), şu

I44J

ti(ni) nasıl okurdu? diye sordum. Onu, "innehu amile gayra salihina şeklinde
okudu" cevabını verdi.

Ebû Davûd dedi ki: Bu hadisi Harun en-Nahvî ile Musa da Sabit'ten Abdulaziz'in

1451

rivayet ettiği gibi rivayet ettiler.

16. İbrahim B. Musa'nın Rivayeti
3984... Übeyy b. Ka'b şöyle demiştir:

Resulullah (s.a.v) dua ettiği zaman (duaya) önce kendinden başlardı. (Birgün şöyle)
buyurdu:

Allah'ın rahmeti bizim ve (kardeşim) Musa'nın üzerine olsun. Eğer (o) arkadaşından
gördüğü şeylere sabretse (de bu gördükleri hakkında ona soru sormasa idi (daha pek
çok acaiblik(ler) görecekti. Fakat o (gördüklerine sabredememesi neticesinde şöyle)
dedi: "Eğer bundan sonra (bir daha) sana bir şey sorarsam artık bana arkadaş olma. (O

1461

zaman) benim tarafımdan (yapılacak) son özüre ulaştın." Hamza (bu cümlede
geçen Ledünnî kelimesini) dal hafinin Ötresi ve nun harfinin şeddesi ile "ledünni

£471

şeklinde okudu.
Açıklama

Metinde geçen ayet-i kerimedeki kelimesinin nun'unu çeşitli şekillerde okumak
caizdir. Mevzumuzu teşkil eden hadiste de açıklandığı gibi, bu kelimeyi Ebu Davûd
dal hafinin ötresi ve nun'un şeddesi ile "ledünni" şeklinde, Nafi "le dünî" şeklinde,
Ebu Bekir dal hafinin sükunu ve zamme işmami ile "ledni" şeklinde okumuştur.



Bilindiği gibi işmam, harfin herekesini göstermek için sükundan sonra dudakları
yummaktır, dudakları yumarak harfin herekesini göstermek, gösterilmek istenen
hereke telafuz edilirken dudaklar hangi şekli alırsa, dudağı yumunca o şekli vermekle
olur. Geriye kalan kıraat imamları da yine "ledunnî" şeklinde okumuşlardır.
Bu mevzuda imam Beğavi şöyle diyor: Ebu Cafer, Nafî ve Ebû Bekir kelimesinin

148]

nun'unu şeddesiz, diğer kıraat imamları ise şeddeli okurlar.

17. Muhammed B. Abdurrahman'ın Rivayeti
3985... Übeyy b. Ka'b'dan rivayet olunduğuna göre;

Peygamber (s.a.v), şu "Benim tarafımdan sana özür ulaşmıştır," mealindeki, Kehf

1491

suresinin 76. ayeti(ni), şeklinde, nun harfinin ötresi ve şeddesi ile okumuştur. Bu

[501

Hadis'i şerifle ilgili açıklama 3924 nolu hadiste geçti.

18. Muhammed B. Mes'ud El-Missisi'nin Rivayeti

3986... Mısda' Ebu Yahya'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Ben İbn Abbas'ı, "Übeyy b.
Ka'b bana (Kehf süresindeki; kara balçıklı göze' anlamına gelen kelimeleri) Resulullah
(s.a.v)'in kendisine okuttuğu gibi (şeklinde) okudu, (yani) mimden sonraki harfi

£511

elif değil de hemze olarak okudu" derken işittim.
Açıklama

Söz konusu kelimeyi şeklinde okumak Ibn Abbasile Narı, Ibn Kesir' Ebû Amr.ve
Hafs kıraatidir.

Tefsir kitaplarında açıklandığı gibi bu kelimeyi İbn Amr, Ebu Bekir, Hamza ve Kisâî
elifli olarak şeklinde; diğer kıraat imaları da şeklinde okumuşlardır. Birinci okuyuşa
göre kelimesi sıcak bir göze anlamına gelirken, ikinci okuyuşa göre "siyah balçıklı

£521

göze" anlamına gelmektedir.

19. Yahya B. Fazhn Rivayeti

3987... Ebu Said el-Hudri'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a.v) şöyle
buyurmuştur:

"(Cennette) cennetin en yüksek yerlerinin halkından olan bir kimse (kendi makamının
aşağısında bulunan) cennet (ehlin)e bakar da (aşağıda bulunan) cennet (ehlinin yüzü
onun) yüzünün parlaklığı ile aydınlanır. (Çünkü o makamda bulunan cennet ehlinin)
yüzleri inci parlaklığında bir yıldız gibidir."

(Musannif Ebu Davud rivayetine devam ederek şöyle) dedi: Bu hadis (bana) böyle
(dürriyyûn" (şeklinde ki kiraatla, yani) hemzesiz ve ötreli dal harfiyle geldi.
(Ebû Davud rivayetine şöyle devam etti): "Ebû Bekir ile Ömer de onlardandır. (Şu
farkla ki Ebu Bekir ile Ömer), fazilet ve (büyük nimetlere erişme cihetiyle onlardan)



153]

daha da üstündürler."



Açıklama

Metinde geçen kelimesi Nur suresinin 39. avet-j kerimesinde de geçmektedir. Keli-
meyi bu ayet-i kerimede ebu Amr ile Kisâî şeklinde, yani dal harfinin esresi ra'nın
meddi ve hemze ile okumuşlardır.

Diğer, imamlar ise şeklinde okumuşlardır. Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerif bu
kelimenin şeklinde kunabılecegmı irade etmektedir. Bu okunuşa göre kelimesi "inci
parlaklığında bir yıldız" anlamına gelir. Diğer iki kıraata göre ise "şihap parlaklığında
bir yıldız" anlamına gelir. Çünkü diğer iki kıraat şekline göre bu kelime "yıldızın

1541

kayması" kelimesinden türemiştir.
20. Osman B. Ebî Şeybe'nin Rivayeti

3988... Ferve b. Müseyk'el GutayfTden rivayet olunmuştur; dedi ki:

Peygamber (s.a)'e vardım. (Ferve sözlerine devamla önceki) hadisi rivayet etti. Hadis

şöyle devam ediyor):

Cemaatten birisi:.

Ey Allah'ın Resulü, bize Sebe'i anlat, o nedir? Bir yer midir yoksa bir kadın mıdır?
dedi.

(Hz. Peygamber de) şöyle buyurdu:

"O kadın değildir, bir yer de değildir. Fakat o araplardan on (kavim) meydana getiren
bir adamdır. (Bunlardan) altı (Kavim) Yemen dolaylarına, dört kavim de Şam
havalisine yerleşti."

(Bu hadisin ravilerinden) Osman, "el-Gutayfî" kelimesinin yerine "el-Gatâfâni"
kelimesini rivayet etti ve, "Bize el-Hasan b. El-Hakem en-Nehâî, haber

[551

verdi" (şeklinde) konuştu.
Açıklama

Bu hadisin tamamı Tirmizî'nin Sünen'indedir. Mealen şöyledir:

"Peygamber (s.a.v)'e geldim ve: Ey Allah'ın Resulü, kabilemin (müs-luı Hanlıktan)
yüz çevirenlerine karşı (müslümanlığa) yöııelenleriyle beraber savaşayım mı? dedim.
Hz. Peygamber, onlara karşı savaşmak Hususunda bana izin verdi ve beni kumandan
tayin etti. Yanından çıktığım zaman "Gutayfı ne yaptı 1?" diyerek beni sormuş ve
kendisine benim hareket ettiğim bildirilmiş. Hemen peşimden adm gördeıip beni geri
çevirdi. Yanma geldim. Kendisi sahabeden birkaç kişi ile beraberdi. "Kavmi İslam'a
davet et ve onlardan müslüman olanın mülümanlığmı kabul eyle. Kim müslüman
olmazsa sana yeni bir emir verinceye kadar ecele etme" buyurdu.

[561

Sonra, Sebe hakkında indirilen ayetler nazil oldu.

Hadisin bundan sonraki kısmı tercemede sunduğumuz gibidir.

Bu hadisin mevzumuzu teşkil eden kıraat bölümüyle ilgili yönü. Nemi suresinin 22.



ayetiyle, Sebe suresinin 15. ayetinde geçen kelimesidir. Bu kelimeyi el-Bezzi ile Ebû
Amr, her iki ayet-i kerimede de hemzeyi üstünlü ve tenvinsiz olarak okumuştur.
Çünkü onlara göre bu kelime bir kabile ismi olması cihetiyle alem (özel isim) ve ucme
(yabancı) olma şartlarını haiz olduğundan gayri mun s ariftir. Kumbııl ise, vakf niye-
tiyle her iki ayette de hemzeyi sakin okumuş, geri kalan kıraat imamları da esreli ve
tenvinli okumuşlardır.

Şurası bir gerçek ki, Hz. Peygamber'in bu kelimeyi nasıl okuduğu hâdis-i şerifte
açıklanmadığından bu kıraatlardan hangisinin Hz. Peygamber'in kıraatma uygun
düştüğü burada açıklığa kavuşmuyor.

Tirmizi'nin rivayetinde açıklandığı üzere Sebe'nin neslinden gelerek Şam'a yerleşen
kavimler Lahm, Güzam, Gassân, ve Amile kavimleridir. Yemen dolaylarında

[571

yerleşenler ise Ezd, Eş'ariler, Hımyer, Kinde, Mez-hic ve Enmâr kabileleridir.
21. Ahmed B. Abde'nin Rivayeti

3989... Ebu Hureyre'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a.v) vahy hadisini

[58]

zikretmiş, "İşte bu, Yüce Allah'ın kalplerindeki korku giderilince" ayeti(nde işaret

[59]

buyurduğu mesele) dit" demiş.
Açıklama

Vahy hadisi Buharinin Sahih'indeki şu manaya gelen cümlelerle rivayet edilmiştir:
"Allah, gökteki meleklere bir emrin infaz olunmasına hükmettiği zaman, düz bir taş
üstünde hareket ettirilen zincir sesi gibi heybetli olan bu ilahi hükme melekler tam
manası ile uyarak (korku ile) kanatlarını birbirine vururlar. Gönüllerinden bu korku
gidince de melekler, mukarrebin meleklere: Rabbiniz ne söylerdi? diye sorarlar.
Mukkarrebin melekler: Allah'ın söylediği hak sözdür, diye allah'm hüküm ve emrini
bildirirler ve Allah yücedir, büyüktür, derler. Bu şekilde kulak hırsızı şeytanlar
Allah'ın o emir ve takdirini işitirler. O esnada kulak hırsızı şeytanlar (yerden göğe
kadar) birbirlerinin üstünde (zincirleme) dizilmiş (ve kulak hırsızlığına hazırlanmış)
bulunurlar. Şeytanlar bu halde iken bazen melekler arasında bir ateş parçası yetişip
altındaki şeytana konuşulanı işittirmeden onu yakar. Bazı defalar da ateş yetişmeden
altındaki şeytana konuşulanı işittirir. O da altmdakine vererek bu suretle ta yere kadar
haber ulaşır ve sahirin ağzına verilir. Şimdi sahir o haberle beraber yüz yalan uydurup
(halka söyler). Allah'ın emri yeryüzünde gerçekleşince sîhir doğru çıkmış olur. Ondan
bu haberi duyanlar da:

- Sahir, vaktiyle şöyle şöyle olacak diye bunları birer birer bize haber vermemiş
miydi? İşte gördük ya sahirin gökyüzünden işittim dediği sözünü haklı ve doğru

£601

buluyoruz, derler."

Metinde geçen £*£ kelimesinin nasıl okunacağı konusunda meşhur kıraat imamları
ihtilaf etmişlerdir. Büyük çoğunluk bu kelimeyi "fiizzia" şeklinde okumuşlardır, ibn
Amr ise "fezzea" şeklinde okumuştur. Kıraat imamlarının tümü "ze" harfinin şeddeli
okunacağında ittifak etmişlerdir. İhilaf bu fiilin malum sigasıyla mı yoksa meçhul



[6Ü

sigasıyla mı okunacağı konusundadır.

22. Muhammed B. Râft En-Neysabûrî'nin Rivayeti

3990... Peygamber (s.a.v)'in hanımı Ümmü Seleme, Peygamber (s.a.v)'in (Evet ya,
sana ayetlerim geldi de sen onları yalanladın, büyüklük tasladın ve inkarcılardan
162]

oldun" mealindeki ayeti) (şeklinde) okuduğunu söylemiştir.
Ebu Davud dedi ki: Bu (hadis) mürseldir. (Çünkü) er-Râbî (b. Enes) Ümmü Seleme'ye
£631

yetişememiştir.
Açıklama

Müfessirlerin açıklamasına göre, bu ayetin baş ta rafında bulunan "bela" kelimesi, bu
ayetten iki ayet önce bulunan, 'Allahu Teala, eğer, beni hidayette kılmış olsaydı elbette

[641

ben de müttakilerden olurdum. " ayetindeki "ley-" kelimesinden doğan
olumsuzluğu red için gelmiştir. Bilindiği gibi olumsuzluğun reddi "belâ" kelimesiyle
olur.

Bir başka ifadeyle, kıyamet gününde günahkar nefsin içinde bulunduğu durumu,
Allah'ın kendisini hidayette kılınmasına bağlamaya kalkışması bu "Belâ" kelimesiyle
reddedilmiştir. Kelimesinin sonuna gelen "kef ' harfi ile bundan sonra gelen keli-
melerinin sonlarında ki "te" zamirlerinin bu hadis-i şerifte ifade edildiği gibi kesra ile
okunmaları bu zamirlerin Zümer suresinin 56. ayetinde geçen "nefs" kelimesine
döndüklerini kabul eden kimselerin görüşüne göredir. Çünkü "Nefs" kelimesi lafzen
müennesi semaidir. Burada "Nefs" kelimesiyle günahkar şahsın kastedildiğini
söyleyenlere göre ise, bu zamirlerin mercileri şahıs olması itibariyle müzekker ve
fethalıdır. İbn Ya'mer ile el-Hocendî, Ebû Hayve, ez-Zaferânî, İbn Miksem, Mes'ud b.
Salih, Şafiî, Yahya ibn Kesîr bu zamirlerin merciinin nefs kelimesi olduğu nokta-
sından hareket ederek onları esreli okumuşlardır. Hz. Ebu Bekir'le kızı Hz. Aişe'nin ve
Hz. Ümmü Seleme'nin kıraatları da böyledir.

Beydâvi'nin açıklamasına göre İmam Asım, bu zamirlerin müzekker olduklarını kabul
ederek onları fethalı okumuştur. Hasen, A'meş ve A'rac da kelimesini elifsiz olarak
şeklinde okumuşlardır.

Her ne kadar bu hadis-i şerif muttasıl bir senetle rivayet edilmişse de aslında
mürseldir. Çünkü er-Râbî Hz. ümmü Seleme'yi görüp ondan hadis almamıştır. Zira
Ümmü Seleme hicretin 59. senesinde, er-Rabî ise 139. senesinde vefat etmiştir.

[651

Nitekim Münziri de bu hadisin mürsel olduğunu söylemiştir.

23. Müslim B. İbrahim'in Rivayeti

3991... Aişe (r.anha)nm şöyle dediği rivayet olunmuştur

Ben, Peygamber (s.a.v)'i (Vakıa suresinin 89. ayetinde geçen ve "rahatlık ve güzel
rızık" anlamına gelen iki kelimeyi) (şeklinde) okurken işittim.



Ebu İsa, bu hadis hakkında : "Ebu Davud, bana bu hadisin münker olduğunu söyledi"
1661

demiştir.
Açıklama

Kıraat imamları bu ayet-i kerimede geçen kelimesindeki "ra" harfinin üstünlü mü
yıksa ötreli mi okunacağı konusunda ihtilafa düşmüşlerdir. Süyûtî, bu harfin ötreli
okunacağını söylemiştir. Nitekim mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerif de bu harfin
ötreli olarak okunabileceğini ifade etmektedir. Meşhur olan kıraate göre harf üstünlü
olarak okunur. İmam Beğavi'inn açıklamasına göre, bu harfi kıraat imamlarından
Yakub ötreli, diğerleri ise üstünlü okumuşlardır.

Hasan-ı Basri'nin açıklamasına göre, bu kelime ra'nin ötresiyle okunduğu zaman ayet-i
kerimenin manası: " O kimsenin ruhu reyhan içerisinde çıkar gider" demek olur.
Katade'ye göre ise, kelimenin bu şekilde okunması halinde ayet-i kerime " O kimse

1671

için rahmet ve reyhan vardır." anlamına gelir. Çünkü "ruh" rahmet demektir.

24. Ahmet B. Hanbel'in Rivayeti

3992... (Safvan b. Ya'la'mn) babası Ya'la b. Ümeyye el-Temimi'den rivayet
olunmuştur; dedi ki:

Ben Peygamber (s.a.v)'i (" Ey Malik! diye seslendiler" mealindeki Zuhruf suresinin
77. ayetini) mimber üzerinde (şeklinde) okurken işittim.

Ebû Davûd dedi ki: (Ravi, Hz. Peygamber "Malik" kelimesini) terhimsiz olarak

1681 '

( okudu) demek istiyor.
Açıklama

Bir gramer terimi olan "terhini", hafiflik sağlamak için münadamn son harfini
hazfetmek demektir. Metinde geçen "Uu kelimesi bir münada olarak terhim kaide-
sine tabi tutulup sonundaki "kâf ' hafi hazf edilebilir. Bir başka ifadeyle bu kelime
terhim kaidesi uyarınca "yâ Mali" şeklinde okunabilir. Ancak hadis-i şerif,
Resulüzişan Efendimizin bu kelimeyi terhim kaidesine tabi tutmadan "yâ Malik"
şeklinde okuduğunu ifade ediyor.

Nitekim Beydâvi de tef isinde bu kelimenin "lam" hafinin esresi ve otresi ile "yâ Mâli"
ve "ya Mâlu" şekillerinde okunabileceğini söylüyor. Rühtil-Meâni müellifi Alûsî'nin
açıklamasına göre, Hz Ali (r.a) ile İbn Mes'ud İbn Vessâb ve A'meş bu kelimeyi
terhim kaidesine tabi tutarak okumuşlardır. Gramer kaidelerine uygun olan bu kıraâta
göre ayetin manâsı şöyle olur: "Onlar, cehennem'in bekçisi olan Malik'e seslenip O'nu

[691

yardıma çağırırlar."

25. Nasr B. Ali'nin Rivayeti



3993... Abdullah (b. Mes'ud)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Resulullah (sav)



1701

"Şüphesiz rızık veren, sağlam kuvvet sahibi olan ancak Allah'dır" mealindeki



ayet-i kerimeyi) bana okuttu.
Açıklama

Kraat imamları ayet-i kerimede geçen kelimesinin son harfinin ötreli mi yoksa esreli

mi okunacağı konusunda ihtilafa düşmüşlerdir.

Bu hadis-i şerif bu hafin ötreli olarak okunacağım ifade etmektedir.

Hadisin ravisi Abdullah b. Mes'ud'un kıraati de böyledir. Ameş ise hafi kesreli olarak

okumuştur. Beyzavi de tefırinde bu kelimenin kesreli olarak okunacağım söylüyor.

Sözü geçen harfi ötreli okuyanların delilleri mevumuzu teşkil eden hadis-i şerif ile

"el-Metin" kelimesinin kendinden önce geçen "zu" kelimesinin sıfatı olusudur.

Bu hafi esreli okuyanlara göre "el-metin" kelimesi "zu" kelimesinin değil "el-kuvve"

kelimesinin sıfatıdır. Sıfat mevsufuna tabi olduğundan, "metin" kelimesinin son

hafinin herekesi "el-kuvve" kelimesinin son harfinin herekesi gibi esre olması gerekir.

[721

26. Hafz B. Ömer'in Rivayeti

3994... Abdullah b. Mes'ud'dan rivayet olunduğuna göre;

[731

Peygamber (s. av) ("Öğüt alan yok mudur?) mealindeki ayet-i kerimeyi (şeklinde)
yani (dal hafini) şeddeli olarak okumuştur.

İM

Ebu Davud dedi ki: kelimesinde mim ötreli, dal üstünlü, kaf da esrelidir.
Açıklama

Ba hadis-i şerif, metinde geçen kelimesinin mjm harfinin ötreli dal harfinin şedde ve
üstünlü kâf hafinin de esreli okunacağına delalet etmektedir.

kelimesinin aslı dir. fakat, tâ hafi dal'a çevrilmiş, dal ile zal harflerinin mahreçleri bir
olduğundan (zâl) de dâl'e çevrilerek İbn Reslân'm açıklamasına göre; Katâde ile
Dahhâk, kelime üzerindeki bu değişikliği (ibdâli) yaparken dal'i zal'e idgam ederek
bu kelimeyi şeklinde şeddeli zal ile okumuşlarsa da, kelime üzerinde yapılan bu
idgam işlemi arapça kaidelerine uygun değildir. Dolayısıyla onların kıraati şâz bir

1251

kıraattir.

27. Ahmet B. Salih'in Rivayeti

3995... Cabir (r.a)'den rivayet olunmuştur; dedi ki:

Ben, Peygamber (s.a.v)'e "Malmmm kendisini ebedi yaşatacağını (şeklinde



£761

sanıyor" ayet-i kerimesini) (şeklinde, yani yahsibu kelimesinin başına

L2ZL

üstünlü elif getirerek) okurken gördüm.
Açıklama

Bu hadis-i şerif, metinde geçen kelimesinin, başında üstünlü bir hemze ve sin harfinin
esresi ile okunacağını ifade etmektedir.

Avnü'l Ma'bûd yazan; Münzirî nüshası ile diğer bir nüshasının dışında tüm Sünen-i
Ebu Davûd nüshalarında bu kelimenin böyle tesbit edildiğini fakat tecvid kitaplarında
böyle bir kıraata rastlayamadığmı, meşhur olan kıraata göre de bu kelimenin,
başındaki üstünlü hemzenin hazfedilerek okunduğunu söylüyor.
Süyutî; Eddürr isimli eserinde İbn-i Hibbân ve Hâkim ile, İbn-i Mer-dûye ve Hatîb-i
Bağdadî'nin Hz. Cabir'den yaptıkları rivayete dayanarak Hz. Peygamber'in, bu
kelimeyi hemze-i istifhamsız, yahsebün Hz. Peygamberin bu kelimeyi hemze-i
istifhamsız, "yahsebü" kelimesindeki sin harfini de esresi olarak okuduğunu
kaydetmiştir.

Gaysü'n-Nef isimli eserde ise eş-Şâmî ile Asım ve Hamza'nm bu kelimede ki sin

[78]

harfini üstünlü diğer kıraat imamlarının ise esreli okudukları ifade edilmektedir.
28. Hafz B. Ömer'in Rivayeti

3996... Ebu Kılâbe'den (rivayet olunduğuna göre; Sahabilerden birine) Resulullah
(s.a.)'in ("O gün Allah'ın edeceği azabı hiç kimse edemez, onun vuracağı bağı kimse
1791

vuramaz" ayetini) kendisine (şeklinde) okutmuştur.

[801

Ebu Davud-dedi ki: Bazıları Halid ile ebû Kılabe arasında bırravi sokmuşlardır.
Açıklama

Kıraat imamları metinde geçen kelimesindeki "zal" harfi ile LmJi A kelimesindeki "sa"
harfinin üstünlü mü yoksa esreli mi okunacağı konusunda ihtilafa düşmüşlerdir.
Meşhur olan kiraata göre bu harflerin ikisi de esreli ve her iki kelime de malum
sigasıyla okunurlar. İmam Begâvi'nin açıklamasına göre, Kisâi ile Yâkup bu harfleri
üstünlü ve fiilleri meçhul sigasıyla, bunların dışındaki kıraat imamları da bu harfleri
esreli ve fiilleri malum sigasıyla okumuşlardır. Her ne kadar bir hadisin senedinde
kimliği meçhul bir ravinin bulunması aslında o hadisin sıhhatine zarar verse de bu
şahsın sahabiden olması halinde hadisin sıhhatine bir zarar gelmez. Mevzumuzu teşkil
eden hadisin senedinde bulunan kimliğinin meçhul olması hadisin sıhhati yönünden
bir kusur teşkil etmez. Ancak bu hadis başka rivayetlerle karşılaştırılınca, Halid ile ebu
Kılâbe arasındaki ravinin atlandığını anlaşılır. Fakat bu hadis diğer rivayetlerle takviye

1811

edildiğinden zayıf değildir.



29. Muhammed B. Ubeyd'in Rivayeti



3997... Ebu Kılabe'den rivayet okunuştur:

Peygamber (s.a.v)'m okuttuğu, yuhutta okutduğunun pkuttuğujbit kimun Allah'ın

[82]

edeceği azabı kimse etmez" ayetinin) (şeklinde) okunacağı bana haber
verdi.

Ebu Davud dedi ki: (Bu hadiste geçen kelimelerini Asim ile Ameş, Talha b. Musarrıf,
Ebû Cafer, Yezid b. el-Ka'ka, Şeybe b. Nassâh] Nâfî b. Abdurrahman, Abdullah b.
Kesîr ed-Dârî, Ebû Amr b. el-Alâ, Hamza ez,Zeyyâd, Abdurrahman cl-A'rac, Katâde.
Hasan-ı Basıl, Miicâhid, Humeyd el-A'rac, Abdullah b. Abbas. Abdurrahman b. Ebû
Beki ye okumuşlardır. Ancak kelimesindeki zal'm fethalı okunacağına dair de merfu
[83]

bir hadis vardır.

30. Osman B. Ebi Şeybenin Rivayeti

3998... Ebû Saîd el-Hudrî (r.a)'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Resulullah (s. a.v),
içerisinde bahsettiği bir söz söyledi.(Hz. Ebû Sa â sözlerine devam ederek şöyle dedi:
(Hz. Peygamber bu iki meleğin ismini) Cebrail) ve Mikail diye okudu.
Ebu Davud dedi ki: Halef, (bu kelimelerin okunuşu konusunda şöyle) dedi: Ben kırk
senedir harfleri yazmaktan kalemimi kaldırmış değilim. Beni (kelimeleri) kadar hiçbir

£841

kelime yormadı.
Açıklama

Görüldüğü gibi Cebrail ve Mikail kelimeleri metinde iki defa zikredilmektedir.
Bunların ilk zik-rcdildikleri yerdeki okunuşları şeklindedir.Bir nüshada da şeklinde
geçiyor. Telafflızu Hz. Peygambere ait olup ikinci sırada zikredilenler ise, sözü geçen
nüshaların pekçoğunda "Cebrail" ve "Mikail" şeklindedir.

Allâme el-Hafacî, Beyzavî haşiyesinde Cibril kelimesinin onüç şekilde
okunabileceğini söylemiş ve bunları şu şekilde göstermiştir.

1. Bu kıraat şekilleri içerisinde dil kurallarına ve edebiyatına en uygun olanı J AA rŞ A
"Cibril" şeklinde olan kıraatır. Nitekim İbn Amr ile Nâfı, îbn Amir, Hafs ve Asim bu
kelimeyi böyle okumuşlardır. Bu kıraat kureyş lehçesine uygundur.

2. "Cebrîin Şeklinde kıraat, Bu kıraat şekli İbn Kesir ile Hasan-ı Basri'nin kıraatidir.
Ancak Ferra bu kıraati arafça kurallarına uygun olmadğı gerekçesiyle tenkid etmiştir.

3. "Cebrail" kıraat şekli ise Hamza ile Kısaî"ye aittir.Kays ve Temim kabilelerinnin
lehçesidir.

4. "Cebrail". Bu kıraat Asım' dan rivayet edilmiştir.

5. "Cebreillü". Bu kıraat da Asım' dan rivayet olmuştur.

6. "Cebrâîl". Bu kıraat ikrime'nin kıraatidir.

7. "Cebrâîl" şeklindeki kıraat.

8. "Cebrâyîl". Bu kıraat ise A'meş'in kıraatidir.

9. "Cebral" şeklindeki kıraat.

10. "Cebrîlû" ve "Cebrîlü" şeklindeki kıraat. Bu kıraat Talha b. Musarnf in kıraatidir.



11. "Cebrîne" şeklindeki kıraat.

12. "Cibrîne" şeklindeki kıraat.

13. "Cibrâyin" şeklindeki kıraat.

Münzirî'nin açıklamasına göre, bu hadisin senedinde Atiyye el-Avefî bulunmaktadır.
[851

Bu ravi zayıftır.

31. Zeyd B. Ahzem'in Rivayeti

3999... Ebu Said el-Hudrî'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Resulullah (s.a.v) Sur
sahibinden bahsetti ve, "(Onun) sağında Cebrail solunda da Mikâil vardır." buyurdu.

[861



Açıklama

Sur: Kelime olarak; boru üfürülünce ses çıkaran) boynuz anlamına gelir.
Sûr, kıyametin kopuşunu ve kıyamet koptuktan bir müddet sonra bütün insanların
mahşer meydanında toplanmak üzere dirilmelerini belirtmek için İsrafil'in üflediği
boynuz şeklinde bir borudur. Birinci üfleyişe "nef-ha-i ûlâ" ikinci üfleyişe de "nefha-i
saniye" denir.

Nemi suresinin 87. ayetiyle Zümer suresinin 68 ve Yasin suresinin 51. ayet-i
kerimeleri bu durumu açıklamaktadırlar.

Bütün bunlardan da anlaşıldığı üzere, metinde geçen "sûr sahibi" sözüyle kastedilen
İsrafil aleyhisselam'dır.

Cebrâîl ve Mikâîl kelimeleriyle ilgili kıraat şekillerini bir önceki hadisin şerhinde

£871

açıkladığımızdan burada tekrara lüzum görmüyoruz.
32. Ahmed B. Hanbelin Rivayeti
4000... İbnü'l-Müseyyeb dedi ki:

[881

Peygamber (s.a.v) ile Ebu Bekir, Ömer ve Osman (r.a), ("Din gününün sahibi"
mealindeki ayet-i kerimeyi) (şeklinde) okumuşlardır. (Bu hadisin ravilerinden

İbn Şihâb'ez Zührî) dedi ki: (Bu ay'et-i kerimeyi) ilk defa "Meliki yevmiddin" şeklinde
okuyan Mervan'dır.

Ebu Davud dedi ki: (Mürsel olarak rivayet edilen) bu hadis, Zühri'nin (bu mevzuda)
Enes'den rivayet ettiği hadisten de Salim vasıtasıyla Abdullah b. Ömer'den rivayet

£891

ettiği hadisten de sağlamdır.
Açıklama

Bu hadis-i şerif, Fatiha suresinde geçen kelimesinin elifli olarak "maliki" şeklinde
okunacağını söyleyen Asım, el-Kisâî, Halef ve Yakûb'un delilidir. Aynı zamanda bu
şekilde okumanın "Meliki" şeklindeki kıraatine tercih edilebileceğine delalet



etmektedir.

Kıraat- 1 seba imamlarının ekserisi bu kelimeyi "Meliki" şeklinde okumuşlardır.
Nitekim 4001 numaralı hadis-i şerif bu kıraat şeklinin de sahih olduğuna bir delildir.
Bütün bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, söz konusu kümeyi "maliki" şeklinde
okumak caiz olduğu gibi "meliki" şeklinde okumak da caizdir.

Mevzumuzu teşkil eden ve mürsel senedle rivayet edilen bu hadis, her ne kadar yine
Zührî tarafından biri Enes yoluyla diğeri de Salim yoluyla olmak üzere iki ayrı yoldan
muttasıl ve merfu senedle rivayet edilmişse de hadisin metindeki senedle gelen
rivayeti diğer rivayetlerin ikisinden de sahihtir.

Zührinin Enes yoluyla rivayet ettiği hadis için İmam Tirmizî "bu hadis garibdir"
1901

demiştir. Hafız Münzîri'nin açıklamasına göre Zührî'nin Sâlimyoluyla muttasıl
senedle rivayet ettiği bu hadisi Darekutnî de el-Ef-râd isimli eserinde tahriç etmiştir.

£911



33. Said B. Yahya El-Umevî'nin Rivayeti

4001... İbn Cüreyc'in Abdullah b. Müleyk'den yaptığı rivayete gere; Ümmü Seleme
Resulullah (s.a.v)'m (Kur'an-ı Kerim) okuyuşunu (şöyle) zikretmiştir:
Ravilerden biri, "zikretmiştir" kelimesinde tereddüt etmiştir (Ümmü Seleme sözlerine
şöyle devam etti: Resuluîlah (s.a.v); (ayetlerini) okurken herbir ayetin sonunda
kıraatma ara verirdi. (Ebû Dâvûd dedi ki: Ben Ahmed'i "Eski (den beri okunagelen)

[92]

kıraat (şekli) "Mâliki yevmiddin" (şekli) dır" derken işittim.)
Açıklama

Fatiha suresinde geçen kelimesinin elifsiz oıarak şeklinde okunacağım ifade eden bu
hadis-i şerif garibdir.

Tirmizi bu hadis hakkında şöyle demektedir:

"Bu hadis garibdir. Ebû Ubeyde bu kıraati ihtiyar eder ve onunla okurdu. Yahya b.
Sâid el-Emevî ve başkaları bu hadisi böylece İbn Cüreyc'den, İbn Ebi Müleyke'den
Ümmü Seleme'den rivayet etmişlerdir. Bu hadisin isnadı muttasıl değildir. Çünkü
Leys b. Sa'd bu hadisi İbn Ebi Müleyke, Ya'la b, Memlek, kanalıyla: "Ümmü Seleme,
Peygamber (s.a.v)'in kıraatma harf harf olarak vasıflandırdı" diye rivayet etmektedir.
Leys'in rivayeti daha sağlamdır. Aynı zamanda Leys'in rivayetinde, "meliki yevmiddin
okurdum rivayeti de yoktur. (Bak a.g.y.) Hafız ibn-i Kesir tefsirinde bu kelimeyi
"malik" ve "melik" şeklinde okumanın caiz olduğunu, her iki kıraatin de sahih

193]

olduğunu söylemiştir.

34. Osman B. Ebi Seybe'nin Rivayeti

4002... Ebu Zer (r.a)'den şöyle dediği rivayet olunmuştur; Ben merkebe binmiş

bulunan Resulullah (s.a.v)'m terkisinde idim Güneş batıyordu. (Bana);

"Bu (güneş) nereye batıyor biliyor musun?" dedi. Ben: - Allah ve Resulü daha iyi bilir,



[941

dedim. " Kuşkusuz o kızgın bir pınara batıyor" buyurdu.



Açıklama

Aslında bu hadis-i şerifin yeri burası değildir, 3986 numaralı hadisin arkasıdır.

Biz bu hadis-i şerifte geçen "hamiye" kelimesiyle ilgili kıraat şekillerini sözü geçen

hadisin şerhinde açıklamıştık.

Hadis-i şerifte, "En sonunda güneşin battğı yere vardığı zaman onu kara (veyahutta

1251

kızgın) bir suda batıyor buldu" ayet-i kerimesine işaret vardır.
Hafız ibn Kesir, "Onu kızgın bir suda batıyor buldu" ayet-i kerimesini tefsir ederken
şöyle diyor: "Hz. Zülkarneyn, güneşi Atlas okyanusunda batıyor olarak gördü. O
kıyıya varan herkes bunu görür. Orada güneşin suya dalıp kaybolduğunu müşahede
eder. Çünkü orası güneşin yerleştirildiği ve kendisinden hiç ayrılmadığı dördüncü

[961

felekten hiç ayrı değildir."

35. Muhammed B. İsa'nın Rivayeti

4003... İbnü'l-Eska'dân rivayet olunmuştur; dedi ki:

Peygamber (s.a.v), Muhacirlerin (fakirlerinden oluşan) Soffa ehlini ziyaret etmiş.
(Onlardan} birisi Hz. Peygamber'e, Kur'an-ı Kerim'de en büyük ayet£angisidir? diye

1921

sormuş. Peygamber (s.a.v) de dir,diye cevap vermiş.
Açıklama

Bu hadis-i şerif, Ayet el-Kürsi'nin faziletine delalet etmekte ve Kuran ayetlerinin
bazısını bazısından üstün görmenin caiz oldğunu söyleyen Kadı Iyaz ve İshak b.
Râhûye gibi alimlerin delilini teşkil etmektedir. Ancak İshak b. Râhûye, bu üstün-
lüğün, okumaktan doğan sevap açısından olduğunu söylemiştir.

Ebu'l Hasan el-Eşari ile Ebû Bekir el-Bakillâni'ye göre ise Kur'an ayetlerinin bazısını
diğerlerinden üstün görmenin bazılarını aşağılama anlamına geleceği görüşünden
hareket ederek bunun caiz olmadığını söylemişler ve Hadis-i şeriflerde bazı ayetler
hakkında gelen "daha büyük" "daha faziletli" gibi ifadeleri, "büyük" "faziletli"
anlamına tevil temişlerdir.

Tercih edilen görüşe göre, "okumanın sevabı çok" anlamında kullanılmak şartıyla bazı
Kur'an ayetleri hakkında "daha faziletli, "daha büyük" gibi tafdil ifade eden kelimeler
kullanmakta bir sakınca yoktur.

Hadis sarihlerinin açıklamasına göre, Ayet el-Kürsi'nin diğer ayetler arasında bir
imtiyaza sahip olmasının hikmeti; içerisinde Allahu Teala ve takaddes hazretlelerinin
isim ve sıfatlarının esası ile Kürsi'nin zikredilmiş olmasıdır.

Musannif Ebû Davud'un 1460 numarada zekretmiş olduğu bu hadisi tekrar birde
burada zikretmesinin sebebi, ayet-i kerimede geçen "el-kayyum" kelimesinin farklı
şekillerde okunduğuna dikkat çekmektir.

İmam Beğâvi'nin açıklamasına göre; bu kelime "el-Kayyûm" şeklinde okunabileceği



gibi "el-Kıyam" ve "el-Kayyim" şekillerinde de okunabilir.

Nitekim bu kelimeyi Hz. Ömer (r.a) ile Abdullah b. Mes'ud "el-Kıyam" şeklinde,
Alkame de "el-Kayyim" şeklinde okumuştur. Ancak bu son iki okunuş tarzı mütevatir
değildir.

MI

Bununla beraber hepsinin manası aynıdır.

36. Ebû Ma'mer Abdullah , Amr'ın Rivayeti

4004... Şekîk'den rivayet olunduğuna göre;

I99J

İbn Mes'ud (r.a) ("... haydi gelsene" mealindeki ayet-i kerimeyi (şeklinde)
okumuştur. Şakîk dedi ki: "Biz(se) bu ayet-i kerimeyi seklinde okuyoruz." (Şakik bu
sözüyle) "İbn Mes'ud, (benim bu kelimeyi bana öğretildiği gibi okumam dah çok

tiooı

hoşuma gidiyor) dedi," demek istiyor.
Açıklama

İbn Mes'ud'un bu ayeti şeklinde okuması bu ayet hakkında mütevatir olan kıraat
şekillerinden biridir.

Vahidi bu kelimenin isim-fıil olduğunu ve "Haydi gelsene" anlamına geldiğini,
masdarı ve çekimi olmayan kelimelerden olduğunu söylemiştir.

Ferrra'ya göre bu kelime Havran halkının kullandığı bir lügattir. İbnü'l-Enbari de
Havran halkı da Kureyşlüer de birbirlerinden habersiz olarak aynı manada
kullanmışlardır. Bu kelimenin tesniyesi, cemii ve müennesi yoktur. Bir fiilde
bulunması gereken hususlar bu fiilde sonuna ilave edilen muhatab ve muhataba
zamirleriyle ifade edilir.

Bu kelime beş şekilde okunabilir. Bu kıraat şekilleri içerisinde en güzel olanı
şeklindeki kıraattir.
Bu kelimeyi;

1. Nâfi ile ibn Zakvân ve Ebû Ca'fer "hiyte" şeklinde,

2. îbn Kesîr "heytü" şeklinde,

3. Hişam "İıi'te" yahut "hi'tü" şeklinde,

4. Diğer kıraat imamları da "heyte" şeklinde okumuşlardır.

5. İbn Abbas ise bu kelimeyi "hüyiytü" şeklinde okumuştur. Bu kıraat şekillerine dört

lioıı

şaz kıraat şekli de ilave edilirse, bu kelimenin dokuz şekilde okunduğu görülür.

37. Hennad'ın Rivayeti

4005... Şakîk'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Abdullah (b. Mes'ud)'a "Bazı kimseler
şu A 'Haydi gelsene" dedi. Ayetini denildi de o: "Kuşkusuz bana öğretildiği gibi
(şeklinde) okumam bana (onların okuduğu gibi okumamdan) daha sevimlidir)
£1021

karşılığını verdi.



Açıklama



£103]

Bu hadisle ilgili açıklama bir önceki hadisin şerhinde geçmiştir.

38. Ahmed B. Salih'in Rivayeti

4006... Ebû Sâid el-Hudrî'den rivayet olunduğuna göre; Resulullah (s.a.v), ("Secde
ederek kapıdan girin ve hitta (yarabbi bizi affet) deyin ki, biz de sizin hatalarınızı

[1041

bağışlayalım" ayeti keri meşini Allah teâlâ İsrail

£105]

oğullarına buyurdu ki diye söze başlayarak şeklinde okudu.
Açıklama

İsrail oğulları "Tih" sahrasında kırk sene kaldıktan sonra Yûşa (a. s) ile oradan
çıkmışlar. Cenabı Hak Kudüs'e girmelerini kendilerine müyesser kılmıştır.
Ancak şehrin kapısından girerken secde halinde bulunmalarını yani eğilmelerini yahut
girdiklerine şükretmelerini emir buyurmuştu. Onlar bu emri değiştirdiler ve şehre
sürünerek girdiler. Girerken "hitta" demeleri de emir Duyurulmuştu. Bunun manası,
"Dileğimiz günahlarımızın indirilmesidir." demektir. Onlar bunu da değiştirerek
"hitta" yerine "habbe" kelimesini kullandılar ve "küm içinde bir habbe" dediler. Bu
söz manasızdır. Fakat onların maksatları Allah'ın emrine muhalefet etmekti. Filhahika,
hem kavlen, hem fiilen Allah'ın emirlerine muhalefet ettiler. Allahu Teâîâ da onları

£106]

taunla cezalandırdı. Rivayete nazaran bir saatte yetmiş bini helak olmuştur.
Metinde geçen kelimenin okunuş şekli üzerinde kıraat imamları ihtilaf etmişlerdir.
Nafı bu kelimeyi "yüğfer" şeklinde okurken, İbn Amir "tüğfer" şeklinde, diğer kıraat

Lİ071

imamları da "nağfır" şeklinde okumuşlardır.

39. Ca'fer B. Müsâfîr'in Rivayeti

4007... (Bir önceki hadisin) bir benzeri de yine Zeyd b. Eşlem yoluyla Hişâm b.

£108]

Sa'd'dan rivayet olunmuştur.

40. Musa B. İsmail'in Rivayeti

4008... Aişe (ranha)'den rivayet olunmuştur; dedi ki: (Bir gün) Resulullah (s.a.v)-vahiy
geldi. Bunun üzerine ("Bu indirdiğimiz ve hükümlerini üzerinize farz kıldığımız bir
£1091

suredir" mealindeki ayet-i kerimeyi) bize (şeklinde) okudu.

Ebû Davûd dedi ki: (Urve, Hz. Peygamber' in kelimesinin râsmı şeddesiz olarak



£110]

okuduğunu söylemek istiyor.



Açıklama

Kıraat imamları kelimesinin okunuşunda ihtilaf etmişlerdir. İbn Kesir ile Ebû Ömer bu
kelimeyi "ra" harfinin şeddesi ile "ferradna" şeklinde, diğer kıraat imamları da

LİÜI

şeddesiz olarak "feradna" şeklinde okumuşlardır.



m

Concordance'da bu bölümün her bir rivayeti aynı zamanda bir bab olarak kabul edilmiştir. M.F Abdiilbâki merhum da Concordance'da esas alman
bölüm ve bablan belirten eseri Teysîr A ül-Menlaah'de iıer hadise" görüleceği şekilde bab vermiştir. Biz de aynen uyguladık.

m

Bakara, (2), 125.

LU

Tirmizi, tefsir Bakara (2) I; İbn Mâce, ikame 56.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/54.

m

Bakara. (2), 122.

[5]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/54.

[6]

Tirmizi tefsir Bakara 2/1 İbn mâce ikame/56

m

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/54-55.

£81

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/55.

[21

Âl-iİmrân, (3) 161.
[10]

Tirmizi tefsir (3) 17.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/55-56.



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/56-57.

ri2i

Buharı cîhâd /25. Da'vat/38, 39, 42.44, Müslim züdr/49,50,70, 73, 76. Ebû Davud vitr/32, Tirmizî dua/76,
115AhmedII- 185. 186,111- 113, 117.201.205.208,214,231,235.240,427 VI - 57, 207.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/57.

roı

Bir önceki kaynaklar,

(*) Tirmizi savm: 69, Nesâi Iahâte91 İbn Mâcelahâre54Darimi Vutlû, 34 Ahmed. IV-211.
ÜH

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/57.

[151

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/57.

ri6i

Âliİmran(3) 188.

rnı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/58.

LM

Nisa (4) 24.

[191

Buhârî tefsir 14 17: Müslim, tefsir 22.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/58.
[201

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/58-59.



Nisa (4) 95.

[221

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/59.

[231

Alûsi Ruhul meani 5/121.

[211

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/59-60.



[251

Tirmizî, kıraat I.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/60.
[261

Mâide (5) 45.

[221

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/60.

[281

Ma'ide (5)45.

[221

Tirmizî, kıraat, 1 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/61.
[M

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/61.

[311

Rûm (30) 54.

[321

Tirmizi, Kıraat 1 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/61.
[33J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/61-62.

[341

Tirmizi, kıraat 1 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/62.
[35J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/62.

[361

Yunus (10) 58.

[371

Tirmizî, Kıraat I.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/62.
[3J1

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/62-63.

[391

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/63.

[401

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/63.

[4U

Hûd (II) 96.

[421

Tirmizi kıraat 1 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/63.
[431

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/64.

[441

Hûd. 46.

[45J

Tirmizi kıraat 1 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/64.
[461

Kehf. 18 76.

[471

Tirmizi kıraat I; Tefsîrtil-kuran ( 1 8) I.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/65.
[481

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/65.

[491

Tirmizî, kıraat 1; Tefsîr'ul kur'an (18).

[501

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/66.

[511

Tirmizî kıraat 1 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/66.
[521

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/66.

[531

İbn-ı Mace, mukadime 9. Ahmed b. Hanbel I, 374, III 79.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/67.
[541

İbn-i kesir, hadislerle kur'an-ı kerim. XI 5 998.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/67.
[551

Tirmizî tefsir (sebe) 1 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/68.



[561

Molla mehmeloğlu e. Zeki. Süneni Tirmizî Tercümesi: V 338.

[571

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/68-69.

[581

Sebe. (34) 23.

[591

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/69.

[601

Hatiboğlu Haydar. Sünni İbn-i Mace tercemesi 1/348.

[61]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/69-70.

[621

Zümer (39) 59.

[63J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/70.

[641

Zümer, (39) 57.

[65J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/71.

[66J

Tirmizî Kıraat I.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/71-72.
[671

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/72.

[681

Buhari, tefsirü'l kur'ân 43) I; Müslim Cüm'a 49, Tirmizî salat 362.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/72.
[691

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/73.

LM

Zariyûl(51)58.

T711

Tirmizi kıraat I.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/73.
[721

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/73-74.

[731

Kamer (54) 22.

[741

Tirmizi, kıraat 1 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/74.
LTİl

Sünen-i Ebu Davud Terceme

[761

Hûmeze(104)3.

[771

Sünen-i Ebu Davud Terceme

[781

Sünen-i Ebu Davud Terceme

[791

Fecr (89) 25-26.

[801

Sünen-i Ebu Davud Terceme

[811

Sünen-i Ebu Davud Terceme

[821

Fecr (89) 25,

[83J

Sünen-i Ebu Davud Terceme

[841

Sünen-i Ebu Davud Terceme

[851

Sünen-i Ebu Davud Terceme

[86J

Sünen-i Ebu Davud Terceme

[871

Sünen-i Ebu Davud Terceme

[881

Fatiha (1)3.

[891

Tirmizi, kıraat 1 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/79.



ve


Şerhi,


Şamil Yayınevi:


14/74.




vc


Şerhi,


Şamil Yayınevi:


14/74-


■75.


ve


Şerhi,


Şamil Yayınevi:


14/75.




vc


Şerhi,


Şamil Yayınevi:


14/75.




vc


Şerhi,


Şamil Yayınevi:


14/75-


■76.


vc


Şerhi,


Şamil Yayınevi:


14/76.




vc


Şerhi,


Şamil Yayınevi:


14/77.




vc


Şerhi,


Şamil Yayınevi:


14/77-


■78.


vc


Şerhi,


Şamil Yayınevi:


14/78.




vc


Şerhi,


Şamil Yayınevi:


14/78.





T901

Bak Molla Mehmetoğlu O. Zeki Sünen-i Tirmizî tercümesi 5/61.

[91]

Azimâbadî, Avnü'I-Mabud XI 33.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/79.
[921

Tirmizi, kıraat 1 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/80.
[931

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/80.

[911

Buharı, tefsir'ül kıırûn, yasin (36) 1; Müslim, eyman 159Tirmizî, tefsiıii'l Kuran (yenin 36) 1.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/80-81.
[951

Kehf(18)86.

[96J

Karlığa Dr. Bekir tbn-i Kesîr. Hadislerle Kur'an-ı kerim tefsiri X.5071.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/81.
[921

Müslim salat'ül-müsafırin 258; Tirmizi, sevâb'til-kurân 2.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/81-82.
[981

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/82.

[991

Yusuf, (12) 23.

rıooı

Buhârî, tefsir'ul-kur'ân, suretü'l- Yusuf .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/82-83.

rıoıı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/83.

ri021

Buhari, tefsür'ul - kur'ûn, süre-i yûsuf 4.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/83.
11031

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/84.

[104]

Bakara, (2) 58.

[105]

Buhârî, tefsîrû'l- Kur'ân, bakam 148; Müslim, teftir,Tirmizî tefsir'ül - Kur'an Bakara 1.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/84.

no6i

Davudoğlu A. Sahihi Müslim terceme ve şerhi X499-500.

[1071

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/84.

11081

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/85.

rıo9i

Nâr. (24) 10.

[110]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/85.

[111]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/85.



25. İÇECEKLER BÖLÜMÜ

1. Şarabın Haram Kılınması

2. Şarap Yapılması İçin Üzümün Şırasını Çıkarmanın Hükmü

3. Şarabın Sirke Olması Mümkün Müdür?

4. Hangi Maddeden Yapılan İçkiler Şarap Sayılır?

5. Sarhoşluk Veren Maddelerin Kullanılması Yasaklanmıştır

6. (Şıra İçerisine Atılıp Şıranın Kabarmasını Sağlayan) Ed-Dâzî (Denilen Tane)
Hakkında (Gelen Hadisler)

7. Kaplar

8. (Kuru Üzümle Kuru Hurma Şırasının Ve Hurma Koruğu İle Yaş Hurma
Şırasının) Karışım(I Ve Hükmü)

9. Hurma Koruğu Şırasının Hükmü

10. (kuru üzümden elde edilen) şıranın (içilebilmesi için) özelliği (nasıl olmalıdır)?

11. Bal Şerbeti(Ni İçmenin Hükmü)

12. Kükreyen Şıra Hakkında (Gelen Hadîsler)

13. Ayakta Su İçmenin Hükmü

14. (İçi Görünmeyen Bir) Kabın Ağzından (Su) İçme(Nin Hükmü)

15. Tulumların Ağzını Dışına Kıvırmak Suretiyle Ağızlarından Bir Şey İçme(Nin
Hükmü)

16. Bardağın Kırık Yerinden Su İçmek

17. Altın Ve Gümüş Bardaktan Meşrubat İçmenin Hükmü

18. Tulumda Veya Kovadaki Suyu Bardağa Veya Avuca Dökmeksizin Doğrudan
Doğruya Tulumdan Ya Da Kovadan İçmenin Hükmü

19. Bir Topluluğa Su Dağıtan Kimse Suyu Ne Zaman İçer?

20. İçilecek Olan Şeyin İçine Üfleme Ve Nefes Vermenin Hükmü

21. Süt İçilince Hangi Dua Okunur?

22. (İçlerinde Yiyecek Ya Da İçecek Bulunan) Kapların Ağzını Kapama(Nın
Lüzumu) Hakkında (Gelen Hadisler)



25. İÇECEKLER BÖLÜMÜ



1. Şarabın Haram Kılınması

3669... Ömer (b. el-Hattâb) (r.a)'dan rivayet olunmuştur, dedi ki: Şarabın haram
kılınması (ile ilgili âyet) indiği gün şarap beş şeyden (olurdu): Üzümden, kuru
hurmadan, baldan, buğdaydan ve arpadan. (Oysa) hamr, aklı örten şeydir. Üç şey
vardır ki, Rasûlullah (s.a)'m bu üç şey hakkında üzerinde karar kılacağımız bir
açıklama yapmadan bizden ayrılıp (öbür âleme) gitmemesini ne kadar isterdim: Dede,

kelâle, ribâ bölümünden bazısı.

Açıklama

Bezlü'l-Mechûd yazarının açıklamasına göre; el-Hamîs isimli eserde şarabın hicretin
altıncı yılında haram kılındığı belir-
tilirken, et-Telkîh isimli eserde hicretin üçüncü yılında Uhud savaşından sonra haram
kılındığı ifade edimektedir.

Hanefî mezhebine göre içkilerin hükmü üç kısımda özetlenebilir:

1- Hamr (şarap): Bu kelime anılınca sarhoşluk veren üzüm şırası anlaşılır. Lisan
âlimlerinin ittifakıyle hamr yani şarap ismi yalnız bu içkiye verilir.

Diğer içkilerin isimleri başka olduğu gibi hükümleri de şaraptan başkadır. Meselâ,
şarabın haramlığı kat'i delille, diğerlerininki ise zannî delille sabittir. Hanefi ulemasına
göre şarabın on hükmü vardır:

a) Şarabın haramlığı kat'i delille sabittir.

b) Şarab ismi verebilmek için, kabaran şıranın köpüğünü atmış olması İmam A'zam'a
göre şart imameyne göre ise şart değildir.

c) Şarabın kendisi haramdır. O sarhoşluk vermekle illetlendirilemez. Gerçi bazı
kimseler, "Şarabın kendisi değil sarhoş eden miktarı haramdır" demiş-lerse de bu söz
doğrudan doğruya âyeti inkâr manasına geldiğinden Hanefî imamları buna kail
olanların küfrüne hükmetmişlerdir. Çünkü Allah Teâlâ hazretleri şarap için "rics"
demiştir.

d) Şarap, bevl gibi necaset-i galîzadır. Zira hükmü kat'i delillerle sabit olmuştur.

e) Şarabın helâl olduğuna itikad eden kat'i delili inkâr ettiği için dinden çıkar.

f) Müslüman için şarabın hiçbir malî kıymeti yoktur.

g) Şaraptan faydalanmak hiçbir suretle helâl değildir, h) Şarabın bir damlasını içene
bile.hadd vurulur.

i) Şarabı kaynatmak dahi tesir etmez, o yine haramdır, j) Hanefîlere göre şaraptan
sirke yapılabilir.

Sair sarhoşluk veren içkilere gelince, onlar da haramdır. Ancak bazı hükümlerle

IH

şaraptan ayrılırlar. Yani onların haramlık derecesi şaraptan azdır.

2- Meyvelerin ve bitkilerin suyundan yapılan içkiler. Bunlar da ikiye ayrılır:

a) Tıla: Üçte birinden biraz fazla kalıncaya kadar kaynatılan üzüm sırasıdır. Yani
kaynaya kaynaya üçte ikisine yakın kısmı buhar olmuştur. "Bazak" bunun Farsçasıdır.

[3]

Kelimenin aslı "bâde"dir. Doğrudan doğruya şaraba dahi "bade" diyenler vardır.



b) Pişirilmeden kendi kendine kabaran taze hurma suyu (nakîü't-temr) ile, kendi
kendine kabarıp A kuvvetlenen, kaynatılmış kuru üzüm sırasıdır.

141

"Nakîü't-temf ' denilen bu hurma suyuna "seker" ismi de verilir.

Bu ikinci kısma girenlerin azı da çoğu da haramdır. Fakat haram oluşları zannî
delillerle sabit olmuştur.

3- Bunların dışında kalan içkilerdir. İmam Ebû Hanîfe ile İmam Ebû Yusuf a göre, bu
kısma giren uyuşturucu İçkilerin sarhoş etmeyecek kadarını içmek helâldir. Sarhoş
edecek kadarını içmekse haramdır. İmam Muham-med ile İmam Şafiî, İmam Mâlik ve
İmam Ahmed'e göre ise; bunların azını da çoğunu da içmek haramdır.
Sahih olan kavle göre bu içkilerden herhangi birini içerek sarhoş olan bir kimseye
hadd cezası uygulanır. Şarabın ise bir damlasını içene bile hadd vurulur, el-
Kevkebü'd-Dürrî, isimli eserde böyle denilmektedir.

Hanefi ulemasının bu babdaki görüşlerini özetlerken İbn Abidin de şöyle diyor:
"İmam Ebû Hanife (r.a) diyor ki: "Bana dünyayı bağışlasalar yine "nebiz" denilen
içkinin haram olduğunu söyleyemem. Çünkü bunun haram olduğunu söylemek
zımnen bazı sahâbîlerin fasık olduğunu söylemektir. Bana dünyayı bağışlasalar yine
de nebizi içmem. Çünkü benim ona ihtiyacım yoktur." Bu fetvasından ve takvasından
dolayı Hz. İmama aşk olsun doğrusu."

Metinde geçen "dede" kelimesinden maksad, ölen ile arasında kadın bulunmayan
dededir. Babanın babası, babanın babasının... babası gibi.

Feraiz bölümünde açıkladığımız gibi, dede mirasta dört halde bulunur. Bu hallerden
biri de dedenin, mirasta ölen kimsenin ana-baba bir erkek kardeşleriyle bulunmasıdır.
Hadis-i şerifte kastedilen de, bu halde onun mirastan hissesine düşecek olan pay
olması gerekir. Çünkü ashab-ı kiramın arasındaki ihtilâf bu halle ilgilidir.
Kelâle ise, anne ve baba cihetlerinin dışında olan, yani usûl ve fürû silşilesini teşkil

[51

eden dikey nesebin dışında kalan karabet (yakınlık) demektir. Ancak bu mevzuda
inen Nisa sûresinin 12. ve 176. âyetleri kapalı olduğundan ashab-ı kiram kelâle'nin
tarifinde ihtilâfa düşmüşlerdir. Hz. Ömer'in, "Keşke Hz. Peygamber vefatından önce
bu meseleyi açıklasaydı" diye temennide bulunması bu yüzdendir.
Bu hadis-i şerifte, "ribâ bablanndan bir bab" sözüyle kastedilen "Ribâ el-fadl"dır.
Bilindiği gibi ribâ el-fadl, eşitsizliğe dayanan mübadele (değişim) demektir. Bu husus
şu hadis-i şerifte ifadesini bulmaktadır:

"Altına mukabil altın, gümüşe mukabil gümüş, buğdaya mukabil buğday, arpaya
mukabil arpa, hurmaya mukabil hurma, tuza mukabil tuz, aynı evsafta, aynı miktarda
ve peşinen mübadele edilmelidir. Fazlalaştıran veya veresiye isteyen ribâya sebep
olmuş olur. Mübadele edilecek metalar farklı ise istediğiniz gibi mübadele
M

edebilirsiniz."

Bezlü'l-Mechûd yazarının açıklamasına göre, ribânm diğer bir nevi olan ribâ en-
nesîenin gerek tarifinde gerek hükmünde ashab-ı kiramın ittifak edip ribâ el-fadl
hakkında ihtilâfa düştüklerine bakılırsa, mevzumuzu teşkil eden bu hadiste Hz.
Ömer'in, Hz. Peygamber tarafından açıklığa kavuşturulmasını temenni ettiği ribâ

m

çeşidinin ribâ el-fadl olması gerekir.



3670... Ömer b. Hattâb (r.a)'dan rivayet olunduğuna göre;

(Hz. Ömer), şarabın yasaklanması (ile ilgili âyet) inince, "Ey Allah'ım, şarap hakkında
bize şifa verici bir açıklama getir" diye dua etmiş ve Bakara süresindeki, "Sana içkiyi

£81

ve kumarı sorarlar. De ki: Onlarda (insanlar için) büyük günah vardır." âyeti nazil
olmuş. Bunun üzerine Hz. Ömer çağrılarak kendisine (bu âyet-i kerime) okunmuş.
(Hz. Ömer bu âyeti dinleyince tekrar), "Ey Allah'ım, şarap hakkında bize (sadra) şifa
verici bir açıklama getir" diye dua etmiş, bunun üzerine Nisa süresindeki, "Ey iman

m

edenler, sarhoş iken namaza yaklaşmayın." âyeti nazil olmuş. (Bu âyet indikten
sonra) Rasûlullah (s.a)'m bir tellâlı namaz kılma-vakti gelince, "Sarhoşlar namaza
yaklaşmasın" diye yüksek sesle bağırırmiş. (Hz. Ömer tekrar çağrılarak) kendisine bu
âyet de okunmuş. O yine, "Ey Allah'ım, şarap hakkında bize (sadra) şifa verici bir
açıklama getir" diye dua etmiş. Arkasından Mâide süresindeki şu, "Artık

Lioı

vazgeçenlerden misiniz?" âyeti nazil olmuştur. (Hz. Ömer sözlerine devam

EİİI

ederek), "Biz de (şaraba ve kumara) son verdik" demiştir.
Açıklama

Tıybî'nin açıklamasına göre, Allah (c.c) içki hakkında tedrici olarak dört ayet inzal
buyurmuştur: "Hurma ağaçlarının meyvesinden ve üzümlerden de içki ve güzel bir

£121

rızk edinirsiniz" âyeti Mekke'de nazil oldu. İslâmm ilk devrelerinde zaten
müşlümanlar içki içiyorlardı ve helâl idi. Sonra Medine'de, "Sana içkiyi ve kumarı
sorarlar. De ki: Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için faideier vardır." âyeti na-
zil olunca sahâbîlerden bir kısmı, âyetteki "onlarda büyük günah vardır" emrine
uyarak içki ve kumarı terkettiler. Diğer bir kısmı ise âyette "onlarda insanlar için
faîdeler vardır" emrine ittiba ederek içkiye devam ettiler.

Daha sonra bir gün Abdurrahman b. Avf (r.a) sahâbîleri davet ederek bir ziyafet verdi.
Ziyafette çokça yemek yendi ve içki içildi. Akşam namazı vakti olunca, içlerinden
birini imam seçerek namaz kılmaya başladılar. İmam olan kimse, namazda zammı

LİH

sûre olarak okuduğu, "(Habibim) de ki: Ey kâfirler! Ben sizin taptığınıza tapmam"
âyetini, "Ben sizin taptıklarınıza taparım" şeklinde okudu. Bunun üzerine, "Ey iman
edenler, siz sarhoşken ne söyleyeceğinizi bilinceye ve eünüp iken de -yolcu olmanız

£141

müstesna- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın" âyeti nazil oldu. böylece
namaz vakitleri içki içmek yasaklandı. Bir kısım müşlümanlar ise, yatsı namazından
sonra içki içmeye devam ettiler.

Bundan sonra sahâbî Itbân b. Mâlik (r.a) bir deve başını kızartarak, içlerinde Sa'd b.
Ebî Vakkâs (r.a)'m da bulunduğu bir cemaati davet etti. Davette yemek yemeye ve içki
içilmeye başlandı. İçkinin tesiriyle karşılıklı şiirler söylemeye başladılar. Şiir
söyleyenlerden biri, kabilesini öven, onları hicveden bir kaside söylemeye başlayınca
Ensar'dan biri devenin çene kemiğini alarak Sa'd b. Ebî Vakkâs'm başına vurdu ve kan
akıttı. O da başının kanı ile Rasûlullah (s.a)'a giderek şikâyette bulundu. Bunun



üzerine: "Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar, fal okları ancak şeytanın

£151

amelinden birer murdardır..." âyeti nazil oldu.

İkinci incelik: İçkinin tedricî emirlerle haram kılınmasında çok ince ve derin hikmetler
vardır. Cahiliyet devrinde Araplar, içkiye alışkandılar. İçki hayatlarının bir parçası
gibiydi. Eğer bir emirle yasaklansaydı, onlara çok zor gelirdi. Hatta yasaklama emrine
uymazlardı. Hz. Aişe (r.ahha)'nin; "Önce Kur'an'm uzun bir sûresinde cennet ve
cehennemi bildiren âyetler geldi. İs-lâmı kabul edenler, islâmî esaslara iyice alıştıktan
sonra helâl ve haramı bildiren âyetler gelmeye başladı. Eğer içki hususunda
başlangıçta, "içkiyi içmeyin" emri nazil olsaydı, onlar "içkiyi kat'iyyen bırakmayız"
diyeceklerdi." sözünden, İslâmm sosyal hastalıkları tedavide takib ettiği tedricilik
metodunu açıkça ve kolayca anlamak mümkündür.

Görüldüğü gibi içki hususunda nazil olan birinci âyette halkı ondan nefret ettirme,
ikinci âyette mala ve bedene verdiği büyük zararlarla içkinin sağladığı az menfaati
mukayese etme ve nefret ettirme, üçüncü âyette namaz vakitlerinde içki içme yasağı
ve namaza yaklaştırmama, dördüncü âyette de kesin olarak haram kılma yoluna

£161

gidildi.

Bilindiği gibi Allah'ın bir şeyi yasaklamasında insanlar için pekçok hikmetler ve
maslahatlar vardır.

Gerçekten bugün tıp dünyası içkinin insan sağlığına verdiği zararlar üzerinde ittifak
halindedir. Bu mevzuda hazırlanmış olan istatistikler ile bazı devletlerin zaman zaman
teşebbüs ettiği içki yasağı bunun iktisadî, sosyal ve ahlâkî zararlarının apaçık

LİZL

delillerindendir.

İçkinin insan vücuduna verdiği zararları şu şekilde özetlemek mümkündür:
"... Vücudun kilosu başına 1/2 mg. alkol dahi beynin çalışmasını etkilemektedir.
Kanda % 0,3-0,4 arasında alkol bulunması dahi dengenin bozulmasına sebep
olmaktadır. Endüstri kazaları ise kanda % 0,1 kadar düşük bir alkol miktarında bile
meydana gelebilmektedir."

"Alkoliklerde hastalanma oram normalden 2,3 kat fazladır. Alkoliklerde günlük
hayatta kazaya uğrama ihtimâli sekiz kat, endüstride kazaya uğrama ihtimali iki kat
daha artmaktadır."

Alkolün, vücudta yaptığı pek çok tahribattan başka, nesle de zararı vardır. "Her türlü
kimya-fızik tesirlerinden korunmuş olan yumurta hücreleri alkolün eritici cebri
hassasından dolayı bu mel'un zehire kalelerini açar. Gelecek neslin en mahrem
yerlerine kadar alkolün tahribkâr tesiri müşahede olunur. Mutlak istatistikler
göstermiştir ki, alkoliklerin neslinde madde ve ruh hastalıkları boldur."
İçki bütün bunlar ve bunların dışında kalbe, böbreğe, damarlara ve hormonlara olan
menfi tesirleri yüzünden Kur'an tarafından yasaklanmış ve haram kılınmıştır. Bunda
birçok faydaların yanında, insan ve neslini koruma gayesi de mevcuttur. Genel sağlığı
koruma profesörü Hirş'in dediği gibi, "Amerika'nın on sene bile yapmaya muvaffak
olamadığı büyük cemiyet hizmetini İslâmiyet, asırlarca önce yapmış ve bu büyük

£181

belâdan nesilleri muhafaza etmiştir."

Avnü'l-Ma'bûd yazarının açıklamasına göre, "Ey iman edenler; içki, kumar, dikili



£191

taşlar, fal okları ancak şeytanın amelinden birer murdardır..." âyet-i kerimesinde
içkinin haram olduğuna delâlet eden yedi tane delil vardır:

1. "Rics-pis" kelimesidir. Çünkü pis olan herşey haramdır.

2. "Şeytanın amelinden" kelimesidir. Çünkü şeytanın her ameli haramdır.

3. "Ondan kaçınınız" kelimesidir. Çünkü Allah'ın kaçınılmasını emrettiği işlerden
herhangi birisini yapmak haramdır.

4. "Umulur ki felaha erersiniz" kelimesidir. Çünkü felahtan uzaklaştıran işler yapmak
haramdır.

İM

5. "Şeytan şarap ve kumar yolu ile aranıza düşmanlık ve kin sokmak ister..."
sözüdür. Çünkü müslümanlar arasında düşmanlığa sebeb olan her iş haramdır.

6. "Sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak istiyor..." sözüdür. Çünkü Allah'ı
anmaktan ve namazdan alıkoyan işleri yapmak haramdır.

7. "...Artık vazgeçtiniz değil mi?" sözüdür. Çünkü Allah'ın kullarına son vermelerini
emrettiği bir işi yapmak haramdır,

Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte söz konusu edilen ikinci bir mesele de kumar
yasağıdır. Kumar da içki gibi fertlerin ve cemiyetlerin çökmesini hazırlayan
felaketlerden biri olduğu için yüce Allah, kullarına olan rahmetinden dolayı onu da
yasaklamıştır.

Kumarın zararlarından bazılarını şu şekilde sıralayabiliriz:

1. Kumar esnasında kumarbazın sinirlen bozulur. Bu durum zamanla onun
şahsiyetinin bozulmasına ve hayatının mahvına sebep olur.

2. Kumarbaz devamlı olarak korku psikolojisi içindedir.

3. Kumarbaz, ya kazanır ya kaybeder. Her iki durum da onun aleyhindedir.

4. Kumarda kaybedenin zararı bellidir. Kazanan ise kazandığı parayı nasıl

[211

harcayacağına aldırış etmez. Çünkü onu kazanırken ter dökmemiştir.
3671... Ali b. Ebî Talib (r.a)'dan rivayet olunduğuna göre;

Ensar'dan bir adam şarabın haram kılınmasından önce (ki günlerde) Hz. Ali ile
Abdurrahman b. Avf ı çağırıp onlara (sarhoş edecek şekilde şarap) içirmiş. (O sırada
akşam namazı vakti girmiş ve Hz. Ali) akşam namazında cemaate imam olmuş.
(Namazda) "Kul ya eyyühel-kâfırûn" (sûresin)i okumuş ve sûrede yanılmış. Bunun

I22J

üzerine "...Sarhoşken, ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın"

1231

(âyeti) nazil olmuş.
Açıklama

Tirmizî'nin rivayetine göre Hz. Ali namazda "Kâfirim" sûresini sarhoşluğun tesiriyle,
"Kulyâ eyyühel Kâfirime lâ a'budu ma ta'büdün ve nahnü na'büdü ma ta'büdün"
şeklinde okunmuştur. Her ne kadar musannif Ebû Davud'un bu rivayetiyle Tirmizî'nin
rivayetinde, akşam namazını sarhoş iken kıldıran ve sarhoşluğun tesiriyle sûreyi yanlış
okuyan kimsenin Hz. Ali olduğu ifade edilmekte ise de; Avnü'l-Ma'bûd yazarının
açıklamasına göre, Hâkim'in sahih olarak rivayet ettiği bir hadis-i şerifte sarhoş iken



namaz kıldıran zatın Hz. Ali olmayıp başka bir adam olduğu ifade edilmektedir.
Hâkim'in bu rivayeti, söz konusu hâdisede sarhoşluğu ve Kâfirim sûresini mananın
fahiş şekilde bozulmasına sebep olacak şekilde yanlış okuma olayını Hz. Ali'ye isnad
etmek isteyen Haricîler aleyhine büyük bir delildir. Esasen bu hadisin ravisinin bizzat
Hz. Ali'nin kendisi olduğu düşünülürse, sarhoş olan ve yanılan kimsenin başka birisi
olduğu kolayca anlaşılır. Çünkü ne söylediğini bilmeyen bir sarhoşun, kendisine gel-
dikten sonra sarhoşluk halindeki sayıklamalarını tam tamına hatırlayıp naklettiği
düşünülemez.

Ayrıca bu hadisin senedinde Atâ b. Sâib vardır. Hafız Münzirî'nin açıklamasına göre,
"Yahya b. Maîn ile İmam Ahmed (r.a) onun her rivayetine güvenilemeyeceğini
söylemişlerdir." Bu durum, bu mevzuda doğru olan rivayetin Hâkim'in rivayeti
olduğunu gösterir.

Yine Hafız Münzirî'nin açıklamasına göre, bu hadis değişik şekillerde rivayet
edilmektedir. Meselâ musannif Ebû Dâvûd ile Tirmizî'nin rivayetlerinde bu hadis Atâ
b. es-Sâib yoluyla Hz. Ali'ye muttasıl bir senetle ulaştırılırken; Süfyân-i Sevrî ile Ebû
Ca'fer'in rivayetlerinde, Hz. Ali ile Atâ b. es-Sâib arasındaki Ebû Abdurrahman es-
Sülemî'den bahsedilmemektedir. Hadisin senedinde böyle bir ihtilâf bulunduğu gibi
metninde de ihtilâf vardır.

Meselâ Tirmizî ve Ebû Davud'un rivayetlerinde sarhoş iken namaz kıldıran zatın Hz.
Ali olduğu ifade edildiği halde, Nesâî'nin rivayetinde bu zatın Hz. Abdurrahman b.
Avf olduğu açıklanmakta, Ebû Bekir Bezzâr'm rivayetinde ise bu zatın isminden
bahsedilmemektedir. Bunların dışındaki rivayetlerde ise sadece cemaatin içinden
birisinin öne geçip namaz kıldırdığından bahsedilmekle yetinilmektedir.
Bütün bu ihtilâflar bu mevzudaki rivayetlerin en sahihinin Hâkim'in rivayeti olduğunu
1241

göstermektedir.

3672... İbn Abbas (r.a)'dan rivayet olunmuştur, dedi ki:

"Ey insanlar; şarap, kumar, dikili taşlar (putlar) ve (üzerine yazılar yazılmış) şans

£251 ' 1261

okları..." âyet-i kerimesi; "Ey inananlar; sarhoşken namaza yaklaşmayın..."
âyeti ile "Sana şaraptan ve kumardan soruyorlar. De ki: O ikisinde büyük günah

£221 [281

vardır; (bir takım) faydalar da vardır" âyetini neshetmiştir.
Açıklama

Mâide sûresinin 90. âyetinin neshettiği iki âyetten birincisinin tamamı şu mealdedir:
"Ey iman edenler; siz sarhoş iken ne söyleyeceğinizi bilînceye kadar namaza
[291

yaklaşmayın."

Mâide sûresinin neshettiği diğer âyet-i kerimenin tamamı ise şu mealdedir: "Sana
içkiyi ve kumarı sorarlar, de ki: Onlarda hem büyük günah, hem de insanlar için

1301

faydalar vardır. Günahları ise faydalarından daha büyüktür..."

Bu iki âyeti nesheden, Mâide sûresinin 90. âyetinin tamamının meali de şöyledir: "Ey
inananlar; şarap, kumar, dikili taşlar, (putlar), (üzerine yazılar yazılmış) şans okları



(çekmek ve bunlara göre hareket etmek) şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan kaçının ki
kurtuluşa eresiniz!"

Biz bu mevzuyu 3670 numaralı hadis-i şerifin şerhinde açıkladığımızdan burada

im

tekrara lüzum görmüyoruz.

3673... Enes (b. Mâlik)'den (r.a) rivayet olunmuştur, dedi ki:

Şarabın (yeni) haram kılındığı sıralarda ben Ebû Talha'nm evinde bir topluluğa içki
dağıtıyordum. O gün(lerde) fadîh (denilen içki) den başka bir içkimiz yoktu. Yanımıza
bir adam geliverip; "Muhakkak ki şarap haram kılınmıştır! Rasûlullah (s.a)'m tellalı
(da bunu) yüksek sesle ilan etti" dedi. Biz de, (bu adam) Rasûlullah'm tellâlıdır dedik

[321

(ve içki âlemimize son vererek oradan uzaklaştık).
Açıklama

Fadîh: Hurma koruğundan yapılan içki demektir. Hadis-i sent; Hz. Peygamberin
sağlığında, uzum suyundan yapılan şarabın dışında, hurmadan ve diğer ürünlerden
yapılan sarhoşluk verici içkilerin de şarap (hamr) gibi haram sayıldıklarını ifade
etmektedir. Esasen içkiler hakkında Rasûlullah (s. a) ile ashab-ı kiramdan muhtelif
hadisler gelmiştir. Bu hadislerde isimleri geçen içkiler; tilâ, bâzak, bit', ci'a, mir, seker,
fadîh ve sükrüke gibi şeylerdir.

Tilâ: Üçte birinden biraz fazla kalıncaya kadar kaynatılan üzüm sırasıdır. Bâzak da
bunun farsçasıdır.

Bit': Bal şerbetinden yapılan içkidir.
Ci'a: Arpa suyundan yapılan içkidir.
Mizr: Darıdan yapılan içkidir.

Seker: Ateşte kaynatılmadan suda ıslatılarak kuru hurmadan yapılan içkidir. Aynı
şekilde hurma koruğundan yapılana "fadîh" derler.
Sükrüke: Mısır ve darıdan yapılan içkidir.

Halîtayn: Kuru hurma ile koruk hurmayı suda ıslatarak yapılan içkidir.
İbn Hibbân ile Tahavî'nin tahric ettikleri, Sa'd b. Ebî Vakkâs'dan rivayet edilen, "Sizi,
çoğu sarhoşluk veren şeyin azından da nehyediyorum." mealindeki hadis-i şerif, sözü
geçen bu içkilerin tümünün haram kılındığım ve bunlarm-azmı içmenin, çoğunu

[33] ' ~

içmek gibi haram olduğunu ifade etmektedir.

2. Şarap Yapılması İçin Üzümün Şırasını Çıkarmanın Hükmü

3674... (Abdullah) İbn Ömer, Rasûlullah (s.a)'m (şöyle) buyurduğunu söylemiştir:
"Şaraba, onu içene, sunana, satana (ve alana), onu (üzümden) sıkıp çıkarana, onun
sıkılıp çıkarılması için emir verene, taşıyıcısına, kendisine getirilen kimseye Allah

£341

lanet etsin."



Açıklama



Hadis-i şerifte şu dokuz şeye lanet edilmektedir: 1) Şaraba. 2) Aşıra: Yani şarap
yapılması için üzüme sıkıp şırasını çıkarana. Bu işi kendisi için yapması ile başkası
için yapmış olması arasında fark yoktur. Lanete müstehak olan, üzümün şarap
yapılması niyetiyle Çıkılmasıdır. 3) Şarabı içene. 4) Şarabı başkalarına sunana. 5) Onu
satana. 6) Satın alana. 7) Şarap yapılması için üzümü başkalarına sıktırana. 8) Şarabı
bir yerden diğer bir yere taşıyana. 9) Kendi isteği üzerine kendisine şarap taşman
kimseye.

Bunlara ilâveten Hz. Peygamber'in lanetlediği kimseler arasında Tirmizî ve İbn
Mâce'nin rivayetlerinde; şarabın parasını yiyen, kendisine şarap sunulan ve kendisine
şarap satın alman kimseler de sayılmaktadır.

Bilindiği gibi herşeyin lanete hedef olması ve lanetten etkilenmesi kendi durumu ve
özelliklerine göre olur. Meselâ, şarabın lanetten etkilenmesi, onun içilmesinin haram
hale gelmesi ve pis hale gelmesi şeklinde olur. Bu lanete hedef olan insanların ondan
etkilenmeleri ise; günahkâr olmaları, Allah'ın rahmetinden uzak ve mahrum olmaları
şeklinde tecelli eder.

Mezlü'l-Meclıûd yazarının açıklamasına göre, "Şarabı kendisi içmek için taşıyan
kimse bu lanete hedef olursa da kendisi içmek için değil de ücret karşılığında
başkalarına taşıyıveren kimse bu lanete A hedef olmaz. İbn Abidin de bu görüştedir.
Hidâye müellifi bu mevzuda İmam Ebû Hanîfe ile İmam Ebû Yusuf ve İmam
Muhammed arasında ihtilâf bulunduğunu zikrettikten sonra, İmam Ebû Hanîfe'ye
göre; başkasına ücretle şarap taşıyan kimsenin de bu hükme girmediğini

£351

söylemiştir."

TuhfetüM-Ahvezî yazarına göre, "Şarap satan ve satın alan, hangi maksatla satarsa

[361

satsın veya satın alırsa alsın hadis-i şerifteki lanete müstehaktır."

Şarap yapılması için üzümü sıkıp şırasını çıkaran ya da başkasına sıktıran kimsenin

' £371
durumu da böyledir.

3. Şarabın Sirke Olması Mümkün Müdür?

3675... Enes b. Mâlik (r.a)'den rivayet olunduğuna göre;

Ebû Talha Peygamber (s.a)'e (bir miktar) şaraba vâris olan yetimlerin elinde bulunan
bu şarabı) sormuş, (Hz. Peygamber) "Onu dök!" cevabını vermiş. (Ebû Talha):
Onu sirke de yapmayayım mı? diye sorunca (Hz. Peygamber): "Hayır!" cevabını
[38]

vermiş.
Açıklama

Bu hadis, şaraptan sirke yapmayı caiz görmeyen İmam Şafiî, İmam Ahmed ve
çoğunluk ulemanın delilidir. Onlara göre; şarabın içine ekmek, soğan, maya veya
başka bir şey atmak suretiyle sirke yapılan şarap temiz olmaz. Necaseti bakidir. İçine
atılan şey de pis olur. Artık bu sirke ebediyen temiz olmaz. Fakat, şarap güneşten
gölgeye yahut gölgeden güneşe nakletmek suretiyle sirke olursa temiz sayılıp
sayılmayacağı hususunda Şâfiîlerden iki görüş rivayet olmuştur. Esah kavle göre



temiz olur.

İmam A'zam ile Evzaî ve Leys; sirke yapmakla şarabın temiz olacağına kaildirler.
İmam Mâlik'ten üç rivayet vardır. Bunların esah olanına göre şaraptan sirke yapmak
haramdır. Sirkeyi yapan Allah'a âsi olur. Fakat yapılan sirke temizdir. İkinci kavle
göre haramdır, sirke yapmakla temiz olmaz. Üçüncüye göre helâldir, temiz olur.
Alimler, kendi kendine sirke olan şarabın temiz sayılacağına icma etmişlerdir.
Mâlikîlerden Sahnûn'un; "Temizlenmez" dediği rivayet olunmuştur. Nevevî: "Eğer bu

1391

doğru ise, kendinden evvel gerçekleşmiş olan icma ile merdudtur" diyor.
4. Hangi Maddeden Yapılan İçkiler Şarap Sayılır?

3676... Numân b. Beşîr (r.a)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s.a) şöyle
buyurmuştur:

"Üzümden de şarap olur, hurmadan da şarap olur, baldan da şarap olur, buğdaydan da

1401

şarab olur, arpadan da şarap olur."
Açıklama

Hattâbî'nin dediği gibi, bu hadis-i şerif; Hz Ömer'in 3669 numaralı hadis-i şerifteki
üzüm, kuru hurma, bal, buğday ve arpa gibi bitkilerden yapılan içkilerin hepsinin de
hamr (şarap) hükmünde olduklarına dair ifadesini te'yid eden açık bir delildir. Nitekim
Hz. Ömer, sözü geçen hadis-i şerifteki bu ifadesinin hemen arkasında, akla sarhoşluk
veren herşeyin şarap hükmünde olduğunu söylemiştir ki, bu onun kıyas neticesinde
varmış olduğu bir hükümdür ve mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifin ruhuna tam
tamına uygundur. Hz. Ömer'in bu davranışı, kıyasın meşruluğuna ve henüz vukua
gelmeyen bir şeyi, aynı hükmü taşıyan bir şeyin isminden türeyen bir isimle
isimlendirmenin caiz olduğuna delâlet eder. Binaenaleyh mevzumuzu teşkil eden
hadis-i şerifin manası, "şarap sadece beş maddeden yapılır" demek değildir. Ancak bu
hadis-i şerifte, Hz. Peygamber zamanında kendilerinden şarap yapılan beş madde
bulunduğu, bu maddelerden elde edilen şarabın özelliğini taşıyan bir içkinin şarap
hükmünde olduğu, bunun şu veya bu maddeden yapılmasının önemli olmadığı ve bir
içkinin şarap hükmünde olduğunu söyleyebilmek için önemli olan hususun onun
sarhoş edici bir özellik taşıması gerektiğidir.

Bezlü'l-Mechûd yazarının açıklamasına göre; hamr (şarap) ile, üzümün dışındaki
maddelerden elde edilen sarhoşluk verici diğer içkiler arasında hüküm bakımından şu
ayrılıklar vardır:

1- Şarabın azını da çoğunu da içmek haramdır. Çünkü şarabın bizzat maddesi
haramdır. Diğer içkilerin ise, İmam Ebû Hanîfe ile Ebû Yusufa göre, sarhoşluk
verecek miktarını içmek haramdır. Daha azım içmekse haram değildir.

2- Şarabın içilmesinin helâl olduğunu söyleyen bir kimsenin kâfir olduğuna
hükmedilir. Çünkü onun haramhğı kat'i delille sabittir. Diğer içkilerse böyle değil.

3- Şarabın azını içene de çoğunu içene de hadd vurulacağında icrha vardır. Eğer suyla
karıştırılıp içilirse hüküm fazla olana göredir. Eğer bu karışımda suyun Özellikleri
üstünse had vurulmaz. Fakat bu kimse şarap pis olduğu için içine pislik karışmış bir
suyu içmiş sayılır. Şarabın rengi, tadı ve kokusundan ikisi galebe etmişse ona hadd



vurulur.

4- Şarap içene seksen değnek vurulur.

5- Müslümanm şaraba sahiplenmesi veya onu mal olarak birisine vermesi haramdır.

6- Bir müslümanm elinde bulunan şarabı telef eden bir kimse onu ödemekle mükellef
değildir.

7- Şarap necâset-i galîzadandır. Bu bakımdan elbisesinde dirhem miktarmdan fazla
şarap bulunan bir kimsenin namazı caiz olmaz.

Sarhoşluk verici diğer maddelere gelince;-onlardan sarhoşuk verecek kadarını içmek
aynen şarap içmek gibi ise de bu miktardan azını içmek haram değildir. İmam Ebû
Hanîfe ile İmam Ebû Yusuf a göre, şarabın dışındaki sarhoşluk verici içkileri satmak
kerahetle caiz ise de İmam Muhammed'e göre asla caiz değildir.
Şarabın dışındaki sarhoşluk verici içkilerin pisliği meselesinde İmam Ebû Hanîfe'den
iki görüş rivayet edilmiştir:

a) Eğer dirhem miktarından fazlası bir elbiseye dökülürse o elbiseyle namaz olmaz.

b) Hiçbir zaman namaza mani değildir.

Hanefî âlimlerine göre, her ne kadar mevzumuzu teşkil eden hadisin zahiri Hanefî
mezhebinin şarapla diğer alkollü içkiler arasında yaptığı bu ayrıma aykırı ise de,
aslında Hz. Peygamber'in şarabın haramlığmı söylemekle yetinmeyip diğer alkollü
içkileri içmenin de haram olduğunu özel olarak açıklamaya ihtiyaç duyması, aslında
şarapla diğer alkollü içkiler arasında bir fark olduğunu belirtmek için yeterli bir
delildir

Kurtubî, Hanefî âlimlerinin bu görüşünü reddederken şöyle diyor: "Enes ve
başkalarından rivayet edilen çeşitli sahih hadisler, hamrm yalnız üzümden elde edilen
şarabın adı olup diğer meşrubata şumülü olmadığına kail olan Kûfelilerin (Ebû Hanîfe
ve taraftarları) bu konudaki görüşünün bâtıl olduğunu ortaya koymuştur. Kûfelilerin
bu görüşü Arap lisanına, sahih hadislere ve sahabenin tutumuna muhaliftir. Sahabe,
hamr âyetinde va-rid olan emirden sarhoşluk veren her çeşit içkiden kaçınılması
manasını anlamışlar, üzümden elde edilen şarap ile diğer maddelerden elde edilen
meşrubat arasında ayrım yapmamışlardır. Sahabe, sarhoşluk veren her içkiyi haram
kabul etmiştir. Tahrim âyeti nazil olunca, bu mesele hakkında şüpheye düşüp tevakkuf
ettikleri veya açıklama istedikleri rivayet edilmemektedir. Aksine, her çeşit maddeden
mamul içkilerini, tahrim âyetinin nazil olması üzerine hemen döktükleri rivayet
ediliyor. Kur'an, onların kendi lisanı ile nazil olmuştur ve her halde onlar, hamr

1411

kelimesinin delâlet ettiği manaya herkesten daha çok vâkıftırlar..."

Mevzumuzu teşkil eden bu hadisin senedinde ibrahim b. Muhacir el-Becelî el-Küfî

[421

bulunmaktadır. Bu ravi hadis âlimlerinin birçoğu tarafından tenkid edilmiştir.

3677... Numan b. Beşîr (r.a) dedi ki: Ben Rasûlullah (s.a)'ı şöyle derken işittim:
"Şarap, şıradan (olduğu gibi) kuru üzümden, kuru hurmadan, buğdaydan, arpadan ve
darıdan (da olur.) Ben sizi (bunlar gibi) sarhoşluk veren herşeyden

143]

nehyediyorum."

3678... Ebû Hureyre (r.a)'den Rasûlullah (s.a)'m şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Şarap şu iki ağaçtan, yani hurma ve üzüm ağacından (yapılan içki)dir."



Ebû Dâvûd dedi ki: (Bu hadisin ravisi) Ebû Kesir el-Guberî'nin ismi, Yezid b.
Abdurrahman b. Gufeyle es-Sahmî'dir. Bazıları (onun isminin) Üzeyne (olduğunu)

[441

söylemiş/erse de doğrusu Gufeyle'dir.
Açıklama

Şarabın hurma ve üzümden yapıldığını ifade eden bu hadisle; üzüm ve hurmadan
yapıldığı gibi baldan, buğdaydan ve arpadan da yapılabildiğini ifade eden 3676 ve
3677 numaralı hadisler arasında bir çelişki olduğu söylenemez. Çünkü bu hadiste ifade
edilmek istenen; şarabın çoğunlukla üzümle hurmadan elde edildiğidir, bu ikisinin
dışında başka bir maddeden şarap elde edilemeyeceği değildir.

Bu hadis, şarabın haram kılındığını te'kid etmek için söylenmiş bir hadistir. O
zamanlar şarap yapmakta en çok kullanılan üzümle hurma olduğu için bu iki maddeye
işaret edilmekle yetinilmiştir. Bunu, karnın genellikle etli yemeklerle doyduğuna ve
giyimin yünlü kumaşlarla gerçekleştiğine işaret etmek isteyen bir kimsenin, "Karın
etten doyar, ısınma yünle olur" demesine benzetebiliriz. Kişinin bu sözüyle diğer
yiyecek maddelerinin karın doyurmadığını ve diğer maddelerden dokunan
kumaşlardan elbise olamayacağını kasdettiği söylenemez. Ancak bu kimsenin böyle
söylemekle; yiyecekler içinde etin, giyecekler içinde de yünlü kumaşların büyük bir

145]

yeri olduğunu söylemek istediğine hükmedilir. Doğrusu da budur.

5. Sarhoşluk Veren Maddelerin Kullanılması Yasaklanmıştır

3679... İbn Ömer (r.a)'den Rasûlullah (s.a)'m şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur:
"Her sarhoşluk veren şaraptır ve her sarhoşluk veren haramdır. Şarap içmeye devam

1461

ederken ölen kimse âhirette onu içemeyecektir."
Açıklama

Bu Hadis-i şerifte sarhoşluk veren her içkinin şarap gibi haram olduğu ifade
edilmektedir. Bu ifadeden, sarhoşluk veren içkinin haram sayılması hususunda onun
şu veya bu şekilde olması gerekmediği, hangi halde olursa olsun ve hangi şekilde
alınırsa alınsın haram sayılması gerektiği anlaşılır.

Ancak, 3676 numaralı hadisin şerhinde açıkladığımız gibi, Hanefî imamlarından Ebû
Hanîfe ile Ebû Yusuf a göre, şarabın dışındaki içkilerin haram sayılabilmeleri için
harhoşluk verecek kadar içilmeleri gerekir. Sarhoş etmeyecek kadar az bir miktarının
içilmesi haram değildir. Fakat İmam Mu-hammed'e göre, sarhoşluk veren içkilerin
azını içmek de çoğunu içmek gibi haramdır. İmam Muhammed'in bu görüşü, "Çoğu
sarhoşluk veren bir şeyin azı da haramdır" mealindeki 3681 numaralı hadisin ruhuna
uygun düştüğünden, Hanefîlerin müteahhirin uleması İmam Muhammed'in görüşünü
tercih etmişlerdir. Hanefî mezhebinde fetva da İmam Muhammed'in bu görüşüne
göredir. Diğer mezhep imamları da bu hususta İmam Muhammed gibi
düşünmektedirler.

Bu mevzuda Hattâbî (r.a) şöyle diyor:



"Her sarhoşluk veren şaraptır" sözü iki şekilde te'vil edilebilir:

1- Sarhoşluk veren her içkiye "şarap" ismi verilebilir. Bu sözün bu manada
kullanıldığını iddia edenlere göre, din daha vukua gelmemiş olan hâdiselerin hükmünü
verdiği gibi ismini de vermiştir.

2- Sarhoşluk veren içkiler, maddeleri şarap gibi pis olmasalar bile şarap gibi içilmeleri
haramdır ve içenlere hadd cezası uygulanır.

Bir başka ifadeyle hamr (şarap) sözü hafi (manası gizli) bir sözdür. Dolayısıyla diğer
içkilerin bu kelimenin kapsamına girip girmediği açık değil dir. Ancak her sarhoşluk
veren şaraptır sözü yardımıyla sarhoşluk veren diğer içkilerin de hükmen şarap gibi
olduklarına hükmedilmiştir. Yankesiciliğin hırsızlık hükmünde, livâtmm da zina
hükmünde olduğuna hükmedildiği gibi.

Metine geçen "Şarap içmeye devam ederken ölen bîr kimse onu âhirette
içemeyecektir" anlamındaki cümle hakkında da Hattâbî şöyle diyor: "Bu söz dünyada
şarap içmeye devam ederken ölen bir kimse cennete girmeyecektir anlamında
kullanılmıştır. Çünkü cennet ehlinin içkisi sarhoşluk vermeyen bir şaraptır. Bu şarabı
içemeyecek olanların da cennete giremeyecek olanlar olduğunda şüphe yoktur."
İmam Nevevî'ye göre ise bu söz, "Dünyada içkiye tevbe etmeden ve ona devam
ederek ölen kimse cennete girse de cennet şarabından içmeyecektir" anlamında
[471

kullanılmıştır.

3680... İbn Abbas (r.a)'dan rivayet olunduğuna göre Peygamber (s. a) şöyle
buyurmuştur:

"Her sarhoşluk veren şey şaraptır ve (dolayisıyle) her sarhoşluk veren şey haramdır.
Her kim sarhoşluk veren bir şeyi içerse kırk sabah (onun) namazı (nm sevabı) azalır.
Eğer tevbe ederse Allah tevbe- sini kabul eder. Eğer dördüncüde (tekrar içkiye)
dönerse Allah'ın ona tînetü'l-hıbâl (denilen irinler) den içirmesini Allah katında
haketmiş olur."

(Orada bulunanlardan biri tarafından):

Ey Allah'ın Rasûlü; "tînetü'l-hıbâl"nedir? diye soruldu.

(Hz. Peygamber de) şöyle cevapladı:

"Cehennem ehlinin irin(ler)idir. Sarhoşluk veren bir şeyi, haramını helâlini bilmeyen
küçük bir çocuğa içiren kimse de (yine) Allah katında Allah'ın ona cehennem ehlinin

£481

irinlerinden içirmesini haketmiş olur."
Açıklama

Bilindiği gibi bir ibadetin iki yönü vardır:

a) O ibadeti yerine getiren kimse onun sorumluluğundan kurtulur.

b) İşlediği bu ibadetten dolayı sevaba nail olur.

Hadis-i şerifte, içki içen bir kimsenin kırk gün sabah namazlarının ya da bu kırk gün
içinde kılmış olduğu tüm namazlarının sevabından mahrum kalacağı ifade
edilmektedir. Ancak bu ifadede onun bu ibadetlerden sorumlu olacağına dair bir mana
bulunmadığından ulema, bu kimsenin bu süre içerisinde kıldığı namazların sevabından
mahrum kalmakla birlikte onların sorumluluğundan kurtulmuş olacağını
söylemişlerdir.



Metinde geçen "kırk sabah" sözü, mecazen kırk gün anlamında kullanılmış olabileceği
gibi hakiki manasında da kullanılmış olabilir. Çünkü sabah namazı namazların en
faziletlisi olduğundan kırk gün sabah namazının sevabından mahrum kalan bir kimse
onun sorumluluğundan kurtulmuş da olsa çok büyük bir mahrumiyete düçâr olmuş
demektir.

Burada içki içen bir kimsenin uğradığı zararı ifade için özellikle onun namazından
misâl verilmesinin sebebi üzerinde bazı görüşler ileri sürülmüştür. Bunlardan birkaçı
şunlardır:

a) Çünkü içkinin haram kılınmasının en önemli sebeplerinden birisi insanı namazdan
alıkoymasıdır.

149]

b) İçki bütün kötülüklerin anası olmasına karşılık, namazın da bütün ibadetlerin

mm

anası olması ve insanı bütün kötülüklerden alıkoyması sebebiyle içkinin zararı
anlatılırken namazdan misâl verilmiştir.

c) Namaz bedenî ibadetlerin en faziletlisi olduğu için namazdan misâl verilmiş ve
içkinin namaz gibi en önemli bir ibadetin sevabını bile götürdüğü haber verilmek
suretiyle diğer ibadetlerin sevabından hiçbir şeyi bırakmayacağı kolaylıkla anlatılmak

[51]

istenmiştir.

Münavî'ye göre; içki sebebiyle yapılan ibadetlerin sevabının kaybolmasının kırk gün
devam etmesindeki hikmet, içilen bir içkinin tesirinin vücutta kırk gün kalmasıyla
ilgilidir.

Bezlü'l-Machûd yazarının açıklamasına göre, hadiste geçen "Sarhoşluk veren bir şeyi
küçük bir çocuğa içiren" anlamındaki cümle; küçük bir çocuğa ipek giydirmenin
haram olduğunu söyleyen İmam Ebû Hanîfe'nin lehine, çocuğa ipekli elbise

£521

giydirmenin caiz olduğunu söyleyen İmam Şafiî'nin de aleyhine delildir.
Bazı Hükümler

1. Uyuşturucu kullananlar kırk gün ibadetlerinin sevaplarından mahrum kalırlar.

£531

2. Tevbe ile büyük günahlar da affedilir.

3. İçkiye dört defa tevbe ettikten sonra tevbesini bozan kişi cehennemlik olur. Çünkü
bu kimse artık samimi bir şekilde tevbe etmeyecek demektir. Dört defa tevbesini
bozan kimseler, genellikle tevbesinde durabilecek iradeden mahrum kimselerdir.
Bununla beraber, Allah'ın, yetmiş defa tevbesini bozup da yine tevbekâr olmayı

[54]

başaran bir kimsenin tevbesini kabul etmesi umulur.

155]

4. Büyükler için caiz olmayan şeyler, küçükler için de caiz değildir.

3681... Câbir b. Abdillah (r.a)'dan şöyle dediği rivayet olunmuştur: Rasûlullah (s. a)
şöyle buyurdu:

[56]

"Çoğu sarhoşluk verenin azı da haramdır."



Açıklama



Bu hadis-i şerifi açıklarken Bezlü'l-Mechûd yazan şöyle diyor: Eğer sarhoşluk veren
şey şarap ise, maddesi de pis olduğu ve haramlığma dair nass bulunduğu için onun azı
da çoğu gibi haramdır.

Fakat eğer sarhoşluk veren şey, şarabın dışındaki uyuşturuculardan birisi ise onun
azının da çoğu gibi haram oluşuna sebep; onun az miktarda kullanılmasının ileride
tiryakiliğe yol açmasıdır. Yahutta vakit geçirmek için içilmiş olmasıdır."
Bu mevzuda Hidâye yazarı Burhaneddin el-Merginanî de şöyle diyor:
"Eğer yaş üzüm şırası üçte ikisi buharlaşarak uçup gidinceye kadar kaynatılırsa, geriye
kalan üçte biri hava ile teması neticesinde kendi kendine kabarmış olsa bile helâldir.
İmam Ebû Hanîfe ve İmam Ebû Yusuf a göre böyledir. İmam Muhammed ile İmam
Mâlik ile İmam Şafiî'ye göre ise, kalan bu üçte bir kısım haramdır. Fakat imamlar
arasındaki bu ihtilâf, kaynatılmış olan bu şıranın bedene kuvvet vermesi niyetiyle
içilmesi üzerindedir. Hoş vakit geçirme niyetiyle içilmesi halinde haram olduğunda
ittifak vardır.

İmam Muhammed'in bu şırayı içmenin helâl olduğunu söylediğine dair bir rivayet
bulunduğu gibi, mekruh gördüğüne ve bu mevzudaki farklı hadislere bakarak hüküm

[571

vermekten kaçındığına dair de rivayetler vardır."

Bedâyiu's-SanâyF yazarı Kâsanî'nin açıklamasına göre, "Ebû Hanîfe ile Ebû Yusuf un
bu mevzudaki delilleri; Tahavî'nin İbn Ömer'den rivayet ettiği Hz. Peygamber'in nebiz
içtiğine dair hadisle, Hz. Ömer'in nebiz içtiğine ve nebizin helâl olduğuna dair Ammar
b. Yâsir'e mektup yazdığına dair hadisler ve Hz. Ali'nin misafirlerine nebiz ikram
ettiğine dair haberlerdir.

İbn Abbas ile Abdullah b. Ömer'in de bu görüşte oldukları rivayet olunmuştur.

İşte ashab-ı kiramdan bu gibi kimselerin nebizi helâl saydıkları sabit olduğu için İmam

Ebû Hanîfe de onu helâl saymıştır. Çünkü onun haram olduğunu iddia etmek

sahabelerden onu mubah sayanlartn fasık olduğunu söylemek anlamına gelir ki bu da

bid'attir.

Bu nedenle İmam Ebû Hanîfe, nebizi helâl görmeyi ehl-i sünnet ve'l cemaatten
olmanın şartlarından saymıştır. Nebizin haram olduğuna dair rivayet edilen haberlere
gelince; bu hadislerin hepsi de illetlidir. Sahih oldukları kabul edilse bile bedene
kuvvet vermesi için değil de eğlence gayesiyle içilen nebizler hakkında gelmiş

£581

oldukları düşünülebilir."

İmam Ebû Hanîfe ile Ebû Yusuf a göre, mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifteki, "azı
da haramdır" sözünden maksat; şarabın dışındaki uyuşturucuların az bir kısmı değil,
sarhoşluk verecek kadar çokça içilen bu içkilerin son yudumudur. Ancak Hattâbî bu
£591

te'vili reddetmiştir.

3682... Aişe (r.anha)'dan rivayet olunduğuna göre; Rasûlullah (s.a)'tan bal şerbeti(nin
hükmü) sorulmuş da:

"Sarhoşluk veren her içki haramdır" buyurmuş.

Ebû Dâvûd dedi ki: Ben bu hadisi; Muhammed b. Harb, bu hadisin benzerini



Zührî'den ez-Zübeydî aracılığıyla size haber vermiş diyerek, senediyle birlikte Yezid
b. Abdi Rabbih el-Cürcûsî'ye okudum. (Okuduklarıma şu sözleri) ilâve etti: "(Metinde
geçen) el-bit* (sözü) bal şerbeti (demek) tir. Onu Yemen halkı içerdi."
Ebû Dâvûd (sözlerine devamla şöyle) dedi: Ben Ahmed b. Han-bel'i şöyle derken
işittim: "Allah 'a yemin olsun ki, o ne güvenilir insan! Humus halkı içerisinde onun

[601

gibi güvenilir bir kimse yoktur. "
Açıklama

Bu hadis-i şerif, haramlıkta şarap ile şarabın dışındaki uyuşturucu içkiler arasında bir
fark görmeyen İmam Muhammed ile İmam Şafiî, İmam Mâlik ve İmam Ahmed'in
delilidir.

İmam Ebû Hanîfe ile İmam Ebû Yusuf ise, şarap ile şarabın dışındaki uyuşturucular
arasında bir fark görürler. Biz bu meseleyi bir önceki hadisin şerhinde

[611

açıkladığımızdan burada tekrara lüzum görmüyoruz.

3683... Deylem el-Hımyerî'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Ben Rasûlullah (s.a)'a:
Ey Allah'ın Rasûlü, ben soğuk bir memlekette bulunuyorum. Biz orada ağır iş(ler)le
uğraşıyoruz ve şu buğdaydan bir içki imal ederek onunla işlerimize ve
memleketimizdeki soğuğa karşı direnç kazanıyoruz. (Bu hususta ne buyurursun)? diye
sordum. (O da bana):

"(Bu içki) sarhoşluk veriyor mu?" diye sordu. (Ben) "Evet" dedim. Bunun üzerine;
"(Öyleyse) ondan kaçınınız" buyurdu.
(Ben): Halk onu bırakmıyor, dediğimde;

[621

"Eğer bırakmıyorlarsa onlarla savaşınız!" buyurdu.
Açıklama

Bu hadis, şarabın dışındaki uyuşturucu içkilerin de şarap hükmünde olduğunu
söyleyen cumhur ulemanın delilidir. Şarabın dışındaki içkilerin şaraptan farklı ve
onların haramlık derecesinin şaraptan aşağı olduğunu söyleyen İmam Ebû Hanîfe ile
Ebû Yusufa göre mevzu-muzu teşkil eden hadisteki "Onlarla savaşınız" sözüyle
kastedilenler; şarabın dışındaki uyuşturucu içkileri sarhoşluk verecek derecede
içenlerdir.

Bilindiği gbi şarabın dışındaki içkilerin sarhoşluk verecek kadar içilmesinin haram
olduğunda ve bu içkileri içerek sarhoş olanlara had vurulması gerektiğinde İslâm
uleması arasında ittifak vardır.

Biz İmam Ebû Hanîfe ile İmam Ebû Yusuf un şarap ve diğer içkiler hakkındaki
görüşlerini 3680 numaralı hadisin şerhinde açıkladığımızdan burada tekrara lüzum
[631

görmüyoruz.

3684... Ebû Musa (el Eş'arî)den rivayet olunmuştur; dedi ki: Peygamber (s.a)'e baldan
(yapılan) içkiyi sordum. "- O bit'dir" buyurdu.



Arpa ve darıdan bir içki elde ediliyor, dedim. "O da mizr'dir" cevabını verdi. Sonra; "-

[641

Kavmine söyle, sarhoşluk veren herşey haramdır" buyurdu.
Açıklama

"Sarhoşluk veren her içki haramdır" hadisi hakkında Hattabı şöyle bir mütalaa ortaya
koymuştur: Bu hadiste sarhoşluk veren şeyin azının da çoğunun da haram olduğuna
delil vardır. Hangi neviden olursa olsun. Çünkü umum sîgasıyla sarhoşluğu doğuran
içkinin cinsine işaret edilmiştir, bu söz, "karın doyuran her yemek helâldir" demeye
benzer. Çünkü manası fiilen doyurmasa bile doyurmak sânından olan her yemek
helâldir demektir."

Hattâbî'nin bu mütalaasına karşı Allâme Aynî şunları söylüyor: "Hangi neviden olursa
olsun sarhoşluk veren içkinin azı da çoğu da haramdır sözü, her içki hakkında geçerli
değildir. Bu söz yalnız şaraba mahsustur. Çünkü İbn Abbas'tan mevkuf ve merfu
olarak rivayet edilen bir hadiste; muayyen olarak haram kılman şaraptır: "Her içkinin
sarhoş edeni de haram kılınmıştır" denilmektedir ki bu hadis; şarabın, sarhoş etsin
etmesin, azı da çoğu da haram olduğunu, başka içkilerin ise ancak sarhoş ettiği zaman
haram kılındığını gösterir. Bu meydandadır.

Ama Peygamber (s.a)'in, "Her sarhoşluk veren içki şarabtır ve her sarhoş eden içki
haramdır..." buyurduğu rivayet edilmiştir dersen ben de derim ki:
Bu hadis için Yahya b. Maîn'in ta'nı vardır. Sahih olduğunu kabul etsek bile esah
kavle göre İbn Ömer'e mevkuftur. Bundan dolayıdır ki Müslim onu zanla rivayet
etmiş, "Ben onu ancak merfu olarak biliyorum" demiştir. Merfu olduğunu da kabul
etsek hadisin manası şudur: Çok içildiği zaman sarhoş eden içkinin hükmü şarabm
[65]

hükmü gibidir."

3685... Abdullah b. Amr'dan rivayet olunduğuna göre;

Allah'ın Peygamberi (s. a), şarap (içmek)le kumar ve tavla oynamayı, bir de darıdan

yapılmış içki (içme)yi yasaklamış ve;

"Her sarhoşluk veren şey haramdır" buyurmuştur.

Ebû Dâvûd dedi ki: İbnü's-Sellâm Ebû Ubeyd, "el-Gubeyrâ; Ha-beşlilerin darıdan

[661

yaptığı "Sükreke" denilen bir şarap çeşididir" dedi.
Açıklama

Kûbe: Davul, uda benzeyen bir çalgı âleti (gitar), tavla ve satranç anlamlarına gelir.
İbn Esîr Nihâye'de; tavla manasına geldiğini söylediği için biz de tercümemizde bu
manayı tercih ettik.

Sükreke; ise, musannif Ebû Davud'un da açıkladığı gibi, Habeşlilerin darıdan
yaptıkları uyuşturucu bir içkidir.

Hattâbî bu hadisle ilgili olarak şöyle diyor: "Metinde geçen "meyser" kelimesi kumar
demektir. "Kûbe" kelimesi ise, davul diye tefsir edilmiştir. Tavla olduğu da
söylenmiştir.

Benim kanaatime göre; her türlü telli çalgı âletleri ve zarla oynanan oyunlar bu hadisin



kapsamı içine girer."

Sarhoşluk veren içkilerin hükmü ise bu babın daha önceki hadislerinde açıklandığında

[611

burada tekrara lüzum görmüyoruz.

3686... Ümmü Seleme (r.anha)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s.a), sar-

1681

hoş eden ve uyuşukluk veren herşeyi yasakladı.
Açıklama

Bu hadis-i şerifte Rasûlullah (s.a)'m sarhoş eden herşeyi yasakladığı bildirildiği gibi,
sarhoşluktan önce vücuda gelen gevşekliğe ve uyuşukluğa sebep olan şeyleri de
yasakladığı bildiriliyor.

Hattâbî şöyle diyor: Metinde geçen kelimesi, vücuda gevşeklik veren her içkidir ki
alındığı zaman vücuda gevşeklik, organlara uyuşukluk verir. Bu durum sarhoşluğun
başlangıcıdır. Vücutta bu gibi olumsuz tesirleri olan içkileri Fahr-i Kâinat Efendimiz
yasaklamıştır. Çünkü bu gibi içkiler zamanla tiryakilerinde bir tatminsizlik doğurup
onu sarhoş eden içkileri içmeye zorlayabilir."

Hattâbî'nin bu açıklamasından da kolayca anlaşılıyor ki, hangi yolla olursa olsun
vücuda sarhoşluk ya da gevşeklik veren herşey haramdır. Binaenaleyh eroin ve kokain
gibi uyuşturucu maddeler için, "sarhoş etmez, yalnız vücuda bir gevşeklik ve
uyuşukluk verir" iddiası sırf kuru bir inaddan başka bir şey değildir. Çünkü bütün
uyuşturucu maddeler şarabın verdiği gevşeklik ve şımarıklığı verirler. Sarhoşluk
vermeyip vücuda sadece bir gevşeklik ve rahatlık verdiğini kabul etsek bile zamanla
bunlar vücutta bir tatminsizliğe yol açarak sahibini tam sarhoş edecek uyuşturucular
almaya zorlayacaktır.

îbn Teymiye ve başkaları, esrarın haram olduğunda icma bulunduğunu söylemişlerdir.
İbn Teymiye, "Esrar hicri 6. yüzyılın sonlarında Tatar devleti zuhur ettiği zaman
meydana çıkmış bir şeydir ve münkerâtin en büyük-lerindendir. Onu kullanmak bazı
hususlarda şaraptan da zararlıdır" dedikten sonra esrar kullanana hadd-i şer'î vurmanın
vâcib olduğunu söyler. Eroinin dinî ve dünyevî zararlarını bazıları yüzyirmiye

[691

çıkarmışlardır. Aynı zararlar kokainde de ziyadesiyle mevcuttur, deniliyor.

3687... Aişe (r.anha)'dan şöyle dediği rivayet olunmuştur: Ben, Rasûlullah (s.a)'ı şöyle
derken işittim: "Her sarhoş eden şey haramdır. Bir farak içildiği zaman sarhoş eden

£201

içkiden avuç dolusu içmek de haramdır."
Açıklama

Metinde geçen "farak" kelimesi "fark" şeklinde de okunabilirse de lügat âlimlerine
göre "farak" şeklindeki okunuşu daha fasihtir,

Hattâbi ile en-Nihâye yazarı İbn Esîr'in açıklamasına göre; bir hacim ölçüsü olan
"farak", Hicazhlara göre onaltı ritla, on iki müdde eşittir. Bazıları da onun iki buçuk
sa'a eşit olduğunu, "fark" şeklinde okunduğu zaman ise 120 rıtıllık bir hacim ölçüsü



anlamına geldiğini söylemişlerdir.

Her ne kadar hadisin zahirinden, bir farak içildiği zaman sarhoş eden bir içkiden bir
avuç dolusu kadar içmenin haram, daha azını içmeninse helâl olduğu gibi bir mana
çıkıyorsa da aslında burada avuç kelimesi bir ölçü olarak verilmemiştir. Bu kelime
burada "çok az bir miktar" anlamında kullanılmıştır. Binaenaleyh hadis-i şerifte, "çoğu
sarhoşluk veren bir maddenin azını almak da haramdır" denilmek istenmektedir.
Cumhur ulemanın görüşü de budur. Ancak Hanefi imamlarından bazılarının bu
mevzudaki farklı düşünceleri 3681 numaralı hadisin şerhinde geçtiğinden tekrara

mı ' ^

lüzum görmüyoruz.

6. (Şıra İçerisine Atılıp Şıranın Kabarmasını Sağlayan) Ed-Dâzî (Denilen Tane)
Hakkında (Gelen Hadisler)

3688... Mâlik b. Ebî Meryem'den şöyle dediği rivayet olunmuştur: (Bir gün)
Abdurrahman b. Ganem yanımıza geldi. (Kendisiyle) tıla' (denilen içki) hakkında
konuştuk. (Bu husustaki görüşlerini açıklarken şöyle) dedi: "Ebû Mâlik el-Eş'arî bana,
Rasûlullah (s.a)'ı (bu hususta şöyle) buyururken işittiğini söyledi:
"Ümmetimden bir takım insanlar şarabı mutlaka içecekler, ona isminden başka bir ad

£221

takacaklar."
Açıklama

Hadisin İbn Mâce'deki devamı şu mealdedir: "Onların ba-şuçlannda çalgılar çalınacak
ve şarkıcı kadınlar şarkı söyleyecek. Allah onları yere batıracak ve onlardan bir takım
maymunlar ve domuzlar yaratacaktır."

Bilindiği gibi tıla' kaynatılıp da buharlaşma sebebiyle üçte ikisinden azı kaybolan yaş
üzüm sırasıdır.

Hadis-i şerifte tıla' hakkındaki hükmü açıkça belirten bir ifade yoktur. Biz fıkıh
ulemasının şarabın dışındaki içkiler hakkındaki görüşünü 3681 numaralı hadisin
şerhinde açıklamıştık. Ulemanın büyük çoğunluğuna göre çoğu sarhoş eden
maddelerin azını almak da haramdır.

Hanefî mezhebine göre tıla' da haramdır. "Ancak onun haramhğı şarabın
haramlığmdan daha aşağıdır. Bu bakımdan onun satışı caizdir ve telef edildiğinde

L23J

sahibine kıymetinin ödenmesi gerekir."

Avnü'l-Ma'bûd yazarı bu hadis-i şerifi açıklarken şu görüşlere yer vermektedir:
"Metinde geçen, "Ona isminden başka bir ad takarlar" cümlesiyle, ileride zuhur
edecek bir takım insanların, içmek istedikleri sarhoşluk verici içkilerin aslında şarap
olmadığına önce kendilerini sonra da başkalarını da ikna etmek için onlara "bal suyu"
"darı suyu" gibi içilmesi mubah olan içki isimleri takacakları belirtilmektedir. Onların
bu sözlerinde yalancı oldukları kastedilmektedir. Turbiştî ile İbn Melek böyle
demişlerdir."

Hanefî âlimlerinden AIiyyü'1-Kârî de bu cümleyi açıklarken şöyle diyor:

"Bu cümlede önemli olanın, içilen şeyin sarhoşluk verip vermemesidir, ismi değildir.

Meselâ kahve ne kadar içilirse içilsin sarhoşluk vermediğinden asla haram değildir.



Onun isminin şu veya bu olmasının da zerre kadar önemi yoktur.
Fakat, içilmesi mubah olan bir içkiyi şarap içer gibi içmek yani şarap içmeye
benzeterek içmek yasaklanmıştır. Binaenaleyh süt ve su gibi içilmesi mubah olan
içkilerin şarap içer gibi bir tavırla veya şarap içilen kadehlerle içilmesi eaiz değildir.
Hadis-i şerif, sarhoşluk veren tüm içkilerin ve dolayısıyla şıraların içine atılınca
onların kükremesine sebep olan dâzi denilen tanenin haram olduğunu söyleyen

[741

cumhur ulemanın delilidir. Hadisin bab başlığı ile ilgili kısmı da bu yönüdür."

3689... Ebû Dâvûd der ki: Vâsıt halkından bir (hadis) şeyh(i) bize dedi ki: Ebû Mansur
el-Hâris b. Mansûr (şöyle) dedi: Ben (kendisine) dâzî hakkında sorulan Süfyân es-
Sevrî'yi (şöyle) derken işittim: Rasûlullah (s. a):

"Ümmetinden bir takım insanlar şarabı mutlaka içecekler, ona isminden başka bir ad
takacaklar" buyurmuştur.

Ebû Dâvûd dedi ki: Süfyân es-Sevrî; "Dâzi (denilen ve şıraların içine atılınca onların

[751

ekşiyip kükremesine sebep olan tane) /asıkların içkisidir" dedi.
Açıklama

Dazi: Şıranın içme atıldığı zaman onu ekşitip kükreten yani maya görevi yapan bir
bitki tanesidir.

Süfyân-ı Sevrî'nin, dâzî denilen taneden yapılan içkinin hükmü sorulunca bu taneden
yapılan içki ile Hz. Peygamber'in "Ümmetim'den bazı kimseler şarabı helâl görerek,
ona başka isimler takarak içeceklerdir" meâlindeki hadis-i şerif arasında ilgi kurması
şübhesiz ki onun kendi içtihadıdır.

Bir önceki hadis-i şerifin şerhinde de açıklandığı gibi, bu mevzuda cumhur ulema da
Süfyân-ı Servî gibi düşünmektedirler. Ancak Hanefî imamlarından İmam Ebû Hanîfe
ile İmam Ebû Yusuf a göre, şarabın dışındaki içkilerin hükmü şarabın hükmünden

[761

farklıdır. Nitekim 3681 numaralı hadisin şerhinde açıklamıştık.
7. Kaplar

3690... Ibn Ömer ile Ibn Abbas'tan rivayet olunmuştur; dediler ki:
Rasûlullah (s.a)'m; kabağı, yeşil küpü, ziftli kabı, iyice kabuğu soyulup içi oyulan

[771

hurma kütüğünü (şıra kabı olarak kullanmayı) yasakladığına şahitlik ederiz.
Açıklama

Hattâbî, metinde sözü geçen kaplarda şıra yapmanın ya da bu kapları şıra kabı olarak
kullanmanın yasaklanması hakkında şöyle diyor:

"Bu kaplar, içlerinde bulunan sıvıyı sıcak tuttuklarından, içinde bulunan sıvı maddeyi
kısa zamanda ekşitip onu sarhoşluk verecek hale getirebilirler. Sahibi de o sıvının bu
hale geldiğini bilmeden ondan içip sarhoş olur. İşte bu sebeple sözü geçen kapların
nebiz'kabı olarak kullanılması yasaklanmış olabilir.



Bu kapların bu maksatla kullanılmasının yasaklanması konusunda pek çok görüşler
ileri sürülmüşse de bu mevzuda söylenenlerin en doğrusu şudur:
Bu yasak İslâmiyetin ilk yıllarına aittir. Sonra bu yasak, "Ben sizi deri kaplardan
meşrubat içmekten nehyetmiştim. Artık her kaptan için; yeter ki sarhoşluk veren bir

1281

şeyi içmeyin" hadisiyle yürürlükten kaldırılmıştır. Bazıları ise bu kaplan şıra kabı
olarak kullanmakla ilgili yasağın yürürlükten kaldırılmadığını ve hâlâ geçerliliğini
koruduğunu, binaenaleyh bu kaplan şıra kabı olarak kullanmanın mekruh olduğunu
söylemişlerdir. Mâlik b. Enes ile Ahmed b. Hanbel ve İshak b. Râhûyeh bu

1791

görüştedirler. Bu görüş, İbn Ömer ile İbn Abbas'tan da rivayet edilmiştir."
3691... Saîd b. Cübeyr'den rivayet olunmuştur; dedi ki:

Ben Abdullah b. Ömer'i, "Rasûlullah (s. a) küp şırasını haram kıldı" derken işittim.

"Rasûlullah (s. a) küp şırasını haram kıldı" sözünden korkarak, (onun yanından)

çıktım. İbn Abbas'm yanma girdim ve;

İbn Ömer'in ne dediğini işitmiyor musun? dedim.

Nedir o? dedi.

Rasûlullah (s.a)'m küp şırasını haram kıldığını söyledi, dedim.
Doğru söylemiş. Rasûlullah (s. a) küp şırasını haram kıldı, dedi.
Küp nedir? diye sordum.

JM

Çamurdan yapılan herşeydir, cevabını verdi.

3692... Süleyman b. Harb'in bize verdiği habere göre İbn Abbas'-dan (şöyle) dediği
rivayet olunmuştur:

Abdülkays heyeti Rasûlullah (s.a)'m yanma geldi. (Heyette bulunan kişiler) şöyle
dediler:

Ey Allah'ın Rasûlu! Biz Rabîa (oğullarm)dan bir kabileyiz. Bizimle senin aranda
Mudar kâfirleri vardır. (Bu bakımdan) biz Ramazan ayının dışında sana gelmeye
imkân bulamıyoruz. Bize bir şey(ler) emret de emrine sarılalım ve arkamızda kalan
kimseleri de bu emre çağıralım.
(Hz. Peygamber de şöyle) buyurdu:

"Size dört şey emrediyorum, dört şeyi de yasaklıyorum. (Emrettiğim dört şey
şunlardır:)

1) Allah'a iman ve Allah'dan başka bir ilâh olmadığına şehâdet etmektir." (Ravi, Ebû

Cemre, bu iki cümlenin aslında) bir (cümle) olduğunu elini yum(arak işaret et)ti.

Müsedded (ise bu iki cümleyi birleştirerek şöyle) rivayet etti:

"Allah'a imandır" (buyurdu) sonra bu sözü onlara (şu şekilde) açıkladı:

"Allah'dan başka bir ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun Rasûlü olduğuna şahitlik

etmektir. 2) Namaz kılmak, 3) Zekât vermek, 4) Ganimet olarak ele geçirdiğiniz

malların beşte birini yerine vermenizdir. Ve size:

1) Kabağı, 2) Yeşil küpü, 3) Ziftle kaplı olan kabı ve zi fitli kabı (şıra kabı olarak
kullanmayı) yasaklıyorum."

(Ebû Dâvûd dedi ki: Bu hadisi bana Hammâd'dan nakleden Mu-hammed) İbn Ubeyd,
(metinde geçen) ei-mukayyer (ziftli, kelimesi) yerine en-nakîr (hurma kütüğünden
oyularak yapılmış kap kelimesini) rivayet etmiştir.



Müsedded de en-nakîr ve el-mukayyer kelimelerini rivayet etti, "el-müzeffet"
kelimesini rivayet etmedi. (Senedde zikri geçen) Ebû Cemre, Nasr ö. İmrân ez-

£811

Zubaî'dir.
Açıklama

Fahr-ı Kâinat Efendimizin kabaktan ve hurma kütüğünden yapılmış kaplarla yeşil
küpleri ve ziftle kaplı kaplan şıra yapmak için kullanmayı yasak edişinin hikmetini
3690 numaralı hadisin şerhinde açıklamıştık.

3692 numaralı hadis-i şerifte Hz. Peygamber'i ziyaretegelen Abdülkays oğullarının,
kendilerinin Ramazan ayı dışında Hz. Peygamber'e gelemediklerinden yakındıkları
ifade edilmektedir. Onların Hz. Peygamber'i ziyarete gelmelerine en büyük engel,
hadis-i şerifte de açıkladığı üzere kendileriyle müslümanlar arasında Mudar
kâfirlerinin bulunmasıydı. Kâfirler haram ayların dışında çöllerde ve yollarda
yakaladıkları kişilerin mallarını zorla ellerinden alırlardı. Gerekirse onları
öldürmekten de çekinmezlerdi. Ancak dört aylık bir süre olan haram aylarda bunu
yapmazlardı. Bu bakımdan hadis sarihleri metinde geçen Ramazan ayı kelimesiyle
mecazen haram ayların kastedilmiş olduğunu söylemektedirler.
Metinde geçen "el-imanü billahi = Allah'a inanmak" cümlesi ile "Allah'tan başka bir
ilâh olmadığına şahitlik etmek" cümlesi netice itibariyle bir cümledir. Ravi Ebû
Cemre, bu iki cümlenin bir cümle olduğuna eliyle yaptığı bir hareketle işaret etmiş;
Müsedded ise bunların bir cümle durumunda olduklarını, yani ikinci cümlenin birinci
cümlenin tefsirinden ibaret olduğunu sözle açıklamıştır.

Yine 3692 numaralı hadiste İslâmm şartlarının üçü sayıldığı halde oruçla hac
sayılmıştır. Fakat bazı rivayetlerde Ramazan orucunun da sayıldığı ifade edilmiştir.

£821

Haccm zikredilmemesine gelince, sarihlerin açıklamasına göre o günlerde henüz
hac farz olmadığı için zikredilmemiştir. Yahutta Hz. Peygamber hacdan da bahsettiği

£83J

halde râvi gafletinden dolayı onu zikretmemiştir.

Humus (beşte bir) vergisinden maksat düşmandan cihad yoluyla elde edilen malların,
"Biliniz ki, ganimet olarak aldığınız şeylerin beşte biri Allah'a, Peygamber'e, yakın

[841

akrabalara, öksüzlere, muhtaçlara ve yolculara aittir." emrine uyarak âyette

[851

belirtilen yerlere vermektir.

3693... Ebû Hureyre (r.a)'den Rasûlullah (s.a)'m Abdülkays heyetine (şöyle)
buyurduğu rivayet olunmuştur:

"Ben size hurma kütüğünden yapılmış kabı, ziftli kabı, kabaktan yapılmış kabı, ağzı
kesik küpü (şıra kabı olarak kullanmayı) yasaklıyorum. Fakat sen deri su kabından iç

[861

ve (içtikten sonra) ağzım bağla."



Açıklama



"el-Mezâdetü'l-mecbûbe" ağzı kesilmiş ve küp büyüklüğünde, kalın deriden yapılmış
su tulumu demektir. Büyüklüğü normal bir deriden daha ziyade olduğu için "el-
mezâde" ismini almış; ağzı kesik olduğu için bu ismin sonuna bir de kesik anlamına
gelen "el-mecbûbe" kelimesi ilâve edilmiştir. Bu tulumun ağzı geniş olduğundan
bağlanamazdı. Bu sebeple hava ile teması çok olurdu ve içindekini çabuk ekşitirdi.
Bilindiği gibi bu kaplar, içlerindeki sıvıları sıcak tuttukları ve kısa zamanda ekşitip
sarhoş edecek bir duruma getirdiklerinden ve bir de eskiden beri onların içinde şarap
saklandığından bu kaplarda şıra yapılması ve bu kapların şıra kabı olarak kullanılması
yasaklanmış. Fakat daha sonra hangi içkilerin yasak, hangi içeceklerin helâl olduğu
müslümanlar tarafından iyice anlaşılınca bu kaplarla ilgili yasak 3698 numaralı hadisle
yürürlükten kaldırılmıştır. Bu yasak yürürlükten kaldırılıncaya kadar bu kapların
yerine, ağzından bağlanan istenildiği zaman bağları çözülen tulumların kullanılması ve
içinden şıra alındıktan sonra da ağızlarının mutlaka bağlanması emredilmiştir.
Hz. Peygamber'in, tulumlarından suyu içtikten sonra ağzının bağlanmasını
emretmesinin sebebi, bazılarına göre içine pisliklerin girmesini önlemektir. Bazılarına
göre de, tulum içinde bulunan şıra cinsinden bir sıvı orada alkolleştiği zaman ağzı
bağlı olursa o tulumu patlatarak alkolleştiğinin anlaşılmasına yarayacağı için onların

[871

ağızlarının bağlanmasını emretmiştir. Nevevî ile Hattâbî bu görüştedirler.

3694... İbn Abbas'm (Hz. Peygamberi ziyarete gelen) Abdülkays heyeti hakkında
şöyle dediği rivayet olunmuştur:
(Bu heyet içinde bulunan kimseler):

Ey Allah'ın Peygamberi, (şıralarımızı) hangi kaplardan içelim? diye sordular. Allah'ın
elçisi:

[88]

"Size ağızlan bağlanan deri su kaplan lâzım" buyurdu.
Açıklama

Müslim'in rivayetinde, heyet içerisinden bu soruyu Hz. Peygamber'e yönelten kişinin,
vaktiyle sarhoşluk esnasında aralarında çıkan bir kavgada amcası oğlunun savurduğu
bir kılıçla yaralanmış bir kişi olduğu açıklanmaktadır. Fakat herhalde o kimse bu
soruyu heyet adına sorduğu için mevzumuzu teşkil eden hadiste bu soru heyetin tümü
tarafından sorulmuş gibi çoğul sigasiyle ifade edilmiştir.

Yine Müslim'in rivayetinde ifade edildiğine göre, bu soruyu yönelten kimse sarhoşluk
esnasında almış olduğu bu yarayı utancından dolayı Hz. Peygamber'den
gizlemekteymiş.

Fakat Hz. Peygamber bu kaplarda şıra yapılmasını niçin yasakladığını açıklarken
söylediği, "Hurma kütüğünü oyarsınız, sonra içine ufak hurmalar atarsınız, sonra içine
su dökersiniz. İçine attıklarınız ekşiyip kükredi mi içersiniz. Hatta sizden biriniz
amcasının oğlunu pekâla kılıçla vurabilir." anlamına gelen sözlerle onun almış olduğu
bu yarayı açıklayarak onlara bir de mucize göstermiştir.

Hz. Peygamber'in, bu kaplarda şıra yapıp saklamayı yasaklarken o kapların yerine,
ağzından bağlanan ince deriden yapılmış su tulumlarının kullanılmasını tavsiye
etmesinin sebebini bir önceki hadisin şerhinde açıkladığımızdan burada tekrara lüzum



£891

görmüyoruz.



3695... bdülkays (heyetin)den olup da Avfm, isminin Kays b. Nu'man olduğunu
zannettiği bir adamın rivayetine göre Peygamber (s. a) şöyle buyurmuştur:
"Hurma kütüğünden yapılmış olan kapta, ziftli kapta, kabaktan yapılmış kapta ve kalın
derilerden yapılmış küp büyüklüğündeki kapta (şıraları saklayarak) içmeyiniz.
(Ancak) şıralarınızı, üzerinden bağlanarak ağızları kapatıl)an, ince deriden yapılmış su
kaplarında (saklayarak) içiniz. Eğer (şıranız bu kaplar içerisinde de) kükre(yip sar-
hoşluk verecek bir hale geli)rse onu(n bu şiddetini içerisine dökeceğiniz) su ile kırmız.

1901

Eğer (onun şiddeti su ile kırmaktan) sizi âciz bırakırsa onu dökünüz."
Açıklama

İslâmm ilk yıllarında, şıraların gözenekleri bulunan ince deriden yapılmış ağzından
bağlanan derilerde muhafazasının tavsiye edilmesindeki hikmeti 3693 numaralı
hadisin şerhinde açıklamıştık.

Burada bii önceki hadisten farklı olarak bir de İslâmm ilk yıllarında, bazı kaplarda
saklanmasına karşılık ince deriden yapılmış ağzından bağlı su kaplarında saklanan
şıraların kap İçerisinde kükreyerek sarhoşluk verecek duruma gelmeleri halinde
içlerine su karıştırılmak suretiyle tesirlerinin kırılabileceği ifade edilmektedir. Fakat
içerisine su dökülmesiyle bile şiddetini kırmak mümkün olmayacak şekilde çok
kükreyip şiddetlenmesi halinde ise onun dökülmesi emredilmektedir.
Çünkü bu durumda onun sarhoş edici özelliğini giderme imkânı kalmamıştır.
Burada su karıştırılmak suretiyle şiddetinin kırılıp içilebileceğinden bahsedilen henüz
iyice alkolleşmemiş fakat alkolleşmeye yüz tutmuş olan şıralardır. İyice şaraplaşmış
olan şıralar değildir. Görüldüğü gibi hadis-i şerifte onları dökmekten başka bir yol

1211

olmadığı ifade buyurulmaktadır.

3696... İbn Abbas (r.a)'dan rivayet olunduğuna göre; Abdülkays heyeti (Hz.
Peygamber' in huzuruna gelip):

Ey Allah'ın Rasûlü; biz (elimizde bulunan şıraları) hangi kaplarda içelim? diye
sormuşlar. (Hz. Peygamber):

"(Sakın onları) kabaktan yapılmış kaplarla ziftli kaplarda ve hurma kütüğünden
yapılmış kaplarda içmeyiniz. Şıralarınızı (ince deriden yapılmış) su tulumlarında
yapınız" buyurmuştur. (Onlar ikinci defa olarak):

Ey Allah'ın Rasûlü; eğer (şıralarımız) su tulumlarında kükreyecek olursa (ne
yapalım)? demişler. (Hz. Peygamber):

"(Şıranın) üzerine su dökün" buyurmuş (Onlar): Ey Allah'ın Rasûlü, (şıranın

kükremesi iyice artacak olursa ne yapalım? diyerek soruyu (birkaç defa daha)

tekrarlamışlar. (Hz. Peygamber de) üçüncü ya da dördüncü de oniara:

"(Öyleyse) onu döküverin" cevabını vermiş, sonra: "Şüphesiz Allah bana (şarabı,

kumarı ve kûbeyi) haram kıldı" (buyurmuş); ya-hutta, "(Şüphesiz Allah) şarabı,

kumarı ve kûbeyi haram kıldı ve her sarhoşluk veren haramdır" buyurmuştur.

Sufyân (es-Sevrî) dedi ki: "Ben bu hadisin ravilerinden olan) Ali b. Bezîme'ye, kûbe'yi



[92]

sordum da; "Kûbe) davuldur" cevabını verdi."



Açıklama

Kûbe: Davul, gitar, tavla ve satranç gibi anlamlara gelir. 3685 numaralı hadisin
şerhinde açıkladığımız gibi, Hattâbî'ye göre bu kelimeyle burada telli çalgı aletlerinin
tümüyle, zarla oynanan tüm oyunlar kastedilmiş ve bunların haram oldukları ifade
edilmek istenmiştir. Metinden anlaşıldığına göre Hz. Peygamber'in huzuruna gelen
Kays heyeti adına söz alan kişiler, Hz. Peygamber'e önce üzümlerinin şıralarını hangi
kaplarda sıkıp, hangi kaplarda saklayacaklarını sormuşlar. Hz. Peygamber de onlara
ince deriden yapılmış ağzından bağlamak su tulumlarını tavsiye etiş. Onlar; "Bu
kaplar içerisinde sakladığımız şıra kükreyecek olursa o zaman ne yapalım?" diyerek
ikinci bir soru daha yöneltmişler. Hz. Peygamber de: "Şıranın üzerine su dökerek onun
şiddetini kırmalarını" tavsiye etmiş. Bunun üzerine onlar: "Ya şiddetini çok artırmışsa
o zaman ne yapalım?" diyerek üçüncü bir soru daha yöneltmişler. Bu sefer Hz.
Peygamber onlara; ya üzerine suyu daha da çok dökmelerini tavsiye etmiş ya da şırayı
yere dökmelerini emretmiş. Veyahutta onlar dördüncü defa olarak: "Şıra şiddetini
daha da artırırsa o zaman ne yapalım." diye bir soru daha sormuşlar da Hz. Peygamber
dördüncüsünde: "O zaman onu döküverin" cevabını vermiş. Hz. Peygamber'in,
metinde geçen kapları şıra kabı olarak kullanmayı yasaklayıp onların yerine ince
deriden yapılmış su tulumlarını tavsiye etmesinin hikmetini 3593 numaralı hadisin
şerhinde açıkladığımızdan burada tekrara lüzum görmüyoruz.

Hanefî ulemasından Ebû Cafer et-Tahavî'ye göre; mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i
şerif, şarabın dışındaki sarhoşluk verici içkilerin sarhoş etmeyecek kadar az mikdarım
içmenin haram olmadığını söyleyen İmam Ebû Hanîfe ile Ebû Yusuf un bu görüşlerini
doğrulamaktadır. Şöyle ki:

1- Şıra kükreyip şiddetlenerek bir miktar içilince sarhoşluk verecek hale gelmesine
rağmen Hz. Peygamber'in, onun şiddetinin su ile kırılarak sarhoşluk vermeyecek hale
getirilerek içilebileceğini ifade buyurması, Hanefi imamlarının bu görüşünü te'yid
etmektedir.

2- Hz. Peygamber'in sarhoşluk verecek hale gelen şıranın üzerine su dökülerek
şiddetinin kırılıp içilebileceğini, fakat şiddetinin son dereceye ulaşması halinde
dökülmesi gerektiğini ifade buyurması, şarap ile şarabın dışındaki içkiler arasında bir
fark bulunduğu anlamına gelir ki, bu Hanefî imamlarının bu mevzudaki görüşlerinin

[93]

te'yidinden başka bir şey değildir.

3697... Hz. Ali (r.a)'den rivayet olunmuştur; dedi ki:

Rasûlullah (s. a) bize; kabaktan yapılmış kabı, yeşil küpü, hurma kütüğünden yapılmış

194]

kabı (şıra kabı olarak kullanmayı) ve arpadan elde edilmiş şırayı yasakladı.
Açıklama

Hz" Peysamber'm metinde geçen kapları şıra kabı olarak kullanmayı niçin
yasakladığını 3690 numaralı hadisin şerhinde açıkladığımız gibi, arpa şırasından



yapılan içki gibi şarabın dışındaki alkollü içkiler hakkındaki yasağın hükmünü ve
mezheb imamlarının bu mevzudaki görüşlerini 3681-3682 numaralı hadislerin

[95]

şerhinde açıkladığımızdan burada tekrara lüzum görmüyoruz.

3698... (İbn Büreyde'nin) babasından Rasûlullah (s.a)'m şöyle buyurduğu rivayet
olunmuştur:

"Ben size üç şeyi yasaklamıştım. Şimdi size onları (yapmanızı) emrediyorum:

1. Size kabir ziyaretini yasaklamıştım. Artık (bundan sonra) onları ziyaret ediniz.
Çünkü onları ziyarette (ölümü ve kıyameti) hatırlatma vardır.

2. Size şıraları (nızı) deriden yapılmış kapların dışındaki kaplardan içmenizi
yasaklamıştım. Artık her kaptan içiniz. Fakat sarhoşluk veren (içkiler) i içmeyiniz.

3. Size üç günden sonra kurban etlerini yasaklamıştım/Artık (onları istediğiniz zaman)

I96J

yiyiniz ve yolculuklarınızda da onlardan yararlanınız."
Açıklama

Bu hadis-i şerifte şu üç şeyin İslâmm ilk zamanlarında yasaklanıp sonradan yasağı
gerektiren sebep ve sakıncalar ortadan kalkınca bu yasakların da neshedilerek
yürürlükten kaldırıldığı ifade buyurulmaktadır:

1- İnce deriden yapılmış kapların dışındaki kapların şıra kabı olarak kullanılması.

2- Kabir ziyaretr.

3- Kurban etlerinin üç günden fazla elde tutulması.

Bu yasaklardan birinci yasakla ilgili açıklama bu babın daha önceki hadislerinin
şerhlerinde, ikinci yasakla ilgili açıklama Cenaze Bölümünde 3235 numaralı hadis-i
şerifin şerhinde; üçüncüsü de Kurban Bölümünde 2812 numaralı hadisin şerhinde

[971

geçtiği için burada tekrara lüzum görmüyoruz.

3699... Câbir b. Abdillah'dan rivayet olunmuştur; dedi ki;

Rasûlullah (s. a) (müslümanlara ince deriden yapılmış kapların dışındaki) kapları (şıra
kabı olarak kullanmayı) yasaklayınca Ensar, (şıra kabı olarak) ince deriden yapılmış
kaplar kullanmalarının kendileri için imkânsız derecede zor olduğunu beyan ederek;
(şıra kabı olarak kullanmak üzere) "bizim için (diğer kaplara) kesinlikle ihtiyaç vardır"
dediler. Bunun üzerine (Peygamber Efendimiz):

[981

"Öyleyse bu hususta (bir sakınca) yoktur" buyurdu.
Açıklama

Bilindiği gibi Hz. Peygamber'in ince deriden yapılmış derinin dışındaki kaplarda şıra
yapmayı ve onlarda şıra saklamayı yasaklamasının sebebi, bu kapların içindeki şırayı
kükreterek şarap haline çevirmesi ve eskiden beri bu kaplarda saklanmakta olan
kükremiş sıraları müslümanlarm farkına varmadan içmeleri tehlikesini önlemek idi.
Fakat ince deriden yapılmış tulumlarda şıra yapmanın müslümanlar için imkânsız
derecede zor olduğu Ensar topluluğu tarafından belirtilince Hz. Peygamber bu yasağı



kaldırarak, kükremiş şıralara karşı dikkatli olmak kaydıyla deriden yapılmış tulumların

[991

dışındaki kaplarda da şıra yapılıp saklanmasına izin verdi.
3700... Abdullah b. Amr (r.a)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki:

Rasûlullah (s. a); kabaktan yapılmış olan kap, yeşil küp, ziftli kap, hurma kütüğünden
oyularak yapılan kap (gibi bazı) kapları zikretti (ve bu kaplarda şıra yapmayı ve
saklamayı yasakladı). Bir bedevi: "Bizim (bu sözü geçen kaplardan başka) kaplarımız
yoktur" dedi. Bunun üzerine (Hz. Peygamber):

[İM

"Helâl olan (şıralar) ı (bu kaplardan da) içiniz" buyurdu.

3701... (Yine bir önceki hadisin) senediyle (İbn Amr'den Hz. Peygamber'in şöyle)
buyurduğu rivayet olunmuştur:

"(Sözü geçen kaplardan hangisi olursa olsun, her kapta şıra yapıp içebilirsiniz fakat)

[mı

sarhoş eden içkilerden sakınınız."
Açıklama

Daha önceki hadisler gibi bu hadisler de Hz. Peygamber'in bir takım sakıncalar
dolayısıyla içlerinde şıra yapılmasını yasaklamış olduğu kabaktan ve hurma
kütüğünden yapılmış olan kaplarla yeşil küpte ve ziftli kapta şıra yapılmasına
sonradan izin verdiğine delâlet etmektedir. Bu izin, sözü geçen kapların şıra kabı

£1021

olarak kullanılması ile ilgili yasağın sonradan neshedildiği anlamına gelir.

3702... Câbir b. Abdillah (r.a)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s.a)'a (ince
deriden yapılmış) bir su tulumunda şıra yapılırdı. (Böyle bir) su tulumu bulamadıkları

£103]

zaman kendisine taştan yapılmış bir çanak içinde şıra yapılırdı.
Açıklama

Hz. Peygamber, İslâmiyetin ilk yıllarında içindeki sırayı kükreten kaplarda sıra
yapmayı yasaklamış, kendisi de bu yasağa herkesten fazla riayet etmiştir.
Ümmetine şıralarını ince deriden yapılan gözenekli su tulumlarında yapmalarını
tavsiye etmiş, fakat müslümanlar bu tulumları bulmakta güçlük çektikleri için
sonradan bu yasağı kaldırmıştır.

Kendisi ise su tulumu bulduğu zaman şırasını bu tulum içinde yaptırmış, bulamadığı

Iİ041

zaman ise şırasını şırayı kısa zamanda ekşitmeyen taş çanaklarda yaptırmıştır.

8. (Kuru Üzümle Kuru Hurma Şırasının Ve Hurma Koruğu İle Yaş Hurma
Şırasının) Karışım(I Ve Hükmü)



3703... Câbir b. Abdillah (r.a)'m şöyle dediği rivayet olunmuştur: Rasûlullah (s. a),



kuru üzümle kuru hurmanın (ikisini bir araya getirip) birlikte şıralarım çıkarmayı
yasakladığı gibi hurma koruğu ile yaş hurmanın birlikte şıralarını çıkarmayı da

11051

yasaklamıştır.

3704... Abdullah b. Ebî Katâde'den (rivayet olunduğuna göre) babası Ebû Katâde,
kuru üzümle kuru hurma (dan elde edilen şıraların) karışımını ve (bir de) hurma
koruğu ile yaş hurma (dan elde edilen şıraların) karışımım yasaklamış ve;
(Bunlardan) her birinin şırasını tek başına sıkınız, demiştir.

(Bu hadisi Abdullah b. Ebî Katâde'den rivayet eden) Yahya dedi ki: Bu hadisi bana
Ebû Seleme b. Abdirrahman, Ebû Katâde'den (naklen) haber verdi, (Ebû Katâde de)

[106] [102]
Peygamber (s.a)'den. (nakletti)

3705... Peygamber (s.a)'in sahâbîlerinden Hafs (r.a)'dan rivayet olunduğuna göre;
Peygamber (s. a), yeni olgunlaşmış yaş hurma ile kuru hurma (yi bir araya koyup da
ikisinin birden şıralarını çıkarma)yı ve (aynı şekilde) kuru üzümle kuru hurrna (yi bir

UM

yere koyarak ikisinin birden şıralarını çıkarma)yı yasaklamıştır.

3706... Kebşe binti EbîMeryem'den rivayet olunmuştur; dedi ki:

Ben (Hz. Peygamber'in hanımı) Ümmü Seleme'ye: "Peygamber (s.a)'in yasakladığı

(içki) ne idi?" diye sordum.

(Hurmayı) çekirdeğine zarar verecek kadar fazla pişirmeyi -yahut da- kuru hurma ile
kuru üzümü karıştır (ip da birlikte şıralarını çıkarmayı bize yasakladı, cevabını verdi.

[1091

3707... Hz. Aişe (r.anha)'den rivayet olunduğuna göre;

Rasûlullah (s. a) için kuru üzümün şırası çıkarılıp içine kuru hurma atılırmış veya
(bazan da) kuru hurmanın şırası çıkarılıp içine kuru üzüm atılırmış. (Bunu kendisi içer

Oioı

ve dolayısıyla başkalarının içeme-sine de izin verirmiş).
3708... Safıyye binti Atiyye dedi ki:

Abdülkays (oğullarm)m kadınlarından bazıları) ile Hz. Aişe'nin yanma girmiştim.
Ona, kuru hurma ile kuru üzümü (karıştırarak birlikte şıralarını çıkarmanın hükmünü)
sorduk. Şöyle cevapladı:

Ben bir tutam kuru hurmadan, bir tutam da kuru üzümden alıp onu (içinde su olan) bir
kaba koyardım ve onu (parmaklarımla iyice) ezdikten sonra Peygamber (s.a)'e

mu

içirirdim.
Açıklama

Halît: Karışım demektir. Üzümle hurmanın ya da hurma ile hurma koruğunun bir kaba
konularak sıkılmak şartıyle elde edilen şıraya "halita" denildiği gibi, kuru hurma ile



yaş hurmanın veya bunlardan herhangi birisiyle kuru üzümün birlikte sulandırılıp
sıkılmasıyla elde edilen şıraya da "halita = karışım" denir.

Hattâbî, sözü geçen karışımların yasaklandığını ifade eden 3703 numaralı hadis
hakkında şöyle diyor:

"Ulemadan birçoğu mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifin zahirine sarılarak sözü
geçen karışımların sarhoşluk verici olmasalar bile yine de içilmelerinin haram
olduğuna hükmetmişlerdir. Bu karışımları içmenin haram sayılması için sarhoşluk
verici hale gelmelerini şart koşmamışlardır.

Atâ ile Tâvûs, İmam Mâlik, Ahmed b. Hanbel, İshak ve hadis âlimlerinin tümü bu
görüştedirler. Şafiî ulemasının ekserisi de bu görüştedir.

Bu görüşte olan âlimlere göre, henüz sarhoşluk verecek derecede kük-remememiş olan
böyle bir karışımı içen kimse bu hadis-i şerifteki yasağı çiğnediği için bir günah
işlemiş sayılırken, sarhoşluk verecek hale gelmiş olan bir karışımı içen bir kimse de
birisi bu hadisteki yasağı çiğnediği diğeri de sarhoşluk veren bir içkiyi içtiği için iki
yönden günah işlemiş sayılır. Süfyân-ı Sevrî ile Ebû Hanîfe ise bu karışımların
(sarhoşluk verici hale gelmeden) içilmelerinde bir sakınca görmemişlerdir. Leys b.
Sa'd'a göre, bu hadis-i şerifte yasaklanmak istenen şey sözü geçen meyvelerin
şıralarını karıştırmaktır. Çünkü bunların şıraları karıştırılınca, karıştırılan bu şıralardan
her biri diğerinin kükreyip sarhoşluk verecek hale gelmesini çabuklaştırır. Bu yüzden
onların şıralarını karıştırmak ya da birlikte şıralarını çıkarmak yasaklanmıştır."
İmam Nevevî'nin açıklamasına göre, "Bu babda geçen karışımların içil-mesiyle ilgili
yasaklar kerahet-ı tenzîhiyye ifade ederler. Binaenaleyh söz konusu karışımları içmek
tenzihen mekruhtur. Sarhoşluk vermedikçe haram sayılmaz. Cumhuru ulemanın
£1121

görüşü de budur."

Yine İmam Nevevî bu karışımları içmenin kerahetini şöyle açıklıyor:
"Bizim arkadaşlarımız ve diğer âlimler demişler ki, bunun mekruh kılınmasının
sebebi; iki maddenin karışımı olması yüzünden çabuk tahhammur etmesidir. Yani
sarhoşluk verecek duruma çabuk dönüşmesidir. Böyle bir şıra henüz tadı değişmemiş
iken sarhoşluk verebilir. Böyle bir şırayı içen kimse bunun sarhoşluk vermediğini

IU31

zanneder. Oysa sarhoşluk verecek duruma gelebilir."

Bu karışımların içilmesinde bir sakınca görmeyen Hanefî ulemasına göre, mevzumuzu
teşkil eden hadis-i şeriflerdeki söz konusu karışımların içilme-siyle ilgili yasaklar,
insanların yiyecek ve içecek bulmada zahmet çektikleri İslâmm ilk yıllarına aittir.
Müslümanların fakrü zaruret içerisin yaşadıkları o dönemde müslümanlarm et ve yağ
yemeleri bile yasaklanmıştı. Komşusu aç yatıp kalkmakta iken bir kimsenin iki şırayı
karıştırıp birden içmesi de bu yasaklardandır. Daha sonra yüce Allah, müslümanları bu
darlıktan kurtardıktan sonra et ve yağ yemelerinde bir sakınca kalmadığı gibi söz

£1141

konusu karışımları içmelerinde de bir sakınca kalmamıştır.

Gerçekten bu babın sonunda geçen 3707-3708 numaralı hadisler Hane-fîlerin bu
görüşünü kuvvetlendirmekte ise de, 3704 numaralı hadis-i şerifte tavsiye edildiği
şekilde bu şıraları karıştırmadan içmek takvaya daha uygundur.

3706 numaralı hadis-i şerifte, hurmayı pişirirken çekirdeğine zarar gelecek şekilde
fazlaca pişirmenin yasaklanma sebebi hakkında ulema şöyle diyor: Hurmayı
çekirdeğine zarar gelecek kadar fazlaca pişirmek onun tadını bozduğu gibi



çekirdeğinin de kuvvetini giderir. Tadını bozmasmdaki zarar malumdur.
Çekirdeğindeki kuvvetin gitmesindeki zarar ise onun bu halde hayvan yemi olarak
kullanılamaması ile ilgilidir. Eğer çekirdeği bozulma-saydı hayvan yemi olarak

0151

kullanılabilirdi.

9. Hurma Koruğu Şırasının Hükmü
3709... Katâde'den rivayet olunduğuna göre;

Câbir b. Zeyd ile İlerime hurma koruğu (ndan elde edilen şıranın içilmesi)ni kerih
görürlerdi. Bu hükmü de İbn Abbas'dan alırlardı. İbn Abbas (r.a)'m da: "Ben
Abdülkays (oğullarm)m menedildikleri "el-müzzâ" denilen içkinin (hurma
koruğundan elde edilen şıra) olmasından korkuyorum" dedi (ğini söylerlerdi).
(Bu hadisi Katâde'den rivayet eden Muaz b. Hişâm dedi ki:) Ben Katâde'ye, "el-
müzzâ" nedir? diye sordum da, "Yeşil sırlı ve ziftle sıvalı küplerde (bulunan) şıra(lar)
IIÜl

dır" cevabını verdi.
Açıklama

Bu hadis-i şerif, İbn Abbas ile Câbir b. Zeyd ve İkrime'nin uzum koruğundan elde
edilen şıranın içilmesini caiz görmeyip kerih gördüğünü, zira bu şıranın Hz.
Peygamber'in Abdülkays oğullarına yasaklamış olduğu "elmüzza" isimli içki
olabileceğine ihtimal verdiklerini ifade etmektedir.
Hattâbî'nin açıklamasına göre, Ebû Ubeyd de bu görüştedir.

İbn Esîr, en-Nihâye isimli eserinde şöyle diyor: "el-Müzza, içinde ekşilik bulunan
şaraptır. Hurma koruğu ile kuru hurma üzerine su ilave edilerek elde edilen şıra
olduğu da söylenmiştir."

Katâde ile Ebu Ubeyd'in ve İbn Esîr'in açıklamalarından anlaşılıyor ki, el-müzza
denilen içki ile hurma koruğundan elde edilen şıra ayrı ayrı şeylerdir. Binaenaleyh Hz.
Peygamber'in Abdülkays heyetine yasaklamış olduğu içki hurma koruğundan elde

imi

edilen şıra değildir.

10. (kuru üzümden elde edilen) şıranın (içilebilmesi için) özelliği (nasıl
olmalıdır)?

3710... Abdullah b. ed-Deylemî'nin babasından rivayet olunmuştur; dedi ki:
Biz Peygamber (s.a)'e varıp:

Ey Allah'ın Rasûlü, sen bizim kim olduğumuzu, nereden ve kime geldiğimizi

bilmektesin, dedik. (Hz. Peygamber de):

"Allah'a ve Rasûliine (geldiniz)" buyurdu, (Biz de):

Ey Allah'ın Rasûlü, bizim üzümlerimiz var, onları ne yapalım? diye sorduk.
"Onları kurutunuz" buyurdu. (Biz):
Kuru üzümü ne yapacağız? dedik.

"Sabah kahvaltınızda şırasını çıkarınız, akşam yemeğinizde içiniz. (Yahutta) akşam
yemeğinde şırasını çıkarınız, sabah kahvaltınızda içiniz. O şırayı (ince deriden veya



başka bir şeyden yapılmış) su tulumlarına koyunuz, büyük küplere koymayınız.
Çünkü vakti (biraz) geçince (büyük küplerde şarap olur, küçük küplerde ise) sirke

im

olur" buyurdu.

3711... Aişe (r. anha)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s.a)'a, yukarısı
bağlanan bir tulumda şıra yapılırdı. Tulumun (aşağısında içerisindekini içmeye
yarayan bir de) ağzı olurdu. Sabahleyin yapılan şırayı akşamleyin içerdi. Akşamleyin

£1191

yapılan şırayı da sabahleyin içerdi.

3712... Aişe (r.anha)'dan rivayet olunduğuna göre;

Kendisi Peygamber (s. a) için sabahleyin (kuru hurmayı ya da ku ru üzümü ıslatarak)
şıra yaparmış, akşam olunca (Hz. Peygamber) ak şam yemeğini yeyip üzerine de (bu
şırayı) içermiş. Eğer (şıradan) bira zı artacak olursa onu (yere) dökermiş. Yahutta
(başka birinin içmes için) onu (bir başka kaba) boşaltırmış.

Sonra geceleyin Hz. Peygamber için (yeni bir) şıra hazırlarmış Sabah olunca (Hz.
Peygamber) sabah kahvaltısını yapar, kahvaltım üzerine de bu şırayı içermiş. Tulum,
hem sabah hem akşam yıkanırını;

(Bu hadisin ravilerinden Mukâtil) dedi ki: Babam (Hayyân) Hz. Aişe'ye;
(Yani bu tulum) bir günde iki defa mı (yıkanırdı)? diye sordu da (Hz. Aişe), "Evet"
UM

cevabım verdi.

3713... İbn Abbas (r.a)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki:

Peygamber (s. a) için kuru üzüm (ıslatılarak) şıra yapılırdı. (Peygamber Efendimiz) bu
şırayı o gün, ertesi gün ve daha ertesi gün üçüncü (gün)ün akşamına kadar içerdi. (Üç
gün geçtikten) sonra onu(n getirilmesini) emrederdi. (Getirilince bakardı, eğer
bozulmamışsa) hizmetçilere içirirdi. Yahutta (bozulmuş olduğu için yere) dökerdi.
Ebû Dâvûd dedi ki: "Hizmetçilere içirirdi" sözünün manasıfna gelince), bu hususta ilk
akla gelen şey (şırada meydana gelen) bozulmadır. (Yani bozulmamışsa onlara içirirdi,
bozulmuşsa içirmezdi dökerdi.)

Yine Ebû Dâvûd dedi ki: (Hadisin senedinde bulunan) Ebû Ömer, Yahya b. Ubeyd el-

um

Behrânî'dir.
Açıklama

Azlâ: Tulumun alt tarafında bulunan ve tulumun içindekini içmeye yarayan deliktir.

Bir başka ifadeyle tulumun alt tarafında bulunan ağzıdır.

Gudve: Sabah namazından sona güneş doğuncaya kadar olan vakittir.

Aşiyye: Zevalden sonra güneş batmcaya kadar devam eden süredir.

Gadâ: Sabah kahvaltısı, aşâ ise akşam yemeği demektir.

3710 numaralı hadis-i şerifte Hz. Peygamber'e, "Ey Allah'ın Rasûlü, sen bizim kim
olduğumuzu... bilmektesin" diye söze başlayıp da Hz. Peygamber'e ellerinde bulunan
üzümleri ne yapmalarını tavsiye etmesini soran kimse Yemenli olan ve sonradan
Hımyer'e yerleştiği için Hımyerî (Hım-yerli) diye anılan Fîruz ed-Deylemî'dir. Fîruz,



kendi kabilesiyle birlikte müs-lüman olunca kabilesi bazı dinî müşkillerini Hz.
Peygamber'e sormak için bir heyet göndermişti. Bu heyetin içinde Fîruz da

H221

bulunmuştur. Hz. Peygamber onlara ellerinde bulunan üzümleri kuruttuktan
sonra onları sabahları ince deriden yapılmış tulumlarda ıslatarak şıra yapıp akşamlan
içmelerini, ya da akşamları ıslatarak şıra yapıp sabahları içmelerini fakat bu şıraları
asla büyük küplere koymamalarını tavsiye etmiştir. Çünkü deriden yapılmış
tulumlarda bulunan şıralar zamanla bozuldukları takdirde sirkeye dönüştüğü halde
büyük küplerde bulunan şıralar bozulunca doğrudan doğruya şarap olurlar. Şarap ise
müslümanlarm hiçbir işine yaramaz.

3711 ve 3712 numaralı hadis-i şeriflerde ise Hz. Peygamber'in sabahleyin kurulmuş
olan bir şırayı akşamleyin, akşam yemeğinde içtiğini, akşamleyin kurulmuş olan bir
şırayı da sabahleyin içtiğini, artanı ya başka birisinin içmesi için başka bir kaba
boşalttığım, ya da yere döktüğünü ifade\et-mektedirler.

Sabah kurulan bir şıranın akşama kadar, akşam kurulan bir şıranın da sabaha kadar
bekletilmesinin sebebi, tabiidir ki ıslatılmış olan kuru hurmanın veya kuru üzümün
şırasının iyice çıkması içindir.

Fahr-i Kâinat Efendimiz'in sabah kurulan bir şırayı akşam içtikten sonra veya
akşamleyin kurulan bir şırayı sabah içtikten sonra kalanını içecek birisini bulamayınca
onu yere dökmesi, daha fazla kalması halinde bozulacağını bildiğindedir. Çünkü sıcak
yaz günlerinde bir günden fazla kalan bir şıra bozulup şarap haline gelebilir.
Fakat serin kış günlerinde şıra daha fazla kalabileceğinden Hz. Peygamber onu kış
günlerinde üç gün içmiştir.

3713 numaralı hadis-i şerifte anlatılan da budur. Böyle serin gecelerde Hz. Peygamber
bir şırayı üç gün içmeye devam ederdi. Üç gün sonra bakardı, eğer bozulmuşsa
kimseye içirmez, dökerdi; bozulmamışsa hizmetçilerine içirirdi. Üç gün geçtiği halde
bozulmamış bir şıranın içilmesini caiz görmekle beraber kendi tabiatı bundan
hoşlanmadığı için kendisi içemezdi. Fakat içebilen kimselerin içmelerinde bir sakınca
£123]

görmezdi.

11. Bal Şerbeti(Ni İçmenin Hükmü)
3714... Ubeyd b. Umeyr dedi ki:

Ben Peygamber (s.a)'in hanımı Aişe (r.anha)'yı şöyle derken işittim:
Peygamber (s.a), (bazan hanımı) Zeyneb binti Cahş'm yanında kalır, orada bal
(şerbeti) içerdi. Ben, Hz. Peygamber (hanımlarından) hangisinin yanma gelirse o
Peygamberce "Senin ağzmda megâfır kokusu buluyorum" desin diye Hafsa ile
anlaştım. (Gerçekten de Hz. Peygamber) hanımlarından birinin yanma girmiş o da
(Hz.) Peygamber'e bu sözü söylemiş, (Hz. Peygamber de):

"Hayır! Ben Zeyneb binti Cahş'm yanında bal (şerbeti) içtim ve bir daha bunu asla
içmeyeceğim" dedi.

Bunun üzerine, "(Ey Peygamber!) Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram

0241

ediyorsun?" (âyet-i kerimesi); Hz. Aişe ve Hafsa (r. anhüma)'ya (hitab eden); "...

[1251

Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz..." âyetine kadar (indi). "Peygamber



£1261

eşlerinden birine gizli bir söz söylemişti" âyet-i kerimesi de "Hayır, bal şerbeti

Lİ2ZL

içtim" sözü için indi.

3715... Hz. Aişe'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûiullah (s. a) helvayı ve balı
severdi... (Ravi Hişâm burada) şu (bir önceki) hadisin bir kısmım rivayet etti. (Bu
rivayetinde bir önceki hadisin metninden fazla olarak şu cümle de yer almaktadır):
"Rasûiullah (s. a) üzerinde (çirkin) koku bulunmasını sevmezdi." (Urve'nin rivayet
ettiği bu hadiste (ayrıca şu cümleler de bulunmaktadır:) Hz. Şevde: "Hayır, sen
megâfır yemişsin" dedi. (Hz. Peygamber de): "Hayır! Ben bal (şerbeti) içtim. (Onu da)
bana Hafsa içirdi" cevabını verdi.

(Hz. Aişe rivayetine devamla) dedi ki: (Ben de Hz. Peygamber'e: Herhalde senin
yediğin bu balın) arısı Urfut (denilen bitkiden) yemiş (de senin ağzın ondan böyle
kokuyor)" dedim.

Ebû Dâvûd dedi ki: Megâfır, (Amman taraflarında çokça biten bir ağaçtan çıkan çirkin
kokulu) bir zamktır. "Cereset" (kelimesi) yedi anlamına gelir. "el-Urfut" kelimesi de

U28]

hurmagillerden bir ağaçtır.
Açıklama

Megâfır: Mugfur'un çoğuludur.

Mugfur ise, urfut denilen geniş yapraklı bir ağaçtan çıkan çirkin kokulu, yapışkan ve
tatlı bir maddedir.

Kirmânî, mugfurun su ile karıştırılarak içilen çirkin kokulu bir zamk olduğunu
söylemiştir.

Kastalânî'nin açıklamasına göre, 3715 numaralı hadis-i şerifte geçen "halva"
kelimesiyle, sütle kuru hurmanın karışımı ile elde edilen bir tatlı kastedilmiş olabilir.
Fakat bu kelimeyle tüm tatlıların kastedilmiş olması da mümkündür. İmam Nevevî'ye
göre, burada bu kelimeyle kastedilen tatlıların tümüdür. Bu ifadeden Hz.
Peygamber'in belli bir tatlıyı değil, tatlıların tümünü sevdiği anlaşılmaktadır.
Görüldüğü gibi 3714 numaralı hadis-i şerifte Hz. Peygamber'in bal şerbetini Hz.
Zeyneb binti Cahş'm evinde içtiği ifade edilirken, 3715 numaralı hadiste Hz. Hafsa'mn
evinde içtiği ifade edilmektedir. Bezlü'l-Mechûd yazarının açıklamasına göre, doğru
olan 3714 numaralı hadis-i şerifteki ifadedir. 3715 numaralı hadisteki farklı ifade
ravinin yanılmasından kaynaklanmaktadır.

Ulemadan bazılarının açıklamasına göre ise, aslında bu ifadelerin ikisi de doğrudur.
Çünkü hâdise birkaç defa tekerrür etmiştir. İfadeler arasındaki farklılıklar hâdiselerin
değişik şekillerde vuku bulmasından kaynaklanmaktadır.

Bilindiği gibi Hz. Peygamber'in hergün hanımlarını ziyaret edip hepsinin ihtiyaçlarını
sorarak onları memnun etmek âdet-i seniyyeleri idi. Fakat bu ziyaret bazı hanımlarının
kıskançlık duygularının kabarmasına ve onu üzecek davranışlar içerisine girmelerine
sebep olmuştur.

Bu hadis-i şeriflerin bab başlığı ile ilgisi, bal şerbeti içmenin helâl olduğunu, Hz.

£1291

Peygamber'in de bunu sevdiğini ifade etmeleridir.



Bazı Hükümler



1. Kadınlarda kıskançlık fıtrîdir. Ortağının zararını önlemek şartıyla kadının
kıskançlığı ozur sayılır.

2. Hadis-i şerif, Hz. Aişe'nin Peygamberimiz (s. a) nezdindeki yüksek itibar ve
derecesine delildir. Bu itibar o derece büyük idi ki ortağı bile her emrinde ona itibar
ederdi.

3. Nöbet sahibinin hakkı mahfuz (saklı) tutulmak ve cima' vaki olmamak şartıyla bir
kimse gündüzün bütün kadınlarının yanma girebilir.

4. Açık konuşulduğu takdirde utanmak icabeden yerlerde edeb ve terbiyeye riâyeten
kinayeli sözler kullanmalıdır. Nitekim Peygamber (s. a) zevcelerine sırf yaklaşmakla
kalmadığı halde, onlarla geçirdiği muhabbet ve ünsiyet anı, yaklaşmakla ifade
olunmuştur.

5. Hadis-i şerif bal ve tatlının faziletine, Rasûlullah (s.a)'m sonsuz sabır ve

£130]

tahammülüne, hududsuz cömertlik ve keremine delildir.

12. Kükreyen Şıra Hakkında (Gelen Hadîsler)
3716... Ebû Hureyre (r.a)'den şöyle rivayet olunmuştur: .

Ben Rasûlullah (s.a)'m oruç tutmakta olduğunu biliyordum. Kabaktan yapılmış bir kap
içerisinde hazırlamış olduğum şira(yı ona içirmek kasdı) ile oruçlu olmadığı günü
kollamaya başladım. Sonra (onun oruçlu olmadığını öğrendiğim gün) bu şırayı
kendisine getirdim. Bir de ne görelim, şıra kükreyip çıkmış. (Bunu gören Hz.
Peygamber):

"Bunu bahçeye dök. Çünkü bu Allah'a ve âhiret gününe inanmayan (1ar) in içkisidir"
[131]

buyurdu.
Açıklama

Bu hadis-i Şerif, kükreyip sarhoşluk verecek duruma gelen bir şırayı içmenin haram
olduğunu ifade etmektedir. Biz 3679 numaralı hadisin şerhinde sarhoşluk veren

imi

içkilerin hükmünü açıkladığımız burada tekrara lüzum görmüyoruz.

13. Ayakta Su İçmenin Hükmü

3717... Enes (r.a)'den rivayet olunduğuna göre; Rasûlullah (s. a) kişinin ayakta su

imi

içmesini yasaklamıştır.

3718... Nezzâl b. Sebre'den şöyle rivayet olunmuştur:

Ali b. Ebî Tâlib (r.a) bir su isteyip ayakta içmiş ve:

Bir takım insanlar, kendilerinden birinin bunu yapmasını çirkin

görüyorlar. Oysa ben Rasûlullah (s.a)'ı beni yaparken gördüğünüz (şu) işin aynısını



£1341

yaparken gördüm, demiş.



Açıklama

Bezi yazarının İbn Kayyim'den naklen yaptığı açıklamaya göre; gerçekten Rasul-ı
Zişan Efendimiz in ayakta su içmeyi yasakladığı gibi kendisinin bizzat ayakta su içtiği
de bir gerçektir. Bu durumu gören âlimlerden bazıları, ayakta su ile ilgili yasağın
haramhk için olmadığını söylerken bir kısmı da bu yasağın bizzat Hz. Peygamber'in
uygulamasıyla sonradan neshedildiğini söylemişlerdir. Alimlerden bir kısmı da Hz.
Peygamber'in ayakta su içmeyi yasaklayan hadisleriyle bazan bizzat kendisinin ayakta
su içtiğini ifade eden hadisler arasında bir çelişki bulunmadığını, çünkü aslında Hz.
Peygamber'in ayakta su içmeyi yasakladığını ve kendisinin de mecbur kalmadıkça
suyu oturarak içtiğini fakat bazen mecburiyet karşısında ayakta su içmişse de
mecburiyet karşısında yapılan uygulamaların aslî olmayıp geçici olduğunu aslî olan
uygulamanmsa devamlı olan uygulama olduğunu söylemişlerdir.
Hattâbî ise; buradaki nehy hadislerinin ayakta su içmenin kerahet-i tenzihiyye ifade
ettiğini, Hz. Peygamber'in ayakta su içtiğini ifade eden hadislerin ise ayakta su
içmenin kerahetle birlikte caiz olduğunu belirttiğini söylemiştir.
Hafız İbn Hacer, bu babda söylenen sözlerin en güzelinin bu olduğunu söylüyor.
Ayakta su içmenin sakıncası tamamen tıbbîdir. Çünkü ayakta su içme vücuda çok
zararlıdır. Meselâ, ayakta su içen kimse susuzluğunu gideremez. Ayrıca bu şekilde
içilen bir su mideye birdenbire ineceği ve oraya iyice yerleşmeyeceği açıdan vücut
için çeşitli zararların doğmasına da yol açabilir.

Tuhfe yazarı Mübârekfurî'nin açıklamasına göre, bu mesele ile ilgili çözüm yolları
şöyledir:

1- Bu meselenin çözümünde, başta Ebû Bekir el-Esrem olmak üzere, bazı âlimler
ayakta su içmenin yasağını bildiren hadislerle caizliğini bildiren hadisleri sıhhat
yönünden karşılaştırmışlar ve daha sahih olanları tercih yoluna gitmişler; neticede
ayakta su içmeye cevaz veren hadislerin ayakta su içmeyi yasaklayan hadislerden daha
sahih olduğu hükmüne varmışlardır.

2- Bu meselenin çözümünde tutulan ikinci yol nesih yoludur. el-Esrem'in bu yola da
meyli vardır. İbn Şahin de buna meyletmiştir. Meselenin çözümüne bu yoldan
yaklaşan bu âlimlere ve taraftarlarına göre, bu meseledeki nehy hadisleri cevaz
hadisleriyle neshedilmiştir. Nitekim hulefa-i râşidin ile sahabe ve tâbiûnun büyük
çoğunluğunun uygulamaları da bunun delilidir.

3- Bu meselenin çözümünde tutulan üçüncü yol ise nehy hadisleriyle cevaz
hadislerinin arasını uzlaştırma yoludur. Bu yolu tutan âlimlerden bazılarına göre,
burada ayakta içmekten maksat yürürken içmektir. Binaenaleyh buradaki yasak,
yürürken su içmekle ilgili, cevaz da bir yerde sabit iken içmekle ilgili olduğundan
nehy hadisleriyle cevaz hadisleri arasında bir çelişki yoktur.

Diğer bir takım âlimlere göre de nehy hükmü tenzihen mekruh ifade etmektedir. Bu
bakımdan bu babdaki nehy ve cevaz hadisleri arasında köklü bir ayrılık yoktur. Hafız

£135]

İbn Hacer, bu mevzudaki görüşlerin en isabetlisinin bu olduğu kanaatindedir.
14. (İçi Görünmeyen Bir) Kabın Ağzından (Su) lçme(Nin Hükmü)



3719... İbn Abbas (r.a)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s. a), (içi
görünmeyen bir su) kabm(m) ağzından su içmeyi, bir de pislik yiyen hayvana binmeyi
ve (nişan alınarak vurulması için) bir yere bağlanan hayvanı (n etini yemeyi)

[1361

yasaklamıştır. Ebû Dâvûd dedi ki: "Cellâle" dışkı yiyen hayvandır.
Açıklama

Cellâle: Dışkı yiyen hayvandır.

el-Mücesseme: Nişan alarak vurmak maksadıyla bir yere bağlanıp hedef yapılan eti
yenir ehli hayvandır.

İbnü'l-Esîr'in en-Nihâye isimli meşhur eserindeki açıklamasına göre; "Cellâlenin
yediği pisliğin kokusu eğer etine sinmemişse onun etini yemekte bir sakınca yoktur.
Fakat yediği pisliklerin kokusu hayvanın etine sinmişse o zaman onun etini yemek
helâl olmaz.

Pislik yiyen ve yediği pisliklerin kokusu etine sinmiş olan hayvanlara binmek de caiz
değildir. Çünkü hayvan ağzıyla, üzerine binen kişiyi yalamak suretiyle pisleyeceği
gibi, teri ile o kişinin hayvana temas eden kısımlarını pislemiş olur."
Bu mevzuda merhum Ö. Nasuhi Bilmen şöyle diyor:

"Temiz olmayan şeyleri yemiş olan tavuk, koyun, sığır, deve gibi hayvanların etleri bir
müddet hapis edilmeksizin hemen kesildikleri takdirde mekruhtur. Çünkü bu halde
etleri fena bir kokudan hali olmaz. Hapis müddeti tavuklar İçin üç, koyunlar için dört,
sığırlar ile develer için de on gündür. Böyle pislikle taayyüş eden bir hayvana "cellâle"
denir.

Bu hayvanlar, temiz olmayan şeylerden etleri kokmayacak miktar yemiş oldukları

11321

takdirde hapisleri lâzım gelmez, etleri kerahetsiz olarak yeyilebilir."
Hattâbî'nin açıklamasına göre, metinde geçen "mücessem" kelimesiyle kastedilen;
kişinin hâkimiyeti altında olup da istediği zaman istediği şekilde boğazlayabildiği
halde bir yere bağlayıp nişan hedefi yaparak avlamak suretiyle boğazladığı hayvandır.
Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte, boğazlanması mümkün olan bir hayvanı bu
şekilde öldürüp etini yemenin Hz. Peygamber tarafından yasaklandığı da haber
verilmektedir. Bu bakımdan normal olarak boğazlanması mümkün olan bir hayvanı
avlayarak öldürüp etini yemek helâl değildir. Merhum Ö. Nasuhi Bilmen, bu mevzuda
şöyle diyor: "Ünsiyet peyda etmiş olan av hayvanlarını da boğazlamak lâzımdır. Evde

[1381

beslenen geyik gibi."

Tabanı görülmeyen bir kaptaki suyu kabın ağzından yudumlayarak içmenin yasaklığı,
kabın içerisinde zararlı maddelerin ve haşeratm bulunması tehlikesinden doğmaktadır.
Binaenaleyh içerisindeki suyu veya başka bir içeceği göstermeyen kabın ağzından
içerisindeki sıvıyı içmek için onu bir bardağa döküp bardaktan içmelidir. Bu şekilde

£1391

hareket etmek müstehaptır.

15. Tulumların Ağzını Dışına Kıvırmak Suretiyle Ağızlarından Bir Şey lçme(Nin
Hükmü)



3720... Ebû Saîd el-Hudrî (r.a)'den rivayet olunduğuna göre;

Rasûlullah (s. a) tulumların ağızlarım dışarısına kıvırıp da (içlerinde bulunan

£140]

içeceklerin, tulumların) ağızlarından içilmesini yasaklamıştır.

3721... Ensar'danbir kişi olan İsab. Adillah (r.a)'m babasından rivayet olunduğuna
göre;

Peygamber (s. a) Uhut (savaşı) günü bir su tulumu istemiş, (tulum gelince onu getiren
kişiye):

"(Bu) tulumun, ağzını dışarıya kıvır" demiş, (bu isteği yerine getirildikten) sonra kabın

[1411

ağzından su içmiştir.
Açıklama

Görülüyor ki, bu babda gelen hadislerin bir kısmı su tulumlarının ağızlarım dışarıya
kıvırarak içmenin yasak olduğunu bildirirken, bir kısmı da caiz olduğunu
bildirmektedir.

Hattâbî'nin açıklamasına göre, tulumlarda bulunan içecekleri bu şekilde ağızlarını
kıvırıverip de içmenin yasaklanmasının iki sebebi vardır:

1- Tulumların ağzı geniş olduğundan mutlaka oradan içilen şey içen kimsenin üzerine
dökülerek o kimsenin üzerini ıslatır.

2- Tulumların ağzını temizlemek kolay olmadığından içindekilerin bu şekilde içilmesi
halinde, zamanla orada oluşan pislikler içen kimsenin ağzına gider. Bu bakımdan
tulumlardan bu ş kilde su içmeyi âdet haline getirmek son derece tehlikelidir.

2719 numaralı hadis-i şerifin şerhinde açıkladığımız gibi, bu yasak kapların içerisinde
zararlı maddelerin ya da haşeratm bulunması ihtimaliyle de ilgili olabilir.
Nitekim bir hadis-i şerifte açıklandığına göre; "Hz. Peygamber, kaplardan bu şekilde
su içmeyi yasakladıktan sonra bir adam geceleyin kalkıp bir tulumun ağzını dışarıya

£142]

kıvırarak su içmiş de tulumun ağzından bir yılan çıkıp adamın üstüne düşmüş."
Hattâbî, 3721 numaralı hadisi açıklarken, bu hadisle 3720 numaralı hadisin arasını
şöyle telif etmiştir:

1- Bu mevzuda gelen hadislerden, su tulumlarından bu şekilde su içmeyi yasaklayan
hadisler büyük tulumlardan su içmekle; ruhsat veren hadislerse küçük tulumlardan su
içmekle ilgili olabilir.

2- Yasaklayıcı hadisler, insanların tulumlardaki suyu bu şekilde içmeye mecbur
olmadıkları hallere ait; ruhsat verici hadisler ise buna mecbur kaldıkları hallere ait
olabilir.

3- Yasaklayıcı hadisler, tulumlardan bu şekilde su içmeyi âdet haline getirmekle;
ruhsat verdiği hadislerde suyu bu şekilde içmeyi âdet haline getirmeksizin arasıra

[143]

içmekle ilgili olabilir.



16. Bardağın Kırık Yerinden Su İçmek



3722... Ebû Saîd el-Hudrî (r.a)'den şöyle dediği rivayet olunmuştur:
Rasûlullah (s. a) bardağın kırık yerinden su içmeyi ve içilecek şeyin içerisine üflemeyi
£1441

yasakladı.
Açıklama

Bardağın kırık yerinden içmenin bazı sakıncaları vardır.

Önce, su içerken insanın ağzı bardağın kırık yerini istenildiği şekilde iyice
kapatamadığmdan boşlukta kalan kısımlardan sular dökülüp içenin üzerini ıslatır.
İçilen şey su değil de başka bir şeyse içenin elbiseleri kirlenmiş olur. Bir müslüman
için böyle kirli elbiselerle gezmenin sakıncası ise herkesin malumudur.
İkinci sakıncası ise bardağın kırık yerinin pis ve mikroplu olması ihtimalinden
doğmaktadır. Çünkü bilindiği gibi bardağın kırık yerini temizlemek imkânsız
denilecek derecede zor olduğundan buralar pisliklerin ve mikropların gizlendiği
yerlerdir. Bu sebeple mecbur olmadıkçca kırık bardak kullanmamalıdır. Şayet
kullanmak mecburiyetinde kalınırsa kırık yerlerinden su içmekten kaçınmalıdır.
Bardakta bulunan içeceğe üflemenin sakıncası ise, üfleme esnasında üfleyen kişinin
ağzından tükrük damlacıklarının dışarı fırlayarak bardağın içine gitmesi ile ilgili
olduğu gibi, üfleyen kimsenin nefesinin bardaktaki içeceği kirletmesi ile de ilgili
olabilir.

Kişinin bardağa üfürmesi neticesinde ağzından tükrük damlacıklarının saçılması gören
kimseleri rahatsız ettiği gibi sahibini de mahcub eder ve suyu da kirletir.
Ayrıca insanın ağzından çıkan nefes insan sağlığı yönünden çok zararlı olan
karbondioksit gazı ihtiva ettiğinden içine karıştığı suyu ya da başka bir içeceği
kirleterek onu zararlı bir hale getirir.

Bu bakımdan Fahr-i Kâinat Efendimiz, bardakların kırık yerlerinden su içmeyi ve
bardağın içerisine üfürmeyi yasaklamış. Müslümanların bu emirlere uymaları
müstehabdır.

Münzirî'nin açıklamasına göre; bu hadisin senedinde bulunan Kurre b. Abdirrahman,

£1451

Ahmed b. Hanbel ile Yahya b. Maîn ve daha başkaları tarafından cerh edilmiştir.
17. Altın Ve Gümüş Bardaktan Meşrubat İçmenin Hükmü
3723... İbn Ebî Leylâ'dan rivayet edilmiştir; dedi ki:

Huzeyfe, Medâin (şehrin) de idi. Su istedi. Şehrin ileri gelen kişisi ona (içinde su
bulunan) gümüş bir bardak getirince bardağı hemen ona fırlattı ve dedi ki:
Ben bunu ona sadece daha önce kendisini (gümüş bardak kullanmaktan) nehyettiğim
halde bundan vazgeçmediği için attım. Oysa Rasûlullah (s. a), ipek ve atlas (tan
yapılmış elbise giyme)yi, altın ve gümüş kaptan içmeyi yasakladı ve:
"Bunlar(ı kullanmak) dünyada onlar (kâfirler) içindir; âhirette de sizler içindir"
£1461

buyurdu.



Açıklama



Bu hadiste altın ve gümüş kapların dünyada kâfirlerin olduğu bildirilmektedir. Bundan
maksad, anılan kapların kafirler için kullanılmasının helâl olması değil, kâfirlerin
bunları kullanmakta oldukları, fakat müslümanlarm bunları kullanmaktan
sakınmalarının gerektiği ve bu nedenle âhirette müslümanlarm bu kabları
kullanacakları, kâfirlerin ise âhirette bundan mahrum kalacaklarını belirtmektir.
Müslümanlar, haramdır diye altın ve gümüş kaplan kullanmaktan sakındıkları için
buna mükâfat olarak âhirette kullanacaklardır. Kâfirler ise diğer günahları işledikleri
gibi altın ve gümüş kapları kullanmak günahını işlediklerinden dolayı âhirette bu
nimetten de mahrum bırakılacaklardır. Tuhfe yazarının beyanına göre el-İsmailî böyle
yorum yapmıştır. Hafız da, "Bu hadiste, dünyada bu nevi kaplan kullanan
müslümanlarm âhirette bu kapları kullanma nimetinden mahrum bırakılacağına
işaretin bulunması mümkündür. Nasıl ki dünyada içki içen bir müslüman âhirette

£1471

cennet şarabından mahrum bırakılır" demiştir.
Bazı Hükümler

1. Altın ve gümüş kaplardan yiyip içmek haramdır. Bunu ırtıkab edenler tazır
olunurlar. (Tazır, miktarı şer'an belli olmayıp hâkimin takdirine bırakılan cezadır.
Fena bir bakış ve azarlamadan başlayarak derece dedece tâ ölüme kadar çıkabilir).

2. Hükümet reisi bazen bizzat kendisi tâzir yapabilir.

3. Kumandan veya herhangi bir büyük, hikmeti anlaşılmayan iyi bir iş yaparsa, onun
delil ve sebebine tenbihde bulunması gerekir.

4. Küffâr yalnız dünyadaki altın, gümüş ve ipek gibi şeylerden istifade ederler, âhirette
bunlardan nasipleri yoktur. Müslümanlara gelince onlar için cennette ipekler, altınlar
ve gözlerin görmediği, kulakların duymadığı, insanın hatır ve hayâline sığmayan nice

£1481

ikram ve ihsanlar vardır.

18. Tulumda Veya Kovadaki Suyu Bardağa Veya Avuca Dökmeksizin Doğrudan
Doğruya Tulumdan Ya Da Kovadan İçmenin Hükmü

3724... Câbir b. Abdillah (r.a)'dan şöyle dediği rivayet olunmuştur:

Peygamber (s. a) sahâbîlerden biriyle birlikte, bahçesini sulamakta olan bir Ensarî'nin

yanma girip:

"Eğer yanında bu gece eski bir tulumda gecelemiş (yani soğumuş) su varsa (getir bize
içir). Yoksa biz (şu tulumdaki suyu) bardak-sız ve avucumuza almaksızın ağzımızla
içeriz" buyurdu.
(Ensar'dan olan o zat. da):

Evet, yanımda eski bir tulumda gecele(yerek iyice serinle) miş bir su vardır, dedi (ve

£1491

gidip su getirerek Hz. Peygamber ile arkadaşına içirdi).
Açıklama

Hadis-i şerifte, testi ve güğüm gibi kaplardaki suyu bir bardağa veya avuca
boşaltmadan doğrudan doğruya bu kapların ağzından içmenin caiz olduğuna işaret



edilmektedir.

Avnü'l-Ma'bûd yazarının açıklamasına göre, Hz. Peygamber'in Ensarî'nin bahçesine

[1501

girerken yanında bulunan arkadaşı, Hz. Ebû Bekir'dir.
Bazı Hükümler

1. Testi Sibi bîr kaba aSzı yaklaştırarak içindekini ağızla alıp içmek caizdir. Zayıf bir

imi

hadiste ise, suyu bu şekilde içmek yasaklandığından, âlimler, mevzumuzu teşkil
eden hadisteki cevazı mecburiyet hallerine; sözü geçen yasağı da kerahet-i
tenzihiyyeye hamletmişlerdir. Ayrıca bu cevazın daha önceki dönemlere ait olması
fakat sonradan bu yasakla neshedilmesi de mümkündür.

2. İnsanın artığı temizdir.. Ancak her temiz şey yenilip içilmez. Mikrobik bir hastalığa
yakalanmış olan kimsenin artığı da temizdir, ama mikroplanmış olduğu için içmek

' £1521
caiz değildir.

19. Bir Topluluğa Su Dağıtan Kimse Suyu Ne Zaman İçer?

3725... Abdullah b. Ebî Evfâ (r.a)'dan rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s. a) şöyle
buyurmuştur:

"Bir topluluğa su (veya benzen bir içecek) dağıtan kimse (bu suyu) içme yönünden

£1531 '

onların en sonuncusudur."
Açıklama

Bir topluluğa su gibi içilmesi helâl ve aralarında müşterek olan bir meşrubat sunan
kimsenin bu hadis-i şerife uyarak, dağıttığı meşrubattan içmeyi, sunma işini bitirdikten

Lİ541

sonraya bırakması müstehaptır.

3726... Enes b. Mâlik (r.a)'dan rivayet olunduğuna göre;

Peygamber (s.a)'e suyla karışık bir süt getirilmiş; sağında bir be-devî, solunda da Ebû
Bekir bulunuyormuş. (Sütü) içip sonra (kalanını) bedeviye vermiş ve;

0551

"Önce sağa verilir ve sağ takib edilir" buyurmuş.
Açıklama

Bazıları, İbn Abbas'm rivayetine dayanarak, metinde sözü geçen bedevinin Halid b.
Velid olduğunu söylemişlerse de bu doğru değildir. Çünkü Tirmizî'nin rivayet ettiği
bu İbn Abbas hadisinde söz konusu edilen hâdise Hz. Meymûne'nin evinde cereyan
etmiştir.

Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte söz konusu edilen olay ise Hz. Enes'in
evinde cereyan etmiştir. Yani olaylar birbirinden tamamen farklıdır.



Bu hadis-i şerifin bab başlığıyla ilgisi şöyledir. Bu hadis-i şerifte topluma meşrubat
sunduğundan bahsedilen kimse Rasûlullah (s.a)'dır. Bab başlığına göre, dağıttığı
meşrubatı en son kendisi içmesi gerekirdi. Nitekim bir önceki hadis-i şeriften de
anlaşılan budur. Fakat bab başlığında ve bir önceki hadiste ifade edilen bu hüküm
meşrubatın kendilerine sunulduğu toplumun müşterek malı olmasıyla ilgilidir. Eğer bu
meşrubat o toplumun ortak malı olmaz da dağıtan kimse onu sırf hibe için dağıtacaksa
o zaman o kimse bu meşrubatı herkesten önce içebilir. İşte mevzumuzu teşkil eden
hadis burada bu iki olay arasındaki hükmün farkını açıklamak için zikredilmiştir. Bu

' 1156]

ayrıntıyı açıklamak için bu hadisin burada zikredilmesi gerekmiştir.

3727... Enes b. Mâlik (r.a)'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s. a), suyu üç
nefeste içer ve:

£1571

"Bu daha yarayışlı, daha âfiyetli ve daha salimdir" buyururmuş.
Açıklama

Bu hadis-i şerif, suyu üç nefeste içmenin müstehab olduğuna delâlet etmektedir. İbn
Abbas (r.a)'m, suyu iki nefeste içtiğine dair bir rivayeti varsa da, bu suyun iki nefeste
içilebileceğine dair bir delil teşkil edemez.

Bu mevzudaki rivayetlerin farklılığına bakarak ulema, bir nefeste su içmenin caiz olup
olmadığında ihtilâf etmişlerdir. Saîd b. el-Müseyyeb ile Ata b. Ebî Rebâh'm bir nefeste
su içmeye cevaz verdikleri rivayet olunur. İbn Abbas ile Tâvûs ve İkrime, bir nefeste
su içmenin mekruh olduğuna kaildirler. İbn Abbas, "Bu şeytan içişidir" demiştir.
Esrem, bu babda şunları söylemiştir: "Bu hadisler zahirlerine göre muhteliftirler.
Bizce bu hususta çözüm yolu; bir, iki, üç ve daha fazla nefes alarak içmenin caiz
olmasıdır. Zira bu hususta rivayetlerin muhtelif olması kolaylığa delâlet etmektedir.

£1581

Ama üç nefesi ihtiyar ederse iyi olur."

20. İçilecek Olan Şeyin İçine Üfleme Ve Nefes Vermenin Hükmü

3728... İbn Abbas (r.a)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s. a), kabın

£1591

içerisine solumayı ve üfurmeyi yasakladı.
Açıklama

Hattâbî, bu hadis-i şerifi açıklarken şöyle diyor:

"Kabın içerisine üfurmenin yasaklanış sebebi, üfüren kimsenin o anda ağzından tükrük
damlacıklarının fırlayıp kabın içine gitme tehlikesi olabileceği gibi, bu kimsenin ağız
kokusunun nefes vasıtasıyla suya karışıp onu kirletmesi ve tadını bozması tehlikesi de
olabilir. Binaenaleyh, insan hiçbir zaman kabın içerisine üfürmemeli ve
solumamahdır."

Hattâbî'nin bu açıklamasına ilaveten şunu da ifade etmek isteriz ki; bardağın içerisine
üfürmek, insanın ağzından çıkan ve insan sağlığı için zararlı olan karbondioksitli



havanın kabın içerisinde bulunan içeceği kirleteceği ve tadını bozacağı için de bu

£1601

yasak konmuş olabilir.

3729... Süleym oğullarından Abdullah b. Büsr (r.a)'den rivayet olunmuştur; dedi ki:
Rasûlullah (s. a) gelip babama misafir oldu. (Babam) ona bir yemek ikram etti. -
(Abdullah b. Büsr burada) babasının Hz. Peygam-ber'e (bir de) hays (denilen bir
yemek) getirdiğinden bahsetti- (ve sözlerine şöyle devam etti): Sonra ona bir de şerbet
getirdi. (H. Peygamber de) onu içti. (Şerbetten bardakta kalanı ise) sağmdakine verdi.
Arkasından da kuru hurma yedi. Hurma(lar)m çekirdeğini şehadet parmağı ile orta
parmağının arasına bıraktı. (Hz. Peygamber sofradan) kalkınca babam da kalktı. (Hz.
Peygamber' in) hayvanının geminden tutup:
Benim için Allah'a dua et, dedi. Bunun üzerine (Hz. Peygamber):
"Allah'ım, bunlara verdiğin nzıklara bereket ihsan eyle, kendilerine mağfiret ve rahmet
£1611

eyle" diye dua etti.
Açıklama

Hays: Kuru hurma, keş, yağ ve undan yapılan bir yemektir. Hz. Peygamber, kendisine
ikram edilen hurma az olduğu için onların çekirdeklerini elinde tutmuş, ayrı bir kaba
koyma ihtiyacı duymamıştır.

Bu çekirdekleri ayrı bir kaba koymadığı gibi önünde bulunan kaba koymaktan da
kaçınmasının sebebine gerince, elindeki hurmaların ağzının ıslaklığı ile ıslanmış ve
nefesinin temas etmiş olmasından başka bir şey değildir. Hz. Peygamber'in ağzının
yaşlığına ve nefesine temas etmiş olan hurma çekirdeklerini bile başkalarının yiyeceği
hurmalara temas etmesinden korkarak onların bulunduğu kaba koymaktan kaçınması,
onun kap içerisine üfürmekten kaçınmakta ne kadar hassasiyet göstereceğini ifadeye
yeteceğinde şüphe yoktur. Bu hadisin bab başlığı ile ilgisi de burasıdır.

um

Muhakkak ki bu çekirdekleri yemekten sonra götürüp uygun bir yere koymuştur.
Bazı Hükümler

1. Bir kimsenin yediği meyvenin çekirdeklerini içerisinde meyve bulunan kaba
atmaktan kaçınması mus-tehaptır,

2. Kapların içerisine üfürmek yasaklanmıştır.

3. İçilecek şeyleri sunarken sağdan başlamak müstehabtır.

4. Fazilet sahibi birinden dua istemek müstehabtır.

5. Misafirin hane sahibi için rızık, mağfiret ve rahmet duasında bulunması

£1631

müstehabtır.

21. Süt İçilince Hangi Dua Okunur?

3730... İbn Abbas (r.a)'dan rivayet olunduğuna göre; dedi ki: Ben (teyzem) Meymûne
(r.anha)'nm evinde idim. Halid b. Ve-lid'le birlikte Rasûlullah (s.a) de (oraya) geldi.



Hemen arkasından (bazı kimseler içeri girip Hz. Peygamberce) iki ince çöp üzerinde
pişirilmiş iki keler getirdiler. Bunun üzerine Rasûlullah (s. a) tükürmeye başladı. (Hz.
Peygamber'in bu halini gören) Halid:

Ey Allah'ın Rasûlü, herhalde kelerden tiksinmiş olmalısın? dedi.
(Hz. Peygamber de):

"Evet" cevabım verdi. Sonra Rasûlullah (s.a)'a bir süt getirildi de (onu) içti ve:
"Biriniz bir yemek yediği zaman;

'Ey Allahım! Bu yemeği bize bereketli kıl ve bize ondan daha hayırlısını yedir' diye
dua etsin. Kendisine bîr süt içirildiği zaman da:

'Ey Allah'ım! Bunu bize bereketli kıl ve bize bundan daha fazlasını ver' diye dua etsin.
Çünkü sütten başka (tek başına hem açlığı hem de susuzluğu gidermeğe) yeter bir
yiyecek ve içecek yoktur" buyurdu.

1164]

Ebû Dâvûd dedi ki: Bu (sözler, rivayeti) Müsedded'e ait olan sözlerdir.
Açıklama

betinde geçen kelimesi, "zannetmek" anlamına gelen kökünden gelmektedir. Bu
kelimenin muzarismin birinci tekil şahsı, kaideye aykırı olarak şeklinde okunur.

" [1651

Kaideye göre okunsaydı şeklinde okunması gerekirdi.

Bezlü'l-Mechûd yazarının açıklamasına göre; Hz. Peygamber'in kızartılmış keler etini
görünce tükürmesi, bu etin haramlığmi ifade etmek ya da o yemeği beğenmediğini
ifade etmek için değildir. Bu insanın tabiatına hoş gelmeyen ekşi, turşu gibi bir
yemeği görünce o anda ağzında kendiliğinden bir suyun beliriverip de onu tükürmek
mecburiyetinde kalması kabilinden bir olaydır.

Aslında Hz. Peygamber'in herhangi bir yemeği kötülediği görülmemiştir. Bilâkis o

hiçbir yemeği kötülemediği gibi kötülenmesine de izin vermemiştir.

Keler etini yemenin caiz olup olmaması meselesi ise 3793 numaralı hadisin şerhinde

açıklanacaktır.

Metinde geçen "süt içirilidiği zaman" cümlesi, "kendisine Allah süt içmeyi nasib ettiği
zaman" anlamına gelir. Bir başka ifadeyle fiilinin faili Allah (c.c)'dır.
Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerif, herhangi bir yemek yiyen kimsenin diyerek;
süt içen bir kimsenin de, diyerek dua etmesinin mendup olduğuna delâlet etmektedir.
Ayrıca Hz. Peygamber'in, her yemeğin sonunda Allah'dan bu yemekten daha
hayırlısını vermesini istediği halde, süt içince daha hayırlı br yemekten söz etmeyip
sütün daha çoğunu istemesi de sütün yemeklerin en hayırlılarından olduğuna delâlet
etmektedir.

Bu hadis musannif Ebû Davud'a, birisi Müsedded diğeri de Musa b. İsmail olmak
üzere iki ravi tarafından ve değişik lafızlarla rivayet edilmiştir. Musannif Ebû Dâvûd
(r.a)'un da ifade ettiği gibi, bizim tercümesini sunduğumuz lafızlar Müsedded'in
rivayet ettiği lafızlardır.

[1661

Tirmizî, bu hadisin hasen olduğunu söylemiştir.

22. (İçlerinde Yiyecek Ya Da İçecek Bulunan) Kapların Ağzını Kapama(Nın
Lüzumu) Hakkında (Gelen Hadisler)



3731... Câbir (r.a)'den rivayet olunduğuna göre, Peygamber (s. a) şöyle buyurmuştur:
"(Evine girdiğin zaman) Besmele çekerek kapım kapa. Çünkü şeytan (Besmeleyle)
kapanan bir kapıyı açamaz. Besmele çekerek lambanı da söndür. (Yine) Besmele
çekerek, enine koyacağın bir ağaç parçası ile de olsa kab(lar)mı(n ağzını) ört. Bir

. £1621

Besmele daha çekerek su kabmı(n ağzını da) Ört."

3732... Peygamber (s.a)'den Câbir b. Abdillah tarafından (rivayet edilen) şu (bir
önceki hadis) tamamıyla olmamakla beraber (bir de ez-Zübeyr vasıtasıyla yine Câbir
b. Abdillah'dan rivayet olunmuştur. Bu rivayete göre Hz.
Peygamber):

"Çünkü şeytan (Besmeleyle) kapanmış olan kapıyı açamaz, (kabın ağzını örten) bağı
çözemez, (ağzı örtülü olan) kabı açamaz. (Bunları yaparken Besmele çekmeyi
unutmayın). Çünkü (Besmele çekmezseniz) küçük fare, insanların evlerini ateşe

£1681

verebilir" buyurmuştur.

3733... Câbir b. Abdillah (r.a)'dan rivayet olunduğuna göre, Peygamber (s. a) şöyle
buyurmuştur:

"Gecenin karanlığı çökmeye başladığı zaman çocuklarınızı (etrafınıza) toplayınız,
(dışarıda bırakmayınız).

-Müsedded (bu cümleyi) "akşam olunca" şeklinde rivayet etti-. Çünkü cinnîler için bir
yayılma ve (önüne gelen başıboş çocukları hızlıca) kapıp götürme (saatleri) vardır ki

£1691

(bu vakitlerde başlamış olur)."

3734... Câbir (r.a)'den rivayet olunmuştur; dedi ki:

Peygamber (s. a) ile birlikte bulunuyorduk. (İçmek için) bir su istedi. (Orada bulunan)
cemaatten biri:

(Ey Allah'ın Rasülu), sana bir şerbet içirsem olmaz mı? dedi. (Hz. Peygamber de):
"Hay hay, tabii olur" cevabını verdi.

Bunun üzerine adam koşarak dışarı çıktı ve içinde şıra bulunan bir bardak getirdi.
(Bardağın ağzı açık olarak getirildiğini gören) Rasûlullah (s. a) (ona):
"Enine olarak üzerine koyacağın bir tahta parçasıyla olsun bu bardağın üzerini
örtseydin ya!" buyurdu.

[İM

EbûDâvûd dedi ki: el-Esma'î' (cümlesini) şeklinde telaffuz etmiştir.

3735... Aişe (r.anha)'dan rivayet olunduğuna göre;

Peygamber (s.a)'e "Buyûtü's-Sükyâ" denilen pınardan tatlı su getirilmiş.

Kuteybe dedi ki: "Buyûtü's-Sukyâ bir pmardır,Medine ile arasında iki gün(lük mesafe)

imi

vardır."



Açıklama



Füveysika: Fare demektir. Bu kelime fâsika kelimesinin ism-i tasgiridir. Fasıka ise
yoldan çıkan anlamına gelir. Fare, geceleri deliğinden çıkıp yanan lambaları devirerek
yangın çıkarmak gibi insanlara pek çok zarar verdiğinden kendisine bu ismi
vermişlerdir.

Bu babda geçen hadis-i şeriflerde, fareler ile şeytan ve cinlerin şerlerinden, kapların
ağzını açık bırakmanın zararlarından bahsedilmekte ve bu serlerden ve zararlardan
kurtulma yolları öğretilmektedir.

Cinlerin ve şeytanların serleri arasında, Besmelesiz olarak girilen evlere şeytanların da
girdikleri ayrıca cinlerin akşam karanlığı çökerken dışarıda bırakılmış olan çocuklara
musallat oldukları haber verilmekte, bu tehlikelerden kurtulmak için de eve girince
kapısını Besmeleyle kapamak ve hava kararmaya başladıktan sonra çocukları yalnız
başına dışarı salmamak tavsiye edilmekte, kapısı Besmeleyle kapanan bir eve
şeytanların giremeyeceği haber verilmektedir.

Gerçekten geceleri yalnız bırakılan çocuklara insan ya da cin şeytanlarının musallat
oldukları sık sık görülen hadiselerdendir. Daha önce de açıkladığımız gibi, cinler
kendi âlemlerinde yaşayan ve insanlarda olduğu gibi aralarında kâfirleri de mü'minleri
de bulunan varlıklardır. İnsanlar Hz. pey-gamber'in tavsiyelerine sarılmak suretiyle
onların şerlerinden kurtulabilirler.

Esasen "cinn" kelimesi gözle görülemeyen şey anlamına gelen bir kelime olduğu için
hakiki cinlerle birlikte insanlar tarafından kurulmuş pekçok gizli kuruluşların da bu
kelimenin kapsamına girdiğinde şüphe yoktur. Geceleyin yalnız başına sokakta
bırakılan çocukların bu gizli teşekküllerin tehlikesinden kurtulma şansı hemen hemen
yok gibidir.

Hadis-i şeriflerde bir de yiyecek ve içecek kaplarının ağzını örtmek tavsiye
edilmektedir. Çünkü ağızları açık olarak bırakılan kapların her an görülmeyen toz ve
mikropların istilasına maruz kalacağında zerre kadar şüphe yoktur.
Babın son hadisinde Hz. Peygamber'e buyûtu's-sukyâ denilen, ev şeklinde üstü kapalı
olarak muhafaza edilen pınardan özel kaplarla tatlı su getirildiğinden bahsedilmektedir
ki bu da Hz. Peygamberim pınarların pisliklerden korunmasına ve içme sularına, gerek
temizlik ve gerekse keyfiyet yönünden ne kadar çok itina gösterdiğini ifade etmeye

imi

yeterlidir.



LU

Buharı, tefsir sure (5) 10, eşribe 2, 5; Müslim, tefsir 32, 33; Nesâî', eşribe 20.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/283.

m

Bk. Davudoğlu A, Selâmet Yolları, IV, 72-73.

LU

Bk. A.g.e.

[41

Bk. Yeniçeri Celal, el-lhtiyar Tercemesi, 279.

[5]

Bk. Yazır M. Hamdi, Hak Dini Kur'an Dili, II, 1310.

[61

Bk. Müslim, müsâkât 80; Ebû Dâvûd, büyü 20.



LU

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/284-286.

[Ş]

Bakara, (2)219.

[21

Nisa, (4) 43.
[101

Mâide, (5)91.



Tirmizî, tefsir sûre (5) 8, 9; Nesâî, eşribe 1; Ahmed b. Hanbel, I, 53.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/286-287.
ri21

Nahl, (16) 67.

[131

Kâfırûn, (109) 1,2.

ri4i

Nisa, (4) 43.

r 151

Mâide, (5) 90.

[161

Kur'an-ı Kerim'in Ahkâm Tefsiri, Çev: M. Taşkesenlioğlu, I, 223-224.

[İH

Hayreddin Karaman, Günlük Hayatımızda Haramlar ve Helaller, 4 1 .

[181

Kırca, Celal, Kur'an-ı Kerim ve Modern İlimler, 184.

r i9i

Mâide, (5) 90.

[201

Mâide, (5)91.

[211

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/287-290.

[221

Nisa (4) 43.

[23J

Tirmizi, tefsir sûre (4) 5.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/290.
[241

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/290-291.

[25J

Mâide, (5) 90.

[26J

Nisâ, (4) 43.

[271

Bakara, (2) 219.

[28J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/291-292.

[291

Nisâ, (4) 43.

[301

Bakara, (2) 219.

[311

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/292.

[321

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/292-293.

[331

Davudoğlu A, Selâmet Yolları, IV, 73-74.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/293.
[341

İbn Mâce, eşribe 6; Tirmizî, büyü 58; Ahmed b. Hanbel I, 316, II, 25, 71, 97.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/293-294.
[35J

Bezlü'l-Mechûd, XVI, 10.

[361

Tuhfetü'l-Ahvezî, IV, 517.

[371

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/294.

[381

Müslim, eşribe II; Tirmizî, büyü 58; Dârimî, eşribe 17; Ahmed b. Hanbel, III, 119, 180, 260.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/295.
[391

Davudoğlu A, Sahih-i Müslim Terecine ve Şerhi, IX, 259.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/295.
[401

Buharî, eşribe2, 3, 5, 21, mezâlim 21, tefsir sûre (5) 11; Müslim, eşribe 5; Tirmizî, eşri-be 8; İbn Mâce, eşribe 5; Dârimî, eşribe 7; Ahmed b.



Hanbel, II, 279, 408,409,474,496, 526, 577, 578,111, 112, 181, 183, 189, 190,217, IV, 267, 273.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/296.

[41]

Mollamelimetoğlu, Osman Zeki, Sünen-i Tinnizî Tercemesi, III, 336.

[42J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/296-298.

[431

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/298.

[441

Müslim, eşribe 13, 14; Tinnizî, eşribe 8; İbn Mâce, eşribe 5; Ahmed b. Hanbel, II, 279, 408, 409, 474, 496, 5 1 8, 526.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/298-299.
[451

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/299.

[46J

Müslim, eşribe73; Tilmizi, eşribe I; İbn Mâce, esri be 9; Ahmed b. Hanbel, il, 16, 29, 31, 105, 134, 137.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/299-300.
[471

Avnü'l-Ma'bûd, X, 1 18-1 19.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/300-301.
[481

Müslim, eşribe 74, 75; Tirmizî.eşribe 1; İbn Mâce, eşribe 9; Nesâî, eşribe 45, 49; Ah-med.b. Hanbel, II, 178, 179, III, 361, V, 171, VI, 460.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/301-302.
[49J

Nesâî, eşribe 44.

[501

Ankebût, (29) 45.

[511

Mübarekfûrî, Tuhfetü'l-Ahvezî, V, 601.

[521

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/302-303.

[53J

A.g.e, 599.

[541

A.g.e, 599.

[551

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/303.

[561

Tinnizî, eşribe 3; Nesaî, eşribe 25; îbn Mâce, eşribe 10; Darimî, eşribe 8; Ahmed b. Hanbel, II, 91, 167, 179, III, 343.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/303.
[571

Aynî, el-Binâye, IX, 540-541.

[581

el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi, V, 116-117.

[591

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/303-304.

[601

Buharî, vudû 71; eşribe4, 10; Müslim, eşribe 67, 68; Tinnizî, eşribe 2; İbn Mâce, eşribe 10; Muvatta, eşribe 9; Dârimî, eşribe 7; Ahmed b. Hanbel,
VI, 36, 97, 190, 226.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/304-305.
[611

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/305.

[621

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/305-306.

[63J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/306.

[641

Buharı, ahkâm 22; Müslim, eşribe 70; Nesâî, eşribe 40, 49, 53.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/307.
[65J

Davudoğlu, A. Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, XI, 292-293.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/307-308.
[661

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/308.

[671

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/308.

[68J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/308-309.

[69J

Davudoğlu, A, Selâmet Yolları, IV, 75.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/309.
[M

Tinnizî, eşribe 3; Ahmed b. Hanbel, VI, 71, 72, 131.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/310.





Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/310.

[721

İbn Mâce, fıten 22.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 3/3 1 0-3 1 1 .



Yeniçeri, Celal, el~thtiyar Metni Muhtar Tercemesi, 279.

LZÜ

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/311-312.

LZÜ

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/312.

izm

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/312-313.



Buharı, iman 40, ilim 25, mevâkit 2, zekât 1, humus 2, menâkib 1, 5, meğâzî69, eşribe 4, 8, edeb 98, ahâd 5, levhid 56; Müslim, iman 23, 25, 26,
28, eşribe, 33, 45, 56, 57; Tirmizî, eşribe 5; Nesâî, cenâiz 100, iman 25, zinet 43, eşribe 5, 9, 23, 26, 28, 32-34, 36, 37,48; İbn Mâce, eşribe 13; Dârimî,
eşribe 14; Ahmedb. Hanbel, I, 119, 138, 228, 274, 276, 291, 304, 334, 340, 352, 361, II, 14, 27, 41-43, 56, 58, 78, 211, 241, 279, 355, 414, 491, 501,
III, 23, 57, 90, 237, 379, 432, IV, 86, 87, 206, 207, 213, 228, 429, 443, V., 57, 64, 65, 359, 446, VI, 31, 47, 80, 97, 98, 112, 123, 131, 172, 203, 242,
244,314, 332.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/313.

um

Bk. 3698 nolu hadis.

£221

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 3/3 13-314.

rsoı

Buharı, eşribe 8; Müslim, iman 24, eşribe 35, 43, 47, 49, 52, 54, 60; Tirmizi, eşribe 4; Nesâî, eşribe 28, 29, 48, 56; İbn Mâce, eşribe 15; Dârimî,
eşribe 14; Ahmed b. Hanbel, I, 27, 38, 50, 228, 229, 274, 304, 340, 348, 371, II, 29, 35, 44, 47, 48, 56, 73, 74, 78, 414, 450, III, 3, 9, 66, 78, 277, 279,
304, 384, 447, IV, 3, 5, 6, 57, 87, VI, 96, 97, 99, 203, 235, 244, 252, 333, 337.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/314-315.
[81]

Buharı, İman 40, ilim 25, mevâkit 2, zekât I, humus 2, menâkib t, 5, meğâzî 69, eşribe 4, 8, edeb 98, ahâd 5, tevhid 56; Müslim, iman 23, 25, 26,
28, eşribe, 33, 45, 56, 57; Tirmizî, eşribe 5; Nesâî, cenâiz 100, iman 25, zinet 43, eşribe 5, 9, 23, 26, 28, 32-34, 36, 37, 48; İbn Mâce, eşribe 13; Dârimî,
eşribe 14; Ahmedb. Hanbel, I, 119, 138,228, 274,276,291,304,334,340,352,361,11, 14,27,41-43,56,58,78,211,241,279,355, 414, 491, 501, III, 23, 57,
90, 237, 379, 432, IV, 86, 87, 206, 207, 213, 228, 429, 443, V, 57, 64, 65, 359, 446, VI, 31, 47, 80, 97, 98, 112, 123, 131, 172, 203, 242, 244, 314, 332.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/315-316.
[82J

A.Z. Gümüşhanevî, LevâmiuT-Ukûl, I, 51.

[83J

A.g.e, 51.

[841

Enfâl(8)41.

[851

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/316-317.

[861

Müslim, eşribe 33; Nesâî, eşribe 38; Ahmed b. Hanbel, II, 491, III, 90.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/317-318.
[871

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/318.

[881

Müslim, iman 26; Nesâî, eşribe 15; Ahmedb. Hanbel, I, 361, 111,23, 432, IV, 207.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/318-319.
[891

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/319.

[901

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/319-320.

[911

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/320.

[921

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/320-321.

[931

es-Sehâmefurî eş-Şeyh Halil Ahmed, Bezlü'l-Mechüd, XVI, 32.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/321-322.
[911

Nesâî, eşribe 29-37.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/322-323.
[951

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/323.

[%1

Müslim, cenâiz 106, edâhi 37, eşribe 64, 65; Tirmizi, edâhi 14; Nesâî, cenâiz 100, dahâyâ 36, fer' 2, eşribe 4; İbn Mâce, edâhi 16; Dârimî, edâhi 6;
Muvatta, dahâyâ 6-8; Ahmed b. Hanbel, III, 23, 57, 63, 66, 75, 237, 250, 388, V, 76, 350, 355-357, 359, VI, 187, 209, 282.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/323-324.
[921

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/324.

[981

Buharı, eşribe 8; Tirmizî, eşribe 6; îbn Mâce, eşribe 14.



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/324.
£221

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/325.
[100]

Buharı, eşribe 8; Müslim, eşribe 63-65.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/325.
[İÇİ]

Müslim, eşribe 63.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/325.
[102]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/326.

no3i

Buharı, eşribe 6; Müslim, eşribe 61, 62; Nesâî, eşribe 27, 38; İbn Mâce, eşribe 12; Dâri-mî, eşribe 12; Ahmed b. Hanbel, II, 35, III, 304, 307, 326,
379, 384.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/326.
[104]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 3/326.

[105]

Buharı, eşribe 11; Müslim, eşribe 17, 19,28, 29; Tirmizî, eşribe 9; Nesâî, eşribe 18; tbr Mâce, eşribe 11; Dârimî, eşribe 14; Muvatta, eşribe 7.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/326-327.
[106]

Müslim, eşribe 24, 41; Nesâî, eşribe 4, 5, 18; Ahmed b. Hanbel, I, 276, 304, IV, 3 14.

[1071

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/327.

[108]

Nesâî, eşribe 4, 5, 18.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/327-328.

rıo9i

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/328.

[îıoı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/328.

rıın

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/329.

[1121

Davudoğlu, A. Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, IX, 270.

n i3i

Hatipoğlu H,Sünen-i İbn Mâce Terceme ve Şerhi, IX, 151-152.

[114]

Aynî, el-Binâye fî Şerhi' 1 -Hidâye, IX, 537.

LU51

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/329-330.

LU61

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/331.

n i7i

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/331.

n ısı

Nesâî, eşribe 56; Ahmed b. Hanbel, IV, 232.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/332.

[mı

Müslim, eşribe 85; Tirmizî, eşribe 7.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/333.
[120]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/333-334.

[1211

Müslim, eşribe 82; Nesâî, eşribe 56; İbn Mâce, eşribe 12.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/334.
11221

Ahmed b. Hanbel, IV, 232.

11231

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/334-335.

Ü24J

Tahrîm, (66), 1.

£1251

Tahrîm, (66), 4.

£126]

Tahrîm, (66), 3.

£1271

Buharî, talâk 8, eymân 25, tefsir sûre (66) 1; Müslim, talâk 20, 21; Nesâî, talâk 17, ey-mân 20, nisa 4; Ahmed b. Hanbel, VI, 221.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/336-337.
£1281

Buharı, talâk 8; eymân 25, tefsir (66) 1, et'ime 32, eşribe 10, 15, tıb 4, hayl 12; Müslim, talâk 20-21; Tirmizî, et'ime 29; İbn Mace, et'ime 36;
Dârimî, et'ime 34; Ahmed b. Hanbel, VI, 59, 221.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/337-338.
£129]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/338.



[130]

Davudoğlu, A. Salih-i Müslim Terceme ve Şerhi, VII, 452.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/338-339.

rım

tbn Mâce, eşribe 15; Nesâî, eşribe 25.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/339.
[132]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/339.

[133J

Müslim, eşribe 112, 113, 115; Tirmizî, eşribe II; İbn Mâce, eşribe 21; Dârimî, eşribe 24; Ahmed b. Hanbel, III, 32, 45, 54, 118, 131, 147, 182,
199,214, 250, 291.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/340.
11341

Buharî, eşribe 16; Müslim, eşribe 118, 119; Tirmizî, eşribe 12; Nesâî, menâsik 165, 166, tahâre 77, 90, 102; İbn Mâce, eşribe 21; Ahmed b.
Hanbel, I, 102, 144, 159.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/340.
[135]

Mübârekmrî, Tuhfetü'l-Ahvezî, VI, 5-6.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/340-341.
UM

Buharı, eşribe 24; Tirmizî, eşribe 24, sayd 9; Nesâî, dahâyâ 44; İbn Mâce, eşribe 20; Dârimî, eşribe 19, 28; Ahmed b. Hanbel, I, 226, 241, 293,
321, 339, II, 230, 247, 327, 353. 377.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/342.
11371

Ö.N. Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, 417.

[138]

A.g.e. 424.

H391

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/342-343.

ri401

Buharî, eşribe 23; Müslim, eşribe 110, 111; Tirmizî, eşribe 1 7; İbn Mâce, eşribe 19; Dârimî, eşribe 19; Ahmed b. Hanbel, III, 6, 67, 69, 93.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/343-344.

ri4iı

Tirmizî, eşribe 18; Ahmed b. Hanbel, VI, 161.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/344.
[142]

İbn Mâce, eşribe 1 9.

H431

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/344-345.

[144]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/345.

[1451

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/345-346.

[1461

Buharı, eşribe 67, 68; Müslim, libâs 2, 4, 5, 12, 14, 15; Ebû Dâvûd, libâs 7, 9, 40; Tirmizî, eşribe 10; Nesâî, zînet 40, 43, 45, 50, 76, 79, 84, 87,
90-96; Dârimî, eşribe 25; İbn Mâce, libâs 16, 18, eşribe 17, cihad 21; Ahmed b. Hanbel, I, 16, 43, 46, 50, 51, H, 99, 127, 146, IV, 92, 96, 99-101, 132,
134, 135, 284, 299, 428, 429, 435, V, 261, 385, 390, 392-398, 400, 404, 408, VI, 228.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/346-347.
[147]

Hatipoğlu, H. Sünen-i İbn Mâce Terceme ve Şerhi, IX, 167.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/347.
[148]

Davudoğlu, A. Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, IX, 414-415.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/347.
[149]

Buharı, eşribe 14, 20; Dârimî, eşribe 22; İbn Mâce, eşribe 25; Ahmed b. Hanbel, III, 328, 343, 344, 355.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/348.
[150]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/348.

[1511

İbn Mâce, eşribe 25.

[1521

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/349.

[1531

Müslim, mesâcid 311; Tirmizî, eşribe 20; İbn Mâce, eşribe 26; Dârimî, eşribe 28; Ahmed b. Hanbel, IV, 354, 382, V, 298, 303, 305.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/349.
11541

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/349.

£155]

Buharı, eşribe 18; Müslim, eşribe 124, 125; Tirmizî, eşribe 19; İbn Mâce, eşribe 2; Dârimî, eşribe 18; Muvatta, sıfatü'n-nebî 18; Ahmed b.
Hanbel, III, 110, 113,197,231.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/349-350.
[156]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/350.



[157]

Müslim, eşribe 123; Ebû Dâvûd, et'ime 20; Tirmizî, et'ime 32; Ahmed b. Hanbel, III, 1 19, 185, 211, 251, 400, 401, VI, 465, 466.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/350-351.
[158]

Davudoğlu, A. Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, IX, 331.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/351.
[159]

Müslim, eşribe 121; Tirmizî, eşribe 15; İbn Mâce, eşribe 23; Dârimî, eşribe 27; Muvatta, eşribe 12; Ahmed b. Hanbel, I, 220, 309, 358, III, 26,
32,57.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/351.
[160]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/351-352.

[1611

Müslim, eşribe 146; Tirmizî, da'avât 117; Ahmed b. Hanbel, IV, 188-190.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/352.
[162]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/353.

£163]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/353.

£164]

Tirmizî, da'avât 54; İbn Mâce, et'ime 35; Ahmed b. Hanbel, IV, 272, 285, 304.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/353-354.

ri65i

Ibnü'1-Esîr, en-Nihâye, II, 93.

£166]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/355.

£1671

Buharî, bedü'l-halk 11; Müslim, eşribe 96; Tirmizî, et'ime 15; Nesâî, eşribe 38; Mu-vatta, sıfatünnebî 21; Ahmed b. Hanbel, III, 319, 351, 386,

395.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/355-356.
11681

Müslim, eşribe-96; Tirmizî, et'ime 15; İbn Mâce, eşribe 16; Muvatta, sıfatünnebî 21; Ahmed b. Hanbel, III, 301, 386, 395.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/356.
£169]

Buharî, bedü'l-halk 16; Müslim, eşribe 99; Ahmed b. Hanbel, III, 388.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/357.
11701

Buharı, eşribe 12; Müslim, eşribe 93.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/357-358.
£1711

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/358.

£1721

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/358-359.



24. İLİM BÖLÜMÜ

1. İlim Öğrenmenin Önemi

2. Kitap Ehlinin Sözlerini Rivayet Etmenin Hükmü

3. İlmi Yazı İle Kaydetmek

4. Rasûlullah Adına Yalan Söylemenin Sorumluluğu

5. Bilgisi Olmadığı Halde Allah'ın Kitabı Hakkında Söz Söylemenin Hükmü

6. (Hz. Peygamberin Söylediği) Bir Sözü (Üç Defa) Tekrarlama (Sının Hikmeti)

7. Sözleri Ara Vermeden Peşi Peşine Ve Acele Olarak Söylemenin Hükmü

8. (Fitneye Yol Açabilecek Hususlarda) Fetva Vermekten Kaçınmalıdır

9. İlme Engel Olmanın Kötülüğü

10. İlmi Yaymanın Fazileti

11. İsrail Oğullarından Hikâyeler Rivayet Etmenin Hükmü

12. Allah Rızası Gözetilmeden İlim Tahsil Etmenin Hükmü

13. Vaaz Ve Nasihat Etmenin Hükmü



24. İLİM BÖLÜMÜ



1. İlim Öğrenmenin Önemi

3641... Kesîr b. Kays'dan şöyle dediği rivayet olunmuştur: Ben Dımaşk mescidinde
Ebu'd-Derdâ ile birlikte bulunuyordum.
Ona bir adam gelip:

Ey Ebû Derdâ, ben sana Peygamber (s.a)'in şehrinden bir hadis için geldim. İşittiğime
göre bu hadisi Rasûlullah (s.a)'tan sen rivayet etmişsin. (Buraya) başka bir ihtiyaçtan
dolayı gelmedim, dedi. Ebu'd-Derdâ da şöyle cevap verdi:

Gerçekten ben Rasûlullah (s.a)'i şöyle derken işittim: "Her kim ilim tahsil etmek
amacıyla bir yola gidecek olursa Allah onu cennet yollarından bir yola sokmuş olur.
Kuşkusuz ki melekler ilim yolunda olan bir kimseden hoşnutluklarından dolayı (ona)
kanatlarını sererler ve göklerde ve yerde bulunan (yaratıklarla suda bulunan balıklar
(tümüyle Allah'tan) âlimin bağışlanmasını dilerler. Muhakkak ki âlimin âbide (olan)
üstünlüğü ayın ondördüncü gecesinde-ki dolunayın diğer yıldızlara (olan) üstünlüğü
gibidir. Alimler, peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler miras olarak dinar ve
dirhem bırakmazlar, ilim bırakırlar. Kim o ilmi elde ederse çok büyük bir nasip elde

m

etmiş olur."
Açıklama

Bu hadis-i şerifte, arayıcısını cennete götüreceğinden bahsedilen ilimden maksadın;
öğrenilmesi farz-i ayın, farz-ı kifâye veya mendup olan ve dince övülen ilimler
olduğunda şüphe yoktur.

Bu bakımdan hadis-i şerifte, Kur'an ve sünnet ilimlerinden bir ilim öğrenmek için bir
yola giren ya da uzak veya yakın bir yolculuğa çıkan bir kimseyi tuttuğu bu yol
sebebiyle Allah'ın cennete ulaştıracağına dair bir müjde bulunduğunu söyleyebiliriz.
Meleklerin ilim talibinden razı ve memnun olmaları sebebiyle onların yoluna kanat
sermeleri hususunda Hattâbî şöyle diyor:

"Meleklerin ilim talibine kanatlarını sermesi çeşitli şekillerde yorumlanabilir:

1- Meleklerin kanatlarını sermelerinden maksat ilim talibine tavazu göstermeleri,
onlara saygıya lâyık olmalarından dolayı boyun eğmeleri ve ilimlerine saygı
göstermeleridir denebilir. Nitekim bu kelime,"Onlara acımadan dolayı tevazu

IH

kanatlarını indir" âyet-i kerimesinde de bu manaya gelmektedir.

2- Meleklerin uçmayı bırakıp yere inmeleridir de denebilir. Nitekim bu kelime,
"Allah'ı zikreden bir cemaat yoktur ki melekler onları kuşatmasın ve yerlerini rahmet

[3]

kaplamasın" hadis-i şerifinde de bu manaya gelmektedir.

3- "Gerçekten meleklerin ilim talibini kanatlarının üzerine alıp onu gideceği yere
götürebilmek için kanatlarım onların yoluna sermesidir." şeklinde yorumlayanlar da
olmuştur. Bu sözleriyle meleklerin onlara yardım etmeyi arzu ettiklerine ifade etmek
istemişlerdir.

Metinde geçen, "Göklerde ve yerde bulunan bütün yaratıklar ve balıklar Allah'tan
âlimin bağışlanmasını isterler" cümlesi hakkında Hattâbî şöyle der:



"Allah, ulemanın ilmi vasıtasıyla hayvanlarda insanlar için pek çok faydalar ve
maslahatlar bulunduğunu ortaya çıkarmıştır. Alimler insanlara bu gerçekleri ve
hayvanların hakkına riayet edilmemesi halinde doğacak zararları, hayvanlara mutlaka
iyi davranmaları gerektiğini anlatırlar. Allah da onların bu emeğine karşılık
hayvanlara onlar için dua etmeyi ilham eder. Onların hayvanlara olan iyiliklerini bu
şekilde mükâfatlandırır. Nitekim, "el-cezâü min cinsil amel" Duyurulmuştur.
Alimler, parlaklıkta ayın ondördüncü gecesindeki bir dolunaya benzetilirken, âbidin
yıldızlara benzetilmesindeki hikmete gelince; âbidin ışığı yıldızlarınki gibi sadece
kendine yetecek kadarken âlimin ışığı ise başkalarının yolunu da aydınlatması ve ayın
ışığını güneşten aldığı gibi âlimin de bu ışığını Hz. Peygamberden almış olmasıdır."
Peygamberler vefat ederken gerçekten yakınlarına bir miras bırakmamışlardır. Çünkü
eğer peygamberler maddî bir miras bırakıp gitselerdi insanlar onların hayatları
boyunca yakınlarını zengin etmek için çırpındıklarını zannedebilirlerdi.
Bu sebeple onlar geride mal bırakmamışlar, ellerinde bulunan mallarını ümmetlerinin
maslahatlarına tahsis edip gitmişlerdir.

Onların bıraktıkları en büyük miras ilim mirasıdır. Onu elde eden en büyük payı
almıştır. Nitekim İbn Âbidin merhum, bir saat ilim müzâkere etmenin bir Kadir
Gecesini ihya etmekten daha hayırlı olduğunu, sakalı çıkmış bir kimsenin anne ve

İÜ

babasının izni olmadan bile ilim tahsili için gurbete çıkabileceğini söylemiştir.

3642... Eb'd-Derdâ (bir de) Peygamber (s.a)'den (bir önceki hadisin) manasını rivayet
[51

etmiştir.

3643... Ebû Hureyre'den (r.a) rivayet olunmuştur, dedi ki: Rasûlullah (s. a) şöyle
buyurmuştur:

"İlim tahsil etmek için yola çıkan kimseye bu sebeple Allah cennetin yolunu
kolaylaştırır. Ameli, kendisinin (cennete erişmesini) geciktiren bir kimseyi nesebi

£61

(cennete girmekte) çabuklaştıramaz."
Açıklama

Bu hadis-i şerifte ilim yolunu tutan müslüm anların cennete girmelerinin kolaylaşacağı

ve cennetle arasına girecek engel lerin kalkacağı müjdelenmektedir.

Çünkü hangi maksatla olursa olsun ilim yolunu tutan bir kimseyi ilmin, sonunda bu

maksadından çevirip Allah yoluna yönelteceği bu yolun öncüleri tarafından haber

verilmiştir.

Fakat ilim ve taat gibi insanı cennete götüren sebeplere sarılmadığı için cennete
girmeye hak kazanamayan bir kimseye şerefli bir aileye mensup olması bir fayda
vermez.

Nitekim, "Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz, amellerinize

121 £81

Bakar." buyurulmuştur.

2. Kitap Ehlinin Sözlerini Rivayet Etmenin Hükmü



3644... İbn Ebî Nemle el-Ensârî'nin babasından rivayet olundu ğuna göre;

Kendisi (bir gün) Rasûlullah (s.a)'m yanında oturuyormuş. (Hz Peygamber'in) yanında

bir yahudi varmış. Derken oradan bir cenaz< geçmiş. Bunun üzerine (yahudi):

Ey Muhammed, cenaze kabirde konuşur mu? diye sormuş.Rasûlullah (s. a):

"Allah daha iyi bilir" cevabını vermiş. Yahudi ise;

Kesinlikle cenaze konuşur, demiş.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuş:

"Kitap ehlinin sözlerini ne tasdik ediniz, ne de yalanlayınız. (An cak) biz Allah'a ve
peygamberlerine inandık deyiniz,(Eğer onların sözü)asılsız ise tasdik etmemiş

m

olursunuz. Eğer doğru ise o sözü yalanla mamış olursunuz."
Açıklama

Yahudi, Peygamber Efendimize; "Cenaze, (kabirde) konuşur mu?" derken, cenaze
kabirde münker ve nekir tarafı

dan sorguya çekilip, onların sorularına cevap verir mi demek istemiş olsa gerektir.
Çünkü onların kitabı olan Tevrat'ta, ölen bir kimsenin kabirde münker nekir tarafından
sorguya çekileceği yazılıdır.

Ancak yahudi bu soruyu sorduğu zamanda henüz Rasûl-i Zîşan Efendimize bu hususta
bir vahiy gelmediğinden, soruyu cevapsız bırakmış ve ümmetine yahudilerin Kur'ân'da
açıklanmamış olan bu gibi sözlerini yalanlamamalarını ve tastık etmemelerini, çünkü
onların bu gibi sözlerinin muharref Tevrat'tan alınmış olması itibarıyla yalana da
doğruya da ihtimali bulunduğunu ifade buyurmuştur. Bu durum yahudilerin sözlerini
rivayet etmenin caiz olmadığını gösterir ki bu hadisin bab başlığı ile ilgisi de burasıdır.
Binaenaleyh bu hadis, kitap ehlinin sözlerini nakletmenin caiz olmadığına delâlet et-
mektedir.

Ancak, ulemanın açıklamasına göre bu hüküm henüz islâmî hükümlerin tamamlanıp
İslâm kalplere iyice yerleştikten sonra bu hususta genişlik hasıl olmuş, onların çeşitli
meselelerdeki görüşlerini öğrenmeye ve sözlerini nakletmeye izin verilmiştir. Çünkü
İslâmiyetin her konudaki hükümleri iyice belli olduktan sonra onların sözlerini duyup
öğrenmekte bir sakınca kalmamıştır. Zira İslâmiyetin bir meseledeki görüşü iyice
bilindikten sonra, "ehli kitabın görüşlerinin doğruluk veya yanlışlığını anlamak
mümkün hale gelmiştir.

Şu halde kitap ehlinin kitaplarını okumak ya da sözlerini r akletmekle ilgili
yasaklamalar İslâmm ilk yıllarıyla ilgilidir. Daha sonra bu yasak kaldırılmıştır.
Nitekim Hudûd bölümün 26. babındaki hadis-i şerifler de bunu is-bat etmektedir.
Bu mevzuda Hafız İbn Kesir de şöyle diyor:

"Ne var ki bu İsrâiliyyata dair hadisler ve sözler te'yid için değil delil getirmek için
zikredilir. Çünkü îsrâiliyât üç türlüdür.

1) Elimizde doğruluğuna dair delil bulunan ve sahih olduğunu bildiğimiz kısım.

2) Elimizde bulunan (kaynağa) aykırı olduğu için yalan olduğunu bildiğimiz kısım.

3) Ne o kabilden ne de bu kabilden olmayıp hakkında söz söylenmemiş Dİan kısımdır.
Biz bu kışıma inanmayız fakat yalanlamayız da.

Yukarıda görüldüğü gibi bunların anlatılması caizdir. Fakat çoğunlukla dinî bir
konuda faydası olmayacak şeylerdir. Bunun içindir ki ehl-i kitap bilginlerinin bir çoğu



da farklı görüşlere sahiptirler. Keza bu nedenle müfes-îirler arasında (onların nakli
hususunda) ayrılık göze çarpmaktadır. (Örnek alarak) Ashab-ı Kehfin adını
zikretmekte, köpeklerinin rengini ve onların sayılarını nakletmektedirler. Hz. Musa'nın
asasının hangi ağaçtan olduğunu ve Allah Teâlâ'nm İbrahim Peygamber için dirilttiği
kuşların adını ZIk-'etmektedirler. Bakara hâdisesinde ölüye vurulan kısmın neresi
olduğunu ve Allah Teâlâ'nm Musa ile konuştuğu ağacın türü zikredilmektedir. Daha
sonra buna benzer, Allah Teâlâ'nm Kur'ân'da müphem bıraktığı birçok konular vardır
ki bunların belirlenmesinde mükelleflerin ne dinî ve ne de dünyevî faydaları söz
konusudur. Lâkin onların değişik görüşlerini nakletmek caizdir. Nitekim Cenab-ı
Allah (buna örnek olarak) şöyle buyurur: "Karanlığa taş atar gibi 'mağara ehli üçtür,
dördüncüsü köpekleridir' derler. Veya 'beştir, altıncıları köpekleridir derler. Yahut
'yedidir, sekizincileri köpekleridir" derler. De ki: Onların sayısını en iyi bilen
Kabbimdir. Onları pek az kimseden başkası bilmez. Bu yüzden onlar hakkında bu kısa
anlatılanların dışında kimseyle tartışma ve onlar hakkında kimseden bir şey

' üffl '
sorma." (Kehf, 22)"

3645... Zeyd b. Sâbit'in (r.a) şöyle dediği rivayet olunmuştur:

Rasûlullah (s. a) bana emretti de ben kendisi (ne hizmet etmek) için yahudilerin
yazısını öğrendim. (Hz. Peygamber bu hususta bana)"Vallahi yazışmalarım hususunda
yahudilere güvenemiyorum" dedi. Ben de yarım ay geçmeden yahudilerin yazısını
iyice öğrendim. (Rasûlullah (s. a) bir mektup) yaz (mak iste)diği zaman kendisine ben

lül

yazıveriyordum. Kendisine bir mektup yazıldığı zaman da ben okuyuveriyordum.
Açıklama

Hz.Peygamber'in, yazışmalarında yahudilerin kâtipliğine ve tercümanlığına
güvenemedıgı için bazı müslümanlara yahudilerin yazılarını ve dillerim öğrenmelerini
emrettiğini ifade eden bu hadis, yahudilerin bir olayla veya bir haberle ilgili
rivayetlerine asla güvenilmeyeceğine, onların rivayet ettikleri haberlerin muteber

£121

olmayacağına delâlet etmektedir. Hadisin bab başlığıyla ilgisi de bu açıdandır.
Bazı Hükümler

1. Ehli kitabın verdikleri haberlere, tercümanlıklarına güvenilemez.

2. Ehli kitap, müslümanlarm istihbarat işlerinde görev alamaz.

3. Müslümanlardan yeterli sayıda kimselerin yabancı dil öğrenmeleri icabeder. Bu

£13]

lüzum meselenin önemi nisbetinde kendisini gösterir.
3. İlmi Yazı İle Kaydetmek

3546... Abdullah b. Ömer'den (r.anhüma) şöyle dediği rivayet olunmuştur:

Ben, muhafaza etme düşüncesiyle Rasûlullah (r.a)'dan işittiklerimin hepsini

yazıyordum. Kureyş (kabilesinden bazı müslümanlar) "Rasûlullah (s. a) öfkeli halinde



de sakin halinde de konuşan bir insan iken sen ondan duyduğunu yazıyor musun?"
diyerek beni bundan menettiler.

Ben de yazmaktan vazgeçtim ve bu durumu Rasülullah (s.a)'a anlattım. Parmağıyla
ağzına işaret ederek;

"Sen yaz(maya devam et), varlığım elinde olan Allah'a yemin olsun ki bundan

£141

haktan başkası çıkmaz" buyurdu.
Açıklama

Bu hadis-i şerif Rasûl-i Zîşan Efendimizin, öfkeli hallerinde de sevinçli ve sakin
hallerinde de hakkı söylediğini ifade etmektedir.

Binaenaleyh onun her sözü dinî hükümler İçin bir dayanak ve bir delildir. Öfke ve
sevinç halleri onun her an Hakka bağlı ve vahyi ilahî mahalli olan kalbine tesir-edip

1151

dilinden akan hikmet pınarlarını bulandıramaz.

3647... Muttalib b. Abdullah b. Hantab'tan rivayet olunmuştur; dedi ki:

(Bir gün) Zeyd b. Sabit, Muâviye'nin yanma girmişti. (Muâviyç ona, Hz.

Peygamber'den rivayet ettiği) bir hadisi sordu. (Zeyd ona bu hadisi rivayet edince

Mûaviye orada bulunan) bir adama bu hadisi yazmasını emretti. Bunun üzerine Zeyd

ona:

Rasülullah (s. a) bize kendi sözlerinden hiçbirini yazmamamızı emretti, dedi. (O adam

um

da yazmış olduğu) bu hadisi sildi.
Açıklama

Hattâbî, mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerif ile bir önceki hadis-ı şerif hakkında şu
açıklamayı yapıyor:

"Hadislerin yazı ile tesbiti ile ilgili bu yasağın İslâmiyetin ilk yıllarım ait olup
sonradan kaldırılmış olması icab eder.

Çünkü o yıllarda Hz. Peygambere Kur'an âyetleri inmeye devam ediyordu. İnen
âyetler vahiy kâtipleri tarafından kaydediliyordu. Kur'an âyet lerinin yazı ile tesbit
edildiği o günlerde bir taraftan da hadislerin yazı ili tesbit edilmesine izin verilmesi
halinde Kur'an âyetleri ile hadislerin karışarak bir sayfaya yazılması ihtimali vardı.
Böyle bir sakıncanın bulunmaması halinde ilmin yazı ile tesbitinin ya saklanması
düşünülemez.

Nitekim Hz. Peygamber Efendimizin daha sonraki yıllarda ümmetine "Sizden benim

im

bu sözümü dinleyenler, burada bulunmayanlara iletsin." buyurması, bu yasağın
daha sonraki yıllarda kalktığını gösterir. Çünkü bir iözü en doğru şekilde ve eksiksiz
olarak başkalarına eriştirmek o sözün yazı ile tesbiti sayesinde olabilir. İnsan hafızası
nisyan ile malul olduğundan, hadislerin tebliği için sadece hafızaya güvenilemez.
Ayrıca, Rasûl-i Ekrem Efendimizin, kendisine hafızasının zayıflığından bahseden bir
kimseye, "- Sağ ilinden de faydalan" buyurması da sonraki yıllarda bu yasağın
kalktığını gösterir. Hz. Peygamber'in irad etmiş olduğu bir hutbe için, "Bu hutbeyi



£181

Ebû Şâh için yazıverin" buyurması da bu cümledendir.

Rasûl-i Ekremin; sadakalar, meâkıl ve diyetler konusunda yazılar yazması yahutta
ümmetinin bu kitapları sağlığında ondan dinledikleri hadisleri yazarak vücuda
getirmeleri ve hem kendileri onlarla amel edip hem de kendilerinden sonraki nesillere
nakletmeleri halef ve selef ulemasından hiçbirinin bu yazılanlara ve rivayetlere karşı

£191

çıkmaması da yine bu yasağın bir süre sonra yürürlükten kaldırıldığını isbat eder."

3648... Ebû Saîd el-Hudrî (r.a)'dan şöyle dediği rivayet olunmuştur:

Biz (Hz. Peygamber zamanında) Kur'an ve şahadet kelimesinden başka bir şey

İM

yazmadık.
Açıklama

Bu hadis-i şerifte Rasûl-i Zişan Efendimiz zamanında "Eşhedü enlailâhe illallah ve
eşhedü enne Muhammeden abdu-hu ve rasûluhu" sözü ile Kur'an-ı Kerim dışında
hiçbir sözün yazı ile tesbit edilmediği ifade edilmektedir.

Ancak bir önceki hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi bu uygulama İslâmın
ilk yıllarında olmuş, bir süre sonra yürürlükten kaldırılmımş ve hadislerin de yazı ile
tesbitine izin verilmiştir.
Bu mevzuda Kadı Iyaz şöyle diyor:

"Bu hususta sahabe ile tabiîn arasında bir hayli ihtilâflar vaki olmuştur. Birçokları
hadis yazmayı kerih görmüş, ekseriyet ise yazılmasına cevaz vermişlerdir. Sonraları
bütün müslümanlar hadis yazmanın caiz olduğuna ittifak etmiş ve hilaf ortadan
kalkmıştır. Ancak hadis yazmayı nehyeden bu rivayetten murad ne olduğu ihtilaflıdır.
Bazılarına göre bu hadis ravinin ezberleyeceğine itimad edilen ve yazarsa yazıya
dayanarak ezberlememesinden korkulan hadisler hakkındadır. Yazmayı mubah kılan
hadisler ise belleyişi-ne itimad edilmeyen kimselere hamlolunur. Hz. Ali'nin sahifesi,
Amr b. Hazm'm kitabı, Hz. Ebû Bekir'in Enes'e gönderdiği zekât mektubu vs. bu
kabildendir.

Ulemadan bazıları nehy hadislerinin bu hadislerle neshedildiklerini söylemişlerdir.
Onlara göre hadisin yazılması Kur'an'la karışır endişesindendi. Bu endişe ortadan
kalkınca hadisin yazılmasına izin verilmiştir. Bazıları, "Hadis yazılmasının nehyinden
murad; hadisle âyeti bir sahifeye yazmaktır. İkisi bir sahifede olunca, okuyan

[21]

hangisinin âyet hangisinin hadis olduğunu karıştırabilir" demişlerdir."

3649... Ebû Hureyre (r.a)'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Mekke feth edilince
Peygamber (s. a) ayağa kalktı... (Ebû Hureyre sözlerine devam ederek) Hz.
Peygamber'in (orada) okuduğu bir hutbesini anlattı (ve şöyle) dedi:
Bunun üzerine Yemen halkından Ebû Şâh denilen birisi ayağa kalkıp;
Ey Allah'ın Rasûlü, (bu hutbeyi) bana yazıverin, dedi. (Hz. Peygamber de orada

122]

bulunan kâtiplerine); "- (Bunu) Ebû Şâh'a yazıverin" buyurdu.



Açıklama



3647 ve 3648 numaralı hadis-i şerifler Hz. Peygamber'in hadislerin yazılmasını
yasakladığını ifade etmelerine karşılık bu hadis-i şerif Hz. Peygamber'in yazılmasına
izin verdiğini ifade etmektedir. Bu hadis hakkında İbn Hacer şöyle diyor:
"Bu hadisi şerif zahiren, "Benden bir şey yazmayın. Her kim Kur'an'-dan başka

123]

benden bir şey yazarsa onu hemen silsin" hadis-i şerifine aykırı gibi görünmekte
ise de bu iki hadisin arasını şu şekilde telif etmek mümkündür:

1- Hadisleri yazmanın nehyedilmesiyle ilgili yasaklar vahyin inmekte olduğu ve
Kur'an âyetleriyle hadislerin karışması ihtimali bulunduğu dönemlere aittir. Hadislerin
yazılmasına izin verildiğini ifade eden hadisler ise bu endişenin ortadan kalktığı
dönemlere aittir.

2- Yahutta hadislerin yazılmasının yasaklandığını bildiren hadisler, hadislerin
Kur'an'Ia aynı yere yazılmasıyla ilgilidir. Hadislerin yazılmasına izin verildiğini
bildiren hadisler ise hadislerin Kur'an-ı Kerim âyetlerinin yazılı olmadığı yerlere
yazılmasıyla İlgilidir.

3- Hadis-i şeriflerin yazılmasına izin verildiğini bildiren hadisler, yazılmasını
yasaklayan hadislerin hükmünü neshetmişlerdir. Bu mevzudaki görüşlerin en sahihi
budur.

4- Bazıları da bu'mevzudaki yasağın yazıya güvenip hadisleri ezberlemeye lüzum
görmeyen kimselere, iznin ise böyle bir hataya düşmeyenlere ait olduğunu
söylemişlerdir. Bu görüşte olanlara göre, hadis yazmanın yasaklandığını bildiren

1241

Müslim hadisi merfu değildir; Ebû Saîd el-Hudri'nin sözüdür.

3650... Velîd'in şöyle dediği rivayet olunmuştur: Ben Ebû Amr'a;
Onların yazdığı nedir? diye sordum.

O gün Ebû Hureyre'nin, kendisinden (Peygamberden) duyduğu hutbedir, cevabını
1251

verdi.

4. Rasûlullah Adına Yalan Söylemenin Sorumluluğu

3651... Amir b. Abdullah b. ez-Zübeyr'in, babasından şöyle naklettiği rivayet
olunmuştur: (Babam) Zübeyr'e:

Diğer sahâbîlerinin kendisinden rivayet ettikleri gibi seni hadis rivayet etmenden
alıkoyan nedir? diye sordum, şöyle cevap verdi:

Allah'a yemin olsun ki, (aslında) Rasûlullah(s.a)'m yanında benim özel bir itibarım ve
yerim vardır. Fakat ben onu,"Kim benim adıma bile bile bir yalan söylerse
cehennemden yerini hazırlasın" buyururken işittim. (Bu yüzden hadisleri yanlış

[261

rivayet etme korkusundan buna yanaşamadım.)
Açıklama

Hz. Zübeyr'in, Rasûlullah (s.a)'m sohbetlerinde pek çok defalar bulunduğu ve ondan



pek çok hadis dinlediği halde, yanlış rivayet etme korkusuyla bu dinlediklerini rivayet
etmekten kaçınması, onun bir hadisi hata eseri olarak yanlış rivayet etmenin de bile
bile yanlış rivayet, etmek gibi veballi olduğuna inandığını gösterir. Gerçekten de bazı
kimseler için çok hadis rivayet etmekte hataya düşme ihtimali daha fazla olduğundan,
Zübeyr (r.a) çok hadis rivayet etmekten kaçınmıştır. Çünkü her ne kadar Cumhuru
ulemanın dediği gibi, kasıtsız ve hata eseri olarak yanlışlık yapan bir kimse bu hatadan
dolayı günahkâr olmazsa da, çok hadis rivayet etmede hataya düşme ihtimali bulunan
kimselerin bundan kaçınmaları ihtiyata daha uygundur. Dolayısıyla bu gibi hataya
düşme ihtimalinin kuvvetle belirdiği yerlerde ısrarla dolaşmak veballi bir iştir.
Hadis rivayetinde güvenilir kimseler bu gibi hatalara düşmeleri halinde halkın
gerçekle ilgisi olmayan rivayetlerle amel etmesine sebep olurlar. Binaenaleyh çok
hadis rivayet edince hataya düşme korkusundan emin olmayan kimselerin, bile bile
kendilerini bü tehlikeye atmaları günahtır. Bu durumda olan kimselerin Zübeyr (r.a)
gibi, çok rivayet etmekten kaçınmaları gerekir. Nitekim sahabeden pek çoğu çok hadis
rivayet etmekten kaçınmışlardır.

Çok hadis rivayet eden sahâbîler ise, hafızasına ve yazmasına güvenerek hataya düşme
tehlikesinden uzak olanlardır.

Yahutta bunlar uzun süre yaşadıkları için halk onların hafızasında bulunan hadisleri
öğrenmeye ihtiyaç duyup kendilerine müracaat etmişler, onlar da ilmi saklamanın
mesuliyetinden korktukları için bildiklerini söylemek zorunda kalmışlardır.
Hafız Münzirî'nin açıklamasına göre; metinde geçen "müteammiden = bile bile"
kelimesi, Buharı ile Nesâî'nin rivayetlerinde yoktur ve Nesâî ile Buharî'nin bu

[271

rivayetleri diğer rivayetlerden daha sağlamdır.

5. Bilgisi Olmadığı Halde Allah'ın Kitabı Hakkında Söz Söylemenin Hükmü

3652... Cündüb (b. Abdillah el-Becelî)'den Rasûlullah (s.a)'m şöyle buyurduğu rivayet
olunmuştur:

"Aziz ve Celil olan Allah'ın Kitabı üzerinde (sırf kendi) görüşüne dayanarak fikir

[281

beyan eden kimse, (konuşmasında) isabet bile etse yine de hata etmiş olur."
Açıklama

Bu hadis-i şerif; Tefsir için lüzumlu olan ilimleri öğrenmeden ve Tefsir ulemasının
görüşlerine bakmadan, sırf kendi aklına geldiği şekilde Kur'ân-ı Kerim âyetlerinin
lafızları ya da manaları hakkında açıklamalar yapan kimselerin bu açıklamalarında
tesadüfen isabet etmiş olsalar yine de hata etmiş olduklarını haber vermektedir.
Sırf kendi akıllarıyla Kur'an-ı Kerim âyetlerini tefsire kalkan kimselerin, bu hususta
yeterli bilgiye sahip olmadıkları için, yaptıkları açıklamalarda hataya düşmeleri
kaçınılmazdır. Böyle iken Kur'an-ı Kerim'i tefsire kalkışmaları demek, Kur'an-ı
Kerim'i keyiflerine göre tefsire yeltenmeleri demektir ki bu, Allah'a karşı bir cürettir.
Böylesi bir kimse yapmış olduğu açılamalarda isabet etmiş bile olsa, Allah'a karşı
cürette bulunmayı göze aldığı için, dağların ve taşların bile altından kalkamayacağı
büyük bir günah işlemiş demektir.

Hafız Süyûtî'nin açıklamasına göre, hadis-i şerifteki bu tehdit herhangi bir delile



dayanmadan sırf kendi aklına dayarak Kur'an-i Kerim'i tefsir eden kimseler
hakkındadır. Fakat bir kimsenin kuvvetli bir delile dayanarak Kur'an-ı Kerim âyetleri
hakkında fikir beyan etmesinde bir sakınca yoktur.
Bu mevzuda Aliyyü'l-Kârî şu görüşlere yer veriyor:

"Hafız İbn Hacer'in açıklamasına göre, Kur'an-ı Kerim'i sırf kendi aklına dayanarak
tefsir eden kimsenin isabet etmesi halinde bile hata etmiş sayılmasının sebebi, onun
isabet etmek için gerekli hazırlığı yapmamış olması ve bu iş için şuurlu hareket
etmemiş olmasıdır.

Fakat Kur'an-ı Kerim'in manasını ortaya çıkarmak gayesiyle şuurlu bir şekilde gerekli
hazırlığı yaptıktan sonra âyetlerinin tefsirine girenler ise bunun tersinedir. Bunlar hata
bile etmiş olsalar ecir alırlar. Çünkü bunlar hadlerini aşmamışlardır. Bir rivayete göre
bu ikinci kısma girenler hata ettikleri halde bile iki ecir alırlar. Diğer bir rivayete göre,
eğer isabet ederlerse on, edemezlerse iki ecir alıîlar. Çünkü müctehid gibi doğruyu
ortaya çıkarmak için olanca gücünü sarf etmişlerdir.

Binaenaleyh Kur'an-ı Kerim'i tefsir etmek isteyen bir kimsenin şu ilimleri bilmeden
Kur'an-ı Kerim tefsirine girişmemeleri gerekir: 1) Lügat, 2) Nahiv, 3) Sarf, 4) İştikak,
5) Meâni, 6) Beyân, 7) Bedi', 8) Kıraat, 9) Kitap ve Sünnet, 10) Esbâbü'n-Nüzûl, 11)
Kıssalar, 12) Nâsih, 13) Mensüh, 14) Fıkıh ve Kur'an-ı Kerim âyetlerinin mücmelini

1291

açıklayan hadisler, 15) İlm-i Mevhibe."
Bu hususta İmam Mâverdî de şöyle diyor:

"Şüpheli işlerden kaçınmayı kendilerine usul ittihaz etmiş olan müslü-manlardan
bazıları, bu hadisin zahirine sarılarak, ellerinde sarih naslara uygun deliller olsa bile
Kur'an-ı Kerim'den hüküm çıkarmaktan kaçınmayı prensip haline getirmişlerdir.
Onların bu tutumu, kulluğumuzu yerine getirmemizin ancak kendisiyle mümkün
olacağı Kur'an ilimlerinden ve Kur'an'dan hüküm çıkarma mükellefiyetinden kaçmak
anlamına gelir. Nitekim bu hususta yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "...İçlerinden,
işin iç yüzünü araştırıp çıkaranlar, onun ne olduğunu (haberin neye delâlet ettiğini)

£301

bilirlerdi..."

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde onun hükümlerini çıkarabilecek kişilerin
bulunduğunu haber verdiğine göre, bu kimselerin görüşleri ve tutumları doğru
değildir.

Bir başka ifadeyle onların bu görüşleri doğru olsaydı Kur'an-ı Kerim'den hiçbir
kimsenin bir hüküm çıkarmaması ve insanların pekçoğunun Kur'an-ı Kerim'den hiçbir
şey anlayamaması icabederdi.

Binaenaleyh, eğer bu hadisin sahih olduğunu kabul edersek onu şöyle tefsir etmemiz
gerekir:

Kur A an'm lafızlarının ifade ettiği derin manalara nüfuz etmekten aciz olan kimse, sırf
kendi aklına göre onu tefsire kalkar ve bu tefsirinde hakka isabet edecek olursa o
kimse yine hata etmiş sayılır. Çünkü o tesadüfen doğruyu söylemiştir. Maksadı ise sırf

£311

kendi görüşünü ortaya koymaktır ve hakkı söylediğine dair bir delili de yoktur."
6. (Hz. Peygamberin Söylediği) Bir Sözü (Üç Defa) Tekrarlama (Sının Hikmeti)
3653... Peygamber (s.a)'in hizmetçilerinin birinden rivayet olunduğuna göre;



132]

Peygamber (s. a) bir söz söylediği zaman onu üç defa tekrarlarmış.



Açıklama

Fahr-i Kâinat Efendimizin, bazen yahutta ekseriyetle söylediği sözleri üç defa
tekrarlamasının sebebi hususunda hadis sarihleri şu görüşleri ileri sürmüşlerdir:

1- Hz. Peygamber her söylediği sözü değil, ancak anlaşılması güç olan cümleleri
tekrarlardı ki bundan maksadı, dinleyenlerin bu sözleri kolayca anlamalarım
sağlamaktı. Hanefî ulemasından Sindi bu görüştedir.

2- Rasûl-i Zişan Efendimizin sözlerini bu şekilde tekrarlaması, dinleyen kimseler
içerisinde anlayışı kıt kimselerin bulunması ile ilgili olabileceği gibi, söylediği sözler
arasında anlaşılması zor ince manalı sözlerin bulunmasıyla da ilgili olabilir.

Hz. Peygamber bu tekrarlar ile, anlayışı kıt kimselerin de o sözleri anlamasını
sağlamak ve derin manalı sözlerin tekrar işitilip anlaşılmasına imkân vermek istemiş
olabilir. Hattâbı (r.a) bu görüştedir.

3- Zihinlere daha iyi yerleşmesi ve tesirinin daha fazla olması için sözlerini
tekrarlamış olabilir. İmamlardan bazıları da bu görüştedir.

4- Bezlü'l-Mechûd yazarına göre Hz. Peygamber'in sözlerini tekrarlamaktan maksadı,

[33]

onların daha kolay bellenmesi içindir.

7. Sözleri Ara Vermeden Peşi Peşine Ve Acele Olarak Söylemenin Hükmü

3654... Urve (r.a)'den rivayet olunmuştur, dedi ki: (Bir gün) Ebû Hureyre namaz
kılmakta olan Aişe (r.anha)'nin odasının yanma oturup iki defa: "Ey odanın sahibi,
(beni iyi) dinle" diyerek söze başladı (ve Hz. Peygamber'den bir hadis nakledip gitti).
(Hz. Aişe,) namazım bitirince;

(Ey Urve), sen (Ebû Hureyre'nin) şu (davranışı)nı ve sözünü (söyleyiş tarzım)
beğendin mi? (Şunu iyi bil ki) Rasûlulah (s. a) bir söz söylediği zaman onu saymak

041

isteyen bir kimse sayabilirdi, dedi.
Açıklama

Bu hadis, Rasûlullah (s.a)'in, dinleyicilerin rahatça takip edebileceği derecede ağır ve
yavaş konuştuğunu ifade etmektedir. Rasûl-i Zîşan Efendimizin bu üslubu, İslâm
davetçileri için gözönünde bulundurulması gereken çok önemli bir husustur.
İyi bir hatipten beklenen, anlatacağı konuyu rahat, mutedil bir konuşma şekliyle
anlatmasıdır. Konuşurken takip edilemeyecek derecede hızlı ve acele konuşan hatipler
dinleyiciye fazla bir şey veremezler. Sözlerinin doğru ve haklı, kendilerinin samimi ve
bilgili olması neticeyi fazla değiştirmez. Acele ile yapılan bir konuşmada fikirler
arasındaki bağ kopar.

Hızlı konuşan bir hatibi dinleme mecburiyetinde kalanlar, hitabetin bitmesiyle derin
bir nefes alırlar. Ruhen sıkıntı basmış ve yorulmuşlardır. Böyle bir konuşmanm

£351

faydasından söz edilemez.



Hz. Peygamber'in bu konuşma üslubu İslâm davetçileri için olduğu kadar, günlük

[361

hayattaki her türlü konuşmalarda tüm müslümanlar için de önemli bir husustur.

3655... Urve b. Zübeyr'in şöyle dediği rivayet olunmuştur: Peygamber (s.a)'in hanımı
Âişe dedi ki:

(Ey Urve, şu davranışıyla) Ebû Hureyre (senin) hoşuna gitti mi? (Bak) ben teşbih
çekerken odamın yanma oturmuş, Peygam-ber(s.a)'den hadis rivayet ediyor ve bunu
işittirmeye çalışıyor. Ben teşbihimi bitirmeden de kalkıp gitti. Eğer ona
yetişebilseydim kendisine; kuşkusuz Rasûlullah (s. a) hadisi sizin serdettiğiniz gibi

[371

serdetmezdi diye cevap verecektim.
Açıklama

Bu hadis-i şerif de Hz. Peygamber'in, sözlerini tane tane, muhatabın rahatça takip
edebileceği derecede yavaş konuştuğunu; kelimeleri alelacele, arka arkaya
sıralamaktan kaçındığını ifade etmektedir.

Gerçekten Rasûlullah (s,a), dinleyiciden gelecek bütün şikâyetleri bertaraf edecek bir
tempo ile, hiç acele etmeden ağır ağır, tane tane konuşmuştur.

Bu sebepledir ki, onun konuşmasını takip edemediği için sözünü tekrarlamasını
isteyen bir tek ferdin varlığını bilmiyoruz. Ancak, sözlerindeki derin manayı kavrama
ve sözlerindeki güzelliği bir defa daha duymak maksadıyla sözlerini tekrar etmesini

£381

isteyenler olmuştur.

8. (Fitneye Yol Açabilecek Hususlarda) Fetva Vermekten Kaçınmalıdır

3656... Muâviye (r.a)'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s. a) (ümmetine),

[391

yanıltıcı sözler söylemeyi yasaklamıştır.
Açıklama

kelimesinin tekili dır. Bu kelime yanlışlık anlamına gelen "galat" kökünden gelir.
Hattâbî'nin açıklamasına göre; hadis-i şerifte, ulemayı halkın gözünden düşürmek gibi
maksatlarla onlara anlaşılması ve anlatılması güç sorular yöneltmenin bizzat Hz.
Peygamber tarafından yasaklandığı ifade edilmektedir. Hadis-i şerif, halkın ilim
adamlarına kasıtlı olarak bu gibi sorular yöneltmesinin caiz olmadığını ifade ettiği
gibi, ilim adamlarının, insanların ihtiyaç duymadığı lüzumsuz meselelere dalmalarının
ve vakitlerini bu gibi fay-dasiz meşguliyetlerde zayi etmelerinin caiz olmadığına
delâlet etmektedir. Bu bakımdan ilim adamı, kendisine sorulan bilmediği bir meseleye
hemen cevap vermekten kaçınmalı ve meseleyi iyice bildiğinden emin olmadıkça o
hususta fetva vermemelidir.

Nitekim Übey b. Kâ'b'a bir kimse son derece kapalı bir mesele sorduğu zaman, "Bu
meselenin cevabı sana hemen şimdi lâzım mıydı?" diye sormuş, hayır cevabını alınca,
"Öyleyse bu mesele sana lâzım oluncaya kadar bana mühlet ver de o zaman sana



cevap vereyim" demiştir.

Yine bir kimse Mâlik b. Enes'e, namazda unutarak bir şey içen kimsenin namazının
bozulup bozulmadığını sormuş. İmam Mâlik ona, (sorusunun lüzumsuz olduğunu
anlatmak için) "Niçin (bir şeyler) yememiş de (içmiş)?" şeklinde cevap vermiştir.
Esasen, insanların birinci derecede ihtiyaç duydukları meseleler çözüm beklerken
henüz ihtiyaç duyulmayan meselelerle uğraşmak doğru değildir. Nitekim Peygamber
Efendimiz, "Kişinin kendisini alâkadar etmeyen şeyleri terketmesi mü si uman lığının

1401

güzelliğîndendir." buyurmuştur.

Daha sonraki asırlarda İmam Ebû Hanîfe gibi bazı fıkıh imamlarının, henüz İnsanların
başına gelmemiş olan meseleleri çözmek için çaba sarfettikleri ve bu meseleleri
çözdükleri görülmüşse de onlar, kendi devirlerindeki İhtiyaçları çözdükten ve gelecek
nesillerin bu meselelere gerçekten ihtiyaç duyacaklarını çok iyi anladıktan ayrıca bu
meseleleri çözmenin kendileri için bir görev olduğuna inandıktan sonra bu işlere
girişmişlerdir. Gerçekten de bu sayede kendilerinden sonra gelen kadirşinas nesiler
tarafından takdirle ve rahmetle anılmışlardır.

İnsanlığın birinci derecede çözüm bekleyen meseleleri varken hiç karşılaşmadıkları
veya karşılaşmaları ihtimal dahilinde olmayan meselelerle uğraşmak, yahutta insanları
yanıltmak gayesiyle çeşitli bilmeceler, karışık meseleler düzenlemek bunun dışındadır.
İşte hadis-i şerifte yasaklandığı belirtilen husus, bu ikinci kısım meselelerle
uğraşmaktır. Talebelerin meseleleri daha iyi kavrayabilmeleri için onlara fıkhı
bilmeceler ve benzeri muğlak meseleler sormakta bir sakınca yoktur.
Münzirî'nin açıklamasına göre, bu hadisin senedinde Ebû Hatim er-Râzî'nin; kimliği

[41]

meçhul diye nitelendirdiği Abdullah b. Sa'd vardır.

3657... Ebû Hureyre (r.a)'den, rivayet olduğuna göre, Rasûlullah (s. a) şöyle
buyurmuştur:

"Bir kimseye, ilimsiz olarak fetva verilirse, bu fetva (ile amel etme) nin günahı onu
veren kimsenin üzerine olur."

Süleyman el-Mehrî (yukarıdaki hadise) ilâve olarak şunları da rivayet etti: "Herkim
(kendisine danışan din)kardeşine bir işte gerçek olmadığını bildiği halde bîr şeyi
tavsiye ederse (tavsiyede bulunduğu) kardeşine ihanet etmiş olur."

1421

Süleyman'ın (rivayet ettiği) hadisin metni budur.
Açıklama

Bu hadis-i şerif, fetva verme ehliyetine sahip olmayan bir kimsenin verdiği yanlış
fetvalarla yapılan amellerin günahının, bu fetva ile amel eden cahil kimselere değil,
bizzat bu fetvayı veren ehliyetsiz kimseye ait olduğunu ifade etmektedir.
Bu bakımdan hadis-i şerif, ehliyetsiz oldukları halde fetva vermeye cüret eden
kimseler hakkında çok büyük bir tehdidi ihtiva etmektedir. Fahr-i Kâinat Efendimiz
başka bir hadisinde de, "Sizin fetvaya en cüretliniz ateşe atılmaya en cüretkâr
143]

olanmızdır" buyurmuştur.

Binaenaleyh dinî bir mesele hakkında kendisinden fetva istenen bir kimse, o



meselenin cevabı hakkında şer'î bir esasa dayanmadan, bu husustaki dinî hükümlere
lâyıkıyla muttali olmadan asla cevap vermemelidir.

Bazıları bu hadise, "Vebali bu fetva ile amel eden kimseye olur" diye mana

[441

vermişlerse de birinci mana daha doğrudur.

Ehliyetsiz olduğu halde dinî meselelerde fetva veren bir kimse; din adına büyük
iftirada bulunmuş, şer'î hükümlere karşı laubali davranmış, müslümanların
mukaddesatına karşı tecavüzkâr bir tavır takınmıştır.

Bu fetvayı alan kimse ise, aldığı fetvanın yanlışlığını bildiği halde yine de bu fetva ile
amel edecek olursa, amelinden doğacak olan vebalin bir misli de kendi defterine
yazılır.

İctihad ehliyetini haiz olan kimselerin ictihadlanndan doğan hatalar ve onların hatalı
fetvaları ile amel etmek ise bu hükme girmez. Çünkü onların davranışlarında en küçük
bir laubalilik olmadığı gibi doğruyu bulmak için gerekli ilimleri tahsil etmiş ve olanca
güçlerini sarfetmiş olmaları açısından, onlardan daha fazlasını beklemek, güçlerinin
yetmediği şeyi istemek gibi bir haksızlık olur.

Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte, din kardeşine bile bile yanlış bir tavsiyede
bulunan kimsenin, emanet vasfını kaybedip hainlik vasfını kazanmış olduğu

1451

açıklanmaktadır. Bir hadis-i şerifte, "Kendisine danışılan zat emindir"
buyurulduğundan, bir meselede kendisiyle istişare edilen kimse, kendisi hakkında ne
kadar iyilik düşünüyorsa kendisine danışan kimse hakkında da o kadar iyilik
düşünmelidir. Aksi takdirde hainler sınıfına girmiş olur.

Başkalarıyla istişare ihtiyacı duyan bir kimse de istişare için, fikirlerine ve

146]

doğruluklarına güvenilen dürüst, mütefekkir ve emin kimseleri seçmelidir.
9. İlme Engel Olmanın Kötülüğü

3658... Ebû Hureyre(r.a)'den rivayet olunduğuna göre, Rasûlullah (s. a) şöyle
buyurmuştur:

"Bir kimse kendisinden sorulan bir meseleyi gizler de cevap vermezse, Allah, kıyamet

£421

gününde ona ateşten bir gem vurur."
Açıklama

Müslümanlar, kesin olarak bildikleri bir meseleyi bir ihtiyaca dayanarak soran
kimselere açıklamakla mükelleftirler. Bu hususta bildiklerini açıklamayanlar manevî
cezaya müstehak olurlar. Şu kadar var ki, kendisinden sual edilen zat bu meseleyi
güzelce bilmelidir. Soran kimse de güzel bir maksatla sormuş olmalıdır. Aksi takdirde

1481

cevap vermek gerekmez.

Bu mevzuda Hattâbî (r.a) şöyle diyor:

"Bu hadis-i şerifte, saklanılması ahirette ateşten gem vurulma ce zasmı
gerektirdiğinden bahsedilen ilimden maksat, öğretilmesi ve öğ renilmesi farz-ı ayın
olan ilimlerdir. Müslüman olmak istediği için "Din nedir? İslâm nedir? Bana



öğretiniz" diyen bir kâfiri gören kimse nin ona dininin ve İslâmm ne olduğunu
öğretmesi, yahutta yeni müslüman olup namaz kılmasını İyice bilmeyen ve namaz
vakti yaklaştığı için, "Bana namazın nasıl kılınacağını öğretiniz" diyen kimseyi gören
bir müslümanm namazı öğretmesi; haramlar ve helâller hakkında fetva isteyen bir
kimseye bunları öğretmek gibi hususlar da bu hadisin kapsamına girer. Çünkü bu gibi
meselelerde sorulan bir soruya cevap vermekten kaçman kimseler günahkâr ve bu
hadis-i şerifin bahsettiği tehdide hedef olurlar. Öğrenilmesi nafile olan ve insanlarm
öğrenmeye ihtiyaçları olmayan bilgileri öğretmenin hükmü ise böyle değildir.

1491

Nitekim Kadı İyaz'a,"İHm tahsil etmek her müslümana farzdır" hadisinin hükmü
sorulunca; "Burada kastedilen ilimden maksat, kendisiyle amel edilmesi farz olan
şeylerdir. Kendisiyle amel etmen sana farz olmayan şeyleri öğrenmen de sana farz
değildir" cevabını vermiştir."

Görülüyor ki Hattâbî, burada bir meseleyle ilgili ilmi saklamaktan doğacak
sorumluluğun derecesini, o ilmi öğrenmenin derecesiyle ölçmektedir. Bir başka
ifadeyle, Öğrenilmesi farz olan bir ilmi saklamanın haram, vacip olan bir ilmi

[50]

saklamanın mekruh olduğunu açıklamaktadır.
10. İlmi Yaymanın Fazileti

3659... Abdullah b. Abbas (r.anhüma)'tan rivayet olunduğuna göre, Rasûlullah (s. a)
şöyle buyurmuştur:

"Siz (bir hadisi) benden işitirsiniz, (sonra siz onu bir yerde rivayet edince) sizden

[51]

işitilir. (Sonra sizden işiten kimse onu nakleder de) sizden işitenden işitilir."

3660... Zeyd b. Sabit (r.a)'ten rivayet olunmuştur; dedi ki:
Ben Rasûlullah (s.a)'ı şöyle derken işittim:

"Allah, benden bir hadisi işitip de onu (güzelce) ezberleyip başkasına (eksiksizce)
aktaran kimsenin yüzünü ak etsin. Nice fıkıh ilmine (esas teşkil eden hadislere) sahip
olup da onu kendisinden daha anlayışlı bir kişiye aktaran kimseler vardır. (Bu bilgiyi
aktardığı kimseler de onun inceliklerini kavrayıp halka açıklar.) Nice fıkıh ilimine
(esas teşkil eden hadislere) sahip olup da (o hadislerin inciliklerine nüfuz edecek

[52]

şekilde) anlayışlı olmayan kişiler de vardır."

3661... Sehl b. Sa'd(r.a)'dan rivayet olduğuna göre Peygamber (s. a) şöyl'e
buyurmuştur:

"Allah'a yemin olsun ki senin hidayete vesile olman sayesinde Allah'ın bir adama

[53]

hidayet vermesi, senin için kırmızı develer (i elde etmenden daha hayırlıdır."
Açıklama

Bu babda gelmiş olan hadisler Kitap ve sünneti ve bunlardan çıkartılan dinî ilimleri
yaymanın faziletine delâlet etmektedir.



Bunlardan, 3659 numaralı hadis-i şerifte ilmin müslümanlar arasında ve nesilden
nesile aktarılması emredilirken, 3660 numaralı hadis-i şerifte "el-cezaü min cinsil
amel" kaidesince, dinî ilimleri nesiller arasında yayarak ilmin parlamasına vesile olan
kimselerin yüzlerinin mırlamp parlaması,dünya ve ahirette ak çıkması için Hz.
Peygamber tarafından dua edilmektedir. Fıkıh ilmine vâkıf olmadığı için hafızasındaki
hadislerden hüküm çıkarmaya gücü yetmeyen hadis hafızlarının bildikleri hadisleri
onlardaki hükümleri kavrayan ve bu hükümlerle müslümanlarm müşkillerini çözebilen
fıkıh âlimlerine aktarmalarının önemine işaret edilmekte ve bildiği hadisleri rivayet
eden kişilerin nasıl bir hayra vesile olacaklarına dikkat çekilmektedir. 3660 numaralı
hadis-i şerif hakkında Hattâbî şöyle diyor: "Bu hadiste geçen, "Fıkıh ilmine malzeme
teşkil edecek hadisleri bilen nice kimseler vardır ki" cümlesi, fıkıh ilmini en son
derecesine kadar bilemeyen bir kimsenin, hadisi kendi anlayışına göre kısaltarak
rivayet etmesinin caiz olmadığına delâlet eder. Çünkü fıkhın inceliklerine lâyıkıyla
vâkıf olmayan kimse onu kısaltırken hadis-i şeriften hüküm çıkarmaya vesile olacak
incelikleri bilmeden hazfeder. Dolayısıyla hadisten beklenen gaye kaybolup gider.
Bu husus aynı zamanda fıkıh ilmini öğrenmenin farz olduğuna delâlet etmekte ve
hadislerdeki manaları ve incelikleri iyi kavrayıp meydana çıkarmaya teşvik
etmektedir."

3661 numaralı hadis-i şerifte ise hadislerin tüm insanlar arasında yayılmasına hizmet
ederek, bir kimsenin İslâm hidayetine erişmesine vesile olmanın insanlar tarafından en
çok rağbet edilen ve beğenilen dünya mallarına erişmekten daha hayırlı olduğu
1541

vurgulanmaktadır.

11. İsrail Oğullarından Hikâyeler Rivayet Etmenin Hükmü

3662... Ebû Hureyre (r.a)'den rivayet olunduğuna göre Rasûiul-lah (s. a) şöyle
buyurmuştur:

"İsrail oğullarından (geçmiş devirlere ait haberler) rivayet etmenizde bir sakınca
[55]

yoktur."
Açıklama

Hz. Peygamber, İslâmî esasların iyice kavranamayıp gönüllere lâyıkıyle yerleşemediği
İslâmm ilk yıllarında, karışıklıklara sebep olacağı endişesiyle İsrail oğullarından bir
takım kıssaların dinlenmesini yasaklamıştı.

Fakat İslâmiyetin yavaş yavaş tamamlanıp kemale ermesi ve gönüllere iyice
yerleşmesi ile bu gibi tehlikeler ortadan kalkınca bu yasağı kaldırdı. Onlardan rivayet
yoluyla o devre gelebilen olaylardan senetleri itibarıyla doğru olmadıkları anlaşılan
haberleri, yanlışlıklarını bilerek ve doğru olduklarına inanmayarak rivayet etmekte ve
dinlemekte bir sakınca olmadığını bildirdi. Çünkü artık sahabe-i kiram (r.a) hazretleri
İsrail oğullarının kendi kitaplarını tahrif ettiklerini iyice öğrenmişler, kendilerine
erişen bir İsrail kıssasının aslı olup olmadığını rahatça kavrayacak bir seviyeye
gelmişlerdi. Bu haberlerden İslâm'a uygun olanlarını kabul ediyorlar, uygun
olmayanlarını da reddedebiliyorlardı. Bu bakımdan Hz. Peygamber'in, İsrail
oğullarından kıssa rivayet edilmesine izin vermekle, onların asılsız hikâyelerinin kabul



edilmesine izin verdiği söylenemez.
Nitekim bu mevzuda Hattâbî şöyle diyor:

"Hz. Peygamber'in buna izin vermesi, onların asılsız haberlerinin doğru gibi
anlatılmasını mubah kılma anlamına gelmez. Ancak bu ruhsatın manası, tarihin
aydınlatamadığı İsrail oğullarının tarihiyle ilgili hâdiseleri imkânların elverdiği
nisbette nakledilebileceğini gösterir. Çünkü bunların aslını rivayet etmenin her zaman
mümkün olmadığı, dolayısıyla onların bu anlayışla nakledilmesinde bir sakınca
bulunmadığı anlamına gelir.

Ayrıca bu hadis sened zincirine riayet etmeden Hz. Peygamber'den hadis rivayet
etmenin caiz olmadığına da delâlet etmektedir.

Metinde geçen, "sıkıntı ve sakınca yoktur" sözünün buradaki manası hakkında değişik
görüşler ileri sürülmüştür. Bunlardan bazıları şöyledir:

1- Onlardan duyacağınız bazı garip şeyler sizin gönlünüze ve kalbinize
bir sıkıntı vermez.

2- Onlardan duyacağınız haberleri nakletmemenizde bir sakınca yok tur. Bu görüş,
"rivayet ediniz" emrinin farziyyet ifade etmediğini göster mek için söylenmiştir.

3- Onlardan doğru haberler nakletmenizde bir sakınca yoktur. Faka
asılsız haberler nakletmeyiniz.

İmam Mâlik'e ait olan bu görüşü İbn Hacer el-Feth isimli eserinde nakletmiştir.
Hanefî ulemasından İbn Abidin de bu görüştedir. Bu mevzuya daha önce 3644

1561

numaralı hadisin şerhinde de temas etmiştik.

3663... Abdullah b. Arar' 'an şöyle dediği rivayet olunmuştur:

Allah'ın Peygamberize sabaha kadar İsrail oğulları (nm kıssaları)nı anlatırdı. Namazın
büyüğü (olan sabah namazının yahutta teheccüd namazının vakti gire)ne kadar (bu

[571

sohbetten) kalkmazdı.
Açıklama

Bir önceki hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi tarihin aydınlatamadığı
karanlık dönemlere ait İsrail oğullarıyla ilgili kısasların hepsinin aslım tesbit etmek
mümkün değildir.

Bu kıssaların pek çoğu asılsız olduğu gibi içlerinde doğru olan ibretli kıssalar da
vardır. Binaenaleyh prensip olarak bunların İslâmiyete uygun olanları, doğru olduğu
için alınır, İslâmiyete uygun olmayanları da atılır.

Kuşkusuz Hz. Peygamber bunların doğru ve hikmetli olanlarını ümmetine anlatmış,
onların bu kıssalardan ibret almalarına ve bu sayede kalplerinin incelemesine yardımcı
olmuştur.

Ancak Rasûl-i Zîşan Efendimizin, yatsıdan sonra hemen yatmak sünnet-i
saniyyelerinden idi. Ümmetine de yatsıdan sonra hemen yatmalarını tavsiye ederdi.
Bu bakımdan Hz. Peygamber'in sabah namazına kadar bütün bir geceyi sohbe ederek
geçirdiği düşünülemeyeceğinden, Bezlü'l-Mechûd sahibi, bu hadîsi şöyle açıklamıştır:
"Eğer sohbete teheccüd namazından önce başladıysa teheccüd namazını kihneaya
kadar bu sohbete devam ederdi. Bize o zamana kadar İsrail oğullarından ibretli ve
hikmetli kıssalar anlatırdı.



Eğer sohbete teheccüd namazından sonra başlayacak olursa bu sohbet sabah namazına
kadar devam ederdi ve bize o zamana kadar İsrail oğullarına ait hikmetli kıssalar
[581

anlatırdı."

12. Allah Rızası Gözetilmeden İlim Tahsil Etmenin Hükmü

3664... Ebû Hureyre (r.a)'den rivayet olunduğuna göre, Peygamber (s. a) şöyle
buyurmuştur:

"Kendisi ile Allah'ın rızası kazanılan bir ilmi, sırf dünya menfaati elde etmek için

1591

öğrenen bir kimse kıyamet günü cennet kokusu bulamayacaktır."
Açıklama

Metinde geçen "kendisi ile Allah'ın rızası kazanılan" anlamındaki cümleyle kastedilen
dinî ilimlerdir. Bu bakımdan hadisteki tehdide hedef teşkil edenler, dinî ilimleri sırf
dünya menfaati düşüncesiyle tahsil edenlerdir. Binaenaleyh bu ilimlerin dışında kalan
herhangi bir ilmi Allah'ın rızasını gözetmeyerek sırf dünya menfaati temini
maksadıyla öğrenen bir kimse bu hadisteki tehdide hedef teşkil etmediği gibi, dinî
ilimleri sırf dünya menfaati için tahsil etmeyip hem dünya menfaati hem de Allah
rızası için tahsil edenler de bu tehdide hedef teşkil etmemektedirler. Ayrıca bu hadis-i
şerifte Allah rızası için tahsil edilmesi gereken ilimleri sırf dünya menfaati için tahsil
edenlerin kıyamet gününde cennet kokusu bulamayacakları
da ifade edilmektedir.

Her ne kadar zahiren bu söz onların asla cennete giremeyecekleri anlamına gelirse de
şirkten gayri günahların affedilmesi ümit edildiğinden hadis sarihleri söz konusu
cümleyi, "Bu gibi kimseler cennete ilk girenlerden olmaya hak kazanamayacaklardır.
İman ile öldükleri takdirde bunların işler diğer günahkârların işleri gibi Allah'a
kalmıştır. Yüce Allah dilerse onları affeder, dilerse bir süre azap ettikten sonra

[601

cennetine koyar" şeklinde tefsir etmişlerdir.

13. Vaaz Ve Nasihat Etmenin Hükmü

3665... Avf b. Mâlik el-Eşcaî'den, ben Rasûlullah (s.a)'ı şöyle buyururken işittim
dediği rivayet olunmuştur:

161]

"Devlet başkanı, memur ve büyüklük taslayandan başka vaaz eden olmaz."
Açıklama

Bu hadis-i şerif hakkında Hattâbî şu açıklamayı yapmıştır: Bana erişen haberlere göre
bu mevzuda Şureyh: Bu hadis-i şerifte vaaz ve nasihat kelimesiyle kastedilen hutbedir,
demiştir. Çünkü hutbeyi devlet başkanları okur ve hutbelerinde halka vaaz ve nasihatta
bulunurlar. Kendilerinin bulunamadıkları yerlerde de bu hutbeyi onların görevlen-
dirdiği hatipler okurlar, halka vaaz ve nasihatta bulunurlar.



Bunların dışında bir de hutbe okumak için kendi kendilerini görevlendirmiş kişiler
vardır ki, bunların maksatları sırf halkın gönlünü kazanarak onlara başkan olmaktır.
Devlet başkanı tarafından hutbe okumaları için hiçbir izin ve ruhsat verilmemiş olan
bu kimselere muhtâl (büyüklük taslayan) denir. Bazılarına göre halka vaaz ve
nasihatta bulunan kimseler üç kısımdır:

1- Müzekkir (hatırlatıcı): Bunlar halka Allah'ın dünya ve ahiretteki nimetlerini
hatırlatarak onları bu nimetlerden dolayı Allah'a şükretmeye teşvik ederler.

2- Vaiz: Bunlar da halka, Allah'ın kendisine isyan edenler için hazırlamış olduğu azabı
ve bu husustaki tehditlerini hatırlatarak onları günahlardan alıkoymaya çalışan
kimselerdir.

3- el-Kâss: Bunlar halka geçmiş ümmetlerin başlarından geçen, onların saadetlerine ya
da helak olmalarına sebep olan ibretli haberleri nakleden kimselerdir. Bunlar,
anlattıkları haberlerin gerçeğe tam manasıyla uygun olup olmadığından emin
olamazlar. Fakat birinci ve ikinci guruba girenler bu hadise göre emniyettedirler.
Hanefî ulemasından Aliyyü'l-Kârî ile Sindî'ye göre bu hadiste geçen kıssa kelimesiyle
kastedilen hutbedir.

Bu bakımdan hadis-i şerif hutbe okumanın ancak devlet reisinin yetkisi olduğuna
delâlet etmektedir. Ancak devlet reisi dilerse bu hutbeyi kendi okuyabileceği gibi
başka birine de okutturabilir. Fakat devlet başkanı olmayan ya da devlet başkanı
tarafından hutbe okumakla görevlendirilmeyen bir kimsenin hutbe okumaya selahiyeti
yoktur. Okuduğu takdirde yaptığı tekebbürden ve riyadan başka bir şey değildir.
Hanefî âlimleri, hutbe okumak için izin verilmiş olması hükmünün, namaz kıldırmak

[62]

için izin verilmiş olması hükmü gibi olduğunu söylemişlerdir.

3666... Ebû Saîd el-Hudrî(r.a)'den şöyle dediği rivayet olunmuştur:
Muhacirlerin fakirlerinden oluşan bir cemaatle birlikte oturuyordum. Onlardan bazıları
(avret mahallerine yakın olan) bazı çıplak yerlerini (üzerleri iyi örtülü olan) bazı
(arkadaşlarının arkalarına gizlenmek suretiyle) örtüyorlardı. (Orada bulunan bir
Kur'an) okuyucu (su) bize (Kur'an) okuyordu. O sırada Rasûlullah (s. a) çıkageldi ve
yanımıza gelip durdu. Rasûlullah (s. a) gelince (Kur'an) okuyan (kimse okumayı
bırakıp) sustu. Bunun üzerine (Hz. Peygamber bize) selâm verdi ve, "Ne
yapıyorsunuz?" diye sordu. (Biz de) "Ey Allah'ın Rasıilu, bu bizim okuyucumuzdur.
Bize Kur'an okuyordu, biz de yüce Allah'ın kitabını dinliyorduk" cevabını verdik.
Bunun üzerine Allah'ın Rasûlu (s. a), "Ümmetimden, kendileri ile birlikte sabretmekle
emrolunduğum kimseler yaratan Allah'a hamd olsun" diye hamdü senada bulundu.
Aramızda kendisini (yakınlık bakımından hepimize) eşit (derecede) tutabilmek için
(tam) ortamıza oturdu. (Ravi Hz. Peygamber'in aralarına oturuş şeklini anlatabilmek
için) eliyle, "İşte şöyle" d.iyeişaret etti, (sonra sözlerine devamla şöyle dedi: Orada
bulunan halk) hemen (onun etrafında) halka oldular, (hepsinin yüzleri) onun karşısına
geldi. (Fakat) Rasûlullah (s.a)'m karanlıkta onlardan, benden başka birini
tanıyabildiğini zannetmiyordum.
Rasûlullah (s. a) (bizi karşısında bu şekilde görünce);

"Ey muhacirlerin fakirleri, sizi kıyamet gününde (kavuşacağınız) tam bir nurla
müjdeliyorum. Siz cennete zenginlerden yarım gün önce gireceksiniz. Bir (tam) gün

163]

(dünya senesiyle) beşyüz senedir" buyurdu.



Açıklama



Fahr-i Kâinat Efendimiz, "Ümmetinden kendileriyle birlikte sabretmekle
emrolunduğum kimseler yaratan Allana

hamdolsım" mealindeki sözleriyle, "Nefsini sabah akşam, rızasını isteyerek Rablerine

£641

yalvaranlarla beraber tut..." mealindeki âyet-i kerimeye işaret etmiştir.
Mevzumuzu teşkil eden bu hadisin bab başlığı ile ilgisi, Hz. Peygamber'in, fakir
muhacirlere, fakirliğe sabretmenin mükâfatıyla ilgili vaaz ve na-sihatta bulunup, bu
sabrın mükâfatının büyüklüğü ile ilgili müjde vermesidir.

Bu hadis-i şerif, Allah yolunda yurtlarını terkeden ashab-ı kiramın nasıl bir fakrü
zaruretle karşılaştıklarım, vücutlarım iyice örtecek bir elbise bile bulamayacak duruma

£651

düştüklerini ifade etmesi yönüyle de son derece ilgi çekicidir.

3667... Enes b. Mâlik(r.a)'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a) şöyle
buyurmuştur:

"Sabah namazından sonra güneş doğ(up ta bir mızrak boyu çıkıncaya kadar Allah'ı
zikreden bir toplulukla beraber oturmam bana İsmail (a.s)'in çocuklarından dördünü
kölelikten kurtarmamdan daha sevimlidir.

İkindi namazından sonra güneş batmcaya kadar Allah'ı zikreden bir cemaatle beraber

[661

oturmam ise bana dört insanı kölelikten kurtarmamdan daha sevimlidir."
Açıklama

Metinde geçen "gün doğuncaya kadar" sözünden maksat,tercümede de işaret ettiğimiz
gibi güneşin doğmasından bir mızrak boyu yani beş derece yükselmesine kadar olan

£621

vakittir.

Bu hadisin bab başlığı ile ilgisi Hz. Peygamber'in ümmetine vaaz ve nasihatte
bulunduğunu ve dolayısıyle vaaz ve nasihat etmenin caiz olduğunu ifade etmektedir.
Hadisin zahirinden anlaşıldığına göre, Hz. İsmail evladından dört kişiyi kölelikten
kurtarmaktan daha faziletli bir amelin sevabına erişebilmek için sabah namazından
sonra güneş bir mızrak yükselinceye kadar Allah'ı zikreden kimselerin yanında sadece
oturuvermek yeterlidir. Yani onlar gibi zikretmek şart değildir.

İkindiden sonra güneş batmcaya kadar Allah'ı zikredenlerle beraber oturmak da
insanlardan dört kişiyi azad etmekten daha faziletlidir. Bu, Allah'ı zikretmenin köle
azad etmekten de, sadaka vermekten de faziletli olduğunu gösterir. Zikirden maksat
Sübhanallah, Lâilâhe illallah, Elhamdülillah gibi sözlerle Allah'ı anmaktır. Tefsir,
hadis ve fıkıh gibi dinî ilimleri öğrenmek ve mütalaa etmek de zikir hükmündendir.
Zikir kelimesi ilim, namaz, Kur'an ve Allah'ı anmak gibi manalara gelen müşterek bir
lafız olduğundan, bu kelimenin hangi manaya geldiğini örfteki kullanışı tayin eder.
Binaenaleyh bu kelime mutlak olarak kullanılması halinde örfte en çok kullanıldığı
mana anlaşılır. Diğer manalardan birinde kullanıldığını kabul edebilmek için o
manada kullanıldığına dair bir karinenin bulunması icabeder.



Bu kelimenin örfte ençok kullanıldığı mana teşbih, tehlîl, tekbir ve Hz. Peygamber'e
£681

salavat getirmektir.

Sabah namazından sonra Allah'ı zikretmenin fazileti konusunda M.Zihni Efendi de şu
hadisleri zikrediyor:

"Her kim sabah namazını cemaat ile kıldıktan sonra güneş doğuncaya kadar Allah'ı
zikrederek oturur ve sonra iki rekât namaz kılarsa ona tam bir hac ve tam bir umre
sevabı gibi sevap verilir."

"Sabah namazı kılıp ayaklan bükük olduğu yani bağdaş kurmadığı halde
konuşmayarak on defa: "Lailâhe illallahu vahdehû lâ şerike leh, lehiil-mülkü velehül-
hamdü yuhyî ve yümîtü vehüve alâ külli şey'in kadir" diyen kimse için on iyilik yazılır
ve on kötülüğü silinir. Cennetteki makamı (bunu söylemiyenlere hisbetle) on derece
yükselir. O gün o kimse her türlü kötülüklerden korunur ve şeytanın hilesinden emin
olur. Allah'a eş koşmaktan başka bir günah kendisine erişmek üzere o gün onu takip
etmez."

Yine sevgili Peygamberimiz (s. a) buyurdular ki: "Sabah namazını kıldıktan sonra
güneş doğuncaya kadar namazgahında oturan kimse, Hz. İsmail'in soyundan dört köle
azad eden kimse gibi olur."

Yani Arap soyundan. Çünkü arabı azad etmek acemi azad etmekten ef-daldir. Hadis-i
şerifin zahiri, o kimse zikretmese bile orada kendini bulundurmakla belirtilen sevaba
nail olacağına delâlet etmektedir. Zikrettiği takdirde ayrıca yukarda geçen sevab da
kendisine hasıl olur. Arabm azad edilmesi İmam Şafiî'nin görüşüdür. Bizce onlar köle
olamazlar ki azad olsunlar. Bu gibi hadisler varsayıma hamledilir.
İkindi namazı hakkında, "Her kim ikindiden sonra güneş batmcaya kadar namaz
kıldığı yerde oturursa, İsmail soyundan sekiz köle azad eden kimse gibi olur"
buyurmuştur. Sabah namazlarından sonra nafile namazlar, ikindi namzmdan sonra farz

1691

namazlar beklendiği için sevaplar farklıdır.

3668... Abdullah (b. Mes'ud) (r.anhüma)'dan şöyle dediği rivayet olunmuştur:
Rasûlullah (s. a) bana (bir gün); "Bana Nisa sûresini oku" buyurdu. Ben de, Kur'an
sana indirildiği halde (onu) sana ben mi okuyayım? dedim. (Hz. Peygamber);
"Gerçekten onu ben başkasından dinlemeyi (çok) seviyorum" buyurdu.
Bunun üzerine kendisine (bu sûreyi ) "Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz zaman

izm

(halleri) nice olur?" âyetine kadar okudum. Sonra başımı kaldırınca bir de baktım

[21]

ki (Rasûlullah'm) gözlerinden yaş akıyordu.
Açıklama

Hadisin Buharî'deki rivayetinde buradaki rivayetten fazla olarak, Ben, "Her ümmetten
bir şahid..." âyetine gelince Rasûllııllah {s. a) bana "Dur" yahut "Kes" buyurdu.
(Ozaman) gözlerinin yaşardığını gördüm." mealinde cümleler bulunmaktadır.
Bu hadisi İbn Ebî Hatim ile Taberanî ve daha başkaları da rivayet etmişlerdir. Onların
rivayetlerinde İbn Mes'ud'un; "Ben, "Her ümmetten birer şahid..." âyetine vardığım
zaman Rasûlullah (s. a) ağladı, hatta sakalına ve yanaklarına vurarak; "Ya Rab!



Aralarında bulunduklarıma şahid olacağım için sözüm yok, fakat görmediklerime nasıl
şahid olurum?" buyurdu." dediği de ifade edilmektedir.

Rasûlullah (s.a)'in göremediği kimselere şahitlik etmesi meselesi hakikaten müşkül ise
de İbnü'l-Mübarek'in Saîd ibnü'l-Müseyyeb'den rivayet ettiği mürsel bir hadis bu
problemi gidermektedir. Çünkü o hadiste Saîd İbnü'l-Müseyyeb, "Hiçbir gün yoktur
ki, Peygamber (s.a)'e ümmeti sabah ve akşam arzolunup da onları simalarından ve
amellerinden tanımasın. Bu sebepledir ki bunların hakkında şehadette bulunacaktır"
demiştir.

Buharî'nin rivayetine göre Rasûlullah (s.a)'in İbn Mes'ud'a, "Yeter" demesi, bu
âyetteki ibret ve nasihatlara tenbih içindir. Rasûlullah (s.a)'m gözyaşı akıtarak
ağlaması da bundandır. Çünkü İbn Mes'ud (r.a) mezkûr âyeti okuyunca Rasûlullah
(s.a) kıyametin şiddet ve dehşetini tasavvur etmiş; o gün ümmetinin kendisine iman
ettiğini tasdik için şehadete davet edileceğini, ümmeti için şefaatte bulunarak
kendilerini o günün şiddet ve dehşetinden kurtarmaya çalışacağım düşünmüştür.
Bunlar insana kanlı gözyaşları döktürecek kadar hazin ve tasavvuru bile tüyler
ürperteren hakikatlerdir.

Zemahşerî (467-538) diyor ki: "Her ümmetten birer şahit getirerek, onların üzerine de
seni şahit kıldığımız zaman hal nice olur!" âyet-i kerimesinden murad; acaba
yahudilerle sair küffar, her ümmete aleyhlerine şehadet edecek bir şahit yani
peygamber getirdiğimiz zaman ne yapacaklar? demektir.

Alimler, "Seni de bu yalancılar üzerine şahit getirdiğimiz zaman" âyet-i kerimesindeki
yalancılardan muradın kimler olduğunda ihtilâf etmişlerdir.

Zemahşerî'ye göre; her peygamberi yalanlayanlardır. Mukatil, "bunlar ümmeti
Muhammed (s.a)'in kâfirleridir" demiştir. İbn Nakîb'in Tefsir'-inde ise bunlardan
murad; "Peygamber (s.a)'in müslüman olan ümmetidir" deniliyor. Bu takdirde âyet-i
kerimedeki şehadet iki türlü tefsir edilebilir:

a) Rasûlullah (s.a), ümmetinin aleyhine şahadet eder;

b) Ümmetinin lehine şehadet eder.

Bazıları "Buradaki işaret, yahudilerle hmstiyanlaradır" demiş; bir takımları da bununla
yalnız Kureyş kâfirlerine işaret edildiğini söylemişlerdir.

Rasûlullah (s.a)'m ne hususta şahitlik edeceği hakkında âlimlerden dört görüş rivayet
olunmuştur:

1) İbn Mes'ud (r.a) ile İbn Cüreyc, Süddî ve Mukatil'e göre, Peygamber (s.a)
ümmetine Allah'ın emir ve nehiylerini tebliğ ettiğine şahitlik edecektir.

2) Ebu'l-Aliyye'ye göre, ümmetinin iman ettiğine şahitlik edecektir.

3) Mücâhid ile Katâde'ye göre, ümmetinin amellerine şahitlik edecektir.

4) Zeccâc'a göre, ümmetinin hem lehinde, hem de aleyhinde şahadette bulunacaktır.
[721

Bazı Hükümler

1. Kur'an-i Kerim okunurken can kulağı ile dinlemek âyetlerin manalarını düşünerek
ağlamak müstehabtır.

2. Kur'an-ı Kerim'i güzelce dinlemek için başkasına okutmak müstehaptır. Bu suretle
hasıl olan tefekkür ve tedebbür kendi kendine okumadan daha fazla olur.

3. İlim ve fazilet sahibi olanların tâbilerine karşı bile tevazu göstermeleri müstehabtır.



[73]





Buhan, ilim 10; Tirmizî, Kur'an 10, ilim 19; İbn Mâce, mukaddime 17; Ahmed b. Han-bel, İl, 252, 325, 407.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/243-244.

01

Isrâ, (17) 27.

01

Müslim, tevbe 39.

01

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/244-245.

01

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/245-246.

01

Müslim, zikir 38; Tirmizî, Kur'an 10; ibn Mâce, mukaddime 17; Dârimî, mukaddime 32; Ahmed b. Hanbel, II, 252, 407.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/246.

Ol

Ahmed b. Hanbel, II, 285, 539.

Ol

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/246.

01

Buhan, şehadât 29; tefsir sûre (2) 11, i'tisâm 25, tevhid 51.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/247.

rıoı

İbn Kesir, Hadislerle Kur'an-ı Kerim Tefsiri, I, 6.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/247-249.

011

Buharı, ahkâm 40; Tirmizî, isti'zan 23; Ahmed b. Hanbel V, 186.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/249.

021

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/249.

011

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/250.

041

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/250.

ri5i

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/251.

061

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/251.

021

Buharı, ilim 9, 10; Ebu Davud, tatavvu 10.

011

Bk. 3649 numaralı hadis.

021

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/251-252.

om

Müslim, zühd 72; Dârimî, mukaddime 42; Ahmed b. Hanbel, III, 12,21,39, 56.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/252.

011

Bk. Davudoğlu Ahmed, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, II, 447.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/252-253.
021

Buharı, ilim 39, lukata 7; Ebû Dâvûd, menâsik 89, diyât 4; Tirmizî, ilim 12; Ahmed b. Hanbel, II, 238.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/253.

011

Müslim, zühd 72.

011

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/254.

OH

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/254.

061

Buharı, ilim 38, cenâîz 33, menâkıb 5, enbiya 50, edeb 109; Müslim, iman 1 12, zühd 72; Ebû Dâvûd, eymân 1, ilim 4, edeb 152; Tirmizî, fıten 70,
edeb 13, ilim 6, 8, 13, tefsir 1, menâkıb 19; İbn Mâce. mukaddime 4, 23, ahkâm 9; Dârimî, mukaddime 25, 46, 50; Ahmed b. Hanbel, I, 65, 70, 78, 130,
131, 223, 269, 293, 323, 367, 389, 401, 402, 405, 436, 454, II, 158, 159, 171, 202, 214, 321, 365, 410, 413, 469, 501, 509, 519, III, 12, 39, 422, IV, 47,
50, 91, 93, 100, 156, 159, 201, 245, 252, 334, 367, 436, 441, V, 166, 292, 297, 310, 412.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/255.
021

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/256.



[281

Müslim, münafıkîn 40; Tirmizî, tefsir 1; Dârimî, mukaddime 20; Ahmed, b. Hanbel, V, 115.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/256-257.
[291

AKyyü'l-Kârî, Mirkâtü'l-Mefâlîh, I, 239.

[301

Nisa, (4) 83.

[311

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/257-258.

[321

Buharı, ilim 30; Tirmizî, menâkıb 9.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/259.
[331

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/259.

[341

Buharı, menâkıb 23; Müslim, zühd 71.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/260.
[351

Bk. Kazancı. A. Lütfı, Peygamber Efendimizin Hitabeti, 114.

[36J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/260-261.

[371

Buharı, menâkıb 23; Müslim, fedâilüssahâbe 160; Tirmizî, menâkıb 9.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/261.
[381

Bk. Kazancı, A. Lütfı, Peygamber Efendimizin Hitabeti, 114.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/261.
[39J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/262.

[401

Tirmizî, zühd II; İbn Mâce, fıten 12; Muvalta, husnü'l-hulk 3; Ahmed b. Hanbel, 1,201.

[411

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/262-263.

[421

İbn Mâce, mukaddime 53.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/263-264.
[431

Dârimî 20.

[441

Bk. Aliyyü'l-Kârî, Mirkât, XV, 235-236.

[45J

Bk. Ebû Dâvûd, edeb 1 14.

[461

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/264-265.

[471

Tirmizî, ilim 3; İbn Mâce, mukaddime 24; Ahmed b. Hanbel, II, 263, 305, 344, 353, 495.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/265.
[481

Bilmen, Ö.Nasuhi, Hikmet Gonceleri, 263.

[491

Bk. İbn Mâce, mukaddime 17; Münzirî, et-Tergîb ve'l-Terhîb, İlim, hadis no: 10.

[501

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/265-266.

[ŞU

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/266.

[521

Tirmizî, ilim 7; İbn Mâce, mukaddime 18, menâsik 76; Dârimî, mukaddime 24; Ahme b. Hanbel, I, 437, III, 225, IV, 80, 82, V, 183.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/267.
[531

Buharı, cihad 102, 143, fedâilüssahâbe 62, meğazi 38; Müslim, fedâiiüssatıâbe 35; Tirmizî, vitr 1; İbn Mâce, ikame 1 14; Dârimî, salât, 208.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/267.
[541

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/267-268.

[551

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/268-269.

[56J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/269-270.

[571

Buharî, enbiya 50; Tirmizî, ilim 3.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/270.
[5J1

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/270.



[591

İbn Mâce, mukaddime 23; Ahmed b. Hanbel, II, 338.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/271.

İM

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/271-272.

mu

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/272.

[62]

Aynî, el-Binâye, II, 805.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/272-273.
[63J

Müslim, zühd 37; Tirmizî, zühd 27; İbn Mâce, zühd 6; Ahmed b. Hanbel, II, 169, III, 324.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/273-274.
[641

Kehf, (18) 28.

[65J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/274-275.

[66J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/275.

[671

Bk. Bilmen Ö.N,Büyük İslâm İlmihali, 213.

[681

Bk. Abdülkadir İsa, Hakâik Ani'l-Tasavvuf, 132-133.

[69J

Bk. Mehmed Zihni, Nimet-i İslâm, 142-144.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/275-277.
[701

Nisa, (4)41.



Buharı, fedâilül-Kur'an 32; Müslim, salârül-müsafırîn 248; Tirmizî, tefsir sûre (4) 11.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/277-278.
[Zil

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/278-279.

LZU

Davudoğlu, Ahmed, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, IV, 365-366.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/279.



28. KÖLE AZAD ETMEK

1. Kitabet Anlaşması Yapan (Fakat Vaadettiği) Paranın Bir Kısmını Ödemekte
Aciz Kalan Ya Da Ödemeden Ölen Kölenin Durumu

2. Kitabet Akdinin Bozulması Halinde Mukateb Kölenin Satılabileceği Konusunda
Gelen Hadisler

3. Şartlı Olarak Hürriyetine Kavuşturma

Kölenin Kendi Payı Kadar Olan Kısmını Hürriyete Kavuşturması
5- Önceki Hadiste (Y er Alan, Kölenin Hürriyetine Kavuşturulabilmesi İçin Gerekli
Olan Parayı Kazanmak Üzere) Çalıştırılabileceğini Rivayet Edenler (Hadisler)

6. kölenin çalıştırılmayacağını rivayet eden kimseler (in rivayet ettiği hadisler)

7. Nikahı Haram Olan Bir Yakınını Köle Edinmiş Olan Kimse Hakkında (Gelen
Hadisler)

8. Efendisinden Çocuk Dünyaya Getiren Cariyeleri Azad Etmek
9 Müdebber Kölenin Satılması (Caiz Midir?)

Tedbir Akdinin Hükmü İki Kışıma Ayırılır:

10. (Mirasının) Üçte Biri Değerlerini Karşılayamayan Kölelerini (Ölüm Yatağında
İken) Azad Eden Kimse (Hakkında Gelen Hadisler)

11. Malı Olan Bir Köleyi Azad Eden Kimse Hakkında (Gelen Hadisler)

12. Zina Çocuğunu Azad Etmek

13. Köle Azad Etmenin Sevabı

14. Hangi Köleyi Azad Etmek Daha Faziletlidir?

15. Kişinin Sıhhatli İken Köle Azad Etmesinin Fazileti



28. KÖLE AZAD ETMEK



"İslam hukukuna nazaran insanlara asıl olan hürriyettir. Bütün insanlar dünyaya hür
olarak gelirler. Yalnız muhariblik sıfatı, gayri müslimlerin hürriyetten mahrumiyetini
sonuçlandırabilir ve bu mahrumiyet, bilvasıta bunların evlad ve ahvadma da
müteveccih bulunabilir.

Müslümanlık yayılmaya başladığı bir devrede bütün milletlerde şiddetli bir surette
esirlik usulü mevcut bulunuyordu. Her millet muharebelerde ve sair sebeplerle elde
ettiği esirleri öldürüyor veya pek meşakkatli işlerde hayvanlara bile yapılması reva
olmayacak bir tarzda istihdam ediyordu. Her millet düşmanın kuvvetini azaltmak,
kendi kuvvetini arttırmak için esaret müessesesini yaşatmaya mecburiyet görmekte idi.
Kendi varlığını müdafaya mecbur olan İslamiyette bu müesseseyi büsbütün ihmal
edemezdi. Çünkü o takdirde hayatı tehlikeye düşmüş, mukabele-i bilmi-sil silahından
mahrum kalmış olurdu. Bunun içindir ki, İslamiyetde esaret usulünü kabul etmiş,
esirler hakkında icab-ı hale ve düşmanların hareketlerine göre muamele yapılmasını
tecviz eylemiş, fakat bu müesseseyi tarihte bir misli görülmemiş bir surette İslaha
çalışmış, hürriyet nimetinden mahrum kalanlara karşı büyük bir şevkat ve himaye
göstererek bunların haklarına pek çok riayet edilmesini kendi mümtesiblerin emir ve
tavsiyede bulunmuş, hürriyetlerini kaybetmiş olan insanları tekrar hürriyetlerine
kavuşturmayı esasen bir umde olarak iltizam eylemiştir.

İşte bu yüksek şevkat ve himayeden dolayıdır ki esirleri, köleleri, cariyeleri azad
etmek, yani bunları fıtraten haiz oldukları hürriyetlerine kavuşturmak için İslam
hukukunda bir çok hükümler mevcut bulunmuştur. Nitekim bu hakikat aşağıdaki
meselelerde güzelce anlaşılacaktır.

Ezcümle bazı günahların affı için köle ve cariye azad etmek suretiyle kefarette
bulunmak vecibesi de îslamiyetin bu babtaki ulvi gayesini, hürr-yite verdiği büyük
kıymeti tecelli ettirmeye kafidir.

"Herhangi bir müsiüman, bir müslüm şahsı azad ederse Allahü Teala hazretleri, onun
her uzvu mukabilinde o azat eden zatın bir uzvunu ateşten halas eder". Ne büyük

LU

teşvik, ne muazzam mükafat! "

1. Kitabet Anlaşması Yapan (Fakat Vaadettiği) Paranın Bir Kısmını Ödemekte
Aciz Kalan Ya Da Ödemeden Ölen Kölenin Durumu

3926... Amr b. Şuayb'm dedesinden rivayet olunduğuna göre Peygamber (s.a.v.)
"Hürriyetine kavuşmak için efendisine belli bir para ya da mal vermek üzere) kitabet
anlaşması yapan bir köle, vermeyi vaad ettiği şeyden üzerinde (ödenmedik) bir dirhem

121

kaldığı sürece (yine) köledir." buyurmuştur.
Açıklama

Kitabet, mukatebe: Efendi ile köle arasmdabir mal üzerine yapılan akiddir. Buna göre
köle kendisini efendisinden satın alır. , borcunu ödeyince azad olur. Kitabet akdinden
sonra köle kendisi için çalışır, kazandığı mal kendisinin olur.
Mükâtib : Kölesi ile kitabet akdini yapan mevlâ(efendi) idir.



Mükateb : Efendisi ile kitabet akdini imzalamış olan köle demektir.
Cariye olursa "Mukatebe" denilir. Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerif; "İnsanın,
henüz borcunun tümünü, ya da taksidinin bir kısmını henüz ödememiş olan kölesini
satması caizdir." diyen ulemanın delilidir.

Bu görüşte olan ulemaya göre;; hadis-i şerifte borcunun tamamını ödemeyen mükateb
bir köleliğinin devam ettiğinin ifade edilmesi, bu durum da olan mükateb kölenin hala
efendisinin malı durumunda olduğunu ve dolayısıyla efendisinin onu satmasına hiç bir
engel bulunmadığını gösterir, ayrıca efendisine olan borcunu henüz ödememiş
durumda olan mükateb bir kölenin, gerek şahitlikte gerekse lehine ve aleyhine olan
cinayet davalarında, mirasta ve hadlerde köle hukukuna tabi olması da efendisinin onu
satmasının caiz olduğuna delalet eden diğer bir husustur.

İbrahim en Nehaî ile Ahmet b. Hanbel, mükateb köleyi satmanın caiz olduğu
görüşündedirler. Malik b. Enes de bu görüştedir. îmam-ı Şafii'nin eski görüşü böyle
idi. Fakat sonradan bu görüşünden dönmüş ve mükateb köleyi satmanın caiz
olmadığını söylemiştir. Nitekim İmam Ebu Hanife ile taraftarları da mükateb köleyi
satmanın caiz olmadığı görüşündedirler.

Ancak şurasını iyi anlamak gerekir ki, mükateb köleyi satmanın caiz olduğunu
söyleyenler, bu kölenin kalan borcunu yeni efendisine ödemesi halinde hürriyetine
kavuşması şartıyla satışı caiz görmektedirler. Yoksa taksitlerini ödemekte olan veya
kendisine tanınan süre henüz bitmemiş olan bir köleyi efendisiyle olan kitabet akdini
iptal ederek satmanın caiz olduğunu söyleyen hiç bir ilim adamı mecut değildir.
Ayrıca bu hadis-i şerif, henüz borcunu efendisine ödemeden vefat eden mükateb bir
kölenin -geride borcunu ödeyecek kadar bir mal bırakmış bile olsa- köle olarak vefat
etmiş, dolayısıyla geri kalan malının ve evladının efendisine ait olacağına delalet
etmektedir. Ömer b. Hattab, Zeyd b. Sabit, Ömer b. Abdulaziz, Zührî, katade, İmam
Şafii, İmam Ahmed bu görüştedir.

Bazılarına göre de bu hadis, satılan bir malın müşteriye teslim edilmeden telef
olmasıyla satış akdinin batıl olacağına ve bir mal hükmünde olan mükateb bir kölenin
de satıldığı yeni efendisine teslim edilmeden önce ölmesiyle bu satışın hükümsüz
kalıp kölenin hür bir insan olarak ölmüş sayılacağına ve geride kalan malında
efendisinin hiç bir hakkı kalmayacağına delalet eder.

Hz. Ali ile Abdullah b. Mes'ud da; eğer mükateb köle ölürken geride efendisine olan
borcunu ödeyecek kadar bir mal bırakarak ölmüşse bu köle hür olarak ölmüş sayılır.
Eğer geride kalan mal efendisine olan borcundan daha fazla olursa bu fazlalık miras
olarak kendi; hür çocuklarına kalır, görüşündedirler. Ata ile Tavus, en- Nehaî el-
Hasen, İmam Ebü Hanî-fe ve taraftarları ile imam Mâlik de bu görüştedirler.
Yine bu hadis-i şerif, efendisine olan borcunu ödeyen kölenin hürriyetine kavuşmuş
olacağına delalet etmektir. Hürriyetine kavuşan köle ile efendisi arasında mevle'l-ıtâka
bağı meydana gelir. Yanı, bu kölenin zevilerham da dahil olmak üzere hiç bir yakını

[3]

bulunmaması halinde mallarına eski efendisi varis olur.

3927... Amr b. Şuayb'm dedesinden rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: "Hürriyetini geri amak için efendi-siyle yüz ukiyye (vermek) üzere
kitabet akdi yapan bir köle bunu öder de (üzerinde ödenmedik) sadece on ukkıye
kalırsa o (yine) köledir. Yüz dinar üzerine anlaşıp da on dinarı ödemeyen köle de yine



141

köledir."

Ebu Davud dedi ki: (Bu hadisin senedinde bulunan Abbas el-Cüreyri o, (gerçekten)
Abbas el-Cüreyri olamaz. (Hadis alimleri) bunun bir yanlışlık olduğunu ve başka bir

fil

ravi olabileceğini söylediler.
Açıklama

Ukıve: Bir ağırlık ölçüsüdür. Dilimize okka olarak geçmiştir. Bir ukiye kırk
dirhemdir. Memleketimizde bir dirhem 3,2 gram olarak bilindiğine göre bir ukiyye
40X3,2= 128 gramdır.

Hadis-i şerif; "mukateb köle efendisine olan borcunun tümünü ödemedikçe bu
borcunun ekserisini ödemiş bile olsa köle sayılır." diyen cumhur ulemanın delilleridir.
Hanefilerle Şafıiler ve İmam-ı Malik de bu mevzuda cumhuru ulema içerisinde yer
almaktadır.

Ali (ra), borcunun bir kısmını ödeyen mukateb kölenin, ödediği mal nisbetinde
vücudunun kölelikten azad olacağını söylemiştir.

Ebu Bekir, Kâdî ve Hanbelilerden Ebu'l Hıtab'a göre ise, borcunun dört de üçünü
ödeyip de kalanım ödemekten aciz kalan bir mukateb köle hümyetine kavuşmuş olur.
Delilleri ise, "Mukâtebe diyet, veya miras düşerse, kendisinden azad edilebileceği
miktara göre miras alır. Mukatebin diyeti ise bedelinden ödemiş olduğu hisse

M

nisbetinde hür diyeti, geri kalan hisse nisbetinde de köle diyeti olarak verir."
Mealindeki hadis-i şeriftir. Ancak bu hadis cumhura göre bir önceki hadisle
neshedilmiştir. Fakat, ihbarı cümlelerde nesh olmaz gerekçesiyle cumhurun bu
görüşüne itiraz etmiştir. Hz. Ömer ile Hz Ali'ye göre ise borcunun yarısını ödeyen
mukateb, kölelikten kurtulur. en-Nebai de bu görüştedir.

Abdullah b. Mes'ud'a göre, eğer bu köle borcundan kendi değeri kadarını ödediği

m

halde yine de borcu bitmemişse, borçluluktan kurtulmamış demektir.

3928... Ümmü Seleme'nin mukateb kölesi Nebhân'dan rivayet olunduğuna göre;
kendisi, Ümmü Seleme'ye şöyle derken işitmiş:
Resulullah (s. a) bize dedi ki:

"(Ey kadınlar topluluğu), birinizin bir mukateb kölesi varsa ve bu kölenin yanında
(size olan borcunu) ödeyecek kadar da mal varsa artık o bu köleye karşı (çarşafıyla)
[81

örtülü bulunsun."
Açıklama

Ümmü Seleme (r.a) Hz. Peygamber (s.a.v.Vm mübarek zevcelerindendir. Nebhan (r.a)
ise onun kölesidir.

Bu hadis-i şerif, sahibesiyle kitabet anlaşması yapan erkek bir kölenin, sahibesine olan
borcunu ödeyecek kadar bir malı temin etmesi halinde bu parayı henüz teslim etmemiş
bile olsa derhal hürriyetini kazanmış olacağını ve artık bu kölenin o evin halkı



olmaktan çıkıp ecnebi bir erkek haline geleceğini; binaenaleyh, eski hanımefendisinin,
ecnebi erkeklere karşı nasıl örtünüyorsa buna karşı da öyle örtünmesi gerektiğini ifade
etmektedir.

Görülüyor ki, bu hadis-i şerif, mukateb bir kölenin borcunun tümünü efendisine
ödemedikçe kölelikten kurtulmuş olmayacağını ifade eden 3927 numaralı Amr b.
Şuayb hadisine zahiren aykırı düşmektedir. Bu mevzuda Sübülü's- Selam'da şöyle
denilmektedir:

"Bu hadis-i şerif iki meseleye delildir:

1- Mükâteb (efendisi ile kitabet akdi imzalayan köle), kitabet akdi gereği ödemesi icab
eden borcunu ödeyecek kadar mala sahip olursa hür hükmündedir. Artık sahibi
kadınsa mukatebden kaçınması icab eder.

Bu hadis, Amr b. Şuayb hadisine muarız ise de İmam Şafii bu iki hadisin arasını
bulmuş ve "Ümmü Seleme hadisi Peygamber (s.a.v.)'in zevcelerine mahsustur.
Mukatebleri kitabet bedelini bulursa henüz fiilen ödememiş bile olsa onlar
mukateblerden kaçınacaklardır, Nitekim Hz. Zem'a (r. anha)'ya İbn Zem'a'nm yanma
çıkması men edilmişti. Halbuki, "Çocuk döşeğe aittir." buyurulmuştu." demiştir.
Bazıları iki hadisin arasını şöyle bulmuştur: Amr b. Şuayb hadisinden murad;
mukatebin zimmetinde bir dirhem dahi borç kaldığı müddetçe o köledir, demektir.
Ümmü Seleme hadisi ise, bütün borcunu ödeyecek malı bulmuş da henüz teslim
etmemiş mukatebe mahsustur. Vakıa Ümmü Seleme'den: "Biriniz kölesini mukâtep
yaparsa üzerinde kitabet bedelinden bir şey kaldığı müddetçe köle, sahibesini görsün
fakat kitabet borcunu ödedimi artık sahibesi onunla ancak perde arkasından
konuşsun." mealinde bir hadis vardır. Fakat bu hadis zayıftır. Mevzumuzu teşkil eden
Ümmü Seleme hadisine muaraza edecek kadar sağlam değildir.

2- Hadisin mefhumu muhalifinden bir kölenin köle olarak kaldığı müddetçe sahibi
olan kadına bakabileceği anlaşılmaktadır. San'anî, selefin ekseri uleması ile imam
Şafii'nin bu görüşte olduğunu söyler.

Hanefi kitaplarından Hidaye isimli kitapta şöyle denilmektedir:

Kölenin hanımefendisine bakması caiz değildir. Ancak ecnebi bir kimsenin
bakabileceği yerleri müstesna, İmam Malik; köle mahrem (ev halkı) gibidir, demiştir.
İmam Şafii'nin iki kavlinden biri budur. Onların delili, "Kadınların sahibi olduğu



kimselere görünmeleri müstesnadır." ay etkidir. Aklî delilleri ise görme ihtiyâcının
muhakkak (kaçınılmaz) oluşudur. Çünkü köle hanımefendisinin yanma izinsiz girer.
Bizim delilimiz şudur: Köle ne mahremdir, ne de koca hükmünde olan bir erkektir.
Hanımefendisi ile bilcümle (bazı suretlerde) nikahlanması caiz olduğundan ona karşı
şehvet duyacağı muhakkaktır. Onun yanma girme ihtiyacı ise muhakkak değil
noksandır. Zira köle evin dışında çıhşır. Ayet-i kerimeden murad ise, cariyelerdir.
Said, Hasan ve başkaları; sakın Nur suresi sizi aldatmasın, çünkü o köleler için değil
cariyeler hakkında nazil olmuştur, demişlerdir.

İhtiyar isimli eserde şu satırları okuruz: Hammefedisine nisbetle köle ecnebi gibidir.
Çünkü ecnebinin fitnesinden ne kadar korkuluısa kölenin fitnesinden o kadar korkulur.

um

İhtilatı haram kılan naslar mutlakdır."

Bezlul-Mechud yazarının açıklamasına göre, mevzumuzu teşkil eden hadisteki
"örtünün" emri, mahrem yerlerini kapatıvermekle yetinmesin, ecnebilerin huzuruna
çıkarken örtündüğü gibi örtünmede aşırı davransın demektir. Bu bakımdan bu emirdin



borcunu ödeyecek duruma gelmeyen bir kölenin karşısına hanımefendisinin açık saçık
çıkabileceği manası çıkarılamaz. Ancak aşırılığa varmadan örtünmek suretiyle de

im

kölesinin karşısına çıkabileceği manası anlaşılabilir.
Bazı Hükümler

1- Mukateb köle tüm borcunu ödemedikçe, kölelikten kurtulmuş olmaz.

2- Köle hanımefendisinin mahremidir. Bu yüzden hadis Şanilerin .delilidir.

3- Arkasında borcunu ödeyecek kadar mal bırakan mukateb köle mir olarak Ölmüş
sayılacağından evladı da hürdür. Borcundan arta kalan mal

da evladına kalır.

4- Köle sahibi mukateb köle hususunda çok dikkatli davranmalı, onun her an borcunu
ödeyip hürriyetini kazanabilme hakkına sahip olduğunu unutmamalı ve hürriyetini ona

£121

vermeye hazır olmalıdır.

2. Kitabet Akdinin Bozulması Halinde Mukateb Kölenin Satılabileceği
Konusunda Gelen Hadisler

3929... Aişe (ranha)'nin Urve'ye verdiği habere göre: (Bir gün) Berire (efendisiyle
imzalamış olduğu) ve (henüz) borcundan-bir şey ödemediği kitabet anlaşmasında
kendisine yardımcı olmasını rica etmek üzere Aişe'ye gelmiş. Aişe de ona,
"Efendilerine dön, eğer senin velâ (y-ı ıtak)'m bana ait olmak üzere (senin bu) borcunu
senin yerine ödememe razı olurlarsa (bunu) yaparım" demiş. (Bunun üzerine) Berire
(gidip) efendilerine bunu anlatmış, (fakat onlar bunu) kabul etmemişler ve, "Sana
(yapacağı bu işin sevabını Allah'dan) umarak vela (hakkı) da bizim olmak üzere
(yaparsa) yapsın" demişler.

Bunun üzerine (Hz. Aişe) durumu Resulullah (s.a.v.)'a arzetmiş. Resulullah (s.a.v.) da
ona:

"Sen (bu cariyeyi) satın al ve hürriyetine kavuştur. Onların ileri sürdüğü şartların
hiçbir önemi ve geçerliliği yoktur. (Çünkü) vcla ancak hürriyete kavuşturan kimseye
aittir." buyurmuş. Sonra (ayağa) kalkarak şöyle demiş:

"Bu insanlara ne oluyor da Allah'ın Kitabında olmayan birtakım şartlar ileri
sürüyorlar. Allah'ın Kitab'mda bulunmayan bir şartı ileri sürmek suretiyle bir akit yap)
miş olan kimse için ( Bu şarta uyulmasını isteme hakkı) yoktur. İsterse bu şartı yüz
defa kabul ettirmiş olsun. (Çünkü Kur'an-ı Kerim'de bulunan) Allah'ın şartlan hakkın

[13]

ve sağlamlığın ta kendisidir."

3930... Urve (r.a.)'dan rivayet olduğuna göre; Aişe (ranha) şöyle demiştir:
Berire kitabet anlaşmasında (kendisine) yardım istemek üzere (yanıma) geldi ve, "Ben
(kendilerine) her sene bir okka (kırk dirhem gümüş, ödemek şartıyla) dokuz okkaya
kitabet anlaşması yaptım, bana yardım et" dedi. (Hz. Aişe sözlerine devam ederek)
dedi ki: (Ben de kendisine) : "Eğer efendilerin (senin taksitlerini) bir defada ödememe
ve (Senin) velân bana ait olmak üzere seni hürriyetine kavuşturmama razı olurlarsa
(ben bu işi yaparım" (cevabını verdim).



Bunun üzerine efendilerine gitti.

(Ebu Davud der ki: Hadisin bundan sonraki kısmında ravi Hişam bir Önceki İbn Şihab
ez-Zühri hadisinin aynısını rivayet etti. (Ancak bir önceki hadiste geçen) Peygamber
(s.a.v.)'in sözünün sonuna ilâveten şunları rivayet etti: "(Bu insanlara ne oluyor da
birisi (kalkıp kendi kafasmdan)' A falanca (bu köleyi azad etmekten doğan) velâ (hakkı)
bana aittir, diyebiliyorlar. Velâ (hakkı köleyi bizzat) hürriyete kavuşturan kimseye
£141

aittir."
Açıklama

Velâ: Dostluk ve yardım manasına gelir. İslâm miras hukukunda iki çeşit velâdan
bahsedilir:

1- Köle Azad etmekten doğan velâûl-İtâka

2- Akitleşmeden doğan Velâü'l-muvalet: İki kişinin yek diğerine varis, koruyucu ve
diyet Ödemede yardımcı olmak üzere anlaşmalarından doğan hukuki münasebettir.

1151

Cumhura göre İslam'dan sonra bu münasebet hukukiliğini kaybetmiştir.
Kitabet kelimesini 2926 nolu hadisin şerhinde açıkladık.

Hattabi'ye göre 3929 numaralı hadis-i şerif mukateb köleyi satmanın caiz olduğuna
dalalet etmektedir. Çünkü Hz. Peygamberin Hz. Aişe'ye "Sen (onu) satın al"
buyurması bunu açıkça ortaya koymaktadır.

Bu-hususta cariyenin bu satışa razı olup olmaması, taksitlerinin bir kısmını ödeyip
Ödeyememesi, taksitlerini ödemekten acze düşüp düşmemesi de önemli değildir.
Çünkü "Sen (onu) satın al" emri mutlak bir emirdir.

Mukateb köleyi satmayı caiz görmeyenler ise, Berîre'nin satılışının kendi isteğiyle ve
kendini hürriyete kavuşturmak ve mevcut kitabet akdini bozmak gayesiyle yapıldığını
ve bu şartlan taşıyan bir mukateb, köle satışmmsa mûkatep köle satışı anlamına
gelmeyeceğini iddia etmişlerdir.

Bazıları da efendileri Berîre'yi kalan taksitlerinin zamanı gelinceye kadar kendisinden
alınması karşılığında Hz. Aişe'ye sattıklarım, bunun da mukateb köle satmak anlamına
gelmediğini ve dolayısıyla mukateb köle satmanın caiz olmadığını iddia etmişler ve
metinde geçen, "Eğer senin velan bana ait olmak üzere, bu borcunu senin yerine
ödememe razı olursa bunu yaparım." anlamındaki cümlenin de buna dalalet ettiğini
söylemişlerdir.

Oysa bu cümlede mukateb bir köleyi, ödenmemiş taksitleri karşılığında satmanın
caizliğine delalet eden bir ifade yoktur.

Diğer taraftan Hz. Peygamber'in henüz teslim alınmadık bir şeyin taşmışını
yasaklamış olması da bu iddianın asılsızlığını isbat için yeterli olduğu gibi, metinde
geçen; "Sen onu satın al ve azad et." anlamında iki cümle buradaki satın alman şeyin
Berîre'nin ödenmemiş taksitleri olmayıp kendisi olduğu, diğer bir ifadeyle mukateb bir
köle olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Şeyh Takıyyûddin'in açıklamasına göre, mukateb kölenin satılıp satılmayacağı
konusunda üç görüş vardır:

1- Mütakeb kölenin satılması caizdir.

2- Caiz değildir.

3- Satın aldıktan sonra azad etmek niyetiyle caizse de, hizmette kullanmak caiz



değildir.

Mükatebin satışını caiz görenlerin delili mevzumuzu teşkil eden 3929 numaralı hadis-i
şeriftir.

Ata, İbrahim, en-Nehâi, İmam Ahmet ve bir rivayette İmam Mâlik bu görüştedirler.
İmam Ebû Hanife, İmam Şafiî ve İmam Mâlik bir rivayete göre mükâteb kölenin
satışının caiz olmadığını iddia etmişlerdir. İbn Mes'ud ile Râ-bia da bu görüştedirler.
Çünkü o, taksitlerini ödemekten âciz kalıp Ödemeyeceği için kitabet akdi
bozulmuştur. Dolayısıyla satılırken mukateb köle değil, kitabet akdi olmayan bir köle
olarak satılmıştır.

Hattâbi bu hususta şunları demiştir:

"Bazı kimseler, metinde geçen "Sen onu satın al ve hürriyetine kavuştur" cümlesinin
Hz. Peygamberin, Hz. Aişe'yi Berîre'nin sahiplerine verdiği sözün aksine hareket
etmeye ve onları aldatmaya teşvik eden bir cümle olması itibariyle bu hadis'i sahih bir
hadis olmayacağını iddia etmişler.

Oysa bu cümlede böyle bir mana yoktur. Berîre'nin efendileri, İslam'ın velâühtâka
hakkının bizzat köleyi azad eden kimseye ait olduğuna dair hükmünü bilmiyorlar ve
Hz. Aişe'nin satın alarak azad etmek istediği Berîre'nin azad ettikten sonra doğacak
olan vela hakkının kendilerine ait olmasını istiyorlardı.

Bana erişen bir habere göre Yahya b. Eksem mevzumuzu teşkil eden bu hadis'i yanlış
anladığı için onun asılsız olduğunu söylermiş.

Bu hadis-i şerif bir de Urve b. Hişâm tarafından rivayet edilmiştir. Urve'nin
rivayetinde fazla olarak bir de, "Sen onlara vela hakkının kendilerine ait olmasını şart
koş" anlamında bir cümle bulunmamaktadır. Musannif Ebû Dâvûd bu hadisi sünenine
alırken sözü geçen cümleyi almamıştır. Çünkü içerisinde bu cümle bulunmayan
rivayetler, bu cümlenin bulunduğu rivayetlere nisbetle daha sağlam ve tercihe
şayandır.

Şayet bu cümlenin hadiste bulunduğu kesinlikle belli olsa bile onun. "Sen onların
hakkının kendilerine ait olması için ileri sürecekleri şartlan kabul ediver. Çünkü
onların ileri sürecekleri bu şartların hiç bir Önemi yoktur. Önemli olan Allah'ın
koymuş olduğu şartlardır. Allah'ın şartlarına göre ise velâ hakkı köleyi azad
edenindir." şeklinde te'vil edilmesi gerekir. Şafii imamlarından Müzeni'ye göre; bu
cümlede geçen "li" harfi cerri-niri "ala" manasında kullanıldığını, binaenaleyh bu
cümlenin "Sen velâ hakkının onların aleyhine olmasını yani senin olmasını şart koş"

£161

anlamına geldiğini söylemiş ve "lanet onların üzerinedir" ayet-i kerimesinde "li"
harfi ceninin bu şekilde kullanıldığını delil göstermiştir.

Bezlül-Mechud yazarının açıklamasına göre, İmam Şafii de bu cümlenin aslında
sağlam bir rivayete dayanmadığı görüşündedir. Bazılarına göre Hişam bu cümleyi
lafız olarak değil mana olarak rivayet ettiği için böyle bir yanlışlığa sebep olmuştur.
Bu "şart koş" emrinin "açıkla" anlamında kullanılmış olduğunu iddia edenler vardır.
Bu takdir de hadisin manası şöyle olur: "Berîre'yi onlara açıkla." Ancak İmam Nevevî
bu tevili doğru bulmamıştır. Hattabi'ye göre; metinde geçen "Bu insanlara ne oluyor
da Allah'ın Kitabiııda olmayan (birtakım) şartlar ileri sürüyorlar?" cümlesi, aslında
"Allah'ın Kitabında lafzen ve nassen zikredilmeyen şartlan nasıl ileri sürebiliyorlar?"
anlamında kullanılmış değildir. Bu cümle; "Bu insanların ileri sürdüğü şartlar Allah'ın
Kur'an'daki hükmüne uygun değildir. Allah'ın Kur'an'daki hükmüne göre, insanlar
arasındaki ihtilafların çözümünde Sünnete başvurmaları gerekmektedir. Çünkü Sünnet



Kur'an'm tefsiri durumundadır. Hz. Peygamber'in Sünnetine göre de velâ hakkı azad
edenindir." anlamında kullanılmıştır.

İmam Şafii'ye göre bu hadis-i şerif, bir köleyi azad edilmesi şartıyla satmanın caiz
olduğuna delalet etmektir. Ancka bu mana hadisin lafzında sefahatle anlaşılmış
değildir. Fakat hadisin ortaya koyduğu neticeden anlaşılmaktadır.
Şöyle ki, aslında Hz.Berîre'nin efendileri ile Hz. Aişe arasındaki anlaşmada velâ şartı
bulunmaktadır. Azad etmeden velâ bulunmayacağına göre Hz. Berire'nin efendileri
Hz. Aişe'nin onu azad edeceğini biliyorlardı demektir. Bu durum söz konusu akitte
azad etme şartının da bulunduğunu ve bunun caiz olduğunu gösterir.
3930 numaralı hadiste, Berire'nin efendisiyle dokuz ukıyeye pazarlık yaptığı ifade
edildiği halde , bazı rivayetlerde beş ukıyeye pazarlık yaptığı ifade edilmektedir.
Hadis şeriflerinin açıklamasına göre, her iki rivayet de doğrudur. Ancak dokuz
ukıyeden bahsedilen rivayetlerde, üzerinde anlaşılan miktarın tümünden
bahsedilmekte; beş ukıyeden bahsedilen rivayetlerde ise dört sene içerisinde dört
ukıye ödendikten sonra kalan beş ukıyeden bahsedilmektedir. Bu bakımdan söz

im

konusu rivayetler arasında bir çelişki olduğu zannedilmemelidir.
Bazı Hükümler

1- Velâ hakkı azad edene aittir, bu hususta ittifak vardır.

2- Mukâteb köle satılabilir.

3- Köle ve cariyenin azad edilmesini şart koşarak satmak caizdir. İmam Şafii bu
görüştedir. Ancak İmam Ebu Hanife bunu caiz görmemektedir.

4- Satışta ileri sürülen her şart satışı ifsad etmez.

5- Bir bidatin zuhurunda devlet başkanının bir hutbe irad ederek halkı bu hususta
uyarması müstehabtır.

6- Kocası dururken cariyeye kitabet akdi yapmak caizdir.

7- Münkeri önlemek için mübalağa ve şiddet göstermek caizdir.

8- Cariyenin kocası köle ise karışını kitabet akdi yapmaktan men edemez.

9- Evli bir cariyenin satılması boşanma değildir.

10- Sahibi, mukatebin başkalarından isteyerek tedarik ettiği kitabet taksitlerini kabul
edebilir.

UM

11- Köle ve cariyenin haberi makbuldür.

3931... urve d. ez-ZAioeyrtien rivayet olunduğuna göre;; Aışe (r, arma) şöyle demiştir:
Cüveyriye bin e3 -Haris b. el-Mustalik, (Beni Mustalik gazvesi sonunda) Sabit b.
Kays. b. Şemmas'm yahutta (Sabit'm) amcası oğlunun hissesine düşmüş ve (onunla)
kendi üzerine bir kitabet anlaşması yapmıştır. (Cüveyriye) gözlerin kendisine takılıp
kaldığı çok güzel bir kadındı.

Aişe (r, anha) (sözlerine devam ederek) dedi ki: (Cüveyriye, yaptığı) kitabet
anlaşmasında (yardım) istemek üzere Resulullah (s.a.v.)'a geldi. Kapı (ya kadar gelip
de ora) da durunca kendisini gördüm. Fevkalade güzelliği ile Hz. Peygamberin
dikkatini çekeceğini düşünerek) durumundan hoşlandım. (Benim onda) gördüğümü
Resulullah (s.a.v.)'mda göreceğini anladım.
Cüveyriye, Hz. Peygambere hitaben:



Ey Allah'ın Resulü, ben (esir aldığın Mustalik oğullarının başkanı) Ha-ris'in kızı
Cüveyriye'yim. Benim (şu andaki) durumum sana gizli değildir. Ben Sabit b. Kays b.
Şemmas'm hissesine düştüm. Kendi hakkımda bir kitabet anlaşması yaptım. Sana (bu)
anlaşmada (bana yardımcı olmanı) istemek için geldim, dedi. Resulullah (s..a.v.) da:
"Senin için bundan daha hayırlısına (bir istek) var mıdır?" karşılığını verdi.
(Cüveyriye):

"O nedir ey Allah'ın Resulü? diye sordu. (Hz. Peygamber de):

"Senin kitabetini (n bedelini) öderim, (sonra azad edip) seninle evlenirim." cevabını
verdi. (Cüveyriye de), "Kabul ettim" dedi. (Hz. Aişe sözlerine devamla şöyle) dedi:
Halk Resulullah (s.a.v.)'m Cüveyriye ile velçndiğini işittiler. Bunun üzerine, ellerinde
bulunan esirleri serbest bırakmaya başladılar, onları azad ettiler, ve; "(Bunlar)
Resulullah (s.a.v.)'m hanımı tarafından yakınıdırlar, demeye başladılar. "Biz kavmi
için Cüveyriye'den daha yararlı bir kadın görmedik. Onun sayesinde Mustalik
oğullarından yüz (kadar) halkı hürriyetine kavuşturuldu.

Ebû Davud dedi ki; Bu hadis velinin (velisi olduğu kızı) kendisi ile

£191

evlendirebileceğine dair kuvvetli bir delildir.
Açıklama

Hz. Cüveyriye, Beni Mustalik kabilesi başkanı Haris'in kızı idi. Bu kabilenin Hendek
Savaşı Arefesinde müslümanlara karşı harp hazırlıklarına başladığı haberi alındığı için

[201

Hz. Peygamber hicretin 5. yılının Şaban ayında aniden bu kabile üzerine yürüyüp
onları mağlup etmiş, ekseriyeti kadın ve çocuk olmak üzere yüz kadar esir almıştır.
Hz. Cüveyriye validemiz de esirler arasında bulunuyordu. Metinde de anlaşıldığı
üzere, esirlerin taksim neticesinde Sabit b. Kays'm payına düştü, Fakat kendi rızası
üzerine Hz. Peygamber onu sahibinden satın alıp hürriyetine kavuşturdu. Sonra da
onunla evlendi. Hz. Cüveyriye zühd ve takvası, namaz ve oruçla haklı bir şöhret
kazanmıştır. Hicretin 57. yılında vefat etti. O da Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'den

121]

bazı hadisler rivayet etmiştir. Hz. Peygamberin, kendisine maddi yardım istemek
için gelen Hz. Cüveyriye'ye bakıp onun güzelliğini görmesi, Hz. Cüveyriye'nin o sı-
rada henüz cariye olmasındandır. Çünkü cariyenin yüzüne bakmak mubahtır.
Ayrıca Hz. Peygamber, evlenmek istediği için de ona bakmış olabilir.
Bilindiği gibi bir kimsenin evlenmek istediği bir kadına bakmasında hiçbir sakınca
yoktur, isterse bu kadın hür olsun.

Avnül-Ma'bud yazarının açıklamasına göre; Cüveyriye Sabit b. Kays ile dokuz ııkıye
karşılığında kitabet akdi yapmıştır. Hz. Peygamber, Kays'a Cüveyriye'yi kendisinden
satın almak istediğini bildirince Sabit bu isteği memnuniyetle kabul etti. Hz.
Peygamber de onu satın alıp hürriyetine kavuşturdu, sonra da kendisiyle evlendi.
Üsdü'l-Gâbe'de açıklandığı üzere; Hz. Cüveyriye, Hz. Peygamber ile evlenmeden önce
babası gelip kızının serbest bırakılmasını Hz. Peygamberden rica etmiş, Hz.
Peygamber de ona; kızını muhayyer bıraktığını, eğer gönlünü yapabilirse götürüp
gideceğini bildirmiş. Fakat Cüveyriye Hz. Peygamber'i tercih ettiği için babası onu
götürmemiştir. Sağlam se-nedle rivayet edilen bu habere göre Hz. Cüveyriye'nin
Nikahında babası da hazır bulunmuştur.



Ancak mevzumuzu teşkil eden hadiste Hz. Cüveyriye'nin nikahında mehirden ve
şahidden hiç söz edilmemektedir. Gerçekten bu nikahın mehirsiz ve şahitsiz kıyılmış
olduğunu kabul etsek bile bunda bir gariplik yoktur. Çünkü vekilsiz, mehirsiz ve
şahitsiz nikahın Peygamber'e ait özel bir durum olması mümkündür. Nitekim İbn
Reslan bu hadisin, Hz. Peygamber'in velisiz, mehirsiz ve şahitsiz olarak
nikahlanmasımn caiz olduğuna delalet ettiğini söylemiştir.

Katâde de vekilsiz ve şahitsiz olarak bir kadını nikahlamanın Hz. Peygambere ait özel

[22]

bir durum olduğunu söylemiştir.
Bazı Hükümler

1- Mukateb köleyi satmak caizdir.

2- Cariyeye bakmak mubahtır.

3- Bir kimsenin evlenmek isteği kadına bakması caizdir.

4- Bir velinin, velisi olduğu ve nikahlanması kendine haram olmayan bir kızın
nikahını kendisine kıyması caizdir. Resulü ekrem Efendimiz devlet reisi olması
hasebiyle herkesin velisi hükmünde olduğundan Hz. Cüveyriye'yi kendisine
nikahlarken aynı zamanda onun velisi durumunda olması buna delalet eder. Ancak Hz
Cüveyriye'nin nikahı kıyılırken yanında kendi yakınlarından birinin bulunmamış
olması, bir kadının kendi kendinin velisi olup nikahlanmak için bir veliye muhtaç

[23]

olmadığı anlamına gelebilir.

3. Şartlı Olarak Hürriyetine Kavuşturma

3932... Sefine (r.a)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Ben Ümmü Selemenin kölesi
idim. (Bir gün bana);

Seni azad etmek isterim. (Fakat) yaşadığın sürece Resulullah (s.a.v.)'a hizmet
edeceksin; dedi. Ben de:

Sen bana (bunu) şart koşmasan bile ben (yine de) yaşadığım sürece Resulullah
(s.a.v.)'a (hizmet) den ayrılmam; cevabını verdim.

Bunun üzerine beni azad etti. Ve (Hz. Peygamber'e, yaşadığım sürece hizmet etmemi

[241

de) bana şart koştu.
Açıklama

Hattâbî'nin açıklamasına göre; buradaki şart vaad manasında kullanılmıştır. Ve
akidden sonra koşulmuştur. Bu bakımdan bu şarta uyulmadığı takdirde akid bozulmaz.
Fıkıh ulemasının ekseriyeti bu görüştedir. Çünkü azad etme akdi tamam olduktan
sonra bu şartın kölesiyle ilgili bir yeri kalmamıştır. Hürriyete kavuşan bir kimsenin
kazancı ve menfaatleri sadece kendisine aittir. Başkanın bunlarda bir tasarruf hakkı
olmaz. Bir başkası onun malından veya menfatinden ancak bir kira yoluyla
faydalanabilir.

Şerhu's-Sünne isimli eserde ise şöyle deniliyor: "Eğer bir kimse kölesini azad etmeden
önce belli bir süre kendine hizmet etmesini şart koşar da köle de kabul ederse bu şart



geçerli olur. Fakat ebediyyen hizmet etmek üzere koşulan bir şart geçerli değildir.
Kölenin böyle bir şartı kabul etmesi halinde kendisi derhal hürriyetine kavuşmuş olur.
Fakat köle olarak kendisinin bedelini efendisine ödemesi üzerine borç olur. Ona
hizmet etmesi gerekmez. Fakat akidden sonra ileri sürülmüş olan bir şart köle ta-
rafından kabul edilmiş de olsa geçerli olmaz ve köle üzerine hiç bir şey lazım gelmez."
Şevkani'nin Neylü-1 Evtâr'daki açıklamasına göre; bu hadis şarta bağlı olarak yapılan
azad etme akdinin sahih olduğuna delalet etmektedir. îbn Rüşd de bu görüştedir. İbn
Rüşd'ün açıklamasına göre: bir kimse kölesine, mesela iki sene hizmet şartıyla
kendisini azad ettiğini söylese, köle hu hizmeti yerine getirmedikçe hürriyetine
kavuşmuş olamaz. İbn Reslan, İbn Şîrîn ile İmam Ahmed'in bu görüşte olduklarını
125]

söylüyor.

Kölenin Kendi Payı Kadar Olan Kısmını Hürriyete Kavuşturması

3933... (Ebu'l- Velîd'in) babası Üsâme b. Umeyr'den rivayet olunduğuna göre
Bir adam bir köle üzerindeki payını azad etmiş ve bu durum Peygamber (s.a.v.)'a
haber verilmiş. (Bu haberi işiten Peygamber); "Allah'ın ortağı yoktur." buyurarak
kölenin tüm vücudunun hürriyete kavuştuğunu bildirmiş. (Bu hadisin diğer ravisi
Muhammed) İbn Kesir, rivayetine (şu cümleyi de) ilave etti: "Peygamber (s.a.v.) de

1261

(onun) hürriyetine kavuşturulmasını geçerli saydı."
Açıklama

Hattabi, bu hadis üzerine yaptığı açıklamada şöyle diyor:

"Bu hadis-i şerif, efendilerinden birisi tarafından vücudunun bir kısmı azad edilen bir
kölenin, diğer efendisinin de köle üzerindeki hissesini azad edip etmeyeceğine
bakılmadan, vücudunun tümünün hürriyete kavuş tu rulduğuna delalet etmektedir. Bu
hususta köle üzerinde hissesi o an diğer ortağın buna razı olup olmadığına bakılmaz.
Ancak köle üzerindeki birinci hissesini azad eden birinci ortak bu haraketiyle ortağın
köle üzerindeki hissesinin bedelini ona borçlanmış olur. Bu borcunu o anda öde-
memesi neticeyi değiştirmez. Bu borcunun ödenmesi için köleden çalışması da
istenmez. Çünkü Hz. Peygamber onun bir kısmının hürriyete kavuşmaysıyla bütün
vücudunun hürriyete kavuştuğunu bildirmiştir. Bu bakımdan bu azadı yapan kimsenin,
kölenin kalan kısmının bedelinim ortağına ödeyerek veya ona borçlanarak kölenin
vücudunun tümünü azad etmesi gerekir. Zira hadis-i şerifte, Allah için yarısı azad
edilen bir kölenin vücudunun kalan kısmına bir insanın sahip olmasının, Allah ile
ortaklık yapmak anlamına geleceği ifade edilmektedir.

Ancak bu hüküm, kölenin bir kısmını azad eden ortağın zengin olması halinde
geçerlidir. Sözü geçen kişinin fakir olması halinde geçerli değildir. Bu durumda
kölenin geri kalan kısmını da azad etmekte mükellef değildir. İbn Ebi Leylâ ile İbn
Şübrüme, Süfyân es-Sevrî bu görüştedirler. İki rivayetten en kuvvetli olanına göre
İmam Şafii de bu görüştedir. Bu görüşte olan ulemaya göre velaü'l-ıtıka hakkı da
köleyi azad eden kimseye aid olur.

imam Malike göre, bu durumda ikinci sahibin hissesi birinci sahip tarafından
kendisine ödenmedikçe köle asla hürriyetine kavuşmaz. Bu görüş İmam Şafii'den de



rivayet olunmuştur. Ancak İmam Şafii bu görüşünden dönmüştür.

imam Şafii, birinci görüşünde köleyi, ikinci görüşünde ortağı göz önünde

bulundurmuştur.

İmam Şafii'den, kölenin kalan ikinci yarısını hürriyetine kavuşturmasının o kısmın
sahibi olan kişinin isteğine

bağlı olduğuna dair üçüncü bir görüş daha rivayet edilmiştir ki, İmam bu görüşte hem
köleyi hem de ikinci ortağı göz önünde bulundurmuştur.

İmam, Ebu Hanife'ye göre ise, ortaklardan biri köle üzerindeki payını azad ettiği
zaman bakılır; eğer bu ortak zengin ise diğer ortak köle üzerindeki hissesini azad edip
etmemekte muhayyerdir. İsterse o anda ortağı gibi köle üzerindeki hissesini azad eder.
Bu durumda Vela-tü'ıtâka hakkı bu iki ortağa ait olur. İkinci ortak köle üzerindeki
hissesini bedelsiz olarak azad etmek istemezse bedelini kölenin çalışıp kazanarak
kendisine teslim etmesini isteyebilir. Kölenin bu bedeli ödeyememesi halinde bu
borcu ortağında kalır. Ortağı bu borcu verince veya köleye ödetince köle tamamen
hürriyetine kavuşur. Bu durumda velâ hakkı tamamen köleyi hürriyetine kavuşturan
ortağına ait olur."

Bu konuda merhum Ömen Nasuhi Bilmen şöyle diyor:

"Bu hususta yesâr (zengincilik) ve isâr (fakirlik), mu'tıkm (köleyi azad eden kimsenin)
ortağına ait hissesinin kıymetini tazmin edebilecek kadar bir mala malik olup
[271

olmamasıdır."

3934... Ebû Hureyre (r.a) 'den rivayet olunduğuna göre;; Bir adam bir köle üzerindeki
hissesini azad etmiş. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), (Onun bu) azad işlemini
geçerli kılmış ve onu (kölenin) kıymetinin geri kalan kısımda ödemekle mükellef
[28]

kılmıştır.

3935... (Yine Ebu Hureyre'den) rivayet olunduğuna göre;; Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:

"Kim kendisiyle başkası arasında ortak bir köleyi (hissesi nisbetinde) azad ederse
(onun vücudunun tamamını kölelikten) kurtarmak ta ona düşer." (Hadisteki) cümle

1291

(lerin rivayeti) İbn Süveyd'e aittir.

3936... (Yine Ehu Hureyre'den) rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:

"Her kim bir köle üzerindeki hissesini azad ederse, eğer malı varsa (kalan kısmın
bedelini de) kendi malından (ödemek suretiyle kölenin vücudunun tümünü)
hürriyetine kavuşturur." (Bu hadisin senedinde bulunan) ravi İbn-ül-Müsenna, en-
Nadr b. Enes'den söz etmemiştir. (Hadisteki) cümle(lerin rivayeti) İbn Süveyd'e aittir.
[301

Açıklama



Ortaklardan birinin aralarında müşterek olan köle üzerindeki hissesini azad edince,



kölenin tüm vücudunun hürriyyete kavuşmuş olacağını ifade eden 3933 numaralı
hadiste, kölenin tamamen hürriyetine kavuşmasının, ancak bu kimsenin kölenin kalan
kısmının bedelini ortağına ödemesiyle gerçekleşmiş olacağını ifade eden3936
numaralı hadis-i şerif arasında bir çelişki yoktur. Çünkü 3933 numaralı hadis-i şerif,
kölenin yarısını azad etmesi ile birlikte kölenin kalan kısmını da hemen azad
edebilecek maddi güce sahip olan kimse hakkındadır. 3936 numaralı hadis-i şerif ise
bu imkana sahip olmadığı halde bir kölenin kendi üzerine düşen kısmını azad eden
kimse hakkındadır. Bezü'l-Mechud yazarının bu husustaki açıklamaları şöyledir: "İki
kişi arasında müşterek iken vücudunun bir kısmı ortaklarından biri tarafından azad
edilen bir köle vücûdunun kalan kısmının" takdir yoluyla tesbit edilen- kıymetini
ödemek, yine onun ilk yarısını azad eden ortağa düşer. Her ne kadar bu hususta itilaf
yoksa da, yansı azad edilen müşterek bir kölenin kalan kısmının ne zamandan itibaren
hür sayılacağı mevzuu ulema arasında ihtilaflıdır. Cumhuru ulema ile İmam Şafii'nin
en sahih olan görüşüne ve Malikilerden bazılarına göre, yarısı azad edildiği andan
itibaren kölenin tümü hürriyetine kavuşmuş olur. Delilleri ise Eyyub'un nivayet ettiği,
"O artık hürdür." hadis-i şerifidir. Nitekim Taha-vî'de ibn Ebî Zib yoluyla Nafı'den (şu
mealde) bir hadis-ı şerif nivayet etmiştir: "onun kalan değerini ödemek de onun bir
kısmını azad etmiş olan kimseye düşer. Artık o köle hürdür."

Malikilerin meşhur olan görüşüne göre, bur durumda olan bir köle kalan kısmının
kıymeti diğer ortağa Ödenmedikçe hürriyetine kavuşmuş olamaz. Fakat köle üzerinde
hak sahibi olan ortak henüz bu hakkını almadan kölenin kalan kısmını azad ediverirse
köle o andan itibaren hürriyetine kavuşmuş olur. İmam Şafii'nin bu mevzudaki
görüşlerinden biri de budur.

Hanefi mezhebine göre ise, bir köle sahibi, kölenin bir kısmını azad edince, kölenin
tümü değil ancak bu kısmı hürriyetine kavuşmuş olur. Artık köle kalan kısmının
kıymetini ödemek ve hürriyetini tamamen kazanmak üzere çalışmaya başlar.
İmam Ebu Yusuf ile İmam Muhammed'e göre ise, eğer bu köle iki ortak arasında
müşterek ise, vücudunun bir kısmının ortaklardan biri tarafından azad edilmesiyle
vücudunun tümü hürriyetine kavuşmuş olur. Bu hüküm, azad eden ortağın fakir
olması halinde geçerlidir.

Bu ortağın zengin olması halinde İmam Ebu Hanife'ye göre, şu üç durumdan birini
seçmekte muhayyerdir:

1) İsterse ortağı gibi o da kölesi üzerindeki hissesini azad eder.

2) İsterse köle üzerindeki hissesinin kıymetini ortağına ödettirir.

3) İsterse bu kıymeti ödemesi için kölenin çalışıp kazanmasını ister.

Eğer kölenin ilk yarısını ödeyen ortak, kölenin kalan kısmının kıymetini de ödemeyi
kabul ederse, o zaman köleden velaü'l-ıtâka hakkının kendisine verilmesini talep etme
hakkını elde eder. Eğer ekinci ortak, kalan kısmını kendisi azad ederse, ya da kalan
kısmının kıymetini kölenin çalışıp kazanarak kendisine ödemesini isterse o zaman velâ
hakkı iki efendi arasında müşterek olur.

Eğer kölenin yarısını azad eden birinci ortak fakir ise, o zaman ikinci ortak şu iki
durumdan birini seçme hakkına sahiptir:

1) İsterse o da ortağı gibi köle üzerinde hissesini azad eder.

2) İsterse köle üzerindeki hissesinin kıymetini kölenin kazanıp kendisine Ödemesini
ister. Her iki durumda da vela hakkı iki ortağa ait olur.

Bu mevzudaki ihtilaf şu iki esastan kaynaklanmaktadır:

1- Hürriyetin bölünüp bölünmeyeceği konusu: imam Ebû Hanîfe, hürriyetin



bölünebileceği esasından hareket ederken, Ebu Yusuf ile İmam Muhammed onun
bölünebileceği görüşünden hareket etmişlerdir. Bu mevzuda İmam Şafii de İmam Ebu
Yusuf ile İmam Muhammed gibi düşünmektedir.

2- Kölenin ilk yarısını azad eden ortağın zengin olmasının, kölenin ikinci yarınının
kıymetini ödemek için kölenin çalıştırılmasına engel teşkil edip etmeyeceği konusu:
İmam Ebu Hanife'ye göre, birinci ortağın zengin olması kalan kısmın ödenmesi için
kölenin çalışmasını istemeye engel değildir. İmameyne göre ise engeldir.
Gerçekten hadis-i şeriflerden bazılarında kölenin bu kıymeti kazanması için
çalıştırılmasından bahsedilmesi de İmam Ebu Hanife'nin bu görüşündeki isabeti isbat
eden delillerdendir. 3934... numaralı hadiste geçen, "ve onu (kölenin) kıymetinin geri
kalan kısmını da ödemekle mükellef kılmıştır." mealindeki cümle, "Eğer ortaklardan
biri kölenin bir kısmını azad eder, diğer ortağı da kölenin kalan kısmını azad etmezse,
birinci ortak zengin olup kölenin kalan kısmını azad etmeyi isterse o zaman kölenin
kalan kısmının kıymetini ortağına ödemesi gerekir." anlamında kullanılmıştır.
3935... numaralı hadiste geçen, "onun vücudunun tamamını kölelikten kurtarmak da
ona düşer" anlamındaki cümle de, "Eğer onun tümünü hürriyetine kavuşmasını
istiyorsa onu kurtarmak ta birinci ortağa düşer. " anlamına gelmektedir.
Bütün bu durumlar, birinci ortağın zengin olması ve kölenin bütün vücudunun
hürriyetine kavuşmasını arzu etmesi, diğer ortağın da hissesini azad etmeye
yanaşmaması halinde birinci ortağın kölenin kıymetini ikinci ortağa ödeyerek kölenin
tüm vücudunu azad etmesi gerekliğini ifade eder. Bu mevzuda ittifak vardır. Ancak bu
ifadelerde birinci ortağın fakir olması kölenin kalan kıymetini de kendisine ödemesi
için kölenin çalıştırmasını yasaklayan bir engel yoktur. Bu da Ebu Hanife (r.a)'m bu

£311

mevzudaki haklılığını ortaya koyan başka bir husustur."

5- Önceki Hadiste (Yer Alan, Kölenin Hürriyetine Kavuşturulabilmesi İçin
Gerekli Olan Parayı Kazanmak Üzere) Çalıştırılabileceğini Rivayet Edenler
(Hadisler)

3937... Ebu Hureyre (r.a)'dan rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurdu:

"Bir kimse kölesinin bir kısmını azad ederse eğer (yeterli) malı varsa (kölenin) bütün
(vücud) unu azad etmek

onu üzerine borç olur. Eğer (yeterli malı) yoksa, meşakkat vermemek şartıyla (köle)

£321

çalıştırılır."

3938... Ebu Hureyre (r.a)'dan rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:

"Bir kimse bir köle üzerinde bulunan hissesini yahut kendisine düşen payını azad
ederse, eğer malı varsa (bu) malıyla köleyi (tamamen) azad etmek onun üzerine borç
olur. Eğer malı yoksa köle(nin kıymeti) doğru bir şekilde takdir edilir. (Bu kıymeti
kazanıp da öbür ) sahibine (ödemesi için) Fazla meşakkat vermemek şartıyla köle ça-
lıştırılır. "Ebu Dâvûd dedi ki: (Yezid b. Zurey ile Nasr b. Ali'nin) ikisinin hadisinde de
"meşakkat vermemek üzere çalıştırılır" (sözü) vardır, (fakat) "bu kölenin kıymeti



[33]

doğru olarak takdir edilir" sözü yoktur.



3939... (bir önceki hadis yine Katâde) senediyle ve mana olarak Said b. Ebî
Arube)'den (rivayet olunmuştur. Said'den İbn Ebî Ediyy ile Yahya b. Saîd rivayet
etmişlerdir.) Yahya ile İbn Ebî Adiyy'den de Muhammed b. Beşşar rivayet etmiştir.
Ebu Davud dedi ki: Bu hadisi Ravh b. Ubâde de Said b. Ebî Arûbe'den rivayet etti,
(fakat kölenin) çalıştırılabileceğinden bahsetmedi. Cerir b. Hâzim ile Musa b. Halef de
beraberce Yezid b. Zurey' yoluyla Katâde' den (hadisin) manası rivayet etti ve bu

041

rivayette "kölenin çalıştırılması" (kelimesi)ni de zikrettiler.
Açıklama

Bu babda geçen hadis-i şerifler, sahiplerinden biri tarafından vücudunun bir kısmı
azad edilen bir kölenin diğer sahibinin hissesine düşen kısmını azad etmenin de
Kölenin vücudunun bir kısmını azâd eden ortağa düştüğünü, eğer bu kimsenin kölenin
kalan kısmını azâd edebilecek kadar malı yoksa o zaman gerekli parayı kazanmak
üzere kölenin çalıştırılabileceğini ifade etmektedirler. Nitekim biz fıkıh ulemasının bu
mevzudaki görüşlerini bir önceki babda açıklamıştık. Bir önceki babda yaptığımız
açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, mevzumuzu teşkil eden bu babdaki hadisler, bu
şartlarda söz konusu paranın temini için kölenin çalıştırılabileceğini söyleyen İmam
Ebu Hanife'nin görüşünü teyid ve isbat etmektedir.

Ancak bu hadislerde geçen, "köle çalıştırılır" sözü gerçekten aslından mıdır, yoksa,
hadisi rivayet ederken Katâde tarafından söylenmiş ve hadisin metni arasında
srkştmlmış bir fetva mıdır?" konusu ulema arasında ihtilaflıdır. Bu meselede merhum
Ahmed Davudoğlu şunları nakletmiştir: "Bu babda birçok sözler söylenmiştir.
Ezcümle Kadi Iyaz şöyle demiştir:" Buradaki köleyi çalıştırma meselesinin
zikredilmesinde ravüer arasında ihtilaf vardır. Dârekutnî diyor ki: "Bu hadisi Şube ile
Hişam Katâdeden rivayet etmişlerdir. Bunların ikisi de en mutemed ravilerden
oldukları halde çalıştırmayı zikretmem işlerdir. Hemmâm da onlara uyarak çalıştırma
meselesini hadisten ayırmış, onu Ebu Katade'nin reyi saymıştır. Hadisi Buharı de bu
şekilde tahriç etmiştir, doğrusu dâ budur. Ve Ebu Bekir en-Nisâbûrî'yi "Hemman'in
rivayeti ne güzel ve mazbuttur. Katade'nin sözünü hadisten ayrılmıştır," derken
işittim..."

Kadı Iyaz; Asîlî ile İbn Kassâr ve diğer bazı ulemanın, "Çalıştırmayı hadisten kabul
etmeyenler, kabul edenlerden evladır. Çünkü bu cümle ibn Ömer'den rivayet edilen
diğer hadislerde yoktur." dediklerini; İbn Abdil-berr'in de aynı sözü söylediğini; bir
başkasının mezkûr cümle hakkında, "Saîd b. Ebî Arûbe onu Katâde'den rivayet
ederken bazan söyledi bazan söylemedi." dediğini kaydettikten sonra; "Bu da gösterir
ki, mezkûr cümle hadis metninden değildir. Nitekim başkaları da aynı şeyi
söylemişlerdir." diyor.

İmam Şafii'nin de aynı görüşte olduğu rivayet edilmiştir. "Köleyi çalıştırma"
cümlesini hadisin metninden kabul edenler bunlara cevap vermişlerdir:
İbn Hazm, hadisin otuz sahabiden sabit olduğunu söylemiş, "Bu-haber son derece
sahihtir. Binaenaleyh onun ihtiva ettiği ziyadeyi terketmek caiz değildir." demiştir.
Buhari sarihi, Aynî dahi, "Bu hadis, Şafii'nin dediği gibi sabit olmasaydı Buhari ile



Müslüm onu Sahihlerinde tahric etmezlerdi." demektedir.

Hasılı ulemadan bazıları Ebu Hureyre hadisini bundan evvelki İbn Ömer rivayetine
muhtalif görmüş ve Ebu Hureyre hadisindeki "Köle çalıştırılır." Cümlesini hadisin

1351

aslından kabul etmemişlerdir. Kölenin çalıştırılmayacağına, İbn Ömer rivayetine
muhalif görmüş, Ebû Hureyre hadisindeki "Köleyi çalıştırma" cümlesini hadisin
aslından kabul etmemişlerdir. Kölenin çalıştırılmayacağına, ibn-i Ömer rivayetiyle
istidlal etmişlerdir.

Diğer ulema ise, iki rivayet arasında muhalefet olmadığını, yalnız Ebu Hureyre (r.a)
hadisinde "çalıştırılır." Ziyadesi bulunduğunu; bu ziyadeyi Buhari, Müslim ve
Tirmizi'nin rivayet ettiklerini, binaenaleyh onun da sahih olduğunu söyleyerek hadisi
kendilerine delil göstermişlerdir.

Cumhur ulemaya göre, buradaki çalıştırmadan murad, hissesini azad etmeyen ortağın
hakkını ödemek için köleyi çalıştırıp kazandırmaktır. Köle bu parayı kazanıp sahibine
ödedikten sonra hür olur. Bazıları, "Bundan murad, hissesi mukabilinde kölenin

[361

sahibine hizmet etmesidir." demiştirlerdir.

6. kölenin çalıştırılamaz acağını rivayet eden kimseler (in rivayet ettiği hadisler)

3940... Abdullah b. Ömer'den rivayet edildiğine göre; Resulullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:

"Her kim kölesi üzerinde bulunan hissesini azad ederse bu kimse için (kölenin kalan
kısmına) adaletli bir kıymet takdiri yapılır. (Yapılan bu takdire göre) ortaklarına (köle
üzerindeki) paylarını verir ve (tümüyle onun adına azad edilmiş olur. Eğer (onun,
kölenin kalan kısmını azad etmeye yetecek kadar malı) yoksa o zaman (köleden
sadece) azatlanan kısmı azad edilmiş olur. (Ortaklarının hissesi yine köle olarak
[371

kalır)."

3941... İbn Ömer (r.a)'dan (bir de bir önceki hadisin) manayı (rivayet olundu. Ancak
bu rivayetin ravilerinden olan Eyyub) dedi ki: Nafı' (bu hadisi rivayet ederken, Yoksa
köleden) azadlanan kısım azad edilmiş olur" sözünü bazan söyledi, bazan da

1381

söylemedi.

3942... Şu (bir önceki) hadis İbn Ömer (r.a)'dan (rivayet olunmuştur. Şu farkla ki, bu
rivayette) Eyyub (şöyle) demiştir: (Ancak bir önceki adis-te geçen) "Yoksa köleden
sadece azadlanan kısım azad edilmiş olur" sözünün (gerçekten) hadisten mi yahutta

£391

Nafı'nin söylediği (kedine ait) bir söz mü olduğunu bilmiyorum.

3943... İbn Ömer'den rivayet olunduğuna göre;; Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Her kim kölesi üzerinde bulunan hissesini azad ederse, eğer (kölenin kalan kısmının)
bedeline yetecek kadar malı varsa (bu malıda ortaklarına vermek suretiyle kölenin)
tümünü azad etmek de ona düşer. (Eğer kendisinde buna yetecek kadar) mal yoksa
(köleden sadece onun) hissesi (kadarı) azad olur. (Ortaklarının hissesi yine köle olarak



1401

kalır.)"

3944... İbn Ömer (r.a)'dan (bir de bir önceki) İbrahim b. Musa (hadisi)'nin manası

^ 141]
(rivayet olunmuştur).

3945... İbn Ömer (r.a)'dan (bir de 3940 numaralı) Ivlalik (hadısm)'m manası (rivayet
olunmuştur. Ancak bu hadisin senedinde bulunan Cüveyriye, Malik hadisinde
bulunan), "Eğer (malı) yoksa (köleden sadece) azadlanan kısım azad edilmiş olur."
cümlesini rivayet etmemiştir, (ibn Ömer'in) bu rivayeti (Malik hadisinin) manasına
uygun olarak (devam etmekte) ve "köle onun adına azad edilmiş olur." cümlesiyle

1421

sona ermektedir.

3946... İbn Ömer'de rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Her kim kölesi üzerinde bulunan hissesini azad ederse; eğer onun kölenin (kalan
kısmının) fiyatına yetecek kadar malı varsa kölenin kalan kısmı da onun malı

143]

üzerinden azad edilmiş olur."

3947... Abdullah b. Ömer'den rivayet olurduğuna göre; Peygamber (s.a.v.) ona şöyle
demiştir:

"Bir köle iki (kişi) arasında (ortak) olur da ortaklardan biri hissesini azad ederse,
(bakılır); eğer zenginse (değerinden) eksik ve ziyade olmamak üzere onun hesabına

I44J

köleye bir kıymet biçilir, sonra azad edilir."

3948... İbn et-telîbb'in babasından rivayet olunduğuna gör; Bir adam, kölesi üzerinde
bulunan hissesini azad etmiş de Peygamber (s.a.v.) ona (kölenin kalan kısmının
değerini) ödetmemiş.

Ahmet (b. Hanbel ravi) el-Telibb'i kasdederek, dedi ki: OT (nun ismi) ta iledir. Şu'be

1451

peltek olduğu için ta ile sa harfini ayırdedememiş (ve birbirine karıştırmıştır.
Açıklama

Bu babın başlığı Sünen-i Ebi Dâvûd nüshalarında fark]ı şekiide karşımıza
çıkmaktadır. Bezlül-Mec-hud nüshasında "Kölenin çalıştırılabileceğini rivayet
edenler" anlamına gelen bir cümleden ibarettir. Bezlü'l-Mechud yazarının
açıklamasına göre Müctebâiyye nüshası ile Ahmediyye, Medeniyye, nüshalarında ve
Münziri'nin elinde bulunan nüshada da bu başlık böyledir.

Fakat İbn Reslan'm Müctebâiyye nüshasının haşiyelerinde ve Münziri'nin üzerinde
çalıştığı nüshanın haşiyesinde bu başlık "Kölenin çalıştm-lamayacağı" anlamına gelen
bir cümleden oluşmaktadır.

3934-3936 numaralı hadis-I şeriflerin şerhinde de açıkladığımız gibi, ortaklardan biri
tarafından yarısı azad edilen bir kölenin diğer yansı diğer ortak tarafından azad



edilmeyince, kölenin kalan kısmının değerini sahihlerine ödeyerek azad etme görevi
de yine ilk yansım azad eden kimseye düşer. Fakat bu parayı ödemeye gücü yetmezse
o zaman nasıl hareket edileceği ulema arasında ihtilaflıdır.

İmam Malik ile İmam Şafii ve İmam Ahmed'e göre, bu parayı kölenin ilk yansını azad
eden kimse ödemekle mükelleftir; bu parayı ödemediği takdirde parayı temin etmek
için köleyi çalıştıramaz.

İmam Ebu Hanife'ye göre ise, kölenin ilk yarısını azad eden kimse fa-kirse ikinci
yarısını da azad etmek için köleyi çalıştırabilir. Nitekim bir önceki babda geçen
hadisler de bu görüşü açıkça ifade etmektedir. Her ne kadar 3948 numaralı hadis-i
şerifte Hz. Peygamberin, bir kölenin bir kısmını azad eden bir kimseyi diğer kısmını
da ödemekle mükellef tutmadığına dair bir ifade varsa da, bu ifadeden o kimsenin
kölenin kalan kısmı-nı ödemesi gerekmediği manası çıkmaz.

Çünkü Hz. Peygamber o kimseyi fakirliğinden dolayı bu parayı ödemekten muaf
tutmuş olabileceği gibi, ortaklar vela hakkının ona geçmemesi için bu parayı onun
ödemesine razı olmadıklarından dolayı bu kişiyi söz konusu parayı ödemekle mükellef

1461

tutmamış da olabilir.

7. Nikahı Haram Olan Bir Yakınını Köle Edinmiş Olan Kimse Hakkında (Gelen
Hadisler)

3949... Semüre (İbn Cündüp)'den rivayet olunduğuna göre; Resulullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:

"Kim (kendine nikahı) haram olan bir yakın (m)a sahip olursa (şunu bilsin ki yakını
olan) o (köle) hürdür."

Ebu Davud dedi ki: Bu hadis'in bir benzerini de Hammâd b. Seleme, Katâde ve Asim,
el-Hasen yoluyla Muhammed b. el-Bekr el-Birsani rivayet etmiştir.
Yine Ebu Davud dedi ki:

(Ravilerden) Hammâd b. Seleme'den başka bu hadisi, (bana) "bunu falanca söyledi"
sözünü kullanarak rivayet eden olmamıştır. (Bu bakımdan) bu hadis (in sıhhatin) de

1471

şüphe vardır.

3950... Katâde'den rivayet olunduğuna göre; Ömer İbn el-Hattab şöyle buyurmuştur:
"Her kim (kendisine nikahı) haram olan bir yakın (m)a sahip olursa (yakını olan) o

1481

(köle) hürdür."

3951... Katâde'den rivayet olunduğuna göre; el-Hasan (el-Basri) şöyle demiştir:
"Kim (nikahı kendisine) haram olan yakın (m)a sahip olursa (yakın olan köle)

1491

hürdür."

3952... (Bir önceki hadisin) bir benzen de el-Hasen (el-Basrî) ile Câ-
bir b. Zeyd'den de rivayet olunmuştur. Ebu Davud dedi ki: "Saîd'in hafıza sı

[501

Hammâd' dan daha güçlüdür.



Açıklama



Rahim: Aslında "ana rahmi" anılanıma gelir.Fakat burada yakın akraba anlamında
kullanılmıştır.Mahrem; ise "haram" demektir. "Rahim mahrem" terkibi ise, nikahı
ebediyen haram olan anne, baba, amca, dayı, hala gibi yakın akraba anlamına
gelmektedir.

İbnü'l-Esir'in açıklamasına göre; Sahahbe-i Kiram' dan ve tabiımdan olan ilim
adamları, bu hadis-i şerife dayanarak, "bir kimsenin elinde bulunan ve nikahı
kendisine haram olan kadın veya erkek bir kölenin hür olacağının" söylemiştir.
İmam Ebu Hanife (r.a.) ile taraftarları ve İmam Ahmed (r.a.) de bu görüştedir. Yani
köle ile efendinin birinin erkek diğerinin kadın olması farz edildiği takdirde aralarında
nikah caiz olmuyorsa o köle derhal hür olur.

İmam Şafii'ye göre ise, usul ve furu ile birlikte kardeşler de azad edilmiş olurlar.İmam
Nevevi'ni açıklamasına göre, Zahiriye uleması ise, "Hiçbir evlat babanın hakkının
ödeyemez.Meğer ki, onu köle olarak bulup da satın alarak azad eyleye" mealindeki
5137 numaralı hadise dayanarak, "Köle sahibi azad etmedikçe köle onun
mahreminden de olsa yine kölelikten kurtulamaz" deimşlerdir.

Çoğunluk ailmlere göre ise, usul ve furu denilen anne ve babalar ile çocuklar ve
torunlar satın alınır alınmaz hürriyetlerine kavuşmuş olurlar.

Ancak usul ve furu dışındaki akrabaların satın alınmaları halinde hür sayılıp
sayılmayacakları konusu ulema arasında ihtilflıdır.

İmam Şafii (r.a.) ve taraftarlarına göre, usul ve furu dışındaki yakınlar sırf satm
almakla hürriyetlerine kavuşmuş olmazlar.

İmam Malik (r.a.) sırf satm almakla usul ve furu gibi kardeşeler de hürriyetlerine
kavuşmuş olurlar demiştir.

Ebu Hanife (r.a.)'ye göre ise, kendilerine nikah düşmeyen yakınların tümü satm
aldıkları andan itibaren hürriyetlerine kavuşmuş olurlar.

Ebu Davud, 3949 numaralı hadisin sonunda ilave ettiği sözlerle bu hadisin merfu ve
muttasıl olmadığına işasret etmek istemiştir.Nitekim Bey haki de haidisn ravisi
Hammad'm hadisi bu şekilde rivayet etmekle hafızası kendisinden daha güçlü olan
ravilerin rivayetlerine ters düştüğünü söyleyerek Ebu Davud'un bu görüşünü
paylaşmıştır.

İmam Tirmizi de; bu hadisi muttasıl olarak rivayet eden Hammad'dan başka bir ravi
bilmediğini söylüyor. Ayrıca Buhari de bu hadisin zayıf olduğuna dikkat çekmiştir.
Ali b. El-Medini ise bu hadisin münker olduğunu söylemiştir.

Hafız Münziri'nin açıklamasına göre, 3950-3951 numaralı hadisler mevkuf ve
murseİdirler, 3952 numaralı hadis ise mürsel ve münkerdir.

Ancak bu zayıf hadisler birbirini teyid ettikleri için zayıflıktan kurtulup haşen-
ligayrihi mertebesine yükseldiklerinden musannif Ebu Davud onları Sünen'ine

£511

almıştır.

8. Efendisinden Çocuk Dünyaya Getiren Cariyeleri Azad Etmek

3953... Selame binti Ma'kıl'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Cahiliye döneminde
amcam beni getirip Ebul-Yeser İbn Anır'm kardeşi Hubab b. Amr'a sattı. Ben ondan



Abdurrahman b. el-Hubab'ı dünyaya getirdim. Sonra (Hubab) vefat etti. Bunun
üzerine hanımı, "vallahi şimdi (Hub.ab'm) borcu karşılığında (bu cariyeyi)
satacaksınız" dedi. Ben Resu-lullah (s.a.v.)'a varıp;

Ey Allah'ın Resulü, ben Hârice Kays Aylan (kabilesin) den bir kadınım. Amcam beni
cahiliye döneminde Medine'ye getirip Ebu'l-Yeser İbn Amr'm kardeşi Hubâb b. Amr'a
sattı. Ben ondan Abdurrahman b. el-Hu-bâb'ı dünyaya getirdim. (Şimdi de Hubab
ölünce) karısı, Vallahi şimdi (bu cariyeyi Hubab'in) borcu karşılığında satacaksınız
diyor, dedim. Resürullah (s.a.v.):

"Htibâb'm velisi kimdir?" diye sordu. "Kardeşi Ebu'l-Yeser İbn Amr'dir. " diye cevap
verildi. Ona (birisini) görder (ipyanma çağır) di, (gelince ona);

"Bu cariyeyi azad ediniz. Bana (ganimet olarak) bir kölenin geldiğini duyduğunuz
vakit bana geliniz; bu cariye karşılımda size (o köleyi) vereceğim" buyurdu. Bunun
üzerine beni azad ettiler ve (bir süre sonra) Resulullah (s.a.v.)'a (birtakım) köle(ler)

[52]

geldi. Benim yerime onlara bir köle verdi.

3954... Cabir b. Abdullah'dan rivayet edilmiştir; dedi ki: Biz Resulullah (s.a.v.) ile Ebu
Bekir (r.a) dönemlerinde "Ümmüha-tü'l-evlâd" (denilen, bizden bir çocuğu olan
cariyeler)! sattık. Ömer (r.a) (halife) olunca bize (bunu) yasakladı, biz de vazgeçtik.
[53]

Açıklama

Ümmü Veled: Efendisinden çocuk dünyaya getiren cariye demektir. Çoğulu,
"ümmühatü'l-evlâd" gelir. Münziri, bu hadisi rivayet ettikten sonra özetle şöyle der:
Bazı alimler şöyle demişlerdir: Sahibinden çocuğu olan cariyeler muhtemelen Resul-i
Ekrem (as) zamanında çok az satıldığı için onun bundan haberi olmamış olabilir. Şu
ihtimal de vardır, belki ilk zamanlarda bu nevi cariyelerin satılması caiz idi, sonra
yasaklandı. Ebu Bekir (r.a) ise konulan yasağı duymamış olabilir veya onun
döneminde bu nevi olay vuku bulmamış olabilir. Çünkü onun dönemi kısa sürdü. Hz.
Ebubekir Bu dönemde bir taraftan dinden dönenlerle savaşmakla meşgulken, diğer
taraftan islâmi hizmetler konusunda yoğun bir çalışma içerisinde idi. Ömer (r.a) halife
iken, bu konu hakkında Resul-i Ekrem (as) tarafından buyrulmuş olan sahih hadisler
kendisine intikal edince bu yasağı koydur,"

Avnü'l Mabud yazarı, İbn Kudâme'nin de şöyle dediğini nakleder: "Sahibinden çocuğu
olan cariyeyi satmanın caiz olmadığı yolunda sahabelerin icma'i vardır. Hz. Ali, İbn
Abbas ve İbn Zübeyr'in bunu caiz gördüklerine dair yapılan rivayet, nakledilen icma'i
gölgelemez. Çünkü bu zatların bu görüşten rücü ettiklerinden rivayet edilmiştir.
Bu ifadelerin akabinde konuya ilişkin rivayetler nakledilmekte ise de bunların buraya
aktarmaya gerek görmüyoruz. Çünkü günümüzde bu nevi meseleler görülmez. Cariye

£541

işi tarihe karışmıştır.

9 Müdebber Kölenin Satüması (Caiz Midir?)



3955... Câbir b. Abdullah'dan rivayet edildiğine göre; Bir adam kendi ölümünden



sonra geçerli olmak üzere kölesini azad etmiş ve o köleden başka bir malı da yokmuş.
Bunu üzenine Peygamber (s.a.v.) (orada bulunanlara) o köleyi (getirmelerini)

[55J

emretmiş, (köle getirilince) yedi yüz yahutta dokuzyüz (dirhem)e satılmış.

3956... Şu bir önceki hadis, Câbir b. Abdillah'dan (bir başka yolla daha rivayet
edilmiştir. Şu farkla ki, Câbir burada bir önceki hadise şu cümleleri de) ilave etmiştir.
Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki:

" Sen (bu kölenin) değerin (i aimay)a (herkesten) daha müstehaksin. Allah'ın da ona
[561 ^

ihtiyacı yoktur."

3957... Câbir (r.a) den rivayet olunduğuna göre;

Ensar'dan Ebu Mezkur diye anılan birisi Yakub adındaki kölesini kendi ölümünden
sonra geçerli olmak üzere azad etmiş ve o köleden başka bir malı da yokmuş.
(Bir gün Resnlullah (s.a.v.) o köleyi çağırmış ve (orada hazır bulunan kimselere):
Bunu kim satın alır?" diyerek satılığa çıkarmış. Bunun üzerine Nuaym b. Abdullah b.
en-Nahhâm onu sekizyüz dirheme satın almış ve bu dirhemleri o kölenin sahibine
vermiş. Sonra (Resulullah) şöyle buyurmuş:

"Sizden birisi fakir olduğu zaman (eline geçen maddi imkanlardan yararlanmak
hususunda) önce kendisinden başlasın. Eğer (eline geçen bu) maddi imkanda (kendi
ihtiyacından artan) bir fazlalık varsa onu da ailesine, eğer (daha) fazlalık varsa onu da

[571

yakınlarına hısımlarına, fazlalık daha da varsa onu da şuraya buraya (versin)."
Açıklama

Hürriyete kavuşması efendisinin ölümüne bağlı ojan köleye "müdebber" denir. Bu
şekilde köle azad etmeye de; "Tedbir" denir. Tedbir dört çeşittir:

1- Tedbir-i Mutlak: Efendisinin ölümüne bağlanarak yapılan tedbirdir. Efendinin
kölesine, "ben öldüğüm zaman "sen hürsün" demesi gibi.

2- Tedbir-i Muallak: Bir şarta bağlanmış olan tedbirdir. Efendisinin kölesine hitaben,
"sen şu işi yaparsan ölümümden sonra hürsün" demesi gibi. Bu durumda köle
efendisinin sağlığında bu şartı yerine getirirse efendisinin ölümünden sonra hürriyete
kavuşmuş olur.

3- Tedbir-i Mukayyed: Malikin bir vasıf ile mukayyed olan vefatına bağladığı
tedbirdir. Efendisinin kölesine, "ben bu hastalığımdan ölürsem' veya "ben bu
yolculuğum esnasında vefat edersem sen hürsün" demesi gibi.

4- Tedbir-i Muzaf: Bir vaktin geçmesine veya çıkmasına izafe edilen tedbirdir. "Sen
yarından itibaren mudebbersin" veya " sen falan ayın bitiminde müdebbersin"

[58]

denilmesi gibi.

Müdebbir: Tedbiri yapan, yani kölenin hürriyetini kendisinin ölümüne bağlayan
efendi.

Mevzumuzu teşkil eden bu babın hadisleri müdebber köleyi satmanın ntutlak suretle
caiz olduğunu söyleyen İmam-ı Şafii'nin delilidir. Hattâbi'nin açıklamasına göre
Ahmet b. Hanbel ile İshâk b. Râhûyeh, Mücâhid ve Tâ-vûs da bu görüştedirler.



Hasan-ı Basrî ise, sahibinin köleyi satmaya muhtaç durumda olması şartıyla
müdebberi satmanın caiz olduğu görüşündedir.

İmam Malik' de efendinin en azından kölenin değerine denk bir borçla ölmesi halinde
onu varislerin satabileceklerini söyler.

Said b, el-Müseyyeb ile Şa'bî Nehâi ve Zuhrî ise müdebber köleyi satmanın caiz
olmayacağını söylemişlerdir.

İmam Ebu Hanîfe ile Sufyân-ı Sevri, Evzâi, Şüreyh, Mes'rûk, Kasım b. Muhammed,
Ebu Cafer Muhammed b. Ali ve Salim b. Abdullah da bu görüştedirler.
Bedayiu's Sanayi' yazarının kaydettiği gibi, İmam Ebu Hanife; "Eğer tabiinden bu
büyük alimler, müdebberin satılabileceğinisöylemiş olsalardı, onlara uyarak ben de

[591

müdebberin satılabileceğini söylerdim." demiştir.
Tedbir Akdinin Hükmü İki Kışıma Ayırılır:

1) Müdebberin hayatında cari olan hükümler.

2) Müdebberin vefatından sonra cari olan hükümler. Müdebberin hayatında cari olan
hükümler şunlardır: Efendinin mutlak

tedbir ile müdebber kıldığı kölesi, Hanefilere göre köle ancak efendisinin ölümüyle
hürriyetlerine kavuşmuş olacağından efendisi onu asla satamaz. İmam Şafii'ye göre
ise, köle bu nevi tedbir ile asla hürriyet hakkım kazanmış olmayacağından efendisi
onu istediği zaman satabilir. Çünkü bu köle

hürriyetini ancak efendisinin ölümünden sonra kazanacak tır, bu ise şimdilik yoktur.
Ancak mukayyed tedbir ile müdebber kılınmış olan köleyi satmanın caizliğinde ulema
ittifak etmiştir.

Hafız Zeylaî'nin açıklamasına göre, bu babda geçen hadislerde Hz. Peygamber'in
satılmalarına izin verdiği kölelerden maksat; tedbir-i mukayyed ile müdebber kılınmış
köleler olabileceği gibi, bu kölelerin satılmasından maksat gerçekten satılmaları

İM

olmayıp kiraya verilmeleri olmaları da mümkündür.
Bu hususta Hamleleri dayandıkları deliller şunlardır:

1. Darekulni'nin ibn Ömer'den rivayet ettiği müdebber kölenin satılmayacağını ifade



eden zayıf hadisler.

2. Cabir b. Abdullah'dan rivayet edilen Hz. Peygamber'in müdebber kölenin
satılmasını yasaklayan hadislerin ifadeleri.

3. Hz. Ömer, Osman, Zeyd b. Sabit, Abdullah b. Mes'ud, Abdullah b Abbas, Abdullah
b. Ömer (r.a)'m müdebber kölenin satılmayacağı görüşünde olduklarına dair haberler.

[62]

10. (Mirasının) Üçte Biri Değerlerini Karşılayamayan Kölelerini (Ölüm
Yatağında İken) Azad Eden Kimse (Hakkında Gelen Hadisler)

3958... İmrân b. Husayn'dan rivayet olunduğuna göre;

Bir adam ölürken altı kölesini azad etmiş ve onlardan başka malı yokmuş. Bu (haber)
Peygamber (s.a.v.)'e ulaşınca o kimse için ağır sözler söylemiş, sonra köleleri çağırıp
onları üçe bölerek aralarında kur'a çekmiş. (Kur'a sonucu bunlardan) ikisini azad etmiş



[63]

ve dördünü de köle olarak bırakmıştır.



3959... (Bir önceki hadisin) manası (yine aynı) senediyle Ebû Kılâbe'den de rivayet
olunmuştur. Şu farkla ki, Ebû Kılâbe (oradan geçen) "O kimse için ağır sözler söyledi"

[641

cümlesini rivayet etmemiştir.

3960... (Bir önceki hadisin ) manası Ebû Zeyd'den de rivayet olunmuştur. Ancak bu
rivayette bir önceki hadisten fazla olarak şu cümleler de bulunmaktadır): Bu adan
ensardan biriydi. Peygamber (s.a.v) (bu haberi duyunca); "Eğer ben bu adamı
defnedilmeden önce görseydim , (müslüman mezarlığına gömülmesine izin

[651

vermezdim ve) müslüman mezarlığına gömülmezdi" buyurdu.
3961... İmrân b. Husayn'dan rivayet olunduğuna göre:

Bir adam ölürken altı kölesini azad etmiş ve (kendisinin) bu kölelerden başka bir malı
da yokmuş. Bu (haber) Peygamber (s.a.v )'e yetişince köleler arasında kur'a çekmiş,

[661

(kıır'a sonucu onlardan) ikisini azad etmiş, dördünü de köle olarak bırakmış.
Açıklama

Ölüm yatağında iken kölelerini azad ettiğinden bahsedilen şahsın kimliği hakkında bir
açıklama mevcut değildir.

Sadece 3960 numaralı hadis-i şerifde onun Ensari olduğuna dair bir açıklama
bulunmaktadır.

Her ne kadar burada sözü geçen şahsın kölelerini ölmek üzere iken azâd ettiği ifade

[671

edilmekte ise de, Müslim'in bir rivayetinde bu şahsın ölürken kölelerinin azad
edilmesini vasiyet ettiği ifade edilmektedir.

İmam Kurtubî'nin de dediği gibi doğru olan rivayet Müslim'in bu rivayetidir. Ancak
bazı râviler bu hadisi rivayet ederken yanlışlıkla "vasiyet etti" kelimesini atlayarak
sadece onun ölmek üzere iken kölelerini azad ettiğini nakletmekle kalmıştır.
Bilindiği gibi bir kimsenin mirasının üçte birisinden fazlasında vasiyet hakkı yoktur.
Sözü geçen sahabinin altı kölesinin değeri tüm mirasının üçte birinden fazla
olduğundan, onun bu vasiyeti tümüyle geçerli değildir. Bu yüzden Hz. Peygamber
onun bu usulsüz tasarrufunu duyunca onun hakkında ağır sözler sarfetmiştir. 3960
numaralı hadis-i şeriften anlaşıldığı üzere Hz. Peygamber'in o şahıs hakkında
söylediği ağır sözler. "Eğer ben defnedilmeden önce o adamı görseydim o,
müslümanlar mezarlığına gömülmezdi" anlamına gelen cümlelerden ibarettir.
Nesai'nin rivayetine göre, Hz. Peygamber'in sözü geçen sahabi hakkında; "Bileydim
onun namazına katılmak istemezdim." dediği ifade edilmektedir.
Bu babda geçen hadis-i şerifler, mallarının üçte biri kölelerinin değerine ulaşmadığı
halde, ölüm yatağında iken kölelerini azad eden vcva azad edilmelerini vasiyet eden
kimsenin ölümüyle, malının üçte biri karşılığında hangi kölelerin hür sayılacağı
konusunda kur'a usulüne başvurulabileceğini söyleyen imam Malik ile İmam Şafii.



Ahmed. İshak, Da-vud, İbn Cerir ve cumhur ulemanın delilidir.

İmam Ebu Hanife'ye göre ise, bir kimsenin kölelerinden her birinin vücudu mirasın
üçte birinden hissesine düşen pay nisbetinde azad olur ve kölelerden herbiri
vücudunun kalan kısmının da hürriyete kavuşması için gereken parayı temin etmek
üzere çalıştırılır. Bu parayı kazanıp da varislere teslim edince vücudunun tümü
hürriyetine kavuşmuş olur. Said b. el-Müseyyeb ile Şureyh, en-Nesâi, Şabî, Katâde ve
Hammad da bu görüştedirler.

Hanifılerden bazıları ise, bu gibi hususlarda kur'a usulüne göre başvur-murmanm
meşru olmayıp cahiliye adetlerinden kalan bir nevi kumar olduğunu söylemişlerdir.

im

İbnül Münzir, Ebû Hanîfe'nin kurayı caiz gördüğünü söylemiştir.
Kur'anm caiz olmadığını söyleyen Hanefî'nin imamlarına göre. kur'a İslamin ilk
yıllarından geçerli idi, fakat sonradan nesh edildi. Nitekim Ebû Cafer et-Tahâvi'nin
£701

rivayet ettiği Hz Ali'nin İslamm ilk yıllarında Ye-men'de bu usulü uyguladığını ve
Hz Peygamberin de tasvibine mazhar olduğunu fakat sonradan bu usulü terkettiğini



ifade eden hadis-i şerif de buna delalet eder.

11. Malı Olan Bir Köleyi Azad Eden Kimse Hakkında (Gelen Hadisler)

3962... Abdullah b. Ömer'den rivayet olunduğuna göre; Resulullah (s.a.v) şöyle
buyurmuştur:

"Her kim bir köleyi azad eder ve o kölenin de malı olursa, kölenin malı onun
(efendisinin) olur. Ancak efendinin o malı(n köleye ait olmasmi)şart koşması (bu

£721

hükümden) hariçtir."
Açıklama

Hadiste geçen "kölenin malı" ifadesinin zahirine maj edinebilir. Fakat efendisi bunu
ondan cebren alma hakkına ve yetkisine sahiptir. Bu görüş Mâiik'in kavlidir. Cumhura
göre köle ma] edinemez. Hadiste geçen "kölenin Mail" ifadesinden maksat, gerek
kölenin elinde bulunan ve gerekse çalışarak elde ettiği maldır. Gerek kölenin elinde
bulunan ve gerekse çalışarak elde ettiği mal, efendisinin malıdır, mülkiyetindedir. Bu
mal kölenin elinde olduğu veya köle elde ettiği için "kölenin malı" tabiri
kullanılmıştır. Hadisin; "kölenin malı onundur'7 cümlesindeki zamirin ait olduğu şahıs
konusunda ihtilaf vardır. Alimlerin ekserisine göre zamir köleyi azadla-yanla ilgilidir.
Bu takdirde cümlenin manası şöyle olur: "Kölenin malı onu azadlayanmdır." Bir kısım
ehli ilim ise zamirin köleye ait olduğunu söylemişlerdir. Bu takdirde cümlenin manası

[731

şöyle olur: "Kölenin malı köleyedir."

Kölenin mal edinemeyeceği görüşünde olan cumhur ulemaya göre; "Kölenin malı"
terkibinde malın köleye izafe edilmesi mecazidir. Efendisinin izniyle kölenin o
maldan tasarruf hakkına sahip olması ve o malı korumakla görevli olması gibi



sebeplerle mal köleye izafe edilmiştir.

Nitekim bazen güttüğü koyunlar da mecazen çobana izafe edilerek onlara "çobanın
koyunları" denir. Kölenin efendisinin lütfü ve izniyle mal sahibi olabileceğini
söyleyen İmam Malik'e göre ise, buradaki kölenin malından maksat, efendinin
kölesine lütfen bağışladığı maldır.

Bütün bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere cumhur ulemaya göre, "kölenin malı
onundur." cümlesindeki "hu" zamiri efendisiyle ilgilidir. Nitekim "Kim bir köleyi

[741 ^ [751

satarsa o kölenin malı satana aittir. " hadis-i şerifi de buna delalet etmektedir.
Metinde geçen "Ancak efendinin, o malım köleye ait olmasını şart koşması (bu
hükümden) hariçtir."

Cümlesi, kölenin mal sahibi olabileceğini savunan İmam Malik'e göre, "Ancak satın
alan efendinin şart koşması halinde kölenin malı sözü geçen efendisinin olur"
anlamına gelir. Cumhura göre ise bu cümle, "Satan efendinin, kölenin elinde bulunan
malın azaddan sonra köleye ait olmasını şart koşması halinde bu mal kölenin olur"
anlamına gelir.

Hattabi'nin dediği gibi; bu durumda, mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerif, efendinin
azad ettiği bir kölenin o anda elinde bulunan mallan ona bağışlamasının mendup

1261

olduğuna delalet eder.

12. Zina Çocuğunu Azad Etmek

3963... Ebû Hureyre'den rivayet edildiğine göre; Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Zina çocuğu üç kişinin en şel isidir. Ebû Hureyre dediki: Allah yolunda (savaşa çıkan
bir kimseye) bir kamçı vermem, bana bir zina çocuğunu azad etmemden daha



hoştur."
Açıklama

Burada geçen zina çocuğu kelimesi hakkında çeşit görüşler Uen sürülmüştür:

1- Burada zina çocuğundan maksat şer ile damgalanmış, kötülüğü herkes tarafından
bilinen belli bir şahıstır.

2- Zinadan doğan çocuktur. Böylesi bir çocuk annesinden de babasından da şerlidir.
Çünkü onlara had vurulduğu için bu ceza günahlarına kefaret olmuştur. Zinadan doğan
çocuk böyle değildir. Onun Allah katında nasıl bir muameleye tabi tutulacağı bizce
meçhuldür. Bu itibarla zina çocuğu, annesi, babası ve kendisinden oluşan üç kişinin en
kötüsüdür.

3- Zina çocuğu, aslı. nesebi ve doğumu itibariyle anne ve babasından daha kötüdür.
Çünkü o haram çiftleşmeden oluşan bir meniden dünyaya gelmiştir. Anne babası ise
böyle değildir.

4- Zina çocuğu anne ve babasından daha kötüdür. Çünkü anne ve babası işledikleri
suçu devamlı gizlemeye ve unutturmaya çalıştıkları halde bu çocuk varlığı ile devamlı
olarak insanlar arasında bu suçu hatırlatır durur, işte zina çocuğunun anne ve
babasından daha kötü olmasından maksat budur.

5- Zina çocuğundan maksat çok zina eden kimsedir. Nitekim uzun yolculuğa çıkan



kimse de "ibnü's-sebil= yol oğlu" denir.

Çok zina eden kimseye de zina çocuğu denir ki bu haliyle zina onun annesi ya da
babası iken, kendisi de zinanmm çocuğu gibidir. Birbirlerinden hiç ayrılmazlar.
Hz. Peygamber bu hadis-i şerifle zinaya müptela olan bu gbi kimseleri zinadan
uzaklaştırmak istemiştir.

6- Bazılarına göre zina çocuğunun damarlarında dolaşan zina mahsulü kanı onu
devamlı kötülüğe teşvik eder. Bu bakımdan zina çocuğu anne ve babasından daha
kötüdür. Nitekim yüce Allah, "Ey Harun'un kız kardeşi, baban kötü bir adam değildi,

178]

annen de fahişe değil" ayet-i kerimesinde bu gerçeği ifade etmiştir.
Abdullah b. Amr b. As'a göre, "andolsun cehennem için birçok cin ve insan
[791

yarattık" ayet-i kerimesinde bahsedilen cehennemlikler zina çocuklarıdır. Said b.
Ciibeyr de bu görüşte idi.

İmam Mâlik, sadece zina olaylarına mahsus olmak üzere zinadan doğan çocukların
şahitliklerinin caiz olmadığı görüşündedir. Osman b. Affan da bu görüştedir.
İbn Münzir; İmam Ebû Hanife, satın alman bir kölenin zina çocuğu çıkmasının onun
geri verilmesini mubah kılan özürlerinden biri olarak kabul ettiğini söyler.
Hattabi'nin açıklamasına göre, İbn Ömer'in, "Zina çocuğu üç kişinin en lıayirlısıdır."
dediğine dair bir rivayet vardır. Abdullah b. Ömer sözüyle, zina çocuğunun,
kendisinin doğmasına sebep olan zina fı'ilinin işlenmesinde hiçbir suçu olmadığını ve
meseleye bu açıdan bakılınca, zinadan doğan çocuğun annesinden ve babasından daha

İM

hayırlı olduğunu söylemek istemiştir.
13. Köle Azad Etmenin Sevabı

3964... Garîf b. ed-Deylemîden rivayet edilmiştir; dedi ki: Biz Vasile b. el-Eska'a
vardık ve, "Bize içerisinde fazlalık ve eksiklik bulunmayan bir hadis rivayet et" dedik.
(Bize) öfkelendi:

Kuşkusuz sizin her biriniz evinde asılı duran Kur'an-ı Kerim'i okuyor (ve yanlışlıkla
ona bazı) ilave(ler) yapıyor, (bazı kelimeleri de okurken) eksiltiyor; karşılığını verdi.
Biz de:

Bize Resulullah (s.a.v)'dan olan işittiğin bir hadis-i (bize nakleder misin?) demek
istiyoruz; dedik. (Bunun üzerine şu hadisi) rivayet etti:

Katil sebebiyle ateşe girmeyi hak eden bir arkadaşımız (in nasıl kurtulabileceği)
hakkında (bilgi almak üzere) Resulullah (s.a.v)'a varmıştık.

"Bu katilden dolayı köle azad ediniz, (çünkü) Allah, kölenin her organına, karşılık,



katilin bir organını cehennemden azad eder." buyurdu.
Açıklama

Bu hadis-i şerif, köle azad etmenin Allah'a yaklaşma yollarının en büyüklerinden
olduğuna delalet etmektedir. Çünkü, yüce Allah ve Resulü köle âzad etmenin katil
cezasına keffaret olabilecek kadar büyük bir sevabı olduğunu bildirmiştir.
Ancak şurasını da ifade etmek icabeder ki, köle azad etmenin katil günahına keffaret



olabilmesi katilin maktulün diyetini ödemesi halinde söz konusudur. Aksi takdirde
maktulün velisine ödenmesi gereken diyet bir kul borcu olarak katilin zimmetinde
kalır gider.

Hadis-i şerifte söz konusu edilen katil olayının bir intihar hadisesi olması da
mümkündür, Bu durumda diyet söz konusu değildir. Bütün bunlar gösteriyor ki, had
cezalan cinayetlere keffaret olmakta yeterli değildir.

Binaenaleyh katilin işlemiş olduğu katil günahından tamamen kurtulabilmesi için,
ödediği diyetten başka, köle azad etmek, tövbe etmek gibi Allah'ın affına sebep olan
tâatlarda bulunması gerekir.

Avnül' Mabud yazarının açıklamasına göre, buradaki maktulün müslümanlarla
aralarında barış anlaşması bulunan bir gayri müslim olması ihtimali de vardır.
Hattabi'nin açıklamasına göre, katilin bütün organlarının cehennemden azad
olabilmesi için azad edilecek kölenin hayalarına varıncaya kadar bütün organlarının
tam olması gerekir. Hadis-i şerifte vaad edilen sevaba erişebilmesi için bu hususa

£821

dikkat etmek müstehabdır. İlim adamlarından bazılarının görüşü budur.

14. Hangi Köleyi Azad Etmek Daha Faziletlidir?

3965... Ebû Necîh es-Sülemi'den rivayet olunmuştur; dedi ki:

Resulullah (s.a.v) ile birlikte Taif köşkünü kuşatmıştık. Muaz (b. Hi-şam ise bu
cümleyi) "Babam (Hişam)'ı (şöyle) derken işitmiştim: (Resulullah (s.a.v) ile birlikte
Taif kale s in deki Taif köşkünü (kuşatmıştık)" şeklinde rivayet etti. (Daha sonra) her
ikisi de (hadisin geri kalan kısmını da); "Kim Aziz ve Celil olan Allah yolunda
düşman (in cesedine)e bir ok isabet ettirirse onun için (Allah katında büyük)bir derece
vardır" (şeklinde rivayet ettiler, Ravi Ebû Necîh), hadisi(n geri kalan kısmını da şöyle)
nakletti:

Resulullah (s.a.v) şöyle buyururken işittim:

"Herhangi bir müslüman erkek, bir müslüman köleyi azad ederse, muhakkak ki Aziz
ve Celil olan Allah (o kölenin) kemiklerinin her birini, onu azad eden kişinin bir
kemiğini ateşten koruyan bir kalkan haline koyar.

Herhangi bir müslüman kadın da müslüman bir kadını azad ederse, kuşkusuz (yüce)
Allah, kıyamet gününde (azad edilen kadının) kemiklerinden herbirini onu azad eden

[83]

kadının bir kemiğini ateşten koruyan bir kalkan haline koyar."
Açıklama

Bu hadis-i şerif, azad edilen bir kölenin her organının, onu azad eden kimsenin bir
organım cehennem ateşinden koruyacağına delalet ettiği gibi; erkeğin erkek köle,
kadının da cariye azad etmesinin, erkeğin cariye, kadının ise, erkek köle azat
etmesinden daha faziletli olduğuna da delalet etmektedir.

Azad edilen kölenin bir organına karşılık azad eden kimsenin bir organının

cehennemden kurtulacağı ifade edildiğinden ulema, azad edilecek köleyi organları tam

olan köleler arasından seçmenin müstehap olduğunu söylemişlerdir.

Hadiste geçen, "onun için (büyük) bir derece vardır." sözü Nesai'nin Sünen'inde şöyle

açıklanmaktadır:



"îbnü'n Nahhâm: Bu derecenin yüksekliği ne kadardır? diye sordu. Resulullah (s.a.v)
da; Öyle evinizin eşiği gibi değil, iki derece arasındaki mesafe yüz yıllıktır,
[841

buyurdu."

3966... Şurahbil b. es-Sımt'tan rivayet olunduğuna göre; kendisi Arar b. Abse'ye:
"Bize Resulullah (s.a.v)'tan duyduğun bir hadisi naklet" demiş, (o da) Ben Resulullah
(s.a.v)'ı şöyle buyururken şittim karşılığını
vermiş:

"Kim imanlı bir köleyi azad ederse (o köle, azad eden kimsenin) ateşten kurtulması
£851 *

için fidye olur."
Açıklama

Her ne kadar bu hadisin senedin de hadis uleması tarafından tenkıd edilmiş olan
Bakiyye b. el-Veiid varsa da, Tirmizı bu hadisi hasen senetlerle de rivayet etmiş
olduğundan hadis zayıflıktan kurtulup Hasen derecesine yükselmiştir.

£861

Bir önceki hadisin şarhinde yaptığımız açıklama bu hadis-i şerif için de geçerlidir.

3967... Şurahbil b. es-Sımt'tan rivayet olunduğuna göre; kendisi Kab b. Mürre'ye,
yahutta Mürre b. Ka'ba: Bize Resulullah (s.a.v)'tan işittiğin bir hadisi naklet, demiş.
(Ka'b, yahutta Mürre, 3965 numaralı) Muaz hadisinin, "Herhangi bir müslüman erkek,
müslüman bir erkek köleyi azad ederse... Herhangi bir müslüman kadın da müslüman
bir kadını azad ederse" sözüne kadar rivayet etmiş, (sonra sözü geçen hadise) ilave
(ten şunları da rivayet etmiş:

"Herhangi bir (Müslüman) erkek, iki müslüman kadını (kölelikten) azar ederse (onlar,
o kimsenin) ateşten kurtarıcısı olurlar, onların her iki kemiği onun kemiklerinden biri
yerine geçer."

Ebu Davud dedi ki: (Bu hadisin ravilerinden) Salim, Şurahbil'den (hadis)

[871

işitmemişlerdir. Çünkü Şurahbil, Sıffm (savaşm)da ölmüştür.
Açıklama

Bu hadis-i şerif, erkeği azat etmenin kadını azad etmekten daha faziletli olduğunu
söyleyenlerin delilidir.

Hafız Abdurrauf El-Münavî de; bir erkek azad etmenin iki kadın azad etme sevabına
eşit olduğunu ve bu sebeple Hz. Peygamber'in azâd ettiği kölelerin ekserisinin erkek
olduğunu söylemiştir.

Bir kadının azad edilmesiyle çocuğunun da azad edileceği nazarı itibariyle, kadın azad
etmenin erkek azad etmekten daha faziletli olduğunu söyleyenler de vardır.
Bu mevzu da Şevkanı (r.a) şöyle diyor:

"iki kadın azad etmenin bir erkek azad etmek gibi azad eden kimseyi kurtaracağına



dair hadislerin yanında, bir kadını azad etmenin de azad edeni ateşten kurtaracağını
ifade eden hadisler varken; kadını azad etmenin mi, yoksa erkeği azad etmenin daha
faziletli olduğunu münakaşa mevzuu haline getirmek lüzumsuzdur."
Alkamî de; erkeğin cihad gibi ağır işlerde daha yararlı olduğunu gözönünde
bulundurarak; erkeği azad etmenin kadını azad etmekten fazileti olduğunu

[88]

savunmuştur.

15. Kişinin Sıhhatli İken Köle Azad Etmesinin Fazileti

3968... Ebu'd Derdâ (r.a)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Resulullah (s.a.v) şöyle
buyurdu:

"Ölürken köle azad eden kimse (nin hali),döyunca (yemek) ikram eden kimse (nin
JM

hali) gibidir."
Açıklama

Bu hadis-i şerifte, dünya malına ihtiyacı varken onu Allah yolunda sarf ederek ahireti
dünyaya tercih etmenin faziletine ve Allah yanındaki değerine işaret edilmektedir.
Bilindiği gibi bir kimsenin bir mala ihtiyacı varken onun din kardeşine verip din
kardeşini kendine tercih etmesine "i'sar" denir.

İ'sar, "Kendilerinde fakru ihtiyaç olsa bile (onları) öz canlarından daha üstün

tutarlar" ayet-i kerimesiyle övülmüştür. İşte mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i
şerifte, ölüm yatağına düşmeden önce mallarını Allah yolunda sarf edenler, Allah
rızası için kölelerini azad edenler, ah irerlerin i -dünyalarına tercih etmiş olmaları
cihetiyle i'sar sahiplerine benzetilmiş-tir.Ölüm yatağında kölelerini azad etmeye
kalkanlar da kendi menfaatini varislerin menfaatma tencih etmeleri cihetiyle büyük bir
iştah ve hırsla karnını doyurduktan sonra etrafındaki açları hatırlayıp, kalan yemekler-
den onlara ikramda bulunmaya kalkan kimseye benzetilmiştir.
Şüphesiz bu ikramın da Allah yanında bir değeri vardır. Fakat, kendi karnı açken ve
yemeğe ihtiyacı varken kendi yemeğini din kardeşine ikram eden kişinin ikramı ile

£911

mukayese edilemez.



m

ÖmerNasuhi Bilmen Hukuki tslamiye Kamusu IV 31-32.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/7-8.

m

Tirmizî büyü 35 muvatta, mükateb 1.2.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/8.
[31

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/8-10.

fil

Tirmizî, buyu 35; ibni-i mace, ıtak 3; Ahmed b. Hanbel II 178, 184, 206, 209.

İÜ

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/10.

[İl

Tirmizî, buyu 35.

LU

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/10-1 1.



m

Tirmizî buyu 35; ifan-i mace ıtk.3; Ahmed b. Hanbel VI 289. 308, 311.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/1 1.

[21

Nur, (24)31,

rıoı

Davudoğlu Ahmed, selâmet yollan IV, 306, 309.



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/1 1-13.

ri2i

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/13.

ri3i

Buharî, salat 80, şurûl 3, 10, 13, 17, et'ime 31, ferâiz 19, 20, 22, 23, talâk 14, keffaret 8, nikah 18. zekât 61,mükâteb 5, buyu 67, 73: Müslim, ıtk 5,
6, S. İÜ, 12. 14, 15: Ebû Dâvûd, ferâiz 12; Tirmizi, fersiz 20. ve-saya 7. velâ; Nesâî, zekât 99, talâk 29-31, buyu 75, 76, 78; îbn Mace, talâk 29. ilk 17-
19; Ahmed b. Hanbel, 1,281,321. 11,28. 100, 113, 144, 153, 156, VI. 33,42,46, 82,103. 121, 135. 161, 172, 175, 178, 180. 186. 190.213.272.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/14-15.
üü

Buharı, salât 80, surût 3, 10, 13, 17, et'ime 31, ferâiz 19, 20, 22. 23, lalâk 14. keffaret 8, nikâh 18, zekat 61.rmikâteb5,buyû67, 73; Müslim, ilk 5, 6,
8. 10. 12, 14, 15: Ebû Dâvûd, ferâiz 12; Tirmizî, temiz 20. vesâyı 7, velâ; Nesâî, zekât 99. talâk 29-31, buyu 75, 76, 78; İbn Mâce, talâk 29, ıtk 17-19;
Ahmed b. Hanbel, I, 281, 321. II. 28, 100. 113, 144, 153. 156, VI. 33,42,46, 82,103, 121, 135, 161, 172. 175, 178. 180, 186, 190.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/15-16.

ri5i

Karaman Hayrettin, mukayeseli İslâm Hukuku, 1/366.

[161

Râ'd(13)25.

[171

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/16-19.

ri8i

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/19.

[191

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/19-21.

[201

Muhammed Hamidlullah islâm peygamberi; 1-153.

[211

Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi II, 23.

[221

Zürkanî şerh-i MevahibüT-le dünniye V, 23 1 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/21-22.
[23J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/22.

[2£

İbn-i mâce ıtk, 6 ; Ahmed b. Hanbel V-221; VI, - 319.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/22.
[25J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/23.

[261

Ahmed b. Hanbel, II. 347.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/23-24.
[271

Nasuhi bilmen omer; Hukuki îslâmiye Kamusu, IV, 37.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/24-25.
[İH

Ahmed b. Hanbel 1 1,347.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/25.
[291

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/25-26.

[301

Ahmed b. Hanbel; II 347.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/26.
[311

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/26-28.

[321

Buhârî, ıtk 5, 3 irked 5, 14; Müslim, ıtk 3-4 Eymân 45; İbn Mace, ıtk , 7: ârimi, Feraiz, 51: Ahmet b. Hanbel, 255,426. 472.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/28-29.
[331

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/29.

[341

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/30.

[351

Sünen-i Ebû Davûd'da 3940 nolu hadis.

[361

Sahihi Müslim Terceme ve Şerhi. VII 556 - 557.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/30-31.
[371

Buharî, ıtk 4. Şirket 5; Müslim, ilk 1, eymân 47-49; Tirmizî, ahkâm 14; îbn Mace, ilk 7: Ahmet! b. Hanbel, II. 15,77. 116, 142, 156.



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/31-32.

mm

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/32.

[391

Buharî, ilk 4; Müslim. ıtk 1, eymân 47-49; Tirmizî, ahkâm 14; ibnMâce. ilk 7; Ahmed- b, Hanbel, II. 15, 77, 116.143, 156.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/32.
[401

Buharî, ilk 4.17: Müslim, eyman 48; Ahmed b. Hanbel, II. 53, 142.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/33.
[411

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/33.

[421

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/33.

[431

Buhari. ıtk 4; Müslim, eymân.47, 51, ıtk I; İbn Mâce, ıtk 7: Ahmed b, Hanbel, I. 57, II. 531.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/33-34.
[İH

Müslim, ıtk 2, eyman 52; Tirmizi, ahkâm 14; Ahmed b. Hanbel, II, 1 1, 122. 468.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/34.
[45J

Buharı, ilk 4; Müslim eymân 5; EbûDâvûd, nikâh 31; Tirmizî, nikâh 44; Nesâî . nikâh, 68. talâk 57; Ahmed, b. Hanbel, I, 447, II, 11, IV. 280 .re.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/34.
[461

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/34-35.

[471

Tirmizi. Ahkâm 28; İbn-i Mâce. ıtk 5.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/35-36.
[481

Tirmizi, Ahkâm 28, İbn-i Mace; ıtk 5.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/36.
[491

Tirmizi. Ahkâm 28, İbn-i Mace; ıtk 5.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/36.
1501

Tirmizî, Ahkâm 28. İbn-i Mace; ıtk 5.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/36.
[5İ1

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/37-38.

[521

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/38-39.

[531

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/39.

1541

Huliboğlu Haydar, Sünen-i Ibn Mace Tercemesi ve Şerhi. VII. 102.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/39-40.
[551

Buharı; ahkâm 32, büyü 59, ırk 9; Müslim, zekat 41, eyman 58; Nesâî, zekat 60. büyü 84, kudât 29: İbn Mâce. ıtk 2. büyü 37, 38, vesâyâ 3:
Muvatta. ramadan 8: Ahmed b. Hanbel III. 305, 368-371.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/40.
[561

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/40.

[571

Müslim. Eyman 35: Nesâî buyu 84.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/40-41.
[581

Bilmen Ömer Nasuhî, Huku İslamiyye kamusu IV. 39.

[591

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/41-42.

[601

Zafer Ahmed ed, Tehavî, I'Iâüs, Sünen XI. 3 1 1 .

[611

Dârekutnî, II 483.

[621

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/42-43.

[631

Müslim: Eyman/56. Nesai; cenâiz/65. İbn-i Mâce ahkâm/20 Ahmed IV -426. 431, 438, 440. V -341 ahkâm/27.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/43.
[641

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/43.

[65J

Nesâî. cenâiz 65.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/43-44.
[661

Nesâî. cenâiz 65.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/44.



[671

Müslim, eymân 57.



(İbn. Kudame, el'muğnî VIII 358. Riyâd 1981)

[69J

el mübarekfüri, tuhfetul - Ahuezî IV. 602.

T701

El, Tahâvî şerhu meânil-tsar II 421 - 422.



Zafer Ahmed el Tahâvî 1'lâüssünen XI 309 — 3 10.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/44-45.
[721

Buhârî, şurb 17; İbn-i Mace, ıtk 8.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/45-46.
[731

Hatiboğlu Haydar. Sünen-i İbn-i Mâce şerhi VII 1 19.

[741

Ebû Dâvûd, büyü 42.

[751

Es - seharen fûri Halil Ahmed, Bezl'il-mechûd XVI 295 .

[76J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/46-47.

[771

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/47.

[781

Meryem: (19)21)

[791

A'râf (7) 179.

[M

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/47-48.

[811

Buharı, keffâret 6, ıtk. 1, Müslim, ilk 23,24; Tirmizî, muzûr 14-20; Ahmed b. Hanbel, II 447, 525,1 1 1 490.491, IV 107. 1 13, 235, 321. 344, 386,
404, V, 29.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/48-49.
[821

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/49.

[831

Tirmizi, cihad II; Nesâî. cihad, nüzûr 14,20 İlin Milce, cihad 19, 24; Ahmed b. Hanbel, I, 113, 344, 388 II, 420, 422, 429. 431, 447, 525.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/50.
[841

Nesâî cihâd /26.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/51.
[851

Nesâî Cihâd 26; İbn Mace ıtk 4: Ahmed b. Hanbel, II 420,422,429. 431,447,525, IV, 113, 147, 150, 235, 321, 344, 344, 384, 386, 404, V, 29, 244.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/51.
[861

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/51.

[871

Buharı, ıtk I, keffârât 6; Müslim, ıtk 22;25; Tirmizî, nüzûr 14,20.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/52.
[881

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/52-53.

[891

Nesâî, vesaya I. ; Tirmizi Vessiye 7; Dârimî, Vesâya 17 Ahmed b. Hanbel V 197. VI 448.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/53.
[901

Haşr. (59) 9.

[911

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/53.



7. KUR' AN SECDELERİ BÖLÜMÜ

1. Secdelere Ait Konular Ve Tilavet Secdelerinin Adedi

2. Mufassal Sûrelerde Secde Olmadığı Görüşünde 01anlar(In Delilleri)

3. (Necm Ve Diğer Mufassal Sûrelerde) Secde Olduğu Görüşünde 01anlar(In
Delilleri)

4. t nşikâk Ve Alak Sûrelerindeki Secdeler

5. Sâd Sûresinde(Ki Secde Ayeti Dolayısıyla) Secde Yapmak

6. Hayvana Binmişken (Yahut Da Namaz Hâricindeyken) Secde (Ayeti) Yi t şiten
Kimse (Ne Yapmalıdır)?

7. (Kişi) Secde Ettiğinde Ne Söyler?

8. Sabah Namazından Sonra (Güneş Doğmadan Önce) Secde Ayeti Okuyan Kimse
(Secde Eder Mi)?

Tilâvet Secdesi Hakkında Tamamlayıcı Bazı Bilgiler:



7. KUR' AN SECDELERİ BÖLÜMÜ



1. Secdelere Ait Konular Ve Tilavet Secdelerinin Adedi

1401. ...Amr b. el-as (r.a.)'den rivayet edildiğine göre: Resûlullah (s. a.) kendisine
Kur'ân'da on beş secde (âyeti) okutmuştur. Bunlardan üçü MufassaJ(lar)dadir. Hac

[II

sûresinde de iki secde vardır.

Ebû Dâvûd dedi ki: Ebü 'd-Derdâ vasıtasıyle Resûlullah (s. a.) 'dan on bir secde

121

rivayet edilmiştir. Ancak bu rivayetin isnadı zayıftır.
Açıklama

Hadîs-i şerifte Kur'ân-i Kerim'deki secde âyetlerinden üçünün mufassallarda (ki bunlar
Necm, İnşikâk ve Alâk sûreleridir), ikisinin Hac Sûresinde olduğu söylenmiştir.
Diğerlerinin yerlerine işaret edilmemiştir. Burada işaret edilmeyen secde âyetlerinin
bulunduğu sûreler şunlardır: el-A'râf, er-Ra'd, cn-Nahl, el-İsrâ, Meryem, el-Furkan,
en-Neml, es-Secde, Sad ve Fussılet.

Hadis-i şerif Kur'an-ı Kerim'deki secde âyeti sayısının on beş olduğuna delâlet
etmektedir. Leys, İshak, Şâfiîlerden İbnu'I-Münzîr ve İbn Süreye, Mâ-likilerden de İbn
Habib ve İbn Vehb bu görüştedirler.

Hanefîlere göre Kur'ân'da on dört secde âyeti vardır. Hanefıler Hac süresindeki ikinci
âyeti secde âyeti olarak kabul etmezler, onu rukû'u emir ile yan yana bulunduğu için
namaz secdesi sayarlar, Zeylâî: "İbn Abbâs ve İbn Ömer'den rivayet edilen, Hac
süresindeki tilâvet secdesi birincisidir. İkincisi namaz secdesidir, tarzındaki rivayet

121

bizim görüşümüzü takviye etmektedir" derler. Tahâvî de Said b. Cubeyr'den İbn

141

Abbas'm "Hac süresindeki secdelerin birincisi azimet, ikincisi tâlimdir" dediğini
rivayet etmiştir.

Şâfıîler, Hanbelîler ve Zahirîler de Kur'ân'da on dört yerde secde âyeti bulunduğunu
söylerler. Ancak bunlar Hanefîlerdcn farklı olarak Hac sure-sindekini değil, Sâd
suresindekini tilâvet secdesi kabul etmezler, bunun şükür secdesi olduğunu söylerler.
Mâlikîler ise, Kur'ân'da on bir secde âyeti olduğu görüşündedirler. Hac süresindeki
ikinci âyeti ve mufassallarda ki üç secde âyetini tilâvet secdesi saymazlar. İbn
Mâce'nin Ümmü'd-Derdâ (r.anhâ)dan rivayet ettiği şu haber Mâ-likîlerin delilidir:
"Ebu'd-Derdâ; Resûlullah (s.a.)'la birlikte on bir (yerde) secde yaptı. Necm
151

onlardandır." Ancak cumhur, bu hadisin senedindeki Osman b. Fâid yüzünden
hadisin zayıf olduğunu söylemişlerdir. Nitekim Ebû Dâvûd da buna hadisin sonunda
işaret etmiştir.

Tilâvet secdesi, Hanefîlere göre vâcib, diğer üç mezhebe göre sünnettir. Ahmed b.
Hanbel'den de namaz içinde okunursa vâcîh, namaz dışında okunursa sünnet olduğuna



dâir bir rivayet vardır.

Hanefîler, görüşlerinde Ebû Hüreyre'nin Peygamber (s.a.)'den rivayet ettiği şu hadise
dayanırlar:

Âdemoğlu secde âyetini okuyup da secde ettiği zaman, şeytan ağlayarak ayrılır ve:
Ademoğlu secde etmekle emrolunup secde yaptı da Cennet onun oldu. Ben ise, secde

[61

ile emrolundum ve secde etmedim. Cehennem de benim oldu, der." Hadis-i şerifte
müslümanlarm secde etmekle emrolunduklan hikâye edilmektedir. Mutlak emir ve
vücûbu gerektirir. Ayrıca Cenab-i Allah secdeyi terk ettikleri için bazı kavimleri
zemmetmiştir. Meselâ bir âyette: " = Onlara Kur'ân okunduğu zaman secde

m

etmezler" buyurulmaktadır. Bir kimsenin zemmedilmesi ancak vacibi ter-ketmekle
olur, o halde secde vâcibtir" derler. Bugün elimizde mevcud Mushaflarda işaret edilen
secde âyetleri şu sûrelerdedir: 1. Araf 206; 2. Ra'd 15; 3. Nahl 49-50; 4. İsrâ 107; 5.
Meryem 58; 6. Hacc 18; (İhtilaflı olarak) 77; 7. Furkan 60; 8. Nemi 25; 9. Secde 15;
10. Fussilet 37; 11. Necm 62; 12. înşikâk 21; 13. Alâk 19.

Şafiî ve Mâlikilere göre Nemi Süresindeki secde 26. âyettedir. Ayrıca Sâd sûresinin

[8]

24. âyeti de secde değildir.

1402. ...Ukbe b. Amir (r.a.)'den; demiştir ki; Resûlullah (s.a.)'a:
Ya Resûlallah! Hacc sûresinde iki secde var mı? diye sordum.

[îoı

"Evet, o secdeleri yapma(k istemi)yen o âyetleri okumasın" buyurdu.



Açıklama

Hadis-i şerifte bahsi geçen âyetler Hac sûresi'nin 18. ve 77. ayetleridir.

Bu hadisin Tirmizî'deki rivayeti; "Hacc sûresi faziletli kılındı. Çünkü onda iki tane

secde âyeti vardır" şeklinde vârid olmuştur.

Bu hadis, Hacc Sûresi'nde iki tane secde âyeti olduğunu söyleyenlerin görüşlerini
te'yid etmektedir. Ancak senedindeki İbn Lehî'a ve Mişrah'tan dolayı zayıftır. Fakat
Tahâvî'nin Abdullah b. Sa'lebe'den rivayet ettiği, "Ömer b. el-Hattâb bize sabah

im

namazı kaldırıp Hac Sûresini okudu ve iki defa secde yaptı" haberi bu za'fı
ortadan kaldırmaktadır.

Hacc Sûresinde tek secdenin olduğunu söyleyenlerin bu mânâdaki hadislere dair
görüşleri daha önce geçen hadislerde anlatılmıştır.

Hz. Peygamber'in; "Secde etmek istemeyen bu âyetleri okumasın" buyurması, sûrenin

£121

tamamını okumamanın caiz olduğunu gösterir.

2. Mufassal Sûrelerde Secde Olmadığı Görüşünde 01anlar(In Delilleri)

1403. ...İbn Abbâs (r.anhumâ)'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s. a.) Medine'ye



£13]

geldi-geleli mufassallardan hiç birinde tilâvet secdesi yapmamıştır.



Açıklama

Bu hadis "mufassal" adı verilen sûreler gurubunda secde âyetinin olmadığına delâlet
etmektedir. İmam Mâlik ve tabileri bu görüşü tercih etmişlerdir. Ancak bu rivayet
zayıftır. Çünkü sene-dîndeki Ebû Kudâme zayıftır. Birçok âlim bu râvinin zayıf
olduğunu söylemiştir. Râvilerden Metaru'l-Verrâk da tenkide uğrayanlardandır. Hatta
Müslim bu zâtın hadisini kitabına aldığı için ayıplanmıştır.

Şayet hadisin sahih olduğu kabul edilirse, İbn Abbâs'm mufassal gurubunda yapılan
secdelere muttali olmadığı ya da Hz. Peygamber'in bir sebebe biaen bu secde
âyetlerini terk ettiği yorumu getirilecektir. Çünkü o grubda secde âyeti olduğu 1407
numaralı hadiste gelecektir. Nitekim bu hadiste Ebû Hüreyre Hz. Peygamber (s.a.)'le
birlikte ve sûrelerinde secde ettiklerini haber vermiştir.

Şevkânî, İbn Abbâs'm rivayeti ile ilgili olarak; "Hz. Peygamber'in o durumda secde
yapmaması o surelerde secde âyeti olmayışına delâlet etmez.' Çünkü onları
okuduğunda abdestsiz olduğu için veya vakit kerahet vakti olduğu için terk etmiş
olabilir. Yahut da okuyan terk etmiştir veya secde etmemenin cevazına işaret için
secde etmemiştir," der.

İMİ

Feth'de de bunun en râcih ihtimal olduğu beyân edilmiştir.
1404. ...Zeyd b. Sabit (r.a.)'den; demiştir ki:

£151

Resûlullah (s.a.)'a Necm (Suresin)i okudum onda secde etmedi.
Açıklama

Hadisin Buhâri'deki rivayetinde Zeyd'in Hz. Peygamber'e Necm Sûresini okuyup
secde etmediği "zan" ifâde eder bir kelime ile ifâde edilmiştir. Diğer bir rivayet ise,
buradaki gibidir.

Hadis-i şerif Necm sûresinde secde âyeti olmadığını göstermektir. Bu, "mufassal
grubunda secde yoktur" diyenlere delil olabileceği gibi, hâsseten Necm Sûresi'nin
sonunda secde âyetinin olmadığını söyleyenler için de delil olabilir. Atâ, Ebû Sevr,
Hasen el-Basrî, Said b. Cübeyr, Said b. el-Müsseyyeb İkrime ve Tâvûs ikinci görüşün
sahipleridirler.

Adı geçen sûrelerde secdenin bulunduğu görüşünde olan cumhur bu hadisi şöyle te'vîl
ededen

"Zeyd b. Sâbit'in bu sureyi okuduğu esnada Hz. Peygamberin abdest-siz veya vaktin
kerahet vakti olması ve bu yüzden Efendimizin secde etmemesi muhtemeldir. Hz.
Peygamber'in sırf secde etmemenin cevazına işaret etmek istemesi de mümkündür."
İbn Hacer bu son ihtimâli beğenmiştir. Fakat bu ancak tilâvet secdesinin sünnet
olduğunu söyleyenler açısından değer ifâde eder, vücûbuna kail olanlar için önceki iki
te'vil daha yerindedir.

Sindi de bu hadisle ilgili olarak şöyle der: "Bu hadiste, Necm sûresinde secde yoktur'
diyenler için delil değildir. Çünkü Hz. Peygamber onu secde yapmamanın cevazına



işaret için terk etmiş olabilir. Secdeyi vâcib görenler açısından ise şöyle denilir: Hz.
Peygamber secdeyi başka bir vakte te'hîr etmiş Zeyd'e de küçük olduğu için

Lİ61

emretmemiştir."

Necm sûresinde secde olduğunu bildiren müstakil rivayetler mevcuttur. Tirmizî'nin
rivayet ettiği bir haberde İbn Abbâs şöyle der: "Resûlullah (s. a.) onda yani Necm
sûresinde secde yaptı, (orada bulunan) müslümanlar, müşrikler, ins ve cin de secde
yaptılar."

Bu hadisin Buhârî ve Müslim'deki ifadesi de şu şekildedir: "Resûlullah (s. a.) Necm
sûresini okudu ve tilâvet secdesi yaptı,yanmdakilerde secde.yaptılar. Yalnız yaşlı bir
adam yerden bir avuç çakıl veya toprak alıp alnına kaldırdı ve "bu bana yeter" dedi. O

im

adamın daha sonra kâfir olarak öldürüldüğünü gördüm."

Ebû Dâvûd'da 1406 numarada gelecek olan hadis ve Buhârî ve Müslim'deki rivayete
£181

benzemektedir.

1405. ...İbn Kusayt, Hârice b. Zeyd b. Sâbit'den; o da babası vasıtasıyla Hz.
Peygamber (s.a.)'den; önceki hadisi mânâ olarak rivayet etmiştir.

[191

Ebû Dâvud; Zeyd imamdı ve secde etmedi, der.
Açıklama

Abdullah b. Kusayt bu hadisi bir defa Atâ b. Yesâr'dan bir defa de Hârice b. Zeyd b.
Sâbit'den işitmiştir. Bu hal,

hadisin senedinde bir ızdırab olmasını gerektirmez. Zira bir şahsın iki veya daha çok
hocasının olması ve aynı mânâya gelen sözleri her birinden ayrı ayrı işitmesi gayet
tabiîdir.

Ebû Davud'un söylediği talikte Zeyd'in Necm sûresi'ni okumasını müteâkib secde
etmeyenin kim olduğu konusunda iki ihtilâf akla gelebiliyor:

a. Hz. Peygamber secde etmemiştir. Yani İmam olan Zeyd b. Sâbit'in Necm sûresini
okuduğunu işiten Hz. Peygamber secde etmedi.

b. Zeyd b. Sabit imamdı ve bu sûreyi okuduğu halde secde etmedi. O secde etmediği
için Hz. Peygamber de secde etmedi.

İmam Şafiî'nin rivayet ettiği bir haber de secde âyeti okuyan bir zât secde etmediği
için Hz. Peygamber' in de (secde) etmediği ve bunun sebebi sorulduğunda; "Sen bizim
imamı/sm sen secde etseydin biz de ederdik" dediği bildirilmektedir.

[201

Bu rivayet ikinci anlayışı takviye etmektedir.

3. (Necm Ve Diğer Mufassal Sûrelerde) Secde Olduğu Görüşünde 01anlar(In
Delilleri)

1406. ...Abdullah (b. Mes'ûd) (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (s. a.) Necm
sûresi'ni okuyup (sonunda) secdeye kapandı (Müslüman ve müşrik, ins ve cin) orada
bulunanların tümü de secde etti. Yalnız Kureyş'ten bir adam bir avuç çakıl veya toprak



alıp yüzüne kaldırdı ve "Bu, bana yeter" dedi. Sonra ben o adamın kâfir olduğu halde



öldürüldüğünü gördüm.
Açıklama

Buhâri'deki sarîh ifadeye göre, hadis-i şerifte bahsedilen olaya, İslâm tarihinde önemli
bir yeri olan fakat bazı yanlış bilgiler de karıştırılarak aktarılan bu olaya "Garânik
hâdisesi" denilir. Bu hâdisenin ayrıntılarına geçmeden önce hadis-i şerif ve terceme ile
ilgili bir iki meseleye temas etmekte yarar görüyoruz.

Bizim "Hz. Peygamber Necin suresini okuyup (sonunda) secdeye kapandı" diye
terceme ettiğimiz cümledeki terkibinin harfi bazı nüshalarda şeklinde harfi cerri ile
vârid olmuştur. Bu durumda mana "Necm sûre-sFni okuyup secde âyeti sebebiyle
secdeye kapandı" şeklinde olacaktır.

Metindeki " =el-kavm" kelimesi "Müslüman ve kâfir, ins ve cin orada bulunanların
tümü" diye terceme edilmiştir. Bu terceme Bu-hârî'nin rivâyetindeki; " = onunla
birlikte mü si umanlar ve müşrikler, cinler ve insanlar da secde etti" cümlesi
gözönünde bulundurularak yapılmıştır.

Rivayetlerde görüldüğü gibi Hz. Peygamber (s. a.) Necm Sûresi'ni okuyunca oradaki
"secde edin" emrine uyarak ve bu sûrede sayılan büyük nimetlere bir şükran ifadesi
olarak secdeye kapanmıştır. Resûlullah'm bu durumunu gören müslümanlar da ona
uyarak secde etmişlerdir. Müşriklerin secdeye kapanması ise ya bu sûrede zikredilen
ilâhları Lât ve Uzzâ'nm adını duyduklarından dolayı olmuştur ya da Cenab-ı Hakk'm
azamet ve kib-riyâsmı görüp secde etmişlerdir. Hâdiseyi şu şekilde izah edenler de
vardır:

"Siz de gördünüz değil mi, Lât ve Uzza'yı? Ve öteki üçüncü Menâfi? Erkek (çocuklar)

£221

sizin, dişi (çocuklar) da O'nun mu?" mealindeki âyetleri okuyunca, orada bulunan
kâfirlerden birisi de son iki âyeti dolgun bir ses tonuyla okudu. Oradaki müşrikler Hz.
Peygamber'in kendi putlarına müsaade ettiği zehabına kapıldılar. Çok sevindiler, o



kadar ki Resûlullah secde edince onlar da secdeye vardılar.

Hz. Peygamber'in bu âyetleri okuması esnasında şeytanın Efendimizin diline putları
övücü mahiyette sözler kattığı ve müşriklerin buna sevinip secdeye kapandıkları
şeklinde de haberler vârid olmuştur. Ancak bu haberler muteber görünmemektedir;
çünkü putları övme küfrü gerektiren bir şeydir. Bunun peygambere isnadı son derece
çirkindir. Şeytanın Hz. Peygamber'e musallat olup onun lisanına bazı şeyler
karıştırması da mümkün değildir. Çünkü bu efendimizin haberlerinin tümünde,
mucizelerinde ve Peygamberliğinde şüpheyi gerektirir. O halde bu da muhaldir.
Diğer insanlarla birlikte secde etmeyip de avucuna aldığı çakıl veya toprağı yüzüne
götürürek "bu bana yeter" diyen kimse, Buhârî'nin "Kitâbu't-tefsîr"de İbn Abbâs'tan
yaptığı rivayetten anladığımıza göre Ümeyye b. Haleftir. Adı geçen kişinin M'uttalib
b. Ebî Veda'a olduğunu söyleyen bir rivayet de Nesaî'de mevcuttur. O esnada bu zât
Müslüman olmadığı için onun da secde etmemiş olması mümkündür. Yalnız İbn
Mes'ud'un Muttalib'i görmeyip sadece "Bu bana yeter diyen" Ümeyye b. Halef
dikkatini çektiği için onu fark etmiş olması mümkündür. Böylece hadisler arasında bir
tezat söz-konusu olmadığı ortaya çıkar.



Bu adamın secde etmeyişi kibirinden dolayı olmuştur. İbn Mes'ud'un dediği gibi
Ümeyye b. Halef Bedir Savaşında öldürülmüştür.

Mevlana Şiblî'nin Asr-ı Saadet'te naklettiğine göre ise, Garânik hâdisesinin esası
şudur:

Hz. Peygamber Kur'ân-ı Kerim okurken, müşrikler gürültü çıkarırlar ve onun tesirini
engellemeye çalışırlardı. Fussilet suresi'ndeki şu âyet buna işaret etmektedir: "Kâfirler
dediler ki: Bu Kur'ân'ı dinlemeyin ve o(nun okunması esnası)nda gürültü yapın, belki
1241

bastırırsınız."

İşte Kureyş'in âdeti üzere kâfirlerden biri Resûlullah (s. a.) Necm Sûresini okurken,
"Lât, Uzza ve diğer üçüncü put Menât, bunlar yüksek putlardır ve bunlardan şefaat
beklenebilir" mânâsına gelen sözler söyler. Kâfirler de bunu Hz. Peygamber'in
söylediğine inanarak onu yayarlar. Müslümanların arasında da bu şayianın dolaşması
neticesi bunun bir şeytan ilkâsı olması ihtimâli gözönüne alınır.
Eski muhakkik âlimler de bu görüşü müdafaa etmişlerdir. Mevâhib'de şöyle deniliyor:
Resûl-i Ekrem "diğer üçüncü put olan Menâfi" mealindeki âyete vardığı zaman
müşrikler, onların ilâhlarını daha çok zemmedeceğini tahmin ederek, mahut sözleri
ileri sürmüşler ve o sözleri Peygamberin sözlerine karıştırmışlardır. Nitekim müşrikler
dâima Kur'ân-ı dinlemeyip, "Kur'ân okunurken gürültü yapın, belki şaşırtırsınız"
derlerdi. Şeytan ilkâsmdaki şeytanlardan murad, insanlar arasındaki şeytanlardır.
Bu hadis, mufassallarda ve bu arada Necm Sûresi'nde tilâvet secdesi olmadığını
söyleyenlerin görüşlerini reddetmektedir. Yine bu hadis, Necm suresi'ndeki secde
emrinden maksadın namaz olduğunu söyleyenlerin görüşlerine de muhaliftir.
Buradan anladığımıza göre tilâvet secdesi, sâdece okuyana mahsus değildir;

1251

dinleyenin de secde etmesi gerekir.
Bazı Hükümler

1. Necm Sûresi'nde secde âyeti vardır.

2. Tilavet secdesi hem okuyana hem de dinleyene vaciptir.

1261

3. Yerdeki bir cismi kaldırıp alna koymak secde yerine geçmez.

4. tnşikâk Ve Alak Sûrelerindeki Secdeler
1407. ...Ebû Hureyre (r.a.)'den; demiştir ki:

1271

Biz Resûlullah (s.a.)'le birlikte ve (înşikâk ve Alâk surelerin)de secde yaptık.
Açıklama

Hadis mufassal grubunda secde olduğunu söyleyenlerin delillerindendir. Çünkü
İnşikâk ve Alak Sûreleri bu grubtandır ve Efendimizin bu sûreleri okuyunca tilâvet
secdesi yaptığı Ebû Hureyre (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir. Ebû Davud'un dediği
gibi, Ebû Hüreyre Hicretin 6. veya 7. yılında müslüman olmuştur. Buna göre bu hadis
daha önce İbn Abbâs'tan rivayet edilen ve mufassal grubunda secde âyetinin bulunma-



dığını bildiren habere muhalif düşmektedir, (bk. hadis 1403). İbn Abbâs hadisinin
zayıf olduğu orada sebepleri ile beyân edilmiştir. Ayrıca o hadis secdenin olmadığını,
bu ise, bulunduğunu bildirmektedir. Nefy ile isbat nefye tercih edilir.
Ebû Davud'un, -bazı nüshalarında yer alan- rivayetin sonundaki taliki bu sûrelerdeki
secdenin nesh edilmiş olma ihtimâlini de ortadan kaldırmaktadır. Çünkü Ebû

128]

Hureyre'nin müslüman oluşu Hz. Peygamber'in ömrünün sonuna doğrudur.
1408. ...Ebû RâfT şöyle demiştir:

Ebû Hureyre ile birlikte yatsı namazı kıldım okuyup secde yaptı.
Bu ne secdesi? dedim.

Ebu'I-Kasım (Resûlullah)'m arkasında bu secdeyi yaptım ve ona kavuşuncaya

[291

(ölünceye) kadar yapmaya devam edeceğim, dedi.
Açıklama

Hadisin Buharı'de birkaç farklı rivayeti vardır. Bunlardan Ebû Seleme'nin rivayeti
şöyledir: "Ebû Hureyre'nin İnşikak sûresini okuyup secde ettiğini gördüm. Kendisine;
"Ya Ebû Hureyre gözlerime inanayım mı? Sen secde ettin" dedim. "Resûlullah (s.a.)'in
secde ettiğini görmeseydim ben de sede etmezdim" dedi. Buharî'nin sücûdüs-salât'taki
rivayeti ise aynen Ebû Dâvud'daki gibidir.

Nesaî'nin Ebû Rafî'den yaptığı rivayet de, Ebû Davud'unkinden pek farklı değildir.
Hadisten anladığımıza göre:

İçerisinde secde âvefı olan sûrelerin namaz esnasında okunması meşrudur. Namazda
secde âyeti okunmuşsa namaz esnasında tilâvet secdesi yapması caizdir. Bu konuya
ışık tutan başka hadisler de mevcuttur. Ulemâr cumiıûru hu görüştedir. Bu görüş
sahiplerine göre namazın, farz veya nâ le, cemaatle ya da münferid, cehri yahut gizli
olması arasında hiç fark yoktur.

Mâlikîlere göre ise, farz namazlarda ister cemaatle olsun, ister münlrid secde âyeti
okumak mekruhtur. İmam Mâlikten yapılan başka bir riv yete göre ise, cemaat az
olursa imamın okumasında beis yoktur.

İmam Ebû Hanife ve Ahmed b. Hanbel, kıraati gizli olan namazlarc imamın secde
âyetini okumasını mekruh görürler. Çünkü bir takım karışıllıklara sebeb o'ctbilir.
Cehri namazlarda oöyle bir endişe söz konusu değildir

Ahmed j. Hanbel'in İbn Ömer'den naklettiği rivayette, Hz, Peygam ber (s.a.)' A n öğle
nanazmin binici rekatında tilâvet secdesi yaptığı veasha binin onun seccie sûresini
okuduğunu zannettikleri haber verilmektedir Muarızları bu rivayetle Ebû Hanîf ve
Ahmed b. Hanbel'e itiraz etmişlerdir

Ebû Hureyre'nin İnşikâk Suresini okuyup da secde ettiğini görenlerir bunu adırgsması,
namaz içinde seode âyetini meşru görmeyenler için deli sayılarız, çünkü bu itirazı
yapanlar Ebû Hureyre'nin izahı karşısında sus-r.r şiardır O halde onlann hayreti
Resulüllah'dan aksini gördüklerinden dolayı değil, konu ile ilgili hiçbir malumatları
olmadığından dolayıdır.

Gelecek olan 1411 no'lu hadis de bu görüş sahipleri için delil olamaz. Çünkü Hz.
Peygamberin namaz hâricinde secde âyeti okuyup da onun için secde yapması secde



âyetini namaz içinde okumanın caiz olmayışını gerektirmez.



Bazı Hükümler

1. ilim ve fazlına güvenilse bile şerî'ata müteallik bir harekette bulunanın veya söz
söyleyenin yaptığı veya

söylediği derhal kabul edilmemeli, delili sorulup araştırılmalıdır

2. Mufassal sûrelerde secde âyeti vardır.

3. İçlerinde secde âyeti olan sûre namazda okunabilir.

im

4. Namaz içerisinde okunan secde âyetinin secdesi namaz esnasında yapılır.

5. Sâd Sûresinde(Ki Secde Âyeti Dolayısıyla) Secde Yapmak
1409. ...İbn Abbâs (r.anhumâ)'dan; demiştir ki:

Sâd süresindeki secde azâim-i sücûd (vazgeçilmeyecek secdeler)den değildir.Ama ben

£321

ResuluIIah (s.a.)ı o sûrede secde ederken gördüm.
Açıklama

Kelimesi cem'idir. Azimet lügatte; kalbin bir şeye azmetmesi demektir. Fukahâ ise, bu
kelimeyi "asaleten sabit olan hüküm" karşılığı olarak ve farzlar ve sünnetler hakkında
kullanmışlardır. Farzlar için kullanılması daha fazladır.

Yukarıdaki izahattan anlaşılacağı üzere azâim-i sücûd terkibinin mânâsı, tilâvet
secdesini vâcib kabul edenlere göre daki secde vâcib secdelerden değildir," sünnet
olduğunu söyleyenlere göre de, "sünneti müekkede olanlardan değildir" şeklinde
olmuş olur.

Bu hadis-i şeriften "Sâd" süresindeki secdenin tilâvet secdesi olmadığını anlamak da
mümkündür. Şafiîler ve meşhur rivayetinde imam Ahmed bu görüştedir. Bunlar bu
sûredeki secdenin şükür secdesi olduğunu söylerler. Aynı görüş Atâ ve Alkâme'den de
nakledilmiştir. Nesâî'nin İbn Abbâs'-tan rivayet ettiği şu haber de bu görüşün
delillerindendir: ResûluIIah (s. a.) Sâd Sûresi'nde secde yapıp, "Dâvûd bu secdeyi
tevbe için yapmıştır, biz de şükür için yapıyoruz" buyurdu.

Hanefîler, İmam Mâlik, Süfyân es-Sevrî, Ibnu'l-Mübârek, İshâk ve ulemânın
çoğunluğuna göre ise, bu süredeki secde tilâvet secdesidir. Tahavî'-nin Ebû Said el-

[33]

Hudrî'den rivayet ettiği; "ResûluIIah (s. a.) Sâd suresinde secde yaptı" mealindeki
hadis, bu görüşün delilidir.

Bu görüş sahipleri, üzerinde durduğumuz rivayetteki "Sâd (süresindeki secde) azâim-i
siicûdden değildir" sözünün Hz. Peygamber'e değil, İbn Ab-bâs'a ait olduğunu
hatırlatarak, Hz. Peygamberin fiiline mukabil sahâbi sözüne itibar edilemeyeceğini
söylerler. Nesâî'nin rivayeti hakkındaki görüşlerini de Tahâvî şöyle ifâde eder: "Bir
secdenin tevbe ve şükür için olması, onun tilâvet için olmasına mânı değildir. Çünkü
bütün ibâdetler Allah'a şükür içindir. Bundan anlaşılmış oluyor ki, Hz. Peygamber'in
yaptığı bu secde mücerred bir şükür secdesinden ibaret değildir. Aksine aynı zamanda



hem tilâvet hem de şükür secdesidir. Zira bunlar biri birine aykırı değildirler."

İM

Ayrıca Beyhakî, Nesaî'nin bu rivayetini zayıf kabul etmiştir.

1410. ...Ebû Said el-Hudrî (r.a.)'den; demiştir ki: Resûlullah (s.a.) minber üzerinde
iken Sâd suresi'ni okudu. (Sûredeki) secde âyetine gelince inip secde etti. Cemaat de
onunla birlikte secde etti. Başka bir gün yine aynı sûreyi okudu. Secde âyetine gelince
cemaat secde yapmaya hazırlandı. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "- Bu ancak bir
nebinin tevbe (secde)sidir. Ama ben sizin secdeye hazırlandığınızı gördüm" buyurup

£351

indi ve secde etti. Cemaat de secde etti.
Açıklama

Bu sûredeki secde mahalli 24. âyettir. Gerçi burada zikredilen secde değil, rükû'dur.

Ama bundan maksat, müfessirlerin beyânına göre secdedir. Mezkûr âyette, Hz. Dâvûd

(a.s.)'m secdesi hikâye edilmekle beraber, Hz. Peygamber (s.a.) secde etmiştir. Çünkü

Efendimiz kendisinden Önceki peygamberlere uymakla emr olunmuştur.

Hz. Dâvûd bağışlanmasını müteakib secde yapmış ve bu hal mezkûr âyette

anlatılmıştır. Hz. Peygamber de bir seferinde Dâvûd (a.s.)'a uyarak secde etmiş ama

başka bir seferinde aynı âyeti okuduğu halde secde için herhangi bir hazırlığa

girmemiş, ancak cemaatin hazırlandığım görünce, secde etmiştir.

İmam Şafiî Hz. Peygamberin bu hareketini "Sad Suresinde tilâvet secdesi olmadığına"

delil saymıştır.

Ancak ResûluÜah (s.a.)'in ikinci seferinde secde etmemesi mutlaka önün tilâvet
secdesi olmamasını gerektirmez. Belki o, bu secdenin diğerleri kadar kuvvetli
olmadığına delâlet eder. Nitekim bundan önceki hadis de buna delalet etmektedir.
Hanefîlerin önemli fıkıh kitablanndan Bedâi'üs-Sanaî' de bu konuda özet olarak şöyle
deniliyor: "Şafiî'nin sarıldığı şey, aslında bize delildir. Çünkü biz bu secdeyi Cenab-ı
Hakk'm Dâvûd (a.s.)'ı bağışlaması, ona mertebeler ve âhirette iyi bir makam
va'detmesi ile ilgili nimetlerine bir şükran olarak yapıyoruz. Onun için bize göre secde
kelimesinin (24. âyetin) sonunda değil de sözünün (25. âyetin) peşinden yapılır. Bu
bizim hakkımızda büyük bir nimettir. Çünkü Rabbimiz bizim yanılmalarımıza göz
yumup günah ve hatalarımızı bağışlayarak bize nimet veriyor. O halde bu secde tilâvet
secdesidir. Çünkü sebebi mevcuttur. O da âyetin okun-masıdir. Hz. Peygamber
(s.a.)'in ilk cumada bu secdeyi yapması, onun tilâvet secdesi olduğunu gösterir. Ama
diğer cumada terk etmesi onun tilavet secdesi olmadığına delâlet etmez. Çünkü
Efendimizin secdeyi te'hîr etmek istemesi mümkündür. Nitekim bize göre secdenin

[361

hemen yapılması vâcib değildir."
Bazı Hükümler

1. Okunan bir ayetin secdesinin hemen yapılması müstehabtır ama te'hırı caizdir.

2. Aksi bir hüküm yoksa, Hz. Peygamber geçmiş peygamberleri, 1 *mr olunduğu
şeylerle de emredilmiştir.

3. Secde âyetini okuyanın yanı sıra, duyan da secde etmek zorundadır.



1371

4. Sâd Sürecindeki secde âyeti diğerleri kadar kuvvetli değildir.



İM

6. Hayvana Binmişken (Yahut Da Namaz Hâricindeyken) Secde (Âyeti)Yi
İşiten Kimse (Ne Yapmalıdır)?

1411. ...Abdullah b. Ömer (r.anhûmâ)dan: demiştir ki: - Peygamber (s. a.) Fetih yılında
(içinde) secde (âyeti olan bir sûre) okudu. Bunun üzerine bütün ashab secdeye
kapandı. Onlardan kimi (hayvana) binmiş, kimi de yere secde eder vaziyette idi.

[391

Binmiş halde olan elinin üzerine secde ediyor(du).
Açıklama

Rivayette bahsedilen olay Fetih senesindeki bir sefer esnasında vuku bulmuştur.
Burada belirtilmemekle beraber Taberânî'nin yine İbn Ömer'den yaptığı bir rivayette
Hz. Peygamberin okuduğu sûrenin Necm Sûresi olduğu beyan edilmektedir.
Yolculuk esnasında insanların kimi binekli kimi yaya olduğu için Efendimizin
okuduğu secde âyetini duyan herkes, olduğu halde secdeye kapanmış yaya olanlar
secdelerini yerde yaparlarken, hayvan sırtında olanlar da eğerleri veya elleri üzerine
secde etmişlerdir.

Bu rivayet hayvan sırtında olanların elleri üzerine tilâvet secdesi yapmalarının caiz
olduğunu gösterir. Buna göre bir özürden veya kalabalıktan dolayı uyluklar üzerine
tilâvet secdesi yapmanın caiz olması gerekir. Hanefîlere göre izdiham halinde avucu
yere koyup üzerine secde etmek caizdir. Özür olmazsa, mekruhtur.
İbnü'l-Hümam "binek sırtında olanlar veya başkaları secde âyeti okur da secdeye güç

İM

yetiremezlerse ima etmeleri yeterlidir" der.

Bu konuda BedâîMe de şöyle denilmektedir: "Yerde okunan bir secdeyi binek
üzerinde yapmak caiz değildir. Binek üzerinde okunan bir secde âyetinin secdesi ise,
yerde yapılabilir. Hz. Ali (r.a.)'in hayvan üzerinde iken secde âyeti okuyup imâ ile
secdeyi ifa ettiği rivayet edilmiştir."

Hanefîlerde olduğu gibi Şafiî ve Hanbelîlerde de imâ ile tilâvet secdesi yapmak
caizdir. Bu sözün hadise muhalif olduğu söylenemez. Çünkü alnı el üzerine koymak
da bir nevi imâdır. Ancak biraz ziyâdelik vardır.

Mâlikîler sefer mesafesinden kısa yolculuklarda tilâvet secdesinde imâyı caiz

[İH

görmezler. Sefer mesafesindeki yolculuklarda ise, caiz kabul ederler.

1412. ...İbn Ömer (r.anhumâ)'dan; demiştir ki: Resûlullah (s,a.) bize (içerisinde secde
âyeti olan) bir sûreyi okuyup -Râvi îbn Numeyr, "namaz hâricinde" dedi-secde eder,
onunla beraber biz de secde ederdik. O kadar ki, bizden bir kimse (kalabalıktan) alnını

[421

koymak için yer bulamazdı.



Açıklama



Bizim parantez arasında verdiğimiz "içerisinde secde âyetiolan" sözü Buhârî'nin
rivayetinde metin olarak mevcuttur.

Bir kimsenin secde etmek için alnını koyacak yer bulamamasına sebep, Müslim ve
Taberânî'nin açıkça ifâde ettiklerine göre, cemaatin kalabalık olması idi. Taberânî'deki
bir rivayette ise, müslümanlarm birbirlerinin sırtlarına secde ettikleri belirtilmektedir.
Cemaatin elleri üzerine secde ettiklerini ifâde eden söz, mübalağa için söylenmiş
olmalıdır. Maksat, âyeti işiten herkesin secde ettiğine, secdeye varmayan hiç kimsenin

143]

kalmadığına işarettir.

1413. ...İbn Ömer (r.anhumâ)'dan; demiştir ki:

Resûlullah (s. a.) bize Kur'ân okur, secde âyetine geldiği zaman tekbir alır ve secde

I44J

ederdi. Onunla birlikte biz de secde ederdik. Abdurrezzâk; "Sevrî'nin bu hadis
hoşuna giderdi" demiştir. Ebû Dâvûd da "hoşlanırdı, çünkü onda tekbir aldı" demiştir.

L45I



Açıklama

Hz. Peygamberin Kur'ân okumasmdaki maksat, ashaba Kur'an-ı Kerim'i öğretmenin
yanısıra dinî hükümleri Cennet ve Cehenneme ait şeyleri ve geçmiş ümmetlerin
haberlerini öğretmektir. Efendimiz ashaba Kur'an-ı Kerim okurken secde bulunan bir
âyete gelince kalkıp tekbir alır ve secdeye varır ashâb da kendisine uyarlardı.
Bu hadis tilâvet secdesi için tekbirin gerekli olduğunu gösterir. İslâm ulemâsı bu
konuda ittifak halindedir. Secdeden kalkarken de tekbirin gerekliliği aynı şekilde
ihtilafsızdır. Bu, âyetin namaz içinde okunması halindedir. Namaz dışında okunduğu
zaman cumhura göre hüküm yine aynıdır. Fakat İmam Mâlik'in farklı görüşü vardır.
Resûluüah'dan gelen haberlerde Hz. Peygamberin tilâvet secdesi için ellerini
kaldırdığına tahiyyâtî okuduğuna ve selâm verdiğine dâir açık bir kayda
rastlanmamaktadır. Ulemânın çoğunluğu tilâvet secdesinde bunların bulunmadığı
görüşündedirler. Hanefî ve Mâlikîler bu gruptandır.

Şafıîlerden meşhur olan görüşe göre tilâvet secdesi, namaz hâricinde okunmuşsa,
iftitâh tekbiri alınıp eller kaldırılır ve sonunda selâm verilir. Bazı Şafıîler teşehhüdü de
lüzumlu görürler.

Bu babın hadislerinden ortaya çıkan neticelerin belli başlıları şunlardır:
Bir secde âyetini işiten kimse, okuyan secde edince secde eder. İbn Battal, okuyanın
secde etmesi hâlinde işitene de secdenin lüzumunda ulemânın müttefik olduğunu
söyler. Secdenin lüzumu için kasden dinlemenin gerekli olup olmadığı ise, âlimler
arasında ihtilaflıdır.

Ebû Hanife'ye göre ister kasten işitsin ister kasıtsız, her halükârda secde âyetini işitene
secde vâcibtir.

Mâliki ve Hanbelîlere göre secdenin lüzumu için işitenin kasten dinlemesi gerekir.
Şâfıîlerde de kasten dinleme şartı yoktur. Fakat kasten dinleyen için daha önemlidir.
Okuyan kimsenin kendisi secde etmediği takdirde dinleyene gerekli olup olmadığı da
aynı şekilde ihtilaflıdır.



Hanefî ve Şâfıîlere göre okuyan secde etmese bile, dinleyen için secde lâzımdır. Eğer
Kur'ân-ı Kerim okuyan mecnûn, çocuk veya hayızlı olmak gibi kendisine secdenin
vâcib olmadığı birisi ise, dinleyen mükellef için yine secde gereklidir.
Hanbelîlere ve Malikilerin bir görüşüne göre, okuyan secde etmezse, işitene
gerekmez. Mâlikîlerin diğer bir görüşü, Hanefîler ve Şafiîlerinkine benzer. Yine
Mâlikîlere göre dinleyene secdenin gerekli olması için okuyanın imamete lâyık birisi
olması gerekir. Buna göre çocuğun, kadının veya kâfirin okuduğu secde âyetini işitene
secde gerekmez. Hanbelilerin görüşü de buna benzemekle birlikte çocuğun okuması
hakkında Mâlikîlerden farklı görüştedirler. Çünkü bunlar çocuğun okuduğu secde
âyetini işiten için secdeyi lüzumlu görürler.

2. Bu konunun başında da temas edildiği gibi, tilâvet secdesinin hükmü İslâm ulemâsı
arasında ihtilaflıdır.

Cumhura göre secde sünnettir. Ömer b. el-Hattâb, Selmân el-Fârisî, İbn Abbâs, İmran
b. Husayn, Mâlik, Şafiî, Evzaî, Ahmed; îshâk, Ebû Sevr ve Dâvûd bu görüşte-
olanlardandır.

Bunlar geçmiş hadislerde, Hz. Peygamberin mufassallarda secde etmediğine ve Necm
Sûresi'ni okuyunca secdeye hazırlanmamasına işaret eden hadisleri delil almışlardır.
Hâsılı bunların delilleri Efendimizin bazı secde âyetlerini okuduğu halde, secdeye
azmetmediğine işaret eden haberlerdir.

Hanefîlere göre tilâvet secdesi vâcibtir. Delilleri, secdeyi emreden âyet-i kerimelerdir.
Bunlar cumhurun dayandığı hadisleri, görüşleri istikametinde anlamışlardır. Bu
anlayış farkına yeri geldikçe işaret edilmiştir.

3. Hadis-i şeriflerde secde edecek kimsenin abdestli olmasının gereğine işaret eden bir
kayda rastlanmamaktadır. Ama cumhur, tilâvet secdesi için tahareti şart koşar, çünkü
bu secde, bir nevi namazdır ve namaz için taharet şarttır. Yine cumhura göre secdenin
setr-i avrete dikkat edilerek ve kıbleye karşı olması şarttır. İbn Ömer, Şa'bî, Ebû Talib
ve Mansûr'un tahareti şart koşmadıkları rivayet edilmektedir.

Sübülü's-selâm sahibi San'anî ve Neylü'Ievtâr'm yazarı Şevkânî, tilâvet secdesinde
taharetin şart olmadığı görüşüne meyletmişlerdir. Hadislerde taharetin vücûbuna
delâlet eden bir kaydın olmamasını ve Hz. Peygamberin secde ettiğini gören herkesin
secde ettiği halde kendilerine abdestin emredilmeyişini görüşlerine delil gösterirler ve
bunların tümünün abdestli olmasının mümkün olmadığını söylerler.
Buhârîde, İbn Ömer'den biri taharetin lüzumuna, diğeri aksine delâlet eden iki hadis
mevcuttur. Bu hadislerin arasını cem etmek için tahareti şart koşam büyük hadese
[461

hamletmişlerdir.

7. (Kişi) Secde Ettiğinde Ne Söyler?

1414. ...Âişe (r.anhâ)'dan; demiştir ki:

Resûlullah (s. a.) gece(leri) tilâvet secdelerinde "Yüzüm gücü ve kuvvetiyle kendisini
yaratıp (şekil verene) kulağım ve gözünü açana (işitme görme duygusunu verene)

1421

secde etti" der ve bunu defalarca söyler (tekrar eder)di.



Açıklama



Resûlullah (s.a.)'m secde için sadece yüzünü zikretmesi yüzün şerefinin yüceliği ve
öneminin büyüklüğünden dolayıdır.

Hâkim'in rivayetinde yukarıdaki cümlelerin sonunda "Yaratıcılann en güzeli Allah
yüce ve münezzehtir" sözü vardır.

Tirmizi, İbn Mâce, Hâkim ve İbn Hıbbân'm İbn Abbâs (r.anhumâ)'dan yaptıkları şu
rivayet, tilâvet secdesinde okunan başka bir duayı haber veriyor:
Ben Resûlullah (s.a.)in yanında idim. Bir adam gelip "ben dün gece rüyamda kendimi
bir ağacın dibinde namaz kılarken gördüm. Secde âyeti okudum. Benim bu secdeme
ağaç da secde etti. Onun; Allah'ım! Bu secde sebebiyle benim günahımı bağışla, bana
ecir yaz ve onu kendi katında benim için bir azık kıl** dediğini duydum" dedi. (Sonra)
Resûlullah (s.a.)'in secde âyeti okuyup secde ettiğini gördüm. Secdesinde adamın
haber verdiği ağacın söylediklerini dediğini duydum.

İbn Abbas'tan yapılan bu rivayetin Tirmizî'deki naklinde: " = Kulun Dâvud (a.s.)'dan
onu kabul ettiğin gibi benden de kabul et" cümlesi de vardır.

Bu hadis secdede sadece bu duanın okunmasının gerekli olduğuna delâlet etmez.
Aksine namaz secdesinde söylenenlerin tilâvet secdesinde de söylenmesi caizdir.
Hanefî âlimlerinden Hidâyc şârihi İbnu'l-Humâm şöyle der: "Mü'min tilâvet

[481

secdesinde namaz secdesinde söylediklerini söyler. Esah olan budur." Bu söylenen
daha çok farz namazlarla ilgilidir. Nafile namazlarda ya da namaz haricindeki

1491

secdelerde istediği herhangi bir duayı yapabilir.

8. Sabah Namazından Sonra (Güneş Doğmadan Önce) Secde Âyeti Okuyan
Kimse (Secde Eder Mi)?

1415. ...Ebû Tümeyme el-Huceynri'den; demiştir ki;

[501

Biz bir grup içinde -Medine'ye- gönder(il)diğimiz zaman ben sabah namazından
sonra cemaate va'z eder ve secde yapardım. İbn Ömer beni bundan üç kere men'etti.
Fakat ben buna son vermedim. Bunun üzerine İbn Ömer bana dönüp:
Ben Resûlullah (s.a.)'in arkasında, Ebûbekir, Ömer ve Osman (r.anhum)'la birlikte

[511

namaz kıldım. Hiç biri güneş doğuncaya kadar secde etmedi; dedi.
Açıklama

Rivayetten anlaşıldığına göre Ebû Tümeyme İslâm'ın ahkâmını öğrenmek üzere
Medine'ye gönderilen Benî Temim hey'eti içinde imiş. Medine'den dönüşünde sabah
namazını müteakib cemaate va'z eder âyetler okurmuş, okuduğu âyetler içerisinde
secde âyetleri de bulunur, o da kalkıp secde edermiş. Fakat vakit kerahet vakti olduğu
için

İbn Ömer kendisini bu vakitte secde etmekten men etmiş. Ancak Ebû Tümeyme buna
aldırış etmemiş. Bu sefer İbn Ömer tekrar gelerek onu men ederken kendi kafasına
göre hareket etmediğini Resûluüah'tan ve Halifelerinden gördüğü davranışı haber
vermiştir.

Beyhakî, "bu merfu olarak sabit olmuşsa biz secdenin kerahet vakti çıkıncaya kadar



te'hir edilmesini tercih ederiz. Merfu olarak sabit olmamışsa, İbn Ömer tilâvet
secdesini nafile namaza kıyas etmiştir" der.

Bu hadis tilavet secdesinin sabah namazından sonra güneş yükselinceye kadar
yapılamayacağına delâlet etmektedir. Diğer kerahet vakitleri için de hüküm aynıdır.
Hanbelîler bunu tercih etmişler ve bu vakitlerde edilen secdenin asla sahih olmadığını
söylemişlerdir. İhn Qmer_İbn ~Müsey.y£b, Ebû Sevr ve İmam Mâlik bu vakitte secde
yapmanın mekruh olduğunu söylemişlerdir.

Şâfıîler namaz kılınması nehyedilen vakitlerde tilâvet secdesini mekruh görmezler.
Çünkü onlara göre tilâvet secdesi vâcib değildir. Ve bu vakitlerde nafile namazların
kılınması caizdir.

Hanefîler secde âyetinin okunduğu vakti esas kabul etmişlerdir. Buna göre mekruh
vakitte okunan âyetin secdesini aynı vakitte yapmak caizdir. Kerahet vakti girmeden
önce okunan âyetin secdesi ise, bu vakitte edâ edilmez. Çünkü kâmil olarak vâcib olan

£521

bir ibâdetin nakıs vakitte edası caiz değildir.

Tilâvet Secdesi Hakkında Tamamlayıcı Bazı Bilgiler:

1. Muhtelif secde âyetleri bir mecliste okunursa, her biri için ayrı ayrı secde yapılması
gerekir. Aynı âyet aynı mecliste tekrarlanırsa, tek secde kâfidir. Ancak mezhepler
arasındaki ihtilâflardan kaçınmak için en iyisi, secdeyi, âyetin en son okunmasından
sonra yapmaktır. Aynı âyet bir namazın her iki rekatında de okunmuşsa ayrı ayrı
meclislerde okunmuş sayılır. Dolayısıyla her bir rekatte ayrı ayrı secde edilmesi
gerekir. İmam Ebû Yûsuf a göre tek secde her iki rekatte okunan âyetler için kâfidir.
Hanefî mezhebinde fetva Ebû Yûsufun görüşüne göre verilmiştir. Aynı âyet bir
rekatte tekrarlanmış sa tek secde kâfidir.

2. Namaz dışında okunan âyetin secdesi hemen yapılmamışsa Hanefîlere göre kaza
edilmesi caizdir.Mâliki, Şafiî ve Hanbelîlere göre tilâvetle secdenin arası uzamışsa
kaza edilmez. Namaz içinde okunan secde âyetinin secdesi yapılmamışsa bilâhere
kaza edilmez. Bunda ittifak vardır.

3. Hanefîlere göre namazın rükû'u niyet edilirse, secdesi niyet edilmese bile tilâvet
secdesi yerine kâimdir. Ancak secde ayetinden sonra üç âyetten fazla okunmamış
olmalıdır.Diğer mezheblere göre namazın rükû ve secdesi tilâvet secdesi yerine
geçmez.

4. işiten okuyanla birlikte secde ederse iktidâya niyet etmez.Başmı ondan önce
secdeden kaldırabilir.

5. Bir kimse namaz içerisinde tilâvet secdesi yapıp da kalkarsa rukû'dan evvel az da
olsa biraz Kur'ân okuması müstehabtır. Bu, rukû'un kıraati takip etmesi içindir.

6. Secde âyeti okunduğunda hemen secde edilmesi mümkün değilse okuyan veya
dinleyenlerin; = İşittik itaat ettik. Varlığamam dileriz, Rabbimiz. Dönüş yalnız
Sanadır" demeleri müstehabtır.

7. imamın cuma ve bayram gibi kalabalık namazlarda yahut da gizli okunan
namazlarda secde âyeti okuması mekruhtur. Çünkü bu cemaat için bir karışıklığa
sebeb olur.

8. Hasta olan veya bir vâsıtaya binen kimsenin oturduğu yerden ima ile secde etmesi
caizdir.

9. Bir sûreyi okuyup da içerisinde secde âyetini bırakmak mekruhtur. Çünkü bu



secdeden kaçmak demektir.

10. Namazı bozan şeyler tilâvet secdesini de bozar. Dolayısıyla daha secdeden
kalkmadan önce vuku bulan hades, konuşma, gülme (vs.) gibi şeylerle tilâvet secdesi
bozulur. Ancak secde esnasında kahkaha ile gülünürse, abdest bozulmaz.

11. Hanelilere göre tilâvet secdesi şöyle yapılır: Tilâvet secdesi için niyet edilip eller
kaldırılmaksızm "AUahu ekber" denilerek secdeye varılır, secdede uç kere " =
Sübhane Rabbi'yel-A'lâ" veya bir sefer " = Sübhâne Rabbinâ in kâne va'dü Rabbinâ le
mef ula" denilerek secdeden kalkılır. Secdeye ayaktan inilirken veya ayağa kalkılırken

£531

" = Guf-râneke Rabbena ve ileyke'l-masir" denilmesi müstehabtır.



m

İbnMâce, ikâme 71; Hakim el-Müstedrek, 1,223; Beyhaki es-Sünenü 1 1 -kübra, II, 316.

m

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/305-306.

Ol

Zeylâi Tebyinü'l-hâkâik, I, 205.

m

Tahavi, şerhu meânil-âsar, I, 362.

[5]

İbn Mâce, ikâme 70.

[6]

İbn Mâce, ikâme 70.

lh

İnşikak(84),21.



Secde konusunda tamamlayıcı bilgiler 1413 ve 1415 no'Iu hadislerin şerhlerinde gelecektir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/306-307.

[21

Hal tercümesi için bk. I, 307.

rıoı

Tirmizî, cuma 54; Ahmed b. Hanbel, IV, 151, 155.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 5/307.
LLU

Tahâvî, ŞerhuT -Menâi'l-âsâr, I, 362.

[121

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/308.

H31

Kütüb-t sitte içinde sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/308.
[14]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/308-309.

ri5i

Buhârî, sücûdü'l-kur'ân 6; Müslim, salât 106; Tirmizî, cuma 52.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 5/309.
[161

Sindî, Hâşiyetu'E-Buhârî, I, 190.

UZl

Buhârî, SucûduT-Kur'ân, I, 4.

011

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/309-3 10.

ri9i

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/3 10-311.

[M

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/3 1 1 .

[211

Buhârî, sucûdu'I-Kur'ân, I, 4; meğâzî, 8, menâkıbu'l-ensâr 29; tefsîru sûre (53); Müslim, mesâcid 105; Dârimî, siyer 15; Ahmed b. Hanbel, I, 303,
368, 388, 437, 443, 454, V, 286.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 5/31 1-312.
[221

en-Necm(53); 19-21.

1231

M. HamiduIIah, İslâm Peygamberi, I, 86-87.

[241

Fussilat (41); 26.



[251

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/3 12-3 14.

[261

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/314.

[221

Müslim, salât 20; İbn Mâce, ikâme 71, Tirmizî, cuma 50. Ebû Davud'un bazı nüshalarında hadisin sonunda şöyle bir ta'lik yer almaktadır: "Ebû
Dâvûd dedi ki: Ebû Hü-reyre H. 6. senede Hayber yılında müslüman oldu. Bu secdeler Resûlullah (s.a.)'m en son fiilidir."

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 5/314.
[281

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/3 14-315.

[291

Buhârî, sucûdu'l-Kur'ân, 11; ezan 100-101; Müslim, salât 20; Nesaî, iftitâhu's-salât, 53.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/315.
[301

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/315-316.

[311

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/316.

[321

Buhârî, sücûdu'l-Kur'ân 3, enbiyâ-39; Ahmed b. Hanbel, I, 360; Dârimî, salât 161.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/317.
[33J

Şerhu'l-Me'âniT-âsâr, I, 360.

[341

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/3 17-318.

[351

Hâkim, el-Müstedrek, II, 431. Beyhakî, es-Sünenu' 1 -kübra, II, 318.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 5/318.
[36J

Kâsânî, BedâPüs-sanaî, I, 193.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 5/319.
[371

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/319.

[381

Parantez arasındaki bölüm bazı nüshalarda mevcut değildir.

[391

Kütüb-i Sitte arasında sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/320.
[401

Ibn Htimâm, Şerhu Fethi'l-Kadîr, I, 478.

[411

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/320-321.

[421

Buhârî, sücûdü'l-Kur'ân 8, 9,12; müslim, mesâcid 103, 105; Ahmed b. Hanbel, II, 17.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/321.
[43J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/321-322.

[441

Beyhakî, es-Sünenu'l-kübrâ, II, 325

[451

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/322.

[46J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/322-324.

[471

Müslim, musâfırîn 201, cenâiz 7; Nesaî, tatbîk 67, 70; Tinrıizî, cuma 55, deavât 33; ibn Mâce, ikâme 70, cenâiz 6; Ahmed b. Hanbel, VI, 31,217,
297; Beyhakî, es-Siinenü'l-kubrâ, II, 325.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/324-325.
[481

İbn Humâm, Şerhu Fethi'l-Kadîr, I, 477.

[49J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/325.

[501

Bu cümledeki fiili malum okuyarak "biz bir heyeti -Medine'ye- gönderdik" şeklinde terceme etmek de mümkündür.

[511

Beyhakî, es-Sünenti'l-kübrâ, II, 326.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/326.
[521

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/326-327.

[531

Hidâve, I, 78; Fethu'l-kadîr, I, 464, Bedâius-Sanâil, I, 180.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/327-328.



16- KURBANLAR BÖLÜMÜ
_KurbanIar Bolumu
Kurbanın Vacib Oluşu
Kurban Kesmenin Vakti
Kurban Olabilen Hayvanlar

Kurban Edilmelerinde Bîr Mahzur Olmayan Hayvanlar
_Kurban Edilmeleri Caiz Olmayan Hayvanlar
_Kurbanın Kesilmesi

_Kurban Eti Ve Derisi Hakkında Yapdacak İşlemler
_Kurbanla İlgili Bazı Meseleler

1. Kurban (Kesmenin) Vacib Olduğu (Konusundaki) (Hadisler)

1- 2. Ölünün Yerine Kurban Kesmek

2- 3. Kurban Kesmek İsteyen Bir Kimsenin (Zilhiccenin tik) On Gün (Ü) İçerisinde
Saç (lar)ını Kısaltmasknm Hükmü)

3- 4 Kesilmeleri Daha Faziletli Olan Kurbanlıklar

4- 5 Bir Hayvanı Kurban Etmenin Caiz Olabilmesi İçin Aranan Vasıflar

5- 6. Kurban Edilmeleri Mekruh Olan Hayvanlar

6- 7. (Bir) Deve Ve Sığır (Kurban Olarak) Kaç Kişiye Yeter!

7- 8 Bir Koyun Birden Fazla Kişi İçin Kurban Edilebilir Mi?

8- 9. Devlet Başkanı Kurbanını Bayram Namazı Kıldığı Yerde Keser

9- 10. Kurban Etlerini (Dağıtmayıp Bir Süre) Bekletmenin Hükmü

10- 11. Yolcu Da Kurban Kesebilir

11- 12. Hayvanları Hapsederek Aç Susuz Öldürmek (Ya Da Onları Atış Talimi İçin
Hedef Olarak Kullanmak) Yasaklanmış Ve Kurbanlara Merhametli Davranmak
Emredilmiştir

12- 13. Kitap Ehlinin Kestiklerini Yemenin Hükmü

13- 14. Arapların Cömertlik Yarışını Kazanmak Gayesiyle Kestikleri Develerin
Etlerini Yemenin Hükmü

14- 15. Keskin Taşla Kesilen Hayvanın Etini Yemenin Hükmü

15- 16. Yüksekten Düşen Bir Hayvanı Kesmek

16- 17. Hayvanı Keserken Kesilmesi Gereken Yerlerini Eksiksiz Olarak Kesmeyi
Gerçekleştirmek

17- 18. Anne Karnındaki Yavru Kesimi Nasd Olur?

18- 19. (Kesilirken) Üzerine Besmele Çekilip Çekilmediği Bilinmeyen (Bir
Hayvanın) Etini Yemek (Caiz Midir)?

19- 20. Atîre (Ve Fera' Denilen Kurbanlar) Hakkında

20- 21 Akîka Kurbanı
AV BÖLÜMÜ

Av Bölümü

21- 22. Av Ve Başka İşler İçin Köpek Taşımak

22- 23. Avlanma(Nm Hükmü)

23- 24 Canlı İken Avın Vücudundan Koparılan Parça(yı Yemenin Hükmü)
_Yün, Kıl Ve Tüy İle İlgili Hükümler

24- 25. Avcılığa Düşkünlük Hakkında (Gelen Yasaklayıcı Hadisler)



16- KURBANLAR BÖLÜMÜ



Kurbanlar Bolumu

"Kurban" Fıkıhta (udhiye) demektir. Bu "ümniye" veznindedir. "Kaziyye vezninde
dâhiye" de denir. Bayram günleri kesilen, hayvanın ismidir.

Biz buna kurban diyoruz. "Uhdiye" nin çoğulu "Adâhi" , Dahiyenİn çoğulu da
"dahâyâ" gelir.

Kurban kesmeye tadhiye denir ki: İbadet ve tâat niyetiyle, belli vakitte belirli hayvanı,
boğazlamaktan ibarettir. Buna zebh ve nahr da denir.

Belirli hayvandan maksat; koyun, keçi, sığır ve deve gibi şer'an kurban edilmesi caiz
olan hayvanlardır. Belli vakitten maksat, kurban bayramı günleridir. Kurbanın hükmü
dünya'da bir vacibi yerine getirmek, âhirette sevap kazanmaktır. Sebebi ise vakittir.

m

Vakit tekrar ettikçe kurban kesmenin vücubu da tekerrür eder.
Kurbanın Vacib Oluşu

Kurban kesmek vacibtir. Zira Kur'an-ı Kerim' de: "Rabbin için namaz kıl, (kurban)
IH

kes" buyrulmuştur. Hz- Peygamber de "Hali vakti yerinde olup da kurban

IH

kesmeyen bizim mescidimize yaklaşmasın" buyurmuştur. Vacib olan, kurbanı kesip
kanını akıtmaktır. Kurbanı diri olarak tasadduk etmekle bu yükümlülük yerine
getirilmiş olmaz. Tasadduk ancak, kurban kesildikten sonra yapılır ki; bu
müstehabtır. Kurban kesmek şu vasıfları taşıyan kişilere vaciptir:

1. Müslüman olmak

2. Hür olmak, köle olmamak

3. Mukim olmak, yolcu olmamak

4. Zengin olmak, bundan kasıt sadaka'yı fıtır verecek kadar bir zenginliktir. Yani 20
miskâl (96 gr) altın veya 200 dirhem (640 gr) gümüşe mâlik olanlar, kurban kesmek
zorundadırlar. Bu nisabın üzerinden bir sene geçmesi şart değildir. Bu şekilde nisaba
malik olmayanların ve Mekkî olmayan hacıların kestikleri kurbanlar, tatavvu ve nafile
kurban sayılır. Hacc-i temettü ve hacc-ı Kıranda kesilen kurbanlar ise; vaciptir.
Uhdiye kurbanından ayrıdır. Kurbanın vacib oluşunda erkek olmak şart değildir. Nisab

141

miktarı mala sahip olan hür kadına da, kendi parasıyla kurban kesmek vaciptir.
Kurban Kesmenin Vakti

Kurban kesmenin vakti; eyyam-i nahr (Kurban kesme günleri) denilen Zilhiccenin on,
onbir ve onikinci günleridir. En iyi olanı kurbanı Zilhiccenin onuncu günü kesmektir.
Bu günler, Kurban Bayramının ilk üç günü olduğuna göre; kurban bayramının ilk
günü kesmenin daha iyi olduğu anlaşılır. Bayramın üçüncü günü akşamına kadar da
kurban kesilebilir. Kurban, şehirlerde; bayram namazından sonra, bayram namazı
kılınmayan köylerde de fecrin doğuşundan sonra kesilir. Kurbanı gece kesmek
mekruhtur.



Kurban bayramın üçüncü günü, güneş batmadan önce, zengin olan mükellef
müslümana kurban vacib olur. Yine o gün, güneşin batışından biraz önce fakir düşen

£51

veya ölen müslümanlardan da kurban borcu düşer.
Kurban Olabilen Hayvanlar

Bu vasfı taşıyan hayvanları kesmek kurbanın rüknüdür. Kurban olabilecek hayvanlar:
Deve, sığır (inek, öküz, manda) ve davar (koyun, keçi) cinsinden hayvanlardır.
Bunların hem erkek hem dişisi kurban olabilir. Kümes hayvanları, eti yenilen vahşi
hayvanlar kurban edilemezler. Devenin en aşağı beş yaşında olanı, sığırın iki yaşında
olanı ve davarın bir yaşında olanı, (veya daha az yaşta olup da bu yaşta gösterenleri)
kurban edilebilir. Davar cinsinden hayvanları ancak bir kişi kurban edebilir. Bir deve
veya sığırı ise; yedi kişiye kadar ortak olarak kesmek mümkündür.
Ortakların hepsinin müslüman olması ve hepsinin de niyetinin kurban kesmek olması
gerekir. Eğer içlerinden sadece et almak veya ticaret maksadı ile kesmek niyetinde
olan varsa, hiçbirinin kestiği kurban kabul olmaz.

Ortaklığın, hayvanı satın almadan Önce olması daha iyidir. Bir Müslüman, kurban için

£61

satın aldığı bir sığır veya deveye, sonradan altı kişiyi daha ortak edebilir.
Kurban Edilmelerinde Bîr Mahzur Olmayan Hayvanlar

Kurbanlık hayvanın şaşı, topal, boynuzlu veya boynuzsuz (kökünden kırık olursa
olmaz) olmasında veya boynuzunun birazının kırık bulunmasında, kulaklarının
delinmiş veya enine yarılmış olmasında, kulaklarının uçlarından kesilip sarkık bir
halde bulunmasında, dişlerinin azının düşmüş olmasında, tenasül uzvunun
bulunmamasında veya buruk olmasında bir mahzur yoktur. Yine yemini yiyebilen
delirmiş hayvan, çok zayıf olmayan uyuz hayvan (çünkü uyuz ete geçmeyen bir deri
hastalığıdır.) kurban kesilebilir.

m

Bununla birlikte en iyi kurban beşli ve gürbüz olandır.
Kurban Edilmeleri Caiz Olmayan Hayvanlar

Gözü kör olan, dişlerinin çoğu dökülmüş olan, kulaklarının veya kuyruğunun
yarısından fazlası kesilmiş veya kopmuş olan, boynuzlarının biri veya ikisi kökünden
kırılmış olan, memelerinin başları kopmuş olan ve kulakları veya kuyruğu doğuştan
bulunmayan hayvan kurban olamaz. Yine kemiklerinde ilik kalmayacak kadar
zayıflamış olan, kesilecek yere kadar yü-rüyemeyecek derecede topal olan hayvan ile
hasta olan bir hayvan da kurban olamaz.

Bu kusurlardan birisi, kurbanda satın alındıktan sonra meydana gelse kurban sahibi
zengin ise başka bir tane alır ve keser. Fakir bir kimse ise böyle kusurlu olan hayvanı
kurban edebilir, yerine başkasını alması gerekmez. Hatta böyle kusurlu bir hayvanı
satın alıp kesebilir. Çünkü kurban fakirler için nafiledir. Nafilelerde ise- müsamaha
sınırı geniştir.

Zengin kimsenin aldığı kurban henüz kesilmeden ölse yerine başkasını alması gerekir.



Fakir kimsenin aldığı kurban ölse yerine başkasını alması gerekmez. Zengin kimsenin
aldığı kurban kaybolup veya çalınıp da yerine başkasını kestikten sonra bulunsa, artık
onu kesmesi gerekmez. Çünkü vacibi, yani kan akıtmayı yerine getirmiş
bulunmaktadır. Fakat fakirin kesmesi gerekir. Çünkü satın aldığı hayvan kurban olarak
üzerine borç olmuştur. Bununla birlikte, yalnız birini de kesebilir. Herhangi bir
sebepten dolayı bayramın ilk üç günü kurbanını kesmeyen bir zengin, kurbanın
kendisini veya bedelini, fakirlere sadaka olarak verir. Ortak olarak kesilen kurbanda
ortaklardan biri ölürse onun vârisleri hisseyi geri alamazlar.



Kurbanlık hayvan kesilmeden evvel doğursa yavrusu da kendisiyle beraber kesilir.
Kurbanın Kesilmesi

Kurbanlar, Kıbleye karşı yatırılarak "Bismillâhi Allâhü Ekber" diye kesilir. Kurban
öncelikle sahibi tarafından kesilmesi menduptur. Elinden gelmezse, başkasına kestirir.
Kurban kesilirken kurban sahibi kurbanın başında durur ve keseni vekil eder.
Kurbanı keserken hayvana eziyet edilmemeli, kesme yerine incitmeden götürmelidir.
Kesmeden önce hayvana su vermek müstehaptır. Keserken keskin bıçak
kullanılmalıdır. Hayvan yatırılıp kesime hazırlanırken kurban sahibi:
"Yüzümü göklere ve yeri yaratan Allah'a O'nun birliğine inanarak çevirdim. Ben
müşriklerden değilim. Benim namazım, ibadetim, hayatım veölümüm hep âlemlerin
Rabbi olan Allah içindir. Onun ortağı yoktur. Bana öyle cm rolündü; ben (Allah'a)
teslim olanların ilkiyim. Allah'ım dostum İbrahim'den sevgilin Muhammed'den kabul
buyurduğun gibi, benden de kabul buyur." diye dua eder. Bundan sonra:
"Bismillâhi Allahu Fkber, Allatın Ekber Lailâhe ilellâhu vallahu Ek-ber ve
lillâhilhamd Bismillâhi Allahu Ekber" denir ve hiç bir şey söylenmeden kurban kesilir.
Sığır ve davarlar, hemen çenelerinin altından boğazlanırlar. Boğazlarının iki
tarafındaki şah damarlarıyla, yem, su borusu ve gırtlakları kesilir. Deve ise ayakta sol
ön ayağı bağlanarak göğsünün hemen üzerinden boğazlanır. Hayvan tamamen can

m

verdikten sonra yüzülür. Can çekişirken yüzülmez.
Kurban Eti Ve Derisi Hakkında Yapılacak İşlemler

Kesdikten sonra, kurbanın etini dağıtmak müstehaptır. Kefaret ve nezir (adak)
kurbanlarından başka, bütün kurbanların, bu arada vacib olan kurbanın da etinden,
sahibinin ve aile efradının yemesi helâldir. Kurban kesen veya kestiren, kurbanının
etinden yer ve yedirir. Yedirdiği kimsenin fakir olması şart değildir. Fakat, fakirlere
dağıtılması daha iyidir. Kurbanın eti bir müddet saklanabilir. En az üçtebirini sadaka
olarak dağıtmaktır. Eğer kurban sahibi orta halli, çoluk çocuğu fazla ise, onların
yemesi için et bırakması menduptur. Eti dağıtmada ortalama olan ölçü; eti üçe
ayırmaktır. Bir bölümünü evde bırakıp bir bölümünü fakirlere ve diğer bölümünü de
dost, akraba ve komşulara dağıtmaktır.

Kurbanın kesilmeden önce yünü kırkılmaz, onlardan faydalanılmaz. Yine kurban
olacak hayvanın sütünden istifâde edilmez, kurban kesildikten sonra derisi ve
bağırsaklarından faydalanılabilecek kısımları, sadaka olarak verilebilir. Kurbanın
derisinden çeşitli ev aşyası yapılabilir.



Fakat ne derisi ne de eti satılamaz veya yenecek içecek bir şeyle değiştirilemez.
Kullanılacak bir şeyle değiştirilebilir. Eğer satılacak olunursa, alman bedel sadaka

£101

olarak verilmelidir. Bundan kasab ücreti de verilemez.
Kurbanla İlgili Bazı Meseleler

İki üç kimse, yanlışlıkla birbirlerinin kurbanlarını kesecek olsalar, hepsinin kurbanları
sahih olur. Birbirlerine birşey borçlu olmazlar. Bu halde her-biri, eğer et
dağıtılmamışsa, kendi hayvanının etini alır. Dağıtılmış veya yenilmiş ise, helalleşirler.
Şayet cimrilik eder de helalleşmeyen olursa, kendisine aradaki fark tazmin edilir. Bu
halde, farkı olan da bunu sadaka olarak vermelidir. Zira bu, kurban etinin bedeline
dahildir. Bir kimse kendisine bırakılan bir kurbanı, sahibinin izni olmadan bayram
günü, sahibinin adına, keserse bunu tazmin etmez. Sahibinin kurban borcu düşer.
Bir kimse kendisine emânet olarak bırakılan kurbanı kesemez. Zira, ona malik
değildir. Bir kimse kendi malından bir ölünün ruhuna hediye olmak üzere alıp bayram
günü kestiği kurbanın etinden yiyebilir. Başkasına da verebilir.

LU]

Vacib olan kurbandan başka kurbanlar da vardır.

1. Kurban (Kesmenin) Vacib Olduğu (Konusundaki) (Hadisler)

2788. ...Mihnef b. Süleym demiştir ki:

"Biz Arafat'da Rasûlullah (s. a.) le otururken şöyle buyurdu. "Ey insanlar! Şüphesiz ki
her sene her ev halkına bir uhdiyye ve bir atire vardır. Atire nedir biliyormusunuz?
Atire halkın errecebiyye dedikleri şeydir.

[121

Ebû Dâvûd dedi ki; A tire neshedilmiştir. Bu (atire ile ilgili) haber neshedilmiştir.
Açıklama

"Dadaya" kelimesi, dâhiye kelimesinin çoğuludur. Hanefi âlimlerinden tbn Abidin'in
Şürünbilâlî"den naklettiğine göre "Dahiyye" kelimesi arapçada sekiz şekilde
kullanılır: 1. Udhiyye 2. Ildhiye 3. Idhiye 4. Idhiyye 5. Dahye 6. Dıhye 7. Edhatiin 8.
Idhatün.

Hanefi fıkıh kitaplarından "ed-Dürr'iil Muhtar" isimli eserde açıklandığı üzere bu
kelime, aslmda kurban bayramı günü anlamına gelmekle beraber, zamanla mecazen
kurban bayramı günlerinde kesilen hayvanlara isim olmuştur.

"Çocuk onun yanında koşma çağma erince -İbrahim Ona- yavrum dedi. Ben uykuda

£13]

görüyorum ki, seni kesiyorum" âyet-i kerimesinde de, işaret edildiği gibi
tslâmiyette; kurbanın tarihi Hz. İbrahim'in oğlunu kurban etmeğe karar vermesiyle
başlar.

Hz. İbrahim'in, Allah için kurban etmeye karar verdiği oğlunun kim olduğu İslâm
âlimleri arasında ihtilaflıdır. Bazılarına göre; Hz. İsmail'dir. Bazılarına göre de Hz.
İshâk'tır.

"Şerh-u Müsellem-is-sübut" ta Hz. İbrahim'in kurban etmek istediği çocuğun, oğlu



İshâk olduğu iddia edilmişse de İbn Abidin (r.a.) gerçekte bu çocuğun hz. İshak
olmayıp Hz. İsmail (a. s.) olduğunu çeşitli delillerle isbât etmiştir. İbn Abidin'in
açıklamasına göre Cumhur ulemâ da Hz. İbrahim'in kurban etmek istediği çocuğun
oğlu İsmail olduğu görüşündedir.

Atire ise; Receb ayının ilk on günü içerisinde kurban edilen koyun demektir. Receb
ayında kesildiği için bu ismi almıştır. Şevkâni'nin Neyl-ül-Evtâr isimli eserinde ifâde
ettiği gibi, îmam Nevevi âlimler atire'nin Receb ayın' da kesilen kurban anlamına
geldiğinde ittifak etmişlerdir. Metinde aecen = "Ev halkı'nm herbirine her sene bir
kurban kesmek gerekir" cümlesi Sünen-i Ebû Davud'un bazı nüshalarında "Her ev
halkına yılda bir kurban gerekir" Şeklinde geçmektedir. Bu şekle göre; bir evin tüm
fertleri için bir tek kurban yeterli olmaktadır. Alimlerin bu husustaki görüşlerini ileride

[141

2380 numaralı hadisin şerhinde açıklayacağız inşâallâh.
Bazı Hükümler

Her ne kadar bu hadis-i şerifin zahirinden, yılda bir defa kurban kesmenin her
muslumana farz olduğu ve bu hususta zenginle fakir arasında bir fark olmadığı
anlaşılıyorsa da "Bir kimsenin hâli vakti iyi olur da, kurban kesmezse, sakın bizim

£151

namaz kıldığımız yere (mescidimize) yaklaşmasın!" mealindeki hadis-i şerif, bu
hadisin hükmünü tahsis ederek, kurban kesmenin, sadece dinen zengin sayılan
müslüinanlara farz olduğunu bildirmiştir. Ancak bazıları bu ikinci hadisin senedinde-
hadis alimlerince tenkid edilen Abdullah b. Ayyaş bulunduğu için mevzumuzu teşkil
eden hadisi tahsis edemeyeceğini, söylemişlerdir. Hafız ibn Hâcer bu hadisin sahih,
ravilerinin güvenilir kimse olduğunu bildirmiştir.

Kurban kesmenin hükmü üzerine alimler ihtilafa düşmüşlerdir. Alimlerin bu
mevzudaki görüşlerini şu şekilde Özetlemek mümkündür:

"1. İmam Ebû Hânife ile Muhammed b. El-Hasen ve Hasen b. Ziyad'a göre kurban
kesmek;" dinen zengin ve mukim olan her müslüman üzerine vacibtir.
Seys b. Sa'd ile İmam Evzâi de bu görüştedirler. Bu görüş; İmam Mâlikten de rivayet
olunmuştur. Delilleri: "Her kim namazdan önce kurbanını kesdi ise, onun yerine bir
başkasını daha kessin. Kim de (namazdan önce bir kurban) kesmemişse şimdi besmele
£161

çekip kessin" Mealindeki hâdis-i şeriftir.

İbrahim-en-Nehâi'ye göre; kurban kesmek, zengin olan her müslüman üzerine vacibtir.
Bu hususta mukim ile misafir arasında bir fark yoktur. Ancak Mina'da bulunan hacı
adayları, bu hükümün dışmdadırlar. Onlar zengin de olsalar kurban kesmekle mükellef
değillerdir.

İmam Şafiî ile İmam Ahmed, İshak, Dâvûd ve Ebû Sevr (r.a.) e göre; kurban kesmek,
sünnettir. Hanefi İmamlarından Ebû Yusuf ile Sâhâbe ve tabiinden bir cemaatin' de, bu
görüşte oldukları rivayet olunmuştur.

İmam Tahâvi'nin açıklamasına göre; kurban kesmek, İmam Ebû Hânife (r.a.)'e göre
vâcib, İmam Muhammed ile İmam Ebû Yusuf (r.a.) ya göre sünnettir. Radiyyuddin
en-Nişâbûrî de bu görüşü tercih etmiştir. İmam Mâlik (r.a.) in meşhur olan görüşü de
budur.

Kurban kesmenin vâcib olduğunu söyleyen âlimlerin dayandıkları delillerden birisi



(Zilhicce ayının ilk on günü girip de) "biriniz bayramda kurban kesmek istediği zaman
artık (kurbanını kesinceye kadar) kendi vücudunun kıllarından ve derisinden hiçbir
şeye dokunmasın" Mealindeki 2791 numaralı hadistir.

İmam Şafiî (r.a.) ise bu hadiste geçen: "biriniz bayramda kurban kesmek istediği
zaman." sözlerinin kurban kesmeyi, kişinin kendi irâdesine bıraktığına bakarak, bu
hadisin kurban kesmenin vacip olmadığına delâlet ettiğini söylemiştir. Kurban
kesmenin vacip olmadığını söyleyen âlimlerin ikinci delilleri de, Taberâninin El-
mu'cem-ü! -Kebir' inde sahih senedle Hüzeyfe b. Eseyd el-Gıfâri'den rivayet ettiği "Hz.
Ebû Bekirle Ömer'in kendilerinin örnek alınacakları korkusuyla kurban kesmekten

£171

vazgeçtiklerini gördüm." mealindeki haberdir.

Bu görüşde olan alimlere göre kurban kesmenin vâcib olduğunu söyleyenlerin
dayandığı deliller, delil olma niteliğinden uzaktırlar şöyle ki:

a. Onların dayandığı hadislerden birisi mevzumuzu teşkil eden hadisi şeriftir. Sözü
geçen alimlere göre, hadisin senedinde kimliği meçhul olan Ebu Remle vardır.
Dolayısıyla bu hadis zayıftır.

b. Onların ikinci delilini teşkil eden "Bir kimsenin hâli vakti iyi olur da kurban

[18]

kezmezse bizim namazgahımıza yaklaşmasın" mealindeki hadis-i şerife gelince,
her nekadar Hafız ibn Hacer bu hadisin sahih olduğunu söy-lemişse de, merfu
olmayıp, mevkuf olduğunu ve kurban kesmenin vucubu-na delâlet eden bir açıklık
taşımadığını da bildirmiştir.

c. Üçüncü delillerini teşkil eden "Her kim namazdan önce kurbanını kesdi ise, onun
yerine bir başkasını daha kessin. Kim de (namazdan önce kurban) kesmemişse şimdi

im

besmele çekip kessin" mealindeki hadis-i şerife gelince, gerçekten bu hadis-İ
şerifteki kessin emri, kurban kesmenin vü-cubuna delâlet etmektedir. Ancak buradaki
vücub başlanılan bir ibâdetin fasit olmasıyla yeniden ifâ edilmesinin vâcib olması
kabilinden bir vücubdur. Eğer-bir insan, bayram namazından önce kurban kesmeseydi
üzerine ikinci bir kurban kesmek vacip olmayacaktı. Fakat, namazdan önce üzerine
vacib olmadığı halde, bir kurban kestiği ve bunu zamansız yapması sebebiyle de
fesada uğrattığı için, üzerine ikinci bir kurban kesmek vacib olmuştur. Bu hadisin
sonunda bulunan "kim de (namazdan önce bir kurban) kesmemişse şimdi besmele
çekip kessin" cümlesine gelince; bu cümledeki emrin kişinin isteğine bağlı olarak
verilmiş olması ihtimali vardır. Bu ihtimale göre söz konusu cümlenin manası
"namazdan önce kurban kesmeyen kimseler eğer kurban kesmek istiyorlarsa şimdi
kessinler." demektir.

Kurban kesmenin vacip olduğunu söyleyenlerse; mutlak emrin vücub ifade ettiği
kaidesinden hareket ederek sözü geçen hadis-i şeriflerdeki kurban kesmekle ilgili
emirlerin, kurban kesmenin vücubuna delâlet ettiğini söylemişler. Hz. Ebû Bekir'le
Hz. Ömer (r.a.)'in kurban kesmediğini ifade eden halleri de "Onların geçimlerinin
beyt'ülmalden karşılandığı ve beytülmal-den aldıkları maaşın da kifayet miktarı olup
kurban almağa yetmediği için, kurban kesmemişlerdir. Eğer bu halde kurban kesmiş
olsaydılar, halk onlara bakarak, fakir olan kimselerin de kurban kesmesinin vacib
olduğunu zannedeceklerdi." şeklinde tefsir etmişlerdir. Bilindiği gibi, kurban
kesmenin vâcib olduğunu söyleyen Ebû Hanife (r.a.), vacibi farzdan ayrı bir manada
kullanmış. Derece bakımından farzın vâcibten yerle gök arasındaki mesafe kadar



üstün olduğunu söylemiş ve kurbanın vacib olduğuna dâir en büyük delilin ise "O

[201

halde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes" âyet-i Verime-si olduğunu
söylemiştir. Bu âyet-i kerimede, kurban kesmek, namazla beraber zikredilmiştir. Bu
ancak kurban bayramı namazı ile kurban kesmek olabilir. Her ne kadar nahr kelimesi
namazda el bağlamak, namazda kıbleye yönelmek, gibi manalara gelirse de, bu
manalar zaten namaz kıl emrinin içinde mevcuttur. Tekrarlanmasında bir faide
bulunmayacağı cihetle "venhâr emrinin burada kurban kes" anlamında kullanıldığı



anlaşılır.

2789. ...Abdullah b. Amr b. As'dan demiştir ki: Peygamber (s.a,) (şöyle) buyurmuştur.
"Ben kurban gününü bayram gün (1er) i (ni) bayram (kabul etmek) le emrolundum,
yüce Allah o gün (ler)i bu ümmet için bayram kıldı." (Orada bulunan sahabilerden)
birisi "Sütünden bir süre faydalanıp, sonra sahibine geri vermem şartıyla, bana emanet
olarak verilen sağmal bir hayvandan başka bir kurbanlık bulamazsam onu kurban
edecek miyim? (bu hususta) ne buyurursun?" diye sordu. (Fahr-i kâinat efendimiz de):
"Hayır, (onu kurban etme çünkü senin kurban kesmen gerekmez) Fakat sen saç (1ar)
indan ve tırnaklarından biraz kesersin, bıyıklarını kısaltır, eteğini de tıraş edersin, Aziz
ve Celil olan Allah katında senin kurbanının tamamı, bundan ibarettir."
1221

buyurdu.
Açıklama

el-Meniha: Bir kimsenin, sütünden yararlanması için bir fakire emanet olarak verdiği

sağmal bir koyun veya

devedir.

Tıbî'ye göre el-Meniha kelimesinin burada, bir kimsenin, bir fakire bağışlamış olduğu
sağmal bir koyun, deve manasında kullanılmış olması ihtimâli kuvvetlidir. Bu kelime,
burada ister, emânet olarak verilen bir sağmal hayvan, isterse bir fakire bağışlanan
sağmal hayvan anlamında kullanılmış olsun, varılan sonuç şudur ki; Rasûlü Zişân
Efendimiz yanında, sütünden faydalandığı sağmal bir hayvandan başka kurbanlığı
bulunmayan bir kimsenin, O hayvanı kurban etmekten men etmiştir. Fakat bu
kimsenin, kurban kesme hususunda son derece arzulu ve ihlâslı olduğu halde fakirliği
yüzünden buna gücü yetmediğini görünce, onun da kurban kesme sevabına erişmesini
sağlamak maksadıyla kendisine, kurban kesen kimseler gibi, kurban bayramının
birinci günü saçlarını biraz kısaltıp, tırnaklarını keserek bayrama iştirak etmesini
tavsiye etmiş ve kendisine böyle hareket etmekle, aynen kurban kesmiş gibi sevaba
erişeceğini bildirmiştir.

Metinde geçen "Ben kurban gününü bayram kılmakla emrohmdum..." Cümlesindeki
kurban günü kelimesinin zahirinden anlaşılan vacib olan kurban kesme gününün bir
günden ibaret olduğudur, "bu bakımdan Hümeyd b. Abdirrahmân, Muhammed b.
Şirin, Davud-ez-Zâhiri gibi zatlar bu hadis-i şerifi delil getirerek kurbanın sadece
Zilhiccenin onuna tesadüf eden ve = kurban kesme günü" denilen günde
kesilebileceğini söylemişlerdir. Said b. Cübeyr ile Eb-üş-Şasâ da bu görüştedirler. Şu
farkla ki bunlara göre, kurban bayramında Mina'da bulunanların kurbanlarını



[231

Zilhiccenin onu, onbir ve onikinci günlerinde kesmeleri caizdir.
Fıkıh alimlerinin görüşlerini şu şekilde özetlemek mümkündür:

1. Kurban; Zilhicce'nin onunda, onbirinde ve onikisinde yani üç gün içerisinde
kesilebilir.

İmam Mâlik ile Ebû Hânife ve taraftarları, Süfyan-ı Sevri İmam Ah-med b. Hanbel bu
görüştedirler. İbnü'l-Kasar'm rivayetine göre Hz. Ömer ile Hz. Ali, İbn Ömer, İbn
Abbâs, Ebû Hüreyre ve Enes (r.a.) de bu görüştedirler. İbn Vehb; Abdullah b. Mes'ud
(r.a.)nm da bu görüşte olduğunu rivayet etmiştir.

2. Kurban günleri; Zilhicce'nin onuncu, onbirinci, onikinci ve onüçüncü günleri olmak
üzere, dört günden ibarettir. Kurban kesmek durumunda olan bir kimsenin, kurbanını
bu günlerden birinde kesmesi caizdir.

Ata (r.a.) ile Hasan-ı Basri, el-Evzaî, Şafiî, Ebû Sevri (r.a.) hazretleri bu görüştedirler.
Bu görüş, aynı zamanda Hz. Ali ile Hz. İbn Abbas'tan da rivayet edilmiştir.

3. Kurban günleri; Zilhicce'nin onuncu günü ile bunu takibeden altı gündür. Katade
(r.a.) bu görüştedir.

4. Kurban günleri; on gün devam eder. İbn Tîn (r.a.) bu görüştedir.

5. Kurban günleri; Zilhicce'nin onuncu gününden sonuncu gününe kadar devam eder.
Hasan-ı Basri (r.a.)'in bu görüşte olduğu rivayet olunmuştur.

İbn Tîn, bu görüşün Ömer b. Abdi'l-Aziz'den de rivayet edildiğini söylüyor. İbn
Hazm, Süleyman b. Yesâr ile Ebû Seleme'nin de bu görüşte olduğunu rivayet etmiştir.

6. Kurban kesme günü; sadece Zilhicce'nin onuncu gününden ibarettir. Ancak,
Mina'da bulunanlar için bu süre üç gündür. Said b. Cübeyr ile

Câbir b. Zeyd (r.a.) Hazretleri bu görüştedirler.

7. Kurban kesme günü; sâdece Zilhicce'nin onuncu gününden ibarettir. Bu günden
sonra i urban kesilemez. İmam Buhâri sahihinde bu mevzu

124]

ile ilgili bab başlığında bu görüşe yer vermiştir. Bu görüşü savunanların delili,
konumuzla ilgili hadis-i şerifte geçen " Kurban kesme günü*' kelimesidir. Bunlara
göre, bu hadiste (Yevm = gün) kelimesi ( = Kurban kesme) kelimesine izafe
edilmiştir. Bu izafetteki takısı, cins ifade ettiğinden bu izafet, söz konusu kurbanların
sadece bu günde kesilebileceğini, diğer günlerde kesilemeyeceğini ifâde eder.
Fakat bu görüş doğru değildir. Bu izafetteki (El) takısı kemâl ifade etmektedir.

[251

Nitekim "El" takısı "ı= Asıl yiğit öfkeli zamanında nefsine sahip olandır." Hadis-i
şerifmdeki = kamil, yiğit) kelimesinde de görüldüğü gibi, genellikle kemal ifade eder.
Dolayısıyla konumuzla ilgili hadis-i şerifteki {# tabiri Kurban kesmek için en faziletli

[261

ve en uygun'* gün anlamına gelmektedir. Söz konusu izafete bu açıdan bakınca,
çıkan sonuç şudur: Vacib olan kurbanları kesmek için, en faziletli ve en uygun olan
gün; Zilhiccenin onuncu günü olmakla beraber onu takib eden günlerde de kurban
kesmek caizdir. Yukarıda isimlerini zikr ettiğimiz bazı fıkıh alimleri: "Tüm mina

1271

vadisi kurban kesme yeridir. Tüm teşrik günleri de kurban kesbe günüdür,
mealindeki hadise dayanarak bu süreyi dört gün olarak belirlerken, Hanefi âlimleri ile
onların görüşünü paylaşanlar da el-Kerhi'nin muhtasarında Hz. Ali'den naklen rivayet
ettiği; "Kurban kesme günleri üç gündür. Bunların en faziletlisi birinci gündür." Anla-



mmdaki hâdis-i şerifi tbn Ömerle İbn Abbas'dan rivayet edilen "Kurban kesme üç

[281

gündür. Bu günlerin en faziletlisi ilk gündür." anlamındaki hadis-i şerifle

[291

açıklayarak bu süreyi üç gün olarak belirlemişlerdir.
Bazı Hükümler

1. Kurban kesmek seran zengin sayılan kimseler üzerine düşen dini bir görevdir.
Ancak Selef-ı Sahhmden bir cemaat, fakirlerin de kurban kesmesi gerektiğini
söylemişler. Nitekim "Ey Allah'ın Resulü borçlanıp ta kurban keseyim mi?" diye
sorana; Evet (Borçlanarak kurban kes.) Çünkü kurban kesmek ödenmesi gereken bir

Om

borçtur." anlamındaki hadis-i şerifte bu görüşü te'yid etmektedir. Hafız İbn Hacer,
bu hadisin mürsel ve zayıf olduğunu söylemişse de Hanefi alimlerinden Aliyyül-Kâri"
bu hadisin mürsel olmasının delil sayılmasına bir engel teşkil etmeyeceğini, zira
Cumhur ulema mürsel hadisi hüccet kabul ettiklerini, şayet zayıf olduğu kabul edilse



bile, herhangi bir hükmü te'yid edecek nitelikte olduğunu söylemiştir.

2. Kurban bayramında, fakirlerin de kurban kesmesi müstehabdır Cumhur ulema, bu
görüştedirler. Ebû Hanifeye göre ise kurban kesmek, sadece nisab miktarı zengin
sayılan kimseler üzerine düşen bir vecibedir. Cumhur'a

göre, zenginlerin kurban kesmesi sünnet-i müekkededir. Sünnet-i kifâye diyenler de
[321

vardır.

1-2. Ölünün Yerine Kurban Kesmek
2790. ...Haneş'den demiştir ki:

Ben Hz. Ali'yi iki koçu (birden) kurban ederken gördüm de (kendisine) "Bu da nedir?"
diye sordum. "Rasûiullah (s. a.) (Sağlığında, vefatından sonra her sene) kendi yerine
bir kurban kesmemi bana emretti.İşte ben de onun yerine kurban kesiyorumk."

cevabını verdi.



Açıklama

Bu hadis-i şerif, Hakimin Müstedrek'inde "Hz. Ali Rasûiullah (s.a.)in yerine iki koç

[341

kurban ediyordu." Anlamına gelen lafızlar rivayet etmişken Tirmizi'nin Süneninde
"Hz. Ali biri Rasûiullah (s.a.)den biri de kendinden olmak üzere iki koç kurban
ederdi" anlamına gelen lafızlarla rivayet edilmiştir. Her nekadar zahiren, bu iki rivayet
arasında bir çelişki varsa da aslında bu rivayetlerin ikisi de doğrudur. Ve aralarında bir
çelişki sözkonusu değildir. Çünkü Fahr-i Kâinat Efendimiz sağlığında, Hz. Ali'ye
vefatından sonra kendisinin yerine her sene kurban kesmesini emretmiş. Fakat her



sene kaç kurban keseceğini açıklamamıştır. Bu sebeple Hz. Ali Resül-ü Ekrem için
bazı yıllar bir kurban bazı yıllar da iki kurban keserdi. Dolayısıyla bazı raviler Hz.
Ali'yi Hz. Peygamber'in yerine bir kurban keserken görmüşler, bazıları da iki kurban

135]

keserken görmüşlerdir. Ve netice her râvi kendi gördüğünü rivayet etmiştir.
Bazı Hükümler

Ölen bir kimsenin yerine kurban kesmek caizdir. Bu mevzuda, Tırmızı şunları
söylüyor: Ilım adamlarından bazıları, ölü için kurban kesilmesine ruhsat veriyor ve
bazıları da bu hususu tecviz etmiyorlar. Abdullah b. Mübarek diyor ki; "Bir kimsenin,
ölü için kurban kesmeyip sadaka vermesi bence daha makbuldür. Şayet kurban keserse
etinden asla yemesin ve kurban etinin tümünü dağıtsın."

Fakat, konumuzu ilgilendiren hadis zayıftır. Çünkü senedinde kimliği mechûl olan
Ebû'l-Hasna ile hakkında çeşitti tenkitler yapılmış olan Haneş b. el-Mu'temir vardır.
Dolayısıyle, bu hadis, delil olma niteliğinden uzaktır, el Mubarekfûrî Tuhfetü'l-Ahvezî
isimli eserinde bu mevzuda; "ben, ölen bir kimsenin yerine ayrıca bir kurbanın
kesileceğine dair sahih ve merfu bir hadise rastlamadım. Bu mevzuda Hz. Ali'den
rivayet edilmiş olan hadis ise zayıftır. Bu böyle olmakla beraber, şayet bir kimse, ölen
bir kimsenin yerine ayrı bir kurban kesecek olursa, ihtiyat olarak bu kurbanın etinden

[361

yemeyip tümünü tasadduk etmesi gerekir." diyorsa daGiinyet-ül-emânîisimli
eserde "Resul Ekrem kendisi ehl-i beytin ve ümmetinin ölüleri ve dirileri için kurban
kestiği zaman, bu kurbanların etlerinin tümünü, yahut da ölüler için kestiği kurbanın
tümünü, dağıttığına dair bir rivayet mevcut değildir. Bilâkis Ebû Rafî'den (Resûlullah
(s.a.)'in Kurban bayramında kesmek üzere, semiz, boynuzlu ve alacalı iki koç satın
alıp bunlardan birini namazdan sonra musallada bıçakla bizzat kendisi keser Ey
Allah'ım bu senin birliğine, benim de Peygamberliğime şehâdet eden ümmetimin tümü
içindir." derdi, sonra diğer kurbanlık getirilir onu da bizzat kendisi kesip
"Bu da Muhammed için ve Muhammed'in ev halkı içindir" derdi. Her ikisinin
etlerinden hem kendisi, hem ev halkı yerdi. Onlardan bir kısmını da fakirlere dağıtırdı.
Biz (Medine'de) yıllarca kaldık, Haşim Oğullarından hiç bir kimse kurban kesmedi.

[371

Hz. Peygamberin onlar için kestiği kurban onların hepsine yetti" mealinde bir

138]

hadisi şerif rivayet edilmiştir.

2-3. Kurban Kesmek İsteyen Bir Kimsenin (Zilhiccenin İlk) On Gün (Ü)
İçerisinde Saç (lar)ını Kısaltmaskmn Hükmü)

2791. ...Ümmü Seleme Rasûlullah (s.a.)'in (şöyle) buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Kimin kesecek bir kurbanı varsa, Zilhiccenin hilali yenilenince kurbanını kesinceye
kadar saçından ve tırnaklarından asla birşey almasın."

Ebû Dâvûd der ki: (bu hadisin râvileri) Malik (b. Enes) ile Mu-hammed b. AmrÇm bu
hadisi aldıkları ravinin ismi) üzerinde (yani bu ravinin isminin) Amr b. Müslim (olup
olmadığı) hakkında ihtilaf ettiler. (Ravilerin bir kısmı (onun ismini) Ömer (b. Müslim
olduğunu) söyledi. Ekserisi de Amr (b. Müslim olduğunu) söyledi. (Musannif) Ebû



Dâvûd da (Ekseriyetin dediği gibi) 0(nım ismi) Amr b. Müslim b. Ükeymete -et Leysî

1391 "

el-Cündeiyyü(dür) dedi.
Açıklama

Hadisin zahirine göre, kurban bayramında kurban kesmek isteyen bir kimsenin,
Zilhiccenin onuncu gününden itibaren, kurbanını kesmesine kadar geçen süre
içerisinde, saçlarını, sakallarını veya vücudundaki kıllarını kesip kısaltması ya da traş
etmesi ve tırnaklarını kesmesi yasaklanmıştır.

Vücuduyla ilgili bu temizlikleri yapabilmesi için, kurbanının kesilmiş olması gerekir.
Bundaki hikmet, kurban sahibinin kendisini ihram 1 1 kimselere benzetmesi, yahut da
cehennemden vücudunun tümüyle azat olmak için vücudunun tümünü muhafaza
etmesidir.

Fıkıh âlimlerinin bu husustaki görüşlerini şu şekilde özetlemek mümkündür:

1. "İmam Ahmed'le İshak, Said b. el-Müseyyeb, Dâvûd Zahirî ve Şafi-îlerden
bazılarına göre;'* kurban sahibinin kurbanlığı bayram gününün kuşluğunda, kesmesine
kadar, vücudundaki kıl ve tırnaklardan bir şey alması haramdır. Delilleri; mevzumuzu
teşkil eden hadis-i şeriftir.

2. Hanefılere göre; kurban sahibinin sözü geçen süre içerisinde vücudundaki, kıllarını
veya tırnaklarını kesmesi tenzîhcn mekruhtur. İmam Şafiî'nin meşhur olan görüşü de
bu olduğu gibi bu görüş îmam Mâlik den de rivayet olunmuştur.

Bu görüşte olan alimlere göre; konumuzla alakalı hadis-i şerifteki kılları ve tırnakları
kesmekle ilgili yasak, tahrim için değil, tenzih içindir. Bu yasağın hükmünü
haramlıktan çıkarıp tenzihen mekruhluğa çeviren delil ise; daha önce tercemesini
sunduğumuz 1757 nolu hadis-i şeriftir. Sözü geçen hadîs-i şerifte Fahr-i kainat
Efendimizin Medine'den Mekke'ye kurbanlık gönderdiği, kendisinin Medine'de
kaldığı ve kurbanlığı daha Mekke'ye ulaşıp kesilmeden önce kendisinin ihramlılar için
geçerli olan yasaklara uymadığı ifâde edilmektedir. Bu sebeple, Hattâbî de, sözü geçen
hadisin konumuzu ilgilendiren hadisteki yasağın haramhk ifade etmeyip, tenzihen
mekruhluk ifade ettğine delil olduğunu söylemiştir. Ayrıca bu görüşte olan alimlere
göre; "kurban ahibinin kurbanı kesmeden önce, elbisesini giyip güzel kokular
sürünmesinin caiz olduğunda, tüm alimlerin ittifak etmiş olmaları da, tırnakların ve
saçların kesilmesiyle ilgili sözü geçen yasağın kerahet-i tenzihiy-ye ile ilgili olduğuna

1401

delâlet eden hususlardandır.

3-4 Kesilmeleri Daha Faziletli Olan Kurbanlıklar
2792. ...Hz. Aişe'den demiştir ki:

Rasûlullah (s. a.), siyah içinde yere basan, siyah içinde bakan ve siyah içinde yatan
boynuzîu bir koç (getirilmesini) istemiş, koç hemen

getirilmiş ve onu kurban etmeye karar verirmiş ve "Ey Aişe! bıçağı getir," demiş sonra
da "onu taşla keskinleşti!" buyurmuş, bunun üzerine (Hz. Aişe emredileni) yapmış
(Hz. Peygamber de) bıçağı almış ve koçu tutup (sol tarafı üzerine) yatırmış ve (bizzat
kendi elleriyle) onu kesmiş (önce) koçu yatırarak:

"bismillahi Allahümme tekabbel m in Mu ha m metlin ve Ali Muhammedin ve min



ümmeti Mu-hammedin: "Allanın adıyla (başlıyorum) Ey Allah'ım! (bunu) Muham-
med'den, Muhammed ailesinden ve Muhammed ümmetinden kabul eyle" demiş sonra
[41]

koçu kesmiş.
Açıklama

Hattâbî'nin de ifâde ettiği gibi metinde geçen "siyah içinde yere basan sözü, ayakları
kara anlamında kullanıldığı gibi siyah içinde bakan sözü; gözleri kara anlamındadır.
Siyah içinde yatan; sözü de karnı siyah anlamında kullanılmıştır. Bu da şu demektir ki;
Fahr-i Kâinat Efendimiz, kurban etmek için ayakları, gözleri ve karnı kara olup vücû-
dunun diğer kısımları beyaz olan, boynuzlu koçları diğer renkteki koyunlara, tercih
etmiştir. Bu hadis-i şerif, bir ev halkının tümü için bir kurban kesilebileceğini
söyleyenlerin delilidir. Biz fıkıh alimlerinin bu mevzudaki görüşlerini 2810 nolu

[421

hadisin metninde açıklayacağımız için burada ele almıyoruz.
Bazı Hükümler

1. Koyun cinsinden kurban kesmek istenildiği zaman boynuzlu bir koç kesmek bu
vasıfta olmayan bir koyun kesmekten daha faziletlidir.

2. Kurbanlık hayvanı keskin bıçakla kesmek müstehabtır. Bu husus 2810 nolu hadisin
şerhinde ele alınacaktır.

3. Hayvanı, sol tarafına yatırarak kesmek menduptur. Çünkü kasap bıçağı sağ eline alıp
hayvanın başım sol eliyle tutacağına göre; hayvanı kesmeden önce sol yanı üzerine
yatırmak kesim için daha elverişlidir.

Şafiî alimlerinden İmam Nevevî, kurbanı keserken yüzünün kıbleye getirilmesini de
müstehab olduğunu söylemiştir. Bu görüşüne delil olarak da, Hz. Aişe'nin riâyetindeki
"kurbanı kesiniz ve nefislerinizi hoş tutunuz. Çünkü kurbanını kıbleye getirerek kesen
bir müslüman yoktur ki kıyamet gününde kurbanın kanı ve yediği yemler, o

[43]

müslümanm mizanına konulmuş olmasın" mealindeki hadis-i şerifi göstermiştir.
Gerçekten bu hadis-i şerifi Beyhakî de es-Sünenü'l-Kübra'smda rivayet etmiş ve
senedinin zayıf olduğunu söylemiştir.

4. Bir ev halkı ne kadar kalabalık olursa olsun hepsi için bir kurban kesmek yeterlidir.
Şafîîlerle birçok alimin görüşü budur. Hanefılerle Sevri, bunu mekruh görmüştür.
Tahavî'ye göre, bu hadis mensuh ya da tahsis edilmiştir.

5. Kurban kesecek kimsenin, kurbanı keserken "Bismillah! Ey Allahım bunu benim
için (veya falanca için) kabul buyur!" demesi meşrudur. Kurbanı besmele ile kesmek,
kesimin şartıdır. Bu hususta vacib olan kurbanın kesimi ile diğer kurbanların farkı
yoktur. Çünkü Cenab-ı Hak Kur'an-ı Keriminde "Üzerine Allah'ın adı

[44] [45]
anılmayanlardan yemeyin" buyurmuştur.

2793. ...Hz. Enes'den rivayet olunduğuna göre: Hz. Peygamber (s.a) yedi tane deveyi,
ayakta (yatırmadan) kendi eliyle boğazlamış, boynuzlu ve alacalı iki koçu da



1461

Medine'de kesmiştir.



Açıklama

"Bedene" çok etli manâsına gelen el-bedâne kelimesinden türetilmiştir. İri ve

yağlı oldukları için erkek olsun, dişi olsun deve cinsinden her hayvana bedene ismi

verilmiştir. Bazan sığır cinsini ifâde etmek için de kullanılır. Zebh- hayvanı yatırarak

boğazdan kesmektir. Bilindiği gibi davar ve sığır cinsi bu şekilde kesilir.

Nahr: Ayakta ve göğsünün üstünden kesmek demektir. Deve cinsinin bu şekilde

kurban edilmesi daha faziletlidir.

Akran: Boynuzlu demektir.

Emlah: Beyazı siyahından fazla olan alaca demektir.

Hadis-i şerifte Fahr-i Kainat Efendimizin biri kendisi için, diğeri de ümmeti için
olmak üzere iki kurban kestiği ifade edilmektedir. Fakat Resulü Zişan Efendimiz, bu
ikinci kurbanı sadece sevab kazanmak, bu sevabı ümmetine bağışlamak için
kestiğinden sözü geçen kurban ümmetin zenginlerinden Kurban kesme mesuliyetini
asla kaldırmamıştır. Onlar da yine üzerlerine düşen kurbanı kesmişlerdir. Zengin

1471

olanlar, kıyamete kadar da kurban kesmekle mükellef olacaklardır.
Bazı Hükümler

1. İnsanın kendisi, aile fertleri ve kendi idaresi altıdaki kimseler için, bir kurban
kesmesi caizdir.Biz alimlerin bu husustaki görüşlerini 2810 nolu hadis-i şerifin
şerhinde açıklayacağız. İnşâallâh

2. Resul-ü Zişan Efendimiz, devamlı surette hayır işlemeye ümmetini bilfiil teşvik etti.

£481

Bu hususta kendisi en büyük örnek olmuştur.
2794. ...Enes'den rivayet olunduğuna göre:

Hz. Peygamber (s. a) boynuzlu ve alacalı iki koç kurban etmiş (onları) tekbir getirerek,

[491

besmele çekerek ve sağ dizini kurbanların (sağ) yanlarına koyarak kesmeştir.
Açıklama

Fahr-i Kâinat Efendimiz, kurbanını kesmeden önce, onu sol yanı üzerine yatırmış, sağ
dizini de hayvanın sağ tarafına koyup "bismillahi vallahü ekber" diyerek kesmiştir.
Dizi hayvanın üzerine koymaktan maksat, ona eziyet vermek değil, aksine kolayca can

[501

vermesini sağlamaktır.
Bazı Hükümler

1. Kurbanı keserken, sol yanı üzerine yatırıp sağ dizini kurbanın boğazına koymak
mustehabtır.



2. Kurbanı keserken, besmele ile birlikte tekbir almak mustehabtır.

3. Kurban kesmeyi becerebilen bir kimsenin, kendi kurbanını kendisinin kesmesi
mustehabtır. Eğer elinden kurban kesmek gelmiyorsa, bir başkasına vekâlet verip
kesilirken yanında hazır bulunmaktır. Çünkü Resûlul-lah (s. a.) Efendimiz "Ey Fatıma!
kalk kurbanının yanında bulun, şunu iyi bil ki; onun kanından yere düşen ilk damla ile
işlemiş olduğun günahların tümü affedilir." ve (kesilmeden önce):benim
namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi içindir. Onun ortağı
yoktur, bana böyle emrolundu.Ve ben müslümanlardanım" diyerek dua et." buyurdu.
İmran b. Husayn:

Ey Allah'ın Resulü! bu (sevab) yalnız senin ehl-i beytine mi mahsustur, yoksa tüm
müslümanlar için de var mıdır? diye sordu. Resulü Ekrem de:

[51]

"Tüm mü'minler için de vardır." buyurdu. Her ne kadar Hakim, bu hadisin sahih
olduğunu söylemişse de senedinde Ebû Hamza bulunduğu için tenkid edilmiştir.
Zehebî, bu ravinin çok zayıf olduğunu söylemiştir. Hadis başka yollardan da rivayet
edilmişse de, o rivayetlerin senetleri de tenkid edilmiştir. Bununla beraber bu hadisler
biribirlerini te'yid etmektedirler.

İbn Kudame'nin açıklamasına göre; kurban kesmek, Allah'a bir yaklaşma olduğundan
bir müslümanm kurbanını bir zimmîye kestirmesi mekruhtur. Çünkü zimmî bu
yaklaşmaya ehil değildir.

İmam Şafiî ile Ebû Sevr ve İbn el-Münzîr'in görüşü de budur. İmam Ahmed ile İmam
Malike göre; Kurbanı sahibine vekâleten bir zimmînin kesmesi asla caiz değildir.
Hasan-i Basrî ile İbn Şirin de bunu mekruh görmüşlerdir. Çâbir (r.a.) da "sizin
kurbanlarınızı ancak temiz kimseler kesebilir" mealindeki hadis-i şerife dayanarak

[521

vâcib olan kurbanları, zimmîlerin kesemeyeceğini söylemiştir.
2795. ...Câbir b. Abdillah'dan demiştir ki:

Hz. Peygamber (s. a) kurban bayramı günü hayaları buruk, alacalı (ve) boynuzlu iki
koç kesti, onları (kesime hazırlayıp da yönlerini) kıbleye çevirdiği zamamdiye dua etti
[531

ve sonra kesti.
Açıklama

Bu hadis-i şerifte, Fahr-i Kainat Efendimizin, kurban bay-ramı günü, kurbanını
kesmek istediği zaman hayvanın yönünü kıbleye çevirdikten sonra şu mealdeki duaları
okuyup kurbanı ondan sonra kestiği ifade edilmektedir:

"Ben (bütün dinlerden) yüz çevirerek yüzümü İbrahim'in dini (yani İslam) üzere
gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve ben müşriklerden değilim. Şübhesiz
namazım ve (diğer) ibadetlerim, hayatım (boyunca işlediğim tüm amellerim) ve
ölümüm (anma kadar taşıyageldiğim katıksız imanım ve ona bağlı hareketlerim)
Alemlerin Rabbi olan Allah içindir. O'nun ortağı yoktur. Bana böyle emrolundu ve
ben müslümanlardanım, Ey Allahım (bu kurban) senden (bana bir nimet )tir ve
Muhammed ile ümmeti (tarafı )nd an sırf senin (rızan) için (kurban edilmiş)dir."
Hadis-i şerifte, Resulü Zişan Efendimizin kendi kurbanından başka bir de ümmeti için
kurban kestiği ifade edilmektedir. 2793 nolu hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız



gibi Hz. Peygamberin ümmeti için kestiği bu ikinci kurban, ümmetin zenginlerinden o
sene kurban kesme mükellefiyetini kaldırmak için değil, sadece bu kurbanın sevabını
ümmetine bağışlamak içindir. Gerçekten bu ikinci kurbanı ümmetin zenginlerinden
kurban kesme mükellefiyetini o sene kaldırmak için kestiği farz edilse bile bu sadece
Hz. Fahr-i kainata mahsus özel bir durum olabilir. Nitekim 2790 numaralı hadisin şer-
hinde açıkladığımız gibi, Resulü Zişan Efendimiz ümmeti için ayrı bir kurban
kestiğinden dolayı, Haşim oğullarının fakirleri de zenginleri de kurban

[541

kesmemişlerdir. Fakat, bir kimsenin başkaları için ayrı bir kurban keserek onları
kurban kesme mükellefiyetinden kurtaracağı düşünülemez. Ancak o kurbanın sevabını

1551

istediği kimselere bağışlayabilir.
Bazı Hükümler

1. Hayaları burulmuş hayvanı kurban etmek, kerahetsız caizdir.Hatta alimlerden
pekçoğu hayaları buruk hayvanı kurban etmenin daha faziletli olduğunu
söylemişlerdir. Çünkü eti daha çok daha lezzetli ve güzel kokulu olur.

2. Kurbanı keserken yönünü kıbleye çevirmek müstehabtır.

[561

3. Kurban keserken beslemeden sonra bir de, "Allahü ekber" demek müstehabtır.

2796. ...Ebû Saîd (el Hudrî)'den demiştir ki:

"Rasûlullah (s. a.) hayası burulmadık kara gözlü, kara ağızlı ve kara ayaklı bir koçu
1521

kurban etmişti"
Açıklama

Daha önce tercümesini sunduğumuz 2792 numaralı hadisin şerhinde yaptığımız
açıklamalar bu hadıs-ı şerif için de geçerlidir. Ancak burada sözü geçen açıklamaya
ilâveten şu hususu açıklamak gerekir:

Hz. Peygamberin, hayaları burulmamış bir koç kurban ettiğini ifade eden bu hadis-i
şerifle, hayaları buruk bir koç kurban ettiğini ifade eden bir önceki hadis-i şerif
arasında bir çelişki yoktur. Her ne kadar hayaları burulmamış hayvanı kurban etmek
daha faziletli ise de Hz. Peygamber her iki hayvanı kurban etmenin caiz olduğunu
göstermiş olmak için hayaları burulmuş olanlardan da burulmamış olanlardan da,
kurban kesmiştir. Bu farklı iki uygulama, bu cevazı göstermek maksadıyla, şuurlu

[58]

olarak yapılmıştır. Herhangi bir tezat şaibesinden tamamen salimdir.

4-5 Bir Hayvanı Kurban Etmenin Caiz Olabilmesi İçin Aranan Vasıflar

2797. ...Cabir'den demiştir ki:

"Resûlullah (s. a): "Bir yıllık hayvandan başkasını kesmeyiniz. Ancak (böylesini
bulmak) size güç gelirse, o başka bu durumda (altı aylık) bir koyun yavrusu



1591

kesiverin."



Açıklama

Müsinne: Sözlükte, yıllanmış anlamına gelir. Alimlerin itti-fakla kabul ettiğine göre,
bu kelimeyle devenin beş yılını bitirmiş olanı kast edilir. Sığırın müsinne
yayılabilmesi için tmam Malike göre üç yaşını bitirip dört yaşma girmiş olması
gerekirken cumhur ulemaya göre, iki yaşını bitirip üç yaşma girmiş olması gerekir.
Koyun cinsinin müsinne sayılabilmrsi için, bir yaşını bitirip iki yaşma girmesinin
yeterli olduğunda alimlerin tümü ittifak etmişlerdir.

Alimlerin çoğuna göre; bu mevzuda keçi cinsinin de koyun cinsi gibi olduğu kabul
edilir. Şafiî âlimleri; "Keçinin müsinne sayılabilmesi için en az iki yaşını bitirip üç
yaşma girmiş olması gerekir" demişlerdir.

Hadis-i şerifte "mecbur kalmadıkça müsinne" olmayan hayvanları kesmek
yasaklandığına göre deve, sığır ve koyun cinslerinin kurban edilebilmeleri için, en az
kendilerinin "müsinne: yaşlı" ismini aldıkları çağa girmiş olmaları gerekir.
Yine cumhur ulemanın ittifakla kabul ettiklerine göre; bu mevzuda camız, sığır
cinsinin, keçi de, davar cinsinin hükmüne tabidir.

Sözü geçen hayvanlardan bu çağa gelmiş bir hayvanı bulmak mümkün olmazsa, altı
ayını doldurup yedinci aya giren ve bir yaşını dolduran koyunlar arasına katıldığı
zaman dış görünüşüyle onlardan farkı olmayan, gösterişli bir kuzunun da kurban
edilebileceği, yine mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte ifade edilmektedir.
Kurbanlık hayvanları bulmakta güçlükle karşılaşıldığı zaman müsinne olma şartı
aranmadan kesilebilmek sadece koyunlara mahsustur. Bunların dışındaki semiz
hayvanlar gösterişli de olsalar "müsinne" sayılacakları çağa gelmeden kurban
edilemezler.Hadis-i şerifte bu mevzudaki ruhsat sadece koyun cinsine verilmiştir.
Alimler hangi hayvanı kurban etmenin daha faziletli olacağı meselesinde de ayrılığa
düşmüşlerdir. Alimlerin bu mevzudaki görüşlerini şu şekilde Özetlemek mümkündür:

1. Hanefi alimlerine göre; kurban edilmek istenen iki hayvan, et ve kıymet bakımından
eşitse hangisinin eti daha lezzetli ise, o hayvanı kurban etmek daha faziletlidir. Eğer
etleri lezzet bakımından eşit olursa o zaman kıymet ya da et bakımından hangisi daha
fazla ise onu kurban etmek daha faziletlidir. Bu esastan hareket eden Hanefi âlimleri,
koç ile koyunun kıymet ve et bakımından eşit olmaları halinde, koçun koyuna kıymet
ve et bakımından bir sığıra eşit olan besili bir koyunun sığıra ve yine böyle semiz bir
koyunun kıymet ve et bakımından eşit olduğu bir deveye tercih edileceğini söy-
lemişlerdir.

Keçi, sığır ve develerin erkekleri ile dişileri kıymetçe eşit olurlarsa bunların herbirinin
dişisini kurban etmenin erkeğini kurban etmekten daha faziletlidir. Ibn Vehban,
hayaları buruk teke kurban etmenin dişi keçi kurban etmekten daha faziletli olduğunu

söylemiştir.

2. İmam Malike göre; koyun kurban etmek diğer hayvanları kurban etmekten daha
faziletlidir. Çünkü koyun eti diğer hayvanların etinden daha lezzetlidir. Delili ise
kurban olarak koçu seçtiğini ifade eden 2792, 2793, 2794, 2796 numaralı hadislerdir.
Yine imam Malike göre; koyundan sonra en faziletli kurbanlık keçi, sonra sığır, sonra
devedir. Bunların kendi erkekleri, kendi dişilerinden daha faziletlidir.



3. Şafiî ve Hanbelilere göre; kurban edilmesi en faziletli olan hayvan devedir. Sonra
sığır sonra koyun, sonra da keçi gelir. Bir deve kurban etmenin yedi veya on kişiye bir
sığır kurban etmenin ise yedi kişiye koyun kurban etmenin sadece bir kişiye yetmesi
bunu açıkça ortaya koyar.

Ayrıca 351 numaralı hadis-i şerif de bu görüşlerinin doğruluğuna delil olarak

gösterirler.

Bazı Hükümler

Bu hadisin zahirinden bir yaşım doldurmuş bir koyun varken altı ayı doldurmuş bir
kuzu kesmenin caiz olmadığı anlaşıhyorsa da, bu hadisten kast edilen mânanın bu
zahiri mana olmadığına dair ulemanın icmai vardır. Çünkü Fahr-i Kainat Efendimiz

[621

"altı ayı bitirmiş bir kuzu ne güzel bir kurbanlıktır." buyurmuştur. Bu bakımdan
alimler yaşlı koyun varken de altı ayını bitirmiş gösterişli bir kuzu kesmenin caiz
olduğunu, hadisteki koyun kesmenin kuzu kesmeye tercih edilmesiyle ilgili emrin,

[631

efdaliyyet ve müstehabhk ifade ettiğini söylemişlerdir.

2798. ...Zeyd b. Halid el-Cühenî'den demiştir ki: "Resûlullah (s. a) ashabı arasında
kurbanlıkları taksim etti. Bana da bir yaşını bitirmiş bir keçi yavrusu verdi. Kısa bir
süre sonra keçi yavrusunu alıp Hz. Peygamber'in yanma vardım ve kendisine:

(Ey Allah'ın Resulü) bu (daha) yavrudur, dedim:

[641

"Sen de onu kurban et!" buyurdu. Bunun üzerine onu kurban ettim.
Açıklama

Bu hadiste geçen Atûd bir yaşını doldurmamış kuvvetli keçi oğlağıdır. Hadis,bunun
kurban olarak kesilebileceğinedelâlet eder. Hanefîlerle,Atâ,EvzâîveŞafıîIerin bazısı
buğörüştediler.Fakat halef ve selefin cumhuruna göre atûd kurban olamaz.
Bir yaşını doldurmuş keçi yavrusunun kurban edilemeyeceğini söyleyen cumhur
ulemaya göre, sözü geçen hayvanın kurban edilebileceğini ifade eden ve mevzumuzu

[651

teşkil eden hadis-i şerifin hükmü sadece Zeyd b. Halid'e aittir.

2799. ...(Asım b. Kuleyb'in) babasından rivayet ettiğine göre: Peygamber (s.a)'in
sahabilerinden ve Süleym oğullarından Mu-şâci diye anılan bir adamla birlikte idik.
(O sıralarda bir yaşını doldurmuş) koyun azalmıştı, (bu zat) bir münâdiy e ilan ettirdi.
(Münâdi bu emir üzerine): "Resûlullah (s. a) şüphesiz altı ayını doldurmuş bir kuzu, bir
yaşını doldurmuş bir koyunun yerini tutar buyurduğunu" ilan etti.

£661

Ebû Dâvûd der ki (metinde sözü geçen) bu (râvi) Müşâci' b. Mesûd'dur.



Açıklama



Metinde geçen esseniy kelimesi müsinne yaşlı anlamında kullanılmıştır. Ulemanın
"müsinne" kelimesi üzerindeki görüşlerini 2797 numaralı hadisin şerhinde
açıklanmıştır.

Ceza, kelimesi, "müsinne" sayılacak çağa varmamış taze hayvan demektir. Kuzunun
altı ayını doldurup da, kurbanlık koyunlar içerisine katıldığı zaman onlardan fark
edilemeyecek derecede gösterişli olanı, âlimlerin çoğuna göre, keçinin iki yaşından
küçük olanı, Şafiî'ye göre; üç yaşından küçük olanıdır. Mevzumuzu teşkil eden bu
hadis-i şerif altı ayını doldurmuş gösterişli bir kuzunun kurban edilebileceğini
söyleyen cumhur ulemanın delilidir. Aksini iddia edenlerin de aleyhine bir delildir.
Bu hadisin senedinde Asım b. Küleyb gibi zayıf bir râvi varsa da 2797, 2798 numaralı
hadislerle takviye edildiğinden, zayıflıktan kurtulup hasen de recesine yükselmiştir.
[671

2800. ...Bera'dan demiştir ki:

Hz. Peygamber (s. a) kurban bayramı günü namazdan sonra, bize bir hutbe irad ederek:
"Kim bizim namazımızı kılar ve kurbanımızı keserse (bizim sünnetimize uygun olan
bir) amel işlemiş olur. Kim de kurbanı namazdan önce keserse (kesilen) bu (kurbanlık
alisine ziyafet için kesilmiş bir) et koyunu olur" buyurdu. Bunun üzerine Ebû Bürde b.
Niyar kalktı ve:

"Ey Allah'ın Resulü vallahi ben bu günün yeme, içme günü olduğunu düşünerek
Kurbanı (mı) namaza çıkmadan önce kestim ve (yine bu düşünceyle) acele edip
(kurbanın etinden) yedim, aileme ve komşularıma da yedirdim" dedi.
Resûlullah (s. a) de:

"Bu et koyunudur" buyurdu. Bunun üzerine (Ebû Bürde tekrar kalktı ve):

Ben de bir yaşını doldurmamış (fakat semiz olması ve etinin le-zizliği bakımından iki

et koyunundan) daha hayırlı bir oğlak var (kurban edebilmem için bu oğlak) bana

yeter mi? diye sordu.

Fahr-i kâinat Efendimiz de:

Evet senden başka bir kimse için (böyle bir oğlağı kurban etmek) asla yeterli olamaz"
[681

buyurdu.
Açıklama

Bu hadis-i şerifte, kurban bayramında kesilmesi gereken kur-hanlıklarm Hz.
Peygamberin sünnetine uygun olarak kesilmiş olmaları için, bayram namazından sonra
kesilmesi icab ettiği, bayram namazından önce kesilen kurbanlıkların, sahihlerinden
kurban kesme mükellefiyetini kaldıramayacağı, binaenaleyh bayram namazından önce
kesilen bir kurbanın ibadet maksadıyla değil de sadece et için kesilmiş sayılacağı
sahiplerinin mükellefiyetten kurtulmak için, ikinci bir kurban daha kesmek zorunda
kalacakları ifade edilmektedir.

Hadis-i şerifte, açıklanan ikinci bir mesele; bir yaşını doldurmamış bir keçi
yavrusunun'kurban bayramında kurban edilmek için yeterli olmadığı, fakat Resul-ü
Zîşan Efendimizin Ebû Bürde'ye mahsus olmak üzere böyle bir oğlağı kurban etmeyi

I69J

yeterli kıldığı, ifade buyrulmaktadır.



Bazı Hükümler



1. Kurban kesme vakti, bayram namazı kılındıktan ve bayram hutbesi okunduktan
sonra girer. İmâm Malik, bu hadisi delil getirerek, imam, bayram namazını kıldırıp
hutbesini okuyup kurbanını kesmeden, kurban kesmenin caiz olmayacağını, fakat
imam kurban kesmeyecekse o zaman, bayram namazı ve hutbesinden sonra, bir
kurban kesecek kadar bekledikten sonra, kurban kesmenin caiz olduğunu, bu mevzuda
şehirli ile bayram namazı kılamayan köyde oturanlar arasında bir fark olmadığını,
söylemiştir.

a. Hanetîlere göre, bayram namazı kılınmayan köylerde ve çiftliklerde oturan
kimselerin kurban kesme vakti; sabah namazının vaktiyle birlikte girer. Bayram
namazı kılman yerleşim merkezlerinde bulunan kimseler için kurban kesme vakti,
imamın bayram namazını kılmasıyla girmiş olur. Eğer bir özürden dolayı o şehirde
bayram namazı kılmamamışsa, kurban kesme vaktinin girmesi için, zeval vaktinin
çıkması gerekir. Ondan önceki zaman içerisinde kurban kesilemez.

b. îmam Şafiî île Dâvûd ve İbn el-Münzir'e göre; kurban kesme vakti güneşin
doğmasıyla girer. Bu hususta imamın bayram namazını kıldırıp kıldırmamasına
bakılmadığı gibi, imamın kurbanını kesip kesmediğine de bakılmaz. Yine bu hususta,
içerisinde bayram namazı kılınmayan köy halkı ile içerisinde bayram namazı kılman
şehir halkı arasında hiçbir fark yoktur. Hepsi aynı hükme tabidirler.

Hanbeli âlimlerinden el-Harakî'nin görüşü de budur. Ve Efdal olan bayram namazı
kılınmadan önce kurbanı kesmemektir.

c. İmam A hm e d ile el-Evzaî, İshak, Hasan-ı Basri, imam bayram namazını kılmadan
kurban kesmenin caiz olmadığını, ancak imam namazı kıldıktan sonra kurbanı
kesmemiş bile olsa, kurban kesmenin caiz olacağını söylemişlerdir. Bu hükme
varırken metinde geçen "namazdan önce kesilen hayvan kurban değil et koyunudur"
anlamındaki cümlenin zahirine dayanmışlardır.

Kurban kesme vaktinin ne kadar sürdüğü ve ne zaman sona erdiği meselesini ise 2789
numaralı hadisin şerhinde açıklamıştık. Muhterem okuyucularımız bu meselede fıkıh
ulemasının görüşlerini öğrenmek için oraya müracaat edebilirler.
Geceleyin kurban kesmenin caiz olup olmayacağı meselesi de alimler arasında
ihtilaflıdır. Bu ihtilâfı şu şekilde özetlemek mümkündür:

a. İmam Mâİik, İbn Abbas (r.a)'nm rivayet ettiği "Peygambter (s. a) geceleyin kurban

[701

kesmeyi yasakladı. mealindeki hadise dayanarak geceleyin kurban kesmenin caiz
olmadığını söylemiştir. Ancak bu hadisin senedinde rivayetleri makbul sayılmayan
Süleyman b. Ebî Seleme el-Cenayizî ile Mü-beşşir b. Ubeyd vardır. Dolayısıyla bu
hadis zayıftır.

b. Başta Hanefilerle İmam Şafiî, îshak ve cumhur ulemaya göre, geceleyin kurban
kesmek, kerahatle caizdir.

Bu görüş, İmam Ahmed'den de rivayet olunmuştur. Çünkü gün deyince içerisinde
gece de dahildir. Bu bakımdan kurban kesmek için tayin edilen nahr günlerinin hem
gündüzünde hem de gecesinde kurban kesmek caizdir, demişlerdir. Fakat geceleyin
kurban kesmek zor olduğundan ve bir takım yanlışlıklar yapmaya yol açabileceğinden

171]

mekruh sayılmıştır.



2801. ...Berâ b. Azib'den demiştir ki:

Ebû Bürde diye anılan dayım namazdan önce kurban kesmişti. Rasûlullah (s. a) (o
haliyle)

"Senin bu koyunun (ibadet maksadıyla kurban edilen bir koyun değil, sadece etinden
istifade edebileceğin) bir et koyunudur." buyurdu. (Dayım da):

"Ey Allah'ın Rasûlü ben de bir yaşını doldurmuş bir keçi yavrusu vardır" (onu kurban
edebilir miyim?) diye sordu.
(Resulü Zîşan efendimiz de):

[72]

"Senden başkası için uygun olmamakla beraber sen kes!" buyurdu.
Açıklama

Bu hadis-i şerifte, bayramdan önce kurban kesmenin caiz olmadiği gibi bir yaşını
doldurmuş keçi yavrusunu kesmeninde caiz olmadığı, ancak Hz. Peygamber (s.a)'in
sadece Ebû Bürde'ye mahsus olmak üzere bir keçi yavrusunu kurban etme izni verdiği,
ifade edilmek tedir. Bilindiği gibi Ukbe b. Amir'in rivayet ettiği diğer bir hadis-i
[73]

şerifte Resulü Ekremin bu hakkı sadece Ukbe b. Amir'e tanıdığı, bunun dışında
hiçbir kimsenin bir yaşım doldurmuş iki yaşma girmiş bir keçi kurban edemeyeceği
ifade edilmiştir.

Hafız İbn Hacer bu mevzuda Beyhakî'nin: "Eğer İbn Mâce ve Tirmi-zî'nin
naklettikleri bu Ukbe b. Amir hadisinin sonun ki "Onu da sen (kendine) kurban et"
mealindeki ziyade, bu ziyadenin bulunmadığı rivayetlere tercih edilecek derecede
kuvvetli bir rivayetse, o zaman bu izin Ebû Bürde'-ye verildiği gibi Özel olarak Ukbe
(r.a) de verilmiştir" dediğini, söyledikter sonra kendisi de şu görüşlere yer vermiştir:
"Aslında Beyhakî'nin bu açıklaması meseleyi halletmekten uzaktır. Çünkü İbn Mâce
ve Tirmizînin rivayetleri olan Hadis-i şerifte bu iznin sadece Ukbe'ye verildiği başka
birine asla verilmediği ifade edildiğine göre, bu iznin Ebû Bürde için geçerli olmaması
gerektir. Eğer bu iznin sadece Ebû Bür-de'ye verildiği göz önüne almırsa Hz. Ukbe'ye
verilen böyle bir iznin geçerli olmaması lâzım. Bu mevzuda yapılan izahların en doğru
olanı şudur: Bu hadislerden ya sonradan sadır olanın önceden sadır olanın hükmünü
neshetmiş olması lâzımdır. Bu da işlerin ikisinin de aynı zamanda sadır olmaları ve
dola-yısıyle bu iznin özü geçen iki sahabî için de geçerli olması gerekir. Ancak
bazıları bu mevzuda gelen hadislere bakarak kendisine bu özel iznin verildiği
kimselerin sayısını dörde, kimisi de beşe çıkarmıştır. Ancak hadislerin hepsinde bu
iznin sadece bir şahsa özel olarak verildiğine ve başkalarının bu izinden
faydalanmasının caiz olmayacağına dair açık bir ifade yoktur. Bu ifade sadece Ebû
Bürde ile Ukbe b. Amir hakkında gelen iki hadiste vardır.

Bu bakımdan meseleyi şu şekilde halletmek mümkündür. Ukbe b. Amir ve Ebû Bürde
hakkındaki iki hadisle, diğer şahıslar hakkında gelen hadisler arasında bir çelişki
yoktur. Çünkü İslamm ilk yıllarında bir yaşındaki keçi yavrusunu kurban etmenin caiz
olduğu, fakat sonradan bu cevaz kaldırıldığı ve sadece Hz. Ukbe ile Ebû Bürde

£741

hakkında özel bir cevaz olarak kalmış olduğu bilinmektedir.



5-6. Kurban Edilmeleri Mekruh Olan Hayvanlar

2802. ...Ubeyd b. Feyrûz'dan demiştir ki:

Ben Berâ b. Azib'e kurbanlıklarda hangi özelliklerin bulunmasının caiz olmadığını -
yahut da kurbanlıklarda bulunması caiz olmayan özellikleri- sordum da (şöyle) cevap
verdi:

Resûlullah (s. a) (birgün) aramızda (ayağa) kalkıp (ben şu anda onun sözlerini
aktarırken onun gibi el kol hareketleri de yapacağım) Oysa bdiim parmaklarım onun
parmaklarından, parmak uçlarım da onun parmak uçlarından daha kısadır- (şöyle)
buyurdu:

"Kurbanlıklar içerisinde kurban edilmeleri caiz olmayan dört (hayvan) vardır: Körlüğü
açıkça, belli olan tekgözlü, hastalığı açıkça belli olan hasta, topallığı iyice belli olan
topal, ilikleri kurumuş (derecede) cılız" (Ubeyd b. Feyruz sözlerine devam ederek)
dedi ki: - ben de (Bera b. Azib'e):

"Ben (hayvanın) diş(ler)inde bir eksiklik bulunmasından hoşlanmıyorum." dedim. O
da:

"Hoşlanmadığın (hayvan)ı bırak (fakat) onu (kurban etmeyi) kimseye yasaklama"
cevabını verdi.

1751

Ebû Dâvûd der ki (Kesîr)iliği kalmamış (hayvan demektir).
Açıklama

Bu hadis-i şerif, kurbanın etine ve yağma zarar verecek, topallık, körlük ve şiddetli
hastalık gibi kusurlardan salim olması gerekir. Bu gibi kusurları bulunan havanları,
kurban etmek caiz değildir. Fakat hayvanda bu kusurlardan birisinin veya bir kaçının
belli olmayacak derecede az bir miktarda bulunması onun kurban edilmesine engel de-
ğildir. Bu mevzuda İmam Nevevî şöyle diyor: "Kendisinde Bera hadisinde zikredilen
(yürümeye imkân vermeyecek derecede şiddetli) hastalık, aşırı derecede zayıflık, tek
gözlülük (yürümeye engel olacak) topallık, kusurlarından biri veya birkaçı yahut da
bunlar gibi veya daha fazla derecede sıhhate zarar veren bir veyahut bir kaç kusur

[761

bulunan bir hayvanı kurban etmenin caiz olmayacağında âlimlerin icmaı vardır.
Hattâbî, bu mevzudaki görüşlerini şöyle ifade ediyor: "Mevzumuzu teşkil eden bu
hadis, söz konusu edilen kusurların hayvanda hafif bir şekilde bulunması o hayvanın
kurban edilmesine engel değildir. Hadiste geçen -hastalık, açıkça belli olan, körlük
açıkça belli olan, topallık açıkça belli olan- sözleri bu gerçeği ifade etmektedir. Çünkü

1771

bu kusurların en az bir miktarı hayvanda açıkça belli olmaz."

2803. ...Yezid Zü-Mısr dedi ki Utbe b. Abidin es-Sülemî'ye varıp:

Ey Ebû Velid! Ben kurbanlık aramaya çıktım fakat ön dişleridökülmüş olan bir
hayvandan başkasını bulamadım. O da hoşuma gitmedi, (bu hususta) ne dersin?
dedim, (o da) "Sen onu bana getirmez misin? (ben onu güzelce bir kurban edeyim)
cevabını verdi.

"Sübhanallah benim (kurban etmem) caiz olmuyor da senin (kurban etmen nasıl) caiz
oluyor?" dedim. (O da:) Evet (benim kurban etmem caiz olur), çünkü sen (onun



kurban edilip edilmeyeceğinde) şüphe ediyorsun. Bense şüphe etmiyorum. Rasûlullah
(s.a) sadece Müs-ferra, Müste'sale, Banka, Müşeyyed ve Kesrâ (denilen hayvanları
kurban etme)yi yasakladı. Müsferra: Açığa çıkacak şekilde kulağı kökünden sökülen.
Müste'sale: Boynuzu kökünden kınlan. Bahkâ: gözünün feri gitmiş olan. Müşeyyed:
Cılızlıktan ve düşkünlükten dolayı sürüye uyamayan: Kesra; Ayağı kırık koyun
[78]

demektir." dedi.
Açıklama

Hadis-i şerif, kulağı kesiklik, boynuzu kırıklık, tezgözlülü topallık ve zayıflık
kusurlarından birisi bulunan bir hayvanı, kurban etmenin yasaklanmış olduğunu ifade
etmektedir. Bu sebeble âlimler kendisinde bu kusurlardan biri bulunan hayvanı kurban
etmenin caiz olmadığında ittifak etmişlerdir. Mutlak nehy haram ifade ettiğine göre,
buradaki nehyin haram ifade etmediğini ve dolayısıyla sözü geçen kusurları taşıyan bir
hayvanı kurban etmenin caiz veya kerahetle caiz olduğunu iddia eden bir kimsenin,
buradaki yasağın gerçek manası olan haramlıktan çıktığına dair bir delile dayanması
icab eder. Fakat bir önceki hadis-i şerif, buradaki yasağın haramlık ifade ettiğine dair
açık bir beyan teşkil ettiğinden aksine bir delil bulmanın imkansız olduğu aşikârdır.
[791

2804. ...Ali (r.a)'den demiştir ki:

Resûlullah (s.a) bize (kurbanlık hayvanın seçiminde) göze ve kulağa dikkat etmemizi,
avrâ (tekgözlü), mukabele, müdabere, harka,

şarka, denilen hayvanlardan) kesmememizi emr etti. (bu hadisin ravi-lerinden) Züheyr
dedi ki: Ben Ebû îshak'a:

(Süreyh) b. Numan, hz. Ali'den naklen kurban edilmesi caiz olmayan hayvanları
sayarken onlarla birlikte) boynuzu kırığı da zikretti mi? diye sordum da,
Hayır cevabını verdi.

Züheyr, sözlerine devam ederek) dedi ki: (Ebû îshak'a:)

Mukabele nedir dedim.

Kulağının (ön) tarafı kesik olandır dedi.

Mudâbere nedir? dedim.

Kulağının (arka) tarafı kesik olandır, dedi.

Şarka nedir? diye sordum,

Kulağı (uzunlamasına) delinmiş olandır. Cevabını verdi.
Harka nedir, dedim.

im

Kulağı enine delinmiş olandır, karşılığını verdi.
Açıklama

Bu hadis-i şerifte tek gözlü kulağının ön kısmmdanbirazı kesilip bırakılan hayvanla
kulağının arkası aynışekilde kesilip de koparılmadan bırakılan, kulağı uzunlamasına
yarılıp ikiyeayrılan ve bir alâmet teşkil etmesi için kulağı yuvarlak şekilde delinmiş
olan,hayvanları kurban etmenin yasaklanmış olduğu ifâde edilmektedir.



Zahirîler, bu hadisin zahirine sarılarak sözü geçen hayvanların kurban etmenin caiz
olmayacağını söylemişlerdir, Şafiî âlimlerinden bazılarının görüşü de budur.
Cumhur ulemaya göre; hadis-i şerifteki yasağın hükmü haramlık için değil kerahet-i
tenzih iv ye içindir. Çünkü bu ayıplardan salim olan bir hayvanı bulmak çok güçtür ve
hemen hemen imkansız gibidir. Oysa yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde. "Allah sizi seçti



ve dinde size bîr güçlük yiikle-medi..." buyurmuştur.

İbn Hazm'a göre: Kulağında biraz eksiklik bulunan yahut ta kesiklik veya delik
bulunan bir hayvan, kurban edilmediği gibi bir veya iki gözünde bir kusur bulunan
hayvanla, kuyruğunda kesiklik bulunan bir hayvanda kurban edilmeye elverişli
değildir. Bu kusurların dışında kalan boynuzu kırık-Ön dişleri dökülmüş olmak,
hayaları buruk olmak gibi, kusurlardan biriyle kusurlu olan hayvanlar; kurban

[82]

edilmeye elverişlidirler.

Hattâbî, bu mevzudaki görüşlerini şöyle özetliyor: Alimler bir hayvanın kurban
edilmesine engel teşkil eden ayıpların miktarı üzerinde ihtilafa düştüler. Söyle ki:

1. İmam Malik'e göre, kulakta bulunan yarıklar ve kesiklik az ise hayvanın kurban
edilmesine bir engel değildir.

Maliki âlimleri sözü geçen bu azlığı üçtebir çokluğu da üçtebirden fazlalıkla takdir
etmişlerdir. Kulağının üçtebiri kesilen veya yarılan bir hayvanı kurban etmenin caiz
olacağım, fakat kulağının üçtebirden fazlası kesilmiş ya da yarılmış olan bir hayvanı
kurban etmenin caiz olmayacağını söylemişlerdir.

2. Rey taraftarlarına göre; kulağının yandan fazlası sağlam kalan bir hayvanı kurban
etmekte bir sakınca yoktur.

3. Şafiîlere göre; doğuştan kulağı olmayan boynuzunun kılıfı veya tümü kırılan, kulağı
uzunlamasına yarık yada yuvarlak bir şekilde delik olan bir hayvanı kurban etmek
mekruhtur. Böyle bir hayvanı kurban etmek kerahetle caizdir.

Şafiî âlimlerinden İmam Nevevî, kulağı önden veya arkadan kesilip koparılmadan

183]

bırakılan bir hayvanı kurban etmenin hükmünün de böyle olduğunu söylemiştir.

4. Han belilere göre, kulağının yarıdan azı kesilen veya delinen bir hayvanı kurban
etmek mekruhtur. Kulağında eksiklik veya yarıklık daha fazla olan bir hayvanı kurban

[841

etmek caiz değildir.

Hanefî alimlerine göre; kurbanlık hayvanının aşağıdaki ayıplardan salim olması
gerekir:

"Körlük, bir gözlülük, dişsizlik, kulaksızlık, mezbahaya yürüyemeyecek kadar topallık
veya hastalık, kemiklerinde ilik kalmamış derecede zayıflık, kulağının veya
kuyruğunun çoğunun kopuk olması meme başlarının kopuk bulunması, işte bunlardan

£851

biriyle ayıplanmış olan hayvan kurban olmaz.
2805. ...Hz. Ali'den demiştir ki:

Hz. Peygamber (s. a) kulağının kesik veyahutta boynuzunun ekserisi kırık olan (bir
hayvan)ı kurban etmeyi yasaklamıştır.

Ebû Dâvûd der ki (bu hadisin ravilerinden olan Cürey) Cürey Südûsî-i BasrVdir.



£861

Katade'den başka bir kimse ondan hadis rivayet etmemiştir.



Açıklama

Metinde geçen adba kelimesi kulağının ekserisi kesik ve boynuzunun ekserisi kırık
manalarına gelir. Bu iki manada da kullanılmaktadır bununla beraber daha ziyade
boynuzunun ekserisi kesik" anlamında kullanılır.

Musannif Ebû Dâvûd Cüreyy es-Sünûsî'den Katade'den başka rivayet eden bir râvinin
bulunmadığını söylemişse de, aslında ondan Yunus b. Ebî İshak Asım b. Ebu Nücûd
gibi tanınmış raviler rivayet etmişlerdir. Ancak Musannif merhum bu rivayetleri
görmediği için, böyle yazmıştır.

El-İclî'ye göre; Cürey, tabiinden güvenilir bir ravidir. İbn Hibban da onu güvenilir
ravilerden saymıştır. Ebû Hatem, onun hadislerinin delil olma niteliğinden uzak

[871

olduğunu, İbn Medeni'de onun kimliği meçhul bir ravi olduğunu söylemiştir.
Bazı Hükümler

1. Kulağının tamamı veya yarıdan fazlası kesilmiş olanhayvan kurban edilemez.
Bunda ittifak vardır.

2. Boynuzunun tümü yahutta yarıdan fazlası kesilmiş olan hayvan kurban edilemez.
Nehaî ile İmam Ebû Yusuf, İmam Muhammed ve İmam Ah-med bu görüştedirler.
İmam Ebû Hanife'ye göre; boynuzu kırık hayvan kurban etmekte hiçbir sakınca
yoktur. Hayvanın boynuzundaki kırıklık etine zarar vermiyorsa İmam Şafiî'ye göre de
boynuzu kırık bir hayvanı kurban etmenin bir sakıncası yoktur.

İmam Malike göre; boynuzu kırık bir hayvanın eğer bu kırıklıktan dolayı henüz kanı
kesilmemışse o hayvan kurban edilemez. Fakat kanı kesil-mişse kurban edilmesinde
bir sakınca yoktur.

KHanbelîlere göre; doğuştan kulağı hiç olmayan hayvanla doğuştan kulakları küçük
olan bir hayvan, kesmekte bir sakınca olmadığı gibi, kuyruksuz bir hayvanı kurban
etmekte bir sakınca yoktur. Bu mevzuda, hayvanın doğuştan kuyruksuzla, kuyruğunun
sonradan kesilmiş olması arasında bir fark yoktur. el-Leys'e göre kuyruğu bir

[881

kabzadan daha kısa olan bir hayvanı kurban etmek caiz değildir.
2806. ...Katade'den demiştir ki: Saidb. el-Müseyyeb'e

Adab nedir diye sordum da -(kulağının ya da boynuzunun) yarı (sı veya) daha fazla(sı

£891

kesik olandır)- diye cevap verdi.
Açıklama

Bu hadis-i şerif, kulağının yandan azı kesilmiş olan bir hayvanı kurban etmenin caiz
olduğunu söyleyen İmam Ebû Hanife (r.a)'nin delilidir. İmam Şafiî bu mevzuda 2804
numaralı hadisin zahirine sarılarak kulağının bir kısmı kesik olan bir hayvanın kurban
edilmeyeceğini söyler. Ebu Hanife boynuzunun yarıdan azı kırılan bir hayvanı kurban



etmenin caiz olacağını boynuzunun yarısı veya daha fazlası kırılan bir hayvanı kurban
etmenin, caiz olmadığını söyleyerek mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifle 2804
numaralı hadis-i şerifin arasını te'Iif etmiştir.

İmamı bu görüşünden dolayı hiç bir delile dayanmadığı iddiasıyla ten-kid edenlerin,
aslında kendilerinin bu mevzudaki delillerden haberdar olmadıkları son derece açıktır.
[901

6-7. (Bir) Deve Ve Sığır (Kurban Olarak) Kaç Kişiye Yeter!

2807. ...Câbir b. Abdullah'dan rivayet olunmuştur ki: Biz Resûlüllah (s. a.) zamanında

temettü' haccı yapar ve ortaklaşa yedi (kişi) ye bir sığır ve (yine) yedi kişiye bir deve
m

kurban ederdik.
Açıklama

Temettü' Haccı: Hac ile umreyi ayrı ayrı iki ihramla yapmaktır.Bir hac mevsminde
hem hac hem de umre yapmaya muvaffak olan bir kimseye bu muvaffakiyetinin bir
şükrü olmak üzere kurban kesmek vâcib olur.

Konumuzla ilgili bu hadis-i şerifte, Hz. Peygamber (s.a.)'in Devr-i saadetinde temettü
haccmdan sonra deve ile sığırın yedişer kişi arasında ortaklaşa kurban edildiği ifade
edilmektedir.

Aslında bu hadisin yeri, hac bölümü olmakla beraber bir sığırın veya bir devenin yedi
kişi arasında ortaklaşa kurban edilebileceğini ifade etmesi cihetiyle musannif Ebû
Dâvûd (r.a.) bu hadisi mevzumuzu teşkil eden bâbla ilgili görerek buyara
yerleştirmiştir.

Kurban bayramında, Mina'da şükür kurbanı (hedy) olarak kesilen bir deve yahut da bir
sığırın kaç kişiye yeteceği mevzuunda ihtilâf vardır, Alimlerin bu husustaki
görüşlerini şu şekilde özetlemek mümkündür.

1. Hedy kurbanında ortaklık caizdir. Ancak mes'ele ulema arasında ihtilaflıdır. İmam
Şafiî, İmam Ahmed ve Cumhur ulemaya göre; hedy kurbanı vâcib olsun, nafile olsun
kesenlerin ister hepsi ibadet niyetiyle olsun yahut bazıları et için iştirak etsin
müştereken kesilebilir. Delilleri bu hadislerdir.

Dâvud-u Zahirî ile Malikîlerden bazıların göre, ortaklık ancak nafile olarak kesilen
kurbanda caizdir. Vâcib kurbanda bu caiz değildir. İmam Malik, hedy kurbanında
mutlak süratte ortaklık caiz olmadığına kaaildir.

İmam Azam'a göre, ortaklaşa kurban kesenlerin hepsi ibadete niyet etmek şartıyla,
caizdir. İçlerinden bazıları et için keserse, ortaklık caiz değildir.
Koyunu ortak kesmek âlimlerden hiçbirine göre caiz değildir.

1921

2. Deve ile sığır yedi kişiye kâfidir. Bunlardan her biri yedi koyun yerini tutar.

3. Said b. el-Müseyyeb ile İshak b. Kahuye ve İbn Huzeyme ise "her ne kadar Mina'da
şükür kurbanı olarak kesilen bir deve veya bir sığır yedi kişiye yetmek hususunda eşit
iseler de uhdiye kurbanı olarak kesildikleri zaman farklıdır. Uhdiye kurbanı olarak
kesildikleri zaman bir sığır yedi kişiye yettiği halde bir deve on kişiye yeter" derler.
Bu görüşlerini delil olarak da "biz bir yolculukta Resûlüllah (s.a.)'in beraberinde idik.



193]

Kurban bayramı günü geldi. Devede on kişi sığırda ise yedi kişi ortaklaştık.
mealindeki hadis-i şerifi göstermişlerdir.

Bu görüşte olanlara göre devenin de sığır gibi sadece yedi kişi arasında
kesilebileceğini ifade eden ve mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerif, Mina'da kesilen
hedy kurbanıyla ilgilidir. Uhdiye kurbanı ile ilgili değildir.

Her ne kadar Tekmile yazan da bu görüşü tercih etmişse de aslında bunların delilini
teşkil eden mealini sunmuş olduğumuz hadis-i şerif, Buharî ve Müslim'in Câbir'den
rivayet ettikleri "Resûlüllah (s. a.) bedene sayılan sığır ve develeri yedişer kişilik

[941

grublar halinde ortaklaşa kesmemizi emretti" mealindeki hadis-i şerifle

"Peygamber (s. a) ile birlikte yaptığımız hac ve umrede her yedi kişi bir deveye ortak

olduk. Bunun üzerine birisi kalkıp Cabir'e:

Devede olduğu gibi sığırda da ortaklık sahih midir? diye sordu.

Câbir de:

[95]

O ancak develerden sayılır. Cevabını verdi. mealindeki hadis-i şerife aykırıdır.
Çünkü bu hadis-i şeriflerde deve ile sığır cinsinin bedene sayıldıkları ve aynı sınıfa
girdikleri ifâde edilmektedir. Bu ise, iki cins arasında hiçbir fark olmadığı anlamına
gelir. Cumhur ulemanın görüşü budur.
Hanefi âlimlerinden el-Kâsanî bu mevzuda şöyle diyor:

"Bize göre haberlerin zahiri manaları arasında bir çelişki görüldüğü zaman ihtiyatlı
olan habere sarılmak icâb eder. Burada madem ki bir devenin kurban olarak yedi
kişiye yeteceğinde ittifak, on kişiye yeteceği hususunda da ihtilâf vardı. O halde
devenin yedi kişiye yeteceğini ifade eden haberlere sarılmak ihtiyata daha
1961

uygundur."

2808. ...Câbir b. Abdillah'dan,

Peygamber (s. a.) "Sığır ve deve(nin) yedi(kişi) ye (kurban edilmesi caiz) dir."
1971

Buyurmuştur.
Açıklama

Bir önceki hadîs-i Şerîf üzerinde yapmış olduğumuz açıklama bu hadis için de geçerli

[981

olduğundan aynı mevzuyu burada tekrarlamaya lüzum görmüyoruz.

2809. ...Câbir b. Abdullah'dan demiştir ki:

(Hudeybiye sulhu yapıldığı gün) Hudeybiye'de Resûlüllah (sa.) ile birlikte yedi kişi

[991

için bir deve, (yine) yedi kişi için bir sığır kurban ettik.
Açıklama



Hudeybiye barışı, hicretin altıncı senesinde müslümanlarla Mekkeli müşrikler



arasında, Mekke yakınlarındaki Hudeybiye denilen yerde yapılmıştır. O sene Fahr-i
Kâinat Efendimiz umre yapmak niyetiyle Zilkade ayında 1500 kadar ashabıyla
Mekke'ye müteveccihen yola çıkmıştır. Kendilerini Mekke müşrikleri Hudeybiye'de
karşılayarak Mekke'ye girmelerine engel oldular. Neticede iki taraf arasında bir barış
anlaşması imzalandı. Müslümanlar yurtlarına dönmek üzere kurbanlarını keserek
ihramlarından çıktılar. O sırada "Onlar öyle kimselerdir ki inkâr ettiler, sizi mecsid-i

liM

Haram (ı ziyaret) ten ve bekletilen kurbanları yerlerine varmaktan alakoydular."
mealindeki âyeti kerime nazil oldu.
Abdullah İbn Ömer bu hâdiseyi şöyle anlatır:

"Peygamber (s. a.) umre yapmak üzere (Mekke'ye müteveccihen yola) çıktı. Fakat
Kureyş kâfirleri, önüne çıkıp buna engel oldular. Bunun üzerine Hz. Peygamber
Hudeybiye'de kurbanım kesip başını tıraş etti. Ve onlarla umreyi (bu sene bırakıp)
gelecek sene yapmak üzere müslümanlar üzerinde kılıçtan başka hiçbir silâh
bulunmamak ve Mekke'de ve Mekkeli müşriklerin uygun göreceği bir süreden fazla
kalmamak üzere bir barış yaptı. Bu anlaşmaya uygun olarak gelecek sene (sahabiyle
birlikte) umre yaptı.

Mekkelilerle yaptığı anlaşmaya uygun olarak Mekke'ye silahsız girdi. Orada üç gün

^ LiOii ~

kaldı ve Mekkelilerin isteğine uyarak üç gün sonra Mekke'yi terketti"
Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerif, devenin de sığır gibi hedy olarak kesildiğinde
de uhdiye olarak kesildiğinde de ancak yedi kişiye yetebileceğini söyleyen cumhuru
ulemanın delilidir. Fıkıh âlimlerinin bu mevzudaki görüşlerini 2807 numaralı hadisin

£1021

şerhinde açıklamış olduğumuzdan burada tekrara lüzum görmüyoruz.
7-8 Bir Koyun Birden Fazla Kişi İçin Kurban Edilebilir Mi?
2810. ...Câbir b. Abdillah'dan demiştir ki:

Ben ResUlüllah'la birlikte kurban bayramında namazgâhda bulundum. Hutbeyi
bitirince minberinden indi. Bir koç getirildi. Resûlullah (s. a.) de o koçu "bismillah
vallahü ekber hazâ annî ve ammen lem yüdahhi min ümmeti: "Allah'ın adıyla
(başlıyorum) Allah büyüktür şu (koç) benim için ümmetimden kurban kes(e) meyeh

L103I

kimseler içindir" diyerek kesti.
Açıklama

Resul-ü Zişan Efendimiz bayram hutbelerini bazan ayak üstünde ve düz yerde, bazan

da deve üzerinde irad ederdi. Nitekim 1141 numaralı hadis-i şerifte Peygamber
Efendimiz'in fıtır bayramı hutbesini okuduğu anlatılırken -minber sözü
geçmemektedir. Fakat mevzu-muzu teşkil eden bu hadis-i şerifte geçen "hutbeyi
bitirince minberinden indi" cümlesi, Resulü Ekrem'in kurban bayramı hutbesini
minber üzerinde okuduğunu ifade etmektedir.

Hafız ibn Hacer de Buharînin rivayet ettiği "Resûlullah (s. a.) hutbeyi bitirince



£1051

indi" mealindeki cümlede geçen indi kelimesini açıklarken "aslında Hz.
Peygamber'in sözkonusu hutbeyi minber üzerinde değil yerde okuduğunu ve Ebû Said
[İM

hadisinde de bu gerçeğin açıkça ifade edildiğini" söylüyor. Ravinin buradaki

nezele fiilini hakiki manası olan yüksek bir yerden aşağı inmek anlamında değil de
"bir yerden diğer bir yere intikal etti" anlamında kullanmış olması gerektiğini
[1071

vurguluyor.

Bezi yazarı, mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte minber kelimesinin açıkça
zikredilmiş olmasının Hafız İbn Hacer'in bu izahını geçersiz kıldığına dikkati çekerek
burada geçen minberin, bugünkü manada bir minber anlamında kullanılmış olması
gerektiğini, meseleyi başka türlü halletmenin imkânsız olduğunu ve mevzumuzu teşkil
eden hadisin sıhhat yönünden bu mevzudaki diğer hadislerden daha sağlam olduğu
isbatlanabildiği takdirde, Hz. Peygamber'in bayram hutbelerini; bazan minber

£108]

üzerinde okuduğunu kabul etmek gerektiğini söylüyor.
Bazı Hükümler

1. Mâli gücü olmadığı için kurban kesmeye gücü yetmeyen musluman bir kimse
kurban sevabından mahrum kalmaz. O da aynen kurban kesmiş gibi sevaba erişir.
Çünkü Fahr-i Kâinat Efendimiz, sağlığında ümmetinden fakir olup kurban
kesmeyenlerin tümü için kurban kesmiştir.

2. Kurban sahibinin kurbanını bizzat kendi eliyle kesmesi, keserken "bismillahi
vellahü ekber" demesi ve kurbanın kimin için kesildiğini diliyle söylemesi
müstehabtır. Şayet kendisi kurban kesmeyi beceremiyorsa becerebilen birine
kestirmesi, kesim anında kendinin de kurbanın başında hazır bulunması menduptur.
Nitekim 2794 numaralı hadis-i şerifin açıklamasında bu mevzu açıklanmıştı.

Hanefi âlimlerine göre, kurban sahibinin isteği olmadan kurbanı ehl-i kitaptan bir
kimsenin kesmesi mekruhtur. Fakat kurban sahibinin isteği ile kesmesinde herhangi
bir sakınca yoktur. Çünkü kurban kesmekte Allah'a yaklaşma vardır. Kitab ehli ise her
ne kadar kurban kesmeye ehil ise de Allah'a yaklaşmaya ehil değildir. Kurban
sahibinin ona kurban kesmesini em-reimesiyle, kurban sahibi adına bu yaklaşma
gerçekleşmiş olur.

İmam Ahmed'le İmam Şafiî'ye göre; kurban sahibi istemiş bile olsa, kitab ehlinin
kesmesi mekruhtur. Fakat Allah'a yaklaşmak maksadıyla kesilen kurbanların dışında,
herhangi bir hayvanı et temin etmek niyetiyle, bir kitab ehlinin kesmesinde hiç bir
sakınca olmadığı hususunda ittifak vardır. Bu mevzuda şâfiî âlimlerinden imam
Nevevî şunları söylüyor:

Kurbanını başkasına kesdirmek durumunda kalan bir kimse için efdal olan avcılık,
kurban kesme ve kurban meselelerini iyi bilen bir kimseyi vekil tayin etmesidir. Bu
gibi kimseler, kurban kesmenin şartlarını, sünnetlerini ve diğer fıkhî inceliklerini
başkalarından daha iyi bilirler. Bu mevzuda putperesti, mecûsiyi ve mürtedi vekil
tayin etmek caiz değildir. Aslında bir kitabîyi veya bir kadını yahut da bir çocuğu bu
meselede vekil tayin etmek te caizdir. Fakat bizim fakihlerimiz, çocuğun vekil tayin
edilmesini mekruh görmüşlerdir. Hayızlı bir kadının vekil tayin edilmesinde iki görüş



vardır. Bu iki görüşten en doğru olanı hayızlı kadını vekil tayin etmekte bir kerahet ol-
madığı görüşüdür. Çünkü bunu yasaklayan hiçbir nas yoktur. Hayızlı bir kadını vekil
tayin etmek, bir çocuğu vekil tayin etmekten daha iyidir. Bir çocuğu vekil tayin etmek
bir ehl-i kitabı vekil tayin etmekden daha iyidir.

Alimlerimiz, bir müslümanı vekil yapmamın caiz olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.
Kitab ehlinden birini vekil yapma meselesine gelince; bizim âlimlerimize ve cumhur
ulemaya göre, bu caizdir. Bu vekilin kurban kesmesi kerahet-i tenzihiyye ile sahih
olur. Çünkü ehl-i kitap hayvanı kesmeye ehildir.

İmam Mâlike göre; ehl-i kitabın kestiği kurban kurban olmaktan çıkar et hayvanı

Lİ091

haline dönüşür.

3. Bir koyun kurban etmek, tüm ev halkı için yeterlidir. İmam Mâlik, el-Leys, Şafiî,
el-Evzâî, İmam Ahmed ve İshak (r.a.) mevzumuzu teşkil eden bu hadisin zahirine ve
"Peygamber (s. a) hayatta iken adam kendisi ve ev halkı için bir davarı bayramda
kurban ederdi, (ve ondan) yerlerdi, yedirirlerdi. (O devirden) sonra halk (çok sayıda

mm

kurban kesmekle) iftihar etmeye başladı. Nihayet durum gördüğün hale dönüştü"
hadisine sarılarak aile reisinin bir kurban kesmesinin tüm aile fertlerine yeteceğini
söylemişlerdir.

Daha önce tercümesini sunduğumuz 2788 numaralı hadis-i şerifle, Abdullah b.
Hişam'dan rivayet edilen "Peygamber (s. a) tüm ev halkı için sadece bir koyun kurban

imi

ederdi" mealindeki hadis-i şerif bu görüşte olan âlimlerin delil 1er in dendir.
Hanefi âlimleriyle îmarh Sevrî'ye göre, bir koyun kurban olarak ev halkından sadece
bir kişiye yetebilir. Bu bakımdan ev halkından dinen zengin sayılan her ferdin ayrı
ayrı kurban kesmeleri icab eder.

Hanefî âlimleri bu hükme, udhiyyeyi hedye kıyas ederek varmışlardır. Hanefilerin bu

E1121

tutumu: "Mevrid-i nasda içtihada mesağ yoktur." esasına aykırı olduğu

gerekçesiyle tenkid edilmiştir.

Hanefî âlimleri; bu meselede takib ettikleri usulü şöyle açıklıyorlar:
"Uhdiyede esas olan kan akıtmaktır. Kan akıtmak ise tecezzi kabul etmez. Kıyasla
verilen mantıkî sonuç budur. Fakat deve ile sığır cinslerinin tecezzi kabul ettiği ve
dolayısıyle bir devenin ya da sığırın yedi kişi tarafından ortaklaşa kesilebileceği kıyasa
aykırı olarak nassla sabit olmuştur. Fakat Davar cinsi hakkında böyle bir nass sabit
olmadığından, koyun hakkında mantıkî hükümler bakîdir. Bu sebeple bir koyun
sadece bir kişi için kurban olmaya yeterlidir. Bir ailenin tüm fertleri için yeterli
değildir. Bir ailenin tüm fertleri için bir koyun kurban etmenin caiz olduğunu ifade
eden hadislerle ifade edilmek istenen mana bu kurbanın, ailenin diğer fertlerinden
kurban kesme mükellefiyetini düşürebileceği değil, sadece onun sevabına aile
fertlerini ortak kılmanın caiz olduğudur. İmam Tahavî "Hz. Peygamber'in Kendisi ve
aile efradı adına birer koyun kurban etmekle yetindiğini ifade eden hadisler ya kendine
mahsus özel hadislerdir, yahutta neshedilmişlerdir" demişse de onun nesh hakkındaki
görüşü tenkid edilmiştir. Fakat ümmetinin kurban kesemeyen fertleri adına bir tek
kurban kesmesinin kendisine mahsus özel bir durum olduğu kabul edilmiştir.
Bu mevzuya 2795 nolu hadisin şerhinde de temas ettiğimizden kıymetli



£113]

okuyucularımıza, oraya da müracaat etmelerini tavsiye ederiz.

8-9. Devlet Başkanı Kurbanını Bayram Namazı Kıldığı Yerde Keser

2811. ...İbn Ömer'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s. a.) kurbanlığını bayram
namazı kılman yerde keserdi. (Nafî'den rivayet olunduğuna göre) İbn Ömer (r.a)

£1141

kendisi de böyle yaparmış.
Açıklama

Bu hadis-i şerif kurbanı, bayram namazının kılındığı yerde kesmenin müstehab
olduğuna delalet etmektedir. Bunun hikmeti, fakir fukara kurbanın kesildiğini rahatça
görüp etinden hisselerine düşeni almalarını sağlamaktır.

İbn Battal (r.a.) bu mevzuda şunları söylüyor: "İmam Malik (r.a.)*e göre, kurbanı
bayram namazının kılındığı yerde kesmek, özellikle devlet başkanı için bir sünnet-i
müekkededir.

İbn VehbMn rivayetine göre; İmam Malik (r.a.) bu mevzuda şöyle buyurmuştur:
"Devlet başkanından önce herhangi bir kimsenin kurban kesmesini önlemek için
devlet reisinin kurbanını bayram namazının kılındığı yerde kesmesi sünnettir. Devlet
reisi, kurbanını kendi evinde keserse, halkın kurbanlarını ondan önce kesmeleri
tehlikesi vardır. Devlet reisi kurbanını kesmedikçe kurban kesme vakti girmiş
olmayacağından, devlet reisinin kurbanından önce kesilen kurbanlar batıl olur"
Mülehheb; îmam Malik'İn bu sözlerine ilaveten şunları söylüyor: "Halkın kesinlikle
devlet reisinden sonra kesmelerini ve kurbanın nasıl kesileceğini bizzat devlet
reisinden görerek öğrenmelerini sağlamak için devlet reisinin kurbanını musallada
kesmesi sünnet kılınmıştır." Maliki mezhebinin bu mevzuda meşhur olan görüşü
budur. Yine Malikî'lere göre tebeadan kurban kesmekle mükellef olan her müslü-
manm, kurbanını musallada kesmesi menduptur. Devlet reisinin musallada kesmesi
sünnet-i müekkede, musallanın dışında bir yerde kesmesi ise mekruhtur. Cumhur
ulemânın görüşü de budur.

Şafiî ulemasından İmam-Nevevî, bu mevzudaki görüşlerini şöyle ifâde ediyor: "Efdal
olan kişinin kurbanını kendi evinde aile efradının gözü önünde kesmesidir. İmam
Maverdî, devlet reisinin musallada tüm müslümanlar için devlet hazinesinden bir deve
ya da sığır, kurban etmesini bunu bulamazsa yine beytülmaldan kendi hesabına bir
koyun kurban etmesinin daha isabetli olacağmı söylemiş, devlet reisi kurbanını kendi
malından veya kesesinden kestiği takdirde istediği yerde kesebileceğini ifade etmiştir.
Yine İmam Ma-verdî'nin açıklamasına göre kurban sahibi kurbanını bulunduğu
beldede keser. Bu bakımdan yolcuların kurbanlarını bulundukları yerlerde kesmeleri
gerekir.

Hanefî âlimlerine göre kişinin kurbanını yakm bir yere yahut da kurban etine daha

imi

muhtaç durumda olan bir yere nakledip orada kesmesi kera-hetsiz olarak caizdir.



9-10. Kurban Etlerini (Dağıtmayıp Bir Süre) Bekletmenin Hükmü



2812. ...Umre bint Abdurrahman'dan demiştir ki: Ben Hz. Aişe'yi (şöyle) derken
işittim: "Resûlüllah (s. a.) zamanında kurban bayramı yaklaştığı bir sırada (yardım
toplamak üzere Resulü Ekrem'in huzuruna) çöl halkından bir topluluk geldi. Bunun
üzerine Resûlüllah (s. a.) (Ashabına hitaben:)

"(Kendinize) üç günlük (et) bırakınız, gerisini dağıtınız." buyurdu. (Hz. Aişe sözlerine
şöyle devam etti:

Bu bayramdan sonraki bayram gelince Resûlüllah (s.a.)'a: **- Ey Allah'ın Resulü
(geçen seneki bayramda) halk kurbanlarından faydalanıyordu. Onların yağını eritiyor
ve (derilerinden) su ve süt tulumları yapıyorlardı." (-bu caiz midir?) diye soruldu
Rasûlullah (s.a.) da:

"Bunda ne var? (dedi) yahutta buna benzer birşey söyledi. (Orada
bulunan halk bu defa:)

Ey Allah'ın Rasûlü (geçen sene sen bize) üç gün (lük nafaka)dan fazlası için et
toplamayı yasaklamıştın" (Bu yasak bu sene için de geçerli midir?) diye sordular
Resûlüllah (s.a.) de:

"Ben bunu geçen sene size yardım istemek için gelen (bedevi) lerden dolayı
yasaklamıştım. (Bu sene ise istediğiniz şekilde) yiyin dağıtın, biriktirin." buyurdu.
016]

Açıklama

Bu hadis-i şerif, "kurban sahibinin kestiği kurbanın etinden üç günlük et ihtiyacından
daha fazlasını dağıtmayıp evinde biriktirerek ev halkının istifadesine sunması caizdir."
diyen, cumhur ulemanın delilidir.

Çünkü hadis-i şerîf, bir sene kurban bayramında fakir fukaranın kurban eti toplamak
için cemaatler hâlinde Medine'ye akın ettiklerini, onların eli boş dönmemeleri için
Rasûlü Zîşân Efendimizin kurban sahiplerinin ellerinde üç günlük et ihtiyacından fazla
et bulundurmalarını yasakladığını, fakat bir yıl sonra sözü geçen fakirlerin Medine'ye
gelmemesinden dolayı bu yasağı kaldırıp, kurban sahiplerine kurban etlerinden
diledikleri kadarını dağıtıp diledikleri kadarını da evlerinde biriktirebileceklerini, ifâde

ÜJLZL

etmektedir.
Bazı Hükümler

1. Peygamberimiz, ümmetine son derece şefkatli idi.Her zaman onların maddi ve
manevi ihtiyaçlarını düşünür ve bunların te'mini için çabalar ve çareler bulurdu.

2. Kurban etinden yemek caiz olduğu gibi, onu biriktirip saklamak ve sadaka olarak
fakir fukaraya dağıtmak da caizdir. Hadiste geçen yiyiniz, dağıtınız, biriktiriniz
emirlerinin vücub için değil mubahlık içindir. Cumhur ulemanın görüşü de budur.

3. İslâmm ilk yıllarında, yürürlükte olan kurban etlerinden üç günlük ihtiyaçtan
fazlasını biriktirme yasağı, sonradan yürürlükten kaldırılmıştır. Sahabe ve tabiinin
büyük çoğunluğu ile mezheb imamlarının görüşü de budur.

Her ne kadar Hz. Ali'den, İbn Ömer'den bu yasağın yürürlükten kaldırılmadığı
inancında oldukları rivayet edilmişse de âlimler, İbn Ömer'in bu yasağın
neshedilmesiyle ilgili haber kendisine ulaşmamış olduğu için böyle inandığına



hükmetmişlerdir.

Zahirîye mezhebi imamlarından İbn Hazm; "İbn Ömer (r.a.) gibi bu yasağın
neshedildiğini kabul etmeyen bazı muhaliflerin vefatından sonra, sözü geçen yasağın
neshedildiğinde tüm âlimlerin ittifak ettiklerini ve bu hususta
icma vaki olduğunu" söylemiştir.

Cumhur ulemaya göre metinde geçen yeyiniz" emri nedd = mendüp) içindir.
Binaenaleyh sahibinin kurban etinden yemesi mendup-tur. Şafiî ulemasından bazısına
göre; bu emir vücub ifade ettiğinden kurban sahibinin kurban etinden yemesi farzdır.
Nitekim Selef-i salihindeh bazılarının görüşü de budur.

İmam Nevevî şöyle diyor: "Bu mevzuda tercihe şayan olan görüş, bu emir mendup
içindir. Kurban kesmekten asıl gaye, Allah'a yakınlıktır. Ondan yemek değildir. Bu
bakımdan onun etinden yemenin farz olduğu söylenemez."

Sahibinin kurbanın etinden bir kısmını yiyebileceği gibi bir kısmını dağıtıp bir kısmını
da evinde alakoyabilir. Hadiste, bu hususta belli bir ölçü yoktur. Alimler, kurban
etinden yenebileceği, dağıtılabileceği ve saklanabileceği miktarı tesbit ederken ihtilâfa
düşmüşlerdir.

Şafıîlere göre; müstehab olan, etin yarıdan fazlasını dağıtmaktır. Faziletin en alt
derecesi ise üçtebirini dağıtıp, üçtebİrini yemek ve kalan üçtebiri-ni evde saklamaktır.
Kurban etlerinin yarısından fazlasını dağıtmak hususunda faziletin dereceleri hakkında
Hanbeliler de Şafıîler gibi düşünmektedirler. Delilleri, İbn Abbâs'dan rivayet edilen şu
hadis-i şeriftir:

"Peygamber (s. a.) kurban etlerinin üçtebirini ev halkına yedirirdi. Üçtebirini
komşularına kalan üçtebirini de kurban eti istemek için gelenlere dağıtırdı" mealindeki
hadis-i şeriftir. Sözü geçen hadisi Ebû Musa el-İsfehânî el-Vezaif isimli eserinde

JJJL81

tahric etmiştir.

Mâliki'lere göre kurban sahibinin kurbanın etinden bir kısmını yeyip bir kısmını
dağıtıp bir kısmım da evinde biriktirmesi caiz olmakla beraber bu hususta belli bir
ölçü veya sınır yoktur.

Hanefilcre göre; efdal olan fakirlere dağıtılacak olan etin kurbanın tüm etinin
üçtebirinden az olmamasıdır. Evde biriktirilecek etlerin miktarında belli bir sınır
yoktur. Bu mevzuda hanefî fakihlerinden Alaüddin el-Kâsânî, meşhur eserinde şöyle
diyor: "Kurban etini tasadduk etmek, daha faziletli olmakla beraber, kişinin çoluk
çocuğunun çok olup geçiminin dar olması halinde kurban etini olduğu gibi aile
fertlerine bırakması daha faziletli olur. Çünkü insanın aile fertlerinin ihtayacım

£1191

karşılaması, başkasının ihtiyacını karşılamasından daha önce gelir."

2813. ...Nûbeyşe'den demiştir ki:
Rasûlullâh (s. a.) (şöyle) buyurdu:

"(Etlerin faydasının) size daha çok yaygınlaşması için ben, size kurban etlerini üç
günlükten fazla ye(yip üç günlükten fazlasını da biriktirmenizi yasakla(mış)tım. Şimdi
ise Allah (size) bolluk getirdi, (onları istediğiniz gibi) yiyiniz, biriktiriniz ve
(müslümanlara dağıtarak) sevap kazanınız. Şunu iyi bilin ki, bu günler yeme, içme,

£120]

Aziz ve Celil olan Allah (c.c.)'ı anma günleridir.



Açılama



Bu hadis-i şerif, kurban sahibinin kurbanın etinden üç günden fazla yemesi ve üç
günlük et ihtiyacından daha fazlasını saklaması ile ilgili yasağın yürürlükten
kaldırıldığını söyleyen, cumhur ulemaya delildir. Metinde geçen Ve'tecirü kelimesi

um

ticâret kökünden değil, ecr: sevab kökünden gelmektedir.
Bazı Hükümler

1. Kurban sahibinin, kurban etinden üç günlük et ihtiyâcından fazlasını, evlerinde
bırakmalarıyla ilgili yasak yürürlükten kaldırılmıştır.

2. Udhiye ve hedy kurbanlarının etlerini satmak haramdır.

3. Bu kurbanların derilerini kullanmak caizse de, onları satmak caiz değildir. Mezheb
imamlarının ve cumhur ulemanın görüşü de budur. Biz bu meseleyi 1 769 nolu hadisin
şerhinde ayrıntılı olarak açıklamıştık. İmam Ne-vevî, şöyle diyor: "Bize göre kurbanın
derisini veya herhangi bir parçasını satmak caiz değilse de, onları evlerde veya başka
yerlerde kendisinden yararlanılabilecek eşya ile değişmek caizdir. Atâ ile İmam Malik
ve İmam Ah-med (r. anhum) de bu görüştedirler. Ancak Ebû Sevr, kurbanın derisini

1122]

satmanın caiz olduğunu söylemiştir.

İmam Şafiî, kurban derisinden istenildiği şekilde faydalanılabileceğini \c ondan

£1231

ayakkabı, kova, kürk, su kabı ve kalbur gibi eşyalar yapılabileceğini söylemiştir.
İmam Ebû Hanife ile talebesi İmam Muhammed'e göre; Kurban derisini veya etini
satarak onun parasıyla kalbur, elek ve kapkacak gibi demirbaş eşya satmalmak
kerahetle caizse de bu parayı dayanabilirle özelliği olmayan et ve ekmek gibi tüketim
eşyası almak caiz değildir. Bu parayı, aile halkının ihtiyaçları için harcamak da caiz
değildir. Fakat fukaranın ihtiyaçlarını karşılamak için harcamak kerahetle caizdir.
Hanbelîlere göre; kurbanın eti veya derisinden bir şey asla satılamaz. Bu hususta
kurbanın nafile olarak kesilmiş olmasıyla bir vacibi yerine getirmek için kesilmiş
olması arasında da bir fark yoktur.

Ebû Hüreyre'den rivayet olunduğuna göre; Hasan-ı Basrî ile en-Nehâî de kurban
derisinin satılarak parasıyla kalbur veya elek gibi bir demirbaş eşyanın satın
alınabileceğini söylemişlerdir. Bu görüş İmam Evzâî'den de rivayet olunmuştur.
Hz. İbn Ömer de kurban derisini satıp parasını fakirlere vermenin caiz olduğunu
söylermiş. Bu görüşü İbn el-MÜnzir, İmam Ahmed ile İshak'dan da rivayet etmiştir.
[1241

£125]

4. Bayram günlerinde oruç tutmak haramdır.
10-11. Yolcu Da Kurban Kesebüir
2814... Sevbân' dan demiştir ki:

Rasûlullah (s. a.) (Veda Haccmda bir) kurban kesti. Sonra (bana): "Ey Sevban! Şu
koyunun etini İslah et" dedi (ben de bu emri yerine getirdim ve) Medine'ye gelinceye



£1261

kadar kendisine ondan yedirmeye devam ettim.
Açıklama

Metinde geçen Eslih =ıslâh et, cümlesinden maksat eti bir parça kaynatarak sudan

[1271

çıkarıp güneşte kurutmak suretiyle dayanıklı hale getirmektir.
Bazı Hükümler

1. Kurban etlerini üç günden fazla saklamak caizdir.

2. Yolculuğa çıkan bir kimsenin yanma yeten kadar azık alması caizdir. Bu tevekküle
mani değildir.

3. Şer' an yolcu sayılan kimseler de kurban kesmekle mükelleftirler. Cumhur ulemanm
görüşü de budur.

Hanefîlerden en-Nehâî'ye göre; meşakketinden dolayı yolcular kurban kesmekle
mükellef tutulmamışlardır. Fakat nafile olarak keserlerse kurban sevabı alırlar.
Bu görüş, Hz. Ali'den de rivayet olunmuştur. Malikîlere göre de şer'an zengin sayılan
hür bir müslüman mukim iken de yolcu iken de kurban kesmekle mükelleftir. Ancak o
sene hacda bulunan kimseler bundan müstesnadırlar.Hanefî âlimlerine göre; bu hadis-i
şerifi Hz. Peygamber'in Veda haccmda kestiğinden bahsedilen kurbanın vâcib olan
Udhıya kurbanı olmayıp nafile kesilen bir kurban olduğuna delâlet etmektedir.
Fâide: a. Eğer bir kimse kurban edilebilecek bir hayvan satın alır da onu kurban etmek
üzere belirlemeden hayvanda kurban edilmeye engel bir kusur görecek olursa, isterse
bu hayvanı sahibine iade eder. İsterse iade etmez ve hayvanın kusurundan dolayı
kendisinin uğradığı zararı mal sahibine ödetir. Fakat hayvandaki bu kusur kurban
edilmesine engel olmayacak cinsten bir kusur ise, hayvanı kurban eder ve bu kusurdan
dolayı uğradığı zararı da mal sahibinden alır.

Eğer bu hayvanı kurban etmek üzere tayin etmiş, ondan sonra da hayvanda kurban
edilmesine engel bir kusur bulunduğunu görmüşse, o zaman hayvanı geri vermekle, ya
da geri vermeyip hayvanın kusurundan dolayı kendisinin uğramış olduğu zararı mal
sahibine ödetmek, şıklarından birini tercih etme hakkına sahiptir" denilmiştir. Hayvanı
elinde tutup uğradığı zararı mal sahibinden geri alması şıkkını tercih etmesi halinde,
bazılarına göre; bu tazminat kendisinin olur. Bazılarına göre kendisinin olamaz. Onu
tasadduk etmesi gerekir.

Fakat, hayvandaki bu ayıp hayvanın kurban edilmesine engel teşkil etmeyen bir ayıpsa
ve satın alan kimse hayvanı kurban olarak belirledikten sonra, bu ayıbın farkına
varmışsa, ayıp hayvanın kurban olarak belirlenmesine engel teşkil etmeyeceğinden,
hayvan kurban olarak belirlenmiş sayılır. O kimsenin bunu kurban etmesi üzerine
vacib olur. Eğer, bu ayıp hayvanın kurban edilmesine engel teşkil edecek cinstense,
hayvanı daha önce kurban olarak belirlemiş olması, nezir hükmünde olduğundan, bu
nezrini yerine getirebilmek için onu kesmesi icabeder. Fakat bu onu udhiye kurbanı
kesme mükellefiyetinden kurtaramaz. Başka bir kurban kesmesi icab eder.
b. 1- Eğer udhiye kurbanı, kesilmeden önce yavrularsa veya kesildikten sonra
karnından diri olarak bir hayvan çıkarsa, bu yavru da kesilir. Kurban olarak annesine
yapılan muamele aynen buna da yapılır. Kurban günleri geçinceye kadar kesilmeyecek



olursa, Hanefîlere göre canlı olarak tasadduk edilir.

Bu yavru kaybolacak veya sahibi kesip yiyecek olursa kıymetini tasadduk eder.
Onu gelecek seneki kurban bayramına kadar bekletip o sene kurban edecek olursa,
onu kesilmiş halde tasadduk etmesi gerektiği gibi, onunla birlikte hayvanın
kesilmesinden dolayı kaybolan kıymetini de tasadduk etmesi icabeder. Ayrıca
sahibinin kurban borcundan kurtulması için başka bir kurban daha kesmesi gerekir.
Hanefî âlimlerine göre, müftabih olan görüş budur.

II. Malikîlere göre, kurban kesilmeden önce yavrulayacak ya da kesildikten sonra
karnından diri olarak bir yavru çıkacak olursa, o yavruyu hemen o anda kesmek ve
kurban olarak annesine yapılan işlemi aynen ona da yapmak mendubtur. Fakat, bu
yavru o sene kesilmeyip de bekletilecek olursa, sahibinin onu kurban olarak kesmesi
yeterlidir. İkinci bir hayvanı kesmesi gerekmez.

III. Şafiîlerle Hanbelîlere göre; eğer hayvan "şu benim kurbanlığımdır" gibi bir sözle
veya nezir yoluyla kurbanlık olarak belirlenmiş de hayvan kesilmeden önce veya
sonra canlı bir yavru doğurmuşsa, onu annesiyle birlikte kesmesi kurban olarak
annesine yapılan işlemin ona da yapılması icabeder. Tıpkı annesi gibi onu kurban
günlerinden önce kesmek caiz olmadığı gibi kurban günlerinden sonra kesmek de caiz
değildir.

c. I. Hanefîlere göre, kurbanlık olarak belirlenen bir hayvanın kesilmeden önce
yününü kesmek mekruh olduğu gibi, kesildikten sonra kesmek de mekruhtur. Eğer
yünü kesilecek olursa tasadduk edilmesi icab eder.

Aynı şekilde kurbanlık bir hayvana binmek üzerine yük yüklemek, kiraya vermek,
sütünden faydalanmak da mekruhtur. Eğer hayvanın memelerine süt dolar da
rahatsızlık verirse bakılır; kesim zamanı yakınsa memesine soğuk su serpilerek
sütünün çekilip gitmesi sağlanır. Eğer kesim zamanı yakın değilse, o zaman hayvanın
sütü sağılarak tasadduk edilir.

Yukarıda sayılan yollardan biriyle kurbandan istifade edilerek menfaat sağlanmışsa,
bu menfaatle birlikte menfaat te'mini esnasında hayvanın vücudundan eksilen
kıymette tasadduk edilir. Kurbanlık olarak tayin edilen bir hayvanı, bir başkasıyla
değiştirmek de mekruhtur.

II. Mâlikîler'e göre, bir kimse nafile olarak kurban etmek üzere bir hayvan satın alır,
satın alırken yününden de faydalanmaya niyyet etmediği halde bu hayvanı kurban
etmeden önce yününü kesecek olursa, bakılır; hayvanı kesmeden önce aynen eskisi
gibi veya ona yakın şekilde tüyleri yerine gelecek olursa, bunda hiçbir sakınca olmaz.
Eğer, bu tüyler yerine gelmeyecek olursa, o zaman mekruhtur. Nezir kurbanına
gelince, onun yünlerini kesmek haramdır. Nezir kurbanı nafile kurbanı gibidir de
denilmiştir.

III. Şafiîlerle Hanbelîlere göre, hayvanın tüyünü veya yününü kesmek kendisine
yarıyor ve semizleşmesini sağlıyorsa, onları kesmekte bir sakınca yoktur. Ancak
kesilen tüylerin ya da yünlerin tasadduk edilmesi gerekir.

Fakat, bunları kesmek hayvana zarar veriyorsa, yahutta onların hayvanın vücudunda

UM

kalması kendisine bir fayda sağlıyorsa, o zaman kesilmeleri caiz değildir.

11-12. Hayvanları Hapsederek Aç Susuz Öldürmek (Ya Da Onları Atış Talimi
İçin Hedef Olarak Kullanmak) Yasaklanmış Ve Kurbanlara Merhametli
Davranmak Emredilmiştir



2815. ...Şeddâd b. Evs'den demiştir ki:

İki şey var ki bunları Resûlüllah (s.a.)'den işittim:
(Birincisi şudur) "Allah herşey hakkında ihsanı emretti,
(İkincisi de şudur:) O halde öldürdüğünüz zaman (bunu) iyi yapınız"
Musannif Ebu Davud der ki: Müslim (b. îbrahim)'in dışındaki (râvi)ler bu cümleyi şu
lâfızlarla rivayet ediyorlar, öldürdüğünüz zaman "öldürmeyi iyi yapınız, kestiğiniz
zaman da kesmeyi iyi yapınız. Her biriniz bıçağını bilesin ve kurbanına acı
£1291

çektirmesin. "
Açıklama

İhsan kelimesi, lügatte birisi birşeyi güzel yapmak, diğeri de iyilik etmek üzere iki
manada kullanılır. Dilimizde ihsan deyince bu ikinci mana anlaşılır.Bu hadis-i şerifte

' £130]

ihsan "vazifeyi en güzel şekilde yapmak" manasında kullanılmıştır.
Buna göre, hadis-i şerifte, kısas veya had cezalarının asıldan taviz vermemek şartıyla-
suçluya en az acı çektirecek yöntemlerle yerine getirilmesi, ölmüşse ölüsünün
organlarının kesilmemesi ve had cezası verilecekse darbe adetlerinin tayin edilen
haddi geçmemesi, darbelerin, tayin edilen yerlerin dışındaki yerlere vurulmaması,
emredilmektedir. Çünkü bunların hepsi de ihsana aykırıdır.

Ayrıca hadis-i şerifte kurbanların da en iyi şekilde kesilmesi emredilmektedir. Kurbanı
en iyi şekilde kesmek; onu kesileceği yere rahatsız etmeden götürmekle, kesmeden
önce su vermekle, yere üzmeden yatırmakla ve keserken yanında başka hayvan
bulundurmamakla olur. Hayvanı rahat et-tirmekse, keserken onu yumuşak bir yere
yatırmakla, kesimde keskin bıçak kullanmakla, bıçağı hayvana süratlice çalmakla ve
hayvanı kesince hemen derisini yüzmeyip soğuğuncaya kadar beklemekle olur. Bu

imi

bakımdan, kurbanı keserken zikredilen bu hususlara riâyet etmek müstehabtir.

2816. ...Hişam b. Zeyd'den demiştir ki:

(Dedem) Enes (b. Malik)'le birlikte el-Hakem b. Eyyübfun evine) girmiştik. (Dedem
Enes) bir tavuğu (hedef olarak) dikip ona atış yapan bir takım gençler yahut çocuklar
gördü de: "Resûlüllah (s,a.) hayvanların nişan hedefi olarak kullanılmasını yasakladı."
[1321

dedi.

Açıklama

Hz. Enes'in, el-Hakem'in evinde iken gördüğü gençlerin veya çocukların, el-Hakem'in
emrinde çalışan bir takım gençler olması veya el-Hakem'in kendi çocukları olması
mümkündür.

Sabr: Bir hayvanı bağlayarak atış taliminde hedef olarak kullanmak demektir.
Hadis-i şerifte geçen yasak, tahrim ifade ettiğinden atış talimi için herhangi bir
hayvanı hedef olarak kullanmak haramdır. Çünkü bu hayvana işkencedir. Hayvana
işkence ise, onun telef olmasına sebeb olur. Hayvan telef olunca da eti yenir cinsten



£133]

ise de, değilse ondan sağlanacak menfaat kaybedilmiş olur.



12-13. Kitap Ehlinin Kestiklerini Yemenin Hükmü
2817. ...İbn Abbâs'dan demiştir ki:

Ü341

(Yüce Allah) "Üzerine Allah'ın adı anılmış olanlardan ye-yin " "Üzerine

£135]

Allah'ın adı anılmayanlardan yemeyin" (âyetlerini indirdi). Bir süre sonra da
bunu neshetti. ve (bazı yiyecekleri helâl kılarak) bu (âyetin genel hükmü)nden dışarı
çıkardı. (Bu hükmünü bildirmek üzere şöyle) buyurdu: "Kendilerine kitap verilmiş

£1361

olanların yemeği, size helâldir.. Sizin yemeğiniz de onlara helaldir."
Açıklama

Yukarıda geçen En'âm sûresinin 118 ve 121. âyetlerinde, ne-tice itibariyle, üzerine
Allah ismi anılmadan kesilmiş olan veyahutta kendiliğinden ölen hayvanların etlerini
yemek yasaklanmakta ve sadece üzerine Allah ismi anılarak kesilen hayvanların etleri
helâl kılınmaktadır.

Yukarıda mealini sunduğumuz En'âm sûresinin (118.) âyet-i kerimesinin sebebi
nüzulü hakkında Tirmizî şu hadis-i şerifi rivayet etmiştir:
"Bazı kişiler Peygamber (s.a.)'e gelerek:

Ya Rasûlullah, biz (boğazlayıp) öldürdüğümüz hayvanı yiyecek ve Allah'ın (eceliyle)
öldürdüğü hayvanı yemeyecek miyiz? dediler. Bunun üzerine Allah (c.c): "Allah'ın
âyetlerine inanmış kişilerseniz üzerine Allah'ın ismi anıl(arak boğazlan)mış hayvanın
etinden yiyiniz, (âyetini) -eğer onlara itaat ederseniz siz de müşrik olursunuz-

£1371

(cümlesin)e kadar indirdi."

İmam Tirmizî bu hadisin hasen garip olduğunu söylemişse de, âlimler bu hadisin
senedinde bulunan Atâ b. Sâib'in rivayet ettiği hadislerin delil olup olmayacağı
konusunda ihtilafa düştüler.

Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte, Mâide sûresi 5. âyetinin sözü geçen En'âm
sûresinin 1 18. ve 121. âyetlerinin genel hükmünü tahsis ederek kitap ehli olan yahudi
ve hrıstiyanlarm kestikleri hayvan etlerini ve onların yiyeceklerini, bu âyetlerin genel
hükmü dışında bırakıp helâl kıldığını ifâde etmektedir. Bu neticeye göre, Tevrat ve
İncil'e inanan kimselerin, kestikleri temiz hayvanların etleri, müslümanlara helal
kılınmıştır.

İbn Kesîr'in de ifade ettiği gibi, yüce Allah'ın ehl-i kitabın kestiği temiz hayvanları,
müslümanlara helal kılması ile, üzerine Allah ismi anılmadan kesilen hayvanların

£1381

etlerini haram kılması, arasında bir çelişki yoktur. Çünkü Ehl-i Kitap da hayvanı
keserken Allah'ın ismini okuyarak keserler. İbn Cerir Taberi bu mevzuda şöyle diyor:
"İlim adamları bu En'âm sûresinin 121. âyetinin hükmünden bir şeyin neshedilip
edilmediği mevzuunda ihtilâfa düşmüşlerdir. Alimlerin pek çoğu; bu âyetin hükmünün
neshedilmediğini söylemiştir ki, bize göre doğrusu da budur. Çünkü sözkonusu âyet-i



kerime muhkemdir. Ve bu âyet-i kerimeyle müslümanlara yasaklanmak istenen, kendi
kendine ölen veya putlar adına kurban edilen hayvanların etleridir. Ehl-i kitabın
kestiği temiz hayvanların etini müslümanlara helal kılan Mâide sûresinin 5. âyetinin
bu âyetle hiçbir ilgisi yoktur. Binaenaleyh kitap ehlinin kesmiş oldukları ha'yvanların
etleri ve onların yiyecekleri müslümanlara helal kılınmıştır. Çünkü onlar kitap ehlidir.
İnandıkları kitabın hükümlerine bağlıdırlar. Müslümanlar, kesmek istedikleri bir
hayvanı Kur'ân-ı Kerim'in hükmüne uygun olarak kesmeye çalıştıkları gibi, onlar da
inanmış oldukları semavî kitabın hükmüne göre kesmek isterler. Bu bakımdan onların
Allah'ın ismini anarak veya anmayarak kesmiş oldukları hayvanlar müslümanlara
helâldir. Ancak, bir kitap ehlinin bile bile, kasıtlı olarak, veya Allah'ın dışında bir
kuvvete itaat etmek gayesiyle, Allah'ın ismini anmadan kesmiş olduğu bir hayvanın eti
[1391

pistir ve haramdır.

Metinde geçen 'taam' kelimesiyle kast edilen şeyin ne olduğu, âlimler arasında
ihtilaflıdır. Bazılarına göre, bu kelimeyle kasdedilen yiyeceklerdir. Bu görüşe göre
kitab ehline helal kılman yiyecekler bize de helal kılınmıştır. Maliki âlimlerinden İbn
el- Arabi bu görüşü tercih etmiştir.

Bazılarına göre de buradaki taamdan maksat, kitab ehli tarafından kesilen hayvanların

[1401

etleridir. Hanefî uleması da bu görüşü tercih etmiştir.
Bazı Hükümler

1. müslümamn besmele ile kesmiş olduğu hayvanın etini yemek caizdir.

2. Allah'ın ismi anılmadan kesilen hayvanların etini yemek caiz değildir. Bu hususta
Allah ismini anmanın bile bile terk edilmiş olması ile sehven terk edilmiş olması
arasında bir fark yoktur. Hz. İbn Ömer ile Nâfı, Şa'bî ve İbn Şirin bu görüştedirler.
Aksini iddia eden diğer mezheb âlimlerinin görüşlerini ve delillerini 2829 numaralı
hadisin şerhinde açıklayacağız inşaallah.

3. Kitap ehli olan yahudî ve hnstiyanlarm kestiklerini yemek, caizdir. İbn Kesir,
meşhur tefsirinde âlimlerin bu mevzuda ittifak ettiklerini söylemiştir. Alimlerin pek
çoğunun açıklamasına göre; İbn Kesir'in bahsettiği ittifak, ehl-i kitabın Allah'dan
başka birinin ismini anmadan kesmiş oldukları hayvanların etiyle ilgilidir. Allah'ın
isminden başka birinin ismini anarak kestikleri hayvanların etleri haramdır.

Hanefî âlimlerine göre, kitap ehlinin, Allah'ın isminden başka bir ismi anmadan
kestikleri hayvanların etlerini yemek helâldir. Binaenaleyh onların temiz bir hayvanı
keserken Allah'ın isminden başka bir ismi andıkları işitilmedikçe, o hayvanı yemek
caizdir. Ayrıca, kesilmeden yenen balık gibi hayvanlar her kâfirin elinden alınıp
yenilebilir.

£141]

Ez-Zührî de bu görüştedir. Hz. Ali'nin de bu görüşte olduğu, rivayet edilmiştir.
İmam Mâlik'e göre; ehl-i kitaptan bir kimsenin, Allah'ın ismiyle başka bir ismi birlikte
anarak kestiği hayvanın eti müslümanlara helaldir. Fakat bir müslümamn bu şekilde
kestiği hayvanın eti helal değildir. Hayvanı bu şekilde kesen müslüman ayrıca şirke
düştüğü için mürted sayılır.

İmam Şafiî'ye göre; Allah'ın isminin dışında meselâ Mesih gibi bir isim anılarak
kesilmiş olan hayvanın eti haramdır. Fakat Hz. İsa üzerine salavat getirerek kestikleri



hayvanın etini yemek helâldir.

Halimi'nin açıklamasına göre; "her nekadar hrıstiyanlar, Hz. Allah ile birlikte Hz.
İsa'yı da ilahlaştırdıkları için küfre girerlerse de Hz. İsa'nın ismini anarak kestikleri
hayvanların etleri murdar olmaz. Onları yemek caiz olur. Çünkü bunlar Hz. İsa'nın

£1421

ismini anarken Allah'ı kastederler."

Buraya kadar anlatmaya çalıştığımız ehl-i kitabın kestikleri hayvanların etlerini
yemenin caiz olup olmamasıyla ilgili görüşlerin tümü, dinimizce bize helal kılınıp da
bir kitap ehli tarafından kesilen hayvanlarla ilgilidir. Dinimizde yasaklanan bir
hayvanı kim keserse kessin onun etinin pis ve haram olduğunu açıklamaya lüzum
yoktur.

Ayrıca âlimler, dinimizce bize helal kılınmışken ehl-i kitab tarafından kesilen
hayvanların tümünün etlerinin mi, yoksa bir kısmının etlerinin mi, helal olduğu
mevzuunda da ihtilâfa düşmüşlerdir.

Hanefî âlimleriyle, İmam Şafiî ve İmam Ahmed'e göre,Yahudî ve Hıristiyanların
dinimizce helal kılman hayvanlardan kesmiş oldukları her hayvanın eti bize temizdir
ve helaldir, tstcss bu hayvanlar onlara kendi dinlerince yasaklanmış olsun.
Sözü geçen âlimlerin bu mevzudaki delilleri 4508 nolu hadis-i şeriftir. Çünkü sözü
geçen hadis-i şerifte ifade edildiğine göre, Resulü Ekrem kendisine takdim edilen
kızartılmış bir koyunu yemiş ve onun Yahudi inancına göre pis sayılan iç yağlarının
çıkartılıp çıkartılmadığını sormamıştır.

Mâl ikilere göre; kitab ehlinin dinimizce bize helal kılman hayvanlardan kesmiş
oldukları bir hayvanın bize helal olabilmesi o hayvanın kendilerince, onlara da helal
kılınmış olması ve bu hayvanı Tevrat' da onlara haram kılm-

Bu ölçüye göre, Malikî âlimlerince bir Yahudi'nin kesmiş olduğu deve, kaz, ördek,
deve kuşu, yabanî eşek gibi tırnağı çatal olmayan bir hayvanın eti bize helal değildir.
Çünkü bu hayvanların Tevratta Yahudi'lere haram kılınmış olduğu İslâm dinince
açıklanmıştır. Binaenaleyh "Yahudilere bütün tırnaklı (hayvanlar)ı haram ettik, sığır
ve koyunun da yağlarını, onlara haram kıldık, yalnız (hayvanların)) sırtlarının yahut

£143]

bağırsaklarının taşıdığı, ya da kemiğe kansan yağlarını haram etmedik." âyet-i
kerimesinde Yahudilere haram kılınmış olan hayvanlardan birisi, bir Yahudî
tarafından kesilecek olursa, bir müslümanm o hayvanı yemesi helal değildir"... kendi-

[1441

lerine kitap verilenlerin yemeği size helal, sizin yemeğiniz de onlara helaldir..."
âyet-i kerimesi; onlara helal olmayan bir yiyeceğin bize helâl olmadığına delalet
etmektedir.

Fakat delilleri dikkatlice incelendiği zaman, Malikîlerin bu görüşünün yukarıda
açıklamış olduğumuz diğer mezheb imamlarının görüşü yanında çok zayıf kaldığı

0451

anlaşılır.

2818. ...Ibn Abbâs'm "... şeytanlar dostlarına sizinle mücadele etmeleri için fısıldar

£146]

(telkinde bulunurlar." âyeti kerimesi hakkında şöyle (söylediği rivayet

olunmuştur. Kureyş müşrikleri bu âyet-i kerimede açıklandığı şekilde şeytanlardan
duydukları fısıltılara uyarak: Muhammed ashabına: "Allah'ın kestiklerini yemeyiniz,



kendi kestiklerinizi yeyiniz." (diyor) diye dedikodu yapmaya başladılar. Bunun
üzerine (Yüce) Allah (kesilirken) "üzerine Allah'ın adı anılmayan (hayvanlardan

ri471 ri481
yemeyin." (âyet-i kerimesini) indirdi.

Açıklama

Metinde sözü geçen şeytanlardan maksat cinlerdir. Onların dostlarından maksat da
müşrik olan Kureyşlilere yaklaşarak

"Muhammed, sahabilerine Allah'ın Öldürdüklerini yemeyiniz de kendi ellerinizle
kestiklerinizi yeyin diyor, bu nasıl olur, siz onlarla mücadele edin de onları bu
düşünceden vazgeçirin" diye kalplerine vesvese veriyorlardı. Hz. İbn Abbas'm
bildirdiğine göre şeytanların Kureyşlilere verdiği bu vesvese üzerine, Cenab-ı Hakk
yukarıda mealini sunduğumuz En'ârh sûresinin 121. âyet-i kerimesini indirmiştir.
Müfessirlerden bir kısmına göre; metinde geçen şeytan kelimesiyle kas-dedilen
şeytanlaşmış olan insanlardır. Dostlarından maksat da onların yandaşlarıdır. Nitekim
şu hadis-i şerif bu gerçeği ifade etmektedir:

"Kureyş müşrikleri (Rumlar'a karşı) İran'la mektuplaştılar. İranlılar da Kureyşle
mektuplaştı. İranlılar Kureyş müşriklerine muhakkak ki Muham-med ve ashabı
Allah'ın emrine uyduklarını iddia ederek, Allah'ın altın bıçakla kestiğini (ölü hayvan
için bu tabiri kullanıyorlar) yemiyorlar da, kendi kestiklerini yiyorlar- diye bir mektup
yazdılar. Kureyşliler de bunu Hz. Mu-hammed'e ve sahabilerine mektupla bildirdiler.
Derken Müslümanlardan bir kısmının kafalarına bazı istifhamlar belirmeye başladı.
Bunun üzerine "Çünkü bu bir fısktır, doğrusu şeytanlar sizinle mücadele etmeleri için

ri491 [150]
kendi dostlarına telkinde bulunurlar." âyet-i kerimesi indi.

Sözü geçen İslam düşmanları "Muhammed sahabilerine -Allah'ın kestiklerini

imi

yemeyiniz- diyor" sözleriyle leş size haram kılındı..." âyet-i kerimesine, "kendi
kestiklerinizi yiyiniz diyor" sözleriyle de "Henüz canlan çıkmadan kestikleriniz hâriç

£1521

onları yiyebilirsiniz..." âyet-i kerimesine işaret ediyorlardı. Fakat yüce Allah
En'âm sûresinin 121. âyetini indirerek üzerine Allah'ın ismi anılmadan kesilen veya
kendi kendine ölen hayvanların etlerini yeminin Allah'a isyan olduğunu açıklayarak,
inananları bu felaketten ve ölü hayvan eti yemek gibi iğrence bir fiili işlemekten
Lİ53J

korumuştur.
Bazı Hükümler

1. Haram ve helal hakkında hüküm koymak, ancak

Allah in hakkıdır. Haram ve helalin sınırlarını akıl tayin edemez.

2. Şeytanlar insanların inançlarını sarsmak için onlara sürekli olarak vesvese verirler.
[1541



2819. ...İbn Abbas'dan demiştir ki:



Yahudiler Rasûlullah (s.a.)'a gelerek:

Kendi öldürdüklerimizi yiyoruz da Allah'ın öldürdüklerini yemiyoruz. (Bu nasıl olur?)
dediler.

Bunun üzerine (Yüce) Allah: "Kesilirken üzerine Allah'ın adı anılmayan (hayvan)

[155] ri561
lardan yemeyin" âyet-i (kerimesi)ni sonuna kadar indirdi.

Açıklama

Metinde geçen "Yahudiler" kelimesi Tirmizî'nin Süneninde"Bazı kişiler" anlamına
gelen "nas" şeklinde rivayet edilmiştir. Tirmizi'nin bu rivayetine göre, Rasûlullah'ın
huzuruna gelerek "Allah'ın öldürdükleri yenmiyor da insanların kestikleri niçin
yeniyor?" diye kendilerine mantıklı, gerçekte ise son derece basit bîr soru soran
kimseler Yahudiler değil, Medineli bazı müslümanlardır. Nitekim Hafız İbn Kesir.de
mevzumuzu teşkil eden bu hadiste geçen "Yahudiler, Rasûlullah (s.a.)'e geldiler"
rivayetini tenkid etmiştir ve düşüncelerini şöyle ifade etmiştir:

Bu hadisi İbn Cerir de Muhammed İbn Abdul-Ala, Süfyan îbn Vekî' kanalıyla İmrân
İbn Uyeyne'den rivayet etmiştir. Hadisi, Bezzâr da Muhammed İbn Musa el-
Haraşî'den, o da İmran ibn Uyeyne'den rivayet etmiştir.
Ancak bu üç yönden şübhelidir.

İlk olarak, Yahudiler ölü etinin mubah olduğu görüşünde değildirler ki, Hz.
Peygamber ile tartışsınlar.

İkinci olarak, bu âyet En'âm sûresindendir ve Mekke'de nazil olmuştur.
Üçüncü olarak bu hadisi Tirmizî Muhammed İbn Musa el-Haraşı kanalıyla... Said İbn
Cübeyr'den o da İbn Abbas'tan rivayet etmiştir. Ayrıca hadisi Tirmizî de bir grub insan
Hz. Peygamber (s.a.)'e geldi... lafzı ile rivayet etmiş ve hasen garib hadis olduğunu
söylemiştir. İbn Cerir de bu hadisi çeşitli yollardan rivayet etmiştir ye bu rivayetlerin
hiçbirinde de Hz. Peygam-ber'e gelen kimselerin Yahudiler olduğuna dair bir ifade
yoktur. Bu bakımdan Tirmizî'nin rivayeti mevzumuzu teşkil eden Ebû Davud'un
rivayetine tercih edilmeye lâyıktır.

Konumuzla ilgili hadis-i şerifte, ölü hayvanla, şer'î usule göre kesilmiş hayvan,
arasındaki farka işaret edilmiş ve kendi kendine ölen ya da semavî bir dine mensub
olmayan bir kimse tarafından kesilen hayvanın ölü hayvan, semavî bir dine mensub
olan bir kimsenin kestiği hayvanın da serî usule göre kesilmiş hayvan olduğu ifade
edilmektedir. Hattâbî, bir hayvanı keserken "Allah'ı anma" meselesi hakkında şu
açıklamayı yapar:

"Bu hadisteki âyet-i kerimede mevzu bahs edilen "Allah'ın ismini anma" dan maksat
onu dil iie talaffuz etmek değildir. Binaenaleyh bir hayvanı kesen insan, eğer onu
Allah'a ve Allah'ın ismine inanarak kesmişse, diliyle Allah'ın ismini söylememiş bile
olsa, o hayvan serî usule göre kesilmiş sayılır. Hz. İbn Abbas, âyeti böyle tefsir

11521

etmiştir..."

13-14. Arapların Cömertlik Yarışını Kazanmak Gayesiyle Kestikleri Develerin
Etlerini Yemenin Hükmü



2820. ...İbn Abbas'dan demiştir ki:



Rasûlullah (s. a.) araplarm (cömertlik gösterisi için düzenledikleri) deve kesme
yarışında (kesilen hayvanların etlerinde)n yemeyi yasakladı.

Ebû Dâvûd der ki: (Bu hadisi rivayet eden) Ebu Reyhane'nin ismi Abdullah b.
Matar'dır. Gundur (lakabiyle meşhur olan Muhammed b. Cafer) ise bu hadisi İbn

[1581

Abbas'da sona eren mevkuf bir senetle rivayet etti.
Açıklama

Cahiliyye döneminde arablar, sadece kendilerine cömert dentlmesı için deve kesmede
yarışa girerler ve yarışı kazanmcaya kadar kesmeye devam ederler. Bu yarışta en çok
deve kesmiş olan kişiyi de "en cömert kişi" olarak ilan ederlerdi.
İslamiyet zuhur edince, Resulü Zişân Efendimiz, meşru bir gaye uğrunda olmadan
sadece gösteriş için kesilen bu develerin etlerini, üzerine Allah ismi anılmadan kesilen
hayvanların etine benzeterek onları yemeyi yasakladı.

Hadis âlimlerinden Hattâbî'nin açıklamasına göre, padişahların bir beldeye gelişini
kutlamak gayesiyle onların huzurunda kesilen hayvanların etleri de bu kabildendir.
Hanbeli ulemasından İbn Teymiyye Es-Siratü'l-Müstakim isimli eserinde, Hz. Ali
zamanında İbn Vasıl isimli bir şairle el-Ferezdak arasında böyle bir deve kesme yarışı
olduğunu ve o sıra Kufe'de bulunan Hz. Ali'nin bu yarıştan haberdar olup hemen Hz.
Peygamber'in "el-Beyza" isimli katırına binerek yarışı takibeden halkın karşısına
çıktığını ve halka:

"Ey insanlar! Bu hayvanların etlerini yemeyiniz. Çünkü onlar Allah'ın isminden başka
bir isim anılarak kesilmişlerdir." diye haykırarak onları bu etleri toplamaktan
men'ettiğini söylüyor.

Avnü'l-Mabûd yazarının açıklamasına göre; Hz. İbn Abbas'a cömertlik gösterisi için
kesilen develerin etlerini yemenin hükmü sorulunca:

"Ben onların etlerinin Allah'dan başkasının ismiyle kesilmiş hayvanların etleri gibi

£1591

olmasından korkuyorum." cevabını vermiştir.

14-15. Keskin Taşla Kesilen Hayvanın Etini Yemenin Hükmü

2821. ...Râfi b. Hadic'den demiştir ki: (Bir gün) Rasûlullah (s.a.)'ın yanma vardım ve:
Ey Allah'ın Rasûlü, yarın düşmanla karşılaşacağız, yanımızda bıçak da yok (bir
hayvan kesmek gerekirse onu) keskin taş ile yahutta (uzunlamasına ikiye bölünmüş
bir) değneğin (keskin) tarafıyla kesebilir miyiz?" dedim. Rasûlullah (s.a.) de:
"(Hayvanı tırnak ve diş gibi şeylerin dışında) Kan akıtan şeylerle kes, yahutta
(keserken) elini çabuk tut ve üzerine Allah'ın adını an. (kesme aleti)) tırnak ve diş
olmamak şartıyla (kesilen hayvanın etini) yiyiniz. (Şimdi)) size bunu(n sebebini)
açıklayacağım: Diş, kemiktir. Tırnağa gelince; (o da)) Habeşlilerin bıçağıdır."
buyurdu.

Halktan bir öncü birlik Rasûlullah'm önünden geçip süratle gittiler ve (ileride) bir
ganimet ele geçirdiler. Rasûlullah (s.a.) ordunun arkasında bulunuyordu. (Derken öncü
askerler acele edip ganimet develerinden veya koyunlarmdan bazılarını kesmişler ve
etleri içine koydukları) tencereleri yerleştirmişlerdi. Rasûlullah (s.a.) tencerenin
yanma varınca, emredip tencereler devrildi. (Ganimet mallarını) askerlerin arasında



taksim etti. (taksim esnasında on koyunu bir deveye denk saydı. O sırada ordunun
develerinden biri kaçmıştı. Yanlarında (onu takibe yarayacak cinsten yeterli sayıda) at
da yoktu. Bunun üzerine (mücahitlerden) bir adam bir ok attı da (bu ok sebebiyle)
Allah,

hayvanın canını aldı. Peygamber (s.a.) de:

"Gerçekten bu develerin vahşi hayvanlar gibi bir kaçışı vardır. Onlardan biri size bu

£160]

şekilde davranacak olursa, siz de ona böyle muamele yapınız" buyurdu.
Açıklama

Merve: Beyaz bir taş çeşididir. Bundan bıçak gibi keskin aletler yapılır. Bir görüşe
göre de ikisi birbirine vurulduğu zamanateş çıkaran bir nevi çakmak taşıdır.
Müda: Bıçaklar demektir, bıçak anlamına gelen "Midye" kelimesinin çoğuludur. Ibn,
tîn'in' beyanına göre hadise, hicretin sekizinci yılında Huneyn gazasında geçmiştir,
Zülhuleyfe, Mikaat yeri olan Zülhuleyfe değildir.

Anlaşılıyor ki, Hz. Rafi düşmanla karşılaştıkları vakit hayvan kesmek icab ederse ne
ile kesebileceklerini sormuştur. Onlar kılıçlarını sadece düşmanlara karşı kullanma
düşüncesi içindeydiler. Çünkü ki Uçları hayvan kesmek gibi şeylerde kullanmak, onu
bozar, körletir.

Rasûlullah (s.a.)'in Hz. Rafıa cevap verirken î'dl mi, yoksa Erin mi dediğini de râvi şek
etmiştir.

I'cll: Acele et, demektir. Erin kelimesi de bazılarına göre aşağı yukarı aynı manaya
gelir. Fakat bu kelime Erin ve Erni şeklinde de rivayet edilmiştir.
Hattâbî diyor ki: "Bu kelimeyi tesbit için raviler uzun zaman uğraşmışlardır. Ben bunu
lügat âlimlerine sordum. Fakat hiçbirinin kat'î olarak bir şey söylediğini görmedim.
Kendime bu işin içinden bir çıkış yolu aradım. Gördüm ki, bu kelime bir kaç veçhe
gelebilir: "Hattabi ihtimalli gördüğü vecihleri sıralamış, başkaları da bu kelime
üzerinde uzun uzadıya söz etmiştir. Bedreddin Aynî bu sözlerin çoğunu sarf
kaidelerine muhalif bulmuştur. En kuvvetli vecih erin dir. Biz Tekmile yazarının
açıklamasına uyarak bu kelimeyi tırnak ve diş gibi şeylerin dışında kan akıtan bir
şeyle kes diye tercüme ettik.

Hadisin muhtelif rivayetlerinden anlaşılıyor ki, ashab-ı kiram aç kalmışlar ve birkaç
deve ile koyun ele geçirerek acele kesmişler ve pişirmeye başlamışlar, Rasûlu Ekrem
(s;a.) ordunun gerisinde bulunuyormuş. Nihayet O da gelerek bu hâli görünce;
kaynayan çömlekleri döktürmüş, sonra kesilen her on koyunun yerine bir deve vermiş.
Alimler kaynayan kapların niçin dök-türüldüğünde ihtilaf etmişlerdir. Bazıları
hayvanlar ganimet değil, yağma suretiyle ve hiç bir ihtiyaç yokken alındığı için
döktürüldüğünü, bazıları da Peygamber (s.a.)'i geride bırakarak acele ilerledikleri ve
düşmanın hilesinden korunmadıkları için bir ceza olarak yemeklerin döküldüğünü
söylemişlerdir. Fakat birinci kavle, yani ihtiyaç yokken yağma iddiasına, itiraz olunur.
Çünkü Buharî'nin rivayetinde:

"Orduya açlık isabet etti" denilmektedir. Bu hususta Nevevî şunları söylemiştir:
"Peygamber (s.a.)'in kaynayan çömlekleri döktürmesi İslam memleketine ve müşterek
ganimet malından yemenin caiz olmadığı yere vardıkları içindir. Çünkü taksim
edilmezden önce, ganimet malından yemek ancak düşman memleketinde mubah olur."
Çömleklerin devrilmesiyle telefi istenilen yalnız etlerin suyudur. Bu onlara bir cezadır.



Etleri atılmamıştır. Bir yere toplanmak suretiyle ganimet malına katıldığı da nakl
olunmamıştır. Bunların yakılarak telef edildiği de rivayet edilmemiştir. Binaenaleyh,
ganimete katıldıklarına hamdelidir. Çünkü şeriat mal israfını haram kılmıştır. Hayber
yakasındaki çömleklerin devrilmesi buna benzemez. Çünkü onlar şer'an pis sayılan
etlerle kaynıyordu. Bundan dolayı kaynayan çömleklerin etiyle, suyuyla devrilmesi
hatta kırılması emir buyurulmuştu. Buradaki etlerse, hiç şübhesiz temiz ve yenilir
cinstendir. Bunların telef edilmesi düşünülemez.

Rasûlullah (s.a.), kesilen koyunların yerine, ganimet mallarından on koyun
mukabilinde bir deve vermiştir. Bundan o develerin iyi olduğu ve bir devenin on
koyun kıymetini taşıdığı anlaşılır. Bu mesele kurban babındaki kaideye yani bir
devenin yedi koyun yerini tutarak yedi kişi namına kurban edilebilmesine muhalif
değildir. Çünkü orta bir devenin kıymeti ekseriyetle yedi koyundur. Buradaki

1160

develerse orta değil, iyidirler.
Bazı Hükümler

1. Ördü, islam memleketine vardığında taksim edilmemiş ganimetten yemek caiz
değildir.

2. Koyun, sığır ve deveye kıymet biçmeden taksim caizdir. İmam Malik ile Küfe
âlimlerinin ve Ebû Sevrî'nin mezhebleri budur. Yalnız bu hususta rıza şarttır. İmam
Şafiî'ye göre, hayvanları, kıymet biçmeden, taksim caiz değildir. Peygamber (s.a.) on
koyuna karşılık bir deve vermiştir ki, kıymet biçmenin manası da budur.

3. Ehlî hayvanlardan vahşileşip kaçan ve tutulamayanı av hükmündedir. Av ne suretle
kesilmiş, hükmünde sayılırsa bu da öyledir. İmam Azam'-la İmam Şafiî, İmam
Ahmed, Müzeni ve Davud-u Zahirî'nin mezhebleri budur. Bu kavi Ali b. Ebi Tâlib,
İbn Mesûd, İbn Abbâs ve İbn Ömer (r. anhum) hazeratı ile Tavus, Ata, Şa'bî, Esved b.
Yezid, İbrahim Nehaî, Hakim , Hammâd ve Sevrî'den rivayet olunmuştur.

İmam Malik, Rabia ve Leys: "Ehlî hayvan ancak kesilmek veya boğazlanmak
suretiyle yenilir. Çünkü ehlî hayvan ele geçmemekte her ne kadar vahşi gibi olsa da
nevi ve hükmünde vahşilere katılmaz. Görülüyor ki, o hayvanın üzerinde sahibinin
mülkü hâla bakidir" demişlerdir. Said b. Müsey-yeb'in kavli de budur. İmam Malik
şöyle demiştir: "Bu hadiste o hayvanı okun öldürdüğüne dair bir şey yoktur. Ravi
sadece okun onu tutsak ettiğini söylemiştir. Hayvan tutulunca, artık insan gücünün ve
kudretinin altına girmiş olur. Ancak kesmekle yenilir. Bu hususta vahşi ile ehli
arasında fark yoktur. Rasûlullah (s.a.)'in (onu işte böyle yapın buyurmasına gelince biz
de bu emir mucibince amel-ediyoruz. Yani evvelâ hayvana silah atıyor ve onu dur-
duruyoruz. Sonra ona diri olarak yetişirsek kesiyoruz. Silahtan ölmüşse onu yiyecek
miyiz, yemiyecek miyiz? Bu hususta hadiste bir tayin yoktur. Hadis mücmeldir.
Binaenaleyh hüccet olmaz."

4. Kesmenin şartı, kanın akıtılmasıdır. Kütüb-ü Sitte'nin rivayetlerinde bu hususta hiç
bir damar tahsis edilmemiştir. Yalnız İbn Ebi Şeybe'nin, Mu-sannefinde Râfı b.
Hadic'den rivayet edilen bir hadiste Rasûlullah (s.a.)'e kamış ile kesilen hayvanın
yenilip yenilmeyeceğini sorduğu, cevaben: "Şah damarını keserse ye" buyurduğu
bildirilmektedir. Şübhesiz ki bu kesilecek ve boğazlanacak yere mahsustur. Alimler,
hayvan keserken yemek borusu, hava borusu ve iki taraftaki şah damarlarından nelerin
kesileceğinde ihtilafa düşmüşlerdir. Leys ile Davud'u Zahirî, Ebû Sevr, Şafıîlerden İbn



Mün-zir ve bir rivayette İmam Malik, bunların dördünün de kesilmesinin şart ol-
duğunu söylemişlerdir. İmam Şafiî ile meşhur kavline göre İmam Ahmed, sadece
yemek borusuyla, hava borusunun kesilmesiyle iktifa etmişlerdir. İmam Malike göre
nefes borusuyle iki şah damarını kesmek kâfi geldiği gibi İmam Azamla bir rivayette
İmam Ebû Yusuf a göre, bu dörtten üçünü kesmek kâfidir. Bir rivayete göre İmam Ebû
Yusuf nefes borusuyla kalan üç şeyden ikisinin kesilmesini şart koşmuş. Diğer bir
rivayette nefes ve yemek borula-rıyla şah damarlarından birini kesmenin kâfi
geleceğini söylemiştir. İmam Muhammed dört şeyden her birinin ekserisinin
kesilmesini şart koşmuştur.

5. Hayvan keserken besmele çekmek şarttır. Çünkü Rasûlu Ekrem (s. a.) besmeleyi
kesmekle beraber zikretmiş, hayvanın helal olmasını ona bağlamıştır. Binaenaleyh
kesmekle beraber besmele de ikinci şarttır. Hadis-i şerif, besmeleyi şart koşmayan
Şafiî aleyhine delildir. Ona göre besmeleyi unutarak veya kasten çekmeyen kimsenin
kestiği yenir. İmam Ahmed'in bir kavli de budur. İmam Mâlik bu meselede
Hanefîlerle beraberdir. Bunlara göre, kasten besmeleye terk edenin kestiği yenmezse
de, unutarak terk edenin kestiği yenir. İmam Ahmed'in meşhur kavli de budur. Bu kavi
İbn Ab-bas, Tavus, Said b. Müseyyeb, Hasen-i Basri, Sevrî, İshak ve Abdurrahman b.
Ebî Leyla'dan rivayet olunmuştur.

Kudûrî Şerhinde şöyle denilmektedir: "Unutma hususunda ashab ihtilâf etmişlerdir.
Hz. Ali ile İbn Abbâs unutarak besmeleyi terk ederse hayva-
nın yenileceğini söylemiş. İbn Ömer yenilmeyeceğine kail olmuştur. Unutma
hususundaki bu ihtilâf kasden terk eden hakkında müttefik olduklarını gösterir."

6. Diş ve tırnakla hayvan kesmek caiz değildir. Hadisin zahirine göre, insan ve hayvan
tırnağı kesilmiş olsun olmasın, temiz bulunsun, bulunmasın yine de aynı hükümdedir.
Bazıları kemik ismi verilen hiçbirşeyle hayvan kesilmeyeceğini bildirmişlerdir.
İbrahim Nehâî ile Hasen b. Salih, Leys, İmam Ahmed, İshak, İmam Ebû Sevr ve
Davud-u Zahirî'nin mezhebleri budur.

İmam Azamla Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre yerinden ayrılmamış diş ve kemikle
hayvan kesilemezse de yerinden ayrılmış olanlarla kesmek caizdir. İmam Malik'den
bu hususta bir kaç rivayet vardır. En meşhur rivayete göre nasıl olursa olsun kemikle
hayvan kesmek caiz, dişle kesmek caiz değildir. İkinci rivayetinde İmam Malik,
Hanefîlerle, üçüncüsünde Şafİîler-le beraberdir. Dördüncü rivayette her diş ve tırnakla
hayvan kesilebilir demiştir. Bu hususta fıkıh kitaplarında tafsilat vardır.

7. Hayvanın saldırganlığı, yani önüne gelene toslaması ve çifte atması gibi halleri
vahşileşme hükmündedir. Kuyuya düşen sığır ve koyun gibi hayvanlar da vahşileşmiş
hükmündedir.

8. Hayvan, mutlaka kanı akıtan keskin bir âletle kesilir. Bir tarafını yaralamak ağır bir
şeyle vurmak onu öldürse bile eti bilittifak yenmez.

9. Kesilecek hayvanı boğazlamak ve boğazlanacak olanı kesmek caizdir. Davud-u

£162]

Zahirî ile bir rivayette İmam Malikten başka bütün âlimlerin kavilleri budur.

2822. ...Muhammed b. Safvan'dan -yahutta- Safvan b. Muhammed'-den rivayet
olunmuştur ki:

"Ben iki tavşan avladım da onları keskin bir taşla kestim ve onları (yiyip

£163]

yiyemeyeceğimi) Rasûlullah (s.a.)'e sordum. Bana onları yememi emretti.



Açıklama



Bu hadis-i şerif hayvanı keskin bir taşla kesmenin caiz ve tavşan eti yemenin helal
olduğunu ifade etmektedir.

Tavşan etinin yenmesi mevzuunda merhum Kâmil Miras şöyle diyor: "Dört mezhebin
imamının dördüne göre de tavşan eti yemek caizdir. Alimlerin tümünün görüşü de
böyledir. Yalnız Abdullah b. Amr b. As, İbn Ebî Leyla, İbn Abbâs'm kölesi İkrime,
tavşan eti yemenin mekruh olduğunu söylemişlerdir. Sarih Aynî, "Hanefîlerden de
tavşan eti yemeyi mekruh sayanlar varsa da sahih olan âlimlerin büyük çoğunluğunun

[164] [165]
görüşüdür." demiştir.

2823. ...Harise oğullarından bir kişiden (rivayet olunulduğuna göre);

Kendisi Uhut bayırlarından bir bayırda yavrulaması yaklaşmış olan bir deveyi
otlatırken, hayvanı ecel yakalamış (fakat adam) onu kesecek hiç birşey bulamamış,
derken sivri bir kazık bulup onu hayvanın göğsüne batırmış ve kanı(nı) ak(ıt)mış,
sonra Peygamber (s.a.)'e gelip bu durumu kendisine anlatmış (Hz. Peygamber de) O'na

£1661

hayvan(m etin)i yemesini emretmiştir.
Açıklama

Bu hadis-i şerifte, 2821-2822 numaralı hadis-i şerifler gibi, hayvanı herhangi bir
keskin âletle kesmenin caiz olduğunu ifade etmektedir. Ancak tırnak ve diş
müstesnadır. Bunlarla kesilen hayvanların etleri helal olmaz. Tırnağın bıçak olarak
kullanılması Habeşistan kâfirlerine ait bir alameti farika olduğundan ve hayvanı
tırnakla kesmekse bu sözü geçen kâfirlere benzemeyi gerektireceğinden Hz.
Peygamber bunu yasaklamıştır. Tırnakla kesmek hayvana zahmet vereceği için
yasaklanmış da olabilir.

Dişle kesmenin yasaklanmasına gelince, bu hususta bazı sebebler vardır. Bunların
başında dişin kesim esnasında hayvanın kanıyla pislenmesi gelir. Böyle bir âletle
hayvan kesmenin caiz olmayacağını söylemeye ise hacet yoktur. Nitekim aynı
sebebten dolayı Rasûlu Zişan Efendimiz, kemikle taharetlenmeyi yasaklamış ve
kemiklerin müslüman cinnîlerin yemeği olduğunu haber vermiştir.
Ayrıca dişler, genellikle hayvanı zahmetsizce kesebilecek kadar keskin değildir. Bu
bakımdan dişle kesilen hayvan çok zahmet çeker. İşte bu gibi sebeblerle Hz.
Peygamber dişle hayvan kesmeyi yasaklamıştır. Alimler bu yasağa bakarak ağızda
bulunan çekilmemiş dişle kurban kesmenin haram olduğuna hükmetmişler. Nitekim

[1671 '

2821 nolu hadis-i şerifin şerhinde bu mevzu açıklanmıştı.

2824. ...Adiyy b. Hâtim'den demiştir ki:
Ben (bir gün) Rasûlullah (s.a.)'e:

Ey Allah'ın Rasûlu birimiz bir avı avlar da, yanında bıçak bulunmazsa (onu) keskin bir
taşla ya da (boyuna yarılmış olan) bir değneğin (keskin) parçasıyla kesebilir mi? (bu
hususta) ne dersin?, diye sordum da.



"Kanı istediğin şeyle akıt ve (hayvanı keserken) Aziz ve Celil olan Allah'ın ismini
£168]

an!" buyurdu.



Açıklama

Metinde geçen Enırir kelimesi, Sünen-i Ebu Davud'un bazı nüshalarında Emirre
şeklinde bulunmaktadır. Akıt anlamına gelen bu kelimeyi, her iki şekilde de okumak
caizdir.. Yine "akıttı" manasına gelen Emare kökünden geldiği kabul edilirse o zaman
"Emir akıt" şeklinde okumak gerekir. Ahmed b. Hanbel'in bir rivayetinde de kelime bu
şekildedir. Bir önceki hadis-i şerif gibi, bu hadis-i şerif de keskin taşla ve keskin
değnekle hayvan kesmenin caiz olduğuna delalet etmektedir. Her ne kadar metinde
geçen "Hayvanın kanını istediğin şeyle akıt" cümlesinden her cinsten kesici âletle
hayvan kesmenin caiz olacağı gibi genel bir hüküm anlaşılırsa da bilindiği gibi 2821
nolu hadis-i şerifte diş kemik ve tırnakla hayvan kesmek, bu hükmün dışında
£1691

bırakılmıştır.

15-16. Yüksekten Düşen Bir Hayvanı Kesmek

2825. ... (Ebu'l-Uşerâ'nm) babasından (rivayet olunduğuna göre) kendisi (Hz.
Peygamber'e):

"Ey Allah'ın Rasûlü! (hayvanı) kesmek, sadece gerdandan ya da boğazdan değil
midir? diye sormuş da Rasûlullah (s.a.):

"Eğer O(nu) uyluğundan yaralarsan (bu sana) yeter" buyurmuştur.
Ebû Dâvûdder kiEbu't-Uşerâ'nm adı Utaridb. Bekir'dir, (isminin) İbn Kahtam ve
Utand b. Malik b. Kahtam olduğu da söylenir. (Hayvanı) bu (şekilde yaralamanın
kesme yerine geçmesi) sadece yüksekten düşen hayvanlar ve vahşi hayvanlar için

geçerlidir.

Açıklama

Zebh: Boğazın iki tarafında bulunan iki şah damarı ile yemek borusu ve nefes
borusunu kesmektir. Nefes ve yemek boruları ile bunların iki tarafında bulunan iki
damara fıkıhta evdâc denir. Evdâc, hayvanın boğazına bıçak çalarak kesmeye zabh
denildiği gibi göksü-nün üst tarafına bıçak çalarak kesmeye de nahr denir. Deve
kesmekte sünnet olan nahr sığır, koyun keçi gibi devenin dışındaki temiz hayvanları
kesmekte sünnet olan da zebhdir.

Ayrıca zebh ve nahr'm ikisine de zekât ismi verilir. Zekat, "temizlemek," demektir.
Hayvanın etini temiz kılmak için meşru kılınmıştır.

Zekât, birisi devede olduğu gibi hayvanı göğsünü üstünden diğeri de boğazından
kesmek suretiyle iki şekilde olur. Hadis-i şerifte Rasûlü Zişan Efendimize istifham-i
takriri suretinde sorulan soru bununla ilgilidir.

Metinde görüldüğü gibi Resulü Ekrem kendisine yöneltilen bu soruya "eğer sen
hayvanı uyluğundan yaralarsan bu sana yeter*' buyurmakla, sözü geçen şekillerin
doğruluğunu zımmen takrir etmiş, buna ilaveten hayvanı bacağından yaralamanın da



zekât sayılacağını söylemiştir.

Hayvanı uyluğundan yaralamanın zekat sayılması, sahih hadislere aykırı olduğundan
musannif Ebû Dâvûd bunun ancak sadece yüksekten düşen ve bu yüzdende
kesilmesine fırsat kalmayan hayvanlarla, yakalanması mümkün olmayan yabanî
hayvanlara mahsus olduğunu, Resulü Ekrem'in "eğer sen hayvanı uyluğundan
yaralarsan bu sana yeter" cümlesiyle bu hayvanları kastetmiş olduğunu söylemiştir,
doğrusu da budur.

Ürküp kaçtığı için ele geçirilemeyen dört ayaklı ehlî hayvanlarla, yüksek bir ağacın
dalma konduğu için yakalanamayan tavuk ve benzeri iki ayakla hayvanlar da bu

um

hükme dahildirler.
Bazı Hükümler

1. Yakalanması mümkün ehli hayvanların kesimi, biri, develerde olduğu gibi göğsüyle
boynuzun birleştiği yerden, diğeri de koyun ve keçide olduğu gibi, boynuyla başının
birleştiği yerden kesmekle iki şekilde olur. Buna ihtiyarî zekât denir.

2. Yakalanıp kesilmesi mümkün olmayanların zekâtı da, onları vücutlarının herhangi
bir yerinden ölümlerine sebeb olacak bir şekilde yaralamakla olur. Ele geçirilmesi
imkansız olduğu için bu şekilde yaralanan bir hayvanın almış olduğu yaradan dolayı
öldüğü kesinlikle bilinirse, onun etini yemenin helâl olduğunda icmâ vardır. Bir
hayvanı bu şekilde yaralayarak kesmeye de ı/dırari zekât denir.

Yakalanamadığı için yaralanan ve aldığı yaradan dolayı da ölen bir hayvanın etinin
temiz sayılabilmesi için, ona canlı iken yetişilememiş olması gerekir. Vahşi veya
yukarıdan düşmüş olan bir hayvana ölmeden yetişilirse, hemen kesmek icabeder.
Aldığı yara ile ölmesi onun temiz sayılması için yeterli değildir. Çünkü Cenab-ı Hakk
Kur'an-ı Kerimin'de "Leş, kan, domuz eli, Allah'dan başkası adına boğazlanan,
boğulmuş (tahta veya taşla) vuru(la-rak öldürül)müş, yukarıdan düşmüş,
boynuzlanmış ve canavar parçalayarak ölmüş olan hayvanlar -henüz canlan çıkmadan
kesmeniz hariç- dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanan hayvanlar ve fal okları} la

£172]

kısmet aramanız size haram kılındı." buyurmakla bu hususa işaret buyurmuştur.
Ali b. Ebi Talha, İbn Abbas'dan nakleder ki (âyet-i kerimede geçen) Kesmeniz hâriç
sözüyle, yukarıda zikri geçen hayvanlardan canlı iken yetişip kesilenlerdir. Bu görüş
Said b. Cübeyr'le Hasan-ı Basri ve Süddî'den de rivayet olunmuştur. İbn Ebû Hatim
der ki: Bize Ebû Said, Hz. Ali'nin "Henüz canları çıkmadan kestiğiniz" ayeti hakkında
şöyle demiştir:

"Eğer hayvan kesildikten sonra kuyruğunu oynatır veya ayağım depreştirir veya
gözünü kımıldatırsa onu yiyin" dediğini nakletti.

İbn Cerir Hz. Ali'nin söylediğini rivayet etmiştir; "Eğer vurularak yuvarlanarak veya
süsülerek ölmek üzere olan hayvanı kesmeye yetiştiğinizde, ön veya arka ayaklarını
kımıldatıyorsa, onu yiyin" Davud, Hasan, Katâde, Hümeyd, Dahhak ve başkalarından
da böylece rivayet edilmiştir. Onlara göre, kesilen hayvan, kestikten sonra canlılığa
delalet eden bir nevi kımıldamada bulunursa helâldir. Bu görüş fakihlerin cumhurunun
görüşüdür. Ebû Hani-fe, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel de aynı şekilde demişlerdir.
İbn Vehb der ki; İmam Malike yırtıcı hayvanların bağırsakları çıkıncaya kadar
parçaladıkları koyunun durumu sorulduğunda, o şöyle demiş: "Keseceğinizi



zannetmiyorum. Çünkü kesilebilecek neresini bulursunuz ki! Eşheb de der ki: İmam
Malike sırtlanın saldırıp belini kırdığı koyunun durumu soruldu, ölmeden evvel
kesilirse yenir mi denildi? "O: Eğer kalbine ulaşmış-sa yenileceğini sanmıyorum. Ama
öteki taraflarına girmişse bir beis yoktur." dedi. İmam Malike üzerine atlanmış ve
belini kırmıştır, denince de. "Bu benim için hayret-i mûcib değildir. Çünkü bunun
yaşaması imkânsızdır." Ona kurt koyun üzerine saldırıyor, karnını parçalıyor, ancak
bağırsaklarını parçalamıyor, bunun durumu ne olacaktır? denildiğinde "Hayvanı
parçalarsa yenebileceğini sanmıyorum demiştir." İmam Malikin istisna ettiği
hayvanın yaşayacak durumda kalması imkânı bulunmayan hallerde bile, istisna
geneldir. Öyleyse âyetin tahsisi için, bir delilin bulunması gerekir. Doğruyu en iyi

um

Allah bilir.

Hasta iken kesilen hayvan için iki durum vardır:

a. Hastalanmış bir hayvana yetişildiği zaman, onda sadece yeni kesilmiş bir
hayvandaki kadar zayıf bir hayat belirtisi veya can verme hali varsa, bu hayvan,
kesmekle temiz olmaz. İmam Malikle İmam Şafiî, Ebû Yusuf, Muhammed b. el-
Hasen, İmam Ahmed ve cumhur ulema bu görüştedirler.

İmam Ebû Hanife (r.a.) ile Davud-u Zahirî'ye göre, daha ölmeden yetişip kesilen hasta
ve temiz bir hayvanın eti helaldir. Hanefî mezhebinde müf-tabih olan kavi de budur.

b. Can çekişme haline girmeden kendisine yetişilip kesilen temiz bir hayvana gelince:
Ha ne filere göre; bu hayvanın etini yemek helaldir. İsterse bu hastalık hayvanın
omurgası içinde bulunan ve beyne kadar uzanan iliğe kadar erişmiş ve onu tahrib
etmiş olsun. İmam Şafiî ile İmam Ahmed de bu görüştedirler.

İmam Malik'e göre; henüz can verme haline girmeyen hasta bir hayvanın kesilince
etinin helal olabilmesi için, hastalığın sözü geçen ilikle can damarlarını tahrib etmemiş
olması ve sakatat denilen yürek, ciğer, dalak, böbrek, barsak gibi organlardan birinin
ve kafatası içinde bulunan kısmın bir daha yerlerine konulamayacak şekilde dışarıya

£1741

çıkmamış olması gerekir. Fakat işkembesi dışarıya çıkmış olması zarar vermez.

16-17. Hayvanı Keserken Kesilmesi Gereken Yerlerini Eksiksiz Olarak Kesmeyi
Gerçekleştirmek

2826. ...İbn Abbas ile Ebü Hüreyre'den rivayet olunmuştur ki:

"Rasûlullah (s. a.) şeritatüşşeytanı yasaklamıştır" (Ravî el-Hasen) İbn îsa
(şeritatüşşeytan tabirini açıklamak üzere) rivayetine (şu sözleri de) ekledi: "O derisinin
(ve boğazının bir kısmının) kesilerek (yemek ve nefes borularının sağ ve solunda
bulunan) iki şah damarı kesilmeden bırakılan, sonra ölünceye kadar (o hal üzere terk

£1751

edilmek suretiyle) kesilen hayvandır"
Açıklama

Şeritatüşşeytan: Şeytanın yaraladığı hayvan demektir. Bu tâbir metm(je je açıklandığı
gibi nefes ve yemek borularıyla, bunların sağ ve solunda bulunan iki şah daman
kesilmeden sadece boğazı kana-tılarak ölüme terk edilen hayvanlar için
kullanılır. Cahiliyye döneminde arablar hayvanları bu şekilde keserlerdi.



Hayvana işkenceden başka bir şey olmayan bu işlemi insanlara yaptıran kuvvetin
şeytandan başka birisi olamayacağı düşüncesiyle bu fiil şeytana isnad edilmiştir.
Dolayısıyla bu şekilde işkenceyle kesilen hayvana "şeytanın kestiği hayvan" anlamına
gelen şeritatüşşeytan ismi verilmiştir.

İmam Mâlik, bu hadisi şerifin zahirini delil kabul edip kesimin Şer-i usullere uygun
şekilde yapılmış olması için hadisi şerifte kesilmeleri istenen evdac denilen şah
damarlarla birlikte huikum denilen nefes, borusunun da kesilmesi gerekir. Çünkü
nefes borusu kesilmeden şah damarını kesmek mümkün değildir. Hayvanı kesmenin
gayesi olan kan akıtmak ve canın çıkmasını sağlamak, ancak bu şekilde gerçekleşebilir
demiş.

İmam Ebû Yusuf a göre; şer'î kesimin gerçekleşebilmesi için, nefes bo-rusuyla birlikte
yemek borusunun ve iki şah damarından birinin kesilmesi gerekir.
İmam Muhammed'e göre; bu dört şeyden herbirinin ekserisinin kesilmesi gerekir.
Çünkü ekseriyet kül yerine kaimdir.

İmam Şafiî île İmam Ahmed'e göre; nefes borusu ile yemek borusunun kesilmiş
olması hayvanın şer'î usulle kesilmiş olması için yeterlidir.

İmam Ahmed'den gelen diğer bir rivayete göre, nefes ve yemek borula-rıyla birlikte
şah damarlarının da kesilmesi icab eder.

Buraya kadar yaptığımız açıklamadan ihtilâftan kurtulmak için en emin yolun yemek
ve nefes borularıyla birlikte şah damarlarının da kesilmesi olduğu anlaşılır. Bu
mevzuda İbn Rüşd şöyle diyor:

"Bu ihtilâfın sebebi, bu hususta herhangi bir şartın nakledilmiş olmamasıdır. Ancak bu
hususta, iki hadis vardır ki biri hayvanın yalnız kanını boşaltmasının, diğeri de iki
damarını kesmenin vücubunu bildirmektedir. Birincisi Rafı' b. Hadic'in yukarıda metni
geçen - kanın damarlardan boşalmasını sağlayan âlet ile ve Allah'ın adı anılarak

£1761

kesilen hayvanın etini yiyiniz-meâlindeki hadistir bu hadisin sıhhatinde ittifak
edilmiştir.

İkincisi de Ebû Ümâme'nin Peygamber (s.a.) efendimiz: -diş veyahut tırnak ile
kesilmemiş olmak şartıyla boğazdaki iki kandamarı kesilen hayvanın etini yeyiniz.-

um

buyurdu. mealindeki hadis-i şeriftir.

Birinci hadisin zahiri, yalnız damarların bir kısmını kesmenin vücubunu
göstermektedir. Zira damarların bir kısmını kesmekle kan boşalmış olur. İkinci hadiste
ise, damarların tamamını kesmenin şart olduğu bildirilmektedir. Şu halde her iki
hadiste de damarları kesmenin şart olduğunu bildirmekte müttefiktirler.
Bunun için "hadiste geçen el-evd'ac kelimesindeki harf-i tarif bir kısmını ifade ediyor"
desek bu iki hadisi te'Iif etmek mümkündür. Zira arab dilinde harf-i tarif bazen
baziyeti ifade eder ki o zaman hadis "kan damarlarının bir kısmı kesilen hayvanın etini
-eğer diş veyahut tırnakla kesilmemiş ise- yeyiniz" mealinde olun. Nefes ve yemek
borularının -hele yalnız bu iki borunun- kesilmesini şart koşanların ise, sem'î bir
dayanakları yoktur. Bunun içindir ki, bazıları "Neyi kesmenin kâfi geldiği üzerinde
icma edilmişse onu kesmek vacibtir. Zira hayvanın helal olması için onu kesmek şart
olduğuna ve hayvanın, nesini kesmenin kâfi geldiği hususunda da bir nass bu-
lunmadığına göre, neyin üzerinde icma edilmiş ise, o şeyi kesmenin vacib olması
lâzım gelir." demiştir. Fakat bu zayıf bir görüştür. Zira kâfi geldiği üzerinde icma



£1781

edilen birşeyin sıhhat için şart olması lâzım gelmez.



17-18. Anne Karnındaki Yavru Kesimi Nasıl Olur?
2827. ...Ebû Said'den demiştir ki:

Resûlüllah (s.a.)'e anne karnındaki yavrunun hükmünü sordum da:

"Dilerseniz onu yeyiniz." buyurdu. (Hadisin senedinde bulunan râvİ) Müsedded (bu

hadisi şöyle) rivayet etti:

Biz (Fahr-i Kâinat efendimize):

Ey Allanın Resulü! Biz (bazan) deve boğazlıyoruz. Yahut da sığır ya da koyun
kesiyoruz. Karnında yavru buluyoruz. Bu yavruyu atalım mı, yoksa yiyelim mi? diye
sorduk.

£1791

İsterseniz onu yeyiniz. Çünkü onun kesimi annesinin kesilmesiyledir." buyurdu.
Açıklama

Cenîn: Sözlükte ana karnındaki çocuk anlamına gelir. Burada ana rahminde bütün

£1801

organları tam olduğu halde, ölü olarak bulunan yavru anlamında kullanılmıştır.
Bazı Hükümler

1. Ana karnındaki yavru annesinin bir parçası olduğundan anneyi kesmekle yavru da
şer an kesilmiş olur. Bir başka ifâdeyle, anneyi kesmek yavruyu da kesmek yerine
geçer. Annesinin eti gibi onun eti de helal olur. Binaenaleyh kesilen bir hayvanın
karnında ölü olarak çıkan veyahutta can verirken çıkan bir yavrunun eti de annesinin
eti gibidir. Said b.el-Müseyyeb ile İmam Şafiî, Ahmed, İshak, Ebû Yusuf, Muhammed
(r,a) bu görüştedirler. Bunlara göre; bu yavrunun tüyleri bitmemiş bile olsa, eti yine
helaldir. Delilleri ise Abdullah b. Ömer'den rivayet edilmiş olan: "Cenin kesimi

[İMİ

annesinin kesiminden ibarettir, tüyleri ister çıkmış olsun isterse çıkmamış olsun."
mealindeki hadis-i şeriftir. Ancak bu hadîsin senedinde Mübarek b. Mücahid gibi
zayıf bir ravi bulunmaktadır.

İmam Mâlike ve el-Leys'e göre; hayvanın kesilmesiyle karnındaki yavrunun da
kesilmiş sayılması için yavrunun kıllarının bitmiş olması şarttır. Delilleri ise "Deve
kurban edildiği zaman, karnındaki yavrusunun organları teşekkül etmiş, tüyleri çıkmış

0821

ise, bu yavru annesiyle beraber kesilmiş sayılır" mealindeki hadis-i şeriftir. Fakat
İmam Malik ile el-Leys'e göre, 'bu yavru temiz olmakla beraber, yine de kanını
akıtmak için kesilmesi men-duptur. Tüyleri çıkmamışsa kesilse de eti helâl olmaz.
İmam Ebû Hanife'ye göre; anne karnından ölü olarak çıkan yavru annesinin
kesilmesiyle kesilmiş olmaz. Bu yavrunun eti haramdır. Çünkü ölü hükmündedir.
Onun etinin helal sayılabilmesi için» ana rahminden diri olarak çıkması ve ayrıca
kesilmesi gerekir.

Ebû Hanife'e göre metinde geçen ceninin kesimi annesinin kesimidir cümlesinde



yavrunun kesiminde annesi gibi müstakil bir kesim olması gerektiğini ifâde eden bir
teşbih vardır.

Ancak imamın bu görüşü çeşitli yönlerden tenkid edilmiş ve sözü geçen cümlenin
nahv yönünden de bu manaya müsait olmadığı ifade edilmiştir.

Nitekim İbn el-Münzir'de; "ne sahabilerden ne de diğer alimlerden hiç bir kimse Ebû
Hanife gibi dememiştir." diyerek İmamı bu görüşünden dolayı tenkid etmiştir.
2. Annesi kesilmeden önce, ana rahminde ölen bir yavrunun etinin yenmesi haramdır
ve anasının kesilmesiyle de temizlenemez.Bu hususta tüm islâm âlimleri ittifak
£1831

etmişlerdir.

2828. ...Câbir b. Abdillah'dan rivayet olunduğuna göre: Resülullah: (s.a.)

"Ana rahmindeki yavrunun kesimi, annesinin kesimi(nden ibarettir." buyurmuştur.

£1841



Açıklama

Bir önceki hadis-i şerifin şerhinde geçen açıklamalar, bu hadis-i şerif için de geçerli

[İMİ

olduğundan burada tekrara lüzum görmüyoruz.

18-19. (Kesilirken) Üzerine Besmele Çekilip Çekilmediği Bilinmeyen (Bir
Hayvanın) Etini Yemek (Caiz Midir)?

2829. ...Hz. Aişe'den demiştir ki; ashab-ı kiramdan bazıları Fahr-i Kainat efendimizin
huzuruna gelerek:

"Ey Allah'ın Rasûlü, cahiliyyet döneminden yeni kurtulmuş olan bazı kimseler
(kesilirken) üzerine Allah'ın isminin anılıp anılmadığmı bilmediğimiz (hayvanların)
etleri(ni) getiriyorlar biz bu, etlerden yiyebilir miyiz?" diye sormuşlar da Resulüllah
(s.a.):

£1861

"Bismillah deyiniz ve yeyiniz!" buyurmuştur.
Açıklama

Metinde geçen Bismillah deyiniz ve yeyiniz sözüyle etiymeden önce çekilen
besmelenin, hayvanı keserken çekilmesi gereken besmelenin yerini tutacağı
kasdedilmiş değildir. Bu cümle ile, müslümanlar tarafından getirilen bir etin, âit
olduğu hayvanın, kesilirken besmeleyle mi yoksa besmelesiz mi kesildiğinin
araştırılması gerekmediği, bu etin besmeleyle kesilmiş bir hayvana ait olduğu kabul
edilerek besmele ile yenile-bileceği ifâde edilmek istenmektedir.
Durum böyle olunca, kendisine müslümanlar tarafından bir et takdim edilen bir
müslüman için önemli olan bu etin ait olduğu hayvanın nasıl kesildiğini araştırmak
değil, yerken besmele çekmektir; ancak bu etin ait olduğu hayvanın besmelesiz olarak
ya da İslâmî ölçülere aykırı olarak kesildiğine dâir kesin bir bilgisi varsa; o zaman
hüküm değişir ve bilgisinin icab ettirdiği şekilde hareket etmesi gerekir.



İmâm Mâlik'e göre; kesilirken besmeleyle kesilip kesilmediği bilinmeyen, fakat
müslümanlar tarafından takdim edilen bir hayvanın etini besmele çekerek yemenin
helâl olması, İslâm'ın ilk yıllarına aittir; sonradan bu hüküm "Kesilirken üzerine

£1871

Allah'ı adlanılmayan (hayvan) lardan yemeyin."
âyet-i kerîmesiyle neshedilmiştir.

İbn Abd'il-Berr'e göre; İmâm Mâlik (r.a.)'m bu görüşü delilsiz ve isabetsizdir; çünkü
O'nun, bu hadisin hükmünü neshettiğini söylediği âyet-i kerime Mekke'de nazil
olmuştur; oysa mevzûmuzu teşkil eden hadis-i şerif-Medine'de sâdır olmuştur ve
Medînelilere söz konusu eti getiren müslümanlar Medine'nin çöllerinde yaşayan

£1881

bedevi müslümanlardır.
Bazı Hükümler

1. Bir müslümanm kestiği temiz bir hayvanın eti, helaldir, isterse o muslumanm
hayvanı keserken besmele çekip çekmediği belli olmasın; çünkü bir müslüman için
hayırdan başka bir şey düşünülemiyeceğinden, onun, bu hayvanı keserken besmele
çektiğine hükmedilir.

2. Kesilen bir hayvanın etinin helal olabilmesi için, besmeleyle kesilmesi şart değildir;
fakat onu keserken besmele çekmek müstehaptır. Şâfıîlerin görüşü de budur. Binâen
aleyh bu hadis, bu mevzuda, Şâfiîlerin delilidir. Şâfiîler yine bu hâdis-i şerife
dayanarak, kurban kesen bir kimsenin besmeleyi unutarak veya bile bile terk
etmesinin de zarar vermiyeceğini söylemişlerdir. Bu görüş, İmâm-ı Ahmed'den de
rivayet edilmiştir.

Şâfiîlerin bu görüşlerini teyid eden diğer bir delil de musannif Ebû Dâ-vûd'un *el-
MerâsiP isimli eserinde İbn Abbas'dan naklen rivayet ettiği "Müs-lümanm kestiği
hayvanın eti, besmele çekmeden kesmiş olsa bile, helâldir; çünkü hayvanı keserken bir

£189]

isim zikredecek olsaydı Allah'ın isminden başkasını zikretmezdi. mealindeki
hâdis-i şeriftir. Her ne kadar bu hadîs-i şerif mürsel ise de bunu İbn Abbas (r.a.)'in
"Bir müslim Allah'ın ismini anmadan bir hayvanı keserse onun etini yesin; çünkü

£1901

müslim kelimesinde Allah'ın isimlerinden bir isim (olan Selam) vardır."
mealindeki sözü teyid etmektedir.

İbn Ömer'le Nâfı', Şa'bî ve tbn Sîrin'e göre, kesilen temiz bir hayvanın etinin helal
olabilmesi için, onun besmeleyle kesilmesi şarttır. Kasden veya unutularak besmelesiz
kesilen bir hayvanın eti haramdır. Bu görüş, İmâm Ahmed'den de rivayet edilmiştir.
Ebû Sevr ile Dâvûd-ı Zahirî ve Şâfiîlerin müteahhirînlerinden Ebü'l-feth et-Tâî bu
görüşü tercih etmişlerdir. Delilleri ise; "Kesilirken üzerine Allah'ın adı anılmayan

£1911

(hayvan)lardan yemeyin; çünkü o(nu yemek) yoldan çıkmaktır..." âyet-i
kerimesiyle "...size iyi ve temiz şeyler helâl kılındı. Allah'ın size öğrettiğinden
öğreterek yetiştirdiğiniz avcı hayvanların sizin için tuttuklarını yeyin ve üzerine

£192]

Allah'ın adını anın." âyet-i kerîmesi ve 2821 numaralı hadis-i şeriftir.
Hanefîlerle Ata, Tavus ve Hasan-ı Basrî'ye göre; kesilen temiz bir hayvanın etinin



helâl olabilmesi için besmele ile kesilmiş olması şarttır. Eğer besmele bile bile
terkedilmiş ise, o hayvanın eti haramdır; fakat besmelenin unutularak, terkedilmiş
olması zarar vermez. Delilleri ise yukarıda mealini sunduğumuz En'am sûresinin 121.
âyet-i kerimesiyle "Bir müslüman, hayvan keserken besmele çekmeyi unutursa Ona
müslim ismi(ni taşımış olması) yeter. (Binâenaleyh hayvan keserken besmele çekmeyi

£1931

unutan bir müslüman) besmele çekip onun elini yesin." hâdis-i şerifidir. Ancak
bu hadisin senedinde, hafızasında zayıflık bulunan Muhammed b. Yezid b. Sinan
vardır. Bu bakımdan Hadis zayıftır.

Nitekim İbn Abbas'm rivayet ettiği; "Bir kimsenin hayvan keserken besmeleyi

£1941

unutmasının zararı yoktur; fakat kasden terkederse o hayvanın eti yenmez."
mealindeki hadis-i şerif de Hanefîlerin bu görüşünü te'yîd etmektedir. İmâm Malikin
meşhur olan görüşü de budur. Bu görüş İmam Ah-med'den de rivayet edilmiştir. Bu
mevzu 2818 nolu hadisin şerhinde de geçmiştir. Kıymetli okuyucularımız oraya da

£195] '

müracaat edebilirler.

19-20. Atîre (Ve Fera' Denilen Kurbanlar) Hakkında

2830. ...Ebu'l-Melih'den (rivayet olunduğunu göre) Hubeyşe (r.a.) şöyle demiştir:
(Sahabe-i kiramdan) bir adam, Rasûlullah (s.a.)'e;

"Biz cahiliye devrinde receb (ayları içerisinde) "Atîre (diye bir kurban) keserdik. (Bu
hususta) bize ne buyurursunuz?" diye sordu. (Hazret-i Peygamber de bu nevi
kurbanları)

"Allah için kesiniz. (Kesim vakti) hangi ay olursa, olsun birde Allah'a itaat edin ve
(fakirlere) yedirin." buyurdu. (Bunun üzerine o zat):

"Biz cahiliye döneminde Fera' (diye anılan bir kurban daha) keserdik. (Bu hususta)
bize ne buyurursunuz?" dedi. (Hz. Peygamber de); ("-Yılın çoğunu kırda otlamakla
geçiren deve, sığır veya davardan yüz adetlik bir sürü demek olan) her sâimede senin
sürünün (sütüyle) beslediği bir yavru vardır. Bu yavru yük taşıyacak (yahut da yav-
rulayacak) bir hale gelince (onu) kesersin ve etini sadaka olarak dağıtırsın." buyurdu.
Ravi Nasr (bu cümleyi):

"Hacıları taşıyabilecek hale gelince onu kesersin ve etini sadaka olarak dağıtırsın-"
şeklinde rivayet etti. (Ravi) Halid (el-Hazza') dedi ki: Öyle zannediyorum ki, (Ebû
Kalabe bu hadisi rivayet ederken 'etini sadaka olarak dağıtırsın' cümlesini, 'Etini
sadaka olarak yolculara (dağıtırsın) çünkü bu daha hayırlıdır.' (şeklinde) rivayet etti.
Hâlid dedi ki: Ben Ebû Kalâbe'ye "Sâime (denen sürü) kaç (hayvandan olaşmakta)

£196]

dır." diye sordum da "yüz (hayvandan meydana gelir.)" cevabını verdi.
Açıklama

Atîre: Arapların Recebiye dedikleri recep ayının ilk on gü-nü içinde kestikleri
hayvandır. Cahiliye devri Arapları, bu hayvanın kanını putların başına serperlerdi.
Bazılarına göre, Atîre; Arapların bir dileklerinin yerine gelmesi ya da hayvanlarının
sayısının belli bir mik-dara ulaşması halinde her on hayvandan birisini recep ayında



keseceklerine dair adadıkları kurbandır. İbn Esir'in açıklamasına göre; İslam'ın ilk

£197]

yıllarında bu âdet yürürlükte idi, daha sonra iptal edildi.

Fera'; devenin doğurduğu ilk yavrudur. İmâm Şafiî'nin beyânına göre; Araplar,
anasının bereketi ve nesli çoğalsın diye bu yavruyu keserlermiş. Bazı lügat ulemasına
göre Fera'; hayvanın doğurduğu ilk yavru olup Araplar bunu putlarına kurban
ederlermiş "Fera' develeri yüze varan kimsenin elde ettiği ilk yavrudur. Onu
keserlerdi." diyenler de vardır. Bu tarife göre de doğan ilk yavru mutlaka kurban
UM

edilirmiş.
Bazı Hükümler

Bu hadis, Resûlüllah (s.a.)'in Atîre ve fera' kurbanlarını yürürlükten kaldırmadığına,
ancak bunların putlar için kesilmesiyle Atîre'nin Recep ayma tahsisini ve fera'nm da
hayvanın ilk doğan yavrusundan seçilmesini iptal ettiğine delâlet etmektedir. Bu
bakımdan iptal edilen bu hususlardan kaçınmak şartıyla söz konusu kurbanları kesmek
caizdir. Şafiîler'le Hanbelîler'in görüşü budur.

İbn Şîrîn, Recep a; nda atîre kurbanı keserdi. îbn Ömer (r.a.) da atîre kurbanı kesmekte
bir sakınca görmezdi. İmâm Nevevî'nin açıklamasından anlaşılıyor ki; Şâfiîler'in sahih
olan görüşüne göre fera' ve Atire kurbanlarını kesmek müstehaptır. Bu kurbanları
kesmenin caiz olduğunu söyleyen ulema bir numara sonra gelecek olan "İslamiyette
fera' ve atira yoktur." mealindeki hadîs-i şerifi üç cihetten te'vîl etmişlerdir:

1. Bu hadisten maksat atîre ve fera' kurbanlarının caiz olmadığını ifade etmek değil,
farz olmadıklarını ifade etmektedir.

2. Yine bu hadis-i şerifte, sözü geçen kurbanlarla ilgili olan yasak, onların mutlak
surette kesilmeleri ile ilgili değildir; putlar için kesilmeleriyle ilgilidir.

3. Sözü geçen hadis-i şerifteki kurbanlarla ilgili olumsuzluk, onların mutlak surette
kesilmesiyle ilgili değildir. Sadece bu kurbanların müstehaplık ve sevab yönünden
diğer kurbanlarla eşitliğiyle alakalıdır. Binâenaleyh hadis-i şerifte "her ne kadar bu
kurbanları kesip etlerini dağıtmak büyük bir iyilik ve sevabı çok bir sadaka ise de
derece itibariyle diğer kurbanlar kadar değildir."

İmâm-ı Şafiî; "Mümkün olduğu takdirde bu kurbanları her ay kesmek iyi olur."
Lİ921

demiştir.

Alimlerden bir cemâat ile Hanefî ve Maliki âlimlerine göre; "Fera' ve atîre kurbanları
bir numara sonra gelecek olan hadis-i şerifle neshedilmiştir. Bu görüşte olan âlimlere
göre; bir numara sonra gelen Ebû Hureyre hadisi mevzuumuzu teşkil eden hadis-i
şeriften sonra vârid olmuştur. Ebû Hureyre (r.a.)'in hicretin yedinci senesinde,
müslüman olması tarih itibariyle bu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır." tbn Hazm da
bu görüştedir. Kâdî Iyâz da Cumhur ulemânın, bu kurbanları kesmenin neshedüdiği
görüşünde olduklarını söylüyor. Ancak Haris b. Amr'ın şu hadîsi bu görüşün aksini
ortaya koymakta ve İmâm Şafiî'yi doğrulamaktadır:

"Veda' Haccı'na Hz. Peygamber kulağı kesik devesi üzerinde idi. Bu esnada halkdan
bir adam:

"Ya Resûlallah atîra ve fera' kurbanları hakkında ne buyurursun?" dedi. Rasûlüllah
(s.a.)'de;



T2001

"Onları isteyen kessin, istemeyen de kesmesin." buyurdu.

2831. ...Ebû Hüreyre'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a.v.)

[20U

"Fera' ve atîre yoktur." buyurmuştur.
Açıklama

Metinde geçen: **Lâ-yı nâfiye = olumsuzluk lası" bura-da "Lâ-yı nahiye = nehy lası*'
anlamında kullanılmıştır. Bu bakımdan hadis "İslamda ferâ' ve atîre (kurbanları)
yasaklanmıştır." anlamına gelmektedir. Nitekim Rasûlüllah (s. a.) ferâ' ve atîre

\202]

kurbanları kesmeyi yasakladı." mealindeki hadîs-i şerifteki nehy ifâdesi de bu
gerçeği açıkça ortaya koymaktadır. Bu kurbanları kesmenin caiz olduğunu söyleyen
İmâm Şafiî (r.a.)'in beyanına göre; "Cahiliyyet dönemi Arapları anasının bereketi ve
nesli artsın diye ilk yavruyu keserlermiş. İslamiyet gelince Hz. Peygambere bunun
hükmü sorulunca Efendimiz bunda bir kerahet olmadığını bildirmiştir, fakat bu
yavrunun üzerinde Allah yolunda bir yük taşmm-caya kadar bekletilmesini ve ondan
sonra kesilmesini mustahablık için emretmiştir." İmâm Şafiî'ye göre; mevzuumuzu
teşkil eden bu hadis-i şerifteki yasak, bir önceki hadisin şerhinde de açıkladığımız gibi
haramhk ifade eden bir yasak değildir. Ancak bu kurbanların üzererinde Allah yolunda
bir yük taşımncaya kadar tehir edilmesinin daha iyi olacağını ifade eden bir yasaktır.
Bu bakımdan mevzuumuzu teşkil eden hadîs-i şerifle bir önceki hadîs-i şerif arasında
bir çelişki olmadığı gibi yine mevzuumuzu teşkil eden hadisle "Fera* bâtıl değildir."

r2031

mealindeki 2842 numaralı hadis arasında da bir çelişki yoktur.

Diğer mezhep âlimlerinin bu mevzûdaki görüşlerini, bir önceki hadis-i şerif şerhinde

r2041

açıkladığımız için burada tekrara lüzum görmedik.

2832. ...Said (b. El-Müseyyeb)'den demiştir ki: "Fera' ilk yavrudur. (Araplar)

' 1205]

hayvanların doğurduğu ilk yavruyu keserlerdi."
Açıklama

Bu hadis-i şerif, Fera' kelimesinin câhiliyye dönemi Arap-larınm bereket ümidiyle
putları önünde kurban ettikleri ilk yavru anlamına geldiğini ifade etmektedir. 2830
no. lı hadisin şerhinde de açıkladığımız gibi, bazı lügat âlimlerine göre bu kelime
"develeri yüze ulaşan bir kimsenin elde edip putlara kurban ettiği ilk yavru" anlamına
r2061

gelir.

2833. ...Âişe (r.anhâ)'dan demiştir ki:

"Rasûlüllah (s.a.) bize her elli koyundan birini (kurban olarak kesmemizi) emretti.
Ebû Dâvûd der ki: (Ulemâdan bazıları) "Fera' ilk yavrusudur. (Câhiliyye dönemi



Arapları) onu putları için kurban ederler, sonra yerler ve derisini de bir ağaç üzerine
atarlardı. Atîra (ise yine câhiliyye dönemi Araplarmm) Recebin ilk on (gün)ünde

r2Q71

(putlarına kurban ederek yedikleri ilk yavrudur.)
Açıklama

Rasûl-i Ekrem'in her elli koyundan birini kurban etmeyi emrettiğini ifade eden bu
hadisteki kurbanın ne kurbanı

olduğu, metinde açıklanmıyorsa da, âlimler bu kurbanı, Arapların câhiliyye
döneminde Fera' kurbanı dedikleri kurban olabileceğini söylemişlerdir. Nitekim
musannif Ebû Dâvûd da aynı görüşte olduğu için bu hadisi Atîra ve Fera' kurbanları
babı içerisine almıştır. Fıkıh âlimlerinin bu kurbanlar hakkındaki görüşlerini 2830 ve
2831 numaralı hadislerin şerhlerinde açıkladığımız için burada tekrara lüzum
görmüyoruz.

Musannif Ebû Davud'un metne ilâve ettiği talikteki fera' ile ilgili tarifin Saîd b. El-
Müseyyeb'eyahutta ez-Zührî'ye âit olması ihtimali kuvvetlidir. Hattâbî (r.a.), bu tarifin
ez-Zührî'ye âit olabileceğini söylüyor. Hafız İbn Hacer'de Feth'ül-Bârî adlı eserinde bu
görüşe katılmaktadır.

Yine Musannif Ebû DâvûcTun'bu talikteki ifâdesinden câhiliyye döneminde
Arapların hayvanın ilk yavrusu olan fera'ı putlar için kurban edip sonra yedikleri ve
derisini bir ağaç üzerine serdikleri anlaşılmaktadır. Yine bu talikte câhiliyye devri
Araplarmm atîre kurbanını receb ayında kestikleri ve bu kurbana "recebiyye" ismini
verdikleri ifade edimektedir.

Hadis âlimlerinin açıklamalarına göre; fera' kurbanlarının derilerinin bir ağaç üzerine

r2081

atılması o derilerin fera' kurbanı derileri olduğuna dair bir alâmet teşkil edermiş.

20-21 Akîka Kurbanı

2834. ...Ümmû Kürs'el-Ka'biyye demiştir ki:

"Rasûlullah (s.a.)'i, (Akîka kurbanı olarak) erkek çocuğu için yaşça birbirine denk olan
iki koyun, kız çocuğu için de bir koyun (kesilir) derken işittim."
Ebû Dâvûd der ki: Ben Ahmed (b. Hanbel)'i (metinde geçen) "mükâfieten" (keümesin)

r2091

i "eşittirler*', yahut da "birbirlerine yakındırlar" diye tefsir ederken işittim.
Açıklama

Akîka; lügatte yeni doğan çocuğun başındaki 'ana tüyü' demektir. Bir fıkıh terimi
olarak bu kelime; yeni doğan bir çocuğun doğumunun yedinci günü kesilen kurban
anlamında kullanılır. Kelime, yarmak ve kesmek manalarına gelen " " kökünden
türetilmiştir. Dolayısıyla yeni doğan bir çocuğun başındaki ana tüyü doğumunun
yedinci günü kesildiği için 'akîka' ismini aldığı gibi, onunla birlikte kesilen kurban da
bu ismi almıştır.

Hanefî âlimlerinden İbn Abidîn bu mevzuda şunları söylemiştir: "Çocuğu dünyaya
gelen bir kimsenin, doğumun ilk haftasında, çocuğa isim vererek başındaki ana tüyünü



kesip ağırlığınca gümüş ya da altın dağıtması müstehaptır. cl-Câmi ü'1-nıahbûbî'de
açıklandığına göre; çocuğun saçları kesilirken bir de 'akîka' adıyla bir kurban kesmek
caizdir. Ebû Cafer et-Tahâvî Şerhü Maâni'l-Asâr' isimli eserinde bu kurbanı kesmenin
nafile bir ibâdet olduğunu söylemiştir.

Udhıye kurbanında aranan şartların aynen bu kurbanda da bulunması gerekir. Bu
kurbanın eti çiğ olarak dağıtılabileceği gibi, pişirilerek ve kemikleri kırılarak veya
kırılmadan da dağıtılabilir. Uygun görülen kişilerin davet edilerek onlara yedirilmesi

mm

de caizdir."
Bazı Hükümler

1. Kız veya erkek çocuğu dünyaya gelen bir kimse-nm şükür makamında *akıka
adıyla bir kurban kesmesi meşru kılınmıştır. Haleften ve seleften ilim ehlinin
ekserisinin görüşü budur. İmâm Mâlik (r.a.) bu mevzuda şöyle diyor: "Akîka
konusunda biz Medîneliler arasında da ittifak vardır. Çocuğuna akîka kurbanı kesecek
kimse kız ve erkek için ayrı ayrı birer kurban keser. Akıka vâcib değil, müstehap-tır.

[211]

İnsanlar ötedenberi yapagelmişlerdir."

Tâbîn'den Yahya el-Ensârî de "Benim yetiştiğim insanlar yeni doğan kız ve erkek
çocukları için akîka kurbanı kesmeyi bırakmazlardı." demiştir.

Bu mevzuda İbn'ül-Mün'îr'de "Akîka kurbanı kesmeyi meşru görenler, Hanefî
âlimleriyle İmâm Malik, İmâm Şafiî, İshâk ve Cumhuru ulemâ'-dır. Delilleri ise;
mevzuumuzu teşkil eden babın hadisleri ile benzeri hadislerdir. Ancak akîka
kurbanının hükmü âlimler arasında ihtilaflıdır. Cumhuru ulema bunun sünnet olduğu
görüşündedir" diyor.Akika'nm hükmünü 2839 numaralı hadîsin şerhinde inşallah
açıklayacağız.

2. Akîka kurbanı olarak erkek çocuk için iki koyun, kız çocuk için de bir koyun
kesilir. Sahabe ve Tabiînden olan âlimlerin ekserisi ile onların dışında kalan ulemanın
pek çoğu bu görüştedir.

Ancak Hanefî âlimlçriyle İmâm Malik bu hususta kız ile oğlan arasında bir fark
yoktur. Her ikisi için de birer koyun kesilir, demişlerdir. İbn Ömer ile Urve b. ez-
Zübeyr de bu görüştedir. Nitekim şu iki hadis-i şerif, bunu açıkça ifâde etmektedir:
"Abdullah b. Ömer, aile fertlerinden her isteyene akîka'dan verirdi. O, kız ve erkek

12121

hepsi için ayrı ayrı birer koyun keserdi." "Urve b. ez-Zübeyr, âkîka olarak kız ve

[2131

erkek çocuklar için ayrı ayrı birer koyun keserdi." hadis-i şerifte Rasûl-i Ekrem
Efendimizin de Hz. Hasan ve Hüseyin (r.a.) için akîka kurbanı olarak birer koyun
kestiği ifade edilmektedir. Erkek çocuk için akîka kurbanı olarak iki koyun
kesileceğini ifade eden cumhuru ulemaya göre "Hz. Peygamber'in Hz. Hasan ile
Hüseyin için akîka kurbanı olarak birer koyun kestiğini ifade eden 2841 numaralı
hadis-i şerif muzdaribdir; çünkü Nesâi'nin rivayetinde Hz. Peygamber'in Hazret-i

12141

Hasan ve Hüseyin (r.a.) için ikişer koç kurban ettiği ifade edilmektedir. Gerçi
Nesâî'nin bu rivâyetindeki "iki koç" kelimesinin te'kid için tekrarlanmış olabileceği
binaenaleyh, Hazret-i Hasanla Hüseyin için kesilen akîka kurbanlarının dört koç değil



de iki koçtan ibaret olduğu düşünülebilirse, de bu iki hadisin birini diğerine tercih
etmek veya aralarını telif etmek mümkün olmadığından, bu hadisler muzdaribdir ve
delil olma niteliğinden uzaktır. Eğer, gerçekten 2841 numaralı hadisin sübûtu kabul
edilecek olursa o zaman, bir koyun kesmekle yetinmenin câizliğine iki koyun
kesileceğini ifade eden sahih hadislerin çokluğuna bakarak da iki koyun kesmenin
müstehap-lığma hükmetmek gerekir." Alimler, akîka kurbanının hangi hayvanlardan
olabileceği konusunda da ihtilâfa düşmüşlerdir, Şafiî âlimlerinden bazıları ile İbn
Hazm, mevzumuzü teşkil eden hadis-i şerifin zahirine sarılarak, akîka kurbanının
sâdece davar cinsinden olan keçi ve koyundan kesilebileceğini sığır ve deve cinsinden
akîka olamayacağını söylemişlerdir. Hanefî âlimlerine göre, kurban bayramında
kurban edilmeye elverişli olan her koyun, akîka kurbanı olabilir.
Mâlikîlerle Şâfiîlere ve âlimlerin cumhuruna göre; kurban bayramında kurban
edilmeye elverişli olan davar, sığır ve deve cinsinden her hayvan akîka kurbanı olarak
kesilebilir. Delilleri ise Hz. Enes'in rivayet ettiği "Kimin bir çocuğu dünyaya gelirse

12151

onun için akika kurbanı olarak koyun, sığır ve deve cinsinden bir hayvan kessin."
mealindeki hadis-i şeriftir. Ancak bu hadisin senedinde Mus'ide b. el-Yesa' isminde
yalancı bir râvî bulunduğundan bu hadis delil olamaz. Ahmed b. Hanbel (r.a.)ya göre;
akîka kurbanı koyundan kesilebildiği gibi sığır ve deve cinsinden de kesilebilir. Bu
hayvanların akîka kurbanı olarak kesilmesinin caiz olabilmesi için ortaklaşa değil

[2161

sadece bir çocuk için kesilmiş olmaları şarttır.

2835. ...Ümmû Kürz'den rivayet olunmuştur ki:
Ben Rasûlullah (s.a.)'ı;

"Kuşları yuvalarında (kendi hallerine) bırakınız." derken işittim ve (bir de);
"Erkek çocuk için iki, kız çocuk için de bir koyun" (kesiniz, kesilen koyunların) erkek

[217]

veya dişi olmalarının sizce bir sakıncası yoktur." derken işittim.
Açıklama

Konumuzla alakali bu hadis-i şerifte, iki husus üzerinde durulmaktadır.

1. Kuştan, yuvalarından uçurtarak onların sağa veya sola doğru uçmalarından manalar
çıkarılması, yasaklanmakta ve onların lüzumsuz yere rahatsız edilmemeleri
istenmektedir.

Bilindiği gibi, câhiliyye döneminde Araplar bir iş yapmak istedikleri zaman kuşları
yuvalarından uçurturlar, eğer kuş sağ tarafa doğru uçarsa o işe başlarlar, sol tarafa
doğru uçarsa bu işten vazgeçerlerdi. Rasûl-i Zîşan Efendimiz, "Kuşları yuvalarından
(kendi hallerine) bırakınız." buyurmaları bu kabil adeti yıkmıştır.

2. Yeni doğan bir oğlan çocuğu için akika kurbanı olarak iki koyun, kız çocuğu için de
bir koyun kesileceği bildirilmektedir. Mezhep İmamlarının bu mevzudaki görüşlerini
2839 nolu hadis-i şerifin şerhinde açıklayacağız.

Her ne kadar Ahmed b. Hanbel (r.a.) râvî Süfyan'm bu hadisi rivayet ederken yanlışlık
yaptığını, aslında Ubeydullah'm bu hadîsi babasından değil Siba'dan rivayet ettiğini
söylemişse de, Nesâî'nin rivayeti de bu hadisi doğruluyor, Hâkim bu hadisin senedinin
sahîh olduğunu söylemiş ve Zehebî de *et-Telhîs* isimli eserinde Hakim'in bu



1218]

görüşünü tasdik etmiştir.



2836. ...Ümmü Kürz'den rivayet olunmuştur ki: Rasûlullah (s. a.): "Erkek çocuk için
(akîka kurbanı olarak, yaşça) biribirine eşit olan iki koyun, kız çocuğu için de bir
koyun (kesilir)" buyurdu. Ebû Dâvûd der ki: İşte (sahih olan) hadis budur. (Bir önceki)

12191

Süfyan hadisi ise hatalıdır.
Açıklama

Bu hadis-i şerif, bir numara önce yine geçmişti; ancak bir numara önceki rivayetin
senedinde Ubeydullah b. Ebî Ye-zîd ile Siba b. Sabit arasında Ebû Ubeydullah'm
babası, Ebû Yezîd vardı ibaresi yoktur.

Bu sebeple Musannif Ebû Dâvûd, bu iki hadis arasında bir mukayese yapmak
lüzumunu hissetmiş ve yaptığı bu mukayese neticesinde mevzûumuzu teşkil eden
hadisin senedinin doğru olduğu, bir önceki hadisin- senedininse hatalı olduğu
hükmüne varmış ve metnin sonuna ilave ettiği talikte bu hükmü açıklamıştır.
Hadisin ihtiva ettiği meseleler ve fıkıh ulemasının bu hadisle ilgili görüşlerini 2839

[220]

numaralı hadisin şerhinde açıklayacağız. İnşallah.

2837. ...Semüre'den demiştir ki: Rasûlullah (s.a.):

"Her çocuk (doğumunun) yedinci gününde kendisi için, kesilecek olan akîka kurbanı
karşılığında (konmuş) bir rehine (gibi)dir. (Bu kurban kesildikten sonra çocuğun) başı
traş edilir ve (kurbanın kanıyla) boyanır." buyurmuştur.

Katâde'ye (akika kurbanının kanı ile) çocuğun başını kana boyamanın nasıl yapıldığı
sorulduğu zaman (şöyle) derdi: "Akîkayı kestiğin zaman ondan bir tüy alırsın, o tüyü
(hayvanın boğazmdaki kesilmiş ve kanamakta olan) can damarının karşısına tutarsın.
Sonra (Kana boyanmış olan bu tüyü) çocuğun bıngıldağının üzerine koyarsın; nihayet
(o tüyden) çocuğun başında iplik gibi (kanlar) ak(maya başl)ar. Daha sonra çocuğun
başı yıkanır ve traş edilir. Ebû Dâvud der ki: (Metinde geçen) şu (çocuğun başı
kurbanın kanıyla) boyanır (sözü) Hem-mam'dan (gelen) hata(lı bir rivâyet)tir. Bu söz
(ün rivayetinde) Hem-mam'a ters düşüldü. Bu (çelişki) Hemmam'dan gelen bir
hatadan (doğ-makta)dır. (Bu sözü) Hemmam "yüdernmâ = kana boyanır" diye rivayet
ederken (Hemmam'm dışındaki râvîler) "yüsemmâ =isimlendirilir" diye rivayet

[2211

etmişlerdir. (Hemmam'in) bu (rivayeti) alınamaz.
Açıklama

Metinde geçen, "Her çocuk akîka kurbanı karşılığında rehinedir." cümlesine çeşitli
manalar verilmiştir. Bazılarına göre; bu cümle "Çocuk için mutlaka bir akîka kurbanı
kesmek gerekir. Akîka kurbanı terk edilemez," anlamına gelmektedir. Binaenaleyh bu
cümlede yeni doğan çocuk için kesilecek kurban alacaklının elinde bulunan bir rehine-
ye benzetilmiştir. Alacaklının elinden alınmadıkça, rehineden faydalanmanın mümkün
olmadığı gibi akîka kurbanı kesilmedikçe de Allah'ın nimeti olan bu çocuktan hayırlı



neticeler almak ve çocuk nimetinin şükrünü eda etmek mümkün olmaz. Bu nimetin
şükrünü eda etmek için, mutlaka akîka kurbanı kesmek gerekir. Akîkamn vacip
olduğunu söyleyenler cümleye bu manayı vermişlerdir.

Hattâbi'nin de ifâde ettiği gibi, bu vzüda söylenenlerin en güzeli Ah-med b. Hanbel
(r.a.)'mn şu sözüdür: "A .ikanın rehine olması çocuğun öbür dünyada şefaatçi
olmasıyla ilgilidir. Binâenaleyh çocuğu doğan bir kişi aki-ka kurbanı kesmeden ölecek
olursa, o çocuk âhirette ebeveynine şefaatçi olamaz; ancak çocuk akîka kurbanından
sonra ölmüşse o zaman ebeveynine şefaatçi olur. Bazılarına göre; akîka, çocuğu
şeytanın tasallutundan kurtarır. Hafız İbn Hacer'in açıklamasına göre; Atâ el-Horasânî
de cümleye bu manâyı vermiştir.

Musannif EbûDâvûd, Hemmâm'm bu hadiste geçen "yüdemmâ = kana boyanır."
kelimesini rivayet ederken yanıldığını bu kelimenin aslının "yü-semmâ = isim verilir"
olduğunu, nitekim Hemmâm'm dışındaki râvîlerin bu kelimeyi "Yüsemmâ" şeklinde
rivayet ettiklerini söylemektedir.

Gerçekten Hemmâm bu rivayetinde yanılmıştır. Gerçek olan diğer ra-vilerin
rivayetidir. Katâde'nin yapmış olduğu açıklama ise İslâmî uygulama ile değil,

f2221

câhiliyye dönemindeki Arapların uygulamasıyla ilgilidir.
Bazı Hükümler

1. Çocuğun doğumunun yedinci günü, akîka kur-banı kesmek sünnettir. Ancak bu
kurbanın çocuğun doğumundan ne kadar zaman sonra kesildiğine dair farklı görüşler
vardır. Hanefi âlimleriyle İmâm Şafiî ve İmam Malike göre; çocuğun vücûdunun
tümü annesinin rahminden çıkıp dünyaya geldiği andan itibaren akîka kurbanı
kesmenin vakti girmiş olur. Malikilere göre; akika kurbanı kesme vakti, çocuğun
doğumunun ikinci günü girer. Ancak çocuk fecrin doğmasından önce dünyaya
gelmişse fecrden önceki gün de hesaba katılır.

Hanbeli âlimlerinden Ibn Kudemâ, El-Muğnî isimli eserinde şöyle diyor: "Sünnet olan
akika kurbanını doğumun yedinci gününde kesmektir. Fakat, çocuk (yedinci günden
önce veya yedinci günde) ölecek olursa bu kurban, doğumun on dördüncü gününde
kesilir. Eğer çocuk bu süre zarfında ölecek olursa o zaman doğumun yirmi birinci
gününde kesilir. Nitekim Hz. Aişe (r.a.) ile İshak da bu görüştedirler. Esasen biz
akikanm meşru olduğunu kabul eden âlimler arasında akika kurbanını doğumun
yedinci gününde kesmenin müstehap olduğunda herhangi bir ihtilaf bilmiyoruz. Yani
bu mevzuda ihtilaf yoktur. Fakat çocuğun ölmesi halinde bu kurbanın doğumun on
dördüncü yahut da yirmi birinci günü kesilmesi meselesine gelince, bu meselede delil

f2231

Hz. Aişe'nin sözüdür. Bu gibi bir meselelerde Hz. Aişe'nin kendiliğinden bir söz
söylemesi mümkün olmadığına göre; Hz. Aişe'nin bu sözü bizzat Hz. Peygamber'den
duyduğu bir hadise veya O'ndan gördüğü bir uygulamaya istinaden söylemiş olduğunu
kabul etmek icab eder. Yine Malikiler'e göre; akikanm, sözü geçen günlerden önce
kesilmesi de caizdir. Şurasını da ilave edelim ki, Malİkiler'in delilini teşkil eden Hz.
Aişe hadisinin senedinde çok yanılmakla meşhur olan İbrahim b. Müslim el-Mekkî

f2241

bulunduğu için bu hadis zayıftır. Ancak şurası bir gerçektir ki gerek çocuğun
sıhhati yönünden ve gerekse ailesinin zamanının müsaitliği cihetinden akika için en



uygun zaman çocuğun doğumunun yedinci günüdür. Bu kurbanı kesme görevinin
kime düştüğü konusunda âlimler arasında ihtilaflıdır.

Hanefi ulemasıyla İmam Şafiî ve Ahmed'e göre; kurbanı kesme görevi çocuğun rızkını
temin etmekle görevli olan kişiye düşer.

Malikilere göre, bu kurbanı kesmek için herhangi bir şahıs belirlenmiş değildir.
Herhangi bir şahıs kesebilir. Hz Aişe'den rivayet edildiğine göre; Rasûlü Ekrem
Efendimiz, Hz. Hasan ve Hüseyin için birer kurban kesmiş ve keserken "-Bismillâhi
vellâhü ekber Allâhümme leke ve ileyke akîkatü fulânin = Allah'ın ismiyle, Allah en
büyüktür. Ey Al la hım falancanın aki-kası ancak senin içindir ve sanadır." diye dua

[225]

edilmesini emretmiştir.

2. Yeni doğan bir çocuğun başındaki ana tülerini, doğumunun yedinci gününde traş
etmek müstehaptır. Bu meselede âlimlerin hepsi ittifak etmişlerdir. Çünkü bu saçlar
ana rahmindeki kana bulanmışlardır. Bu sebeple Rasul-i Zîşan Efendimiz:

f2261

"Çocuğun başındaki saçları kesiniz." buyurmuştur.

3. Çocuğun başını akîka kurbanının kanıyla boyamak meşrudur. Hasan-ı Basrî (r.a.)
mevzûuhıuzu teşkil eden bu hadisin zahirine sarılarak, çocuğun başını akîkanm
kanıyla boyamanın meşru olduğunu söylemiştir. Katâde ile İbn Hazm da bu
görüştedirler. İbn Hazm, İbn Ömer'le Atâ'nm da bu görüşte olduklarını söylemiştir.
Hanefî alimleriyle İmâm Mâlik, Şafiî, Ahmed, İshak ve Cumhur ulemâ ise, bunun

r2271

cahiliyye adeti olduğunu ve İslâmiyetin bu adeti iptal ettiğini söylemişlerdir.

2838. ... Semura b. Cündüb'den rivayet olunduğuna göre; Rasûlullah (s. a.) (şöyle)
buyurmuştur:

"Her çocuk (doğumunun) yedinci gününde kendisi için kesilecek akîka kurbanı
karşılığında (konulmuş) bir rehine (gibi)dir ve (akika kurbanı) kesildikten sonra
(çocuğun başı) traş edilir ve (kendisine) isim verilir."

Ebû Dâvûd der ki: (Metinde geçen) "yüsemmâ = isim verilir" (rivayeti) çok sağlamdır.
Nitekim (bu kelimeyi) Sellam b. Ebi Muti, Katâde'den îyâs £. Dağfel ile Eş'âs de el-

[2281

Hasan(-i Basrî) 'den aynı şekilde (yüsemmâ diye) rivayet etti(ler.)
Açıklama

Musannif Ebû Davud'un, hadisin sonuna ilâve ettiği acık-lamasmda geçen esahh
kelimesi, aslında ism-i tafdiyl olmakla beraber, burada ism-i tafdiyl anlamında değil
mübalağa manasında kullanılmıştır. Musannifin bu kelimeyi ism-i tafdiyl manasında
kullandığı kabul edilirse, o zaman metinde geçen yüsemmâ rivayetinin bir önceki ha-
diste geçen yüdemma rivayetinden daha sağlam olduğu manası çıkar ki bu,
Musannifin iki rivayeti mukayese ettiği ve bunlardan bir önceki rivayeti sahih,
mevzuumuzu teşkil eden hadisteki rivayeti ise daha sahih bulduğu anlamına gelir.
Oysa musannif bir önceki hadisin talikinde, orada geçen yüdemma rivayetinin
Hemmam'a ait bir hata olduğunu, bunda asla doğruluk payı bulunmadığını, doğru olan
rivayetin yüsemmâ şeklindeki rivayet olduğunu açıkça ifade etmişti. İşte biz bu
gerçeği göz önünde bulundurarak talikte geçen "esahh" kelimesini "daha sahih"



şeklinde değil de "çok sağlam" şeklinde tercüme ettik.

Yine Musannifin açıkladığına göre; bu kelimeyi Sellam b. Ebî Mutî ile Iyas b. Dağfel

r2291

ve Eş'as de "yüsemmâ" şeklinde rivayet etmişlerdir.
Bazı Hükümler

1. Yeni doğan bir çocuğun, doğumunun yedinci gü-nünde bir akıka kurbanı kesilmesi,
aynı gun çocuğun saçlarının traş edilmesi ve çocuğa isim vermenin de yine
doğumunun yedinci gününe kadar tehir edilmesi, Rasul-u Zişan Efendimiz tarafından
teşvik edilmiştir.

2. Ancak fakirlik gibi meşru bir sebepten dolayı akika kurbanı kesmeye gücü
yetmeyen kimseler, çocuğa doğum gününün sabahından itibaren isim verebilirler.
Nitekim Buhari, Sâhihî'nin 71 nolu akika bölümünün birinci bâ-bmdaki hadislerden bu
hükmü çıkarmış ve sözü geçen baba "yeni doğan bir çocuğa o günün sabahında isim
verilmesi" adını vermiştir.

Hafız îbn Hacer'in sözü geçen babın şerhinde açıkladığı gibi, Rasûl-ü Ekrem
Efendimiz, sevgili oğlu Hz. İbrahim'e akika kurbanı kesemediği gibi İbrahim b. Ebî
Musa ve Abdullah b. Ebî Talha için de akika kurbanı kesilmemiş ve dolayısıyla
bunların isimleri doğumlarının yedinci gününe kadar tehir edilmemiştir.
Bu mevzuda Buhâri'nin rivayet ettiği bir hadisi şerif, şu mealdedir: "Benim bir
çocuğum dünyaya gelmişti. Onu hemen alıp Peygamber'e getirdim. Bunun üzerine Hz.
Peygamber önce çocuğa İbrahim ismini verdi. Sonra da damağına hurma sürüp ona

r2301

bereketle dua etti ve bana geri verdi."

Hafız İbn Hacer'in de açıkladığı gibi, bu hadis çocuğa isim koymakla acele etmenin
lüzumunu ve eğer akika kurbanını kesmeyecekse isim koymak için yedinci günü
beklemek gerekmediğini ifade eder.

Çocuğa isim vermek için doğumunun yedinci gününü beklemeye lüzum olmadığını
ifade eden hadislerden biri şu mealdedir: Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu: "Bu akşam

mu '

benim bir oğlum dünyaya geldi. Ona babamın adını koydum; İbrahim."
Fâide: a. Doğumunun yedinci gününde çocuğun saçlarını traş edip ağırlığınca gümüş
dağıtmak da sünnettir. Nitekim "Rasûrüllah (s.a.)'m kızı Fa-tıma, Hasan ile Hüseyin'in
Zeyneb ve Ümmü Gülsüm'ün saçlarını tartarak onların ağırlığınca gümüş tasadduk
r2321

etti." mealindeki hadis-i şerif bunu açıkça ifade etmektedir. Bu mevzuda
Tirmizî'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerif de şu mealdedir:
"- Rasûlullah (s.a.v.) Hasan(m doğumu) için bir koyun kurban etti ve;
"Ey Fatıma Hasan'm saçını traş et ve ağırlığınca gümüş tasadduk et." buyurdu. Bunun
üzerine Fatıma (kesilen)* saçı tarttı. Saçın ağırlığı bir dirhemdi veya bir dirhemden
f2331

biraz eksikti."

Bu mevzuda Hafız îbn Hacer şöyle diyor: "Çocuğun saçlarının kesildikten sonra
onların ağırlığınca dağıtılması gereken şeyin gümüş olduğunda bütün rivayetler ittifak
ettiği halde Râfıî b. Abbas'dan rivayet edilen "Çocuk hakkında doğumunun yedinci
gününde yapılacak yedi sünnet vardır.



"1. İsim vermek

2. Sünnet ettirmek,

3. Başını ve şâir kısımlarını temizlemek, .

4. Kulağını delmek,

5. Akika kurbanı kesmek,

6. Başını bu kurbanın kanıyla boyamak,

I234J

7. Ana tüylerinin ağırlığınca altın dağıtmak."

mealindeki hadise dayanarak" Çocuğun saçlarının ağırlığı miktarmca altın tasadduk
etmenin müstehak olduğunu" söylemiştir. Oysa bu hadisin senedinde zayıf bir ravi
olan Revâa b. el-Cerrah vardır.

b. Çocuğa Abdullah, Abdurrahman gibi güzel isimler verilmek halkın dilinde bozulup
çirkin bir hal alacak isimlerden kaçınmaktır. Çünk insanlar ahirette bu dünyadaki
isimleriyle çağırılacaklardır. Rasûl-ü Ekrem Efendimiz, bu dünyada devamlı olarak
güzel isimleri iyiye yorduğuna ve çirkin isimlerden hoşlanmayıp onları değiştirdiğine
göre, ahirette de insanların güzel isimlerinin amellerinin iyi sonuç vermesine sebep
olması mümkündür. Esasen bazı kimseler, isimle müsemma arasında fevkalade bir ilgi
bulunduğunu keşfetmişlerdir. Meselâ İyâs b. Muâviye (r.a.) bir insanı görünce onun
isminin ne olduğunu derhal keşfederdi. İşte isimle müsemma arasında bu ilişkiden
dolayıdır ki; Rasulü Zişan Efendimize, Ahmed, Muhammed, Mahmud

gibi onun fevkalade övülmeye lâyık bir kimse olduğunu ifade eden isimler nasib
olurken el-Hakem b. Hişam'a Ebû Cehil, Abdüluzzâ'ya da Ebû Le-heb künyesi nasib
[2351

olmuştur.

c. Çocuk doğar doğmaz sağ kulağına ezan, sol kulağına da kamet okunmalıdır. Bu onu
cin tasallutundan kurtarır. Nitekim bu mevzuda gelen bir hadis-i şerif şu mealdedir:
Ebû Râfi' (r.a.)'den rivayet edilmiştir ki: "Ali'nin oğlu Hasan, Fatıma (r.anha)dan
doğduğu zaman Rasûlüllah (s.a.)'in onun kulağına namaz ezanı gibi ezan okuduğunu

£2361

gördüm."

2839. ...Selmân b. Amr'ed-Dabbiyyi'den demiştir ki:
Rasûlüllah (s. a.) (şöyle) buyurdu:

(Yeni doğan her) bebekle beraber bir akîka bulunur. Öyleyse her yeni doğan çocuk

f2371

için bir akîka kurbanı kanı akıtınız ve kendisinden ezayı kaldırın."
Açıklama

Metinde geçen gulam kelimesinin asıl mânâsı erkek çocuk-, tur. Fakat âlimlerin çoğu
bunu erkek ve kız çocuğuna şümullü şekilde yorumladıkları için, biz bunu bebek diye
terceme ettik. Hasan-ı Basrî ile Katâde bunu erkek çocuğu manasına yorumlayarak,
kız çocuğu için akîka isimli kurban kesilmez, demişlerdir. Ama âlimler, bunu genel
manaya yorumlayarak ve diğer hadisleri delil göstererek kız çocuğu için de akika ke-
silir, demiştir.

Hadisin: "Bebekle beraber bir akika bulunur." cümlesinde geçen akika kelimesiyle
neyin kasdedildiği hususunda iki ihtimal vardır:



Birinci ve zahir olan ihtimale göre, bu kelime ile bebeğin saçı kasdedil-miştir. Hadisin
son cümlesinde bulunan Ezâ da saç manasına yorumlanmıştır. Hadisten kasdedilen
mana şöyledir: Bebek doğarken başında saç bulunur. Siz onun adına bir akika kurbanı
kesiniz ve çocuğun saçını traş ediniz.

Hasan-ı Basrî, Esmaî ve Muhammed b. Şirin Ezâ kelimesini bebeğin başındaki saç
manasına yorumlamışlardır.

İkinci ihtimale göre; hadiste bulunan akika kelimesiyle, akika denilen kurban
kasdedilmiştir. Akika denilen kurbanın bebekle beraber olmasının manası, bebeğin
kurban kesmeye sebeb ve vesile olmasıdır.

Hadiste geçen Eza kelimesinin bebeğin saçma inhisar ettirilmeyip genel manaya
yorumlanması ihtimali de vardır. Bu takdirde kasdedilen mana, bebeğin saçını tıraş
etmek sünnet ettirmek ve ana rahminde kendisine bulaşmış, bulaşıktan temizlemektir.
r2381

Bazı Hükümler

1. Hadisin zahirine göre, erkek çocuk için akika kurbanı kesilir, kız çocuğu için
kesilmez. Hasan-ı Barsı ile Katâde bu hadisin zahirine sarılmışlarsa da alimlerin
büyük çoğunluğu diğer hadisleri delil göstererek kız çocuğu için de akika kurbanını
kesmenin meşruluğuna hükmederek bu hadisteki 'gulam' kelimesini bebek diye

r2391

yorumlamışlardır.

2. Hadisteki akika kurbanının kesilmesi emredildiği için Hasan-ı Basrî ile Zahiriye
Mezhebi mensupları, akika kesmenin vacipliğine hükmetmişlerdir. İmâm Mâlik ile
İmâm Ahmed, İshak ve Ebû Sevr'e göre ise bu hadisteki emir nedb içindir. Dolayısıyla
akika kurbanı kesmek vacip değil sünnettir.

Bezl'ül-Mechûd yazarı, Hanefî âlimlerinin bu mevzûdaki görüşlerini şövle özetliyor:
"el-Bedâyi yazarı el-Kasânî Hz. Aişe'nin "Ramazan orucunun kendinden önceki
oruçları, guslün kendinden önceki gusülieri neshettiği gibi, ud-hiye kurbanı da

r2401

kendinden önceki kurbanları neshetmiştir." sözüne dayanarak akika kurbanının
neshedildiğini söylemiş, sünnetliğini reddetmiş ve akika kurbanı kesmenin mekruh
oludğunu ifade etmiştir.

Fetâvâ-yı Hindiyye yazarı da akika kurbanı kesmenin caiz olduğunu söylemekle
beraber, sünnet ve vacip olamayacağını kesin bir dille ifâde etmiştir. İmâm
Muhammed de el-Muvatta isimli eserinde akika kurbanımnn nesh edildiğini
vurgularken, Hanefî âlimlerinin müteahhirîninden olan İbn Abi-dîn, akika kurbanı
kesmenin müstehap olduğunu ifade etmiştir. el-Becîrem ise onun bizim hakkımızda
sünnet Hz. Peygamber hakkında ise vacib olduğunu savunmuştur..." Gerçek olan şu ki
Hz. Ebû Hanîfe*ye.göre ve dolayısıyla hanefî mezhebine göre Akika kurbanı kesmek
£2411

müstehabdır.

Hanefî âlimlerinden akika kurbanı kesmenin meşruluğunu reddedenlerin delili ise,
Amr b. Şuayb'den rivayet edilen "Rasûlullah (s.a.v.) efendimizden akika hakkında
soruldu da; akîkaları sevmem buyurdu." mealindeki hadis-i şeriftir.
Akika'nm sünnet ve müstehap olduğunu kabul edenlere göre, bu hadis-i şerif delil



alınacak kuvvette değildir. Aynı zamanda aki-kanın meşruiyetini inkara delil seçilmesi
doğru olmaz. Amr b. Şu-ayb'in babasından rivayet ettiği hadiste, "Rasûlullah (s.a)
Efendimizin 'Akîkayı sevmem ve benimsemem, buyurmasına gelince, hadisin siyakı,
vürûd sebepleri akîkanm sünnet ve müstehap olduğuna delâlet etmektedir. Çünkü
hadisin lafzı şöyledir: "Rasûlullah (s.a.) Efendimizden akîkadan soruldu, o da
"akikaları sevmem" diye cevap verdi." Bununla akika isminden hoşlanmadığım,
zebüıaya akîka denilmesinin hoş bir tabir olmayacağını bildirmek ister gibi bir arzusu

T2421

bulunduğunu ifade etmiştir. Çünkü 2842 nolu hadis-i şerifte de açıklanacağı gibi
bu kelime anne ve babaya isyan manasına gelen 'Ukuk' kökünden türetilmiştir.
Yukarıdaki rivayet ve görüşleri özetleyecek olursak; çocuk için akika kesmek
müstehaptır. Müctehid İmamların cumhuru ve fakihlerin ekseriyeti bunu böyle kabul
etmiştir. Babaya gereken, çocuğu dünyaya gelince, malî imkanı elverirse, Rasûlullah
(s.a.) Efendimizin bu sünnetini yaşatmaktır, tâ ki Allah (c.c.) yanında ecre nail olup
faziletten nasibini almış olsun. Aynı zamanda bununla, ülfet, muhabbet ve sosyal
irtibatı yakınları, komşuları ve dostları arasında artırsın. Çünkü akika vesilesiyle
dostlar, yakınlar hem çocuğun doğmasına sevinecekler hem de bir arada kaynaşıp
sıcak bir hava meydana getirecekler; yani birbirlerine daha sıcak ve samimi duygu
hissedecekler ve böylece sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı paylaşmış ola-
[243]

caklar..."

2840. ...Hasan(-ı Basrî)nin (şöyle) dedi(ği rivayet olunmuştur. Bir önceki hadiste
geçen) "Ezayı kaldırmak" (sözünden maksat yeni doğan çocuğun) "başı(nı) traş

f2441

etmektir."
Açıklama

Bir önceki hadis-i şerifte geçen ezayı kaldırmak tabirine Hasan-ı Basrî (r.a.) yeni
doğan çocuğun başındaki ana tüylerini traş etmek manası vermiştir.
İbn Sîrin (r.a.) de "şayet ezâ'nm kaldırılmasından maksat çocuğun saçının traşı değilse
başka ne olabilir?" diyerek bu konuda Hasan-ı Basrî'nin görüşüne katılmıştır; el-
Esmâ'î ise; söz konusu tabirden çocuğun saçlarını traş etmenin kasdedilmiş olduğunu
kesin bir dille ifade etmiştir.

Her ne kadar sözü geçen alimler "ezayı kaldırmak" tabirine bu manayı vermişlerse de
2838 numaralı hadisin şerhinde mealini sunduğumuz İbn Ab-bas'dan rivayet edilen
hadis-i şerif nazar-ı dikkate alınırsa, bu ta'biri sadece çocuğun baş traşma hasretmenin
doğru olmayacağı onun, çocuğun altının temizliğinden çocuk bakımıyla ilgili diğer

12451

temizliklere kadar varan geniş kapsamlı bir mana ifade ettiği anlaşılır.

2841. ...İbn Abbas'dan rivayet olunduğuna göre;

Rasûlullah (s.a.) Hz. Hasan ile Hüseyin için akîka kurbanı olarak birer koç kurban
1246]

kesmiştir.



Açıklama



Bu hadis-i şerif, erkek çocuk için iki akika kurbanı kes mek, bir akika kurbanı
kesmekten daha faziletli olmakla

beraber, aslında kız çocuğu gibi erkek çocuğu için de bir akika kurbanı kesilir diyen
İmam Malikle Hanefî ulemasının delilidir.

Ancak 2834 nolu hadis-i şerifin şerhinde etraflıca açıkladığımız gibi, 2834, 2835,
2836 nolu hadis-i şerifleri delil getirerek erkek çocuğu için iki, kız çocuğu için de bir
akika kurbanı kesilir diyen cumhur ulemaya göre; konumuzla alakalı bu hadis-i şerif,
muzdaribdir; çünkü bu hadis Nesâî'nin Süneni'nde "Rasûlullah (s. a.) Hasan ve
Hüseyin (r.a.) için ikişer koç kesti." anlamına gelen lafızlarla rivayet olunmuştur.
Hulâsa, cumhuru ulemaya göre; Allah c.c. erkek çocuğa verdiği kuvvet, bedeni güç ve
evin yükünü taşıma, sorumluluğunu yüklenme ve aile içinde sağladığı otorite gibi
özelliklerinden dolayı erkek çocuğu için iki, kız çocuğu içinse bir akika kurbanı
kesmek meşru kılınmıştır. Binaenaleyh Allah c.c. kime maddi imkan vermişse erkek
çocuğu için iki, kız çocuğu için de bir koyunu akika olarak kesmelidir. Çünkü bu
hususta Rasûl-i Ekrem (s. a.) Efendimizin de tavsiyeleri böyledir. Kimin maddi
durumu vasat bir ölçüdeyse veya bundan daha aşağı bir seviyede bulunuyorsa, o
takdirde erkek ve kız çocuklarından her biri için bir koyun kâfi gelir. Kişi akika
konusunu bu şekilde yerine getirirse, ecirden nasibini alır, sünneti gerçekleştirmiş
r2471

olur.

2842. ... (Amr b. Şuayb b. Muhammed b. Abdullah b. Amr b. As'-m) dedesinden
demiştir ki:

Peygamber (s.a.) akika' dan soruldu da:

"Allah (bu kelimenin manası olan) anne ve babaya isyanı sevmez." dedi. (Hz.
Peygamber duymuş olduğu) bu isimden hoşlanmamış gibiydi ve (sözlerine devamla);
"Kimin bir çocuğu doğar da o çocuk için bir kurban kesmek isterse oğlan çocuğu için
aynı yaşta iki koyun, kız çocuğu için de bir koyun kessin." buyurdu. Bir de
fera' (kurbanm)dan soruldu (bu soruyu da)

"Fera' haktır, (fakat fera' kurbanı olarak kesmek istediğiniz deve yavrusunu) kuvvetli
ve etli genç bir deve oluncaya kadar, yani iki ya da üç yaşma girinceye kadar,
bekletmeniz ve ondan sonra ona (döllenmeye muhtaç) bir dişi deve getirmen(iz) yahut
da Allah yolunda ona yük vurman(ız) onu (şimdi) kesip de zayıflıktan etinin yününe
yapışıp kalmasından ve (annesinin sütüyle doldurmakta olduğunuz) kabım(zı artık ona
bir daha süt sağamayacağmız İçin) ters çevirip yere kapatı-vermen(iz)den, (yavrusuz,

f2481

kalan) deveni(zi) de şaşkın bırakman(ız)dan daha hayırlıdır.
Açıklama

Bu hadis-i şerif, akîkanm vacip olmayıp müstehab olduğunu söyleyen cumhur
ulemânın delilidir. Sözü geçen ulemaya göre eğer, akika vacio olsaydı, onun
vücûbiyeti her halde dinde açıkça bilinirdi. Aynı zamanda böyle bir hüküm rhevcud
olsaydı,Rasûlullah (s.a.) delile dayanak olacak ölçü ve anlamda genel bir açıklama
yapar, yeterli bir beyanda bulunurdu da artık özür diye bir şey kalmazdı.



Oysa Rasûlullah (s. a.)

"Kimin bir çocuğu doğar da o da ondan yana bir nüsük (akika kurbanı kesmek)
arzusunda olursa o takdirde onu yerine getirsin." buyurarak akika konusunu, onu

f2491

yerine getirecek kişinin arzu ve hevesine bırakmıştır.
Bazı Hükümler

1. Çocuğu dünyaya gelen bir kimsenin şükür makammda kesmiş olduğu kurbana akika
kurbanı demek mekruhtur. Her ne kadar Rasûlü-ü Ekrem 2837, 2838, ve 2839 no.h
hadisi şeriflerde bu kurbandan akika kurbanı diye bahsetmişse de Rasûl-ü Zîşan
Efendimiz söz konusu kurban hakkında bu tabiri kullanmış olması, bu tabiri
kullanmanın kerahetini ortadan kaldırmaz. Çünkü Rasûl-i Zişan Efendimiz, mevzuu
halka anlatabilmek için onların bildiği tabirleri kullanmak mecburiyetinde kaldığı için
akika tabirini kullanmıştır. Eğer bu ta'biri kullanmasaydı bu mevzuu halka
anlatamayacaktı. Halkın bildiği tabiri kullanarak mevzuu onlara anlattıktan sonradır ki
bu tabiri tenkide sıra gelmiş ve akika tabirinin anaya ve babaya isyan etmek demek
olan ukuk kelimesiyle aynı kökten geldiği için Allah'ın bu ismi sevmediğini bildirmiş
ve bu tabir yerine niisk tabirini kullanmanın daha doğru olacağına dikkatleri çekmiştir.

2. Çocuğu doğan bir kimsenin şükür için bir kurban kesmesi vacip değildir,
müstehabdır.

3. el-Fera' kurbanı kesmek meşrudur. Ancak 'el-Fera' kurbanının iyice etlenmesi ve
kuvvetlenmesi için iki ya da üç yaşma girinceye kadar ve üzerine bir yük yükleyip
Allah yolunda bir işte kullanıncaya kadar kesilmeyip bekletilmesi müstehaptır.

12501

Nitekim 2830 numaralı hadisin şerhinde etraflıca açıklamıştık.

2843. ...Abdullah b. Büreyde dedi ki: Ben (babam) Büreyde'yi (şöyle) derken işittim:
"Biz câhiliyye devrinde iken birimizin bir çocuğu. dünyaya geldiği vakit bir koyun
keserdik ve kanını çocuğun başına sürerdik. Niha-f yet (yüce) Allah İslam'ı getirince
(doğan çocuklar için) bir koyun kesmeye ve başını traş edip za'feranla kokulamaya

izm

başladık."
Açıklama

Bu hadis-i şerif, yeni doğan bir çocuğun başını kurbanın kanıyla boyamanın cahiliyyet
âdetlerinden olduğu ve İs-
lâmiyet'in bu âdeti iptal ettiğini ifade etmektedir. Nitekim Buharî'nin, Rasûl-ü Zîşân
Efendimiz'in:

1252]

"Çocuğun başına kurbanın kanı yerine "halûk" denilen güzel kokuyu sürünüz."
buyurduğuna dair Hz. Aişe'den rivayet ettiği hadis-i şerif de bu gerçeği teyid
etmektedir..

Yine mevzuumuzu teşkil eden bu hadis-i şerif, yeni dünyaya gelen bir çocuğun başına

[253]

za'feran gibi güzel kokular sürmenin müstehap olduğuna da delalet etmektedir.



AV BÖLÜMÜ



12541

Av Bölümü

Av Eti yenen veya yenmeyen vahşi hayvanlar av hayvanlarıdır. Böyle bir hayvanı
hareketsiz bırakarak elde etmeye avlama denir. Eti yenmeyen av hayvanları
derisinden, yününden ve kıllarından faydalanmak için veya zararından korunmak için

r2551 r2561
avlanırlar. İslâm'da gerek kara ve gerekse deniz avcılığı helaldir. Ancak sırf
eğlence maksadıyla avlanmak caiz olmakla birlikte hoş görülmemiştir, mekruhtur.
Yalnız hac için ihramda bulunan kimse avlanamaz. Bir de Mekke hareminin içinde
avlanmak herkese haramdır.

Av, ya eğitilmiş, köpek, doğan, atmaca, şahin gibi bir hayvan vasıtasıyla veya bir yara
meydana getirecek silah ile yahut da tuzak, ağ kurmak v.s. şekillerde yapılır.
Avlanan hayvanlar neresinden yaralanıp öldürülürse öldürülsün boğazlanmış sayılır.
Ancak canlı olarak ele geçerse usulüne göre boğazından kesilir.
Av etinin yenmesinin helal olabilmesi için gerekli şartlar:
1- Avcıda bulunması gereken şartlar:

a. Hayvan boğazlamaya ehil kimse (müslüman veya kitabî) olmak. Müslüman veya
ehli kitap olmayan kişinin avladığı hayvanın eti yenmez.

b. Silah atma veya avı yakalayacak hayvanı salıverme işi bizzat avcı tarafından
yapılmak.

c. Avcı, hayvanı gönderirken veya ateş ederken kendisine ava ehil olmayan birisinin
ortak olmaması.

d. Kasten besmeleyi terketmemek.

e. Silahı attıktan veya hayvanı salıverdikten sonra baş.;a bir işle meşgul olmamak.

2. Avlanacak hayvanda bulunması gereken şartlar:

a. Haşarat cinsinden olmamak.

b. Balıktan başka deniz hayvanından olmamak.

c. Vahşi bir hayvan olmak.

d. Eti yenen hayvan olmak.

e. Av tesiri ile ölmüş olmak.

Vurulan av kaybolup da bir iki gün sonra bulunduğunda avın üzerinde yalnız av
sahibinin yaralama eseri bulunursa eti yenilebilir.

Av vurulduktan sonra suya düşerse- boğulma ihtimalinden dolayı- helal olmaz.

3. Av hayvanında bulunması gereken şartlar:

a. Av için eğitilmiş olmak.

b. Salıverildiğinde doğruca ava gitmek.

c. Avlamayı eğitilmemiş başka hayvanlarla yapmamak.

d. Yakaladığı hayvanı yaralayarak öldürmüş olmak.

12571

e. Avladığı hayvandan yememiş olmak.
21-22. Av Ve Başka İşler İçin Köpek Taşımak



2844... Ebû Hüreyre'den (rivayet olunduğuna göre) Peygamber (s. a.) şöyle
buyurmuştur:

"Her kim çoban köpeği ile (eğitilmiş) av ve ekin köpeği dışında bir köpek taşırsa (o

[258]

kimsenin) sevabından hergün bir kîrât eksilir."
Açıklama

Hadis-i şerifte davar ya da sığır sürüsü gibi kırda otlatılan hayvanlarla ziraat ürünlerini
bekletmek ve kendisiyle av avlamak gayeleri dışında bir köpek beslemenin, her gün
bu köpeği besleyenin seVablarmdan bir kırat sevabın azalmasına sebeb olacağı ifade
edilmektedir. Burada kırât'tan maksat mikdanm sadece Allah'ın bildiği bizce meçhul
olan büyük bir ölçüdür. 3168 nolu hadis-i şerifte olduğu gibi burada da bu kelimeyle
en az Uhud dağı büyüklüğünde bir miktarın kastedilmiş olması ihtimali yanında, bizce
tamamen meçhul olan bir miktarın kastedilmiş olması ihtimali de vardir. Çünkü sözü
geçen hadis faziletle ilgili mevzumuzu teşkil eden hadis ise ukubetle ilgilidir. Bilindiği
gibi faziletle ukubet mukayese edilemez. Zira ukebetler sınırlıdır. Allah'ın fazlü ihsanı
ise çok geniştir. Konumuzla alakalı hadis-i şerifte geçen kırat kelimesi bazı hadislerde

12591

"kıratan: iki kirat" şeklinde rivayet olunmuştur.
Bu rivayetlerin farklı oluşu şöyle açıklanmıştır:

"Bu iki rivayet iki ayrı köpek türüne ait olabileceği gibi bu türlerden eziyeti daha az
olanın her gün sahibinin bir kıratlık sevabını, eziyeti daha çok olanın da iki kıratlık
sevabını eksilteceği düşünülebilir.

Alimlerden bazılarına göre; eziyeti daha çok olan köpeği beslemekten dolayı hergün
eksilecek olan iki kırattan biri gündüz amellerine diğeri de gece amellerine aittir. Bu
iki kırattan birinin farzlara diğerinin de nafilelere ait olduğunu söyleyenler bulunduğu
gibi, bir kıratın zararın en azını iki kıratın da en çoğunu ifade ettiğini söyleyenler de
vardır.

Bazılarına göre; günde iki kıratlık sevabı azalanlar Medine-i Münevvere'de köpek
besleyenler, bir kıratlık sevabı azalanlar da Medine-i Münevvere dışında köpek
besleyenlerdir.

Ancak bu açıklamalar sahibinin eskiden kazanılmış sevabları bulunduğu kabul
edilerek yapılmıştır. Bu izahlarda kazanılmış sevabı bulunmayan kimselerin
durumlarıyla ilgili bir açıklık yoktur. Esasen seyyie karşılığında hasenelerin eksilmesi
görüşüne ehl-i sünnet mezhebinde yer olmadığından bu hadisi lüzumsuz yere köpek
besleyenin sevabının eksileceği manasına değil de, lüzumsuz yere köpek beslemenin
yasaklığı manasına hamletmek uygun olur. Hatta hadisteki; lüzumsuz yere köpek
besleyenlerin sevablarmdan azalacak olan iki kıratlık sevabın gelecekte kazanacağı
sevablarla ilgili olduğunu ve Cenab-ı Hakkın o kimselerin işleyecekleri hasenelerin
sevabını verirken bir veya iki kıratını kısarak vereceğini kabul etmek daha doğru olur.
Çünkü bu izahta seyyieler karşılığında hasenelerin ibtal edileceği gibi ehl-i sünnet vel-
cemaat mezhebine ters düşen bir unsur yoktur. Netice olarak çıkan mana şudur ki:
Cenab-ı Hak misafirin ve dilencinin eve gelmesini kovan pis bir hayvanı lüzumsuz
yere besleyen bir kimseyi amellerin karşılığı olarak vereceği kat kat sevabı bir ya da

r2601

iki kırat vermek suretiyle cezalandırır.



Bazılarına göre; lüzumsuz yere köpek besleyenlerin sevabından eksile-cek olan
miktarın rivayetlerin bir kısmında iki kırat olarak ifade edilirken bir kısmında bir kırat
olarak ifade edilmesi, ravüerin bir kısmının Resulü Ekrem Efendimizden bu miktarı
bir kırat olarak işitmişken başka ravilerin de başka bir zamanda Resûl-ü Ekrem
Efendimizden bu miktarı iki kırat olarak işitmesi, her ravinin işittiğini rivayet
etmesinden ileri gelmiştir.

Bu izaha göre, Resulü Ekrem önce bu miktarın bir kırat olduğunu ifade ederek zararın
en azını haber vermiş, sonra halkı daha şiddetli bir şekilde uyarabilmek için zararın en
çoğunu ifade etmek maksadıyla bu zararın en fazlasını haber vermiştir.
Bazıları da "rivayetlerde fazlalığı almak esastır. Çünkü fazlalığı rivayet eden ravi
Öbürlerinin duymadığını duymuş demektir. Bu bakımdan s*»z konusu farklı iki
rivayetten sevablardan kaybedilecek miktarın iki kırat olduğunu ifade eden rivayeti
almak kaide icabıdır." demişlerdir.

Lüzumsuz yere köpek beslemenin, bu şekilde cezalandırılmasına gelince; bunun
sebebi köpeğin yaladığı kabın yedi kere yıkanmadan temizlenmemesi, çoğu zaman da
insanların buna imkân bulamaması, köpeğin eve gelen misafirleri ve dilencileri
korkutması, melaikenin evlere girmesine mani teşkil etmeleri, bazı köpeklerin şeytan
olması, yahut şeytanların köpek kılığına girmesi, bazı köpeklerin sahibinin haberi
yokken kapkacağı yalamaları ve sahibinin de haberi olmadan o kaplardan yiyip
içmeleri, abdest almaları gibi hikmetlerdir.

Günümüzde köpeklerin bir çok tehlikeli hastalıkları insanlara taşıması da anlaşıldıktan

sonra, lüzumsuz yere köpek beslemenin tehlikesi iyice ortaya çıkmıştır.

Hafız Ibn Hacer, bu hadisin hayvanlarla ziraat ürünlerini bekletmek ve av yakalatmak

için köpek kullanmasının caiz olduğuna delalet ettiğini söylemiştir.

İbn Abdi'l-Berr'e göre; bu hadis-i şerif, hayvanlarla ziraat ürünlerini bekletmek ve av

yakalamak için köpek beslemenin mubah bu amaçların dışında herhangi bir maksatla

köpek beslemenin de mekruh olduğuna delalet ettiğini, menfaati temin ve bir zararı

defetmek maksadıyla beslenen köpeklerin de av ve çoban köpeği hükmüne girdiklerini

söylemiştir.

Hafız İbn Hacer, lüzumsuz yere köpek besleyenlerin sevaplarının eksilmesi, onların
haram işlemelerinin cezasından başka birşey değildir. Diyerek tbn Abdil Berr'in bu
görüşünü reddetmiştir.

îmam Nevevî, Şafiî mezhebinin bu mevzudaki görüşünü şöyle açıklıyor: "Bizim
mezhebimize göre ihtiyaç yokken köpek edinmek haramdır. Ama av, ziraat ve hayvan
muhafazası gibi şeyler için edinilmesi caizdir."

Hanefilerden Kemal b. Humam Fethü'l-Kadir isimli eserinde "köpeği av, yahut ev ve
ziraat muhafazası için edinmek bil-icma caizdir. Lâkin hırsız yahut düşman korkusu
olmadıkça onu haneye sokmamalıdır" diyor.

Malikîlerden bazıları edinilmesi caiz olan köpeğin temizliğine bu hadislerle istidlal

12611

etmişlerdir. îmam Ebu Hanife'ye göre, köpek, domuz gibi ne-cisü'l ayn değildir.
Şafîîlerce ıslak kelbe temas eden kimse için, dokunan

T2621

elbisesini veya eczay-ı bedenini tathir etmek lâzımdır.
2845... Abdullah b. Muğaffel'den demiştir ki:Resûlullah (s.a.):



"Eğer köpekler (yeryüzünde Allah'ı teşbih eden) topluluklardan bir topluluk
olmasaydı, hemen onları öldürmeyi emrederdim. Artık siz onlardan tamamen siyah

[263] '

olanı öldürünüz." Buyurdu.
Açıklama

Köpek cms kuduz mikrobu gibi, bazı zararlı mikroplan bünyesinde taşıdığı için
insanlar arasında birtakım tehlikeli has-talıklann yayılmasına sebep olmaktadır,
insanlara daha başka zararlar vermesi cihetiyle ilk bakışta öldürülüp nesli yok edilmesi
gereken bir hayvan cinsi gibi görünmektedir. Ancak her yaratığın yaratılışında
sayılamayacak kadar çok hikmet ve maslahat olduğu gibi köpek cinsinin
yaratılmasında da pek çok ilahi hikmet ve maslahat vardır. Köpek cinsinin
yaratılışında da bulunan bu hikmet ve maslahatlar sebebiyle,'o neslin yaşaması
gerekmektedir. İlahi hikmet bunu gerektirmektedir. Binaenaleyh köpek .cinsi de bu
hikmetler dünyasında kendine düşen görevi yerine getirecek, sonra onlar da Rabbi-nin
huzuruna döneceklerdir.

Nitekim: "Yeryüzünde hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, (onlar
da) sizin gibi birer ümmet olmasınlar. Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmamışındır.

[2641

Sonra onlar Rablerinin huzuruna toplanacaklardır." mealindeki âyet-i kerimede
bu geçeceği en veciz bir şekilde ifade etmektedir. "Yedi gök, arz ve bunların içinde
bulunanlar, onu teşbih ederler. Onu övgü ile teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ama siz

12651

onların teşbihlerini anlayamazsınız. âyet-i kerimesinden anlıyoruz ki, bütün
yaratıklarda olduğu gibi köpek neslinin varlığındaki en büyük hikmet varlığıyla
Allah'ın varlığına delalet etmesi ve hal diliyle Allah'ı teşbih etmesidir,
tşte bu yüzden, insanlara zararlı bir hâle gelmedikçe, hiçbir köpek öl-dürülmemelidir.
Ancak 102 nolu hadis-i şerifte açıkladığımız gibi içerisinde alası olmayan siyah
köpekler, insanlar için son derece zararlıdırlar. Bu cihetle onlar şeytan mesabesinde
olduklarından Resulü Ekrem Efendimiz, "Artık siz onlardan tamamen siyah olanı
öldürünüz" sözüyle siyah köpeklerin öldürülmesini emretmiştir. Nitekim 2846 nolu
"Rasûlullah (s.a)bize köpekleri öldürmeyi emir buyurdu. Hatta kadın köpeği ile çölden
gelirdi de biz o köpeği bile öldürürdük, sonra Peygamber (s. a) köpekleri öldürmeyi ya-
sakladı. Ve siz -katışıksız siyah olanını öldürmeye bakın- buyurdu." mealindeki hadis-
i şerifte bunu ifade etmektedir. 74 nolu hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi,
Resulü Zişan Efendimiz gerek cahiliyye toplumunun köpeklere karşı gösterdiği aşırı
ilgi ve gerekse Medine'nin vahyin inmekte olduğu bir şehir olması itibarıyla önce
Medine'nin köpeklerden temizlenmesi için köpeklerin öldürülmesini emretmiş, sonra
kalbine gelen bir ilhamla bundan vazgeçerek köpekler içerisinde ve insanlara zararı en
çok olan, kara köpekleri öldürmeyi emretmiştir. Çünkü kara köpekler, köpekler
içerisinde insanlara zararı en fazla olan, faydası en az olan ve en çok uyuyan
r2661

köpeklerdir.



Bazı Hükümler



1. Canlılar içerisinde sebebsiz yere herhangi bir cinsi veya türü imha etmek caiz
değildir.

2. Zararsız bir hayvanı öldürmek haramdır.

1267]

3. İnsanlara zarar veren bir hayvanı öldürmek caizdir.

4. Alacası olmayan kara köpekleri avcılıkta kullanmak caiz olmadığı gibi, onların
avladığı hayvanların etini yemek de caiz değildir. İmam Ahmed'le İshak ve Şafiî
âlimlerinden bazıları bu görüştedirler. Hanefi âlimleriyle İmam Şafiî ve cumhur
ulemaya göre, diğer köpeklerle avlanmak caiz olduğu gibi siyah köpeklerle avlanmak
da caizdir. Hadis-i Şerifte yasaklanmak istenen siyah köpeklerle avlanmak değil,

f2681

onları beslemektir.

2846... Câbir'den demiştir ki:

Allah'ın Peygamberi (bize) köpekleri öldürmeyi emret(miş)ti, biz de çölden köpekle
gelen bir kadının yanındaki köpeği bile Öldürüyorduk. Sonra bizi onları öldürmekten

um

nehyetti ve "siz siyah (köpek)i öldürmeye bakın." Buyurdu.
Açıklama

Bu hadis-i şerifte, Resulü Ekrem Efendimizin bir süre köpeklerin öldürülmesi için
emir verdiği ifade edilmektedir. Bu gerçeği ifade eden diğer bir hadis-i şerif de şu
mealdedir: "Rasûlullah (s. a) köpeklerin öldürülmesini emr buyurdu ve köpekler

f2701

öldürülsün diye Medine civarına haber gönderdi.

Konumuzla alakalı hadis-i şerifte, Resulü Zişan Efendimizin daha sonra köpek
öldürme işini yasaklayarak sadece siyah köpeklerin öldürülmesiyle yetinilmesini
emrettiği ifade buyurulmaktadır. Çünkü bir önceki hadisin şerhinde de açıkladığımız
gibi, siyah köpekler insanlara çok zararlıdırlar.

Bu bakımdan hadis-i şerif, alacasız siyah köpekleri öldürmenin caiz olduğuna delalet
etmektedir. Alimler bu hadise bakarak insanlara kararlı olduklarından dolayı siyah
köpeklerin de insanları ısıran diğer köpekler gibi öldürülebileceğinde ittifak ettiler.

um

Nitekim diğer bir hadis-i şerifte açıklandığı üzere Hz. Peygamber insanlara
zararlı olan diğer hayvanların öldürülmesine de izin vermiştir.

Biz 74 nolu hadis-i şerifin şerhinde Resulü Ekrem Efendimizin önceden tüm
köpeklerin öldürülmesini emrettikten sonra, bu emrinden vazgeçip sadece siyah
köpeklerin öldürülmesiyle yetinümesindeki sebeb ve hikmetleri ayrıntılı olarak

f2721

açıkladığımızdan, burada tekrara lüzum görmüyoruz.
22-23. Avlanma(Nın Hükmü)

2847... Adiyy b. Hâtim'den demiştir ki: Peygamber (s.a.)'e:

Ben (av üzerine) eğitilmiş köpekler salıyorum. O da bana (avı) tutuveriyor (ben bu
avın etini) yiyebilir miyim? diye sordum da:



" Eğer eğitilmiş (olan bu) köpekleri gönderirken besmele çekmişsen yakalamış

oldukları avları ye!" buyurdu,

"Eğer (avı) öldürmüşlerse de mi?" dedim:

"Onlara kendilerinden olmayan bir köpek katılmamış olmak şartıyla (yakaladıkları
avı)) öldürmüş olsalar da" (yiyebilirsin) buyurdu.

"Ben (avlarımı) miraz ile avlıyorum, (miraz ile avladığım avları da) yiyebilir miyim?"
dedim.

"Eğer mirazı besmele ile atmışsan ve (bu miraz hayvana) isabet edip (onun vücudunu)
delmişse (etini) ye, (fakat hayvana sivri uçlarından biriyle değil de) iki ucu arasında

r2731

kalan (kısmıy)la isabet etmişse yeme!" buyurdu.
Açıklama

1. Hadis-i şerif, av üzerine besmele ile gönderilen eğitilmiş köpeklerin yakalamış
oldukları avın, -onu öldürmüş bile olsalar- helal olduğunu ifade etmektedir. Ancak av
üzerine gönderilirken aralarına eğitilmemiş olan yahut eğitilmiş bile olsa- kestiği
yenmeyen bir kimse tarafından gönderilmiş olan bir köpeğin karışmamış olması
gerekir.

Bu şartlara uygun olarak av üzerine gönderilen eğitimli bir köpek; yakalamış olduğu
avı öldürmüş bile olsa o avın eti helaldir.

Avcı, henüz av ölmeden yetişecek olursa, kesmesi gerekir. Eğer avı canlı olarak bile
geçirdiği halde kesmez de köpekten aldığı yarayla ölmesini beklerse, o avın etini
yemek helal olmaz. Avcının bu şekilde ele geçirmiş olduğu avı kesmeyi, elinde
olmayan bir sebepten dolayı terketmiş de olsa, yine o avın eti yenmez. Fakat avın
yanma varmadan önce köpek onu öldürmüşse, avın eti helaldir. Çünkü "köpeğin avı

f2741

yakalaması hayvanı kesmek yerine geçer.

Eğitilmiş olan bir köpeğin tuttuğu bir avın etinin helal olabilmesi için buraya kadar
özetle zikretmiş olduğumuz şartlardan başka, bir de köpeğin yakalamış olduğu avın bir
parçasını yememiş olması şartı vardır. Çünkü hayvan o avdan yiyecek olursa onu

12251

kendisi için yakalamış sayılır."

Esasen köpeğin eğitilmiş olması şartının aranması zımnen yakaladığı avı yememesi
şartının aranması demektir. Çünkü bir köpeğin eğitilmiş sayıla-bilmesi için onda şu üç
şartın bulunması gerekir:

a. Ava salınca avın üzerine gitmesi,

b. Av üzerine gönderdikten sonra, kendisinden geri dönmesi istendiğinde, bu isteğe
uyarak av üzerine gitmekten vazgeçmesi,

c. Yakaladığı avı yemez olması

2. Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte üzerinde durduğumuz ikinci bir mesele de
uçları sivri ortası kaim olan miraz denilen sopaların fırlatılarak kaim kısımların İsabet
etmesiyle öldürülen avların etlerinin yenip yenmemesi meselesidir. Hadis-i şerifte bu
sopaların orta kısımlarının çarpmasıyla ölen bir av hayvanının etinin yenmeyeceği,
fakat sivri uçlarının saplanıp yaralaması neticesinde ölen avların etlerinin helal olduğu
ifade buyurul-maktadır. Çünkü bu sopaların kaim kısmıyla vurulmuş olanlar, aldıkları
isabet sebebiyle yaralanmış bile olsalar yine de yüce Allah'ın Kur'an-ı Kerim'inde "...



12761

vurul(arak öldürül)müş ... olan hayvanlar .... size haram kılındı" buyurarak
etlerini haram kıldığı mevkuze denilen hayvanlar hükmüne girerler.
Av üzerine gönderilen bir hayvanda gerekli olan bu şartlar yanında avcıda bulunması
gereken şartlar da vardır.

Bu şartlar: Kurban kesecek olan kimsede aranan akil olmak, müslüman ya da kitabî
olmak, atışını av kasdıyla yapmış olmaktır. Binaenaleyh atışını av kasdı olmaksızın
sadece atış talimi amacıyla veya gayesiz olarak yapan bir kimsenin vurmuş olduğu
r2771

avın eti haramdır.
Bazı Hükümler

1. Köpeklere avcılık öğretmek caizdir. Köpeğin avcılığı öğrenmiş olduğu onu öğreten
kimsenin yahut da bu hususta tecrübesi olan bir kimsenin kanaatiyle anlaşılır.
Bazılarına göre, köpeğin eğitilmiş olması, avını üstüste üç defa yememesiyle
anlaşılamaz. Çünkü dinî meselelerde şart olarak aranan sayılar kişiler tarafından
ictihad yoluyla değil, naslarla belirlenir. İmam Ebû Hanife ile İmam Malik ve Şafiî
âlimleri bu görüştedirler.

İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed ve İmam Ahmed'e göre, avcı hayvanın
eğiümliliği, köpek ve arslan gibi yırtıcı dişleri olan hayvanlarda yakaladığı
hayvanlardan üstüste üç defa yemeyi terketmesiyle anlaşılır.

Doğan, şahin, kartal gibi parçalayıcı pençeleri olan kuşların eğitilmiş olduğunu bu
hayvanların av üzerine gönderildikten sonra çağırıhnca geri dönmeleriyle
anlaşılır.Nitekim İmam Ebû Yusuf un İbn Abbas(r.a)'den tahriç ettiği bir hadis-i şerif
r2781

te bunu ifade etmektedir.
Fıkıh âlimlerinin ekserisine göre; öğretilmiş olan yırtıcı hayvanlardan avım dişleriyle
veya pençeleri ile parçalayanların tümü de "... Allah'ın size öğrettiğinden öğreterek
yetiştirdiğiniz avcı hayvanların sizin için tuttuklarını yeyin ve üzerine Allah'ın adını
r2791

anın..." âyetinin kapsamı içine girmektedir. Çünkü ayette geçen el cevârihi'l
mükellebine" tabiri "av üzerine gönderilen" hayvanlar anlamına gelir.
İbn Ömer ile-Mücâhid'e göre; âyet-i kerimede geçen "el mükellebine" kelimesi,
sadece Öğretilmiş köpeklere şamil olduğundan, doğan ve şahin gibi yırtıcı kuşlarla
avcılık yapmayı-hoş karşılamamışlardır.

Hasan-ı Basrî ile En-Nehâî, Katâde, İmam Ahmed ve İshâk ise, alaca-sız siyah
köpeğin dışında, sözü geçen hayvanların tümüyle avcılık yapmanın caiz olduğunu
söylemişlerdir.

2. Köpeğin yakalayarak öldürdüğü bir avın, etinin yenebilmesi için avcının köpeğini
avın üzerine bilerek göndermiş olması şarttır. Dolayısıyla kendiliğinden avın üzerine
giden bir hayvanın yakalayıp Öldürdüğü bir avın eti helal değildir. Hanefi âlimleriyle
îmam Malik, Şafiî, Ahmed ve Ebû Sevr bu görüştedirler. Ata ile el-Evzâî'ye göre; bir
köpeğin yakalayarak öldürdüğü avın etinin helal olabilmesi için, avcının o köpeği
evinden çıkarırken av avlamak niyetiyle çıkarmış olması yeterlidir. Binaenaleyh evden
av niyetiyle çıkardığı halde av niyeti olmaksızın salıverilen bir köpeğin yakalayarak
öldürmüş olduğu bir av da helaldir.



İshak'a göre, av niyeti olmaksızın bırakılıveren fakat bırakılması esnasında besmele
çekilen bir köpeğin yakalayarak öldürdüğü bir avın eti helaldir. Mevzumuzu teşkil
eden hadis-i şerifte geçen "izâ erselte" tabiri köpeğin av üzerine mutlaka av kastıyla
gönderilmiş olmasını gerekli kılar. Çünkü "İzâ" kelimesi neticesinin tahakkukunun
kendi şartının vukubuna bağlı olduğunu ifâde eder.

3. Hayvanın av üzerine gönderilmesi, avı kesmek hükmünde olduğundan hayvanı av
üzerine gönderirken besmele çekmek, kurban keserken besmele çekmek gibidir.
Metinde geçen "ve zekerte ismellâhi" cümlesinin "izâ erselte'l kitabe mailem ete"
cümlesi üzerine atfedilmesiyle de bunu ifade eder. Bu itibarla kurban kesmede
besmelenin kurban kesilmeden önce çekilmesi gerektiği gibi, köpekle avcılık yapma
meselesinde de köpek av üzerine gönderilmeden önce besmele çekilmesi gerekir.
Nitekim bu mevzuyu (2829) numaralı hadisin şerhinde etraflıca açıklamıştık.

4. Köpeğin yakalayıp da bir kısmını yediği avın eti helal değildir.

5. Eğitilmiş köpeklerle, eğitilmemiş, ya da kurban kesmeye ehil olmayan bir kimsenin
salıverdiği köpekler tarafından yakalanıp öldürülen fakat hangi köpek tarafından
yakalanıp öldürüldüğü bilinmeyen bir avın eti helal değildir. Ancak bu av son
nefesinde canlı olarak ele geçer de usulüne göre kesilebilirse o zaman helal olur.
Alimler bu mevzuda ittifak etmişlerdir.

6. Okla av avlamak caizdir.

7. Besmele çekilerek atılan bir okun sivri ucuyla yaralanıp ölen bir avın eti helaldir.
Bunda âlimler ittifak etmişlerdir. Çünkü Cenab-ı Hak Kur'an-ı Keriminde "ihramdan

r2801

çıktığınız zaman avlanabilirsiniz." buyurmuştur. "Besmele çekerek yayınla

12811 * '

avladığın hayvanın etini yiyebilirsin." mealindeki hadisle daha önce tercümesini
sunduğumuz 1852 numaralı hadis-i şerif de buna delalet etmektedir.
Kurban kesiminde besmelenin bıçağı çalmadan çekilmiş olması şartı arandığı gibi,
avcılıkta da besmelenin oku ya da kurşunu atmadan önce çekilmiş olması şartı aranır.
Ayrıca oku atan kimsenin, atış eğitimi yapmak için değil av avlamak için atmış olması
şarttır. Fakat avlamak niyetiyle attığı bir okun hedef aldığı hayvandan başka bir
hayvana isabet etse o hayvanın eti helaldir.

Kurt gibi yırtıcı hayvanların av hayvanlarını yaralamaları o hayvanı okla vurma yerine
geçer. İmam Ahmed'le es-Sevri, Katâde, Ebû Hanife ve İmam Şafiî bu görüştedirler.
r2821

2848... Adiyy b. Hatim' den demiştir ki:

Peygamber (s.a)'e biz şu köpeklerle avcılık yapıyoruz, (bu hususta ne buyurursunuz?),
diye sordum. Bana:

"Eğer (avın üzerine) eğitilmiş köpeklerini gönderiyorsan ve (onları gönderirken)
üzerlerine besmele çekiyorsan, sana yakaladıkları avlardan yiyebilirsin, isterse (avı
yakalayan köpek onu) öldürmüş olsun, fakat köpek (yakaladığı hayvanın bir kısmım)
yerse, o başka. Eğer köpek (avın bir tarafını) yemişse sen (onu) yeme. Çünkü

f2831

(köpeğin) onu kendisi için yakalamış olmasından korkarım." cevabını verdi.



Açıklama



Bu hadis-i şerifte, av üzerine besmeleyle gönderilen bir köpeğin yakalamış olduğu
avın etinin helal olabilmesi için köpeğin yakaladığı hayvanın etinden yememiş olması
şarttır. Eğer yakaladığı avın bir kısmını yemişse, bir önceki hadisin şerhinde de
açıkladığımız gibi, o hayvanın eti yenmez. Nitekim yüce Allah Kur'an-ı keriminde
Allah'ın size öğrettiğinden öğreterek yetiştirdiğiniz avcı hayvanların, sizin için tut-
r2841

tuklarmı yeyin..." buyurarak bu hükmü açıkça beyan etmiştir. Ancak âyet-i
kerimeden de anlaşıldığı üzere avcı hayvanın yakaladığı avı yemeden sahibine
getirebilmesi o hayvanının eğitilmiş olmasıyla mümkündür.

Eğer hayvan, avının bir kısmını yiyecek olursa, bu avı kendisi için mi, yoksa sahibi
için mi? tuttuğu anlaşılmayacağından, o avın etini yemek haram olur. Çünkü köpek
tarafından avlanan avın helal olması için gerekli olan avın avcı hayvanın sahibi için
tutulmuş olması şartı ile köpeğin eğitilmiş olması şartı bulunmamıştır,
îbn Abbas bu gerçeği şöyle ifade ediyor: *'Köpeğin (avını) yemesi avı ifsad eder.
Çünkü bu durumda o avını kendisi için tutmuş demektir. Yüce Allah bu hususta
"Allah'ın size öğrettiğinden öğreterek öğrettiğiniz avcı hayvanların sizin için

I285J

tuttuklarını yeyin..." buyurmaktadır. Öyleyse siz (avını yiyen bir hayvanı bu
âdetini) bırakmcaya kadar döğersiniz ve (yakaladığı avı yemeden sahibine

r2861

getirmesini) öğretirsiniz."
Bazı Hükümler

1. Av üzerine gönderilen bir köpeğin yakalayıp da bir kısmını yedıgı avın etini yemek
haramdır.

Tavus ile eş-Şa'bî, İbrahim en Nehâî, İkrime, Said b. Cübeyr, Hanefi âlimleri, Dahhak
ve Katade bu görüştedirler. İmam Şafiî ile İmam Ahmed'-in bu mevzudaki
görüşlerinden tercih edileni de budur.

İmam Mâlik'e göre, köpeğin yakalamış olduğu avın bir kısmını yemiş olması, bu avın
etinin helal olmasına mani değildir. Yeter ki köpek av üzerine besmeleyle gönderilmiş
olsun. Çünkü köpek onu çok acıkmış olduğundan yahut ta ava olan hırsından dolayı
yemiş olabilir.

İmam Malik'in bu husustaki delili yetiştirdiğiniz avcı hayvanların, sizin için
tuttuklarını yeyin ..." âyet-i kerimesiyle 2852 numaralı hadis-i şeriftir.
Sad b. Ebi Vakkâs ile İbn Ömer ve Selman-i Farisî (r.a) de bu görüştedirler. İmam
Şafiî'nin eski görüşü bu olduğu gibi bu görüş İmam Ahmed'-den de rivayet edilmiştir.
Her ne kadar bazıları İmam Malik'in görüşünün delilini teşkil eden 2852 numaralı
Ebû A Sa'lebe hadisini cevaza, bu avın haram olduğunu ifade eden ve mevzumuzu teşkil
eden hadisi de kerahet-i tenzihiyyeye hamledip bu iki görüşün arasını uzlaştırarak "bir
köpeğin yakaladıktan sonra bir kısmını yemiş olduğu avın etini yemek tenzîhen
mekruhtur." demişlerse de cumhur ulema bu avı yemenin kesinlikle haram olduğunu
söyleyerek, diğer görüşlerin tümünü reddetmiş ve kuvvetli delillerle görüşünün
doğruluğunu isbatlamışlardı. Bu hususta cumhurun görüşüyle amel etmek tercihe
r2871

şayan görülmüştür.



2849... Adiyy b. Hâtim'den demiştir ki: Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem (şöyle)
buyurmuştur: "Besmele çekerek okunu atıp da ertesi gün bulduğun avını (bir) su
içerisinde bulmuş olmaman ve üzerinde senin okundan başka bir (okun) tesiri
olmaması şartıyla yiyebilirsin. Senin (av üzerine göndermiş olduğun eğitimli)
köpeklerine başka köpek karışacak olursa, (onların yakaladığı avı) yeme. Bilemezsin

r2881

belki de onu (senin gönderdiğin) köpeklerden olmayan (bir köpek) öldürmüştür.
Açıklama

Hadis-i şerif, okla vurulan bir hayvanın, herhangi bir şekil-de gözden kaybolup ertesi
gün ölü olarak bulunması hâlinde, bir su içerisinde bulunmuş olmaması ve üzerinde
onu yaralayan avcının okundan başka bir ok yarası olmamak şartıyla, yenilebileceğini
ifâde etmektedir. İmam Malik ile İmam Şafiî'nin bu mevzu da ki görüşlerinden
birincisi de budur. Sözü geçen mezheb imamlarının en sahih olan görüşlerine göre;
vurulduktan sonra gözden kaybolup ertesi gün ölü olarak bulunan bir avın eti, mutlak
surette haramdır.

Diğer görüşlerine göre; avlandıktan bir gün sonra ele geçirilebilen bir av, eğer köpekle
avlanmışsa eti haramdır. Fakat okla avlanmışsa helaldir.

Bu üç görüş içerisinde en doğru olan birinci görüştür. Çünkü bu mevzuda gelen
sağlam hadislere uygundur. Bu hadislere aykırı olan hadisler ise zayıftır. Bu bakımdan
âlimler, sözü geçen zayıf hadislerin hükmünü kerahet-i tenzihiyye, mevzumuzu teşkil

r2891

eden hadisin ve benzerlerinin hükmünü de cevaza hamletmişlerdir.
Ahmed b. Hanbel'in meşhur olan görüşüne göre; vurulduktan bir gün sonra bulunan ve
hadis-i şerifte belirtilen iki şartı haiz olan bir avın eti helaldir. Delili konumuzu teşkil
eden hadis-i şerifle 2857 ve 2861 numaralı hadisi şeriflerdir.

Hanefi âlimlerine göre; vurulduktan sonra gözden kaybolup daha sonra ölü olarak
bulunan bir avın helal olabilmesi için, şu üç şartın bulunması gerekir:

a. Hayvanın suya düşmemiş olarak bulunması,

b. Üzerinde başka bir avcıya ait bir ok izi bulunmaması,

c. Onu vuran avcının, zaruretsiz olarak onu aramaya ara vermiş olmaması.
Binaenaleyh vurduğu avın aldığı yara sebebiyle zorlukla uçtuğunu veya kaçtığını
gören bir avcının onu aralıksız olarak takip edib bulması gerekir. Eğer zaruretsiz
olarak aramaya ara verecek olursa, o zaman bu avın etini yemek helal olmaz. Çünkü
Peygamber Efendimiz, vurulduktan sonra gözden kaybolan ve bir süre sonra ölü
olarak bulunan bir av hakkında "belki de onu yeryüzünün yırtıcı hayvanları

T2901

öldürmüştür." buyurmuştur.

Hz. Aişe'nin Resûl-ü Ekrem Efendimizden rivayet ettiği bir hadis de şu mealdedir: Bir
adam avladıktan bir gün sonra ölü olarak bulduğu bir geyiği Peygamber (s.a)'e getirdi
de:

Ey Allah'ın Resulü dün kendisine attığım oku bu gün üzerinde (buldum ve oku)
tanıdım, (bu hususta ne buyurursunuz?) dedi.
Resulü Ekrem de:

"Eğer onu kendi okunun öldürdüğünü kesinlikle bile bilseydim, yerdim, fakat (bunu)



[2911

bilemem (Çünkü) yeryüzünün yırtıcı hayvanları çoktur." Buyurdu.
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, bu avın helal olmasının bir şartı da, avcının onu
yemek yemek, susuzluğunu gidermek için su içmek, farz namazları kılmak ve kazay-ı
hacet etmek gibi zaruri ihtiyaçlarının dışında aralıksız olarak gün boyu araması
gerekir. Eğer bu şekilde aradıktan sonra onu ölü olarak bulur ve kendi okundan aldığı
yarayla öldüğünü kesinlikle bilecek olursa eti helaldir.

İmam Şafiî ile Dâvud-u Zahirî'ye göre; oku atıp da avını vurduktan sonra kaybeden
kimse, bu avı bir süre sonra bulacak olursa onun etini yemek haramdır. Çünkü onu
başka birinin öldürmüş olması mümkündür. Delilleri ise Resulü Ekrem efendimizin
kendisine bu şekilde getirilen bir avı yemekten kaçındığını ifade eden hadis-i şeriftir.
f2921



2850... Adiyy b. Hâtim'den bildirdiğine göre: Peygamber (s.a) "avladığın hayvan bir

f2931

su içerisine batarak ölmüşse (onu) yeme." buyurmuştur.
Açıklama

Bir önceki hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi, şer'î usullere uygun olarak
avlandıktan sonra gözden kaybolan ve bir süre sonra da ölü olarak bulunan bir
hayvanın etinin yenebilmesi için avın üzerinde başka bir avcının okunun izleri
bulunmaması gerektiği gibi, vfcir su içerisinde boğulmuş halde bulunmaması da
gerekir. Çünkü bu avın üzerinde bulunan okun kestiği kurban ve avladığı av
yenmeyen dinsiz bir avcıya ait bir ok olabileceği ihtimali bulunduğu gibi, suya batmış
bir halde ölü olarak bulunan avın da avcının okuyla değil de içine düştüğü suda
boğulduğu için Ölmüş olması ihtimali vardır.

Bu bakımdan vurulduktan sonra gözden kaybolup daha sonra suya batmış bir halde

f2941

ölü olarak bulunan bir avın etini yemek caiz değildir, haramdır.

2851... Adiyy b. Hâtim'den demiştir ki:
Peygamber (s.a):

"Eğittikten sonra besmele çekerek (av üzerine) gönderdiğin bir köpek ya da bir şahinin
senin için yakaladığı avı yiyebilirsin" buyurdu.Ben de:
(Avı) öldürmüşse de mi? diye sordum.

" Eğer onu öldürmüş de onun hiç bir tarafını yememişse onu ancak senin için
yakalamış demektir." buyurdu.

Ebû Dâvud der ki: Şahin (yakalamış olduğu avın bir tarafını) ye-misse bunda bir
sakınca yoktur, (fakat) köpek (yaladığı avın bir tarafım) yemişse (o avın etini yemek)

£2951

mekruh olur. Fakat kanını içmişse bunda bir sakınca yoktur.
Açıklama



Bilindiği gibi Cumhur ulemaya göre, avını dişleriyle yakala-yan hayvanların,



yakalayınca bir tarafını yemiş oldukları avın eti yenmezse de avını pençeleriyle
yakalayan doğan ve şahin gibi kuşları yakalayınca bir tarafını yemiş oldukları avın
etini yemekte hiç bir sakınca yoktur. Çünkü 2847 numaralı hadisin şerhinde
zikrettiğimiz gibi, "bir köpeğin eğitimli sayılması için, gerekli olan üç şart" avcı kuşlar
için gerekli değildir. Bu bakımdan avcı kuşların eğitilmiş sayılabilmesi için, köpekte
aranan yakaladığı avın bir tarafını yememe şartı aranmaz. Bu kuşların çağırılmca geri
gelmeleri eğitimli sayılmaları için yeterlidir. Nitekim İbn Abbas (r.a) "Eğitimli bir
köpeğin senin için yakalamış olduğu bir avı kendisi onun bir tarafını yememiş olması
şartıyla yiyebilirsin. Fakat bir şahinin, senin için yakalamış olduğu bir avı, kendisi
onun bir tarafını yemiş bile olsa yine de yiyebilirsin. Çünkü şahinin eğitilmiş
sayılması için çağırılmca geri gelmesi yeterlidir. Zira köpeği döğüp de ona yakaladığı
hayvanı yememeyi Öğrettiğin gibi, bunu döverek yakaladığı avı yemeyi terketmeyi
£296]

öğretemezsin." buyurmuştur.

İşte bu inceliği belirtmek için musannif Ebû Dâvud, hadisin sonuna bir metin ilave
ederek, şahinin yakaladığı avdan yemesinde bir sakınca bulunmadığını, köpeğin
yakalayıp da bir tarafını yediği avın etini yemesinin tah-rimen mekruh olduğunu ve
köpeğin yakaladığı avın kanını içmesinin de avın etine bir zarar vermeyeceğini ifade
etmiştir.

Gerçekten bir köpeğin veya avını dişleriyle parçalayan köpek konumunda olan bir av
hayvanının, yakaladığı avm etini yemeyip de sadece kanını içmesi o köpeğin çok iyi

r2971

eğitilmiş olduğunu gösterir.
Bazı Hükümler

Hadisin zahirine göre yakalayınca bir kısmını yiyerek bıraktığı avm yenmeyeceği
hususunda avını köpek dişleriyle parçalayan köpek gibi hayvanlarla avını pençesiyle
parçalayan şahin gibi kuşlar arasında bir fark yoktur. îmam Şafiî de bu hadis-i şerifin
zahirine dayanarak bu hususta benzeri hayvanlarla, şahin ve benzeri kuşlar arasında
bir fark olmadığmı söylemiştir.

Hanefi âlimleriyle İmam Sevri, en-Nehaî, Hammâd ve Ahmed b. Han-bel'e göre; 2847
numaralı hadisin şerhinde zikrettiğimiz köpeğin eğitilmiş sa-yılabilmesiiçin, gerekli
olan üç şart kuşlarda sadece salıverince avm üzerine gitmesi, çağırınca geri gelmesi
şartının bulunması yeterlidir. Üçüncü şart olan yakaladığı avm bir tarafım yememe,
kuşlarda aranmaz. Binaenaleyh bu iki şartı taşıyan bir kuş eğitilmiş sayılacağından bu
kuş yakaladığı avm bir tarafını yemiş bile olsa, o avm eti helaldir.
Bu ikinci görüşü benimseyen âlimlere göre; konumuzla ilgili hadis-i şerif, senedinde
Mücâhid bulunduğu için zayıftır. Ve dolayısıyle delil olma. niteliğinden uzaktır.
Ayrıca kuşlarla köpekler arasında büyük bir fark olduğundan, bunları biribirleriyle

f2981

mukayese etmek doğru değildir.

2852... Ebu Sa'lebe'tü'l Huşenî'den demiştir ki: Rasûlullah (s. a) köpeğin avladığı av
hakkında (şöyle) buyurdu: "Köpeğini (avm üzerine) besmele çekerek göndermişsen
(onun yakaladığı avı) yiyebilirsin. İsterse o avm bir



T2991

tarafını yemiş olsun. Kendi ellerinle avladığını da ye!"
Açıklama

Görüldüğü gibi bu hadis-i şerif, köpeğin yakalayıp da bir kısmim yediği avın" etini
yemeyi yasaklayan 2848 numaralı hadis-şerife zahiren aykırı düşmektedir. Sözü geçen
hadis-i şeriflerin şerhinde de

açıkladığınız gibi, âlimler konumuzla ilgili hadisin hükmünü cevaza sözü geçen 2848
numaralı hadisin hükmünü de, keraheti tenzihiyyeye hamlederek iki hadisin arasını
teiif etmişlerdir. Bazıları da sıhhatine ve kuvvetine binaen 2848 numaralı hadisin
hükmüyle amel etmeyi mevzumuzu teşkil eden hadisle amel etmeye tercih etmişlerdir.
Şafiî âlimlerinden İmam Nevevî de sözü geçen hadisi, söz konusu hadise tercih
POOl

edenlerdendir.
Bazı Hükümler

1. Avcının av üzerine avcı bir hayvan gönderirken ya da ok atarken besmele çekmesi
gerekir. Besmele çekmenin hükmünü ve fıkıh âlimlerinin bu husustaki görüşlerini
2829 nolu hadisin şerhinde açıklamıştık.

2. Köpeğin yakalayıp bir kısmını yediği avın eti helaldir. İmam Malik'-in görüşü de
budur. Bu görüş, İmam Şafiî'den de rivayet edilmiştir. Delilleri ise mevzumuzu teşkil
eden bu hadis-i şeriftir.

Cumhur ulema ise 2848 numaralı hadis-i şerife dayanarak bu avın etinin haram
olduğunu söylemişlerdir. Cumhur ulemaya göre, konumuzla ilgili hadis şu iki
sebepten dolayı zayıftır:

a. Senedinde hakkında bir çok tenkitler yapılmış olan Davud b. Amr vardır.

b. Ahmet b.Hanbel (r.a) bu hadis-i şerifi çeşitli yollardan rivayet ettiği halde bu
rivayetlerin hiç birinide bu hadiste geçen "isterse onun bir tarafını yemiş olsun?"
anlamındaki cümle yoktur.

[301]

3. kişinin vasıtasız olarak avladığı av helâldir.

2853... Adiyy b. Hâtim'den (rivayet olunduğuna göre) kendisi (Hz. Peygamber'e):
Ey Allah'ın Resulü, birimiz ava (bir ok) atıyor ve onun izini iki ya da üç gün takib
ediyor, sonra onu üzerinde okuyla birlikte ölü olarak buluyor. (O kimse bu avın etini)
yiyebilir mi?" diye sormuş, (Resulü Ekrem Efendimiz)

r3021

"İsterse evet" cevabım vermiş, Yahutta "isterse yiyebilir" buyurmuştur.
Açıklama

2849 numaralı hadiste, vurulduktan sonra gözden kaybolupda bir sure sonra bulunan
bir avı yemenin caiz olduğu mutlak bir surette ifade edildiği halde, burada bu cevaz
kişinin isteğine bağlanmış olması, bu avın etini yemenin helal olup olmadığı
hususunda bir şübhenin bulunduğuna dikkati çekmek içindir. Çünkü vurulduktan



sonra gözden kaybolup, daha sonra ölü olarak bulunan bir avın, ava ehil olmayan
dinsiz veya mecnun bir kimse tarafından vurularak ya da bir yere çarparak ölmüş
olması ihtimali vardır. Bilindiği gibi bu şekilde ölen bir avın eti helâl değildir. Biz bu

r3031

meseleyi sözü geçen hadisin şerhinde açıklamıştık.
Bazı Hükümler

1. Avcının vurduktan sonra kaybettiği daha sonra da olu olarak bulduğu bir avın helal
olabilmesi için 2849 numaralı hadisin şerhinde açıkladığımız gibi, bu avın peşini
aralıksız olarak takibetmesi gerekir. Eğer yemek, içmek, abdest bozmak gibi zaruri bir
ihtiyaç yokken aramasına biraz ara verecek olursa, bu avın eti yenmez. Çünkü bu avın
geçen süre içerisinde avcının kendisine attığı okla değil de başka bir sebeple ölmüş
olması ihtimali vardır. Belki de avcı onu aralıksız izlemiş olsaydı diri olarak ele
geçirecek ve usulüne uygun olarak kesecekti.

2. İmam Malike göre, bu hadis bir avcının attığı bir okun saplanmış olduğu ava sahip
olduğuna ve üzerinde bir ok sapı olan avı bulan kimsenin bu avı yitik bulmuş gibi
lukata (buluntu mal) usullerine göre ilan edip sahibini araması gerektiğine delalet
etmektedir. Hafız İbn Hacer'in açıklamasına göre; vurulduktan sonra kaybolup bir süre
sonra ölü olarak bulunan bir avın nasıl aranacağı hususunda âlimler arasında ihtilaf
vardır.

İmamü'l Haremeyn'e göre; bu avı normal bir yürüyüş hızından daha hızlı bir yürüyüşle
aramak gerekirse de kuvvetli olan görüşe göre, bu arayışın muteber sayılabilmesi için

£3041

normal bir yürüyüş hızıyla aranması yeterlidir.
2854... Adiyy b. Hatim demiştir ki:

Ben Peygamber (s.a)'e mi'raz (ile av avlamayı) sordum da: "Eğer" (ava) sivri ucuyla
değ m işse (o avı) yiyebilirsin (fakat) sivri uçları arasında kalan kısmıyla değmişse o
zaman (onu) yeme. Çünkü o vâkizdir" cevabını verdi.(Av üzerine) "köpeğimi
gönderiyorum" dedim.

"Besmeleyle gönderdiğinde (o köpeğin yakaladığı avı) yiyebilirsin, yoksa yiyemezsin.
Eğer (köpek yakaladığı) avdan yemişse (o avı da) yiyemezsin. Çünkü onu sadece
kendisi için yakalamış (demek)tir.

(Bu hadisi Aliyy b. Hâtim'den rivayet eden Şa'bî, rivayetine şöyle devam etti:) Daha
sonra Adiyy Hz. Peygambere:

"Ben köpeğimi (avın) üzerine gönderiyorum (avın yanma vardığım zaman) avm
üzerine (onunla birlikte) bir başka köpek (daha buluyorum" demiş.
(Hz. Peygamber de o avm etini): "Yeme, Çünkü sen ancak kendi köpeğin üzerine

r3051

besmele çektin." buyurmuştur.
Açıklama

Mi'raz; ağaçtan yapılmış uçları sivri ortası kaim sopa demek-tir. Vakiz; taş değnek
gibi bir cisimle vurularak öldürülen hayvan demektir. Yüce Allah Mâide sûresinin
üçüncü âyetinde bu şekilde öldürülmüş olan bir hayvanın etini yemeyi yasaklamıştır.



Bu hadis-i şerîfle ilgili ayrıntılı açıklama 2847 numaralı hadisin şerhinde geçtiğinden

r3061

burada tekrara lüzum görmüyoruz.

2855... Ebu İdris el Havlanî Aizullah demiştir ki;

Ben Rabia bnt Yezid ed-Dimişkî'yi (şöyle) derken işittim:

"(Ben Rasûlullah sallallahü aleyhi veselleme)'e:

Ey Allah'ın Rasûlü eğitilmiş olan köpeğimi, eğitilmemiş olan köpeğimle birlikte (av
üzerine) salıyorum" (bunların beraberce yakalamış oldukları avın etini yiyebilir
miyim?) diye sordum da Rasûlullah (s.a) efendimiz:

"Eğitilmiş köpeğinle avladığın av (üzerine köpeği gönderirken) besmele çek ve (o avı)
ye, eğitilmemiş olan köpeğinle avladığın ve (diri iken) kesmeye yetiştiğin avı da

r3071

yiyebilirsin" cevabını verdi.
Açıklama

Hadis-i şerifte av üzerine besmeleyle gönderilen eğitilmiş kö-peklerin yakaladıkları
avların ele ölü olarak geçseler bile yenebilecekleri, fakat eğitilmemiş köpeklerin
yakaladıkları avların ölü olarak ele geçmeleri halinde yenmelerinin haram olduğu
ifâde edilmektedir.

Mezheb imamlarının tümü bu hadisle ... Allah'ın size öğrettiğinden öğreterek
yetiştirdiğiniz avcı hayvanların sizin için tuttuklarını yeyin ve üzerine Allah'ın ismini
' r3081

anın." âyet-i kerimesine dayanarak eğitilmiş köpeklerin yakaladıkları avın diri
iken yetişilemese bile yenebileceğine, eğitilmemiş avcı bir hayvanın avladığı avın
yenebilmesi için ona diri iken yetişip ve kesmek gerektiğine ittifakla hükmetmişlerdir.
r3091



2856... Ebu Sa'lebe el-Huşenî demiştir ki: Rasûlullah (s.a) bana:
"Ey Ebû Sa'lebe! Kendi yayınla ve köpeğinle avladığın avı yiyebilirsin" buyurdu. (Bu
cümleyi Muhammed b. Harb'den, Musannif Ebû Davud'a nakleden Muhammed b. el
Musaffa'dır. İbn el Musaffa bu cümleyi musannif Ebû Davud'a bir de Bakıyye'den
naklen rivayet etmiştir. Bu ikinci rivayetin senet zinciri içerisinde Ebû Sa'lebe de
vardır. Bu ikinci yolla gelen rivayette İbn Musaffa (Hz. Peygamber'-in bu cümlenin
sonunda "Eğitilmiş (olan köpeğinle) ve (yahutta) kendi elinle avladığın avı (canlı
olarak ele geçirmişsen) keserek (ye) ve eğer ölü olarak ele geçirmişsen) kesmeden

[3101

yiyebilirsin" (dediğini de) ilâve etti.
Açıklama

Musannif Ebû Davud'un şeyhi Muhammed b. el Musaffa'nm iki ayrı yoldan rivayet
ettiği bu hadisin kısımlarını birleştirecek olursak, hadisin tamamının şöyle olması
gerekir: "Ey Ebû Sa'lebe yayınla ve (yahutta) öğretilmiş köpeğinle avladığın avı (canlı
olarak ele geçirmişsen keserek ye (ölü olarak ele geçirmişsen) kesmeden yiyebilirsin."



Metinde geçen "zekiyyen" kelimesini hadis sarihleri "kesilmiş olarak" şeklinde, "gayra
zekiyyin" kelimesini de "kesilmemiş" şeklinde tefsir etmişlerdir.
Ancak Hattâbî; "zekiyyen" kelimesini "köpek gibi avını ön dişleriyle parçalayan
hayvanların dişleriyle, şahin gibi kuşların da pençeleriyle kanı akıtılan" şeklinde
"gayra zekiyyin" kelimesini de sözü geçen hayvanlar tarafından yakalandığı halde
kanları akıtılmayan" şeklinde tefsir etmiştir.

Hadis-i şerif köpek, kaplan, pars gibi yırtıcı hayvanlarla olduğu gibi avını pençeleriyle
yakalayan kuşlarla ve ok, yay, mızrak ve bıçak gibi kesici aletlerle de avcılık
yapmanın caiz olduğuna delâlet etmektedir.

Hanefî âlimlerinden gelen kuvvetli rivayete göre, bu yollardan biriyle avlanıp ta ölü
olarak ele geçen bir avın etinin helal olabilmesi için, hayvanın herhangi bir yerinden
yaralanmış olması gerekir. İmam Malik ile İmam Ah-med ve Şafiî âlimlerinden
Müzem de bu görüştedirler. İmam Şafiî ise boğularak kanı akmadan ezilerek ölen bir
avın haram olduğu görüşündedir. Çünkü Allah'ın size öğrettiğinden öğreterek

JM

yetiştirdiğiniz avcı hayvanlar..."

âyet-i kerimesindeki "el cevarih" kelimesinde "avını yaralayarak yakalayan hayvanlar"
manası vardır.

İmam Ebû Yusuf a ve tmam Şafiî'den en sahih rivayete göre; adı geçen yollardan
biriyle avlanıp da ölü olarak ele geçen avın, helal olabilmesi için, avın yara almış
olması şart değildir. Çünkü Mâide sûresinde geçen "el cevârih" kelimesinin esas
manası "el kâsib" yani "yakalayıp ele geçiren" anlamı vardır.

İmam Ebû Hanife (r.a)'ye göre; sözü geom yollardan biriyle avlanıp da ölü olarak ele
geçen bir hayvanın etinin helal olabilmesi için, organlarından birinin kırılmış olması
da yeterlidir. Zira bu gizli bir yara mesabesindedir. Fakat fetva bu avın etinin helal
olmayacağı noktasındadır. Bu mevzuya merhum M. Zihni efendiden nakledeceğimiz
satırlarla son veriyoruz: "Av köpeğinin yediği av helal değildir. Bunun gibi
yaralamayarak boğduğu ve çarpıp veya belini kırıp öldürdüğü av da helal
[3121

olmaz."

2857... Amr b. Şuayb'm dedesinden (rivayet olunduğuna göre) Ebû Sa'lebe denilen bir
arap (Hz. Peygamber'in huzuruna gelerek...)

Ey Allah'ın Rasûlü! Benim eğitilmiş bir köpeğin var, bunun avladığı av hakkında bana
fetva ver(ir misin?) demiş.Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem de:
"Eğer senin eğitilmiş köpeklerin varsa onların senin için yakaladıkları avı
yiyebilirsin." buyurmuş (bunun üzerine adam):

(Bu avı diri olarak ele geçirince) keserek, yahut da (ölü olarak ele geçirince)
kesilmeden yiyebilir miyim? demiş (Hz. Peygamber de:)
Evet, cevabını vermiş. (Sonra adam):

Köpek o avın bir tarafını yese de mi? demiş. (Resulü Ekrem Efendimiz de:)

Evet, o avın bir tarafım yemiş olsa da, (yiyebilirsin), buyurmuş. (Daha sonra O arap):

Ey Allah'ın Resulü, bana (kendisiyle avcılık yaptığım) yayım hakkında fetva ver,

demiş.

(Hz. Peygamber de:)

Yayınla avladığın avı yiyebilirsin, buyurmuş. (Adam:)

(Eğer elime diri olarak geçerse) "kesilmiş olarak" yahutta (ölü olarak geçerse)



"kesilmeden(yiyebilir miyim) demiş.

(Hz. Peygamber de) Evet, cevabını vermiş. (Bu defa adam):

Ey Allah'ın Rasûlü (bu av) gözümden (bir süre) kaybolmuşsa da (yiyebilir) mi (yim?)
demiş.

Rasûlü Ekrem Efendimiz de):

"Evet (hayvanın) bozulup kokuşmaması ve üzerinde senin okundan başka bir ok yarası
bulunmamış olması şartıyla sen(in gözün) den (bir süre) kaybolmuş da olsa (yine onun
etini yiyebilirsin), buyurmuş. (Daha sonra adam):

Ey Allah'ın Rasûlü! Bir de "bana kendilerine kaçınılmaz şekilde muhtaç olduğumuz
yahudi kapları hakkında, fetva versen" demiş. (Rasûlü Ekrem Efendimiz de)

13131

Onları yıkar ve içlerinde yemek yersin, buyurmuş.
Açıklama

Bu hadis-i şerif, "Köpeğin yakalayıp da bir kısmını yediği avın eti helaldir" diyen
İmam Malik (r.a)'m delilidir.

Fakat bu hadis "Eğer köpek (yakaladığı avın bir tarafını) yemişse (o avı) yeme"
mealindeki 2848 numaralı hadis-i şerifle "Eğer köpek (yakaladığı avdan yemişse) o
avı yeme. Çünkü (köpek) onu kendisi için yakalamıştır*' mealindeki hadis-i şerife
aykırıdır. Her ne kadar bazıları mevzumuzu teşkil eden hadisin hükmünü cevaza, sözü
geçen hadislerin hükmünü de kerahet-i tenzihiyyeye hamlederek bu hadislerin arasını
telif etmek istemişlerse de, sözü geçen hadislerin sahih, mevzumuzu teşkil eden
hadisin de senedinde Amr b. Şuayb bulunması cihetiyle zayıf olduğundan cumhur
ulema onları bu hadis üzerine tercih etmişlerdir.

Metinden geçen "Onları yıkar ve İçlerinde yemek yersin" mealindeki lafızlar İmam

[314]

Ahmed'in Müsnedinde "Onları suyla yıka ve içlerinde (yemek) pişir." mealindeki
lafızlarla rivayet edilmiştir. Tirmizî'nin Süneninde "Biz seyahat eden kişileriz. Bazan
Yahudi, Hıristiyan ve Mecusilere uğruyor ve onların kaplarından başka kap
bulamıyoruz" dedim,

"Başka kap bulamadığınız vakit onları su ile yıkayın ve sonra o kaplarda yiyin, için"
13151

buyurdu. mealindeki sözlerle rivayet olunmuştur.

Tirmizî'nin bu rivayeti mevzumuzu teşkil eden hadisteki ehl-i kitabın ve Mecusilerin
kaplarını kullanma hususundaki ruhsatın, başka bir kap bulunmaması haline ait

[316]

olduğunu açık bir şekilde ifade etmektedir.
Bazı Hükümler

1. Eğitilmiş köpeklerin yahut da eğitilmiş diğer yırtıcı hayvanların avladığı avların
etleri -av bir sure av anm-gözünden kaybolmuş olsa bile- helaldir. Yeter ki hayvanın
üzeinde başkasına ait bir ok yarası bulunmasın, eti bozulup kokuşmasın ve avcı avı
aramaktan zaruretsiz olarak geri kalmasın.

Hattâbî, bu mevzuda şöyle diyor: "Kokuşmuş bir eti yemeyi terketmek müstehabdır.
Yemek ise haram değil, tenzihen mekruhtur. Çünkü Peygamber Efendimiz kendisine



verilen kokusu bozulmuş bir butu yemiştir. Fakat bu etin yenildiği takdirde zarar
vereceği kesinse o zaman yenmesi haram olur."

Şâfii âlimlerinden tmam-ı Nevevi de aynen Hattâbî gibi düşünmekte ve Şafiî
ulemasından "Kokuşmuş eti yemek haramdır" diyenlerin bu sözlerini zayıf
[3171

bulmaktadır.

Aliyyü'l-Karinin açıkamasma göre, Hanefi âlimlerinin kokmuş et hakkındaki görüşleri
de böyledir.

2. Başka bir kap bulunmadığı takdirde mecusilerin kaplarını yıkadıktan sonra
kullanmakta bir sakınca yoktur.

Nitekim ileride gelecek olan 3839 numaralı hadis-i şerifte bunu ifade etmektedir.
Her ne kadar bazıları, fıkıh âlimlerinin "Başka bir kap bulunsa bile ehl-i kitabın ve
mecusilerin Çaplarını yıkayıp kullanmada bir sakınca yoktur*' şeklindeki sözlerinin bu
hadise aykırı olduğunu söylem işlerse de, aslında fıkıh âlimlerinin bu sözleriyle,
mevzumuzu teşkil eden hadis arasında bir çelişki yoktur. Çünkü bu hadis-i şerifte söz
konusu edilen ehl-i kitabın ve mecusilerin kaplarından maksat, ehl-i kitabın ve
mecusilerin içinde ekseriyetle domuz eti pişirdikleri bilinen kaplardır. Fıkıh
âlimlerinin kasdettikleri kaplar ise sözü geçen müşriklere ait olduğu bilinen, fakat

13181

böyle bir pislikte kullanıldığı kesin olarak bilinmeyen kaplardır.
Ehl-i kitabın ve mecusilerin içerisine pislik koydukları bilinen kapların hangi şartlarda
kullanılabileceği meselesinde fukahamn görüşü aynen bu hadis-i şerifin ifadesine
[3191

uygundur.

23-24 Canlı İken Avın Vücudundan Koparılan Parça(yı Yemenin Hükmü)
2858... Ebû Vakıd'den demiştir ki: Peygamber (s. a):

D201

"Hayvan canlı iken vücudundan kopardan (parça) ölü (hükmünde) dir" buyurdu.
Açıklama

Eti yenen bir hayvan, ancak usulüne göre kesilmesi ile eti helal olur. Hayvanın canlı
iken vücudundan bir et parçasının koparılması, seri kesim olmadığından, bu parçanın

[321]

yenmesi caiz değildir.
Bazı Hükümler

Canlı bir hayvanın vücudundan kesilen bir parça eti veya bir organı yemek haramdır.
İsterse bu parça ke sildikten sonra hayvan ölmüş olsun.

İmam Şafiî'ye göre, hayvandan bu parçanın koparılması sebebiyle ölecek olursa,
koparılan bu parçayı yemek helaldir. İsterse bu parça iyice kopmamış olsun ve vücuda
bitiştirilmesi mümkün olsun. Eğer hayvanın onsuz yaşaması mümkün olmayan bir
tarafı koparılırsa, bu parçayı yemek te caizdir. Vücudun iki eşit parçaya bölünmesi,
yahut eşit olmayan iki parçaya bölünüp te başın az olan kısım tarafında, kuyruk



sokumunun da fazla olan kısımda kalması veya başın yarısının ya da yarıdan
fazlasının kesilip koparılması gibi. Bu durumlar hadisin kapsamı içine girmezler.
Fakat, ölen bu hayvanın başı, kesilen vücudunun üçte ikisiyle, kuyruk sokumunun da
üçte-biriyle birlikte bulunuyorsa, bu kopan kısmın yenmesi helal olmaz. Çünkü bu
kısmın hayvan canlı iken kopmuş olması ihtimali vardır.

İmam Ebû Hanife (r.a), İbrahim en-Nehaî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Av canlı
iken iki eşit parçaya böldüğünde, her iki tarafı da yiyebilirsin. Fakat onu eşit olmayan
iki parçaya bölmüşsen o zaman eğer baş büyük kısım tarafından buluyorsa, başın
bulunduğu tarafı yer diğer tarafı yemezsin. Eğer hayvandan canlı iken bir parça
koparacak olursan bu parçanın dışında hayvanın her tarafını yiyebilirsin. Fakat bu
parça iyice kopma-mış da hayvanın vücuduna asılı olarak kalmışsa (hayvanı kesip her

D221

tarafını yediğin gibi) bu asılı kalan parçayı da yiyebilirsin.

Hattâbî'de bu hadisin şerhinde şunları söylüyor: Bu hadis eti yenen hayvanın eti ve
ona bitişik organları hakkındadır. Hayvanın kılı, yünü, tüyü hakkında değildir. Av
köpeğinin avdan kestiği ve atılan okun avdan kopardığı parçalar da diri hayvanın
vücudundan kesilen parça gibidir. Mesela, av peşine gönderilen köpek yakaladığı avın
bir parçasını kopardıktan sonra av ölürse, avın ölümünden önce vücudundan kesilen
parça murdardır. Çünkü av henüz hayatta iken bu parça onun vücudundan kesilmiştir.
Şayet köpek veya atılan ok, avı ikiye bölerse bu kesim, hayvan boğazlama
hükmündedir. Dolayısıyla iki taraf da yenir. Ebû Hanife; "Bu takdirde avın başının bu-
lunduğu taraf, diğer parçadan küçük olursa murdar sayılır. Eşit iseler ikisi de yenir,"
demiştir. Şafiî'ye göre ise fark yoktur. Yani, başın bulunduğu taraf diğer taraftan
küçük de olsa her iki taraf yenir. Çünkü, ruh iki taraftan da beraber çıkınca diri bir
hayvanın bir parçasını kesmek durumu oluşmaz. Bu parçalayış, bir boğazlama
hükmündedir. Avın tamamı bu parçalama ile öldürülmüş olur. Artık avın bir tarafının

f3231

diğer tarafa tabi tutulması söz konusu değildir. Hepsi aynı hükme tabidir.
Yün, Kıl Ve Tüy İle İlgili Hükümler

Eti yenen hayvanın, hayatta iken kesilen yünü, kılı ve tüyü helaldir, temizdir. Kesen,
kırpan kişi müslüman olsun, gayrı müslim olsun farketmez. Alimler bu hususda ittifak
halindedir. Imamü'l-Haremeyn'in beyanına göre, bu hususta müslümanlarm icma'ı
vardır.

Yün, kıl ve tüy murdar bir hayvanın vücudundan kesilirse bunun hükmü hakkında
ihtilaf vardır. Şöyle ki:

1. Malikîlere göre; bunlar yolmak suretiyle değil de kesmek ve kırpmak suretiyle
alındığı taktirde temiz sayılır. Eti yenmeyen hayvanın ister diri, ister ölü iken kesilen
yünü, kılı ve tüyü temiz sayılır. Hatta köpek, ve domuzun kılı da olsa, hüküm aynıdır.
Eti yenmeyen herhangi bir hayvanın kılı, yünü veya tüyü yolmak suretiyle alınırsa,
bunların deri tarafında olan uçları necis ve pistir, diğer kısmı temiz sayılır.

2. Hanefî ve Hanbelî mezheb âlimleri de Malikîler gibi hükmetmişlerdir. Şu farkla ki
domuzun kılları necistir, pistir. İster yolmak suretiyle ister kırpmak suretiyle alınsın,
keza ister domuz diri iken kılları alınsın, ister ölü iken alınsın, hüküm aynıdır.
Hanbelîlere göre köpek de domuz gibidir.

3. Şâfıîler'e göre; yün, kıl ve tüy murdar bir hayvan veya eti yenmeyen diri bir



hayvandan alınmış olduğu zaman, ister yolmak suretiyle, ister kesmek suretiyle elde
edilsin mutlaka necis ve pistir. Onlara göre köpek ve domuz ile bunlardan doğma
13241

hayvanlar necistir.

24-25. Avcılığa Düşkünlük Hakkında (Gelen Yasaklayıcı Hadisler)

2859... Bir defasında Süfyan es-Sevrî şöyle dedi: Peygamber sal-lallahü aleyhi ve
sellem:

"Çölde oturan kimse(nin huyu) sertleşir. Av peşinde gezen ga-fılleşir. (Fasık)

0251

sultanların kapısm)a giden, fitneye düşer" buyurdu.
Açıklama

Hadis-i şerifde, çölde eyleşen kimselerin kalplerinin katılaşacağı, mizaçlarının
sertleşeceği, ömrünü av peşinde geçirenlerin gafîlleşeceği, fasık idareci kapılarında
ömür tüketenlerin de fitneye duçar olacakları ifade buyurulmaktadır.
Gerçekten çölde oturanlar, kendilerine güzel ahlaklı, yumuşak huylu olmanın
manasını ve faziletini öğretecek ilim adamlarıyla buluşmaktan, irşad meclislerine
katılmaktan mahrum kaldıkları için, kalblerinin gıdalarını hakkıyla alamazlar.
Dolayısıyla kalpleri her gün biraz daha sertleşir ve katılaşır. Neticede o kimse katı
kalpli, kötü huylu bir adam haline gelir.

Av peşinde gezen kimse, zamanla kendisini ava o kadar çok kaptırır ki, etrafında olup
bitenlerden haberi olmadığı gibi, Allah'ın emir ve yasaklarını da unutmaya başlar.
Neticede kendisini tamamen nefsinin ve şeytanın pençesine teslim etmiş gafil bir insan
olur.

Zalim idarecilerle düşüp kalkan kimseye gelince; bunlar iki tehlikeye maruz
kalmaktan hali değillerdir.

1. Ya o zalim sultanın keyfi hareketlerini ve uygulamalarını tasdik ederler ve onun
zulmüne iştirak etmiş olurlar.

2. Yahut da onların bu hareketlerine karşı çıkarlar ve kısa zamanda onların hışmına

13261

uğrarlar.

Bazı Hükümler

1. İçerisinde ilim, irfan ve fazilet öğretilen şehirlerde oturmak, kendisinde bu imkanlar
bulunmayan köy ve kasabalarda oturmaktan daha faziletlidir.

2. İnsanın kendisini farzları, vacipleri ve mendupları unutturacak derecede ava verip
vakitlerini av peşinde geçirmesi mekruhtur. Ancak, geçimini avcılıkla geçirmek
zorunda kalan kimselerin avcılık yapmalarında bir sakınca olmadığı gibi, kişinin
karşısına çıkan bir avı avlamasında da bir sakınca yoktur. Sakınca kişinin eğlence için
vakitlerini av peşinde öldürmesidir.

Ayrıca bir avı avlamak için başkalarının ekinlerini itlaf etmek veya kendilerini

r3271

ikametgahlarında izac etmek caiz değildir.



3. Ulemanın zalim ve fasık idarecilerin kapılarına gidip, onlarla düşüp kalkmaları
yasaklanmıştır.

Çünkü zalim sultanlar veya idareciler, zulümlerine devam ederlerken ulemanın onlarla
düşüp kalkması, bu zulmü onların da tasvip etmesi anlamına gelir ki; bu durum zalim
idarecilerin ve zulümlerinin halkın tümü tarafından benimsenip tasvip edilmesine
sebep olur.

Oysa ulema, hakkı ve adaleti koruyup yaşatmakla, halk da hakkı ve hakikati öğrenmek
için onlara müracaat etmekle mükelleftir.

Cenab-ı Hakk Kur'an-ı keriminde "Allah kendilerine kitap verilenlerden: -onu

T3281

mutlaka insanlara açıklayacaksınız, gizlemeyeceksiniz- diye söz almıştı"
buyurarak ulemaya: ".... Eğer bilmiyorsanız zikr ehline (yani meseleyi bilenlere)
f3291

sorun" buyurmak suretiyle de ulemanın dışındaki halka bu mükellefiyetlerini
bildirmiştir.

Özellikle ulemayı bu hususta dikkatli ve uyanık olmaya davet eden hadis-i şeriflerden
bazılarının meali şöyledir:

a. "Benden sonra birtakım yalancı ve zalim emirler gelecektir. Onların yalanlarını
tasdik eden ve zulümlerine yardımcı olan kimseler benden değillerdir, ben de onlardan

[3301

değilim. Kevser havzmda benim yanıma da gelmeyeceklerdir."

b. Ebû Zer-i Gıfârî (r.a) Hz. Seleme'ye şöyle demiştir:

"Ey Seleme (zalim) sultanların kapısına gitme. Çünkü sen onların dünyalığından
birşey elde edemezsin. Fakat onlar senden, onların dünyalığından daha faziletli olan
1331]

dinini alırlar."

2860... Peygamber (s.a)'den (rivayet edilen bir önceki) müsedded hadisi bir de mana

olarak Ebû Hureyre'den (rivayet olunmuştur. Hz. Ebû Hureyre bu hadisi):

"Kim (devamlı olarak zalim) idareci ile düşer-kalkarsa fitneye düşer" (anlamına gelen

lafızlarla) rivayet etti. (Daha sonra bu rivâyetine şu manaya gelen cümleyi de) ilave

etti:

"Kul (zalim) sultana yaklaşmakla Allah'dan uzaklaşmaktan başka birşey
r3321

kazanmaz."
Açıklama

Bu hadis-i şerifte de bir önceki hadis-i şerifte olduğu gibi zaHm sultanlara yaklaşan
kimselerin onun zulmüne iştirak ederek hak ve hakikatten ve dolayısıyla Allah'ın
rahmetinden uzaklaşacakları haber verilmektedir.

Bu hadis-i şerif lafızlarıyla bir önceki hadisin aynısı değilse de, mana cihetiyle bir

D331

önceki hadisin son cümlesinin aynısıdır.



2861... Ebû Salebe el-Huşenî'den demiştir ki: Peygamber (s. a) (şöyle buyurmuştur):
"Ava (okunu) atıpta, onu üç (gün üç) gece sonra (atmış olduğun) okun üzerinde



olduğu haide (Ölü olarak) ele geçirecek olursan, kokuşmamış olması şartıyla onu
13341

yiyebilirsin."
Açıklama

Bu hadis» vurulduktan sonra gözden kaybolup üzerinden bir gece geçmiş olan bir avın
etini yemek haramdır diyen Maliki âlimlerinin aleyhine bir delildir. Alimlerin büyük
çoğunluğuna göre; burada geçen üç gece tabirindeki üç adedinin bağlayıcı bir te'siri
yoktur. "Herhangi bir süre" anlamında kullanılmıştır.

Bilindiği gibi, Hanefî âlimlerine göre, vurulduktan sonra gözden kaybolan ve bir süre
sonra bulunan bir avın etinin helal olabilmesi için üç şart vardır:

1. Avcının okunun av üzerinde bulunması,

2. Başka avcıya ait okun veya bir ok yarasının bulunmaması ve başka bir tesirle
öldüğünün ortaya çıkmış olmaması,

3. Avcının onu aramaya zaruretsiz olarak mola vermemiş olması.

Bu üç şart bulunduğu takdirde av kokuşmuş olsa bile eti yenir. Aliyyü'l-Kari'nin
açıklamasına göre, Hanefi âlimleri bu hadisteki kokuşmuş avı yemenin terk edilmesi
ile ilgili emrin hükmü istihbab içindir. Bu bakımdan yenmemesi iyi olur fakat,
yenecek olursa haram işlenmiş olmaz.

Nitekim Hanefi âlimlerinden İbn Melek'in ifadesine göre, Hz. Peygamberin (s. a)
kokmuş eti yediği rivayet olunmuştur.

İmam Ahmed de kokmuş et yemenin helal olduğunu söylemiştir. Fakat İmam
Ahmed'e göre vurulduktan sonra uzun süre gözden kaybolan bir avın eti helal değildir.
Kendisine vurulduktan sonra geceli gündüzlü bir gün gözden kaybolan bir avın hükmü
sorulunca, bir günün uzun bir süre olduğunu ve dolayısıyla bu avın haram olduğunu
söylemiştir. Bu, İmam Ahmed'in uzun bir süre sözüyle geceli gündüzlü bir günlük
süreyi kasdettiğini gösterir. Bu bakımdan Hz. İmam'a göre vurulduktan sonra
kaybolup sadece bir gecenin veya sadece bir gündüzün sonunda ölü olarak bulunan bir
avın eti helaldir.

İmam Malik'e göre; vurulduktan sonra av gündüzün bulunamayıp akşamleyin ölü
olarak ele geçerse, o avın eti helaldir. Fakat üzerinden bir gece geçmişse onun eti
haram olur.

İmam Şafiî'ye göre; vurulduktan sonra oku atan kimsenin gözünden kaybolmuş olan
bir avın eti asla yenmez. Şafiî mezhebinin kokmuş bir etin yenip yenmemesi
hususundaki görüşlerini açıklarken İmam Nevevî şunları söylüyor: "Kokmuş yemeği
yemekten nehiy tahrim değil, kerahet-i tenzihiyye içindir. Diğer kokmuş etlerle
yiyecekleri yemek te tenzihen mekruhtur, haram değildir. Fakat sıhhat için zararlı hale
gelmiş olması müstesna. Bazı âlimlerimiz kokmuş etin haram olduğunu söylemişlerse
de bu görüş zayıftır.

Biz bu meseleyi münasebet düştüğü için 2849 numaralı hadis-i şerifle 2857 numaralı

f3351

hadisi şerifin şerhinde açıklamıştık.



m

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/453.

[21

Kevser, (108), 2.



Ibn Mâce, edahi 2; Ahmed b. Hanbel 1 1-321.

[41

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/453-454.

[51

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/454.

[6]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/454.

LZ1

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/454-455.

m

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/455.

[21

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/455-456.

[im

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/456.

tül

Debbağoğhı Ahmed, Ansiklopedik Büyük İslam İlmihâli, 346-350.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/456-457.
[121

Tirmizî, edahi 18;Nesaî 1: İbn Mâce edahi 2; Ahmed b. Hanbel IV-215, V-76.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/457.
[131

Saffât, (37) 102.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/457-458.

[151

İbn Mâce, edahi 2; Ahmed b. Hanbel 1 1-321.

[161

Buhârî, îdeyn 5, 10, 17, 23, edahi 1, 4, 8, 11-12; Müslim, edahi, 1-4, 10-11.

[İH

Mecmeu'z-Zevâid, IV, 18.

risı

İbn Mâce, edahi 2; Ahmed b. Hanbel, II, 321.

r 191

Ahmed b. Hanbel, IV, 312; el Mütteki, Kenzü'l-Ummâl V, 90.

[201

Kevser (108): 2.

[211

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/458-461.

[221

Nesâî, edahi 2.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/461-462.
[231

İbn Hacer, FethuT Bârî, XII- 103.

[241

Buhârî edâhî, 5 .

[251

Buhârî edeb 76; Müslim, bin' 107-108; Muvatta', hüsnü'l-hulk 12; Ahmed b. Hanbel, 1 1-236, 268, 507.

[261

el-Aynî, UmdetiH Kâarî, XXI-147-148.

[271

Ahmed b. Hanbel IV-82.

[281

el-Aynî, Umdetu'l Kaari, XXI-48.

[291

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/462-464.

[M

ez-Zeylâî, Nasbü'r Râye, IV-208.

[311

Aliyyü'l KaarîMirkatü'l Mefâtih 1 1-271. 72

[321

AlliyüT Kari, Mirkatü'l Mefâtih 1 1-271.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/464.
[331

Tirmizî, edahi 2; Ahmed b. Hanbel I-I07, 149, 150.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/464-465.



[341

Hakim, el-Müstedrek, IV-230.

[351

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/465.

[361

Tuhfetü'l-Ahvezî, V-79.

[371

Fethü'r-Rabbanî, A. Abdurrahman XIII-61; Mecmaü'z-Zevaid IV-21-22.

[381

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/465-466.

[391

Müslim, edahi 39-42; İbn Mâce, edahi 11; Dârimî, edahi 2.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/466-467.
[401

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/467-468.

[411

Müslim, edahi 19; Ahmed b.Hanbel, VI, 78.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/468-469.
[421

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/469.

[431

el-Muhezzeb ve şerhuhû VHI-407-408.

[441

En'am(6), 121.

[451

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/469-470.

[46J

Nesai dahaya 59; Buhârî, hac 27, 1 17,1 19; Ebû Dâvûd hac, 67; Ahmed b. Hanbel, VI-35, 78, 82.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/470.
[471

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/470.

[48J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/471.

[49J

Buhârî, edahi 9, 13-14; Müslim, edahi 17-18; Tirmizî, edahi 2; Nesâî, edahi 14, 22, 29, 30-31; İbn Mâce edahi 1, 13; Dârimî, edahi 1; Ahmed b.
Hanbel, 111-115, 170, 183, 189,211,214,222,255,272,279.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/471.
[501

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/471.

[511

Numddin Ali b. Ebi Beki' el-Heysemi, Mecmeu'z-Zevaid 1V-17; Hakim 1V-222.

[521

Eş-Şerhu'l Kebir, İbn Kudame, 11-551.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/471-472.
[53J

İbn Mâce edahi 1; Ahmed b. Hanbel VI-220, 225.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/472-473.
[ŞU

Fethurrabbânî; Abdurrahman XI 1 1 -6 1 ; Mecme'uz-Zevâîd IV-2 1 -22

[551

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/473.

[56J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/473-474.

[571

Tirmizî, edâhî 4; Nesâî, dahaya 14; İbn Mâce, edâhî 4.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/474.
[581

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/474.

[591

Müslim, edâhi 13; Nesaî, dahaya 13; İbn Mâce, edâhi 7; Ahmed b. Hanbel, III-3 12-327.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/474-475.
[60J

Dürrü'l-Muhtar el Haskefî V-226-227 (el-udhiye).

[611

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/475-476.

[621

Fethurrabbânî, XIII-72.

[63J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/476.

[641

Buhârî, edahi 7; Müslim, edahi 15; Tirmizî, edahi 7; Nesaî, dehaya 13; İbn Mâce, edahi 7; Darimî, edahi 4; Ahmed b. Hanbel IV-149, V-194.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/476-477.
[651

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/477.



[661

Nesâî, dahaya 13; İbn Mâce edahi 7; Ahmed, V-368.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/477-478.
[671

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/478.

[681

Buhârî, edahi 8; Müslim, edahi 5, 8; Tirmizî, edahi 12; Nesaî, dahaya 17; Dârimi, eda-hi 7; Ahmed b. Hanbel IV-282, 287, 298, 303.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/478-479.
[691

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/479-480.

LM

Mecmeu'z-Zevâid IV-23.

[711

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/480-481.

[721

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/481.

[IH

Tirmizî, edahi 7; İbn Mâce, edahi 7.

LZÜ

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/481-482.

[751

Nesâî, dahaya 5-7; Tirmizî, edahi 5; İbn Mâce, edahi 8; Darimî, edahi 3; Muvatta, da-haya 1; Ahmed, IV-284, 289-301.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/482-483.
[761

en-Nevevî, Şerhu'l Müslim XIII- 125.

[771

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/483-484.

[781

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/484-485.

[791

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/485.

[M

Tirmizî, edahi 5; Nesaî, dahaya 9-11; İbn Mâce, edahi 8; Darimî, edahi 3; Ahmed b. Hanbel 1-80, 108, 128, 149.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/485-486.



Hac suresi 78.

[821

el Muhallâ İbn Hazm, VII-358, mesele 974.

[831

Şerhü Mühezzeb Nevevî VIII-399-402.

[841

İbn Kudame eş Şerhul Kebir III-546.

[85J

Muhammed Zihni Ni'meti islam 697, Tirmizi, edâhi9, Nesaî 12; ibn Mâce 8; Ahmed b. Hanbel 1-83, 109, 127.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/486-487.
[861

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/487-488.

[871

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/488.

İM

eş-Şerhü'l Kebir, İbn Kudame, 1 1 1-547.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/488-489.
[891

Nesâî, dahaya 12.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/489.
[M

Mirkatü'l-Mefatih Aliyyü'l-Kari, 1 1-265-266.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/489.
[911

Müslim, hac 353; Tirmizî, hac 66; Nesâî, dahaya 16; Muvatta dahaya 9; İbn Mâce eda-hî 5; Ahmed b. Hanbel III-335, V-409.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/489-490.
[921

A. Davudoğlu, Müslim, VII-23.

[İH

Fethürrabbânî, el-Bennâ A. Abdurrahman XIII-84; Nesaî, dahaya 16; İbn Mâce edahî 5; Tirmizî Edahi 9.

[911

Neylü'l-Evtar, Şevkanî V-l 15.

[951

a.g.e.; Müslim, hac 353.

[961

Bedaiussanaî, el-Kasanî, V-7 1 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/490-491.
[921

Müslim, hac 350, 352, 355; Tirmizî, hac 66; İbn Mace, edahî 5; Darimî, edahi 3, 5; Muvatta, danaya 9; Ahmed b. Hanbel 1-95, 105, 125, 156, 275,



IV-409, V-405-406.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/491-492.


Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/492.

[991

Müslim, hac 350; Tirmizî hac 66, edahî 8; Muvatta, dahaya 9; tbn Mâce, Edahi 5; Darimî, edahi 3, 5; Ahmed b. Hanbel 1 1 1-353, 364.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/492.

rıooı

Feth, (48), 25.

rıoıı

Buhârî, elmuhsır 1; el Benna A. A. el-Fethürrabbânî, XI -65.

[102]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/492-493.

[103]

Tirmizî, edahi 10, 20; Ahmed b. Hanbel, III-8, 356, 362.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/493.
[1041

tbn Mâce, ikametüssala 158.

11051

Buhârî, İdeyn 19;.

11061

Buhârî, İdeyn 6.

11071

Fethul Bari tbn Hacer 111-119.

[108]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/494.

[1091

ŞerhüT Mühezzeb Nevevî VIII-405, 408.

[1101

Muvatta, dahaya, 10; Tirmizî, edâhi 10: tbn Mâce edâhi 10.

fini

Fethu'r-Rabbanî el-Bennâ A. Abdurrahman XIII-85; Mecmetı'z-Zevâicl, IV-24; Müs-tedrek IV-229.

UM

Mecelle Mad; 13.

n i3i

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/494-496.

[İJİl

Buharı, îdeyn 22, edâhi 6; Nesaî dahaya 3, ideyn 30; tbn Mâce edahî, 17; Ahmed b. Hanbel, 1 1-109.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/496-497.
11151

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/497-498.

mm

Buhari, hudud 31; Müslim, cihad 49, edahiy 28-29; Ebû Dâvûd, imare 19; Muvatta, dahaya 7; Ahmed b. Hanbel, 1-56, VI-51.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/498-499.
[1171

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/499.

rı ısı

Şerhü'l-Muğn:, III-582.

LU91

el-Kâsânî, Bedayiüs-Sanayi V-81.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/499-500.
[120]

İbn Mâce, edahi 16; Ahmed b. Hanbel, V-76.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/501.
11211

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/501.

[122]

Şerhü'l-Mühezzeb VIII-420, 421.

[123]

Şerhü'l-Muhezzeb VIII-420, 421.

[1241

Şerhu'l-Muğnî, 111-568.

11251

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/501-502.

[126]

Müslim, edahî 35.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/502-503.
11271

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/503.

[128]

el-Muğnî, Ibn Kudame, XI-104, 105.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/503-505.



[129]

Müslim sayd 57; Tiımİzi diyat 14; Nesaî, dahaya 22, 26-27; İbn Mâce zebaih 3; Darimî, edahi 10; Ahmed b. Hanbel, IV-123, 125.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/505-506.
[130]

Hak Dini Kur'an Dili M. Hamdi Yazır, V-3 1 17.

[131]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/506.

ri321

Buharı, zebaih 56; Müslim, sayd 58, 61; Nesaî, dahaya 79; İbn Mâce, zebaih 10; Ahmed b. Hanbel 11-94; 111-117, 171, 191, 318,322,339.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/507.
£1331

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/507.

£1341

En'âm, 6/118.

£1351

En'âm, 6/121

£1361

Mâide, 6/5.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/507-508.
£1371

bk. 2819 nolu hadis-i şerif.

£138]

Tefsir, İbn Kesir, 11-170.

11391

Camiül-Beyan Taberî, VI 11-21.

£140]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/508-509.

ri4iı

Buhari, zebaih, 22.

£142]

İbn Hacer, Fethü'l-Bâri, Şerhu zebaihi ehl-il Kitabdığına dair bir âyet bulunmaması gerekir.

£143]

En'am 6/146.

£1441

En'am 6/121.

£145]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/509-51 1.

£146]

En'am 6/121.

£147]

En'am 6/121.

11481

İbn Mâce, zebaih 4.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/511.
£149]

En'âm: 6/121.

£1501

Taberi, Camiü'l Beyan VIII- 16.

£15U

Mâide (5)3.

£152]

Mâide (5) 3.

£153]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/512.

£1541

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/512.

£155]

Mâide: 5/121.

£1561

Tirmizî, tefsir 7.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/513.
£157]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/513-514.

£158]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/514-515.

£1591

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/515.

£1601

Buharı, cihad 191, şirket 3, 16, zebaih 15, 18, 23, 36-37; Müslim, edâhî 20, Tirmizî, sayd 19; Nesaî, sayd 17, 35, dahaya 26, İbn Mace zebaih 9,
17; Darimî, edahi 15; Ah-medb. Hanbel, III-463-464, IV-354, 356, 381, V-367.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/515-517.
£1611

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/517-518.



[162]

Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme-ve Şerhi IX, 224-228.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/518-520.
H631

Nesaî, sayd 25, edahi 8; İbn Mâce, sayd 17.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/520.
[164]

Kâmil, Miras; Tecrid-i Sarih Tercemesi. VIII- 1 3

ri65i

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/521.

11661

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/521.

11671

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/521-522.

H681

Nesaî, edahi 19: Ibn Mâce, zebâih 5; Ahmed b. Hanbel, IV-256, 258, 377
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/522.
ri691

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/522-523.

[170]

Tirmizî, sayd 13; Nesaî, dahaya 25; İbn Mâce, zebaih 9; Dârimî, edahi 12; Ahmed b. Hanbel, IV-334.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/523.

rnıı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/523-524.

[1721

Mâide 5/3.

[1731

Bekir Karlığa, Hadislerle Kur'an-ı Kerim Tefsiri, V, 2098-2099.

[1741

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/524-526.

[1751

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/526.

[176]

Bknz. 2821 nolu hadis-i şerîf.

[1771

Münavi, Feyzü'l-Kadir, V-42.

[1781

Ahmed Meylânî, Bidayetü'l-Miictehid I. 663-664 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/526-528.
[1791

Tirmizi, sayd 10; İbn Mace, zebaih 15; Dârimi, edahi 17; Ahmed b. Hanbel, III, 31-39-45-73-53.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/528-529.
[180]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/529.

[181]

Zürkanî, Şerhü Muvalta III-397.

11821

İmam Malik, Mu vatta, zebaih 8.

11831

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/529-530.

[184]

Tirmizî, sayd 10; İbn Mace, zebaih, Darimî, edahi 17; Ahmed b. Hanbel, 111-31, 39, 45, 53.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/530.
[185]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/530.

ri861

Buhârî, tevhid 13, buyu 5, zebaih 21; Ebû Dâvûd, edahi 13; Nesaî, dahaya 21, 36, 39, İbn Mâce, zebaih 4; Muvatta, zebaih, 1.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/530-531.
[187]

En'âm, 6/121.

[188]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/53 1-532.

H891

bk. Zeylaî, Nasbur-Reye, ez-Zebâih, IV, 183.

ri901

Sünen-i Dârekutnî 549.

[1911

En'âm, 6/121.

[192]

Mâide, 5/4.

T1931

bk. Zeyla'î, Nasbü'r-Râye, IV, 182.

[1941

bk. Teysir-ul-Vüsûl 11-45.



[195]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/532-533.

[196]

Nesâî: Fera' 2, 3. İbn Mâce: Zebâih 2. Ahmed b. Hanbel, V-75, 76.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/533-534.
[197]

bk. Zeyla'î: Nasbü'r-Râye IV, 208.

[198]

bk. Davudoğlu, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi IX, 239.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/534-535.
[199]

bk. Nevevî, Şerhu Müslim XII, 137.

r2001

bk. Nesâi, fera' ve Atîra, 1 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/535-536.
[201]

bk. Buharı, akîka3, 4; Müslim, edâhî 38; Tirmizî, edâhî 15: Nesâî, Fera' 1; İbn Mâce, Zebâih 2; Dârimî, edâhî 8; Ahmed b. Hanbel, II, 229, 239,
279, 490.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/536.
12021

Nesâî, fera' ve atîra, 1 .

12031

bk. İbn Hacer, Feth'ül-Bârî XII, 15.

[20H

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/536-537.

12051

bk. Buharı, akîka 3,4; Müslim, edâhî38; Tirmizî, edâhî 15; tbn Mâce, Zebâih 2; Ahmed b. Hanbel, 1 1-279.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/537.
r2061

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/537.

[207]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/537-538.

12081

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/538.

r2091

bk. Nesâî, akîka 1, 3, 4; Ahmed b. Hanbel, IV, 38.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/538-539.
[2101

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/539.

[211]

bk. İmâm-ı Mâlik, El-muvatta, akîka, 7.

12121

bk. İmâm-ı Mâlik, Muvatta, akika 4.

[213]

bk. İmâm-ı Malik, Muvatta, akîka 7.

[214]

Bk. Nesai akika4.

[215]

bk. Mecmeû'z-Zevâid, IV, 58.

[2161

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/539-541.

[2171

bk. İbn-i Mâce, Zebâih 1; Nesâî, akîka 3. Ahmed b. Hanbel, VI-381.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/541.
[218]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/541-542.

12191

Ahmed b. Hanbel, VI, 381.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/542.
12201

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/542.

[221]

bk. Ahmed b. Hanbel, V-17.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/543-544.
f2221

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/544.

[223]

Hz. Aişe'nin sözü için bak: Mecmaü'z-Zevâid, IV, 59.

[224]

bk. Mecma'uz-Zevâid, IV, 45, 59.

[225]

bk. Şerhülmühezzeb VIII, 427.

[226]

bk. 2839 nolu hadis.



12271

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/544-546.

12281

bk. Ahmed b. Hanbel, VI-381.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/546.
[229]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/546-547.

[230]

Buhârî: Akîka 1 .

can

Müslim: fedail 62.

T2321

Malik: Muvatta: Akîka 2.

T2331

Tirmizî: Kitâb'ül-edâhî/bâb'ül-Akîka.

[234]

Mecmaü'z-Zevâid, IV. 59.

[235]

bk. İbnüT-Kayyim, Zad'ül-Meâd, II, 5.

[2361

bk. Molla Mehmetoğlu Osman Zeki, Siînen-i Tirmizî Tercemesi III, 1 04.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/547-549.
12371

bk. Buhârî, akîka 2; Tirmizî, Edâhî 16; Nesâî, Akîka 2; İbn Mâce, Zebâih 1; Dârimî, Edâhî 9;Ahmed b. Hanbel; IV-18, 214, 215.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/549.
[2381

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/549-550.

f2391

bk. Hatipoğlu Haydar, Sünen-i İbn Mâçe Tercümesi, VIII, 502-503.

[2401

bk. Bu kanunun tahkiki için.

[2411

bk. Ettehânevi Eşref Ali i'lâüssüneu 17/1 13-1 14.

[2421

bk. Yıldırım Celâl, tslamda Aile Eğitimi, I, 107, 108.

[2431

bk. A.g.e. 109.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/550-551.
12441

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/551.

[2451

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/551-552.

[2461

bk. Nesâî, akika 4.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/552.
[2471

bk. Yıldırım Celal, I si um d a Aile Eğitimi, I, 111.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/552-553.
[2481

bk. Nesâî, akîka 1, Ahmed b. Hanbel, II, 182.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/553-554.
[2491

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/554.

[2501

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/554.

[2511

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/554-555.

[2521

Bk. Buhari, akika 2.

[2531

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/555.

[2541

Bilindiği gibi elinizdeki eserin kitab ve bâb numaralamasında Concordance hazırlayanlar-ca kabul edilmiş numaralama esas alınmıştır. Birçok
Ebû Dâvûd nüshasında "AV BÖLÜMÜ" ayrı bir kitap olarak kabul edildiği halde, onu "KURBAN BÖLÜMÜ"nün devamı olarak görenler de vardır.
Hafız el-Münzirî de bunlardan biridir. Nitekim Concordance'de de ayrı bir kitap olarak değil, Kurban BÖlümü'nttn devamı olarak bâb numarası
verilmiştir. Biz de böyle yaptık.
12551

Mâide (5) 2.

12561

Mâide (5) 96.

[2521

Ansiklopedik Büyük İslam İlmihali. Debbaoğlu Ahmed, 62, 63.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/9-10.



[258]

Buharî, hars 3, Bediül-halk 17, zebaih 6; Müslim, musakat 51-60; Tirmizî, sayd 17; Nesaî, sayd 10, 12-14; İbn Mâce, sayd 2; Darimî, sayd 2;
Muvatta istizan 12; Ahmed b. Hanbel, 1 1-4, 8, 27, 37,47, 55,60, 79, 101, 113, 147, 267, 345,425,456,473, V-56-57,219, 220.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/10.
[259]

Müslim, musakat 50-52, 54-55, 57.

[260]

Mirkatü'i-Mefatih Aliyyü' 1 -Kari IV-335.

[261]

Sahih-i Müslim, A. Davudoğlu, VIII-35-36.

T2621

Tecrid-i Sarih tere, Kamil Miras, VII-179, 1. baskı.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/10-13.
12631

Müslim, müsakat 47; Tirmİzî,.sayd 16-17; Nesaî, sayd 10; İbn Mâce, sayd 2, 4; Darimî, sayd 3; Ahmed b. Hanbel, III-333, IV-85, V-54, 56-57,

108.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/13.
0641

En'âm (5) 38.

[265]

lsrâ(20) 44.

[266]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/13-14.

[2671

Buhârî, sayd 7, Bedeülhalk 1; Müslim, hac 71, 73; Tümİzî, hac 21; Nesâî, menasik 1 16-1 17; Ahmed b. Hanbel, 1-257, VI-164, 259.

T2681

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/14-15.

[2691

Müslim, musakat 47.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/15.
[2701

Müslim, musakat 44.

[27U

Buharı, sayd 7, Bedeul-halk 11, Müslim, hac 71, 73; Tirmizî, hac 21; Nesâî, menasik 1 16-1 17; Ahmed b. Hanbel, 1-257.

[2721

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/15-16.

[273J

Buhârî, sayd 33, zebaih 1-2, 9; Müslim, sayd 1, 3-5; Tirmizî, sayd 6; Nesaî; sayd 2-3, 5,7-8,20-21, dahaya 19; İbn Mâce sayd 3; Darimî sayd 1;
Ahmed b. Hanbel, IV-194-195, 256, 258, 377, 380.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/16.
[2741

Buhârî, zebaih 1; Müslim, sayd 4; Nesaî, sayd 2; Darimî, sayd 1; Ahmed b. Hanbel, IV-256, 379.

[2751

Buhârî, zebaih 8; Müshjn, sayd 3; Ahmed b. Hanbel, 1-131.

[2761

Mâide (5) 3.

T2771

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/17-18.

[2781

el-Asâr 241, rakam 1065.

T2791

Mâide(5)4.

T2801

Mâide (5) 2.

[281]

Buhârî, zebaih 4.

T2821

el Muğnî İbn Kudame, 11-17.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/18-20.
[283]

Buhârî, vudu 33, buyu' 3, zebâîh 2-3, 7-10, tevhid, 13; Müslim, sayd 1-3; Tirmizî, sayd 1, 6; İbn Mâce, sayd 3; Ahmed b. Hanbel, 1-231.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/20.
12841

Mâide (5) 4.

[285]

Mâide (5) 4.

[286]

Buhârî, zebaih 7.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/20-21.
12871

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/21.

[288]

Buhârî, zebâih 8; Müslim, sayd 6; Nesâî, sayd 16, 18-19; Ahmed b. Hanbel, IV-379.



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/22.
[2891

Şerhü Müslim, Nevevî, XIII-79.

T2901

Nasbu'r-Râye Zeylâı, IV-314.

[291]

Nasbu'r Râye, Zeylâı, IV-315.

12921

Nasbu'r-Râye, Zeylâı, IV-315.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/22-23.
12931

Ahmedb. Hanbel, IV-378.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/24.
[2941

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/24.

[295]

Tirmizî, Sayd 3; Ahmed b. Hanbel, IV-375.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/24-25.
[296]

el-Asâr, Ebû Yûsuf, 241, rakam 1065.

T2971

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/25.

12981

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/26.

[2991

Ahmed b. Hanbel, IV-195.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/26.

pooı

Şerhü Müslim Nevevî, XIII-77.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/26-27.
[301]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/27.

13021

Buhâri, zebâih 8.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/27-28.
r3031

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/28.

[3041

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/28.

[3051

Buhâri, buyu' 3, zebaih 1-2, 9; Müslim, sayd 3-4; Tirmizt, sayd 7; Nesâî, sayd 2, 8, 22-23; İbn Mâce, sayd 7; Darimî, sayd 4; Ahmed b. Hanbel,
IV-256, 377.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/28-29.
r3061

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/29.

[3071

Buhâri, zebaih 4-, 10; İbn Mâce, sayd 3; Müslim, sayd 8; Nesaî, sayd 4, Ahmed b. Han-bel IV-195.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/29-30.
13081

Mâide: (5) 4.

13091

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/30.

[310]

Buhâri, zebaih 44; İbn Mâce, sayd 5; Ahmed b. Hanbel, 11-184, IV-195.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/30-31.
[31H

Maide, (5) 4.

[3121

Ni'met-i İslâm, M. Zihnî, 688.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/3 1-32.
[3131

Buhâri, zebaih 4, 10, 14; Müslim, sayd 8; Tİrmizî, sayd 1, siyer 11; tbn-i Mâce, sayd 3; Nesâî, sayd 16; Darimî, siyer 56; Ahmed b. Hanbel, 1 1-
184.IV-193, 195.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/32-33.
13141

Ahmedb. Hanbel, 11-184.

[3151

Tirmizî, sayd 1 .

HM

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/34.

[3171

Şerh-u Müslim Nevevî, XIII-81.

[3181

Şerh-u Müslim Nevevî, XIIl-80.



[319]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/34-35.

[320]

Tirmizî, sayd 12; İbn Mâce, sayd 8; Ahmed b, Hanbel, V-218.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/35.
[321]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/35-36.

[322]

el-Âsfır Ebû Yusuf, 241, rakam 1064.

[3231

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/36.

[324]

Sünen-i ibni Mace, Hatipoğlu Haydar, VIII-574, 575.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/37.
[325]

Tirmizî, fıten, 69; Nesâî, sayd 24; Ahmed b. Hanbel, 1-357, 1 1-371, 440.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/37-38.
[3261

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/38.

[3271

Büyük tslam İlmihali, Bilmen, Ö. Nasûhi.

[3281

Âl-ilmran, (3) 187.

[3291

Enbiyâ, (21), 7.

[3301

Nesaî, biat 35, 36; Teysiru'l-Vüsul 1-327.

[3311

İthaf-üs-Sadet-il-Müttekin VI- 127.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/38-39.
13321

Ahmed b. Hanbel, 11-371.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/39-40.
13331

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/40.

[3341

Müslim, sayd 9; Nesâî, sayd 20; Ahmed b. Hanbel, IV-I94.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/40.
[3351

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/40-41.



35- MEHDÎ KONUSUNUN BAŞI



35- MEHDÎ KONUSUNUN BAŞI



"Mehdî" sözlükte, "kendisine rehberlik edilen" demektir. Bütün istikâmetler
Allah'dan geldiği için, bu kelime, kendisine Allah tarafından yol gösterilen, yani
hususî ve şahsî bir şekilde Allah'ın hidâyetine nail olan mânâsını almıştır.
Terim olarak, Hz. Peygamber (s.a)'in kıyamete yakın bir zamanda geleceğin haber
verdiği sâlih kuldur. Şüphesiz burada kastedilen, Şiilerin "Mehdî-I Muntazar=
Beklenen Mehdi" dedikleri Oniki İmam'm sonuncusu olan Mehdî değildir. Fakat,
Mehdi'nin Hz. Fatıma'nm torunlarından olacağına dair hadis vardır. Ancak onun Hz.
Hasan'in mı yoksa Hz. Hü-seyiniıı mi torunlarından olacağı ihtilaflıdır. İlerideki bir
hadiste geleceği üzere Mehdinin adı Peygamberimizin adından, babasının adı da
Peygamberimizin babasının adından olacaktır. Yani adı Muhammed, babasının adı da
Abdullah olacaktır. "Mehdî ise onun ismi değil lâkabıdır. Mehdi'nin çıkması
kıyametin aiâmetlerindendir. O, dini kuvvetlendirecek, yer yüzünde adaleti yayacak
ve tüm müslümanlar kendisine uyacaklardır. Mehdî'den sonra Hz. İsa inecek ve
Deccâl'ı öldürecektir. Bir rivayete göre ise, Mehdî ile Hz. İsa birlikte "inecekler ve
Deccâl'ı birlikte öldüreceklerdir. Hz. İsa, namazında Mehdiye
uyacaktır.

Mehdi'nin zuhurunu haber veren hadîsi, Ebû Davûd, Tirmizî, Ibn Mace, Bezzâr,
Hâkim, Taberanî, Ebû Râbî, rîvâyet etmişlerdir.

Bu zatlar, hadisi sahabeden kalabalık bir gruba isnâd etmişlerdir. Bu sahabeler
şunlardır. Ali, İbn Abbas, Tâlha, İbn Ömer, Abdullah b. Mes'ûd, Ebû Hureyre, Enes
b. Malik, Ebû, Saîd el Hudrî, Ümmü Habîbe, Ümmü Seleme, Sevbân, Kürel b. İyas,
Ali el Hilâl Abdullah b. Haris b. Cezaî (r.a)'dır. Anılan bu zatların hadislerinin kimi
sahih, kimi hasen, kimi de zayıftır. İbn Haldun, Mehdî, konusunda varid olan
hadisleri hepsinin zayıf olduğunu ispat için gayret göstermiş, ama isabetli
görülmemiştir. Bununla birlikte Mehdî konusunda, uydurulmuş hadis de vardır. Av-
nü'I Ma'bûd'da Muhammed b. Münkedîr'den onun da Câbir'den merfû-an rivayet
ettiği söylenen "Mehdî'yi yalanlayan kafir olur" mânâsına gelen ve hadis denilen
sözün uydurma olduğu ifade edilmektedir.

Mehdi'nin varlığını kabul etmeyenlerin Rasûlullah (s.a)'den merfû olarak rivayet
edilen "Meryem'in oğlu İsa'dan başka Mehdî yoktur." mâ-nâsmdaki hadise
dayandıkları söylenmektedir. Ancak Beyhakî ve Hâkim bu hadisin zayıf olduğunu
söylemişlerdir. Buna sebep hadisin isnadmda-ki Ebân b. Salih'tir. O metrükü'l-hâdis

m

birisidir.