بَابُ لَغْوِ الْيَمِينِ

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

بَابُ لَغْوِ الْيَمِينِ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

2883 حَدَّثَنَا حُمَيْدُ بْنُ مَسْعَدَةَ السَّامِيُّ ، حَدَّثَنَا حَسَّانُ يَعْنِي ابْنَ إِبْرَاهِيمَ ، حَدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ يَعْنِي الصَّائِغَ ، عَنْ عَطَاءٍ ، فِي اللَّغْوِ فِي الْيَمِينِ ، قَالَ : قَالَتْ عَائِشَةُ : إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، قَالَ : هُوَ كَلَامُ الرَّجُلِ فِي بَيْتِهِ ، كَلَّا وَاللَّهِ ، وَبَلَى وَاللَّهِ ، قَالَ أَبُو دَاوُدَ : كَانَ إِبْرَاهِيمُ الصَّائِغُ رَجُلًا صَالِحًا ، قَتَلَهُ أَبُو مُسْلِمٍ بِعَرَنْدَسَ ، قَالَ : وَكَانَ إِذَا رَفَعَ الْمِطْرَقَةَ فَسَمِعَ النِّدَاءَ سَيَّبَهَا ، قَالَ أَبُو دَاوُدَ : رَوَى هَذَا الْحَدِيثَ دَاوُدُ بْنُ أَبِي الْفُرَاتِ ، عَنْ إِبْرَاهِيمَ الصَّائِغِ ، مَوْقُوفًا عَلَى عَائِشَةَ ، وَكَذَلِكَ رَوَاهُ الزُّهْرِيُّ ، وَعَبْدُ الْمَلِكِ بْنُ أَبِي سُلَيْمَانَ ، وَمَالِكُ بْنُ مِغْوَلٍ ، وَكُلُّهُمْ عَنْ عَطَاءٍ ، عَنْ عَائِشَةَ مَوْقُوفًا

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

On his father's authority, said that his grandfather told that Al-'As ibn Wa'il left his will that a hundred slaves should be emancipated on his behalf. His son Hisham emancipated fifty slaves and his son Amr intended to emancipate the remaining fifty on his behalf, but he said: I should ask first the Messenger of Allah (ﷺ). He, therefore, came to the Prophet (ﷺ) and said: Messenger of Allah, my father left in his will that a hundred slaves should be emancipated on his behalf and Hisham has emancipated fifty on his behalf and fifty remain. Shall I emancipate them on his behalf? The Messenger of Allah (ﷺ) said: Had he been a Muslim and you had emancipated slaves on his behalf, or given sadaqah on his behalf, or performed the pilgrimage, that would have reached him.

(3254) İbıahim -yani es-Sâiğ-; Atâ'dan, yeminde lağv konusunda şöyle haber
vermiştir:

Âişe (r.anha) dedi ki: Resûlullah (s. a.); "[O], kişinin evinde (söylediği) "Hayır vallahi,
evet vallahi" gibi sözleridir." buyurdu.

Ebû Dâvûd dedi ki: İbrahim es-Sâiğ, salih bir adamdı. Ebû Müslim onu, Avandes'de
katletti. Tokmağı kaldırdığında ezanı duyarsa bırakıverirdi.

Yine Ebû Dâvud dedi ki: Bu hadisi Dâvûd b. Ebi'l-Furât; İbrahim es-Sâiğ'den, Hz.
Aişe'ye mevkuf olarak rivayet etmiştir. Zührî, Abdülmeük b. Ebî Süleyman ve Mâlik
b. Miğvel de aynı şekilde hepsi Atâ'dan Hz. Aişe'ye mevkuf olarak rivayet etmişlerdir.



[561



Açıklama

Bu hadis Münzirî'nin, Muhtasarında mevcut değildir. Hadis; Buhârî'de, Hz. Aişe'nin

[571

sözü olarak, "Yeminle rinizdeki lağvdan dolayı Allah sizi muaheze etmez..."
âyetini tefsir sadedinde varid olmuştur. Buharî'deki rivayet şu şekildedir: "Hz. Aişe;
âyeti (kişinin); 'hayır vallahi evet vallahi' sözü hakkında nazil olmuştur, dedi."
Hadisin sonunda Ebû Davud'un da işaret ettiği gibi, başkaları da hadisi mevkuf olarak
rivayet etmiştir.

Hadis-i şerif; lağv'm, yemin kasdı olmadan söyleniveren söz olduğuna delâlet
etmektedir. Şâfiîler, yemin-i lağvı, bu rivayetin işareti istikametinde izah etmişlerdir.
İmam Muhammed; İmam A'zam'm yemin-i lağvı yukarıda belirtildiği biçimde izah
ettiğini söyler. Fakat, Hanefî mezhebinin görüşüne göre yemin-i lağv, mukaddimede
de belirtildiği gibi; doğru zannedilerek yanlışlıkla edilen ve aksi ortaya çıkan
yemindir. Hâdivîler, Rabîa, Mâlik, Mekhûl, Evzâî, Leys ve Ahmed'in bir rivayeti de
Hanefîlerin görüşü doğrultusundadır.

Askalânî, yemin-i lağv konusunda sekiz ayrı görüş olduğunu söyler. Meselâ;
Tâvûs'dan nakledilen görüşe göre yemin-i lağv, kişinin öfkeli iken ettiği yemindir.
İbrahim en-Nehaî'ye göre ise, bir kimsenin bir şeyi yapmamak üzere yemin edip sonra
unutarak o işi yapmasıdır. Saîd b. Cübeyr kanalıyla İbn Abbas'tan yapılan rivayete
göre, Allah'ın helâl kıldığını haram saymaktır. Bir görüşe göre, kişinin bir işi yaparsa
kendisine beddua etmesi, sonra da onu yapmasıdır.

Şevkânî, yemin-i lağv konusundaki görüşleri sekize münhasır kılmanın doğru
olmayacağını, araştırıldığı takdirde daha başka görüşlerin de ortaya çıkacağını söyler.
Şüphesiz bu görüşler içerisinde en meşhur olanları, Şâfiîlerle Hanefile-rin görüşleridir.
Yine Şevkânî bu görüşlerden de, Şâfiîlerin görüşünün daha isabetli olduğunu
kaydeder. Şevkânî'nin bu tercihi yaparken ortaya koyduğu izah şöyledir:
"Lağv'm manasını anlamakta başvurulacak merci, Arap lügatidir, Hz. Peygamber
(s.a)'in asrında yaşayanlar, Allah'ın kitabını en iyi anlayanlardır. Çünkü onlar birer
lügat ehli olmanın yanı sıra şeriat ehli de idiler. Hz. Peygamber (s.a)'i görmüşler ve
Kur'an'm iniş günlerinde hazır olmuşlardır.

Sahâbîlerden birisinden Kur'an-ı Kerimle ilgili bir tefsir bulunur ve ondan daha üstün
veya kendisi seviyesinde olan birisinden de buna zıt bir görüş bulunmazsa bu tefsin
almak vacib olur. Bu görüş, lügat âlimlerinin bu sözün manası hakkında rivayet
ettikleri haberlere uymasa bile sonuç değişmez. Çünkü o sahabenin naklettiği
mananın, lügavî değil şer'î olması mümkündür.: Usûl'de, belli olduğu üzere, şer'î
mana, lügavî manadan daha önce gelir. Bizim sadedinde olduğumuz konuda lağv;
Aişe (r.anha)'nm dediğidir."

Hz. Peygamber (s.a)'den lağv yemini ile ilgili olarak başka haberler de nakledilmiştir.
Meselâ, Taberî'nin Hasenü'l-Basrî'den merfu olarak rivayet ettiği bir habere göre: Ok
atıcılardan biri okunu attığı zaman, hedefi vurduğuna dair yemin eder ve onun
vuramadığı ortaya çıkar. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s,a): "Atıcıların yeminleri

[581

lağvdır. Onun için keffarette yoktur, ceza da" buyurmuştur.



İbn Hacer; bunun sabit olmadığını, zira ulemanın, Hasen'in mürsellerine
güvenmediklerini, çünkü onun herkesten hadis aldığını söyler.

İbn Vehb de; Zührî vasıtasıyla Urve'den o da Hz. Aişe'den şöyle rivayet etmiştir: "O
(yemin-i lağv), sadece doğruluğu arzu edilerek edilen fakat aksi çıkan yemindir."
Bu rivayet Hanefîlerin görüşlerini desteklemektedir. Fakat ravileri, üzerinde
durduğumuz babın hadisinin ravileri kadar sika olmadıkları için onun karşısında zayıf
bulunmuştur.

Hadis-i şeriften anlaşıldığına göre; yemin-i lağvdan dolayı ne keffaret ne de ceza
vardır. Bakara sûresinin, 225 ve Mâide sûresinin 89. âyetleri de buna çok açık bir
şekilde delâlet etmektedirler. İbnü'l-Münzir ve İbn Abdil-berr, bu hususta tüm
âlimlerin görüşbirliği içinde olduklarını söyler.

Hanefî fıkıh kitaplarında; "Allah'ın bu yemin sebebiyle sahibini mua-haza
etmeyeceğini umarız." manasına gelen bir ibare yer alır. Asıl metinlerde olduğu için,
bu söz İmam Muhammed'e ait olsa gerektir. "Allah (c.c), âyet-i kerimelerde açık bir
şekilde, yemin-i lağv sebebiyle kişiyi muaheze etmeyeceğini bildirdiği halde, İmam
Muhammed niçin böyle bir ifade kullanmıştır?" şeklinde bir soru akla gelebilir. Bu
soruya şu şekilde cevap verilmektedir: "Umud iki türlüdür. Bunlardan biri tama' diğeri
tevazu içindir. Birincisine recâ-i tama', ikincisine de recâ-i tevazu denilir. İmam

[59J

Muham-med'in sözü, recâ-i tevazu cinsindendir."
Bazı Hükümler

1. Yemin-i lağv; yemin kastı olmadan, dil alışkanlığı ile söylenen evet vallahi, hayır
vallahi gibi sözlerdir. Konu, şerh bölümünde izah edilmiştir,

[601

2. Yemin-i lağv'den dolayı ne dünyevî bir keffaret ne de uhrevî bir ceza gerekmez.

1611

7. Yeminde Ta'riz

"Ta'riz" diye terceme ettiğimiz "el-meâriz" kelimesi "mi'raz" kelimesinin çoğuludur.
Bu kelime; en-Nihâye'deki ifadeye göre, sözünü açıkça ifade etmenin zıddı olan
ta'rizden alınmadır. Aynî; "Ta'riz, bir kinaye türüdür, tasrihin zıddidır" der. Râğıb ise
bu kelimeyi şöyle izah eder: "Bu, açık ve gizli manası olan bir sözdür ki, söyleyen
gizli manayı kasdeder, açık manasını söyler."

Bu izahlardan anlıyoruz ki, buradaki ta'rizden maksat; yemin ederken ayrı ayrı
manaya gelen sözün kullanılması, yemin edenin, niyetinin başka, sözünün başka
I62J

olmasıdır.