بَابٌ فِي الْمُضَارِبِ يُخَالِفُ

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

بَابٌ فِي الْمُضَارِبِ يُخَالِفُ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

2989 حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ ، حَدَّثَنَا سُفْيَانُ ، عَنْ شَبِيبِ بْنِ غَرْقَدَةَ ، حَدَّثَنِي الْحَيُّ ، عَنْ عُرْوَةَ يَعْنِي ابْنَ أَبِي الْجَعْدِ الْبَارِقِيَّ ، قَالَ : أَعْطَاهُ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ دِينَارًا يَشْتَرِي بِهِ أُضْحِيَّةً ، أَوْ شَاةً فَاشْتَرَى شَاتَيْنِ فَبَاعَ إِحْدَاهُمَا بِدِينَارٍ فَأَتَاهُ بِشَاةٍ وَدِينَارٍ فَدَعَا لَهُ بِالْبَرَكَةِ فِي بَيْعِهِ كَانَ لَوِ اشْتَرَى تُرَابًا لَرَبِحَ فِيهِ ، حَدَّثَنَا الْحَسَنُ بْنُ الصَّبَّاحِ ، حَدَّثَنَا أَبُو الْمُنْذِرِ ، حَدَّثَنَا سَعِيدُ بْنُ زَيْدٍ ، هُوَ أَخُو حَمَّادِ بْنِ زَيْدٍ ، حَدَّثَنَا الزُّبَيْرُ بْنُ الْخِرِّيتِ ، عَنْ أَبِي لَبِيدٍ ، حَدَّثَنِي عُرْوَةُ الْبَارِقِيُّ ، بِهَذَا الْخَبَرِ وَلَفْظُهُ مُخْتَلِفٌ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

The tradition mentioned above has also been transmitted by ‘Ali bin Hussain through a different chain of narrators. This version adds “He (the Prophet) did not provide her with a slave.”

(3384) Urve, yani [İbn Ebi'I-Ca'd] e ârikî'nin dediğine göre;

ÜM

Rasûlullah (s. a) kendisine, bir kurban -veya koyun- satın alması için bir dinar
verdi. O da iki koyun satın alıp, birisini bir dinara sattı. Bir koyun ve bir dinarı
Rasûlullah'a getirdi. Efendimiz (s. a) Ur-ve'ye ticaretinin bereketli olması için dua etti.

r2001

Artık o, toprak satın alsa kâr ederdi.



Açıklama



Hadisle ilgili malumata geçmeden önce, başlıkta geçen müdârib ve rabbü'l-mal
terimlerini açıklamak istiyoruz:

Önceki hadisi izah ederken de söylediğimiz gibi, müdârabe; sermaye bir taraftan,
emek bir taraftan ve kâr ortak olmak üzere kurulan ortaklıktır. Taraflar kârı ortaklığı
kurarken yaptıkları anlaşmaya göre paylaşırlar.

Müdârib: Müdârabedeki emek sahibidir. Yani sermaye sahibinin verdiği parayı
kullanarak kâr etmeye çalışan kişidir. Buna âmil de denir.

Rabbü'l-mal: Mal sahibi demektir. Müdârabe ortaklığında sermaye sahibi olan kişiye
denilir.

Hadisin isnadında; Garkade'nİn, kendisine "kabile"nin haber verdiğini söylediği
görülmektedir. Çünkü "el-hayy" kelimesi kabile manasınadır. Bu durum, bazılarının
hadisi delil almamalarına sebep olmuştur.

Avnü'l-Ma'bûd'da; hadisin babın başlığı ile doğrudan bir ilgisinin-olmadığma işaret
edilmektedir. Çünkü başlıkta, müdâribin rabbü'l-malin emrine aykırı davranması söz
konusu olduğu halde, hadis metnindeki hâdise bir vekâletten ibarettir. Zira Hz.
Peygamber (s. a) Urve'ye, kendisi için bir koyun satın alması için vekâlet vermiş, o da
Rasûlullah'm verdiği para ile iki koyun satın almış, birisini bir dinara satıp
Efendimize; hem elinde bir dinar hiem de bir koyun olduğu halde dönmüştür. Hz.
Peygamber, (s. a) de Urve i-in dua etmiştir. Urve bundan sonra toprak satın alsa, kâr
edermiş. Bun-4an maksat bazı âlimlere göre onun kazancının bereketine işarettir.
Bazıları ise, onun satılan toprakları alıp satarak kâr elde ettiğini söylerler.
Görüldüğü gibi bu hâdise bir müdârabe değil, vekâlettir.

Biz önce bu hadisin içerisindeki fıkhı hükümlere kısaca temas edeceğiz, sonra da
babın başlığı olan müdârabe konusunu ele alacağız.
Hadiste iki ana hüküm göze çarpmaktadır:

1- Vekil, müvekkilin menfaatine olan bir şeyi vekilin emrine uymasa bile yapabilir.
Buna göre müvekkil vekilinden Özelliklerini belirterek tayin ettiği bir fıata bir mal
satın almasını istese, vekilin o parayla, istenilen özellikleri taşıyan iki tane mal satın
alması caizdir. Aynı şekilde bir şeyi satmakla vekil olan kişi o şeyi müvekkilinin
istediği fıattan daha fazlaya satabilir. Yani vekil, müvekkilinin menfaatine olduğu
takdirde, onun emrine muhalefet edebilir. Bundan maksat; müvekkil, emrine
muhalefet edildiğini öne sürerek malı kabullenmekten imtina edemez.
Şevkânî'nin naklettiğine göre Nevevî, Şâfıîlerin görüşünün bu şekilde olduğunu
söylemiştir. Hanefîlerden Ebû Yusuf da aynı görüştedir. İmam Mu-hammed'den iki
görüş nakledilmiştir. İmam Ebû Hanîfe'ye göre ise bu durumda, müvekkil paranın
yarısını vererek satın alman malın yarısını alır. Mesele Hidâye'de şu şekilde tasvir
edilmektedir: "Bir kimse başka birine bir dirheme on rıtıl et almak üzere vekâlet verse,
vekil de on ntlı bir dirheme satılan etten bir dirheme yirmi rıtıl alsa, müvekkile lâzım
olan, etin on rıtlmı yarım dirheme almaktır. Bu Ebû Hanîfe'ye göredir. Ebû Yusuf ve
Muhammed ise, bir dirheme yirmi ritim tamamını alması gerektiğini söylerler. Ku-
dûrî'nin bazı nüshalarında Muhammed'in görüşü, Ebû Hanîfe'nin görüşü ile birlikte
zikredilmektedir. "

2- Bir kimse başka birinin malını, onun haberi olmadan fuzuli olarak satabilir. Tabii
bu satışın geçerli sayılması, mal sahibinin satışa icazet vermesine (onaylamasına)
bağlıdır. Bu satışa, fuzulînin satışı manasına "beyu'l-fuzûlî" denilir.

Ulemanın çoğunluğu beyu'l-fuzulî'yi caiz görmüşlerdir. Seleften Hz. Ali, İbn Mes'ud,
İbn Abbas ve İbn Ömer (r.anhum), müetehid imamlardan Ebû Hanîfe, Mâlik, Ahmed



b. Hanbel ve ilk kavlinde Şafiî bu görüştedirler. Çünkü bu hadiste Urve (r.a), Hz.
Peygamber için satın aldığı iki hayvandan birisini onun haberi olmadan satmış,
Efendimiz de bu satışı kabul etmiştir. İmam Şafiî'nin sonraki" görüşüne (kavl-i
cedidine) göre ise, fuzulînin satışı bâtıldır, hiçbir değeri yoktur. İmam Şafiî, Hz
Peygamber (s.a)'in kişinin yanında olmayan bir şeyi satmasını meneden hadisine
dayanmıştır. Üzerinde durduğumuz bu hadis ile 3386 numarada gelecek olan ve kendi
görüşüne uymayan hadisleri, Şafiî, senetlerinde meçhul şahıslar olduğunu ileri sürerek
delil olmaya elverişli görmez.

Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, fuzulînin satışını caiz görenler onu, mal sahibinin
icazetine bağlı görürler. Yani esas mal sahibi satışı kabul ederse satış tamamdır, kabul
etmezse geçersizdir.

Bir kimse başkası adına onun haberi olmadan bir mal satın alsa, Hanefılere göre
durum farklıdır. Satın alan şahıs malı bizzat kendisi için almış olur. Dolayısıyla
yapılan alışveriş kesinleşmiştir, bozulamaz. Yalnız fuzûlî durumda olan müşteri
isterse, kendisi için satın aldığı malı o kimseye verir; ama bu yeni bir satış sayılır.
Şimdi biraz- da bu bölümün esas konusu olan müdârabe ortaklığı üzerinde duralım:
Müdârabenin tarifini yukarıda vermiştik. Bu tariften, onun ne tür bir akit olduğu da
anlaşılmaktadır.

Tüm akitlerde olduğu gibi, bunda da akdin kurulması icab ve kabul ile olur. Yani
taraflardan birisi müdârabeye delâlet eden bir sözle akdi teklif eder, diğeri de bunu
kabul ederse, müdârabe ortaklığı kurulmuş olur. Bu akde kırâz, mukâraza, muamele
de denilir.

Müdârabe iki çeşittir:

1- Mutlak müdârabe: Zaman, yer, satıcı, alıcı ve bir ticaret türü ile kayıtlanmamış olan
müdârabedir. Bu çeşit ortaklıkta müdârib, istediği yerde istediği kişilerle istediği malın
ticaretini yapabilir. Bu ticaretten dolayı sorumlu tutulamaz.

2- Mukayyet müdârabe: Sermaye sahibi olan ortak, emek sahibinin yapacağı ticarî
faaliyeti bir yer, zaman, tür ve bazı şahıslarla kayıtlarsa bu müdârabe mukayyed olur.
Bu kayıt; bazı yerlerde, bazı şahıslarla ve bazı sahalarda ticareti istememekle
olabileceği gibi, sadece oralarda o şahıslarla ve o sahada yapılmasını emir suretiyle de
olabilir. Müdâribin bu şartlara riayeti gerekir. Çünkü o bir yönden sermaye sahibinin
vekili gibidir. Vekil de vekil olduğu konuda müvekkilin emrine aykırı davranamaz.
Müdârib şayet sermaye sahibinin şartlarına aykırı davranışta bulunursa, yaptığı
faaliyet sadece kendisine ait olur, kâr-zarar kendisine aittir. Diğer ortağın sermayesini
iade etmesi gerekir.

Üzerinde durmakta olduğumuz bab bu konu ile ilgilidir. Yani mudâri-bin rabbü'l-
mal'in emrine aykırı faaliyette bulunmasının caiz olup olmadığını mevzubahs etmiştir.
Şayet müdârib ticaretinde rabbü'l-mal'in emrine uymasa elde edilen kârın durumu
nedir? Bu meselede fakihler değişik görüşlere sahip olmuşlardır. Hattâbî, bu görüşleri
şu şekilde özetlemiştir:

1- Kâr, sermaye sahibine aittir. Bu görüş İbn Ömer'den rivayet edilmiştir.

2- Kâr sermaye sahibine ait olur ve müdârib sermayeyi de dâmindir. Yani alışverişten
kâr edilirse bu sermaye sahibine, zarar ise müdâribe ait olur. Bu görüş, Ebû Kılâbe,
Nâfi, Ahmed ve İshak'a aittir.

3- Elde edilecek kâr da zarar da müdâribe aittir. Ancak kâr ederse bu kârı sadaka
olarak vermesi gerekir.

Müdârib, sermaye sahibinin faydalı olan şartına muhalefet edince gâ-sib durumuna



düşmüştür. Dolayısıyla ihtilâf anından itibaren sermaye sahibinin koyduğu şartlara
uygun olarak davranana kadar sermaye telef olsa müdârib sermayeyi öder. Hane. filer
bu görüştedir.

4- Kâr, hukuken müdâribe aittir, ama manevi mes'uliyetten kurtulmak için onu
tasadduk etmelidir. Bunu, Evzaî söylemiştir.

5- Eğer, sermaye sahibinin alınmamasını istediği mal, sermayenin kendisi ile
alınmışsa bu alışveriş bâtıldır. Sermayeden başka bir malla alınmışsa, bu mal satın
alana (müdâribe) ait olur. Ancak, sermayeyi dâmin olur. Yani kân sermaye sahibine
ödemek zorundadır. Bu görüş de İmam Şafiî'nindir.

Hattâbî'nin bu ifadesinden anlaşıldığı üzere, İmam Şafiî'ye göre; müdârib, sermaye
sahibinin şartına aykırı bir ticarî faaliyette bulunursa bakılır: Eğer aldığı malı,
kendisine verilen sermaye ile satın almışsa bu satın alış bâtıldır. Sermayeden başka bir
para ile almışsa bu alışveriş kendisine ait olur.

Şimdi de müdârabenin sahih olması için gerekli olan şartları ve müdârabeyi fesheden
şeyleri kısaca gözden geçirelim. Bu şartlar Hanefîlerin ileri sürdükleri şartlardır:
Müdârabenin sahih olması için:

1- Sermaye sahibi vekâlet vermeye, emek sahibi de vekil olmaya ehil ol-
malıdırlar. Yani âkil ve baliğ olmalıdırlar.

2- Sermaye para cinsinden bir mal olmalıdır.

3- Sermayenin mikdan belli olmalıdır.

4- Sermaye, müdâribe (emek sahibi) teslim edilmiş olmalıdır.

5- Kâr aralarında yan yarıya, üçte bir üçte iki gibi oranlarla şart koşul-maiıdır. Kârdan,
meselâ yüz bini benim kalanı senin gibi bir ayarlama caiz değildir.

6- Her birinin kârdan alacakları hisseler önceden belirlenmiş olmalıdır.

7- Emek sahibine verilecek kâr hissesi, edilen kârın kendisinden olmalıdır. Müdârabe
ortaklığını fesh eden. şeyler de şunlardır:

1- Sermaye veya emek sahiplerinden birinin ölmesi.

2- Sermaye ve emek sahiplerinden birinin sürekli bir şekilde cinnet ge tirmesi.

3- Taraflardan birine sefeh sebebiyle hacr karan verilmesi.

4- Müdârabe süreli olursa, sürenin bitmesi.

5- Sermaye sahibinin emek sahibini azletmesi.

6- Emek sahibinin akdi bozması.

[201]

7- Sermayede tasarrufa başlanmadan, malın telef olması.
Sahih Bir Müdârebe Akdinde Kâr-Zararın Bölüşülmesi:

Müdârib. yaptığı ticarî faaliyet sonucu kâr elde ederse bu kâr taraflar arasında şart
koştukları orana göre paylaşılır.

Müdâfabeden, önce kâr edilir fakat daha sonra müdârabe malı telef olur veya zarar
edilirse, bu telef önce kârdan karşılanır. Telefin karşılanmasından sonra kâr kalırsa,
şarta göre bölüşülür; fakat kâr telefi karşılamazsa, kalanı sermayeden ödenir.
Müdâribe herhangi bir sorumluluk yüklenemez. Bunu bir misâlle izah edelim:
Sermaye 1 milyon olsa ve yapılan bir ticarî faaliyet sonucu 500.000 lira kazanılsa, bu
kâr daha bölüşülmeden tüm malın 600.000 liralık kısmı telef olsa, bu telefe önce
500.000 lira olan kâr sarfedilir. Kalan yüz bin lira da sermayeden gider ve sermaye
900 bin liraya düşer.



Müdârabeden hiç kâr edilmez, zarar edilirse zarar rabbü'l-mal'e ait olur. Çünkü

\202^

müdârib emindir, vekil mesabesindedir.

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

2990 حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ كَثِيرٍ الْعَبْدِيُّ ، أَخْبَرَنَا سُفْيَانُ ، حَدَّثَنِي أَبُو حُصَيْنٍ ، عَنْ شَيْخٍ ، مِنْ أَهْلِ الْمَدِينَةِ ، عَنْ حَكِيمِ بْنِ حِزَامٍ : أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بَعَثَ مَعَهُ بِدِينَارٍ يَشْتَرِي لَهُ أُضْحِيَّةً ، فَاشْتَرَاهَا بِدِينَارٍ ، وَبَاعَهَا بِدِينَارَيْنِ ، فَرَجَعَ فَاشْتَرَى لَهُ أُضْحِيَّةً بِدِينَارٍ ، وَجَاءَ بِدِينَارٍ ، إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَتَصَدَّقَ بِهِ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَدَعَا لَهُ أَنْ يُبَارَكَ لَهُ فِي تِجَارَتِهِ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

Mujja'ah went to the Prophet (ﷺ) asking him for the blood-money of his brother whom Banu Sadus from Banu Dhuhl had killed.

The Prophet (ﷺ) said: Had I appointed blood-money for a polytheist, I should have appointed it for your brother. But I shall give you compensation for him. So the Prophet (ﷺ) wrote (a document) for him that he should be given a hundred camels which were to be acquired from the fifth taken from the polytheists of Banu Dhuhl. So he took a part of them, for Banu Dhuhl embraced Islam.

He then asked AbuBakr for them later on, and brought to him the document of the Prophet (ﷺ). So AbuBakr wrote for him that he should be given one thousand two hundred sa's from the sadaqah of al-Yamamah; four thousand (sa's) of wheat, four thousand (sa's) of barley, and four thousand (sa's) of dates.

The text of the document written by the Prophet (ﷺ) for Mujja'ah was as follows: In the name of Allah, the Beneficent, the Merciful. This document is from Muhammad, the Prophet, to Mujja'ah ibn Mirarah of Banu Sulma. I have given him one hundred camels from the first fifth acquired from the polytheist of Banu Dhuhl as a compensation for his brother.

(3386) Hakim b. Hizam (r.a)'dan rivayet edildiğine göre;

Rasûlullah (s. a) onu, bir dinar ile kendisi için bir kurban almak üzere gönderdi. Hakim
bir dinara bir kurban aldı ve o kurbanı iki dinara sattı. Sonra da Rasûlullah (s. a) için
bir dinara (başka) bir kurban satın aldı. Bir dinarı da Hz. Peygamber'e (s.a) getirdi.
Efendimiz o parayı sadaka olarak verdi ve Hakîm'e ticaretinin bereketli olması için
f2041

dua etti.
Açıklama

Hadisin isnadında meçhul bir şahıs vardır. Çünkü Husayn, hadisi kendisine Hakim b.
Hizam'dan nakleden zatın ismini vermemiş, "Medinelilerden bir ihtiyardan" ıiştir. Bu
hal, görüşü hadisin delâletine uymayan Şafiî için bir mazeret olmuştur.
Avnü'l-Mabûd'da belirtildiğine göre Müzem, Şafiî'den el-Bârikî'nin hadisinin ona göre
sabit olmadığını nakletmiştir. Yine Avnu'l-Ma'bud'da, Ebû Bekir el-Beyhakî'nin, "Ebû
Husayn'a Hakîm b. Hizâm'dan hadisi nakleden ihtiyarı bilmiyoruz. Bu hadisçilerin
haberleri kabulde ileri sürdükleri şartlardan değildir" dediği söylenmektedir.
Hattâbî de bu ve bundan önceki hadisin muttasıl olmadıklarını, çünkü HakîmMn bu
hadisinde meçhul bir şahsın bulunduğunu ve onun kim olduğunun bilinmediğini,
Urve'nin hadisinin isnadında ise "kabile"nin haber verdiğini söyleyerek bu yolun
rivayet yolu olmadığını kaydeder.

Yukarıya aldığımız ifadeler hadisi tenkid etmekdir. Aynı hadisin Tirmizî'deki
rivayetinde ise buradaki kopukluk yoktur. Çünkü orada Hakîm b. Hizâm'dan nakilde
bulunan zatın Habib b. Ebî Sabit olduğu ifade edilmektedir. Ancak Tirmîzî, "Bİu
hadisi sadece bu yolla biliyoruz. Buna göre, Habib b. Sabit, Hakîm b. Hizâm'dan hadis
işitmemiştir" der.

Bezlü'l-Mechûd sahibi, Habib b. Ebî Sâbit'in, Hakîm b. Hizâm'dan hadis rivayet
etmediği konusunda bir delilin bulunmadığını ve onun işitmesine engelin de
olmadığını söyleyerek, Tirmizî'ye itiraz eder ve; "Habib'in, Hakîm'-den hadis
işitmediğini kabul etsek bile bize göre mürsel delildir" der.

İhtiva ettiği hüküm itibariyle bu hadisin önceki hadisten hiçbir farkı yoktur.
Görüldüğü gibi, haber verdikleri hâdiseler arasında da çok büyük benzerlik var.
Sadece Rasûlullah'a koyun almak üzere giden şahıslar ayrı ve hâdisenin oluş tarzı
biraz farklı. Bu iki hadisde konu. edilen olayların aynı mı yoksa farklı mı olduğu
konusunda şerhlerde bir işarete rastlayamadık. Koyun almak için giden şahıslar ayrı
olduğuna göre hâdiseler de farklı olmalıdır.

Önceki hadiste, hükümlerle ilgili yeterli malumat verilmiştir. Burada tekrarına lüzum



12051

yoktur.

28. Bir Kimsenin Başka Birinin Malında Onun İzni Olmadan Ticaret Yapması