بَابٌ فِي الصُّلْحِ

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

بَابٌ فِي الصُّلْحِ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

3173 حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ دَاوُدَ الْمَهْرِيُّ ، أَخْبَرَنَا ابْنُ وَهْبٍ ، أَخْبَرَنِي سُلَيْمَانُ بْنُ بِلَالٍ ، ح وحَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ عَبْدِ الْوَاحِدِ الدِّمَشْقِيُّ ، حَدَّثَنَا مَرْوَانُ يَعْنِي ابْنَ مُحَمَّدٍ ، حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ بِلَالٍ ، أَوْ عَبْدُ الْعَزِيزِ بْنُ مُحَمَّدٍ شَكَّ الشَّيْخُ عَنْ كَثِيرِ بْنِ زَيْدٍ ، عَنِ الْوَلِيدِ بْنِ رَبَاحٍ ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ ، قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : الصُّلْحُ جَائِزٌ بَيْنَ الْمُسْلِمِينَ زَادَ أَحْمَدُ ، إِلَّا صُلْحًا أَحَلَّ حَرَامًا ، أَوْ حَرَّمَ حَلَالًا وَزَادَ سُلَيْمَانُ بْنُ دَاوُدَ ، وَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : الْمُسْلِمُونَ عَلَى شُرُوطِهِمْ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

The Messenger of Allah (ﷺ) as saying: When you follow a funeral, do not sit until the bier is placed (on the ground).

Abu Dawud said: This tradition has been narrated by al-Thawri (i.e. Sufyan) from Suhail, from his father on the authority of Abu Hurairah. This version has: until it (the bier) is placed on the ground. It has also been narrated by Abu Mu'wiyah from Suhail. This has: Until it is placed in the grave.

Abu Dawud said: Sufyan's version is more guarded than that of Abu Mu'awiyah.

(3594) Ebû Hureyre'den rivayet olunduğuna göre Rasûllah (s.a) şöyle buyurmuştur:
"Müslümanlar arasında sulh caizdir."

Ahmed (b. Abdulvahid ed-Dımışkî bu hadise) ilâve (olarak şu cümleyi de rivayet)
etmiştir: "Ancak bir haramı helâl kılan ya da bir helâli haram kılan sulh müstesnadır."
Süleyman b. Dâvûd da (bu hadise) ilâve (olarak şu cümleyi rivayet) etmiştir:

[85]

"Rasûlullah (s.a); Müslümanlar şartları üzerindedirler buyurdu."
Açıklama

Sulh: Savaşın ve anlaşmazlığın zıddıdır. Bir fıkıh terimi olarak, "iki tarafın nzasıyla
ihtilâfı ortadan kaldıran bir akid" anlamına gelir.
Fıkıh âlimleri sulhu beş kısma ayırmışlardır:

1- Müslümanm kâfirle yaptığı sulh.

2- Kan koca arasında yapılan sulh.

3- Adil taife ile bağîlerin yaptığı sulh.

4- Birbirlerinden davacı olan iki müslümanm aralarında yaptıkları sulh.

5- Müslümanların kâfirlerle haraç almak şartıyla yaptıkları sulh.

Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte söz konusu olan sulh, iki müslümanm arasında
bir mal ya da bir hak üzerindeki anlaşmazlıktan doğan husumeti gidermek için yapılan
sulhtur.

Hattâbî şöyle der: "Sulh, bir nevi mal ya da menfaat alışverişi cümlesinden olduğu
için; iftira davası, bir kimsenin bir kadının kendi eşi olduğunu iddia etmesi gibi
davalarda sulh caiz olmadığı gibi, nerede olduğu bilinmeyen bir mal karşılığında bir
borcun bağışlanması gibi meçhul va'dler üzerinde yapılan sulhler de geçerli değildir.
Çünkü böyle bir sulh her iki tarafın da veresiye bir alışveriş akdi yapmaları
kabilindendir."

Hattâbî bu açıklamayla, aslında mâli bir mübadele olan sulhta mâli mübadelelerde
riayet edilmesi gereken esasların tümüne riayet edilmesi gerektiğini ifade etmek
istemektedir.

Merhum Ömer Nasuhi Bilmen'in ifade ettiği gibi; "Aleyhine dava açılan kimsenin
aleyhindeki iddiayı kabul edip etmemesi itibariyle sulhler üç kısımdır:

1- Davalının aleyhindeki iddiayı kabul ettiği halde yapılan sulhler.

2- Davalının aleyhindeki iddiayı inkâr ve reddettiği halde yapılan sulhler.

3- Davalının aleyhindeki iddiayı kabul veya reddetiğini bildirmeyip iddiayı sükutla



£861

karşıladığı halde yapılan sulhler."

İmam Ebû Hanîfe ile İmam Mâlik ve Ahmed b. HanbePe göre; bu üç çeşit sulhten üçü
de caizdir.

Fakat İmam Şafiî ile İbn Hazme'e göre, bunlardan sadece, davalının aleyhindeki
iddiaların doğruluğunu itiraf etmesi halinde yapılan sulhler sahihtir; geriye kalan iki

" im

nevi sulh ise bâtıldır.

Davalının iddia ettiği hak bir miktar para ise ve yapılan sulh davalının bir miktar para
ödemesiyle gerçekleşmişse, yapılan muamele bir para bozdurma muamelesinden yani
"sarf dan ibarettir. Dolayısıyle bu sulhte sarf muamelesinin esaslarına dikkat edilmesi
gerekir.

Davalının itiraf ettiği hak bir ticaret malı, yapılan sulh de davalının bir-miktar para
ödemesiyle gerçekleşmişse, yahutta aksi ise; yapılan muamele bir alışveriş
muamelesidir. Binaenaleyh alışveriş muamelesinin bütün inceliklerine riayet edilmesi
gerekir.

Eğer davalının itiraf ettiği hak bir para ya da bir ticaret malı olur da, davalının bir
menfaat ödemesi karşılığında sulh yapılırsa o zaman bu sulh bir icâre muamelesi

[881

hükmünü taşır ve icâre muamelesinin esaslarına riayet edilir.

Davalının, aleyhindeki iddiayı inkâr ya da sükutla karşılaması ve davalının bir mal ya
da menfaat vermeyi kabullenmesi halinde yapılan sulh ise; davacı için hakkının
karşılığını alması anlamına geldiği gibi davalı için de, mahkemede kendisine teklif
edilecek olan yeminden kurtulmak için vereceği bir fidye anlamına gelir. Bu durumda
davalının ödediği kıymet bir mal olursa sulh bir alışveriş muamelesi hükmüne girer ve
üzerinde alışveriş hükümleri cereyan eder. Fakat ödenen bu kıymet bir mal değil de bir

^ [891

menfaat olursa o zaman sulh icâre hükmüne girer ve icâre hükümlerine tâbi olur.
Ayrıca sulhun sahih olabilmesi için; tarafların teberruda bulunması caiz olan
kimselerden olmaları, taraflardan birinin vermesini kararlaştırdıkları malın kıymeti
haiz bir mal ya da bir menfaat olması, ihtilâf konusu olan hakta hakkullahtan bir

[901

hakkın bulunmaması gerekir.

"Müslümanlar şartları üzerindedirler" cümlesinden maksat, "sözlerinde dururlar"
demektir. Burada "sözünde durma" kelimesini müteaddî edatlarından olan "alâ"
edatının müteaddî yapmasında, müslümanları İslâm vasfı ile tavsif etmek ve onların
mertebelerinin yüksekliğine işaret etmek gibi manalar vardır.

Şartı bozmayarak ona riayetkar kalmanın lüzumu da hadisin işaret ettiği ahkâmdandır.
Metinde geçen "Ancak, bir helâli haram veya haramı helâl kılan şart müstesna"
cümlesindeki helâli haram kılan şart, bir cariyeyi satarken müşterinin onunla cima
etmemesine şart koşmak; haramı helâl kılan ise, cimai haram olan cariye ile cima

1211

etmeyi şart koşmak gibi şeydir.

Her ne kadar hadisin senedi tenkid edilmişse de, Bezi sahibinin açıklamasına göre
Hafız İbn Hacer, bu hadisin diğer hadislerle takviye edildiği için zayıflıktan kurtulup

1921

hasen seviyesine yükseldiğini söylemiştir.



: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

3174 حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ صَالِحٍ ، حَدَّثَنَا ابْنُ وَهْبٍ ، أَخْبَرَنِي يُونُسُ ، عَنِ ابْنِ شِهَابٍ ، أَخْبَرَنِي عَبْدُ اللَّهِ بْنُ كَعْبِ بْنِ مَالِكٍ ، أَنَّ كَعْبَ بْنَ مَالِكٍ ، أَخْبَرَهُ أَنَّهُ ، تَقَاضَى ابْنَ أَبِي حَدْرَدٍ دَيْنًا كَانَ عَلَيْهِ فِي عَهْدِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي الْمَسْجِدِ ، فَارْتَفَعَتْ أَصْوَاتُهُمَا حَتَّى سَمِعَهُمَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَهُوَ فِي بَيْتِهِ ، فَخَرَجَ إِلَيْهِمَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حَتَّى كَشَفَ سِجْفَ حُجْرَتِهِ ، وَنَادَى كَعْبَ بْنَ مَالِكٍ فَقَالَ : يَا كَعْبُ ، فَقَالَ : لَبَّيْكَ ، يَا رَسُولَ اللَّهِ ، فَأَشَارَ لَهُ بِيَدِهِ ، أَنْ ضَعِ الشَّطْرَ مِنْ دَيْنِكَ ، قَالَ كَعْبٌ : قَدْ فَعَلْتُ ، يَا رَسُولَ اللَّهِ ، قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : قُمْ فَاقْضِهِ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

We were with the Prophet (ﷺ) when a funeral passed hi and he stood up for it. When we went to carry it, we found that it was a funeral of a Jew. We, therefore said: Messenger of Allah, this is the funeral of a Jew. He said: Death is fearful event, so when you see a funeral, stand up.

(3595) Kâ'b b. Mâlik'in haber verdiğine göre;

Kendisi, Rasûlullah (s. a) zamanında, İbn Ebî Hadred'de olan alacağını, (ondan)
mescidde sert bir şekilde istemiş, ikisinin sesleri de evinde bulunan Rasûlullah (s. a)
işitecek kadar yükselmiş. Bunun üzerine Rasûlullah (s. a) onlar(m yanm)a çıkmak
isteyip odasının (önünde gerili bulunan) perdesini açarak Kâ'b b. Mâlik'e; "Ey Kâ'b!"
diye seslenmiş. (O da), "Buyur ya Rasûlallah" diye cevap verince, ona "alacağının
yarısını düş" diye eliyle işaret etmiş. Kâ'b da:

"Ey Allah'ın Rasûlu, (bu tavsiyeyi derhal) yerine getiriyorum" diye cevap vermiş.
Bunun üzerine Rasûlullah (s. a) (borçluya dönerek):

193]

"Kalk, (kalan) borcunu (derhal) öde" buyurmuştur.
Açıklama

Neylü'I-Evtâr müellifi Şevkânî'nin de ifade ettiği gibi, alacaklı Kâ'b b. Mâlik ile borçlu
İbn Ebî Hadred arasındaki münakaşa konusu, borcun miktarı olabileceği gibi borcun
ödeme süresi de olabilir. Münakaşa konusunun, borcun miktarı üzerinde olduğu kabul
edilirse Hz. Peygamber, Kâ'b'a, "yarısını düş" derken "borcunun yarısından vazgeç"
demek istemiştir.

Bu durumda hadis, davalının, aleyhindeki iddiayı reddetmesi halinde de taraflar
arasında sulh yapılabileceğine delâlet etmektedir. Bir önceki hadisin şerhinde de
açıkladığımız gibi İmam Ebû Hanîfe ile İmam Ahmed, İmam Mâlik ve alimlerin
çoğunluğu bu görüştedirler.

Eğer ihtilâf konusunun ödeme süresinin sona erip ermediği meselesi olduğu kabul
edilirse; o zaman bu hadiste, davalının aleyhindeki iddianın doğruluğunu kabul
etmemesi halinde yapılan sulhun caiz olacağına dair bir delil yoktur. Sulh
konusundaki görüşleri bir önceki hadisin şerhinde açıklamıştık.

Metinde geçen "yarısını düş" sözü bir tavsiye niteliğinde olmakla beraber; "borcunu

£941

öde" sözü vücûb ifade eden bir emirdir.
Bazı Hükümler

1. Alacaklının borcunu mescidde istemesi caizdir.

2. Kadı, hasımlar arasında sulh teklifinde bulunabilir.

3. Davacı borcunun bir kısmını bağışlayınca borçlunun borcunu derhal ödemesi vacip

1951

olur.

13. Şahitlik