بَابٌ فِي الِاسْتِنْثَارِ

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

بَابٌ فِي الِاسْتِنْثَارِ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

126 حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مَسْلَمَةَ ، عَنْ مَالِكٍ ، عَنْ أَبِي الزِّنَادِ ، عَنِ الْأَعْرَجِ ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، قَالَ : إِذَا تَوَضَّأَ أَحَدُكُمْ فَلْيَجْعَلْ فِي أَنْفِهِ مَاءً ثُمَّ لِيَنْثُرْ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

The Messenger of Allah (ﷺ) used to come to us. He once said: Pour ablution water on me. She then described how the Prophet (ﷺ) performed ablution saying: He washed his hands up to wrist three times and washed his face three times, and rinsed his mouth and snuffed up water once. Then he washed his forearms three times and wiped his head twice beginning from the back of his head, then wiped its front. He wiped his ears outside and inside. Then he washed his feet three times.

Abu Dawud said: The tradition narrated by Musaddad carries the same meaning.

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

127 حَدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ بْنُ مُوسَى ، حَدَّثَنَا وَكِيعٌ ، حَدَّثَنَا ابْنُ أَبِي ذِئْبٍ ، عَنْ قَارِظٍ ، عَنْ أَبِي غَطَفَانَ ، عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ ، قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : اسْتَنْثِرُوا مَرَّتَيْنِ بَالِغَتَيْنِ أَوْ ثَلَاثًا

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

He rinsed his mouth three times and snuffed up water three times.

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

128 حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ بْنُ سَعِيدٍ ، فِي آخَرِينَ ، قَالُوا : حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ سُلَيْمٍ ، عَنْ إِسْمَاعِيلَ بْنِ كَثِيرٍ ، عَنْ عَاصِمِ بْنِ لَقِيطِ بْنِ صَبْرَةَ ، عَنْ أَبِيهِ لَقِيطِ بْنِ صَبْرَةَ ، قَالَ : كُنْتُ وَافِدَ بَنِي الْمُنْتَفِقِ - أَوْ فِي وَفْدِ بَنِي الْمُنْتَفِقِ - إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، قَالَ : فَلَمَّا قَدِمْنَا عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، فَلَمْ نُصَادِفْهُ فِي مَنْزِلِهِ ، وَصَادَفْنَا عَائِشَةَ أُمَّ الْمُؤْمِنِينَ ، قَالَ : فَأَمَرَتْ لَنَا بِخَزِيرَةٍ فَصُنِعَتْ لَنَا ، قَالَ : وَأُتِينَا بِقِنَاعٍ - وَلَمْ يَقُلْ قُتَيْبَةُ : الْقِنَاعَ ، وَالْقِنَاعُ : الطَّبَقُ فِيهِ تَمْرٌ - ثُمَّ جَاءَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ : هَلْ أَصَبْتُمْ شَيْئًا ؟ - أَوْ أُمِرَ لَكُمْ بِشَيْءٍ ؟ قَالَ : قُلْنَا : نَعَمْ ، يَا رَسُولَ اللَّهِ ، قَالَ : فَبَيْنَا نَحْنُ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ جُلُوسٌ ، إِذْ دَفَعَ الرَّاعِي غَنَمَهُ إِلَى الْمُرَاحِ ، وَمَعَهُ سَخْلَةٌ تَيْعَرُ ، فَقَالَ : مَا وَلَّدْتَ يَا فُلَانُ ؟ ، قَالَ : بَهْمَةً ، قَالَ : فَاذْبَحْ لَنَا مَكَانَهَا شَاةً ، ثُمَّ قَالَ : لَا تَحْسِبَنَّ وَلَمْ يَقُلْ : لَا تَحْسَبَنَّ أَنَّا مِنْ أَجْلِكَ ذَبَحْنَاهَا ، لَنَا غَنَمٌ مِائَةٌ لَا نُرِيدُ أَنْ تَزِيدَ ، فَإِذَا وَلَّدَ الرَّاعِي بَهْمَةً ، ذَبَحْنَا مَكَانَهَا شَاةً قَالَ : قُلْتُ : يَا رَسُولَ اللَّهِ ، إِنَّ لِي امْرَأَةً وَإِنَّ فِي لِسَانِهَا شَيْئًا - يَعْنِي الْبَذَاءَ - قَالَ : فَطَلِّقْهَا إِذًا ، قَالَ : قُلْتُ : يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ لَهَا صُحْبَةً ، وَلِي مِنْهَا وَلَدٌ ، قَالَ : فَمُرْهَا يَقُولُ : عِظْهَا فَإِنْ يَكُ فِيهَا خَيْرٌ فَسَتَفْعَلْ ، وَلَا تَضْرِبْ ظَعِينَتَكَ كَضَرْبِكَ أُمَيَّتَكَ فَقُلْتُ : يَا رَسُولَ اللَّهِ ، أَخْبِرْنِي ، عَنِ الْوُضُوءِ ، قَالَ : أَسْبِغِ الْوُضُوءَ ، وَخَلِّلْ بَيْنَ الْأَصَابِعِ ، وَبَالِغْ فِي الِاسْتِنْشَاقِ إِلَّا أَنْ تَكُونَ صَائِمًا . حَدَّثَنَا عُقْبَةُ بْنُ مُكْرَمٍ ، حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ سَعِيدٍ ، حَدَّثَنَا ابْنُ جُرَيْجٍ ، حَدَّثَنِي إِسْمَاعِيلُ بْنُ كَثِيرٍ ، عَنْ عَاصِمِ بْنِ لَقِيطِ بْنِ صَبْرَةَ ، عَنْ أَبِيهِ وَافِدِ بَنِي الْمُنْتَفِقِ ، أَنَّهُ أَتَى عَائِشَةَ فَذَكَرَ مَعْنَاهُ ، قَالَ : فَلَمْ يَنْشَبْ أَنْ جَاءَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، يَتَقَلَّعُ يَتَكَفَّأُ ، وَقَالَ : عَصِيدَةٌ ، مَكَانَ خَزِيرَةٍ . حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ يَحْيَى بْنِ فَارِسٍ ، حَدَّثَنَا أَبُو عَاصِمٍ ، حَدَّثَنَا ابْنُ جُرَيْجٍ بِهَذَا الْحَدِيثِ ، قَالَ فِيهِ : إِذَا تَوَضَّأْتَ فَمَضْمِضْ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

The Messenger of Allah (ﷺ) performed ablution in her presence. He wiped the whole of his head from its upper to the lower part moving every side. He did not move the hair from their original position.

(142).Lakît b. Sabre'den, demiştir ki; "Ben müntefik oğullarının Rasûlullah'a
gönderilen elçisi veya elçileri arasında idim. Rasûlullah (s.a.)'m evine vardığımızda
onu evinde bulamadık, müzminlerin annesi Aişe'ye tesadüf ettik. Bizim için hazîre
(denilen bir yemek) hazırlanmasını emretti, (Hazîre) bizim için derhal hazırlandı. Ve
bir de kına' getirildi. (Hadîs-i nakleden) Kuteybe aslında kına' sözünü söylemedi.
(Ancak sözün gelişinden bu kma'm getirildiği anlaşılmaktadır.) Kına' (yemek yemeye
ve içine meyva konmaya yarayan bir tabaktır.) İçinde hurma vardı. Derken Rasûlullah
(s.a.) geldi ve: "(Evde yiyecek) birşeyler bulabildiniz mi? Yahut size bir şeyler
hazırlanması emredildi mi?" dedi. Biz de "evet" ya Rasûlullah (s.a.) dedik. Biz
Rasûlutiah (s.a.)'la beraber otururken bir de ne görelim, bir çoban Rasûluliah (s.a.)'ın
davarlarım, yanında bir de yeni doğmuş meleyen bir kuzuyla beraber ağıla götürüyor!
Rasûlullah (s.a.) ona hitaben; "yahu ne doğurttun?" diye sorunca o da bir dişi kuzu
diye cevap verdi. Rasûlü Ekrem (ş.a.) de; "(Öyleyse) onun yerine bize bir koyun kes"
buyurdu, ve ilave etti; "Sakın bunu senin için kestiğimizi zannetme" (Bu hadîsi rivâyet
edenlerden biri der ki; Rasûlullah (s.a.) "zannetme" kelimesini şeklinde sîni'n
fethasiyla değil şeklinde sin'in kesresiyle telaffuz etti.)Bizim yüz davarımız var daha
fazla artmasını istemediğimiz İçin bu koyunu kestik. Her ne zaman ki, çoban bize bir
yavru doğurtur getirirse, biz de onun yerine bir koyun keseriz." (Râvî) Lakît (sözlerine
devamla) dedi ki:

Ben: "Yâ Rasûlallah, benim dili uzun bir karım var yani ağzı bozuk" (ona karşı tavrım
ne olacak)?" dedim.

(Efendimiz): "Öyleyse onu boşa (yabilirsin)" buyurdu. Lakît der ki:

"Yâ Rasûlallah, onunla aramızda arkadaşlık (hukuku) ve bir de çocuk var" dedim.

Rasûlullah (s.a.)' de

"Ona emret" buyurdu. (Râvi diyor ki: Hz. Peygamber bu sözüyle bana) "Ona öğüt ver"
de (mek isti)yor (du ve sözlerine şöyle devam etti) "Eğer onda bir hayır görürsen,
nasihat etmeye devam edersin. Karını, cariyeni döver gibi dövme!" dedi. Ben; Ya
Rasûlallah, bana abdestten bahset dedim. "Abdesti güzelce al, parmakların arasına



i29i om

suyu eriştir. Oruçlu değilken burnuna suyu çokça çek." buyurdu.
Açıklama

Bu hadîsin râvîlerinden birinin, Rasûllullah (s.a.)'in bu hadisini naklederken sözünü
telaffuz ediş şekli üzerinde durmaktan maksadı, Rasûlü Ekrem'den duyduklarını
sadece manâ olarak rivayet etmediğini bilakis harekesine varıncaya kadar kelime
kelime zaptedip büyük bir titizlikle rivayet ettiğini ifâde ederek bu husustaki dikkatini
belirtmektir.

Rasulullah (ş.a.)'m "bu koyunu biz senin için kesmedik" demesi, misafirin kendisi için
bir koyun boğazlandığını düşünerek bir minnet borcu duymaması ve mahcup
olmaması içindir. Bu, Rasûlullah'm yüksek ahlâkmdandır.

Hz. Peygamberdin, küfürbaz hanımının durumundan bahseden misafirine, hanımını
boşamaya izin vermesi o kadınla beraber yaşamanın dünyevî ve uhrevî pek çok
zararlara sebep olacağını bilmesindendir. Ancak çocukları da olması dolayısıyla,
boşanmasının daha büyük zararlara yol açacağı anlaşılınca, zararın daha azım tercih
etmesini tavsiye etmiş ve "Ona çirkin sözler sarfetmemesi ve küfürbaz olmaması için
nasihat et, eğer fayda verirse bunu devam ettir, ancak bu da fayda vermezse, o zaman
sakın onu şiddetli bir şekilde dövme" diyerek nasihatin da fayda vermemesi halinde
hafif bir şekilde dövmeye izin verdiğini imâ etmiştir.

Hadîs-i şerifte geçen "abdesti güzel almak" sözünden maksat, farzına, sünnetine ve
mütehaplarma riâyet ederek abdest almak demektir. Parmak aralarına suyu akıtarak
parmak aralarının hilallenmesinin hükmü bu hadîsin zahirine göre, farz ise de,
Malikîlere göre parmakların hilallenmesi eller için farz, ayaklar için de sünnettir.
Çünkü, Mâlİkilere göre her uzvu sürtmek farzdır. El parmaklarının da hepsi ayrı bir
uzuv sayıldığından her parmağı ve aralarını sürtmek ve hilallemek farzdır. Ayak
parmakları ise, sık olduklarından hepsi birden bir uzuv sayılmakta bu yüzden de
aralarını sürtmek farz değil sünnettir denilmektedir.

Diğer mezheplere göre ise, parmakların hjlâllenmesi için hadîs-i şerifte, geçen emir
farz değil mendup olmak hükmünü ifâde eder. Ancak bu, suyun parmaklar arasına
eriştiği zamandır. Yok eğer parmaklar arasına erişmediği kesinlikle biliniyorsa o
zaman parmaklarını hilallemek bütün mezhep âlimlerince farzdır. Özellikle
parmağında dar yüzüğü olup da suyun nüfuz etmeyeceğine kanaat getirildiği takdirde
bilhassa abdest ve gusülde buna dikkat edilmesi ve suyun yüzük altına nüfuz
etmesinin mutlaka sağlanması gerekir. Aksi takdirde ne abdesti, ne de guslü sahih
olur. Bunun içindir ki dar olan yüzüğün abdestte oynatılmasının Hanefilere göre vacip
olduğu kaydedilmiştir.

Bu mezheplerin delilleri daha önce geçen 106 numaralı hadîs-i şeriftir. Bu hadîste
Rasûlü Ekrem'in parmak aralarım hilallediği mevzuu bahs edilmemiştir. Eğer parmak
aralarını hilallemek farz olsaydı, bu hadiste ona da yer verilirdi.

Bu hususta Menhel sahibi görüşlerini şöyle ifâde ediyor; parmakların hilallenmesi
mevzuunda pek çok hadis varsa da hepsinin sıhhati üzerinde çeşitli söylentiler
bulunmaktadır. Bu sebeple hiç biri hilallemenin farz olduğuna delil teşkil edecek
nitelikte değildir. Şayet bu hadislerin sahihliği kabul edilse bile, farz'a değil
mendupluğa delâlet ederler. Bu izah tarzı ile bu mevzuda gelen hadisler arasındaki
zahirî çelişki de ortadan kalkmış olur.



Ayrıca parmakların hilallenmesini emreden hadislerin çokluğuna bakı Ur ve bunların
birbirini kuvvetlendirdiği dikkate alınırsa bu hadîs-i şeriflerle amel etmenin ihtiyata
daha uygun olduğu görülür. Özellikle Dârakutnî'nin Ebû Hüreyre'den rivayet ettiği
"Allah kıyamet gününde parmaklarınızı ateşle hilallemeden önce sizler hilalleyiniz"
mealindeki hadis-i şerif gözönünde bulundurulursa bu mevzunun Önemi daha iyi



anlaşılmış olur.
Bazı Hükümler

1. Dininn icâplarını açıktan ve emniyetle yerine getirebilen bir kişinin müslüman
diyarına göç etmesi üzerine farz değildir. Çünkü Lakit, sonradan ve küfür diyarında
müslüman olmuştu.

2. Bir toplumun bütün fertlerinin dînî meseleleri öğrenmek gayesiyle İlim tahsili için
memleketlerini terketmeleri gerekmez. Bilakis muayyen bir topluluk bu görevi
yüklenir ve öğrendiklerini döndükleri zaman kalanlara aktarırlar.

3. Ev sahibi gücü yettiği nisbette misafirine layık olduğu ikramı yapmaya çalışır.

4. Ev sahibi bulunmadığı zaman ailesi misafire yemek ikram edebilir. Ancak burada
ev sahibinin rızâsı olduğunu bilmek ve âdaba riâyet etmek şarttır.

5. Ev sahibi, evinde misafir bulduğu zaman yemek ikram edilip edilmediğini, veya
karınlarının aç olup olmadığını sormalıdır.

6. Ev sahibi, misafiri minnet altında bulunduracak harekelerden ve riyadan
sakınmalıdır.

7. Belli bir sayıda davar beslemek ve çoban tutmak caizdir.

8. Dünya sevgisini gönülden çıkarmak caizdir.

9. Devlet reisinin idaresi altında bulunan kimselerin ev işlerinin durumunu sorması
onların da devlet reisine bazı mühim sırlarını açıp durumlarını arz etmeleri caizdir.

10. Kişinin, ağzı bozuk, ahlâksız karısını boşaması caizdir.

11. îyi huylarla bezenip, kötü huyları terk etmek lâzımdır.

12. Kişi hanımına kötü huylarını terketmesi için nasihat etmeli ve edep sınırlarını
terkettiği zaman da, onu bîr müddet terketmeli, bu da fayda vermediği zaman hafif bir
şekilde dövmelidir.

13. Kişi ailesini, bir zarain defetmek için boşamaya kalktığı zaman, daha büyük bir
zarara uğramak ihtimali varsa o kadını nikâhı altında tutmasında bir sakınca yoktur.

14. Va'z ve nasihat dinleyip onunla amel etmek kişinin bahtiyarlığının ve iyiliğinin
alâmetlerindendir.

15. Bilmeyen kişinin bilen kişiden sorarak öğrenmesi lâzımdır.

16. Alim, sorulana cevap vermelidir. Başka cevap veren bulunmadığı zaman cevap
vermek ona farz olur.

17. Abdesti güzel almalı parmak aralarını hilallemeli, ağza ve burna su vermekte
oruçlu değilken mübalağa etmelidir.

18. İş verenin işçiyle, âmirin me'murla, bir büyüğün küçükle vakarını korumak,
şartıyla şaka yapması caizdir.

143.. ..Asim b. Lukît'in Müntefık oğullan elçisi olan babası Lakit b. Sabre'den rivayet
ettiğine göre: Lakit, Hz. Aişe (r.a.)'ye gelmiş ve bir evvelki hadîsin mânâsını
nakletmiştir. (Bir evvelki hadîse ilâve olarak şunları) söylemiştir. "(Çok) beklemeden



Rasûlullah (s. a.) sert ve mertçe yürüyerek g;eldi" (Bir de) Hazîre (denilen et ve undan
yapılan yemek) yerine (Vağ ve undan yapılan) Aside demiştir.

144.. ..Ebû Asim dedi ki, şu (142 numaralı hadisi) îbn Cüreyc bize rivayet etti (Ancak)
rivayetine (hz. peygamber) "Abdest aldığın zaman ağzına su ver" (buyurduğunu

[32J

sözlerini de) ekledi.
Açıklama

Ebu Asım'm îbn Cüreyc'den naklettiği bu hadîs-i şerifte ağza su vermeden (mazmaza)
dan bahsedildiği halde, Yahya el-Kattân'm îbn Cüreyc'den rivayet ettiği aynı hadîste
mazmazadan bahsedilmiyordu. Mevzumuzu teşkil eden babın içine aldığı bu konuyla
ilgili hadislerin zahirinden çıkan neticeye göre: Abdest alırken burnu temizlemek ve
ağza su verip dışarı atmak farzdır.
Nitekim 142 numaralı hadisin şerhinde açıklamıştık.

Şevkânî Neylu'I-evtâr'da şunları söylemektedir: Ağza ve burna su alıp dışarı atmanın
farz olup olmadığı mevzuunda mezhepler arasında görüş ayrılığı vardır. îmam Ahmed,
Ishak, Ebû Ubeyd, Ebû Sevr, İbn Münzir, mazmaza ve buruna su verip dışarı atmanın
farz olduğunu söylemektedirler. İbn Ebî Leylâ ve Hammâd b. Süleyman da aynı
görüştedir.

İmâm Mâlik, Şafiî, Evzâî, el-Leys, Hasan Basrî, Zührî, Rabîa, Yahya b. Saîd, Katâde,
Hakem b. Uteybe, İbn Cerîr et-Taberî ise, farz olmadığı görüşündedirler.
Ebû Hanîfe ve taraftarları ile birlikte Sevrî'ye göre ise, ağza ve burna su verip dışarı
atmak gusülde farz, abdestte ise, sünnettir. Şafiî'ye göre, gusl emri, vücûdun dışını
yıkamakla ilgilidir. Ağızm ve burunun içi ise, vücûdun dışından değildir, içindendir.

[331 1341

Bu itibarla ağız ve burnu gusülde yıkamak gerekmez (farz değildir.)
57. Sakalları Hilallemek

145....Enes b. Mâlik (r.a.)den, (demiştir ki:) Rasûlullâh (s. a.) abdest alırken bir avuç su
alır, o suyu çenesinin altına vererek sakallarının arasına akıtır ve "İşte Aziz ve Celil
Rabbim bana böyle emretti" buyururdu.

Ebü Dâvûddedi: Haccâc b. Haccâc veEbu'l-Melih er-Rakıy et-Velid b. Zevrân'dan

1351

hadîs rivayet etmişlerdir.
Açıklama

Hadîs-i şerîfîn zahirinden Rasûlullâh (s.a.)'m abdestten sonra sakal aralarından su
geçirdiği anlaşılırsa da bunu abdest arasında ve yüz yıkandıktan sonra yapmış olması
ihtimali daha kuvvetlidir. Çünkü bu ikinci şekil abdestin kemâline daha uygundur.
Rasûlü Ekrem (s.a.)'in sakalını hilâlleyiş şekli bazı hadis-i şeriflerde şöyle anlatılıyor:
"Hz. Peygamber abdest aldığı zaman eline bir avuç su alır, bu suyu sakallarının
arasına parmaklarıyla ovarak akıtırdı, yanaklarım parmaklarıyla ovar ve parmaklarım
çenesinin altında bulunan sakallarının arasına sokardı." (bk. İbn Mâce, tahâre 50) Yine
her ne kadar mevzumuzu teşkil eden hadis-i şeriften Rasûlullâh (s.a.)'m bir eliyle



sakallarını hilallediği anlaşılıyorsa da İbn Adiyy'e âit bir rivayette Efendimizin
"Sakallarım iki eliyle hilallediği" beyan ediliyor. Bu fiilin hükmü üzerinde de mezhep
imamları çeşitli görüşlere sahiptir:

1. Hasen b, Salih, Ebû Sevr ve Zâhiriyye mezhebi taraftarlarına göre, sakalları gusül
ve abdestte hilallemek farzdır.

2. İmam Mâlik, Şafiî, Sevrî, ve EvzâTye göre ise, sakallan hilallemek abdest için farz
değildir. İmam Mâlik ve Medine âlimlerinden bir cemaate göre ise; abdestte de,
gusülde de farz değildir.

İmam Şafiî ve îmam Ebu Hanîfe ve taraftarlarınca ise; abdestte farz olmamakla
beraber gusülde farzdır. Keza Sevrî, Evzaî, el-Leys, Ahmed b. Hanbel, İshak, Ebû
Sevr, Dâvud, Taberî ve bir çok ulemâ da bu görüştedir. Aynı şekilde İbn Seyyidinnas
da Tİrmiri Şerhi'nde aynı görüşü savunmuş ve şunları söylemiştir: "Kanaatimce
ulemâmn bu mevzuda görüşlerinin farklı olmasına sebep şu hadîs-i şerife farklı manâ
vermelerinden ileri gelmektedir. "Her küm altında cünüplük vardır. Kılları ıslatınız,

[361

deriyi ise tertemiz yıkayınız" İbn Seyyiddinnas bu açıklamasıyla "sakallan
hilallemenin gusülde farz, abdestte sünnet olduğunu söyleyen âlimler bu hadîse
dayanmaktadırlar" demek istiyor. Gusülde ve abdestte sakallan hilallemenin farz
olduğunu söyleyenler ise mevzumuzu teşkil eden hadiste yer alan: "İşte Rabbim bana

1371

böyle emretti" cümlesini delil getirmektedirler.

Ulemânın büyük çoğunluğuna göre bu cümledeki emir müstehap ifâde eder. Ancak
sakalı seyrek olanlar için farz ifâde eder.

Hanefî mezhebinin bu husustaki görüşü şöyledir: Abdest suyunu bıyıkların ve kaşların
altlarına ve yüzün çevresinden sarkmış olan kıllara eriştirmek sünnettir. Sakalın
çeneden aşağıya uzamış kısmını mesh etmek ve sık olan sakalı bir avuç su ile alt
tarafından el parmaklanyla hilallemek Ebû Yûsuf a (r.a.) göre sünnet, İmam-ı Azam ve
Muhammed'e göre ise müstehaptır. Fakat Ebû Yûsuf (r.a.)un görüşü tercih
edilmiştir. Tahtavî'nin beyanına göre bu İmam Muhammed (r.a.) de Ebû Yûsuf un
görüşündedir. Gusülde ise sık olsun seyrek olsun sakallann altını sürtmek lâzımdır.
Abdestte yıkanan sık sakallann altını hilallemek gerekmez. Müellif Ebû Davud'un el-
Velid b. Zevrân'dan Haccac ve Ebû'l-Melîh'm hadîs rivayet ettiğini nakletmesinden
maksadı el-Velid hakkında tanınmayan ve itimat edilemeyen bir kişi olduğuna dâir
söylentileri reddetmektir. Bu sözüyle Ebû Dâvûd, demek istiyor ki; "Şayet el-Velîd
güvenilemeyecek bir adam olsaydı, kendisinden Haccâc ve Ebû'l-Melih gibi güvenilir
kimseler hadîs nakletmezlerdi" Nitekim İbn Kayyim de Tekrib'inde bu dedikoduları
reddetmiştir.

Hadisten abdest alırken sık olan sakallan hilallemenin sünnet olduğu anlaşılmaktadır.
[381

58. Sarık Üzerine Meshetmek

146....Sevbân (r.a.) den, şöyle demiştir: "Rasûlullah (s. a.) (bir defa gece baskım için)
Seriyye (askerî birlik) göndermişti. (Şiddetli bir) soğuğa tutuldular. Rasûlullah (s.a.)'m
yanma döndükleri zaman onlara sarıklarının ve ayakkabılarının üzerlerine



1391

meshetmelerini emretti."



Açıklama

Sarık üzerine meshnetmenin caiz olup olmaması mevzuunda şevkânî Neylu'l-Evtâr'da
şunları söylemektedir: "Ulemâ sarık üzerine meshedilmesi mevzuunda farklı görüşlere
sahiptir.

"Bunlardan Evzâî, Ahmed b. Hanbel, îshâk, Ebû Sevr ve Dâvüd b. Ali sarık üzerine
meshin caiz olduğu görüşündedirler. Ancak bu cemaatin içinden de Ebû Sevr, meshin
caiz olması için sarığın başa abdestli iken giyilmiş olmasını şart koşmuştur. Görüldüğü
gibi Ebû Sevr sarığı meste kıyas etmiştir. Ancak öbürleri ise, sarığın başa abdestli
giyilmiş olmasını şart koşmamışlar, mutlak surette sarığa mesh yapılabilir demişlerdir.
Yine aynı kişiler arasında sarık üzerine yapılan meshin müddeti üzerinde ihtilâf
edilmiş; Ebû Sevr mestlere kıyas ederek, sarık üzerine meshin müddeti aynen
mestlerinki gibidir demiş, diğerleri ise, bir şart koşmamışlardır. Sarık üzerine meshi
caiz gören bu ulemanın bu konudaki delillerinden biri de şu hadis-i şeriftir:

1401

"Resûlullah (s.a.) alnına sarığın üzerine ve mestlerine mesnetti..."
"Ulemânın büyük ekseriyeti ise Hafız îbn Hacer'in Fethu'l-BârTde naklettiği gibi,
sadece sarık üzerine meshetmenin caiz olmadığı görüşündedirler. Tirmizî ve Sahâbe-i
kiramdan bir çokları sadece sank Üzerine meshetmenin caiz olamayacağını, ancak
başla birlikte sarığa de meshetmenin caiz olabileceğini söylemşilerdir. Bu görüş aynı
zamanda Süfyân-i Sevrî, Malik b. Enes, İbn Mübarek ve Şafiî'nin de görüşüdür,
"îmam-ı A'zam, Ebû Hanife de bu görüştedir. Bu görüşte olan ulemânın anlayışına
göre, "Yüce Allah başa meshedilmesini kesinlikle her hangi bir te'vile imkân
kalmayacak şekilde farz kılmıştır. Sank Üzerine mesihle ilgili hadisler ise, te'vile
müsaittir. Binaenaleyh böyle kesin hüküm ifâde eden âyet veya hadislerin te'vile

m

müsait olan âyet veya hadislere tercih edilmesi gerekir. Ayrıca ayaklara meshin
cevazı, mestleri çıkarmanın zorluğundan ileri gelmiştir. Sarık çıkarmakta ise, böyle bir
zorluk yoktur. Bu bakımdan sarığa mesh meşru kılınmıştır. Sarığa mesh
edilebileceğini ifade eden hadislerse ya mensuhtur, ya da metinde geçen seriyye için
verilmiş özel bir ruhsatla ilgilidir. Mâliki mezhebinde kuvvetli olan görüşe göre;
zaruret olmadıkça sarık üzerine veya baştaki (takkeye) serpuş üzerine mesh

[421

yapılmasının caiz olmayacağı yönündedir."
Bazı Hükümler

1. Meşru meselelerin çözümü için cemiyet içinden bir topluluğun görevlendirilmesi
caizdir.

2. Bir cemiyetin reisi durumunda olan kimselerin o topluma karşı son derece
merhametli olması lâzımdır.

3. Zaruretler için özel müsamaha vardır.

4. Dinde kolaylık vardır, zorluk değil.

5. Mestler üzerine mesh caizdir.



147....Enes b. Mâlik'den, şöyle demiştir: "Ben Resûlullah sallallahü aleyhi vesellemi
başında Kitr kumaşından bir sarıkla abdest alırken gördüm. Elini sarığın altına sokarak

1431

başının ön tarafını mesnetti de sarığı (başından) çıkarmadı."
Açıklama

Bu hadis-i şerifte geçen kumaş, kıtr kumaşından kırmızı bir kumaştır. Katar'da
dokunur, desenlidir. Biraz da sertçedir. Dokunduğu memlekete nisbetle "kıtriyye"
denilir. Bu hadis-i şerife bakarak sarığın renginin kırmızı olduğuna hükmedenler varsa
da bu hadisde zayıflık olduğu için muteber bir hüküm sayılmamıştır. Her ne kadar el-
Ezherî bu hadis-i şerifin abdest alırken sarık çıkaran kimseleri reddettiğini ve böyle
hareket eden kimselerin vesveseli kimseler olduklarım söylemişse de bu söz doğru
değildir. Çünkü abdest alırken sarıklarını çıkaranların maksadı başlarının tümünü
meshetmektir. Bu ise müstehabdır. Nitekim 106 ve 118 nolu hadislerin şerhinde
açıklanmıştır. Hz. Peygamberin sarığım çıkarmadan başının bir kısmını meshetmesi
ise, bunun caizliğini gösterir.

Bezlu'l-mechûd yazan bu hadisi açıklarken şöyle diyor:

1. Abdest alırken sangın baştan çıkarılması gerekmediğini ifade eden bu hadis
zayıftır.

2. Sarığın çıkarılması lâzımdır diyenlerin maksadı, başın her tarafı meshedilmelidir
demektir ki, bu sahih hadîslerle emredilmiştir.

Ulemâ başın her tarafını meshetmek mendubdur demiştir. Binaenaleyh sarığı baştan
çıkarmayı tercih eden kimseleri bid'atçılıkla itham etmek doğru değildir. Amma
Rasûlullah (s.a.)'m sarığı başından çıkarmaması ise, bu şekilde abdest almanın da caiz
olduğunu beyan etmek içindir. Yoksa abdest alırken sarığın baştan çıkarılmamasının
farz olduğuna delâlet etmez. Bu bakımdan sarığı başından çıkararak başını
kaplarcasma meshedenlere bidatçi gözüyle bakmamak bilakis sünnete titizlikle uyan

1441

kişiler olduklarını bilmelidir.
Bazı Hükümler

1. Kırmızı, sarık sarmak meşrudur.

2. Abdest alırken sangın baştan çıkarılması gerekmez.

3. Abdeste sadece başın ön tarafını mesihle iktifa edilebilir başın her tarafını

1451

meshetmek farz değildir.
59. Ayakları Yıkamak

1461

I48....el-Müstevrid b. Şeddal dan, şöyle demiştir. "Rasûlullah (s.a.)'in abdest

1421 1481

alırken serçe parmağı ile ayak parmakları (nm arasını) ovduğunu gördüm."



Açıklama



"Ayaklan ovmak" ellerle ayakları sürtmektir ki, bu bir çeşit hilallemektir. Sağ el dâima
temiz işlerde kullanıldığı için ayaklan sürtmek sol elle ve parmak aralarını
hiiallemekse sol elin serçe parmağıyla yapılır. Önce serçe parmak sağ ayağın serçe
parmağının altına sokulur sırayla baş parmağa kadar bütün parmak aralan sürtülür.
Sonra sol ayağın baş parmağından başlanıp serçe parmakta sona erecek şekilde bütün
parmak araları hilallenir.

îbn Hacer merhum şöyle diyor: "Şayet râvi el-Müstevrid hadisdeki "delk" kelimesiyle
hilallemek kastediyorsa bu hadîs-i şerif "abdestte parmak aralannı hilallemek
sünnettir" diyenler için bir delildir. Şayet "delk" kelimesiyle sürtmek kasdetmişse,"
abdestte bütün abdest organlannı sürtmek menduptur" diyenler için bir delildir. Bu
görüş aynı zamanda Şafiî mezhebinin görüşüdür. Malikîlere göre ise, bütün abdest
uzuvlarını sürtmek farzdır."

Hanefî mezhebine göre ise, abdest organlarını üç kere ovarak yıkamak sünnettir.
Ibnu'l-A'rabî'nin Arızatu'l-ahvezî'deki açıklamasına göre el par-maklannı hilallemek
vacibdir. Ancak ayak parmaklannın hilallenmesinin hükmü ihtilaflıdır. İmam Ahmed
ile îshâk'a göre abdestte ayak parmakları da hilallenir. İmam Malike göre ayaklan
güsul'de hilallemek gerekirse de abdestte gerekmez. Tirmizî'nin tesbitine göre bu hadis

[491

Hasen-Garibdir (bk. el-Mubarekfurî, Tuhfe I, 52)
Bazı Hükümler

1. Ayakların yıkanması emredilmiştir, farzdır. Çünkü abdest alırken ayakları ovmak,
onları yıkamakla olur.

2. Ayaklan yıkarken ayaklan ovmak ve serçe parmakla parmak aralarını hilallemek
sünnettir. Nitekim Abdullah tbn Zeyd'in rivayet ettiği hadisi şerif de bunu ifâde

1501 £511

etmektedir.

60.Mestler Üzerine Meshetmek

149....Urve, babası el-Muğîre b. Şu'be'nin şöyle dediğini işitmiştir: "Tebûk gazvesinde
ben Rasûlullah'm yanında bulunuyordum. Rasûlullah (s. a.) sabah namazından evvel
yolunu değiştirdi. Ben de değiştirdim. Hemen devesini çöktürdü, ayak yoluna çıktı.
Biraz sonra döndü. Ben de mataradan eline su döktüm, (önce) ellerini, sonra yüzünü
yıkadı ve kollarını sıva (maya çalış) dı, cübbenin yenleri dar gelince ellerini (yenlerin)
içine çekip cübbenin altından çıkardı ve dirseklerine kadar yıkadı. Sonra da başına
mesh etti, daha sonra da, mestleri üzerine mesh verdi. Hayvanına bindi. Biz de yola
düştük. Halkı namazda bulduk. Namaz vakti girdiğinden Abdurrahman b. AvPı öne
geçirmişler onlara namaz kıldırıyordu. Abdurrahman'ı onlara sabah namazının bir
rekâtını kıldırmış halde bulduk. Rasûlullah (s. a.) namaza durup müzminlerle beraber
saf oldu. Abdurrahman fr. Avf 'm arkasında ikinci rekâtı kıldı. Abdurrahman b. Avf
selâm verince Nebiyy (s. a.) kalkıp namazına devam etti. Müslümanlar telaşlanıp
"sübhânellah" deyip durmaya başladılar. Çünkü namaza Rasûlullah 'dan (s. a.) evvel
başlamışlardı. Rasûlullah (s. a.) selâm verince "doğru hareket ettiniz" veya "ne iyi



£521 £531

ettiniz!" dedi.



Açıklama

Hadîs-i şerifte geçen "Tebûk seferi" hicretin dokuzuncu senesinde (M. 630) Medine'ye
Bizanslıların harp hazırhklan yaptığına dâir endişe verici haberler gelince Efendimizin
de otuz bin kişilik bir orduyla Medine'den çıkarak Tebûk denilen yere hareket
etmesiyle başlar. Tebûk, Hicaz'ın kuzeyinde Medine ile Şam arasında bir yerdir. İslâm
ordusu burada yirmi gün kadar kaldı. Fakat düşmandan hiçbir hareket görülmeyince
geri dönüldü. Tebûk seferinden önceki bir yılda mühim değişiklikler olmuştu. Sadece
Mekke ve Tâif değil Basra sahilleri gibi uzak bölgeler bile bu zaman içerisinde İslâm
devletinin sınırlarına katılmışlardı.

Tebûk seferi, Bizanslıların müslümanlara karşı, özellikle Gassânîleri kullanarak,

besledikleri düşmanca niyetlerin bertaraf edilmesi bakımından mühimdir.

Bu seferin hem şiddetli sıcakların hüküm sürdüğü yaz mevsimine ve hurma toplama

vaktine rastlaması, hem gidilecek yerin uzak ve düşman kuvvetlerinin, müslüman

kuvvetlere kıyaslanmayacak kadar üstün olması gibi sebeplerle halkta bir isteksizliğin

belirmesi Üzerine Kur'ân-ı Kerim'in şu âyetleri nazil oldu: "Ey îman edenler, ne oldu

size kî, Allah yolunda hep beraber gazaya çıkın denilince yere çakılıp kaldınız. Yoksa

fihireti bırakıp ta dünya hayatına mı razı oldunuz? Fakat bu dünya hayatının kân,

âhiretin yanında pek az bir şeydir. Eğer (bu gazaya) hep beraber çıkmazsanız Allah

sizi pek acıklı bir azaba uğratır. Yerinize de başka itaatli bir kavmi getirir. Sîz o'nu

(peygamberi) hiçbir şeyle zarara uğratamazsmız. Allah her şeye hakkıyla güç
£542 *

yetirendir."

Bu âyetler ashabın maneviyatı üzerinde çok olumlu etki yaptı. Halk harekete geçti.
Mü'minler bütün engellen aştılar. Asker için pek çok bağış toplandı. Hz. Osman
ordunun üçte birinin teçhiz edilmesini üzerine aldı. Üstelik bin dinar altın verdi. Hz.
Ebû Bekr, ancak dörtbin dirhem getirdi. Bu onun bütün servetiydi. Evinde sadece
Allah ve Rasûlünün aşkını bıraktığını söyleyince diğer ashap da derece derece
yardımlarda bulundular. Hatta kadınlar bile küpelerini, bileziklerini v.s.
mücevherlerini orduya hediye ettiler.

Tebûk'e varılınca etrafa müfrezeler gönderildi. Çünkü düşman askeri ortalarda yoktu,
çevreden birçok heyet gelip Hz. Peygamber (s. a.) e bîat ettiler. Tebûk'te yirmi gün
kalındıktan sonra Medîneye dönüldü. Savaş kaçaklarından mazeretsiz olanların af
istekleri kabul edilmedi, kendileriyle elli gün kimse konuşmadı. Günleri evlerinde

1551

büyük üzüntü ile geçirdiler. Sonunda tevbeleri kabul edildi.

Bu hadîs-i şeriften Rasulü Ekrem (s.a.)'m mestler üzerine meshettiği anlaşılıyor.
Ancak, İmâmiyye, Hâriciler ve Dâvûd-u Zahirî, Rasûlullah'm abdest öğrettiği bir
kişiye "Ayaklanın yıka yoksa namazın kabul olmaz" sözü ile Mâide Sûresi'nin abdest
âyetlerini, ve, "Vay o topukların ateşten başına geleceklere" mealindeki 97 numaralı
hadîs-i de delil getiriyorlar ve "meshin caiz olduğuna dâir gelen hadîs-i şerifler
mensuhtur" diyorlar. Halbuki ulemânın büyük çoğunluğu meshin caiz olduğu
görüşündedirler. Bu hususta tbn Hümâm Fethulkâdîr'de "Mest üzerine
meshedileceğine dâir mevcut hadîsler müstefîzdirler. Yani hiçbir devirde râvilerinin



sayısı ikiden aşağı düşmemiştir."

Ebû Hanîfe (r.a.) ise, "Bana erişen mesh hadisleri gündüz aydınlığı kadar açık, kesin
ve parlak olmadıkça onların üzerinde bir şey söylemedim. Meshi caiz görmeyenlerin
küfre düşeceklerinden korkarım. Zira mesh hadisleri hemen hemen mütevâtir hadis
derecesinde kuvvetli (müstefız) hadîslerdir." demiştir.

Ebû Yûsuf (r.a.) ise, Mesihle ilgili hadisler, meşhur hadisler olduğu için onlarla âyetin
hükmü bile nesh edilebilir der. Yine hanefı ulemâsından Aynî merhum, "Mesh
hadislerini ancak sapık bid' atçılar inkâr ederler" demiştir. Hasan Basrî de (r.a.) "Ben
yetmiş kadar sahâbiye yetişdim hepsi de mest üzerine meshederlerdi" demektedir. Bu
sebepledir ki: îmam Ebû Hanife (r.a.) hazretleri meshin caiz olduğunu kabul etmeyi
Ehli Sünnet ve' 1 -cemaatten olmanın şiarı kabul etmiş ve "Biz Hz. Ebû Bekr (r.a.) ve
Ömer (r.a.)'ı diğer sahâbîden üstün sayarız cenâb-ı Peygamber (s.a.)'in iki damadını
(Hz. Osman ve Ali (r.a.) severiz; mest üzerine meshin caiz olduğuna inanırız" de-
miştir. İmam Nevevi de "kendilerine güvenilen ulema mest Üzerine meshin caiz
olduğunda hazarda ve seferde kadın ve erkek için bu cevazın geçerli olacağında icmâ'
etmişlerdir." diyor.

Hazret-i Peygamberin "ayaklarını yıka" hadisindeki emri ise, "abdest ancak yıkamakla
olur." anlamına gelmez, meshin cevazım ifade eden hadisler de bunu göstermektedir.
Buna rağmen mest üzerine meshin caiz olmadığını söyleyenler varsa da bunlann
iddiaları yersiz ve tutarsızdır. Meselâ mesihle ilgili hadislerin hükümleri abdest
âyetleriyle neshedilmiştir, şeklindeki iddiaları doğru değildir. Çünkü abdest âyetleri
Müreysi Gazvesinde, hicretin 5. yılında nazil olmuşken üzerinde durduğumuz hadiste
mevzuu bahs edilen ayaklara meshetme hâdisesi Tebûk Seferinde hicretin 9. yılında
vuku bulmuştur. 154. hadiste gelecek olan meshin caiz olduğuna dâir Cerîr'in
sözlerini, "bu sözler Mâi-de sûresinden evvel söylenmiştir" diye te'vil ederek meshi
inkâr etmeleri de doğru değildir. Çünkü Cerîr'in kendi ifâdesinden Mâide sûresinin
nüzulünden sonra müslüman olduğu anlaşılmaktadır.

Keza bunlann "mesh.abdest âyetleriyle neshedilmiştir" demeleri de yanlıştır. Abdest
âyetlerinin meshi neshedici bir yönü yoktur. Ancak yıkamak mı, yoksa mesh mi daha
faziletlidir, meselesi üzerinde ihtilaf vardır. Bu mevzuda îmam-ı Azam, Mâlik, Şafiî
hazretleri yıkamanın daha faziletli olduğu görüşündedirler. Çünkü, yıkamak asıldır.
Sahâbîden bir cemaatin ve Ömer b. el-Hattâb, oğlu Abdullah, Ebû Ey-yûb el-Ensâri
(r.a.) hazretlerinin de aynı görüşte olduğu bilinmektedir. Diğer bir cemaatte, meshin
daha faziletli olduğu görüşündedir ki, Şa'bî, el-Hâkim ve Hammad da bu görüştedir.
Ahmed b. HanbeFden bu mevzuda iki görüş vardır:

1) Mesh daha faziletlidir.

2) İkisi de müsavidir.

Müslümanların korkup, telâşa kapamalarının sebebi ise, Rasûlü Ekrem (s.a.)'i
beklemeden namaza durmalanndandır. Rasûlullah (s. a.) gelince onlar birinci rekâtı edâ
etmişlerdi. Bu yüzden efendimiz gelince imâma haber vermek maksadıyla
"sübhânellah" demeye başlamışlardır. İkinci bir ihtimâle göre ise: Namazı bitirip te
Rasûlü zîşânı görünce durumu anlayıp "sübhânellah" demekten kendilerini
alamamışlardır. Hadîs-i şerifteki "doğru hareket ettiniz" veya "ne iyi ettiniz"
ifâdelerjndeki şüphe ifâde eden "veya" sözü Rasûlü Ekrem'in değil, râvînindir. Burada
hadîs sarihlerinin üzerinde durdukları mühim bir hâdise de Rasûlü Ekrem (s. a.)
gelince Abdurrahman b. Avfm (r.a.) namaza devam edip Rasûlullah'i (s. a.) öne
geçirmek için geriye çekilmemesidir. Halbuki, aynı hâdise Hz. Ebu Bekr es-Sıddık'm



başına da gelmiş fakat o geriye çekilerek Rasûlü Ekrem (s.a.)'i öne geçirmişti. Bu iki
hâdiseyi izah için bazıları, bu iki hâdise tamamen farklıdır. Çünkü, Rasûlullah (s.a.)
Ebu Bekr (r.a.)'i namaz kıldırırken bulduğunda daha birinci rekâtı bitirmemişti.
Hâlbuki Abdurrahman (r.a.) birinci rekâtı bitirmişti. Rasûlü Ekrem öne geçseydi,
birinci rekâtı kılarken öbürleri ikinci rekâtı kılacak dolayısıyla bir kargaşalık meydana
gelecekti. Bu yüzden Rasûlullah öne geçmedi, demişlerse de, Bezlu'l-mecbûd sahibi
bu izah tarzını uygun görmeyerek kendisi şöyle bir izah getirmiştir: "Rasûlullah (s.a.)
Hz. Ebû Bekr' (r.a.)'e geriye çekilmemesini işaret ettiği gibi Abdurrahman b. Avf
(r.a.)'a da işaret etmiştir. Böyleyken Ebû Bekr (r.a.) geriye çekilmiş. Abdurrahman
(r.a.) ise çekilmemiştir. Hz. Ebû Bekr bu işarete uymanın farz olmadığına, fakat geriye
çekilmenin ise, edeb icabı olduğuna bu gibi hallerde edebin gözetilmesinin lüzumuna
inanmış ve öyle hareket etmiştir. Abdurrahman (r.a.) ise Rasûlü Ekrem'in işaretine

£561

uymanın farz olduğuna inanmış ve ona göre hareket etmiştir."
Bazı Hükümler

1. Abdest bozmak isteyen kişi yoldan ve insanlardan uzaklaşmalıdır.

2. Lâyık olanlara hizmet etmek caizdir.

3. Abdest alana yardım etmek caizdir.

4. Harpte dar elbise giymek ve ceketin altından kolları çıkarıp abdest almak caizdir.

5. Mest üzerine mesh caizdir.

6. Faziletçe üstün olan kimsenin, kendisinden faziletçe daha aşağı olan kişiye namazda
uyması caizdir.

7. Cemaate sonradan gelen, yetiştiği rekatları imamla kılar; kalanları ise imam selâm
verdikten sonra tamamlar.

8. Cemaate sonradan yetişen kimse imam selâm vermeden ayağa kalkmaz.

9. Efdal olan, vakit girer girmez herhangi bir kimsenin gelmesini beklemeden namaza
durmaktır.

10. İmam yetişemediği zaman cemaat, içlerinden imamlığa layık olan birini namaz
kılmak üzere öne geçirmelidir.

11. Abdurrahman b. Avf sahabenin ileri gelenlerindendir.

12. Hayra koşana teşekkür edilir, takdir ve tebrik edilir.

150....Müsedded, hocalan Yahya b. Said ve el-Mu'temir vasıtasıyla el-Muğire b.
Şu'be'nin şöyle dediğini haber vermiştir: "Rasûlullah (s.a.) abdest aldı, başının ön
tarafım, sarığının üstünü mesnetti." el-Mu'temir rivayetinde de el-muğıre b. Şu'be;
"Rasûlullah (s.a.) mestler üzerine, alnına ve sarığı üzerine meshederdi" demiştir.
Ravilerden Bekr, "hadis (in bu son rivâyetin)i lbn Muğire'den bizzat duydum"
1571 £581

demiştir.
Açıklama

Bu hadîs-i şerifi râvi Müsedded, Yahya b. Said ve el-Mu'temir olmak üzere iki ayrı
kişiden rivayet etmiştir. Ancak her iki rivayetinde ilk râvisi Muğİre b. Şu'be'dir Hadîs-
i şerifin farklı rivayetlerinde rivayet zincirinde bulunan ravüerin isimleri teker teker



zikredilmiştir. Yahya ile Mu'temir'in rivâyetlerindeki fark şudur: Yahya'nın
rivayetinde başın ön tarafına meshedildiği açıkça ifâde edildiği halde sarık üzerine
mesh kapalı lafızlarla ifâde edilmiştir. Açıkça mesh tabiri kullanılmamıştır. Mu'te-
mir'in rivayetinde ise, başın ön tarafına ve sarığa meshedilmesi açık lafızlarla ifâde
edilmiştir. Müslim, Tirmizî ve Nesaî de Yahya îbn Said rivayetinin sonunda Bekr'in
"Ben bu hadîs-i vasıtasız olarak İbn Muğîre'den bizzat işittim" ilâvesi vardır. Halbuki
burada bu ilâve hem Mu'temir'in hem de Yahya'nın senetlerinin sonuna âit olarak
gösterilmiş bulunuyor. Musannif Ebû Davud'un burada bu açıklamayı yapmaktan
maksadı senetteki bu farklılığa işaret etmektir.

Hadisi şerifin zahirinden anlaşıldığına göre mest ve sarık üzerine meshetmek caizdir.
Nitekim, Şâfıfler bu hadise bakarak "başa yapılan meshin tamam olması için sarık
üzerine de meshedilmesinin müstehap olduğunu" söylerler. Bu hususta sarığın abdestli
iken giyilmiş olup olmaması arasında bir fark görmezler. Bağda takke olsa başın ön
tarafını roeshettikten sonra takkenin üzerine de meshedümesi müstehaptır, derler.
Fakat sadece sarığa meshedilmesini yeterli görmeder. Keza Hanefî Mezhebine göre de
sadece sank üzerine meshetmek abdest ün yeterli değildir. İmam Malik ve ekseri
ulemânın mezhebi de budur. Ancak İmam Ahmed'e göre sadece sank üzerine mes-
hetmek abdest için yeterlidir. Seleften bir cemaatde bu mevzuda İmam Ahmed'e tâbi
1591

olmuşlardır.
Bazı Hükümler

1. Başın meshi için dörtte birini meshetmek yeterlidir.Bu bakımdan bu hadis
Hanefilerin delUidir.

2. Yalnız takke üzerine mesh caiz değildir.

3. Gerçi müslira ile Nesâî bu hadisi "önce başına sonra sangına sonra da mestler
üzerine mesti etti" şeklinde rivayet etmişlerse de Muğîre'nin bu rivayetine göre
mestlere bastan önce de mesh verilebileceğine işaret edilmiştir. Bu da abdestte tertibin
farz olmadığına delâlet eder.

151....Muğîreb. Şûbe'ninoğlu Urve babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Biz Rasûlullah (s. a.) ile beraber bir deve süvarisi topluluğu içinde bulunuyorduk.
Yanımda bir de su kabı vardı. Rasûlü Ekrem (s. a.) ihtiyacı için dışarı çıktı, biraz sonra
geri döndü. Ben kendisini su kabıyla karşıladım ve ona su döktüm. Ellerini ve yüzünü
yıkadı, sonra da kollarını (sıvayarak) dışarı çıkarmak istedi. Halbuki üzerinde yenleri
dar, yünden (dokunmuş) bir Rum cübbesi vardı. Cübbe dar gelince kollarını cübbenin
altından çıkarıp uzattı. Sonra çıkarmak için mestlere ellerimi uzattım. Bana; "Mestleri
bırak! Çünkü ben onları ayaklarım temizken (abdestliyken) giydim." dedi ve hemen
üzerlerine meshetti.

Râvi tsâ b. Yûnus dedi ki: 'îBabam Yûnus, Şâ'bî'nin (şöyle) dediğini nakletti: "Urve,
bu hadîsi babasından bizzat müşahede ettiğini, babasının da Rasûlullah'dan müşahede

[60] [61]

etmiş olduğunu kesinlikle ifâde etti:"



Açıklama



Yukarıda kısaca hikâye edilen hâdisede, MuğKre b. Şû'be'nin Rasûlü Ekrem'in (s.a.)
ayaklanın yıkayacağım zannederek mestlerini çıkarmak istemesi üzerine Hz.
Peygamberin "Onlara dokunma, ben onları ayaklarım temizken giydim" buyurması
meshlerin sahih olabilmesi için abdestli iken giyilmelerinin şart olduğuna delâlet eder.
Binaenaleyh ayağın birini yıkayıp daha abdest tamam olmadan mesti yıkanan ayağına,
sonra ikinci ayağım yıkayıp ikinci mesti de öbürüne giyen kimse mestleri tam abdestli
giymiş sayılmayacağından bu mesh caiz-değildir. İmam Mâlik, Şafiî, Ahmed, İshak bu
görüştedirler. İmam Nevevî de bu hususta şunları söylüyor; hadîs-i şerifte geçen
ayakların temiz olmasından murad, bütün abdest organlarının temiz olmasıdır.
Binaenaleyh, diğer abdest organları tamamen yıkanmamişken bîr ayağı yıkayınca

£621

hemen ona mest giymek caiz değildir.

Ebû Hanife ile Süfyân'ı Sevrî, Yahya b. Adem, Mûzenî ve Ebû Sevr ise: "Meshin
sahih olması için ayakların yıkanmış iken giyilmiş olmaları yeterlidir. Binaenaleyh
önce sağ ayağın yıkanıp, mestin giyilmesi sonra da sol ayağın yıkanıp mestin
giyilmesi, caizdir. Tam taharetin vakti mestlerin giyildiği vakit değildir. Bilakis,

[63]

abdestin bozulduğu vakittir. demişlerdir. Hidâye müellifi Merğmânî'nin bunu
böyle izah etmesine itiraz eden Şafıîler: "Bu hadîs onun aleyhinedir" demektedirler.
Ancak Allâme AynjUm itiraza şu cevâbı vermiştir. "Biz evvela Hidâye sahibinin
sözünü ele alacağız, sonra itirazlara cevap vereceğiz. Hidâye sahibinin "mestlerin tam
taharetle giyilmesi şarttır" sözü onları giyerken tam taharetin şart kılındığını değil,
bilakis tam taharetin abdest bozulduğu zaman şart olduğunu ifâde eder. Bizim
mezhebimiz budur. Hatta bir kimse evvela ayaklarını yıkayarak mestlerini giyse de
ondan sonra abdestini tamamlasa abdesti şahindir. Onu bozduktan sonra tekrar abdest
alırken mestlerinin Üzerine mesh edebilir. Çünkü, mestler abdestsizliğin ayaklara
sirayetine manî olan şeylerdir. Binaenaleyh onlar ne zaman mani olacaklarsa tam
taharet de o zaman şarttır. Mestlerin mani olacakları zaman hades yani abdestsizlik
zamanıdır.

İtirazcının sözüne cevap meselesine gelince, bu hadîs Hidâye müellifinin aleyhine
delil olamaz. Çünkü evvela biz de, mest giymenin şartı tam abdestli olmaktır, diyoruz.
Bu hususta hiçbir ihtilaf yoktur. İhtilaf ancak, mestler giyilirken mi, yoksa abdest
bozulduğu zaman mı abdest şarttır, meselesindedir.

Bize göre abdest bozulduğu zaman tam abdestli olmak şartken Şâfıilere göre mestleri
giymeden önce tam abdestli bulunmak şarttır. Bu ihtilâfın neticesi şudur: Bir kimse
evvela ayaklarını yıkayarak mestlerini giyse, sonra abdestini tamamlasa bize göre bir
daha o mestlerin üzerine mesh caizdir. Şafiî mezhebine göre ise, caiz değildir. Çünkü
onlarda tertip şarttır. Binaenaleyh Peygamber (s.a.)'in mestleri giyerken tam abdestli
bulunmayı şart koştuğunu kabul etmiyoruz. Ancak ayakların temiz iken mestlerin
giyilmesi sarftır, diyoruz. Çünkü hadîs-i şeriften anlaşılan budur. Yine hanefi
imamlarından îahâvî'ye göre Rasûlullah (s.a.) "ben onlan temiz olarak giydim"
buyurarak "ben onları evvela yıkamıştım" manâsım kasdetmiş olabilir. Şu hakle onları
abdestini tamamlamadan giymiş demektir. Ayakların temizliğinden, kiri, pası veya
cünüplüğü kasdetmiş de olabilir..." diyor.

Yine aynı itirazcı şunu söylüyor: "tbn Huzeyme'nin Safvan b. Gassân'-dan rivayet
ettiği bir hadiste "Bize Rasûlullah (s.a.) ayaklarımız teiniz olarak mestlerimizi
giydiğimiz vakit sefer halinde üç gün, mukîm iken bir gün bir gece onların üzerine



mesh etmemizi emir buyurdu" denilmektedir. İbn Huzeyme bu hadîs-i Müzenî'ye
sorduğunu, Müzenî'nin ona, "bu hadîsi bizim ulemâmız rivayet etti, Şafiî'nin en
kuvvetli delili budur'" dediğim söylüyor."

Ben derim ki, eğer Mûzenî "Şafıînin en kuvvetli delili bottur" sözüyle mesih
müddetini misafir için üç gün, mukîm için bir gün bir gece olduğunu kasdediyorsa
bunu kabul ediyoruz. Fakat mestleri giyerken tam abdestli olmanın şart olduğunu

1641

kasdediyorsa kabul etmiyoruz."

Bu hadîs-i şerifte meshin sahih olabilmesi için bulunması gereken şortların bir kısmı
açıklanmıştır. Ulemâ bu şartların dışında dana başka şartların da bulunmasını şart
koşmuşlardır.

1) Ayaklar suyla yıkanmış olmalıdır. Binaenaleyh teyemmümle alman abdestle
ayaklara mesh etmek caiz değildir.

2) Mestlerin temiz olması lâzımdır.

3) Kendisiyle peşi peşine yürümek mümkün olmalıdır, Hanefîler bu mesafeyi bir
fersah olarak takdir etmişlerdir ki, yaklaşık olarak 6 km. dir. Şafıiler ise, bu mesafenin
müsafir sayılacak kadar uzun olması lâzım geleceği görüşündedirler.

4) Mâlikîler ise, ayrıca mestlerin deriden olmasını ve ayağa süs teşkil etmesi için
değil, ayağın muhafazası için giyilmiş obuasını ve dikişli bulunmasını şart koşarlar.
Ayrıca sünnete uymak gayesi ile giyilmiş olup sadece rahatlık gayesiyle giyilmemiş
olmasını da şart kılarlar. Keza hac esnasında dikişli mesh giymek gibi, mesti giymekle
bir haramı işlememiş olmak lazımdır.

Hanbelilere göre ise,

1) Kendi kendine ayakta duramayan şey mest olamaz.

2) Gasbedilmiş mest üzerine mesh caiz değildir.İsterse bu gasba zaruretler sürüklemiş
olsun.

3) Cam gibi saydamlığından veya şeffaflığından dolayı dışından bakınca içindeki
ayağı göstermemesi lâzımdır. Keza çok ince olduğundan deriyi göstermemesi gerektir.
Binaenaleyh o ince örülmüş çoraplar Üzerine mesh caiz değildir. Bir de yukarıdan
bakılınca yıkanması farz olan yerlerden bazı kısımların görülebileceği kadar geniş
olmaması lâzımdır.

Hanefî mezhebinde ise kısaca mestin şartlan şunlardır.

1) Mestleri abdestli olarak giymek.

2) Mestler, ayakları topuk kemikleriyle beraber örtecek şekilde olmalıdır.

3) Giyilen mest ayakta olduğu halde bir fersah yürümeye müsait olmalıdır.

4) Mestin topuktan aşağı olan kısmında, ayağın küçük parmağının üç katı genişliğinde
yırtık olmamalıdır.

5) Mestler bağsız olarak ayakta duracak derecede kaim olmalıdır.

6) Mest suyu geçirmemelidir.

7) Mest giyilen ayak en az, küçük ayak parmağıyla üç parmak genişliğinde olmalıdır.
[65]

Bazı Hükümler

1. Küçüğün büyüğe hizmet etmesi caizdir.

2. Avret mahallinin şeklini aksettirmeyecek şekilde olan dar elbise giymek caizdir.



3. Mest Üzerine mesh caizdir.

4. Meshin sahih olabilmesi için mestler ayaklar temizken giyilmelidir.

5. Abdestin tam olabilmesi için kolların dirseklerle beraber yıkanması lâzımdır.
Elbisenin darlığı gibi bir sebeple sadece elleri yıkamakla veya yenlerin üstünü mesh
etmekle abdest caiz olmaz.

6. Pisliği kesin olarak bilinmedikçe yabancı ülkelerin imâl ettiği elbise giyilebilir.

152....Zûrâre b, Evfâ'nm rivayet ettiğine göçe Muğîre b. Şu'be, "Rasûlullah (s.a.)
{bizden biraz) geri kaldı" diye söze başlamış ve (evvelki hadiste geçen) şu hâdiseyi
anlatmıştır: "Biz cemaate Abdurrahmân b. Avf kendilerine sabah namazım kıldırırken
yetişebildik. Abdurrahmân b. Avf Nebiyyi Ekrem (s.a,) 'i görünce (hemen) geri çe-
kilmek istediyse de Rasûlullah (s.a.) ona (namaza) devam etmesi için işaret etti. Ben
ve Rasûlullah (s.a.) onun arkasından bir rekât namaz kıldık. Abdurrahmân (r.a.) selâm
verir vermez, Nebi (s.a.) ayağa kalktı ve yetişemediği rekâtı -üzerine hiç bir şey ilâve
etmeden- kıldı."

Ebû Dâvûd dedi ki; "Ebû Söfirf el-Hudrtt İbn Zübeyr ve tbn Ömer (r.a.), namazın tek

1661 [671

rekâtına yetişen kimse üzerine, sehv secdesi lâzım gelir, derler."
Açıklama

Bu hadîs-i şerifle ilgili açıklama 151. hadîs-i şerifte geçmiştir. Ancak burada geçen
izaha muhtaç faşım namazflt bir veya üç rekatine yetişen kimsenin üzerine sehv
secdesi lâzım geldiğine dâir İbn Ömer, İbn Zübeyr ve Ebû Said et-Hudri'nin
görüşleridir. Hadîs sarihlerinin beyânına göre bunun îzâhı şöyledir:
Sehv secdesi vacibin terkinden lâzım gelir. Namazı cemaatle kılmak vâciptin Namazın
bir veya üç rekâtına yetişen kimse ise, cemaati terketmiş olacağından üzerine sehv
secdesi lâzım gelir.

İkinci bir izah tamda şudur: Bu sehv secdesinin sebebi birinci rekâtın sonunda
oturmaması lâzım gelirken imamla beraber oturmasından ileri gelir. Bu mübarek
sahabeler böyle düşündükleri için "birinci rekatta imama yetisemeyen kimseye sehv
secdesi gerekir" demişlerdir, Nitekim ilim adamlarından böyle düşünen bir cemaat da
vardır. Atâ, TâvUs, Mücâhid ve İshâk bunlardandır. Ancak diğer ulemâ bu hususta
şöyle demektedirler: Rasûlü Ekrem (s.a.) Abdurrahmân b. Avfm arkasında namaz
kılmış, ne kendisi bir rekat geç kaldığı için sehv secdesi yapmış, ne de Muğîre'ye
emretmiştir. Çünkü sehv secdesi ancak sehvden (yanılmadan) dolayı lâzım gelir.
Burada ise yanılma yoktur. Ve bir de imâma uymak farzdır. Buna bağlı olarak yapılan
bir fazlalıktan dolayı da sehv secdesi gerekmez.

Görülüyor ki, hadis-i şerifin son paragrafında bulunan bazı sahâbilerin sehv secdesi
hakkındaki görüşleriyle ilgili bölüm Rasûlullah'm bir fiil ya da bir sözü İle ilgili
değildir. Sadece adı geçen sahâbilerin içtihadıdır. Yukarıda da açıklandığı gibi
tabiinden bazı âlimler de bu içtihada katılmışlardır. Sahâbilerin merfu hadis
mesabesinde olmayan fetva ve görüşleri onların ietihadlandır. Bizler bu içtihada
uymakla mükellef miyiz, değil miyiz, konusu ihtilaflıdır.

İmam Şâfri hazretleri, "ictihad" ehil olan herhangi bir müetehid, sahabenin İçtihadına
uymakla mükellef değildir" der.

Ebu Hanîfe Hazretleri ise, kendi ietihad metödlanm açıklarken Kur' -ân, hadis ve icmâ



ile amel etme mecburiyetinde olduğunu ancak sahabîlerin kendi içtihatları neticesinde
ortaya çıkan değişik görüşlerden birini tercih edeceğini, onların içtihatları karşısında
kendisinin bir ictihadta bulunmasının söz konusu olmadığını belirtmektedir.
Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte söz konusu edilen cemaate geç kalmadan dolayı
sehv secdesi, sözü geçen sahabîlerin ictihadrfclup bu hususta diğer sahabîlerin de
farklı ictihadlan bulunması sebebiyle mezhep imamları buna uyma mecburiyeti
duymamışlar, Kitab ve Sünnetin ışığında diğer sahabîlerin bu konudaki reylerini tercih
etmişlerdir. Özellikle Hz. Peygamber (s.a.)Mn de sehiv secdesi yapmadığı nazar-ı
itibara alınırsa namazın başında cemaate ulaşamayıp diğer rekâtlara ulaşanların sehv
secdesi yapmaları gerekmeyeceği görüşündeki isabet daha kolay anlaşılmış
olur.

168] [691

153. ...Ebû Abdirrahman'dan, demiştir ki; "Abdurrahman b. Avf 'm Bilâl 'e
Rasûiullah'm (nasıl) abdest aldığını sorarken gördüm. (Bilâl de şöyle) dedi; "Abdest
bozma ihtiyacını gidermek için dışarı çıkardı. Ben de ona su getirirdim. Abdest alır,
(başının ön tarafı ile birlmikte) sarığına ve çizmelerinin üzerine meshederdi."
Ebû Dâvüâ dedi ki Râvi Ebû Abdillah, Teym b. Mürre oğullarının hürriyete

[701121]

kavuşturduğu kişidir.
Açıklama

Hadis-i şerifte geçen "muk" kelimesi bir mest çeşididir, îbnu'l-Arabi, Tirmizî
Şerhi'nde "mûk" kelimesi için şunları söylemektedir: "Eğer ayakkabı deriden yapılır,
ayağın her tarafını örter, dikişli ve astarlı olursa buna "huf = mest" denir. Fakat
astarsız olursa o zaman "muk" denilir."

Hattâbî, "muk" goncu kısa olan mesttir diyor. Cevheri ise, "muk" mestin üzerine
giyilen çizmedir, demektedir.

Ebû Hanife, Ahmed ve Müzenî hazretleri çizme üzerine meshin caiz olduğuna bu
hadis-i şerifle hükmetmişlerdir. Ancak çizmenin meshe müsait olması ve ayağa
abdestli iken giyilmesi lâzımdır. Keza eğer mest üzerine giyilmişse mestlerin giyildiği
ilk abdest bozulmadan, yani mestlerin üzerine meshetme mecburiyeti doğmadan Önce
giyilmesi lâzımdır. Şayet, mest üzerine mesh edildikten sonra giyilirse bîr başka
ifadeyle mestler giyildikten sonra abdest bozulup ondan sonra çizme giyilir ve üzerine
meshedilirse abdest sahih olmaz.

Malikilere göre ise; çizme üzerine meshin sahih olabilmesi için çizmenin deriden
olması, mestle beraber abdestli iken giyilmesi şarttır.

Çizine üzerine meshin caiz olup olmaması hususunda Şafiî mezhebinde iki görüş
vardır. Nevevî merhum Mtibezzeb Şerhi'nde Şafiî mezhebinde sahîh olan görüşe göre
çizme Üzerine meshetmek caiz değildir, diyor.

Görüldüğü gibi hadis-i şerifte Resülullah yalnız sarık üzerine mesh ettiğinden
bahsedilmekte, sarıkla birlikte başına da meshettiğine dair bir ifade yer almamaktadır.
Bu bakımdan bu hadis sadece sarık Üzerine meshetmenin caiz olduğunu söyleyen
imam Ahmed ve taraftarlarının bu mevzudaki görüşlerine bir delil teşkil eder gibiyse
de aslında değildir. Çünkü bu hadiste Hz. Peygamber, başına meshetmcyi terk ettiğine
dair de bir ifâde yoktur. Buna ifâde eden başka bir hadis de yoktur. Şayet böyle bir



hadis mevcut olsa bile, hadisenin Mâide Sûresi'nden sonra ve özürsüz olarak
yapıldığının açıklanması gerekir. Aksi takdirde bu izaha muhtaç, kapalı ifadenin diğer
hadislerin ışığında açıklanması gerekir. Gerçekten burada da durum aynen böyledir.
Öyleyse bu hadisin bu mevzuda gelen diğer hadislerin ışığında tefsir edilmesi gerekir.
Bu hadisi açıklamak için bu mevzuda gelen hadislerin en meşhur olanı da 150

£221

numaralı Muğîre hadisidir.

Her ne kadar İmam-Ahmed ve taraftarları mevzumuzu teşkil eden bu hadise
dayanarak abdestte sadece sarığı meshetmenin başı meshetmek için yeterli olacağını
söylemişlerse de cumhuru ulemâ kendilerine yukarıdaki şekilde cevap vermişlerdir.
[73]

Bazı Hükümler

1. Abdest almak isteyen kimse abdest almadan önce myacı varsa abdest bozmayı
ihmal etmemelidir.

2. Başla beraber sarık ve çizme üzerine meshetmek caizdir.

154.. ..Bbû Zur'a b, Amr b. Cerîr'den demiştir ki; (Dedem) Cerîr küçük abdestini
bozduktan sonra abdest alıp mestler üzerine mesnetti ve: "Resûlullah (s. a.) i
meshederken gördüğüm halde (artık) beni meshetmekten ne alıkoyabilir?" dedi.
"Ancak bu (Resûlullah'm meshetmesî) Mâide Sûresinin inmesinden önce idi (galiba)?"
dediler. O» (şöyle) cevap verdi:

IM I75J

"Ben Mâide Suresi indikten sonra müslüman oldum."
Açıklama

Bu hadis-i şeriften Hz. Cerîr'in sorulan bir soru üzerine cevap vermek maksadıyla bu
sözleri söylediği anlaşılıyor, tbn Mâce'nin rivayetine göre Cerîr'in ayaklanndaki
mestlere meshetmesi üzerine "Sen böyle mi yapıyorsun?" denilmiş, o da cevap
makamında bu sözleri söylemiştir. Buhârî'nin rivayetine göre ise, Cerîr'e Resulü
Ekrem'(s.a.)'m abdest alışı sorulunca (işte böyle alırdı, demek için) bunları
söylemiştir.

Taberfmn A'meş yoluyla gelen rivayetinde ise soruyu soranın Hemmâm b. Haris
olduğu belirtiliyor. Cerîr'in ayaklarım meshettiğini gören bazı kimselerin, "Senin bu
abdest alış şeklin, Mâide Sûresi inmeden evvel vardı. Mâide sûresi indikten sonra
ayağa meshetme izni kaldırılmıştır" demeleri üzerine Cerîr (r.a.) şu cevabı vermiştir:
"Ben Mâide Sûresi indikten sonra müslti-num oldum" Bu sözüyle Cerîr (r.a.) "Ben
RasUlü Ekrem'in mestli ayağına bu şekilde meshederek abdest alışını Mâide Sûresi
indikten sonra gördüm. Binaenaleyh sizin; Mâide sûresi ayaklara meshetmenin
hükmünü kaldırmıştır, demeniz yanlıştır" demek istemiştir. Mâide Sûresi'nden
kastedilen ise abdest âyetidir. Bu âyet Benî Mustalık gazvesinde nazil olmuştur. Cerîr
ise, ondan sonra müslüman olmuştur. Buna göre bu abdest âyetinin hükmü, yani
ayakların yıkanması emri mest giymey enlerle ilgili genel bir emirdir. Cerîr (r.a.) hadîsi
ise, ayağında mest bulunan kimselerin ayaklarına meshedebileceklerini beyan ederek



meshin hükmünü, yıkamanın umûmî hükmünün dışma çıkarmaktadır. İbn Münzir, İbn
Mübârek'ten, sajıâbe-i kiram arasında meshin caiz olup olmadığı üzerinde en küçük
bir ihtilâfın bulunmadığım nakletmektedir. Mâide Sûresi'nin inmesinden sonra da
sahâbe-i kiram ayaklarına mesh etmişlerdir. İbn Hacer, Fethu'l-Bârt isimli eserinde
diyor ki, hadîs âlimlerinin söylediklerine göre» mestler üzerine mesh verme ile ilgili
hadîsler matevfttir derecesindedir. Bazı âlimler râvîlerinin sayısı sekseni aştığım,
aralarında aşere-i mübeşşerenin de bulunduğunu söylemektedirler.
Ahmed b. Hanbe! de meshin caiz olduğuna dair sahabe-i kiramdan kırk kadar merful
hadis bulunduğunu söylemektedir.

İbn Abdiîberr de d-lsâa&ftr'da yine 40 kadar sahabe'nin Rcsûl-ü Ekrem (s.a.) den
meshin caiz olduğuna dair hadis rivayet ettiklerini kaydeder.

Ebu'l-Kâsım b. Mende ise, meshin caiz olduğunu rivayet eden 80 tane sahabe ismini
£761

vermektedir.
Bazı Hükümler

1. Mest üzerine meshetmek caizdir.

2. Şer'i şerife uymayan bir şey görüldüğü zaman en uygun yolla ona müdâhale etmek
gerekir.

3. Doğruluğuna inanarak yaptığı bir işten dolayı itirazla karşılaşan bir kimsenin,
yaptığı işin doğruluğunu İsbat için dayandığı delilleri serd etmesi gerekir.

4. Bir işin doğruluğunu kabul etmeyen kimse, doğruluğunu iddia eden kimsenin
delillerini usûlüne göre reddetmelidir.

5. Bir işin doğruluğunu iddia eden kişi de, kabul etmeyen kişinin delillerini çürütüp
kendi delillerinin kuvvetini isbatlamahdır.

6. Bir iddianın isbatı için iki tarafın delil getirmesi caizdir.

7. Mestler üzerine meshetmek nesh edilmemiştir. Geçerliliği bakidir.

[771

155.. ..İbn Büreyde babası Büreyde'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir. "Necâşi
Rasûlullah (s.a.)e bir çift, siyah ve düz mest hediye etti, Rasûlüüâh (s.a.) bunlan

[78]

(abdestli iken) giydi, sonra aldığı abdest Ger) de onların üzerine mesnetti."

Hadîsin iki râvîsinden biri olan Müsedded, Vekî bu hadîsi Dilhem b. Salih'ten an'ane

yoluyla almıştır, dedi.

[791

Ebû Dâvûd da; "bu hadîs yalnızca Basrahlarm rivayetidir." demiştir.
Açıklama

Hadîs-i şerifte geçen Necâşî, Habeş kralı Asheme'dir. Babasnm adı «Encîr» idi Habeş
kırauarma Necâşî; Yemen krallarına, Tübba, Faris (tran) kıralianna Kisrfl; Bizans
(Rum) kıralianna Kayser; Rus kıratlarına Çar; Şam kıratlarına Hlrekl, Mısır kıralianna
Fİravn; Iskenderiyye kıralianna Mukavkıs; Hind ve Yunan kıralianna BatHmos; Türk
kıralianna Hakan; Sâbü kıralianna Nemrud; Arab kıralianna Nu'man; Berberi
kıralianna Cfilftt; Yahudi kıralianna Katyon; Fergana kıralianna ise, thşSd denilir.



Asrımızda ise Habeş kırallanna imparator deniliyordu, son imparator da devrilip tarihe
karışmış bulunuyordu. Adı geçen Necâşî'ye Rasûlü Ekrem (s. a.) Amr b. Umeyye ile
İslama davet mektubu göndermiş, o da îslâmı kabul etmişti. Ibn Hibbân'in rivayetine
göre; Necâşî Rasûlti Ekrem (s.a.)'e bir mektup ve hediyye olarak da bir gömlek,
şalvar, taylasan (fes) ve bir çift mest gönderdi. Hicretin 9. senesinde Necâşî vefat etti.
imam Buharının Câbir'den rivayet ettiği bir hadise göre, Necâşî vefat ettiği gün Rasûlü
Ekrem (s. a.) Medine'de ashabında, "Boğun Habeşistan'da sâlih bir kimse vefat etti.
Cenaze namazını edâ edelim." buyurmuştur.

Câbir diyor ki; "Saf olduk, Rasûlullah (s.a.) imam oldu, Necâşî'nin cenaze namazını
kıldık. Ben de ikinci safta idim," Allah onlardan razı olsun.

Habeşistan'da ölen Habeşkrah Necâşî'nin cenaze namazını Medine'de kılma hâdisesi
Hanefilerce Rasûlullah'a mahsus bir iştir. Çünkü, Hanefilerce mevcut olmayan veya
ekseri cüzü bulunmayan cenazenin kılman namazı sahih olmaz, Şafiî ve tbn Hanbele
göre İse, cenaze bulunmasa da bu cenaze Üzerine başka yerde ve Ülkelerde cenaze
namazı kılmabilir. (Bu mevzu cenaze bahsinde işlenecektir.)

Mîrek Şah der ki; "Bu hadis, Resulü Ekrem (s.a.)in mest giyip Üzerine meshettiğinin
fıkhî delilidir. Seferde ve hazanla mesh üzerine meshettiği tevatürle sabittir. "Taberânî
ve Beyhakî*nin îbn Abbâs'dan rivayet ettikleri şu hadis-i şerif de mest üzerine mesfrin
cevazın isbat eden delillerden biridir: "Bir gün Resulü Ekrem (s.a.) ihtiyacını
gidermek için halktan uzaklaşarak bir ağacın altında oturup mübarek ayaklarından
mestleri çıkarıp (yere) koymuştu. Abdest aldıktan sonra mestlerinden birini giydi,
diğerini giymek üzere iken havadan bir kartal inerek, mesti kaptığı gibi havalandı.
Havada uçarak mesti baş aşağı çevirdi ve mestin içinden bir yılan düştü. Allah'ın
Resulü bu durumu görünce» "Bu, Rabbimin bana Ur İkramıdır" buyurdu ve şu duayı
okudu; "Allah'ım, karnı üzerinde sürünen iki veya dört ayak üzerinde yürüyenlerin

MI

şerrinden sana sığınırım"
Bazı Hükümler

1. Müslüman olmayanların hediyyesi kabul edilebilir ve kullanılabilir.

2. Verilen hediyeyi alır almaz giymek, hediyenin makbule geçtiğini göstermek
açısından iyidir, sünnettir.

3. Yasak olan renklerin dışında muhtelif renkler kullanılabilir.

4. Siyah mest giymek kerahetsiz olarak caizdir.

156....Muğîre b. Şu'be'den demiştir ki: "Resûlullah mestleri üzerine meshetti. Ben
(de); Ya Resulellah yoksa (ayağınızı yıkamayı) unuttunuz mu?" dedim.O da; "(Hayır)

[8İI £821

bilakis sen unuttun, Rabbim Azze ve Celle bana bunu emretti" buyurdu.
Açıklama

Bu hadîs-i şeriften RasUlü Ekrem (s.a.)'in abdest alırken sıra ayaklarına gelince onian
meshettiği anlaşılıyor. Çünkü, diğer abdest organlarının sırayla yıkanması halinde en
son sıra ayaklara gelir. Bir de sadece mestler üzerine mesti verilmesi abdest almak için
yeterli değildir, öyleyse RasÛluliah (s.a.) diğer abdest organlarını daha evvel yıkamış



ve başım da meshettikten sonra sıra ayaklara geldiği için onları da meshet mistir.
Bunun Üzerine Muğîre, "Yâ RasûleÜah, niçin ayaklarını yıkamıyorsun da böyle
meshediyorsun?, Yoksa unutarak mı?" deyince, Rasûlü Ekrem (s.a.)'de "Bilakis sen
unuttun" buyurmuştur. Demek ki Muğîre daha önceden Rasûiullah'm ayağım
meshettiğini gördüğü halde unutmuştur. RasUluliah (s. a.) bunu bildiği için "Bilakis
sen unuttun" buyurmuştur.

Ayrıca bu hadîs-î şeriften, mest üzerine meshetmenin caiz olduğu da anlaşılıyor.
Ancak meshetmek bir emir, bir farz değil, sadece bir izindir. "Bana Rabbim böyle
emretti." sözünün anlamı, bana rabbim böyle meshetmem için izin verdi, demektir.
Öyleyse, meshetmek bir azimet değil, bilakis bir ruhsattır. Nitekim 149 ve 150

[831

numaralı hadis-i şeriflerin serinde açıkladık.
Bazı Hükümler

1. Hadis mestler üzerine meshedilebileceği mevzuunda daha Önce geçen hadisleri
desteklemektedir.

2. İnsan, dîni bir meselede şüpheye dü$tüğü zaman onu bir bilene sormaktan

[841

çekinmemelidir.
61. Mesh Süresi

157....Huzeyme b. Sâbit'in Rasûlullah'den (s,a.) rivayet ettiğine göre (Efendimiz şöyle)
buyurmuştur: "Mest üzerine mesh (in müddeti) yoku için üç gün, yolcu olmayan

£851

(mukîm) için bir gün bir gecedir."

Ebû Dâvûd dedi: Bu hadîsi EbuMansurb.el-Mu'temirJbrahim et-TeymVden aynı
senetle rivayet etmiştir, ibrahim bu rivayetinde, öncekine ilâve olarak, şunları
söylemiştir: "Eğer biz Resulullah 'dan (süreyi) artırmasını isteseydik artıracaktı."

£861

158....Übeyy b. İmâre 'nin (kendi) ifadesine göre -(ki Ubeyy hakkında) Yahya b.
Eyyub, "O hem Beyti'l-Makdis'e hem de Kâbe-i Muazzama'ya karşı Rasûlü Ekrem'le
birlikte namaz kılmıştır." diyor.-şöyle demiştir. "Yâ Rasûlallah mestler üzerine
meshedeyim mi? Rasûlullah'da (s. a.) "evet" buyurdu. (Übey, ya Rasûlallah) bir gün,
iki gün, üç gün (müddetince) meshedebilir miyim? diye (soru sormaya devam etmiş).

[871

Rasûlullah'da, "Evet istediğin kadar" buy urdu.

Ebû Dâvûd dedi ki: İbn Ebi Meryem el-Mısri, Yahya b. Eyyûb'-den O da
Abdurrahman b. Rezîn'den O da Muhammed b. Yezid b, Ebi Ziyâd'dan O da Übâde b.
Nesiy'den O da Übeyy b. İmâre'den rivayet ettiğine göre, İbn Ebi Meryem bu
rivayetinde şöyle demiştir: "Übey (üç gün meshedebilir miyim, dedikten sonra
sorusuna) yediye kadar devam etti. Rasûlullah da (s.a,) "evetfyedi gün müddetince
meshe devam edebilirsin) ve uygun gördüğün kadar (meste devam edebilirsin)"
buyurdu.

Ebû Dâvûd dedi ki: Yahya b. Eyyûb'un bu senedinde ihtilâf vardır. Çünkü, Yahya
güvenilir bir kimse değildir. Yine bu hadîsi tbn Ebi Meryem ve Yahya b. İshâk es-



Süleyhi Yahya b. Eyyûb'dan rivayet etmişlerdir. (Ancak SüleyhVnin) senedinde ihtilâf
£881

edilmiştir.
Açıklama

Birinci hadîs-i şerif, yolcular için mest üzerine meshetme müddetinin üç gün üç gece
(72 saat), yolcu olmayanlar için de bir gün bir gece (24 saat) olduğunu ifâde
etmektedir. Nitekim Ebû Hanife (r.a.) ve taraftarları, Sevrî, Hasen b. Salih, Şafiî,
Ahmed b. Hanbel, İshâk b. Râhûye, Ashâb-ı Kiram ve Tabiîn hazretlerinin büyük
çoğunluğu ve onlardan sonra gelen fıkıh âHmleri hep bu görüştedirler. Bir kısım
âlimler de; "Mesttin müddeti İçin belli bîr zaman yoktur. İnsan İstediği kadar bu
müddeti uzatabilir" demişlerdir.

Şa'bî, Ebû Seleme b. Abdirrahman, Leys.Rabîa ve meşhur rivayete göre İmam Mâlik
(r.a.) bu görüştedirler. Bu âlimlerin dayandığı hadîs-i şerifler şunlardır.

1. Ebü Davud'un İbrahim et-Teymî'den rivayet ettiği, "Rasûlullah'tan artırmasını
isteseydik, artıracaktı" mealindeki 157 numaralı hadisi şerif.

2. Enes b. Mâlik hadîsi. Bu hadise göre Nebiyyi Ekrem (s. a.) "Sizden birisi abdest alıp
mestlerini giydiğinde onlarla namazını kılsın. Sonra onlara m es h etsin; istediği kadar
ayağından çıkarmasın (meshe devam etsin) Ancak cünüplük hali müstesna"
buyurmuştur.

Bu hadîsi Hâkim, Müstedrek isimli eserinde rivayet etmiş ve "Bu hadis, Müslim'in

rivayet şartlarına uygundur. Râvîleri güvenilir kimselerdir." demiştir.

Aynı zamanda bu hadîsi Dârakutnî de Esed b. Musa'dan rivayet etmiş ve Tenkîh

sahibi de bu rivayet için; "Senedi sağlamdır, Râvi Esed b. Musa da sözüne güvenilir

bir kimsedir. Aynı zamanda Nesaî de onun doğru sözlü bir kimse olduğunu söylüyor"

demektedir.

3. Ukbe b. Amir hadîsi.Ukbe şöyle demektedir:-"Bir cuma günü Şam'dan Medine'ye
doğru yola çıktım. Ömer b. el-Hattab'in huzuruna vardım. Bana, "Mestleri ayağına ne
zaman giydin?" dedi. Ben de, cuma günü dedim. Hiç ayağından çıkardın mı? Ben,
hayır hiç çıkarmadım deyince, "Tam sünnete uygun hareket etmişsin" dedi. Bu hadîs-i
şerifi de Beyhâkî rivayet etmiştir.

Ayrıca, mestler üzerine meshin belirli bir zamanla mukayyet olmadığı kıyas delili ile
de isbat edilebilir. Şöyle ki, sargı üzerine meshetmekle ayakları yıkama taharet
olmaları bakımından nasıl belirli bir zamanla mukayyet değillerse mestler üzerine
meshetmekte bir taharet olarak herhangi bir müddetle kayıtlı olmamalıdır.

4. Bu görüşte olan ulemanın diğer bir delili de 158 numaralı hadistir. "Ayağıma
meshedebilir miyim?" sorusundan da anlaşılıyor ki bu mübarek sahâbînin o güne
kadar meshin caiz olduğundan haberi olmamıştır. Yahutta Resulullah (s.a.)'m ayağına
meshettiğini gördüyse de bunun ona has bir durum olduğunu zannetmiştir.

Bu âlimlere karşı mesh müddetinin sınırlı olduğunu iddia edenlerin bu hadisler
hakkındaki görüşlerini de şöylece sıralamak mümkündür:

1. 158 numaralı hadis, Übey b. İmâre hadisini bütün Sünen sahipleri rivayet
etmişlerdir. Fakat hepsi de zayıf olduğunda ittifak etmişlerdir.

2. 157 nolu Huzeyme hadisine gelince iki cihetten zayıftır: a. Munkatı' dır. b.
Muzdariptir.

3. Enes hadisine gelince, Beyhakî onun zayıf olduğunu söylemektedir. Aynî ise, lbn



Cevzî'den Enes hadisindeki "istediğin kadar ayağından çıkarmadan meshe devam et"
hadisindeki maksadın, "üç gün içinde istediğin kadar meshedebilirsin" demek
olduğunu nakletmektedir, lbn Hazm ise, "bu hadisi Esed b. Mûsâ tek başına rivayet
etmiştir. Esed'in hadisleri münkerdir delil olamaz" demektedir.

Hz. Ömer'in "tam sünnete göre hareket etmişsin" sözüne gelince, bu söz de mesh
süresinin sınırsız olduğuna delâlet etmez. Çünkü Hz. Ömer'den de. mesh süresinin
sınırlı olduğuna dair hadis-i şerifler vardır. Tahavî'nin Şerhti Meani'l-Âsar'da rivâyet
ettiğine göre, Süveyd b. Gafle şöyle demiştir: "İçimizde Hazret-i Ömer'le en çok senli
benli olan Benâne'ye; haydi Ömer'e meshin hükmünü sor" dedik, o da sorunca Hz.
Ömer: "müsafır (yolcu) için üç gün, mukim (yolcu olmayan) için de bir gündür" dedi."
Keza Zeyd b. Vehb'den de aynı manâdabir hadisi Tahavî merhum meşhur eserinde
rivayet etmektedir. Bu hadisleri rivayet ettikten sonra hazreti imam şunları
söylemektedir: "İşte bu hadîs-i şerifler mesh müddetinin sınırlı olduğuna dâir Rasûlü
Ekrem (s.a.) den rivayet edilen delillerdir."

Şayet mesh müddetinin sınırlı olmadığına dâir rivayet edilen hadisler sahihse, bunun
manâsı; "mesh müddetine riâyet etmek şartıyla devamlı mest üzerine mesh
edebilirsiniz" demektir. Nitekim "temiz toprak (on sene bile olsa) m ti'm in için bir
abdest vazifesi görür" hadîsinden anlaşılan da budur. Yani teyemmümün şartlarına
riâyet edildiği takdirde her zaman temiz toprakla teyemmüm edilebilir demektir.
Yoksa bir kerre teyemmüm edince on sene devam eder demek değildir.
Bunların, meshi yıkamaya benzeterek; "ayağını yıkayan adam, abdestini bozmadığı
müddetçe nasıl onunla istediği kadar namaz kılabilirse ayağına mesheden kimse de
mesti çıkarmadığı müddetçe devamlı abdestli sayılır. Keza sangı üzerine yapılan mesh
de sargı bulunduğu müddetçe geçerlidir" demeleri ise, sahih hadislere aykırı
olduğundan geçerli bir itiraz değildir.

Bütün bunlar göz önünde bulundurulunca en ihtiyatlı yolun, yolcu için geceli
gündüzlü üç gün, mukîm için bir gün olmak üzere müddet tayini yapan hadislere
uymak olduğu anlaşılır.

Ancak meshin müddeti, abdest bozulduğu andan itibaren başlar. Yoksa giyildiği andan
itibaren başlamaz. Keza meshettiği andan itibaren de başlamaz. Ayağın birini veya
ikisini birden çıkarınca, şayet abdesti bozuk veya mesh müddeti zaten sona ermiş
idiyse artık sadece ayaklarını yıkaması kifâyet etmez.Nevevî'ye göre, mesh müddeti,
mestler meshediidiği andan itibaren başlar. Şayet abdestli iken ayaklarının bîrini veya
her ikisini de mestten çıkarırsa Şafiî ve Hanelilere göre sadece ayaklarım yıkaması
gerekir. Malikîlere göre ise, hemen o anda ayağını yıkarsa kâfi gelir, geciktirirse kâfi
gelmez, yeni baştan abdest alması lâzım gelir.

Hafız İbn Hacer, FethıTI-BârTde şunları kaydediyor: "Ayağa meshet-tikten sonra eğer
mesh müddeti bitmeden mestler çıkarılacak olursa, mesh müddeti sınırlıdır diyenlere
göre abdest bozulmuş olur, yeniden alınması lâzımdır. Kûfelilere, Müzenî'ye ve Ebû
Sevr'e göre ise sadece ayaklarım yıkar. Ancak, ayakların o anda, ara vermeden
yıkanması lâzımdır. İmam Hasen, İbn Ebi Leylâ ve bazı âlimler de abdestli iken
ayağını çıkaran kimsenin ayağını yıkamasının gerekmediğini söylemişlerdir. Bunlar
ayağa meshi, boyuna ve başa verilen meshe benzetmişlerdir. Bu görüşü ihtiyatla
karşılamak lâzımdır."

Yukarıda verilen delillerin neticesinde varılan hüküm şudur ki; Mestler üzerine mesh
vermenin zamanla mukayyet olmadığım söyleyen âlimlerin delilleri Cumhur
tarafından yetersiz görüldüğünden, 157. hadîsle tesbit edilen hüküm cumhura göre



esas olmuş ve yolcu için mesh müddeti abdestin bozulmasından itibaren 72 saat,

[891

mukîm için ise, 24 saat olarak tesbit edilmiş olur.



Bazı Hükümler

Netice olarak, mest üzerine mesh müddetinin yolcular için üç gün, yolcu olmayanlar
için ise bir gün olduğu

[901

anlaşılmış bulunmaktadır.

62. Çoraplar Üzerine Meshetmek

I59....el-Muğîre b. Şu'be'den, demiştir ki; "Rasûlullah (s. a.) abdest aldı, çoraplarının

ım

ve ayakkabılarının üzerine mesnetti."

Ebû Dâvûd dedi ki; Abdurrahman b. Mehdi bu hadîsten hiç bahsetmezdi. Çünkü, el-
Muğîre'den (gelen) ma'ruf hadîs, "Muhakkak ki Nebiyyi Ekrem (s. a.) mestler üzerine
mesnetti" şeklindedir.

Yine Ebû Dâvûd dedi ki: Bu hadis, aynı zamanda Nebiyyi Ekrem 'den Ebû Musa el-
Eşârî tarafından; '"Rasûlullah (s. a.) çoraplar üzerine mesnetti" (şeklinde) râvîler
zincirinden (bazı râvîler) atlanarak ve zayıf senetle rivayet edilmiştir.
Ebû Dâvûd dedi ki; Ali b. Ebî Tâlib, İbn Mes'ud, Berâb, Azib, Enes b: Mâlik, Ebû
Umâme, Sehl b. Sa'd veAmr b. Hureys dahi çorapları üzerine meshetmişlerdir. Bu

£921

husus Ömer b. el-Hattâb ve İbn Abbas'tan da rivayet edilmiştir.
Açıklama

Hadîs"i Şerifte geçen Ve "çorap" terceme ettiğimiz kelimesinden, pamuk veya yünden
mest şeklinde örülmüş bir ayakkabı çeşididir. Mest ise deriden yapılan ve ayaklan
topuklara kadar örten ayakkabı çeşididir. Hanefi âlimlerinden Aynî, "Cevreb" hak-
kında şunları söylemektedir: "Şiddetli soğukların hüküm sürdüğü memleketlerde
soğuktan sorunmak için eğirilmiş yünden yapılan ve ayağa giyilen ve topuklara kadar
uzanan şeydir"Bu cevrab kelimesi üzerinde ulemâ arasında farklı görüşler vardır:
Firuzâbâdî Kâmûs'da, Ebul-Feyz Murteza, Tacü'l-Arûs'ta Cevrab, ayakkabıdır derken,
et-Tayyibî "deriden mamul bir ayakkabıdır, dize doğru uzanır ve mest diye bilinir"
diyor. Firûzâbâdî'nin sözü bütün ayakkabı çeşidini ifâde edecek niteliktedir, ister
deriden, ister yünden veya kıldan, isterse bunların dışında bir şeyden olsun hepsine
şâmildir. Sonra Firûzâbâdî'nin sözünden bu ayakkabının kaim veya ince, hatta dikişli
veya dikişsiz olup olmamasında da bir fark olmadığı anlaşılıyor.
et-Tîbî Şevkânî ve Şeyh Abdülhak'm tefsirlerine göre "Cevrab" ciltden mamul olup
mestin başka bir çeşididir, mestten daha büyüktür.

Hanefî imamlarından Şemsu'I-eimme el-hulvânî'ye göre cevrab'm beş çeşidi vardır:
1. Tiftikten, 2. Kıldan, 3. Yünden, 4. İnce deriden , 5. Pamuktan.
Bütün bu ihtilaf iki sebepten ileri gelmektedir:
1. Cevrab'm imal edildiği madde,



2. Cevrab'm hacmi ve büyüklüğü,Ayrıca bu ihtilâfın cevrab'm çeşitli ülkelere göre
çeşitli biçim ve büyüklüklerde yapılmış olmasından ileri geldiği de düşünülebilir.
Çünkü şartlara göre bazı ülkelerde deriden, bazısında yünden, bazısında da diğer
mevcut maddelerden dokunmuş olabilir. "Her lûgatçı kendi ülkesinde bulunan cevrab
şekillerine bakarak bir tarif yapmıştır" denebilir. Firuzâbâdî gibi bazı lügatçiler de
bütün ülkelerde bulunan çorap şekillerini kapsayacak bir tarif ortaya koyabilmişlerdir.
Çoraplar üzerine meshetmek mevzuunda imamların görüşleri pek farklı değildir.
İmam Ebû Yusuf a göre, ayakta bağsız. durabilecek şekilde, sık ve sağlam dokunmuş
kaim çoraplar üzerine meshetmek caizdir.

Bu mevzuda İmam Muhammed'de, Ebû Yusuf un görüşündedir. İmam Ebû Hanîfe'nin
de bunların görüşüne döndüğü rivayet edilir. Fetva bu veçhiledir. İmam Mâlik ise,
çoraplar üzerine meshin caiz olabilmesi için çorapların kaim ve altlarının deriden
yapılmış olmasını şart koşmaktadır.

İmam Şafiî ve Ahmed'in mezheplerine göre de çoraplar üzerine tabansız bile olsalar
raeshetmek caizdir.

hadîs-i şerifte geçen Na'l kelimesinden maksatsa, ayağı yerden koruyan her çeşit
ayakkabıdır. Ancak 151. hadîs-i şerifte de açıkladığımız gibi topuklardan aşağı olan
ayakkabıların üzerine meshetmek caiz değildir. Bu hadîs-i şerif üzerinde fikir beyân
eden hadîs sarihlerinden Hattâbî ve Menhel sahibi, "Rasûlullah (s. a.) ayakkabı üzerine
meshederken çoraplar üzerine meshetmeye niyyet etmiştir" diyorlar. Yani
ayakkabıların altında çorap giyili olduğunu, ayakkabıya meshetmekten gayenin de
çoraplar olduğunu, ayakkabıların üzerine yapılan meshin fazladan olup abdeste hiç
engel teşkil etmeyeceğini ifâde ediyorlar.

Ibnü'l-A'râbi der ki; Na'l Peygamberlere mahsus bir ayakkabı çeşididir. Daha sonra
insanlar çamur ve yaşdan dolayı kendilerine başka biçimlerde ayakkabılar edindiler.
Peygamber efendimizin ayakkabılarının üzerinde tüy yoktu. Bu ayakkabıların parmak
kısımları üzerinde birer tasma vardı.

Tahavî Şerhu Meftni'l-Asfır isimli eserinde "Ayakkabıların üzerine meshetme"
babında şunları söylüyor: "Muteber olan mesh çorapların üzerine yapılan meshtir.
Bununla beraber ayakkabılar Üzerine verilen mesh fazladandır."
Her ne kadar Ebü Dâvûd hadîsin sonundaki ta'lîkmda îbn Mehdî'nin bü hadîsin çorap
Üzerine meshle ilgili bölümünü münker görüp üzerinde durmadığını, sadece mestler
üzerine mesihle ilgili kısmını ma'ruf bulduğunu söylüyorsa da bu kusur olarak kabul
edilen kısımların, Muğîre'nin Rasûlullah (s.a.)'ı meshederken görmediğine bir delil
teşkil etmez.

Muğîre'nin Rasûlü Ekrem'i hem sadece ayakkabılarına meshederken hem de ayakkabı
ve çoraplarına meshederken görmüş olması mümkündür. Çünkü bu hadîsi aynı
zamanda Ebû Davud'un senediyle Tahavî, îbn Mâce ve Tirmizî de rivayet etmiş,
Tirmizî hadîs hakkında Hasen-sahih demiştir.

Yine musannif Ebû Dâvûd bu hadîsin bîr de Ebû Musa el-Eşarî'den munkatr ve zayıf
olarak rivayet edildiğini söylüyor ki bu ikinci rivayetin munkatr oluşuna sebep teşkil
eden kusur, senette bulunan Dahhâk'm Ebû Musa'dan (r.a.) hadîs dinlememiş
olmasıdır. Hadîsin zayıf sayılmasının diğer bir sebebi de râvîler içerisinde Ebû Sinan

193]

İsa b. Sinan'ın bulunuşudur.



Bazı Hükümler



Hadisten (mest) şartlarını hâiz olan çorap ve ayakkabı üzerine mesh etmenin caiz

1941

olduğu anlaşılmaktadır.
[Ayakkabılar Üzerine Mesh Etmek]

160.. ..Evs b. Ebî Evs es-Sekafî'den demiştir ki; "Rasûlullah (s. a.) abdest aldı.
Ayakkabıları ve ayaklan üzerine mesnetti." Râvî Abbad, es-Sekâfî'nin, "Ben
Rasûlullah (s.a.)'ı bir kavmin kuyusuna, (yani su deposuna) gelip abdest alarak
ayakkabıları ve ayaklan üzerine meshettiğini gördüm." demiştir.
Abbâd; "Ben Rasûlullah (s. a.) in bir kavmin su kuyusuna (yani su deposuna) gittiğini
gördüm" dediği halde; Müsedded su deposundan da su kuyusundan da söz etmedi.
Sonraki "Abdest aldı, ayakkabıları ve ayakları üzerine meshetti"(ifadelerini ise) her

195] [96]

ikisi de ittifakla zikrettiler.
Açıklama

Hadîs-i şerifte geçen "ayaklan üzerine mesnetti" tabirinden maksat, çoraba
meshetmektir. Bir mahallin içindeki şey zikredilip te mahallin kendisi kasdedilmiş
olması kabilinden bir mecazî mürseldir. İbn Reslan "Bu hadîsin anlamı bir evvelki
hadîsin anlamı gibidir. Yani ayaklara meshetmekten maksat çoraplara meshetmektir"
diyor.

İbn Kudâme ise, "Nebiyyi Ekrem (s. a.) nalinlerinin tasmaları üzerine meshetmiştir.
Binaenaleyh hadîs-i şerifte söz konusu edilen mesh çorapların üzerinde bulunan

197]

nalinlerin üzerine verilmiştir" diyor ki bir önceki hadîs-i şerifin izahına uygun
düşüyor. Hanefî ulemâsından Bedruddin el-Aynî ise bu konuda şöyle diyor. "Bu
hadîsin zahirinden ayaklara ve ayakkabılara mes-hetmenin caiz olduğu anlaşıhyorsa
da bu ancak abdestli iken alman nafile abdestlerde geçerlidir. Yoksa bozulan bir
abdesti yenilemek için ayaklar üzerine meshetmek caiz değildir." Merhum Aynî bu
görüşünü îbn Hıbbân ve İbn Huzeyme'nin rivayet ettiği hadîslerle isbat etmiştir.
Beyhâkî ise; "ayakkabı üzerine mesh etti" cümlesini "ayaklarım pabuç içinde iken
yıkadı" şeklinde tefsir etmiştir. Yerinde bir tefsirdir. Zira Arapça'da mesh kelimesi
yıkama manasına da gelir. Ayrıca bu hadisi "Peygamber (s. a.) ayaklarım yıkadı"
şeklinde rivayet edenler çoğunluktadır. Ayakkabıları üzerine mesh etti diyenler ise
azınlıkta kalmıştır. Konu bir olduğuna göre çoğunluğun rivayetinin, azınlıkta
kalanların rivayetine tercih edilmesi gerekir.

Yine bu hadîs-i şerifte, üzerinde durulması lâzım gelen bir mesele de ( =kuyu)
kelimesinin ( =içinde abdest suyu bulunan matara büyüklüğünde bir kap) kelimesiyle
açıklanmasıdır.

Ancak bu tefsir şekli bazı kişilerce benimsenmemişse de aslında lugatçılarm
ekseriyyeti bunu kabul etmemektedir. Hadîsin iki râvîsi Müsedded ile Abbfld arasında
üç noktada rivayet farkı vardır:

1. Abbâd, "bana Evs haber verdi" tabiriyle rivayette bulunurken Müsedded'in
rivayetinde bu tabir yoktur. Binaenaleyh Müsedded bu hadîsi bir başkasından duymuş



da olabilir ki Abbâd'm rivayetinin buna göre daha kuvvetli olduğu ortadadır.

2. Abbâd'm rivayetinde, Abbâd' m hadîs aldığı Evs'in "bizzat gördüm" dediği
nakledilirken Müsedded' in rivayetinde "Evs gördü" ifâdesi vardır. (Bazı nüshalarda
"gördü" tabiri de geçmiyor.)

3. Abbâd'm rivayetinde ( ve ) ta'birleri var, Müsedded' inkinde yoktur.

Bir de bu hadîsin senedinde ve metninde ızdırap vardır. Yani hadîs muzdariptir.
Senetteki ızdırab şudur: Ebû Davud'un bu rivayetinde hadîsi Hu şey m, Ya'lâ b. Ata ve
Atâ vasıtasıyla Evs'den rivayet etmiştir. Musannif Ebû Dâvûd'la Ahmed ibn Hanbel'in
rivayetinde olduğu gibi HammajJ b Seleme ile Şüreyk b. hadisi Ya'la ibn Ata ve Evs
yoluyla Ebû Evs'derİ riwet etmişlerdir.

Metindeki ızdırab ise, şudur: Hüseyin'in rivâyetnide Evs, "Rasûlullah'ı (s. a.) abdest
alıp ayakkabılarına ve ayaklarına meshederken gördüm" dediği halde, Hammâd b.
Seleme'nin rivayetinde Evs, "Babamı abdest alıp ayakkabılarını meshederken gördüm
de "sen ayaklarının üzerine mesh mi ediyorsun?" dedim. O da "Ben Rasûlullah (s.a.)'ı
ayaklarının üzerine meshederken gördüm" cevabmı verdi" diyor. Bu farklar arasında

198]

bir tercih yapılamadığından hadîs ızdırâbdan kurtulamıyor.
63. Meshin Yapılışı

I61....el-Mugîre b. Şu'be'den, demiştir ki; "Rasûlullah (s. a.) mestler üzerine
meshederdi" (Bu hadîsin senedinde geçen) Muhammed'den başka râvîler ("mestler
üzerine" ifâdesi yerine) "mestlerin üst kısmına mesnetti" şeklinde rivayet etmişlerdir.

Mi rıooı



Açıklama

Bu hadîs-i şerifi Tirmizî'nin dışında daha başkaları da rivâyet etmişlerdir. Tirmiz'nin
râvisi Ali b. HucrMur. Bu rivayetlerde "mestlerine" tabiri yerine "mestlerin üst
kısmına" tâbiri vardır. Bu hadîsi nakledenler şunlardır:

1. İbn Ebî Şeybe el-Muğîre b. ŞıTbe senediyle Musannef inde rivayet etmiştir.

2. Dârâkutnî İbn Ebiz-Zinâd senediyle rivâyet etmiştir.

3. Beyhâkî, Ebû Dâvud et-Tayalîsi vasıtasıyla el-Muğîre b. Şu' be'den rivayet etmiştir.
Bütün bu rivayetlerde meshin, mestlerin sadece Üst kısmına yapılabileceği kaydı
vardır. Musannif Ebû Davud'un Muhammed b. es-Sabbah'dan rivayet ettiği ve
mevzumuzu teşkil eden bu hadîse göre meste meshetmek için belli bir yer tâyin
edilmiyor. Mestlerin her tarafına meshedilebileceği anlaşılıyor. Fakat diğer rivayetlere
göre ise, mestlerin sadece üst kısmına mesh edilmesi lâzım geldiği ifâde ediliyor. Bu
bakımdan Muhammed'in bu rivâyetindeki "mestlere mesnetti" sözünü "mestlerin üst
kısmına mesnetti" şeklinde te'vil etmek lâzımdır.

Ancak mestlere yapılacak meshin miktarı hususunda da ulemâ farklı görüşlere
sahiptir.

1. Malikîlere göre: Mestin üst kısmını tamamen mesh etmek farz, alt kısmını
meshetmekse sünnettir.

2. îbn Nâfî' ve îbn AbdFİ-Hakem'e göre mestlerin üst kısmını da alt kısmım da
meshetmek farzdır.



3. Eşheb'e göre ise mestlerin altına meshetmek farzdır. Binaenaleyh mestlerin üstünün
dışında kalan kısmım meshetmek abdestin sıhhati için yeterlidir.

4. Şafıîlere göre ise, mestlerin üstüne bir parmak kadar meshedilmesi kâfidir.

5. Hanbelilere göre mestlerin üstünün ekser kısmına meshedilmesi yeterlidir.

6. Hanelilere göre ise meshin farz miktarı her ayağın ön tarafına tesadüf eden mestin
üzerindeki el parmaklarının en küçüğü İle üç parmaklık yerdir. Bu kadarcık bir yere
mesh edilirse farz yerine getirilmiş olur. Mestlerin altına meshedilemez. Nitekim Hz.
Ali, "eğer din akılla tesbit edilebilseydi ben mestlerin altına meshedilmesinin üstüne
meshedilmesinden daha iyi olacağına hükmederdim" demiştir.

Yapılan meshte parmakların açıkça bulunması, meshin el parmaklarıyla yapılması ve
meshin ayak parmaklarının ucundan başlayarak yukarı doğru yapılması sünnete uygun
bir. meshtir. Mestin üzerine su dökülmesi veya sünger gibi bir şeyle ıslatılması da
farzı yerine getirmek için yeterli ise de sünnete uygun değildir. 165.hadîs-i şerifin
şerhine de müracaat edilmelidir.

162.. ..Ali (r.a.)'den, şöyle demiştir: "Eğer din (akıl) ve re'yle olsaydı, mestin üstünü
değil de altını meshetmek daha uygun olurdu, Halbuki ben Rasûlullah'ı (s.a.)

Iioıl

mestlerinin üzerine meshederken gördüm."
Açıklama

Din, boyun eğmek, itaat etmek ve kulluk manâlarına geldiği gibi, hesap ve ceza
manalarına da gelir. Dînî bir terim olarakta dîn, Allah teâlânm Peygamberi vasıtasıyla
gönderdiği hükümler bütünüdür. Buna göre dînin kaynağı akıl değildir.
Bilindiği gibi akıl, sadece akim prensipleri sahasına giren meseleleri çözmekte söz
sahibidir. Halbuki din akim sınırını aşan hikmetler sahasıyla da ilgilidir. Şu
gördüğümüz tabiat âleminin Ötesinde kalan alemlerde dinin sahası içine girdiğinden
akıl dinî hükümlerdeki hikmetleri her zaman kavrayamaz. Sonra akıl içinde bulunduğu
şartlara göre düşünür. Bugün yirminci asrın şartlarına göre düşünen insanlık
muhakkak ki otuzuncu asrın şartlarına göre düşünürken bu günkünden farklı
düşünecektir. Bir misâl vermek gerekirse suyun bulunmadığı hallerde toprakla
teyemmüm etmenin temizlik yerine geçmesini akıl kavrayamaz.
Akıl gözüyle bakıldığı zaman temizlik için ellerin ve yüzün tozlara sürüldüğü
görülünce akıl buna şaşar. Halbuki Allah'ın kullardan istediği, emirleri karşısında
kulun aczini bilip, Allah'ın yegâne ibâdete lâyık kâdir-i mutlak olduğu inancıyla
kulluğunu tozlara, topraklara bulanmak pahasına da olsa isbat etmesidir.
İmam Ebu Hanîfe hazretleri bu gerçeği şu veciz sözleriyle dile getirmiştir: "Eğer din,
akıl ve reyle olsaydı guslün meniden değil, idrardan dolayı lâzım geldiğine
hükmederdim. Çünkü gerçekte idrar meniden daha pistir. Keza mîras taksiminde
kadının iki, erkeğin ise bir olmasını emrederdim. Halbuki Kur'ân-ı Kerim ve sahih
hadîsler bunun böyle olmadığını kesinlikle ifâde ediyorlar."

Şurasını da ifâde edelim ki kâmil akıl yeterli şartlar içerisinde aslında dînî emirlere
ters düşmez. Akim, dînin bazı emirlerini kavrayamayarak ona ters düşmesi ya şahıstan
şahsa farklılık gösteren akıldaki noksanlıktan ileri gelir yahutta aklın içinde bulunduğu
imkânların yetersiz olmasından ileri gelir. Zirve bir noktadan etrafını gözetleyen bir
kimsenin varacağı bir hükümle, o zirvenin eteklerinden gözlem yapan adamın



varacağı hüküm elbette farklı olacaktır. Allah teâlâ ise, îslâm dîni ile bütün insanlığı
düşünce ve fikir ufkunun en son zirvesine çıkarmıştır.

Akıl, fikir ve hakikat adına, bu zirve noktadan ayrılarak uzaklaşanlar, uzaklaştıkları
nisbette dağın doruğundan eteklerine doğru alçalma kaydedeceklerdir. İşte vahyin
ışığından ayrılarak akıl ve fikir adına ayrı bir yol tutanların durumu budur. Bu
mevzuda şu hadîs-i şerifi de hatırdan çıkarmamak lâzımdır: "Ey ashabım, sizden sonra
yaşayacak olanlar pek çok fikir ayrılıklarına şahit olacaklardır. Sîze benim yolumu, ve
halifelerimin yolunu tutmanızı tavsiye ederim. Din adına uydurulmuş (şahsi ve İndî
görüşe dayanan) bid'at İşlerden sakının. Çünkü sonradan (din adına) uydurulmuş her

£1021

yenilik bir bid' attır. Her bidat de delalete sürükleyicidir."

Yüce Allâh Kur'an-ı Keriminde bu gerçeği îcâzkâr bir ifadeyle ne kadar güzel
açıklamıştır:

"...Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da
£103]

sakının.."

163....A'meş (bir evvelki senedde yer alan hocaları yoluyla) Hz. Ali'nin şöyle dediğini
rivayet etmiştir: "Ben Rasûlü Ekrem'in (s. a.) mestlerin üst kısmına meshettiğini
görünceye kadar ayakların (mestlerin) alt kısmının meshedilmesinin daha uygun

£1041

olacağını zannediyordum."
Açıklama

Rasûlullah (s.a.)'ı mestlerinin üstüne meshederken görünceye kadar mestlerin altının

£1051

meshedilmesinin daha uygun olacağı kanaatini taşıyormuş. Hz. İmam şahsi
görüşüne göre, ayağın alt kısmını toza toprağa daha çok maruz kalacağından meşhe en
lâyık olan kısmın mestin alt kısmı olacağı kanaatine varmışsa da Rasûlü Ekrem (s. a.) i
mestlerin üstüne meshederken görünce mestlerin (altından çok) üstünün mes-
hedilmesinin lüzumuna inanmıştır.

164....Muhammed b. el-'Alâ,Hafsb. Ğıyâs vasıtasıyla A'meş' den aynı senetle bu hadisi
rivayet etmiştir. (Hz. Ali (r.a.) şöyte) demiştir: "Eğer din akılla olsaydı ayağın altına
meshetmek üstüne meshetmekten daha uygun olurdu. Halbuki peygamber (s.a.)
ayakkabılarının üstüne mesnetti." Yine aynı hadîsi Veki (b. el-Cerrah) A' meş'den aynı
senetle rivayet etmiştir. (Bu rivayette de Hz. Ali); "Ben Rasûlullah (s.a.)'m ayaklarının
üstüne meshettiğini görünceye kadar ayakların altını meshetmenin üstünü
meshetmekten daha uygun olacağını zannederdim" demiştir. Vekî' dedi ki (ayaklarda
Hz. Ali'nin), kasdettiği, mestlerdir."

Ve yine aynı hadîsi tsâ b. Yûnus, Vekî'nin (A'meş'den) rivayet ettiği gibi rivayet
etmiştir.

Ebu'l-sevdâ'nm İbn Abd-i Hayr vasıtasıyla babası (Abdü Hayr)dan rivayet ettiği aynı
hadîste, (Abdü Hayr); "Ben Ali'yi abdest alıp ayaklarının üstünü meshten sonra, eğer
ben Rasûlullah'm şunu yaptığım görmeseydim..." derken gördüm demiş ve bu hadisin



£1061

asıl metnini zikretmiştir.



Açıklama

Musannif Ebû Davud'un bu hadîs-i şerifi ve taliklerini rivâyet etmekten maksadı, bu
hadîs-i şerifin çeşitli yollardan rivayet edilmiş olduğunu göstermektedir, bu hadisle
ilgili fıkhî açıklamalar bundan önceki hadîs-i şeriflerin izahında geçmiştir.

I65....el-Muğîre b. Şu'be'den demiştir ki: "Tebûk gazvesinde Rasûlü Ekrem (s.a.)'in

£1071

abdest suyunu döküverdim, mestin üstüne ve altına mesh verdi."

Ebû Dâvud dedi ki: "Bana gelen haberlere göre râvt Sevr bu hadisi Recâ'dan duyarak

£108]

almış değildir.
Açıklama

Tirmizî, "bu hadis hakkında zayıftır, illetlidir (kusurludur) bu hadîsi Sevr b. Yezîd den
nakleden tek râvi, el-Velid b. Müslim'dir. Başka bir kimse nakletmemiştir" diyor.
Tirmizî sözlerine devamla bu hadîs hakkındaki görüşlerini şu kelimelerle dile
getiriyor, "Ben bu hadîsi Muhammed b. İsmail el-Buhârî'ye ve Ebû Zur'a'ya sordum,
"bu hadis sahîh değildir" dediler. Çünkü İbn Mübarek bunu Sevr'den, O da Reca' b.
Hayve'den rivayet ediyor. Ve Recâ, "Bana bu hadîsi el-Muğîre'nin kâtibi haber verdi"
diyor ki, hadîs Rasûlullah'tan mürsel olarak rivayet edilmiş ve hadîsde, Muğîre'nin adı
geçmemiştir."

Müellif Ebû Dâvud'da kendi görüşünü açıklamamakla beraber Sevr b. Yezîd'in Recâ
b. Hayve'den bu hadîsi işitmediğine dâir bazı haberlerin kulağına geldiğini ifâde
etmiştir. Bununla beraber hadîs'i şerif üzerindeki bu zayıflık iddialarının doğru
olmadığı beyan edilerek ileri sürülen deliller çürütülmüştür. Bu hadîsin zayıf
olmadığını ve hakkındaki zayıflık iddialarının yanlış olduğunu söyleyenlerin delilleri
şöylece sıralanabilir:

1. Beyhâkî bu hadîsi, Dâvud b. Reşîd, el-Velid b. Müslim, Sevr feı Yezid, Recâ b.
Hayve, Muğîrenin kâtibi kanaliyle el-Muğîre'den rivayet etmiştir. Bu senede göre
Sevr'in Recâ'dan hadîs dinleyip rivayet ettiği açıkça ortaya çıkmaktadır.

2. Velîd'in burada tedlis yapmadığı bellidir.

3. Keza aynı sened Dârakutnî tarafından da zikredilerek Sevr'in Recâ' dan hadis aldığı
ortaya çıkmış ve ayrıca el-Muğîre'nin atlandığı ve hadîsin mürsel olduğu iddiası da
reddedilmiş oluyor. İbn Mâce'nin Sünen' in de açıkladığına göre el-Muğîre'nin
kâtibinin adı Verrâd'dır.

Her ne kadar bu hadis hakkındaki zayıflık iddiaları bu şekilde reddedilmeye
çalışılmışsa da, bu hadisin bu konuda gelen sahih hadislere aykırı olduğu aşikardır.
Buhârî, Ebu Zur'a, EbU Dâvud, Tirmizî ve Şafiî, gibi hadis otoriteleri bu hadisin
zayıflığına hükmetmişlerdir. Nevevî, Mecmu'unda (1/521) der ki: "Bizim
mezhebimize göre mestin altmada meshetmek müstehaptır. Farz olan mesh miktarı
ise, mestin üst kısmının en küçük bir cüzüdür."

İmam Mâlik'ten ve diğer bir cemaatten de mestlerin alt kısmına meshetmenin



müstehap olduğu rivayet edilmektedir. Ancak mestler üzerine mesihle ilgili bütün
rivayetler göz önünde bulundurulursa meshin, mestlerin altına değil, üstüne yapılması
gerektiği anlaşılır.

Nitekim Sevrî, Ebû Hanîfe ve Ahmed b. Hanbel bu görüştedirler. İmam Mâlik, Şâfıî
ve bunların taraftarlarına göre ise, mestlerin üstüne de altına da meshedilir. Zührî ve
îbn Mübarek de bu görüştedirler. Bununla beraber İmam Mâlik ve Şafiî sadece
mestelrin üstüne meshetmenin abdest için yeterli olduğunu söylerler. Ayrıca Mâlik
hazretlerine göre "sadece mestin altına mesh yapılırsa abdest sahih olmaz, iadesi lâzım
gelir."

tbn Şihâb'a ve bir kavlinde Şafiî'ye göre, sadece mestlerin altına meshetmek caiz
değildir. Şafiî'nin ikinci bir kavline göre de caizdir. Ebu Hanîfe hazretlerine göre ise
meshin farz olan miktarı mestin Üstünde Üç el parmağı bir yerdir. Ahmed b. Hanbel'e
göre ise, elin ekserisidir. imam Kâsâni de Bedâyiussanayi' isimli eserinde mestlerin
Üstüyle beraber altını da meshetmenin Hanefî Mezhebinde müstehap olduğunu
zikretmektedir. Mâlikîlere göre, ise, mestlerin bütünüyle üstüne meshetmek

[109]

farzdır, 161 hadîsin şerhine de müracaat edilmelidir.
Bazı Hükümler

1. Luzûmu halinde abdest alırken başkalarından yardım kabul etmek caizdir.

Liioı

2. Mestlerin üstüne mesh etmekle birlikte altına da meshetmek caizdir.
64. Abdestten Sonra Üzerine Su Serpmek

I66....el-Hakem, b. Süfyan veya Süfyan b. el-Hakem'den demiştir ki: "Rasûlullah
(s.a.) küçük abdestini bozduğu zaman (in akabinde) abdest alır ye eteğine su

mu

serperdi."

Ebû Dâvud dedi ki: Süfyan es-SevrVnin bu şekildeki isnadına başka bir toplulukda
katılmıştır. Bazıları da "'Hakem, yahut İbn Hakem "dir demişlerdir. (Yani bu râvînin

imi

isminde ihtilaf etmişlerdir.)
Açıklama

Kadı Bekrb. el-Arabî, Tirmizî şerhi AnzatuM-ahvezî isimli meşhur eserinde şunları
söylüyor: Ulemâ bu hadîste geçen ( ) kelimesine dört ayrı mâna vermişlerdir.

1. Abdest alırken suyu bolca dökerek abdest organlarının üzerinden akıtmak.

2. Silmek ve silkinmek suretiyle kurulanmak.

3. Taş ile taharetlenen kimsenin abdestten önce su ile taharetlenmesi.

4. Erkeklik organında akıntı olup olmadığı vesvesesini gidermek için eteğe su
serpmektir. Hadîste geçen "Yentedıh" ta'birinin bu dört manayı kapsaması ihtimâli

DJL31

vardır.

Hattabî, Meâlimü's-sünen isimli Ebû Dâvud şerhinde bu ta'birin burada su ile istinca



manasına geldiğini söylüyor. Hattabî sözlerine devamla divor ki;" Araplar ekseriyetle
taşla istinca yaparlar, suyla temizlenmeye lüzum görmezlerdi. Bununla beraber bu
tabir burada istincadan sonra vesveseyi önlemek için eteğe su serpmek anlamına
gelebilir."

Nevevî ise, burada ikinci manânın yani eteğe su serpme manâsının kastedildiğini,
nitekim cumhurun görüşünün de bu olduğunu ifâde etmektedir.

Tirmizî sarihlerinden Mübârekfurî de Tuhfetu'l-ahzvezî isimli şerhinde bu görüşü
benimseyerek şunları söylemektedir: "Gerçek şudur ki, bu hadîs-i şerifteki "İntidâh"
tabirinden maksat, tenasül uzvunun akıntı yapıtğı vesvesesini önlemek için abdestten
sonra eteğe bir miktar su serpmektir. Çünkü bu mevzuda gelen hadîs-i şeriflerin

OM

çoğunda lafızlar buna delalet ediyor." Ancak Bezlu'l-mechud sahibi şeyh Halil
Ahmed ise, bu hadîsi şerhederken Beyhâkî ve Dâsakutnî'den bu su serpme işinin
abdestten sonra ve herhangi bir ıslaklık hissedilmesi halinde meydana gelecek
vesveseyi önlemek için yapıldığına dâir rivayet edilen hadîs-i şeriflere bakarak "bu su
serpme işinin istinca ile bir ilgisi yoktur. Zira istincâ abdestten önce yapılır. Halbuki
şu hadîs-i şerifler bu su serpme işinin abdestten sonra duyulacak her hangi bir ıslaklık
karşısında doğacak vesveseyi Önlemekle ilgilidir." demektedir ki, güzel bir tesbittir.
İntidâh, ismini verdiğimiz bu temizlenme ameliyesinin esas gayesi, taharet ederken,
büyük veya küçük abdest sıçrantılarmm veya damlalarının beden üzerinde kalmış
olabileceği şüphesini gidermektir.

Yani burada yapılmak istenen şey yersiz olarak doğacak olan bir şüpheyi gidermek
İçin eteğe su serpmedir. Yoksa, abdest alırken büyük veya küçük abdestte ön ya da
arkadan gelen en ufak bir necaset abdesti bozar. Bazı ilim adamları bu hadisi şerife
bakarak abdest aldıktan sonra eteğe su serpmenin gerekli olduğunu söylemişlerse de,
bazıları da Tirmizi gibi hadis otoritelerinin bu hadisi zayıf saymalarına bakarak bunun
gerekli olmadığını belirtmişlerdir. Bedrüddin Ayni ise, "bilhassa vesveseli olan
kişilerde bunun yapılmasının müstehap olduğu Hanefî mezhebinin görüşüdür"
demektedir. Metinde adında tereddüt edilen râvînin gerçek ismi ise Hakem b.
Süfyân'dır. Bu hadis hakkında daha fazla açıklama için bundan sonraki 167 numaralı
hadisin şerhine de müracaat edilebilir.

167....Sakîfli bir adam, babasının şöyle dediğini bildirmiştir: "Ben Rasûlullah (s.a.)'m

0151 £116]

küçük abdest bozduktan sonra eteğine su serptiğini gördüm."
Açıklama

Hadisin senedinde ismi açıklanmayan Sakîfli râvi 166. hadîs-i şerifte geçen ve ismj
üzerinde ihtilâf edilen râvîdir. Bazıları bunun isminin Hakem b. Süfyan, bazıları da
Süfyan b. Hakem olduğunu söylemişlerdir. Eğer bu zatın ismi gerçekten Hakem ise, o
zaman babasının isminin Süfyan olması gerekir. Fakat bu râvînin isminin Süfyan
olduğu kabul edilirse babasının isminin Hakem olması icabeder. Hadîs sarihleri bu
râvînin gerçek isminin "Hakem b. Süfyan" olduğunu belirtiyorlar. O zaman babasının
isminin de Süfyan olduğu ortaya çıkmaktadır ki biz bu hususu bir evvelki hadîste
aydınlığa kavuşturmuştuk. Bir önceki hadis-i şerifte Rasülüllâh (s. a.) in, küçük
abdestini bozduktan sonra abdest alıp eteğine su serptiği ifâde edilirken burada hemen



küçük abdestini bozduktan sonra eteğine su serptiğinden bahsedilmesi, iki hadis
arasında bir farklılık olduğu intibaını uyandmyorsa da, aslında Hz. Peygamberin
burada da abdestini bozduktan sonra abdest alıp eteğine ondan sonra su serpmiş
olması; fakat bu hususun her nasılsa hadiste rivayet edilmemiş olması mümkündür.
Meseleye bu açıdan bakınca hadisler arasında bir farklılık olmadığı anlaşılır.

168.. ..Hakem veya îbn Hakem babasından şöyle dediğini yet etmiştir: "Rasûlullah

imi insi

(s.a.) küçük abdestini bozduktan sonra dest aldı ve eteğine su serpti."
65. Abdest Alırken Okunacak Dualar

£1191

169....Ukbe b. Amir demiştir ki: "Biz Rasûluflah (s.a.)'m yanında iken kendi
işimizi kendimiz görürdük, kendi develerimizi de sırayla güderdik. (Bir gün) deve
gütme sırası bende idi. Develeri akşamleyin ağıllarına götürdüm. Rasûlü Ekrem' (s.a.)
e halka hitap ederken yetiştim. (Şunları) söylediğini işittim: "Sizden biriniz abdesti
güzelce alır, sonra kalbi ve yüzüyle (namaza) yönelerek iki rekat namaz kılarsa (Allah
celle celâluh o kimsenin cennete girmesine) kesinlikle hükmeder." Ben, "Oh oh ne
güzel şey" dedim, önümde bulunan bir kimse de, "Ey Ukbe bundan önceki bundan
daha da güzeldi." dedi. Bir de baktım ki bu (Hz.) Ömer (r.a.) dır. "Ey Ebû Hafs
bundan öncekiler neydi?" dedim. O da -Sen gelmeden biraz önce (Rasûlullah s.a.):
Sizden biriniz güzelce abdest alır, abdestini aldıktan sonra da:

"Ben Allah' dan başka ilâh olmadığına, ortağı olmayıp tek olduğuna ve Muhammed'in
Allah'ın kulu ve Rasûlü olduğuna şahitlik ederim" derse, o kimseye cennetin sekiz

£120]

kapısı (birden) açılır, istediğinden girer" buyurdu, diye cevap verdi.
Muâviye dedi ki; bu hadîsi bana (bir de) Rabîa b. Yezid, Ebü İdrîs vasıtasıyla Ukbe b,

£1211

Amir' den rivayet etmiştir.
Açıklama

Bu hadîs-i şerifte geçen Ebû Osman'ın kim olduğu hususundâ ihtilâf etmişlerdir.
Bazıları bu kimsenin Muâviye b. Salih olduğunu bazıları da Rabîa b. Yezîd olduğunu
söylemişlerdir. Ebû AH el-Gassânî TakySdü'l-Muhmel adlı eserinde, "doğrusu bu zat,
Muâviye b. Salih'tir" demiş uzun uzadıya deliller getirerek onun Muâviye b. Salih
olduğunu isbât etmiştir.

Metinde geçen "Bir gün deve gütme sırası bende idi" ta'birinden Hz. Ukbe ile birlikte
birkaç deve sahibi birleşerek develerini bir yerde topladıkları ve nöbetle her gün
içlerinden birinin develeri otlattığı anlaşılmaktadır. Hz. Ukbe o gün develeri gütmekle
meşgul olduğundan, Rasûlü Ekrem'in abdest dualarıyla ilgili müjdelerinin ancak bir
kısmına yetişebilmiş, yetişemediği kısımları ise Hz. Ömer'den öğrenmiştir.
Yine hadîs-i şerifte geçen "kalple namaza yönelmek" ten maksat, akılla ve şuurla
namaza yönelmektir. Bu kelimelerle insanın bütün varlığıyla namaza yönelerek tam
bir şuur içinde kılması ifade ediliyor ki, huşu ile namaz kılmanın veciz bir ifadesidir.
Keza insanın yüzünü namaza çevirmesinden maksat da bütün varlığını namaza



yöneltmesidir. Bu bakımdan Ukbe (r.a.) hazretlerinin "Oh oh ne güzel şey" sözünden,
"bu ne kadar belîg ve veciz bir söz" manası da anlaşılabilir. Tabiî ki, Ukbe (r.a.)
Rasûlullahm sözlerindeki betîğ ve veciz ifade ile beraber abdest dualarmdaki ecir ve
sevap karşısında da duygulanmış ve bütün bu duygularını "bu ne güzel şey" sözleriyle
ifâde etmiştir.

Hadîs-i şerifte öğretilen abdest duâlan Allah-u teâlânm varlığını, zâtında, sıfatında ve
işlerinde tek olduğunu ifâde eden kelimeler olduğu için bu duayı okuyan kimse
Kelime-i tevhidi okumuş gibi olur ki bu kelimeyi söyleyen4 kimsenin cennete

11221

gireceğini müjdeleyen hadis gereğince bu kimse günahlarının cezasını çekince
mutlaka cennete girecektir. Ancak cennetin kapılan sekiz tanedir. Abdest alıp iki rekat
namaz kıldıktan sonra bu duâlan okuyan kimse istediği kapıdan girer. Bu kapıların
açılmasından maksat, ya o anda o kişiye cennet kapılarının gerçek manâda açılarak o
kimseyi beklemesidir. Yahut kapının açılmasından maksat, o kimsenin cennetin
kapılarının açılmasını te'min edecek isi işlemiş olmasıdır. Bu kapıların isimleri
şöyledir: l.İman kapısı, 2. Salat (namaz) kapısı, 3. Oruç kapısı, 4. Sadaka kapısı, 5.
Öfkesini yenenler kapısı, 6. Allah'dan razı olanlar kapısı,

7. Cihad (Allah yolunda savaş) kapısı, 8. Tevbe kapısı. Ancak Oruç kapısından sadece
oruç tutanlar girecektir. Şayet bu duaları okuyan kimse oruç tutanlardan ise oruçluların
girdiği (Reyyân) kapısından da girmek hakkına sahiptir. İsterse buradan girer, dilerse
diğer kapıların, birinden girer.

Tirmizî bu duanın sonuna şunları da ilâve etmektedir.

"Ey Allah'ım beni tevbe edenlerden ve temizlenenlerden kıl."

Şevkânî bu hadîsin izahını yaparken Neyhfl-Evtlr isimli eserinde şunları
söylemektedir: "Bu hadîs abdesten sonra, şu Üzerinde durduğumuz duayı okumanın
müstehap olduğuna delâlet eder."

Abdestle ilgili diğer dualar ise, sahih rivayetlerle sabit değildir. Fakat Şafiî

£123]

imamlarının zikrettikleri "Ey Allahım yüzümü ak çıkar. gibi dualara gelince
Râfıî ve başkaları bu duaların Rasû-lullah'dan işitilmediğini ancak Salih kişilerin
okuya geldikleri dualar olduklarını söylüyorlar. Hafız îbn Hacer, Telhis isimli eserinde
Nevevî'den naklen bunların Rasülullah'a dayanan bir senetle rivayet edilmediği, Şafiî
(r.a.) hazretlerinin ve ekseri ulemânın bu duadan bahsetmediklerini söylüyor.
Keza îbn Kayyım el-Cevzî de; Rasûlü Ekrem (s. a.) bu duadan, (Yani bu hadîs-i şerifte
öğretilen duadan) ve besmeleden başka abdest duası olarak bir duâ öğretmemiştir,
demektedir. Ancak abdestle ilgili duaların zayıf senetlerle Hz. Ali'den rivayet edildiği
[İ24J

söylenmektedir.
Bazı Hükümler

1. İnsanın alçak gönüllü olması ve hizmetçi kullanmayarak kendi işini kendisinin
yapması, gerçekten hizmete lâyık' bir insan bile olsa bunu kabul etmemesi meşru bir
davranıştır. Müslümanların bir iş yapmada müşterek hareket etmeleri ve yardımlaşma-
ları caizdir.

2. Güzelce abdest alıp iki rekat namaz kıldıktan sonra şu anlatılan ma'lum duayı
okumak sünnettir.



3. Abdestten sonra iki rekât namaz kılmak sünnettir.

4. Bu sevaba nail olmak için hem istekli olarak gereğini yerine getirmeli, hem de
başkalarını teşvik etmelidir.

5. İbâdetin ruhu, kalbin dünya ile ilgisini kesmek ve ihlâsla Allah'a yönelmektir.

6. Allah teâla, az da olsa samimi amele her zaman çok sevap verir.

7. İnsanları iyi künye ve lakaplarla çağırmak caizdir.

8. Cennetin 8 kapısı vardır. Kelime-i şehâdet ve kelîme-i tevhidin ecir ve sevabı çok
ve büyüktür. Bu kelimeleri îman şuuruyla söyleyen kimse cennetliktir.

170....Ukbe b. Amir el-Cühenî (bir evvelki hadîsin) benzerini Rasûlüllah'dan
nakletmiştir. (Ancak bu rivayette EbÜ Akîl'in deve) gütme işini zikretmemiş "abdesti
güzelce alır" sözlerinin yanma "sonra gözlerini semâya kaldırır ve (şöyle) derse"
sözlerini ekleyerek (bir evvelki) Muâviye hadîsi ile aynı manâya gelen (bir) hadîsi
£1251

rivayet etmiştir.
Açıklama

Aslında bir önceki hadisin bir benzeri olan bu hadiste 169 numaralı hadîs-i şerifte
geçen nöbetleşe deve gütme hadisesi anlatılmamıştır. Fakat buna karşılık burada bir
önceki hadisten fazla olarak "Sonra gözlerini semâya kaldırır şöyle dene." ilâvesi
vardır. Geriye kalan kısımlarsa bir numara önce gecen hadîsin aynıdır. Buna göte Ebû
AMTin rivayet ettiği hadîs söyle oluyor: Rasûlullar (s. a.) "Sizden biriniz abdestini gü-
zelce alır, sonra başını gdge kaldırır, derse o kunseye cennetin sekiz kapısı açılır
dileğinden girer."

buyurmuştur. Burada gecen "gözleri havaya dikme" nin hikmetini ancak Allah bilir.
Bunun bilgisini Allah'a havale etmek lâzımdır. Bu hadîsle ilgili açıklama 169. hadîste
£1261

geçmiştir.

11271

Bir Abdestle Bir Kaç Namaz Kılmak

171....EbûEsed b. Amr dedi ki: "Enes b. Mâlike abdest hakkında soru sordum. (Bana
şöyle) dedi: Peygamber (s. a.) herbir (farz) namaz için (ayrı bir) abdest alırdı. Biz ise

[128] [129]

bir abdestle birçok namaz kılardık."
Açıklama

Her farz namaz için abdest yenilemek Rasülü Ekrem (s.a.)'in seniyyeieri idi .Abdestli
olsun veya olmasın her farz namaz için yeni bir abdest alırdı.

Buhârî'nin Süveyd ibn Nu'man'dan rivayet ettiği hadîste açıklandığı özere Rasûlü
Ekrem (s. a.) Hayber'in fethi senesinde Sahbâ demlen yerde sahâbeleriyle beraber
Kavut yeyip su içtikten sonra akşam namazı vakti girmiş, Rasâhıllah'da sadece ağzını
su ile yıkamakla vetinip, abdestini yenilemeden eski abdestiyle akşam namazım



£130]

kıldırmıştır. Buhârî'nin bu hadîsine göre her namaz vakti için abdest yenilemek
emri Hayber'in fethi senesinde Mekke'nin fethinden önce neshedilmistir. Çftoktl
Hayber'in fethi Mekke'nin fethinden öncedir. Oysa 172 numaralı Büreyde hadisinde
Hz. Peygamberin bir abdestle birden (azla namaz kılmasının ilk defa Mekke'nin fethi
gününde vuku' bulduğunu ifâde etmektedir. Her ne kadar bu iki hadis arasında bir
çelişki varmış gibi görünüyorsa da, aslında bu hadisenin ilk defa Hayber'in Fethi
yılında olduğu, fakat, Süveyde'nin bunu ilk defa Mekke'nin Fethi günü gördüğü kabul
edilirse iki hadis arasında en küçük bir çelişki kalmaz.

Bazıları da 172 numaralı Büreyde hadîsine bakarak, her farz namaz için, abdest
yenilemek sadece Rasûlü Ekrem (s.a.)'in üzerine farz idi. Fakat bu hüküm Mekke'nin
fethi yılında neshedildi, demişlerdir.

Rasûlü Ekrem (s. a.) sadece hoşlandığı için böyle her vakit için ayrı bir abdest aldığı
halde farz olduğu zannedilir korkusuyla bunu sonradan terketmiş olduğu da
düşünülebilir. Menhel yazarına göre bu konuda en isabetli olan îzâh budur. Her farz
namaz için yeni bir abdest almanın hükmü konusunda çeşitli görüşler vardır.
Zahiriyye ve Şîa mezhepleri her farz namaz için yeni bir abdest almak farzdır
demişler, yolcu olanları bu hükmün dışında bırakmışlardır. Delilleri ise 172 numaralı
Büreyde hadîsidir.

Bazıları da abdestli bile olsa herkese her namaz için abdest tazelemek farzdır,
demişlerdir. îbn Ömer, EbU MUsa, Câbir b. Abdillah, Ubeyde es-Selmânî, Ebu'l-
Aliyye, Saîd b. el-MÜseyyeb, İbrahim ve Hasen bu görüştedirler. Delilleri ise Mâide
süresindeki abdest âyetidir.

Eksen âlimlerin görüşüne ve hadîs ulemâsına göre ise, abdest almak abdestsizler için
lâzımdır. Bu hususta sahih hadîsleri delil getirirler. Açıklamakta olduğumuz hadisler
de onların delillerindendir. Efendimizin, Arafat ve Müz-delife'de ve pek çok
yolculuklarında birden fazla farz namazlarını bir abdestle kıldığı gibi, Hendek
savaşında edâ edemediği namazların hepsini bir abdestle kaza etmiştir. Ancak âyeti
kerimedeki "namaza kalktığınız vakit" ifâdesinden maksat, "abdestsiz İken eğer
namaza kalkarsanız" demektir. Buna göre abdest ancak abdestsizlere emredilmiş
olmaktadır. 62 numaralı hadis-i şerifte de bu konuya temas etmiştik.
Nevevî her namaz için abdest yenilemenin kimlere müstehab olduğu konusundaki
görüşleri açıklarken şöyle diyor:

a. Farz olsun, nafile olsun namaz kılmış olan kimseye yeniden abdest almak
müstehaptır.

b. Abdest tazelemek sadece farz namaz kılmış olan kimse için müstehaptır.

c. Kur'an ellemek, tilâvet secdesi yapmak gibi, ancak abdestle sahih olan bir işi yap-
mış olan kimse için abdest tazelemek müstehaptır.

d. Hiçbir şey yapmamış olan kişiye de abdest tazelemek müstehaptır. Ancak birinci
abdestle ikinci abdest arasında yeni bir abdest almayı mubah kılacak bir ibâdetin
yapılması için gerekli zamanın geçmesi lâzımdır. İkinci bir abdest almayı müstehap

£1311

kılan şartlar bunlardır.

Eğer bu şartlar bulunmuyorsa yeniden bir farz namaza kalkıldığı zaman, abdest
tazelemek müstehap olmadığı gibi mekruh diyenler de vardır. Aliyyü'l-Kâri kerâhat

[1321

sebebini su israfına bağlamaktadır.



Bazı Hükümler



1. Her namaz için abdest yenilemek müstehaptır.

2. Bir abdest ile pek çok namaz kılmabılır.

172.... Süleyman b. Büreyde'nin naklettiğine göre babası Büreyde şöyle demiştir:
"Rasûlullah (s. a.) Fetih Günü beş (vakit) namazı bir abdestle kıldı ve mestlerinin
üzerine mesnetti. Ömer (r.a.) kendilerine; (bu güne kadar) yapmadığın bir şeyi yaptın,

ri331 [134]

deyince, (o da); "bunu bile büe yaptım" buyurdu."
Açıklama

Hadîs-i şerifte geçen Fetih Gününden maksat, Mekke'nin Fethi günüdür. Mekke
hicretin 8. (Milâdi 630) yılında fethedilmiştir. Mekke'nin fethiyle sonuçlanan
hâdiseler, Hudeybiye barışının, Mekke' li müşriklerin müttefikleri tarafından
bozulmasıyla başladı, İslâm devletiyle Bizans ilişkilerinin bir müslüman elçinin
öldürülmesinden sonra gerginleştiği bir ortamda Mekke'lilerin müttefiki olan Benî
Bekir kabilesi İslâm Devleti'nin müttefiki olan Huzaa kabilesine tecâvüz etmişti.
Mekke'liler bu tecâvüze fiilen katılmışlar, belki de Bizansla ilişkileri gergin olan
müslümanlann kendileriyle bir savaşı göze alamayacaklarını düşünmüşlerdi. Fakat Hz.
Peygamber Huzâa kabilesinin yardım isteğini geri çevirmedi. Hudeybiye
andlaşmasmm yenilenmesi için Medine'ye gelen, müşriklerin başkanı Ebu Süfyan,
Mekke'ye eli boş döndü.

Hz. Peygamber her savaş Öncesinde olduğu gibi büyük bir gizlilikle hareket etti.
Medine'den çıkışı yasakladı, hedef bildirmeksizin Medînelilere sefer için
hazırlanmalarım bildirdi. Müttefik kabilelerden Eşlem, Ğifâr ve diğerlerine hazırlıklı
olmaları için haber gönderdi.

Müslümanlar, Bizanslılarla yapılan Mute savaşından yeni çıkmışlar, Medine'nin
doğusundaki Süleym oğullarının düşmanlığı çok kan dökülmesine sebep olmuştu.
Buna rağmen hazırlıklarını tamamlayan İslâm ordusu Hz. Peygamberin kumandasında
Medine'yi terketti.

Yolda müttefik kabilelerin de kendilerine katılmasıyla on bin kişiye ulaşan İslâm
ordusu, Mekke'nin ardındaki dağlarda karargâh kurdu. Hz. Peygamber o zaman her
muharibin bir ateş yakmasını emretti. Af istemek için EbU Süfyan karargâha geldi,
fakat sonuç vermedi. Ertesi gün İslâm ordusu birkaç yerden Mekke'ye girmeye
başladı.

Mekke'liler böyle bir şeyle karşılaşacaklarını hiç beklemediklerinden tam bir şaşkınlık
içindeydiler. Şehirde tam bir kargaşalık hüküm sürüyordu, İslâm birlikleri şehre giren
yolları tutmuş ve şehir merkezine girmişti. Bu arada Ebû Süfyan Mekke'lileri
müslümanlara direnmemeye çağırdı. Müslüman münâdileri de evine çekilip veya
Kabe'ye sığınıp veya Ebü Süfyan'm evine girip silahlarını teslim edenlere
dokunulmayacağını bildiriyorlardı.

Böylece Mekke'liler bir kaç olay dışında direnme göstermeden boyun eğdiler. Sadece
Halici b. Velid'in kumanda ettiği birliğe küçük çaplı bir saldırı yapıldıysa da geri
püskürtüldü.



Devesinin üzerinde şükür secdesi yapan Hz. Peygamberin ilk işi Kâ'be'yi putlardan ve
resimlerden temizlemek oldu.

Bütün Mekke'liler Kabe'nin avlusunda toplandı. Hz. Peygamber ve müslümanlar tam
yirmi bir yıldır, bu şehir halkının zulümlerine maruz kalmıştı.

Kendisi ve müslümanlar hicrete mecbur kalmışlar, mallan ellerinden alınmış birçok
mü'mine işkence edilmiş, sığındıkları Medine saldırıya uğramış, Islâmı boğmak için
ellerinden gelen her şeyi yapmışlar ve nihayet resmî barış andlaşması Mekke'lilerce
bozulmuştu. Sonunda ise mazlumlar fatih olarak Mekke'ye girmişlerdi.
Şimdi bütün Mekke'lilerin hayatı Hz. Peygamber'in vereceği emre bağlıydı. Fakat o
şöyle buyurdu: "Bugün siz kınanmayacaksınız. Gidiniz hepiniz hürsünüz." Arkasından
umûmî af îlân etti. Yeni müslüman olan Attâb b. Esîd'i Mekke'ye vali tayin edip
birkaç hafta sonra Huneyn seferine çıktı. Mekke'de hiçbir Medîneli asker
bırakmamıştı. Fetihten iki sene sonra Hz. Peygamberin vefatını takiben Arabistanm
bazı bölgelerinde îslâmdan dönme hareketleri görülmesine rağmen Mekke Islâmm en
emin kalelerinden biriydi. Bu hadis-i şerifle ilgili açıklama 62 ve 171. hadîs-i şeriflerin

£135]

izahında geçmiştir. Oralara müracaat edilmelidir.
Bazı Hükümler

1. Bir abdest ile birden fazla namaz kılmak caizdir.

2. Mekke'nin Fethi gününe kadar Rasûlullah (s. a.) her farz namaz için ayrı bir abdest
alırdı. Çünkü bu uygulama daha faziletlidir.

3. Kişinin kendisinden daha faziletli bir kişinin meşhur ve malum olan uygulamaya
ters bir hareketini gördüğü zaman bunun sebebini sorması caizdir. Çünkü o kimsenin
bu işi unutarak yapmış olması mümkündür. Kendisine hatırlatılınca dönebilir. Ya da
bile bile yapmıştır. O zaman bunun hikmetini öğrenmek imkânı bulunur.

4. Kendisine bir şey sorulan kimse, sorunun cevabmı bildiği takdirde cevap vermekten

£1361

kaçınmamalıdır.

66. Abdest Alırken Abdeste Ara Vermek

173....Enes b. Mâlik (r.a.)'den, demiştir ki: "Bir adam abdest almış, (fakat) ayağı
üzerinde tırnak kadar bir yeri(kuru)bırakmış olduğu halde Rasûlullah'm (huzuruna)

[1371

geldi. Rasûlü Ekrem (s. a.) de ona; "dön, abdestini güzelce al" buyurdu."

'Ebû Dâvûd dedi ki: Bu hadis Cerîr b. Hâzim'den rivayetle "Ma'ruf değildir. Ve bu

hadîsi Cerîr' den sadece îbn Vehb rivayet etmiştir.

Ve (yine) Ma'kıl b. übeydillah el-Cezerf, Ebu'z-Zubeyr'den Câbir (r. a.) "den o da
Ömer (r. a.) vasıtasıyla Rasûlü Ekrem "den (îbn Vehb rivayetinin) benzerini rivayet

£138]

etmiştir. (Bu rivayete göre) Rasûlullah (s.a.) "dön abdestini güzelce al." demiştir.
Açıklama

Bu hadîs-i şerifte abdest organlarını peşi peşine hiç ara verme (jen yıkamak ile abdest



organlarını yıkamaya ara'vererek abdest almanın hükmü söz konusu ediliyor. Bu
hadîs-i şerifi delil getirerek İmam Ebû Hanîfe (r.a.) ve İmam Şafiî (r.a.) hazretleri
abdest organlarını arka arkaya ara vermeden yani bir abdest organı kurumadan hemen
diğerini yıkayarak abdesti bitirmenin, abdestin sıhhatinin şartı olmadığını, binaenaleyh
yıkamaya ara verilmesinden dolayı abdestin bozulmayacağını söylemişlerdir. Bu
imamlar diyorlar ki; "Eğer abdest organlarını yıkamaya aralıksız devam etmek şart
olsaydı Rasûlullah (s.a.) bu adama, "dön abdestini yeni baştan al" derdi."
Halbuki Rasûlullah (s.a.) öyle buyurmamış "haydi dön abdestini güzelce al" demiştir.
"Abdestini güzelce al" sözünün anlamı, abdestini tastamam al, noksanını tamamla
demektir. Yoksa "yeni baştan abdest al" demek değildir.

Bu hadîsle ifâde edilmek istenen, abdest organları üzerinde her hangi bir kuru yer
kalacak olursa, o abdestle namazın olmayacağı, ancak o kuru yer bir müddet sonra da
olsa yıkanınca abdestin tamamlanacağıdır.

Nitekim lbn Ebî Şeybe'nin Hz. Ali'den naklettiği şu hadîs bu imamların görüşünü
kuvvetlendirmektedir. Hz. Ali "Bir adam abdest alırken başını meshetmeyi unutursa;
sakalında bulunan ıslaklığı alır, onunla başını mesheder" dedi.

Bazı fıkıh âlimleri de "dön abdestini güzelce al" sözünden, "dön abdestini yeni baştan
al" manasım çıkarmışlardır ki, Kadı lyaz, Evzaî, Leys, Katâde, Maliki ulemâsından
Abdülaziz b. Ebî Seleme bu görüştedirler. İmam Şafiî'nin eski görüşü de bu merkezde
idi. Keza Hanbelî ulemâsı da Malikîler gibi, "abdest organlarını ara vermeden
yıkayarak abdest almanın abdestin sıhhatinin şartı" olduğunu söylemektedirler. Ancak
Malikîler unutarak ara vermeyi bu hükmün dışında bırakarak, "unutarak abdest
organlarının yıkanmasına ara verilirse veya unutarak kuru kalan bir yer sonradan yıka-
nırsa zarar vermez" demişlerdir.

Musannif Ebû Davud'un ifâdesine göre bu hadîs ma'rûf değil, bilakis garîb hadîstir.
Çünkü bu hadîsi Katâ'de'den sadece Cerîr, Cerîr'den de sadece îbn Vehb rivayet
Lİ391

etmiştir.

Bazı Hükümler

1. En küçük bir nokta kalmadan bütün abdest uzuvlarım yıkamak farzdır. Unutarak
veya bilmeyerek bile olsa yıkanmadık en küçük bir yerin kalması abdestin yeni baştan
alınmasını gerektirir. Bunda âlimler arasında görüş birliği vardır.

2. Bilmeyen kimseye gönlünü kırmadan bilmediği şeyi öğretmelidir.

3. Alim, şahit olduğu, dinen yasak işler karşısında sükût etmemeli, bilakis, onları
önlemeye çalışmalıdır.

174.. ..Yûnus ve Humeyd, el-Hasen vasıtasıyla Nebî (s.a.)'den önceki Katâde hadîsiyle

UM

aynı manaya gelen bîr hadîs nakletmişlerdir.

175....Hâlid'in bir sahâbîden naklettiğine göre O sahabi şöyle demiştir: "Nebiyyi
Ekrem (s.a.) ayağının üstünde dirhem miktarı su değmemiş kuru bir yer bulunduğu
halde, namaz kılan bir adam gördü. Peygamber (s.a.) abdestini ve namazım iade
£1411

etmesini emretti."



Açıklama



Bu hadîs-i şerifte geçen sahabenin isminin bilinmemesi hadîsin sıhhatine zarar
vermez. Çünkü sahabenin hepsi güvenilir kimselerdir. Bununla beraber, Ahmed b.
Hanbel'in rivayetinde, "Peygamber (s.a.)'in zevcelerinden birinden rivayet edildi"
denilmektedir.

Sahâbî, imanlı olarak Rasûlü Ekrem (s.a.)'i görmek saadetine eren kimsedir. Ashâb
ise, sâhib kelimesinin çoğuludur. Kelime anlamı arkadaş demektir. Bir de bir mezhep
imamının mezhebine giren kimselere de mecazen ashab denir. Ancak bu tabir daha
ziyade fıkıh âlimlerince kullanılır. "İmam Şafiî'nin ashabı", "îmam Ebu Hanife'nin
ashabı" deyimleri bu manadadır.

Rasûlü Ekrem (s.a.)in ayağında kuru bir yer kaldığı halde namaz kılan kimseye
"namazını iade et" sözünün manası açıktır. Çünkü abdestsiz namaz kılmak caiz
değildir. Abdest organları üzerinde küçük bir yerin dahi kuru kalması abdeste mânidir.
Böyle alman abdest abdest değildir.

Ancak Rasûlü Ekrem (s.a.)'in "Abdestini iade et!" sözünden ulemâ çeşitli manalar
çıkarmışlardır. Bu kelime üzerindeki ihtilaf şuradan kaynaklanmaktadır: Acaba bu
kimse yeni baştan abdest almasa da sadece kuru kalan yeri yıkasa abdesti
tamamlanmaz mıydı? 173. hadîs-i şerifte belirtildiği gibi, bazı insanlar abdest
organlarını hiç ara vermeden yıkayarak abdest almayı abdestin şartı kabul
ettiklerinden onlara göre bu kuru yeri yıkayıvermekle abdest tamamlanmış olmaz.
Diğer bir kısım imamlara göre ise, abdest alırken abdest organlarını yıkamaya ara
vermek abdestin sıhhatine mâni değildir. .İşte birinci görüşte onlar için bu hadîs-i şerif
bir delildir. İkinci görüşte olanlara göre ise, bu hadîs zayıftır. Herhangi bir dînî hükme
başlı başına delil teşkil edecek nitelikte değildir. Şayet sahih olduğu kabul edilse bile
burada "Abdesti iade et!" emri farz değil, mendupluk ifâde eder. Bu mevzu ile ilgili

£1421

delillerin münakaşası için 173. hadîse müracaat edilmelidir.
Bazı Hükümler

1. Abdest organları üzerinde en küçük bir kuru yerin kalması dahi abdestin sıhhatine
mânidir. Bu abdestle kılman namazın iadesi lâzım gelir.

2. Abdest alırken abdest organlarını yıkamaya ara vermeden abdest tamamlanmalıdır.
£143]

67. Abdestin Bozulduğundan Şüphe Etmek

176....Abbâd b. Temîm'in rivayetine göre amcası (şöyle) demiştir: Nebi (s.a.)'e
namazda iken abdestinin bozulduğu vehmine kapılan bir kimse(nin durumu) arz
edildi. Nebî (s.a.) "Ses işitmedikçe veya koku duymadıkça namazdan ayrılmasın"
ri441 [145]

buyurdu.



Açıklama



Namaz kılan bir kimse yellendiğim anında hissedebileceği gibi, ses işitmek veya koku
duymakla da anlayabilir. Hangi şekilde olursa olsun yellendiğinin farkına varan
kimsenin abdesti bozulmuştur. Bu mevzuda mutlaka sesi kulakla duymanın veya
kokuyu burunla hissetmenin şart olmadığında âlimler arasında görüş birliği vardır.
Çünkü insanın sağırlığından veya koklama duyusunu kaybettiğinden dolayı sesi veya
kokuyu veya her ikisini birden farkedememesi mümkündür. Bu bakımdan mühim olan
insanın abdestinin bozulduğunu anlamasıdır. Bu sebeple Hattâbî buradaki yellenmenin
sesini duymak veya kokusunu hissetmek sözlerini Rasûlü Ekrem (s.a.)'in; "Çocuk
doğduğu zaman ağlar da ölürse, o çocuğun (cenaze) namazı kılınır, varis olur ve
kendisine vâris olunur. Çünkü, o çocuk canlı olarak dünyaya gelmiştir. Fakat, doğar da
hiç sesini çıkarmazsa o çocuğun (cenaze) nama/mı kılmayınız. Çünkü, o ölü olarak
dünyaya gelmiştir." [bk. 2920 numaralı hadis tbn Mâce, cenaiz 26; ferâiz, 17; darimi,
feraiz 47] hadisine benzetmiştir ki, maksat "çocuğun canlı olarak dünyaya gelip gel-
mediğini anlamak için çeşitli şekillerde araştırınız ve kesin olarak neticeyi tesbit
edince ona göre hareket edin" demektir. Umumiyyetle insanlar yellenmenin, koku
sesle farkına vardıklarından bu iki alâmet söz konusu edilmiştir.
Keza, umumiyyetle çocuk canlı olarak dünyaya gelir gelmez ağladığı için çocuğun
canlı olup olmadığının bir alâmeti olarak sese dikkat çekilmiştir.
Bu hadîs, İslâmm esaslarından ve fıkhın kaidelerinden çok mühim bir esâsı ve kaideyi
teşkil eder. Bu kaide Mecelle'in onuncu maddesinde şöyle ifâde edilmiştir: "Bir
zamanda sabit olan şeyin hilâfına delil olmadıkça bekası ile hükmolunur." Bu kaideye
fıkıh usûlünde "istishab" kaidesi derler. Buna göre abdestli olduğunu kesin olarak
bilen bir kimsenin abdesti, kalbine gelen herhangi bir şüphe ile bozulmaz.
Bozulduğuna hükmedebilmek için abdestin bozulduğunun kesinlikle farkına varmak
lâzımdır. Bu hususta namaz içinde veya namaz dışında da olsa şüpheye itibâr yoktur.
Buhârî'nin rivayetinde durumu Rasûlü Ekrem'e arzedilen zâtın Abdullah b. Zeyd
olduğu ve hatta bu soruyu da kendinin sorduğu açıklanmaktadır. Şüpheye itibâr
olmadığı konusunda mezhep imamları arasında görüş birliği varsa da İmam Mâlikten
iki görüş rivayet edilir. Birinci rivayete göre, namaz haricinde abdestinde şüpheye
düşen kimsenin abdestinin bozulduğuna hükmedilirse de namaz içinde şüpheye düşen
kimsenin abdestine zarar gelmez.İkinci rivayete göre ise: Her iki halde de abdestinin
bozulduğuna hükmedilir. İbn Kaânî İmam Mâlikten üçüncü bir kavil rivayet eder ki,
buna göre İmam Mâlik hazretleri de ulemânın büyük çoğunluğu ile beraberdir.
Abdestsiz olduğunu kesinlikle bilen bir kimse, abdest alıp almadığından şüpheye
düşerse, abdestsiz sayılır. Bu hususta ulemâ arasında ittifak vardır. Şüphe meselesi bir
de Mecelle'nin dördüncü maddesinde şu kelimelerle ifâde edilmiştir: "Şek ile yakın
zail olmaz."

Bir kimse karısını boşayıp, boşamadığında yahut temiz suyun pislenip
pislenmediğinde veya pis bir şeyin temizliğinde şüphe etse, keza namazı üç mü, dört
mü kıldığında, rüku ile sücûdu yapıp yapmadığında, oruca veya namaza nîyyet edip
etmediğinde, namaz içinde şüpheye düşse bütün bu şüphelerin hiçbir te'siri yoktur.
Ancak, Şafıîler On küsur meseleyi bu kaidenin dışına çıkarmışlardır.
Hattâbî, "Bu hadîs içki içtiği görülmediği halde üzerine içki kokusu bulunduğu için
içki içtiğine hükmedilerek had vurulabileceğine bir delildir" demişse de Hanefî
âlimlerinden merhum Aynî "Şer'î had cezalan şüpheden dolayı düşerler. Burada şüphe

[1461

bulunduğu için had vurulamaz" demiştir.



Bazı Hükümler

1. Kesinlikle bozulduğu bilinmedikçe şüpheden dolayı abdest bozulmaz.

2. İlim adamlarına gizli kapaklı mevzularda da olsa soru sormaktan çekinmemelidir.

3. Gizli kapaklı ve ağza alınması utanmayı gerektirecek meselelerde kinayeli
kelimeler kullanarak edeb dâiresinden ayrılmamaya çalışmalıdır.

4. Mecelle'nin 4. ve 10. maddesindeki fıkıh kaideleri bu hadîs-i şeriften çıkarılmıştır.

5. Kişinin, reis durumunda olan kişiye derdini arzetmesi caizdir.

177.. ..Ebû Hüreyre (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s. a.) şöyle
buyurmuştur: "Sizden biriniz oturağında bir hareket sezer de abdestinin bozulup
bozulmadığına karar vermekte kararsız kalırsa, (yellenmeden mütevellit) bir ses

[147] ri481

işitmedikçe veya koku duymadıkça (namazdan) çıkmasın."
Açıklama

Bu hadisi şerifi takviye eden daha başka hadîs de vardır. İbn Huzeyme, Hâkim ve Ibn
Hibbân'm tahric ettikleri şu hadîs bunlardan biridir: "Birinize şeytan gelir de abdestin
bozuldu derse, yalan söylüyorsun deyiversin. Fakat, burnu ile bir yellenme kokusu
duyar veya kulağı ile bir yellenme sesi işitirse o başka, " îbn Huzeyme "Yalan
söylüyorsun deytversra"cümlesini, "içinden, yalan söylüyorsun desin" şeklinde tefsir
etmiştir. Doğrusu da budur. Çünkü, namazda olan bir kimsenin ağzıyla bunu
söylemesi câiz değildir.Nitekim îbn Huzeyme'nin bu tefsirini. İbn Hibbân'm Sabîh'inde
Hz.Bbû Said (r.a.)den rivayet ettiği şu merfu hadîs, kuvvetlendirmek tedir: "Birinize
şeytan gelir de sen abdestini bozdun derse,içinden yalan söylüyorsun deyiversin."
Bu hadîs-i, şerifte namaz kılarken yellendiğini zannederek kesin bir hükme
varamadığı için abdestinin bozulup bozulmadığından şüpheye düşen kimsenin
yeltenme sesi veya kokusu hissetmedikçe namazına devam etmesi lâzım geldiği ifâde
edilmişse de kesin hüküm vermenin nasıl gerçekleşeceği izaha muhtaç kalmıştır,
Abdullah b. el-Mubârek bu hususta şöyle der: "Abdestinin bozulduğunda şüphe ederse
bunu, üzerine yemin edecek derecede kesin olarak bilmedikçe abdestini tazelemesi
yâcib değildir."

Kadının önünden yel çıkarsa abdest alması vâcib olur. Ebû Hanîfe (r.a.) önden çıkan
yelin abdesti bozmadığı görüşündedir. Çünkü, nadiren vuku bulan bir hâdisedir ki,
hadîs-i serttin ifâde ettiği manânın kapsamına girmez. Hanefî âlimlerinden İbaHümâm
ise, erkeğin önünden çıkan yel aslında yel olmayıp bir seğrime olduğu için abdesti
bozmaz, diyor.

Netice olarak: Şafiî mezhebine göre kadın ve erkeğin önünden çıkan yel abdesti bozar.
Çünkü, Peygamber (s. a.) ön ve arkadan çıkan her şeyin abdesti bozduğunu
bildirmiştir.

Hanefî mezhebine göre ise, kadın veya erkeğin Önünden çıkan yel abdesti bozmaz.
Çünkü, bu aslında yel değil bir seğrimeden ibarettir. Ancak, önden yelin çıkması
abdesti bozmazsa da yeniden abdest almak müstehaptır. İmam Muhammed (r.a.) ise,
bu mevzuda İmam Şafiî'nin görüşündedir.

Bu hadîs İmam Malikin namaz dışında abdestinde şüphe eden kimsenin abdesti



bozulursa da namaz içinde abdestinden şüpheye düşen kimsenin abdestinin
bozulmayacağı hususundaki görüşünü desteklemektedir.

imam Malik'in bu mevzudaki görüşü ve delillerini münâkaşası için 176. hadîsin
izahına müracaat edilmelidir. Arkadan çıkan yelin abdesti bozduğu görüşünde icma'
vardır.

Önden çıkan yel İbnu'l-Mübârek, İmam Şafiî, İshak, İmam Ahmed ve Hanefî
âlimlerinden İmam Muhammed'e göre abdesti bozarsa da, Hanefî' mezhebinde

[1491

bozmaz.Keza Maliki Mezhebinde de önden çıkan yel abdesti bozmaz.
Bazı Hükümler

1. Namaz esnasında, yellenip yellenmediği şüphesi, namazı da abdesti de bozmaz.

2. Abdesti ve namazı bozan yel, koku gibi namazı ve abdesti bozan şeyler kesin

£1501

olmadıkça namaz bozulmaz.

68. Öpmeden Dolayı Abdest Gerekir Mi?

178.. ..Hz. Âişe'den (r.a.) rivayet edildiğine göre: "Rasûlullah (s. a.) O'nu öptü ve abdest

imi

almadı."

Ebû Dâvûd dedi ki; Bu hadîs mürseldir. (Çünkü bu hadîs-i şerifi rivayet edenlerden)
ibrahim TeymîHz. Âişe'den (r.a,) htçbirşey işitmemiştir.
Ebû Dâvûd dedi ki: Keza bu hadîsi Firyâbî ve başkaları da rivayet etmiştir.
Ebû Dâvûd dedi ki; İbrahim et-Teymî kırk yaşma gelmeden vefat etti. Künyesi Ebû
£1521

Esma idi.
Açıklama

Hadis-i şerif kadına dokunma ve öpmenin abdesti bozmadığını söyleyen Hanefilerin
delilidir.

Şafiîler "nikâhı haram olmayan kadının tenine dokunmak abdesti bozar derler ve bu
hususta "...Yahut kadınlara temas ederseniz" (el Mâide (5) 6);mcâündeki âyeti
kerîmeyi delil getirirler ve sözü geçen ayet-i kerimedeki. kelimesinin hakiki

manasının "erkeğin kadının tenine dokunması" demek olduğunu söylerler. Şafiîlere ve
onların görüşünde olanlara şöyle cevap verilmiştir: "Sözün hakîkî manâda
kullanılmasına manî olan akü, şer'î, örfî... v.s. alâmet varsa, o zaman, sözün hakîkî
manâsından çıkartılıp mecazî mânâda kullanıldığına hükmedilir. Burada karîne vardır.
Bu karîne şu üzerinde durduğumuz 178 No'lu Hz. Aişe hadîsidir. Binaenaleyh bu
ftyet-i kerîmedeki (Lems-dokunmak) kelimesi hakîkî mânâsından çıkartılıp mecazen
cinsî temas anlamına nakledilmiştir."

Gerçi bu Hz. Aişe hadîsinin sahih olmadığını söyleyenler olmuşsa da bu hadîsin çeşitli
yollardan rivayet edilen hadislerle kuvvetlenmesi, hakkındaki tenkitleri çürütmüştür.
Yine Hz. Aişe'nin rivayet ettiği Buhârî'deki şu hadîs de üzerinde durduğumuz Aişe
(r.a.) hadîsini kuvvetlendirmektedir. "Aişe (r.a.) Rasûlü Ekrem'in (s. a.) kıble tarafına



yatardım, ayaklarımı da onun secde edeceği yere uzatırdan. Secde yapmak istediğinde
hafifçe bana dokunurdu. Ben de ayaklarımı toplardım, ayağa kalktı mı yine
Lİ53J

yayardım." Görüldüğü gün bu hadis mevzümuzu teşkil eden hadîsi

kuvvetlendirmekte, kadına dokunmanın abdesti bozmadığım göstermektedir. Rasûlü
Ekrem'in duası bereketiyle Allah'ın, Kur'ân'm te'vilini öğrettiği İbn Abbas'da buradaki
"Lems'-den maksat, cinsî temastır" demiştir.

Netice olarak bu hadîs erkeğin kadına dokunmasıyla abdestinin bozulmayacağına bir
delildir. Ebû Hanîfe ve iki büyük talebesinin görüşü budur. Fakat tenasül organı
münteşir halde iken kadının fercine temas etmesi mezi gelmese bile abdesti bozar.
İmam Ebû Hanîfe ve Ebü Yusuf (r.a.) bu görüştedirler. İmam Muhammed ise mezi
gelmedikçe bu temasın abdesti bozmayacağı görüşündedir.

Herhangi bir kadının veya erkeğin vücûduna veya tenasül uzvuna yalnız eli ile temasta
bulunması ise, abdeste her hangi bir şekilde zarar vermez.

Malikilere göre, cinsî cazibesi olan bir kadının açık olan veya hafif bir şeyle örtülü
bulunan uzvuna cinsi bir zevkle, dokunan kimsenin abdesti bozulur. Bu dokunma ister
kasten olsun, isterse farkında olmadan olsun netice aynıdır.

Şafılere göre: Herhangi bir yabancı kadının bir uzvuna, arada hiçbir örtü
bulunmaksızın dokunmak abdesti bozar. Abdestin bozulman için şehvetin bulunması
şart değildir. Bundan kadının saçları, dişleri ve tırnakları müstesnadır. Keza Şafiîlere
göre bir erkek veya kadın kendisinin veya başkasının oturağını veya tenasül organını
örtüsüz olarak elinin içi ile tutacak olsa abdesti bozulur. Malikîlere ve Hanbetflere
göre de böyledir.

Ancak, Malik! ve Hanbeffıere göre Ur kadının kendi tenasül uzvunu tutması abdestini
bozar.

Netice; kendisine nikâh, helâl oton (müsteha) kadının çıplak tenine, çıplak elle veya
çıplak vücûdun herhangi bir uzvu ile dokunmak, hem dokunanın hem de dokunulanın
abdesti, Şafîttere göre bozulur.

Malikî ve Ahmed'den bir rivayete göre de şehvetle olduğu zaman bozulur, şehvetsiz

olursa bozulmaz.

Hanefîlere göre ise bozulmaz.

Tenasül uzuvlarının birbirlerine teması ise bütün mezheplere göre İttifakla abdesti
bozar.

Zira, mezinin gelip gelmemesinde Hanelerden bazılarının itirazı var ise de, ibâdette
itiyat gerektiği de unutulmamalıdır.

179....Aişe (r.a.) dan, demiştir ki: "Rasûlullah (s.a.) hanımlarından birini öptü ve sonra
abdest almadan namaza çıktı."

Urve diyor (ki) Aişe'(r.a.) ya "O (eşi) senden başkası değildifdedim. (O da) güldü.
£1541

Ebû Dâvûd dedi ki: Bu hadîsi aynı zamanda Zaide ve Abdülhamid el-Himmânî,

[155]

Süleyman et-A'meş'ten rivayet etmişlerdir.



Açıklama



Kur'ân-ı Kerim'de geçen, insanın bildiği ilâhî emir ve hakikatleri saklamamasını
emreden, bu mevzuda üzerine düşen görevi yapmamayı en büyük zulüm olarak
nitelendiren "Yanında Alİah'dan (gelen) bir şâhitHgi sak-

£1561

layandan daha zalim kim vardır?" gibi âyet-i kerîmeler müslümaiüan, her devirde
bildiği dînî hakikatleri, hiçbir fedakârlıktan çekinmeden şahsî bir gurura kapılmadan
ve etrafın ayıplamasından sakınmadan söylemeye ve yapmaya sevketmiştir. Gerçeği
Öğrenmek noktasında da müslümanlar aynı hassasiyet ve heyecanı taşımışlardır, tşte
hadîs-i şerifte Hz. Urve'nm Teyzesine meseleyi inceden inceye sormasında hakim olan
duygularda bunlardır. Hz. Urve bu sorusuyla abdestin bozulup bozulmamasıyla çok
yakından ilgili bir meseleyi bizzat Hz. Aişe'ye sorarak bu mesele hakkında duyduğu
haberin aslım Öğrenmek istemiştik.

Hz. Aişe'nin gülmesi ise, yeğeni Urve'nin sorusuna cevap mâhiyetinde bir ikrardır.
Çünkü, böyle dînî bir mesele ile ilgili bir soru karşısında gülmek soranın sözünü
tasdik ve ikrar anlamına geldiği gibi aynı zamanda" Ra-sûlullah (s.a)'m zevcesi
olduğunu başkasından duyması karşısında hissettiği sevinç ve memnuniyyetinde bir
ifadesidir. Şu durum, düşünen ve insaf sahibi kişiler için Rasûlü Ekrem (s.a.)'m bütün
hayatının yatak odasına varıncaya kadar dikkatle incelendiği ve hiçbir gizli tarafı
kalmadığı halde, hayatında en küçük bir kusur veya nefret uyandıracak bir duruma
rastlanamaması onun iffetinin ve insanlığın semâsında bir dolunay gibi parladığımn en
büyük delillerinden biridir. Halbuki başka insanların özel hayatları incelendiği zaman
târihte isim yapmış pekeok kişilerin bile ne denli iğrenç yanlarının ortaya çıkacağı
erbabının malûmudur.

£1571

180.. ..(Yine) Urvetu'l-Müzenî Aişe (r.a.)'dan yukarıdaki hadîsi rivayet, etmiştir.
Ebû Dâvûd dedi ki; Yahya, b. Saîd el-Kattân bir adama "Şu iki hadîsin yani el-A
'meş'in Habîb'den rivayet ettiği (öpmekten dolayı abdestin bozulmayacağına dâir olan)
hadîsle (yine) aynı senetle (rivayet ettiği) Özür sahibi bir kadının her namaz için
abdest alacağına dâir olan hadîsin zayıf olduğunu söylediğini benden insanlara anlat"
dedi.

Ebû Dâvûd dedi ki: (Bize ulaşan habere göre) es-Sevrf; "Habîb, bize yalnızca Urvetı-
MüzenVden (haber) naklet" demiştir.(Sevri bu sözüyle) Habib'in Vrve b. ez-
Ztibeyr'den kendilerine hiç bir haber nakletmediğini söylemek istiyor.
Ebû Dâvûd dedi ki: Oysa Hamza ez-Zeyyât Habîb 'den O da Ur-ve b. ez-Zübeyr'den o

£1581

da Aişe'den(r.a.) sahih olarak hadîs nakletmiştir.
Açıklama

Bu hadîs-i şerifle ilgili fıkhî açıklamalar 177 ve 178 numaralı hadis-i şeriflerin
şerhinde geçmiştir. Tafsilât için bu hadislerin şerhlerine müracaat edilebilir. Ancak, bu
hadîsin zayıflığı veya şahinliği üzerinde müellif Ebû Davud'un naklettiği görüşler
üzerinde bazı açıklamalar yapmak ta fayda vardır.

Bu hadîs-i şerifte geçen râvi Urve Hz. Aişe'nin kız kardeşinin oğlu Urve b. ez-
Ztibeyr'dir. Buna göre Urve'nin meçhul olduğundan dolayı hadîsin zayıf olduğu
görüşü yanlıştır. Bunun delillerini şöyle sıralayabiliriz:



1. Urve'nin, Ibnu'z-Zttbeyr değil de, Müzem olduğunu söyleyen kimse Abdurrahman
b. Mağrâ'dır. Halbuki, Abdurrahman sözü delil olabilecek nitelikte bir kimse değildir.
Bu mevzuda Vckî, Abdurrahman'a muhalefet ederek Urve'nin, Urve b. ez-Zübeyr
olduğunu açıkça ifâde etmiştir. Şayet Urve'nin, Urve el-Muzenî olduğunu
söyleyenlerin hadîs-i şerifin senedinde geçen el-A'meş'in şeyhleri olduğu
dttşünülebilirse de bunların kimler olduğu açıkça söylenmediğinden kimlikleri
meçhuldür. Bu yüzden de sözlerine güvenilmez.

2. Buradaki Urve'nin meçhul bir Urve olduğu iddiası da yanlıştır. Zira ,eğcr bü
Urve'nin kim olduğu bilinmeseydi bu kadar kimse ondan hadîs rivayet etmezdi.
Halbuki bu kimse aslında Urve b. ez-Zübeyr 'dir. Hadîs-i şerifte Urve el-Mûzenî diye
gösterilişi Abdurrahman b. Mağrâ'nm hatasıdır.

3. Muhaddislere göre bir isim vasıfsız ve nisbesiz olarak söylenirse o isimle en meşhur
kimse anlaşılır. Bundan da anlaşılıyor ki Urve ile kastedilen Urve b. ez-Zubeyr*dir.

4. Urve'nin Hz. Aişe'ye "O senden başkası değildir." dediğinde Aişe (r.a.)'nin de
gülmesi bu Urve'nin Urve b. ez-Zübeyr olduğunu gösterir. Çünkü, bilindiği gibi Urve
b. Zübeyr, Hz. Aişe'nin yeğenidir. Böyle bir soruyu Hz. Aişe (r.a.)'ye yabancı bir
kimsenin sorması imkânsızdır.

5. Bu hadîsi Ahmed b. Hanbel ve Darakutnî, Hişam b. Urve, babası ve Hz. Aişe
vasıtasıyla naklediyor ki, bu da Urve'nin Urve b. ez-Zübeyr olduğunu gösterir.
Gerçek şu ki bu hadîsin zayıflığı senedinde Abdurrahman b. Mağrâ'nm bulunmasından
ileri gelir. es-Sevrî'nin Urve b. ez-Zübeyr'den Habîb'in hiçbir hadîs nakletmediğine
dâir sözlerim müellif Ebü Dâvûd'da eklediği açıklamasında reddetmiş bulunmaktadır.
[159]



69. Erkeğin Tenasül Uzvuna Dokunmasından Dolayı Abdest (Gerekir Mi?)

181.. ..Abdullah b. Ebî Bekir, Urve'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Mervfm, b. el-
£160]

Hakem 'in huzurunda abdesti bozan şeyleri müzâkere etmekte İdik. Mervân;

"Tenasül uzvuna dokunmaktan da (bozulur)" dedi.

Urve;

Ben bunu bilmiyorum, dedi. Mervân;

£1611

Büsra bint Safvân bana,RasûluIIah(s.a.)'m "Zekerine (Tenâsul organına)

[162] ri631

dokunan kimse abdest alsın buyurduğunu haber verdi." dedi.
Açıklama

Hadîsin zahirinden, zekere dokunmaktan dolayı abdestin bozulduğu anlaşmaktadır.
Rasûlullah (s.a.)in "Abdest alsın" buyurmasından maksat, "Elini yıkasın" demektir;
diyenler de olmuştur. Ancak Darâkutnî'mn rivayetlerinden bundan muradın el
yıkamak değil, namaz abdesti olduğu anlaşılmaktadır. Ayr mevzuda, Ahmed b.
Hanbel ile, Hanefî ulemâsından Tahâvî'nin rivayet ettiği bir hadîste de Rasûlullah,
"Fercine dokunan abdest alsın" buyurmuştur. Ancak, Tahâvî bu hadîs için "üinker"
demiştir.



Ömer b. el-Hattâb, oğlu Abdullah, Ebû Hüreyre, İbn Abbâs, Âişe, Sâ'd b. Ebî Vakkâs,
Atâ, Zührî, İbn Müseyyeb, Mücâhid, Ebân b. Osman, Süleyman b. Yesâr, İshâk,
Mâlik, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel yukarıda işaret edilen hadîslere dayanarak, tenasül
organına dokunmanın abdesti bozacağı görüşüne varmışlardır. Bundan sonraki babta
gelecek olan ve zekere dokunmanın abdesti bozmayacağını ifâde eden Talk hadîsini
zayıf saymışlardır. "Talk hadîsini sahih saysak bile o Büsra hadîsi ile nesh edilmiştir"
derler. Bu görüşte olanlar, abdesti bozmaya sebep olan dokunma şekilleri ve şahsın
kendi zekerine mi, yoksa başkasının zekerine mi dokunduğunda abdestinin bozulacağı
hususunda değişik görüşlere sahip olmuşlardır.

Mâlİkîlere göre: Baliğ olan bir erkek kendi edep yerine avucunun içi, yani
parmaklarının ucu veya yanlarıyla dokunursa abdesti bozulur. Elinin üstü, tırnakları
veya kolu ile dokunursa bozulmaz. Dokunmadan dolayı zevk alıp almaması arasında
fark yoktur. Edep yerine bir örtü ile dokunursa bir şey lâzım gelmez.
Şâfıllere göre: Bir kimse kendisinin veya bir başkasının edep yerine arada bir örtü
olmadan avucunun içiyle dokunursa abdesti bozulur. Başkasının edep yerine
dokunması hâlinde dokunulanın erkek veya kadın, büyük veya küçük, Ölü veya diri
olması arasında fark yoktur. Şâfıîlerden meşhur olan kavle göre dübür de aynı
hükümdedir; abdest bozulur.

Hanbelîlere göre de, dokunan erkek olsun, kadın olsun, şehvetli veya şehvetsiz,
kendisinin veya başkasının edep yerine elinin içi veya dışı ile dokunması halinde
abdesti bozulur. Kendisinin veya başkasının dübürüne dokunmak veya kadının kendi
fercine dokunması ile de abdesti, bozulur. Tırnakları ile dokunmaktan dolayı
bozulmaz.

Hz. Ali, İbn Mes'ud, Ammâr, Hasen el-Basrî, Rabîa, Sevrî ve Hanefî-lere göre edep
yerine dokunmaktan dolayı abdest bozulmaz. Bunlar, bundan sonra gelecek olan Talk
Hadîsi'ni hüccet kabul etmişlerdir. O hadîs için Tahâvî "Senedi müstakimdir" demiş,
Taberânî sahih olduğunu söylemiştir.

İbnu'l-Medînî de: "faik hadîsi, Busrâ'nm hadîsinden daha (sağlamdır) güzeldir"
demiştir. Ayrıca Tahâvî Şertau Mefmİl Asâr da Hz. Ali'den rivayet ettiği; "Ben
burnuma mı yoksa kulağıma, veya tenasül organıma mı dokundum fark etmez" sözü
de, Haneliler için delildir. Diğer mezheplerin delil saydıkları Büsra Hadîsi âhâd
olduğu için, onu delil kabul etmemişlerdir. Büsra Hadîsinin sübûtu hâlinde,
RasÛtuttah'm "abdest alsın" buyurmasından maksat, "elini yıkasın" demek olduğuna
hamledilir, demişlerdir. Çünkü, Ashâb-ı kiram, taşlarla taharetlenİrlerdi. Dolayısıyla,
bilhassa yaz günlerinde ellerinin edep yerlerine değerek pislenmesi muhtemeldi.
Bunun için Efendimiz, onlara edep yerlerine dokunmaları halinde ellerini yıkamalarını
emretmiştir.

Ulemâdan bazıları da Büsra Hadîsi ile Talk Hadîsinin arasını birleştirme cihetine
gitmişler ve zekere dokunmayı, ondan bir şey çıkmasından kinaye saymışlardır.
Çünkü, genellikle edep yerine dokunmanın peşinden bir hades çıkar. Böylece üzerinde
durduğumuz Büsra Hadîsinde zekere dokunmaktan maksat, ondan bir hades
çıkmasıdır. Bundan sonra gelecek olan ve "zekere dokunmaktan dolayı abdestin icap
etmediğini" ifâde eden Talk Hadîsi'ndeki ise, hakîki manâsında kullanılmıştır.
Hadis, Hanefîlerin yorumu dışında, diğer mezhep imamlarına göre, zekere

£1641

dokunmanın abdesti bozduğuna delâlet etmektedir.



70. Tenasül Organına Dokunmanın Abdesti Bozmayacağı

182....Kays b. Talk babası, Talk'm şöyle dediğini haber verdi:"Biz (bir heyet olarak)
Rasûlullah'm huzuruna girmiştik ki, Bedevi olduğu sanılan bir adam geldi ve: "Yâ
Rasûlallah abdest aldıktan sonra edep yerine dokunan kimse hakkında ne dersin

065]

(abdesti bozulur mu)?'" dedi. Rasûlullah (s. a.) "O, ondan bir çiğnem (veya bir

[1661

parça) et değil midir? (abdesti bozulmaz)" buyurdu.

Ebû Dâvûd dedi ki: Bunu, Hişâm îbn Hassan, Süfyân es-Sevrî, Şu'be, îbn Uyeyne ve
Certr er-Râzî, Muhammed b. Câbir vasıtasıyla Kays b. Talk'tan rivayet etti.
183....Müsedded, Muhammed b. Câbir'den aynı senet ve manâ ile fakat "namazda

£167]

(zekerine dokunursa)' 1 ilâvesi ile hadisi rivayet etmiştir.
Açıklama

Bundan evvelki bâbda yer alan Büsrâ Hadisinin açıklamasında da belirtildiği gibi bu
hadîs, edep yerine dokunmanın abdesti bozmayacağını kabul edenlerin delilidir.
Hadîsin kuvvet yönünden lehinde ve aleyhinde söz söyleyenler olmuştur. Tirmizi: "Bu
hadîs, bu konuda rivayet edilenlerin en sağlamıdır" derken, İmam Şafiî: "Biz, Kays b.
TalkM soruşturduk, fakat onu tanıyana rasüayamadık" diyerek zayıf saymıştır. Ancak
Talkı İmam Şafiî'nin tanımaması, onun meçhul olmasını, yani başkaları tarafından da
bilinmemesini gerektirmez. Nitekim ondan bir çok râvîler hadîs rivayet etmişler ve
onu cerh etmemişlerdir.

Edep yerine dokunmanın abdesti bozmayacağı görüşünde olanların bazıları da
Büsrâ'mn Talk'tan daha sonra müslüman olduğunu ileri sürerek, Talk Hadisinin, Büsrâ
Hadîsiyle neshedüdiğini söylemişlerdir. Fakat Büsra'nm sonradan müslüman olması,
Şevkânî'nin de ifâde ettiği gibi Büsra Hadîsinin Talk Hadîsini nesh ettiğine delil
olmaz.

Bu hususta ulemânın görüşünü şu şekilde sıralayabiliriz:

1. Hz. Ali, tbn Mes'ud, Ammftr, Hasenu'l-Basrî, Rabîa, Ehl-i Beyt ve İmam Sevrî,
kişinin kendi avret mahalline veya başkasının avret mahalline dokunmasıyla abdestin
bozulmayacağı görüşündedirler. Hanefîlerin görüşü de budur. Delilleri ise, şerhini
yaptığımız Talk Hadîsi ve İmam Tahâvî'nin "Şerh Mafmi'l-Âsftn'nda" Hz. Ali'den
mevkuf olarak naklettiği: "Ha kulağıma, burnuma dokunmuşum ha avret yerime
dokunmuşum, fark etmez" sözüdür.

Busrı Hadisi zayıf olmakla birlikte oradaki abdestten maksat, yalınız elini yıkamaktır.
Zira "vudu" kelimesi Arapçada "el yıkamak" manâsına da kullanılır. Bu şekilde iki
hadîsin arası da te'lif edilmiş olur.

Gayet tabîi ki, dokunmadan dolayı şehvete gelip, herhangi bir akıntı olmuşsa abdest
akıntıdan dolayı bozulur, dokunmadan değil. Menî geldiği taktirde gusül icâb ettiği ise
malumdur.

2. Mâlikîlere göre, baliğ olan kişinin kendi zekerine doğrudan doğruya avuç içi, elin
yanı, parmak uçları veya parmak yanları ile ister bilerek, isterse bilmeyerek
dokunması halinde abdest bozulur. Elin sırtı, tırnağı veya kolu ile dokunulacak olursa,
abdest bozulmaz, demişlerdir. Delil olarak da Büsra Hadîsi ve Dârakutnî'nin



"Sizlerden biriniz zekerine dokunduğunda namaz abdesti gibi abdest alsın" hadîsidir.

3. Şafıîlere göre kişinin avuç içi ile kendi avret yerine veya başkasının avret yerine
(kadın olsun erkek olsun, büyük olsun küçük olsun, ölü olsun diri olsun) dokunursa
abdesti bozulur.

Dübüre dokunmada da hüküm aynıdır.

Delilleri de İbn Mâce, Ahmed b. Hanbel ve Hak im'in rivayet ettikleri; "Kim fercine
dokunursa abdest alsın" hadîsidir. Zira fere, insanın ön ve arka yerine şâmildir.
Dârakutnî'nin Hz. Aişe'den rivayet ettiği Rasûlullah'm: "Avret yerlerine dokunup da,
abdest almadan namaz kılanlara yazıklar olsun" dediğinde Hz. Aişe'nin:
Yâ Rasûlallah, anam sana feda olsun, bu erkekler için mi kadınlar için mi demesi
üzerine Rasûlullah:

"Sizlerden biri fercine dokunduğunda namaz için abdest alsın" buyurmuştur. Ayrıca
bunu da delil getirirler.

4. Hanbelîlere göre ise, zekere dokunmak abdesti bozar. Dokunan erkek olsun kadın
olsun, şehvetle veya şehvetsiz olsun, kendi uzvu veya başkasının uzvu olsun (tırnak
hariç) el içi ve dışı ile olsun, abdest bozulur. Dübüre dokunma da aynıdır. Delilleri
Şâfıîlerin getirdikleri delillerle birleşmektedir.

Görülüyor ki, mezheb imamları kendi görüşlerini hadîslerle desteklemektedirler.
Ancak, Hanefîlerin dayandığı deliller yanında yukarda saydığımız sahâbîlere ek
olarak, Huzeyfe b. Yemân, Ebu'd-Derdâ, Sa'd b. Ebî Vakkâs gibi sahâtjîler ve yine
tabiîne ek olarak Sâd b. Müseyyeb, Sâid b. Cübeyr, İbrahim en-Nehaî gibi tabiînin
büyükleri de avret yerine dokunmakla abdestin bozulmayacağım söylemişlerdir.
Böylesine önemli bir konuda yukarda geçen değerli şahsiyyetlerin "abdest almak
gerekmez" şeklindeki ifâdeleri, Hanefîleri desdekleyen ve onların görüşlerini takviye

£1681

eden deliller arasındadır.
Bazı Hükümler

1. Hadîs; Dînin ahkâmım öğrenmek için gayret sarfetmeye ve gerektiğinde sefere
çıkmaya teşvik etmektedir.

[169]

2. Edep yerine dokunmaktan dolayı abdest bozulmaz.
71. Deve Eti Yemekten Dolayı Abdest Gerekir Mi?

184....Berâb. Azib (r.a.) den rivayet edildiğine göre: Rasûlullah (s.a.)e "Deve etlerin (i
yemek)den dolayı abdestin bozulup bozulmadığı" soruldu. Rasûlullah; "Deve eti

im

yemeden dolayı abdest alınız" buyurdu. "Koyun etinden dolayı bozulup
bozulmadığı" soruldu. "Bundan dolayı abdest almayınız" buyurdu. "Deve yataklarında
namaz kılınıp kilmmayacağı" soruldu. "Oralarda namaz kılmayınız, çünkü develer
şeytan (tabiatlı hayvanlardandır." dedi. "Koyun ağıllarında namazın hükmü" soruldu.

imi

"Oralarda namaz kılınız çünkü onlar berekettir." buyurdu.



Açıklama



Hadîsin zahirinden, deve eti yemenin abdesti bozduğu anlaşılmaktadır. Ancak
buradaki adestten maksat, Dînî ve Şer'î manâda olan abdest midir yoksa, lügat mânâsı
olan el yıkamak mıdır?

Ahmed b. Hanbel ile birlikte İshâk b. Râhûye, Yahya b. Yahya, Ebû Bekir b. Münzir

ve îbn Huzeyme maksadın namaz abdesti olduğu görüşündedir.

Müslim'in Câbir'den yaptığı rivayet de bu görüşü desteklemektedir. Bey-hâkî, İmam

Şafii'nin; "Eğer deve eti hakkındaki hadîs sahîhse, benim görüşüm de odur" dediğini

nakleder.

Şah Veliyyullah ed-Dihlevî, meşhur eseri Huccettullahi'l-bâliğa'da, deve etinin abdesti
bozduğu kabul edilirse, bunun hikmetinin şu olabileceğini söylemektedir; "Deve eti,
Tevrat'ta haram kılınmıştır, Israiloğullan Peygamberlerinin tümü, onun haram
oluşunda ittifak etmişlerdir. Cenâb-ı Allah onu, Muhammed Ümmetine helâl kılınca,
iki hikmete binâen abdesti farz kılmıştır. Bunlar;

a. Haramken helâl kıldığı için Allah'a şükretmek.

b. Bazı gönüllerde deve etinin mübâhhğı hususunda bir tereddüt olabilir. Çünkü,
insanlar bunun evvelki ümmetler için haram olduğunu biliyordu. Abdest, bu tereddüdü
def ve kalbin huzuru için son derece etkilidir."

Hanefî, Şafiî ve Mâlikî mezhepleri ile Hulefâ-i Râşidîn, Sahâbî ve Tabiînin
çoğunluğuna göre: Deve eti yemenin abdeste zararı yoktur. Bunlar, üzerinde
durduğumuz hadîsdeki vudû'un Şer'î manâsında değil, temizlenmek manâsına gelen
"el yıkamak"tan ibaret olduğunu söylemişlerdir. Bunun için de Hattâbî, buradaki
"vudıT'u el yıkama'ya hamletmiştir.

Buradaki vudû'u, Abdest almak manâsına alacak olursak, Ebû Dâvûd'da 192 numarada
gelecek olan ve Tirmizî, Nesâî ve tbn Maceb'nin de rivayet ettikleri; Rasûlullah'm son
tatbikatının, ateşde pişen şeyden dolayı abdest almadığı şeklinde olduğunu ifâde eden
"Câbir Hadisi" İle nesh edilmiş olduğunu söylemek gerekir.
Koyun eti yemekten dolayı ise ittifakla abdest almak gerekmez.

Hadîs-i Şerifin devamında, Rasulullah insanları deve yataklarında namaz kılmaktan
men etmiş ve bu yasağa, develerin şeytanlardan olduğunu sebep göstermiştir,
tbn Mâce'nin rivayetinde; "Develerin şeytanlardan yaratıldığı değil, onların şeytanın
işini yaptıkları" bildirilmektir. Çünkü, develer çok ürkek ve azgın olurlar. Namaz
kılanın gönlüne vesvese vererek, huşû'una mâni olabilirler. Ayrıca namaz kılan
kişinin, hayvanların ürkmesinden dolayı zarar görebileceği gibi kaçıp gitmeleri
hâlinde ise, namaz kılanın namazını terketme-sine de sebep olabilir. Namaz kılanın
gönlüne vesvese vermek veya ona namazı terkettirmek, şeytanın işi olduğundan;
Rasulullah Efendimiz bunlara sebep olan deveyi şeytanlardan saymış ve onların
yataklarında namaz kılmayı men etmiştir.

Hadisin zahiri, bu gibi yerlerde namaz kılmanın haram olmasını gerektirir. Zahirîlerle
Hanbelîler bu görüştedirler.

Diğer mezheplere göre: Deve yataklarında namaz kılmak, mekruhtur. Ancak namaz

kılacağı yerde necaset varsa, orada namaz kılınması caiz değildir.

Aynı hadîste, Koyun ağıllarında (necaset olmayan yerinde) namaz kılınmasına izin

verilmiştir. Oralarda namaz kılmanın mubah oluşunun sebebi, koyunların bereketli ve

sakin olması; develerdeki tehlikenin koyunlarda bulunmamasıdır. RasÛlullah da böyle

vasıflandırmıştır.

Nehâî, Evzaî, Zührî, Hakem, Sevri, Atâ, İmam Mâlik, Ahmed b. Hanbel ve



Şafiî'lerden tbn Huzeyme bu hadîse dayanarak, koyunların idrar ve terslerinin temiz
olduğuna hükmetmişler ve: "Rasulullah koyun ağıllarında namaz kılmaya cevaz
verdiğine göre, onların idrar ve tersleri temizdir. Çün- kü ağıllarda idrar ve tersin
bulunmamasına imkân yoktur" diyerek dâvâlannı isbat yönüne gitmişlerdir. Bu görüş
sahiplerine göre; deve ve sığır gibi eti yenen hayvanların necasetleri de koyunun
necaseti gibidir. Deve yataklarında namazın men edilmesine sebep, onların necaseti
değil, vesvese ve teh- tikeden korunmak, huşûu muhafaza edebilmektir.
Ayrıca bunlar, Rasûlullah'm Urenîlere yakalandıkları bir hastalık üzerine "deve
idrarını sütleri İle beraber İçmeler"'ni emretmesinin de, deve idrarının temizliğine delil
olduğunu söylerler.

Ancak Hanefîler, Şafîüerin çoğunluğu, Cumhûr-u ulemâ bu görüşü kabul etmemiş ve
her türlü idrar ve tersin pis olduğuna kail olmuşlar ve: Rasûllah'm; "Deve Idrftnnı
içmelerini emretmesi" onun temiz oluşundan değil, zarurete binâendir. Nitekim zaruret
hâlinde ölü etini yemek caizdir, demişlerdir. Urenîler de o gün için bir hastalığa
tutulmuşlardı. Hastalık, benizlerini sarartıyor, karınlarını şişiriyordu. Tedavisi de
mümkün değildi. Rasûluüah," sadece o hâdiseye ışık tutmuş, Allah'tan aldığı ilham ile
o günün tedavisini vermiştir. Buna göre idrarın içilmesi bir zarurete binâendir. Zaru-
retler de kendi miktarlannca takdir olunduklarına göre; buradaki idrar içmeyi
hâdisenin dışına da taşırarak helâl olduğuna kail olmak gerekmez. Böyle olunca da eti
yenen ve yenmeyen bütün hayvanların idrar ve pisliği necis demektir.
Ebû Hüreyre'nin merfû olarak rivayet ettiği "İdrardan korununuz, çünkü kabir
azabının çoğu ondandır." Hadîs-i Şerifi bu görüş sahiplerinin delilidir. Ayrıca Buhar!
ve Müslim'in ve Ebû Davud'un 20 no'Iu hadîste rivayet ettikleri; "Rasûlullan (s. a.) İki
kabre uğradı. Bunlar azap görüyorlar «ma büyük bir şeyden dolayı değil. Şu birisi

£1721

idrardan korunmazdı..." hadîs-i şerifi de bunlar için delildir.
Bazı Hükümler

1. Hadîs, deve eti yemekten dolayı abdestin lüzumuna işaret edef Abdestten maksad,
yukarıda da açıklandığı gibi el yıkamaktır.

2. Deve yataklarında namaz kılmak yasaktır.

3. Koyun ağıllarının necis olmayan yerlerinde namaz kılmak caizdir.

£1731

4. Hüküm verirken gerekçelerini de açıklamak caizdir.

72. Çiğ Ete Dokunmaktan Dolayı Abdest Almak Mı Yoksa El Yıkamak Mı
Gerekir?

185.. ..Ebû Sa'îd (el-Hudrî)'den, demiştir ki; Rasûluüah (s.a.) bir gün, koyun derisi
yüzen bir çocuğa rastladı; "Biraz kenara çekil, sana(koyunun nasıl yüzüldüğünü)
göstereyim" buyurdu. Sonra elini kottuk altına kadar görünmeyecek şekilde deri ile et

Lİ74J

arasına soktu. Sonra da gitti ve abdest almadan cemaate namazı kıldırdı. Ebu
Dâvûd der ki: Amr, rivayetinde; "abdest almadı" sözünün tefsiri olarak "Yani ejjml
suya sürmedi" ibaresini ziyâde etmiştir. Amr, rivayetin Hilâl b. Meymûn er-
Remlî'den: "Bize haber verdi" anlamına gelen "ahbaranâ" tabiriyle değil de an, an



(...deny dan) sözleriyle nakletmiştir. Abdu'lVâhid b. Ziyâd ve Ebû Muâviye Hitâl'den
o da Atâ tarikiyla, Rasûlullah 'tan Ebu Satâ'i anmadan (mürset olarak) rivayet etmiştir

Lİ75J
Açıklama

Hadîs-i şeriften, elini ete dokunduran bir kimsenin abdest almasına lüzum olmadığı
anlaşılmaktadır. Hadîsin metne esas olan Eyyûb ve Muhammed b. Alâ'nm
rivayetlerinde Rasûlullah'm ete elini sürdükten sonra elini yıkayıp yıkamadığına dâir
hiçbir kayıt yokken, Amr'm Rivayetinde elini yıkamadığı ilâvesi de yer almıştır.
Ancak bâb başlığı da nazarı itibâra alınırsa, Rasûlullah (s.a.)'m abdest almaması, elini
yıkamamış olmasını gerektirmez.

İbn Rislân: "Bu hadîsten, çocuğun kestiği hayvanın etini yemenin caiz olduğu
anlaşılmaktadır. Ayrıca bunda, hayvan kesildikten sonra deride v.s. kalan kanın temiz

[176]

olduğuna delil vardır" demektedir.
Bazı Hükümler

1. Hadîs, Rasûlullah'm merhametine ve tevâzuuna işâret etmektir.

2. Ete dokunmaktan dolayı abdest almak gerekmez.

3. Lider durumunda olan kişilerin, topluma faydalı olabilecek işlerde öncülük etmesi

[1771

gerekir.

73. Ölü Bir Hayvana Dokunmaktan Dolayı Abdest Almanın Terki

£1781

186....Câbir b. Abdillah'm rivayetine göre: Rasûlüllah (s.a.) Aliye nin birinden
gelirken etrafmda sahâbîler olduğu halde çarşıya uğradı ve küçük kulaklı ölü bir
oğlağa rastlacu. Onu eline alıp kulağını tuttu ve (etrafındakilere): "Hanginiz bu

U29J

oğlağın, kendisinin olmasını ister?" tnıyurdu ve (Câbir b. Abdillah), hadisin

tamamını zikretti.

Açıklama

Bu hadîs-i şerif, ölü bir hayvana dokunmaktan dolayı abdest almanm ve el yatamanm
icâb etmediğine delildir. Zira Rasûlüllah (s.a.) ölü oğlağa eli ile dokunmuş ve elini
yıkadığına veya adest aldığına dâir her hangi bîr haber nakledilmemiştir.
Ebû Davud'un bu rivayetinde hadîsin tamâmı yer almamış, sadece mevzu ile alâkalı
kısım nakledilmiştir. Ancak Ebû Dâvûd, lafızlarım zikretmemekle beraber, Cabir b.
Abdillah'm bu rivayetinin devamma da işaret etmiştir. Müslim'deki rivayete göre bu
hadîs-i şerifin devamı meal olarak şöyledir:

Rasûlullah; "Hanginiz bunnn bir dirhem karşılığı kendisinin olmasını ister" diye



sormuş; Yanındakiler: "Onun hiç bir şey karşılığı bizim olmasını istemeyiz, onu ne
yapalım ki?" diye cevap vermişler. Buna karşılık efendimiz: "Onan, sizin olmasını
İster misiniz?" diye tekrar sormuş; Sahâbîler de: "Vallahi eğer bu oğlak diri olsaydı
bile kulağı küçük olduğu için ayıplı olurdu, ölüsü ne işe yarar ki?" demişler.
Rasûlullah da: "Vallahi dünya Allah'a, bunun size değersiz olduğundan daha

IİM]

değersizdir" karşılığını vermiştir.

Görüldüğü üzere bu hadîsin sebeb-i vürûdundan maksat; dünyanın değersiz olduğunu
bir misalle anlatmaktır. Hadîs-i şerifin konu ile alâkası sadece Ebû Davud'un kitabına

£182]

aldığı kısımdır. Zaten hadîs-i şerîfı kitâbü'z-zühd'de de ayrıca nakletmiştir.
Bazı Hükümler

1. Ölü hayvana dokunmak caizdir

2. Ölü hayvana dokunmaktan dolayı el yıkamak veya abdest almak şart değildir.

3. Bir işin tahkik ve te'kîdi için yemin etmek caizdir.

4. Hadîs dünyanın değersizliğine ve akıllı, bir kimsenin ona bel bağlamayacağına

Lİ83J

işaret etmektedir.

74. Ateşte Pişen Şeyi Yemekten Dolayı Abdest Bozulmaz

187.. ..lbn Abbâs (r.a) demiştir ki: "Rasûlullah (s. a.) bîr koyunun (pişmiş olan) küreğini

ri841 ri851

(n etini) yedi. Sonra abdest almadan namaz kıldı."
Açıklama

Hadîs-i şerifte ifâde edilen bu hâdise, Fethu'I-Bâri'nin beyânma göre, Dubâ'a bint
Zübeyr b. AbdiM-Muttalib'in evinde olmuştur. İbn Abbfts'm teyzesi Meymûne'nin
evinde olduğunu söyleyenler de vardır.

Bu ve bu babtaki diğer hadîsler, pişmiş et yemekten dolayı abdest almanın lâzım
olmadığına işaret etmektedir. Hulefâ-i Râşidîn ve ashabın ileri gelenleri ile dört
mezhep imamının görüşü de böyledir.

Ömer b. Abdilazîz, Hasen el-Basrî, Zührî ve Ebû Kılâbe'nin ateşte pişen eti yemekten
dolayı abdest almanın gerekli olduğu görüşünde oldukları rivayet edilmiştir. Bu görüş
sahipleri bundan sonraki bâbta gelecek olan hadîslere dayanmışlardır. Cumhur ise o
hadîslerin, üzerinde durduğumuz babın hadîsleri ile nesh edildiğim söylemişlerdir.

188....Muğîre b. Şu'be (r.a)'den, şöyle demiştir:

"Bir gece Rasûlullah (s.a.)'a misafir oldum. Rasûlullah, biraz et (pişirilmesini) emretti
ve (et) pişirildi. Efendimiz, bıçağı aldı ve benim için etten kesmeye başladı. Tam o
sırada Bilâl cıkageldi ve Rasûlullah'a namaz (vaktinin geldiğini) haber verdi.

£1861

Rasûlullah bıçağı bıraktı Bilâl'e: "Ne oluyor ona? Allah hayrını versin" dedi ve



£1871

fabdest yenilemeden) namaz kılmak Üzere kalktı.

(Ebû Davud'un hocalarından olan) Enbâri, Muğîre'nin: "Bıyığım uzamıştı, Rasûlullah,
(altına) misvak koyarak onları kısalttı veya; "Bıyığını misvak üzerine (koyarak)

[188] [189]

kısaltayım buyurdu" dediğini de ilâve etmiştir.
Açıklama

Kendisine misafir olarak gelen Muğîre b. Şu'be ile birlikte yemek yerken, Bilâl'ın
namaza davetini Rasûlullah hoş görmemiş ve bu memnuniyetsizliğini: "Bilal'e ne
oluyor? Allah hayrını versin!" sözleriyle ifâde etmiştir. Bu deyimin manâsı hakkında
lügat kitaplarında bir çok manâlar verilmiştir. Dipnotta kısaca buna işaret edilmiştir.
Görüldüğü gibi namaz vaktinin geldiğini haber alan Efendimiz, derhal yemeği keserek
namaza koşmuştur. Rasûlullah'm burada işaret edilen hareketi; Buhârî'nin rivayet
ettiği: "Akşam yemeği hazırlandığında, önce yemeği yeyiniz" mealindeki hadîse zıt
değildir. Çünkü, Buhârî'nin hadîsinde yemeğe acele etmesi tavsiye edilen kişi, oruçlu
olup da acıkan, yemeği arzu ettiği için namazda huşû'u muhafaza edemiyeeek olan
kişidir. Ayrıca üzerinde durduğumuz hadîs-i şerifte, yemeği bırakıp camiye koşacak
olan kişi imamdır. Çünkü, Rasûlullah, pek az istisna ile aralarında bulunduğu cemaate

' HM

devamlı imam olurdu.
Bazı Hükümler

1. Misâfirlik

2. Ev sahibi imkânı nisbeticde misafire ikramda bulunmalıdır.

3. Pişmiş eti bıçakla kesmek caizdir; onun nehyedildiğme işaret eden hadîs zayıftır.
Şayet o hadîsin sübûtu kabul edilirse, o zaman, eti kesmeye ihtiyaç olmadığı takdirde
yabancılara benzememek için nehyedildiğme hamledilir.

4. Müstahak olana duâ etmek caizdir.

5. İmamın namaza hazır olduğunu bildirmesi caizdir.

6. Et yemek abdesti bozmaz.

7. Uzadığı takdirde bıyığı kısaltmak meşrudur. Dudakları örtecek biçimde bıyıkların
uzatılması caiz değildir.

8. Bıyığın düzgün kesilmesi için altına bir şey konulması meşrudur.

9. Sünnete uygun olmayan bir hareketinden dolayı kişiye müdâhale edilebilir ve
insanın saçı ve sakalına itîna göstermesi gerekir.

189.. ..tbn Abbâs (r.a.) şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.) bir (koyun) bud(u eti) yedi,

[191] [192]

altındaki sergiye elim sildi. Sonra kalkıp namazını kıldı."
Açıklama

Hadîs-i Şerifte, Efendimizin et yedikten sonra elini yıkamadan, bir beze silerek
namaza kalktığı ifâde edilmektedir. Yemekten önce ve sonra ellerin yıkanmasını



tavsiye etmiş olmasına rağmen, Resulullah'm elini yıkamaması, el yıkamanın farz

£193]

olmadığım göstermek içindir.
Bazı Hükümler

1. Ateşte pişen ete dokunmaktan dolayı abdest bozulmaz.

2. Yemekten sonra eli ve ağızı yıkamadan namaz kılmak caizdir.

3. Yemekten sonra elleri yıkamak farz değildir. Silmek de caizdir.

4. Yemekten sonra peçete ile veya ıslak bezlerle el silinebilir.

190.. ..İbn Abbâs (r.a) demiştir ki; "Rasûlullah (s. a.) bir (koyun) bud(un)dan ısırdı.

[194] ri951

Sonra abdest almadan namaz kıldı."
Açıklama

Bu hadîs-i şerif de, bu babın diğer hadîslerinde olduğu gibi yemekten dolayı abdestin
bozulmadığına işaret eder. Ayrıca, insanın direkt olarak, çatalsiz ve bıçaksız eti dişleri
ile ısırmasının caiz olduğu da anlaşılmaktadır.

191....Muhammed b. Münkedir dedi ki; Câbir b. Abdillah'ı şöyle derken dinledim;
"Rasûlullah(s.a.)'a ekmek ve et ikram ettim. (Onlardan) yedi. Sonra abdest suyu istedi,
abdestini aldı ve öğlen namazını kıldı. Sonra yemeğinin artığını isteyip yedi, (bu sefer)

ri961 ri971

abdest almadan, kalkıp namaz kıldı."
Açıklama

Rasulullah'm bir miktar et ve ekmek yedikten sonra abdest alıp namaz kılması, sonra
da tekrar aynı şeyleri yeyip abdest almadan namaza durması meselesinde iki ihtimal
akla gelebilir:

1. Önce, ateşte pişen şeyden dolayı abdest alması, sonra da, ikinci defa aynı şeyi
yediği halde abdest almaması, evvelki hükmün nesh edilmesi anlamına gelir.

2. Rasûiuuah yemeğe (ilk kez) oturduğunda abdestsiz olabilir. Yemek esnasında karnı
doymadan namaz vakti gelmiş, bunun için yemeği bırakarak abdest alıp namazını
kılmıştır. Henüz karnı doymadığı için namazdan sonra tekrar sofraya oturarak karnını
doyurmuş, abdesti olduğu için, yeniden bir abdeste lüzum görmeden kalkıp namaz
kılmıştır.

Rasûlullah'm, karnı tok olduğu halde, bir günde iki defa yemek yemenin caiz
olduğunu göstermek ve bazı dînî ahkâmı fiilen öğretmek için böyle hareket ettiği de

um

düşünülebilir.
Bazı Hükümler

1. Ateşte pişen şeyi yemekten dolayı abdest almak ge rekmez.



2. Yemek yerken namaz için yemeğe ara verilebilir.



192....Câbir (r.a.) şöyle demiştir; Rasûlullah'm iki işinden sonuncusu, ateşin

£1991

değiştirdiği (pişirdiği) şeyden dolayı abdest almamasıdır.

[200]

Ebû Dâvûd dedi ki: Bu bir önceki hadisin kısaltılarak yapılmış rivayetidir.
Açıklama

Rasûlullah'm iki işinden maksat, ateşte pişen bir şey yedikten sonra adest alması,
sonraları ise abdesti terk etmesidir. Cumhûr-u ulemâ bu hadîse dayanarak; ateşte pişen
bir şeyi yemekten dolayı abdest almanın vücûbunun neshine hükmetmiştir.
Ancak, Beyhâkî, hadîs-i şerifin sonuna Ebû Davud'un yaptığ ilâveye bakarak, evvelki
hükmün, bu hadîsle nesh edildiğine hükmetmenin sağlam bir dayanağa sahip
olmadığını söylemektedir. Zira, bu hadîs, evvelki hadîsin muhtasarı olursa
Rasûlullah'm, ateşte pişen şeyden dolayı öne abdest alması, sonra tekrar yediği halde
abdest almadan namaza durması, bir mecliste olmuştur. Bununla da neshe
hükmedüemez. Çünkü, ateşte pişen şeyden dolayı abdest almayı emreden hadîslerin
bu hâdiseden sonra vftrid olması mümkündür. Beyhâkî'nin bu mütalaalarına da İtiraz;
edilerek, bu hadislerin evvelki hükmü nesh edebileceğine dâir deliller de getirilmiştir.
Burada bu münâkaşaların nakline lüzum görmedik. Yalnız şurası muhakkaktır ki,
Rasûlullah (s. a.) Ebû Bekr, Ömer, Osman, Ali, İbn Abbâs Amir b. Rabîa, Übey b.
Kâ'b, Ebû Talha (r. anhum) dan, menkûl olan tatbikat, ateşte pişen şeyi yemekten
dolayı abdestin gerekmediğidir.

Bfıci bu konuda şunları söyler:" Ateşte pişen şeyden dolayı abdest almaya lüzum
olmadığında zamanımız ulemâsı müttefiktir. Hılâf sahabe ve tâbi-ûn devrinde idi.
Rasûlullah'tan gelen "Ateşte pişen şeyden dolayı abdest alınız" mealindeki hadîsin
te'vîlinde ashabımız (mâlikîler) farklı şeyler söylemişlerdir. Bazıları, buradaki
abdestten maksadın müstehap olmak üzere eli ve ağızı yıkamak olduğunu söylerken,
bazıları önceleri abdest farzken bilâhare nesh edildiğini söylemişlerdir."

193....Ubeyd îbn Sümâme el-MürâdîMen, demiştir ki; Rasûlul-lah (s. a.) ashabından

[2011

Abdullah b. Haris b. Cez' ez-Zübcydi Mısır'a bizim yanımıza geldi. Onu,, Mısır
Mescidi'nde (şunları) söylerken dinledim:

Ben, bir evde Rasûlullah'la birlikte altı kişinin altıncısı veya yedi kişinin yedincisi
r2021

olarak bulunuyordum. Bilâl geldi ve Rasulullah'a namazı haber verdi. Biz de
çıktık ve tenceresi ateşte (kaynamakta) olan bir adama uğradık. Rasûlullah o zâta
"Tenceren (deki et) pişti mi?" diye sordu.

Adam; Anam babam sana feda olsun, evet (pişti) yâ Rasûlallah dedi.
Nebi (s. a.) tenceredendir parça et aldı (ağzına koydu). Namaza tekbir alıp

r2031 r2041

başlayıncaya kadar çiğnemeye devam etti. Ben de ona bakıyordum.



Açıklama



Bu hadîs-i şerif Rasûlullah'm pişmiş ete dokunmaktan dolayı abdest aıma(kğmı ve

12051

elini yıkamadığını ifâde etmektedir.
Bazı Hükümler

1. İmam 'a ezandan sonra namaza hazır olunduğu haber verilebilir.

2. Bir kimsenin -razı olacağını bildiği takdirde- her hangi bir dostunun yemeğini
yemesi caizdir.

3. Pişmiş ete dokunmaktan dolayı ellerin yıkanmaması caizdir.

4. Yemekten sonra namaza durulacaksa ağıza su alıp çalkalamak şart değildir.

5. Toplumun başında olan kişilerin, toplumun içindeki fertlerle ilgilenmesi onların
gönlünü ancak hareketleride bulunması, toplumla arasındaki mesafeyi açmaması

r2061

gereklidir.

75. Ateşte Pişen Şeve Dokunmaktan Dolayı Abdest Almanın Lüzumuna Israrla
İşaret Eden Hadisler

194.. ..Ebû Hureyre (r.a.) demiştir ki; Rasûlullah (s. a.) şöyle buyurdu: "Ateşin pişirdiği

r2071 r2081

her şey(i yemek)den (dolayı) abdest gerekir."
Açıklama

Muhaddislerin âdeti, bir mes'elede nesh varsa evvelâ mensüh (hükmü kaldırılan)
hadîsleri sonra da nâsih hadîsleri zikrederler. Ebû Dâvûd, pişmiş ete dokunmaktan
dolayı abdestin bozulmadığına işaret eden hadîsleri mensûkkabul etmiş, abdestin
bozulduğunu ifâde eden hadîsleri sonra getirmiştir. Cumhurun görüşü ise; daha evvel
de ifâde edildiği gibi bunun tam tersidir. Yani ateşte pişen şeye dokunmaktan dolayı
abdest almanın vücûbunu ifâde eden hadîsler neshedilmiştir.

Daha evvelce geçtiği gibi Arapça'da Vudû' el ve ağız yıkamak mânâsına gelebileceği
gibi, abdest almak manasına da gelir. Buradaki vudü'dan murat, el veya ağız yıkamak
değil, abdest almaktır. Çünkü, ŞârîMn sözünden ilk anlaşılacak olan şey, dînî
manâdaki vudû'a hamletmektir ki, burada abdest almaktır.

Bu hadîs, ateşte pişen şeyden dolayı abdest almanın şart olduğunu ifâde etmektedir.
Konu ile ilgili açıklama bundan sonraki hadîs-i şerîfm şerhinde verilecektir.

195.. ..Ebû Süfyân b. Sa'îd b. Muğîre haher verdi ki: Kendisi (bugün) Ümmü Habîbe
f2091

'nin yanma girmiş o da Ebû Süfyân'a (içmesi için) bir tas sevîk ikram etmiş,
Ebû Süfyân (Sevîk'i içtikten sonra) su isteyip ağzını çalkalamış. Bunun üzerine Ümmü
Habîbe, şöyle demiş;

Yeğenim (ey kız kardeşimin oğlu) abdest almayacak mısın? Çünkü Rasûlullah (s.a.);

mm

"Ateşin değiştirdiği (pişirdiği) veya ateşin dokunduğu şeyden dolayı abdest



[2U1

alınız" buyurdu.

Ebû Dâvûd, Zühri hadîsinde ("Kızkardeşimin oğlu" yerine) "oğlan kardeşimin oğlu
[2121

dedi" demektedir.
Açıklama

Sevîk, buğday veya arpa kavutunun su, bal, veya süt ile kanştırılmasıdır.

Ümmü Habîbe bunun yenilmesinden dolayı abdestin lüzumuna işaret etmiş ve

Rasûlullah'm bununla ilgili emrini haber vermiştir.

Ateşte pişen şeyi yemekten dolayı abdesti lüzumlu görenler bu hadîse istinâd
etmişlerdi. Ömer b.Abdi'l-azîz, Hasen el-Basrî, Zührî, Ebu Kılâbe, Ebû Miclez ve Ebû
Dâvûd bu görüştedir.

Ateşte pişen şeyi yemekten dolayı abdestin vacip olmadığı görüşüne sahip olan ulemâ
bu hadîsin, bundan önceki bâbta geçen hadîslerle nesh edildiğini söylemişlerdir,
îmam Nevevî, Müslim Şerhi'nde, bu ihtilâfın Islâmm ilk devirlerinde olduğunu, daha
sonra abdestin vacip olmadığı hususunda icmâ olduğunu kaydetmektedir. İbn Hâcer
de îbn Batardan şu mütâlâayı nakletmiştır: "Araplar câhiliyye devrinde temizliğe alışık
olmadıkları için Rasûlullah ateşte pişen şeyi yedikten sonra abdest almalarım
emretmiştir, islâm yerleşip, insanlar temizliğe alışınca bu hükmü nesh etmiştir."
"Rasûlullah'in fiili, ümmeti ile ilgili sözlerine mufmz olmaz ve onu neshetmez"
şeklindeki ifâdeler, ancak sözün hususiyetine dâir bir delil olduğu takdirde geçerlidir.
Burada öyle bir delil olmadığı gibi, Efendimiz Ebû Bekir, Ömer ve Ali {radıyallâhu
anhüm)'nin et ve ekmek yedikten sonra adest almamalarına ses çıkarmamıştır.
Ahmed b. Hanbel ve İbn Mâce'nin Câbir'den yaptıkları rivayetlerde, Câbir, Rasûlullah
(s.a.) Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'le beraber ekmek ve et yemiş, onlar abdest
yenilemeden namaz kılmışlardır.

Bilindiği gibi, nâsih-mensûh meselesinde, iki hadîs-i şerif arasını telif etmek imkânı
varken birinin diğerini nesh etmesi söz konusu değildir. Bu hadîs-i şerifleri te'vil eden
bazı ulemâ konuya daha değişik bir şekilde yaklaşmakta ve şu görUşü ileri
sürmektedirler: "Ateşte pişen şeyleri yemekten dolayı abdeste lüzum yoktur diyen
hadîslerin, abdest almanın farz olmadığına; abdesti emreden hadislerin de müstehab'a
hamledildiğini" söylemektedirler. Böylece neshi söz konusu etmeden hadîsler arasım
telif etmektedirler. Hattâbî'de bu görüşü benimseyenler arasındadır.
Beyhâkî, Osman ed-Dârimî'den naklen şunları söylemektedir:

"Bir konudaki hadîsler birbiriyle tearuz ederler ve bir tarafı tereme kesin bir işfıret
bulunmazsa, Hulefâ-i Râşid'nin ameline bakılır ve onların ameli istikametindeki
hadisler tercih edilir."
Nevevî de bu görüşü tercih etmiştir.

Tahâvî Meân-i'l-Asâr adlı eserinde Hulefâ-i Râşidî'nin, ateşte pişmiş bir şeyi yedikten

1213]

sonra abdest almadan namaz kıldıklarına dâir birçok haber rivayet etmiştir.
İkinci görüş tercihe daha şayandır. Dört mezhep İmamının görüşleri de bu
istikâmettedir. Zira, sahabeler, Rasûlullah! yakından izlerler, emirleri nedib te ifâde
etse (farz imâsı vermemesi kaydı ile) ona titizlikle uyarlardı. İçlerinde Hulefâ-i
Râşidîn'in de bulunduğu seçkin sahabe topluluğu abdest almadıklarına göre, adest



almayı emreden hadîs-i şeriflerin, bir hüküm ifâde etmedikleri yani mensûh oldukları
12141

anlaşılır.

76. Süt (lçmek)Ten Dolayı Ağzı Yıkamak

196.... Abdullah b. Abbâs (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre;

Peygamber (s. a.) süt içmiş, su isteyerek ağzım çalkalamış, sonra da; "Muhakkak

[215] [216]

bunun yağı vardır" buyurmuştur.
Açıklama

Bu hadîs-i şerif, süt ve bunun gibi yağh bir şeyi yeyip içmekten dolayı ağzj yıkamanın
müstehap olduğuna delâlet etmektedir. Her ne kadar bu hadîs-i şerifte ağzı
çalkalamanın illetinin sütte yağ oluşu olarak ifâde edilmekte ise de, Buhârî'nin Beşîr b.
Yesâr'dan rivayet ettiği ve Rasûlullah'm "Sevîk" yedikten sonra ağzını su ile
çalkaladığını bildiren haberi yağsız yiyecekleri yedikten sonra da ağzı yıkamanın
müstehap oluşuna delâlet etmektedir.

Yemekten evvel ve sonra ellerin yıkanması da aynı şekilde müstehaptır.
tmam Nevevî Müslim Şerhi'nde bu konu ile ilgili olarak şunları söylemektedir:
"Ulemâ yemekten evvel ve sonra elleri yıkamanın müstehap olup olmadığında ihtilâf
etmiştir. Zahir olan, elde pislik ve kir yoksa yemekten önce yıkamanın mütehap
oluşudur. Yemekten sonra elde yemek eseri bulunduğu takdirde yine ellerin yıkanması
müstehaptır. Ancak, yemeğe dokunmamak suretiyle elde yemek bulaşığı kalmamışsa
yıkamak gerekmez."'

İmam Mâlik de bu mevzuda, Nevevî'nin sözlerine benzeyen şeyler söylemiştir.
Yemekten önce ve sonra ellerin yıkanmasına işaret eden hadîs, Peygamberler'in
sünnetlerindendir.

[2171

Hadîs, süt içmekten dolayı ağzı yıkamanın meşru olduğuna delâlet etmektedir.

77. Süt İçmekten Dolayı Ağzı Yıkamak Hususunda Ruhsat

197....Enes b. Mâlik (r.a.) demiştir ki; Rasûlullah (s. a.) süt içti, ağzını çalkalamadan ve

12181

abdest almadan namaz kıldı.

12191

Râvt Zeyd dedi ki; "Bu şeyhi (Mûtîb. Râşid'i) bana Şu 'be (b. Haccâc) tanıttı."
r2201

Açıklama

Bu hadîs-i şerif süt içmekten dolayı ağzı yıkamayı ve abdest almayı terketmenin câiz
olduğuna delildir.

Hanefî ulemâsından Aynî, Buhârî Şerhi'n de, Tahâvi'nin: "Bu hadîs, süt içmekten



dolayı ağzı yıkamanın neshedildiğine delildir" dediğini nakleder.
Buna göre bu hadîs nâsih,bundan önceki hadîsde mensûh olmuş olur. Diğer bir görüşe
göre ise, mes'elede nesh sözkonusu değildir. Ağzı yıkamayı emreden haberler vücûba
değil, istihbâba delâlet eder.

Ahmed b. Hanbel'in rivayetine göre Enes'in Rasûlullah'dan sonra süt içtiğinde ağzım
üç defa yıkamasını belirtmesi bu konuda neshin olmadığım gösterir.
Çünkü bu hüküm neshedilmiş olsaydı, Esnes ağzım çalkalamazdı. Mentael müellifi de
bu görüşü tercih etmiştir.

Bu gibi hadîsler âmir hükmünde hadîsler değildir. Yapıldığında iyi olanı,
yapılmadığında dînî bir hükmün terkedilmiş sayılmayacağını açıklarlar.

£2211

Hadîsten süt içmekten dolayı ağzı yıkamanın şart olmadığı hükmü çıkarılmıştır.
78. Kandan Dolayı Abdest Almak
198....Câbir (r.a.)'den şöyle demiştir:

f2221

"Rasûlullah (s.a.)'Ia beraber Zâtürrikâ' Gazvesi'ne çıkmıştık. Müslümanlardan
biri, müşriklerden birinin karısını öldürdü (veya esir etti). Müşrik; Muhammed
ashabından birinin kanını dökmedikçe peşlerini bırakmayacağına yemin etti.
Rasûlullah'm izine düştü. Rasûlullah (s. a.) bir yerde konaklamıştı. Bize; "Bizi kim

f2231

korur?" diye sordu. Ensâr ve Muhacirinden birer kişi; "Biz!" diyerek ileri atılıp
görevi kabuî ettiler. Rasûlullah onlara;
"Dağ yolunun geçidinde durunuz" buyurdu.

Bu iki kişi dağ yolunun ağzına vardıklarında muhacir olanı uzandı, Ensâr' dan olanı da
kalkıp namaza durdu. Müşrik geldi, namaz kılan Ensârî'nin karaltısını görünce, onun
ordunun nöbetçisi olduğunu anladı ve okunu fırlattı ve sanki bedenine (eli ile koymuş
gibi) isabet ettirdi. (Ensârî) oku bedeninden çıkardı (namazına devam etti). Müşrik bu
şekilde Üç kerre ok attı. (Ensârî ise üçünü de çıkardı), sonra namazına devamla rükû

f2241

ve secdesini yaptı. Sonra arkadaşı uyandı Müşrik, bekçilerin kendisini fark edip

yerini bildiklerini anlayınca kaçtı.

Muhacir olan (sahâbî) Ensâr üzerinde kam görünce hayretle "Sübhânellah! İlk ok
attığında beni uyandırsaydm ya" dedi. Ensârî;

r2251 r2261
"Ben bir Sûre okuyordum, onu (yarıda) kesmek istemedim" dedi.

Açıklama

Hadîs-i şerif, insan vücûdundan (ön ve arkanın dışında) çıkan kamn abdesti
bozmadığına delildir.

İbn Ömer, İbn Abbâs, îbn Ebî Evfâ, Câbir, Ebû Hureyre, Aişe, îbn Museyyeb, Salim b.
Abdülah, Kasım b. Muhammed, Atâ, Mekhûl, Rabîa, Mâlik, Ebû Sevr, Dâvûd ve
Şâfıîlerin görüşleri de budur.

Hattâbî; Kanın abdesti bozmayacağı görüşünde olanların bu hadîse dayandıklarım
söyledikten sonra: "Bu haberden bu şekilde hüküth çıkarmanın nasıl sahîh olduğunu



anlamıyorum. Çünkü kan akıp bedenine bulaştığına göre elbisesine de bulaşmıştır.
Elbisesine az da olsa kan bulaşıp bu halde namaz kılan kişinin namazı Şafıîye göre de
caiz değildir. Ancak yaradan kan çıkar da bedenine bulaşmazsa o zaman müstesna.
Eğer burada durum böyle ise, hayret." demektedir.

Bu görüşte olanlar, ayrıca Dârakutnî'nin Enes'ten rivayet ettiği Rasûlıllah'm kan
aldırıp, sadece kan aldırdığı yeri yıkayarak, abdest almadan namaz kılması rivayeti ile
İmam Mâlik' in Muvatta'mdaki: "îbn Abbâs'm burnu kanardı çıkan kam yıkar, daha
sonra kaldığı yerden namazına devam ederdi" şeklindeki rivayetini delil kabul
etmişlerdir.

Önden ve arkadan gelen kan ise, Şafıîlere göre abdesti bozar, Mâlikîlere göre kanda
idrar veya pislik yoksa abdesti bozmaz.

İçerisinde Hulefâ-i Râşidîn'in de bulunduğu Aşere-i Mübeşşere, ibn Mes'ûd, Sevbân,.
Ebu'd-erdâ, Zeyd b. Sabit, Ebü Mûsâ el-Eş'arî, Sevrî, Evzâî, İshâk ve Hanbelîlerle
Hanefîlere göre, insan bedeninin her hangi bir yerinden çıkan kan abdesti bozar.
Ancak, Hanefîlere göre yaradan çıkan kan, yaranın başından kenara dağılmazsa abdest
bozulmaz. Bu görüşte olanlar, üzerinde durduğumuz hadîs hakkında şöyle
demektedirler:

"Bu hareketin vukuunda Peygamberimiz'in her hangi bir takririnin birlikte olmayışı ve
bu durumda sahabenin kendi içtihadına binâen böyle yaptığı ihtimâlinin kuvvetli
olması sebebiyle, kanın çıkması ile abdestin bozul-masma dâir diğer hadîslere muarız
olduğundan, ikinci grup tarafından tercihe şayan görülmemiştir. Ayrıca sahâbînin,
Ensârî'nin üzerindeki kanı görmesi, kanın elbiseye de bulaştığına delâlet etmektedir.
Bu da, kanın çok olduğunu göstermekte ve Hattâbî'nin yukarıdaki görüşlerine cevap
olarak kanın elbiseye bulaşmayacak kadar az olduğunu söyleyenlerin iddialarım ge-
çersiz kılmaktadır."

Aynî; kan aldırmak hususunda, "bu Hanefîler için bir hüccettir. Çünkü, onlara göre
sıkmak suretiyle çıkan kandan dolayı abdest bozulmaz. Abdest çıkartılan değil, çıkan
kandan dolayı lâzım gelir" der.

Hattâbî bu görüş hakkında; "O, fukahânm ekserisinin görüşüdür. İki görüşten daha
ihtiyatlı olanı budur ve ben de bu görüşteyim"demektedir.

Bu görüş sahipleri Dârakutnî ve îbn Mâce'nin Hz. Aişe vasıtasıyla rivayet ettikleri şu
hadîse dayanmışlardır:

"Kime kusmak, burun kanaması veya mezî isabet ederse (namazdan) ayrılıp, abdest
alsın sonra da konuşmadan namazın! bina etsin (kaldığı yerden devam etsin).
Buhârî ve Müslim'in Hz. Âişe'den rivayet ettikleri, Rasûlullah'm kandan dolayı abdest
almaşım emrettiği Fâtıma bint, Ebî Hubey$ hadîsi de, kandan dolayı abdestin
bozulacağına delâlet etmektedir.

Aynî, "bu hadîs, ashabın dayandığı delillerin en kuvvetlisi ve en sahihidir" demiştir.
Dârakutnî'nin Temîm ed-Dârf den rivayet ettiği, "Her akan karidan dolayı abdest
gerekir" mealindeki hadîs de bu görüşü te'yid etmektedir. Şafii olan İmâm Nevevî bu
hadîsleri teker teker ele alıp tenkid etmiş ve kendi mezhebini takviye etmeye
çalışmıştır.

İbn Teymiyye, kandan dolayı abdestin bozulmadığına işaret eden ha-dîslerdeki kanın
bir iki damla gibi az; abdestin bozulduğunu ifâde eden hadîslerdeki kanın ise, çok
oluşuna hamlederek hadîsler arasını te'Gfc çalışmıştır. İbn Teymiyye şöyle der;
"Sahabeden bir cemaatın az kandan dolayı abdesti terkettikleri doğrudur.
RasûluUah'm kan aldırıp, abdest atmadan namaza durduğuna dâir olan Enes Hadîsi



buna hamledilir. (Yukarıda tercemesi verilen) Hz. Aişe Hadîs-i ise, kanın çok oluşuna
hamledilir."

Dârakutnî'nin EbÛ Hureyre'den merfû' olarak rivayet ettiği, "bir veya iki damla
kandan dolayı abdest(e lüzum) yoktur. Ama akan kan olursa müstesna" şeklindeki
hadîs de bu te'vîli te'yid etmektedir. Ancak, bu hadîsin senedinde Muhammed b. Fazl
b. Atıyye olduğu için tehkîde uğramıştır.

Kusmuk çıkması hâlinde abdestin bozulup bozulmayacağı hususu ihtilaflıdır. Şafiî ve
Mâlikîlere göre, kusmuktan dolayı abdest bozulmaz. Hanbelîlere göre, kay(kusmuk)'m
çoğu abdesti bozar. Hanefîlere göre, kusmuğun ağız dolusu abdesti bozar, daha azı
bozmaz.

Yukarıda belirtildiği gibi ön ve arka dışında vücûdun her hangi bir yerinden akan
kanın abdesti bozacağı Aşere-i Mübeşşerenin, İbn Mesûd, tbn Abbâs, Sevbân, Ebu'd-
Derdâ, Zeyd b. Sabit, Ebû Mûsâ el-Eş'arî ve îbn Ömer gibi sahâbîlerin görüşleri de bu

r2271

istikâmette olduğundan Hanefîlere göre abdest bozulur.
Bazı Hükümler

1. Ashâb-ı kiram dînin yayılması için cihâd etmişler ve bütün fedakârlıklara göğüs
gererek ellerinden gelen gayreti sarfetmişlerdir.

2. Düşmana karşı bütün korunma tedbirleri alınmalıdır. Pu, tevekküle aykırı değildir.

3. Başkan kendisi ve tabileri için en faydalı olan şeyleri yapmalıdır.

4. Tebaanın, canlanın tehlikeye atma pahasına da olsa başkanın emrine itaat etmeleri
gerekir.

5. Kur'ân okumak, basiret sahipleri için en mühim işlerden daha önemli ve haz
vericidir, özellikle namaz hâli bu hazzm en iyi şekilde alındığı za-
manlardır .Müslümanların böyle bir hazzı tadabilmeleri için kendilerini hazırlamaları
gerekir.

6. Müslümanların bir işini üzerine alan kimse, en iyi şekilde vazifesini îfâya
çalışmalıdır.

7. Hadîs, Ashâb-ı Kiramın Allah'ı zikre ve Kur'ân okumaya olan düşkünlüğünü ve
Kur'ân tilâvetini kesmemek için vücûduna saplanan oka bile ehemmiyet
vermediklerini ifâde etmektedir. Burada akla gelen, oradaki sa-hâbînin ilk ok atışta
namazı bozup düşmanı defi idi. Çünkü, sahâbî orada nöbette idi ve Peygamber ve
ashabını bekliyordu. Asıl olan da budur. Fakat, sahâbînin dîni gayreti ve ok atanın,
kendileri orada olduğu müddetçe geçemeyeceğinden emin olmasından dolayı bu yolu
seçmemiştir.

8. Vücuttan kan çıkması Şâfiîye göre abdesti bozmaz. Hanefılerce bozulur.

9. Hadis, birden fazla kişilerin, birden fazla görevlerde, verilen görevleri canlan
pahasına da olsa bihakkın yapmaya çalışmaları gerektiğini gösterdiği gibi, aksamadığı

r2281

takdirde görevin nöbetleşe yapabileceğine delildir.
79. Uykudan Dolayı Abdest Almaya Dâir
199.... Abdullah b. Ömer (r.a.)'den şöyle demiştir:



T2291

"Bir gece, Rasulullah (s. a.) yatsı namazından meşgul edilip (namazı) geciktirdi?
O kadar ki, biz mescidde uyuduk. Sonra uyandık, tekrar uyuduk, uyandık tekrar
uyuduk. Nihayet Rasulullah bizim yanımıza (mescide) geldi ve "Sizden başka namazı

r2301 [231]

bekleyen kimse yoktur" buyurdu.
Açıklama

Rasulullah (s.a.)'in mescidde kendisini bekleyen sahâbîlere "Sizden başka namazı
bekleyen kimse yoktur" buyurması onları teselli içindir. Yani, başkaları namazlarım
bırakıp yattılar, siz ise, camide namazı bekliyorsunuz. Bu beklemenin fazileti sadece
size vardır başkasına değil,, demektir.

Hadîste ashabın uyuyuş sekilerine veya uyandıktan sonra abdest alıp almadıklarına
dâir bir açıklık yoktur.

O halde hadîsten ashabın ya abdestin bozulmayacağı bir şekilde uyuduklarını ya da
uyandıktan sonra abdest alıp namazlarını o şekilde kıldıklarını
anlayabiliriz.

Uyumanın abdesti bozup bozmadığı hususunda ulemâ arasında görüş ayrılıkları
vardır:

1. Ebû Mûsâ el-Eş'arî, Sâid b. el-Müseyyeb, Ebû Miclez, Hamîd b. Abdurrahman,
A'rac, Evzâî ve Şiflere göre, her ne suretle olursa olsun uyumak abdesti bozmaz.

f2321

"Namaza kalktığınız zaman yüzünüzü yıkayınız..." mealindeki âyeti delil olarak
ileri sürüp, "Cenâb-ı Allah abdesti bozan şeyleri haber vermiş, bunlar arasında
uyumayı saymamıştır" derler. Sünnetten delilleri de EbU Hu-reyre'den rivayet edilen,
"Abdest ancak ses veya kokudan dolayıdır" hadîsi şerifidir.

Ancak, bu âyet ve hadîsten bunların anladığını anlamak mümkün değildir. Çünkü,
âyet-i kerîme abdesti bozan şeylere mahsus değildir. Nitekim âyette abdesti bozan
şeylerin tümü sayılmamıştır. Meselâ, idrar zikredilme-miştir. Sünnetten delil
gösterdikleri hadîs-i şerif ise, abdesti bozan şeyleri haber vermek için değil, kişinin
yellenip yellenmediği hususundaki şühesini defetmek için vârid olmuştur.

2. Hasan el-Basrî, Müzeni, EbU Ubeyd, Kasım b. Sellâm, İshâk b. Râhûye ve îbn
Mttnzir'e göre, ister oturarak, ister yatarak her türlü uyuma ile abdest bozulur. Bunlar
Hz. Muâviye'nin rivayet ettiği şu hadîsi delil kabul etmişlerdir.

Rasûlullah şöyle buyurdu: "Göz, dübüriin bağıdır. Gözler uyuduğa zaman o bağ
çözülür." (Dârakutnî).

Sünen-i Ebî Dâvûd'da 203 numarada gelecek olan hadîs de bu görüşün
delillerindendir.

Bu "görüşte olanlara, "bu hadîsler zayıftır, sıhhatlerinin farz edilmesi hâlinde
mütemekkin olmıyan uyuma şekillerine hamledilirler" diye cevap verilmiştir"

3. Zührî, Rabîa, Evzâî, Mâlik ve Ahmed'den bir rivayete göre uyuma şekline
bakılmaksızın çok uyuma abdesti bozar, az uyuma bozmaz.

Bunlar, bundan sonraki Enes Hadîsi'ne dayanırlar. O hadîste Ashabın başlarının öne
düştüğünden bahsedilmektedir. O da, az uykuda mevzuu bahs olur.

4. Şafiîlere göre kişi mak'adım yere tam yerleştirmiş vaziyette uyursa abdesti
bozulmaz. Aksi halde bozulur. Uyumanın az veya çok, namaz içinde veya namaz



dışında olması arasında fark yoktur. Üzerinde durduğumuz hadîs ile 201 ve 202
numarada gelecek olan Enes ve tbn Abbâs hadîsleri, Şafıîlerin delilleri arasındadır. Bu
hadîslerdeki uyuma şekli, oturup mak'adı yere yerleştirerek uyumaya hamledilmiştir.
Şafıîlere göre uyuklamak suretiyle abdest bozulmaz.

Hanefîlere göre, kişi uzanarak, bir şeye dayanarak veya yaslanarak uyur, dayanıp
yaslandığı şey çekildiği takdirde düşecek durumda olursa abdesti bozulur. Çünkü,
abdesti bozan şey uyumanın kendisi değil, uyku esnasında abdest bozucu yel veya
kokunun zuhur etme ihtimâlinin galip olmasıdır. Nitekim, biraz önce geçtiği gibi,
"gözler mak'adm bağıdır" hadîs-i şerîfı de buna işaret etmektedir. Bu durumda âdeten
bir şeyler çıkabilir. Âdeten sabit olan bir şey de gerçekten varmış gibi kabul edilir. Bir
şeye dayanmak veya yaslanmak da, mak'ad yerden kesildiği için mafsalların irtibatını
izâle eder. Bu şekilde de istirahat son haddine varmış sayılır.

Ayakta, bir yere dayanmadan, rükûda, secdede veya oturarak uyumak ' ise abdesti
bozmaz. Bu şekildeki uyumanın namaz içinde veya namaz dışında olması arasında
fark yoktur. İnsan, yanında konuşulan şeylerin çoğunu işitecek şekilde yatarak da olsa
ayaklarsa abdesti bozulmaz. Yanımla konuşulanlara çoğunu İstemeyecek derecede
uyuklarsa bozulur.

Hanefîler; îbn Abbas'dan rivayet edilen şu hadîse dayanarak abdestin, namaz içinde
uyumaktan bozulmayacağı hükmüne varmışlardır. Şöyle ki: "îbn Abbâs RasUlullah'ı
secdede iken, horlayıp üfler gibi ses çıkarmcaya kadar uyurken gördü. Rasûlullah
kalkıp namaz kıldı. Bunun üzerine "Ya Rasûlullah sen gerçekten uyudun" dedim.
"Ancak yatarak uyuyana abdest lâzım getir. Çünkü, uzandığı zaman mafsallar gevşer"
buyurdu." (Tirmizî, Ebû Dâyûd, Ahmed b. Hanbel Taberânî, îbn Ebî Şeybe,
Dârakutnî) '

Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Oturarak, rükû halinde iken veya secde ederken
uyuyana abdest gerekmez. Abdest ancak uzanarak uyuyana lâzımdır. Çünkü, İnsan
uzanarak uyuduğu zaman mafsalları gevşer."

HldftyeMe mezhebin görüşüne esas olarak bu hadîs-i şerif verildiği halde, Nasbu'r-
râveMe bu hadîsin bu lafızla garîp olduğu, meşhur olanın, bundan evvel tercemesini

f2331

verdiğimiz lafızla olduğu kaydedilmiştir.
Bazı Hükümler

1. Az uyumak abdesti bozmaz. (Mezheplerdeki farklı görüşler "Açıklama" kısmında
verilmiştir).

2. Uykusu gelen kimsenin yatsıdan önce uyuması caizdir. Ancak, yatsıyı kılmak için
uyanamamaktan korkarsa uyumamalıdır.

3. Yatsı namazını gecenin ilk üçte birinden sonraya kadar geciktirmek caizdir.

4. İmam veya Alim'in halka meşakkat verdiğim zannettiği bir şey yapması halinde
cemaatten özür dilemesi ve onların gönüllerini alıcı, onları teselli edici sözler
söylemesi meşrudur.

5. (Keyfî olmama kaydıyla) camîde yatmak ve uyumak caizdir.

6. Faziletli ve âlim olan bir imamın arkasında namaz kılmak için beklemenin caiz
olduğuna da işaret etmektedir.

200.. ..Enes (r.a.) şöyle haber vermiştir: "Rasûlullah (s.a.)'m ashabı, yatsı namazını



12341

beklerlerdi. Hatta başlan öne eğilir, daha sonra namaz kılarlar abdest almazlardı."
Ebû Dâvûd der ki; Şu'be Katâde'den naklen "Biz Rasûlullah zamanında, (yatsı
namazını beklerken) başımız öne düşerdi" ibaresini ilâve etmiştir.

[235]

Bu hadîsi tbn Ebî Arûbe de Katâde'den değişik lafızlarla rivayet etmiştir.
Açıklama

Hadîsin zahirinden anlaşıldığına göre, Ashâb-ı Kirâm'm yatsı namazımı beklemeleri
nâdir hâdiselerden değil, sık sık tekerrür eden bir haldir. Bu hadîs bundan evvelki
hadîsin açıklamasında üçüncü görüş olarak verdiğimiz, "az uyumak abdesti bozmaz,
çok uyumak abdesti bozar" diyenlerin dayandıktan hadislerdendir. Orada da işaret
edildiği gibi başların göğüs üzerine düşmesi ancak az uyumakta görülen bir hâdisedir.
Ancak, bu görüşte olanlar az veya çok uyumanın ölçüsünü tayin etmemişlerdir.
Hadîste açıkça ashabın ne şekilde uyudukları tasrîh edilmediğine göre, Safîlerin
dedikleri gibi mak'atlan tam yere yapışmış bir vaziyette veya Haneftlerin dediği gibi
hiç bir tarafa dayanmadan veya yaslanmadan da olabilir.

Hattâbî bu hadîsin şerhinde şunları söylemektedir: "Bu hadîsten şu anlaşılmaktadır.
Uyumanın kendisi abdesti bozucu değildir. Eğer Öyle olsaydı diğer hadislerde olduğu
gibi her hâl ü kârda abdesti bozması, uykunun az veya çok, bilerek veya bilmeyerek
olması arasında fark olmaması gerekirdi. Öyleyse uyku sadece badesin vukûunun
zannedildiği bir haldir. "Uyuyan, hadesin çıkmasına manî olacak bir vaziyette oturarak
ve mafsalları derli toplu bir şekilde uyursa, hadcsten selâmetine ve eski abdestin
devamına hükmedilir. Ama böyle olmaz da uzanarak, ayakta, rükû veya secde hâlinde
ya da bir kalçası üzerine meylederek uyuyacak olursa badesin çıkıp, abdestin bo-
zulduğuna hükmedilir..."

Hattâbî'nin sözlerinin son tarafı Şafiîlere göredir. Hanefîlere göre ayakta, rükû veya
secde halinde abdestin bozulmayacağı bir evvelki hadîste ifâde edilmiştir. Zira bu

12361

durum onlarca uyku değildir.
Bazı Hükümler

1. Şuuruna hâkim durumdaki uyuklama abdesti bozmaz.

2. Yatsı namazım beklemek meşrudur.

201....Enes b. Mâlik (r.a)'dan, şöyle demiştir:

Yatsı namazına ikâmet getirilmişti ki bir adam kalkıp, "Ey Allah'ın Rasûlü, benim bir
hacetim var" dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.) onunla gizlice konuşmaya gitti. O

r2371

kadar ki, cemaat veya cemaatten bazıları uyukladı. (Oturarak uyudu). Sonra

T2381

(Rasûlullah) onlara namazı kıldırdı." Râvî (Sabit el-Bunânî) abdest alıp-

r2391

almamalarından söz etmedi.



Açıklama



Bu hadîsi Buhârî, Ezan; Müslim Tahâre ve Namaz bahislerinde tahric
etmişlerdir.Müslim'in tahrîrinde: "uyukladı" yerine ( ) "uyudu" kelimesi kullanılmış,
sonundaki ( ) "abdest almalanndan söz etmedi" ibaresi
yer almamıştır.

Hadîs-i şerifin muhtelif rivayetlerinden anlaşıldığına göre Ashâb-ı Kiram yatsı
namazım kılmak üzere toplanmışlar, ikâmet getirilmiş, tam bu sırada bir kavmin
büyüğü olduğu söylenen bir adam gelerek Efendimizle görüşmek istemiş, o da
mescidin bir köşesine çekilerek uzun uzadıya gizli olarak konuşup onu İslâm'a girmesi
için ikna etmeye çalışmıştır.

Aynî: "Çelen bu adamın insan suretinde bir melek olup ta Enes'in onu insan
zannetmesi de mümkündür" demiştir.

Bu hadis-i şerif de oturarak uyuklamanın abdesti bozmayacağına işaret etmektedir.
f2401

Bazı Hükümler

1. Bir kimsenin başka biriyle cemaatın önünde gizlice konuşması caizdir. Yalnız bir
tek kışının Ününde gizli konuşmak nehyedilmiştir.

2. Namaz için ikâmet edildikten sonra mühim işlerin konuşulması caizdir. Mühim
olmayanların konuşulması ise mekruhtur.

3. İkâmet ile namaz arasında uzun da olsa bir fasıla olursa ikâmetin iadesine lüzum
yoktur.

4. Oturanın uyuklaması abdesti bozmaz.

202.. ..İbn Abbâs (r.a)'dan, demiştir ki; Râsulullah (s.a.) secde ediyor, uyuyor, horluyor
sonra kalkıp abdest almadan namaz kılıyordu. Kendisine;

"Uyuduğun halde abdest almadan namaz kıldın" dedim. O: "Abdest sadece uzanarak
uyuyana lâzımdır" buyurdu,

Osman ve Hennâd, (rivayetlerinde): "Çünkü (insan) uzanarak uyuduğu zaman

I24İI

mafsalları gevşer" ibaresini ilâve ettiler.

Ebû Dâvûd dedi ki;'Abdest yont üzerine uzanana lâzımdır." Sözü münker bir hadîsdir.
(Çünkü) onu Katâde'den; Yeztd ed-Dâlânî'den başkası rivayet etmemiştir. Hadîsin baş
tarafını tbn Abbâs'tan bir cemaat rivayet etmiş, bu hususta hiçbir şey

f2421

zikretmemişlerdir. İbn Abbâs ( veya Ikrime : "Rasûlullah (secdede iken ken-
disinden abdest bozacak bir şey çıkmasından) korunmuştur" dedi. Aişe radjyaltahü
anhâ da Rasûlullah'm, "Benim gözlerim uyur kalbim uyumaz"buyurduğunu nakletti.
Şube şöyle demiştir: "Katâde Ebu'l-Aliye'den dört hadîs işitmiştir. Bunlar;

1. Yûnus b. Mettâ hadîsi,

2. Namaz hakkında îbn Ömer hadîsi,

3. Kadılar üçtür hadîsi,

4. ibnAbbâs'm; "Kendilerine güvenilir kişiler bana bu hadîsi nakletti. Onlardan biri ve
en güvenilir olanı Hz. Ömer'dir" diye başlayan hadîsidir.



Ebû Dâvûd devamla şöyle der; Yezîd ed-DâlânVnin hadîsini Ahmedb. HanbeVe
sordum. Yezîd'in hadîsini (rivayetini bana) yakıştırmayarak beni azarladı ve "Yezid
ed-Dâlânî'ye ne oluyor? (Kendisini de başkalarını da) Katâde'nin ashabı arasına

1243]

sokuyor?" deyip, onun hadisini önemsemedi.
Açıklama

İbn Abbâs'm, Efendimize: "Uyuduğun halde abdest almadan namaz kıldın" demesi
uyumaktan dolayı abdestin bozulduğunu bildiğini göstermektir. Rasûlullah'm İbn

f2441

Abbâs'a cevâbı üslûbu hakîm üzere olmuştur. Çünkü İbn Abbâs Rasûlullah'm
yaptığım sormuştur. Kıyâsa göre Rasûlullah'm vereceği cevap, "Gözlerim uyuyor,
kalbim uyumuyor" şeklinde olacaktı. Fakat Peygamberimiz, ümmete âit hükmü öğ-
retmek için soruya hadîste geçtiği şekilde cevap vermiştir.

Hadîs-i ŞerTin Osman ve Hennâd'm rivâyetlerindeki ilâvede uzanarak uyumanın niçin
abdesti bozduğu beyân edilmiştir. Bundan anlaşıldığına göre, (daha önce de ifâde
edildiği gibi) uyumanın kendisi abdesti bozucu değildir. Uyku ancak mafsalların
gevşemesine sebeptir. Mafsalların gevşemesi durumunda da yellenmenin vukuu

1245]

kuvvetle muhtemeldir. Vukuu kuvvetle muhtemel olan şey de olmuş gibidir.
Bazı Hükümler

1. Bir kimse bir şey görüp de doğru olmadığını zannederse, agJım araştırmalı, işin

12461

hakîkatma ermelidir.

2. Yanı yere koyup uzanarak uyumak abdesti bozar. Secdede uyumak bozmaz.(Bu
hadis Hanefılerin delillerindendir.)

3. Namaz içerisinde rükû ve sücudda uyuklayan kişi, namazına devam edebilir, abdest
almasına gerek yoktur.

203. ...Hz. Ali (r.a.) den, Rasûlullah'm (s. a.) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir;

r2471 r2481

"Dübürün bağı gözlerdir. Kim uyursa abdest alsın."
Açıklama

Vikâ: Kese, tulum gibi şeylerin ağzına bağlanan iptir.Hadîs-i şerifte "gözler"
uyanıklıktan kinaye olarak kullanılmış ve bağa benzetilmiştir. Nasıl tulum veya
kesenin bağı içindekilerin çıkmasına mâni ise, uyanıklık da istenilmeden badesin
çıkmasına manîdir. İnsan uyanık olduğu müddetçe mak'adı bağlanmış gibidir. Veya en
azından kendi kontrolündedir. Şuuru dışında oradan hiçbir şey çıkmaz. Uyuduğunda
bağı çözülür. Bundan dolayı, uyku abdesti bozucudur.

r2491

İster az, ister çok ve her ne suretle olursa olsun uyku, abdesti bozar diyenler bu
hadîs-i şerife dayanmışlardır. Ancak,bu hadîsin zayıf olduğu söylenmiştir. Aynî der ki;



"Bu hadîs iki yönden malûldür:

1. Bakıyye, hakkında tenkidler bulunan biridir.

2. İnkıta' (kesiklik).

"Hadîsin sahih olduğu farz edilirse, uyumanın az ve mütemekkin bir halde olduğuna
hamledilir.

"Bu hadîse dayanarak uykunun, bizzat kendisinin hades olduğunu söyleyenlerin
sözleri de, hafif uykunun ve secde hâlinde uyumanın abdesti bozmadığım ifâde eden

[2501

hadislerle reddedilmiştir."
Bazı Hükümler

1. Peygamber (s. a.) ümmetinin dîni işlerde neye muhtaç olacağını bıhr ve bunları
çekinmeden anlatırdı. Bu da dînî konularda lüzumlu olan her şeyin çekinmeden
anlatılması gerektiğine işaret eder.

2. Uyumak abdesti bozar. Konu ile ilgili tafsilat 199. hadîsin açıklamasında

[25U

verilmiştir.

[2521

80. (Ayağıyla) Necasete Basan Kimsenin Abdest Alıp Almayacağı
204.. ..Abdullah (b. Mes'ûd) (r.a.) şöyle demiştir:

"Biz (Rasûlullah'la beraber olur) pisliğe basmaktan dolayı abdest almazdık. (Secdede)

[253]

saçın ve elbisenin yere değmesine de manî olmazdık."

Ebû Dâvûd şöyle demiştir; İbrahim b. Ebî Muâviye hadîsinde, "A 'rneşten o da
Şakîk'den o da Mesruk'tan (vasıtalı olarak)" veya, "Şakîk el-A'meş'den(aralarwda
vâsıta olmadan)Mesruk'tan Abdullah (b. mes'ûd) şöyle dedi... diye haber verdi." dedi.
Hennâdda; "(Mesruk'tan veyaA'meş, Ebû Muâviye'ye) Şaktk'den haber verdi ki

12541

Abdlulah (b. Mes'ûd) şöyle demiştir..." dedi.
Açıklama

Bu hadîs-i şerifin Hâkim tarafından rivayeti, "Biz Rasûlullah'la birjikte namaz kılar
pisliğe basmaktan dolayı abdest almazdık" şeklindedir. Buradaki ( )ibaresinin
"Abdest almazdık" anlamında şer'î manâsında mı yoksa "Ayağımızı yıkamazdık"
anlamına lügavî manâsında mı kullanıldığı âlimler arasında ihtilâf konusu olmuştur.
Hattâbî, Kelimeyi "abdest almazdık*' manâsına alarak, "Bununla, ayaklarına pislik
bulaştığında abdesti yenilemediklerini kasdetmiştir. Ayaklarını yıkamadıklarını,
pislikten temizlemediklerini değil" demiştir.

İrâkı de şöyle der; "Buradaki vudû'un temizleme anlamına lügavî manâsına
kullanılmış olması muhtemeldir. Buna göre mânâ: Onlar çamur gibi şeylere
basmaktan dolayı ayaklarını yıkamazlar, çamurun aslının temiz oluşuna binâen onun
üzerinde yürürlerdi, şeklinde olur."

Ancak Hâkim'in rivayetinde pisliğe bastıktan sonra namaz kıldıkları ifâde edildiğine



göre Hattâbî'nin söylediğinin daha sahih olması uygun görünmektedir.

Beyhâkî, daha değişik bir anlayışla buradaki necasetin kuru necaset olduğunu ve

Ashabın buna basmaktan dolayı ayaklarım yıkamadıklarını ifâde etmiştir.

Tirmizî, bu konuda şöyle der: "Bu, ehl-i ilimden bir çoklarının görüşüdür. însan, pis

bir yere bastığı zaman ayağım yıkaması gerekmez, ancak pislik yaşsa yıkaması

lâzımdır, dediler."

Abdullah b. Mes'ûd hadîsin son tarafında saçlarını ve elbiselerini yerden
sakınmadıklarını da ilâve etmiştir.

Hattâbî, bu konu ile alâkalı olarak da şunları kaydetmektedir: "Bunun manâsı şudur:
Namaz kıldığımızda onların tozlanmaması için topraktan korumazdık. Bilakis onları
yere değecek biçimde sahverirdik. Onlar da azalarla birlikte secde ederlerdi. Ancak

[2551

saçların temiz olan yerlere dökülmesi halinde buna manî olunmaz."
Bazı Hükümler

1. Necasete basmaktan dolayı abdest bozulmaz. Buna muhalif olan hiçbir alim yoktur.

2. Namazda iken elbise veya saçlar tozlanmasın ya da kırışmasın diye toplamak doğru

[2561

değildir.

81. Namazda İken Abdestî Bozulan Kişi(Nin Ne Yapması Gerektiği?)

205.. ..Ali b. Talk (r.a.) Rasûlullah'm şöyle buyurduğunu haber vermiştir:
"Sizden biri namazda iken sessizce yellenirse (namazdan) ayrılıp abdest alsın ve
f2571 f2581

namazı iade etsin."
Açıklama

Hadis-i şerifdeki namazın iadesine dâir olan emir, yellenme kasten oıursa vücûba,
hatâen olursa istihbâba hamledilir. Yani yellenme olayı iradesiyle olursa bu namaz
içindeki müslümana ve ibadet âdabına aykırı bir davranıştır. Şayet vâki olursa abdest
alıp namazını iade etmesi gerekir, irâde dışı olduğu takdirde en yakın yerden abdest
alıp namaza kaldığı yerden devam edebilir. Ancak, namazı yeniden kılması daha
evlâdır ve müstehaptır.

Malikî, Şafiî ve Hanbelîlere göre; Namazda iken abdesti bozulan kişinin namazı
bozulur. Namazına yeniden başlaması îcâb eder, yaptıklarının üzerine bina edemez.
Hanefilere göre: Namazda irâdesi dışında abdesti bozulan kişi namazına yeniden
başlamadan, yaptıkları üzerine bina edebilir. Tafsilâtı fıkıh kitaplarında beyan edilen
bu mes'elenin özeti şudur:

Namaz içinde iken abdestin irâde dışı, istenmeden bozulmasına "Sebk i Hades", bile
bile isteyerek bozulmasına "Hades-i Amd" denilir.

Namazı bıraktığı yerden başlayıp devam etmeye "Bina", yeni baştan kılmaya
"îsti'nâff ' tâbirleri kullanılır.

Sebk-i hades suretinde bina caizdir. Namazda iken, istemeyerek abdesti bozulan kişi,
hiç konuşmadan gidip en yakın sudan abdest alarak veya (şartlan mevut ise)



teyemmüm ederek gelir, namazım bıraktığı yerden başlayıp, abdestinin bozulduğu
rüknü iade ederek tamamlar.

Hanefîler: "Namaza devam edebilir" şeklindeki görüşlerinde; "Namazda kendisinden
ay veya mezî ge.en veya burnu kanayan kimse, gitsin abdest alsın ve konuşmadıkça
namazını bina etsin" hadîs-i şerifine dayanmışlardır. Bu hadîse mürsel diye itiraz
edilmiştir.

İbn Nüceym: "Bu hadîsin mürsel olarak sıhhatinde niza yoktur. O da bizce ve ehli
ilmin ekserisince hüccettir" demektedir.

Hanefîler; hadisi açıklama kısmında ifâde edildiği biçimde te'vil etmişlerdir.
Binanın cevazı; Hz. Aişe, tbn Abbâs, Hz. Ebü Bekir, Hz. Ömer, Hz. AH, İbn Ömer,
İbn Mes'ud, Selmân-ı Fârisî gibi büyük sahâbîlerle, Alkame, Tavus, Salim b. Abdillah,
Saîd b. Cübeyr, Şa'bî, İbrahim en-Nehâ'ı, Atâ, Mekhûl ve Sâid b. Müseyyeb gibi
tabiîlerden de rivayet edilmiştir.

Bu hadisten insandan her hangi bir şeyin çıkması abdesti bozar ve namazdan çıkmayı

12591

gerektirir, hükmü çıkarılmıştır.
82. Mezînin Hükmü

T2601

206.. ..Uz. Ali (r.a.) şöyle demiştir: "Ben mezîsi çok gelen biriydim. (fylenîye
kıyas ederek) yıkanmaya başladım. Öyle ki sırtım çatladı. Bunun üzerine durumu

1260

Rasûlullah (s. a.) anlattım. Veya: anlatıldı. Rasûlullah;

"Böyle yapma, mezîyi gördüğünde, tenasül organım yıka ve namaz için abdest aldığın

r2621 f2631

gibi abdest al. Menî çıkdığmda ise, yıkan" buyurdu.
Açıklama

Mezi bevaza Çalan ve yapışkan bir sıvıdır. Oynaşma veya öpüşme anında erkekten de
kadından da gelebilir. Bazan çıktığı fark edilemez.

Üzerinde durduğumuz hadisten, mezîden dolayı guslün gerekmediği, guslü gerekli
kılan şeyin menî olduğu anlaşılmaktadır. Bu, mezhepler arasında ittifak edilen bir
noktadır.

Ancak, meri geldiğinde yıkanacak mahal, mezînin teiniz mi pis mi olduğu gibi
mes'elelerde ulemâ arasında hayli görüş ayrılıkları vardır.
Şimdi bunları kısaca açıklayalım;

Rasûlullah'ın: "tenasül organını yıka" sözünü zahirine bakarak Mâli-kîler, zekerin
tamamının yıkanmasının şart olduğu görüşüne varmışlardır.

Ahmed b. Han bel'den iki görüş nakledilmiştir. Bunlardan biri Malikîlerin dediği
gibidir. Diğerine göre ise, zekerin hayalarla birlikte yıkanmasıdır. İleride gelecek olan
İbn Sa'd Hadîs'i de Hanbelîlerin bu görüşünü takviye eder görünmektedir. Fakat îmam
Nevevî o hadîsin, mezînin hayalara da bulaşması hâline hamledilmesi gerektiğini veya
yıkanmasının mendup olduğunu işaret ettiği görüşündedir.

Mâlikîlere göre, zekeri yıkamak teabbüdî olduğu için, niyet de şarttır. Hanefî ve
Şafiîlere göre, necaset mahallinin yıkanması kâfidir.



Nevevî, bunun, Cumhurun mezhebi olduğunu söylemektedir. Çünkü, yıkamayı
gerektiren şey, çıkan şeydir, bu da çıkanın mahalline mahsus olur.
Tahâvî'nin Şerhu Meâni'l-Asâr'ın da Saîd b. Cübeyr'den rivayet ettiği "İnsan mezî
çıkardığı zaman haşefeyi yıkar ve abdest alır" sözü de bu görüşü te'yid etmektedir.
Bu hadîs-i şerif ayrıca meninin çıkmasından dolayı guslün farz olduğuna delâlet
etmektedir. Ancak meninin temiz olup olmadığı hususunda da ihtilâf edilmiştir.
Şafıîlere ve Hanbefflerin meşhur olangörüşüne göre,menî temizdir .Bu görüş, ashabtan
Ali b. Ebî Tâlib Sa'd b. Ebî Vakkâs, Ibn Ömer ve Aişe (radıyallahü anhüm)den de
rivayet edilmiştir.

Hanefî ve Mâlikîlere göre, meni pistir. Ancak Hanefîlere göre, yaşı sadece yıkamakla
temizlendiği halde, kurusu ovalamakla da temizlenebilir. Ancak bu durumun,
idrarından sonra su ile temizlenmesi şartına bağlı olduğunu, fukahâ ayrıca beyan
etmektedirler. Mâlikîlere göre ise, hem yaşının hem de kurusunun yıkanması lâzımdır.
Meninin temiz olduğuna hükmedenler, meninin ovalamakla temizlene-bileceğine dâir
olan hadîslere; pis olduğuna hükmedenler de yıkanmasının lüzumuna işaret eden
hadîslere dayanmaktadırlar. Hafız îbn Hacer el-Askalânî, Fethu'l-Bârîde, bu hadîsler
arasında ihtilâf olmadığını söyler.

Hafız, "yıkamayı istihbâba hamledersek, Şafiî ve Ahmed'in dediği gibi meninin temiz
olduğuna, yıkamayı yaş olan menîye, ovalamayı da kuru olanına hamledersek
Hanefîlerin dediği gibi meninin pis olduğuna hükmedilir. Birinci görüş tercihe
şayandır..." demektedir.

Yine Buhârî sarihlerinden Aynî, Askalânî'nin bu sözleri Hattâbî'den, değiştirerek
aldığını ve bununla Hanefîlerin görüşünü çürütmek istediğini söyledikten sonra, uzun
uzun tenkit etmiş ve Hanelileri haklı çıkartarak, Askalânî'nin tercihe şayan dediği
görüşün, tercihe şayan olma bir tarafa, sahih bile olmadığını söylemiştir. Aynî, bu
tenkitlerini yaparken İslâm'ın genel prensiplerini ve Usûl-ü Fıkıh kaidelerini esas
almıştır. Burada bu tenkitlerin zikrine lüzum görmedik.

Görüldüğü gibi bu meseleyi Hz. Ali'nin doğrudan doğruya Hz. Peygamber'e sorduğu,
Tirmizî ve Tahâvî tarafından desteklenmiş, Nesâî ve Abdurrezzâk'm rivayetlerine göre
ise, Hz. Ali'nin bu soruyu; Hz. Ammâr ve Mik-dâd vasıtalarıyla sordurduğu beyan
edilmektedir. Buhârî'nin bir rivayetine göre ise, Hz. Ali Rasûlullah'm kerimesi ile evli
olması münasebetiyle, "Bu soruyu sordurdum" dediği de bu görüşü desdeklemektedir.
Fukahâ da bu meseleyi bu şekilde izah etmektedirler. İbn Hıbbân ise, Hz. Ali'nin bu
meselenin Rasûlullah'a sorulmasını istemesine rağmen kendisinin de sormuş ola-

[2641

bileceği şeklinde rivayetleri cem etmiştir.
Bazı Hükümler

1. Mezînin gelmesi guslü gerektirmez, bundan olayı ancak abdest almak icap eder.

2. Mezî pistir.

3. Meninin gelmesi guslü icâbettirir.
207....Mikdâd b. Esved (r.a.)'den, demiştir ki;

Ali b. Ebi Tâlib (r.a.); "Benim nikâhımda kızı var, onun için kendim sormaktan
utanıyorum" (diyerek) Mikdâd'a (râvinin kendisine) karısına yaklaşıp (oynaşıp) ta
mezî gelen kimseye ne lâzım geldiğini Rasûlullah aleyhisselâmdan soruvermesini



istedi. Mikdâd şöyle devam etti:

"Rasûlullah'a bunu sordum; "Sizlerden biri bu durumla karşılaşırsa tenasül organını

r2651 r2661

yıkasın ve namaz için abdest aldığı gibi abdest alsın" buyurdu."
Açıklama

Bu hadîs de aşağı yukarı evvelki hadîsin aynısıdır. Sadece, onda soruyu Hz. Ali'nin
kendisi sormuş, bunda ise Mikdâd'a sordurmuştur. Tafsilât için evvelki hadîsin şerhine

[26U

müracaat edilebilir.
Bazı Hükümler

1. Kişinin, karısının yakınlarıyla, örfen utanılacak meselelerde direkt olarak
konuşmaması, konuşulması gereken meseleleri muaşeret kaidelerine göre, vâsıta ile
halletmesi uygun olur.

2. Mezîden dolayı gusül değil, abdest gerekir.

3. Soru sormakta, fetva istemekte vekil tâyin etmek caizdir..

4. Vasıtalı da olsa, insan dînî hükümlerden bilmediklerini bilene sormalıdır.

5. Sorulan kişi meseleyi biliyorsa, cevap vermekten çekinmemelidir.

208....Urve'den, rivayet edilmiştir.Urve;

"Ali b. Ebi Tâlib Mikdâd'a şöyle dedi;' diyerek (bir önceki) Süleyman b. Yesâr'ın
rivâyetindekilerin benzerini zikretti. Sonra Urve dedi ki; Mikdâd, Rasûlullah'a sordu,

T2681

(s. a.) da; "Zekerini ve hayalarını yıkasın." Buyurdu.

Ebû Dâvûd dedi ki; Bu hadîsi Sevrt ve bir cemaat, Hişâm babası Mikdâd ve Hz. Ali

[2691

senediyle Rasûlullah'tan rivayet etmiştir.
Açıklama

Hadîs-i şerif, Urve, Hz. Ali iüe Mikdâd arasında geçen bir konuşmayı haber
vermektedir. Aslında Urve bu konuşma ânında onların yanında değildi. Hâdiseyi Ali
b. Ebi Tâlib veya Mikdâd'dan duymuş olması muhtemeldir.

Bazı nüshalarda ,Ebû Davud'un ilâvesindeki; "Mikdâd'dan" ibaresi mevcut değildir.
Doğrusu da böyle olması gerekmektedir. Çünkü, Mikdâd, hadîsi bizzat Rasûlullah'dan
duymuştur. Buna göre Hz. Ali'den rivayet etmesine lüzum yoktur.
Hadîsdeki: "Zekerini ve hayalarım yıkasın." ifâdeleri emir olması sebebiyle Ahmed b.
Hanbel ve bazı fukahâya göre vücûb ifâde eder. Yani hem zekerin hem de hayaların
yıkanması gerekir.

Cumhûr-u ulemâya göre hayaların da zekerle birlikte yıkanması menduptur. Ancak,
hayalara da bir şey bulaştığı takdirde yıkanması vaciptir.

Hattâbî de, "Hayaların soğuk su ile yıkanması hakkındaki emir, şehveti kırması,
mezîyi azaltması ve tıbben faydalı olduğu içindir" demektedir.

Hadîsten Mezî sebebiyle hayaların ve zekerin yıkanmasının gerektiği hükmü



çıkarılabilir.



209....Urve, Ali b. EbîTâlib'in "Mikdâd'adedimki..." diye başlayan hadisini yukarıda
geçtiği şekilde nakletti.

Ebû Dâvûd dedi ki; Bu hadîsi, Mufaddal b. Fedâte, Sevrî ve İbn Uyeyne Hişâm'dan,
Hişâm babasından, o da Ali b. Ebî Talib'den rivayet etti.

Ayrıca, îbn İshâk da Hişâm b. Urve'den, Hişâm babasından, o Mikdâd'dan, Mikdâd da

r2701

Rasûlullah (s. a.) den rivayet etmiş fakat "Hayalarını" sözünü zikretmemiştir.
Açıklama

Bu hadîsin açıklaması evvelki hadîslerde geçmiştir.

[2711

210....Sehl b.Huneyf (r.a)'den, şöyle demiştir: Mezîden dolayı zorluk çekmekte
ve sık sık yıkanmaktaydım. Dururumu Rasûlullah (s.a.)'a arzettim. "Mezîden dolayı
sadece abdest alman kâfidir" buyurdu. Bunun üzerine: "Yâ Rasûlullah, elbiseme
bulaşan mezî ne olacak?" dedim. "Bir avuç su alıp, bu suyu elbisenden mczînin

[272] [2731

bulaştığını gördüğün yere serpmen (yıkaman) kâfidir" buyurdu.
Açıklama

Her ne kadar bu hadis-i şerifte yalnız mezî'den bahsedilmiş ise de bu konu ile
yakından ilgili olan, aşağıdaki hususları beyân etmeyi uygun bulduk.
Erkeklerden çıkan maddeler dörde ayrılır, a. İdrar, b. Vedî, c. Mezî, d. Meni.
İdrarın, ittifakla hükmü necistir. Affedilen mikdârı aştığı takdirde yıkanması şarttır.
Vedî; İdrar akabinde çıkan yapışkan bir maddedir. Bu da idrar gibi necistir. Abdestten
başka bir şey gerektirmez.

Meni; Şehvetten dolayı akan sıvıdır. Her halükârda guslü gerektirir. Ancak, meninin
necis olup olmadığında fukahâ ihtilaf etmiştir.

Hanefîlere göre necistir. Yaşının muhakkak yıkanması, kurumuş olanın (eğer idrardan
sonra su ile yıkanmış ise) ovalamakla temizleneceği hadis-Uerde mevcuttur.
Tirmizî, elbiseye bulaşan mezî hakkında ulemânın ihtilaf ettiklerini söyledikten sonra
bu ihtilaftan şöylece sıralar;

1. Şafiî ve îshâk mezînin ancak yıkanmakla temizlenebileceği görüşündedir.

2. Bazıları mezî bulaşan yere su serpmekle temizleneceğini söylerler.

3. Ahmed: "Su serpmekle temizleneceğini umarım" demektedir.

Nevevî: "Hadîs-i Şerîf deki ("serpmek" diye terceme ettiğimiz) ( ) kelimesi hem
"yıkamak" hem de "su serpmek" manâsına geldiği için burada muradın yıkamak
olduğunu söyler. Bu da cumhurun görüşüdür. Başka bir hadîs, mezîden dolayı "avret
yerini yıka" şeklinde vârid olduğuna göre, burada da yıkamak manâsında olacağı açığa
çıkmış olur" demektedir.

Şevkânî ise, "Esrem' in rivayetinde ( ) "Onun üzerine dök" şeklinde sabittir. Ayrıca
din kolaylığı emrettiğine göre burada bu kelimenin serpmek manasında olduğu
açıktır" dedikten sonra, mezînin bulaştığı yere su serpmenin yeterli olacağını



söylemektedir.

îdrârı yıkamak hususunda ne kadar titiz davranıldığı bilinmektedir. İdrara mülhak olan
şeylerin de onun hükmünü alması gerekir. Dolayısıyla Şevkânfnin dediği gibi kolaylık
mülâhazası pek görünmemektedir.

Zaten, Cumhurun görüşü yukarıda ifâde edildiği gibi mezî bulaşan yerin yıkanması

[274]

gerektiği şeklindedir.
Bazı Hükümler

1. İnsan bilmediklerini bilene sormalıdır.

2. Sorulan kişi cevap vermekten çekinmemelidir.

3. Mezî, guslü îcap ettirmez, abdesti gerektirir.

1275]

2 11.... Abdullah b. Sa'd el-Ensâri şöyle demiştir; Rasûlullah (s.a.)'e, guslü îcap
ettiren şeylerden ve sudan sonra gelen sudan sordum da,o da;"(Sudan sonra gelen su
için) o mezîdir ve her erkek mezî çıkarır. Bundan dolayı fercini ve hayalarım yıkarsın,

r2761 r2771

namaz için aldığın abdest gibi abdest alırsın" buyurdu.
Açıklama

"Sudan sonra gelen su" tâbiri mezîye işarettir. Çünkü, mezî çıkmaya başladıktan sonra
kesilmeden bir müddet devam eder. Böylece sudan sonra su gelme hâli olur. Menî ise
böyle değildir. Menî, fışkırdıktan sonra kesilir, bir müddet sonra tekrar gelir. Şevkânî,
bundan maksadın idrardan sonra gelen su olduğunu söylemiştir. Fakat bu, hadîsin
devamına uygun düşmemektedir. Çünkü, idrardan sonra gelen suya mezî değil vedî
denilir ve daha çok olabilir.

Bu hadîs-i şerif mezî çıkması halinde tenasül organıyla birlikte hayaların da yıkanması
gerektiğini söyleyen Hanbelîlerin görüşünü te'yid eder. 206. hadîsin açıklamasında da
temas edildiği gibi Nevevî hayaların yıkanmasının, mezînin hayalara da bulaşması

f2781

halinde bağlamaktadır.
Bazı Hükümler

1. Mezîden dolayı tenasül organıyla birlikte hayalar da yıkanmalıdır.

2. Mezî guslü gerektirmez, yalnız abdesti bozar.

3. İnsanlar dinlerine âit hükümleri öğrenmek için bilenlere sormalıdırlar.

4. Cevap veren, duruma göre, sorulandan başka şeyler de söylenebilir.

212. ...Haram b. Hakîm, amcası (Abdullah b. Sa'd)dan rivayet etti ki; Abdullah,
Rasûlullah (s.a.)'e, "Hayızlı iken karımdan bana neler helâl olur?" diye sordu.

f2791

Rasûlullah (s. a.); "Sana, peştemalîn üstü helâldir" buyurdu.

(Hadisin ravisi Hârûn b. Muhammed veya Heysem b. Humeyd) hayızlı ile yemek



T2801

yenebileceğini ekledi ve bu hadîsi zikretti.
Açıklama

İlk bakışta bu hadîsin bâb başlığı ("terceme") ile hiçbir alâkası görünmemektedir.
Nitekim, bazı nüshalarda bu ve bundan sonraki hadîs "Hayızlı kadınla mübaşeret ve
onunla beraber yemek" adındaki bir bâb'ta yer almaktadır. Ancak nüshaların çoğunda
üzerinde durduğumuz "Mezînin hükmü" başlığı altında yer almıştır.
Buna göre, hadîsin başlıkla ilgisi Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde aynı râvîden
naklettiği Ensârî, Rasûluilah'a; Guslü gerektiren sudan sonra suyun hükmünden,
evinde ve mescitte namaz kılmadan ve hayızlı kadınla yemek yemenin hükmünden
sordu; Rasûlullah da;

"Allah hakkın söylenmesinden haya etmez. Ben şöyle şöyle yaptığımda namaz için
aldığım abdest gibi abdest alırım, fercimi yıkarım, (diyerek guslün yapılışını beyan
etti.)Sudan sonra suyun hükmüne gelince o mezîdir. Her erkek mezî çıkarır. Bundan
dolayı fercimi yıkar ve abdest alırım. Mescit ve evde namaz kılma meselesi ise,
evimin mescide ne kadar yakın olduğunu biliyorsun. (Buna rağmen) farz namazın
dışında kalanları mescitte kılmaktan çok, evimde kılmayı seviyorum. Hayızlı ile
yemek yeme işi ise, ben onlarla beraber yemek yiyorum."

Esas metinde bildirilen hadîsten bu hadîs kasdediliyor ise, bir önceki hadisten daha
geniş olarak verilen bu hadîs mevzûmuzu ilgilendirir ve tamamı İçindedir. Ancak, Ebû
Dâvud şerhlerinden Menhei'in açıklamaları gözönüne alınırsa ve bununla Tirmizî'nin:
"Hayızlı kadınla yemek yenip yenmeyeceğini" sordum da, Peygamberimiz;
"Onunla yemek ye! buyurdu" hadîsi kasdediîiyorsa, MezS Babı ile ilgisi olmadığı
ortaya çıkar. Nitekim, Menhel müellifinin yukarıdaki hadîsle sonraki hadîsi ayrı bir
babda zikretmesi, bunu göstermektedir. .Zîra, 213'üncü hadîs sadece bu konu ile

mu

ilgilidir.

Bazı Hükümler

1. Havız halinde hanımının göbeğinden yukarısından faydalanmak, onunla beraber
yemek yemek caizdir.

2. Dînî meselelerde, utanılacak cinsten de olsa bilinmeyen hususların sorulması teşvik
edilmelidir.

3. Evde nafile kılmak, camide kılmaktan daha efdaldir.

4. Mezînin ancak, ferci yıkama ve abdest almayı gerektirir; mezi necistir.

213....Muâz b. Cebel (r.a)'den, şöyle demiştir;

Rasûlullah (s.a.)'e; "Karısı hayızlı iken, erkeğin ondan faydalanması helâl olan yerini"

r2821

sordum; "Peştamalın üstüdür, ama ondan da sakınmak efdaldir'* buyurdu.

r2831

Ebû Dâvûd; "Bu hadîs kuvvetli değildir" demiştir.



Açıklama



T2841

Bu mevzu ile ilgili geniş bilgi, 103. Bâb 258. hadîste verilecektir.
83. İnzalsiz Cima'ın Hükmü

214....Übeyy b. Ka'b şöyle haber vermiştir;

"Rasûlullah (s. a.) İslâm'ın ilk yıllarında elbisenin azlığından dolayı inzâlsiz cima
neticesinde insanlara yıkanmamayı bir ruhsat kıldı. Daha sonra ise guslü emretti.
r2861

Ruhastı kaldırdı."

Ebû Dâvud şöyle der; Übeyy, bununla; "Sudan dolayı suyu" kasdetmiştir. (Bu da

r2871

meninin gelmesinden dolayı guslün gerektiğini ifâde etmektedir.)
Açıklama

Übeyy (r.a.)'in haberinden anlaşıldığına göre, İslâm'ın ilk devirlerinde, müslümanlar
fakir, elbiseleri az olduğu için, sık sık yıkanmaktan dolayı bir zarara uğramamaları
bakımından, meni gelmediği müddetçe cinsi temastan dolayı bir ruhsat ve kolaylık
olarak gusül emredilmemişti. Bazı rivayetlerde ( ) "Elbiseler" kelimesinin yerine ( )
"Sebat" sözü kullanılmıştır. Buna göre, müslümanlar henüz İslâm'a yeni girdikleri için
dînî emirlere olan sebatları azdı. Bu yüzden kendilerini İslâm'a ısındırmak ve kolaylık
göstermek bakımından menî gelmeyen temastan dolayı gusül gerekmiyordu; anlamı
çıkar.

İhtimal ki Übeyy, sonraları bu meselenin konuşulup, o şekilde fetva verildiğini
duymuş ve onun İslâm'ın ilk zamanlarına mahsus bir ruhsat olduğunu,şimdi ise
hükmün değişip menî gelmese bile sünnet mahallerinin birbirine temasından dolayı
guslün vacip olduğunu anlatmak istemiştir.

Hadîs, ister menî gelsin, ister gelmesin mutlak manada cinsi temasın, guslü
gerektirdiğine işaret etmektedir. Ancak ulemâ bu meselede ihtilâf etmiştir.
Ebû Eyyûb el-Ensârî, Ebsû Sâ'ıd el-Hudrî, İbn Mes'ûd, Sa'd b, Ebî Vakkâs, Übeyy b.
Kâ'b, Râfî b. Hadîc, Zeyd b. Hâlid, Atâ b. Ebî Rebâh, Ebû Seleme, Süleyman el-A'meş
ve Zahirîlere göre, menî gelmeden, cinsî münâsebet guslü gerektirmez. Bunlar
Müslim'in, Ebû Sa'îd el-Hudrî'den, Buhârî'nin, Hâlid el-Cühenî'den ve Tahâvî'nin Ebû
Hureyre'den rivayet ettikleri hadîslere istinad etmişlerdir ki,bu hadisler guslün ancak
menî gelmesinden dolayı farz olduğuna işaret etmektedirler.

Nevevî, Müslim Şerhi'nde, "bilmiş ol ki, bugün müslümanlar, menî gelmese bile,
mücerret temasdan dolayı guslün farz olduğunda ittifak etmişlerdir. Ashaptan bazıları,
menî olmadan guslün farz olmadığı görüşünde idiler. Onlardan bir kısmı
görüşlerinden döndü ve icmâ meydana geldi..." demektedir.

Cumhur, biraz sonra gelecek olan 216. hadîs ile, Buhârî ve Müslim'in Ebû
Hureyre'den, Müslim'in Hz. Aişe'den ve Tahâvî'nin Ebû Sâlih'den rivayet ettikleri ve
"menî gelmese bile temastan dolayı guslün farz olduğunu"

ifade eden hadîslere dayanmışlardır. Bunlar, evvelki hadîslerin guslü emreden
hadislerle neshedildiğini söylemektedirler.



İbn Abbâs, Guslün şart olmasını meninin gelmesine bağlamanın ihtilâmla ilgili
olduğunu söyler.

Subülü's- Selâm' da bu konuda şunlar söylenmektedir; "Hadîs-i şerif nesh hususunda
açıktır. Nesh olmasa bile bu hadîs ( ) "Su sudandır" hadîsine tercih edilir. Çünkü,
bu "mantûk" öbürü "mefhûm" dur.

"Usül-ü fıkıhta, mantûk mefhûm üzerine tercih edilir. Ayet-i kerîme de bu mantûk'u
desteklemektedir. Mâide Sûresinin 6. ayetinde ( ) "Cünup olursanız tertemiz
paklanınız" buyuruluyor. İmam Şafiî der ki; "Arap dili, cenabet kelimesinin hakikat
olarak cinsî münâsebet mânâsına gelmesini gerektirir, isterse, menî çıkmasın. Çünkü,
birisine, filanca falan kadından cünup oldu deseler, meni inmese bile hemen, o kadın
ile cinsî münâsebette bulunduğunu anlar. Bu suretle sadece içeriye girmenin guslü

r2881 r2891

icâp etmesi babında kitab ile Sünnet birbirini desteklemiş oluyor."
Bazı Hükümler

1. Sünnet mahallî girdikten sonra, menî gelmese bile gusul farzdır.

2. Guslün, meninin gelmesine bağlı olduğu hükmü İslâm'ın ilk dönemlerine mahsustu,
sonradan nesh edildi.

3. Şer'î hükümlerin bazıları bazılarını nesh eder.

4. Sünnetin Sünnetle neshi caizdir.

215....Sehl b.Sa'd (r.a.) Übeyy b. Kâ'b (r.a.)'m kendisine şöyle dediğini haber verdi:
"Suyun sudan (guslün meniden) olduğuna dâir sahâbîlerin verdiği fetva, İslâm'ın ilk
günlerinde Rasûlullah'ın tanıdığı bir ruhsattı. Rasûlullah, sonraları (menî gelmese bile

f2901 [291]

temastan dolayı) yıkanmayı emretti."
Açıklama

Bu Hadîs-i şerif de bir evvelki hadîsin hemen hemen aynısıdır. Ancak, bu hadîs-i şerîf
de evvelkinden farklı olarak, ruhsatın niçin verildiği tâyin edilmemiş, fazla olarak da
Ashâb-ı Kirâm'dan bazılannm o ruhsata uygun olarak fetva verdikleri kaydedilmiştir.
Menî gelmediği takdirde guslün îcâp etmediğine dâir fetva veren sanayilerin isimleri
önceki hadîste belirtilmiştir. Mes'ele hakkında tafsilât için o hadîsin şerhine müracaat
edilmelidir.

216.. ..Ebû Hureyre (r.a.) Rasûlullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir; "Erkek,
kadının dört dalı (kollan ve bacakları) arasına oturur, (erkek) sünnet mahallini,
(kadının) sünnet mahalline bitiştirirse (inzal vuku bulsun, bulmasın) gusül vacip
f2921 f2931

olur."
Açıklama

Hadîste geçen "Şu'ab" kelimesi "Şu'be "kelimesinin çoğuludur. İbnu'l-Esîrln
bildirdiğine göre; herşeyin bir kısmı ve parçası demektir. Buradaki "Şu'be"den ne



kasdedildiği ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bazılarına göre bunlar» kollarla bacaklardır.
Nitekim, "Şuab" kelimesi "Misbâh" isimli eserde ifâde edildiği gibi "Şu'be"
kelimesinin çoğulu olup ağacın gövdesinden sarkan dalları manâsına, teşbih yoluyla
da kadının kol ve bacakları manâsına gelmektedir. Bu teşbihten maksat cimâ'dır.
Diğer bazıları "şuab"uı ayaklarla uyluklar olduğunu söylemişlerdir. Kadı İyâz'a göre;
bundan murat kadının dört tarafı, yani kollarıyla bacaklarıdır. Bununla, kinaye
suretiyle cinsî münâsebet kasdedilmiştir. Yani cinsî münâsebete niyetlenir ve âletini
sünnet yeri kayboluncaya kadar idhal ederse menî gelmese bile gusül vacip olmuş
olur.

Tirmizî, bu hükmün, ulemânın ekserisinin görüşü olduğunu söyler.

Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Âişe (Radıyallâhü anhüm) gibi büyük sahâbîler,

Süfyân-ı Sevrî, Şafiî, Ahmed İshâk ve Hanefîler bu görüştedirler.

Şafiî olan îmam Nevevî bu mevzuda şunları söylemektedir;

"Ashabımız (şafıî âlimler) şöyle demiştir; Kesinlikle yasak olmasına rağmen Haşefe,
kadın veya erkeğin dübüründe, bir hayvanın dübür veya fercinde kaybolursa yine
gusül vacip olur. Bu durumda kendi ile temas edilen insan ölü veya diri, büyük veya
küçük, isteyerek veya istemiyerek, bilerek veya unutarak olması âletinin sert olup
olmaması veya sünnetli ya da sün-netsiz olması hükmü değiştirmez. Bütün bu
pozisyonlarda fail ve mefûle gusül lâzımdır. Yalnız taraflardan birisi çocuksa,
mükellef olmadığı için ona gusül lâzım gelmez. Fakat onun için de "cünüp oldu"
denir. Eğer mümeyyiz ise, velîsinin ona abdesti emrettiği gibi guslü de emretmesi
gerekir..."

Nevevî'nin ifâdeleri aslında Şafiî Mezhebi'nin görüşleri olmakla beraber, bir çok
hususta diğer mezheplerin de görüşlerini yansıtmaktadır. Farklı olarak Mâliki ve
Hanbelîler, küçük kızla temas hâlinde, çocuk müştehat olmadığı takdirde meninin
inmesini şart koşmuşlardır.

Hanefilere göre de hayvana veya ölüye temas hâlinde guslün farz olması için meninin
inmesi şarttır. Aletin bez gibi bir şeye sarılmış vaziyette temas edilmesi hâlinde, fercin
hareketi hissedilir ve lezzet alınırsa, menî gelmese de gusül farz olur. Aksi halde menî

f2941

gelmeden farz olmamakla beraber ihtiyata binâen uygun olanı guslün lüzumudur.
Bazı Hükümler

1. Haşefenin girmesi halinde, menî inmese bile hem fail hem de mef,ul için gusletmek
farz olur.

2. Anlatılması güç olan bazı hususların kinaye yoluyla anlatılması caizdir.

3. Sarahaten anlatılmasına gerek duyulan şeylerin açıkça anlatılabileceğine işaret
vardır.

217.. ..Ebû Sa'îd el-Hudrî'den Rasûlullah (s.a.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir;

r2951 \296]

"Su (yıkanma) sudan (meniden) dir." Ebû Seleme de böyle yapardı.
Açıklama

Hadîste, guslün lüzumunun, meninin inmesine bağlı olduğu ifâde edilmektedir. Ancak



bu, yukarıda da işaret edildiği gibi İslâm'ın ilk zamanlarına mahsus bir ruhsattı,
bilâhare neshedildi.

İbn Abbâs, bunun neshedilmediği, bununla muradın rüyada ihtilâm olmak olduğu
görüşüne sahiptir. Ancak hadîs-i şerifin sevk edildiği bahis cima ile alâkalıdır.
Müslim'in Ebû Sa'îd el-Hudrî'den rivayet ettiği şu hadîs, bu hükmün cima ile ilgili
olduğunu tereddüde meydan vermeyecek şekilde ortaya koymaktadır
Hadis şöyledir: "Pazartesi günü Rasûlullah aleyhisselâm'Ia birlikte Kubâ'ya (gitmek
üzere yola) çıktım. Beni Sâlim(in bulunduğu yer)e vardığımız zaman, Rasûlullah
Itbân'm kapısı önünde durarak ona seslendi. İtbân esvabını sürükleyerek çıktı.
Rasûlullah (s. a.): "Adam'a acele ettirdik" buyurdu.

Itbân; "Yâ Rasûiellah ne buyurursun, bir adam karısı ile cima hâlinde iken acele
ettirilir de meni indirmezse ona ne lâzım gelir" dedi. Rasûlullah (s.a.); "Su ancak

f2971

sudan dolayı icâp eder" buyurdular.

İbn Abbâs'm bu hâdiseden haberi olmaması ve bu yüzden; "Suyun ancak sudan dolayı

T2981

lâzım olacağı" hükmünü ihtilâmla alâkalı sayması muhtemeldir.

84. Cünüp Olan Kişinin (Yıkanmadan) Tekrar Cima Etmesi

218....Enes b. Mâlik (r.a.)'dan rivayet edilmiştir: "Rasûlullah (s.a.) bir gün (bütün)

r2991

hammlarıyla (cinsî) temasta bulundu ve (en sonunda) bir kere gusül abdesti aldı."
Ebû Dâvûd dedi ki; Bunu, Hişâm b. Zeyd, Enes'den; Mâ'mer de Kaiâde vâsıtası
ileEnes'ten; Salih b. Ebi'l-Ahdar Zührî'den, hepside Enes tankıyla Rasûlullah 'tan

DOOl

(böylece) rivayet ettiler.
Açıklama

BuhârFnin bir rivayetinde o gün Rasûlullah (s.a.)'in dokuz, başka bir rivayetinde de
onbir hanımı bulunduğu beyan ediliyor. Bir başka görüşe göre de dokuz hanımı, iki de
cariyesinin olduğu ifâde edilmektedir.

Rasûluüah'm karı koca muamelesinde bulunduğu hanımları şunlardır;
Hz. Hadîce, Şevde, Âişe, Hafsa, Ümmü Seleme, Hind, Çüveyriye, Zeyneb bint Cahş,
Zeynep bint Huzeyme, Reyhâne, (Rasûlullah bunu esir almış sonra âzad edip Hicretin
altıncı senesinde onunla evlenmiştir), Ümmü Habîbe, Remle bint Ebî Süfyan, Safıyye,
Meymûne, Fa'tıma bint Dahhâk, Esma bint Nûman'dır.

Ayrıca nikahlayıp da karı koca muamelesinde bulunmadığı hanımları da olmuştur.
Buhârî Şârihi Aynî, Efendimizin nikahladığı hanımların sayısının yirmi sekize
vardığını söyler. Tabiî bunların hepsi aynı anda nikâhı altında bulunmuş değildir.
Peygamber Efendimizin çok evlilik yapmasının birçok hikmetleri vardır. Ailevî
münâsebetlere âit ahkâmın tesbit ve yayılması, kimsesiz kalan hanımların himâyesi,
devletin gücünü muhafaza ve İslâm'ın yayılmasını temîne yardımcı olması bakımından
devrinin ileri gelenleri ile akrabalık kurma, çok evlenmenin Araplar arasında bir
fazilet ve medh vesilesi sayılması, ehl-ü ıyâlin çokluğunun kişiyi Rabbisi ile meşgul
olmaktan alıkoymaması gerektiğinin gösterilmesi bu hikmetlerdendir.



Rasûlullah (s.a.)'in çok hanımla evlenmesi dünya zevkine düşkünlüğünden dolayı
değildir. Eğer öyle olsaydı daha İslâmı tebliğe ilk başladığı günlerde Müşriklerin,
İslâm dâvasını bırakması şartıyla Mekke'nin en güzel kızlarını teklif etmelerini kabul
eder, çok evliliğin âdet olduğu bir devirde elli yaşma kadar tek kadınla yetinmezdi.
Nesâî ve Hâkim'in Enes'ten rivayet ettikleri bir hadîste; "Sizin dünyanızdan bana
kadın ve güzel koku sevdirildi, gözümün sürüm namazda kılındı" buyurarak namazı
hepsinden üstün tuttuğunu ortaya koymuştur.

Üzerinde durduğumuz hadîs-i şerifdeki "Tavaf (dolaşmak)"tan murat cinsî
münâsebettir. Buhârî'nin rivayetinde Katâde'nin: "Enes'e; "Rasûlullah aleyhisselâm
buna dayanabiliyor muydu?" dedim. Biz aramızda, "Ona otuz erkek kuvveti
verildiğini konuşurduk" cevâbım verdi" demesi de bunu gösterir.
Rasûlullah (s.a.)'in bir gusülle bütün hanımlarını dolaşmasının birkaç veçhe ihtimâli
vardır. Şöyle ki;

1. Bunu, seferden geldiği zaman yapmıştır. Çünkü o zaman, "Kasm" denilen, zevceler
arasında adalete riâyet lâzım değildir, peygamber (a. s.) sefere çıkacağı zaman
hanımları arasında kur'a çektirir, kur'a hangisine çıkarsa beraberine onu alırdı.
Döndüğü zaman "kasm"e yine başlardı. Fakat başlarken bu hakta bütün hanımları eşit
olduğu için hiçbirini tercih etmez, bir defada hepsinin yanma uğrar kasm'e ondan
sonra başlardı.

2. Birden dolaşma mes'elesi, hanımlarının rızası ile olmuştur.

3. Mühelleb'e göre bu iş zevceleri arasında kur'a çektirerek sefere çıkacağı gün
olmuştur. Çünkü kur'adan sonra kasm'e riâyet lâzım değildir.

Ancak bu te'viller Rasûlullah (s.a.)e zevceleri arasında devam üzre müsâvâta riâyet
farzdır diyenlere göredir ki, ekseri ulemânın kavli budur.

Ona kasm vacip değildir, diyenlere göre Hadîs-i te'vile hacet yoktur. Ebû Bekr İbnu'l-
Arabî diyor ki, "Allah, nikâh konusunda bazı şeyleri Peygamberine tahsis
buyurmuştur. Onlardan biri de kendisine bir saat tahsis etmesidir. O vakitte
zevcelerinin onun üzerinde hakkı yoktur. Onların hepsinin yanma girer, kendilerine
dilediği muameleyi yapar, sonra nevbet sırası hangisinirise ona döner .Müslim'in
Kitabında İbn Abbâs'tan rivayet edilen bir hadîste bu saatin ikindiden sonra olduğu
bildirilmektedir.

Rasûlullah (s.a.)'in zevcelerini bir gusülle fakat ayrı ayrı abdest alarak tavaf etmiş
olması muhtemeldir. Yahutta abdest almadan bir gusülle hepsini dolaşmış ve bunun da

13011

caiz olduğunu göstermek istemiştir.

Ebû Davûd'da 220 numarada gelecek olan hadîs Efendimizin aralarda abdest aldığını
[302]

bildirmektedir.
Bazı Hükümler

1. Temas edilen kadm ister aynı, ister ayrı ayrı olsun iki temas arasında gusul şart
değildir. Ancak gusletmek

müstehaptır.

2. Cenabetten dolayı hemen yıkanmak lâzım değildir. Fakat namaz vaktini daraltmaya
meydan verilmemelidir.

3. Güç yetmesi hâlinde temasın çokluğu mekruh değildir.



4. Adaletle hareket edileceğine emin olunduğu takdirde dörde kadar evlenmeye

T3031

dinimiz ruhsat vermiştir.

85. (Cinsî) Temastan Sonra Tekrar Temasta Bulunmak İsteyenin Abdest Alması

13041

219.. ..Ebû Râfi (r.a)'den, demiştir ki;

Rasûlullah (s. a.) bir gün her birinin yanında (ayrı ayrı) yıkanmak suretiyle, (bütün)
hanımları dolaştı. Ebû Râfî şöyle dedi;

"Yâ Rasûlullah, hepsi için bir kerre gusül etsen olmaz mıydı?" dedim.
"Bu, (sevap yönünden) daha iyi (kalbin tatmini için) daha güzel, (beden için) daha
r3051

temizdir" buyurdu.

r3061

Ebû Dâvâdi "Enes'in (Önceki) Hadîsi bundan daha sahihtir" demiştir.
Açıklama

Ebû Dâvûd bu son ifâdesi ile, önceki hadis ile bu hadîs arasındaki ihtilâfa işaret
ederek, birini diğerine tercih etmek suretiyle bu ihtilâfı gidermek istiyor.
Şevkânî, Hafızın: "Ebû Dâvûd bu hadîsi ta'n edip, Enes hadîsinin daha sahih olduğunu
söyledi" dediğini naklediyor. Aslında Ebû Davud'un yaptığı ta'n değildir. Çünkü, onun
sıhhatini inkâr etmemektedir.

Nesaî: "Bu hadîsle Enes hadîsi arasında ihtilâf yoktur. Bilakis Rasûlullah, bazan
cimâlar arasında yıkanmaz bazan da yıkanırdı" der.

Nevevî de: "Bu, Rasûlullah'm değişik zamanlarda her iki uygulamada bulunduğuna
hamledilir" demiştir.

Hadîs, cimâm tekrarlanması hâlinde, cima aralarında guslün müstehap olduğuna
delâlet eder. Şevkânî'nin beyânına göre, Zahirîlerle, îbn Habîb, temaslar arasında
abdest almanın vücûbuna kaildirler. Bu görüş sahipleri, bu babtaki hadîslere
dayanırlar.

Diğer, îslâm ulemâsına göre ise, temaslar arasında abdest almak farz değildir.
Tahâvî'nin Hz. Aişe'den naklettiği ve Rasûlullah'm cimâî tekrarlamak istediğinde
abdest almadığını ifâde eden haberler Cumhurun delillerindendir.
Ayrıca, hadîs-i şerifin son kısmı ve sahabenin sorusuna cevap niteliği taşıyan
bölümünde "Daha faziletli" olduğunu belirtmesi güsûl yapmadan da, ikinci bir
temasda bulunulabileceğine işarettir. Böylece iki hadîs arasında tearuz olmadığı açıkça
r3071

görülmektedir.
Bazı Hükümler

1. Aynı gün. temasın tekrar edilmesi hâlinde arada gusletmek mestehaptır.

2. Gusül yapmadan da cima tekrarlanabilir.

3. Dînî meselelerde tereddüt edilen noktaların sorulup öğrenilmesi lâzımdır.



220.. ..Ebû Sa'îd el-Hudrî (r.a.) Rasûlullah (s.a.)'m şöyle buyurduğunu nakletmiştir;
"Sizden biri hanımına yaklaştığında, tekrar etmeyi isterse ikisi arasında (sadece)
r3081 r3091

abdest alsın."
Açıklama

Evvelki hadîste de ifâde edildiği gibi Zahirîlerle, Malikîlerden İbn Habîb, arada abdest
almanın vücûbuna kail olmuşlardır. Buna da delil olarak hadîsdeki "İki cima arasında
abdest alsın" emrini göstermektedirler.

içinde Hanefîlerin de bulunduğu Cumhur ise, abdestin müstehap olduğu"
görüşündedirler. Ancak, Ebû Yûsuf abdestin, vacip veya müstehap olmayıp mubah
olduğunu söylemiştir.

Ulemâdan bazıları buradaki "Vudû"u lügat mânâsına alarak, maksadın tenasül
uzvunun yıkanması olduğunu; abdestin, şehveti tatmin için değil, ibâdet için meşru
olduğunu söylerler. Zira, diğer bir rivayette "abdest alsın" yerine "fercini yıkasın"

[3101

denmektedir. Buna göre yalnız avret mahallinin yıkanmasıyla da iktifa edilebilir.

86. Uyumak İsteyen Cünup (Ne Yapmalıdır?)

221.... Abdullah b. Ömer (radıyallâhü anhümâ) şöyle dedi;

Ömer b. el-Hattâb,geceleyin cünup olduğunu Rasûlullah (s.a.)'a anlattı. Rasûlullah

f31 11 r3121

(s. a.) ona; "Abdest al, zekerini yıka sonra uyu" buyurdu.
Açıklama

Hadîs-i şerifin bu şeklinden, Hz. Ömer'in, cünup olarak uyumanın hükmünü
Rasûlullah'a sorduğu, onun da yukarıdaki cevabı verdiği anlaşılmaktadır. İbn Hacer,
Nesaî'nin, bu sorunun sebebini açıkladığını, buna göre Hz. Ömer'in oğlu, Abdullah'ın
gece cünup olup, durumu babasına söylediğini, babasının da Rasûlullah (s.a.)'a
gelerek, mes'elenin hükmünü sorduğunu kaydetmektedir.

Menhel sahibi, Nesaî'nin es-Sünenu's-Suğrâsmda böyle bir hadîse rastlamadığım
söyledikten sonra hadîsin es-Sünnenu'I-Kübrâ'da olabileceğini beyân etmiştir. Fakat
Hz. Ömer'in bir sefer kendisi bir sefer de oğlu için sormuş olması da mümkündür.
Rasûlullah (s.a.)'in Hz. Ömer'e "Abdest al, zekerini yıka sonra uyu" buyurması, abdest
almanın öne alınmasını gerektirmez. Çünkü, cümleleri biri birine bağlayan atıf edatı
(vav) tertibe delâlet etmez, sadece iki şeyin bir arada toplanmasını ifâde eder. Buna
göre hadîs-i şerifte abdest almakla zekeri yıkama işlerinin ikisinin de yapılması
emredilmektedir. İstincânm abdestten evvel olduğu da malumdur. Nitekim hadîsin
İmam Mâlik'ten rivayeti; "Zekerini yıka, abdest al, sonra uyu" şeklindedir.
Hadîs-i şerifte abdestin önce alınması, onu ta'zim ve teberrük içindir. Buhârî'nin
rivayetinde abdest alma emir siğasiyla değil,"Abdest aldığı zaman uyur" şeklinde şart
sîğasiyla gelmiştir.

Cünup olan bir kimsenin uyumadan öne abdest alması meşrudur. Ancak, bunun
hükmü hususunda ihtilâf edilmiştir.



Mâlikîlerden tbn Habîb ile Zahirîlere göre cünubün uyumadan abdest alması farzdır.
Zahirî İbn Hazm ise bu mes'elede Dâvûd ez-Zâhirî'den ayrılarak, "Cünup bir kimsenin
yemek yiyeceği, uyuyacağı, selâm alacağı ve Allah'ı zikredeceği zaman abdest alması
vacip değil, müstehaptır" demiştir. Ibnu'l-Arâbî İmam Şafiî ve Mâlik'in de abdestin
farz olduğuna kail olduklarını söylemekte ise de, sonra gelen bazı Şafiî ulemâsı bunu
red etmişlerdir. Doğru olan da budur.

Süfyân-ı es-Sevrî, Sa'îd b. Müseyyeb, Hasan b. Hayy ve İmam Ebû Yûsufa göre,
cünubün abdest almadan uyuması caizdir.

Evzâî, Leys, İmam-i Azam Ebû Hanîfe, İmam Muhammed, İmam Şafiî, İmam Mâlik,
Ahmed b. Hanbel, İshâk, İbn Mübarek ve Cumhûr-u ulemâya göre, cünub kimsenin
uyumadan öne abdest alması müstehaptır. Bunlar, üzerinde durduğumuz hadîsteki
abdestin emredilmesini nedbe hamletmişlerdir. Zîra, İbn Huzeyme ve îbn Hibbân'm
Sahihlerinde İbn Ömer'den rivayet ettikleri bir hadîs-i şerifde, İbn Ömer Hz.
Peygamber'e, "Cünup iken bizden her hangi biri uyuyabilir mi?" diye sormuş Hz.
Peygamber Aleyhisselâtü vesselam da; "Evet, dilerse abdest alır" buyurmuşlardır.
Bir grup ulemâ da buradaki vudû'dan muradın vudû-ı liığavî olduğunu söylemişlerdir.
Bunlara göre, gerekli olan, elleri ve ferci yıkamaktır. İbn Cevzî bunun hikmetinin
meleklerin pislik ve kötü kokudan uzaklaşıp Şeytanların yaklaşması olduğunu söyler.
Veliyyuilah Dehlevî de, Hucettullahi'l-Bâliğa'smda şunları söylemektedir; "Cünupluk
meleklerin melekliğine zıt olduğuna göre, mü'min hakkında uygun olan, cünup olarak
uyumamak ve yemeği uzatmamaktır. Şayet gusl etmesi mümkün olmazsa abdesti
terketmemesi gerekir..."

Suyun bulunmaması veya kullanma imkânı olmaması hâlinde teyemmüm, abdestin
yerini tutar. Her ne kadar Beyhakî'nin Hz. Aişe'den yaptığı rivayette, "RasUlullah
aleyhisselâm cünupken uyumak istediği zaman abdest alır veya teyemmüm ederdi"

1313]

denilmekte ise de, teyemmüm hali abdeste kadir olamamaya hamledilmiştir.
Bazı Hükümler

1. Cimâdan sonra tenasül organı yıkanmalıdır.

11141

2. Cunup bir kimse, cunup olarak uyumak isterse, abdest alması müstehaptır.
87. Cünup İken Bir Şey Yemek

222....Aişe (r.anha), şöyle demiştir: "Rasûlullah (s. a.) cünup iken uyumak istediğinde

D 151 [316]

namaz için abdest aldığı gibi abdest alırdı."
Açıklama

Buhârî'nin rivayeti: "Tenasül organım yıkar ve namaz için abdest alırdı" şeklindedir.
Yani fercini yıkar ve namaz için abdest aldığı gibi abdest alırdı. İbn Mâce'in rivayeti
ise, Ebû Dâvûdun ki gibidir.

Hadîs-i şerifteki ( -idi) kelimesi, Efendimizin bu hareketinin bir defaya mahsus
olmayıp, tekrar ettiğini ifade etmektedir. Hadîs-i şerifin konu ile münâsebeti, bundan



sonraki hadîsde yer alan Yûnus'un Zührî'den yaptığı ziyâdedir. Ancak bu rivayet
önceki bâbla ilgilidir.

223.. ..Yûnus; Zührî'den, öneki hadîsi aynı senet ve mânâ ile rivayet etmiş ve; "Cünup

13171

iken (bir şey) yemek istediğinde ellerini yıkardı." ibaresini ilâve etmiştir.
Ebû Dâvûd şunları söylemiştir:

"Bu hadîsi îbn Vehb, Yûnus'dan rivayet edip, yemek hâdisesini Hz. Aişe'nin sözü
olarak göstermiştir.

"Salih b. Ebi'l-Ahdar da ZührVden îbn Mübârek'in dediği gibi rivayet etmiş; fakat,o
(Zührî)"Urve veya Ebû Seleme'den..." diye rivayet etmiştir.

"Evzâi ise Yûnus'tan o da Zührî vasıtasıyla îbn Mübârek'in dediği gibi rasûlullah'tan
[318]

rivayet etmiştir."
Açıklama

Müellifin bu farklı rivayetleri almaktaki maksadı, hadîsin merfTi ve mevkuf
rivayetlerine işaret ederek, îbn Mübârek'in rivayetini takviye etmektir.
Hadîs-i Şerifin zahirinden anlaşıldığına göre, cünup olan kişi bir şey yemek isterse
ellerini yıkamalıdır. Evzaî'nin görüşü de bu merkezdedir.

Ahmed b. Hanbel'e göre; cünup olan kişinin uyumazdan, ikinci defa temasta
bulunmazdan veya yiyip içmezden evvel zekerini yıkamakla beraber abdest alması
müstehaptır.

İmam Mâlike göre, ellerine pislik bulaşmışsa onları yıkar. İmam Şafiî de aynı
görüştedir. İmam Ebû Hanîfe ve Sevrî'ye göre, cünup olan kişi bir şey yemek isterse
ellerim yıkar, ağzını da su ile çalkalar. Abdest almadan uyumasında beis olmamakla

13191

beraber alması daha uygundur.

88. "Cünup Olan Kimse (Yemek Veya Uyumak İstediği Zaman) Abdest
Almalıdır" Diyenlerin Delilleri

224....Aişe (r.anhâ)den, cünüblük halini kasdederek şöyle demiştir; "Rasûlullah (s.a.)

r3201 [321J

(bir şey) yemek veya uyumak istediği zaman abdest alırdı."
Açıklama

Buharı, Müslim, Nesaî ve İbn Mâce'nin rivayetlerinden anladığımıza göre buradaki
vudû, el yıkamak manâsına değil, abdest alma manâsına kullanılmıştır. Meselâ,
hadîsin Müslim'deki rivayeti şu şekildedir; "Rasûlullah (s.a.) cünup olarak yemek
yemek veya uyumak isterse namaz için abdest aldığı gibi abdest alırdı."
Bu hadîs-i şerifle, sadece el yıkamaya işaret eden evvelki hadîs arasında bir zıtlık
yoktur. Peygamber Efendimiz, cünup iken yemek veya uyumak istediğinde bazan
abdest almış, bazan da cevazına işaret etmek için ellerini yıkamakla iktifa etmiştir.
Ancak, bu durumda Efendimizin daha çok yaptığı, abdest almak olmuştur.



Bu hadîsten cünup olan kişinin yemek veya uyumak istemesi halinde adest almasının
müstehap olduğu hükmü çıkarılmıştır.

225....Ammâr b. Yâsir (r.a.)den rivayet edildiğine göre; "Rasûlullah (s. a.), cünup olan
kişiye (birşey) yiyeceği, içeceği veya uyuyacağı zaman abdest almasına ruhsat
[322]

verdi."

Ebû Dâvüdşöyle demiştir; "Bu hadîsin senedinde, Yahya b. Yâ'mur ile Ammâr b.

f3231

Yâsir arasında zikredilmeyen bir râvî vardır."

Ali b. Ebî Tâlib, îbn Ömer ve Abdullah b. Amr; "Cünup olan kişi yemek istediği

13241

zaman abdest alır" demişlerdir.
Açıklama

Cünup olan kimsenin yemek, içmek veya uyumak istediği zaman abdest almasının
hükmü 22 1 . hadîsin açıklamasında verilmiştir. Müellifin hadîse ilâve olarak, Hz. Ali,
İbn Ömer ve Abdullah b. Amr'm görüşlerini zikretmesi, üzerinde durulan hükmün,

[325]

hem merfu hem de mevkuf olarak sabit olduğuna işaret içindir.
Bazı Hükümler

Hadîs, cünup olan kişinin, yemek, içmek veya uyumak istediği zaman gusletmesmin
cfdaı olduğuna işaret ediyor. Çünkü, abdest ruhsat olarak gösterilmiştir. Azimet de

[326]

ruhsattan daha efdaldir. Ancak, gusledilmemesi hâlinde abdest alınmalıdır.
89. Cünup Olan Kişinin Guslü Geciktirmesi

[3271

226....Gudayf b. Haris (r.a.) şöyle demiştir: "Aişe (r.a)'ya: Ne dersin? Rasûlullah

(s.a.) cünuplükten dolayı, gecenin başında mı, yoksa sonunda mı yıkanırdı? dedim.

Bazan başında bazan da sonunda guslederdi, dedi.

Allahu Ekber... Genişlik (kolaylık) veren Allah'a hamd olsun, dedim.

(Peki) Vitri gecenin başında mı yoksa sonunda mı kılardı? Bana haber ver, dedim.

Bazan başında bazan da sonunda kılardı dedi.

Allahu Ekber... Kolaylık ihsan eden Allah'a hamd olsun, dedim.

(Gece) namazında, açıktan mı yoksa sessiz mi okurdu? diye sordum.

Bazan açıktan bazan da sessiz okurdu, dedi.

r3281 P291

Allahu Ekber... Kolaylık ihsan eden Allah'a hamd olsun,dedim."
Açıklama

Hadîs-i Şeriften, cünup olan kişinin, cünup olur olmaz hemen yıkanmasının farz



olmadığı, gecenin sonuna kadar guslü tehir ve terketmesinin caiz olduğu
anlaşılmaktadır. Ancak, bundan sonraki hadîste tafsilatı geleceği gibi, gusülde acele
etmek efdaldir. Rasûlullah (s. a.) ümmetine bir kolaylık ve cevazına işaret etmek üzere
guslü bazan gecnin sonuna kadar te'hir etmiştir.

Vitir konusunda da Hz. Aişe, soru biçimine uyarak, Efendimizin vitri bazan gecenin
evvelinde bazan da sonunda kıldığını söylemiştir.

Halbuki Rasûlullah (s.a.)'m gecenin evveline ve sonunda olduğu gibi, ortasında da
kıldığı olmuştur. İnşallah vitir namazı bahsinde konu hakkında geniş malûmat
verilecektir.

Gece namazlarmdaki kıraatin şeklinin ne olacağı hususu da yeri geldikçe mufassalan
verilecektir. Burada sadece, geceleyin namaz kılan kişi için Hanefîlere göre, hem
açıktan hem de sessiz olarak okumanın caiz olduğunu hatırlatmakla iktifa edelim.
Yalnız, Teravih cemaatle kılmırsa, imam olan kişi açıktan okumalıdır. Ayrıca bu
mes'ele efdaliyet mes'elesidir. Hanefi ulemasından Aynî; "Sahih olanın, okuyanın
zamanı, yeri ve hali ile mukayyet olduğunu, sesli veya sessiz okumada bu hususların

T3301

göz önünde bulundurulması gerektiğini" söyler.
Bazı Hükümler

1. Cünup olan kişinin, cünup olur olmaz gusl etmesi farz değildir.

2. Vitir namazının hem gecenin evvelinde hem de sonunda kılınması caizdir. Ancak,
gecenin sonunda kalkmaya alışık olanların te'hir etmeleri, alışık olmayanların da,
gecenin başında kılmaları efdaldir.

3. Geceleri kılman nafile namazlarda kıraatin açıktan olması da gizü olması da caizdir.

227.. ..Ali (r.a.) Rasûlullah (s.a.)'in şöyle buyurduğunu haber vermiştir;

[331] f3321

'İçinde, resim, köpek ve cünup bulunan eve melekler girmez"
Açıklama

Melâike, melek kelimesinin çoğuludur. Bu kelimenin aslı "mef al" vezninde,
"mel'ek"tir. Hemzenin harekesi lâm'a nakledilerek hemze hazfolunmuş ve "melek"
olmuştur. Cemî yapılacağında, hazf edilen hemze geri gelmektedir.
Melekler lâtif, nürânî cisimlerdir. Müslim'in Hz. Aişe'den rivayet ettiği bir hadîs-i
şerifte; "Melekler nurdan, cinler dumansız ateşten, Adem Kur'an-ı Kerîmde de sizlere
belirtildiği gibi (topraktan) yaratılmışlardır? Erkeklik ve dişilikle vasfedilemezler.
Muhtelif şekillere girebilirler. Şöyle ki;

a. Meçhul bir insan suretinde görünmeleri; Meselâ; Hz. Cibril'in bilinmeyen bir insan
suretinde Hz.Peygamber (s.a.)'in ve sahabelerin bulunduğu meclise gelmesi, Hz.
Peygamber'e İman ve İslâm hakkında soru yöneltmesi, Hz. Ömer tarafından rivayet
edilmektedir. Ayrıca Meryem Sûresi'nde Meryem'e Cebrail'in tanımadığı bir insan
suretinde görünmesi, aynı sûrenin 16, 17, 18 ve 19. âyetlerinde belirtilmiştir.

b. Belirli bir insan suretinde görünmeleri: Meselâ: Cibrîl-i Emin'in sahabelerden
Dıhye el-Kelbî suretinde geldiği beyan edilmektedir.

Melekler yemekten, içmekten, evlenmekten, doğmaktan, doğurmaktan uzaktırlar.



Hatta insan suretine büründükleri zaman dahi yemez içmezler. Meselâ, Hz. İbrahim
kendisine insan suretinde gelen meleklere, ikramda bulunduğunda yemeğe el
sürmemişler, Hz. İbrahim de bu olaydan korkmuştu. Zâriyât Sûresi'nin 24, 25, 26, 27
ve 28. âyetlerinde bu olay anlatılmaktadır.

Meleklerin bir kısmı dâima ibâdet, zikir ve fikirle uğraşır. Nitekim, Enbiyâ Sûresî'nin
19 ve 20. âyetlerinde bu husus açıkça belirtilmektedir. Bir kısmı da yerde ve göklerde
bir takım vazifelerle meşgul olurlar. Bunlar arasında Cebrail'in peygamberlere vahiy
getirmek, Azrail'in ruhları kabzetmek, Mîkâü'in hadîste beyan edildiği gibi, nzik
işleriyle meşguliyet, İsrafil'in kıyametten önce Sûr üfurmek, gibi görevleri vardır. Arş'ı
taşıyan melekler, Arş'm etrafını çevreleyip de Cenab-ı Allah'ı teşbih eden melekler,
Cennet ve Cehenneme müvekkel olan melekler, insanlarla meşgul olan, 121. gün ruh
vermekle mükellef olan melekler, insanların amellerini murakabe eden melekler,
insanları korumakla yükümlü olan melekler v.s. olduğu bilinmektedir. Meleklerin
şekil olarak iki, üç, dört kanatlı olanları bulunduğu Fâtır Sûresi'nin birinci âyeti
kerimesinde belirtilmektedir. Ayrıca Hz. Aişe'den mervî bir hadis-i şerifte
Rasûlullah'm Cebrail'i melek suretinde altıyüz kanadıyla ufukları doldurmuş halde iki
kere gördüğü; birinin Mîraç Gecesi, diğer birinin de Mekke'deki Ecyâd Vadisinde vâki
olduğu belirtilmektedir.

Melekler yerle gök arasında Cenab-i Hak'ın izni ile her çeşit çekim ve akımlar da dahil
hiçbir şeyden etkilenemezler. Uzun mesafeleri kısa zamanda katetmeye muktedir
oldukları âyeti kerîmelerde beyan edilmektedir. Meleklerin gücü hiçbir insan gücüyle
ölçülemez. Nitekim, Lût Kavmi'nin helak edilmesindeki hâdise bunu açıkça gösterir.
Melekler Allah'ın emirlerine asla isyan etmezler. Vazifelerini emrolundukları biçimde
yaparlar. Sayıları insanlarca bilinmez. Taberânînin bir rivayetinde, yedi semâda melek
bulunmayan, bir ayak, bir karış, hatta bir avuç yerin olmadığı ifâde edilmektedir.
Üzerinde durduğumuz Hadîs-i Şerifteki Meleklerden murat, Hafaza, Kirâmen Kâtibin
ve ruhları kabzetmekle vazifeli olanların dışmdakilerdir. Çünkü, bunlar her eve
girerler.

Hadîsin zahirinde Meleklerin evlere girmemelerine sebep olan resim'in evsâfı tâyin
edilmemiştir. Hadîsin mutlak oluşundan hareketle Nevevî, Meleklerin, içerisinde her
türlü resim bulunan eve girmediklerini söylemiştir. Resimle ilgili diğer hadîslerin de
gözönüne alınması halinde, buradaki resimden maksadın canlı resmi olduğunu
söyleyenler de çoktur.

Mes'ele, aslında yapılması veya kullanılması meşru olan ve olmayan resimlerle
ilgilidir. Yani yapılması ve kullanılması meşru olan resimler meleklerin girmesine
mâni değil, meşru olmayanlar manîdir.

Tecrîd-i Sarih'de, resimle ilgili değişik hadîsler ve ulemânın değişik görüşleri
verildikten sonra hulâsa olarak şunlar kaydedilmiştir.

"...Bubâbda ulemânın iki noktada ittifak ve bir noktada ihtilâf ettiklerini görüyoruz.
İttifak ettikleri noktalardan birisi; Ağaç, dağ, taş gibi eşya ve manzara resimlerinin
mutlak surette mubah olduğudur. Diğeri de vesikalık fotoğraflar gibi vücudun tamamı
olmayarak bedenin bir kısmına âit olan canlı resimlerinin hem yapılmalarının hem de
kullanılmalarının caiz olduğudur. Vücudun tamamı olan canlı resimleri hakkında
ihtilâf edilmiştir. Bazı âlimler tazim maksadı olmaksızın bunların kullanılmasını da

r3331

mekruh olmakla beraber caiz görmüşlerdir. Bazıları da caiz görmemişlerdir."

Menhel sahibi ise, Canlı resimlerinin yapılmasının haram olduğunda ulemânın ittifak



ettiğini kaydeder.

Resmin nehy edilmesinin en önemli sebebi, bunlara ibâdet edilmesi endişesidir. İslâm,
tevhid dînî olduğu için tevhide zarar verme ihtimâli olan her şeyden sakmılmıştır.
Hatta, Efendimiz kendi kabrine bile ibâdet edercesine hürmet gösterilmesini
istemiyordu. Bu sebeple, İslâm'ın ilk günlerinde Rasûlullah aleyhisselâm, ister tazim
ister tahkir ifâde edecek biçimde kullanılsın, ister ibâdet ister ihanet manâsı arzetsin,
resimli eşya kullanılmasını mutlak surette nehyetmiştir. Fakat, İslâm şirke galip gelip,
zafer tahakkuk ettikten sonra, ilk günlerdeki kadar dar çerçeveli harekete lüzum
kalmamış, resim ve timsallerin ta'zim ifâde etmeyecek biçimde kullanılmasına müsaa-
de edilmeye başlanmıştır.

Netice olarak; İçinde canlı bulunmayan manzara resimlerinin yapılmasında,
alınmasında ve kullanılmasında bir mahzur olmadığı ittifakla kabul edilmiştir. Canlı
resimler için "mutlak surette caizdir" diyenler olduğu gibi, tamamen yasaklayanlar da
olmuştur. Üçüncü bir görüşe göre, ta'zîm kasdedilmek sizin timsâli olmaması şartıyla
kullanılmasının caiz olduğu ve meleklerin girmesine mâni olacağı beyan edilmekte ve
uygun olan görüşü de bu olduğu ifâde edilmektedir.

Meleklerin evlere girmekten kaçınmalarına ikinci sebep de köpektir. Hadîsin zahiri,
ister çoban ve av köpeği gibi alınıp satılması caiz olanlardan olsun, ister olmasın bütün
köpekleri içine almaktadır. Çünkü, hadîs-i şerifte "Kelb (köpek)" kelimesi siyakı
nefıyde nekre olarak gelmiştir. Bu da umûm ifâde eder. Kurtubî ve Nevevî, bu görüş
sahiplerindendir.

Hattâbî ve bir gurup âlim'e göre; bekçilik için bulundurulan köpekler bu hükmün
dışındadır.

Meleklerin, köpek bulunan evlere girmekten imtina etmelerine değişik sebepler
gösterilmiştir. Kimi, köpeğin aynının pis olmasını, kimi necaset yemesini ileri
sürmüşlerdir. Bazı âlimler ise, yukarıdaki sözlere itiraz ederek bunu kulun
bilemiyeceğini söylemişlerdir.

Netice olarak: Hadîs-i şeriflerde belirtilen çoban köpeği, av köpeği, ekin ve ziraat
koruyuculuğu yapan köpekler ve bunlara kıyasla faydalı ve lüzumlu olan, askeriyede
kullanılan muhabere köpekleri, polis köpekleri, bulundurulmalarına izin verilen
köpeklerdendir. İhtiyaca binâen bulundurulan bu köpeklerin bulundukları eve, çiftliğe
veya müesseseye izin verilmeleri sebebiyle meleklerin girmesine mâni bir hal
olmadığı anlaşılmaktadır.

İhtiyaç dışında olan süs köpekleri, sokak köpekleri v.s.'nin bulunduğu evlere
meleklerin girmeyeceği hadîs-i şerifte belirtilmiştir.

Allahu âlem hadîsteki hükmün de bu olduğunu söylemek zorlama olmayacaktır. Daha
geniş bilgi için 74. 'üncü hadîse de müracaat ediniz.

Meleklerin evlerden uzak kalmalarına sebep olan üçüncü şey de hadîsin bu babda
şevkine sebep olan cünupluk halidir. Bundan murat guslü terketmeyi âdet haline
getirip, namaz vaktinin geçmesine aldırış etmeyenlerdir. Ra-sûlullah (s.a.)'m bir
gusülle bütün hanımlarını dolaşması, Hz. Aişe'nin bildirdiğine göre, guslü bazan
gecenin sonuna kadar geciktirmesi, bir müddet cünup durmanın mahzurlu olmadığını
gösterir.

Eğer, bu durum meleklerin eve girmesine engel olsaydı, devamlı melekle haşir-neşir
olan Rasûlullah guslü geciktirmezdi.

İçinde cünup bulunan eve meleklerin girmekten imtina etmelerinin hikmeti, cünubun



13341

namazdan ve Kur'ân okumaktan uzak olmasıdır.



Bazı Hükümler

1. Hadîs, yukarıda belirtilen ve -istisna edilen köpek ve resimlerin haricindeki- köpek
ve resim bulundurmayı yasaklamaktadır.

2. Cünüplükten ötürü yıkanmakta gevşeklik göstermek hayr ve berekete mânidir.

228.... Aişe (r.a.) şöyle demiştir; "Rasûlullah (s. a.) cünup olduğu halde, suya

r3351

dokunmadan uyurdu."

Ebû Dâvûd dedi ki; Hasen b. A li el- Vâsıtî bize haber verdi ve dedi ki; "Yezîd b.
Harun'un Bu hadîs (Ebû îshâk hadîsini kastederek) yanılmadır, dediğini
T3361

duydum."
Açıklama

Hadîs-i şeriften Rasûlullah Efendimizin cünup olduğu halde abdest almadan ve
gusletmeden uyuduğu anlaşılmaktadır. Efendimizin bu hareketi, cünupken, abdest
almadan uyumanın caiz olduğunu göstermek içindir.

Nevevî, Müslim Şerhi'nde şunları söyler: "Bu hadîs sahihse, Peygamber
aleyhisselâm'm uyumadan evvel abdest aldığını belirten diğer rivayetlere muhalefet
arzetmemektedir. Bu rivayetlerin te'lîfı şu iki şekilde yapılmıştır.

1. Burada swya doVommatoan maVsaVgusüldür. Bu iki büyük imâm (Ebu'l-Abbas
ibn Şureyh ve Ebû Bekir el-Beyhâkî)m te'vîlidir.

2. Bazı hallerde Rasûlullah asla suya el sürmemiştir. Şayet devamlı abdest alsaydı,
onun vacip olduğu zannedilebilirdi. Bence uygun olan te'vil de budur."

Müellifin sondaki ziyâdeyi getirmekten maksadı, bu hadîsin hâlini beyan etmektir. Bu
hadîste hata olduğunu Ebû Dâvûd' tan başka söyleyenler de vardır. Tirmizî de;
"Rasûlullah'in uyumadan önce abdest aldığına dâir olan Hz. Aişe hadîsini Esved'den
bir çok kişi rivayet etmiştir. Bu, Ebû İshâk'm Esved'den rivayet ettiği (üzerinde
durduğumuz) hadisten daha sahihtir. Bu hadîsi, Ebû İshâk'tan, Şu'be, Sevrî ve
başkaları rivayet etmiştir. Bunların hepsi hatanın Ebû İshâk'tan olduğu görüşündedir"
denilmektedir.

Ebû İshâk'm yanıldığı nokta şudur: O, bu hadîsi uzun bir hadîsten kısaltmış fakat bunu
yaparken hata etmiştir. Hadîsin tamamını Tahâvî rivayet etmiştir. Tahavî rivayetinin
sonunda; 'Rasûlullah'in suya dokunmamasından muradı guslet mernesidir, bu da
abdest almadığını ifâde etmez" demiştir.

Bütün bu söylenenlere rağmen îbn Mâce de aynı hadîsi, Ebû Dâvûd'taki şekli ile
rivayet etmiştir. Bu hususta îmâm Nevevî'nin biraz önce söylediği gibi doğru görüş:
"Üzerinden namaz vakti geçmemek ve bunu âdet haline getirmemek kaydı ile cünup
olarak bir müddet yatabileceği ve kalabileceğedir. Bununla birlikte anında yıkanmak
ve temiz olmak, ibadetlere hazırlıklı bulunmak müstehaptır.

Hadisten cünup olan bir kimsenin gusletmeden ve abdest almadan uyumasının caiz



T3371

olduğu anlaşılmaktadır.



90. Cünup Olarak (Kur'ân) Okumak

229.. ..Abdullah b. Seleme'den, demiştir ki; Biri bizden, diğerinin de Benî Esed'den
olduğunu zannettiğim iki kişi ile birlikte Ali (r.a.)'m huzuruna girdim. Ali (r.a.) onları
(âmil olarak veya bir başka görevle) bir tarafa gönderdi ve şöyle dedi:
"Siz, ikiniz de güçlü kuvvetlisiniz. Dîniniz için çalışınız (veya dîninizi koruyunuz)."
Sonra kalkıp helaya girdi. Heladan çıktı (ğmda) su istedi, bir avucuna alıp onunla
(ellerini) yıkadı. Sonra Kur'ân okumaya başladı. (Oradakiler) bunu garipsediler.
Bunun üzerine Hz. Ali şöyle dedi:

"Muhakkak, Rasûlullah (s. a); heladan çıkar, bize Kur'ân-ı Kerîm okutur ve bizimle
beraber et yerdi. Cünuplükten başka hiç bir şey onu Kur'ân (okumak)dan
P381 P391

ahkoymazdı."
Açıklama

Hadîs-i şerif cünup iken Kur'ân okumanın caiz olmadığına delâlet ediyor. Cumhurun
görüşü de budur. Bunlar, üzerinde durduğumuz hadîs ile Tirmizî ve tbn Mâce'in Ibn
Ömer'den rivayet ettikleri, "Cünup ve hayızlı olan Kur'ân'dan bir şey okumasın"
mealindeki hadîse dayanmışlardır.

Cumhur her ne kadar cünubun Kur'ân okuyamayacağında hem fikir ise de, bazı
istisnalarda aralarında görüş ayrılıkları vardır. Şöyle ki;
Şâfıîlere göre, zikir maksadıyla okunabilir.

İmam Mâlik ve Ahmed b. Hanbel, "Cünubun bir âyet kadarını okumasına ruhsat
verilir" demiştir,

Hanefilere göre: Duâ ve senaya dâir olan âyetleri, duâ ve sena maksadıyla okumak
caizdir.

İbn Münzir, Taberî, İbn Abbas ve Dâvûd ez-Zâhirî'ye göre, cünup iken Kur'ân okumak
caizdir. Bunlar Hz. Aişe'den rivayet edilen, "Rasûlullah (s. a.) her halinde Allah'ı
zikrederdi" hadîsine dayanmışlardır.

Cünupken Kur'ân okumanın haram olduğunu söyleyen Cumhura göre, bu zikirden
maksat, Kur'ân-ı Kerîm'in dışında olanıdır.

Cünup iken, bir örtü veya çubuk ile de olsa Kur'ân'a dokunmak, imamların ekserisine
göre haramdır. Hanefilere göre; Kur'ân'a bitişik olmayan bir kılıf, bir mahfaza, bir
torba veya sandık içinde bulunan bir Mushaf-ı Şerifi tutmak caizdir. Bunların
haricinde haramdır. Kur'âru Kerîme cünup iken el sürmenin haram olduğu görüşünde
olan ulemâ "Ona (Kurân'a) tam bir surette temizlenmiş olanlardan başkası el süremez,

13401

(O) âlemlerin Rabbi'nden indirilmedir" âyeti kerimesine dayanmışlardır.
Dâvud ez-Zâhirî, cünup kimsenin Kur'am Kerîme dokunmasını caiz görür. Delîli,
RasûluUah (s. a.) Herakliyus'a yazdığı mektupta Kur'ân-ı Kerîm'-den âyet
bulunuşudur. Gerek Herakliyus gerekse adamları pis (cünup) oldukları ve Efendimizin
onların dokunacağını bildiği halde mektubuna âyet yazdığını söyleyerek görüşünü
takviye cihetine gider.



Cumhur bu iddiaya, "Rasûlullah'in mektubundaki bir âyettir, buna da mushaf denmez"
diyerek cevap vermiştir.

Hanefî, Şafiî ve Hanbelîlere göre, abdestsiz olan kişinin de Kur*ân-ı Kerîme
dokunması haramdır. Kur'ân'a bitişik olan cildi, kenanndaki beyaz kısım ve satırlarının
arası için de hüküm aynıdır. Yalnız, Hanefî ve Hanbelîlere göre, abdestsizin, Kur'ân-ı
Kerîm ona bitişik olmayan kılıfı ile veya elbisesinin yeni ile dokunması caizdir.
Cünup veya abdestsiz olan kimse, yanması, suya batması, kâfirin eline geçmesi veya
necasete düşmesinden korktuğu takdirde, Mushafı eline alabilir. Eğer eline almaz ve
kurtarma imkânı varken yanmasına, suya batmasına veya kâfirin eline geçmesine göz
yumarsa günahkâr olur. Necasette bırakırsa kâfir olur.

Netice olarak: Abdestsiz olan kişinin Kur'ân-ı Kerîm'e dokunması ona bitişik olan
kapta olsa dahi caiz değildir. Abdestsiz iken ezberden Kur'ân okumak ve dinlemek
caizdir.

Cünup iken Kur'ân'a dokunmak ve okumak caiz değildir. Ancak duâ âyetlerinin, duâ
maksadıyla ezbere okunması caizdir.

Cünup, hayızlı ve nifaslı kadınların Kur'ân'ı dinlemelerinde bir beis yoktur, -her ne

[34U

kadar cünup olan kişinin bir an evvel yıkanması gerekli ise de-
fi azı Hükümler

1. Devlet başkanının, raiyyesinden bazılarını, lüzumlu gördüğü vazifelere ta ymı
caizdir.

2. Kişi görüşüne muhalif birşey görürse bunu ortaya koymalıdır.

3. Abdesti olmayan kişinin ezberden Kur'ân'ı Kerimi okuması caizdir.

[3421

4. Cünubun okuması ise haramdır.

91. Cünup Olanın Musafaha Etmesinin Cevazı)

230....Huzeyfe (b. el-Yemân)den rivayet edildi ki; "Rasûlullah (s.a.) kendisi ile
karşılaştı ve elini uzattı. Huzeyfe de;

[343]

Ben cünubum, dedi. Buna karşılık rasûlullah; "Müslüman necis olmaz" buyurdu.
I344J

Açıklama

Bazı nüshalarda, ( Necis olmaz) ibaresi yerine Necis değildir) ifâdesi kullanılmıştır.

13451

Hadîs-i Şerifin Müslim'deki rivayeti; şeklindedir.

Hadîs-i şerifteki "Müslüman necis olmaz" ifâdesinden murat, onun cünuplük sebebiyle
pis olmayacağı ve başkasını pisletmeyeceğidir.

Cünupluk sebebiyle insanın pis olmaması, sadece müslümana mahsus değildir.
Kâfirlerin vücutları da necasete bulaşmadıkları takdirde temizdir.



13461

Zahirîler, ( ) "Müşrikler necistir.

âyeti kerîmesinin zahirine bakarak, müşriklerin necîsu'l-ayn olduklarına hük-
metmişlerdir. İbn Reslân'm beyânına göre, bunlara şu şekilde cevap verilmiştir:
"Ayetten murat, müşriklerin itikatlarının pisliğidir, bedenleri değil. Ayrıca Cenâb-ı
Allah, Ehl-i Kitabın kadınları ile evlenmeyi mubah kılmıştır. Onlarla aynı yatağa
yatan kimsenin terlerinden korunması mümkün değildir. Buna rağmen, ondan dolayı
yıkanmak emredilmemiştir. Şu halde ister müslim, ister kâfir diri olan kimse, necîsu'l-
ayn değildir."

Nevevî, bu hadîs-i şerif için şunları söyler:

"Bu hadîs, ister ölü ister diri, müslümanm temiz oluşu hakkında büyük bir asıldır. Diri
olanların temizliği icmâ ile zahirdir. Hatta, bir kadın çocuk düşürse, fercinden çocuğa
bulaşan ıslaklık dahi temizdir..."

Ölü hakkında ise, ulemâ ihtilaflıdır. Şafıînin ikj görüşü vardır: Sahih olanına göre, o
temizdir. Rasûlulîah'm: "Ölü ikejarde, diri iken de müslüman necis olmaz" mealindeki
hadîs-i şerifi de buna işaret etmektedir. Temizlik ve pislik (taharet ve necaset)
hususunda kâfir de müslüman gibidir.

Hanefî âlimlerinden Aynî de, ister ölü ister diri olsun müslümanm necis olmayacağım
söyledikten sonra şunları ilâve eder: "Eğer sen, müslümanm ölüsünün de dirisinin de
pis olmayacağına dâir söylenenlere karşı;"öyle ise, cenazenin yıkanmaması gerekirdi"
dersen, şu karşılığı veririm: Cenazenin yıkanmasının vücûbımda âlimlerimiz ihtilâf
etmiştir. Bazılarına göre, Necasetten dolayı değil, mafsalların gevşemesi sebebiyle
çıkması umulan bir ha-desten dolayı yıkamak farzdır. Çünkü, insanoğlu bir ikram
olarak ölümle pislenmez. Eğer pislenseydi diğer hayvanlarda olduğu gibi yıkamakla
temizlenmemesi gerekirdi. Normal olarak, bu durumda, sağlığında olduğu gibi bir
abdest aldırmakla iktifa etmek gerekirdi. Fakat hayatta iken hades tekrarlandığı, ölüm
sebebiyle ise tekrar etmediği için ölüm hâlindeki hades cünupluğa benzetilmiş ve
vücûdun tamâmının yıkanması icâp ettiğine hükmedilmiştir. Çünkü bunda bir güçlük
yoktur.

"Irak âlimlerine göre ise; Cenaze hadesten dolayı değil, ölüm sebebiyle pislendiği için
yıkanır. Çünkü, insanda, akan kan vardır. Bundan dolayı diğer pis şeylere kıyasla,
ölüm hâlinde pislenir. Eğer öyle olmasaydı, insanın kuyuya düşüp ölmesi ile, kuyu
pislenmezdi."

Netice olarak diyebiliriz ki; İslâm ulemâsının Cumhuruna göre, cünupluktan dolayı
insanın vücûdu pislenmez ve başkasını da pisletmez. Bundan dolayı cünup birisi ile

13421

konuşmak da, ona dokunmakta ya da musâfaha etmekte, mahzur yoktur.
Açıklama

1. Alim olan birisi, karşısmdakinde yanlış bir hareket görürse onu ikâz etmeli,
doğrusunu söylemelidir.

2. Cünupluktan dolayı guslü te'hir etmek caizdir. Ancak, namaz vaktinin geçmesinden
korkutursa acele edilmelidir.

3. Cünupluk, dokunanı pisleyen cinsten bir necaset değildir.

231. ...Ebû Hureyre (r.a.)'den, şöyle demiştir; "Medîne yollarından birinde, ben cünup



iken Rasûlullah (s. a.) bana rastladı. (Ondan) gizlendim, gidip yıkandım ve (geri)
geldim.

Rasûlullah (s. a.):

Nerede kaldın? Vâ Ebâ Hureyre? dedi. Ben;

Cünup idim, temizlenmeden seninle beraber oturmayı doğru bulmadım, dedim.

[348]

Sübbânellah. Müslüman necis olmaz, buyurdu."

(Ebû Dâvûd dedi ki:) Bişr kendi rivayetinde hadîsi Humeyd ve Bekr'den tahdisen

[3491

aldığını gösteren ( ) tabirini kullandı.
Açıklama

Hadîs-i şerifteki; ( ) "gizlendim" kelimesi Buhârf nin bir rivayetinde; aynı manada
( ) bir başka rivayetinde ( ) "Sıvıştım" Müslim ( ) "Sıvıştı"

Tirmizîde ( ) "Koştum" şekillerindedir. Ayrıca; ( ) " kendimi necis saydım." ( )
kendimi noksan buldum" ( ) "Kendimi Rasûlullah aleyhisselâmla beraber
oturmaktan men ettim" şekillerinde rivayet edenler de olmuştur.
Ebû Hureyre'nin Efendimizden geri kalmasının sebebi şudur: Rasûlullah aleyhisselâm,
Ashabından birisi ile karşılaşırsa, musafaha ve duâ ederdi. Ebû Hureyre cunupluk
sebebiyle kendisini pis zannetmiş ve O halde Allah Rasûlunun kendisiyle musafaha
etmesinden korkmuştur. Bundan dolayı koşarak yıkanmaya gitmiştir.Rasûlullah
aleyhisselâm, Ebû Hureyre'nin bu hareketine hayret etmiş ve; "Sübhânellah.
Müslüman pis olmaz" buyurmuştur.

"Sübhânellah" kelimesi, tenzih ve teacüp (hayret) manâsına kullanılır.
Burada teaccup için gelmiştir. Bu kelime, mahzûf bir fiilin mefulüdür. "Seni tenzih
için teşbih ettim, yâ Rabbi" takdirindedir. Bazıları da bu kelimenin "Tâat hususunda

r3501

Allah'a koşarım" manasına geldiğini söylemişlerdir.
Bazı Hükümler

1. Fazilet sahiplerine hürmet ve ta'zim'de bulunmak, onların yanında güzel kılık ve
kıyafet, terbiye ve nezaketle oturmak müstehaptır.

2. Cünup olan kişinin, namaz vaktinin geçmesinden korkmuyorsa yıkanmadan önce
bazı önemli işlerini yapması caizdir.

[3511

3. Cemaat reisinin, cemaatını ısındırmak için iltifat etmesi güzeldir.
92. Cünup Olan Kimsenin Camiye Girmesi

232....Aişe (r.anhâ)'nm şöyle dediği rivayet edilmiştir; Ashâb-i Kiramın evlerinin

kapıları Mescide açılmış bir halde iken, Rasûlullah (s.a.) (Mescide) gelip;

"Şu evlerin yönlerini (kapılarını) mescidden çeviriniz" buyurdu ve(hucre-i saadetine)

girdi.

Ashab, kendileri hakkında bir ruhsat inmesini umarak bir şey yapmadılar (evlerin
kapılarını çevirmediler.) Bir müddet sonra Rasûlullah aleyhisselâm onlar (m yanma)



tekrar çıktı ve;

"Şu evlerin (kapılarını) çeviriniz. Çünkü ben, mescidi hayız ve cüntıp (olan)lara helâl

[3521

görmüyorum" buyurdu.

r3531

Ebû Dâvûd dedi ki; ıı(Seneddeki)0(Eflet b. Halîfe), Füleyt el-Âmirî'dir."
Açıklama

Zahirîlerden İbn Hazm, senetteki "Eflefın meçhul olduğunu ileri sürerek bu hadîsin
zayıf olduğunu söylemiştir. Buna karşılık; Şevkânî, îbn Kattan, îbn Huzeyme ve İbn
Seyyid'in Nâs sahih olduğunu söylemişlerdir.

Hattâbî şöyle der; "Eflet'in meçhul bir râvi olduğunu ileri sürerek bu hadîs için zayıf
demişlerdir, ama bu isabetti değildir. Çünkü, İbn Hıbban ona "sıka" Ebû Hatim de
"Şeyh" demiştir. Ahmed b. Hanbel, ( ) ifâdesini kullanmış, Süfyân es-Sevrî ve
Abdulvâhid b. Ziyâd da kendisinden hadîs rivayet etmişlerdir. Onun hakkında,
Kâşifte; "sadûk" Bedru'l-Münîr'de "Meşhur, Sıka" denilmiştir..."
Cünup olanın camiye girmesinin caiz olup olmadığı hususu ihtilaflıdır.
Müzenî, Dâvûd ve îbn Münzir'e göre, özürlü veya özürsüz, abdest alarak ya da
almadan, camide oturmak veya caminin içinden geçip gitmek caizdir. Bunlar, bundan
evvelki bâbda geçen "Müslüman pis olmaz" hadîsine dayanırlar. Ancak müslumamn
necis olmaması, onun camide kalmasının caiz olmasını gerektirmez. Bu konuya has
hadîsler bulunmaktadır.

İshak b. Rahûye, Süfyân es-Sevrî ve Mâlikîlerin çoğunluğuna göre, cünubun, caminin
içinde Hurması da, geçip gitmesi de caiz değildir. Ancak zaruret hâlinde abdest alarak
içinden geçebilir. Bazı Mâlikîlere göre, teyemmüm etmelidir.

Hanbelîlere göre: Zaruret olsun olmasın, abdesti oîmasa bile geçip gitmesi, abdest
almak şartıyla da içinde kalması caizdir.

Şafıîier; mescidde durmadan geçip gitme hususunda Hanbelîlerin görüşündedirler.
Delilleri şu âyeti kerîmedir.

"Ey iman edenler, siz sarhoşken ne söyleyeceğinizi bilinceye ve cünup iken de -yolcu

[3541

olmanız müstesna- gusledinceye kadar namaza yaklaşmayın..."

Şafıîier ( ) (geçip gitmenin) ancak namaz kılman yerlerde olabileceğini, bunun
sefere mahsus olduğunu söylemeye delil bulunmadığını söylerler. Üstelik "Müsâfır"
kelimesi âyette tekrarlandığı için sefer manâsına kullanılmış olsaydı tekrar olacaktır.
Kur'ân-ı Kerîmde ise bunun olmadığı açıktır, derler.

Sa'îd ve îbn Ebî Şeybe'nin Câbir'den İbn Münzir'in de Zeyd b. Eşlem'den rivayet
ettikleri hadîsler de Şafiîlerin delillerindendir.
Cünubun, camide durması ise Şafiîlere göre de haramdır.

Hanefîlere göre; Cünubun, eğlenmeden, geçip gitmek içinde olsa mescide girmesi
haramdır. Ancak evinin kapısı mescide açılıp da değiştirme imkânı olmayışı gibi
zaruret hallerinde haram olmaz. Eğer mescidde iken cünup olur da beklemeden
çıkabilirse, teyemmüm edip çıkar. Çıkamazsa, teyemmüm edip bekler. Cünup
olduğunu bilmeden camiye girer de camide iken cünup olduğunu hatırlarsa, hemen
dışarı çıkar, Çıkamayacaksa teyemmüm edip bekler. Fakat, namaz kılamaz, Kur'ân-ı
Kerîm okuyamaz. Hanefîler; üzerinde durduğumuz hadîs ile, Tirmizî'nin rivayet ettiği,



"...Yâ Ali şu mescidde cünup olarak (bulunman) seninle benden başka hiçbir kimseye
helâl olmaz" hadîs-i şerifidir. Üzerinde durduğumuz hadis hakkında bazı şeyler
söyİenmişse de, Açıklama kısmının başında hadîsin sahih olduğunu söyleyenlerin
çoğunlukta olduğu beyan edilmiştir.

Hanefîler, Şafiîlerin delil kabul ettikleri âyeti onlar gibi anlamamışlar, ( -namaz)
kelimesinin başına ( -yerleri) kelimesinin muzaf olarak takdir edilmesine itiraz ederek
şöyle demişlerdir: "Kelimenin başına muzaf takdir etmek, asim hılâfmdadır. Buna
göre; "Siz sarhoşken ne söyleyeceğinizi bilinceye kadar namaz yerlerine
yaklaşmayınız" kısmına da muzaf takdir etmek gerekirdi. O zaman mana; "Sarhoşken
ne söyleyeceğinizi bilinceye kadar namaz yerlerine yaklaşmayınız." olur ki bu
mümkün değildir. Zaten bunu kimse söylememiştir.

Seferin tekrarı mes'elesine gelince, bu, cenabet hâli ile hastalık hâlinin, hükümde eşit
olduğuna işaret içindir."

Hanefîler âyeti kerimeyi şu şekilde anlamışlardır; "...Cünupken namaza
yaklaşmayınız, ancak cünup, müsâir olur da su bulamaz veya kullanmaya muktedir
olmazsa müstesna."

Hz. Ali, tbn Abbâs, Mücâhid ve Sa'îd b. Cübeyr de Hanefîlerle aynı görüştedirler.
Hayız ve nifas hâlindeki kadın için de Hanefîlerin görüşü ayıdır. Yani, bunlar da
mescide giremezler. Mâlikîler de aynı görüştedir. Tabiî zaruret hâli bu hükmün
dışındadır.

Şafiî ve Hanbelîlere göre; Cünup için olduğu gibi ayhali ve lohusa için de, mescidi
kirletmeyeceklerinden emin iseler, içinden geçmeleri caizdir. İçeride durmaları,
Şafıîlere göre caiz değil, Hanbelîlere göre kanm kesilmesi ve ab-dest almış olmaları
şartıyla caizdir.

Mescidin içinde ihtilâm olan bir kimsenin derhal dışarıya çıkması lâzımdır. Kapıların
kapalı olması gibi bir sebepten dolayı içerde kalması ise zarurete binâen caizdir.
Caminin iki kapısı varsa, kendisine yakın olandan çıkmalıdır.

Mescidde, abdestsiz olarak durmak ittifakla caizdir. Sebepsiz yere abdestsiz duruyorsa

mekruh olduğunu söyleyenler de olmuştur.

Mescidde uyumanın hükmü hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir.

Saîd b. Müseyyeb, Hasen el-Basrî, Atâ, Muhammed b. Şîrîn ve Şafiilere göre,

kerâhatsiz caizdir. Ancak, namaz kılanlara yeri daraltır veya onların gönlüne vesvese

vermesine sebep olursa, caiz değildir, haram olur.

İmam Mâlik, "Evi olanın mescidde gecelemesini veya gündüz uyumasını doğru
bulmam" demiştir. İmam Ahmed'le İshâk da bu görüştedir.
İbn Mes'ûd; Tâvûs, Mücâhid ve Evzâî, mescidde uyumayı mekruh görmüşlerdir.
Hanefîlerden Aynî, "İbn Müseyyeb ve Süleyman b. Yesâr'a camide uyumanın hükmü
soruldu. "Bunu nasıl sorarsınız, Ehl-i Suffa mescidde uyurlardı, onların meskeni

T3551

mesciddi" dediler" demiştir.
Bazı Hükümler

1. Şeriata uygun olmayan şeylerin değiştirilmesi gerekir.

2. İlk emirle arzu edilen şey hasa olmamışsa, emrin tekrarı lâzımdır.

D561

3. Cünüb ve hayızlı olanların mescide girmesi haramdır.



93. Cünub Olduğunu Unutarak Cemaate Namaz Kıldıran (İn Durumu)



13521

233. ...Ebû Berke (r.a.) den rivayet edildiğine göre;

Rasûlullah (s. a.) sabah namazına başlamıştı ki, eliyle (cemaate) "Yerinizden
ayrılmayın" diye işaret etti (ve evine gitti, biraz) sonra başından sular damlaya

r3581 r3591

damlaya gelip cemaate namaz kıldırdı."
Açıklama

"Rasûlullah (s.a.)in mescide girip mihraba geçtikten sonra abdestsiz olduğunu namaza
başlamadan mı, yoksa başladıktan sonra mı hatırladığına dair bu hadis-i şerifte bir
açıklık yoktur" denmesine rağmen "dehale" "namaza girdi" kelimesi ile diğer bir
rivayette de "kebbere" "iftitâh tekbirini aldı" kelimesi görülmektedir. Bu yüzden bazı
âlimler namaza girdiğini iddia ederken, bazıları da hadisin diğer rivayetindeki
"kebbere" "tekbir aldı" fiilinin başına bir "erâde" fiili takdir ederek "tekbir almak
istedi" şeklinde manalandırmışlardır. Bütün bunlar hadis-i şerifi tevil açısından
zorlamadır.

Dârakutnî'nin Enes'ten îbn Mâce'nin de Ebû Hüreyre'den rivayet ettiği hadisler,
Efendimizin iftitah tekbirini alıp, namaza başladığını bildiriyor. Ebû Davud'un bundan
sonra gelecek olan rivayeti de aynı şeye delâlet etmektedir.

Ebû Davud'un Ebû Hüreyre'den rivayet ettiği 235 nolu hadisi, (bu hadisi Buharı,
Müslim ve Nesâî de rivayet etmişlerdir) ve Müslim'in yine Ebû Hüreyre'den rivayet
ettiği hadis, Rasûlullah (s.a.)'m namaza başlamadığına işaret ediyor.
Ulemâ bu hadislerin, arasım birleştirmek için şu görüşleri ileri sürmüşlerdir:

1. Olay tekerrür etmiştir. Efendimiz bunlardan bazılarında namaza başlamış,
bazılarında başlamamıştır. Neyevî ve İbn Hibbân bu şekilde söylemişler ve Ebû Bekre
ile Ebû Hüreyre'nin hadislerinin ayrı ayrı iki vaka ile alâkalı olduğunu ileri
sürmüşlerdir.

2. Vak'a tektir. Ebû Dâvûd'taki "namaza girdi" cümlesi bir muzaf takdiri ile "namaz
yerine girdi" şeklindedir. Yine Ebû Dâvûd'taki 235 nolu hadis ile Buhârî'deki ( )
"namaz kıldığı yerde durunca" ifâdeleri bu te'vili takviye etmektedir. Diğer
rivâyetlerdeki ( ) "tekbîr aldı" kelimesi de yukarıda işaret edildiği gibi ( ) "tekbir
almak istedi" mânâsına hamledümiştir.

3. Resûlullah (s. a.) tekbir almış, Ebû Bekre önde olduğu için bunu duymuş ve
duyduğu şekliyle, Ebû Hüreyre ise, uzakta olduğu için duymamış ve gördüğü şekliyle
nakletmiştir.

"İmamın, abdestsiz olduğunu unuttuğu için namazı fasit olsa da cemaatin namazı
sahihtir" diyenler bu hadis-i şerife dayanmışlardır. Mâlik ve talebeleri, Şafiî, Evzâî,
Sevrî ve Ahmed b. Hanbel'in mezhebleri budur. Esrem, Ebû Sevr, İshâk, Hasan el-
basrî, İbrahim en-Nehaî ve Saîd b. Cübeyr'in de bu görüşte oldukları rivayet edilmiştir.
Bunlar Efendimizin ilk anda tekbir aldığını, cemaatin de Rasûlullah'a tabi olduklarını,
Rasûlullah ayrıldıktan sonra yine namazlarına devam ettiklerini söylerler.
Hattâbî bu hadisin şerhinde şunları söyler:

"Bu hadis delâlet etmektedir ki, bir imam cünüb olduğunu unutup da cemaate namaz



kildırsa, cemaat onun halini bilmeseler, namazları sahihtir, iadesi gerekmez. İmamın
ise, kendi namazım iade etmesi gerekir. Haberin lâfzının zahirinden çıkan hüküm
budur .Çünkü sahâbîler Rasûlullah (s.a.)'le birlikte namaza başlamışlar sonra
Efendimiz kendisi gusledinceye kadar cemaatten oldukları gibi beklemelerini istemiş,
işi bittikten sonra gelip namazlarını tamamlamıştır. Namazdan, üzerine bina caiz
olacak kadar bir cüz sahih olunca diğer cüzleri de sahih olur. İmama uymak tamamen
ictihâdi bir yoldur. Cemaat imamın zahirini bilmekle mükellef tutulmuştur. İç halini
ihata emredilmemiştir. Zaten bunu anlamaya gücü yetmez. Zahire göre verdiği hü-
kümde hata etmişse bu onun işini bozmaz. Hakim de aynen böyledir. İçtihadı bir
hükümde hatâ'ederse, bu hüküm bozulmaz. Cemaatin, imamın taharetini bilmesine
imkân yoktur. Onu bilemediği için de kınanmaz. Bu, Ömer b. el-Hattâb (r.a.) m
görüşüdür ve ona muhalefet eden herhangi biri bilinmemektedir. Şafiî'nin mezhebi de
budur.

"Yine bu hadis, muktedînin, namaza imamdan evvel başlaması hâlinde namazının
batıl olmadığına delildir. Ayrıca, abdestin bozulması halinde binanın sahih olduğunu
söyleyenler için de hüccettir."

Hattâbî'nin bu sözlerine Aynî itiraz ederek şunları söylemiştir:

"Hattâbî'nin "Haberin lâfzından çıkan hükmün zahiri, sahâbîler Rasûlullahla beraber
namaza başladılar..." sözü merduttur. Çünkü Efendimiz, İbn Hıbbân'm Sahîh'inde de
belirttiği gibi cemaata namazı (evvelki tekbirle değil) yeni bir tekbirle kıldırmıştır.
Sahih-i Müslim'deki "Rasûlullah aleyhisselam tekbir almadan önce ayrıldı" ifâdeleri
de bunu göstermektedir."

"Namazsra bir cüz'ü sahih olunca diğer cüzleri de sahih olur." sözü de aynı şekilde
merduttur. Biz, bu cüz'ün sahih olduğunu kabul etmiyoruz. Çünkü -Rasûlullah'm
önceden başladığı kabul edildiği takdirde- Efendimiz yerine birini geçirmeden
imametten ayrıldığı için bu cüz bâtıl olmuştur. Baş tarafı fasit olunca üzerine bina da
fasit olur. Çünkü fasidin üzerine bina kılman şey de fasittir. Ayrıca, sahih veya fasit
olma yönünden namaz parçalanmaz. Doğrusu, yukarıda da söylediğimiz gibi
Efendimizin yeni bir tekbirle başlamış olmasıdır.

"Hz. Ömer'in görüşü budur ve ona muhalif biri de bilinmemektedir" sözüne gelince,
bu doğru değildir. Çünkü Dârakutnî'nin Sünen'inde, Amr b. Hâlid, Habîb b. Ebî Sabit,
Asim b. Hamza ve Hz. Ali senediyle yaptığı rivayette Hz. Ali cemaate cünup olarak
namaz kıldırmış sonra kendisi namazını iade etmiş, o cemaate de iade etmelerini
emretmiştir. Abdürrezzak da Taberânfnin naklettiği bu hâdiseyi ve şunu rivayet
etmiştir: Ebû Ümâ-me'den rivayet edildiğine göre, Hz. Ömer (r.a.) cemaate cünup
olarak namaz kıldırmış ve namazını iade etmiş, cemaate ise iade ettirmemiş. Bunun
üzerine Hz. Ali, "Seninle birlikte namaz kılanların da namazlarım iade etmeleri
gerekirdi" demiş, cemaat de Hz. Ali'nin sözüne dönmüştür. Kasım, "İbn Mes'ûd da Hz.
Ali'nin görüşündedir" der.

"Hadiste, imamdan evvel tekbir aldıkları takdirde cemaatin namazının bâtıS
olmadığına işaret vardır." sözü de reddedilmiştir. Çünkü hadiste buna işaret yoktur.
Zira Efendimiz, ya tekbir almadan yıkanmaya gitmiştir (ki sahih olan da budur) ya da
onların zannettiği gibi tekbir aldıktan sonra gitmiştir. Tekbir almadan gitti ise, ne
imamdan ne de cemaatten tekbir alan olmamıştır. Tekbir aldıktan sonra gitti ise,
cemaat, Efendimizin yeniden aldığı tekbir ile namaza girmişlerdir. Üstelik Şafiî
imamdan önce tekbir alanın namazının bâtıl olduğunu söylemiştir."
İmam Ebû Hanîfe, Şa'bî ve Hammad b. Ebî Süleyman, namaza başladıktan sonra



imamın abdestsiz olduğu meydana çıkması halinde, cemaatin namazının fâsid olduğu
görüşündedirler. Bunlar, İmam Ahmed'in Ebû Hü-reyre'den merfu'an rivayet ettiği ( )
"İmam, koruyucu ve gözeticidir" (yani cemaatin namazının sıhhati imamın namazının
sıhhatine bağlıdır) hadis-i şerifine dayanmışlardır. Aynı hadisi Taberânî de Ebû
Umâme'den rivayet etmiştir. Bu görüş sahihlerine göre, imamın namazı cemaatin
namazını da şâmil ve mutazammmdır. Cemaatin namazının sıhhati imamın namazının
sıhhatine, fesadı da onun namazının fesadına bağlıdır. Bu durumlarda imam cünup
olduğu için tahrimesi (iftitah tekbiri) sahih olmaz. Tahrime olmadığı için de imamın
namazı fasit olduğuna göre cemaatin namazı da fasittir. Zira Efendimiz: "İmamın
namazı fasit olunca, mukiedînin namazı da fasit olur" buyurmuştur. Dârakutnî'nin Saîd
b. Müseyyeb'ten Resûlüllah'm cünupken namaz kıldırıp hem kendisinin hem de
cemaatin namazını iade ettiklerine dair haber ve Hz. Ali'nin aynısını yaptığına dair
olan haber de bu görüş sahiplerini takviye etmektedir. Bu görüş Hanefî mezhebinin
benimsediği görüştür.

Olayın temeli imamın cünuplüğünü unutarak namaza yaklaşması veya durmasıdır,
imam cünup ve abdestsiz olduğunu bilerek namaza durursa iman açısından imamın
durumu tehlikelidir. Böyle kişilerin namaza durması değil, camiye girmesi dahi

[3601

yasaktır. Bir önceki hadiste bunun hükmü geçmişti, oraya bakılabilir.
Bazı Hükümler

1. İnsan olmaları sebebiyle Peygamberlerin de herhangi bir şeyi unutmalan
mümkündür.

2. Vakit müsait olduğu müddetçe cemaatin imamı beklemesi meşrudur.

3. Cünup olanın, guslü geciktirmesi caizdir.

4. Cünup olduğunu unutarak camiye giren hatırlayınca derhal camiden çıkar. Uygun
olanı, teyemmüm ederek çıkmasıdır.

5. Kâamet getirildikten sonra imamın abdestsiz olduğu anlaşılırsa (abdest alıp tekrar)
geri geldiğinde kaametin iadesi gerekmez ve böyle bir durumla karşılaşan imamın
durumunu cemaate açıkça beyan etmesi gerekir.

234....Hammad b. Seleme önceki hadisi aynı senetle ve aynı manada rivayet etmiş,
(fakat) başında (Rasûlullah) "tekbir aldı" sonunda da namazı bitirince, "ben ancak bir

1361]

beşerim, cünup idim (yıkanmayı unuttum) buyurdu" ifâdelerini ilâve etmiştir.
Ebû Dâvûd, şunları söyledi:

Bu hadîsi Zührî, Ebû Seleme b. Abdurrahmân 'dan, o da Ebû Hüreyre'den (şöylece)
rivayet etmiştir: (Ebû Hüreyre) dedi ki:

Namaz kıldığı yerde durunca, biz tekbir almasını bekledik. 0,ayrıldı sonra
"Olduğunuz halde kaimiz" buyurdu.

Bu hadîsi Eyyüb îbn Avn ve Hişâm, Muhammed kanalıyla (mürsel olarak) Rasûlullah
(s.a.) dan şöyle rivayet etmiştir: "(Rasûlullah)Tekbîr aldı, sonra cemaate eliyle
oturmalarını işaret edip gitti ve gusletti."

Bunu aynı şekilde Mâlik, îsmâil b. Ebî Hakîm'den o da Atâ'dan rivayet etmiştir.'Ata
(rivayetinde) "Resülullah (s.a.) namazında tekbir aldı"demiştir.

Ebû Dâvûd dedi ki: Bunu aynı şekilde Müslim b. fbrahîm, Ebân' dan; O, Yahya'dan;



Yahya, Râbib. Muhammed'den o da Rasûlullah (s. a.) nakletti ve "tekbîr aldı" dedi.
[3621



Açıklama

Bu hadis-i şerifi, Hammâd bir evvelki Ebû Bekre hadisinin senediyle aynı mânâda
fakat değişik lâfızlarla rivayet etmiştir. Ancak Hammâd'm rivayetinde, Efendimizin
gusletmeye gitmeden evvel tekbir alıp namaza başladığı, sonunda da; "Ben de bir
beşerim ve ben cünup idim" buyurduğu sarahaten ifâde edilmiştir. Bu rivayeti İbn
Habbân da tahric etmiştir.

Ebû Davud'un ilâve ettiği taliklerden Zührî'ye ait olanı bazı nüshalarda yer almamıştır.
Doğrusu da bu olsa gerektir. Çünkü bu talik Ebü Bekre hadisine değil, Ebû Hüreyre
hadisine aittir. Bu ta'Ukte, Efendimiz'in tekbir almadığına işaret edilmektedir.
Sonraki iki rivayet ise, Peygamber Efendimizin namaza başladığında tekbir aldığına
işaret etmektedir.

235.. ..Ebû Hüreyre (r.a.)'den şöyle demiştir:

Namaza ikâmet edildi ve cemaat sallardaki yerini aldı. Rasûlullah (s. a.) (odasından)
çıktı. (Mihrabtaki) yerine durduğunda gusletmediğini hatırlayıp, cemaate (eli ile işaret
ederek veya sözle) "Yerinizden ayrılmayın" buyurdu ve evine gitti. (Biraz sonra) biz
saflarda (durur) iken, yıkanmış olarak başından sular damlar bir vaziyette aramıza
geldi.

H631

(Hadisin zikredilen) bu kısmı, îbn Harb'in lâfzıdır. Ayyaş ise, rivayetinde :
"Biz onu yıkanmış olduğu halde yanımıza gelinceye kadar ayakta beklemeye devam

f3641 f3651

ettik." sözüne yer vermiştir.
Açıklama

Bu hadis-i şeriften, Peygamber aleyhisselâram namaza ikâmet edilip saflar
düzeltildikten sonra hane-i saadetlerinden çıktığı anlaşılmaktadır. Müslim'in, Ebû
Hüreyre'den yaptığı, "Namaza ikâmet edildi, biz kalktık ve Rasühıllab (s. a.) gelmeden
önce safları düzelttik." şeklindedir. Müslim'in Câbir b. Semûre'den yaptığı rivayette
ise,

"Bilâl, RasûluHah (s.a.) çıkıncaya kadar kaamet etmezdi" şeklindedir. Buhârî ve Ebû
Davud'un başka bir rivayetinde de Efendimizin; "Namaza ikâmet edildiği zaman, beni
görünceye kadar ayağa kaikmaymız" buyurduğu ifade edilmektedir.
Görüldüğü gibi, bu rivayetlerin ikisinden Peygamber (s.a.) mescide girmeden ayağa
kalkıp onu ayakta bekledikleri anlaşılmakta; diğer ikisi ise bunun aksini ifade
etmektedir. Böylece ilk anda hadis-i şerifler arasında bir tearuz göze çarpmaktadır.
Ancak Rasûlullah camiye girdiğinde Ashab-i Kirâniî ayakta görmesi ve bunun caiz
olabileceği hususunda ikrarda bulunmamaları ve onlara acıyarak, "beni görmeden
kalkmayınız" buyurmalarına sebeb olmuştur. Sonraları Rasûlullah gelmeden ayağa
kalkmazlardı. Yani genel durumları bu idi. Bu yorumla aradaki tearuz giderilmiş
olmaktadır.



Üzerinde durduğumuz hadis-i şerif bundan evvelki hadis-i şerifin Ey-yûb îbn Avn ve
Hişâm'dan gelen rivayeti ile de bir tenakuz arz etmektedir. Çünkü onda, Efendimizin
cemaata oturmalarını emrettiği ifâde edildiği halde, bunda ayakta "oldukları şekilde"
durmalarım emrettiği ve onların da durduğu beyan ediliyor. Bezlu'I-Mechûd sahibi bu
tearuzu şu şekilde telif yoluna gitmiştir: "Rasûlullah (s.a.)'m cemaata işaretini
bazılarının mescidden dışarıya çıkmama, bazılarının bulundukları hali bozmama,
bazılarının da oturma şeklinde anlamış olmaları mümkündür. Bazı rivayetlerde "işaret
etti", bazılarında da "dedi" şeklinde olan farklılığı şöyle cem' edebiliriz: "Dedi"
şeklinde rivayet edenlerin işareti bu şekilde yorumlamış olmaları mümkündür. Ayrıca
Efendimizin söz ile işareti birleştirmesi, bazılarının hem sözü duyup hem de işareti
görmüş olması, bazılarının ise, sözü duymayıp sadece işareti görmüş olmaları da
muhtemeldir."

Ayrıca bu iki rivayetin birini diğerine tercih ederek tearuzu gidermek de mümkündür.
Şöyle ki, Ayyâş'm rivayeti "onu ayakta beklemeye devam ettik" şeklindedir. Aynı
zamanda muttasıl bir rivayettir. Eyyûb İbn Avn ve Hişâm'm Muhammed b. Sirîn'den
"eliyle (oturun!)" şeklindeki rivayet ise, mürsel bir rivayettir. "Muttasıl rivayet mürseî
rivayet üzerine tercih edilir" kaidesince, Ayyâş'm rivayetini tercih ederek tearuz
[3661

giderilmiş olur.
Bazı Hükümler

Önceki hadislerin hükümlerine ilâve olarak, safların düzgün oımasmm gerektiğine
işaret etmekle beraber Buhârî şârihi, Aynî bunun icma ile mustehab olduğunu
söylemiştir.

Zahirî mezhebinden îbn Hazm'e göre safların düzeltilmesi sıklaştırılması, birinci safta
yer varken ikinci saffm inşa edilmemesi saflar düzeltilirken, ayaklara ve omuzlara

1367]

dikkat edilmesinin farz olduğunu söylemiştir.

94. (Ihtilam Olduğunu Hatırlamayıp Da) Uyandıktan Sonra Üzerinde Islaklık
Gören Kimsenin Durumu

236....Aise (r.anhâ)'dan şöyle demiştir:

Rasûlullah (s.a.)'a ihtüâm olduğunu hatırlamadığı haîde (çamaşırmda) ıslaklık bulan
adam (in durumu) soruldu. Efendimiz:
"Gusleder (gusletsin)" buyurdular.

İhtilâm olduğunu gören, fakat ıslaklık bulmayan kişi (nin durumu) soruldu:
"Ona gusl gerekmez" buyurdu.
r3681

Ümmü Süleym "bunu gören kadına da gusül icabeder mi?" diye sordu.

Rasûlullah (s. a.)

r3691 r3701

"Evet. Çünkü kadınlar erkeklerin benzeridirler." buyurdu.



Açıklama



Hadism zâhiri, ihtilâm olduğunu hatırlamadığı haide uyanınca elbisesinde veya
bedeninde bir yaşlık gören kimsenin gusletmesinin gerekli olduğuna delâlet
etmektedir. îbn Abbas, Şa'bî, îbn Cü-beyr ve Nehâî'nin mezhebleri budur.
Hanbelilere göre, uykudan uyanan veya bayılmışken ayılan baliğ bir kimse,
kalktığında bedeninde veya elbisesinde bir yaşlık görür de onun meai olduğuna
hükmederse yıkanması farzdır; mezi olduğuna hükmederse, yıkanması gerekmez.
Fakat o yaşlığı yıkaması gerekir.

Şâfıîîere göre bu durumda, çıkan yaşlığın meni olduğu kesin olarak anlaşılırsa
gusletmesi farzdır. Mezi veya vedi ya da idrar olduğu belli ise, yıkanması gerekmez.
Meni mi, yoksa mezi mi olduğunda şüphe ederse bir tarafı tercih ederek ona göre
hareket edebilir. İhtiyaten gusletmesi daha iyidir.

Hanefilere göre, uykudan uyanan kimse yatağında veya çamaşırında ya da butlarında
bir yaşlık görür ve ihtilam olduğunu hatırlarsa, kendisine gusül lâzım gelir. O yaşlığın
meni veya mezi olduğunu bilsin veya şüphe etsin fark etmez. Bunda ittifak vardır.
Fakat ihtilam olduğunu hatırlamadığı takdirde o yaşlığın mezi mi, meni mi olduğunda
şüphe etse veya meni olduğuna kani olsa, Ebû Yusuf a göre gusül lazım gelmez.
Çünkü şehvetle geldiği belli değildir. îmam-i Azam ile İmam Muhammed'e göre
bunun mezi olduğuna kani ise, gusül Sazım gelmez; fakat meni olduğuna kani olur
veya meni mi, mezi mi, diye şüphe ederse, gusül lâzım gelir. İhtiyatlı olan budur. Za-
ten fetva da bu şekilde verilmiştir.

Mâlikîlere göre ise, uykudan uyanıp da ihtilam olduğunu hatırlamayan ve fakat
bedeninde veya elbisesinde bir ıslaklık gören kişi, kesinlikle bunun meni olduğuna
hükmeder veya meni midir, değil midir şüphesine düştüğü zaman gusletmesi gerekir.
Meni olmadığına teinükle kanaat getirir veya meni mi, mezi mi, vedi mi olduğunda
şüphe ederse, gusül gerekmez.

Bir erkek veya kadın, rüyada ihtüâm olduğunu hatırladığı halde meni dışarıya çıkmasa
gusletmeleri gerekmez. îmam Muhammed'e göre bu durumda kadının ihtiyaten
yıkanması gerekir. Çünkü kadından çıkacak maddenin gerisin geriye dönmesi
muhtemeldir.

Uyanıp yatağından kalkan kimse, ihtilam olduğunu hatırladığı halde tenasül uzvunda
bir yaşlık görürse gusletmesi lâzımdır. Ayakta veya oturduğu yerde uyuyan kimse,
uyanıp da bu uzvunda bîr yaşlık görür ve bu yaşlığın meni olduğuna hükmederse veya
uyumadan evvel âleti hareketsiz bir halde bulunmuş ise, gusl etmesi lâzımdır. Fakat
meni olduğuna hükmedemez de tenasül uzvu önceden sert bir vaziyette imişse gusül
gerekmez. Uzvun sert olması mezi çıkmasına sebeb olduğu için bu yaşlığın mezi
olduğu kabul edilir.

[371]

Bu mevzuda geniş bilgi için 206, 210-211 nolu hadislere de bakılabilir.
Bazı Hükümler

1. Kıyas caizdir.

2. İhtüâm olduğunu hatırlamasa bile uyandığında elbise veya bedeninde ıslaklık gören
kadın ve erkeğe gusletmek gerekir. Konu ile ilgili tafsilât açıklama kısmında
verilmiştir.

3. Kadınlar arasında da erkekler gibi ihtilam olanlar olabilir.



T3721

4. Şer'î bir meselede soru sormaktan utanmamak gerekir.
95. Uykusunda Erkekler Gibi Ihtilam Olan Kadın
237.. ..Aişe (r.a.)'dan, demiştir ki;

Enes b. Mâlik'in annesi Ümmü Süleym el-Ensâriye (Peygamber aleyhisselama
gelerek):

Yâ Rasûlallah, muhakkak Cenab-i Allah gerçeğin sorulması konusunda utanmayı
emretmez. Kadın uykusunda erkeğin gördüğünü görürse, gusleder mi, etmez mi? (Bu
hükmü) bana bildirir misin?

Rasûlullah (s. a.): "Evet suya(meniye) rastlarsa yıkansın" buyurdu.

Ben Ümmü Süleym'e dönüp, "Öff!.. hiç kadın bunu görür mü?" dedim. Bunun üzerine

Rasûlullah (s. a.) bana döndü ve:

"Allah hayrını versin yâ Aişe (çocuğu ona) neden benziyor ya?"
f3731

buyurdu.

Ebû Dâvûd şöyle demiştir:

(Bu hadisi) Zübeydt, Ukayl, Yûnus ve Zühfı'nin kardeşinin oğlu (İbrahim), Zührî'den;
(ayrıca) îbn Ebi'l-Vezîr, Mâlik'ten, Mâlik de Zührî'den, Yûnus'un îbn Şihâb'tan rivayet
ettiği gibi rivayet ettikleri Müsâfı' el-Hacebîde ZührVye muvafakat edip Urve'den, o
da Aişe'den... demiştir. Hişâm b. Urve ise, Urve'den, Urve, Zeyneb bint Ebî
Seleme'den o da Ümmü Seleme'den, "Ümmü Süleym Resulüllah sal-lellahü aleyhi

[3741

veselleme geldi... (Hadisin metni) şeklinde rivayet etmiştir.
Açıklama

Hadis-i şerifin muhtelif rivayetlerinden anlaşıldığına göre, Rasûlullah (s.a.)'a soruyu
soran Ürnmü Seleme olduğunu söylemişse de, Kadı Iyâz, doğrusunun ümmü Süleym
olduğunu ifade etmiştir. Hi-şâm b. Urve'nin rivayetinden de anlaşıldığı gibi, Ümmü
Seleme hâdiseye şöyle şâhid olmuş olabilir; Evvelki rivayetler Hz. Aişe'den geldiği
halde Hişam b. Urve'nin yaptığı rivayet Ümmü Seleme'de nihayet bulmaktadır. Ebû
Dâvûd, hâdiseye şâhid olan Sahabiyenin Hz. Aişe oluşunu tercih ederken, Kadı Iyaz
Ümmü Seleme olduğunu ehl-i hadisten nakl etmiştir. İmam Nevevî ise, bu rivayetlerin
arasını birleştirerek, soru sorulduğu sırada hem Hz. Aişe'nin hem de Ümmü
Seleme'nin Efendimizin huzurunda olup, Ümmü Süleym'i kınamış olmalarının
muhtemel olduğunu söyler. Hafız îbn Hacer de Nevevî'nin sözlerini beğenerek "Bu
güzel bir cem'dir. Çünkü Hz. Aişe ile Ümmü Seleme'nin Rasülullah'm huzurunda aynı
mecliste bulunmaları olmayacak şey değildir" demektedir.

Ümmü Süleym (r. anhâ), kadının ihtilâm olmasının hükmünü Efendimize sormuş,
fakat bu, kadın için âdeten ayıp bir şey olduğu için nezâketle ve önceden özür beyan
etmiştir. Buna rağmen, Hz. Aişe durumu yadırgayarak Ebû Davud'un rivayetine göre,
"Yazıklar olsun sana! Hiç bunu kadın görür mü?" Müslim'deki bir rivayete göre ise,
"Yâ Ümmü Süleym kadınları rezîl ettin, Allah hayrını versin" demiştir.
"Allah hayrını versin" diye tercüme ettiğimiz ( ) sözünü, Ebû Davud'un rivayetine
göre, Rasûlullah aleyhisselâm Hz. Aişe'ye, Müslim'in bir rivayetine göre. Hz. Aişe



Ümmü Süleyme söylemiş, Efendimiz de "asıl senin Allah hayrım versin" buyurmuş.
Başka bir rivayete göre ise, Rasûlullah Efendimiz Ümmü Seleme'ye söylemiştir. ( )
cümlesinin esas mânâsı daha önce de ifâde ettiğimiz gibi "sağ elin topraklansın"
demektir. Bu cümle hakkında hayli ihtilâf edilmiş ise de, muhakkıklarm tesbitine göre
"fakir olasın" manası daha sahihtir. Fakat Araplar bunu bizim "Allah hayrını versin,
Allah'tan bul" dediğimiz gibi bazan beddua, bazen de takdir ve taaccüp manasına
kullanmışlardır.

Ibn Abdilberr, Hz, Aişe'nin bu inkârından bütün kadınların ihtilâm olmadıklarının
anlaşıldığını ifade ederek "öyle olmasaydı Hz. Aişe bunu inkâr etmezdi" der. Süyûtî
de rüyaya giren şeyin şeytan olduğunu söylemiştir. Peygamberler ihtilâm olmazlar,
çünkü ihtilâm olayı şeytanî bir olaydır. Peygamberler ise bundan masundur. Diğer
bütün erkek ve kadınlar ihtilâm olurlar. Ancak bunun erkeklerde kadınlardan daha çok
olduğu söylenmektedir.

Resûlüllah (s. a.) hanımlarından birinin, kadının ihtiîâm olmasını yadırgamasına
karşılık, durumu isbat için "peki ya benzerlik nereden gelmektedir?" buyurmuştur. Bu
mana Buhârî ve Müslim'de değişik lâfızlarla ifade edilmiştir. Sarihler Efendimizin bu
ifâdesinden istifâde ederek erkeğin suyunun galib gelmesi hâlinde çocuk babaya,
kadının suyunun galip gelmesi halinde de anaya benzeyeceğini söylemişlerdir. Sahîh-i
Müslim'deki bir rivayetin sonunda Rasûlullah Efendimiz "Eğer kadının suyu galip
gelirse çocuk dayılarına, erkeğin suyu gaiip gelirse amcalarına benzer"
[3751

buyurmuşlardır.
Bazı Hükümler

1. Kişinin yararına uygun olan şeyleri sormaktan utanmaması gerekir.

2. Utanılacak cinsten de olsa, bilmediği bir şeyi soran kimseyi ayıplayanı kınamak
caizdir.

3. Kadın da erkek gibi ihtilâm olur ve ondan da meni gelir.

[3761

4. Doğan çocuk babasına benzediği gibi anasına da benzeyebilir.
96. Gusl İçin Yeterli Su Mikdarı

238.... Aişe (r. anhâ) şöyle demiştir: "Resûlüllah aleyhisselâm, cünuplükten dolayı

D771

ferak (demlen) bir kaptan guslederdi."
Ebû Dâvûd şu rivayetleri de kay d etti:

Bu hadisfm rivayetin)de, Ma'rner Zührî'den naklen şöyle dedi:

Aişe dedi ki "ben ve Rasûlullah (s. a.)' içinde ferak miktarı su olan bir kaptan
guslederdik."

îbn Uyeyne Mâlik hadisinin benzerini rivayet etti

Ebû Dâvüd dedi ki; Ahmed b. Hanbel; "Ferak on altı ntldır" derken işittim. Yine onu
"İbn Ebi Zi'b'in Sa'ı ntldır" derken dinledim ve bazılarının "bir sa', sekiz rıtıldır"
dediklerini söyledim. "Bu mahfuz değildir" dedi. (Bir seferinde de) Ahmed'i şöyle
derken duydum: "Kim fıtır sadakasını bizim şu nalımızla ( rıtıl) verirse sadakasını tam
çiarak vermiştir. "Kendisine (itiraz olarak) "Sayhanı ağırdır" denildi. İmam, (cevaben



önce); "Sayhanı en güzeldir, (dedi, biraz düşündükten sonra da) "bilmiyorum" dedi.
r3781



Açıklama

Bu hadis-i şerifi, Buhârî ( ) "...ferak denilen bir kaptan..." şeklinde rivayet etmiştir.
Müslim'in rivayeti ise, aynen Ebû Davud'un rivayeti gibidir.

Hadis-i şerifte zikri geçen "Ferak" kelimesi hakkında değişik şeyler söylenmiştir. Son
devir âlimlerinden merhum Ahmed Nâim, Tecrid-i Sarih Tercemesi'nde bu konuda
şunları kaydetmiştir:

Ferak cumhurun görüşüne göre iki sa' miktarı su alır bir kaptır ki, takriben altı litre
eder. İbnü'l-Esîr ise "Ferak"m 16 rıtl, yani 3 sa',-ki takriben 9 litredir-Ferk' in ise 120
rıtl, yahut 22 sâ', yani takriben 67,5 litre olduğunu beyan ediyor. Ümmü'l-Mü'minin
Aişe (r.anhâ) "ferak altı "kısfdır" demiştir. Ehl-i lügatin bil ittifak beyanıyla her kist
yarım sa' diye tarif edilmiş olduğundan Ibnü'l-Esir'in nakline diyecek kalmıyor,,
Süfyan b. Uyeyne ile tmam Şafiî ve ehl-i lügat bunda müttefiktir. Ancak Hanefi
fukahasi müddü (2) ntl i'tibar edip sa' da (4 ) müd olduğundan onlara göre ferak (2)

r3791

sâ'dır ki yine Hicazlılann (3) sa'm toplamı itibar ettikleri (16) ntl demek olur.
Bu ifadelerden anlıyoruz ki; Hanefîlere göre "ferak" altı litre su alan bir kaptır. Hadis-i
şerifin Zührî'den gelen tankından Rasûlallah aleyhisse-lamla Hz. Aişe'nin birlikte
yıkandıkları kabın isminin "ferak" değil, bir ferak miktarı su alan bir kap olduğu
anlaşılmaktadır. Mecmö'daki ifâdelerden de ferakm on altı ntl miktarı su alan bir ölçek
olduğunu anlıyoruz. Fakat Buhârî'deki rivayette (yukarıda da işaret edildiği gibi) bu
kabın adının "ferak" olduğu ifade edilmektedir. Hadis-i şerifin tercemesi, Buhârî'nin
rivayeti gözönüne alınarak yapılmıştır. Rasûlullah aleyhisselamm ferâktan veya ferak
miktarı su alan bir kaptan yıkanması onun içindeki suyun tamamını kullandığına
delâlet etmez. Öyle bir kaptan su alarak yıkandığı da anlaşılabilir. Nitekim
Efendimizin guslettiği suyun miktarı hakkında değişik rivayetler vardır. Rasûlullah
aleyhisselam bazan bir sa' (üç litre) su ile guslettiği halde, bazan daha fazla su
kullanmıştır. Aslında gusül için yeterli olan su, bedenin tamamını ıslatabilen sudur. Bu
bir sâ' olabileceği gibi az veya çok da olabilir. Ancak israf derecesine kaçmamalı ve
dökünen kişiye yıkanmış denemeyecek kadar az olmamalıdır. Ulemânın beyânına göre
gusülde müstehab olan bir sa'dan; abdestte müstehab olan bir müdden az su
kullanmamaktır.

Deniz kenarında bile olsa suyu israf etmenin men'edilmiş olduğunda bütün ulemâ
müttefiktir. Zahire göre bu yasaktan murad, kerâhet-i tenziyyedir. Alimlerimizden
bazıları "israf haramdır" demişlerdir.

Müellif Ebû Dâvûd son olarak "ferak" hakkında Ahmed b. Hanbel'-den duyduklarını
kayd etmiştir. İmam Ahmed'in, Sa'ı nisbet ettiği, îbn Ebî Zi'b, İmamın hocasıdır.
Ahmed b. Hanbel hocasının, bir sa'ı rıtıl kabul etmesini benimsemiş ve bu miktarda
verilecek sadakayı fıtrin yeterli olduğunu ifade etmiştir. Fakat kendisine Sayhanı
denilen hurmanın daha ağır, dolayısıyla rıtlmm bir sâ'dan az olacağı ima edilerek
itiraz edilince önce, Sayhânî'nin daha iyi olduğunu söylemiştir. Ancak biraz
düşününce "bilmiyorum" demiştir.

Hanefî ve Mâlikîlere göre, ağırlığı ne olursa olsun bir sa'a baliğ olmadan verilen fıtır



T3801

sadakası edâ edilmiş sayılmaz.



Bazı Hükümler

Güsûl abdesti alırken suyu israf derecesinde çok ve yıkanmış denemeyecek kadar az

[3811

kullanmamak gerekir.

97. Cünublükten Yıkanmak

Bu bâb cünuplükten dolayı yıkanmakla ilgili hadisleri ihtiva etmektedir.( ) (gasl)
yıkamak, ( ) (gusl) yıkanmak mânalarında kullanılır.

Gusl lûgatta "akıtmak" ıstılahta ise, "bedende, suyun varması mümkün olan her yere
suyu ulaştırmak (bütün vücûdu yıkamak)" manalarına gelir. Ağızm ve burnun içi,
yıkanması gereken yerlerdendir.

Cenabet, lügatta uzaklık demektir. Cünup olan kişi, yıkanmcaya kadar namaz ve
mescidlere yaklaşmaktan men' edildiği için, bu isim verilmiştir. Şeriata göre, namazın
sıhhatine mâni, bedende olan manevî pisliktir.

T3821

239....Cübeyr b. Mut'im 'den rivayet edildi ki:

Sahabe-i Kiram (r.a,) Rasûlullah (s.a.)'m yanında cünuplükten dolayı yıkanmaktan
bahsettiler. Rasûlullah (s. a.) her iki eli ile de göstererek "Bakın ben başıma üç defa (üç

r3831

avuç) dökerim" buyurdu.
Açıklama

Şerhini yaptığımız bu hadis Peygamber sallellahü aleyhi vesellemin guslederken başa
üç defa eliyle göstererek (su döküp) guslettiğini beyan eder.

Şafiî ulemasından Nevevî "Bu hadis başa üç defa su dökmenin rnüste-hab olduğuna
delâlet eder. Ashabımız başa kıyasla bedeni de aynı hükmün altına sokmuşlardır" der.
Hanefî ve Hanbelilerin görüşü de Nevevînin işaret ettiği gibidir. Yani gusülde bütün
bedenin üç defa su dökülerek yıkanması müstehabtır.

Mâlikîlere göre sadece başın üç defa yıkanması mendûptur. Beden için mendub
oluşuna delâlet edecek bir şey yoktur. Bu hadisin zahiri ile Buhârî (gusül, 5-15) ve
Müslim'in Hz. Aişe'den rivayet ettikleri hadis, Malikîlerin görüşünü te'yîd etmektedir.
Buhârî, sarihlerinden Askalânî de îbn Battal'dan şu nakli yapar: "Asıl olan bir defa
yıkamaktır."

[3841

Zaten bedenin üç defa yıkanması sabit olsaydı, bu bize kadar gelirdi.
Bazı Hükümler

1. Din büyüklerinin yanında ilmî konuların müzâkeresi câizdir.

2. Yıkamldığmda başa üç defa su dökmek müstehaptır.



3. Öğretmenin Öğreteceği şeyi, öğrencinin anlayabileceği bir şekilde anlatması
gerekir.

4. İlmi mevzular konuşulurken bir mevzuyu aydınlatmak için ilim adamının
müdâhelede bulunması yerindedir.

240.. ..Aişe (r.anha)den şöyle demiştir: "RasûluIIah (s.a.) cünuplükten dolayı yıkanmak

r3851

istediği zaman süt kabına benzer bir kap isterdi. (Kap gelince) iki avucu ile su
alır ve önce başının sağ tarafım, sonra da sol tarafını yıkardı. Daha sonra iki eline

H861 D 871

tekrar su alır ve başının tamamına dökerdi."
Açıklama

Bu haciis-i şerif bir Önceki hadisi açıklar mâhiyettedir. Şöyle ki birinci hadiste Hz.
Peygamber başına elleriyle üç defa su dökmekle iktifa etmişti. Burda ise, birinci su
ahşıyla başının sağım, ikincisi ile solunu, üçüncüsü ile başının tümünü yıkadığı Hz.
Aişe tarafından nakledilmektedir.

Hz. Peygamberin yıkanmaya başından başlayıp onu üç defa yıkaması, kir tutmakta
başın en önde gelen azalardan olduğunu ve dolayısıyla, bu şekildeki guslün hikmetini
tebarüz ettirmektedir. Nitekim, Malikîlerin de baştan başka üç defa yıkanması nıendup

r3881

olan aza olmadığını söylemeleri bunu göstermektedir.
Bazı Hükümler

1. Gusül ve abdest için su hazırlamak meşru olur.

2. Gusle başı yıkayarak başlamak müstehaptır.

3. Yıkamaya önce sağdan başlanması gerekir.

241....Teymullah b. Sa'lebe'nin oğullarından biri olan Cumey b. Umeyr'den, demiştir

"Annem ve teyzem ile birlikte Aişe (r.anha)nin yanma gitmiştik. Onlardan birisi Aişe
(r.anha) ye; gusülde neler yapardınız? diye sordu. Âişe (r.anhâ) da şu cevabı verdi:
RasûluIIah (s.a.) önce namaz için aldığı abdest gibi abdest alır, sonra başına üç defa su

r3891 r3901

dökerdi. Biz ise, saçımızdaki örgülerden do-,layı bes defa dökeriz."
Açıklama

Bundan önceki hadislerde Rasûlullah'm gusülden önce abdest aldığına dair bir işaret
olmamasına rağmen, bu hadis-i şerifte gusülden önce namaz abdesti gibi abdest
aldığım daha sonra başına üç defa su dökerek gusül yaptıkları anlatılmaktadır.
Hz. Aişe her iki hadiste Rasûlullah'm başına üç defa su dökerek gusle başladığını,
diğer bir olayda birinci hadis-i şerifi şerheder mahiyette gusülden önce abdest aldığım
söylemektedir. Yine Hz. Aişe ve Hz. Meymûne, 243-245 no'lu hadisler de Hz.
Peygamberin gusül öncesi neler yaptığım anlatmaktadırlar. Her hadis diğer bir hadisin



şerhi durumundadır. Böylece ümmetin maslahatı sağlanmış olmaktadır. Bu konuda
geniş bilgi 243-245. hadislerde gelecektir. Açıklamaya çalıştığımız hadis-i şerifin
delâlet ettiği noktaları ise, ulemâmız şöyle belirlemiştir:

Hadis-i şerifin zahirinden gusülden önce abdest almanın sünnet olduğu
anlaşılmaktadır. Ulemânın ekserisinin görüşü de bu merkezdedir. Sadece Dâvûd (-
ızâhiri) ile Ebû Sevr gusülden Önce abdest almanın vâcib olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Ancak bu görüşe delil olabilecek bir açıklama getirilmemiştir.

Ayrıca bu hadis-i şerifteki Aişe (r.anhâ)nm "Biz saçımızdaki örgülerden dolayı beş
defa su dökeriz" ifadesine göre, kadınların başlarını beş defa yıkamalarının müstehap
olması gerekir. Ancak senedde adı geçen Cümey'den dolayı bu hadis zayıf sayılmış ve
delil olarak kabul edilmemiştir. Ayrıca ilerde gelecek olan 25 1 no'lu hadiste kadınların
örgülerinin durumu ve başlarına üç defa su dökebileceklerine dair açık ifadeler
I39JJ

bulunmaktadır.
Bazı Hükümler

1. Gusle abdestle başlamak sünettir.

2. Erkekler üç, kadınlar beş defa başlarına su dökebilirler.

3. Kadınlar saçlarım örebilirler.

4. Saçlarının dibine su ulaşıyorsa kadınların saç örgülerini çözmeleri gerekmez.

242.. ..(Ebu Davud'un Süleyman b. Harb el-Vâşihî ve Müsedded'den rivayet ettiği
hadiste) Aişe (r.anhâ) şöyle demiştir:

"Rasûlullah (s. a.) cünuplükten dolayı guslet (mek iste)diği zaman -Süleyman b.
Harb'in rivayetine göre,- önce sağ eliyle sol eline su döker -Müsedded'in rivayetine
göre de- önce kaptan suyu sağ eli üzerine dökerek ellerini yıkar,- sonra ikisinin
ittifakla rivayetine göre- ve fercini yıkardı. (Bundan sonra Müsedded): Suyu sol eline
dökerdi. Aişe (r.anhâ) bazan ferci kinayeli olarak söylerdi (sözlerini ilâve etti).
(Hadis'in bundan sonraki kısmında Süleyman ve Müsedded ittifak etmişlerdir:)
Rasûlullah sonra namaz için aldığı abdest gibi abdest alır, her iki elini de kaba daldırıp

[392]

(su alır) suyun (başının) derisine ulaştığını bilinceye veya deriyi paklaymcaya
kadar saçlarını hilaller ve başına üç defa su dökerdi. Sudan artan olursa onu da

f3931 P941

vücûduna dökerdi."
Açıklama

Hadiste Rasûlullah'm gusle ellerinden başladığı ancak Süleymana göre sağ eh ile sol
eline su döktüğü; Mısedded e göre ise, kabtan direkt olarak sağ eline su döktüğü
şeklinde beyân edilmektedir. Daha sonra her iki râvinin de ittifakı ile avret mahallini -
burada Müsedded'in beyânına göre sağ eliyle döküyor sol eliyle avret yerini-
yıkıyordu. Bunu müteâkib namaz abdesti gibi abdest alıyor, sonra da iki elini kaba
daldırarak su alıyor, saçlarım ve vücudundaki kılları ovalayarak aralarına suyun nüfuz
etmesini sağlıyordu. Suyun tenine değmesiyle oranın temizlenmesine kanaat getirdiği
an, üç defa başına su alarak bütün vücudunu yıkıyordu. Artan su kalırsa hepsini birden



vücuduna döküyordu.

Kadı Iyaz, bazı kişilerin, bu hadise dayanarak vücuttaki bütün kılların ovalanmasının
gerektiği görüşünü benimsediklerini söyler. Mâlikîlere göre sık otsun, seyrek olsun,
vücuttaki bütün kılların ovalanması vâcibtir. Şafiî ve Hanbelilere göre, ovalanmadığı
takdirde su deriye ulaşıyorsa kılların ovalanması mendub, ulaşmıyorsa vâcibtir.
Bu meselede Hanelilerin görüşü de şöyledir: Ovalanmadan su deriye kadar ulaşırsa
saçın ve sakalın ovalanması müstehap, ovalanmadan deriye ulaşmazsa, farzdır.
Gusülde bedenin ovalanmasını şart koşmayanlar bu hadisi delil gösterirler. Zira ( )
suyu akıtmak, dökmek anlamına gelmektedir, derler. Vücudu ovalamanın hükmü ile

13951

ilgili görüşler, abdestle ilgili bahiste verilmiştir.
Bazı Hükümler

1. Cünuplükten dolayı yıkamldığmda önce eller ve avret yen yıkanmalıdır.

2. Gusle başlarken abdest almak sünnettir.

3. Kılların dibi ovalanmalıdır.

4. Rasûlullahm tertibi üzere gusül yapmak sünnettir.

243. ...Aişe (r.anhâ) şöyle demiştir:

"Rasûlullah (s. a.) cünuplükten dolayı gusletmek istediği zaman Önce ellerini
bileklerine kadar, sonra da fercini kaşığıyla yıkar ve onlar üzerine su dökerdi. Ellerini
temizledikten sonra duvara sürterdi. Sonra abdest almaya başlar (abdest aldıktan)

H961 r3971

sonra da başına su dökerdi."
Açıklama

Hadis-i şerifte geçen ( ) kelimesi kasık ve koltuk altı gibi kirlerin toplandığı suyun zor
ulaştığı yerlere denir. Burada fere kast edilmektedir. Zabtı bazı nüshalarda ( )
"dirseklerini" şeklindedir. Irakî doğru olanının bu olduğunu kaydetmektedir, ( )
"sonra onun üzerine suyu döktü" cümlesinin açıklanmasında, sarihlerden kimi
kasıklara, kimi ellere kimi de bütününe şâmil olabileceğini söylemişlerdir.
Rasüllah (s.a.)'in avret yerlerini yıkadıktan sonra ellerini duvara sürtmesi, ellerindeki
herhangi bir kokunun kalma ihtimaline binaendir. Günümüzde temizleyici sabun ve
benzerlerinin kullanılmasının lüzumuna işarettir. Ayrıca önceden de belirtildiği gibi

[3981

tuvaletten sonra ellerin sabunla yıkanması da gerekmektedir.
Bazı Hükümler

1. Gusulde msan vücudundaki suyun zor yetiştiği yerleri yıkamakta mübalağa
edilmesi gerekir.

2. Ellerde pislik eseri kalmaması için ek temizleyici kullanılmalıdır. Böyle bir şey
olmadığı takdirde toprakla temizlenmelidir.

244.... Aişe (r.anhâ) şöyle buyurmuştur: "Vallahi eğer isterseniz, size cünuplükten



dolayı yıkanmış olduğu yerdeki duvarda Rasûlullah'm elinin izini
f3991 r4001

gösterebilirim."
Açıklama

Münzirî, bu hadisin mürsel olduğunu, Şa'bî'nin bunu Hz.Aışe (r.anha)den duymadığını
söyler.

Fazla bilgi önceki hadiste geçmiştir.

[4011

245.. ..İbn Abbâs, teyzesi Meymûne 'nin şöyle dediğini haber vermiştir:
"Rasûlullah (s.a.) için cünuplükten dolayı yıkanacağı suyu hazırladım. Kabı sağ elinin
üzerine eğdi, iki veya üç (bu şüphe el-A'meş'tendir) defa yıkadı. Sonra avret yerine su
döktü ve orayı sol eliyle yıkadı. Daha sonra da (sol) elini yere sürttü ve
yıkadı.Bilahere ağzına ve burnuna su aldı, yüzünü ve ellerini yıkadı, başına ve

r4021

vücuduna su döktü, kenara çekilerek ayaklarını yıkadı. Ona havluyu verdim
almadı, suyu bedeninden (silip silkeleyerek) atmaya başladı. (el-A'meş der ki) Bunu
(Rasûlullah'm havluyu almayıp, üzerinden su serptiğini) İbrahim (en-Nehâiy)e
söyledim. İbrahim; "onlar havlu kullanmakta bir beis görmezlerdi, fakat onu âdet
edinmeyi kerih addederlerdi" dedi.

Ebû Dâvud, Müsedded'in şu sözünü nakleder: "Abdullah İbn Dâ-vûd'a, "Onlar
havluyu âdet edinmeyi kerih görürlerdi" şeklinde bir şey biliyor musun? dedim o; evet
öyledir (Meymune'nin rivayetinde, onlar bunun âdet olmasını kerih görürlerdi ibaresi

T4031

yoktu) fakat ben kitabımda bu ibareyi mevcut olarak buldum, dedi."
Açıklama

Hadis-i Şerifte geçen "iki veya üç defa yıkadı" ifadesindeki şek, tercümede
belirttiğimiz gibi Süleyman el-A'meş'tendir. Nitekim bu şüphenin ondan geldiğim
Buhârî de belirtmiş bulunuyor. Ancak yine ei-A'meş'in rivayet ettiği ve Ebû Avâne'nin
Sahîh'inde kaydettiği aynı hadîste, "ellerine üçer defa su döktü" deyip şek belirten bir
ifade kullanmamıştır. Hafız İbn Hâcer aynı şahıstan gelen bu farklı rivayetler hakkında
şu yorumunu yapar: "A'meş anlaşıldığı kadarıyla önceleri bu konuda şek etmekte iken,
sonraları hadisi hatırlamış ve "üç defa" diyerek kati bir ifade kullanmıştır. Çünkü bu
rivayeti A'meş'ten üç defa ve tereddütsüz olarak rivayet eden ibn Fudayl, şüpheli
olarak rivayet edenlerden daha sonraları ondan hadis dinlemiştir."
Hadis'in bundan sonraki kısımlarından Rasûlullah (s.a.)'in sol eliyle edep yerini
yıkadığı, bu yıkama esnasında eline herhangi bir kokunun bulaşmış olma ihtimaline
karşılık ellerini yere iyice sürttüğü anlaşılmaktadır. Bu da yüce Rasûl'ün temizliğe ne
derece önem verdiğini, hoş olmayan kokuların bedeni üzerinde kalmaması için ne
derece dikkat ettiğini göstermektedir.

Gusül ve abdest esnasında ağıza ve buruna su alıp mazmaza ve istinşâk yapmanın
hükmünün ne olduğunda ulemâ arasında farklı görüşler vardır:

Ibnu'l-Mübârek, Ahmed b. Hanbel ve İshâk gibi imamlara göre abdestte de gusülde de



mazmaza ve istinşâk vâcib (farz) dır.

Hanefîlerle Süfyân es-Sevrî'ye göre, gusülde farzdır, abdestte değildir. Mâlik ve Şafiî
âlimlerine göre ise, her ikisinde de sünnettir.

Bu konuda yeterli açıklamalar, daha önceden Abdest ile ilgili hadislerin açıklaması
üzerinde durulurken verilmiş bulunuyor. Bu bakımdan burada delillerini ayrıca tekrar
etmeye gerek görmüyoruz. "Sonra başına ve bedenine (su) döktü" ifadesinden
Rasûlullah (s.a.)'in saçları arasını ovalamadığı, sadece suyu dökmekle iktifa ettiği
anlaşılır. Halbuki, daha evvel Rasûlullah (s.a.)'in daha su dökünmeye başlamadan
vücutta kıl olan yerlerini ovaladığı zikredilmişti. Burada râvinin hadisi uzatmamak
için bunu zikretmemiş olduğu anlaşılabileceği gibi, Peygamber (s.a.)'in ovalamayı
bazan terkettiği de anlaşılabilir.

Hadis-i şeriften Rasûlullah (s.a.)'m ayaklarını yıkamak için yerini değiştirdiği ve
ayaklarım yıkamayı en sona bıraktığı anlaşılmaktadır, bu mânâyı ifâde eden başka
rivayetler de vardır. Cumhur, bu rivayetlere istinaden, mutlak olarak gusülde ayakları
en son yıkamanın müstehap olduğu görüşüne varmışlardır. İmam Mâlikden eğer yer
temiz değilse ayakları yıkamayı sona bırakmamn, temizse abdestin hemen akabinde
yıkamanın müstehap olduğu da rivayet edilir.

İmam Ebû Hanife ve talebelerine göre, gusledilen yer leğen, küvet gibi suyun biriktiği
bir yerse ayakları yıkamayı en sona bırakmak, değilse abdestin hemen sonunda
yıkamak müstehaptır.

"Ona havlu verdim almadı" cümlesinin Buhârî ve Müslim'deki ifadeleri lafız
yönünden farklı ise de mânâ itibariyle herhangi bir farklılık yoktur.
Câbir b. Abdillah, İbn Ebî Leylâ ve Saîd b. Müseyyeb bu hadise dayanarak, gusül ve
abdestten sonra kurulanmanın mekruh olduğunu söylemişlerdir. Şâfiîlerin meşhur
kavline göre, silinmeyi terk etmek müstehaptır. Osman b. Affân, Hasan b. Ali, Enes b.
Mâlik, Hasen el-Basrî, Ebû Hanîfe, Mâlik ve Ahmed (Allah hepsine rahmet etsin)
abdest ve gusülden sonra kurulanmada kerahet görmemişlerdir. Bunlar görüşlerine İbn
Mâce'nin Selmân-ı Fârisî tankıyla rivayet ettiği;

"Rasûlullah (s. a.) abdest aldı, üzerinde olan yün di b bey i ters çevirdi ve onunla
r4041

yüzünü sildi" hadisi ile Tirmizî'nin Hz. Aişe'den rivayet ettiği "Rasuiullah'm bir

1405] "

bez parçası vardı, abdestten sonra bununla kurulanırdı" hadisini delil kabul
etmişlerdir.

Resûlullah'm havlu kullanmaması, her zaman kullandığının hilâfmadır. O'nun bu
hareketi o gün havlu kullanma ihtiyacını hissetmemesinden veya serinleme isteğinin
bulunmasından olsa gerektir.

Ayrıca bu hükümler sıcak iklimde bulunanlar içindir. Soğuk iklimde yaşayıp silinme
zorunluğu olan mü'minler için değildir. Çünkü mevzubahis olan sıhhattir. Soğuğun
çok şiddetli olduğu yerlerde bazılarının "sünnettir" diye silinmemede ısrar etmeleri

r4061

sünnete uygun bir hareket değildir.
Bazı Hükümler

1. Abdest ve gusül suyunun hazırlanmasında başka-smdan yardım istemek caizdir.

2. Kadının kocasına hizmet etmesi meşrudur.



3. Avret mahalleri sol elle yıkanmalıdır.

4. Avret mahalli yıkanmadan önce ve yıkandıktan sonra eller yıkanmalıdır.

5. İstincadan sonra ellerde kalması muhtemel necaset artığını gidermek için
(temizleyicinin bulmadığı zaman) toprağa sürtmek matluptur.

6. Gusülde mazmaza ve istinşak gereklidir. Üç defa olması sünettir.

7. Gusülde ayaklan yıkamanın en sonraya bırakılması meşrudur.

8. Gusülden sonra havlu ile silinmek terkedilebilir.

246....Şu'be'den rivayet edilmiştir,demiştir ki; İbn Abbas (r.a.) cünuplükten dolayı
yıkanmak istediğinde sağ eliyle sol eline yedi defa su döker sonra da avret yerini
yıkardı.

"Bir keresinde kaç defa su döktüğünü unuttu ve "kaç defa döktüm?" diye bana sordu.
Ben de; bilmiyorum" dedim. Bunun üzerine İbn Abbâs (hayretle) "Hey anasız
(kalasıca), niçin bilmiyorsun?" dedi.

Daha sonra namaz için abdest aldığı gibi abdest alıp vücuduna su döker ve "Rasûlullah

r4071 r4081

(sallellahü aleyhi ve sellem) cünuplükten işte böyle temizlenirdi" derdi.
Açıklama

Hadis-i Şerifte geçen ( ) "Anasız kalasıca! " sözü Nihâye'de belirtildiğine göre zem ve
sebbetme için kullanılan bir deyimdir. "Sen sokağa bırakılmış, annesi belli olmayan
birisin" manasına gelir. Bu sözün bazan teaccübmânâsmda medh için kullanıldığı da
söylenir. Tîbî daha çok medh için kullanıldığını söyler. Herhalde îbn Abbâs, burada
Şu'be'yi zem etmek veya ona küfretmek değil de, dikkatsizliğinden dolayı ona hayret
ettiğini göstermek istemiştir.

Bu hadis-i şerifin zahirinden anlaşıldığına göre Rasûlullah (s.a.) cünuplükten dolayı
yıkandığında ellerini yedi defa yıkardı. Ancak râvîler içerisinde Şu'be b. Dinar
bulunduğu için bu hadis zayıf sayılmıştır. Şu'be b. Dinar tenkid edilmiştir. Hadisi
hüccet kabul edilmez, üstelik hadis, Rasûlullah (s.a.)'in yıkandığında ellerini üç defa
yıkadığını bildiren sahih hadislere zıt düşmektedir.

Şayet üzerinde durduğumuz hadis sahih kabul edilirse, o zaman Rasûlullah (s.a.)'ın
ellerini üç defa yıkadığını bildiren hadislerle neshedilmiş olur. Oysa durum böyle
değildir. Hüccet olarak üç defa yıkanmayı bildiren hadisler kabul edilmiştir.

247.... Abdullah b. Ömer (r.a.)den, şöyle demiştir:

"Namaz elli (vakit), cünuplükten dolayı yıkanmak yedi defa ve elbiseden idrarı
yıkamak yedi defa idi. Rasûlulah (s.a.) namaz beş vakit, cünuplükten dolayı yıkanmak
bir ve elbiseden sidiği yıkamak da bir defaya indirilinceye kadar (Allah'a) duaya
r4091

devam etti."
Açıklama

Hadis-i şeriften anlaşıldığına göre, Cenab-ı Allah başlangıcında namazı elli vakit,
cünuplükten dolayı yıkanmayı yedi defa ve elbisedeki sidiği yıkamayı yedi defa
gerekli kılmıştı. Rasûlullah (s.a.) Cenabı Allah'ın rahmet ve şefkatinin büyüklüğüne



güvenerek bunların hafifletilmesi için duâ ve tazarruda bulunmaya başladı. Rasûlullah
(s.a.)'m isteği namaz beş vakit, diğerleri de birer defa oluncaya kadar devam etti.
Namazın önce elli vakit olarak farz kılınıp da sonra beş vakte indirilmesi Mi'rac
gecesinde olmuştur. Müslim'deki rivayete göre, Rasûlullah (s. a.) hâdiseyi şu şekilde
haber vermiştir:

"Allah (c.c) bana her gün ve gece de elli vakit namazı farz kıldı Mûsâ (a.s.)'mn yanma
indim, bana "Allah, ümmetine neyi farz kıldı" diye sordu, ben de "elli vakit namazı"
dedim.

Rabbine dön ve hafifletilmesini iste. Çünkü ümmetinin gücü buna yetmez. Ben israil
oğullarım imtihan edip denedim dedi. Ben de Rabbime dönüp "Ya Rabbi benim
ümmetime (namazı) hafiflet" diye duâ ettim. Allah (c.c) beş vaktim indirdi. Sonra
tekrar Musa (a.s.)'ya döndüm ve Allah'ın benden beş vakti eksilttiğim söyledim, Mûsâ
(a.s.):

Ümmetinin gücü buna da yetmez, Rabbine dön ve hafifletilmesini iste, dedi. Cenab-ı
Allah: "Ya Muhammed, bunlar her gece ve gündüz beş namazdır. Her namaz için on
namaz (sevabı) vardır, bu da elli eder" buyurun caya kadar Allah (c.c) ile Mûsâ (a.s.)

[4101

arasında gidip gelmeye devam ettim."

Cünuplükten dolayı yıkanmanın bir defaya indirilmesi ile, elbisedeki idrarı yıkamanın
bir defaya indirilmesinin namazla birlikte Mi'raç gecesinde veya ayrı ayrı zamanlarda
olması muhtemeldir.

Ancak sarihlerin beyânına göre İslâm'ın ilk yıllarında olabileceğini söylemeleri
yanında hadis zayıf olduğu için delil değildir, diyenler üzerinde fazla
durmadıklarından yeterli bilgi elde edilememiştir. Hadisin sahih olduğu kabul edilse
bile namazın elli vakitten beş vakte indirilmesi hususu sahih hadislerle sabittir. Fakat
cünuplükten temizliğin, elbisenin yedi defa yıkanarak temizlenmesinin hükmü sahih
hadislerde varid olmamıştır. Buna göre de imamların ittifak ettikleri husus cünüplekte
su bütün vücûda nüfuz etmesi halinde bir defa ile iktifa edileceğidir. Elbisede de
durum aynıdır.

Elbisedeki bir pisliğin yıkanması, Şafiî ve Mâlikîlere göre bir defadır. Ancak Şafiîlere
göre üç defa yıkamak menduptur. Eğer necaset bir veya üç defa yıkamakla yok
olmamışsa, zail oluncaya kadar yıkamaya devam etmek gerekir. Ahmed b. Hanbel'den
gelen iki rivayetten biri de bu şekildedir. Muğnî müellifi İbn Kudâme bunu tercih
etmiştir.

Hanefîlere göre necaset ikiye ayrılır:

Necâset-i Galîza: İnsanın tersi ve sicjiği, eti yenmeyen hayvanların tersi, sidiği ve
salyası, eti yenen hayvanlardan tavuk, kaz ve ördeğin tersi, kan, irin, meni, mezi, vedî,
hayz ve nifas ileistihazakanlan ağız dolusu kusuntu gibi insanın bedeninden çıkıp da
abdesti bozan şeyler bir de şarap ve boğazlanmadan ölmüş hayvanın eti ve derisi.
Necâset-i hafife: Atın ve eti yenen ehli ve vahşi hayvanların sidiği, eti yenmeyen
kuşların tersi, eti yenen hayvanların, eşek ve katırın sidiği, İmam A'zam'a göre galiza,
imameyne göre hafifedir. Fetva İmameynin görüşüne göre verilmektedir.
Bu necasetlerden galizanm katı olanının dirhem miktarından fazlası namaza mâni,
daha azı mâni değildir. Sıvı olanında ise, avuç içi miktarından azı namaza mâni değil,
daha fazlası mânidir.

Necâset-i hafıfenin isabet ettiği yer elbisenin veya bedenin dörtte birinden az ise
namaza mâni değil, dörtte birine denk veya daha fazla ise, namaza mânidir.



İmam Ebû Yûsuf a göre enine boyuna bir karış miktarı namaza mâni değil, daha
fazlası mânidir. Elbise veya bedende namaza mani olacak miktarda pislik varsa (ister
galiza, ister hafife) hemen yıkanması gerekir. Bu pisliklerde ya gözle görülür yani,
kuruduktan sonra iz bırakır, ya da gözle görülmez yani kuruduktan sonra iz bırakmaz.
Gözle görülen bir necasetle pislenmiş olan şey, pisliğin aynı ve eseri yok olunca temiz
olur. Temizleme yolunun, yıkamak, silmek, ovalamak (v.s.) olması arasında fark
yoktur. Pislik yıkanarak giderilecekse suyun akıcı veya durgun,az veya çok olması
arasında fark olmadığı gibi yıkamanın adedi de mühim değildir. Mühim olan pisliğin
kendisi ve eserinin ortadan kaldırılmasıdır.

Renk ve kokudan ibaret olan eserin kalması, (izalesi meşakkatli olduğu için) zarar
vermez. Bunları gidermek için sabun ve deterjan kullanmak zarureti yoktur.
Gözle görülmeyen (iz bırakmayan) necasetle pislenmiş olan şey, yıkayanın zann-i
galibine göre temizlenmiş oluncaya kadar yıkanır. Müftâbih olan görüşe göre aded
mühim değildir. Ancak zann-ı gâlib üç defa yıkamak ve yıkanılan şey sıkilabilecek
cinsten ise, her seferinde sıkmakla hasıl olur. Bilhassa üçüncü yıkayışta damlalar
kesilinceye kadar sıkılmaya devam edilmelidir.

Bu hususta itibar sıkanın kendi kuvvetinedir. Tahtavî'nin beyânına göre, galebe-i
zannm üç defa yıkamakla hasıl olacağı şeklinde bir mecburiyet yoktur. Bu üçten az
yıkamakla da hâsıl olabilir. Hatta pis bir elbise üzerinden su akıtılsa ve zann-ı galibe
göre o elbisenin temizlendiği kanaati hasıl olsa. yıkama ve sıkma olmadığı halde, o
elbisenin kullanılmasicâizolur. Vesveseli olmayan kimse hakkında zahir budur.
Vesveseli olan için uygun olan, zann-ı galibi sayı ile takdir etmektir ki, o da üçtür.
Eğer elbisenin yıkandığı su akıcı olmazsa, o zaman her bir yıkanışta sıkılması zâhir-i
rivayete göre lâzımdır. Ebû Yûsuf tan sıkılmanın şart olmadığına dâir bir görüş de

mu

rivayet edilmiştir. Esas olan temiz olduğuna dair zann-i galibin hasıl olmasıdır.
Bazı Hükümler

1. Ser'î hükümlerin bazılarının bazıları ile nesh edilmelen caizdir.

2. Cenab-ı Allah, ibâdetleri hafifletmek suretiyle bu ümmete merhamet etmiştir.

3. Kulun mahzurlu olmayan bir şeyi Rabbisin'den istemesi caizdir.

4. Rasûlullah (s.a.)'m şefaati makbuldür.

248.. ..Ebû Hureyre (r.a)'den, demiştir ki; Rasûlullah (s. a) şöyle buyurdu:

"Muhakkak her küm altında cünuplük vardır. Bütün kılları yıkayınız, teni

[4121

temizleyiniz."

[413] [414]

EbûDâvûd, "Haris b. Vecih'in kendisi zayıf, hadisi münker"dir, dedi.
Açıklama

Bu hadis-i şeriften anlaşılmaktadır ki, cünuplükten dolayı yıkanan kışı vücudunun
tamamına suyu ulaştırmahdır. Suyun isabet etmediği bir kıl bile kalsa cünuplük devam
eder. Hattâbî "Hadisin zahiri, gusledecek kişinin saç örgülerim çözmesi gerektiğine
işaret eder. Çünkü vücuttaki kılların tek tek yıkanması gerekir. Bu da ancak örgülerin



çözülmesiyle mümkündür. İbrahim en-Nehaîbu görüştedir. Ancak ulemânın cum-
huruna göre su saçların dibine ulaşırsa örgülerin çözülmesine lüzum yoktur" der.
İmam Nevevî ise, "cumhura göre gusleden kadın saç örgülerini çözmeden su
saçlarının tamamına ulaşırsa örgüleri çözmesine lüzum yoktur, aksi takdirde örgülerin
çözülmesi vaciptir. Bizim görüşümüz de budur. Ümmü Seleme'nin hadisi, örgüler
çözülmeden suyun saçlarının tamamına ulaşmış olduğuna hamledirir" demektedir.
Hanefilere göre, saç örgülerinin çözülüp çözülmemesi hususunda erkekle kadın
farklıdır. Kadınların saçlarının dibine su ulaştığı takdirde, örgülerin çözülerek saçların
yıkanmasına lüzum yoktur. Çünkü Müslim'in bir rivayetinde, ümmü Seleme (r.a.)
Rasûlü Ekrem (s.a.)'e:

"Ya Resulullah ben saçlarımı örerim, cenabetten dolayı yıkanacağımda onu çözeyim

[4İ5]

mi?" diye sormuş, Rasûllah da "Hayır" cevâbım vermiştir.

Erkeklerin ise saçları örgülü ise, guslettiklerinde örgülerini çözüp suyu saçlarının
tamamına ulaştırmaları gerekir. Bu konuda 251. hadisin şerhinde daha fazla bilgi
verilecektir.

Yine Hattâbî'nin ifade ettiğine göre, gusülde mazmaza (ağıza alma) ve istinşâk .
(buruna su alma) yi farz görenler bu hadis-i şerife istinad etmişlerdir. Çünkü hadis-i
şerifte, her küm yıkanması emredilmektedir. Burunun içinde de kıllar olduğuna göre
burunun içinin de yıkanması gerekir, Hadis-i şerifteki ( ) "deriyi (vücûdun dışını)
temizleyin" emri de ağıza su almanın farziyetine delâlet eder.

Aynî de yukarıda verilen bilgileri tekrar ettikten sonra İmam-ı Azam'm bu hadise
dayanarak mazmazayı ve istinşaki farz saydığını söylemektedir. Hattabî bu hadise
dayanılarak mazmazanm farz sayılmasına itiraz ederek şöyle demektedir: ( ) sözü
lügatlara göre, vücudun dışı, gözün gördüğü kısımdır. Ağızm ve burunun içine beşere
değil, ( ) (edeme) denilir. Dolayısıyla ( ) emri mazmaza (ağıza su alma)nm farz
olduğuna delalet etmez."

Ancak lügatçılann ifadesi Hattâbî'nin ortaya attığı görüşe zıt düşmektedir. Meselâ
Cevherî'nin beyanına göre ( ) (edeme) derinin ete bitişik olan kısmıdır. Ağız ve
burunun içi ise, böyle değildir. Öyleyse bu hadis-i şerifteki ifâdelere dayanarak
mazmaza ve istinşaki farz saymak yerinde bir harekettir.

[416]

Bu konu ile ilgili bilgi için 106. hadis-i şerif ve açıklamasına bakılabilir.
Bazı Hükümler

1. Cünuplükten dolayı yıkanmada bütün vücudun ve vücuttaki kılların yıkanması
farzdır.

2. Deriye suyun ulaşmasına mâni olan pisliklerin izâle edilmesi şarttır.

249.. ..Ali (r.a.)Men rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Kim kıl dibi kadar bir yeri yi kam ayıp cünup bırakırsa ona (terk edilen yere veya bu

[4171

yeri yıkamayıp terk eden kişiye) şöyle böyle (veya şu kadar süre) azab edilir."
Ali (r.a.) "Bunun (bu şiddetli azabı duyduğum) için (üç defa) başıma (saçıma) düşman

I4JL81

oldum" der ve saçını da tıraş ederdi.



Açıklama



Hadis"i Şerifte Seçen ( ) zamiri bazı müshalarda ( ) şeklinde müennes olarak gelmiş
ve harf-i cerre sebebiyet ma

nâsı verilmiştir. Bezlü'l-mechûd'deki kayıt o şekildedir. Terceme Menhel'in
açıklamasına göre ve zamir müzekker kabul edilerek yapılmıştır.
Tîybî bu hadise dayanarak başı tıraş etmenin sünnet olduğuna hükmetmiş ve;
"Rasûlullah (s. a.) Ali'yi başını tıraş etmekten men'etmediğine göre bu bir takriri
sünnettir. Aynca Rasûlullah (s. a,) ümmetine Hulefâ-i Râşidîn'in sünnetine uymalarını
emretmiştir" demiştir.

îbn Hacer, ve Aliyyü'l-Kârî Tîybî'nin görüşünü reddederek "Bir halifenin yaptığı
Rasûlullah (s. a.) ve diğer üç halifenin yaptıklarına muhalif olduğunda sünnet değil,

14191

ruhsat olur" demişlerdir.
Bazı Hükümler

1. Gusülde vücudun ve vücuttaki kılların tamamına suyu ulaştırmak farzdır.

2. Vücuttan veya vücuttaki kıllardan bir parçayı (kadınların örgüleri müstesna)
yıkamayıp kuru bırakan kişi, Allah'ın dilediği kadar azap görecektir. Yıkandıktan
hemen sonra bu kuru kalan yerleri de yıkarsa ittifakla guslü tamam olur. Ama hava ve
yıkanan kişinin mizacı mutedil olduğu halde diğer azaları kurduktan sonra daha evvel
yıkanmayan kısmı yıkarsa Malikilere göre guslün iadesi lâzımdır. Diğer üç mezhebe
göre lâzım değildir.

r4201

3. Başı tıraş etmek caizdir.

98. Gusülden Sonra Abdest Almak
250.... Aişe (r.anhâ)'dan, demiştir ki;

"Rasûlullah (s. a.) gusleder, iki rekât ( sünnet)i ve sabah namazı-nı(n farzını) kılardı.

[421] f4221

Onun guslettikten sonra abdesti yenilediğini hatırlamıyorum."
Açıklama

Rasulu Ekrem (s.a.)'nin guslettikten sonra kıldığı iki rekat, sabah namazının
sünnetidir. Nitekim, Hâkim'in rivayetinde "sabah namazından Önce iki rekât kılardı"
denilmektedir.

Hadis-i şerifteki ( ) (zannetmiyorum) kelimesinin elifin fethası ile ( ) şeklinde de
okunması mümkündür. O zaman mana, "Onun gusülden sonra abdesti yenilediğini
bilmiyorum" şeklinde olur ki, tercemede her iki husus gözetilerek "hatırlamıyorum"
tarzı tercih edilmiştir.

Bu hadis-i şeriften anlaşıldığına göre gusülden sonra abdest almaya lüzum yoktur.
Tirmizî birçok Sahabe ve Tâbiûn'un bu görüşte olduğunu söyler. Hâkim'in İbn
Ömer'den rivayet ettiğine göre, Rasûlullah (s.a.)'a guslettikten sonra abdest almanın



gerekli olup olmadığı sorulmuş, O da, "Gusülden daha efdal hangi abdest var ki!..."
1423]

buyurmuştur.



Bazı Hükümler

1. Sabah namazından önce ıkı rekat namaz kılınır.

2. Cunuplukten dolayı yıkandıktan sonra namaz kılmak için yeniden abdest almaya
gerek yoktur.

Şimdiye kadar geçen hadislerden anlaşıldığına göre, sünnet üzere gusletmenin şeklî
şudur: Gusledecek olan kişi önce üç defa ellerini yıkar, sonra avret mahallinde veya
bedeninin herhangi bir yerinde pislik varsa onu yıkar, abdest alır, önce başına, sonra
vücudunun sağ ve sol tarafına su döker. Vücudundaki kılları ovalar. Leğen ve benzeri
bir kapta guslediyorsa ayaklarını yıkamayı en sona bırakır. Nehir, göl deniz veya
büyük bir havuzda guslediyorsa suya dalması kâfidir.

Guslün Farzları:

Guslün farzları mezheplere göre farklıdır. Bunlar:
Malikîlere göre: 1. Niyet,

2. Vücudun tamamım yıkamak,

3. Vücudu ovalamak,

4. Saçların arasını ovalamak ve

5. Bunları peşpeşe (tertip üzere) yapmak.
Hanbelilere Göre:

1. Vücuttaki -altına suyun girmesine mâni olan- pislikleri temizlemek, gidermek,

2. Niyet etmek,

3. Besmele çekmek,

4. Ağız ve burun, saçların tamamı ve sünnetsiz ise, haşefe dahil vücudun tamamına su-
yu ulaştırmak.

Şâfıîlere Göre:

1. Niyet,

2. Bedeninde pislik varsa onu yıkamak,

3. Vücudu ve saçları yıkamak.
Hanefîlere Göre:

1. Mazmaza (ağıza su vermek),

2. îstinşâk (buruna su vermek),

3. Vücudun tamamını yıkamaktır.

Hanefî mezhebinde guslün sünnetleri de şunlardır:

1. Gusle niyet etmek.Niyet, diğer üç mezhepte farzdır. Onun için bile bile
terkedümemelidir.

2. Besmele çekmek,

3. Misvak kullanmak,

4. Önce elleri, uylukları yıkamak, bedeninde pislik varsa gidermek,

5. Gusülden evvel abdest almak,

6. Abdestten sonra sırayla üç defa başa, üç defa sağ omuza, üç defa da'sol omuza su
dökmek,



7. Her su döküşte bedeni ovalamak,

8. Bir kap içinde yıkamlıyorsa önce sağ, sonra da sol ayağı yıkamak.

9. Suyu haddinden az veya çok kullanmamak,

10. Kimsenin göremeyeceği bir yerde yıkanmak,

11. Tenha yerde de olsa avret mahallini açık bırakmamak,

12. Gusül esnasında konuşmamak,

13. Gusülden sonra silinmek,

T4241

14. Elbiseyi giyerken acele etmek.

99. Kadın Gusl Ederken Örülü Saçlarını Çözmeli Mi?

251. ...Ebû Davud'un Zuheyr b. Harb ve Ibnu's-Serh'ten Rivayet ettiği hadîste Ümmü
Seleme (r.a.) şöyle demiştir; "Müslümanlardan bir kadın -Züheyr, dedi ki; Ümmü
Seleme kendisi- Rasûlullah (s.a.)'a

"Yâ Rasûllah, ben saçımı bağlayan bir kadınım. Cünuplükten dolayı (yıkanacağımda)
onu çözeyim mi?" dedi. Rasûllah (s. a.)

1425]

"Başına sadece üç avuç su dökmen sana kâfidir" cevabını verdi." Züheyr bu
kısmı, "Rasûlullah (s. a.) "Başa üç avuç su dökmen kâfidir. Sonra da (suyu) bedenînin
geri kalan kısmına dökersin işte o zaman sen temizlendin demektir" buyurdu" şeklinde
14261

rivayet etti."
Açıklama

Hadis-i şeriften anlaşıldığına göre cünuplükten dolayı gusül edecek olan kadının saç
örgülerini çözmesine lüzum yoktur. Bu mevzuda Hanefîlerin görüşünü 248. hadiste
açıklamıştık. Diğer mezheplerin görüşleri de şöyledir:

Mâlîkilere Göre: Saç kendi kendine kullanılmadan örülmüşse abdestte değil, sadece
gusiılde örgünün çözülmesi lâzımdır. Saç üç veya daha fazla iplikle örülmüşse örgüler
hem abdest, hem de gusülde çözülmelidir. Bir veya iki iplikle örülmüş olup örgü sert
ve sıkı olursa, çözülmesi lüzumlu, aksi halde lüzumlu değildir. Bu hükümlerde,
yıkanan kişinin erkek veya kadın olması arasında fark olmadığı gibi; yıkanma
sebebinin de cünuplük veya hayız ve nifas olması arasında fark yoktur.
Şâfıîlere Göre: 248. hadisin şerhinde Nevevî'den naklen beyân edildiği gibi, su
saçların dibine ve iç kısmına ulaşıyorsa örgülerin çözülmesine lüzum yoktur, ama
ulaşmıyorsa örgülerin çözülmesi vâcibtir. Hem erkek hem kadın için hüküm aynıdır.
Yıkanmayı gerekli kılan sebebler arasında da fark yoktur.

Hanbelîlere Göre: Yıkanma hayız ve nifastan dolayı ise, kadının saç örgülerini
çözmesi vâcibtir. Cenabetten dolayı yıkamlıyorsa ve örgü çözülmeden saçlar
ıslanıyorsa çözülmesine ihtiyaç yoktur, Hanbelîlerden bazıları cü-nupluktan veya
hayız ve nifastan dolayı yıkanmak arasında fark gözetmemişler ve saç örgülerini
çözmeyi gerekli görmemişlerdir.

Hanefîlere göre daha evvel belirttiğimiz gibi, kadınların saç örgülerini çözmesi
gerekmez. Erkeklerin ise, sahih kavle göre, çözmesi gerekir.

Saç örgülerinin çözülmesini şart koşmayanlar, örgülerin çözülmesine işaret eden



hadisleri vücûba değil de mendûbiyete hamletmişlerdir. Nitekim Dârakutnî'nin
Sünen'indeki rivayette örgülerin açılması ile birlikte hıtmî ve üş-nân (çöven)
kullanılmasının zikredilmesi bu te'vili desteklemektedir.

Müslim, İbn Mâce ve Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettikleri şu haber de Örgüleri
çözmenin farz veya vacip olmadığına işaret eder. Hz. Aişe (r.a)'ye Abdullah îbn
Amr'in, kadınlara yıkandıklarında saç Örgülerini çözmelerini emrettiği haberi gelince,
şöyle demiştir: "Hayret, madem ki tfon Amr, kadınlara saç örgülerim çözmelerini
emrediyor, başlarını tıraş etmelerini de emretse ya! Ben Rasûlullah (s.a.)'la beraber bir
kaptan yıkanır, başıma üç avuçtan daha fazla su dökmezdim."

Hadis-i şerifteki "başına üç defa su dökersin" ifadesinin manâsı, üç defa dökmekle
suyun saçların dibine vardığına dair zann-ı galib hasıl olmasıdır. Aksi halde daha çok
su dökmek gerekir.

252....Usâme, Makburfden Ümmü Seleme: (r.anhâ)nın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Bir kadın bana geldi (Üsame burada evvelki hadîsi nakleder.) O kadın için
Peygamber (s.a.)'e (bundan evvelki hadisde zikredilen meseleyi) sordum. (Usâme,
önceki rivayete ilâve olarak) Rasûlullah (s.a.)

[4271

"(Guslederken) her su döküşünde saçının örgülerini sık" buyurdu." dedi.
Açıklama

MussaniPin bu hadisi bu ifâdelerle getirmesinin sebebi, bundan evvelki hadiste yer
alan Züheyr ve îbn Şerh rivayetlerinin te'lif yönüne işarettir. Çünkü Züheyr'in
rivayetine göre, Rasûlulİah (s.a.)'a soruyu soran Ümmü Seleme (r. anhâ) İbn Serh'in
rivayetine göre müslümanlardan başka bir kadındır. Bu rivayetleri birleştirirsek, bir
kadın Ümmü Seleme'ye gelerek saçları örülü olan bir kadının yıkanırken, örgülerini
çözüp çözmeyeceği meselesini Rasûlullah'tan sormasını istemiş, o da onun için soru-
vermiştir. Soruyu sorma işinin Ümrnü Seleme'ye isnad edilmesi hakikat, diğer kadına
isnad edilmesi mecazdır. Çünkü o kadın sorunun sorulmasına sebeb olmuştur. Önce o
kadın adına Ümmü Seleme (r.anha)'nm sonra te'kid için kadının kendisinin tekrar
sormuş olmaları da muhtemeldir. Ancak bu rivayette diğer rivayetten fazla olarak
"Başına her su döktüğünde örgülerini sık" ziyâdesi mevcuttur. Bu da saçların dibine

r4281

suyun nüfuz etmesini sağlamak için olsa gerektir.
Bazı Hükümler

1. Gusulcie suvu saclarm dibine kadar ulaştırmak zaruridir.

2. Kdmlarm guslettiklerinde saç örgülerini çözmelerine lüzum yokutr. Erkekler ise,
çözmek mecburiyetindedirler.

253.. ..Aişe (r.anhâ)'den, şöyle demiştir; "Bİzden (Rasûlullah'm eşlerinden) birine
cünuplük isabet ettiği zaman, şöylece üç avuç (su) alıp -her iki elini kast ediyor-
başma dökerdi. (Sonra) bir eliyle (su) alıp şu (sağ) tarafına, başka bir sefer (tek eliyle

f4291 r4301

su alıp) diğer (sol) tarafına dökerdi."



Açıklama

Hadis-i şe"fte Hz. Aişe'nin başına üç avuç su döktüğünü söylemesi, başka hadislerde
geçen beş avuç su döktüğüne dâir olan rivayetlere zıt değildir. Bazan beş avuç bazan

14311

da üç avuç su dökmüş olması muhtemeldir.
Bazı Hükümler

Rasûmllan'm zevceleri guslettiklerinde saç örgülerini çözmezlerdi.

254....Aişe (r. anhâ)'den, demiştir ki; "Bizler ihramlı ve ihramsız olarak Rasülullah ile
beraber iken ve başımızda (saç örgülerimiz de) olduğu halde (onları çözmeden)
f4321 f4331

yıkanırdık."
Açıklama

Hadis-i şerifte geçen ( ) kelimesi aslında yaralı uzuv üzerine sarılan bez sargısı
manasına gelir. Bu hadis-i şerifte saça koku sürünmek manasına kullanılmıştır. Hz.
Aişe'nin bildirdiğine göre Rasülullah (s.a.)'m zevceleri ve ashab-ı kiramın hanımları
başlarına sürdükleri koku sebebiyle saçları birbibîrine yapışmış olduğu halde gusleder
ve bu yapışık saçları açmazlardı. Rasülullah da bunu men etmezdi. Çünkü bu şekilde
de olsa saçlarının dibine su ulaşırdı.

14341

Mânânın şu şekilde olması da muhtemeldir: "Biz gusleder ve içerisine hıtmî

[435]

karıştırılmış su ile yetinir, bundan sonra başka bir su kullanmazdık.."
Bazı Hükümler

Kadınlar guslederken saçlarına sürdükleri koku (v.s.) gibi şeyleri gidermek
mecburiyetinde değil dirler.

14361

255....Şureyh b. Ubeyd şöyle demiştir:

"Cübeyr b. Nüfeyr bana cünuplükten yıkanmak hususunda fetva verdi. (Ctibeyr'in
dediğine göre) Sevbân, onlara (Cübeyr ve arkadaşlarına): Gusül hususunda Rasülullah
(s.a.)'den fetva istediklerini bildirmiştir. (Rasülullah s.a.) şöyle buyurmuş: "Erkek,
(saçı örgülü ise) saçlarını dağıtsın ve saçların diblerine su ulaşıncaya kadar yıkasın.
Kadının ise (örgülerini) çözmemesinde vebal yoktur. O iki eti ile başına üç avuç su
14371

döksün."



Açıklama



Erkeklerde sac örme onlar için ziynet olmadığından, kadınlarda ise ziynet olduğundan
kadınların çözmemesi erkeklerin ise çözmesi gereklidir.

İbn Reslan, "hadisin zahiri, örgülerin çözülmesi hususunda erkekle kadının farklı
olduğunu gösterir. Fakat ben bu görüşte olan kimseyi bilmiyorum" demektedir. Ancak
248. hadisin şerhinde beyân edildiği üzere Hanefîlere göre gusülde erkekler saç
örgülerim çözmek mecburiyetinde oldukları halde, kadınlar mecbur değildirler.

[438]

Onların suyu saçlarının dibine ulaştırmaları kâfidir. Bu hadis-i şerif Haneklerin

[439]

görüşlerini te'yid etmektedir.

100. Cünup Olan Kişinin (Guslederken) Başını Hıtmî (Karıştırılmış) Su İle
Yıkaması

256.. ..Hz. Aişe (r.anhâ)'den rivayet edildiğine göre; "Rasûlullah (s. a.) cünup olduğu
halde başını hıtmî (karıştırılmış su) ile yıkar, bununla yetinir ve başına (ayrıca) su
r4401 [44JJ

dökmezdi."
Açıklama

Hıtmî, Kâmûs\m ifâdesine göre, çiçeğine "hâtem" denilen bir bitkidir. Mesanedeki
taşları düşürme, bazı yaraları iyileştirme, sirke ile mazmaza edildiğinde diş ağrılarını
dindirme ve ateş düşürme gibi faydalan vardır. Ayrıca kirlerin ve ter kokusu gibi
kokuların izâlesi için sabun yerine kullanılırdı.

Bu hadis, suya temizleyici özelliğini artırmak gayesiyle, sabun, soda gibi bir şey
karıştırıldığında, suyun tadı, rengi ve kokusu değişmiş de olsa, bu suyun hadesi
(abdestsizlik ve cenabeti) izâle için kullanılmasının caiz olduğuna delildir. Hanefîler
bu görüşü benimsemişlerdir. Çünkü bu şekildeki bir suya da su ismi verilir; sadece
temizleme özelliği fazlalaşmıştır.

İbn Kudâme'nin Muğnî'deki ifâdesine göre suya, suyun temizleyicilik vasfını artıran
bir şey karıştırıldığı takdirde o su ile gusledilip edilmeyeceği hususunda ihtilâf vardır.
Ahmed b'. Hambel'den yapılan iki rivayetten birine göre, böyle bir su ile gusül
yapılırsa cenabetten kurtulunmaz. Şafiî, Mâlik ve Ishak da aynı görüştedirler.
Hanefîlere göre böyle bir su ile gusul caizdir. Yine ibn Kudâme "Suya temiz bir şey
karıştırıp da onu değiştirmediği takdirde bu su ile abdest almanın cevazı hususunda
hiçbir ihtilâf bilmiyoruz" demektedir.

Bu hadis-i şerif her ne kadar zayıf ise de İbn Ebî Şeybe'nin İbn Mes'ûd'dan yaptığı
rivayetle cenazelerin, sidr, çöğen sabunu gibi şeylerle yıkanması nın sünnet oluşu bu
hadis-i te'yid etmektedir, ibn Kudâme'nin de ifade ettiği gibi Şafiî, Mâliki ve
Hanbelîlere göre, içerisine sabun, soda vs. gibi suyun temizleme özelliğini artıran bir
şey karıştırılmış su-ile yıkanmak cenabetin izâlesi için kâfi değildir. Sonradan tekrar
normal su dökünmek lâzımdır.

İbn Reslân, içerisine hıtmî karıştırılmış su ile, cünuplükten dolayı yıkanmaya niyet
edilirse cenabetten temizlenilebileceğini ayrıca su dökülmesine lüzum olmadığını,
ancak bunun sabunu suya kanştırmayıp başa koyarak temizlenildiği takdirde olduğunu
söyler. Veya Hz. Peygamber (s. a.) ilk önce normal su île yıkamış daha sonra hıtmî ile



ikinci defa yıkamıştır, denebileceği gibi hıtmînin çok az olduğu ve suda hiçbir
değişiklik yapmadığı şeklinde de te'vil edilmiştir. Fakat bütün bu te'villere ihtiyaç
kalmaksızın, temizleyici olan bu maddenin suya karıştırılarak kullanılması hiçbir
mahzur teşkil etmemekte ve bu konuda ihtimale yer bırakmayacak şekilde Hz.

f4421

Peygamber tarafından kullanıldığı bilinmektedir.

101. Erkek Ve Kadından Gelen Suyun (Meni Veya Mezinin) Nasıl Yıkanacağı

257....Aişe (r.anhâ); erkek ve kadından gelen su (meni veya mezi) hakkında şöyle
demiştir: "Rasûlullah (s. a.) bir avuç su alır, suyun (meni veya mezinin) üzerine
dökerdi. Sonra tekrar bir avuç su alır yine suyu (meni veya mezinin) üzerine
f4431

dökerdi."
Açıklama

Rasûlullah (s.a.)'m üzerine su döktüğü şey ya meni ya da mezidir. Hanefılere göre
temizlenmesi gerektiği Şafiî ve Hanbelîlere göre temiz olduğu ise önceden geçmişti.
Meziye gelince bütün mezheplere göre pis olduğundan temizlenmelidir. Dolayısıyla
Hanefîlerin dışındakilere göre temizlemek maksadıyla Rasûlullah (s. a.) üzerine su
döktüğü şey mezi olmalıdır.

îbn Reslân, bu hadisin, mezinin, üzerine su dökülmekle temizleneceğini söyleyen

f4441

Hanbelîlere delil olduğunu söyler.

102. Aybaşı Halindeki Kadınla Yemek Yeme Ve Bir Arada Bulunma

Hayız, lügatta, çıkan kan demektir. Şeriat'ta hayz, hades midir, necis midir ihtilaflıdır.
Hades olması daha uygundur. Necis oluşuna göre tarifi, hasta veya yaşça küçük
olmayan bir kadının rahminden dışarı çıkan kandır. Hades oluşuna göre, bu kan
sebebiyle meydana gelen şer-î maniadır.

Bir kadının rahminden, hastalık veya doğum gibi bir sebebe bağlı olmaksızın belli
müddetler içinde gelen kandır. Buna "âdet hâli", "ayhâü", "aybaşı hali" de denir .Kız
çocukları normal olarak 9 yaşında âdet görmeye başlarlar. Bu hal onların bulûğ
çağının başlamasıdır. Hayız halinin sonuna da "sihn-i iyas" denilir. En son haddi elli
beş yaştır. Bu yaşa gelen kadın artık âdet olmaz. Hayzm daha evvel kesilmesi de
mümkündür.

Hayz olan kadın ister küçük, ister yaşlı olsun gebe kalmaya, çocuk doğurmaya
müsaittir. Kadın gebe kalınca doğum yapıncaya kadar rahmin ağzı kapanır ve kan
gelmez. Hanefîlere göre, hayz müddetinin en azı -geceleri ile birlikte- üç, en çoğu on,
normali beş gündür. İleride temas edileceği üzere üç günden az ve on günden fazla
gelen kanlara istihâza kanı denilir. Hayız hâlindeki kadınlar için bir takım özel
hükümler vardır. Yeri geldikçe açıklanacaktır.

258....Enes b. Mâlik (r.a.) demiştir ki;

Yahudiler, bir kadın hayız olduğunda, onu evden çıkarırlar, onunla beraber yemezler,



içmezler ve aynı evde birlikte bulunmazlardı. Bu durum Rasûlullah (s.a.)'e soruldu.
Bunun üzerine Cenâb-ı Allah:

"Sana kadınların ay hâlini de sorarlar. De ki, O bir ezadır. Onun için hayz zamanında

[4451

kadınlardan ayrı kalm...ilh" mealindeki âyet-i kerimeyi indirdi; Rasûlullah da:
"Onlarla birlikte evlerde oturunuz ve cinsî temastan başka her şeyi yapınız" buyurdu.
Bunun üzerine Yahudiler:

"Bu adam, bizim (dinimizin) işinden hiç bir şey bırakmadan hepsine muhalefet etmek

f4461 f4471
istiyor" dediler. (Bunu duyan) Üseyd b. Hudayr ve Abbâd b.Bişr

Peygamber (s.a.)'e geldiler ve:

"Ya Rasûllah, Yahudiler şöyle şöyle diyorlar (onlara muhalefet olsun diye) hayızh
kadınlarla (cinsî) temasta da bulunsak mı?" dediler. Resûlullah sallallahü aleyhi
veslelemin (mübarek) yüzünün (rengi) değişti, hatta biz onlara kızdığım zannettik. Bu
iki zat (Rasûlullah'm huzurundan) çıkmışlardı ki, Rasûlullah'a hediye olarak süt
getiren biri ile karşılaştılar. Resûlullah (s. a.) peşlerinden gönderip kendilerine (bu

r4481 r4491

sütten) içirdi. Böylece biz de Resûllah'm onlara kızmadığını anladık."
Açıklama

Hadis-i Şeriften anlaşıldığına göre; Yahudiler er ay hâli olan bir kadını evlerinden
ayırırlar; onlarla birlikte yemeyi, içmeyi ve bir arada oturmayı ter kederlerdi.
Müslümanlar Resûlullah'a hayızlı kadınlara ait durumun ne olacağını sorunca Bakara
Süresinin 222. âyet-i kerimesi nazil oldu. Bazı Müslümanlar, bu âyet-i kerimedeki
"aybaşı hâlinde kadınlardan ayrı kaim" ifadelerini görünce, bu ayrılmanın Yahudilerin
yaptıkları gibi kadınları terketmek şeklinde olduğunu zannettiler. Bir kısım sahâbiler
Resûlullah'a gelerek,

"Ya Resûlullah soğuk şiddetli, elbise az, eğer kadınları tercih edecek olursak, ev halkı
helak olacak, ev halkını tercih edersek kadınlar zarar görecek. Ne yapalım?" diye
sordular. Resûlullah (s. a.) kendilerine şu cevabı verdi.

"Sizin emrolunduğunuz onlara yaklaşmamamzdır; onları evden çıkarmanız
14501

değil."

Resûlullah'm aybaşı hâlindeki kadından sorulduğu zaman renginin atması, kadına
rahatsız olduğu bir zamanda, sinir sistemlerinin bozuk, vücudunun hırpalanmış,
kadınlık hislerinin kaybolmuş olduğu bir vaziyette iken ona ezâ vermenin insanlıkla
bağdaşmayacağının bir ifadesidir. Ayrıca, Yahudilerin yaptığı gibi ailenin temel direği
olan ananın yaratılışının hikmetlerinden olan tabiî bir arızadan dolayı evinden
kovulmasının abesliğini, gayr-i insaniliğini ortaya koymaktadır. İslama göre kadın,
anadır. Yavrularının bekçisidir. Aileden kopamaz, tahkir edilemez. Nitekim Allah ve
Resulü kadının bu hâlini tabiîliğini vurgulamış, bu hali bahane edilerek ona
yöneltilmek istenen ithamları ortadan kaldırmıştır.

Resûlullah'a soru soranları daha sonra süt ikram etmek için geri çağırmaları ise,

14511

Resûlullah'm keremidir, onlara kızmadığının işaretidir.



Bazı Hükümler



1. Ay hâli olan bir kadınla cinsî münasebette bulunmak ıcmaen haramdır. Bu konudaki
hüküm kesindir.

2. Elinde olmayarak, fıtratının tabii bir icabı olan kadının bu durumunu nefretle değil,
şefkatle karşılamak insanlık görevidir.

3. Müslüman olmayan bir kişinin, İslama karşı hareketine sebebiyet verilmemelidir.

4. Müslümanlar arasındaki kırgınlığın uzun sürmemesi gerekir.

5. Bir kimseye kızıp gönlünü kıranın, gücendirdiği kişinin gönlünü almak için iltifat
etmesi uygun olur.

259.. ..Aişe (r.anhâ)'den şöyle demiştir;

"Ben hayızlı iken kemiğin üzerindeki eti ısırıp Peygamber (s.a.)'e verirdim; O da
ağzını benim (ağzımı) koyduğum yere koyar (ısırır)dı. Bir şey içerken de Resulullah
(sallellahü aleyhi vesellem)e verirdim. O da (içerken) ağzını, benim (ağzımı koyup)

f4521 f4531

içtiğim yere koyardı."
Açıklama

ARK: Üzerinde et artığı kalmış kemiktir. Bazılarına göre bir miktar ettir. Halil b.
Ahmed'e göre "ark", etsiz kemiktir. ( ) "kemiğin etlerini sıyırırdım" manasmdadır.
Hadîs-i Şerif hayızlı kadının artığının ve bedeninin temiz olduğuna delildir. Bazıları,
Ebû Yûsuf a göre hayızlı kadının bedeninin necis olduğunu söylemişlerse de bu
rivayet yanlıştır.

Yahudilerin yaptığı gibi kadınları terketmek değil, onlarla beraber olmak, yemek,
içmek, şaka yapmak gibi hareketlerde bulunmak gerektiğinin ifadesi vardır.
Nitekim aynı hadis-i şerifi değişik lâfızlarla Beyhakî şöyle nakletmektedir:
Sahabelerden biri Hz. Aişe'ye:

"Sen hayızlı iken Resûlullah sana yaklaşır mı?" diye sorduğunda, Hz. Aişe:
"Evet ben o halde iken Resûlullah (s. a.) bana: "Ebû Bekrin kızı peştemalmı üzerine
(yani göbekle diz kapağı arasma),al" diyerek benimle uzun zaman ilgilenirdi. Sahabe
Hz. Aişe'ye:

"O halde iken seninle yer miydi?" diye sorduğunda Hz, Aişe:

"Üzerinde et olan kemiği bdna uzatır ben de onu ısırırdım. Onu benden alarak
ısırdığım yerden ısırarak yerdi."

Peki, senin içtiğin kabtan da içer miydi? diye sorduklarında da Hz. Aişe:

"Evet, Resûlullah su kabını bana uzatırdı, ben ondan içerdim, daha sonra benden alır

ağzımı koyduğum yere koyarak Resûlullah da içerdi."

Resûlullah (s.a.)'m eşlerine aybaşı hallerinde bulundukları zamanda da, sair
zamanlardan farklı bir harekette bulunmadığı görülmektedir.

I454J

Aile mutluluğuna örnek olan Resülullah'a salat-ü selâm olsun.
Bazı Hükümler

1. Hadis-i Şerif Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem) in tevazu ve hoşgörüsüne



delildir.

2. Erkeğin karısına lâtife yapması onun hoşlanacağı hareketlerde bulunması lâzımdır.

3. Hayızlı kadınla beraber yemek, içmek ve bir arada bulunmak caizdir.

4. Hayızlı kadının artığı ve bedeni temizdir.

260....Aişe(r.anhâ)dan şöyle demiştir; "Ben hayızlı iken Rasülullah (sallallahü

r4551 f4561

aleyhi vesellem) başım kucağıma koyar (Kur' ân) okurdu."
Açıklama

Hicr: Koltuk altı ile böğür arasındaki kısma denir. Buharı'deki bir rivayetle Müslim'in
rivayeti. "Kucağıma yaslanırdı", Buharî'deki diğer bir rivayet de "Başı benim
kucağımda olduğu halde Kur'an okurdu" şeklindedir.

Hz. Aişe'nin bu rivayetinde Kur'ân okumayı Rasûlullah'a atfetmesi ha-yızh olan
kadının Kur'ân okuyamayacağına işaret sayılabileceğini, bazı âlimlerimiz beyan
etmişlerdir.

Nevevî Müslim Şerhi'nde, "Bu hadiste uzanarak, hayızlı bir kadına yaslanmış olduğu
halde Kur'ân okumanın cevazına işaret vardır."

Aynî bununla ilgili olarak şöyle der: "Hayızlı kadın temizdir, pis olan kandır. Kan her
zaman pistir.

Buna göre helaya karşı Kur'ân okumanın mekruh olmaması icabeder. Bununla birlikte
Kur'ân-ı Kerim'e hürmeten heîâya karış Kur'ân okumanın mekruh olması gerekir.
Çünkü bir şeye yakın olan onun hükmünü alır."

Muvafık olanı da Aynî'nin dediği olsa gerektir. Çünkü müslüman Allah'ın Kitabım

1457]

okurken mümkün mertebe edepli hareket etmelidir; pis yerlerden uzaklaşmalıdır.
Bazı Hükümler

1. Yan yatmış (uzanmış) halde ve hayızlı kadına yaslanarak (ezberden) Kuru an-ı
Kerim okunabilir.

1458]

2. Kur'ân okurken hayızlı kadından uzaklaşmak gerekmez.

103. Aybaşı Halindeki Kadının Mescidden Bir Şey Alıp Vermesi

kelimesi "TEFAÜL" babından olabileceği gibi "müfâle" babından da olabilir. Tefâul
babından olduğu kabul edilirse "tâ" mn fethası ile (tenâvele) şeklinde okunur ve
"tâ'lardan birinin hazfedildiğine hükmedilir. Mufâale babından olduğu kabul
edilirse tâ'nm zammesi ile ( ) (tünâvilü) şeklinde okunur ve mana, aybaşı halindeki
bir kadının mescitte birine bir şey vermesi şeklinde olur. Başlık her iki ihtimale göre
terceme, edilmiştir.

261....Aişe (r.anhâ)'dan demiştir ki:

"Rasülullah (sallallahü aleyhi vesellem) bana, "Mescitten seccadeyi alıver." dedi.
"Ben hayzhyım" dedim. Bunun üzerine:



r4591 r4601

"Senin hayzm elinde değildir" buyurdu.
Açıklama

Hadis-i Şerifteki (min) harf-i cerrinin müteallâkı hakkında ihtilaf edilmiştir. Kadı Iyaz,
harf-i cenin mü-teallâkmm (dedi) fiili olduğunu söyler. Buna göre manâ, "Rasûlullah
(s.a.) mescitten bana seslendi"olur.Bu durumda Rasûlullah mescidin içerisinde,
seccade dışarıdadır. Rasûlullah hayızlı olan Hz. Aişe'ye uzatıvermesini emretmiştir.
Hz. Aişe hayızlı iken elini mescide sokmayı istemediği için durumunu Efendimize
bildirmiş. O da, "hayız senin elinde değildir" karşılığını vermiştir.
Hattâbî ve ulemânın ekserisine göre harf-i cerrin muteallaki "bana alıver" fiilidir. Bu
mütalaa babın adına daha muvafıktır. Ebû Dâvüd sarihleri de bunu benimsemişlerdir.
Hadis-i şerif tercemesi bu takdire göre yapılmıştır. Buna göre, Rasûlullah (s.a.)
mescidin dışında, seccade içeridedir. Hz. Aişe elini uzattığı takdirde mescidin
içerisindeki seccadeyi alabilecek bir yerde oturmuştur. Ancak hayızlı iken elini
mescide uzatmayı uygun bulmadığı için mazeret beyan etmiş, Rasûlla Efendimiz de
"hayız senin elinde değil" karşılığını vermiştir.

İbn Hacer de, Hattâbî'nin dediği gibi harf-i cerrin müteallakımn fiili olmasının daha
muvafık olacağını, ( ) tealluk ettirmenin uzak bir ihtimal olduğunu söylemektedir.
Kadı Iyaz'ı bu görüşe sevkeden şey, NesâTnin Ebû Hureyre'den rivayet ettiği,
"Resûhıllah (s.a.) mescitte iken,

"Ey Aişe bana elbiseyi ver" buyurdu hadîs-i şerifi olabilir. Fakat bu babın hadisi ile
Nesâî'deki hadis arasında fark vardır. Çünkü Rasûlullah (s.a.) birisinde seccade,
diğerinde elbise istemiştir. Her iki hadisin ayrı ayrı olaylardan bahsetmiş olması
mümkündür.

Hadis-i şerifteki ( ) kelimesini muhaddislerin ekserisi "Hâ" nın fethası ile ( )
şeklinde okumuşlardır. Buna göre kelime hayız kanının akıntılarından bir akıntı
mânâsına gelir. Kadı Iyaz bunu tercih etmiştir. Nevevfnin beyânına göre rivayetlerin
ekserisi bu şekilde vâki olmuştur.

Hattâbî muhaddislere itiraz ederek kelimenin "ha"nm kesresi ile ( ) (hizateki)
şeklinde okunması gerektiğini söyler. Buna göre kelime, hayızlı kadının, kendisine
helâl olmayan şeylerden uzaklaşmasını gerektiren hal ve hey'eti mânâsına gelir.
Bezlü'I-Mechûd sahibi, Hattâbî'nin görüşünü benimsemiştir. Çünkü Hz. Aişe elinde,
elini mescide sokmasına mâni bir hayız pisliği olmadığını biliyordu. Onu elini
mescide sokmaktan men'eden şey, hayızdan dolayı kendisine arız olan manevî

1461]

pisliktir.

Bazı Hükümler

1. Ay hâli gören bir kadının elini mescide sokarak, ora-dan bırşey alması caizdir.
Ancak mescide giremez.

1462]

2. Kadının kocasına hizmet etmesi gerekir.
104. Hayızlı Kadının Namazını Kaza Etmez



[463]

262....Muâze (r.anhâ) demiştir ki; Bir kadın Aişe (r.anhâ)ya; "hayızh kadın
(namazını) kaza eder mi?" diye sordu. Hz. Aişe:
r4641

"Yoksa sen Harûrî misin? Bilesin ki, biz Rasûlullah (s.a.) yanında (zamanında)
hayız olur, (hayız günlerindeki namazları) kaza etmez ve kaza etmekle de

r4651 \466~]

emrolunmazdık" karşılığını verdi.
Açıklama

Hz. Aişeye soru soran kadının kim olduğu kesin olarak beili değildir. Ebû Dâvûd ve
Müslim'deki Eyyûb'un rivayetlerinde ve Buhârî'deki Hemmâm'm rivayetinde bu
kadının ismi açıklanmamıştır. Yalnız Müslim'in Şube tarikiyle Yezid'den yaptığı
rivayetten, soruyu soranın bizzat Muâze olduğu anlaşılmaktadır. Sorunun Hz. Aişe'ye
bir defa Muâze, başka bir kez de bir başka kadın tarafından sorulmuş olması da pek
tabiî mümkündür.

Hadisteki "Harûrîler"den maksat Haricilerdir. Onlar ay hali olan kadının hayız
müddetince kılamadığı namazları, temizlendikten sonra kaza etmesinin gerektiğini
kabul ederler.

Hz. Aişe (r.anhâ), bu soruyu soran kadının hâlinden hayız halinde iken kılamadığı
namazların sonradan kaza edilmeyeceği hükmünü yadırgadığım anlamış ve"sen Harici
misin yoksa?"diye sormuştur. Müslim'in Asım tarikiyle Muâze'den yaptığı rivayete
göre soruyu soran bizzat Muâze'dir ve Hz. Aişe'ye, "hayır ben Haruri değilim,
hükmünü öğrenmek için sordum" cevabını vermiştir.

Namaz ibâdeti, bedenî olma bakımından oruca benzemektedir. Hayızlı olan kadınların
orucu kaza etmeleri gerekir. Zira oruç ibâdeti yılda bir kere olduğundan kazasında
güçlük yoktur, aybaşı hâli ise, her ay tekerrür etmesinden dolayı günlük ibâdet olan
namazın birikmesine, böylece de ibâdette güçlük doğmasına sebebtir. İslâm bu
güçlüğü kaldırmıştır.
Aybaşı haliyle ilgili bazı hükümler:

Adet gören müslüman kadınlar için şu hükümler cereyan eder: Adet gören bir kadın,
namaz kılamaz, şükür secdesi yapamaz, oruç tutamaz, Kur'ân-ı Kerîm' den bir âyet de
olsa okuyamaz. Ancak dua âyetlerini duâ maksadı ile okuyabilir. Kur'ân-ı Kerîm'e
veya Kur'ân-ı Kerîm' den bir âyet veya bir âyetten daha az bir bölüm yazılmış bir şeye
el süremez. Esah olan kavle göre Kur'ân tercemesi hakkında da hüküm böyledir.
Camiye giremez. Kabe'yi tavaf edemez, kocasıyla cinsî münasebette bulunamaz.
Kocası, kendisinin diz kapağı ile göbek arasından çıplak olarak istifâde edemez.
Hayızlmm Allah'ı zikretmesi, teşbih okuması, kabir ziyaret etmesi, yiyip içmesi ise
caizdir.

Selef ulemâsından bazıları, hayızlı kadının namaz vakti girdiğinde, abdest alıp,
kıbleye dönerek Allah'ı zikretmekle meşgul olmasının müstehap olduğunu
söylemişlerdir. Ebû Cafer de bu görüştedir. Bazıları da bunun bir emir olup terkinin
mekruh olduğunu söyler.

Nevevî, cumhura göre hayızlı kadın için ne namaz vakitlerinde, ne de başka bir
zamanda abdest, teşbih ve zikrin olmadığını söyler. İbn Cerîr, Evzâî, Mâlik, Sevrî,



İmam-ı Azam ve talebeleri ve Ebû Sevr'in de aynı görüşte olduklarını kayd eder.
Ancak bundan maksat teşbih ve zikrin emredümediğidir. Emredilmemiş olması zikir
ve teşbihin caiz oluşuna mâni değildir. Nitekim Dürrü'l-Muhtâr'da hayızlımn
zikredebileceği, teşbih okuyabileceği kaydedilir.

263....Ma'mer Eyyûb'dan, Eyyûb Muâze'den, O da Hz. Aişe (r.anhâ)dan, bir önceki
hadisi rivayet etmişler. (Mâmer rivayetinde ilave olarak Aişe (r.anhâ)nin:

14671

"Biz orucu kaza etmekle emrolunur, namazı kaza etmekle emrolunmazdık"
T4681

demiştir.
Açıklama

Mussamfm bu rivayeti nakletmekteki maksadı hadisteki senet ve metin farklarına
işarettir. Evvelki hadisi Eyyûb sadece Kılâbe vasıtasıyla Muâze'den; bu hadisi ise,
doğrudan Muâze'den almıştır. Ayrıca Eyyûb ile musannif arasında evvelki hadiste iki,
bu hadiste ise, dört râvî vardır. Metin yönünden de evvelki hadiste orucun kazasının
emredildiğine dâir bir işaret yokken bu hadiste emredilmiş olduğu belirtilmektedir.
[4691



LU

Nesaî, tahâre 105; İbn Mâce, tahâre 48.

m

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 245.

m

Buhârî, vudû' 1, 22,42; Tinnizî, tahâre 26, 32, 34, 35; Nesât tahâre 64; tbn Mâce, tahâre 45,47; Dârimî, tahâre 29 ve ileride gelecek olan (138) nolu
hadis; Sa'ati el-Fethurrabbani II, 47.

m

Sa'âtî, el-Fethu'r-rabbftnî, II, 18 ve bundan sonraki babın hadisleri.

[5]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 245-247.

[6]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 247.

LU

Buhârî, vudûl 1,23,41,42,45,46; Tirmizî, tahâre 33-36; İbn Mâce, tahâre 47; Dârimî, tahâre 28; Ahmed b. Hanbcl 1,3 15, 1 1,288, 364.

[8]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 247-248.

[21

Nevevî, Şerhu Müslim, III, 106.
[10]

TirmizS, tahâre 35.

LLU

Buhârî, tahâre 22, Tirmizî, tahâre 42; ibn Mâce, tahâre 45; Nesâî, tahâre 64.

ri2i

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 248-249.

ri3i

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 249-250.

1141

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 250.

1151

bk. Buhârî, vudû" !, 22, 42; Tirmizî, tahâre 26, 32, 34, 35; Nesâî, tahâre 64; îbn Mâce tahâre 45, 47; Darîmî salât 29, Ahmed b. Hanbel I, 23, 233,
332, 336, 372; H, 27, 38, 109, V, 368.



[16]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi: 1/ 250-25 1.

r i7i

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi: 1/251.

risı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/251.

1191

ibnMâce, tahâre 43.

[20J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 251-252.

[21]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 252.

[221

Buhârî, vudû* 25, 26; Müslim, tahâre 20, 22; Tirmizî, tahâre 21; Nesâî, tahâre 69; 71, 72; Ahmcdb. Hanbel II, 277, 308, 352, IV-313, 314.

[231

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 252.

[241

Tirmizî, salât 1 10.

[251

Buhârî, bedül-halk II; Müslim, tahâre 23; Nesâî, tahâre 72; Ahmed b. Hanbel, II, 352.

[261

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 253-254.

[221

İbn Mâce, tahâre 44; Ahmed b. Hanbel I, 228.

[28J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 254.

[291

Tirmizî, Savm 69, Ncsaî, tahâre 91, ibn Mace, tahâre 54; Dârimî vudû' 34;Ahmed b. HanbelIV, 211.

[301

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 254-256.

[3JJ

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 256-258.

[321

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 258-260.

[33J

bk. Şevkani, Neylu'l-evtar I, 166.

[341

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 260.

[351

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 260-261.

[36J

bk. 248 numaralı hadis.

[371

Şevkânî, Neylu'l-evttr, 1.177; SehârenfDrî, Bezlu'l-mtchûd, I, 356.

[311

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 261-262.

[391

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 262-263.

[401

Müslim, tahâre 8 1 .

[411

Şevkânî, Ncyln'l-Evtflr, I 195.

[421

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 263-264.

[431

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 264.

[441

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 264-265.

[451

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 265.

[461

el-Müslevrld b. Şeddad b. Amr el-Kureşî el-Fihrî el-Mekkî. Hem kendisi hem de babası
Rasûlü ekrem (s.a.)'ın sohbetinde bulunmak saadetini tatmışlardır. Rasûlullah (s.a.)'dan ve babasından hadîs-i şerif rivayetinde bulunmuştur.
Kendisinden de Kays b.Ebî Hazm, Vakkas b. Rabîa, Abdurrahman b. Cübeyr, Ma'bed b. Hâlld ve daha pek çokları hadîs rivayet etmişlerdir. Hadîsleri
Buhari ve Tirmizi'de bulunmaktadır. Mısır'ın fethinde bulunmuş 45 hicri yılında iskenderiye'de vefat etmiştir. (Bilgi için bk. Ibnu'1-Esir, Üsdu'l-gabe,
V, 154)
[471

Tirmizî, tahâre 30; tbn Mace, tahâre 54.

[481

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 265.

[49J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 266.



[M

bk. Ahmed b. Hanbel, IV, 39.

[51]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 266.

[521

Buhfırf, tahâre 35; Müslim, tahâre 75, NesâS tahare 96; İbn Mftce, tahâre 84. Tirmizî, tahâre72.

[531

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 266-268.

[541

et-Tevbe (9), 38, 39.

[551

bk. et-Tevbe (9), 117,118.

[561

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 268-271.

[571

bk. Buhârî, tahâre 35, 48; Müslim, tahâre 75; Nesâî, tahâre 96; İbn Mâce, tahâre 84; Tirmizî tahâre 72.

[581

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 271-272.

[591

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 272-273.

[60J

Buhârî, tahâre 35; Müslim, tah&re 75; Nesâî, tahâre 96; İbn Mâce, tahtre 84; Tirmizî, tahâre 72.

[611

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 273-274.

[621

Nevevi, Şerbu Müslim III, 170.

[63J

Meylanî Ahmed, Hidâye Tercümesi, I, 61.

[641

bk. Aynî, UmdHn'l-kaari III, 102.103; Davudoglu Ahmed, Sahlh-1 Müsüm Terane ve Şerhi, II, 400-401.

[651

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 274-276.

[66J

Buhâri, tahare 35; 48; Müslim, tabire 75; Nesâî, tahâre96; ibn Mâce, Uhân 84; Tirmizî, tahâre72.

[671

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 276-277.

[681

Abdurrahman b. Avf b. Abd b. Haris b. Zühre b. Kilâb b. Mttrre b. LOey Ebû Mu-hammed. Asıl adı Abdu Amr idi. Islâmiyete girdikten sonra
Rasûlü Ekrem (s. a.) bu ismi değiştirdi ve adını Abdurrahman koydu. Umûmi rivayete göre FiTyıbnda dünyaya gelmiştir. Rasûlü Ekrem'le aym yastadır.
Rasûlü Ekrem (s.a.)'m tevhid akidesini nesr ve tebliğ ettiği sırada kırk yasını geçmiş bulunuyordu. Fıtraten afif ve son derece temiz bir kimse olan
hazreti Abdurrahman, Hazreti Sıddık'ın delaletiyle tarffc-ı hakka girmiş, tik müslümanlardan olma şerefini kazanmıştır. Islflmiyeti kabul ettikten sonra
o da diğer möslümanlar gibi türlü tûriü mihnet ve eziyetlere uğradı. O da evini ve yurdunu terk ile hicrete mecbur oldu ve Habeş muhâcirleriyle birlikte
Habeşistan'a hicret etti. RasÛ-lü Ekrem'(sa) in Medme4 mttnevvereye hicretinden sonra da Medine'ye Meret etti Orada Rasûlullah Abdurrahman'ı Sa'd
b. er-Rebî İle kardeş yaptı. Sa'd bütün malım ve möl-kttnü Hz. Abdurrahman İle paylaşmak istediyse de o buna rftzı olmamış "Arfz kardeşim, Allah
sana ve çolak çocuğun» bereket Ih»* etabı mal ve hdMİnİçog«tara,SMbw» çarşının yolunu göster, ben orada Mraı ah| veriş Be meşgul ohyrn" demiş ve
bir kaç gün içinde zengin olmuştu. Hz. Abdurrahman bu serveti kendisi İçin kullanmamış bütün bu serveti Allah yoluna vakfetmiştir.
Berâe SÛresi'nde sahâbe-i kiram hayra teşvik edilince Hz. Abdurrahman malının yansıra teşkil eden 4000 dirhemi hemen teberru' etmiş, binlerce
atoram vafcfttmişti. Aynea birçok köleleri de kazancıyla hürriyete kavuşturmuştu. Diğer taraftan 500 ath süvariyi ve 500 de deve süvarisini Allah
yolunda silahla donatıp kendilerine hayvan te'minettiği rivayet edilir. Hz. Abdurrahman namazlarını son derece huşu ile edft eder, bilhassa flğ-İe
namazının farzım edadan sonra nafile namazı kılardı. Günlerinin çoğunu oruçtu geçirirdi. Her sene hacca giderdi.

Kendisinden 65 hadîs rivayet edilmiştir. Bunlardan ikisini Buhâri ve Müslim rivayet etmişlerdir. Beş tanesini de sadece Buhârî rivayet etmiştir.
Kendisinden ise İbrahim, Humeyd, Musa b. EbÛ Seleme, İbn Ömer. Itm Abbas, Enes b. Mâlik rivayette bulunmuştur. Hicretin 32«nesindc bu fftni
hayattan ebedi hayata intikal etmiştir. Cennetle müjdelenen bahtiyarlardandır. (Geniş bilgi için, bk. İbn Sa*d, Tabakât, IH, 87-97, Bu hari et-Tftribu'l-
kebir, V, 240; İbn Ebî Hatim, et-Ceriı ve'Ma'dil, V, 247; Ebû Nuaym, Hüyeta'l-evliy», I, 198.100; lbnu'1-Esîr, ÜıdtiM-iâbe, III, 480-485; Zehebî
A'ttmn'n-nabetfi, i, 68-92; İbn Hacer, el-İsibe H, 416-417; Tehribu't-Tehrib, VI, 244; lbnu'l-tm*d , Ş«erttuVieheb, 1, 38; Ansârî, Asr-ı Satdel, 1, 400-
413).
[691

Bilâl b. Rcbah Ebû Abdillah. Ebû Beki' es-Sıddik'm hürriyetine kavuşturduğu bir büyük sahâbîdir. Bedir muharebe» başta olmak üzere bütan
savaşlara Rasûlti Ekrem (s.a.)'le beraber katılmıştır. Köle iken inancı uğruna korkunç İşkencelere tabı tutulmuş fakat bütün banlar onun Allah'ı (c.c.)
zikirden alakoyamamıştı. Bilindiği gibi O'nu efendisi Umeyye b. Halef, öğlenin yakıcı sıcağında kızgın kumlar üzerine yatırır, sonra da alev saçan «gır
kayaları göğsünün üzerine koyar; "Ya Muhammedi inkâr edersin veya-hutta Ölünceye kadar böyle kalırsın" derdi. O, " AJUh (c.c.) bir, Allah birdir 1'
demekten geri durmazdı. Bir gün yine bu haldi iken Ebû Bekr O'na tesadüf elti, satın alarak hürriyetine kavuşturdu,Rasûlü Ekrem (s. a.) den 44 hadîs
rivayet etmiştir. Bunlardan birini hem Buhar? ve hem de Müslim rivayet etmiş, ikisini de sadece Buhâri rivayet etmiştir. Kendisinden de Ebû Beki',
Ömer, tbn Ömer, Üsftme b. Zeyd, Nehaî. Sa*id b. Müseyyeb rivayette bulunmuştur. Şam'da Hicrî 20. senede 60 küsur yaşında iken vefat etmiştir, (r.a.)
(Geniş bilgi tein bk. tbn Sa'd, Ttbmkit, İU, 165; tbn Ebî Hatim, el-Cerh ve't-tt'dU, U, 395; EbÛ Nuaym, HüyetuM-evHya, 1,147-151; lbnu'1-Esîr,
Üfdo'Htbe, 1,243; Zehc-bî, A'HiraB'n-ıınbcta, 1,347-360; tbn Hacer, el-tsftbt, 1,165; Tehribu't-Tehrib, 1,502; lbnu'1-lmâd, Şneritta A -zcbeb I, 31,
Ansârî, Asm Saadet, 11, 44-52).
[701

Müslim, tahâre 84; Tirmiri, tahftre 75; Mesai, tah&re 85; tbn Mftce. tahâre 89; Ahmed b. Hanbel, IV, 135; V, 281, 288, 439, 440; VI, 12, 13.



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 277-280.

[721

Zafer Ahmet el-Osmani, tlau's-SttnM, I, 22.

[731

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 280-281.



T741

Buhârî, salftt 1, 25; Müslim, tahârc 72; Tirmizî, tahâre 70; Nesflt tahârc 96; tbn Mâce, tahlre84.

[25J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 281-282.

[76J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 282-283.

[221

Btireyde b. Husayb Efendimiz (s.a.)'c Mekke'den Medine'ye hicret ettiklerinde Gamîm adlı yerde seksen kişiyle gelerek sohbet şerefine ermiş,
yatsı namazını RasÛlü Ekrem (s.a.)'in arkasında kıldıktan sonra kavmine dönmüştür. Bedirden başka bütün savaşlara katılmıştır. Bir rivayete göre de (6
savaşa katılmıştır. Hz. Osman zamanında Hora san savaşma katılmış oradan da Merv'e gitmiş ve yerleşmişin-. Orada h. 63. yılında vefat etmiştir.
Horasan'da en son vefat eden sahâbî olarak bilinmektedir.

Kendisinden 1 64 hadîs-i şerif rivayet edilmiştir. Bunlardan birini hem Buhârî ve hem de Müslim rivayet etmiş, ikisini sadece Buhârî, onbirini de sadece
Müslim rivayet etmiştir. Kendisinden de oğullan Abdullah, Süleyman ve Üsâmc, EbuM-MeRh el-Hûzelî ve cs-Şa'bî hadîs rivayet etmişlerdi. (Geniş
bilgi için bk. Ibn Sa'd, Tabak» t, IV, 241-242; VII, 365; Ibjı Ebî Hatim, et-Ccrh ve*Ma*dfl, II, 424; tbnu'l-Esîr, Üsdu'l A abe 1,209; Zchebî, A'llmu'n-
nttbeia, II, 469-471; Ibn Hacer el-İsâbt, !, 146; tbnu'l-tmâd, Şezertta A zeheb, I, 70; Ansârî, A»r-ı Saadet, II, 433-436.)

um

Tirmizt, edeb 55; tfcn Mace, tahâre 84; Libâs 3 1 ; Ahmed b. HanbeU V, 352.

[221

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 283-284.

[M

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 284-285.

[811

Buhârî, tahâre 35; Müslim, tahâre 75; Nesâî, tahâre 96; tbn Mâce, tahâre 84; Tirmizî, tahâre 72.

[M

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 285-286.

[831

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 286.

[841

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 286.

[851

Tirmizî, tahâre 71; Ibn Mâce, tahâre 86.

[861

Ubey b. lmâre kendisine İbn Ubftde de denilir. Sahabenin ilen gelenlerındendır. Mısır'da yerleşmiş, kendisinden Mest üzerine mesh ile ilgili bir
hadis rivayet edilmişse de onun da senedinde "İzdırâb" vardır. Ebû Hâtem onun isminin astında Abdullah b. Amr b. ÜrnmU Haram olduğunu,
künyesinin de Ebû Ubeyy olduğunu söyler.
[871

İbn Mâce, tahâre 87.

[88J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve

[M

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve

[901

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve

[911

Tinnizî, tahâre 99; İbn Mâce, tal

[921

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve

[931

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve

[941

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve

[951

Ahmed b. Hanbel IV, 7.

[961

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve

[921

İbn Kudâme, el-Mugnl, I, 296.

[981

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve

[991

Tinnizî, tahâre 73.

rıooı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 297.

[1011

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 297-298.

rıo2i

bk. 4607 numaralı hadis.

[1031

el-Haşr (59), 7.

11041

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 298-300.

11051

bk. 164. hadis; MA.Nâzıf, ei-Tftc, I, 106-107.



Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 286-288.
Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 288-291.
Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 291.
ı&re 559.

Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 291-292.
Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 292-294.
Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 294.

Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 294-295.

Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 295-296.



[106]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 300-301.

[107]

İbn Mâcc, tahâre 85; Tirmizî, tahâre 76, 80.

[108]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 301-302.

[109]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 302-303.

rııoı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 303.

rıın

Nesaî, tahâre 102; İbn Mâce, tahâre 58; Tirmizi, tahâre 38.

LÜ21

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 304.

[113]

bk. Mübârekfüri.Tuhfelu'l-ahvezî, I, 168.

n i4i

bk. Mübârekfüri.Tuhfelu'l-ahvezî, I, 168.

[115]

Nesâî, tahâre 102; tbn Mâce, tahâre 58; Tirmizi, taftâre 38.

11161

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 304-305.

rını

Tirmizî, tahâre 38; Nesfıî, tahâre 102; fbn Mâce, tahâre 58.

[118]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 306.

n i9i

Ukbe b. Amir b. Abs b. Atnr Ebû Hammâd, cl-Cühcnî: Meşhur sahftbt, RasûlU Ekrem (s.a.»'den bir çok hadîs-i şerif rivayet etmiştir.
Kendisinden de bir çok sahfibî ve tabiî hadîs naklet m iştir. İbn Abbâs, Ebû Umflme Cübeyr b. Nüfeyr ve Ebû ldris el-Havlanî bunlardandır. Ebû Said
b. Yûnus der ki: "Ukbe (r.a.) kâri, ferâiz (miras hukuku) alimiydi. Güzel konuşan bir şâir ve yazardı. Kur'ân'ı Kerîm'i toplayıp bii/ kitap haline
belirenlerdendir. .Renurıuniiz A snıanhn.miKha&adar A vX':«üVi«ahiriini!fıhAfınııM> sır'da gördüm. Sonunda "Bu mushafı Ukbe b. Âmir gibi kendi
eliyle .»azdı" ibaresi vardı." Ukbe (r.a.) Dımask fethini Hz. Ömer'e ileten postacı idi. Pekçok fetihlerde hazır bulundu. Sıffîn savaşında Hz. Muâviye
safında bulundu. Daha sonra da Hz. Muâ-vtye kendisini Mısır'a emir ta'yin etti. Hicretin 58 senesinde Mısır'da vefat etti. (Bilgi için bk. tbn Sa'd.
Tabakftt, IV, 343,344; Buhârî et-Tarihu'l-kebfr VI, 430; İbn Ebî Ha-tim d-Cerh ve't-ta'dlt VI, 313; İbnu'l-Esîr Ü*du'l-ftalw IV, 53; Zehebî, A'ttmB'D-
nobea. ir, 467; İbn Ha cer. Tetazlbu'l-Tehrfb, VII, 242-244; H-lsftbe, VII, 21; Asm Saadet II. 441-444 (Şâmil Yayınlan).
[120]

Müslim, tahâre 17; Tirmizî, tahâre 41; Nesâî, tahâre 109.

[121]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 306-308.

[122]

bk. Buhftrt, İmân 33.

11231

bk. el-muttakî, Kenz-ül-Ummfıl IX, 46, 467, 468.

11241

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 308-309.

[125]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 310.

£126]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/311.

[1271

Concordanceda bu bflb'a numara verilmemiîlir.

H281

Buhârî, vudû' 54; Müslim, tahöre 86; Tirmkî, tahâre 44; Nesât, tahftre 101, İbn Mace, tfıhâre 72.

[129]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/311.

ÜM

bk. Buhari, vudû 54.

[131]

Nevevî, Şerha Müslim III, 171.

11321

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/311-313.

H331

Müslim, tahâre 86; Tirmizî, tahâre 44; İbn Mâce, tahâre 72; Nesâî, tahâre 101, Dârimi tahâre 3, 46; Ahmed b. Hanbel III, 132, 133, 154; V 225,

358.
[134]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/313.

[1351

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 313-315.

£1361

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/315.

£1371

ibn Mâce, tahâre 139.



[138]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 315-316.

[139]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 316-317.

11401

bk. lbn Mâce, tahâre 139.

[141]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/317-318.

[1421

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 318-319.

[1431

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/319.

[1441

Buharı, vudû 4, 34; büyü, 5; Müslim, hayz 98, 99; tbû DâvUd tahâre 67; salât 192; Tirmizî, tahâre 56; Nesâî, tahâre 114 A bn Mâce.'tahâre 74;
Ahmed b. Hanbel, H, 330, 410, 414, 435, 471; III, 12, 37, 50, 51, 53, 54, 96.
[145]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/319.

[1461

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 3 19-321.

[1471

Müslim, bayz 9; Tirmizî, tahâre 56; İbn M&ce, tahâre 74.

[148]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 321.

[149]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 322-323.

11501

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 323.

rışıı

Nesâî, tahâre 120,121; Tirmiri, tahâre 63; tbn Mfıce, tahâre 69, Ahmed b, Hanbel VI, 62.

[152]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 323.

[153]

bk. 712 numarıb hadis.

[1541

Noat, tahrire 121; Tİrmitf, tahâre 63. tbn Mftce, tahâre 6», Ahmed b. Hanbd VI, 2, 10,207.

[155]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 324-326.

[156]

el Bakara (2), 140.

[157]

Ncsaî, tahâre 121; Tirmizî, tahâre 63; lbn Mâce.'tahâre 69 Ahmed b. Hanbel VI, 2, 10, 207.

11581

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 326-327.

11591

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 327-328.

[160]

Mervân b. Hakan: Hicretten iki veya dört sene sonra dünyaya gelmiştir. Rasûlullah'-tan rivayeti olmamakla beraber sahâbîlerin büyüklerinden
hadis rivayet etmiştir. Kendisi fakîhlerden sayılır. Babası ile beraber Tâifte ikâmet ediyordu. Hz. Osman, Hakem "in Medîneye dönmesine izin verince
babası ile birlikte Medine'ye geldi. Hz. Aişe'nin safında Cemel, Hz. Muâviyc'nin safında Sıffin muharebelerine iştirak etti. Hz. Muâviye tarafından
Medine emirliğine tâyin edildi. Yezid b. Muâviye devrinde, İbnu'z-Zübeyr, bunları Medine'den çıkanncaya kadar.orada kaldı. Sonra Şam'a gitti.
Muâviye b. Ye-zîd b. Muâviye Ölünceye kadar Şam'da kaldı. Şamlıların bir kısmı Mervân'a biat ettiler. Hilâfet müddeti altı ay kadardır. H. 65
senesinin Ramazan ayında vefat etti. (Bilgi için bk. İbn Sa'd Tabakjt V, 35; Buhftrî, et-TârihÛ'l-keMr, VII, 368, fbnu'l-Esîr, Üsdu'l-ftabe, V, 144; et-
KftmH IV, 191; Zehebî, Tarih u'l-İslam, III, 70; A'lâmu'n-nubd*, III, 476-479; İbn Hacer, d-lsâbe, III, 477; Tefcriba't-TehzSb, X, 91; tbnu'l-tmad,
Şenratn'z-reheb, I, 73).
[1611

Büsra bint Safvfin, Mervân b. Hakem'in teyzesidir. AbdUlmelik b. Mervan'm ninesi olur.Abdullah b. Amr, Urve b. Zübeyr, Mervân b. Hakem ve
Sfiid b. Müseyyeb kendisinden rivayette bulunmuşlardır. (el-Menbel, II, 192).
[162]

İbn Mflce, tahâre 63, 64; Tirmizî, tahâre 61, 62; Nesflî, tahâre 117, gusül, 30; Dârimî, vudû 50; Muvattâ, tahâre 58; 60, 62; Ahmed b. Hanbel II,
223, 333, IV, 22, 23.
[1631

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 328-329.

[1641

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 329-331.

[1651

Buradaki şek râvîterden birinden gelmektedir.

11661

Tirmizî tahâre 62; Nesaî, tahâre 118.

[167]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 331-332.

H681

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 332-334.

H691

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 334.



[170]

Müslim, hayz 97; Tirmizî, salât 142; tbn Mâce, Mesâcid 12; Dârimî, salât 112; Ahmed bjHanbel 11,451,491, 509; IV, 67, 85, 86, 150, 288, 303,
352, V, 54, 55, 57, 93, 98, 100, 106, 108, 113.
[171]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 334-335.

[1721

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 335-337.

£1731

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 337.

[1741

İbn Mâce, Zebâih 6.

£175]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 337-338.

11761

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 338-339.

£1771

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 339.

11781

Aliye: Medine arazisinin yüksek kısımlarındaki yerlerdir. Medine'ye en yakın olanı dört mil, en uzak olanı da Necid istikâmetinde sekiz mil
mesafededir.
£179]

Müslim, Ztthd 2; Ahmcd b. HanbelJII, 365.

£180]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 339.

£1811

Müslim, Zühd 2.

11821

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 339-340.

£1831

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 340.

£184]

Buharı, vudû' 30; Müslim, hayz 91; Muvalta, tahftre 19; Ahmed b. Hanbel, 1,267,28!, 366, 1 1,389.

£185]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 340-341.

£186]

Aslında fakirlik ve zillet dilemek için söylenen bir bedduadır. Asıl manâsı "Ellerin topraklımın" demektir. Ancak burada levm için kullanılmıştır.
Çünkü RasûtuUah'm misafirle beraber yemek yerken BilâTin namaza çağırması uygun değildi. Fakat Rasûlullah, Allah'ın daveti olduğu için yemeği
bırakıp namaza gitmiştir.
£187]

Ahmed b. Hanbel IV, 252, 255.

£188]

Buradaki jüphe IbBu'l-Eabârt ye aittir.

£189]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 341-342.

£190]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 342.

£191]

İbn Mâce tahâre 66.

£192]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 342-343.

£193]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 343.

£194]

Ahmcd b. Hanbel I, 279* 361; VI, 306, 371, 419.

£1951

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 343-344.

11961

Tirmizî, tahare 59; Dftitmt, tahflre 15; Muvatti tahare 25.

£1971

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 344.

£198]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 344-345.

£1991

Buhârî, et'ime 53; Müslim, hayz 90; tirmizî, tahâre 41, 38; Nesaî, tahâre 121, 122; ibn Mâce, tahâre 65; Muvattft, tahâre 22; Ahmed b. Hanbel
1,264; II, 265, 271, 272,427, 45»* 479, 503, 529; IH, 264, 275; IV, 28, 30, 297, 413; V, 184, 188, 190, 192; VI, 89, 306,319,321,326,328,426,429, Not:
Bu kaynaklardaki hadîsler aynı konuda olmakla beraber, rivayetler farklıdır.
r2001

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 345.

£201]

Rasûlullah'm ashabmdandır. Efendimizden hadîs rivayet etmiştir. Mısır'da ikâmet etmiş, Mısırlılar kendisinden hadîs almışlardır. TaberTnin
nakline göre asıl adı Ast idi, RasûtuUah adım deştirerek Abdullah yaptı. Ahmed b. Muhammed b. Selime bu sa-1 hâbînin ölümünün Mısır'ın aşağı
kısnunda Sıkt eVKudur adındaki köyde olduğunu söyler. Mısır'da en son vefat eden sahâbîdir. Vefatı H. 85 yılında olmuştur. 86, 87,88 rivayetten" de
vardır.



12021

Buradaki şek râvflerden birine aittir.

12031

Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.

[2041

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 345-347.

[205]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 347.

12061

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 347.

12071

Nesâî, tahfıre 121; Ahmedb. Hanbel, İl, 4S8; İV,30.

12081

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 347-348.

12091

Ümmü Habîbe Ramle bini Ebî Süfyan Sahr b. Harb: Rasûlullah'm hanımlanndandır. Babası Ebû Süfyan'dan senelerce önce müslüman olmuş ve
kocası Ubeydullah b. Cahş ile beraber Habeşistan'a hicret etmiştir. Fakat kocası orada vefat etmiş, Rasûlullah kendisi ile Hicri altı veya yedi senesinde
evlenmiştir. Bir seferinde Ebû Süfyân Medine'ye gelmiş ve kızı Ummu Habîbe'nin odasına girmiş, Ummü Habîbe yerdeki yatağı toplıyarak babasını
oturtmamış, Ebû Süfyân: Demek babandan bir döşeği kıskandın?deyince,"Bu, Rasûlullah'm döşeğidir. Sen hala şirk üzeresin" cevâbını vermiştir. Hz.
Aişe'nin anlattığına göre, Ummu Habîbe öleceğinde Hz. Aişe'yi çağırtmış ve "Aramızda eşler arasında olan şeyler olmuş olabilir. Hakkını helâl et"
demiş, Hz. Âişe'de hakkını helâl edip onun için duâ etmiştir. Bunun üzerine Ümmü Habîbe "Sen beni sevindirdin, Allah'da seni sevindirsin" demiştir.
Ümmü Habîbe Hz. Aişe'ye söylediğinin aynısını Ümmü Seleme'ye de söylemşitir. H. 44 yılında Medine'de vefat etmiştir. Rasûlullah'tan 65 hadîs
rivayet etmiştir .Bunlardan ikisinde Buhârî ve Müslim ittifak etmişlerdir. (Geniş bilgi için, bk. İbn Sa'd Tabaka t, VIII, 96-100; lbnu'1-Esir, Usdu'l-
gabc, VII, 110; Zehebî, A'lâmu'n-nubelâ, II, 218-233; İbn Hacer, el-tsabe, IV; Tehzîbu't-Tehzîb, XII, 419; tbnu'l-Imad, ŞezerAtu'z-zelıeb, I, 54.)
12101

Şüphe râvîlerden birine aittir.

mıı

Ahmed b. Hanbel, VI, 326.

12121

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 348-349.

[2131

bk. Şerfau Meâni'l-Âsâr I, 64, 65.

[214]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 349-350.

[2151

Buhârî, vudÛ' 52, eşribe 12; Müslim, hayz 95; Tirmizî, tahâre 66; Nesaî, tahâre 124; İbn Mâce, tahâre 68; Ahmed b. Hanbel, I, 223, 227, 329,
337, 373.
H16]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/351.

[2171

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/351.

[2181

Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.

[219]

Bu ifâdeden maksat, Mûtî b. Râşid'in güvenilir bir râvî olduğuna işaret etmektir.

12201

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 352.

[2211

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 352.

12221

Zâtürrikâ Gazve» hicretin 4, senesinde yapılmıştır. Buhârî'nin haberine göre bu gazve Hâyber'in fethinden sonradır. Oradaki bir ağaçtan dolayı
b,u ad verilmiştir. Kendisinde beyaz, siyah ve kırmızılık olan bir dağdan dolayı bu adın verildiği de söylenmektedir. Bir başka görüşe göre de Ashabın
ayaklan delinmiş ve ayaklarına bezler bağlamışlar, bu yüzden bu isim verilmiştir. Buhar! ve Müslim'in Ebû Mûsâ el-Eş'ari'den naklettikleri habere en
uygun görüş budur.
[2231

Muhacirlerden olan Ammâr b. Yâsir, Ensâr'dan olan da Abbâd b. Beşîr veya imâra b. Hazm'dı.

12241

Bazı nüshalarda ( ) "arkadaşım uyandırdı" şeklindedir.

[2251

Beyhâkî'nin ifâdesine göre bu sûre Kehf Süresidir.

[2261

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 353-354.

12271

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 354-346.

12281

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 356-357.

12291

Rasûlullah'm meşgul olduğu şey Taberânî'nin tasrîhine göre ordunun hazırlanmasıdır.

12301

Buhârî, mevâkît 24; Müslim.mesâcid 221, 225; Ahmed b. Hanbel, II, 88, 126.

12311

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 357-358.



12321

el-Mâide (5), 6.

T2331

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 358-360.

[2341

Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.

[235]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 360-361.

12361

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 361-362.

[2321

Şüphe râvîlerdeiTbirine aittir.

12381

Buhârî, ezan 27; Müslim, hayz 126.

[239]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 362.

r2401

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 362-363.

[241]

Tirmizi, tahârtf 57.

[242]

Siyaktan buradaki ( JU ) nin failinin tbn Abbâs olması gerekir. Ancak Bcyhâki, Ebû Davud'un ibaresini nakletmiş ve ( ) "terime dedr demiştir.
Her halde eldeki nüshalarda "İlerine" kelimesi düşmüş olacaktır, (bk. AvmTI-ma'bud, 1 ,344).
12431

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 363-364.

12441

Üslûb-u hakim; Muhatabın, sorusuna beklediğinden başka bir cevap almasıdır. Bu, sözü ya kastettiğinden başka bir mânâya çelçmek veya
sorusunu terkedip sormadığı bir soruya cevap vermek suretiyle olur. Cevap verenin böyle davranmasından maksat, soru soranın adında bu soruyu
sorması ya da bu manâyı kasdetmesi gerektiğine işaret etmektir.
[245]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 365.

[2461

Bu bölümün tefsirinde sarihler şu açıklamayı yapmışlardır:
Hadis, RasÛlullah'tan abdest bozucu herhangi bir şeyin kendisinden çıkmadığı anlamında değildir. Kendisinin ( ) her halinde (uyku, uyanık halinde)
kontrolü dışında abdesti bozucu herhangi bir şeyin çıkmasında mahfuz (korunmuş) olduğu anlaimndadır. ( ) "Benim gözlerim uyur ama kalbim
uyumaz" ifâdeleri Hz. Peygambere mahsus olmayıp başka bir hadîste ifâde edildiği gibi bütün peygamberlerin ortak özelliklerindendir.Hz. Peygamber
(s. a.) uyku halinde de kendisine vahiy gelir ve bunu olduğu gibi zabt ederdi. Kalbinin uyumaması hadesle ilgilidir. Vftdfde uyuyup namazının kazaya
kalması, bazı hususlarda kalbinin de uyuduğuna işaret eder. Fakat İmam Nevevî: "Sabah namazının kazaya kalması olayı, kalple değil, gözle ilgili olan
meselelerdendir. Ama hadesle ilgili meselelerin zuhuru yalnız kaible ilgilidir" demektedir.
[2471

Ibn Mâce tahâre 62; Dârimî, vudü' 48; Ahmed b. Hanbel IV, 97.

12481

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 365-366.

[249]

199. hadîsin şerhine bk.

[250]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 366.

[251]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 366.

12521

Bazı nushalarda"( ) ayağıyla" kelimesi yoktur.

[2531

Tırmızî, tahâre 109; İbn Mâce İkâme 67.

[2541

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 367.

[2551

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 367-368.

[256]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 368.

[2571

Ebû Dâvûd salât 187; TinnızS, radâ' 12.

[2581

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 369.

[2591

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 369-370.

12601

Hz. Ali'nin hikâye yoluyla "Ben mezîsi çok olan biriydim" demesi, ya sonradan bu halin geçtiğine delâlet eder veya "Allah alîm ve hakimdir"
âyetinde olduğu gibidir. Hz. Ali den mezî gelmesi devamlıydı. (Ibn Reslan).
[2611

Buradaki şek râvîlerden birine aittir.

[2621

Nesaî, tahâre 129; Ahmed b. Hanbel.I, 109, 125.



T2631

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 370-371.

[2641

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 371-373.

12651

Nesâî, tahâre 111, İbn Mâce, tahâre 70; Muvatta, tahâre 53; Ahmed b. Hanbel, VI , 4.

[266]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 373.

[2671

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/373.

[2681

Ahmed b. Hanbel, I, 124, 126, 145.

[2691

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 374.

r2701

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 374-375.

[271]

Sehl b. Huneyb b. Vâhib b. Akim b. Sa'lebe el-Ensârf el-Evsî el-Medenî Ebû Sabit veya Ebû Abdillah. Bedir ve diğer gazvelere iştirak etmiştir.
Uhud savaşında müslümanlar dağıldığı zaman yerinden ayrılmamış, ölünceye kadar Rasûlullah'ı korumak üzere bîat etmiştir. O gün Rasûlullah'a atılan
okları def etmişti. Cemel Vak'ası'ndan sonra Hz. Ali Basra'ya vali tâyin etmiş, sonra da Hz. Ali ile birlikte Sıffin Muharebesi'ne iştirak etmiştir.
Rasûlullah'm onu Hz. Ali ile kardeş yaptığı söylenir. Rasülullah'dan kırk hadîs rivayet etmiştir. Bunların dördünde Buhârî ve Müslim ittifak .etmiştir.
Müslim ayrıca iki hadîsini rivayet etmiştir. (Bilgi için bk. ibn'Sa'd, Tabakât, VI, 15; Buhârî, et-Târîhu'l kebîr, IV, 97; IbnuM-Esîr, Üsdu'l-ğabe, II, 470;
Zehebî, A'lâmu'n-nuhelâ, II, 325-329; Ibn Hacer el-İsâbe, II, 87, Tehzibu't-Tehzîb, IV, 25 1 ; Asr-ı Saadet, III, 436-437.)
T2721

Tirmizî, tahâre 84; Ibn Mâce, tahâre 70.

12731

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 375-376.

[2741

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 376-377.

[2751

Abdullah b. Sa'd el-Ensârî'nin hem Kureyşli hem de Ezdli olduğu söylenir. Haram b. Hakîm'in amcasıdır. Şam'da bir sure katmıştır. Kendisinden
Haram ve Hâlid b. Mî'-dân hadîs rivayet etmiştir. Ebû Hatim ve tbn Hıbbân, kendisinden bundan başka hadîs rivayet edilmediğini söylerler. (Bilgi İçin
bk. Îbnu'l-Esir, Üsdu'î-ğabe, III, 258;îbn Ha-cer, el-İsâbe, II, 318).
[2761

Ahmed b. Hanbel, I, 145; IV, 342.

T2771

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 377-378.

[2781

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 378.

[2791

Ahmed b. Hanbel, I, 14.

12801

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 378-379.

12811

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 379-380.

f2821

Kütüb-ü Sitte arasında yalnız Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.

[283J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 380.

[284J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 380.

[2851

Übeyy b. Ka'b b. Kays. Kurrânm efendisidir. İkinci Akabe Bîâtında hazır bulunmuş, Bedir ve bir çok savaşa katılmıştır. Rasûlullah onu ilimle
müjdelemiştir. Hâkim'in, Müs-tedrek'te rivayetine göre Rasûlullah kendisine, Kur'ân-ı Kerimdeki en efdal âyetin hangisi olduğunu sormuş o da Ayetü'l-
Kürsî olduğunu söylemiş, bunun üzerine Efendimiz onu tebrik etmiştir. Ubeyy, fetva ehlindendir. Efendimiz onu "Ensânn efendisi" diye
isimlendirmiştir. Sonraları "Müslümanların efendisi" unvanım kazanmıştır. Efendimiz, onu, Saîd b. Zeyd ve Amr b. Nevfel'le kardeş yapmıştır.
Rasûlullah'm ilk kâtibidir. Ashâb'm büyükleri kendisinden rivayette bulunmuşlardır. Hz. Osman'ın hilâfeti zamanında H. 30 yılında vefat etmiştir.
(Bilgi için bk. İbn Sa'd, Tabakât.III, 59; Buhârî, et-Tarîhu'l -Kebir II, 39-40; tbn Ebî Hatim el-Cerh ve'Ma'dÜ, II, 290; Ebû Nuaym, HHyefu'l-evliyâ, I,
250-256; tbnu'I-Esîr, Usdu'l-ğâbe, I, 61; Zehebî, TezkiretıTl-huffâz, 1,16; A'lâmıı'n-nııbelâ, I, 389-402; İbn Hacer el-İsâbe, I, 26, Tehzîbu't-Tehzîb, I,
187; ibnu'Mmâd, Şezerâtu'z-zeheb, I, 32-33, Ansârî, Asr-ı Sasdet, III, 210-230.).
[2861

ibn Mâce tahâre İH, Tirmizî, tahâre 81; Ahmed b. Hanbel, V, 115, 1 16.

T2871

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/381.

T2881

A. Davudoğlu, Selâmet Yollan I, 145-146.

[2891

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 381-383.

[2901

Ahmed b. Hanbel, V, 1 15, 1 16.

[291]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 383.

[2921

Buhârî Gusl 28, Müslim, hayz 88; Tirmizî, Tahâre 80; Nesâî, tahâre 128; îbn Mâce, tahâre 111; Dârimî, Vudû 75; Muvattâ, tahâre 71, 73,



75; Ahmed b. Hanbel II, 178, V, 1 15, VI, 47, 97, 1 12,123, 135, 161, 227, 239, 265.
[29U

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 383-384.

[294]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 384-385.

[2951

Müslim, hayz 81; Tirmizî, tahâre 81; Nesâî, tahâre 131; ibn Mâce, tahâre 1 10; Dârimî, vudû 74; Ahmed b. Hanbel, III, 29, 36; V, 1 15, 116, 416,

421.
[2961

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 385-386.

[2971

Müslim, hayz 2 1 .

f2981

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 386.

[2991

Buhârî, Nikâh 102; Nesâî, tahâre 169; İbn Mâce, tahâre 102; Dârîftıî, Vudû' 71; Ah-medb. Hanbel VI, 8, 9, 391.

pooı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 386-387.

[301]

A. Davudoğlu, Sahihi Müslim Terecine ve Şerhi II, 1008, 1009.

T3021

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 387-389.

[3031

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 389.

[3041

Ebû Râfı', Rasûlullah (s.a.)m azattadır. Adının ibrahim, Eşlem veya Sabit olduğu söylenir. Önce, Hz. Peygamberin amcası Hz. Abbâs'ın kölesi
idi. Hz. Abbâs RasÛIullah'a hibe etti. Ebû Râfi', Abbâs'm müslüman oluşunu müjdeleyince Efendimiz kendisini âzad etti. Bedir Gazvesİ'nden evvel
müslüman olduğu halde ona iştirak etmemiş, Uhud ve sonraki savaşlara katılmıştır. Rasûlullah'tan ve Abdullah b. Mes'ud'dan rivayette bulunmuştur.
Hz. Ali'nin hilâfeti zamanında vefat etmiştir. (Bilgi, için bk. ibn Sa'd, Ta-bakâl IV, 73-75; ibn Ebî Hatim, el-Cerh ve't-ta'dü, II, 149; lbnu'1-Esîr,
Üsdu'l-ğabe, I, 52; Zehebî, A'lâınu'n-nubelâ, II, 16-17; tbn Hacer, el-tsâbe, IV, 67; TchzîbıTt-Tehzîb, XII, 92-93.).
[3051

ibn Mâce, Tahâre 102; Ahmed b. Hanbel, VI, 8, 10, 39.

T3061

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 389-390.

[3071

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 390-391.

[3081

Müslim, hayz 27; Tirmizî, tahâre 107; İbn Mâce, tahâre 100.

T3091

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 391.

[3101

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 391.

[311]

Buhârî, gusül 13, 27; Müslim, hayz 25; Nesaî, tahâre 129,166; Muvattâ;, tahâre 76; Ah-med b. Hanbel 1 1,46, 64.

[3121

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 392.

[3131

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 392-393.

[314]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 393.

[3151

Buhârî, gusl 27; Müslim, hayz 21, 22; Nesâî, tahâre 162, 165; İbn Mâceh, tahâre 99; Muvatta', tahâre 78; Ahmed b. Hanbel, VI, 26, 85, 91, 102,
103, 119, 143, 191, 192, 200, 260,279.
[3161

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 394.

[3T7J

Bu açıklama ravîlerden birisine aittir.

[3181

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 394-395.

[3191

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 395.

[3201

222 nolu hadîsteki kaynaklar.

[3211

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 395-396.

f3221

Tirmizî, cum'a 78.

T3231

Müellifin bu ilâveyi yapmaktan maksadı, hadîsin muhkatı' olduğuna işaret etmektir. Her ne kadar bu za'f alâmeti ise de, abdest almanın mustehap
oluşuna işaret eden hadîsler, bu hadîsi takviye etmektedir.
[3241

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 396-397.



[325]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 397.

[326]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 397.

[3271

Rasûlullah (a. s.) devrini idrâk etmiştir. Ancak,Rasûlullah'la görüşüp görüşmediği ihtilaflıdır. "Bazı şeyleri unuttum fakat Rasûlullah'ı namazda
sağ elini sol eli üzerine koymuş halde gördüğümü unutmadım" dediği rivayet edilmiştir. Hz. Ömer, Bilâl, Ebû Zer, Ebu'd-Derdâ ve Hz. Aİşe'den
rivayetleri vardır. Aclî, îbn Sa'd ve Dârakutnî onu "güvenilir" olmakla vasıflandırmışlardır.Mervân b. Hakem'in hilâfeti zamanında vefat etmiştir. Ebû
Dâvûd, Nesâî ve îbn Mâce kendisinden hadîs rivayet etmişlerdir. (Bilgi için bk: tbnu'l-Esîr, Üsdu'l-gâbc, IV, 340; tbn Hacer, el-tsâbe, W, 186-187).
[3281

Nesâî, tahâre 140, 141, gusl b; Ahmed b. Hanbel.Vl, 47.

f3291

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 397-398.

[3301

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 398-399.

[3311

EbûDâvüd, libâs 129; Nesaî, tahâre 167, hayl 11; Dârimî istîzân 34; Ahmed b. Hanbel, I, 80, 83, 107, 139, 150.

13321

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 399-400.

[3331

Kâmil Mîras, Tecrîd Tercemesi, VI, 421, (Ankara 1969).

[3341

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 400-403.

[335J

Tirmizî, tahâre 87; Ahmed b. Hanbel.Vl, 146, 171.

[3361

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 403-404.

[3371

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 404-405.

[3381

Nesaî, tahâre 170; İbn Mace, tahâre 105; Ahmed b. Hanbel, I, 84, 107, 124.

13391

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 405.

[3401

el-Vâkıa (56), 79, 80.

[341]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 406-407.

[3421

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 407.

[3431

Buhârî, gusl 23, 24, Cenâiz 8; Müslim, Hayz 115,116; Tirmizî, tahâre 89: Nesaî, tahâre 171; tbn Mâce, tahâre 80: Ahmed b. HanbeMI, 235, 382,
371,5,384, 402.
[3441

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 407-408.

[3451

Hadisin anlamı şöyledir: Kendisi cünup iken Rasûlullah (s.a.v.) ile karşılaştı. Ondan uzaklaşıp (gitti ve) yıkandı. Daha sonra gelip şöyle dedi:
"Ben cünup idim" (Rasûlullah Efendimiz.) "Muhakkak mûslûman necis olmaz" buyurdu.
[3461

et-Tevbe 9, 28.

[3471

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 408-409.

[3481

Buhârî, gusl 23; Tirmizî, tahâre 89; Ahmed b. Hanbel, II, 471.

[3421

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 409-410.

[3501

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 410.

[35İ1

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/411.

[3521

İbn Mâce, tahâre 126.

[3531

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/411-412.

[3541

en-Nısâ (4), 43.

T3551

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/412-414.

[3561

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/414.

[3571

Ebû Bekre; adı Nüfey 1 , babasının adı Hâris'tır. Tâıf kalesinden bir makara ile atlayıp Rasûlullah'a geldiği için bu isilme anılmıştır. Bu zata, bu
künyeyi bizzat Efendimiz vermiş ve azâd etmiştir. Rasûlullah'tan 132 hadis rivayet etmiştir. Bunların sekizini hem Bu-hârî hem de Müslim müştereken,
beşer tanesini de ayrı ayrı rivayet etmişlerdir. H. 5) senesinde Basra'da vefat etmiştir. (Bilgi için bk. îbn Sa'd, Tabakât, VII, 15; ibn Ebî Hatim, el-Cerh



ve't-ta'dfl, VIII, 489; tbnu'l-Kayserânî, el-Cem' beyne ricâli's-sahîhayn, II, 533; fbnu'l-Esîr, Üsdu'l-gâbe, V, 354; Zehebî, A'lamu'n-nubelâ, III, 5-10;

tbnHa-cer, el-tsâbe, III, 571, 572; Tehzîbu't-Tehzîb, X, 469; Ibnu'1-tmâd, Şezerâtu'z-zeheb, I, 58).

T3581

Buhârî, vudu' 34; gusl 17; mevâkît 24; ezan 25; temennî9; Müslim, hayz 83; mesacıd 225; Nesâî, mevâkît 20; îbn Mâce, tahâre 83, 110; İkâme
137; Ahmed b. Hanbel, I, 88, 99, 366; II, 448, 518; III, 21, 26; V, 41, 45, 69, 359, VI, 99, 102, 11 1, \M, 182, 190, 221, 262.
13591

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/415.

13601

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/415-418.

[361]

Ahmed b. Hanbel, V,41.

T3621

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/418-420.

[363]

Hadis-i şerif dört ayrı yoldan gelmiştir. Bunlardan Ibn Harb ile Ayyâş'm rivayetleri arasında işaret edilen bu fark vardır.

[364]

bk. 233. hadisin kaynakları.

[365]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 420-421.

[366]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 421-422.

[3671

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 422.

f3681

Ümmü Süleym, Ens A rdan Milhân b. Zeyd'm kızıdır. Efendimizin hizmetçisi, Enes'in annesidir. İsmi hakkında ihtilâf edilmiştir. Kimi Sehle, kimi
Remıle, kimi de Muleyke olduğunu söylemiştir. Daha çok künyesi olan Ümmu Süleym diye meşhur olmuştur. Câhiliye devrinde Mâlik b. Nadr ile
evlenmiş ve ondan Enes (r.a.) dünyaya gelmiştir. Bu hanım, Ensârdan, İslama ilk girenlerdendir. Kocası buna kızarak Şam'a gitmiş ve orada A ş.
Ümmü Süleym de Ebû Talha ile evlenmiştir. Ahmed b. h A : **"i*jj n Enes b. Mâlikten rivayetine göre: Ebû Talha henüz müsiüman olmadan Ummü
SuîeymTe evlenmek istemiş, bunun üzerine Ümmü Süleym "Ya Ebâ Talha sen taptığın ilahının arzın bir bitkisi olduğunu bilmiyor musun?" demiş Ebû
Talha da "Evet bilmiyorum" cevabını vermiş. Bunun üzerine "Bir ağaca tapmaktan utanmıyor musun? Eğer Müslüman olursan senden başka bir mehir
istemem" demiştir. Ebû Talha "Biraz düşüneyim" deyip gitmiş ve Kelime-i Şehadet getirerek geri dönmüş. Bunun üzerine Ümmu Süleym oğluna "Ya
Enes beni evlendir" demiş, o da evlendirmiş-tir. Rasûlullahla birlikte bazs gazvelere iştirak etmiştir. Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî kendisinden
hadis rivayet etmişlerdir. (Bilgi için bk. îbn Sa'd, Tabakat VIII, 424; îbn Ebı Hatim, eE-Certı ve't-ta'dîl, IX, 464; tbnıfl-Esîr, Üsdu'l-ğfıhe, VII, 345;
Zehebî.-A'lfımu'D-nubelâ, II, 304-311; tbnHacer, Tehzîbu't-Tehzîb, XII, 471).
[369]

TirmM, tahâre 82; Dârimî, vudu'76; Ahmed b. Hanbel VI, 256, 377.

[3701

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 423.

[371]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 424-425.

13721

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 425.

[373]

Buhârî, gusl 22; Müslim, hayz 29, 30; Nesâı, tahâre 130; tbn Mâce, tahâre 107; Tirmi-zî, tahâre 90; Ahmed b. Hanbel, II, 90; III, 199, 282; VI,

306.
[374]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 425-426.

[375]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 427-428.

[3761

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 428.

[3771

bk. Buhârî, gusl 2; Müslîm, hayz 40, 41; Nesâî, tahâre 143, 144; Gusl 8; Dârimî, vudû' 68; Muvattâ', tahâre 68; Ahmed b. Hanbel, VI, 37, 199.

[378]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 428-429.

[3791

Tecrid-i Sarih Tercemesi I, 205.

T3801

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 429-430.

[38U

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/431.

13821

Cübeyr b. Mut'im Kureyş'in büyüklerindendir. Ensâb ilmini çok iyi bilirdi. Bedir'de esir edilen kureyşlileri kurtarmak maksadıyla Medine'ye
gelmiş ve Rasûlullah (s.a.)m okuduğu Kur'ân-ı Kerim'i dinlemişti. Bu gönlünde İslama karşı bir yakınlığın doğmasına sebeb olmuştur. Cübeyr, Hayber
Savaşı olduğu sene müsiüman olmuştur. Mekke'nin fethi senesinde İslama girdiğini söyleyenler de vardır. Rasûlullah'tan 60 hadis rivayet etmiştir.
Bunlardan 6'sı Buhârî ve Müslim'de müşterek olarak mevcuttur. H. 57 veya 59 senesinde Medine'de vefat etmiştir. (Bilgi için bk. Buhârî el-Tarîhu'l-
kebir, II, 223; İbn Ebî Hatim, el-Cerh ve't-ta'dît, II, 512; tbnu'l-Kayserânî, el-Cem' beyne ricâli's-sahîhayn, I, 76; lbnu'1-Esîr, Usdu'l-ğâbe I, 323; Zehebî
A'lâmu'nmıbelâ, III, 95-99; İbn Hacer, el-tsâbe, I, 225; Tehzîbu't-Tehzîb, II, 63; Ibnu'i-İmad Şezerâtu'z-zeheb, I, 64.).
[383]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 431-432.

[384]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 432.

[385]

Ahmed Naîm Efendi hadis-i şerifteki (k-jl A ) kelimesini, Kâmûs tercemesine istinaden "külek" şeklinde terceme etmiştir. Kâmûs'ta "el-hiiâb"
kelimesi İçin: "Sut sağacak kaba denir ki, külek ve susak tabir olunur" diyor. Ahmed Naım Ebû Avâne'nın Ebû Asim en-Nebîl'den naklen bu kabın,



uzunluğunun ve genişliğinin bir karıştan az olduğunu, Beyhakî'nin de sekiz rıtıl su alan bir testi olarak takdir ettiğini kayd etmektedir. (Tecrid-i Sarih

Tercemesi, I, 207).

T3861

bk. Buhârî, gusl 6; savm 65; buyu' 98; Müslim, hayz 39; mesâcîd 229; sıyâm 1 10; buyu' 23; Nesâî, gusl 19; Ahmed b. Hanbel, I, 321, 346, 367;
II, 19, 116, 375.
13871

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 432-433.

13881

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 433.

P891

bk. Nesâî, tahâre 149; Ibn Mâce, tahâre 94; Dârimî, vudû' 1 15; Ahmed b. Hanbel, VI, 188.

T3901

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 433-434.

[391]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 434.

[392]

Buradaki şüphe râvilerden birisindendir.

T3931

Ahmed b. Hanbel, I, 183; IV, 188.

[3941

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 435-436.

[395]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 436.

[396]

bk. Ahmed b. Hanbel, VI, 102, 227.

T3971

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 436-437.

[3981

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 437.

[399J

Hadisi sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.

ROOl

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 437-438.

[40J1

Meymûne binti'l-Hâris.Rasûlullah'ın hammlarındandır. Rasûlullah (s. a.) onunla hicretin altıncı senesinde evlenmiştir. Kendisinden 46 hadis
rivayet edilmiştir. Bunların yedisinde Buhârî ve Müslim ittifak etmiştir. Ayrıca Buhârî'de bir, Müslim'de de beş hadisi vardır. H. 5 1 de vefat etmiş ve
namazını tbn Abbâs (aldırmıştır. (Bilgi için bk. İbn Sa'd, Tabakâl VIII, 132-140; tbnu'l-Esîr, ÜsduT-ğâbe, VII, 272; Zehebî, A'lâmu'n-nubelâ, II, 238-
245; İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 411-413; Tehzîbu't-Tehzîb, XII, 452; îbnu'l-tmâd, ŞezerfıtuVzeheb, I, 12, 58).
T4021

Buhârî, gusl 8, 1 1 , 1 8, 2 1 ; Nesâî, Gusl 22; Ahmed b. Hanbel, VI, 335.

[4031

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 438-439.

T4041

İbn Mâce, tahâre 59.

[4051

Tirmizî, tahâre 40.

T4061

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 439-441.

[4071

Ahmed b. Hanbel, I, 307.

T4081

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 441-442.

[409J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 442-443.

r4ioı

bk. Buhârî, salat 1; enbiya 5; Müslim İman 259, ?63, Tirmizî, mevâkıt 45; Nesâî, salat 1; İbn Mace Likâme 194; Ahmed b. Hanbel, IH, 149; V,

144.

r4in

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 443-446.

[4121

Tirmizî, tahâre 78; İbn Mâce, tahâre 106.

[4131

Tirmizî: "Haris b. Vecih'in hadisi garibtir"; Şâfıî, "Bu hadis sabit değildir"; Beyhakî, "Bunu ehl-i ilim inkâr etmiştir" der.Dârakutnî İlel'inde:
"Malik b. Dinar Hasen'den mursel olarak, Ebânü'l-Attar Kata-de tarikiyle Hasen'den o da Ebû Hureyre'den rivayet ettiklerini" söylemektedir.
[4j4]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 446.

[4151

Müslim, hayz 58; Tirmizî, tahâre 77; Nesaî, tahâre 149; tbn Mâce, tahâre 108; Dârimî, vudû 1 15; Ahmed b. Hanbel, VI, 289, 315.

[416]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 446-448.

[417]

İbn Mâce, tahâre 106. Ahmed b. Hanbel, I, 94, 101, 133.

14181

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/448.



[419]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 448-449.

[420]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 449.

[421]

Benzer rivayetler için bk. Tirmizi, tahâre 79; Nesâî, tahâre 1 59; Gusl 24; tbn Mâce, ta-hâre 96; Ahmed b. Hanbel, VI, 68, 192, 253, 258.

[422]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 449.

[423]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 450.

[424]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/450-451.

[425]

Tirmizi, tahâre 77; Nesâi, tahâre 149; lbn Mâce, tahâre 108.

[426]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/451-452.

[4271

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/452-453.

[4281

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/453-454.

[4291

bk. Buhârî, gusl 1 9.

14301

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/454.

[431]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/454.

[4321

bk. Ahmed b. Hanbel, VE, 79, 138.

[433J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/454-455.

[4341

Hitmî: sabun yerine kullanılan bir bitkidir.

[4351

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/455.

[436J

Şureyh tabiûndandır. Muâviye b. Ebî Süfyân, Ebü Zerr el-Ğifâri, Ebû Ümâme, Ebu'd-Derdâ ve diğer bazı sahâbilerdcn hadis rivayet etmiştir, (el-
Menhel, III 32).
[4371

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/455-456.

[4381

bk. Hİdiye-, 1,16; Fethu'l-Kadİr I, 50; tbn Âbidin 1,153-154; Tahtâvîf Haşiyetü MenOuT-Fdfth, 82; Zeylaî Tebytnti'l-Hafcftlk 1, 14-15.

[4391

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/456.

[4401

Bu hadisi bu lafızlarla sadece Ebû Dâvûd rivayet etrtıiştir. Benzer bir rivayet için bk. Ahmed b. Hanbel, VI, 78.

[44U

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/456-457.

[4421

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/457-458.

14431

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/458.

f4441

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/458.

[4451

Bakara; (2) 222.

14461

Useyd b. Hudayr b. Simak b, Atik e!-Ensârî el-Eşhelî: Künyesi Ebû Yahya'dır, tslâm'ı ilk kabul edenlerdendir. Mus'ab b. Umeyr vasıtası ile
muslüman olmuş ve ikinci Akabe Biatında bulunmuştur. Bedir savaşında bulunup,bulunmadığı ihtilaflıdır. RasüluHah kendisini Zeyd b. Harise ile
kardeş yapmıştı. Uhud savaşına katılmış ve yedi yerinden yara almıştır. Buhârî'nin Tarih'inde haber verdiğine göre öldüğünde dört bin dirhem borcu
vardı. Alacaklılara verilmek üzere arazisi satıldı. Hz. Ömer (r.a.): "Ben kardeşimin çocuklarını eli boş, fakir bırakmam! " dedi ve araziyi geri verdi. Dört
senelik meyvesini dört bin dirheme alacaklılara sattı. H. 20 veya 21'de vefat etti. (Bilgi için bk. Buhârî, et-Tarihu'l-kebir, II, 47; İbnu'l-Esir, Üsdu'l-
gâbe, I, 111-113; Zehebî, A'l&mu'n-njibeîâ, I, 340-343; İbn Hacer, el-tsâbe, I, 49; Tehzîbu't-Tehzîb I, 347; tbnu'l-tmâd, Şezerâtu'z-zeheb, I, 31; el-
Ensârî, Asr-ı Saadet, III, 297-303 (Şamil Yayını)).
14471

Abbâd b. Bİşr b. Vakş el-Ensârî el-Eşhelî. Mus'ab b. Umeyr vasıtasıyla Medine'de müs-lüman olmuştur. ResûluUah'm yaptığı bütün savaşlara
katılmıştır. Kırk beş yaşında İken Yemâme savaşında şehid olmuştur. Resûlullah kendisini Ebû Huzeyfe b. Utbe ile kardeş yapmıştır. (Bilgi için bk. tbn
EbîHatîm el-Certı ve'Ma'dil, VI, 77; lbnu'1-Esîr, Üsdü'l-gâbe, III, 150; Zehebî A'lâmu'n-nubelfı, I, 337-340; tbn Hacer, el-tsâbe, II, 363).
14481

Ebû Dâvûd, nikâh 46; Tirmizî, tefsiru sure (2) 24; Nesâi, hayz 8; Dârimî, vudu 107; Ahmed b. Hanbel I, 419, 421, 452, VI, 150.

[4491

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/459-461.

[4501

es-Subki, el-Menhel, III, 36.



[451]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/461.

[452]

Müslim, hayz 14; Nesâî, tahâre 55; miyah 9; İbn Mâce, tahâre 125; Ahmed b. Hanbel, VI. 127, 210.

[453]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/462.

[454]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/462-463.

[455]

Buhârî, hayz3; Müslim, hayz 15; Nesâî, tahâre 173, 174;hayz 16, 19; tbn Mâce, tahâre 160; Ahmed b. Hanbel, VI. 69, 331, 334.

[456]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/463-464.

[457]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/464.

[458]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 464.

[459]

Müslim, hayz 1 1-13; Tırmizî, tahâre 101; Nesâî, tahâre 176; hayz 18; Dârimî, vudû 108; Ahmed b. Hanbel, II, 70.

T4601

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/465.

[461]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/465-466.

[462]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/466.

[463]

Muâze bint-i Abdillah el-Adeviyye el-Basriyye ÜmmüVsahbâ: İbn Maîn kendisinin güvenilir olduğunu söyler. Zehebî, bu kadının geceleri ihya
ettiğini ve "kabirlerdeki uykunun uzunluğunu bilip de bu dünyada uyuyan göze hayret ederim" dediğini haber verir. Hz. Aişe, Hz. Ali ve Hişâm b.
Âmir'den hadis rivayet etmiştir. H. 83 senesinde vefat etmiştir.
[464]

Harûrâ: Kûfe'ye iki mil uzaklıktaki bir köyün adıdır- Haricîlerin toplandıkları ilk yerdir. Bu yüzden Haricîlere bu köye nisbetle Harûrî de denilir.
Haricîler Sıffîn Savaşından sonraki hakem olayında önce Hz. Ali'yi hakem tayinine zorladıkları halde daha sonra hakem işine razı olup Ebû Mûsâ el-
Eş'arî'yi hakem tayin ettiği için karşı çıkmışlar, hatta onu küfürle İtham etmişlerdir. Bunun için Hâriciler diye meşhur olmuşlardır. Sayılan 8 bin (veya
12 bin) kadardır. Başlarında Abdullah b. el-Kevvâ adında birisi vardı. Hz. AIİ bunlara Abdullah b. Abbâs'ı göndermiş, Abdullah'ın konuşmaları sonucu
iki bini geri dönmüş, gerisi fikirlerinde ısrar etmişlerdir. Bunun üzerine Hz. Ali bunlara harp açmıştır.

Haricîler görüşlerini müdafaa bakımından İslâm mezheplerinin en katı, kızıp şiddetlenme bakımından en şiddetli olanıdır. "El-hukmü IHlah Hüküm
ancak Allah'ındır." sözünü kendilerine düstur edinmişlerdir.

Haricîler Ezârıka, Necedât, Sufriye, Acâride, İbâdiye, Yezîdiye, Meymûniyye vs. adındaki fırkalara ayrılmışlardır. Bunlardan son ikisi İslâm dini

çerçevesinin dışında mütalaa edilir.

Haricî fırkalarının bazı müşterek görüşleri şunlardır:

1 . Halife, herhangi bir fırka veya gurup tarafından değil, bütün müslümanlarm iştirak edeceği bir seçimle seçilebilir.

2. Arap ailelerinden hiç biri halife kendi ailesinden olduğu için bir imtiyaz kazanamaz.

3. Necedat fırkasına göre, insanlar kendi aralarında birlik ve beraberliği kurabilirlerse, halifeye muhtaç değildirler.

4. Günahlar arasında hiçbir fark gözetmezler. Günah İşleyen bir kimsenin dinden çıkıp kâfir olduğuna hükmedilir.

5. Kur'ân'da bulunan emirleri kabul ederler; Hadiste bulunup Kur'ânda bulunmayan emirleri reddederler. (Bilgi için bk. Abdulkâhir el-Bağdâdî,
Mezhepler Arasındaki Farklar <trc. E,R. Fığlalı), s. 66-100, tslâm Esasları (ter. S. Yeprem), S. 73-92, İstanbul 1981).

[465]

Buhârî, hayz 20; Müslim, Hayz68; Nesâî, hayz7; siyam 64; İbn Mâce, Tahâre 119;Dâ-rimî, vudû' 102; Ahmed b. Hanbel, VI, 32, 94, 97, 120,
143, 185,231.
T4661

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/467-468.

[467]

Müslim, hayz 69.

f4681

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/468-469.

T4691

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/469.



105. Hayızlı Kadına Yaklaşmanın Hükmü

106. Hayız Halindeki Hanımına Cîmâ Dışında Kişinin Yapabileceği Şeyler

107. tstihazalı Kadın Hakkındaki Hükümler Ve "Ayhali Olduğu Gün Sayısınca
Namaz Kılmaz" Diyenler

108. tstihazalı Bir Kadın Hayız Günleri Geçtiği Zaman Namazını Terk Edemez

109. (tstihazalı Kadın) Hayzı Gelince Namazı Terk Eder

110. Müstehazanîn Her Namaz İçin Yıkanacağını İşaret Eden Hadisler

111. Müstehaza İki Namazı Birleştirir Ve İkisi İçin Bir Gusül Eder Diyenlere (Delil
Olan Hadisler)

112. (Müstehaza) Bîr Temizlikten Diğer Temizliğe Kadar Gusleder Diyenler(İn
Dayandığı Hadisler)

_(Müstehaza),Öğleden Öğleye Yıkanır Diyenler (İn Dayandıkları Hadisler)

113. (Müstehaza) Öğle Vaktinde Değil Her Gün Bir Defa Yıkanır Diyenler

114. (Müstehaza Temizlik) Günleri Esnasında Yıkanır Diyenler(İn Dayandığı
Hadisler

115. (Müstehaza) Her Namaz İçin Abdest Alır Diyenlerin Delilleri)

116. (Müstehazanîn) Sadece Hades Vâki Olduğunda Abdest Alacağı Nı Söyleyenler

117. Temizlendikten Sonra Sarı Ve Bulanık Renkte Akıntı Gören Kadına Ait
Hükümler

118. Kocası Müstehazayla Cinsî Temasta Bulunabilir

119. Lohusahğm Müddetini (Tayin) Hakkındaki Hadisler

120. Hayzdan Dolayı Yıkanma (Nm Keyfiyeti)

121. Teyemmüm

122. Hazarda Teyemmüm

123. Cünübün Teyemmüm Etmesi

124. Soğuktan Korktuğu Zaman Cünub Teyemmüm Edebilir Mi?

125. Yaralının Teyemmümü

126. Namazı Kıldıktan Sonra Vakit İçinde Su Bulan Müteyemmimin Durumu

127. Cuma Günü Gusletmek

128. Cuma Günü Guslünü Terketme Ruhsatı

129. Yeni Müslüman Olan Kimseye Gusletmesi Emrolunur

130. Kadın, Hayızken Giydiği Elbisesini Yıkar

131. Hanımıyla Cinsi Temasta Bulunurken Giydiği Elbise İle Namaz Kılmanın
Hükmü

132. Kadınların İç Çamaşırları İle Namaz Kılmak

133. Kadınların İç Çamaşırları İle Namaz Kılma Ruhsatı

134. Elbiseye Bulaşan Meninin Hükmü

135. Çocuk İdrarının Elbiseye Bulaşması

136. İdrarın İsabet Ettiği Toprak(In Temizlenmesi)

137. Yeryüzünün (Toprağın) Kurumakla Temizlenmesi Hakkında
_Elbisenin) Eteğine Bulaşan Necaset İn Hükmü
_Ayakkabıya Bulaşan Pisliğin Temizlenmesi

138. Elbisedeki Necasetten Dolayı (Namazı) İade (Gerekir Mi?)
Erkeğin navız hâlindeki hanımıyla aynı yatağa yatması caizdir,

139. Elbiseye Bulaşan Tükrüğün Hükmü



105. Hayızlı Kadına Yaklaşmanın Hükmü

264.. ..İbn Abbâs (r.a.) hanımına, hayızh iken münâsebette bulunan kimse hakkında
Rasûlullah (s.a.)'m şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

fil

"Bir veya yarım dinar sadaka verir (versin)."

Ebû Dâvûd dedi ki, "sahih olan rivayet (burada olduğu gibi) "Bir dinar veya yarım
dinar" şeklindedir. Ancak çoğu kere Şû'be bu hadisi Hz. Peygambere ref etmemiştir.

m

Açıklama

Hayızlı olan kadına yaklaşmanın kesinlikle caiz olmadığını bundan doğacak zararların
neler olabileceğini 258. hadiste beyân etmiştik.

Bu yasağa uymayıp karısına yaklaşmış olanın cezası bu Hadis ile belirlenmiştir.
Ancak bu ceza maddi bir ceza değildir. Ekseri ulemâ tevbe ve istiğfardan sonra maddî
ceza ile temizlenileceği görüşündedirler.

Hadis-i şeriften, karısına hayızh iken temasta bulunan bir kimsenin bir veya yarım
dinar sadaka vermesinin gerekli olduğu anlaşılmaktadır.

Dinar, Lâtinceden arapcaya geçmiş bir kelimedir. Latincede "denarius" kelimesinden,
o da öşür manasına olan "decem" ıstılahından müştaktır.

Fıkıh istilâhı olarak hâlis on dirhem gümüş kıymetindeki altını ifâde eder. Bir miskal
ağırlığında altın sikkeye de ıtlak olunur.

Kamus mütercimi Asim Efendi, Zemahşerî'den naklen dinarın 48 arpa ağırlığında altın
olduğunu söyler.

Zihnî Efendi, "Dinar, altın sikkedir; yarım altın lira değerindedir",der.

Ömer Nasûhi Efendi de, "Bir dinar bir miskal, yani yüz arpa ağırlığında bulunan attın

sikkedir" demektedir.

Bir miskal, yirmi kırattan, her kırat da beş arpa miktarından ibarettir. O halde bir
miskal 100 arpa ağırlığına denk olur. Bugünkü ölçülerle 4. 1/4 grama eşittir.
Hadisin metnindeki "veya" kelimesi şek için değil tenvî' ve taksim içindir. Yani
münâsebet, hayzm ük günlerinde olmuşsa bir dinar; sonuna doğru olmuşsa yarım dinar
sadaka verileceğini bildirir. Nitekim Tirmizî'nin yaptığı bir rivayette:

[3]

"Kan kırmızı ise bir dinar; san ise, yarım dinar (sa'daka verir)" buyrulmaktadır.
Hadisin zahirinden hayızlı iken karısına temasta bulunan kişinin keffaret vermesinin
vacip olduğu anlaşılmaktadır. Ancak konu âlimleri arasında ihtilaflıdır.
İbn Abbâs, Hasen eİ-Basrî, Said b. Cübeyr, Katâde, Evzâî, İshâk ve bir rivayetinde de
Şafiî, keffâretin vacip olduğu görüşündedirler. Keffâretin vücûbuna hükmedenler,
keffâretin cins ve miktarında mütefik değildirler. Bunlardan, Hasen el-Basrî ve Said b.
Cübeyr, ramazanda cinsî münâsebette bulunana kıyas ederek, bir köle azad eder,
demişlerdir. Diğerleri ise, bu babın hadisini delil göstererek, -münâsebetin zamanına
göre- bir veya yarım dinar tasaddukta bulunması gerektiği görüşündedirler.
Atâ, Şâ'bî, Neha'î, Mekhûl, Zuhrî, Eyyûb es-Sahtiyânî, Sufyân es-Sevrî, Leys b. Sa'd,
Malik, Ebû Hanîfe ve ashabı, esah olan rivayetinde Şafiî, bir rivayetinde Ahmed b.
Hanbel ve selefin cumhuruna göre hayızlı iken karısına temas eden kişiye keffaret



vacip değildir. Onun için vâcib olan istiğfardır. Eğer temas âdetin ilk günlerinde
olmuşsa bir dinar, son günlerinde olmuşsa yarım dinar sadaka vermesi menduptur.
îbn Abdilberr, "Sadaka icabetmez" diyenin delili bu hadisin muzdanp oluşudur. Bir de
"Berâet-i zimmet asıldır" kaidesidir.

Hattâbîde, "ulemanın ekserisine göre buna bir şey lâzım gelmez" dedikten sonra,
bunların hadisi mürsel, ya da mevkuf kabul ettiklerini belirtir. Doğru olanın hadisin
merfu olduğu görüşünü kaydeder.

lbn Seyyidi'n-Nâs, hadisin merfu olduğunu tercih ederken, Ebû Bekir el-Hatib, bu
mevkuf-merfu münakaşalarının hadisin sıhhatine tesir etmeyeceğini söyler. İbn
Dakiki'l-Iyd, İbnü'l-Kattân ve Şevkânîde hadisin salih olduğunu tercih edenlerdendir.
Ebû Davud'un "Şu'be bunu, Rasûlullah'a ref etmeyin, İbn Abbas'tan mevkûfen rivayet

141

ettiğini" söylemesi, hadiste bir ızdırap gördüğüne işarettir.
Bazı Hükümler

1. Kişinin karısı hayızlı iken onunla cinsi temasta bulunması haramdır. Bunda icma
vardır.

2. Bu durumda münâsebette bulunmanın tevbe ve istiğfardan sonra dünyalık ceza
olarak temas zamanına göre bir veya yarım dinar sadaka vermesi gerekir.

265.. ..İbn Abbâs (r.a.) demiştir ki;

"(Bir kimse), kanın başlangıcında karısına yaklaşırsa bir dinar, kanın kesilmesi

[5]

sırasında (yaklaştığında) cima ederse yarım dinar sadaka versin."

Ebû Dâvûd, "îbn Cüreyc A bdülkerim 'den, o da Miksem 'den aynısını rivayet



etmiştir" dedi.
Açıklama

Bu hadis bundan evvelki hadisi tefsir eden bir mâhiyet arzetmektedir. İbn Abbâs (r.a.)
hayız hâlinin ilk günlerinde, (kanın çokça geldiği zamanlarda) cimada bulunmanın
keffâretinin bir dinar, hayzm sonunda cimada bulunmanın keffâretinin ise, yanm dinar
olduğunu söylemektedir. Hayız halinin sonundan maksat, kanın kesilmesinin
yaklaşmasıdır. Kan kesilip de gusül etmeden evvelki hal olduğunu söyleyenler de var-
dır. Hanefi mezhebine göre kan kesildikten sonra gusül etmediği halde, üzerinden bir
namaz vakti geçerse temasta bulunmakta mahzur yoktur.

Hayzm başlangıcı ile sonu arasındaki farklılığın hikmeti şudur: İlk günler cinsî
münasebette bulunmanın mubah olduğu temizlik günlerine daha yakın, sonu ise, daha
uzaktır. Dolayısıyla hayzm ilk günlerinde temasta bulunmak hiç bir şekilde mazur
görülemez. Sonunda ise, bir dereceye kadar mazur görülmüş ve cezası hafıfletilmiştir.
îmam Gazali, hayz müddeti bitip kan kesildiği halde gusletmeden temasta bulunmanın
erkekte veya doğacak çocukta cüzzâm hastalığına sebep olabileceğini söylemiştir.
Burada mevzuu bahs edilen kef fâretin cumhura göre vacip olmayıp men-dup
olduğunu, bundan evvelki hadisin izahında belirtmiştik.



266.. ..tbn Abbâs (r.a), Rasûlullah (s.a.)'uı şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

121

"Bir kimse ailesiyle hayı/lı iken cinsî temasta bulunursa, yarım dinar sadaka versin"
Ebû Dâvûd dedi ki; "Ali b. Bezîme'nin Miksam tarikiyle Rasûlullah 'tan mürsel olarak
bunun aynısını rivayet etti. Keza Evzaî, Yezîd b. Ebi Mâlik'ten, O da Abdülharnid b.
Abdurrahman'dan, o da Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem)'den: "Rasûlullah onun
(soruyu soran Hz. Ömer'in) beşte iki dinar sadaka vermesini emretti", diye rivayet

[81

etmiştir. Bu rivayet mu'daldır.
Açıklama

Bu hadis, hayz halinin son günlerinde karısıyla temasta bulunanm cezasının yarım
dinar olduğuna hamledilir. Böylece evvelki hadislerle herhangi bir ihtilaf ortaya
çıkmaz. Hadis-i şerifte bir hazfin olduğu da muhtemeldir. Bu durumda hadisin aslı,
"Hayzın başlangıcında cima ederse, bir dinar; sonunda ederse, yarım dinar sadaka
versin" şeklinde olur. Taberânî ve Darekutnî'deki bazı rivayetler bu ihtimali te'yid et-
mektedir.

Ebü Dâvûd bunu ayrı bir hadis olarak değil 266. hadisin sonunda bir değişik rivayet
olarak vermiştir.

Beyhakî'nin rivayetine göre, Hz. Ömer (radıyallahü anh)'m cimâdan hoşlanmayan bir
hanımı vardı. Hz. Ömer'in her müracaatına hazıylı olduğunu bahane ederek karşı
çıkardı. Yine böyle bir müracaatında kadın hayız halinde olduğunu söylemiş, Hz.
Ömer de onun yalan söylediğini zannederek temasta bulunmuş, fakat kadının doğru
söylediği meydana çıkmış. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) Rasûlullah'a gelerek
durumu arz etmiş. O da bir dinarın beşte ikisini sadaka olarak vermesini emretmiştir...



Bu rivayet Mû'dal () dır. Ancak Beyhakî müteselsil bir rivayetle hadisi tahriç
etmiştir.

Bu rivayette hayızlıya temasın keffaretinin beşte iki dinar olduğu ifade edilmektedir.
Ancak gerek hadisin mu'dal oluşu, gerekse bunun Hz. Ömer'e mahsus bir cevap
olması ihtimalinden dolayı ulemadan hiç kimse tarafından delil kabul edilmemiştir.
Çünkü Hz. Ömer bu işi, kadının hayz olmadığına inanarak yapmıştır. Bu yüzden
Rasûlullah (s. a.) onun keffâretini hafifleterek bir veya yarım dinar değil de, beşte iki

£101

dinar sadaka vermesini emretmiştir.

106. Hayız Halindeki Hanımına Cîmâ Dışında Kişinin Yapabileceği Şeyler

267....Meymûne demiştir ki; Rasûlullah (s.a.) hammlanndan birisi hayızlı iken,
üzerinde uyluklarının yarısına veya diz kapaklarına kadar (olan kısmı) örten bir örtü

mı im

olduğu halde, ondan faydalanırdı.
Açıklama

Mübaşeret, çıplak olarak vücudu vücuda dokundurmaktır. Bazı hallerde cima için de
kullanılıyorsa da burada ittifakla birinci mânâyadır.



Hadis-i şerif, Rasûlullah'in, diz kapağı ile göbeği arası kapalı olan hayız halindeki
hanımlarından istifâde ettiğini göstermektedir.
Hayızlı olan kadından mübaşeret şu şekillerde olur:

1. Cima, bu Kur'ân-ı Kerim' in açık nassı ve sahih hadislerle yasaklanmıştır; haramdır.
Bir müslüman bunun helâl olduğunu söylerse kâfir olur. Haram olduğunu inkâr
etmeden, kadının hayızlı olduğunu bildiği halde cima ederse, günahkâr olur. Tevbe
istiğfar etmesi lazımdır. Cumhura göre bir veya yarım dinar sadaka vermesi
müstehaptır. Bazılarına göre vaciptir. Bundan evvelki bâbta tafsilât verilmiştir.
Unutarak veya hayızlı olduğunu bilmeden temas ederse günah da, keffâret de yoktur.

2. Göbek ile diz kapağı arası hariç vücudun geri kalan kısmı ile, her ne suretle olursa
olsun faydalanmak helâldir. Bunda da icmâ vardır.

Netice olarak, İmam Ebû Hanîfe, imam Malik, Said b. Müseyyeb, Şureyh, Tâvûs, Atâ,
Süleyman b. Yesâr, Katâde, Ebû Yûsuf tan bir rivayette Şâfıîlerin esah olan görüşüne
göre hayzh kadının diz kapağı ile göbek arasından çıplak olarak her türlü istifâde
haramdır. Bunlar, bu babtaki hadislerle Zeyd b. Eslem'den gelen bir rivayeti delil

£131

kabul etmişlerdir.
Bazı Hükümler

Kişinin, hayız olan karısından diz kapağı ile göbek arası örtülü olması şartıyla
çımadan başka her turlu istifâdede bulunması caizdir.

268....Aişe (r. anhâ)'den, şöyle demiştir:

"Bizden biri hayız olduğunda, Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem) Ona (diz kapağı
ile göbeği arasım örtecek) bir izar (peştemal) bağlamasını emreder, sonra da kocası
onunla (aynı yatağa) yatardı."

(Esved) bir defasında ("onunla yatardı" cümlesinin yerine) "cildini cildine

£141 £151

dokundururdu" demiştir.
Açıklama

Irâkî.( )"sonra kocası beraber yatardı" cümlesinin sadece Ebû Dâvûd'ta olduğunu,
diğer imamların bu cümleyi rivayet etmediğini söyler. Ebû Davud'un rivâyetindeki
"kocası" kelimesinden murad, ya Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem)'dir, kelime
zamir yerindedir; ya da Hz. Aişe "Bizden birine emrederdi" derken Rasûlullah'in
hanımlarını değil, bütün müslüman kadınlarını kastetmiştir. Buna göre ( ) dan murat
sadece Rasûlullah değil, hayız olan kadının kocasıdır. Yani Rasûlullah, bütün
müslüman kadınlara, hayız olduklarında üzerlerine bir izar (peştemal) bağlayıp sonra
da kocalarının kendileriyle beraber yatmalarını emretmiş olmaktadır.

269.. ..Aişe (r.anhâ) şöyle demiştir:

"Biz geceleyin Rasûlullah (sallellahü aleyhi vessellem)le beraber, ben hayızlıyken
hem de hayzm ilk günlerinde, aynı örtünün altında yatardık. Eğer Rasûlullah'a
(bedenine) benden bir şey (kan) bulaşırsa, kenarına taşırmadan sadece bulaştığı yeri
yıkar, sonra da namaz kılardı. Yok eğer ona -elbisesini kastediyor- kandan bir şey



bulaşırsa, kenarına taşmadan sadece bulaştığı yeri yıkar sonra da o elbise ile namaz
Ü61Iİ71

kılardı."
Açıklama

İç çamaşırı veya bütün vücudu örten elbisedir. Tercemeye "örtü" diye
geçirilmiştir.kelimesi hayızlı manasmdadır. Te'kid için getirilmiştir.İbn Reslân"et-
tamsu","hayzm ilk günleridir" demektedir. Terceme bu mânâya göre yapılmıştır.
Bu hadis, bundan evvelki izar sarmanın lüzumuna delâlet eden hadislere zıt değildir.
Çünkü Hz. Aişe'nin üzerinde izar olduğu halde Rasûlullah'la beraber bir örtünün
£181

altında yatardı.
Bazı Hükümler

1. Hayizh kadınla bir örtünün altında yatmak veya ona dokunmak caizdir.

2. Elbiseye bir pislik bulaştığında, elbisenin tamamını yıkamaya lüzum yoktur, sadece
pisliğin bulaştığı yeri yıkamak kâfidir.

3. Kan bulaşmadığı müddetçe hayizh kadının giydiği elbise temizdir.

4. Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem) hanımlarının hayizh hallerini anlayışla
karşılardı.

£191

270.. ..Umara b. Gurâb rivayet etmiştir: Umârenin halası, Aişe (r.anhâ)ya:

Bizden biri hayız oluyor; halbuki onun ve kocasının sadece bir yatağı var, (ikisi aynı

yatakta yatabilir mi?) diye sormuş. Aişe (r.anhâ) da şöyle cevap vermiş:

Sana Rasûlullah (s.a.)'m yaptığını haber vereyim: Rasûlullah (bir gece odama) girdi

doğruca mescidine geçti. Ebû Dâvûd, "evinin mescidini kast ediyor"dedi.Ben

uyuyuncaya ve kendisini de soğuk rahatsız edinceye kadar (namaz kıldığı yerden)

ayrılmadı. Sonra:

Bana yaklaş, buyurdu.

Ben hay izliyim, dedim.

Uyluklarını aç dedi, ben de açtım. Yanağını göğsünü uyluklarım üzerine koydu.

im mı

Rasûlullah ısınıp da uyuyuncay kadar ona doğru eğildim (kaldım).
Açıklama



hadisin ravilerinin zayıf olduğunu ve bunun delil gösterilemeyeceğini söylemektedir.
271.. ..Aişe (r.anhâ)'dan, şöyle demiştir;

"Ben hayızlı olduğum zaman (Rasûlullah'm) yatağından bir hasır üzerine iner ve

[2211231

temizleninceye kadar Rasûlullah (s.a.)'ayaklaşmazdım."



Açıklama



İlk bakışta bu hadis-i şerif daha evvelki hadislerle çatışır gibi görünürse de, aslında
hadis, Hz. Aışe validemizin bir nezaketve hassasiyet örneği verdiğini göstermektedir.
Hz. Aişe kadının o halinde erkeğini rahatsız edebileceğini düşünerek, Rasûluİlah'ı
rahatsız etmemek ve O'na duyduğu sevgiye halel getirmemek için böyle
davranmaktadır. Ayrıca bu durum Rasûlullah'm isteği ile değil, Hz. Âişe'nin isteğiyle
olan bir durumdur.

1241

272....îkrime, Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem)'m hanımlarının birinin şöyle
elediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem) hayızlı olan (bir hanımından bir şey (cima

1251

dışında faydalanmak) istediği zaman, hanımının ferci üzerine bir bez örterdi."
[261

Açıklama

Bu ve bundan evvelki hadislerden anlaşıldığına göre Peygamber (s. a.) hayız halindeki
bir hanımından faydalanmak istediğinde, bazan söz konusu hanımının göbeği ile diz
kapağı arasını bir elbise ile kapatmasını emreder, bazan da avret mahalli üzerine bir
bez atardı. Bu hadîs ferç gibi belirli yerler hariç hayızlı kadının vücudunun her tarafın-
dan faydalanmayı caiz görenlerin delillerindendir. Fakat Rasûlullah'm örttüğü bezin
büyük olup da göbek ile diz kapağının arasını tamamen Örtmüş olması da
muhtemeldir. Ayrıca elbiseyi bizzat Rasûlullah'm örtmesi düşünülebileceği gibi,
hanımına Örtmesini emretmesi de mümkündür. Hatta bu daha muvafık görünmektedir.
Diğer bir görüşe göre hayzm başında göbekle diz arasının sonlarında ise yalnız avret
yerinin kapatılması şeklindedir. Gelecek hadis-i şerif de bu ihtimali desteklemektedir.

273.. ..Aişe (r.anhâ)dan demiştir ki;

"Rasûlullah (s.a.) hayamızın ilk günlerinde bize (belimizden aşağısına) izar (peştemal)
sarmamızı emreder, sonra da tenini tenimize dokundururdu. Sizlerden hanginiz

[2711281

Rasûlullah'm nefsine hâkim olduğu gibi nefsine sahip olabilir?"
Açıklama

Hadis-i şerifte geçen ( ) "fevh" kelimesinin mânâsı Nihâye'de belirtildiğine göre
hayzm başlangıcı ve kanm çok olduğu zamandır. Buhârî ve Müslim'in rivayetlerinde
"fevr" şeklinde kaydedilmiştir ki, aynı manayı ifâde etmektedir.
Daha evvel geçen bazı hadislerde Rasûlullah'm hayız halindeki hanımları ile cima
haricinde beraber olmak istediğinde onların bellerinden aşağısını örtecek bir peştemal
bağlamalarını emrettiğini görmüştük. Fakat o hadislerde bu örtünme için bir zaman
tayin edilmemişti. Bu hadis-i şerif ise, peştemal bağlamayı kayıtlamakta ve hayzm ilk
günlerine mahsus olduğuna işaret etmektedir. Buna göre Rasûlullah (s.a.)'in hayız olan



bir hanımı ile hayzmın ilk günlerinde mübaşeret etmek isterse, onun peştemal
bağlamasını, son günlerinde ise, ferci üzerine bir bez örtmesini emrettiği
anlaşılmaktadır.

Hz. Aişe, "hanginiz Rasûlullah'ın nefsine mâlik olduğu gibi nefsine mâlik olabilir?"
derken, "Rasûlullah bunu yapıyordu ama, onun haddi tecâvüz edip harama dalma
korkusu yoktu. Ama siz Rasûlullah'ın yaptığını yapamazsınız. Binaenaleyh
nefsinizden emin değilseniz, meşru da olsa, bu şekilde bir faydalanma cihetine
gitmeyin" demek istemiştir.

Yukarıdaki hadislerde görüldüğü gibi hayızlı kadına yaklaşmak istendiğinde göbekle
diz kapağı arasının kapatılması emredildiği gibi yalnız avret yerinin örtülmesi ile iktifa
edilebileceğine de işaret vardır.

Sübkî der ki: "Rasûlullah (s.a.)'in zevcelerine mübaşerette bulunması, şehvetini tatmin
için değil, onun caiz olduğunu göstermek içindir. Mübaşereti zevcelerinden her birine
yapması, hükmün (îslâmî emirlerin) yayılması içindir. Nitekim çok adınla
evlenmesinin bir hikmeti de hükümleri neşredip öğretmektir. Çünkü hanımlarından
her biri gördüğünü ümmete haber verecektir."

Yukarıda verilen hadis-i şeriflerde özet olarak şu üç husus yer almıştır. Fukahânın
içtihadı da bu istikâmettedir:

1. 272 nolu hadiste yalnız avret yerinin örtülmesi yer almaktadır. Bu görüşü
savunanların az da olsalar delili bu hadistir. Ancak "yasak bölgeye yaklaşan o yasağı
işleyebilir" fetvasınca bu durum tehlike arz etmektedir. Bundan dolayı büyük fıkıh
imamları bu görüşü benimsememektedirler.

2. Hayzm başlangıcında diz-göbel; arasının kapatılması, sonunda yalnız fercin
örtülmesi görüşü ise, Hz. Aişe'nin son hadiste belirttiği gibi, "nefsine malik olabilecek
kişilere mahsustur. Bunu da ancak Rasûlullah başarır" demekle işin nezâketini
belirtmek istemiş, bizim için yasak olması gerektiğim işaret etmiştir.

3. Hayız müddetince kadınlara yaklaşmak istendiğinde bir peştemalle göbek ve diz
arası kapatılması cumhuru ulemânın görüşüdür. Hanefî mezhebinin de görüşü budur.
[291

Bazı Hükümler

1. Hayızlı kadından hayzmm ilk günlerinde de olsa, avret mahallim bir örtü ile örtmek
şartıyla faydalanmak caizdir.

2. Nefsinden emin olmayan kişinin, cima dışındaki faydalanmalardan da uzak kalması

[301

daha uygundur.

107. Istihazalı Kadın Hakkındaki Hükümler Ve "Ayhali Olduğu Gün Sayısınca
Namaz Kılmaz" Diyenler

274.. ..Rasûlullah (s.a.)'m hanımı Ümmü Seleme (r.anhâ')dan, demiştir ki;
Rasûlullah (s. a.) zamanında, kendisinden devamlı kan gelen bir kadın vardı. Ümmü
Seleme (r.anhâ) onun için Peygamber (s.a.) den fetva istedi. Rasûlullah (s. a.):
"Kendisine bu hal arız olmadan evvelki aylarda hayz olduğu gece ve gündüzlerin
sayısını hesap edip (her) aydan bu kadar (günün) namazını terketsin. Bu günler



geçtikten sonra yıkansın ve avret yerine (kanın akmasını önleyecek) bir bez

im [32]

bağlayıp namazını kılsın" buyurdu.



Açıklama

Fukahâmiz kadınların gördükleri kanı üçe ayırmışlardır. 1. İstihâza, 2. Hayız kanı, 3.
Nifas kanı.

İstihâza kanı: Kadınların yaşla ilgisi olmadan bir hastalık sonucu görmüş oldukları
renk ve koku itibariyle diğer iki kandan farklı olan kan. Damar çatlamasından
olabileceği gibi, herhangi bir hastalıktan da meydana gelebilir.

Bu haldeki kadınlar özürlü sayılmaları sebebiyle her vakit namaz için abdest alırlar,
namazlarını kılarlar. Bu durumları, ne namaz kılmalarına, ne de kocalarının
yaklaşmalarına mânidir.

Hayız kanı: Balığa olan kadın (kızm)m belirli zamanlarda gördüğü siyaha meyyal,
kokulu bir kandır. Bu kan ekseriyetle 9-55 yaş arasında görülür.
Bu durumdaki bir kadın, namaz kılamaz, oruç tutamaz. Kur'ân-i Kerim'e el süremez,
camiye giremez, eşi ile cinsî münâsebette bulunamaz...

Nifas kanı: Doğumla ilgili olan kandır. Kadının lohusa olduğu müddet içerisinde
gördüğü kandır: Görülmeyebilir de. Görüldüğü takdirde Hanelilere göre 40, Şafiîlere
göre 60 gün devam edebilir. Bu haldeki bir kadının durumu, hayız olan kadının
durumundan farksızdır.

Hadis-i şerifte adı zikredilmeyen müstehâza kadın, Ebû Davud'un 278. hadiste tasrih
edeceği üzere Fatıma binti Ebî Hubeyş'tir. Süyûtf nin Nesâî Şerhi'nde ifâde ettiğine
göre, Peygamber (s. a.) Efendimiz zamanında dokuz tane müstehâza kadın vardı.
Bunlar: Fâtıma bint Ebi Hubeyş, Ümmü Habîbe bint Cahş, kızkardeşi Hamne,
kızkardeşi Ümmü'l-Mü'minin Zeyneb binti Cahş, Sehle binti Sehl, Ümmü'l-Mü'minîn
Şevde, Esma bint Mürşit el-Hârisî, Zeyneb bint Ebî Seleme ve Bâdine bint Gaylân es-
Sekafî'dir.

Bu hadis-i şerif devamlı kan gören istihazalı bir kadının devamlı kan germesinden
dolayı âdet günlerinde de istihzalı olduğundan, ibâdetle mükellef olup olmadığı
günleri belirlemektedir. Şöyle ki; bu duruma mübtelâ olan bir kadın için iki durum
vardır:

1. Hayız hali başlamadan önce istihazaya mübtelâ olan ve bu durum devam ederken
hayız görme dönemine giren kadın,

2. Daha evvel hayız görüp âdet günlerini bilen bir kadının istihâza haline mübtelâ
olması. Şerhini yaptığımız hadis, bu ikinci durumu açıklamaktadır. Bu iki meselede
ulemâ şöyle demektedir:

a) Müstehâzanm hükmü temiz kadın gibidir. Binaenaleyh cumhur-u ulemâya göre,
kocası o kadınla cinsî temasta bulunabilir. Namazlarını kılıp, oruçlarını tutmakla
mükelleftir. Kur'ân okuma, mushafa el sürme, secde-i tilâvet, secde-i şükür ve Kabe'yi
tavaf meselelerinde ulemânın ittifakı ile temiz hükmündedir.

İbnü'l-Münzir'in el-Işrâk adındaki eserinde bildirdiğine göre, Hz. Aişe, İbrahim en-
Nehâî ve Hâkim'e göre istihzalı kadına kocasının temasta bulunması haram; İbn Sîrîn'e
göre de mekruhtur. îmam Ahmed b. HanbeFden iki görüş nakledilmiştir: Bir görüşe
göre, temas her hâlü kârda caiz değil; diğer görüşe göre, kocasının zinaya sapma
ihtimâli varsa, caizdir. Bu görüşlerden makbul olanı cumhurun görüşüdür. Delilleri



İkrime'nin rivayet ettiği Harone bint Cahş hadîsidir. Bu hadiste Hamne'nin istihazalı
bir kadın olduğu ve kocasının kendisi ile münâsebette bulunduğu beyân edilir. Ayrıca
bir şeyin haram olması ancak şer'î bir delille sabit olur. İstihazalı kadınla münâsebette
bulunulmayacağına dair serî bir delil yoktur.

Hattâbî, bu hadis-i şerifteki hükmün, normal halinde, âdet günleri değişmeyip belli
olan kadınlar hakkında olduğunu söylemektedir, istihazalı bir kadının, sıhhatli
günlerinde âdeti hangi günlerde ve ne kadar ise, müstehaza olduktan sonra her ay o
kadar gün kendisini hayızlı sayıp namazı terketmesi emredilmektedir. Meselâ; Normal
halinde âdeti beş gün olan bir kadına bir hastalık arız olup kanı hiç kesilmeyecek olsa,
bundan sonra her ayın başında beş gün namazını terkeder.

b) Hanefî mezhebinde, yeni hayız görmeye başlayan bir kızın âdeti sabit olmaksızın
kanı kesilmeyip devam edecek olursa, her ayın on günü âdetine mahsub edilir, yirmi
gün de temizlik müddeti sayılır.

Daha evvel âdeti belli olan müstehaza bir kadının hayzmm bittiği, Hanefilere göre
âdet zamanının geçmesi ile bilinir. Kadın âdet zamanını şaşırırsa araştırır. Adet
günlerinin geçtiğine kanaat getiremezse bildiği günlerin en azı ile amel eder.
Şafiîlere göre: Hayzm bittiği kanın renginden anlaşılır. Kadından gelen kan sarıyla
siyah, kırmızımtırak, sarı ve bulanık renklerdedir. Bu renklerin en koyusunu gördüğü
günlerde kadın hayzlı, açığını gördüğünde de hayzı bitmiş sayılır.
Hayız günlerini ayırmak için Şafiîlerin üç şartı vardır:

1. Kanın koyu renkte geldiği günler 15 günü geçmeyecektir.

2. Koyu renkte gelen kan en az bir gün - bir gece devam edecektir.

3. Açık renkte gelen kana bakarak kadının temizlendiğine hükmedebilmek için, bu kan
en az on beş gün devam etmelidir.

İmam Mâlik ile İmam Ahmed b. Hanbel'in görüşleri de aynıdır.

c) Namaz kılmak isteyen istihazalı bir kadının hem hadesten, hem de necasetten
temizlenmesi lâzımdır. Bunun için abdest veya teyemmümden evvel fercini yıkaması,
içine pamuk veya bez gibi birşey koyarak kanın dışarıya çıkmasını önlemesi veya
azaltması lâzımdır.

Hanefilere göre özürlü kimsenin çamaşırına özüründen neş'et edip bulaşan kan vs.
özür devam ettikçe namazın sıhhatine mani olmaz. Fakat bu pislikler çamaşırına tekrar
bulaşmayacaksa bunların yıkanması icab eder. Ancak kalbini tatmin etmesi
bakımından temizlenmesi elbette daha iyidir.

Şafiîlere göre böyle bir kadın fercine hem pamuk koymalı, hem de üzerini bir kuşakla
sarmalıdır. Bu vaciptir. İmam Nevevî bu kuşağın sarılış şeklini tafsilatıyla anlatır.
Buna teleccüm, istisfâr veya ta'sîb denilir. Şafiîlere göre, müstehâza olan kadın bu
şekilde, pamuk, kuşak vs. ile fercini iyice bağlamaz da, abdesti aldıktan sonra kan
gelirse, abdestin iadesi gerekir. İdrarını tutamayan kişi için de hüküm aynıdır. Bu
durumda olan bir kimsenin elinden geldiği kadar idrar yollarım tıkaması, tıkamadan
idrar damlaması halinde abdestini iade etmesi gerekir.

Urve b. ez-Zübeyr, Süfyân es-Sevrî, Ahmed b. Hanbel ve Şafiîlere göre istihazalı bir
kadın bir abdestle, -edâ olsun kaza olsun- sadece bir farz namaz kılabilir. Fakat aynı
abdestle farzdan Önce ve sonra istediği kadar nafile kılabilir.

Hanefilere göre istihazalı kadının temizliği vakitle mukayyettir. Vaktin çıkması ile
abdest bozulur. Tercih edilen görüşe göre sonraki namaz için tekrar abdest almak icab
eder. İdrarım tutamayan, devamlı burnu kanayan ve yarasından devamlı kan gelen
özür sahibi için de hüküm aynıdır.



İmam Züfer'e göre özürlünün abdesti, vaktin girmesi ile, Ebû Yûsuf a göre, vaktin hem
girmesi hem çıkması ile; İmanı-ı Azamla İmam Muham-med'e göre vaktin çıkması ile
bozulur. Meselâ özürlü bir kimse güneş doğduktan sonra, abdest alsa tmam Azamla
İmam-ı Muhammed'e göre o abdestle öğieyi kılabilir. Çünkü vakit girmiştir,
çıkmamıştır. İmam Ebû Yûsuf la Züfer'e göre kılamaz. Çünkü vakit girmiştir. Fetva
İmam A'zam ve Mu-hammed'in görüşlerine göredir. Özürlü bir kimse her vakit için
abdest alır ve bu abdestle farz, vacip, nafile, dilediği kadar namaz kılabilir. İstihazalı
kadın sadece hayız vakti geçtiği zaman yıkanır. Her namaz için yıkanmasına lüzum
yoktur. Cumhurun görüşü bu merkezdedir. Bu meseleye ileride tekrar temas

£331

edilecektir.
Bazı Hükümler

1. Dinî konularda bilinmeyen hususlar ehline sorularak öğrenilmeli.

2. Vasıta ve rivayetle ilim almak caizdir.

3. Haber-i vâhid hüccettir. Onunla amel edilir.

4. Hayızlı kişi namaz kılamaz.

5. Adeti mûtad iken müstehâza olan kadının malum günleri gelip geçtiğinde yıkanması
lâzımdır.

6. Müstehâza olan kadın fercini bir bezle kapayıp, kanın dışarı akmasına mani olmaya
çalışmalı. Bu husus bilhassa Şafiî mezhebinde mühimdir.

275....Ümmü Seleme (r.anhâ) demiştir ki; "Kendisinden devamlı kan gelen bir kadın
vardı... -(Leys) evvelki hadisin mânâsını nakletti ve- (Hz. Peygamber): "Bu günler

[341

geçip de namaz vakti gelince yıkansın... ili." dedi."
Açıklama

Bu rivayet, yukarıdaki hadisin aynıdır. Musannif, senetteki bazı farklılıklara işaret için
hadisi tekrar eie almıştır. Rivayetlerin senetlerinde görüldüğü üzere, evvelki hadis
Nâfî'den Mâlik kanalıyla, bu rivayet ise Nâfı'den Leys kanalıyla gelmekledir. Ayrıca
Leys bu rivayetinde, Ümmü Seleme ile İbn Yesâr arasında adını vermediği bir zatı
zikretmiş ve metinde "namaz vakti gelince" sozünu ilâve etmiştir.

276.. ..Süleyman b. Yesâr, Ensârdân olan birisinden rivayet etmiştir ki;

Kendisinden devamlı kan gelen bir kadın vardı... (dedikten sonra Leys, yukarıdaki

hadisinin mânâsını nakletti.)

Rasûlullah (s. a.): "O günleri geçip namaz vakti gelince yıkansın..." buyurdu ve ravi

£351

önceki hadisi manâ olarak nakletti.
Açıklama

Bu rivayet de, evvelki hadislerin aynıdır. Burada zikredilmesine sebep sened ve
metindeki bazı ayrılıklara işarettir.



277....Sahr b. Cüveyriye Nâfı'den, Leys'in hadisinin senet ve manasına uygun olarak
rivayet etti. (Bu rivayette) Rasülullah (s.a.):

"Bu gün ve geceler miktarmca namazı terk etsin. Namaz vakti gelince gusletsin, bîr

[361 "

elbise ile ((ercini) bağlasın sonra da namaz kılsın" buyurdu.
Açıklama

Bu hadis de öncekilerin aynıdır. Ancak bu rivayette kelimesinin yerme kelimesi
kullanılmıştır, "zafer" aslında güzel veya çirkin kokunun çıkmasıdır. Bundan dolayı
bazı sarihler hadisin tercemesini, "Güzel koku kullansın" şeklinde yapmışlardır.
Ancak burada M en h el sahibinin de belirttiği gibi mânâsında olması daha uygun
görülmüş ve terceme buna göre yapılmıştır.

278....Eyyûb, Süleyman b. Yesâr'dan o da Ümmü Seleme'den bu kıssayı (yukarıda
geçen hâdiseyi) rivayet edip şöyle demiştir:

"O günlerde namazı terkeder. Bu günlerin dışında yıkanır, bir bez ile (fercini) kapatır
ve namazını kılar."

Ebû Dâvûd dedi ki: Hammad b. Zeyd, Eyyûb'tan rivayet ettiği bu hadiste müstehâza

[371

olan kadının adını vermiş ve onun Fâtıma bint Ebî Hubeyş olduğunu söylemiştir.
Açıklama

Bu hadis de diğerlerinin aynıdır. Musannif bunu ilk hadisi takviye bakımından
nakletmiş ayrıca sonunda müstehâza olan kadının adını vermiştir. Ebû Davud'un temas
ettiği Hammâd b. Zeyd hadisini Dârakutnî şulâfızla rivayet etmiştir:
"Fâtıma bint Hubeyş istihâzah bir kadındı. Hatta altında leğen bulundurulur ve bu
leğen kanla dolu olarak alınırdı. Ümmü Seleme (r.a)'dan (ne yapacağını) Rasülullah
(s.a.)'e soruvermesini İstedi.

Rasülullah (s.a.) "Hayz günlerinde namazı terketsin, sonra yıkanıp bir bez bağlasın ve
namazını kılsın" buyurdu.

Ebû Davud'un ilâvesi ve Dârakutnî'nin bu rivayetinden, müstehâza olan kadının adını
sadece Hammâd b. Zeyd'in açıkladığı anlaşılabilirse de hakikatte Vühey b. Abdülvâris
ve Süfyân da bu kadının Fâtıma bint Ebî Hubeyş olduğunu açıklamışlardır.

İMİ

279....Aişe (r.anhâ)dan, demiştir ki; Ummü Habibe (r.anha) Rasülullah (s.a.)'e
(istihaza) kanından sordu. Hz. Aişe de:

"Onun leğenini kan ile dolu gördüm" dedi. Rasülullah (sallallahü aleyhi vesellem) şu
cevabı verdi:

"Hayzmm seni (namazdan) alakoyduğu (günler) sayısınca bekle, sonra yıkan."
Ebû Dâvûd Kuteybe'nin bu hadisi Cafer b. Rabia hadisinin arasında yazdığını ve Ali b.
Ayyaş ile Yûnus b. Muhammed'in Leys'ten rivayet edip -Leys'in yerine babasını

1391

zikrederek- Cafer b. Rabia dediklerini, söylemiştir.



Açıklama



Hadisten anlaşıldığına göre Hz. Peygamber'in hanımlarından Hz. Zeyneb'in kızkardeşi
Ümmü Habibe bint Cahş (r.anha) Rasûlullah (s.a.)'e gelerek kendisinden devamlı kan
gelen müstehâzanın durumu ile ilgili hükümleri sormuş. Orada bulunan Hz. Aişe de
Ümmü Habibe'nin durumunu açıklamak için "ben onun leğenini kan ile dolu vaziyette
gördüm" demiştir.

leğenin kan ile dolu olmasından maksad, saf kan ile dolu olması demek değildir, işin
aslı o leğen içinde yıkandığında leğendeki suyun içerisine damlayan kan, suyun
rengini kan rengine çevirmiş olmasıdır. Sanki leğen kan ile dolu gibi olurdu. Nitekim
Müslim'in rivayeti de meselenin bu şekilde olduğunu göstermektedir.
Mirken, içerisinde çamaşır yıkanan küvet, tekne, leğen, manasmdadır ki "iccâne"de
aynı manaya gelir.

Peygamber (s. a.) Ümmü Habibe'ye daha evvel hayz olduğu günler miktannca namazı
terk edip, daha sonra yıkanarak namazını kılmasını emretmiştir. Zaten bu babın bütün
hadisleri aynı hüküm etrafında birleşmektedir. Konu ile ilgili tafsilat babın ilk
hadisinde verilmiştir.

280....Urve b. ez-Zübeyr'den demiştir ki; Fâtima bint Ebî Hu-beyş, Rasûlullah (s.a.)'e
(istihâza) kanından şikayet edip (hükmünü) sordu.
Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem) ona:

"Bu bir damar (kanı)dır, (hayz kanı değil). Bak (mûtad olan) hayz günlerin geldiğinde
namaz kılma; hayz günlerin geçince yıkan. İki ay hali arasında namaz kılmaya devam
1401 [411

et" buyurdu.
Açıklama

"Kâr"kelime olarak hem hayz hem de hayzdan temizlenme manalarına gelir. İbn
Reslân, bu hadisin kar' kelimesinin hayz manasında olduğunu söyleyenlere delil
olduğunu söyler. Çünkü hayzdan diğer kar'a kadar namazın kılınması, kar içinde ise
terk edilmesi emredilmektedir.

Rasûlullah Efendimiz kendisine istihaza kanının hükmünü soran Fâtima bint Ebî
Hubeyş'e, onun bir damar kanı olduğunu, bu kanın hayız kanının mâni olduğu şeylere

1421

mani olmadığını söylemiştir. Bu hadis de evvelki hadislerin hükmünü te'yid eder.
Bazı Hükümler

1. Müslüman dinî meselelerdeki sorularını utanmadan bilenlere sormalı.

2. Soru sorulan kişi kendi mevki ve soru soranın durumu ne olursa olsun cevap
vermelidir.

3. Hayız olan kadın namaz kılmaktan nehyedildiğî halde, müstehaza olari namaz
kılmakla emredilmiştir.



281....Urve b. ez-Zübeyr şöyle demiştir:



Bana Fâtıma bint Ebî Hubeyş haber verdi ki; o Esmâ'dan istedi. Veya Esma bana
[431

haber verdi ki; Fâtıma bint Ebî Hubeyş kendisinden (Esmâ'dan)' Rasûlullah
sallallahü aleyhi veselleme (istihazanm hükmünü) soruvermesini istedi. Rasûlullah da
ona daha evvel (hayz olup) namazı kılamadığı günlerdeki namazını kılmamasını, daha

[441

sonra da yıkanmasını emretti.

Ebû Dâvûd demiştir ki: "Bunu Katâde, Urve'den, o da Zeyneb bint Ümmi Seleme'den:
"Ümmü Habibe bint Cahş istihaza oldu da Rasûlullah sallallahü aleyhi vessellem ona
(mûtadı olan) hayız günlerinde namazı terketmesinu sonra yıkanıp namazına devam
etmesini emretti" şeklinde de rivayet etti.

Ebû Dâvûd, (senetteki bir inkıtaa işâreten) "Katâde Urve'den hiç bir şey duymamıştır,
"dedi.

Ebû Dâvûd, "İbn Uy ey ne, ZührVnin amra tarikiyle Aişe'den rivayet ettiği hadisinde
(Aişe'nin): Ümmü Habibe müstehaza idi. Rasûlullah (s.a.)'a (istihazanm hükmünü)
sordu. O da (eski) hayz günlerinde namazı terketmesini emretti (dediğini) ilâve etti."
demektedir.

Yine Ebû Dâvûd dedi ki; "Bu, İbn Uy ey ne'nin bir vehmidir. Çünkü Hafızların
Zührî'den rivayet ettikleri hadiste (namazı terkeder ifadesi) yoktur. Süheyl b. Ebî Salih
bundan müstesnadır. Nitekim Humeydî bu hadisi, İbn Uyeyne'den rivayet etmiş, onda;
"Hayız günlerinde namazı terk eder" cümlesini zikretmemiştir."
Mesrûk'un hanımı Kâmîr bint Amr, Aişe (r.anhâ)'dan:

Müstahaza hayz günlerinde namazı terk eder sonra yıkanır, şeklinde rivayet etmiştir.
[451

Abdurrahman b. Kasım babasından Rasûlullah (s.a.)'m müstehaza olan kadına, hayz

günleri miktannca namazı terk etmesini emrettiğini rivayet etmiştir.

Ebû Bişr Cafer b. Ebî Vahşiyye, îkrime'den o da Peygamber (s.a.)'den yapdığı

rivayette:

"Ümmü Habibe bint Cahş müstehaza idi" (dedikten sonra) yukarıdaki rivayetin aynını
nakletti.

Şerîk, Ebu'l-Yekzân'dan, O, Adiy b. Sâbit'ten, o da babası tankıyla dedesinden
Rasûlullah (s.a.)'in,

"Müstehaza olan kadın, hayz günlerinde namazı terkeder. Sonra gusl edip namazını
kılar" buyurduğunu rivayet etmiştir.

Alâ b. el-Museyyeb Hakem'den o da Ebu Ca'fer'den rivayet etmiştir ki: Şevde (r.a.)
[461

îstihaze oldu. Rasûlullah (s. a.) kendisine mutad günleri geçtiğinde yıkanıp
namazını kılmasını emretti.

Saîd b. Cubeyr, AH ve İbn Abbas'tan müstehazanm hayız günlerinde namazı terk
edeceğini rivayet etmiştir. Beni Hâşimin azatlısı Am-mâr ve Talk b. Habîb, İbn
Abbas'tan; Ma'kil el-Has'amî, Ali'den ve Şa'bî, Mesrûk'un hanımı Kamîr vasıtasıyla
Aişe'den aynısını rivayet etmişlerdir.

Ebû Dâvûd dedi ki; "Müstehaza hayz günlerinde namazı terk eder" sözü Hasen, Saîd
b. Müseyyeb, Atâ, Mekhül, İbrahim ve Kasım'in kavlidir, Ebû Dâvûd dedi ki; Katâde

m

Urve'den hiç bir şey duymamıştır.



Açıklama



Müellif bir hadisin on ayrı rivayetini tek hadis halinde nakletmiştir. Bunlar esas olarak
ilk rivayeti te'yid eder mâhiyettedir. Hz. Peygamber (s. a.) müstehâza olan bir kadına
(Fâtıma bint Ebî Hubeyş, Ümmü Habibe bint Cahş veya Şevde olduğuna dair
rivayetler var) her ay mûtadı olan hayz günleri gelince namazına ara vermesini, bu
günler geçince yıkanarak namazlarına devam etmesini emretmiştir. Hadisin bütün ri-
vayetleri aynı manayı kuvvetlendirmektedir. Ancak aralarında çok cüz'î ifâde farkları
görülmektedir. Ayrıca bazı rivayetlerde "namazı terk eder(veya terk etsin)" cümlesi
bulunduğu halde bazı rivayetlerde yoktur.

Musannifin bu hadisi değişik rivâyetleriyle birlikte getirmesindeki sebep, hayız
günleri belli olan bir kadın sonradan müstehâza olursa eski âdet günlerine dönüp o
günlerde kendisini hayızh sayacağını isbattır. Nitekim son rivayette, Ali b. Ebî Tâlib,
Aişe ve İbn Abbâs gibi sahâbîlerle Hasan el-Basrî, Saîd b. el-Müseyyeb, Atâ, Mekhûl,
Nehaî, Salim b. Abdullah ve Kasım b. Muhammed b. Ebî Bekir gibi tâbiûnun

[481

büyüklerinin de bu görüşte olduklarını beyân etmektedir.

108. Istihazalı Bir Kadın Hayız Günleri Geçtiği Zaman Namazını Terk Edemez

282....Âişe (r.anhâ)dan demiştir ki; Fâtıma bint Ebî Hubeyş, Rasülullah (s.a.)'e
gelerek:

"(Yâ Râsulallah) Ben istihazalı bir kadınım, hiç temizlenemiyorum, namazı terk

edeyim mi?" diye sordu.

Rasülullah sallallahti aleyhi ve sellem:

"(Hayır) bu hayız kanı değil, bir damar (kam)dır. Hayız (günleri) gelince namazı

[491 1501

bırak, bitince kanını yıka ve (gusledip) namazını kıl" buyurdu.
Açıklama

Bu rivayetin istihazalı kadının hükmünü Rasûlullah'a soran kadının bizzat Fâtıma bint
Ebî Hubeyş'in kendisi olduğu anlaşılmaktadır. Daha evel bu soruyu, ümmü Seleme ve
Esma bint Umeys'in sorduğuna dâir rivayetler geçmişti. Ancak bu, rivayetler arasında
tezat olmasını gerektirmez. Çünkü Fâtıma bint Ebî Hubeyş'in, bir seferinde de vasıta
ile sormuş olması mümkün olduğu gibi, râvinin, bu rivayette iktisar İçin vasıtayı
zikretmemiş olmasLda muhtemeldir.

Buhârî'nin rivayetinde "kanını yıka"cümlesi zikredilmemiş, fazla olarak "guslet"
kelimesi yer almıştır.

istihazalı bir kadının hayz günlerini ayırdetmek için ne şekilde hareket etmesi
icabettiğine dâir ihtilaflar ve mezheplerin görüşleri ile istihazalıya ait hükümler 274.

£511

hadisin açıklamasında verilmiştir.
Bazı Hükümler



1. İhtiyaç anında kadının erkekle konuşması, kadın sesjnm işitilmesi ve ayıp gibi
görünen şeylerin sorulması caizdir.

2. İnsan bilmediğini bilene sormalı, sorulan kişi de cevap vermekten kaçınmamalıdır.

3. Hayızlı kadın, hayz günlerinde namazını terk eder ve sonra da kaza etmez.

4. İstihazalı kadın da âdeti olan günlerde namazı terk etmek mecburiyetindedir, Farz,
vacip ve nafile bütün namazlar için hüküm aynıdır.

5. Hayız kanı pistir.

283....Ka'nebî, Mâlikten, o da Hişâm'dan: Züheyr'in (rivâyetindeki) isnadı ile evvelki
hadisin mânâsını rivayet ederek, Rasûlullah (s.a.)'m:

"Hayız hali gelince namazı terk et, hayz (günleri) kadarı gidince kanını yıka ve namazı

[521

kıl" buyurduğunu söylemiştir.
Açıklama

Bu lıadis-i şerif evvelki hadisten pek farklı değildir. Ancak bu rivayette hayz günleri
miktarmca namazı terketmesi emredilmektedir. Bu rivayet istihazalı kadının, hayz
günlerini evvelki âdet günlerine göre tesbit edeceği görüşünde olan Hanefîlerin fikrini
£531

te'yid etmektedir.

109. (İstihazalı Kadın) Hayzı Gelince Namazı Terk Eder

284....Bukeyye (r.anhâ) demiştir ki:

"Hayzı (hayzı istihaza ile karışarak) bozulup kendisinden devamlı kan gelen bir
kadının durumunu Aişe'ye soran bir kadım işittim. (Aişe dedi ki):
Rasûlullah (s. a.) bana o kadına "âdeti düzgün iken her ay hayz olduğu (günler)
kadarını araştırmasını, o kadar günü sayıp o günlerde (o günler miktarmca) namazı
terk etmesini, sonra yıkanıp (fercine) bir bez koymasını, sonra namaz kılmasını"
[541

söylememi emretti.

285.. ..Aişe (r.anhâ)'dan demiştir ki;

"Rasûlullah (s. a.) baldızı ve Abdurrahman b. Avf m hanımı Ümmü Habîbe bint Cahş
yedi sene istihaza oldu. Rasûlullah'tan fetva istedi. Rasûlullah (s. a.):

[55J

Bu hayz değil, bir damar (kanı)dır. Yıkan ve namazım kıl" buyurdu.

Ebû Dâvûd demiştir ki; Evzâî, bu hadiste ZührVden o da Urve ve Amre kanalıyla

Aişe'den şöyle dediğini ilâve etmiştir:

Abdurrahman b. Avfm hanımı Ümmü Habibe bint Cahş yedi sene istihaza oldu.
Rasûlullah (s. a.) ona, "Hayz vakti geldiğinde namazı terketmesini, gittiğinde de
yıkanıp namazı kılmasını emretti"...

(Yine) Ebû Dâvûd, bu sözü Zührî'nin ashabından EvzâVden başka kimse
söylememiştir. Bunu ZührVden, Amr b. Haris, Leys, Yûnus, îbn Ebî Zi'b, Mâ'mer,
ibrahim b. Sa'd, Süleyman b. Kesir, İbn İshâk ve Süfyan b. Uyeyne rivayet etmişler ve
bu sözü zikretmemişlerdir. Ancak bu, (yanUHayız geldiğinde namazı terketmesini...)
lâfzı Hişâm b. Urve'nin, babasından, onun da Aişe (r. anhâ)dan rivayet ettiği hadisin



lâfzıdır" dedi.

Ebû Dâvûd (ilave olarak); îbn Uyeyne;"Rasûlullah ona hayz günlerinde namazı
terketmesini emretti"lâfzmı ilave etmiştir. Fakat bu, îbn Uyeyne'den bir vehmdir.
Muhammedb. Amr'ın ZührVden (rivayet ettiği) hadiste, EvzâVnin hadisinde ilâve

[561

ettiği söze yakın bir şey var demiştir.
Açıklama

Görüldüğü üzere müellif hadisi zikrettikten sonra, birkaç değişik rivayete de işaret

etmiştir. Bu değişik rivayetler çeşitli hadis kitaplarında yer almaktadır.

Hadis-i şerifin metnindeki Rasûlullah (s.a.)'in"Bu hayız değil, bir damar kanıdır, yıkan

ve namazını kıl" buyruğundan şu akla gelebilir: Madem ki bu hayz değil, damardan

gelen bir kandır, guslü gerektirmemesi gerekir. O halde Rasûlullah, gusletmesini niçin

emretmiştir.

Rasûlullah'm bu emri hayzdan yıkanmaya hamledililir. Peygamberin sözünün
hülasası: "Bu devam eden kan hayz kanı değil, istihaza kanıdır, hayz günleri geçince
guslet ve namazını kıl" şeklindedir.

Sahihayndaki rivayette "her namaz için gusül ederdi" ifâdesi yer almaktadır.
İmam Şafiî, istihaza olan Ümmü Habibe'nin her namaz için tetavvû olarak guslettiğini
söylemektedir. Cumhura göre, Rasûlullah Efendimiz Ümmü Habîbeye her namaz için
yıkanmasını emretmemiştir. Bu hanım kendi kendine bu işi yapmıştır. Mütehayyire
(hayız günlerini şaşıran) kadının dışındaki müstehaza olan kadınların her namaz için
gusletmeleri gerekmez. Ancak her namaz için abdest almaları farzdır.
Bu hanımın, her namaz için yıkanmasını, kanın azalmasını te'min için bir tedavi usûlü
olduğuna hamletmek de mümkündür.

Bu hadisin, bâb başlığı ile alâkası daha çok Evzâî'inîn rivâyetindeki ilâvede kendisini
gösteriyor. Geri kalan kısımda bu alâka görülmemektedir.

286....Urve b. Zübeyr, Fâtıma bint Ebî Hubeyş'ten şunu rivayet etmiştir:
Fâtıma müstehaza idi. Rasûlullah (s.a.) kendisine:

"(Gelen kan) hayız kanı olduğunda -ki o, (kadınlar tarafından) bilinen bir kandır-
namazı terk et. Başkası (siyahın dışındaki bir renkte) olunca (guslet, her namaz için)

£571

abdest al ve namaz kıl. Çünkü o sadece bir damar (kanı)dır" buyurdu.

Ebû Dâvûd (hadis-i şerifin farklı rivayetlerini sıralamak maksadıyla) dedi ki;

tbn Müsennâ şöyle demiştir: îbn EbîAdiy bu hadisi bize kitabından böylece (yukarıda

geçtiği gibi) haber verdi. Daha sonra ezberinde;

Bize Muhammed b. Amr, ZührVden o da Urve'den, Urve de Hz. Aişe'den haber verdi
ki, Patıma müstehaza idi... şeklinde rivayet etti.

Enes b. Şîrîn, İbn Abbâs (radıyallahü anhumâ) dan müstehaza hakkında şöyle dediğini
rivayet etmiştir:

"Müstehaza koyu renkte çok kan gördüğü zaman namazı terk eder (bu bol ve koyu
renkteki kanın kesilmesi ile) kısa bir müddet de olsa temizlik görürse yıkanıp namaz
[581

kılar."

Mekhûl şöyle demiştir:



"Kadınlara hayz gizli değildir. Çünkü onun kanı koyu ve siyahtır. Bu (hâl) gidip de,
san ve rakîk olarak devam edince o (kadın) müs-tehazadır, yıkansın ve namazını
[591

kılsın."

Hammâd b. Zeyd, Yahya b. Saîd'den, o da Kâ'kâ' b. Hakim'den, o da Sa ! îd b. el-
Müseyyeb 'den müstehaza hakkında şöyle rivayet etmiştir;

"Hayz (önceki mûtad olan hayz günleri) gelince namazı terk eder, gidince yıkanır ve

mm

namazını kılar."

Sümeyy ve başkaları da Sa'îd b. el-Müseyyeb'ten "Hayz günlerinde oturur" şeklinde
rivayet etmişlerdir. Hammâd b. Seleme, Yahya b. Said'den o da Sa'îd b. el-
Museyyeb'den aynı şekilde rivayet etmiştir.
Yûnus, Hasan (el-Basrî)den şöyle rivayet etmiştir:

"Hayızh kadının âdeti bittikten sonra kan devam ederse, bir veya iki gün namazı terk

£611

eder. (Bundan sonra) o müstehazadtr. "
Teymi Katâde'den rivayetle:

"Mûtadı olan kadın hayz günlerinden fazla kan gelirse beş gün (bekler) sonra (yıkanır)
namazını kılar." demiştir. Teymîdevamla: "Ben (günleri) iki güne ininceye kadar
azaltmaya devam ettim" der. (Katâde); "(Zaid olan) iki gün olunca o hayzdandır"
demiştir. Bu îbn Sîrîn'den soruldu o da: "Bunu kadınlar daha iyi bilir" cevabını verdi.
[62] [631

Açıklama

Ebu Davud bu hadisi zayıf bulurken tbn Hibbân, Hâkim ve Ibn Hazm sahih olduğunu

söylemişlerdir, tbnü's- Salâh da bu hadis ile ihticac olunur demiştir.

Hadis-i şerifte, istihazalı olan kadının hayz kanım ayırmak için kanın rengine bakması

emredilmektedir. imâm Şâfı'î ve Mâlik bu görüşü benimsemişlerdir.

Sübülü's- Selâm' da şöyle denilmektedir: "Bu hadisin daha önce geçen "Bu ancak bir-

damar (kam)dir. Hayzm geldi mi namazı terket, gitti mi kendinden kanı yıka ve

£641

namazını kıl" mealindeki hadise zıt değildir. Çünkü "hayız kanı siyahtır, bilinir"
demek hayzm başlayış ve bitiş zamanını beyandır. İstihazalı kadın, ya kanm
sıfatından, ya da âdet günlerinde kanm gelmesinden, gelen kanm hayz kanı olduğunu
bilir. İhtimal ki Fâtıma bint Ebî Hubeyş âdeti malum olan bir kadındı. Bu takdirde
"hayzm geldi mi" sözü "âdet günlerin geldiği zaman" demek olur. Şayet âdet günleri
belli değil idiyse, o zaman da kanm sıfatına bakarak, "hayzm geldiyse" demek olur.
Bir kadın hakkında hem âdet günleri, hem de kanm sıfatı bir araya gelebilir."
Hanefîlerle, Ahmed b. Hanbel'in meşhur olan görüşüne göre bu meselede kanm
rengine değil, âdete itibar edileceğini daha evvel ifade etmiştik.

287.. ..Hanine bint Cahş (r. anha) şöyle demiştir:

"(Normal gününden)fazla ve sıkıntılı hayız görürdüm. Durumu haber verip fetva
almak üzere Rasûlullah (sallallahü aleyhi veseüem)e geldim. O'nu kız kardeşim
Zeyneb bint Ca'ş'in evinde buldum ve dedim ki: Ya



Rasûlullah ben (gününden) fazla ve sıkıntılı hayz gören bir kadınım. Bu duruma ne

buyurursun (ne yapayım)? Bu beni namazdan oruçtan alıkoydu.

Rasûlullah (s.a.):"Sana pamuğu tavsiye ederim. Çünkü o kanı giderir" buyurdu.

[651

O kan bundan (pamuğun mani olacağından) daha çoktur dedim.
[661

Bez kullan buyurdu.

Kan bundan da fazla devamlı geliyor, dedim. Bunun üzerine Rasûlullah:
İki hüküm söyleyeyim. Hangisini yaparsan sana yeter, ikisine de gücün yeterse,
orasını sen bilirsin: Onlardan kuvvetli olanını seç şunu bil ki bu, (kanın gelmesi) ancak

1671

şeytanın darbelerinden biridir.
[681

Altı veya yedi gün, Allah'ın sana (kadınların âdetlerinden) bildirdiği şeylerde

[691

kendini hayızh say sonra da yıkan. Temizlendiğine ve paklandığına kanaat

im

getirdiğinde yirmi üç veya yirmidört gün namaz kıl ve oruç tut. Çünkü bu (takdir
edilen müddet) sana yeter. (Sıhhatli) kadınlar nasıl hayz vaktinde hayz oluyorlar,
temizlik günlerinde de temizleniyorlarsa sen de her ay öylece yap. Eğer öğleyi (son
vaktine kadar) geciktirip ikindiyi (ilk vaktinde) öne almaya ve yıkanıp bu iki namazı
bir arada kılmaya, akşamı geciktirip yatsıyı öne almaya, sonra da yıkanıp iki namazı
birleştirmeye gücün yeterse öyle yap. Sabah namazında yıkanabilirsen yıkan, (namaz
kıl) ve gücün yeterse oruç tut." Rasûlullah: "Bu (iki namazı birleştirerek ikisi için bir



gusul etmek) bana iki işin daha sevimli olanıdır" buyurdu.
Ebû Dâvûd dedi ki:

Bu hadisi Amr b. Sabit İbn Aktl'den rivayet etmiştir. İbn Akıl Hamne'nin; "Dedim ki
bu bana iki işin daha sevimli olanıdır" dediğini söylemiş, bu sözü Rasûlullahhn sözü
değil, Hamne'nin sözü kabul etmiştir.

Ebû Dâvûd, Yahya b. Maîn'den naklen Amr b. Sâbit'in Rafızî olduğunu söylemiştir.
Yine Ebû Dâvûd, Ahmedb. Hambel'in "İbn AkîVin hadisi hakkında içimde bir şüphe

[721

var" derken işittim demiştir.
Açıklama

Hadis-i şeriften anlaşıldığına göre, Fâtıma bint Cahş'dan normal hayz günlerinden
daha fazla ve keyfiyet itibariyle de çok şiddetli kan gelmekte idi. Rasülullah'a gelerek
hâlini arz etti ve fetva istedi.

îbn Reslân bu ifâdelere dayanarak hayzm şiddetli ve zayıf olmak üzere iki kısma
ayrıldığını söylemektedir. Bazıları kuvvet ve zâfm sadece renkle fark edildiğini
söylerler. Iraklılara göre kuvvet üç şeyle belli olur: Renk, koyuluk ve koku... Ancak
hadisin bab başlığı ile olan münâsebetine bakılırsa 1 kuvvet alâmetinin renk olması
gerekir.

Hadis-i şerifin sonlarında Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem iki vaktin birini vaktin
sonuna te'hir etmek, diğerini de vaktin başına almak suretiyle iki namazı



birleştirmesini ve bu iki namaz için gusletmesini tavsiye ettikten sonra, "bu, bana iki
şeyin daha sevîmlisidir"buyurmuşlardır. Bu iki işten murat Bezlü'l-mechûd müellifinin
beyânına göre, müstehazanm her namaz için abucst alması veya iki namazı
birleştirerek bunlar için gusletmesi-dir. İki namaz için gusl daha meşakkatli olacağı ve
Cenab-ı Allah, mü'min-lere kolaylık murat ettiği için, Rasûlullah'm bunu sevimli
bulması biraz garib görünmektedir. Bundan dolayı İbn Melek bu ifâdeyi te'vil etmiş ve
iki işten muradın, Sefer ve istihaza olduğunu söylemiştir. Ancak hadis-i şerifte bu
te'vili doğrulayıcı hiç bir ipucu yoktur. Bundan dolayı Aliyyü'l-Karî buna itiraz etmiş
ve "Bundaki iki şeyden muradın her namaz için ayrı ayrı gusletmek veya iki namazı
birleştirerek ikisi için bir defa gusletmektir. Çünkü iki namazı cem'ettikten sonra ikisi
için bir gusletmek daha kolaydır" demiştir. Biraz sonra gelecek olan babda Ebû
Davud'un îbn Akıl hadisi hakkında "Eğer gücün yeterse her namaz için yıkan, olmazsa
cem'et" demesi de Aliyyü'l-Karî'nin sözlerini te'yid etmektedir.

Avnü'l-Mâ'bûd sahibi, "İkincisi bana daha sevimli geliyor. Çünkü o daha
meşakkatlidir. Ecir meşakkate göredir. Rasûlullah sallallahü aleyhi ve-sel-'emin
kendisi de büyük ecir olan şeyi sever" demektedir. Ancak bu anlayış Bezlü'l-Mechûd
daki ifâdelere göre büyük bir gaflettir. Çünkü Ebû Davud'un ibn Akıl hadisi hakkında
yukarıya aldığımız ifadeleri, hadisten bu mananın anlaşılmasına imkân vermez.Ayrıca
Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem hiç bir zaman ümmeti için güçlüğü murat etmez.
Bundan dolayı visal orucunu nehyetmiştir. Rasûlullah iki şey arasında muhayyer
bırakıldığı zaman daima kolayını seçmiştir.

Müstehaza olan kadından gelen kan devamlı aynı ölçüde ve renkte olur,daha evvel
âdeti muayyen olmasa veya müstehaza olarak bulûğa ermişse böyle bir kadının ne
şekilde hareket edeceği hususu mezhepler arasında, ihtilaflıdır.

İmam Mâlik böyle bir kadının hayzmm on beş gün itibar edileceğini bundan sonra
yıkanıp namazım kılacağını söylemiştir.

Şâfıîlere göre hayız günleri belli olmayan müstehaza bir kadın ilk defa kan gelmeye
başladığı günden itibaren namazı terk eder ve hayızlıya caiz olmayan şeylerden
uzaklaşır. Eğer kan on beş günde veya daha az zamanda kesilirse, bu müddet orum
hayz müddetidir. Onbeş günden fazla devam edecek olursa, bir gün ve bir gece hayızlı
sayılır, ayın geri kalan kısmında temiz hükmündedir. Bir günün dışındaki namazlarım
kaza eder. tik aydan sonraki aylarda hayzı bir gün bir gece, temizliği de yirmi dokuz
gün olmuş olur.

Âdet zamanı ve miktarı belli olduğu halde bunu unutan kadın için talaktan başka,
niyete bağlı olmayan ve namaz, oruç, itikâf, tavaf gibi niyyete muhtaç olan bir şeyde
hayızlmm hükmü vardır. Bu kadın eğer kanın kesilme vaktini bilmiyorsa her namaz
için vaktinde gusleder. Sıhhat zamanındaki kanın kesilme vaktini biliyorsa her gün o
vakitte gusleder ve geri kalan namazlar için ayrı ayrı abdest alır.
Hanefîlere göre,âdet gören bir kadından bir hastalık neticesi kan kesilmeyecek olursa,
sıhhat hâlindeki mûtadına göre hareket eder. Mesela normal zamandaki hayzı her ay
başında on gün olursa, devamlı olarak her ayın ilk on günü hayızlı, geri kalan yirmi
gününde temiz sayılır. Fakat normal zamanında temizlik müddeti altı ay veya daha
fazla ise, istihaza olduktan sonraki temizlik müddeti altı aydan bir saat noksan olarak
kabul edilir.

Yeni hayız görmeye başlayan bir kızın âdeti sabit olmadan, kan kesilmeyip devam
edecek olsa, her aydan on günü âdetine mahsub edilir. Yirmi günü temizlik müddeti
sayılır. Her vakit için yıkanır ve namazını kılar,



Bir hastalık veya ihtimamsızhk sonucu âdet günlerini unutmuş olan bir kadına
mütehayyire denir. Böyle bir kadından gelen akıntı kesilmeyecek olursa, âdeti
hakkında zann-ı galibi ile amel eder. Zann-ı galib bulunmayınca ihtiyat yönüne sarılır.
Boşanmış ise, iddeti hususunda hayzı on gün, temizlik müddeti de altı aydan bir saat
noksan olmak üzere takdir edilir. Diğer bir kavle göre temizlik müddeti iki ay olarak
takdir edilir.

Kadının sıhhat hâinde belli bir âdeti yoksa, meselâ bazı aylar altı gün, bazı aylar yedi

[73]

gün âdet görüyor idiyse ve bilâhere istihaza olsa, bu kadın, namaz, oruç, ric'at
hususunda daha az olanı, iddetin bitmesi ve cinsî münasebet hususunda daha fazla
olanı tercih etmelidir Bu şekildeki bir kadın yedinci gün girince yıkanır namazını
kılar, ramazana tesadüf etmişse orucunu tutar, fakat cinsî temasta bulunulamaz.
Sekizinci gün girince tekrar yıkanır ve ramazana tesadüf etmesi halinde yedinci günün
orucunu kaza eder. Çünkü yedinci günün hayızlı olması muhtemeldir. Namazları
kazaya ihtiyaç yoktur. Çünkü yedinci gün temizlendi idiyse zaten namazlarını kıldı;
ha-yızlıysa, hayızlı olana da namaz farz değildir.

Müstehaza olan kadın, sıhhat hâlindeki âdeti sâbitse ve onu hatırlıyorsa kendisini her
ay o kadar gün hayızlı, geri kalanında da temiz sayar. Bu mesele daha evvel
açıklanmıştı.

Önceden âdeti sabit iken kan kesilmeyip devam etse ve âdetinin ne zaman olduğuna
dair hiç bir görüşü olmasa, kadının ne hayızlı olduğuna, ne de temiz olduğuna hüküm
edilemez. Bu durumda ihtiyatlı hareket eder.Ebe-diyyen hayızlmm sakındığı şeylerden
sakınır. Her namaz için yıkanır. Farz, vâcib ve sünneti müekkedeleri kılar,nafıle
kılamaz. Farz olan miktarı kadarını okur. Sahih kayle göre farzların son iki rek'atinde
de okur.

Eğer hayzm girip girmediğinde tereddüt ederse, her namaz için abdest alır. Hayzın
çıkıp çıkmadığında tereddüt ederse her namaz için gusleder.

Ramazanın tamamını oruçlu geçirir, sonra hayz günleri adedince orucu kaza eder.
Hayzmm gece başladığını bilirse yirmi, gündüz başladığını bilirse yirmi iki günlük
orucu kaza etmesi lâzımdır. Gece mi, yoksa gündüz mü başladığını bilemiyorsa yirmi
günlük orucu kaza eder. Mevzu ile ilgili olarak fıkıh kitaplarında tafsilat vardır,
İstihazah kadınlardan gelen kan bazan hiç kesilmeden fasılasız, bazı hallerde de
arasira kesilerek fasılalı biçimde gelir. Bunlardan birincisine "istimrarı muttasıl"
ikincisine de "istimrâr-i munfasıl" denilir. Yukarıdaki açıklamalar istimrâr-ı muttasılla
ilgilidir.

İstimrâr-ı munfasıl ile ilgili hükümleri de şu şekilde özetleyebiliriz:
İki kan arasındaki temizlik müddeti on beş gün veya daha fazla ise, normal hükümler
cereyan eder. İki kan arasına giren temizlik hâli üç günden az olursa, bu fasıla
sayılmaz. Her iki kan da tek hayızdır. Meselâ bir kadın üç gün kan görse, sonra iki gün
görmese, daha sonra tekrar üç gün daha görse, bu sekiz günün tamamı aynı hayz
müddetidir. Bunların dışındaki tasavvurlar hususunda Hanefi ulemâsının ihtilafı
vardır. Tafsilat fıkıh kitaplarında mevcuttur.

Adeti on gün olarak sabit olan bir kadın on günden fazla kan görecek olursa, bu
fazlalık istihazadır. Adeti on günden az olan bir kadından oagün veya daha az kan
gelirse, tamamı hayız, on günden fazla kan gelirse, önceki âdet müddeti hayız, geri
kalanı istihazadır. .

Hayız kanının rengi de mezhepler arasında ihtilaflıdır.



Şâfıîlere göre hayız kanı ancak siyah renkte olur. Çünkü Rasülullah (s. a.) Fâtıma bint
EbîHubeyş'e "Hayz olduğunda -ki o siyah kandır- namazı terk et..." buyurmuştur.
Hariefîlere göre hayz kanı siyah olabileceği gibi kırmızı kenkte de olabilir. Şâfıîlerin
dayandıkları hadis garibtir, meşhur hadise muarız olamaz, Cenab-ı Allah Kur'an-i

[741

Kerimde 'Sana hayz hâlinden soruyorlar, de ki: O bir ezadır.." buyurmaktadır...
Ezâ ismi sadece siyah kana mahsus değildir.

Kadınlar Hz. Aişe'ye sarı renkte kan bulaştırılmış pamuk göndererek hayzın sona erip
ermediğini sorarlar, o da "beyazı görünceye kadar acele etmeyin" karşılığını verirdi.
Yine Aişe (r.anha), "Beyazın dışındakiler

hayzdır" buyurmuştur. Bu gibi şeyler akılla bilinemeyeceğine göre, Hz. Aişe bunu
Rasûlullah'tan duymuştur. Ayrıca kanın rengi alman gıdaya göre değişiklik arzeder.
Öyleyse hayz kanını sadece renge tahsis etmek uygun değildir.

Fatıma bint Ebî Hubeyş hadîsinin sübûtu kabul edilirse, -ki, Rasülullah (s. a.) bu
kadının hayzmm siyah renkte olduğunu vahy ile bilmiş ve haber vermiştir-
Rasûlullah'tan başka kimse hayz vaktini kanın rengi ile tayin edemez. Buhârî ve
Müslim'in rivayet ettikleri bazı hadisler de bu mütâlâayı te'yid etmektedir. İkiyuz
yetmiş dördüncü hadisin açıklamasında, Şâfıîlere göre istihazalı bir kadının hayız
günlerini kanın rengi ile tayin edeceğini beyân etmiştik.

Aynî ve Hattabî, bu hadisin daha evvel geçen Ümmü Seleme ve Hz. Aişe (r.anhümâ)
hadislerinin hilâfına olduğunu, bu kadının daha önce hayz olmamış, âdet günlerini
ayırd edemeyen birisi olduğunu söylerler. Rasülullah (s. a.) bu kadına, kadınlar daha
çok altı veya yedi gün âdet oldukları için zahirî örfe göre cevap vermiştir. Nitekim
"Kadınların hayz günlerinde hayız oldukları, temizlik günlerinde temiz oldukları
gibi.." ifâdeleri bunu te'yid etmektedir.

1751

Eimme-i selâse, îbn Akîl'i zayıf buldukları için bu hadisi hüccet saymamışlardır.
Bazı Hükümler

1. Sorulan şey, haya edilecek. cinsten de olsa, dinî hükümlerm sorulması teşvik
edilmektedir.

2. Cevap veren kişi, işin en kolay yönünü göstermelidir.

3. Hastalıklardan tedavi meşrudur.

4. Şeytan insanın bir takım hallerini vesvese mevzuu yaparak insana tasallut etmeye
çalışır.

5. İstihazahya namaz, oruç vs. farzdır, hayz hâlinde olana değil.

6. Adet günlerini bilmeyen veya unutan kadın diğer kadınların ekserisinin âdetine göre
hareket eder. Bu hüküm sadece Şâfiîlere göredir. Diğer mezheplerce kabul
edilmemiştir.

1261

7. Müftü fetva isteyene en güzel yönü de belirtmelidir.

110. Müstehazanîn Her Namaz İçin Yıkanacağını İşaret Eden Hadisler
288. .. Rasûlullah'm hanımı, Aişe (r.anha)'dan, demiştir ki;

Rasûlullah'm baldızı, Abdurrahman b. AvPm hanımı Ümmü Ha-bibe bint Cahş yedi



sene istihaza oldu ve bu hususta Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem)den fetva
istedi. Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem:

"Bu hayz değil, bir damar (kanı)dır. Yıkan ve namazını kıl" buyurdu.
O, kız kardeşi Zeyneb bint Cahş'm hücresinde bir leğende yıkanır, kanın kırmızılığı

[7711781 '

suyun yüzüne çıkardı.
Açıklama

Bu hadis-i şerif 285 numarada da geçmiştir. Orada hadisin sonundaki Hz. Aişe'nin
sözü mevcut değildir. Musannif bu fazlalıktan dolayı hadisi tekrar etmiştir. Hadisin bu
rivayetinde bab başlığı ile hiçbir alâkası yoktur. Ancak bundan sonra gelen iki
rivayette Ommü Habibe'nin her namazda yıkandığına işaret edilmektedir. Bundan
sonraki rivayetler bazı nüshalarda müstakil bir hadis sayılmamış, bu hadisin peşinde
zikredilmiştir.

289.. ..İbn Şihâb demiştir ki:

"Amre bint Abdirrahman bana Ümmü Habîbe'den bu (bir önceki) hadisi haber verdi.
Aişe (r.anha):

O, (Ümmü Habibe) her namaz için guslederdi dedi."

290....Leys b. Sa'd, Ibn Şihâb'dan o da Urve tarikiyle Aişe (r.anha) dan bu hadisi
rivayet edip "O (Ümmü Habibe) her namaz için yıkanırdı" dedi.

Ebû Dâvûd, bu hadisi Kasım b. Mebrûr'un Yûnus'tan, onun İbn Şihâb'tan Onun
Amre'den, Amre'nin de Aişe kanalıyla Ümmü Habibe bint Cahş'tan rivayet ettiğini
söyledi.

Aynı şekilde Ma'mer, Zührî'den; o da Amre Tarikiyle Aişe'den rivayet etmiştir. Bazan
Ma'mer, Amre vasıtasıyla Ümmü Habibe'den hadisi (mu 'an 'an olarak) bu manada
rivayet etti.

Yine aynı şekilde İbrahim b, Sa'd ve İbn Uyeyne Zührî'den, o Amre'den Amre de
Aişe'den rivayet etmiştir. İbn Uyeyne, hadisinde Rasûlullah sallallahü aleyhi
vesselemin ona (Ümmü Habibe'ye) yıkanmasını emrettiğini söylememiştir. Evzaî de

[791

aynı şekilde Aişe (r.anha)nm "her namaz için yıkanırdı" dediğini rivayet etmiştir.
Açıklama

Bâbın başındaki iki yüz seksen sekizinci hadiste Peygamber (s.a.)'in Ümmü Habibe'ye
verdiği yıkanma emri mutlaktır. Her namazda yıkanması gerektiğine dair bir kayıt
yoktur. Bu iki hadiste ise, Ümmü Habibe'nin her namazda yıkandığı anlaşılmaktadır.
Yalnız rivayetlerden anlaşılan, bu yıkanmanın Peygamberimizin bir emri değil, Ümmü
Habibe'nin yaptığını haber vermedir. Müslim'in rivayetinde de Rasûlullah (sallallahü
aleyhi vesellem)in her namaz için yıkanmayı emretmediği, Hz. Ümmü Habibe'nin
kendiliğinden yıkandığı bildirilmektedir.

Biraz sonra gelecek olan ikiyüz doksan ikinci hadiste ise, Rasülullahm her namaz için
yıkanmayı emrettiği zikredilmektedir. Beyhakî bu rivayetin yanlış olduğunu
söylemiştir.

Bazı âlimler, Ümmü Habibe'nin her namaz için yıkanmasını tetavvuya hamletmişler,



bazıları da bu hadisin Fâtıma bint Ebî Hubeyş hadisi ile neshedildiğini söylemişlerdir.
Hz. Aişe, Rasûlullah'm vefatından sonra Fâtıma hadisiyle fetva vermiş, Ümmü Habibe
hadisine muhalefet etmiştir. Bundan dolayı Ebû Muhammed îşbilî: "Fâtıma hadisi
istihaza hakkında rivayet edilen en sahih hadistir" demiştir. İmam Şafiî'den "Ümmü
Habibe'nin her namaz için yıkanması, Rasûlullah'm emri ile değil, kendi fiilidir"
dediği rivayet edilmektedir.

Ümmü Habibe'nin, mütehayyire olduğu ve kendisine her namaz için yıkanmanın vacib
olduğu şeklinde de görüş serdedilmiştir.

Hanefî ve Şafiîlerin görüşü Ümmü Habibe'nin mütehayyire olduğudur. Muğnî'de
beyân edildiğine göre, İmam Ahmed, her müstehazanm gusletmesinin müstehap
olduğu görüşünü benimsemiştir.

Hâftz İbn Hacer, Ümmü Habibe'nin mütehayyire oluşunu red etmiş ve "doğrusu,
Ümmü Habibe'nin mûtâde oluşudur, kendi kendine istihbâben yıkanırdı" demiş ve
kendisine guslün emredildiğini ilâve etmeyi doğru bulmamıştır.

İbn Reslân, mütehayyire olan müstehazanm, kanın belli bir zamanda kesildiğini
bilemezse her namaz için yıkanması gerektiğini söyler. Hanefî ve Şafıîler de aynı
görüşteler. Hanefîlerin görüşü ile ilgili olarak iki yüz seksen yedinci hadiste tafsilat
verilmiştir.

Sıhhat halindeki âdeti sabit olup değişmeyen ve âdet günlerini hatırlayan kadının her
namaz için yıkanması ulemanın cumhuruna göre gerekli değildir. Bu iki hadisten,
istihazah bir kadının her namaz için yıkanmasının müstehap olduğu anlaşılmaktadır.

291.. ..Aişe (r.anha)'dan, demiştir ki;

"Ümmü Habibe yedi sene istihaza oldu. Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem)
kendisine yıkanmasını emretti. Bunun üzerine Ümmü Habibe her namaz için

[80] İM

yıkanırdı."
Açıklama

Bu hadis hakkında söylenebilecek şeyler, bundan evvelki hadiste mufassal olarak
söylenmiştir. Bu rivayette de her namaz için yıkanma Hz. Aişe (r.anha)'nm sözüdür.
Rasûlullah'm sözü değildir.

292.. ..Aişe (r.anha) şöyle demiştir:

"Ümmü Habibe bint Cahş Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem) zamanında istihaza

oldu. Rasûlullah kendisine her namaz için yıkanmasını emretti."

(İbn İshâk bunu söyledikten) sonra (babın başında zikredilen Ümmü Habîbe) hadisi

(ni) nakletti.

Ebû Dâvûd dedi ki:

Bu hadisi Ebu'i-Velîd et-Tayâlisî -ancak ben bunu kendisinden işitmedim- Süleyman
b. Kesîr'den, o Zührî tankıyla Urve'den, o da, Hz. Aişe'den şöyle dediğini rivayet
etmiştir:

Zeyneb bint Cahş istihaza oldu. Rasûlullah (s.a.) ona: "Her namaz için guslet"
buyurdu. (Süleyman b. Kesir bunları zikrettikten sonra babın başındaki) hadisi ilâve
[82]

etti.



Ebû Dâvûd dedi ki;

Bu hadisi AbdüsSamed Süleyman b. Kesîr'den "Her namaz için abdest al" dedi
şeklinde rivayet etti. Fakat bu Abdussamed'in vehmidir. Doğrusu Ebu'l-Velîd'irı
[83]

dediğidir.
Açıklama

Hadis hafızlarından birçoğu "Resûlüllah ona her namaz için yıkanmasını emretti"
ilavesini tenkıd etmiştir. Beyhakı de Zührî'den gelen diğer rivayetlere muhalif olduğu
için İbn îshak'm rivayetinin yanlış olduğunu söylemiştir.

Bu rivayetlerin Ümmiı Habîbe hadisindeki her namaz için yıkanma emri, nedbe
hamledilmek suretiyle cem ve te'lif edilebilir.

Hattabî, Ümmü Habîbe'nin mütehayyire olduğunu, bundan dolayı Resûlullah'm bu
hanıma her namaz için gusletmesini emrettiğini söylemiştir.

Hadisin Abdüssanıed tarikıyla gelen rivayetinde Resûlüllah (sallellâhu aleyhi
vesellem) Ümmü Habîbe'ye her namaz için abdest almasını emretmiştir. Ancak Ebû
Dâvûd bunu tenkid etmiş ve bu ifâdelerin Abdüssamed'den bir vehm olduğunu,
doğrusunun "her namaz için yıkan" şeklindeki Ebu'l Velîd'in rivayeti olduğunu
söylemiştir.

Müstehâzanm guslü ile ilgili tafsilat önceden verilmişti. Her namaz için abdest alması
hususu da ihtilaflıdır.

Mâlikîlere göre, her namaz için gusletmesi müstehaptır, başka bir hades yoksa abdest
alması şart değildir.

Hanefî ve Han belilere göre, abdest namaz vaktine bağlıdır. Müstehâzanm vakit
çıkmadıkça bir abdestle o vaktin farzım kılması ve geçmiş namazlardan dilediği
kadarını kaza etmesi caizdir.

Hanefîler, Abdüssamed'in rivâyetindeki "Her namaz için abdesl al" ibaresinde mecazi
hazf olduğunu, mânânm, "her namaz vakti için abdest al" şeklinde olduğunu
söylemişlerdir. Ayrıca Ebû Hanife'den merfu'an rivayet edilen "Müstehaza her namaz
vakti için abdest alır" şeklide rivayet ile, Tahâvî'nin ŞerhiH-Muhtasar'mda yine Ebu
Hanîfe'nin Hişam b. Urve, onun da babası tankıyla Hz. Aişe'den rivayet ettiği
"Resûlüllah (s. a.) Fâtima bint Ebî Hubeyş'e her namaz vakti için abdest al, dedi"
mealindeki hadis de bu görüşün delilleridir.

293. ...Ebû Seleme (r.a.) şöyle demiştir:

"Zeyneb bint Ebî Seleme bana haber verdi ki; Abdurrahman b. Avf in nikâhı altında

£841

bulunan hanımından devamlı kan geliyordu. Resûlüllah ona her namaz vaktinde
yıkanmasını ve namazını kılmasını emretti."

(Yahya b. Ebi Kesir der ki: Ebû Seleme bana) haber verdi ki: Ümmü Bekr Aişe'nin
şöyle dediğini söyledi:

"Resûlüllah (s.a.) temizlendikten (hayzı bittikten) sonra kendisini şüpheye düşüren bir

' £851

şey (kan) gören kadın hakkında: "Bu ancak bir damar (kanı)dır."
£861

buyurmuştur."



Ebû Dâvûd der ki:

(Hayz geldiğinde namazı terk eder, babmdaki) İbn Akıl hadisinde; her iki emri (işi)
birlikte zikrederek Kasım 'in (aşağıda) dediği gibi "Eğer gücün yeterse her namaz için
yıkan, aksi takdirde cem 'et" demiştir.

Bu söz (gücü yeterse her namaz için gusletmesi aksi halde cem 'etmesi), Said b.

[871

Cubeyr tarafından, Hz. Ali ve İbn Abbâs (r.anhümâ)dan rivayet edilmiştir.
Açıklama

Bu hadis-i şerif, İbn İshak ve Süleyman b. Kesîr'in Zührî'den rivayet ettikleri hadisleri
takviye etmektedir. Bu hadis-i şerif için de o hadisler hakkında söylenilenleri
söylemek mümkündür.

Yani Rasûlullah'm Ümmü Habîbe'ye her namaz vakti yıkanmasını emretmesi ya nedb
içindir; ya da Ümmü Habibe mütehayyiredir. Resûlullah bunu bildiği için her namazda
gusletmesini emretmiştir.

Bu hadis hakkında Hattabî şunları söylemektedir:

"Bu hadis muhtasardır, bunda mezkûr kadının hali, ne şekilde bir müstehaza olduğu
zikrediimemiştir. Müstehaza olan her kadına her namaz için gusletmek gerekli
değildir. Ümmü Habibe ya hayız günlerini hiç ayırdede-memiştir, veya unutmuştur.
Hayzm zamanını, gün adedini ve kanın kesildiği zamanı bilmiyordur. Böyle bir kadın
hiç bir namazını terk edemez ve her namaz vaktinde yıkanması lâzımdır. Kocası hiç
bir zaman kendisine yakla-şamaz. Çünkü hayız olduğu günler belli değildir. Eğer
haccediyorsa iki defa tavaf yapması gerekir ve bu tavaflar arasında on beş gün aralık
bulunmalıdır. Ancak bu hayzm azamî müddetini on beş gün kabul edenlerin
görüşüdür."

Aynî, "Hayzm azamî müddetini on gün görenlere (Hanefıler) göre iki tavaf arasında
on gün aralık bulunması gerekir" der.

Hattabî'nin, "Ümmü Habibe mütehayyire idi" şeklindeki mütalaası reddedilmiştir.
Çünkü Müslim'in Bekr b. Mudar'dan yaptığı rivayette Ümmü Habîbe'nin istihaza
olmadan Önce mûtade olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Hafız İbn Hacer de buna işaret
etmiş ve "Hattabî'nin, Ümmü Habibe'nin mûtahayyire olduğuna dair söylediklerini
ihtiyatla karşılamak lâzımdır" demiştir.

Hanefîlerden Tahavî de Ümmü Habîbe hadisinin her namaz İçin guslü değil, abdesti

emreden Fâtıma bint Ebî Hubeyş hadisiyle neshedildiğini söylemiştir.

Bu rivayetlerin arasını bulmanın en uygun yolu, her namaz için yıkanmayı emreden

£881

Ümmü Habibe hadisindeki guslü nedbe hamletmektir.

111. Müstehaza İki Namazı Birleştirir Ve İkisi İçin Bir Gusül Eder Diyenlere
(Delil Olan Hadisler)

294....Aişe (r.anhâ) şöyle demiştir:

£891

"ResûlüIIah devrinde bir kadın istihaza oldu. İkindiyi öne (ilk vaktine) alıp, öğleyi
te'hir ederek ikisi için bir defa; akşamı te'hir edip, yatsıyı öne alarak ikisi için bir defa



[901

gusletmekle ve sabah için de bir defa gusletmekle emrolundu."

(Şu'be der ki): Abdurrahman'a, Resûlullah'tan mı (haber veriyorsun)? dedim. "Sana

im 1921

Resûlullahtan başka kimseden bir şey haber veremem" dedi.
Açıklama

Bu hadisi şerifte îstihaza olan kadının öğleyi son vaktine kadar te hır edip ikindiyi de
ilk vaktine alması ve her ıkısı için bir defa gusletmesi, akşam ile yatsı için de aynısını
yapması ve sabah için ayrıca yıkanması emredilmektedir. İkiyüz yetmiş sekizinci
hadiste de aynı manaya gelen ifadeler yer almıştır. Ancak oradaki ifadelerden bu
şekilde hareketin ihtiyarî, bu hadisten ise iltizâmî olduğu anlaşılmaktadır.
Mezkûr kadının istihazası uzayıp, kendisine her namaz için gusletmesi ağır gelince bir
kolaylık olmak üzere bu şekilde emredilmiştir. Menhel sahibinin ifâdesine göre, iki
namazı cem'ederek ikisi için bir defa gusletmekle emrolunan kadın âdetini unutup da
hayz ile istihazanm arasını ayıramayan kadındır.

295....Aişe (r.anhâ)dan, demiştir ki;

Sehle bint Süheyl istihâza oldu ve Resûlullah (s.a.)'a istihazanm hükmünü sormaya
geldi. Resûlullah da ona her namazda gusletmesini, bu kendisine ağır gelince öğleyle
ikindiyi bir gusülle, akşamla yatsıyı da bir gusülle birleştirmesini ve sabah için de

£931

ayrıca gusletmesini emretti.

Ebû Dâvûd dedi ki; "Bu hadisi İbn Uyeyne Abdurrahman b. Kasım'dan; o da,
babasından, "bir kadın istihaza oldu ve Resâlullah'a sordu. Resûlullah da ona emretti...

1941

(yukarıdaki hadisin manasım naklen)" şeklinde rivayet etti.
Açıklama

Bu hadis tön Beyhakî, Ebû Bekr b. İshak'm "Meşayihirnizden bazısı, bu haberi îbn
îshak ve Şu'be'den başka hiç bir kimse Resûlüllah'a kadar ref etmemiştir" dediğini
nakleder. Bu hadis için Anzatü'l-ahvezî'de (malûl) denilmiş fakat illet yönü beyân
edilmemiştir.

Tahavî bu hadisi tahric ettikten sonra, "bu, bu hükmün evvelki eserlerdeki hükmü (her
namaz için gusletmeyi) neshettiğine delâlet eder, dediler" demektedir.
Hattâbî, bu kadınla, her namaz için yıkanması emredilen kadının durumlarının aynı
olduğunu, ancak Resûlullah bu kadına her namaz için yıkanmak zor geldiği için iki
namazı 'birleştirmeye ruhsat verdiğini söyler. Hattabî devamla Hanefîlerle İbn
Museyyeb, Sufyân es-Sevrî, Hasen ve Zührî gibi bir teyemmümle iki namazın farzını
kılmayı caiz görenlerin bu hadise dayandıklarını söyler. Mâlik, Şafiî, Ahmed ve
îshak'a göre bir teyemmümle iki vaktin farzı kılınamaz. Her biri için ayrı ayrı
teyemmüm yapılmalıdır. Ali, İbn Ömer, İbn Abbas, Nehaî, Şâbî ve Katâde'den de bu
şekilde rivayet edilmiştir.

Hanefî ulemasmca suyun bulunmadığı yerde teyemmüm abdest yerine geçer, bir
abdestle birden fazla namaz kıhnabildiği gibi bir teyemmümle de birden fazla namaz



kıhnabilir.



296.. ..Esma bint Umeys şöyle demiştir:

[951

"Yâ Resûlallah, Fâtıma bint Ebi Hubeyş şu kadar zamandan beri müstehazadır,
(istihaza kanının namaza manî olduğunu zannettiği için) namazım kılmamaktadır,
dedim.

Bunun üzerine Resûlullah:

Sübhânellâh!... Bu şeytandandır. Bir leğene otursun, suyun üzerinde bir sanlık görürse
öğlen ve ikindi için bir defa, akşam ve yatsı için de bir defa, sabah için de bir defa

£961

gusletsin. Bunların arasında da abdest alsın" buyurdular."
Ebû Dâvûd dedi ki;

Mücâhid, îbn Abbâs'tan; "Ona gusul zor gelince iki namazı birleştirmesini istedi"
şeklinde rivayet etmiştir. Bunu İbrahim de îbn Abbâs'tan rivayet etmiştir. Bu, İbrahim

[971

en-Nehaî ve Abdullah b. Şeddadin görüşüdür.
Açıklama

Hadis-i şeriften anlaşılmaktadır ki, Fâtıma bint Ebî Hubeyş istihaza olunca Resûlullah
kendisine içerisinde su bulunan bir leğene oturmasını, suyun yüzüne çıkan renk sarı
ise, bunun istihaza kanı olduğuna hüküm etmesini, başka bir renk çıkarsa, hayza
hükmetmesini emretmiştir. Bu hadis-i şerif müstehazanm hayz günlerini kanın rengi
ile tayin edeceğini söyleyen Şafiîlerin görüşünü te'yid etmektedir. Hanefîlerin bu hu-
sustaki görüşleri ve Şafıilere cevaplan daha evvel kaydedilmiştir.
Hadis-i şerifteki "bunlar arasında abdest alır" ifâdesini Hane fil er hakîki manasında
anlamışlar ve "bir namaz için gusledince sonraki namaz için abdesti bozan bir şey
olmazsa abdest almasın" diye hükmetmişlerdir.

Şafıilere göre ise, cem edeceği namazlar arasında kaza namazı kılacaksa o namaz için
abdest alır, gusletmesine lüzum yoktur. Çünkü gusül sadece beş vakit namaza
mahsustur. Malikilere göre, iki namaz arasında abdesti bozan bir şey meydana

[981

gelmezse abdest almasına lüzum yoktur.

112. (Müstehaza) Bîr Temizlikten Diğer Temizliğe Kadar Gusleder Diyenler(ln
Dayandığı Hadisler)

297.... Adiy b. Sabit, babası tarikiyla dedesinden Nebî (s.a.)in müstehaza hakkında
şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

(Müstehaza hastalanmadan evvelki) hayız günlerinde namazı terk eder, sonra (hayız
günleri bitince) gusleder ve namazım kılar. Her namazda da abdest alması lâzımdır.
[991



Ebû Dâvûd dedi ki:

£1001

(Râvi)i Osman "Oruç tutar ve namaz kılar", ibaresini ilâve etti.



Açıklama



Hadis-i şeriften anladığımıza göre, mu'tâde olan müstehaza eski hayız günleri
bitince gusleder ve temizlenmiş sayılır. Ancak özür sahibi sayıldığı için Hanefilere
göre her namaz vaktinde abdest alır ve sonraki hayız günleri gelinceye kadar,
namazını kılmaya devam eder. Hanefîlerden Tahâvîbu meselede şunları
söylemektedir: "Müstehaza her namaz için abdest alır, diyenler ihtilaf etmişlerdir.
Bunlardan Ebû Ha-nîfe, Züfer, Ebû Yûsuf ve Muhammed b. Hasen'e göre her namaz
vakti için abdest alır. Bazıları ise, vakti söz konusu etmeden her namaz için abdest alır
demişlerdir. Biz, bu iki görüşten sahih olanı ortaya koymak istedik ve gördük ki,
müstehaza abdest alıp daha namazını kılmadan vakit çıksa ve bu abdestle namaz
kılmak istese yeniden abdest almadan bunun caiz olmayacağında ittifak etmişlerdir.
Yine gördük ki, istihazah bir kadın bir namaz vaktinde abdest alsa ve bu abdestle
namaz kılsa, sonra da bu abdeste nafile kılmak istese vakit çıkmadığı müddetçe bunun
caiz olduğunda icma etmişlerdir. Bu söylediklerimiz abdesti bozan şeyin vaktin
çıkması olduğuna ve abdestli olmayı gerekli kılan şeyin namaz değil, vakit olduğuna
delildir..."

Tahâvî'nin bu ifâdeleri aslında Hanefî mezhebinde fetva verilen görüşü tesbit ve
takviyedir. Buna göre, Hanefîlerce müstehaza her namaz vakti için bir ayrı abdest
alacaktır. Bu mesele hakkında daha evvel de bilgi verilmiştir.

imam Kâsânî, Bedâyi'de bu hususta mezheplerin görüşünü vermiştir. Kâsânî'nin
söylediklerinin hülâsası şudur:

"Müstehaza gibi kendisinde hades bulunmadığı halde üzerinden namaz vakti
geçmeyen özür sahiplerine gelince, namaz vakti devam ettiği müddetçe bunlardan
necaset çıkması abdesti bozmaz. Bu biz Hanelilerin görüşüdür.

"Şâfif, özür istihaza, idrarı tutamama ve devamlı yellenme gibi iki yoldan birisinden
ise, her farz için abdest alır ve bununla istediği kadar nafile kılabilir, demiştir.
"İmam Mâlik'in iki görüşünden birine göre her namaz için abdest alması lâzımdır.
İmam Mâlik "Müstehaza her namaz için abdest alır" hadisine dayanmış, Şafii de bu
namazı farz olarak kayıtlandırmış ve nafileyi de farza tâbi saymıştır.
"Bizim delilimiz ise, Ebû Hanîfe'nin nivâyet ettiği "müstehaza her namaz vakti için
abdest alır" hadis-i şerifidir. Bu hadis bu babda nasstır. Ayrıca azimet, nimete şükür
bakımından vaktin tamamını edâ ile meşgul etmektir. Ancak bir ruhsat, kolaylık,
rahmet ve fazl olarak Sâri, vaktin bir kısmını edâ ile meşgul etmeyi terke cevaz vermiş
ve bunu, hükmen bütün vakti namazla meşgul etmek saymıştır. Öyleyse vaktin
tümünü Şer'an edâ etmek fiilen edâ etmek demektir. Bu da taharetin bekası ile
mümkündür..."

Kâsânî bu şekilde Hanefî mezhebinin görüşünü müdafaa ettikten onra Şafiî ve
Malikilerin dayandıkları hadisin aslında kendi görüşleri aleyhine bir delil olduğunu
söyleyerek bunu ispat cihetine gitmiştir. Fakat burada bu münakaşaları nakletmeye
lüzum yoktur.

298....Aişe (r. anha)dan, şöyle demiştir:

Fatıma bint Ebî Hubeyş Resülullah (sallallahü aleyhi vesellem)e geldi (Burada Urve)
yukarıda geçen Fâtıma ile ilgili haberi nekletti. Resülullah:



rıon [iQ2]

"Sonra guslet ve her namaz (vakti) için abdest ahp namazını kıl" buyurdu.
Açıklama

İbni Mâce ve Beyhakî'de Fâtıma'nm haberi lâfzan şöyle zikredilmektedir:
Fatıma; Ya Resülullah ben istihaza olan bir kadınım, temizlenemiyorum. Namazı
terkedeyim mi? dedi. Resülulah; "hayır bu ancak damar(kam)dır hayz değildir. Hayz
günlerinde namazı bırak, sonra yıkan ve kan hasır (seccade) üzerine damlasa da her
namaz (vakti) için abedst al!" buyurdu.

Yukarıda beyan edildiği gibi "her namaz için abdest al" ifadesinde bulunan lâm vakit
mânâsmdadır. Buna göre mana, "her namaz vakti için abdest al," şeklinde olur.
Tereceme de buna göre yapılmıştır. Hanefîlerin görüşü budur. Yani özür sahibi bir
kadının her farz namaz için değil, her vakit için abdest alması lâzımdır.
Şafıîlere göre ise, hadisteki lâm vakit manasında tefsir edilmemiştir. Dolayısıyle her
namaz için abdest alması gereklidir, denilmiştir.

Mâli kilere göre ise, buradaki emir istihbâba hamdedilmiş, her namaz için abdest
alması müstehab addedilmiştir.

Burada söz konusu olan ihtilaflar farz namazlar içindir; istihazalubir kadın bir farz
namazın arkasında istediği kadar nafile kılabilir. Bunda bütün imamlar ittifak
etmişlerdir.

299....Aişe (r.anhâ) Müstehaza hakkında "Bir kere gusleder, sonra hayız günleri

ri031 [104]

gelinceye kadar abdest alır" demiştir.
Açıklama

Görüldüğü gibi, bu hadis-i şerifin senedi Hz. Aişeîde kalmak-tadır. Yani mevkuf bir
hadistir. Ancak Beyhakî, Abbas b. Mu-hammed tarikiyle merfuan, biraz değişik
lafızlarla Resulüllah'dan nakletmiştir.

Hadis-i şerif daha evvelki hadislerde olduğu gibi mu'tâde olan müstehazanm hayz
günleri bitince bir defa gusledeceğine sonra da her namaz vakti için abdest alacağına
işaret etmektedir.

300....Mesrûk'un hanımı, Hz. Aişe validemizden, o da, Resulüllah (s.a.)den aynen

[105]

önceki hadisin benzerini rivayet etmiştir.

Ebu Dâvud bu rivayetler hakkında şöyle demektedir: Adiy b. Sâbit'in bu hadisi
A'meş'inHabîb'denrivâyet ettiği hadis ve Eyyûb Ebul-âlâ'nm (Hz. Aişe'den mevkuf ve
merfu olarak rivayet ettiği) hadislerin hepsi zayıftır, sahih değildir. A 'meş'in Habîb
'den rivayet ettiği hadisin zayıflığına bu (evvelki) hadis delildir. Hafs b. öı~ yâs bunu
A 'meş'den mevkuf olarak rivayet ederek Habîb'in hadisinin merfû olduğunu red
etmiştir. Aynı şekilde Esbât, A 'meş'ten; o da mevkuf olarak Hz. Aişe'den rivayet
etmiştir.

Ebû Dâvûd devamla, tbn Dâvûd bu hadisin baş tarafını merfû olarak rivayet etmiş ve
onda, her namazda abdest almamın gerekli) olduğunu (bildiren ifadenin



mevcudiyetini) red etmiştir. ZuhrVnin Ur-ve'den; onun da Hz. Aişe'den rivayet ettiği
müstehaza hadisinde "Her namaz için guslederdi" demesi Habîb'in bu hadisinin
Zaafına delildir. Ebu'l-Yekzân Adiy b. Sabit'ten; o da, babası tarikiyle Ali (r.a.), Beni
Hâşim'in azatlısı Ammâr; İbn Abbas'tan, Abdülmelik b. Mey-sere, Beyân, Muğîre,
Firâs, ve Mücâhid de Şâbî'den; o da Kamîr vasıtasıyla Hz. Aişe'den "her namaz için
abdest alır* 1 şeklinde rivayet etmişlerdir. Dâvûd ve Asim'tn Şabf den; onun da Kamîr
vasıtasıyla Aişe'den rivayeti "müstehaza her gün bir defa yıkatıp" şeklindedir. Hişâmb.
Urve de babasından "müstehaza her namaz için abdestahr" diye rivayet etmiştir.
Kâmir ve Beni Başım 'in azatlısı Ammâr ile Hişâm b. Urve'in babasından rivayet ettiği
hadislerin dışındaki bütün bu hadisler zayıftır, îbn Abbâs tan bilinen (her namaz için

£1061

abdest değil), gusüldür.
Açıklama

Ebu Dâvûd bu rivayetleri, bu babdaki hadislerin zayıf oldu-ğunu isbat etmek için
getirmiştir. Bu dokuz rivayetten altısı mevkuf, üçü merfûdur. Sarihler, A'meş'in
Habîb'den rivayet ettiği hadisin zayıf olduğu iddiasını reddetmişlerdir ve bu rivayetin

£107]

zayıf olmadığını ispat için hayli söz söylemişler.

11081

(Müstehaza),Öğleden Öğleye Yıkanır Diyenler (İn Dayandıkları Hadisler)

301.... Ebû Bekr (İbn Abdirraman)m azatlısı Sümeyy'den rivayet edilmiştir ki: Ka'kâ
ve Zeyd b. Eşlem, Sümeyy'i müstehazanm nasıl yıkandığını sormak üzere Saîd b.

£1091

Müseyyeb'e gönderdiler Saîd:

"Öğleden Öğleye gusleder ve her namaz için abdest alır. Eğer kan çok gelecek olursa

mm

fercine bir bez bağlar" karşılığını verdi.
Ebû Dâvûd dedi ki;

îbn Ömer, ve Enes b. Mâlikten "öğleden Öğleye yıkanır" şeklinde rivayet edilmiştir.
Dâvûd ve Asim, ŞâbVden o karısı kanalıyla Kamtr'den, Kamîr de, Aişe'den aynısını
rivayet etmişlerdir. Ancak Dâvûd (yukarıdakine ilave olarak) "hergün" (sözünü de)
eklemiştir. Asim *m hadisinde de "öğle vaktinde" ilâvesi vardır. Bu görüş Salim b.
Abdillah, Hasen ve Atâ'nm görüşüdür.
Ebû Dâvûd dedi ki,

Mâlik: "Ben İbn Müseyyeb'in"öğleden öğleye.:.." şeklindeki hadisinin "temizlikten
temizliğe,,. "şeklinde olduğunu zannediyorum. Ancak buna vehm girmiştir ve insanlar
bunu değiştirerek, "öğleden öğleye" şekline çevirmişlerdir." Misver b. Adlimelik b.
Saîd b. Abdirrahman b. Yerbû; bu hadisi rivayet etmiş ve "temizlikten temizliğe...."

LUU

demiş, insanlar bunu "öğleden öğleye. .."şeklinde çevirmişlerdir.



Açıklama



Hadis-i şerifin metninden anlaşılan, müstehaza olan bir kadın öğleden öğleye bir defa
yıkanmalı, geri kalan namazlar için de abdest almalıdır.

Ebû Dâvûd, Salim b. Abdullah, Hasen ve Atâ'nm bu görüşte olduğunu söylemiştir.
Mâlik, hadis-i şerifteki Öğle mânâsına gelen (zuhr) kelimelerinin, aslında noktasız
olarak temizlik manasmdaki (tuhr) şeklinde olduğunu, fakat insanların zamanla
bunu bozduğunu söylemiştir.

Hattâbî de Mâlik'in bu sözünü beğenmiş ve "Mâlik'in sözü ne kadar güzel ve zannı ne
kadar uygundur. Çünkü müstehazamn öğle vaktinde gusletmesinde hiç bir mana
yoktur. Nitekim, fukahanm hiç birisinin bu görüşte olduğunu bilmiyorum. Doğrusu
"temizlikten temizliğe gusleder" şeklindedir ki, bu hayz kanının kesildiği vakittir.
Ancak, "öğleden Öğleye yıkanır" rivayeti bazı hallerde bazı kadınlar için uygun
olabilir. Meselâ kadın normal âdet günlerini ve vaktini unutur, sadece kanın daima
öğle vaktinde kesildiğini hatırlar. îşte o zaman bu kadının Öğle vaktinde yıkanması,
diğer vakitler için de abdest alması lâzımdır. Said b. eli Müseyyeb'e soru soran
kimsenin hâli böyle olan bir kadın hakkındaki hükmün ne olduğunu sorması, Said'in
de mezkûr cevabı vermiş olması.muhtemeldir." Hattabî'inin sözü burada sona
ermektedir. Ancak hadis-i şerifin başka muhaddisler tarafından "zâ" harfi ile "zuhr"
şeklinde yapılan rivayetleri mevcuttur. Bunların hepsine vehm karışması biraz müşkil
görünmektedir. Bazı sarihlerin ifâdelerine göre hadisin hem (zuhr) hem de (tuhr)
şeklinde değişik olarak rivayet edilmiş olması da mümkündür.

Görüldüğü gibi, bu Resulüllah'(s.a.v.)m bir hadisi değil, Saîd b. el- Museyyeb'in bir

IU21

sözüdür.

113. (Müstehaza) Öğle Vaktinde Değil Her Gün Bir Defa Yıkanır Diyenler
302.... Ali (r.a.) dan, şöyle demiştir:

"Müstehaza (olan bir kadın) hayzı bittiği zaman her gün gusleder ve yağ veya zeytin

£1131 LİI41

yağı sürülmüş bir yün (veya pamuk) kullanır."
Açıklama

Hz.Ali kendisine müstehazanm hükmünü sorulduğunda, onun her gün gusletmesini ve
tereyağı veya zeytin yağı sürülmüş bir bezi fercine koymasını söylemiştir. Daha evvel
de müstehazanm pamuk kullanması tavsiye edilmiştir. Bunlardan maksat tedavi ve

£1151

kanın akışını azaltmaktır.

114. (Müstehaza Temizlik) Günleri Esnasında Yıkanır Diyenler(ln Dayandığı
Hadisler

303.... Muhammed b. Osman, Kasım b. Muhammed (b.Ebî Bekr)e müstehazanm
hükmü sordu; O da:

"Hayz günlerinde namazı terk eder, hayzı bitince yıkanır, namazını kılar sonra da

£1161

(temiz olduğunu kabul ettiği) günlerde yıkanır."



Açıklama



Kasım b. Muhammed'in bu ifâdelerine göre müstehaza olan bir kadın iki defa yıkanır.
Birisi kendini hayızlı saydığı günlerin bitiminde, diğeri de temizlik günleri esnasında.
Bu sadece Kasım b. Muhammed'in görüşüdür.

Cumhura göre ilk gusül farz, sonraki ise, kanı azaltmak ve bedeni temizlemek için
£1171

mendubtur.

115. (Müstehaza) Her Namaz İçin Abdest Alır Diyenlerin Delilleri)

304.... Urve b. Zübeyr, Fâtıma bint Ebî Hübeyş'ten rivayet etmiştir:
Fatıma müstehaza idi. Resulüllah (s. a.) kendisine:

"Hayız kam (olduğu zaman) siyah olur, bilinir. Böyle olduğu zaman namazı terket.
Başkası olunca abdest al ve namaz kıl" buyurdu.
Ebû Dâvûd dedi ki;

Ibnü'l-Müsennâ "bize tbn EbîAdiy ezber olarak Urve'den o da Hz. Aişe'den
"muhakkak Fatıma...." diye haber verdi."

Bu hadis aynı zamanda Ala b. Müseyyeb ve Şube'den -ki o Hakem kanalıyla, Ebü
Cafer'den- de rivayet edilmiştir. Ala doğrudan doğruya Resulüllah (s. a.), Şube ise,

£1181

mevkuf en Ebû Cafer'den "Her namaz için abdest alır'9 diye nakletmişlerdir.
£1191

116. (Müstehazanın) Sadece Hades Vâki Olduğunda Abdest Alacağı Nı
Söyleyenler

305.... (tbn Abbâs azatlısı) tkrime'den şöyle rivayet edilmiştir:

Ümmü Hâbibe bint Cahş istihaza oldu. Resulüllah (s. a.) ona hayz günlerini(n
geçmesini) beklemesini; sonra yıkanıp namazım kılmasını, (hayz günler bittikten
sonra) ancak bundan (abdesti bozan hallerden) birşey görürse, abdest alıp namazını

[120] ri2iı

kılmasını emretti.
Açıklama

Bu hadis-i şerif mürseldir- Anlaşıldığına göre, müstehaza olan kadın mûtâde ise, âdeti
olan hayz günleri bitince gusleder. Daha sonra abdesti bozan bir şey gelirse abdest
alır. Bu abdesti bozan şeyin kan mı, yoksa başka bir şey mi olduğu hususunda ihtilâf
edilmiştir. Aynî, bu mesele ile ilgili olarak Hanefi imamlarının ihtilaflarını
dercetmiştir. Bu ihtilafın özeti şudur: Ebû Hanife ve Muhammedi göre müstehazanm
abdesti vaktin çıkmasıyla Ebû Yûsuf a göre girmesi ve çıkmasıyle bozulur. İmam
Ahmed'-in görüşü de Ebû Yûsuf unki gibidir.

306....Rabia, (b. Ebû Abdurrahman), müstehazanm her namaz için abdest alması



gerektiği görüşünde değildi: "Ancak kendisine kandan başka bir hades gelirse abdest
alır" derdi.

[122]

Ebû Dâvûd: "Bu, Mâlikin görüşüdür" dedi.
Açıklama

Rabia'nm görüşüne göre müstehaza olan kadın ancak kendisinden kandan başka bir
hades (abdesti bozan şey) vaki olursa abdest almak zorundadır.

Rabîa'mn bu görüşü aynı zamanda Hanefî mezhebinin de görüşüdür. Daha önceden de
temas edildiği üzere Hanefîlere göre özür sahibinden, özürün dışında bir hades
olmadığı müddetçe abdesti vakte bağlanır. Bu abdest-Ie vakit içinde dilediği kadar
namaz kılabilir. Fakat özrün dışında abdesti bozan bir hal arız olursa, namaz kılmak
için abdestini yenilemesi gerekir.

[123]

Ebû Davud'un kaydına göre Mâlik'in görüşü de budur.

117. Temizlendikten Sonra Sarı Ve Bulanık Renkte Akıntı Gören Kadına Ait
Hükümler

11241

307....Resulüllah (s.a.)a bi'at etmiş olan Ümmü Atıyye den, şöyle demiştir:

[1251

"Biz hayz, bittikten sonra sarıldığı ve bulanıklığı bir şey (hayz) saymazdık."
£126]

Açıklama

Hadis-i şerifte her ne kadar "Resulüllah'in zamanında" kaydı yoksa da Ümmü
Atıyye'nin ifâdesinden, zikredilen durumun Resulüllah (s. a.) devrinde hayz
sayılmadığı anlaşılmaktadır.

Hadisin zahirinden anlaşıldığına göre; âdet günleri bittikten sonra kadının gördüğü
toprak rengi veya sarı renkteki akıntı hayz değil, âdet günleri içinde gördüğü ise,
hayzdır. Bu hal içindeki kadınların sarı renkte akıntı bulaştırılmış pamuklan Hz.
Aişe'ye göndermeleri, Hz. Aişe'nin de onlara acele etmemelerini bildirdiğine dâir
rivayet, bu hâdisenin âdet günleri içerisinde olduğuna hamledilir. Dolayısıyle bu iki
hadis arasında zıtlık yoktur.

Hattâbî'nin ifâdesine göre hayz bittikten sonra gelen sarımtırak ve bulanık su
şeklindeki akıntı hakkında ulema ihtilaf etmiştir. Hz. Ali, Süfyan es-Sevrî ve Evzaî'ye
göre bu hayz değildir, namaza mâni olmaz. Said b. el-Müseyyeb ve Ahmed b.
Hanbel'e göre kadın bunu görünce gusledip namazım kılar.

Şâfiîlere göre muhteliftir. Meşhur olana göre, bu renklerdeki akıntı kan kesildikten
sonra fakat onbeş gün içinde gelirse, hayz sayılır. On beş gün geçtikten sonraki akıntı
ise, hayz değildir.

Haneğîlere göre ise kan kesildikten sonra fakat on gün içinde gelen bir veya iki günlük
akıntı hayzdan sayılır. Hâiz olan kişi beyaz görünceye kadar temizlenmiş sayılmaz.



Hiç hayz olmamış kadının ilk gördüğü kan sarı veya bulanık renkte ise, fukahanm
ekserisine göre hayz sayılmaz. Şâfiîlerin bazıları, bunlar için hayz hükmünün câri
olduğunu söylemişlerdir.

Ebû Dâvûd dediki; Yahyab.Maîn, "Mualiâ Sikadır" derdi. Ah-med b. Hanbel ise,
Muallâ re*ye değer veren biri olduğu için ondar hadis rivayet etmedi.

308....Muhammed b. Sîrin; Ümmü Atıyye'den evvelki hadisin aynısını rivayet etti.
Ebû Dâvûd dedi ki;

(Evvelki hadisin senedinde adı geçen) Ümmü Hüzeyl, Hafsa bint Sîrtn'dir. Oğlunun

Lİ2ZL

ismi Huzeyl, kocasının ismi de Abdurrahman'dır.

118. Kocası Müstehazayla Cinsî Temasta Bulunabilir

309.... îkrime şöyle demiştir:

£128]

"Üramü Habîbe müstehaza idi ve kocası kendisiyle cinsi temasta bulunurdu."
Ebû Davûd dedi ki: Yahya b. Main, "Muallâ sıkadır" dedi Ahmed b. Hanbel ise,

£129]

Muâllâ re'ye değer veren biri olduğu için ondan hadis rivayet etmedi.
Açıklama

Ebu Davud'un üzerinde durduğu râvî Muallâ, Ebû Yûsuf ve Muhammed'in
arkadaşlarmdandır. Ahmed b. Hanbel'in, onu rey taraftan görerek hadis rivayet
etmemesi, Muallâ'yı ta'n etmeye delil olamaz. Zehebî, "Ahmed, Muallâ'ya yalancılık
isnad etti, diyenler hata etmiştir" der.

"Eser"den anlaşıldığına göre Müstehâza olan bir kadına kocasının temasta bulunması
caizdir. Ulemanın çoğunluğunun görüşü de bu merkezdedir.

Sadece îbn Şîrîn müstehâzaya teması mekruh görmüş, Ahmed b. Hanbel de temasın
cevazım istihâza halinin uzamasına bağlamıştır. Ahmed'den başka bir görüşe göre ise,
erkeğin zinaya sapmasından korkulursa temas caiz, korkulmazsa caiz değildir.
Hanefî, Şafiî ve Mâliklere göre; müstehâza, temiz hükmündedir. Namaz, oruç,
mushafa el sürme, i'tikâf caiz olduğu gibi, cinsî temas da caizdir.

310. ...îkrime'nin Hamne bint Cahş'tan rivayetine göre;

[130] ri311

Hamne müstehâza idi ve kocası kendisiyle cinsi temasta bulunurdu.
Açıklama

Bu "eser"de yukandakinde olduğu gibi müstehâzaya, kocasının temas etmesinin caiz
olduğuna delildir. Münzirî; "îkrime'nin bunları Ümmü Habîbe ve Hamne'den işitmiş

£1321

olmasını ihtiyatla karşılamak lâzımdır" demiş, "Eser" lerde inkıta olduğuna işaret
etmiştir.

Hayz halindeki kadına yaklaşmanın nass ile yasaklandığını bilen sahâ-bîlerin,



müstehâzaya temasta beis görmemeleri, bunun cevazına delildir. Ayrıca
Resulüllah'(s.a.)'dan bunu nehyedenhiç bir haber yoktur. Darimî de îbn

[133]

Abbâs'danbunun caiz olduğunu rivayet etmiştir.

119. Lohusalığın Müddetini (Tayin) Hakkındaki Hadisler

Türkçemize lohusahk olarak geçen nifas, fakîhlere göre, doğumdan sonra gelen
kandır. Lügatçılara göre nifas, "doğum yapmak"tır.

Doğum yapan kadına nüfesâ denilir, çoğulu "nifâs" şeklindedir. Ha-yızh olan kadına
haram olan şeyler lohusa olan kadmlarada haramdır. Yani namaz, kılamaz, oruç
tutamaz, Kur'an-ı Kerim'e el süremez ve okuyamaz, Kabe'yi tavaf edemez, Mescid'e
giremez vs... Lohusahk müddeti hakkında farklı görüşler vardır. Bunlar hadislerin
açıklaması yapılırken beyan edilecektir.

311....Ümmü Seleme (r.anhâ) şöyle demiştir:

"Resulüllah (sallellahü aleyhi vesellem) zamanında lohusa olan bir kadın doğumdan

£1341 '

sonra kırk gün veya kırk gece oturur (namazı, orucu terk eder)di." Biz (yüzdeki

ri351 [136] [137]

çığırtan dolayı) yüzlerimize vers sürerdik.

Açıklama

Hadis-i şeriften lohusalığın azamî müddetinin kırk gün olduğu anlaşılmaktadır.
Ulemânın ekserisinin görüşü bu merkezdedir. Ömer b. Hattâb Osman, Ali, îbn Abbâs,
Enes, b. Mâlik, Aişe, Ümmü Seleme, Süfyân-es-Sevrî, Ebû Hanife ile ashabı, Ahmed
ve İshak b. Râhûye bu görüştedirler.

Şâbî, Atâ ve Şafiî'ye göre lahusalığm ekser müddetli iki aydır. İmam Mâlikin görüşü
de bu merkezde iken sonra bundan dönmüş ve lohusalığın âzâmî müddeti için bir sınır
tayin etmemiştir. Mâlikin ashabı ise İmam Mâlikin ilk görüşünü benimsemişlerdir.
Hasan el-Basri'ye göre elli gündür.

Bu hadisin senedi hakkında bazı tenkitler yapılmışsa da, Tirmizî,. İbn Mâce ve
Teberânî'de bu hadisi takviye eden başka rivayetler vardır.
Lohusalık müddetinin asgarisi hakkında da ihtilaf edilmiştir.

Şafiî, Mâlikî ve Hanbelîlere göre lohusalığın asgarî müddeti için sınır yoktur. İbâdet
meselesinde Hanefıler de aynı görüştedir.

Doğumdan sonraki kan gelmezse kadın hiç lohusa olmamış sayılır. Kan gelir de kırk
günden önce kesilirse, lohusahk müddeti kanın kesilme müddetidir. Kan kırk günden
fazla devam ederse Hanelilere göre, kırk günü mfâs, kalanı istahâzadır. Şafıîlere göre
ise, iki aydan sonrası istihâzadır. Nifas müddeti içinde görülen temizlik de nifastan
sayılır. Meselâ, on gün kan gelip beş gün kesildikten sonra tekrar on gün kan
gelecekolsa, bu yirmi beş günün hepsi nifas müddeti sayılır.

Şafıîlere göre bu temizlik günleri en az onbeş gün devam ederse tuhr sayılır. Bu
günlerden evvelki hal nifas, sonraki günler de hayz hali sayılır. Fakat temizlik on beş
günden az devam ederse, hepsi nifastan sayılır. Ancak iddet için nifas müddetine
ihtiyaç hissedilirse bu, Ebû Hanîfe'ye göre yirmi beş gün, Ebû Yûsuf a göre on bir gün,



İmam Muhammed'e göre on bir saattir. Şöyleki, bir adam karısına, "sen doğurduğun
zaman boşsun" dese, bilâhere kadın gelerek ben doğum yaptım, lohusa oldum, sonra
da üç defa hayz görüp temizlendim dese, kadının sözünün tasdik edilebilmesi için, Ha-

£1381

nefî imamlarına göre, yukarıda geçtiği şekilde nifas müddeti şart koşulur.
Bazı Hükümler

1. Nifas müddetinin âzamisi kırk gündür,

2. Tedavi için ilaç kullanılabilir, buna cevaz vardır.

312....Müsse (r.anha) şöyle demiştir:

Hacca gitmiştim, Ümmü Seleme (r.anha)nm huzuruna girdim ve

Ey mü'minlerin annesi, Semure b. Cündub kadınların hayz günlerindeki namazlarım

kaza etmelerini emrediyor dedim.

Bunun üzerine Ümmü Seleme:

[1391

(Hayır) kaza etmezler, Resulüllah (sallellahü aleyhi veseilem)m kadınları
lohusahkta kırk gece otururlar (namazı, orucu, terk ederlerdi de Resulüllah (s.a.)

[1401

onlara lohusalık zamanındaki namazlarını kaza etmelerini emretmezdi, dedi.
Muhammed b. Hatim dedi ki, (Senetteki el-Ezdiyye'nin) ismi Müsse, künyesi Ümmü
Büsse'dir.

Ebü Dâvûd, "(Hadisin senedinde geçen) Kesir b. Ziyâd'm künyesi Ebû Sehl'dir" dedi.

[Mü

Açıklama

Semure b. Çündüb'un kadınlara hayz günlerindeki namazla-rım kaza etmelerini
emretmesi tamamen içtihadıdır. Her halde ikiyüz altmış iki numaradaki Hz. Aişe
hadisini duymamıştır. Semure'nin bu hareketine Ümmü Seleme, Resultillah'm
akrabaları olan hanımların lohusahk esnasında geçirdikleri namazları kaza
etmediklerini delil getirerek, hayız halinde geçen namazları kaza edilmeyecek diye
cevap vermiştir. Halbuki nifas hayizdan çok daha nâdirdir. Hayız da geçen namazlar
kaza edilecek olsaydı nifasta geçenlerin evleviyyetle kaza edilmeleri gerekirdi.
Bu hadisin burada getirilmesine sebep lohusalık müddetini kırk gece olarak tayin

[1421

etmesidir. Konu ile ilgili malumat önceki hadisin açıklanmasında verilmiştir.
Bazı Hükümler

1. Hayz ve nifas halinde kılmamayan namazlar sonradan kaza edilmezler.

[1431

2. Lohusalığm azamî müddeti kırk gündür.



120. Hayzdan Dolayı Yıkanma (Nın Keyfiyeti)



313.. ..Süleyman b. Sühaym; Ümeyye bint Ebi Sait'in ismini kendisine açıkladığı Benî
Gifâr'dan bir kadının şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Resulüllah (sallellahü aleyhi vessellem) beni terkisine (hayvanının semerinin
arkasına) bindirdi. Vallahi Resulüllah sabah namazı için indi(ği yere kadar yola devam
etti.) (Sabah olunca) hayvanını çöktür-dü. Ben de hayvanının semerinden indim. Bir
de ne göreyim, semerin arkasına benden kan bulaşmış. Bu benim ilk hayz görüşümdü.
Utanarak devenin yanma çekildim, Resulüllah benim hâlimi ve kanı görünce.
Sana ne oluyor? Her halde sen hayz oldun, buyurdu. Ben de:
Evet, dedim. Resulüllah:

Kendine (kanın akmasına mani olacak) uygun bir şey bul, sonra bir su kabı al ve içine
tuz at ve semere bulaşan kanı yıka sonra da bineğine dön buyurdu."
(öifârlı kadın devamla) dedi ki:

"Resulüllah (sallellahü aleyhi vesellem) Hayberi fethedince ganimetten bize de bir
£144]

miktar verdi."

(Ümeyye) dedi ki: Bu Gifârh kadın bundan sonra, suyuna tuz katmadan hiç hayzdan
temizlenmezdi. Öldüğü zaman yıkanacağı suya da tuz karıştırılmasını vasiyet etti.
£145]

Açıklama

Resulullan (s-a-). Hayber kalesini fethetmek için yola çıktığında hayvanına henüz
bâliğa olmamış bir kız çocuğunu da bindirmişti. Gerek bu kızın küçük olması, gerekse
hayvanın semerinin büyüklüğünden Peygamber Efendimize dokunmaması,
"Resulüllah yabancı bir kadınla nasıl aynı hayvana biner?" gibi bir soru sormaya
meydan vermez.

Hz. Resulüllah semere bulaşan kanın temizlenmesi için suya tuz karıştırılmasını
emretmiştir. Hattâbî buna istinad ederek elbise sabundan zarar görecek cinsten ise, bu
elbiseyi bal ile veya elbiseye bulaşan mürekkebi sirke ile yıkamanın ve insanın kepek
ile kirini sürttürmesinin caiz olduğunu söylemiştir. Yûnus b. Abdilalâ'da "Mısır'da bir
hamama girdim, Şafiî'yi kepekle vücudunu ovdururken gördüm" demiştir.
Yukarıda temas edildiği gijîî üzerinde durduğumuz olay Hayber fethi esnasında
olmuştur. Hayber bir takım kale ve köylerden müteşekkil bir yerin adıdır. Medine ile
Şam arasındadır. Orada yerleşen Amâlikahlardan Hayber b. Kâniye'den dolayı bu ismi
almıştır. Hicretin yedinci senesi Muharrem ayında fethedilmiştir. Resulüllah (s.a.)
Hudeybiye'den dönerken Hayber'in fethi ile va'd olunmuştur. Hayber'in kaleleri teker
teker fetholunmuş en sağlam kalelerini muhasara, on gece kadar devam etmiş,
Resulullah'm hastalığı dolayısıyle zafer gecikmiştir. Bunun üzerine sancağı Hz. Ebu
Bekir almış, şiddetli çarpışmalar yapmış fakat sonuç alamamıştır. Daha sonra Hz.
Ömer sancağı almış fakat netice yine değişmemiştir. Bir gün Resulüllah, "Yarın
sancağı Allah ve Resulünü seven birine vereceğim Allah ve Resulü de onu sever.
Allah fethi onun elleri ile müyesser kılacaktır" buyurdu. Sabah olunca Resulüllah Hz.
Ali'yi sordu. Ashab "Ya Resulüllah Hz. Ali'nin gözleri ağrıyor" karşılığını verdiler.
Bunun üzerine Resulüllah Hz. Ali'nin gözlerine tükrüğünü sürüp dua etti. O da şifa



£1461

buldu. Sancağı Ali'ye verdi, o da fetih tamamlanıncaya kadar savaştı.
Bazı Hükümler

1. Elbiselerin yıkanmasında tuz kullanılması caizdir. Dıger gıda maddeleri de aynı
hükümdedir. Yanı temizleyici özellikleri bilindiği takdirde bu maksatla
kullanılabilirler.

2. Hayz kanının yıkanması lâzımdır.

3. Savaşa katılan kadınlara da ganimetten bir miktar verilir.

4. Sahabe hanımlarının cihâda rağbeti tanındı. Resulullah da onlara itinâ ederdi.

314. .. Aişe (r.anha)dan demiştir ki; "Esma Resulullah (s.a.)m huzuruna girdi ve;
Ya Resulallah bizden biri hayızdan temizlediğinde nasıl yıkanmalı? diye sordu.
Resûlullah (s.a.)î
[1471

Sidrini ve suyunu alıp abdest alır, su saçlarının dibine varıncaya kadar

£148]

ovalayarak başım yıkar ve vücuduna döker; sonra da bezini alıp onunla

temizlenir, buyurdu.

Esma;

Ya Resulallah, o bezle nasıl temizleneyim? diye sordu.

Aişe (r.anha), Resulüllah'm kastettiğinianladımveEsmâ'ya; "o bezle kan izlerini

[149] ri501

silersin dedim" dedi.
Açıklama

Esmâ bint Şekel adında bir kadın Resulullah'a gelerek hayızdan temizlendikten sonra
nasıl yıkanacağını sormuş, Hz. Peygamber Efendimiz de ona tafsilatlı olarak
anlatmıştır. Ancak Resuhıllah'm söylediklerinin farz olarak telakki edilmemesi
lâzımdır. Gusülde abdest almak veya sidr kullanmak farz değildir. Hayzdan
temizlendikten sonra yıkanmakla, cenabetten dolayı yıkanmak arasında fark yoktur.
İnsanın nasıl gusledeceği ve guslün mezheplere göre farzları önceden verilmiştir.
Bu hadisi şeriften sabun soda, deterjan gibi suyun içine karıştırılan ve suyun
temizleyicilik özelliğini artıran maddelerin guslün ve abdestin sıhhatine mani olmadığı

imi

anlaşılmaktadır.
Bazı Hükümler

1. Dinî hükümleri öğrenmek için, yapmak, gurbete çıkmak faziletli bir ıştır.

2. Söylenilmesi, hayayı gerektiren şeylerden de olsa, dinî hükümlerin öğrenilmesi
maksadıyla büyüklere soru sormak meşrudur, hatta teşvik edilir.

3. Halk arasında ayıp telâkki edilen şeylerin, kinâ olarak söylenmesi, açıklanmaması
efdaldır,

4. Kendisine soru sorulan kişi, soruya açıkça cevap vermelidir.



5. Gusle, abdestle başlamak sünnettir.

6. Yıkanırken sabun, şampuan, soda gibi şeyler kullanılabilir; meşrudur.

7. Başı diğer azalardan evvel yıkamalıdır.

8. Saçların dibine kadar suyun ulaşması için başı yıkarken ovalamalıdır.

9. Hayzı biten kadının, vücûdunda kalan pislik ve fena kokuları gidermek için misk
gibi güzel koku sürülmüş bir pamuğu veya bezle vücuttaki kan ve kirleri silmesi
müstehaptır.

315....Safiyye bint Şeybe'den rivayet edildi ki,

Aişe (r.anhâ) Ensâr kadınlarını anıp övdü; onlar hakkında güzel şeyler söyledi ve:
"Onlar (Ensar)dan bir kadın Resûlullah'm huzuruna girdi. ..." dedi. Ebû Avâne dan
geçen, kadınların hayızdan nasıl temizlenmesi gerektiğine dair soru ile ilgili hadisi
nakletti ancak "bezini alırsın" sözünün yerine "misk sürülmüş bir bez alırsın" demiştir.

£1521

Musedded dedi ki: Ebû Avâne (fırsaten), Ebü'l-Ahvas ise, (kırsaten) derdi.
Açıklama

Bu hadisin burada getirilmesinden maksat, Sellâm (b. Sûleym) ile Ebû Avâne'nin
rivayetleri arasındaki ihtilâflara işarettir. Hadis metninde de görüldüğü gibi Ebû
Avâne'nin rivayetinde, kullanılması tavsiye edilen bezin misk sürülmüş olması ziyâde
edilmiştir. Bunun hikmeti, avret mahallinin temizlenmesi ve pis kokularının
giderilmesidir.

316.. ..Aişe (r.anhâ)dan rivayet edildi ki;

Esma, önceki hadiste zikredilen şeyleri Resûlullah'a sordu. (Resûlullah, cevabının

sonunda) "misk sürülmüş bir bez alır" buyurdu. Esma:

Onunla nasıl temizleneyim? dedi, Resûlullah bir elbise ile gizlenerek;

Sübhanellah... Onunla temizlen buyurdu. (Şube rivayetinde şunları) ilâve etti:

Esma, Resûlullah'a cünüplükten dolayı nasıl yıkanacağını sordu, Resûlullah da şu

karşılığı verdi:

Suyunu alır güzelce temizlenir (abdest alır)sm. Sonra başına su döker, saçlarının
dibine (su) ulaşıncaya kadar iyice ovalarsın. Daha sonra da bedenine dökersin.
(Şube) dedi ki:

Hz. Aişe; "Ensarm kadınları ne iyi kadınlardır. Haya onları dinlerini (n hükümlerini)

[153] ri541

sorup anlamaktan alıkoymadı" demiştir.
Açıklama

Bu hadiis babın başındaki hadisin bazı ilâvelerle değişik bir rivâyetinden ibarettir.
Görüldüğü gibi burada hazıylmm nasıl gusledeceği sorusuna ilâveten, cenabetten
dolayı nasıl gusledileceği sorusu ve cevabı da yer almıştır. Hz. Aişe bu gibi şeyleri
sormaktan haya etme dikleri için Ensar kadınlarını övmüştür. Aslında haya, bir korku
veya ayıplanma anında arız olan hâldir. Burada kasdedilen bu değil, halk arasında iyi

£1551

bir haslet olarak kabul edilen utangaçlık hâlidir.



Bazı Hükümler



1. Taacüp anında teşbih (süphanellah demek) caizdir.

2. Mahrem şeylerle ilgili konuların üstü kapalı ifadelerle anlatılması uygundur.

3. Yıkanmakta mübalağa edilmeli ve vücut ovulmalıdır; bu müstahaptır.

4. Gerekli olduğunda hayayı izhar etmek matlup amellerdendir.

5. Hayzdan dolayı yıkanan kadının vücûduna güzel koku sürmesi müs-tehaptır.

6. Alimin sözü, Onun huzurunda başkaları tarafından tefsir edilebilir.

7. Alim birinin huzurunda, İlimde aşağı derecede birinden ilim almak caizdir.

8. Yaratılıştan da olsa kişinin ayıplarını gizlemesi lâzımdır. 11561
121. Teyemmüm

Müellif, su ile temizlenmeye ait hükümleri ihtiva eden hadis-i şerifleri sıraladıktan
sonra, toprakla temizlenme demek olan teyemmüm bahsine geçmiştir. Teyemmüm,
abdest ve gusle bedel olduğu için ancak onlara muktedir olunamaması halinde taharet
sebebi olabilir. Teyemmüm bir çeşit taharet olduğundan müellif bu konuyu ayrı bir
"kitap" olarak değil de, "Kitabü't-Tahâre"nin içerisinde mütalaa etmiştir.
"Teyemmüm" tefe'ül babından mastardır. "Su bulunmadığı veya bulunduğu halde,
kullanılmasına imkân olmadığı takdirde, temiz olan toprak cinsinden bir şey ile hadesi
gidermek maksadıyla, yüzü ve elleri (dirseklere kadar) meshetmek" demektir.
Teyemmüm, bu ümmete mahsus bir ruhsattır. Önceki ümmetlere böyle bir ruhsatın
verilmediğini bizzat Efendimiz (s. a.) haber vermiştir. Seyhan'ın (Buharî-Müslim), Hz.
Câbir vasıtasıyla rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Bana, benden evvelki Peygamberlere verilmeyen şu beş şey verilmiştir : Bir aylık
mesafeden düşmanlarımın kalbine korku vermekle bana yardım edildi, bana (bir
rivayette "Ümmetime") yer yüzü namazgah ve temizleyici kılındı, Onun için
ümmetimden namaz vakti gelip çatmış her kim olursa olsun, hemen (orada) namazını
kılıversin. (Savaşta alman) ganimetler de bana helâl kılındı. Halbuki benden evvel
kimseye helâl kılınmamıştı. Bana şefaat verildi. Bir de, (benden evvelki) her
peygamber sadece kendi kavmine gönerilmişken, ben bütün insanlara
[1571

gönderildim."

Teyemmümün meşruiyeti Kitab, Sünnet ve icmâ ile s,abittir.Onun azimet mi, yoksa
ruhsat mı olduğunda ihtilâf vardır.

Bazıları, suyun bulunmaması hâlinde azimet; hastalık gibi bir özürden dolayı olursa,
ruhsat olduğunu söylemişlerdir.

Teyemmüm, hicret'in beşinci yılının Şaban ayının ilk günlerinde meşru kılınmıştır.
Benî Mustalik Gazvesinde Resûlullah (s.a) ile bin kadar İslâm askeri, Hz. Aişe'nin
kaybolan gerdanlığım aramak için susuz bir yerde konaklamak mecburiyetinde
kalmışlardı. Sabah namazını kılmak için abdest almaya su bulamadılar. Sabaha yakın,

£1581

"Su bulamazsanız temiz toprak ile teyemmüm ediniz." mealindeki âyet-i kerime

nazil oldu. Bu ayet-i kerime, teyemmümün meşruiyetinin Kitab'tan delilidir.

Ulema, teyemmümün hem küçük nemde büyük hadeslerde (abdests izlik-gusül) meşru



olduğunda müttefiktir. Sadece İbrahim en-Nehâî ve Amr b. Mes'üd'un, teyemmümün
ancak küçük hadesi (abdestsizliliği) izâlede meşru olduğu görüşünde oldukları rivayet
edilmiştir. Onların bu görüşlerinden döndüklerini söyleyenler de bulunmaktadır.
Hanefîlere göre, tahâretsiz yapılması caiz olmayan her şey„teyemmümle mübâh olur.
Meselâ, cünup kimse teyemmüm ettiğinde, Kur'ân-ı Kerîm'i eline alabilir mescide
girebilir... Teyemmüm eden bir kimse abdesti bozacak bir şey olmadığı ve suyu
bulmadığı müddetçe dilediği kadar farz ve nafile namaz kılabilir. Özür devam ettiği
müddetçe onunla hades izâle olur.

Diğer mezheblere göre teyemmüm, hadesi izâle etmez. Onunla sadece
bir farz edâ edilebilir. Ancak, istenildiği kadar nafile kılınabilir. Bir teyemmümle iki
farz edâ edilemez. Teyemmüm eden kişi, teyemmüm ederken farz kılmaya niyet
etmişse hem farz, hem de nafile namaz kılabilir. Nafile kılmak için niyet etmişse,
ancak nafile kılabilir, farz kılamaz. Bir teyemmümle birden fazla cenaze namazı
kılabileceği gibi bir farz namaz ve birden fazla cenaze namazı da kılabilir.
Teyemmüm edecek olan bir kimse, iki elini Şâfiîlere göre toprağa; Ha-nefîlere göre,
yer yüzü cinsinden temiz bir şeye bir defa vurup, bununla yüzünü mesheder. Sonra iki
elini bir daha vurup bununla da dirseklerine kadar iki elini mesh eder. Yaptığı bu
işleri, hadesi gidermek veya namaz kılmak ya da tahâretsiz sahîh olmayan diğer bir
ibâdette bulunmak maksadıyla yapar.

Hanefî mezhebine göre teyemmümün farzları, bir niyet ve iki meshten ibarettir. İmam
Züfer'e göre niyet farz değildir.

Şâfiîlere göre, teyemmümün farzı beştir: 1. Niyet etmek, 2. Toprağı mesh edilecek
uzva nakletmek, 3. Bütün yüzü meshetmek, 4. Elleri dirseklerle beraber meshetmek, 5.
Tertibe riâyet etmektir.

Teyemmüm bahsine girerken şu hususları da belirtelim:

Su yerine toprak kullanılmasının hikmet-i teşriiyyesini bazı âlimlerimiz şu şekilde
açıklamışlardır: İnsan iki unsurdan meydana gelmiştir: Toprak ve su.|Su tabiatı
itibariyle temizleyicidir. Su bulunmadığı takdirde, görünürde kirletici olan fakat
insanın ikinci unsuru bulunan toprak da temizleyici olarak kabul edilmiştir. Bu da
insanın aslını hatırlatmak noktasından olsa gerektir.

Teyemmümde dört abdest azası değil de bunlardan yalnız ikisi olan el ve yüze
meshetmek gereklidir. Zira teyemmüm abdeste bedeldir. Abdestte vasıtalı veya
vasıtasız meshi caiz olan baş ve ayaklar, teyemmümde bir ruhsat olarak çıkarılmıştır.
Diğer bir husus ise,teyemmümün namazla beraber farz olan abdestten takriben 6,5 -7
yıl sonra meşfru olması nazar-ı dikkatten uzak tutulmamalıdır.

Başka bir husus ise, teyemmüm sadece abdestsizliği gidermek için değil, gerektiğinde
cenabeti izâle etmek içinde yapılır :Bu iki teyemmüm arasında yapılış bakımından hiç
bir fark yoktur. Abdest için yapılan teyemmüm neyse, cenabeti temizleyen gusül
yerine geçen teyemmüm de odur-.

Teyemmümün şartları, teyemmümü mubah kılan özürler, teyemmümü bozan haller ve

£1591

diğer hükümler yeri geldikçe beyân edilecektir.
317. ...Aişe (r.anha)dân; demiştir ki;

O601

"Resûlullah (s. a.) Üseyd b. Hüdayr ile birlikte bazı kişileri Ai-şe'nin kaybettiği
bir gerdanlığı aramak üzere gönderdi. (Gerdanlığı ararlarken) namaz vakti geldi, onlar



da namazı abdestsiz olarak kılıp Resûlullah (s.a.)'a geldiler ve yaptıklarını haber

verdiler. Bunun üzerine teyemmüm âyeti (el-Maide (5), (6) nazil oldu."

İbn Nufeyl şunu da ilave etti: "Üseyd b. Hudayr Âişe'ye dedi ki;

Allah'ın rahmeti üzerine olsun, senin başına, hoşlanmadığın ne gelmişse Allah sana ve

£1611

müslümanlara ondan bir kurtuluş ihsan etmiştir."
Açıklama

Hadis-i şerifte zikredilen sahâbîlerin, su olmadığı için abdest-siz namaz kılmaları ve
bunu Resûlullah (s.a.)a haber verdikleri halde, Efendimizin men'etmemesi, abdest
alacak su veya teyemmüm edecek bir şey bulamayan kimsenin bu halde kıldığı
namazın sahih olduğuna delil gösterilmiştir. Zira bu durumda namaz sahih olmasaydı,
Resûlullah buna tepki gösterir, böyle durumlarda namazın farz olmadığını söylerdi.
Halbuki Efendimiz böyle yapmamış, Onların yaptığını ikrar etmiştir. İmam Şafiî,
İmam Ahmed ve Muhaddislerin cumhuru bu görüştedir. İmam Mâlikin ashabının
çoğu da aynı şeyi söylemişlerdir. Ancak bu görüşte olanlar, bu durumda kılman
namazın iade edilip edilmeyeceğinde ihtilâf etmişlerdir. İmam Şafiî ve ashabının
ekserisine göre iadesi gerekir. İmam Ahmed'in meşhur görüşüne, Müzenî ve Sehnûn'a
göre bu şekilde kılman namazın iadesi gerekmez.

İmam Ebû Hanife ve İmam Malike göre, Abdest için su, teyemmüm içinde
teyemmüm edecek bir şey bulamayan kimsenin abdestsiz veya teyemmümsüz olarak
namaz kılmaları sahih değildir Bâbu farzi'l-Vudu' (abdestin farzları) daki 59,60 ve 61
numaralı hadisler bu görüşün delilleridir. İşaret edilen hadislerde abdestsiz namazm
sahih olmayacağı açıkça ifâde edilmektedir. Bu görüşte olanlar, üzerinde durduğumuz
hadis hakkında şu mütalaada bulunmuşlardır: "Resûlullah aleyhisselâmm, zikredilen
sahâbilerin abdestsiz namaz kılmalarını hoş karşılamamış olması muhtemeldir.
Hadiste inkârın zikredilmemesi, aslında onun olmamasını gerektirmez. O sahâbilerin
abdestsiz olarak namaz kılmaları kendi ictihadlarıyla olmuştur. Müctehid isabet
edebileceği gibi hata da edebilir. Ayrıca meselenin beyânının daha sonra yapılmış
olması da mümkündür. Üstelik tahâretsiz namazın olmayacağını ifâde eden hadisler
sarihtir. Üzerinde durduğumuz hadiste, Resûlul-lah'm onların hâlini red etmediği
kabul edilse bile, bu tahâretsiz namazı men'eden hadislere muarız olamaz. Çünkü bu
hadis tahâretsiz namazın sıhhatine ihtimâlli olarak delâlet eder. Öbürleri ise sarihtir.
Hanefîlere göre bu durumdaki bir kimsenin, imkân bulduğunda geçen namazını kaza
etmesi lâzımdır. Medinelilerin rivayetine göre, İmam Mâlik bu durumda kılmamayan
namazın kaza edilmesini şart görmez.

Hadisteki İbn Nufeyl'in ilâvesinden anlaşıldığına göre, teyemmüm âyetinin inmesine
sebep olan bu hâdise İfk Hâdisesi değildir. Buradan Hz. Aişe'nin gerdanlığının bir kaç

£162]

defa kaybolduğu anlaşılmaktadır.
Bazı Hükümler

1. Az da olsa, malın korunması lâzımdır.

2. Savaş veya başka bir maksat için kadınlarla birlikte sefere çıkmak caizdir.

3. Kaybolan malı aramak meşrudur.



4. Kadınların kocalarına güzel görünmek için süslenmeleri ve ziynet eşyası takmaları
11631

caizdir.

318. ...Ammâr b. Yâsir (r.a) şöyle haber vermiştir:

"Sahâbîler, Resûlullah (s. a) ile beraber oldukları halde, sabah namazı için yeryüzü
(toprak) cinsinden bir şeyle teyemmüm ettiler. Şöyleki: Ellerini yere vurdular sonra
yüzlerini bir kere meshettiler. Bilâhere ellerini tekrar yere vurdular ve her iki ellerini

[1641

omuzlarına ve koltuk altlarına kadar avuçlarının içiyle meshettiler."
Açıklama

İbn Reslan ve el- Munziri, Ubeydullah b. Abdullah'ın Ammar b Yasın görmediğini
söyleyerek bu hadisin munkatı olduğuna hükmetmişlerdir. îbn Mâce bu hadisi
Ubeyhudullah'm babasmdan,onun da Ammâr'dan rivayeti şeklinde muttasıl olarak
tahrîc etmiştir. İbnü'l-Arabî de "Ammar hadisindeki ıztırap, noksanlık, ziyâde ve
başka illetlere rağmen, ulemanın bu hadisin sıhhati üzerindeki ittifakı şaşılacak şey!"
demiştir.

Müellifin bu ve bundan sonraki hadisi getirmekten maksadı teyemmümün yapılış
şeklini göstermek ve teyemmümün ne ile yapılacağını belirtmektir.
Hadis-i şerifte geçen "said" kelimesinin mânâsı, ister toprak, ister başka birşey olsun,
yer yüzünün adıdır ,Zeccâc:in mânâsının bu olduğunda lûgatçılar arasında bir ihtilaf
bilmiyorum" demiştir. Bu kelimenin, sadece toprak için kullanıldığını söyleyenler de
olmuştur. Bu yüzden âlimler kendisiyle teyemmüm yapılabilecek maddeler hakkında
ihtilaf etmişlerdir.

Evzâi ve Sevrî'ye göre, yer yüzündeki her şeyle hatta kar ile teyemmüm edilebilir,
imam Şafiî, İmam Ahmed b. Hanbel, Hanefî imamlarından Ebû Yûsuf, Dâvûd ve İbn
Munzir, teyemmümün ancak uzuvlara tozu yapışan toprakla sahih olduğu
görüşündedirler.

İmam Mâlik, yanmadığı müddetçe yer yüzündeki her türlü madde ile teyemmümün
sahih olduğunu söylemiştir.

îmam Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed'e göre (mezhebin görüşü de budur) yandığı
zaman kül olmayan ve erimeyen arz cinsinden her şey ile teyemmüm yapılabilir. Buna
göre toprak kum, taş, kireç ve sürme gibi maddelerle teyemmüm sahihdir. Ama odun,
tahta gibi yamnea kül olan, demir, kurşun, bakır gibi ateşte yumuşayan maddelerle
teyemmüm sahih değildir. Bu görüş, "saîd" kelimesinin manasına en uygun düşenidir.
Ayrıca bu babın mukaddimesinde mânâsım naklettiğimiz '"Bana yeryüzü namazgah
ve temizleyici kılındı" şeklindeki hadis-i şerif ile Ebû Dâvûd' da 331 numarada gelecek
olan ve Resûlullah (s. a) in duvardan teyemmüm ettiğini bildiren hadis-i şerif de
Hanefî mezhebinin görüşünü te'yid etmektedir.

Hadis-i şerifte geçen ibaresindeki "min" harf-i cerrinin mânâsında olması mümkün
olduğu gibi, ibtidâi gaye için olması da caizdir. Ter ceme birinci ihtimâle göre
yapılmıştır. İkinci veçhe göre mânâ, "avuçlarının içinden omuzlan ve koltuk altlarına
kadar mesnettiler" şeklinde olur.

Teyemmümde, ellerden mesh edilecek kısmın, parmak uçlarından, dirseklere kadar
olduğunda ulema aşağı yukarı müttefiktir. Sadece Zührî'nin bu hadisin zahiri ile amel
ederek koltuğa kadar meshedilmesinin gerektiği görüşünde olduğu nakledilmiştir.



Cumhur, bu hadisle ilgili olarak şöyle demiştir: "Ammâr ve beraberindekiler,
kendilerinde husus ifâde eden bir delil bulunmadığı için el kelimesini zahiri mânâsına
göre tâbir etmişlerdir. Çünkü el, parmak uçlarından koltuğa kadar uzanan uzvun
adıdır. Ama bilâhere, dirseklerden sonraki kışımın sükûtuna dâir icmâ delili meydana
gelmiş geriye kalan kısım yani parmaklardan dirseklere kadar olan uzuv aslı üzere
kalmıştır. Üstelik teyemmüm abdestten bedeldir. Bedel olan birşey bedel kılmana
muhalif olamaz."

İmam Şafiî, -üzerinde durduğumuz hadisteki koltuklara kadar- "mesh ile ilgili haber,
Resûlulah'm emri ile olmuşsa, bu mensûh efendimizin emri ile olmamışsa hüccet yine
Resulullah'm emri olandır." der.

Hattâbî "Dirseklerden yukarısını meshetmenin lüzumlu olmadığı hususunda ulemâ
müttefiktir" demiştir.

Bu hadis-i şerifin zahiri, teyemmümde, biri yüz, diğeri de eller için olmak üzere iki
defa yere vurulacağına delildir. Ulemânın çoğunluğunun görüşü de bu şekildedir.
Atâ, Mekhûl, Dâvûd, Evzâî, Taberî, Ahmed, İshak b. Râhûye ve İbn Munzir'e göre
yüz ve eller için sadece bir vuruş kâfidir. Mâlikiler'e göre eller yere iki defa vurulur,
fakat bunlardan birincisi farz ikincisi sünnettir.

îbn Şîrîn ve İbnu'l-Museyyeb ise, elleri yere üç defa vurmanın şart olduğu
görüşündedirler.

Hanefî ve Şâfiîlere göre teyemmümün farzları, bu babın mukaddimesinde verilmiştir.

£1651



Bazı Hükümler

1. Teyemmüm biri yüz diğeri de kollar için olmak üzere iki vuruşla yapılar.

2. Kollar koltuklara kadar meshedilebilir

£1661

3. Teyemmüm yer yüzü cinsinden bir şeyle yapılabilir.

319. ...Abdülmelik b. Şuayb, İbn Vehb'den önceki hadisin benzerini rivayet etti. îbn
Vehb rivayetinde şöyle dedi:

"Müslümanlar kalktılar ve topraktan bir şey avuçlamadan ellerini yere vurdular." (İbn
Vehb bundan sonra) önceki hadisin benzerini söyledi. Ancak omuzlan ve koltuk

Lİ6U

altlarım zikretmedi. İbnu'l-leys ise, "dirseklerin üstüne kadar..." dedi.
Açıklama

Görüldüğü gibi, bu hadis aşağı yukarı bir önceki hadisin aynısıdır Ancak bu rivayette,
Sahâbilerin toprağı avuçlamadan, sadece yere vurdukları tasrih edilmiş, omuzlar ve
koltuk altlan zikredilmemiştir. Ayrıca İbnu'l-Leys'in rivayetinde dirsek üstlerine kadar

£168]

meshedileceği beyan edilmektedir.

320. ...Ammâr b. Yâsir'den rivayet edilmiştir ki;

Resûlullah (s. a.) yanında Aişe olduğu halde gece yarısından sonra Ulâtü'l-Ceyş



£1691

(denilen yer) de konakladı.

UTffl

(Burada) Aişe'nin Zafâr boncuğundan olan gerdanlığı kayboldu. Ordu tanyeri
ağarmcaya kadar bu gerdanlığı aramakla meşgul oldu. Halbuki yanlarında su yoktu.
Bundan dolayı Ebû Bekir, Aişe'ye kızdı ve, "insanları (yola devam etmekten)
alakoydun. Halbuki onların yanında su yok" dedi. Bunun üzerine Allah Celle
Celâlühü, Resûlullah (s.a.)'a temiz olan yer yüzü cinsinden bir şeyle temizlenme
ruhsatını (teyemmüm âyetini) indirdi. Hemen müslümanlar Resûlullah'Ia
birliktekalktılarıve ellerini yere vurdular, sonra da topraktan bir şey avuçlamadan
kaldırıp yüzlerini ve ellerini üstten omuzlarına, avuç-larmm içinden de koltuk altlarına

um

kadar mesnettiler.

İbn Yahya rivayetinde, îbn Şihâb'm; "insanlar buna (omuzlara ve koltuk altlarına
kadar meshetmeye) itibar etmiyorlar" dediğini ilâve etti.
Ebû Dâvûd dedi ki:

Bu hadis-i şerifi, îbn îshâk da böylece (Salih b. Keysân 'in rivayet ettiği gibi) rivayet
etti ve rivayetinde (Ubeydullah b. Abdillah ile Am-mârb. Yâsir'in arasına) îbn Abbâs'ı
soktu. (îbn îshâk ayrıca) Yûnus'un dediği gibi, "iki defa vurdular" dedi. (Musannifin
bu sözü, Salih b. Keysân 'in "bir defa vurdular"şeklinde rivayet ettiğine delâlet
ediyor.)

Bunu Mâ'mer de Zührî'den "iki vuruş" şeklinde rivayet etti.

Mâlik, ZührVden, Zührî, Ubeydullah b. Abdillah' dan o da babası tankıyla Ammâr'dan
rivayet etti.

Ebû Uveys de aynı şekilde (Mâlik'in dediği gibi Abdullah 'in ilâvesiyle) Zührî'den
rivayet etti.

îbn Uyeyne, Ubeydullah'm babası(nm zikredilip ve zikredilmediği)nde şüphe etti.
Bir seferinde "Ubeydullah'dan o da babasından, veya Ubeydullah'tan, o da îbn
Abbâs'tan" şeklinde, başka bir seferinde i 'babasından "bir seferinde de' 'îbn Abbâs
'tan" şeklinde rivayet etti

Yine îbn Uyeyne, o hadisi Zührî'den duyup duymadığında da tereddüt etti.

Onlardan (Ammâr hadîsini Zührî'den rivayet edenlerden) ismini verdiğim (Yûnus, îbn

um

îshâk ve Ma'mer)den başka hiçbirisi bu hadiste "iki vuruştu zikretmedi.
Açıklama

Görüldüğü S'bibu hadis-i Şerif teyemmüm âyetinin inmesine sebep olan hâdiseyi
anlatmaktadır. Ancak bu mevzudaki rivayetler arasında bazı farklılıklar göze
çarpmaktadır. Bazı rivayetlerde gerdanlığı bütün ordunun aradığı beyân edilirken
bazılarında (317. hadiste olduğu gibi), gerdanlığı arayanların ordudan bir kısmı olduğu
ifâde edilmektedir.

Buhârî ve Müslim'in rivayetinde, Resûlullah Efendimizin, Aişe validemizin uylukları
üzerine başını koyup uyuduğu ve Hz. Aişe'nin, "Beni yola çıkmaktan men'eden şey
(gerdanlığı aramak değil) Resûlullah (s.a.)'m uyluklarım üzerinde oluşudur" dediği
nakledilmektedir.

Ashâb-ı Kiram, teyemmüm ettiklerinde, Resûlullah (s. a.) da teyemmüm etti mi, yoksa



o'nun namazını abdestte mi kıldığı konusunda ihtilâf edilmiştir. Hadisin zahirinden
onun da teyemmüm ettiği anlaşılmaktadır. Fakat îbn Reslân,îbn AbdiIUerr'demnaklen
efendimizin namaz farz kılındıktan sonra bütün namazlarını abdestle kıldığını
nakletmektedir. Buna göre Efendimizin teyemmümünü anlatan haberleri ümmetini
talime hamletmek gerekir.

Görüldüğü gibi bütün bu hadis-i şerifler Kur'ân-ı Kerim'de mücmel olan teyemmüm
âyetini tefsir ve beyân etmektedir. Teyemmümde toprağa vurmanın bir veya iki olması
ve el ve kollardan nerelere kadar mesh yapılacağı hususunda geçen ve ileride gelecek
hadisler ışığında fukahâ üç görüşe ayrılmışlardır. Ayrıca ulemânın ekserisinin kabul
ettiği gibi toprağa vuruş bir değil, her ne kadar bir defa ile iktifa edilebileceğini
söyleyenler ve hatta üç kere vurulmasının gerektiğini söyleyenler var ise de iki defa
olması istikametindedir. Ulemânın mesh konusundaki ihtilâflarını şu şekil de
sıralayabiliriz:

1. Parmak uçlarından omuzlara kadar mesh edilmesi görüşüdür. Bu İmam-i Zuhrî'ye
aittir.

2. Yalnız bileklere kadar meshedilmesi gerekir diyenlerin görüşüdür. Bu da Ammâr b.
Yâsir'den vârid olan sahih bir hadise dayanmaktadır.

3. Dirsekler de dahil dirseklere kadar mesh edilmesi görüşüdür. Bu, Hanefiler de dahil,
cumhurun görüşü oluyor. Bu hususta İmam Dehlevî "İki vuruşla dirseklere kadar
meshedilmesi amel bakımından ihtiyata en uygundur" demektedir.

Buhâri ve Müslim'in rivayetlerinde Hz, Aişe'nin gerdanlığının kayboluşu anlaşılmakta,

£173]

fakat teyemmümün keyfi 1 yetinden söz edilmemektedir.
321. ...Şakîk (r.a.)'den; şöyle demiştir:

Ben, Abdullah (b.Mes'ud) ile Ebû Mûsâ el-Eşârî'nin yanında oturmakta idim. Ebû
Mûsâ;

£1741

Ya Ebû Abdirrahman bir adam cünup olsa ve bir ay su bulamazsa teyemmüm
yapamaz mı? Ne dersin? dedi. Abdullah;

Hayır, bir ay da su bulamasa teyemmüm yapamaz, karşılığını verdi. Bunun üzerine
Ebû Musa:

Peki, Mâide Süresindeki "Su bulamazsanız temiz yer yüzü ile teyemmüm ediniz"
âyetini ne yapacaksın? dedi, Abdullah;

İnsanlara ruhsat verilseydi, suları soğuk gördükleri zaman hemen toprakla
teyemmüme yönelirlerdi. Ebû Mûsâ:

Demek bunu (cünüplükten dolayı teyemmümü)bunun için kerih gördünüz, öyle mi?
Abdullah:

Evet, dedi.Ebû Musa;

Ammâr'm, Hz. Ömer'e (söylediği) şu sözü duymadın mı? "Resûlullah (s. a.) beni bir
ihtiyaç için göndermişti, Cünup oldum, fakat su bulamadım .Bunun üzerine hayvanın
yerde yuvarlandığı gibi yuvarlandım, sonra da Resûlullah sallelahü aleyhi vesellem'e
gelip bu durumu haber verdim. Resûlullah; "Şöyle yapman kâfi idi" dedi ve elini yere
vurup, silkeledi, sonra sol eliyle sağ elinin üstünü, sağ eliyle de sol elinin üstünü daha
sonra da yüzünü mesnetti" Abdullah (b.Mesûd, Ebû Musa'ya cevaben);
Sen de Ömer (b. Hattâb)m, Ammâr'm sözü ile ikna olmadığını bilmiyor musun?



£1751

dedi."



Açıklama

Üzerinde durduğumuz haberin Buhârî ve Müslim'deki rivayetlerinde bazı farklılıklar
göze çarpmaktadır. Ancak bu farklılıklar mânâyı pek değiştirmemekte» laf uzların
ayrılığına rağmen mefhum itibariyle aynı sonuç elde edilmektedir.
Haberin zahirinden anlaşıldığına göre Abdullah b. Mesûd, cünup olan kişinin su
bulunmaması veya suyu kullanma imkânı Olmaması hâlinde teyemmüm
edemiyeceğini söylüyordu. Bu, Ebû Mûsâ el-Eş'ârî'nin kulağına gitmiş ve aralarında,
haberin metninde görülen konuşma cereyan etmiştir. İbn Mes'üd'un cünubün
teyemmümünü kerih görmesi, insanların soğuktan korktukları takdirde guslü bırakıp
teyemmüme yönelmeleri endişesinden doğmaktadır. Buhârî sarihlerinden Kirmânî'nin
beyânına göre, cünubün teyemmüm edebilmesi ruhsatı ile, soğuktan dolayı
teyemmüme yönelmesi arasındaki alâka, suyu kullanmaya kudretinin yetmemesidir.
Suyu kullanmaya gücün yetmemesi, ya suyun bulunmaması veya kullanılmasının
mümkün olmamasıdır.

Ulemânın büyük çoğunluğu, hem abdestsizlik, hem de cünublükten dolayı teyemmüm
edip namaz kılmanın sahih olduğu görüşündedirler ,Dört mezhebin görüşü budur.
Sadece, Ömer b. el-Hattab, Abdullah b. Mesûd ve İbrahim en-Nehaî'den, cünubün
teyemmümle namaz kılamayacağı görüşünde oldukları nakledilmiştir. Yine bunlardan
Hz.Ömer ile îbnMes'ûdunbu görüşlerinden döndükleri de rivayet edilmiştir.
Bu haberin tertibinden, teyemmümde tertibin şart olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü
Ammâr'm haberine göre, Efendimiz önce kollarını meshetmiş, yüzünün meshini
sonraya bırakmıştır. Tertip ise bunun tam aksidir. Hanefî ve Mâlikîlerin
mezheplerinde tertip şart değildir. Ahmed b. Hanbel de büyük hadesten dolayı
teyemmümde tertibe riâyeti şart koşmaz. Yine bu haberden, teyemmüm için ellerde
toz izlerinin bulunmasının şart olmadığı anlaşılmaktadır. Resûlullah Efendimizin
ellerini silkelemesi bu görüş sahiplerini te'yid etmektedir. Ellerde toz izlerinin
kalmasını şart koşanlar bu silkelemenin hafif olduğunu, tozları düşürmediğini
[1761

söylemektedirler.
Bazı Hükümler

1. Cünüplükten dolayı teyemmüm caizdir.

2. Teyemmüm ederken elleri silkelemek caizdir.

3. Teyemmümde tertibe riâyet şart değildir. Gusül için yapılan teyemmüm, abdest için

[1771

yapılanın aynıdır.

[1781

322. ...Abdurrahmânb. Ebza (r.a.)den şöyle demiştir:
Ben Ömer b. el-Hattab (r.a)m yanında idim. Bir adam geldi ve;

(Yâ emire'l-mü'minin) biz bir iki ay bir yerde kalıyoruz. (Cünub oluyor su
bulamıyoruz, ne yapalım?) dedi. Hz. Ömer;



Ben olsam su buluncaya kadar yıkanmam, cevabını verdi. (Orada bulunan) Ammâr
şöyle dedi:

Yâ emir'el-mü'minin, hatırlıyor musun? Hani senjnle deve (gütmek) de idik de ikimiz
de cünup olmuştuk. Bunun üzerine ben yerde yuvarlandım.Resûlullah (s. a) a gelip
durumu söyledim. Resûlullah;

"Şöyle yapman sana yeterdi" buyurdu ve ellerini yere vurdu, sonra onlara üfledi.
Sonra da elleriyle yüzünü ve kolunun yansına kadar ellerini mesnetti. Hz. Ömer:
Yâ Ammâr Allah'tan kork! dedi. Ammâr da:

Yâ Emirel-mü'minin, eğer sen istersen vallahi bunu ebediyyen (bir daha) söylemem,
dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer:

Hayır, vallahi bundan (teyemmüm hadisesinden) üzerine aldığın sorumluluğu sana
Lİ791

bırakıyorum, dedi.

Haberden anlaşıldığına göre, bir adam Hz. Ömer'e gelerek kendilerinin çok az su
bulunan bir yerde olduklarım, bu yüzden bazan yıkanabilmek için bir iki ay su
bulamadıklarını, bu durumda ne yapmaları gerkektiğini sormuş. Hz. Ömer de"Ben
olsam su buluncaya kadar yıkanmam" diyerek bu durumda namaz Alamayacaklarını
söylemiş; orada bulunan Hz. Ammâr başlarından geçen bir hâdiseyi hatırlatarak, böyle
hallerde teyemmüm yapılabileceğini belirtmek istemiştir. Ancak Hz. Ömer bu
hâdiseyi hatırlayamamış ve bu istikâmetteki birfetvânm vebalinin Ammâr'a ait
olacağını söylemiştir.

Bu hadiste Resûlullah'm, ellerini yere vurduktan sonra üflediği beyân edilmektedir ki
önceki hadiste de ifâde edildiği üzere teyemmümde elde toz bulunmasını şart
koşmayanların görüşlerini te'yid eder. Karşı görüşte olanlar, bu üflemenin, tozu
uçurmayacak şekilde hafif olduğunu söylemişlerdir.

Yine hadis-i şeriften, teyemmümde bir vuruşun yeterli olduğu anlaşılmaktadır.
Nitekim, bazı âlimlerin bu görüşte oldukları daha evvel beyân edilmişti. İki vuruşun
farz olduğu görüşünde olanlar, bu hadis-i şerifi şu şekilde anlamışlardır: "Bu ve
bundan önceki hadis, meshin nasıl yapıldığını beyân içindir. Teyemmümle ilgili bütün
esasları ifade etmemekdedir. Cenab-ı Allah, abdestte elleri dirseklere kadar yıkamayı

[İM

"yüzünüzü ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayınız" ayet-i kerimesi ile farz

um

kılmıştır. "Teyemmüm'de de meshi "yüzünüzü ve ellerinizi mesh ediniz" ayeti
ile vacip kılmıştır. Teyemmüm âyetinde mutlak olarak zikredilen el, abdest âyetinde
"dirseklere kadar" diye kaydedilen eldir.Bu açık beyân ancak bunun kadar açık bir
beyanla terkedilebilir ki, o da yoktur. Öyleyse teyemmümde ellerin mes-hedileceği
miktar, "dirseklere kadar"dır. Bu ifâdeler, ayrıca teyemmümde, ellerin bileklere kadar
meshini yeterli görenlere de bir cevap mahiyetindedir.

Hafız İbn Hacer el-Askalânî Buhârî şerhi Fethu'l-Bârî'de teyemmümde vacip olan
şeylerin bu hadiste anlatılanlar olduğunu, bunlara ilave olarak fiilen yapılan şeylerin
kemâle delâlet ettiğini, kavli bir ziyâdenin de mevcut olmadığını söylemektedir.
Ammâr (radıyallahü anh)m bu kıssası Resûlullah (s.a.) zamanında içti-Mdm caiz
olduğuna ve bunun fiilen tatbik edildiğine delildir. Fakat konu, usûl âlimleri arasında
ihtilâflara yolaçmıştır.Kimi, Resûlullah (s.a.) devrinde içtihadın mutlak olarak caiz
olmadığını; kimi, Efendimiz'in gıyabında caiz olduğunu, huzurunda caiz olmadığını
söylerken bazıları da Efendimizin hem huzurunda hem de gıyabında içtihadın caiz



olduğu görüşünü benimsemektedirler. Menhel sahibinin beyânına göre esah olan, her

£182]

hâlükârda cevazıdır.



Bazı Hükümler

1. Öğreticinin, öğreteceği şeyleri en iyi metotla karşıdakine aktarması lâzımdır.

2. Teyemmümde bir vuruş kâfidir. Tafsilat yukarıdaki hadislerin şerhinde
açıklanmıştır. Bu hadis de bir vuruş ile kifayet edilir diyenlere delildir.

3. Yere vurduktan sonra ellere üflemek caizdir.

4. Ashâb-ı kiramın, Resûlullah zamanında ictihâd ettikleri vakîdir.

5. Müctehid bütün gayretini sarfettikten sonra hata ederse, bu hatadan dolayı

0831

kınanamaz.

323. ...Abdurrahman b. Ebzâ; Ammâr b. Yâsir'den bu hadis-i şerifi (şu şekilde) rivayet
etti:

"Resûlullah (s.a.)î

"Ya Ammâr, şöyle yapman sana yeterdi" buyurdu Ve ellerini bir kere yere, sonra da
birini diğerine vurdu. Sonra yüzünü ve dirsekleri aşmadan kollarını, yarısına kadar

Lİ841

mesnetti."

Ebû Dâvûd dedi ki; Bu hadisi Veki' Ameş-Seleme b. Küheyl- Abdurrahman b. Ebzâ
senediyle; Cerîr de A 'meş-Seleme b, Küheyl-Said b. Abdirrahman b. Ebzâ ve babası

1185]

(Abdurrahman b. Ebzâ) senediyle rivayet etti.
Açıklama

Bu hadis bazı küçük farklarla önceki hadisin tekrarı gibi görünmektedir. Ancak bu
rivayette Resûlullah in teyemmümü beyan etmesine sebep olan hâdise yer almamıştır.
Bir de Efendimizin yere bir defa vurduğu ve kollan meshederken dirsekleri aşmadığı
açıkça ifâde edilmiştir.

Müellifin, sonraki ziyâdeyi kitabına almaktan maksadı A'meş'in talebeleri arasındaki

£1861

ihtilaflara işaret etmektir.
Bazı Hükümler

1. Teyemmümde yere bir vuruş kâfidir

2. Dirsekten mesh etmek şart değildir. Ancak teyemmüm abdestten bedel olduğu için

£1821

hanefîlere göre dirsekler de meshedilmelidir.

324. ...Abdurrahman b. Ebzâ'nm oğlu, babası vasıtasıyla Ammâr (r.a.)dan bu (önceki
hadislerde geçen)kıssayı rivayet etti. A Bu rivayete göre) Resûlullah (sallellâhü aleyhi
vesellem): "Sana sadece (şu) yeterdi" buyurdu ve elini yere vurup ona üfledi sonra da



£1881

yüzü ve ellerini mesnetti.

(Şube dedi ki); Seleme şüphe etti ve "Bu hadiste, dirseklere kadar mı, yoksa bileklere

£1891

kadar (manasına gelen bir şey) mi (dediğini) bilmiyorum" dedi.
Açıklama

Bu rivayet de, öncekilerle aynı mânâyı ifâde emektedir. Ancak bu rivayette: Seleme,
Rasûlullah (s.a.)'m ellerini dirseklerine kadar mı, yoksa "ellerine kadar" mânâsına
gelen başka bir mafsala kadar mı, meshettiğini bilmediğini kaydetmiştir. Ancak
Seleme "ellerine kadar" mânâsı ifâde eden sözü, lâfzan, hatırlayamadığını fakat bu

£1901

manayı ifâde eden bir söz olduğunu söylemiştir.

325. ...Şube bu (önceki) hadisi ayrı isnatla rivayet etti ve şöyle dedi: (Ammâr) dedi ki;
"Resûlullah (s. a.) sonra eline üfleyip, onunla (elleriyle) yüzünü ve dirseklere -veya
kollara- kadar ellerini mesnetti."

Şube dedi ki;

"Seleme, (Resûlullah) ellerini, yüzünü ve kollarım (mesnetti)" derdi. Bir gün Mansûr
kendisine "söylediğine dikkat et çünkü kolları (Zerr b. Abdullah'ın talebelerinden)

£191]

senden başka hiç biri söylemedi" dedi.
Açıklama

Bu Dâvûd bu rivayeti Sünen'e almaktaki maksadı, yukarıda Seleme'nin lâfzını
hatırlayamayıp mânâsıyle naklettiği sözün,"Kollara kadar" ibaresi olduğuna işaret

£192]

etmektir. Ancak bu ilâveyi sadece Seleme, bazı rivayetlerinde zikretmiştir.

326. ...Abdurrahmân b. Ebzâ bu (yukarıda geçen) hadisi Ammâr' dan, rivayet etti. Bu
rivayetinde Ammâr der ki:

"Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:

Ellerini yere vurup onlarla yüzünü ve ellerini meshedivermen sana yeterdi." Ammâr
(bunu dedikterî sonra) hadisin tamamım nakletti.
Ebû Dâvüd dedi ki;

Bu hadisi Şu'be, Husayn'den, o da Ebû Mâlik'ten şöylece rivayet etti: "Ammâr'ı
(Önceki hadisin) benzerini söylerken işittim. Ancak o "üflemedi" dedi."
Bu hadisi, Huseyn b. Muhammed ve Şu 'be 'den o da Hakem 'den: (Ammâr),

£193]

"Resûlullah ellerini yere vurdu ve üfledi dedi" şeklinde rivayet etti.
Açıklama

Bu rivayet de aşağı yukarı öncekilerdeki mefhumu içine almaktadır. Ne var ki, önceki
rivayetlerde Efendimizin, teyemmümü bizzat yaparak tarif ettiği beyân edilirken,



bunda lisânen tarif ettiği anlaşılmaktadır. Ayrıca, bu rivayette ellerde meshin son
haddi beyân edilmemektedir.Herneıkada A bazı âlimler bu hadisin elleri bileklere'kadar
mesh etmeyi kâfi görenlerin görüşünü te'yid ettiğini söylemekte ise de, buna delâlet
eden açık bir ifâde yoktur. Çünkü dirseklere kadar mesh de elleri içine alır.
Ebû Dâvûd bu hadisi Müsedded'den,bundan önceki rivayetleri ise, başa doğru sırayla,
Ali b. Selh er-Remlî, Muhammed b. Beşşâr, Muhammed b. Ali, Muhammed b. Kesir

£1941

eli -Abdı ve Muhammed b. Süleyman el-Enbârî isimli hocalarından almıştır.

327. ...Ammâr b. Yâsir'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Resûlullah (s. a. Ve
teyemmümü sordum. Bana hem yüz, hem de eller için bir defa vurmamı

[1951

emretti."
Açıklama

Bu hadisin zahirine göre, yüzü ve elleri meshetmek için yere bir kere vuruş yeterli
olmaktadır. Ellerin meshedilmesinde son bir had zikredilmediği için de sadece ellerin
meshi kâfi gibi görünmektedir.

Yere iki kere vurmayı ve dirseklere kadar meshetmeyi şart koşanlar, bu hadisi şöyle
te'vil etmişlerdir: "Daha önce Ammâr'm teyemmümde iki kere vurmaya işaret eden
rivayetinde olduğu gibi bu hadisin manası bir kere yüz bir kere de eller için vurmanı
emretti" şeklindedir. Bu hadis-i şerifte sadece eller zikredilmiş ise de, dirseklere kadar
meshi işaret eden hadisler ve teyemmümün abdeste bedel olması keyfiyeti ellerin
dirseklere kadar meshedileceği hükmünü ortaya koymaktadır.
Tahâvî, Şerhu Meânil-Asâr'da bu hususa işaretle şunları söylemektedir;
"Teyemmüm hakkındaki rivayetlerin farklılığı ve ulemânın ihtilâfından dolayı bu
görüşlerden sahih olanı ortaya çıkarmak için düşündük ve gördük ki, teyemmüm,
Cenab-ı Allah'ın zikrettiği abdest azalarından bazılarını düşürmüştür. Meselâ, baş ve
ayakların teyemmümde meshine lüzum yoktur. Ancak meshedilmeme o uzvun bir
kısmını değil, tümünü içine almaktadır. Yani teyemmümde meshedilmesi gerekmeyen
uzvun tümü hükmün dışında bırakıldığı gibi, meshedilecek uzvun da tamamı hükmün
içine girmekdedir. Abdest de yüzün tamamını yıkamak gerektiği gibi, teyemmümde de
yüzün tamamını meshetmek lâzımdır Aynı şekilde, nasıiki abdestte elleri dirseklere
kaçlar ykamak icabediyor ise teyemmümde de dirseklere kadar meshetmek gerekir."

Lİ961

Bu konuda söylenecek en güzel söz bu olsa gerektir.

328. ...Katâde'ye seferde iken teyemmümün hükmü soruldu. Katâde;

Bana bir muhaddis Şâ'bî'den, o Abdurrahman b. Ebzâ'dan o da Ammâr b. Yâsir'den
(Ammâr'm) şöyle dediğini haber verdi:

£1971

"Resûlullah (s.a.) (bana yüzü ve) dirseklere kadar (elleri) meshetmemi emretti."
Açıklama

Bu rivayet elleri dirseklere kadar meshetmeyi şart görenlerin görüşlerim te'yid



etmektedir.

Katâde'nin kendisinden hadis aldığı muhaddisin ismini söylememesi hadisin sıhhatine
mâni değildir. Çünkü bu zat onun katında güvenilir bir kimsedir. Nitekim, Buhârî'nin

£198]

de bu şekilde rivayet ettiği hadisler vardır.
122. Hazarda Teyemmüm

329. ..İbn Abbâs (r.anhümâ)'nm azatlısı Umeyr şöyle demiştir:

"Resûlullah (s.a.)'uı zevcesi Meymune (r.anhâ)'nm azatlısı Ab-durrahman b. Yesâr'la

£1991

birlikte geldik ve Ebû Cuheym b. Haris b. Simme el-Ensâri'nin yanma girdik.
Ebû Cuheym şunları söyledi:

Resûlullah (s. a.) Bi'ri Cemel tarafından geliyordu. Kendisine bir adam rastlayıp selâm
verdi. Fakat Resûlullah selâmını almadı. Bir duvara gelip yüzünü ve ellerini meshetti

r2001

sonra da adamın selâmını aldı."
Açıklama

Bu hadis-i şerifin ana mezvuu, şartların elverdiği takdirde seferde olduğu gibi hazarda
da teyemmümün caiz olduğudur.

İkinci husus ise Hz. Peygamber'in selâmı almak için de teyemmüm etmeleri
hususudur. Halbuki yine ittifakla kabul edilen hükme göre selâm alan birinin abdestli
veya teyemmümlü olması gerekmez. Abdestsiz bir kimse de selâm alabilir. Ancak
burada Peygamber (s.a)'m tahâretsiz gezmemeye ve zikruilah olan selâmı da taharet
üzere almasma itinası görülmektedir ve bunda ümmeti teşvik vardır. Bu husustaki
hadisler ilerde gelecektir.

Resûlullah sallellâhü aleyhi vesellem'in, Medine'nin yakınındaki Bi'r-i Cemel denilen
yerden gelirken karşılaş ip abdesti olmadığı için selâmına karşılık vermediği şahabı,
Ebû Cuheym'in, Begavî'deki rivayetinden anlaşıldığına göre, kendisidir. Bu hâdise,
Medine içinde vuku bulduğu için seferde olduğu gibi hazarda da teyemmümün caiz
olduğuna delildir. Dört mezhebin muteber görüşü de budur.

Peygamber (s.a.)'m teyemmüm yaptığı duvar, ya vakıf gibi mubah bir maldır ya da
Efendimiz, sahibinin rızâsı olacağını bildiği için izin almak ihtiyacını hissetmedi. Rıza
hâlinde sahibine sormadan bir kimsenin malından istifade etmek müslümanlara
caizdir.

Resûlullah (s.a.)m bu teyemmümünü bazı âlimler suyu bulamadığına hamletmişlerdir.
Aynî şöyle der:

"Şeyh Muhyiddin; Bu hadis, Peygamber aleyhisselâmm suyu bulamadığına
hemledilir. Çünkü suyun bulunması halinde, onu (suyu) kullanmaya muktedir olan
kimsenin ister vakit dar, ister geniş, ister cenaze ve bayram namazı olsun,
teyemmümün caiz olmadığını söylemiştir. Ben de derim ki, hadis mutlaktır. Bundan
selâm almak gibi bir şey için, su bulunsa da bulunmasa da teyemmüm etmenin caiz
olduğu anlaşılır. Vaktin çıkmasından korkulduğu takdirde cenaze ve bayram namazları
için de hüküm budur. Yani su olsa bile teyemmüm yapılabilir. Onun için hadisi, suyun
bulunmadığına hamletme mecburiyeti yoktur."



Begavî, Şâfıtlerden naklen, vaktin darlığı hâlinde teyemmüm ederek farz namazın
kılınacağını, sonra abdest alarak o namazın kaza edileceğini söylemişse de bu Şafiîler
arasında pek muteber değildir. Hatta onlara göre vaktin daralması sebebiyle cenaze ve
bayram namazları için bile (su bulunduğu takdirde) teyemmüm edilemez.
Hanefilere göre, hüküm yukarıda Aynî'den naklettiğimiz gibidir. Vaktin çıkması
korkusuyla vakit ve cuma namazı için teyemmüm yapılamaz. Fakat cenaze ve bayram
namazı için caizdir. Ayrıca Hanefî âlimlerinden bazıları bu hadise dayanarak, suyu
kullanma imkânı olduğu halde mendup olan abdestin yerine teyemmümün caiz
olduğunu söylemişlerdir.

Yine bu hadis taş üzerinde teyemmüm caiz olduğu görüşünü de te'yid etmektedir.
Çünkü Medine'nin duvarları taş ile yapılmakta idi. Resûlullah öyle bir duvarda
teyemmüm yaptı. Teyemmüm için tozu şart koşan Şafiîler . hadisi duvarda tozun

[201]

bulunduğuna hamletmişlerdir.
Bazı Hükümler

1. Hadis, selâmın meşru oluşuna delildir.

2. Selamı alırken, teyemmümle de olsa taharet üzere bulunmak müstehabtır.

r2021

3. Duvar ve taş üzerine teyemmüm yapmak caizdir.
330. ...(Abdullah İbn Ömer'in azatlısı) Nâfi' demiştir ki;

Bir ihtiyaç içinîbnömer'leberaber İbn Abbâs'a gittik. İbn Ömer, (İbn Abbas'la ilgili
olan) ihtiyacım giderdi, (sonra döndük). İbn Ömer o günkü konuşması arasında şöyle
dedi:

(Medine) yollar(m)dan birinde bir adam büyük veya küçük ab-destinden çıkmış olan
Resûlullah (s.a.)'a rastlayıp selâm verdi. Fakat Efendimiz selâmını almadı. Adam
nerde ise sokakta kayboluyordu (uzaklaşmıştı) ki, Peygamber (s. a.) ellerini duvara
vurdu yüzünü mesnetti. Sonra tekrar vurdu, kollarını meshetti, sonra da adamın selâ-
mını iade edip şöyle buyurdu:

[2031

"Selâmını almadığıma sebep abdestsiz olmamdan başka bir şey değildir."
Ebû Dâvûd dedi ki;

Ahmed b. Hanbel'i, "(Bu hadisin râviierinden olan) Muhammed b. Sabit teyemmüm
hakkında münker bir hadis rivayet etti" derken işittim. (Ebû Davud'un talebeleriden)
îbn Dâse de şöyle demiştir:

Ebû Dâvûd; "Bu kıssadaki yere iki defa vurmanın Resûlullah aleyhisselâmdan
nakledildiğinde Muhammed b. Sabit'e mutâbeat edilmemiştir. (Başkaları) onu İbn

r2041

Ömer'in fiilî olarak rivayet etmişlerdir" dedi.
Açıklama

Musannifin bu son ilâveleri yapmaktan maksadı habisin zayıf-lığma işarettir. Aynî,
Buhârî'nin, Muhammed b, Sâbit'in bu hadisi Resûlullah'a kadar ref etmesini red
ettiğini söylerken, Hattâbî de Muhammed b. Sâbit'in> hadisi ile amel edilemeyecek



kadar zayıf bir râvi olduğunu, bu yüzden bu hadisin sahih olmadığını kaydeder.
Beyhakî ise, bazı Hafızların bu hadîsin Resûlullaha ref ini inkâr ettiklerini,bir gurubun
da bunu Nâfî'den İbn Ömer'in fiilî olarak rivayet ettiklerini söylemiştir. Daha sonra bu
hadisin ref inin münker olmadığını, Müslim b. İbrahim'in Muhammed b. Sâbit'i övüp
ondan rivayette bulunduğunu ilâve etmiştir.

Resûlullah (s.a.)'m yolda karşılaştığı sahâbînin kim olduğu bu hadiste tasrih
edilmemiştir. Fakat eğer bu hâdise, evvelki hâdis-i şerifte beyân edilen hâdisenin
aynısı ise, o zatın Ebû'l-Cuheym olması gerekir.

Efendimizin bu zâtın selâmını almaması hadis-i şerifte de beyân edildiği üzere abdesti
olmadığından dolayıdır. Bu konuda Aynî, İbn'l-Cevzî'nin şöyle dediğini söylemiştir:
"Ya, Selâm Allah'ın isimlerinden biri olduğu için, Resûlullah abdestsizken selâm
almayı doğru bulmamıştır, ya da önceden hüküm bu iken sonradan değişmiştir." ,
Tahâvi, şerhinde ise "Abdestsiz iken selâm aimayı men'eden hadis ab-dest âyeti ile
neshedümiştir.ıBu hükümün"Resûlullah her zaman Allah'ı zikrederdi" mealindeki Hz.

[205]

Aişe hadisi ile neshedildiği de söylenmiştir" denilmektedir.

331. ...Nâfıjbn Ömer(r.ahumâ)mşöyle dediğini rivayet etmiştir:

Resûlullah (s. a.) def-i hacetten gelmişti ki,Bi'r-i Cemel'in yanında bir adam (Ebû
Cuheym) kendisi ile karşılaşıp selâm verdi.

Resûlullah hemen selâmım almadı. Ancak duvara yönetip de, elini üzerine koyup

T2061

yüzünü ve ellerini meshettikten sonra o zatın selâmını aldı.
Açıklama

Bu hadis-i şerifin diğerlerinden farklı olan tarafı Peygamber (s.a.)'m duvara kaç defa

el sürdüğünün belirtilmemesidir.

îbn Mâce ise bu konuda şöyle bir hadis nekletmektedir:

"Resûlullah (s.a.) bevlederken birisi yanından geçti ve selâm verdi. Resûlullah
selâmını almadı. Hacetini bitirince, yere iki elini vurdu, teyemmüm etti, sonra da
selâmım aldı."

Bu rivayet ise, bir önceki Muhammed b. Sâbit'in merfu denilen hadîsini desteklemekte
ve merfu olduğunun inkâr edilmemesinin uygun olacağı istikametindedir. Ayrıca

r2071

Münzirî de bu hadis-î şerife basen demiştir.
123. Cünübün Teyemmüm Etmesi
T2081

332. ...Ebû Zerr (r.a.)'den demiştir ki;

"Resûlullah (sallellâhü aleyhi vesellem)in yanında (gelen zekâtlardan) küçük bir
koyun sürüsü birikti. Resûlullah (s.a.):

"Yâ Ebâ Zer, bu sürüyü (gütmük üzere) kıra götür", buyurdular.

f2091

Ben de Rebeze köyüne sürdüm. Ben cünup oluyor ve (su olmadığı için
yıkanamadan) beş altı (gece) kalıyordum. Nihayet Resûlullah (s.a.)a geldim:



"Sen ha Ebü Zer" (bu halin ne!)? buyurdular. Ben (cevap vermeden) sustum.
Efendimiz;

"Ya Ebâ Zer, Anan acını görmesin yazık anana" buyurdu ve benim için siyah bir
câriye kız çocuğu çağırdı. Câriye, içerisinde su dolu bir kova getirdi, beni (bir taraftan)
bir örtü ile gizledi. Ben de (öte yandan bir) devenin arkasına geçerek gizlendim ve
yıkandım. Üstümden bir dağı atmış gibi oldum. Bilâhere Resûlullah (s. a.) şöyle
buyurdu:

On seneye kadar bile olsa temiz toprak müslümanm abdest suyu (temizleyicisi)dur.
Ancak suyu bulduğun zaman onu bedenine dök, (guslet). Çünkü bu daha

hayırlıdır."

Müsedded, "Sürünün zekâtlardan biriktiğini" söylemiştir. (Tercemede de bu
gözönünde bulundurulmuştur.)

mm

Ebû Dâvûd, Amr (İbn Avn )m rivayeti daha tamdır, dedi.
Açıklama

Hadis-i şerifin siyakından anlaşıldığına göre, kıra koyun gütmek üzere giden Ebû
Zerr-i Gıfârî cünup olmuş, su bulamadığı için beş altı gün yıkanamamış ve
namazlarını bu halde kılmıştır. Ancak bu durum kendisini rahatsız etmiş ve Resûlullah
(s.a.)'a gelerek halini haber vermiştir. Resûlullah, Ebû Zerr'in durumunu yadırgayarak
"Sen ha, Ebû Zer?!" buyurmuş Ebû Zer ise utandığı için susmuştur. Bu hadisten sonra
gelecek olan rivayette ise, Ebû Zer Resûlullah'm sorusuna "Evet" diyerek mukabelede
bulunmuştur. Bu iki rivayet birleştirildiği takdirde, Hz. Ebû Zerr'in önce sustuğu daha
sonra da meselenin hükmünü öğrenmek için "evet" diyerek mukabelede bulunduğu
anlaşılır.

Bunun üzerine Hz. Peygamber, "Anan oğulsuz kala, yazık senin anana" buyurmuştur.
Bu mânâyı ifade eden deyimi, bir beddua olabileceği gibi "Sen bu hâle

geldikten sonra ölseydin daha iyi idi" manasına da gelebilir. Buradaki söyleniş beddua
manasına olmayıp, ayıplama, kınama mânâsına olması akla yakındır. Bu bakımdan
tercümede bu deyimleri, "Anan acını görmesin, yazık senin anana!" diye çevirdik.
Resûlullah (s.a.)a bunu söyledikten sonra, Ebû Zerr'in gusletmesi için siyahı bir
cariyeyi vazifelendirmiş, daha sonra da suyun bulunmaması halinde teyemmümü
tavsiye etmiştir.

Hattâbî bu hadis hakkında şunları söylemektedir:

"Teyemmüm eden bir kimsenin bu teyemmümü ile birden fazla namaz kılmasını caiz
gören Hanefîler, bu hadis-i şerifi delil alırlar. Ayrıca her hâlü kârda ister namaz içinde,
ister dışına suyun bulunması ile, teyemmümle yapılan taharetin bozulacağı da hadisin
hükmü içindedir.

"Vücûdunun tamamına su yetişmediği takdirde yetiştiği kadarını yıkayıp geri kalan

uzuvların ise, teyemmüm edileceği görüşünde olanlar da bu hadise dayanırlar.

"Aynı şekilde, bazı uzuvlarında yara olanların, yaralı kısımları teyemmüm edip, kalan

kısımları yıkayacağını ve şehir içerisinde cenaze ve bayram namazı için de olsa

teyemmümü caiz görmeyen Şâfıîler için de bu hadis hüccettir."

Efendimizin "on seneye kadar bile olsa" sözünün mânâsı, belirli bir süre ile tahdit

etmek olmayıp uzun süre yapılabileceğini ifade etmektir, "on seneye kadar bir



teyemmüm kâfidir" demek değildir.

Ancak Hattabî'nin söylediği şeylere hadisin delâleti açık değildir. Nitekim Buhârî
şârihi Aynî, Hattabî'ye itiraz ederek şöyle der:

"Bu hadis, mübdel ile (teyemmümle) mübdelün minh olan (guslün) birleştirilerek bir
taharet yapılacağı anlamına gelmemektedir. Cildin bir kısmını yıkamak, bir kısmını da
teyemmüm etmek Efendimizin "onu bedenine sür" sözünün neresinden anlaşılır? İbare
asla buna delâlet etmez. Bilakis bu Şâfiîlere karşı bizim için bir hüccettir. Çünkü
"suyu bulduğun zaman" sözü gusül veya abdeste yetecek kadar suyu bulduğun zaman
onu bedenine sür, demektir. Zira Efenimiz, (s. a.), "su" kelimesini harf-i tarifle
söylemiştir ki, bu tam olanı içine alır. Dolayısıyle abdest veya gusle yetmeyecek kadar
su bulunursa, teyemmüm yapılır. İhtiyaca kâfi gelmediği takdirde suyun varlığı ile
yokluğu arasında fark yoktur. Aynı şekilde bir kimse su bulduğu halde, kullandığı
takdirde kendisinin veya hayvanının susuz kalacağından korkarsa, su bulamamış
gibidir. Yani teyemmüm yapar.

"Şehir içinde, cenaze veya bayram namazları için teyemmüm edilmeyeceği istidlali de
sahih değildir. Çünkü sadece suyu bulmak kâfi değildir. Şart olan onu kullanmaya
muktedir olmaktır. Cenaze hazır olup da ona yetişe-meyeceğinden korkan kişi, suyu
kullanmaya gücü yetmiyor demektir. Ama abdest alıp cenazeye veya bayram
namazına yetişebilecekse teyemmüm edemez. Bu mes'ele Hanefi fıkıh kitaplarında
açıktır."

Yukarıda Hattâbî'den naklettiğimiz Şâfıîlerin; Aynî' den naklettiklerimiz de Hanefîlerin
görüşleridir» Onun için mesele hakkında mezheplerin görüşlerini ayrıca tekrarlamaya

[212]

lüzum görülmemiştir.
Bazı Hükümler

1. Malın korunması ve artırılması için gayret sarfedilmelidir.

2. İdarecinin, idaresi altmdakileri gerektiği şekilde eğitmesi uygundur.

3. Küçüğün büyüğe hizmeti meşrudur.

4. Avret mahallin'in örtülmesi lâzımdır.

5. Suyun bulunmaması halinde gusül için de teyemmüm meşrudur. Bu teyemmüm de
abdest yerine yapılan teyemmüm gibidir.

6. Teyemmüm eden kişi bu teyemmümle birden fazla namaz kılabilir. Bu, Ebû
Hanîfenin görüşüdür.

7. Su bulunduğu zaman teyemmüm bozulur.

mu

8. Teyemmüm hususunda abdestsiz olanla cünup olan arasında fark yoktur.

[2141

333. ...Benû Amir'den bir zatın, şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"İslama (yeni) girmiştim. Dinim beni gayrete getirdi. (Dini konulara sarıldım). Ebû

Zerr'e geldim. Ebû Zerr şöyle dedi:

Medine'nin havası bana dokundu. Resûlullah (s.a.) bir zevd (üç yaş ile dokuz yaş
arasındaki deve) ile bir koyun (almamı) emretti ve "Sütlerinden iç " buyurdu.
Hammad dedi ki: "(Şeyhimin) idrarından da iç (deyip demediğinde) şüphe ediyorum. "



Ebû Zerr devamla şöyle dedi:

Ben sudan uzakta idim, ve hanımım da benimle beraberdi. Bu yüzden cünup oluyor ve

abdestsiz namaz kılıyordum. (Bir gün) öğle vakti Resûlullah (s.a.)'a geldim. Efendimiz

ashabından bir cemaat içinde mescidin gölgesinde idi. (Beni görünce):

(Ne bu halin) Ebû Zerr? buyurdu.

Evet, ya Resûlullah helak oldum, dedim. Resûlullah:

"Seni helak eden nedir? "diye buyurdu.

Ben sudan uzakta idim ve ailem benim yanımda idi. Bu yüzden cünup oluyor ve
abdestsiz namaz kılıyordum, dedim. Resûlullah (s. a.) benim için su getirilmesini
emretti ve siyah bir câriye (kız çocuğu)içinde su çalkalanan bir kap getirdi. Tam dolu
olmayan o su kabını alıp devemin arkasına gizlenip yıkandım ve (geri) geldim.
Resûlullah (s. a.) şöye buyurdu:

Ey Ebâ Zerr, on seneye kadar bile su bulamazsan muhakkak temiz toprak

[215]

temizleyicidir suyu bulduğun zaman suyla yıkan (guslet).
Ebû Dâvûd şunları ilave etti:

Bunu Hammâd b. Zeyd, Eyyûb'dan "idrarlarını" zikretmeden rivayet etti.
(Bu hadiste) "idrarlarını" sözü sahih değildir. "İdrarlar" (lâfzı) hakkında Enes

12161

hadisinden başkası yoktur. Onu da sadece Basralılar rivayet etmiştir.
Açıklama

Görüldüğü gibi bu rivayet, önceki hadisle hemen hemen aynıdır. Fazla olarak bu
rivâyette, Ebû Zerr (r.a.)m koyunla birlikte bir de deve götürdüğü ve ailesi yanında
olduğu için cünüplüğün temas neticesinde meydana geldiği anlaşılmaktadır. Buna
göre, teyemmümâle temizlenilen cünüplüğün isteyerek olması ile elde olmadan olması
arasında fark yoktur.

Hammâd'm şüphe olarak belirtdiği fakat Enes hadisinde açıkça ifade edilen "idrariarı"
kelimesindenjmam Mâlikle İmam Ahmed, deve ve buna kıyasla eti yenen
hayvanların idrarlarının temiz olduğu hükmüne varmışlardır.

Hanefî ve Şâfiîlere göre eti yenen ve yenmeyen bütün hayvanların idrarları ve tersleri
pistir. "İdrardan sakınınız. Çünkü kabir azabının çoğu, idrardandır" hadis-i şerifinin
umumu delil olarak kabul edilmiştir. Bu görüş sahipleri, adı geçen Enes hadisi ile
yapılan istidlale, Efendimiz (s.a.)in vahy ile şifâ vereceğini bildiği için tedâvî
maksadıyle idrarı süte karıştırarak içmeyi emrettiğini söyleyerek cevap vermişlerdir.
Resûlullah (s.a.)uı, "Muhakkak temiz toprak temizleyicidir" beyânının mutlak
oluşundan, teyemmüm hususunda yolcu ile yolcu olmayan arasında fark olamadığı,
zaman uzasa bile suyu kullanma imkânı olmadığı takdirde teyemmümün caiz olduğu
anlaşılmaktadır. Çünkü Efendimiz teyemmümün cevazı için bir mekân tayin

um'

etmemiştir.

124. Soğuktan Korktuğu Zaman Cünub Teyemmüm Edebilir Mi?
334. ...Amr b. el- As (r.a.)den demiştir ki;



"Zâtü's-selâsil gazvesinde iken soğuk bir gecede ihtilâm oldum. Gusledersem helak
olacağımdan korkup teyemmüm ettim ve arkadaşlarıma (orduya) sabah namazını
kıldırdım. (Medine'ye döndükten sonra) bunu Resûlullah (s.a.)'a haber verdiler.
Resûlullah (s. a.):

"Ya Amr, sen ashabına cünup olarak mı, namaz kıldırdın? dîye sordu.
Beni yıkanmaktan alıkoyan şeyi haber vererek şöyle dedim;

Ben Cenab-ı Allah'ın şöyle buyurduğunu işittim: "Kendi kendinizi öldürmeyiniz,

12181

muhakkak Allah size karşı merhametlidir." Bunun üzerine Peygamber (s.a.)

[2191

güldü, hiç bir şey demedi.

Ebû Üâvûd dedi ki; Abdurrahman b. Cubeyr Mısırlı 'dır, Hârice b. Huzâfe'nin

T2201

azathsıdır. Cubeyr b. Nufeyr değildir.
Açıklama

Zâtü's-selâsil gazvesi h. 8. senede yapılmıştır. Müşrikler, içlerinden bazılarının korkarak
kaçmalarından çekindikleri için birbirlerine zincirlerle bağlanmışlardı.Bu yüzden bu
isimle anılmaktadır.Bu isim hakkında başka görüşler varsa da meşhur olanı budur. Bu
gazve hakkında kısaca şu bilgileri yazalım:

Kuzâa Kabilesinden bir gurup toplanarak Medine civarına yaklaşmak isdediler.
Resûlullah (s.a.) Amr b. As'ı çağırarak üç yüz kişi ile düşmana karşı gönderdi. Amr,
onlara yaklaşınca çok kalabalık olduklarını öğrendi ve Hz. Peygamber'den yardım
istedi. Efendimiz de içlerinde Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer de bulunan iki yüz kişilik
bir kuvvetle Ebû Ubeyde'yi gönderdi. Müslümanlar, düşmana şiddetli bir hamle
yaptılar. Onlar da korkarak dağıldılar.

Hadis-i şeriften anlaşıldığına göre, soğuğun zarar vermesinden korkulduğu takdirde
gusül yerine teyemmüm caizdir. Çünkü Peygamber Efendimiz Amr b. As'ın
gusletmeyip teyemmüm etmesinin sebebini öğrenince ona karşı çıkmamış, bilakis
gülerek mukabelede bulunmuştur. İbn Reslân, tebessüm ve gülmenin ikrar yönünden
sükûttan daha kuvvetli olduğunu söyler. Ancak soğuktan korkan kimsenin gusül
yerine teyemmüm edip edemeyeceği ulemâ arasında ihtilaflıdır.
Atâ b. Ebî Rebâh ve Hasen el-Basrî'ye göre Ölecek de olsa, bu durumda teyemmüm
caiz değildir, gusletmesi gerekir. Süfyan es-Sevri ve İmam Mâlik soğuğu hastalık
mesabesinde tutarak mutlak manada teyemmümü caiz görmüşlerdir. İmam-ı âzam Ebû
Hanife bu durumda teyemmümü hazarca bile caiz görürken, Ebû Yûsuf ve
Muhammed hazar hâlinde caiz görmemişler; cevazı seferle kayıtlamışlardır.
İmam Şafiî'ye göre yıkandığı takdirde helak olacağından korkan kimse teyemmüm
ederek namazını kılar, fakat sonradan bu şekilde kıldığı namazlarını kaza eder. Bu
konuda İbn Reslân da şöyle der:

"Suyu ısıtmaya veya hatta onu, zarar vermeyecek şekilde kullanmaya imkân bulan
kimse teyemmüm edemez. Meselâ Uzuvlarını teker teker yıkayıp örtmeye böylece
soğuktan korunmaya muktedir olan kimse gusletmeli-dir. Ama buna imkân bulamazsa
teyemmüm edebilir. Ulemânın çoğunuluğunun görüşü bu merkezdedir."
Bu durumda teyemmümü caiz görenler hükmen, suyu yok kabul
etmişlerdir. Hanefîlere göre sudan bir mil (1855m) uzakta olan kimse de hükmen suya



sahip değildir. Teyemmüm edebilir. Yine aynı şekilde suya gittiği takdirde kendisine
veya malına (İmam Ebû Hanife'ye göre bir dirhem, Mâlike göre temizleneceği suyun
parası kadar bile olsa) zarar geleceğinden korkan kimseye göre de su hükmen yok

1221]

sayılır, teyemmüm edebilir.
Bazı Hükümler

1. Peygamber (s. a.) devrinde ictihâd yapılmıştır.

2. Hakimin hüküm vermeden önce davalıyı dinlemesi sadece hasmının iddiasıyla
yetinmemesi gerekiyor.

3. Dâvâlının ileri sürdüğü deliller doğru ve geçerli ise, hâkimin bunu kabul ettiğini
göstermesi lâzımdır.

4. Resûlullah (s.a.)m susması ve tebessümü ikrardır; hüküm için hüccettir.

5. Su olduğu halde kullanma imkânı yoksa teyemmüm caizdir. Çünkü bu halde

f2221

hükmen su yok sayılır.

335. ...Amr b. el-As'm azatlısı Ebû Kays:

"Amr b. el-As, bir seriyyenin başında idi" (diye başlayarak) önceki hadisin bir
benzerini rivayet etti ve şöyle dedi:

"Amr, koltuk altlarını ve eteğini yıkadı, namaz için aldığı abdest gibi abdest aldı,

f2231

sonra da cemate namaz kıldırdı." Ebû'Kays önceki hadisin benzerini nakletti

T2241

ancak teyemmümü zikretmedi.

Ebû Dâvûd bu kıssa Evzâî tarikiyle Hassan b. Atiyye'den: "Daha sonra teyemmüm eti"

1225]

şeklinde rivayet edildi demiştir.
Açıklama

Bu hadis, önceki hadisin değişik bir rivayetidir. Ancak önceki rivayette Hz. Amr'm
teyemmüm ederek namazı kıldırdığı söylenirken, bu rivayette teyemmüm
zikredilmemiş, buna mukabil, koltuk altlan ile eteğini yıkayıp abdest aldığı ve bu
şekilde namazı kıldırdığı belirtilmiştir.

Beyhakî'nin beyânına göre, Amr b. el-As'm her iki rivayette nakledilenleri yapması
yani hem abdest alarak hem de teyemmüm ederek namazı kıldırmış olması

T2261

muhtemedir. Böylece iki rivayet arasındaki ihtilâf giderilmiş olmaktadır.
12271

125. Yaralının Teyemmümü

336. ...Câbir b. Abdillah (r.a.)den, şöyle demiştir:

Bir sefere çıkmıştık, bizden bir adama taş değdi ve başını yardı. Sonra bu zat ihtüâm
oldu. Arkadaşlarına:



Benim teyemmüm etmeme ruhsat buluyor musunuz? diye sordu.

Sen suyu kullanabilirsin, sana (teyemmüm için) ruhsat bulmuyoruz dediler.

Adam yıkandı akabinde de öldü. Peygamber (s.a.)m huzuruna geldiğimizde bu hâdise

(kendisine) haber verildi. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.):

"(Fetvayı verenler) onu Öldürdüler, Allah da onları öldürsün. Bilmediklerini sorsalardı
ya! Cehaletin ilacı ancak sormaktır. Onun teyemmüm etmesi, yarasının üzerine bir bez
T2281

bağlayıp sonra üzerine meshetmesi ve vücudunun geri kalan kısmım da yıkaması

f2291

ona yeterdi, diye buyurdu.
Açıklama

Hadis-i şerif, yaralı olan kişinin teyemmüm edebileceğini göstermektedır.Hattabi, bu
hadisin teyemmümle guslü beraber yapmayı emrettiğini, diğeri olmadan birisinin kâfi
olmayacağını söyledikten sonra, Hanefi ve Şâfıîlerin bu meseledeki görüşlerini
kaydeder. Hattâbî'nin kaydına göre, Hanefî mezhebinde, uzuvların azı yaralı ise, su ile
teyemmüm arası birleştirilir. Azaların çoğu yaralı ise, yıkanmaya lüzum yoktur, her ta-
rafı için teyemmüm yeterlidir. Şafiî'de esah olan görüşe göre, yara az olsun çok olsun
mutlaka gusül gerekir.

Ancak Hanefilerden Aynî, Hanefî Mezhebinin görüşünün, Hattâbî'nin isnad ettiği gibi
olamadığını, doğrusunun şu şekilde olduğunu söyler: "Bir kimsenin vücudunun
yandan çoğu sağlam olup da bazı yerlerinde yara varsa, sıhhatli yerlerini yıkar,
sargıların üzerine mesheder, teyemmüm edemez. Eğer bedeninin çoğu yaralı ise,
sadece teyemmüm eder sıhhatli yerlerini yıkamasına lüzum yoktur."
Hanefi Mezhebinin yaralılar hakkındaki görüşü Hattâbî'nin dediği gibi değil, Aynî'nin
söylediği gibidir.

Aynî, üzerinde durduğumuz hadis-i şerifteki, teyemmümle guslü birleştirmeyi ifâde
eder mahiyetteki ibareyi de şu şekilde izah etmiştir: "Peygamber (s.a.) gusulle
teyemmümü birlikte yapmayı emretmemiştir. Ancak yaralı olan cünub bir kimsenin,
ya teyemmüm edeceğini, ya da yaranın üzerini mes-hedip bedeninin kalan kısmını
yıkayacağım beyân etmiştir. Fakat buradaki "teyemmüm edip yarasını mesheder"
sözü, vücudunun ekserisinin yaralı oluşuna, "bedeninin geri kalanım yıkar" sözü de
vücudunun ekserisinin sıhhatli oluşuna hamledilir. Böyle olmasa bile bu hadis
malûldür. Çünkü senedinde Zübeyr b. Hurayk vardır. Dârakutnî bu zat için "kuvvetli
değildir", Beyhakî de bu hadis kuvvetli değildir, demektedir."

Aynî'nin sözleri burada sona ermektedir. Aynî ve Hattâbî'nin söyledikleri ile beraber
diğer mütalaalar da değerlendirilirse, şöyle bir sonuca varılabilir:
Suyu kullandığı takdirde öleceğinden korkan bir kimsenin teyemmüm etmesi ittifakla
caizdir. Eğer hastalığın artması veya tedavinin gecikmesinden korkarsa, Ebû Hanife ve
Mâlik'e göre teyemmüm ederek namaz kılabilir, iadesi de gerekmez. Şafiî
mezhebindeki râcih görüş de budur. Bir kimsenin bir uzvunda yara, çıban veya kırık
olur da üzerine sargı sarar ve onu çözdüğü takdirde öleceğinden korkarsa, Şafiî'ye
göre sargının üzerine mesheder ve teyemmüm eder. Eğer sargıyı taharet üzere iken
sarmışsa, bu şekilde kıldığı namazı iade gerekmez. Hanefîlerle Mâlik'e göre
vücudunun bir kısmının yaralı veya çıban olmakla beraber, sağlam tarafı fazla ise,
oraları yıkayıp yaranın üzerini mesheder. Yaralı kısım daha fazla ise, sadece



teyemmüm eder. Ahmed b. Hanbel ise sağlam kısımların yıkanacağını, kalan
kısımların da teyemmüm edileceğini söyler.

Resûlullah (s. a.), yaralı olan sahâbiye teyemmüm ruhsatı vermedikleri için ölümüne
sebep olanlara "Onu öldürdüler" dediği halde diyet almaması,haksız yere de olsa
yanlış fetva verip de birisinin ölümüne sebep olan müftüye diyet gerekmediğine işaret
eder.

Resûlullah (s.a.)m yanlış fetva verenler için, "Onu öldürdüler, Allah da onları
öldürsün" buyurması, onların ölümü için dua değil, onları tehdid ve azarlamak içindir.
Bundan sonra da Efendimiz, bilmeden fetva vermeyi ayıplamış ve bilmediklerini

sorup öğrenmeye teşvik etmiştir.

Bazı Hükümler

1. Bilmeden fetva vermek büyük bir günahtır.

2. Ilım öğrenmek cehaletin ilacıdır.

3. Hata da etse, fetva veren kimseye diyet yoktur.

4. Zarara uğramakdan korkan kişinin, guslü bırakıp teyemmüm etmesi caizdir.

5. Yaralı olan kimsenin yarayı bir sargı ile sardıktan sonra üzerine meshetmesi caizdir.
[231]

337. ...Abdullah b. Abbâs (r. anhüma)dan; demiştir ki;

Resûlullah (s. a.) zamanında bir adam yaralandı sonra da ihtilam oldu. Yıkanmasını
emrettiler o da yıkandı. Bunun üzerine adam öldü. Hâdise Peygamber (s.a.)e aktarıldı.
Resûlullah (s. a.) şöyle buyurdu:

f2321

Onu öldürdüler, Allah da onları öldürsün, cehaletin şifâsı sormak değil miydi?
Açıklama

Bir önceki hadiste zikredilen hâdisenin değişik bir rivayeti olan bu hadisi Evzâî'nin
Ata'dan bizzat işitip işitmediğinde ihtilâf vardır. Ebû Zür'a ve Ebû Hâtim'den,
Evzâî'nin bu hadisi Atâ'dan işitmediği, onun İsmail b. Müslim'den, onun da Atâ'dan
işittiği nakledilmiştir. Fakat Hâkim bu hadisi, Bişr b. Bekir, Evzaî ve Atâ b. A Ebî
Rebah senediyle rivayet edip, "Bişr b. Bekir sıkadır, me'mundur" demiştir.
Evzâ'nin bu hadisi Atâ'dan bir defa vasıtalı, bir defa da vasıtasız olarak iki kere
rivayet etmiş olması muhtemeldir. İmam Nevevî, "Bu, yân'ı bu babın hadisi ittifakla
zayıftır. Peygamber (s.a.)'in Hz. Ali'ye sargı üzerine meshetmesini emrettiği haberine
benzer." demektedir.

Hadisin muhtevası hakkında malumat edinmek için bir önceki hadisin açıklamasına
f2331

bakılmalıdır.

126. Namazı Kıldıktan Sonra Vakit İçinde Su Bulan Müteyemmimin Durumu



338. ...Ebû Saîd el-Hudrî'den ; demiştir ki;



"İki kişi bir yolculuğa çıktılar. Namaz vakti geldi ama yanlarında su yoktu. Temiz
toprakla teyemmüm edip namazlarını kıldılar. Bilâhere vakit çıkmadan suyu buldular.
Birisi abdestini ve namazım iade etti, öbürü ise iade edemedi. Sonra Resûlullah (s.a.)'e
gelip durumu anlattılar, Resûlullah (s. a.) iade etmeyene:

Sünnete uydun, namazın sahilidir; abdest alıp namazını iade edene de "senin de ecrin

[2341

iki kattır." buyurdu.
Ebû Dâvûd dedi ki:

İbn Nâfî'den başkaları bu hadisi, Leys, Amire b, EbîNaciye, Bekr b. Sevâde, Ata b.
Yesâr senediyle Resûlullah (s.a.)dan rivayet etti.

Ebû Dâvûd dedi ki; Bu hadiste, Ebû Saîd el-Hudrî'nin zikredilmesi mahfuz değildir..

12351

Dolay isiyle hadis mürseldir.
Açıklama

Hattabi bu hadis hakkında şunları söylemektedir:

"Bu hadisten anlaşıldığına göre, su ile abdest alan hakkında olduğu gibi, teyemmüm
eden için de namazı vaktin başında kılmak sünnettir. Ancak bu meselede ulema ihtilaf
etmişlerdir. İbn Ömer'in, vakit içerisinde istediği anda teyemmüm eder dediği rivayet
edilmiştir. Atâ, Süfyân, Ebû Hanife ve Ahmed b. Hanbel de aynı şeyi söylemişlerdir.
İmam Mâlik'-in görüşü de buna benzemektedir. Ancak Mâlik, kişi suyun bulunması
umulmayan bir yerde ise, vaktin başında teyemmüm eder ve namazını kılar demiştir.
Zuhrî'nin, "vaktin çıkmasından korktuğu bir zamana kadar teyemmüm edemez" dediği
rivayet edilmiştir.

Aynı şekilde teyemmüm edip namazını kıldıktan sonra, daha vakit çıkmadan suyu
bulan kişinin ne yapması gerektiği de ihtilaflıdır. Atâ, Tâvûs, İbn Sırın, Mekhûl ve
Zührî'ye göre namazını iade etmelidir. Evzâî ise, bunu müstehab görmüş "vâcib"
dememiştir.

Cumhurun görüşüne göre ise, namazı iadeye lüzum yoktur. Bu, ibn Ömer'den de
rivayet edilmiştir. Şafiî, Mâlikî,Hanbelî ve Hanefî mezheplerinin görüşleri de bu
şekildedir.

Hattâbî'nin özet olarak verdiği bu malumat namazı kıldıktan sonra suyu gören kimseye
ait hükümler ile namaz vakti girince hemen teyemmüm edilip namazın kılınıp
kılmmayacağı husundaki ihtilaflara işaret etmektedir. Teyemmümle namaza duran
veya henüz namaza durmadan suyu gören kimsenin ne yapması gerekdiği de aynı
şekilde ihtilaflıdır.

Cumhura göre, namaza durduktan sora suyu bulan kimse namazını kesmez. Ebû
Hanife ve bir rivayetinde Ahmed b. Hanbel teyemmümün bozulduğu görüşündedirler.
Ancak Muğnî'nin ifâdesine göre, Ahmed b. Hanbel cumhurun görüşünden dönmüştür.
Hanefî mezhebinde namaz içinde su bulunsa teyemmüm bozulacağından namaz da
bozulmuş olur, yeniden namazın kılınması icab eder. Müzeni, Sevrî, Evzâî ve İbn
Şureyh'de bu görüştedir.

Teyemmüm edip de henüz namaza durulmadan su bulunacak olursa, ittifakla
teyemmüm bozulur.

Her ne kadar yukarıda Hattâbî'nin sözleri nakledilirken, namazını teyemmüm ile kılıp
vakit çıkmadan suyu gören kimsenin namazını iadeye lüzum olmadığı dört mezhebin



görüşü olarak verilmişse de bu konuda Şâfiiî mezhebinde bazı ayrılıklar vardır.
Bunları İmam Nevevî şu şekiide ifâde etmektedir:

"Teyemmümle kılman namazın iadesi meselesine gelince, bizim mezhebimize
(safilere) göre hastalık, yara ve buna benzer bir sebepten dolayı teyemmüm etmişse,
iade gerekmez. Suyu kullanmaktan âciz olduğu için teyemmüm etmişse -ki, yolculukta
olduğu gibi- suyun olmadığı bir yerde ise yine iade gerekmez. Ama suyun
bulunmaması nâdir olan bir yerde teyemmüm etmişse iadesi gerekir. Sahih olan görüş
12361

budur."

Bazı Hükümler

1. Suyun bulunmadığı yerde teyemmüm yapılabilir.

2. Önemli meselelerin merciine götürülmesi gerekir.

3. İçtihada ehil olan kişi içtihadından mes'ûldür.

4. Teyemmüm eden kimsenin namazını kıldıktan sonra vakit çıkmadan suyu bulması

r2371

halinde namazını iade etmesine gerek yoktur.

339. ...İsmail b. Ubeyd, Atâ b, Yesâr'dan:

"Resûlullah'in ashabından iki zat" (diye başlayarak) önceki hadisi manâ olarak rivayet
r2381

etti.

Açıklama

Musannifin bu rivayeti Sünen'e alması, senetlerdejki bazı farklılıklara işaret etmek
içindir. Bu farklılıklar, hadis metinlerinin başındaki isnat silsilesinde kendisini
f2391

göstermektedir.

[240]

127. Cuma Günü Gusletmek

340. ...Ebû Hureyre (r.a.) şöyle haber vermiştir:

"Ömer b. el-Hattab (r.a.) bir cuma günü hutbe okurken, bir zat (mescide) giriverdi. Hz.
Ömer:

Niçin namaza (vaktinde) gelmiyorsunuz? dedi. Adam:

Ezam duyup abdest aldım (ancak geldim) , dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer şu
karşılığı verdi:

Hem de sadece abdest (öyle mi)? Resûlullah (s.a.)m, "Sizden biri cumaya geldiği

1240

zaman gusletsin" buyurduğunu işitmediniz mi?
Açıklama



Hadis-i Şerifin Buhârî'deki rivayetinde cuma namazına geç kalan sahabînin



muhacirlerden biri, Müslim'deki bir rivayette ise, daha da müşahhas olarak Hz. Osman
olduğu beyân edilmektedir. Buna göre, Ebû Davud'un adını vermediği şahsın. Hz.
Osman olduğu anlaşılmış olmaktadır.

Hz. Ömer, önce Hz. Osman'ın namaza geç kalmasına tariz ederken, Onun gusletmeden
sadece abdest alarak geldiğini duyunca sözü o yöne çevirmiş ve "namaza geç kalmak
suretiyle fazileti kaçırmakla yetinmedin bir de, guslü terkettin öyle mi?" demiştir.
Hz. Osman başka bir rivayetten anladığımıza göre pazara gittiği için gecikmiş, ezanı
işitince, hutbe dinlemenin faziletini, guslün faziletine tercih ettiği için gusletmeden
abdest alarak mescide koşmuştur.

Hattâbî, bu hadisin cuma günü gusletmenin vâcib olmadığına delalet ettiğini söyler.
Çünkü eğer vacip olsaydı, Hz. Ömer, Hz. Osman'a gidip gusletmesini emreder veya
Hz. Osman gusletmeden camiye gelmezdi. Hz. Osman'ın cevâbına karşılık, Hz. Ömer
ve mescitte hazır olan ashâb'ı kiramın susması, cuma günü gusletmenin müstehap
olduğuna delâlet eder. Bütün bu zevatın, vacibin terki üzere içtima etmeleri
düşünülmez.

Fethıı'l-Bârî'de de İmam Şafiî hazretlerinin şöyle dediği nakledilmektedir: "Hz. Osman
gusletmek için namazı terketmediğine ve Hz. Ömer de çıkıp gusletmesi için
emretmediğine göre, onlar gusülle ilgili emrin ihtiyarî olduğunu biliyorlardı."
Hattâbî ve diğer bazı ulemadan, cuma günü gusletmeden namazın cevâzmda icmâ
olduğu nakledilmiştir. Bu guslün hükmü hakkında bazı ihtilaflara rastlanmaktadır. Ebû
Hureyre, Ammâr b. Yâsir ve Mâlik'ten bu guslün vacip olduğu nakledilmiştir. Zahirî
mezhebinin görüşü de bu şekildedir. Hattâbî, Hasan el-Basrî'den de aynısını rivayet
etmiştir.

Selef ve Halef ulemâsının cunhüruna göre bu gusül sünnettir.

Efendimizin cuma için guslü emretmesindeki hikmet, diğer bazı rivayetlerden
anlaşıldığına göre, vücuttaki kirleri, yağlan ve fena kokuları izâle edip cemaate eziyet
vermemektir. Bu sebep göz önüne alınırsa guslün, cuma namazından evvel olması
iktiza eder. Nitekim cumhura göre, gusül cuma namazından evvel yapılmışsa,
efendimizin emrine ittiba edilmiş sayılır. Namazdan sonraki gusül cuma guslü
sayılmaz. Sabah namazından sonra gusletmek de Imam-i Azam ve İmam-ı Şafiî'ye
göre fazileti kazanmaya kâfidir, ancak cuma namazına gidecek zamana yakın olması
efdaldir.

İmam Mâlik, Evzâî ve Leys b. Sa'd ise sabah namazından sonraki guslü kâfi görmeyip
fazileti kazanabilmek için cumaya giderken gusledilmesini şart koşarlar.
Hanefîlerden Hasan b. Ziyâd ve Zahirîlere göre, cuma namazından sonra yapılan gusül
de, fazilet elde etmeye kâfidir. Çünkü bu gusül cuma gününün faziletini izhar içindir.
Mebsût'un beyânına göre İmam Muhammed'in kavli de budur. Hidâye'nin ifadesine
göre Ebû Yûsuf un görüşü, cumhurun görüşüne muvafıktır. Niketim Aişe (r.anha.)
şöyle demektedir: 'İnsanlar İş sahibi idiler yeterli vakitleri de yoktu. İş sonucu
terlemeden ötürü ter kokulan hissedilirdi. Bunun için de onlara cuma günü

f2421

yıkanabilirsiniz. . " denilmiştir.

341. ...Ebû Said el-Hudrî (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah (s,a.) şöyle
buyurmuştur;

[243]

"Cuma günü gusletmek, baliğ olan herkese vaciptir."



Açıklama



Hadis-i Şerifte "bâliğ olan" diye terceme edilen kelime "ihtilâm olan" mânasına
gelecek şekildedir. Bundan maksat baliğ olandır. İhtilâm olmak bulûğa ermeyi gerekli
kıldığı için, mecazen bulûğa eren yerine "ihtilâm olan" kullanılmıştır. Burada "ihtilâm
olan" kelimesini, hakiki mânâda anlamak mümkün değildir. Çünkü ihtilâm olan
kimsenin cuma olsun olmasın mutlaka yıkanması lâzımdır. Bazıları ise bu kelimeden
muradın erkekler olduğunu söylerler.

Yine hadis-i şerifteki "vâcibtir" kelimesinin mânâsı "sabittir" şeklinde anlaşılmalıdır.
Çünkü bundan evvelki hadisin şerhinden de anlaşılabileceği gibi, cuma günü
gusletmenin vacip olmadığını ifâde eden bir çok rivayet mevcuttur. Meselâ Hz.
Semure'den rivayet edilen bir hadiste, "Bir kimse abdest alırsa ne alâ! Fakat
guslederse, gusül daha efdaldir" buyurulmaktadır.

Hattâbî, bu kelimenin bilinen mânâda vacibin karşılığı olmadığım şu sözleri ile ifâde
eder: Buradaki "vâcib" kelimesinin mânâsı vücub-i ihtiyari ve istihbâbî'dir, vücub-i
farzî değildir. Bir adamın arkadaşına "Senin hakkın bende vâcibtir, ben hakkını
ödeyeceğim" demesi gibidir. Bu, uyulması şart olan lüzum mânâsına değildir. Bu
te'vilin sıhhatine bir önce geçen Hz. Ömer radiyellahü anh hadisi şahittir."
Cuma günü gusletmenin vacip olduğu görüşünde olanların dayandıkları hadislerden
birisi budur. Vâcib olmadığım söyleyenler ise, ya yukarıda ifâde edildiği gibi te'vil
etmişler, ya da vücûbiyetinin mensûh olduğunu söylemişlerdir. Aynî şöyle der:
"Ashabımızdan (Hanefîler) bazıları, zahiri guslün vücübuna delâlet eden hadislerin
"Bir kimse abdest alırsa ne alâ! Guslederse daha efdaldir" hadisi ile neshedildiğini
söylemişlerdir."

İbn Dakîki'l-İyd, İbnu'l-Cevzî ve Şevkânî bu te'villere karşı çıkarak vücûba delâlet
edenierin daha sarih ve daha sağlam olduklarım, bundan daha zayıf olan hadislerle
nesh edilemeyeceğini söylemişlerdir.
Dikkat edilmesi gereken hususlar:

1. Bu hadisten anlaşıldığına göre "Her baliğ (ergin) olan kişiye gusül" gerektiğinden,
hem kadın hem de erkek için bu bir emirdir.

2. Bu Fethii'l-Bârî sahibi ibn Hacer'in görüşüdür, diğer âlimlere göre ise, yalnız

f2441

erkeklere şâmildir.

342. ...Hafsa (r.anhâ) Peygamber (s.a.)in şöyle buyurduğunu haber vermiştir:
"Her ihtilâm (baliğ) olana, cumaya gitmek vâcibtir. Cumaya giden (gitmek isteyen)

£2451

herkese de gusül vaciptir."

Ebû Dâvûd dedi ki: Bir adam cünüblükten dolayı da olsa fecrin doğmasından sonra

[2461

gusül ederse, ona kâfidir.
Açıklama

Bu hadis-i şerifteki harf-i çerler mukaddem ve mahfuz bir habere
mütealliktirler.Bezlu'l-Mechud sahibi bu mahzufu olarak takdir etmiştir. Terceme de



bu takdir göz önünde bulundurularak yapılmıştır.

Hadis-i şerifden mutlak olarak cumanın baliğ olan herkese vacip olduğu
anlaşılmaktadır. Ancak ileride cuma namazı bahsinde de temas edileceği gibi hasta,
misafir, kadın, köle vs. ye cuma namazı farz değildir. 1067. no'-da gelecek olan Târik
b. Şihâb'm rivayet ettiği "Cuma, köle, kadın, çocuk ve hastaların haricinde her
müslümana vâcib bir haktır" mealindeki hadis, üzerinde durduğumuz hadisi
kayıtlamaktadır.

Ebû Davud'un ilâvesinden, cünuplükten dolayı yıkanıldığı takdirde, ayrıca cuma için
tekrar gusletmenin gerekli olmadığını anlıyoruz.

Bundan da cuma günü yapılan guslün cuma namazı için camiye gelecek müslümanları

f2471

kerih kokularla rahatsız etmemek için olduğu anlaşılmaktadır.

343. ...Ebû Hureyre ve Ebû Saîd el-Hudrî (r.anhüma), Resûlullah (s.a.)in şöyle
buyurduğunu haber vermişlerdir:

"Kim cuma günü gusül eder, en güzel elbisesini giyer, yanında varsa (güzel) koku
sürünür, sonra da cumaya gelip insanların omuzlarına basmaz ve Allah'ın kendisine
yazdığı ve takdir ettiği (tahiyyetu'el-mescidi)ni kılar; imam (hutbe için) çıktığı zaman
namazını bitirinceye kadar (konuşmaz) susarsa, (onun bu durumu) bu cuma ile geçmiş

r2481

cuma arasındaki (günah) 1er için keffârettir."

Ebû Seleme, Ebû Hureyre'nin;"iki cuma arasmdakilere" (ilâve olarak) ve üç gün
ziyâdesinin,(günahlarma kefaret olur.) Çünkü haseneler on misli iledir" dediğini
nakletti.

Ebû Dâvûd dedi ki; Muhammed b. Ebî Seleme'nin hadisi (Hammad'm hadisinden)

T2491

daha tamdır, Hammâd, Ebû Hureyre'nin sözünü zikretmemiştir.
Açıklama

Müellif, hadis-i şerifi üç ayrı şeyhten almış ve bunlara senette işaret etmiştir. Bunlar:
Yezîd b. Hâlid, Abdül-Aziz b. Yahya ve Musa b. İsmail'dir. Yezîd'Ie Abdulaziz,
Muhammed b. Seleme'den, Musa b. İsmail de Hammâd'dan Muhammed b. Seleme ile
Hammad da Muhammed b. îshâk'dan rivayet etmişlerdir. Hadisin metni Muhammed b.
Seleme'nin rivayet ettiği metindir.

Bu hadis-i şerifte, Resûhıllah (s. a.) Cuma günü gusül edip en güzel elbiselerini giyen
ve varsa güzel kokular sürünüp mescide gelerek öne geçmek için insanların
omuzlarına basıp eziyet etmeden tahiyyetü'l-mescid veya nafile namaz kılıp, imam
hutbeye çıktıktan sonra namaz bitinceye kadar hiç konuşmadan dinleyen kimsenin bu
hareketlerinin, iki cuma arasındaki günahlarına keffâret olacağını haber vermiştir. Ebû
Hureyre (r.a.) her iyiliğin on katı ile mukabele göreceği esasını dikkate alarak, iki
cuma arasmdakilere ilâve olarak üç günün daha (7 + 3 = 10 gün) günahına keffâret
olacağım söylemiştir.

Hattâbî, keffârete konu olan günahların namazı kılınmakta olan ile önceki cuma
namazının kılındığı vakit arasındaki geçen müddet olduğu kanaatindedir.
Hadisin açıklamasında beyân edilen tahiyyetü'l-mescid ve mutlak nafile veya kaza
namazının zikredilmesi, diğer imamların bir çoğunun bu görüşte olması dolayısıyladır.



Hanefî mezhebine göre ise, bu hadis-i şerif iki şekilde te'vil edilmelidir:

a. "Allahm yazdığı ve takdir ettiği ifâdesini Hanefıler Peygamber (s.a.)in söylediği de
Allah'ın takdir ettiği gibi olacağından vaktin girmesi ile kılınan namazı cumanın ilk
sünnetine hamletmişlerdir. Amel de buna göre olmuştur.

b. Hanefilerden bazılarına göre bu hadis-i şerifin mutlak ifâdesinden ve diğer bazı
hadislerden de istifâde ederek cuma günü öğle vaktinde tahîyyetü'l-mescit için ruhsat

12501

olduğuna cevaz vermişlerdir. Bu, da Ebû Yûsuf un görüşüdür.
Bazı Hükümler

1. Cuma günü gusletmek ve güzel elbise giymek sünnettir.

2. Cuma günü güzel koku sürmek müstehaptır.

3. Ön saflara geçmek için camide cemaat rahatsız edilmemelidir.

4. Mescide giren bir kimsenin orada namaz kılması meşrudur.

5. İmam hutbe okumak için minbere çıktığı zaman, namaz bitinceye kadar

£2511

konuşulmaz.

344. ...Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) Peygamber (s.a.)ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

1252]

"Cuma günü gusül etmek ve dişleri misvaklamak baliğ olan herkese sabittir.
(Baliğ kimse o gün) kendisi için takdir edilen kokudan (da) sürer."
(Râvilerden) Bukeyr, Abdurrahman'ı zikretmemiş, koku hakkında da "kadınların

1253]

kokusundan bile olsa" demiştir.
Açıklama

Hadis-i şerifinin Buhârîdeki rivayeti şeklindedir. Dipnotta işaret edilen Ebû Dâvûd
nüshasmdaki rivayet de aynıdır. Buradaki cümlesi de Müslim'de "bulabildiği takdirde"
demektir. Bu cümle hakkında Kadı Iyâz, "Bu cümle bulabildiğini sürmesi hususunda
te'kid için ya da çok sürmek istediğini anlatmak için söylenmiş olabilir. Birinci mânâ
daha zahirdir" demiştir.

Behlül-mechûd sahibi ise, "Kadı İyaz'm dediği bu iki ihtimal, Müslim'in rivayetine
göredir; Ebû Davud'un rivayetine göre, te'kid olma ihtimali daha yakındır" demiştir.
Ancak bu ifâdeler Kadı iyaz'm söylediklerinden pek farklı değildir.
Bu hadis-i şerifin Buhârî'de yer alan rivâyetindeki "vacib" lâfzının açık ifâdesine
bakarak, cuma günü guslü vacip görenler bu hadisi delilleri araşma almışlardır.
Cumhur ise buradaki "vâcib"in terkedilmesi uygun olmayan müekked sünnete delâlet
ettiğini, gusülden sonra zikredilen misvak kullanma ve koku sürünmenin de bunu
pekiştirdiğini söylemişlerdir. Çünkü misvak kullanmak ve koku sürünmek ittifakla
vacip değildir. Vacib olmayan bir şeyin vacip olanla birlikte tek lâfızla müşterek
olarak kullanılması sahih değildir. O halde cuma günkü gusül de vacip değil, misvak
kullanma ve koku sürünmenin hükmündedir.

İbnü'l-Cevzî: "Özellikle ma'tûfun hükmü sarahaten ifâde edilmediği zaman, vacib
olmayan bir şeyin vacib olan birşey üzerine atfına manî bir durum yoktur" demiş ve



cumhurun bu hadisi,kendi mezheplerine göre te'villerini tenkid etmiştir.

Bu hadis cumaya gitsin veya gitmesin, baliğ olan her müslüman kişiye guslün lâzım

olduğuna delâlet ediyor. Bu babın ilk hadîsinde ise, "Sizden biriniz cumaya gittiği

zaman gusletsin" buyurulmaktadir. Cuma günündeki gusül etmenin herkes için

müstehap, cumaya gitmek isteyenlere de sünnet-i müekkede olduğunu söyleyerek bu

hadisilerin arasını birleştirmek mümkündür. Ancak cumhura göre meşhur olan görüş

guslün cumaya gitmek isteyenlere müstehap olduğu şeklindedir.

Misafir ve kendisine cuma farz olmayanların gusletmelerinin müstehap olup olmadığı

ihtilaflıdır. Cumhura göre bunlar cumaya gitmek isterlerse gusletmeleri müstehabtır.

Hanbelîler, kadınlar için gusletmenin gerekli olmadığım söylemişlerdir.

İmam Şafiî: "Ben suyu bir dinara satın alsam bile hazarda da seferde de cuma günü

guslü terk etmedim" demiştir.

Alkame, Abdullah b. Artır, İbn Cubeyr, Kasım b. Muhammed, Esved ve İyas b.

12541

Muâviye kendisine cuma farz olmayanlara guslü gerekli görmezler.

345. ...Evs b. Evs es-Sekâfî, Resûlullah (s.a.)'i şöyle buyururken işittim demiştir:
"Her kim cuma günü (başını ve vücudunun geri kalan kısmını) yıkar ve gusleder
erkenden yola çıkıp (hutbenin evveline) yetişir (bir şeye) binmeyip yürür, imamın
yakınma oturarak abesle iştigal etmeyip (konuşmadan) hutbeyi dinlerse onun için

'[255]

attığı her adıma bir senelik oruç ve namazının ecri vardır."
Açıklama

İmam Nevevî Muhezzeb Şerhi'nde bu hadisin şeddeli ve şeddesiz olarak şekilleriyle
rivâyet edildiğini, muhakkikler nazarında şeddesiz olarak "ğasele"nin daha tercihe
şayan olduğunu ve mânâsının "başını yıkadı" şeklinde olduğunu, Ebû Davud'un
bundan sonra rivayet ettiği hadis-i şerifinin bu mânâyı kuvvetlendirdiğini söyler.
Araplar hıtmî ve yağ sürerek önce başlarını yıkayıp sonra gusül ettikleri için başı
yıkama gusulden ayrı olarak zikredilmektedir.

"camiye erken gitti, ilk saatte yola çıktı" demektir. İbn En-bârî, nin "sadaka verdi"
mânâsında olduğunu söyler. Buna göre mânâ, "camiye gitmeden Önce sadaka
verirse..." şeklinde olacaktır.

Namaz kılmak, Kur'ân okumak ve zikretmek gibi, erken gelenlerin yaptığını yapar
veya hutbenin evveline yetişirse, demektir.

"konuşmadı" manasmdadır. Çünkü hutbe esnasında konuşma Iağvdır.Hutbe esnasında
konuşmak, cumhura göre haram Şâfıîlere göre tenzihen mekruhtur.
Hadis-i şeriften tavsiye edildiği şekilde camiye gelip hutbeyi dinleyen ve namazını
kılan kimseye bütün senenin gecelerini namaz kılarak, gündüzlerini de oruç tutarak

[2561

geçirmiş gibi sevap verileceği anlaşılmaktadır.
Bazı Hükümler

1. Cuma günü gusledilmelidir.

2. Camiye erkence gitmelidir.



3. Camiye giderken -mümkünse- yürüyerek gitmek daha efdaldir.

4. Hatibe yakın bir yere oturup hutbeyi dinlemeli ve hutbe okunurken

izm J

konuşulmamalıdır.

346. ...Evs es- Sekafî (r.a.) Resûlullah (s.a.)m şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Her kim cuma günü başını yıkar ve gusleder..." Daha sonra (ubâde) önceki hadisin

12581

lâfızları ile devam etti.
Açıklama

Bundan önceki hadisin aşağı yukarı aynıdır. Sadece kelimesi şeddesiz olarak ve
mef ulu ile beraber vârid olmuştur. Bu hadis yukarıda da işaret edildiği gibi önceki ha-

J2591

dişteki nin "başını yıkadı" mânâsında kullanıldığına delildir.

347. ...Abdullah b. Artır b. el-As, Resûlullah (s.a.)'uı şöyle buyurduğunu haber
vermiştir:

"Her kim cuma günü gusleder, -varsa- hanımının kokusundan sürünür, en güzel
(temiz) elbisesini giyer, insanların omuzları üzerinden aşmaz ve hutbe esnasında
konuşmazsa (bunlar) iki cuma arasındaki (günahlara) keffâret olur. Konuşan ve
insanların omuzlarına basan kimseye ise (cuma namazı) Öğlen namazı (gibi) olur,

r2601

(Ancak öğlen namazının sevabını alır."
Açıklama

Bu hadis-i Şerif de önceki hadislerde olduğu gibi cuma günü müslümanlarm temiz
olmalarım, insanlara eziyet verecek koku ve davranışlardan sakınmalarım ve hutbe
esnasında konuşmamalarını tavsiye etmektedir.

"Varsa hanımının kokusundan sürünür" cümlesinden maksat, kendilerinin kokusu
olmadığı takdirde hanımların kokularım kullanabileceklerine işarettir. Çünkü kadınlar,
genellikle koku bulundururlar.

"İnsanların omuzları üzerinden aşmak" ise, sonradan gelen bir kimsenin ön saflara
geçebilmek için cemaate ezâ etmesi, onların üzerlerinden geçmesidir. Efendimiz, her
konuda olduğu gibi, burada da sevap kazanmak kasdıyla bile olsa, müslümana eziyet
edilmemesini emretmiştir.

Bu tavsiyelere uymayan kimsenin ise iki cuma arasındaki hatalara keffâret olan
ecirden istafâde edemeyeceği, cumanın sevabını bile alamayıp sadece öğle namazının

£2611

sevabını alabileceği Resûlullah (s. a.) tarafından haber verilmiştir.

348. ...Abdullah b. ez-Zübeyr, (r.anha)nm kendisine şöyle dediğini rivayet eder:
"Peygamber sallellahü aleyhi vesellem (şu) dört şeyden dolayı guslederdi: Cenabet,

r2621

cuma günü, kan aldırmak ve cenaze yıkamak."



Açıklama



Bu hadis-i şerif sünen'in Cenâiz bölümünde 3160 numarada tekrar gelecektir. Müellif
aynı anlamdaki 3162. hadisin akabinde bu hadis-i şerifin mensuh olduğunu
söylemektedir.

Resûlullah (s.aj'in bizzat cenaze yıkamadığını ileri sürerek "Peygamber sallellahü
aleyhi vesellem bu dört şeyden dolayı gusülederdi" ibaresini "gusletmeyi emrederdi"
şeklinde takdir edenler olmuştur.

Hadis-i şerif zikri geçen dört şeyden dolayı gusül etmenin meşru olduğuna delâlet
etmektedir. Cenabetten dolayı yıkanmanın hükmü bellidir. Cuma günü gusletmenin de
hükmü bundan evvelki hadislerin şerhlerinde beyân edilmiştir.

Kan aldırmadan dolayı gusül, cumhura göre müstehap değildir. Bu, burun kanamasına
benzer. Üzerinde durduğumuz hadis ile de istidlal edilemez. Çünkü biraz önce de
işaret edildiği gibi buna "mensühtur" diyenler olduğu gibi, başka yönlerden tenkide
tabi tutanlar da vardır. Buhârî "bu konudaki Aişe hadisi bir şey değildir", İmam
Ahmed ve İbn Medînî: "Bu konuda hiçbir şey sabit değildir" demişlerdir. Bu hadisin
tenkidi daha çok Mus'ab b. Şeybe yönünden olmuştur. Kendisi hakkında "kavi
değildir, hafızası sağlam değildir." denilmektedir. Dârakutnînin rivayet ettiği ve
Peygamber (s.a.)'m kan aldırdığını ve kan alman yerden başka bir tarafını
yıkamadığını bildiren hadis de cumhurun mezhebini takviye etmektedir. Ancak
senedinde Salih b. Mukâtil olduğu için Dârakutnî'nin hadisi de tenkide tâbidir.
Cenaze yıkamaktan dolayı gusülün hükmü de ihtilaflıdır.

Hz. Ali ve Ebû Hureyre (r.anhüma)dan onun vâcib olduğu rivayet edilmiştir, imam
Mâlik, İmam Ahmed ve İmam Şafiî'nin ashabına göre, müstehaptır.
Leys ve Hanefîlere göre, müstehap da değildir. Bunlar, cenaze yıkayanın gusül
edeceğine dâir olan hadislerdeki guslü el yıkamaya hamletmişlerdir. Beyhakî'nin
rivayet ettiği, "Sizin ölüleriniz temiz olarak ölür. Ellerinizi yıkamanız kâfidir."
mealindeki hadis, bu gürüş sahiplerinin delillerindendir.

Her nekadar bazı Hanefî fıkıh kitaplarında sünnet ve müstehap olan gusüller arasında
kan aldırmak ve cenaze yıkamaktan dolayı gusül etmek de sayılmamakta ise de
bazılarında ihtilâftan (bunlardan dolayı gusül etmenin vacib olduğunu söyleyenlerin
ihtilâfından) sakınmak için, kan aldırmak ve cenaze yıkayanın gusül etmesinin

[263]

mendub olduğu beyân edilmektedir, ki ihtiyath olanı da budur.

349. ...Ali b. Havşeb şöyle demiştir:

[2641

sözünün manasını Mekhûl'a sordum. Başım ve bedenini yıkar (demektir) dedi."

350. ...Saîd b. Abdilazîz (Evs hadisindeki) sözü hakkında şöyle demiştir: "Başını ve

[265]

bedenini yıkar."
Açıklama

Müellefîn bu eserleri kitabına almaktaki maksadı 345 numaradaki Evs b. Evs es-



Sekafî hadisindeki cümlesi hakkında) Mekhûl}ve Said b. Abdilaziz'in görüşlerini
nakletmekdir. Ancak bu eserler mezkûr hadisin hemen akabinde verilmiş olsaydı daha
\266~]

uygun olurdu.

351. ...Ebû Hureyre (r.a.) Resûlullah (s.a.)'m şöyle buyurduğunu haber vermiştir:
"Bir kimse cuma günü cünüplükten dolayı yıkandığı gibi yıkanır, sonra da erkenden
(mescide) giderse, bir deve tasadduk etmiş gibi olur. ikinci saatte giden bir sığır,
üçüncü saatte giden boynuzlu bir koç, dördüncü saatte giden bir tavuk, beşinci saatte
giden de bir yumurta tasadduk etmiş sayılır. İmam (minbere) çıktığı zaman melekler

[267]

(minberin yanında) hutbeyi dinlemeye gelirler."
Açıklama

Hadis-i şerifteki kelimesi ile ifâde edilen mânâ hususunda âlimler değişik görüşler
serdetmişlerdir. Muvatta'da fiilinden sonra (ilk saatte) ibaresi ziyâde edilmiş ve
îmâmMâlik bu hadisteki saatleri "güneşin zevalinden sonraki latif anlar" diye tefsir et-
miştir. Şâfiilerden Kadı Hüseyin ve İmamü'l-Haremeyn de aynı görüşü be-
nimsemişlerdir. Ulemânın cumhuruna göre cuma günü müstehap olan günün
evvelinde gitmektir. Ezherî'nin ifâde ettiğine göre, günün başında da, sonunda da
gitmek manasına kullanılabilir.

Râfıîye göre, "saatler"den murat gece ve gündüzün zaman dilimleri olan saatler değil,
dereceleri tertibe koymak ve önce gelenlerin sonra gelenlerden daha çok fazilete nail
olduklarını bildirmektir.

Cumhur hadis-i şerifteki saatleri zaman mânâsına hamletmişlerdir. Ancak bu saatlerin
ne zamandan itibaren başlayacağı hususunda görüş ayrılıkları vardır.
Rûyânî: "İmam Şafiî'nin sözünün zahiri erken gitmenin fecrin doğmasından itibaren
olduğunu gösterir" demiş. Râfiî ve Nevevî de bunu sahih görmüşlerdir. Mâverdî ise bu
saatlerin güneşin doğmasından itibaren başlayacağım çünkü bundan evvelki vaktin
gusül vakti olduğunu söyler.

Hadis-i şerifin diğer hadis kitaplarındaki rivayetleri arasında ufak-tefek bazı
farklılıklar göze çarpmaktadır. Bununla beraber hepsinin ittifak ettiği mânâya göre,
cumaya gelenlerin alacakları sevaplar geliş sırasına göre farklıdır. Melekler, hatip
minbere çıkıncaya kadar bunları zapt ve tesbit ederler. Yukarıda beyân ettiğimiz farklı
görüşlere göre, sabahın erken vaktinde veya hemen zevalden sonra gelenlere bir deve
tasadduk etmiş gibi sevap yazarlar. Daha sonra gelenlere de sırayla, sığır, boynuzlu
koç, tavuk ve yumurta tasadduk etmiş sevabı yazarlar. Hatip minbere çıkınca bu
yazma işini bırakırlar ve okunacak hutbeyi dinlemek üzere minberin yanma gelirler.
Artık bu vakitten sonra gelenler yukarıda adı geçen sevaplardan istifâde edemezler, t
Sadece cuma namazına ait sevaplara nail olurlar. Camiye erken gelenlere verilen
sevapların farklı oluşu gelenlerin namaz kılmak, Kur'ân okumak, teşbih ve zikir gibi

r2681

ibadetleri daha çok yapacakları içindir.



Bazı Hükümler



1. Cuma günü gusletmek teşvik edilmiştir.

2. Camiye gitmek hususunda, erken davranılmalıdır.

3. Mükafatlar amellere göre verilecektir.

12691

4. Cumaya melekler de iştirak ederler.

128. Cuma Günü Guslünü Terketme Ruhsatı

352. ...Aişe (r.anha)dan, demiştir ki;

"İnsanlar, kendi işlerini kendileri yapıyorlar ve o halleriyle (iş elbiseleriyle, terli bir
halde yıkanmadan) cumaya geliyorlardı. (Bundan dolayı) kendilerine, "keşke

r2701

yıkansaydmız" denildi."
Açıklama

Hadis-i şerifin Buhârî ve Müslim'deki rivayetleri birbirlerinden farklılıklar arz
etmektedir.

Hadisten anlaşıldığına göre Asr-ı Saadette genel olarak ashab-ı kiram işlerinde bizzat
çalışır hizmetçi, işçi kullanmazlardı. Bu yüzden tabiatiyle terlerler, üzerlerinde ter
kokusu olduğu halde cumaya gelirler ve bu durum cemaati rahatsız ederdi. Bundan
dolayı kendilerine "keşke yıkansanız" denilmiştir. Bu sözü söyleyen (Buhârî'nin
rivayetinden anlaşıldığına göre) Peygamber (s.a.)'in kendisidir.

Resûlullah (s.a.)in ashaba yıkanmayı emretmeyip de temenni suretiyle tavsiyede
bulunması cuma günü gusletmenin farz olmadığına delâlet etmektedir. Şayet farz
olsaydı, temenni etmez, emrederdi. Guslü emreden hadislerdeki emir siğasmm

[271]

emretmeyen hadislerle tearuza düşmemesi için mendûbiyete hamledilrniştir.
Bazı Hükümler

1. Cumanın vakti, öğlenin vaktidir ki, o da zevalden sonradır. Çünkü ashabın cumaya
gıdısı fiiliyle ifâde edilmiştir. Lûgatçılann ekserisine göre bu kelime, öğleden sonra
gitme mânâsında kullanılır.

2. Cuma günü gusletmenin hikmeti, insanlara ve meleklere eza vermemesi için pis

r2721

kokuların izâlesidir.

353. ...İkrime (r.a.)den rivayet edilmiştir.; "Iraklılardan (bazı) insanlar (Ibn Abbâs'a)
gelip:

Ya Ibn Abb. a, cuma günü gusletmeyi vâcib görür müsün?dediler. İbn Abbas,:
Hayır, fakat o daha çok temizlik ve gusleden için daha hayırlıdır. Gusletmeyen
kimseye de vâcib değildir. Size (cuma günü) gusletmenin nasıl başladığını haber
vereyim:

İnsanlar darlık ve meşakkatte idiler. Yünden (elbiseler) giyerler, bedenen (yük
taşıyarak) çalışırlardı. Mescidleri dar, tavam basıktı, o (tavan) bir gölgelikten ibaretti.
Sıcak bir günde, Resûlullah (sallellahü aleyhi vesellem) mescide geldi. Yün elbiseler



içerisinde insanlar terlemiş, kendilerinden kokular yayılmıştı. Bu kokularla bir
birlerine eziyet ediyorlardı. Resûlullah (sallellahü aleyhi vesellem) bu kokuyu
hissedince:

"Ey insanlar, Bugün (cuma günü) olunca yıkanmız.Her biriniz bulabildiği koku ve
yağların en güzelini sürünsün" buyurdu.

Aradan zaman geçti Şanı yüce Allah, (mallar, elbiseler, hizmetçilerle onlara) bolluk
verdi. Müslümanlar yünden başka elbiseler giydiler, (bizzat bedenen) çalışmaya
ihtiyaçları kalmadı, mescidleri genişletildi. Böylece bir birlerine eziyet veren ter de
r2731

kısmen zail oldi.
Açıklama

Abdullah ibn Abbas'm azatlısı ikrime'nin naklettiği bu konuşma, İbn Abbas Basra'da
vali iken onunla Iraklı bazı kimseler arasında geçmiştir. Irak o zamanlar İran körfezi
ile Musul arasındaki bölgenin adı idi.

Abdullah İbn Abbas'm sözlerinden anladığımıza göre, Müslümanlar ilk günlerinde
fakir oldukları için bizzat kendileri bedenen çalışarak maişetlerini te'min ediyorlardı.
Yünden dokunmuş elbiseden başka giyecekleri de olmadığı için terliyorlar ve bu
kendilerinde hoş olmayan kokular bırakıyordu. Bu halleriyle, mescidin üstünün hurrna
dallan ile örtülü olması, hava almaması, mescidin dar ve tavanının basıklığına izdiham
da eklerince, çıkan ter kokuları gelen cemaati rahatsız ediyordu. Bu yüzden Efendimiz
Cuma günleri yıkanmalarını emretmişti. Ancak müslümanlar bolluk ve refaha kavu-
şunca içlerinde hizmetçiler çalıştırmaya başlamışlar, yünün dışında daha hafif elbiseler
giyme imkânına kavuşmuşlar, böylece eskiden olduğu gibi, başkalarını rahatsız
edecek biçimde terlemez olmuşlardır. Böylelikle cuma günleri gusletme zorunlulukları
da ortadan kalkmıştı.

Hanefi âlimlerinden Tahavî Şerhu Meânil-Âsâr adındaki eserinde bu hadisi rivayet
ettikten sonra şunları söylemektedir:

"Resûlullah (s.a.)'m guslü emrettiğini haber veren İbn Abbâs bunun vücûb için
olmadığını söylemektedir. Bu emir, bir illete mebnidir. Bu illet ortadan kalkınca
guslün vücûbu da ortadan kalkmış demektir. Bunları söyleyen İbn Abbas, ayin

r2741

zamanda cuma günü guslü emreden hadisleri rivayet edenlerden biridir."
Bazı Hükümler

1. Mescid veya bir toplantıya gidecek olan kişi üzerideki kerih kokuları izale
etmelidir.

1275]

2. Cuma günü gusletmek teşvik edilmektedir.

354. ...Semure b. Cündüb (r.a.)den demiştir ki; Resûlullah (s.a.)şöyle buyurdu.
"Kim cuma günü abdest alırsa gerekeni yapmıştır ve güzeldir. Ama kim guslederse o

£2261

daha faziletlidir."



Açıklama



Bu hadis-i şerif biraz değişik lâfızlarla Ashâb-ı kirâmdan Enes, Ebû Saidel-Hudrî,ve
Ebû Hureyre,Câbir, Abdurrahrnan b.Semure veîbn Abbâs tarafından da rivayet
edilmiştir.

Hattâbinin de dediği gibi hadis-i şerif bu konuda gayet açıktır. Cuma namazı için
abdest kâfidir. Gusül farz değildir, fakat gusleden için fazilet vardır. Tirmizî de şöyle
demiştir; "Bu hadis delâlet etmektedir ki cuma günü gusletmekte fazilet vardır, vacip
r2771

değildir."

129. Yeni Müslüman Olan Kimseye Gusletmesi Emrolunur

r2781

355. ...Kays b. Asim (r.a.)'den, şöyle demiştir:

"Müslüman olmak gayesiyle ResuluIIah (s.a.)'a geldim, Sidr karışmış su ile

r2791

gusletmemi emretti."
Açıklama

Hadis-i şerif, müslüman olmak isteyen bu zâta Efendimizin Sidr karıştırılmış su ile
yıkanmasını emrettiğini haber vermektedir.

Sidnkelimesinin çoğuludur. Trabzon hurmasına benzer bir ağacın adıdır. Yaprakları
kurutularak dövülür ve sabun yerine kullanılırdı.

Yeni müslüman olan kimsenin gusletmesinin vücûbuna kail olanlar bu hadis ile
istidlal etmişlerdir. Ebû Hureyre (r.a.)den rivayet edilen ve Sumâme müslüman olduğu
zaman, Efendimizin ona gusletmesini emrettiği hadis de aynı mevzudadır. İmam
Ahmed ve Ebû Sevr'in mezhebi budur. Bunlar, "Müşrikin, küfr halinde cima veya
ihtilâmdan hali olmayacağını İslama girmeden önce gusletmiş bile olsalar, farz-ı
ikâmeye kâfi gelmeyeceğini" söylemişlerdir.

Şâfîî ve Mâlikîlere göre, İslama girmeden önce cünup olan kimsenin küfür halinde
gusletse de etmese de müslüman olunca yıkanması farz, cünup olmayan kimsenin
yıkanması ise, müstehaptır. Bunlar Efendimizin, her İslama girene guslü
emretmeyiyim delil kabul etmişler ve eğer yeni müslüman olan herkesin gusletmesi
vacip olsaydı, Peygamber (s. a.) herkese emrederdi, halbuki böyle yapmamıştır. Bu,
emrin bazen istihbâba delâlet ettiğine, guslün vücöbunu gösteren emirlerin de cünub
olana gusletmenin vacib olduğuna karinedir demişlerdir.

Hanefilere göre ise küfür halinde cünup olup da gusleden kişiye müslüman olduktan
sonra tekrar yıkanmak farz değildir. Çünkü su temizleyicidir ve gusl için niyet şart
değildir. Ancak bu halde yıkanmak müstehaptır. Müslüman olmadan önce cünup olup
da, gusletmemişse İslama girdikten sonra gusletmesi farz olur.

İslama girmeden önce abdest alıp da abdesti bozmadan müslüman olan bir kimsenin o
abdestle namaz kılıp kılamayacağı meselesi de ihtilaflıdır.

Şafiî, Mâliki ve Hanbelîlere göre,bu durumda olan bir kimse namaz kılamaz, abdestini
yenilemesi gerekir, Teyemmüm için de hüküm aynıdır.



Hanefîler, teyemmüm niyete muhtaç olduğu için teyemmüm konusunda diğer
mezheplerle aynı fikirde oldukları halde abdest hususunda farklı görüştedirler. Hanefî
mezhebine göre cenabetten daha önce yıkanmış ise, şirk hâlinde abdest alan kimse, bu
abdest ile müslüman olduktan sonra namaz kılabilir. Çünkü abdest için niyet şart
değildir. Dolayısıyle abdestin iadesine ihtiyaç yoktur. Eski abdestin kullanılması daha
[2801

faziletlidir.
Bazı Hükümler

1. İslama yeni giren kimsenin gusletmesi gerekir.

2. Sabun gibi, suyun temizleyicilik özelliğim artıran maddelerin suya katılması

£2811

caizdir.

T2821

356. ...Useym b. Kuleyb babası tarikiyle.dedesinden rivayet etmiştir ki:

"O (Kuleyb el-Cuhenî) Peygamber (s.a.)e gelip:

Ben müslüman oldum, demiş, Resulûllah (s.a.) de 'ona:

"Kendinden küfür kıllarını al, buyurmuştur."

(Kavilerden biri Resûlullah (s.a.)'m sözünü) "traş ol" diye açıklamıştır.
(Useym'in babası Kesîr) şöyle dedi:

"Bir başkası bana haber verdi ki; Peygamber (s.a.) kendisi (Haberi veren veya
Resûlullah) ile beraber olan diğer birine:

r2831

"Kendinden küfür kıllarını at ve sünnet ol, buyurdu."
Açıklama

Resûlullah (s.a.)m yeni müslüman olan bu zata "kendinden küfür kıllarını at"
buyurması umûma şâmil değildir. Yani İslama yeni giren herkesin traş olması şart
değildir. Burada; "kıl'm küfre izafe edilemesi, bazı kâfirlerin, alemeti farikası olarak
uzattıkları saçlarının kesilmesi gereğine işarettir. Çünkü bazı bölgelerdeki gayr-i
müslimler başlarını değişik bir biçimde traş ederlerdi. Ve kendilerine has bir alâmet
olarak başlarının bir yerindeki saçları uzatırlardı. Meselâ, Mısır ve Hindistan'da durum
böyle idi. İşte Resûlullah (s.a.)'m kesilmesini emrettiği kıllar bu tipteki saçlardır.
Aynî bu mevzuda şunları söyler: "Peygamber (sallellahu aleyhi ve sellem)in tıraş
olmayı emretmesi, temizlikten mübalağa ve kâfirken büyüyen kıllarım izâle içindir.
Sünnet olmayı emretmesi ise, gayet açıktır. Eğer kâfir müslüman olur ve sünnet
olmanın vereceği eleme katlanamayacak durumda olursa, olduğu hal üzere terk edilir."
Aynî'nin, sünnet hususunda söylediği günümüzde problem değildir. Zira uyuşturucu
iğnelerle hiç bir acı duymadan sünnet olmak mümkündür. Dolayısıyle İslama yeni
girenlerin sünnet olmamasını meşru kılacak bir özür kalmamıştır.
Bu mevzudaki görüş farkları 54. hadis-i şerifin şerhinde verilmiştir. Ayrıca, hanefî
fukahası bu konuda şunları da ilâve etmiştir:

Bülûg çağından sonra müslüman olan kişinin mümkünse, kendi kendini sünnet etmesi
veya eşi tarafından (sünnet) edilmesi daha uygundur.



Hz.İbrahim'in, 80 yaşında iken kendi kendisini sünnet ettiği sahih hadislerde
bildirilmiştir. Bütün buna rağmen mümkün olmadığı takdirde "sünnetin ikâmesi için
haram irtikab edilmez" kaidesinden hareketle sünnet olma işini terk eder diyenler,
olmuş ise de bu görüş muteber sayılmamaktadır. Zira sünnet olma hüküm bakımından
her ne kadar sünnet ise de İslâmm şiarı olması açısından lüzumlu görülmüş ve doktor
tarafından sünnet edilmesi gereği üzerine durulmuş, fetva da buna göre verilmiştir.
Peygamber Efendimiz, küfür halinden kalma kılların kesilmesini İslâmm şiar olan
sünneti emrettiğine göre, küfür halinden kalma kirlerin izâlesi öncelikle emredilmiş
olmaktadır. Netice itibariyle hadis-i şerifte, müslüman olan kimsenin üzerindeki İslam

r2841

adabına uymayan kılları kesmesi ve sünnet olması istenmektedir.
130. Kadın, Hayızken Giydiği Elbisesini Yıkar

357. ...Muâze (bint Abdullah el-Adevî) şöyle demiştir:

"Aişe (r.anhâ)'ye elbisesine kan bulaşan hayızlı kadının ne yapacağını sordum.
Onu yıkasın eğer kanın eseri gitmezse, onu (n rengini) sarı bir şeyle değiştirsin.
Muhakkak ben Resûlullah (s.a.)'m yanında (peşi peşine) uç hayızı (birden) olur,

12851

elbisemi yıkamazdım (elbiseme kan bulaştırmadım.)"
Açıklama

Bu hadis-i şerif mevkuftur fakat merfû hükmündedir. Çünkü Aişe (r.anhâ)'nm hayız
halinde giydiği elbisesini yıkamaması Resûlullah devrinde olmuş ve Peygamberimiz
buna müdâhale etmemiştir. Hz. Aişe kendisine bunu soran kadına elbisesinde kan izi
varsa onu yıkamasını, kanın rengi çıkmıyorsa üzerine rengini değiştirecek başka bir

r2861

şey sürmesini tavsiye etmiştir.
Bazı Hükümler

1. Kadınların özel hallerinde titiz ve dikkat gerekir.

2. Kadınlar, mahrem yerlerinden çıkan her hangi bir şeyin izâlesi mümkün olmadığı
takdirde rengini değiştirerek kullanabilirler.

3. Kadınların, utancakları herhangi bir şeyi yok edici tedbire baş vurmaları

[2871

mümkündür.

358. ...Aişe (r.anhâ) şöyle demiştir;

"Bizden (Resulüllah'm hanımlarından) birinin sadece bir elbisesi vardı. O elbisesi
üzerinde iken de hayız olurdu. Eğer elbisece kan bulaşırsa, onu tükürüğü ile ıslatır,
r2881

sonra ovalardı."



Açıklama



Hz. Aişe'nin elbisedeki kanı tukruğu ile ovaladıktan sonra su ile yıkaması fakat ravinin
bunu zikretmemesi mümkün olduğu gibi, kanın yıkamaya lüzum hissettirmeyecek
derecede az olması da muhtemeldir. Çünkü her ne kadar Menlıel müellifi "Hanefîler
elbisedeki necasetin suyun dışındaki sirke ve tukrük gibi maddelerle izâlesine bu
hadisle istidlal etmişlerdir" demekte ise de, tükrükle necaset izâle edilemez. Ancak
burada şu söylenebilir, bu necaset namaza manî olacak miktarda değildir. Tükürükle
izâlesi ise, eserin gözlerden uzak tutulmasını sağlamaktı. Hanefîlere göre bazı
şartlarla, sudan başka da bazı mayiler ile necaset izâle edilebilir. Zaten hadis de,
necasetin suyun dışındaki bazı maddelerle de izale edileceğine delâlet etmektedir.
r2891

359. ...Bekkâr b. Yahya, ninesinin şöyle dediğini haber verdi:

"(Bir gün) Ümmü Seleme'nin yanma gitmiştim ki, Kureyş'ten bir kadın, (kadının)
hayızlı iken giydiği elbisede namazı (n hükmünü) sordu. Um mu Seleme şu cevabı
verdi:

Resülullah (s. a.) zamanında biz hayz olur, hayz günlerinde bir elbise giyer,
temizlenince hayızlı iken giydiğimiz bu elbiseye bakardık: Eğer ona kan bulaşmışsa,
yıkar ve o elbise içinde namazı kılardık. Ona bir şey bulaşmamışsa (yıkamaya gerek
duymaz), onunla namaz kılardık.

Saçı taralı olana gelince, bizden (Resûlullah'm hanımlarından) birinin saçları taralı
(saçları taranacak kadar uzun) ise; guslettiğinde saçlarını çözmez, başı üzerine üç avuç
su döker, saçlarının dibine ıslaklık nüfuz ettiği zaman onu ovalar sonra da (suyu)

r2901

bedeninin geri kalan kısmına dökerdi.
Açıklama

Hadis-i şerif eğer kan bulaştmlmamışsa hayız halinde ikengiyilen elbiseyi yıkamadan
giyip onunla namaz kılmanın caiz olduğuna delâlet etmektedir. Zira pis olan giyilen
elbise değil, o haldeki kandır. Kan olmayınca da elbise temizdir. Ümmü Seleme
cevâbında, saçı sık olduğu için saçını tarakla tarayan kadının guslederken saçlarını ve
örgülerini çözmesine lüzum olmadığını da söylemiştir. Hadisteki ifâdede saçın sık
oluşundan bahesedilmemekte ise de, kadının saçlarını tarayıcı olmasından maksat
onların sık olduğunu ifâde etmektir. Mecazen buna "mümteşita" denmiştir. Burada
ifâde edilmek istenen husus, hayızdan kurtulan kadının yıkanırken örgülerini çözmesi
gerekmediğidir.

Kadının âdet halinde giydiği elbiseye kan bulaşmaması halinde o elbise ile namaz

[291]

kılabilir.Bulaşmışsa, yıkadıktan sonra kılabilir.

T2921

360. ...Esma bint Ebî Bekr (r.anhümâ)'dan, demiştir ki;

"Bir kadının Resülullah (s.a.)'a "Bizden (kadınlardan) biri temizlendiği zaman (hayızh
iken giydiği) elbisesini ne yapsın, onunla namaz kılsın mı?" diye sorduğunu işittim
(Resûlüllâh sallellahü aleyhi vesellem) şöyle cevap verdi:

"Baksın, eğer onda kan görürse, biraz su ile ovalasın (bu suda veya elbisede kan izi)



f2931 f2941
görmeyinceye kadar yıkasın ve namazını kılsın."



Açıklama

Son cümlenin mânâsı dipnottaki şekilde olduğu takdirde, bu yıkama,,
kokuların, vesvesenin giderilmesi ve temizlik içindir. Necasetten temizlenmesinde
(sirke, elma suyu vs. gibi) sudan başka maddeleri caiz görmeyenler bu hadis-i şerifi
görüşlerine destek saymaktadırlar. Ancak su haricindeki bazı mayilerle de
temizlenmeyi caiz gören Hanefîler "bu hadisteki suyun zikri tahsis için değil,
temizlenme daha çok su ile olduğu için Efendimiz su ile ovalamayı emretmiştir"
12951

derler.

Bazı Hükümler

1. Soru sorulan kişi bildiği şekliyle cevap vermekten kaçınmamalıdır.

2. Kan ittifakla necistir, temizlenmelidir.

12961

3. Namaz kılabilmek için elbisedeki necasetin izâlesi şarttır.

361. ...Esma bint Ebî Bekr (r.ahhâ)dan, demiştir ki; "Bir kadını Resûlullah (s.a.)'a
şöyle sorarken duydum:

Ya Resûlullah, bizden birinin elbisesine hayız kanı bulaşırsa, ne yapsın? Nebi (s. a.) şu
cevabı verdi:

" Sizden birinize hayz kanı bulaşırsa onu (pamukla) ovalasın sonra su ile yıkasın ve
r2971

namazım kılsın."
Açıklama

Aynî' Buhârî Şerni'nde İbn Battâl'm "Esma hadisi, ulemâ katında necasetin yıkanması
hususunda esastır" dediğini naklettikten sonra şunları söyler: "Bu hadis ulemâ indinde
çok olan kana hamledilir. Çünkü Cenâb-ı Allah kanın necaseti konusunda mesfuh
olmayı şart koşmuştur. O da akıcı olan çok kandan kinayedir. Fakihler çok olanın mik-
tarım tayinde ihtilâf etmişlerdir. Küfeliler (Hanefîler) kanda ve diğer necasette az ile
çoğun arasını ayıklamakta bir dirhem den daha aza itibar etmişlerdir..."
İmam Mâlik'e göre kanın azı affedilir, fakat diğer necasetlerin azı da, çoğu da
yıkanmalıdır.

Şâfıîlere göre kanın azı affedilmiştir. Yalnız köpek ve domuz kanının azıda, afdan
müstesnadır. Pire kanı, bazı şartlarla çok da olsa mâfuvdür. Diğer necasetlerde gözle

r2981

görülebilen pislik necistir.

362. ...Hammâd b. Seleme, Hişâmb. Urve'den önceki hadisi mânâ bakımından (aynen)
rivayet etti: (Müsedded ve Musa b. İsmail rivayetlerinde) şöyle dediler: "Resûlullah
(s.a.):



T2991

"Onu (kanı) kazı, sonra su ile ovala, sonra da yıka','buyurdu.



DOOl

363. ...Ümmu Kays bint Mihsan ( ) şöyle demiştir:

"Resûlullah (sallellahü aleyhi vesellem)'e elbisede olan hayz kanım(n hükmünü)
sordum.

1301]

"Onu bir çubuk (çöp) ile kazı, su ve sidr ile yıka','buyurdu.
Açıklama

Tercemeye çubuk (çöp) diye aktardığımız kelimesi aslında kaburga kemiğinin
Arapçası olduğu halde, ona benzeyen eğri çubuk için de ad olmuştur îbn Dakiki'l-iyd,
Nesâî'den Ibn Hay-ve tarafından yapılan rivayette bu kelimeyi "taş" şeklinde
bulduğunu söylemiş fakat Irakî bunu tenkid etmiştir.

Kanın yıkanmadan ince bir çubuk parçasıyla kazınması, yıkanmayı kolaylaştırmak,
suya sidr karıştırılması ise, temizlikte mübalağa bakımından suyun temizleyecilik
özelliğini artırmak içindir. Bugünkü deterjanlar sidrin görevini fazlasıyla yapmaktadır.
Tabii bu ameliyeler, uyulması şart olmayıp kolaylık bakımından yapılmış
D021

tavsiyelerdir.
Bazı Hükümler

1. Elbisedeki hayz kanını yıkamadan önce sert bir cisimle kazımak, daha çok
temizlenmeye vesiledir.

2. Necasetin yıkanacağı suya, suyun temizleme gücünün artması gayesiyle uygun

r3031

maddelerin karıştırılması meşrudur.

364. ...Aişe (r.anhâ)dan, demiştir ki;

"Bizim (Rasûlullah'm zevcelerinden) birimizin bir tek gömleği olurdu. O gömlek
üzerinde iken hayız olur, o üzerinde iken cünüp olurdu. Sonra onda bir kan damlası

[3041

görür ve onu tükrüğü ile ovalardı."
Açıklama

Hz.Aişenin naber verdiği hanımın kendisi olması muhtemeldir. Bu hadis her ne kadar
mevkuf ise de Resûlullah'm huzurunda olduğu ve Efendimiz reddetmediği için merfû'
hükmündedir.

Hz. Aişe bu haberi verirken, hayız veya cenabet halinde giyilen bir elbisenin pis
olmadığını, şayet elbisede az bir kan lekesi olursa, bunun namaza manî olmadığını

r3051

söylemek istemesinden dolayı zikretmiştir.



365. ...Ebû Hureyre (r.a.)den rivayet edilmiştir; "Havle bint Yesâr, Resûlullah (s.a.)'a
gelip:

Ya Resûlullah! Benim sadece bir tane elbisem var, ben o (elbisem) üzerimde iken
hayız oluyorum, ne.yapayım? dedi.
Nebî(s.a.) şu cevabı verdi:

Temizlendiğin zaman onu yıka ve onda (onu giyerek) namazını kıl."
Havle dedi ki:

Kan çıkmazsa (ne yapayım)? Nebî (s.a.);

r3061

'"Kam yıkamak sana yeter, izi zarar vermez" buyurdular.
Açıklama

Bu hadis-i şerif de Efendimiz, hayız olunan elbisenin yıkanmasını emretmişlerdir.
Bunu kanın çok oluşuna hamledersek önceki hadislerle olan ihtilâf halledilmiş olur.
Ayrıca buradan anlıyoruz ki, temizce yıkandıktan sonra necaset eserinin kalması, o
elbisenin temiz olmasına manî değildir. Bu şekildeki necasetler, temizlendiğine kanaat
gelinceye kadar yıkanır, Hanefîlere göre üç defa yıkanıp sıkıldığında temizlenmiş
D071

sayılır.

131. Hanımıyla Cinsi Temasta Bulunurken Giydiği Elbise İle Namaz Kılmanın
Hükmü

366. ...Muâviye b. Ebî Süfyân'dan rivayet edilmiştir;

"O, Peygamberimizin hanımı olan, kızkardeşi Ummu Habîbe'ye:

Resûlullah (s.a.) cima ederken üzerinde bulunan elbisesi ile namaz kılar mıydı? diye

sordu. Ummu Habîbe (Radıyellahü anhâ):

T3081

Evet, O elbisede pislik görmediğinde (kılardı) dedi."
Açıklama

Meninin pis olduğuna hükmedenlerin dayandıkları hadislerden birisi budur. Çünkü
cinsi temastan sonra elbiseye bulaşabilecek pislik nıezi veya menidir. Efendimiz,
elbisede pislik görmediğinde o elbise ile namaz kıldığına göre, meni veya mezi
gördüğü zaman yıkattığı anlaşılmaktadır.

Bu, Efendimizden çıkan şeylerin temiz oluşuna muhalif değildir. Çünkü hükümlerde
ümmetin durumu göz önünde bulundurulur.

Yine bu hadis-i şeriften şüphe ile amelin vacip olmadığı anlaşılmaktadır. Zira cima
esnasında giyilmiş olan elbisede meni veya mezi eserinin bulunacağı muhtemeldir.
Buna rağmen Efendimiz necasetin olduğunu yakinen bilmedikçe şüpheye binâen amel

r3091

etmeyerek şüphe ile değil, kesin bilgi ile amelin vacip olduğuna işaret etmiştir.



Bazı Hükümler



1. Cinsi temas esnasında giyilen elbiseye meni veya mezi bulaşmamışsa yıkanmadan o
elbise ile namaz kı-hnabilir. Çünkü meni ve mezinin her ikisi de necistir. (İmam
Şafiî'ye göre meni tâhirdir.)

2. Elbiseye meni bulaşmışsa yıkanması gerekir.

3. Bir şeyin aksi ortaya çıkmadıkça aslı üzere hükümedilir.

mm

4. Şüphe ile değil kesin bilgi ile amel vaciptir.

132. Kadınların İç Çamaşırları İle Namaz Kılmak

kelimesi Arapçada kelimesinin çoğuludur. Aslında insanın vücuduna temas eden iç
çamaşırı demektir. Ancak burada uyku esnasında örtülen örtü mânâsında olması da

[3İİ]

muhtemeldin. Fakat terceme, kelimenin asıl manasına göre yapılmıştır.
367. ... Aişe (r.a.)'dan demiştir ki

Rasûlullah (salallallahü aleyhi vesellem) bizim çamaşır larımiz da veya

[3121

çarşaflarımızda namaz kılmazdı.

Ubeydullah: "Babam (çamaşır mı, yoksa çarşaf mı olduğunu) şüphe etti" demiştir.
[313]



Açıklama

Hadis-i şerif hayız kanı gibi necaset bulunması ihtilmali olan kadın elbiselerinden
sakınmanın matlup olduğuna işaret etmektedir. Her ne kadar vacip olan, zanna göre
değil de, kesin bilgiye göre hükmetmek ise de ihtiyatlı davranmak dinimizin teşvik
ettiği hususlardandır. Ancak bu farz değil menduptur. Nitekim bir sonraki babta
gelecek olan hadis-i şeriflerden, kadınların iç elbiselerinde namaz kılmanın caiz

I3İ4J

olduğu anlaşılmaktadır.

368. ...Aişe (r.anhâ)'nm şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"Peygamber (s. a.) bizim elbiselerimizde (veya çarşaflarımızda) namaz kılmazdı."
Hammâd;Said b. Ebi Sadaka 'nın şöyle dediğini duydum demiştir:
Bu hadis-i şerifi Muhammed b. Sırın 'e sordum, rivayet etmedi ve "Ben onu eskiden
beri duydum. Fakat kimden duyduğumu bilmiyorum. Güvenilir birinden mi, yoksa

1315]

başkasından mı duyduğumu hatırlayamıyorum. Onu (başkasına) sorunuz" dedi.
Açıklama

Hadis-i Şerifin Hz. Aişe'ye nisbet edilen bölümü bir evvelki hadisle aynıdır.
Müellifin Hampvîd'm sözünü kaydetmekten maksadı, hadisin münkatı' olduğuna işaret
etmektir. Çünkü hadisin senet zincirine göre Hammâd Hişâm'dan, Hişâm da İbn Şîrîn



vasıtasıyla Hz. Aişe'den rivayet etmiş görünmektedir. Said b. Ebî Sadaka, bu hadisi
İbn Sîrîn'e sorduğunda kesin bir cevap da almamış, ne red etmiş ne de olumlu karşılık

I3JL61

vermiştir. Bu, hadis-i şerifte bir inkıta olma ihtimalini ortaya koymaktadır.
133. Kadınların İç Çamaşırları İle Namaz Kılma Ruhsatı

369. ...Meymûne (r.anha)dan;

"Resûlullah (s.a.)'m bir bölümü kendi üzerinde, diğer bölümü hayız hâlindeki bir

[3171

hanımının üstünde olan bir elbise ile namaz kıldığı" rivayet edilmiştir.
Açıklama

Hadis-i Şerifin konu ile alâkası şudur: Peygamber (s. a.) kendi üzerindeki elbisenin
yarışımda hayız halindeki hanımının üzerine örttüğü halde namaz kıldığını ifâde
etmektedir. Efendimiz bu şekilde namaz kılarken yanında olan zevcesi, Meymûne
olabileceği gibi aşağıdaki hadisten anlaşılacağı üzere Hz. Aişe de olabilir. Ancak
Buharî'nin rivayetinden Meymûne olduğu anlaşılmaktadır.

Hadiste geçen kelimesinin mânâsı yün, keten veya başka bir şeyden yapılan, hem
erkeklerin, hem de kadınların göbekten aşağıya ve yukarıya giyebüdekleri bir elbise
[3181

çeşididir.

Bazı Hükümler

1. Üzerinde kan görülmedikçe hayızlı olan kadının elbisesi temizdir.

2. Bir kimsenin hayız olan hanımının yakınında namaz kılması caizdir.

3. Bir kısmı namaz kılanın, diğer bir kısmı da hayız halindeki hanımının üstünde olan

[3191

elbisede namaz kılmak caizdir.

370. ...Aişe (r.a.)dan; demiştir ki;

"BenResûlullah (s.a.)'m yakınında, hayızlı bulunduğumda, üzerimdeki elbisenin bir

r3201

kısmı Resûlullah'm üzerine (sarkmış) bir vaziyetteyken geceleyin namaz kılardı."
Açıklama

Yukandaki hadisle aynı gibi görülen bu hadis farklı bir manaya gelmektedir. Şöyle ki;
birinci hadis-i şerif Peygamber (s.a.)'m elbisesinin hayızlı hanımının üzerine sarktığını
anlatırken hayızlı kadının pis olmadığını, onun üzerine sarkan elbisenin pis
olmayacağına işaret etmektedir. Halbuki bu hadis-i şerif, Hz. Aişe validemizin
üzerindeki elbisenin Resûlullah (s.a.)'e örttüğünü, dolayısıyla hayızlı kadının

[321]

elbisesinin pis olmadığı gibi başkasını da kirletemediğini ortaya koymaktadır.



134. Elbiseye Bulaşan Meninin Hükmü



T3221

371. ...Hemmam b. Haris ten rivayet edilmiştir:

"(Bir gün) Hemmâm Hz. Aişe'nin yanında (misafir) iken ihtilâm olmuştu.Elbisesini
D231

veya elbisesindeki. cenabet eserini (meniyi) yıkarken Hz. Aişe'nin cariyesi onu
gördü ve Hz. Aişe'ye haber verdi. Bunun üzerine Aişe (r.anha) şöyle dedi:

L324J

(Şu anda) Resûlullah (s.a.)'m elbisesinden onu ovaladığımı görür (gibiyim).

13251

Ebû Dâvâd: "Bunu, Hakem rivayet ettiği gibi, A 'meş de rivayet etmiştir" dedi.
Açıklama

Bu hadis-i şerif, kurumuş olan meninin ovalamakla temizleneceği görüşünde olanların
del iHeırindendir. Konu ulema arasında ihtilaflıdır.

Şafiî, Dâvûd, İbn Munzir, Said b. el-Müseyyeb, Atâ İshak ve Ebû Sevr'e göre meni

temizdir. İmam Ahmed'in iki rivayetinden esah olanı da bu şekildedir. Ancak Şafiî

mezhebinin muteber kitaplarından Muğnî'l-muhtâc'ta "Bir kimse küçük abdestten

sonra tenasül uzvunu yıkamazsa ondan çıkan meni pistir" denilmektedir.

Bu görüşte olanların delili, meninin ovalanmakla izâle edilebildiğini, gösteren

rivayettir. Pis olsaydı ovalamakla temizlenmezdi, demektedirler.

Hanefî Mezhebine göre meni pistir. Yaşı ancak yıkamakla, kurusu ise, ovalamak

suretiyle de temizlenebilir. Ancak küçük abdestinden sonra su ile temizlenmiş olması

şarttır. Aksi halde ovalamakla da temizlenmez. Zira uzuv üzerinde kurumuş olan idrar

ıslak meni ile yayıldığından temizlenmez.

Üzerinde durduğumuz, Hz. Aişe'nin rivayeti, bu görüşün delilerinden-dir. Meninin
ovalamakla izâle edilmesi, Onun temiz olmasını gerektirmez. Nitekim, ayakkabıya,
bulaşan ve cüssesi olan pislik yere veya toprağa sürtmek suretiyle temizlenebilir,
yıkamaya ihtiyaç göstermez. Su ile yıkanmadan silmek, tehavvül, kuruma vs. gibi
daha birçok temizleme yollan vardır. İbn Abbâs'tan nakledilen ve meniyi bir burun
akıntısına benzeten rivayeti ise, İshâk el-Ezrak'm Şureyk tarikiyle yaptığından başka
ref eden olmamıştır. Gerçekte bu rivayet Beyhakî'nin dediği gibi mevkuftur, hüccet
olmaz.

Dârekutnî'nin Hz. Aişe'den rivayet ettiği, "Ben Resûlullah (s.a.)'nı elbisesindeki
meniyi kuru ise ovalar, yaş ise yıkardım" şeklindeki hadis de açıkça bu görüşü takviye
[3261

etmektedir.
Bazı Hükümler

1. Meni pistir

T3271

2. Elbiseye bulaşan meni kuru ise ovalayarak, temizlenebilir; yaşı ise yıkanır.



372. ...Aişe (r.anha) şöyle demiştir:

"Ben Resûlullah (s.a.)'m elbisesinden meniyi ovalardım. Resûlullah da o elbisede
D281

namaz kılardı."
Ebû Dâvûd dedi ki:

[3291

Hammâd'a bu rivayetinde Muğîre, Ebû Ma'şer ve Vâsıl muvafakat ettiler.

373. ...Süleyman b. Yesâr Aişe (r.anhâ)'yı şöyle söylerken dinlemiştir:

"Ben Resûlullah (s.a.)'ın elbisesinden meniyi yıkardım daha sonra elbisedeki

moı

temizleme izlerini görürdüm."
Açıklama

Bu hadis-i şerif, meninin pis olduğu görüşünü kabul edenlerin delil gösterdikleri
hadislerden biridir. Çünkü Hz. Aişe Efendimizin elbisesindeki meniyi kendi kendine
değil, Resûlullah aleyhisselâmm emri ile yıkamıştır. Eğer meni pis olmasaydı
Efendimiz onu yıkamayı emretmez, Hz. Aişe de yıkamazdı. Aişe validemizin meniyi
ovaladığını gösteren hadisler ise, İmam-ı Azam'm kavline göre, meninin kuru oluşuna
hamledilir.

Meninin temiz olduğunu söyleyenler ise, buradaki yıkama işinin, istihbabâ delâlet
ettiğini söylerler. Meninin temiz olup olmadığı hususunda ulemânın görüşleri 371.

£3311

hadisin açıklaması içerisinde verilmiştik.
Bazı Hükümler

1. Meni pistir.

T3321

2. Kadının kocasına hizmet etmesi, elbiselerim yıkaması meşrudur."
135. Çocuk İdrarının Elbiseye Bulaşması

374. ...Üramü Kays bint Mihsan'dan rivayet edilmiştir ki:

"O, (bir gün) henüz yemek yemeye(başlamaya)n küçük oğlunu Resûlullah (s.a.)'a
getirdi Ffendimiz de çocuğu kucağına oturttu. Çocuk Resûlullah(s.a.)'m elbisesine

P331

bevletti.Efendimiz su isteyerek (sidiğin) üzerine döktü, onu yıkamadı."
Açıklama

İmam Nevevî'nin beyânına göre, küçük çocuğun idrarının pis olduğunda ihtilâf yoktur.
Hatta bu konuda icmâ olduğunu bile söyleyenler vardır. Ancak Dâvûd-u Zâhirî'ye
göre çocuğun bevli temizdir. İmam Şafiî'den de onun temizliğine dâir bir nakil
yapılmakta ise de, Nevevî bunun kesinlikle bâtıl olduğunu kaydeder.



Çocuğun idrarının temizleniş biçimi ise, mezhepler arasında ihtilaflıdır.
Şafiî mezhebinde üç ayrı kavil vardır. Bunlardan esah olanına göre, oğlan çocuğunun
idrarı, üzerine su serpmekle, kız çocuğununki ise, diğer necasetlerde olduğu gibi ancak
yıkamakla temizlenir. Hz. Ali, Atâ b. Ebî Rebah, Hasan el-Basrî, Ahmed b. Hanbel,
İshak b. Râhûye ve Mâlikîlerden İbn Vehb'e göre de oğlan çocuğu ile kız çocuğunun
idrarları farklıdır. İmam Ahmed, İshak ve Ebû Sevr de Şâfıîlerle aynı görüştedirler. Bu
görüşte olanların dayandığı bir çok hadis-i şerif vardır. Mesela Ebû Dâvûd, Tirmizî ve
İbn Mâce'nin tahric ettikleri, "kızın idrarı yıkanır oğlanmkinin üzerine su dökülür"
mealindeki hadis bunlardandır.

Hanefi mezhebi ile İmam Malik, İbrahim en-Nehaî, Said b. El-Müseyyeb, Hasan b.
Hayy ve Sevriye göre kız ve oğlan çocuklarının idrarları arasında fark yoktur. Her
ikisi de pistir ve ancak yıkamakla temizlenir.

tmam Muhammed, "Yemek yemeye başlamamış oğlan çocuğunun idrarı hakkında
ruhsat verilmiş, kız b'evli ise yıkanması emredilmiştir. Fakat bize göre her ikisini de
yıkamak daha makbuldür" demiştir.

Bu görüş sahipleri, hadislerdeki "Su serpme, su dökme" şeklinde anlaşılan "Nadh"
kelimesinden bazan yıkamak da kastedilir demişler ve mezkûr kelimenin yıkamak
mânâsında kullanıldığnı bazı hadislerle isbat etmişlerdir. Bazı hadislerde "nadh"
kelimesinden sonra "onu yıkamadı" şekilindeki ilâveleri de "yıkamada mübalağa
etmedi" şeklinde tefsir etmişlerdir.

Buraya kadar, ifâde etmeye çalıştığımız bilgiler henüz yemek yemeğe başlamayan, süt
ile beslenen çocuklar ile ilgilidir. Yemek yiyen çocukların idrarı ise, ittifakla ancak

[334]

yıkamakla temizlenebilir.
Bazı Hükümler

1. Sütle beslenen çocuğun idrarı üzerine su dökmekle temizlenebilir.

D351

2. Çocuklara şefkatli davranmak gerekir.

[3361

375. ...Lûbâbe bint el-Hâris (r.anhâ)'dan; demiştir ki;

"Ali(r.a.)nın oğlu Hüseyin, Resûlullah (s.a.)'m kucağında idi. Efendimizin üzerine
bevletti.

Bir elbise giy, izarmı da bana ver yıkayayım, dedim. Resûlullah (s. a.);
"Ancak kızın idrarından dolayı yıkanır oğlanın idrarından ise (üzerine) su dökülür,"
r3371

buyurdu.
Açıklama

Bu hadisin zahiri erkek çocuğu ile kız çocuğunun idrarları arasında fark görenlerin
görüşünü te'yıd etmektedir. Ancak Hattâbî, buradaki "nadh" kelimesini su serpme
değil de önceden suyla ıslamadan ve ovalamadan yıkamak şeklinde açıklamıştır.
Erkek ve kız çocuklarının idrarları arasında fark görmeyen Hanefîler de hadisi
Hattâbî'nin dediği gibi anlamışlardır.



Hanefi âlimlerinden Tahâvî de bu hadis hakkında şunları söyler:
"Erkek çocuğun idrarının çıkış yeri dar olduğu için dar bir satha isabet eder. Kız
çocuğunun idrarı ise, daha geniş bir alana yayılır. Bundan dolayı Efendimiz oğlanın
idrarı üzerine su dökmeyi kız çocuğun idrarında ise, muhtelif yerlere bulaşacağı için
yıkamayı murat etmiştir."

Bu ifâdelere göre hadis-i şerifin her iki görüşe de aykırı olmadığı, taraflardan birini,
hadise zıt görüşe sahip olmakla töhmet altında bırakmağa mahal olmadığı
D381

anlaşılmaktadır.

T3391

376. ...Ebu 's-Semh den; demiştir ki;

"Resûllullah (s.a.)'e hizmet ederdim. Efendimiz gusletmek istediğinde bana "Yönünü
çevir" der, ben de çevirir ve onu gizlerdim, (siper olurdum). (Bir gün) Hasan veya
Hüseyin (r.anhumâ) getirildi. Efendimiz'in göğsü üzerine bevletti. Ben hemen onu
yıkamaya geldim. Resûlullah (s. a.):

13401

"Kız çocuğunun idrarı(ndan dolayı)yıkamr, oğlanmkine ise, su serpilir" buyurdu.
Abbâs (b. Abdilazîm) dedi ki;

(Çoğul sigasıyla) Bize Yahya b. Velid haber verdi. Ebû Davûd da dedi ki; Yahya b,
Velid, Ebu'z-Za'râ dır. Harun b. Ebî Temim, Hasen el-Basrî'nin "Bütün idrarlar

eşittir," dediğini söyledi.

Açıklama

Bu hadis-i şerifte, küçük çocuğun idrarının hükmünün yani sıra ikinci bir konu
dikkatimizi çekmektedir ki, o da gusul esnasında örtünme meselesidir. Bundan önceki
hadis-i şeriflerin şerhinde çocuğun idrarı ile ilgili yeterli bilgi verildiği için burada
gusül esnasında örtünme meselesini ele alacağız.

İnsanların görebileceği açık bir yerde gusleden kimsenin tesettüre riâyetinin farz
olduğunda ulemâ müttefiktir. Açık bir yerde fakat kimsenin görme ihtimali olmadan
veya kapalı bir yerde gusleden kimsenin örtünmesinin hükmü ise, ihtilaflıdır.
İbn Ebî Leylâ'ya göre, her hâl-ü kârda gusleden kimsenin avret yerini örtmesi farzdır.
Cumhur-u ulemâya göre bu durumlarda örtünmek farz değil, müstehaptır. Üzerinde
durduğumuz hadis-i şerifte ki Ebû s-Semh'in Efendimize siper olmasının, Efendimizin
emri ile değil kendi arzusu ile, olduğunu ve bunun vücûba delâlet etmediğini söylerler.
Hadisin sonundaki ta'lik'de Hârûn b. Temim, Hasan el-Basrî'nin "Bütün idrarlar

1342]

eşittir." dediğini rivayet etmiştir.
Bazı Hükümler



1. Fazilet erbabına hizmet etmek meşrudur.

13431

2. Satr-ı avrete itina edilmelidir.



377. ...Ali (r.a.) şöyle demiştir:

"Kız çocuğun idrarı yıkanır, oğlan çocuğunun ise (sütten başka) yemek yemediği

0441

müddetçe idrarına su serpilir."
Açıklama

Bu "eser" de, oğlan ve kız çocuklarının idrarlarının temizlenmesinin farklı olması
bakımından önceki hadisler gibidir. Ancak bunda ilâve olarak bu hükmün, henüz
yemeye başlamayan, ana sütü ile beslenen oğlan çocuklara ait olduğu sarahaten beyân
1345]

edilmektedir.

378. ...Ali (k.v.) yukarıdaki hadisi Resûlullah (s.a.)dan merfuan rivayet etmiştir.
Ancak (bu rivayette) "yemedikçe" kaydını (Katâde'nin talebesi Hişâm) zikretmemiştir.
(Hişam ilâveten) Katâde'nin; "Bu, yemek yemedikleri müddetçedir, yemek yerlerse
her ikisi de yıkanır"

[3461

dediğini de bildirmiştir.
Açıklama

Müellif burada Hz. Ali'nin hadisim, tekrar rivayet, etmiştir. Ancak önceki hadis Hz.
Ali'nin sözü olarak mevkuf iken, aynı manadaki bu ikinci hadis-i şerif Resûlullah
(s.a.)'a nisbet edilmektedir.

Bir de birinci hadiste "yemedikçe" ifâdesi erkek çocuğa inhisar ettirilmiş bu rivayette
ise, her ikisine teşmil edilerek "yemedikleri müddetçe" denilmiştir.

[3471

Buna göre de erkek ve kız çocuğunun idrarı aynı derecededir.

379. ...Hasan (el-Basrî), annesinin şöyle dediğini haber verdi:

"(Ben) Ümmü Seleme (r.anha)yı henüz yemek yemeyen erkek çocuğun idrarı üzerine
su dökerken gördü (m). Eğer (çocuk) yerse, onu yıkardı. Kız çocuğunun idrarını da
£3481

yıkardı."
Açıklama

Buraya kadar bu bölümle ilgili hadislerde henüz yemek yemeyen süt çocuklarının
idrarlarının aynı derecede pis olmadığı, kız çocuğununkinin her hâl-ü kârda
yıkanması, erkek çocuğunkinin ise üzerine su dökülerek temizleneceği ifâde
edilmektedir. Bu hadislere dayanarak cumhûr-u ulemâ iki idrar arasında fark olduğuna
zâhib olmuşlardır. Ancak Hanefî fukahası "İdrardan temizlenin! Çünkü kabir azabının
çoğu idrardandır" hadis-i şerifi ve benzeri hadislerle isdidlâl ederek bir ayırım yap-
maksızın erkek ve kız çocuğunun idrarları, henüz süt çocuğu bile olsalar eşit ve aynı
derecede pistir ve büyüklerin idrarına eşittir; affedilen miktarı aştığı takdirde
yıkanması gerekir, görüşündedirler. Bununla beraber Hanefî uleması bu bölümdeki



hadislerle diğer babtaki hadisler arasında görünen tearuza cevaben hadislerde geçen
"nadh" kelimesini yıkama ile tefsir etmişler ve bu tefsirlerini diğer hadislerdeki

13491

yıkama manasına gelen "nadh" ile takviye etmişlerdir.
136. İdrarın İsabet Ettiği Toprak(In Temizlenmesi)
380. ... Ebû Hureyre (r.a.)'dan rivayet edilmiştir ki;

Resûlullah (s. a.) Mescidde otururken bir bedevi Mescide girip namaz kıldı. (İbn Abd
bu namazın iki rekat olduğunu söyler). Sonra da:

Allah'ım, bana ve Muhammed (s.a.)'e rahmet eyle, bizimle beraber bir başkasına
acıma, dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.):

Geniş olan şeyi men'ettin (Allah'ın geniş tuttuğu rahmetini daralttın), buyurdu. Aradan
fazla bir zaman geçmeden bedevi Mescidin içinde (bir kenara) bevletti. Bunu gören
sahâbîler bedeviye doğru koştular, fakat Resûlullah (s.a.) onlara mâni oldu ve:
Siz ancak kolaylaştırcı olarak gönderildim, zorlaştırıcı olarak değil. O (bedevinin)

r3501

bevli üzerine büyük bir kova dolusu veya doluya yakın su dökünüz" buyurdu.
Açıklama

A'rabi çöllerde, kırlarda yaşayan ancak bir ihtiyaç için zamanla şehre gelen Araplara
denir.

Hadis-i şerifte bahsi geçen Arabi'nin adı, başka rivayetlerden anlaşıldığına göre Zu'I-
Huveysıra el-Yemânî veya Ekra' b. Habis et-Temimîdir.

Hadis-i şerifin siyakından da anlaşılacağı üzere bu zat İslâmı yeni kabul etmişti.
Henüz İslâm edep ve kültürünü tam olarak elde edememiş, câhiliye ve çöl geleneğini
üzerinden atamamıştı. Bu yüzden Cenab-ı Allah'tan rahmet isterken, başkalarının
rahmetten mahrum olmasını ister hissini veren ifâdeler kullanmış ve Mescide idrar
yapmıştı. Rahmet Peygamberi sallellahü aleyhi vesellem Efendimiz, bu şahsın her iki
hatasını da gayet nâzik bir şekilde düzeltmiş ve güzel bir ders vermiştir. Bedevinin
bevletmesine mâni olmak üzere harekete geçen sahâbileri de daha büyük zararlar
tevlid edebileceği mülahazasıyla durdurmuştur. O'nun" Siz zorlaştırıcı olarak değil,
kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz" tabirini kullanması mecazî mânâdadır. Çünkü
aslında tebliğ vazifesi ile gönderilen sahâbiler değil, bizzat Resûllah'ın kendisidir.
Fakat, sahâbiler de Resûlullah'tan gerek huzurunda, gerek gıyabında tebliğ vazifesi
için onun tarafından gönderilmiş olmaktadırlar.

Hadis-i şerif necis olan arz (yer) üzerine su dökmek suretiyle o mahallin
temizleneceğine delâlet etmektedir ki, cumhurun görüşü de bu merkezdedir.
Hanefîlere göre, yeryüzü ve yeryüzünde sabit bulunan her hangi bir şey, pislenince
kurumakla temizlenir. Hidâye'de "güneşte kurumakla" deniyorsa da, İbn Humam
"güneş" kelimesinin kaydı ittifakı olduğunu, rüzgâr veya güneşle kuruması arasında
fark olmadığım söyler ki, mezhebin görüşü de bu şekildedir. Ancak pisliğin renk
vekokusudan eser kalmaması lâzımdır.

Necaset bulaşan yer yüzü (mahal) süratle temizlenmek istenirse, o yeri alt-üst ederek
necasetin kokusu hissedilmeyecek şekilde gömmek ya da üzerine toprak taşımak veya
eseri kalmaymcaya kadar üzerine su dökmekle de temizlenebilir.



Merâkf 1-Felâh Haşiyesi Tahtâvî'nin beyânına göre arz, üzerine su dökülerek
temizlenecekse toprağın sert veya yumuşak oluşuna göre farklı ameliyeler uygulanır.
Yer gevşekse, temizlendiği kanaati hasıl oluncaya kadar su dökülür, adet önemli
değildir. Yer engebeli ve sertse, necaset mahalinin alt kısmına bir çukur kazılır ve
necasetin üstüne su dökülür. Çukurun içine dolan suyun üzerine toprak doldurulur.
Yer sert ve düz ise, necaset üzerine üç defa su dökülür fakat her döküşte temiz bir bez
ile kurutulur.

Yukarıda da işaret edildiği gibi diğer mezheplere göre necaset bulaşan yeryüzü,
üzerine her hangi bir şekil ve tafsilata lüzum görülmeden su dökülerek temizlenir.
Hadis-i şerifin sonunda seçil ve zenîib kelimelerinin aynı mânâya geldiği belirtilmiş
ve ikisi arasında zikredilen ev (veya) râvinin rivayetteki şüphesine hamledilmiştir.
Diğer bir ifâdeye göre "seçil" dolu kova; "zenûb" ise, biraz eksik (doluya yakın) olan
manalarına gelir. Buna göre râviden bir şüphe varid olmamış her iki lafız da
Resûlullah'tan (s. a.) varit olmuş olur. O zaman "ev" kelimesi muhayyerliğe hamledilir.

1351]

Tercüme buna göre yapılmıştır.
Bazı Hükümler

1. Dua eden kişi, duasında sadece kendisi için değil, diğer müslümanlar için de istekte
bulunmalıdır.

2. Cahil, söylenileni küçümseyip inadına muhalif hareket etmedikçe ona yumuşak
davranmak gerekir.

3. İki zarardan büyüğü, küçüğü irtikâb edilerek def edilebilir.

4. Mâbedlere hürmet edilmeli ve temiz tutulmalıdır.

[352]

5. Toprağa bulaşan necaset, üzerine su dökülmek suretiyle temizlenir.

T3531

381. ...Ma'kıl b. Mukarrin den; şöyle demiştir:

"Bir bedevi, Resûlullah (s. a.) ile birlikte namaz kıldı..." (Ma'kıl bundan sonra) Önceki

hadisteki hâdiseyi (anlattı) ve şunları ilâve etti: Resûlullah (s. a.);

"Üzerine bevlettiğî toprağı alın ve (Mescidin dışına) atın, yerine de su dökün"

13541

buyurdu.

EbûDâvûd; "Bu hadis mürseldir. Çünkü İbn Ma'kıl, Resûlullah (s.a.)'ı görmemiştir"
[3551

dedi.



Açıklama

Görüldüğü gibi bu hadis-i şerif Tâbiûndan bir zât tarafından, aradaki sahâbî
zikredilmeksizin bizzat Resûlullah'tan duyulmuş gibi rivayet edildiği için mürseldir.
Fakat bu durum, hadisin kuvvetine zarar vermemektedir. Çünkü aynı hadisi Dârakutnî,



kesintisiz olarak -Ahmed ve Taberânî de dahil- iki ayrı senette rivayet etmişlerdir.
Ancak bu rivayetlerden İbn Mes'ücTdan geleni, senette Sem'anb. Malik olduğu için;
Vasile b. Eska'dan geleni de râviler arasında Ubeydullah b. Ebî Humeyd el-Huzelî

T3561

olduğundan tenkide uğramıştır, kuvvetli sayılmamıştır.

Bu hadis ihtiva ettiği ahkâm itibariyle bir önceki hadisten pek farklı değildir. Sadece
öncekine ilâve olarak necaset mahalline su dökülmeden evvel o toprağın alınıp

[3571

atılması emredilmektedir.

137. Yeryüzünün (Toprağın) Kurumakla Temizlenmesi Hakkında
382. ...Abdullah b. Ömer (r.a.)'dan, şöyle demiştir:

"Ben Resûlullah (s. a.) zamanında bekâr bir genç idim ve Mescidde gecelerdim.
Köpekler mescide girerler, çıkarlar, bevlederler, (sa-habiler de) bundan dolayı hiç bir

r3581

şey (su) dökmezlerdi."
Açıklama

Abdullah İbn Ömer'in Mescitte gecelemesi orada uyumasına delâlet etmez. Çünkü
"geceledi" fiili "geceleyin uyudu" mânâsına pek nadir kullanılır. Ferrâ demiştirki,
"gecenin tamamını taatle veya masiyetle uyanık geçirdi manasında "geceledi" denilir.
Ancak İbn Ömer'in geceyi Mescitte uyuyarak geçirdiğini anlamaya da bir mani
yoktur. Nitekim bazı sarihler fiiline "geceleyin uyudu" mânâsını vermişlerdir.
Mescitte uyumayı men eden açık bir nass olmadığına göre orada geceleyin uyumaya
da bir mâni yoktur. Fakat yine de bu konu ihtilâflıdır. îbn Abbâs ibâdet maksadı
olmasa, İbn Mesûd ise her halü kârda mescitte gecelemeyi mekruh görürler, imam
Mâlik, kalacak evi olmayanın mescitte kalmasını mubah sayarken evi olanın kalmasını
mekruh sayar. İmam Nevevî'nin bildirdiğine göre, İmam Şafiî mutlak olarak, İmam
Ahmed de misafirin kalmasını caiz görmüşlerdir. Hanefîlerin görüşü de bu
merkezdedir.

Yeryüzündeki necasetin, kurumak suretiyle temizleneceğini söyleyen Hanefîler, bu
hadis-i şerifi delil kabul ederler.

îbn Hümam bu hadis ile ilgili olarak özetle şöyle der: "Eğer necasetin kuruyarak
temizlendiği kabul edilmezse sahâbilerin bile bile orayı pis bırakmış olmalarına
hamletmek gerekir ki, bu mümkün değildir. Çünkü mescid-i Nebevî dar ve mü
slümanlar hemen hemen tamamen namazı mescidde kıldıkları için, köpeklerin
bevlettiği yerlerde namaz kılmamış olabilirler denemez. Ayrıca köpeklerin mescidin
bir köşesine değil, bir çok yerine bevletmeleri kuvvetle muhtemeldir. Bedevi'nin bevli
üzerine Resûlullah'm su dökülmesini emretmesi, bunun ancak su ile temizleneceği
manasına gelmez. Zira o hâdise gündüz olmuştur. Gündüz Mescitte peşi peşine
devamlı namaz kılınacağı için Efendimiz pislenen mahallin hemen temizlenmesini
istemiş, kuruyunca-ya kadar beklemeden üzerine bolca su dökmelerini emretmiştir.
Abdullah îbn Ömer'in haberinde köpeklerin Mescide bevletmeleri geceleyin olduğu ve
geceleri de kısa aralıklarla cemaat halinde namaz kılmmadığı için su dökme ihtiyacı
hissedilmemiş, temizlik konusunda kurumaya itibar edilmiştir."



Necaset bulaşan yer yüzünün kurumakla temizlenemeyeceğini mutlaka su dökülmesi
gerektiğini söyleyenler ise, bu hadîse daha değişik bir açıdan bakarlar. Kimi
"köpeklerin mescide girip çıkmaları oraya bevletmiş olmalarını gerektirmez. Mescide
girip çıkarlar, fakat dışarıya bevletmiş olabilir." Bazıları da, "köpek idrarlarının
üzerine su dökülmeyişi ya yerleri bilinemediği veya temizlenmesine lüzum
kalmayacak kadar az olduğu içindir" demişlerdir.

Şüphesiz her iki görüşün sahipleri makul fikirler ileri sürerek hadis-i şerifin mânâsım
te'vil etmişler ve görüşlerini mesnetsiz bırakmamışlardır. Ne varki, kuramakla yer
yüzünün temizlenmeyeceğini söyleyenlerin te'villerinde bir zorlama olduğu
hissedilmektedir.

Temizlendiğini söyleyenlere göre ise, bu sadece üzerinde namaz kılmak içindir.
Oradan teyemmüm etmek için yine de temiz sayılmamaktadır. Hanefîlerin görüşü
budur.

Daha önce de bildirdiğimiz gibi, o günkü mescidleri bugünkülerle mukayese etmemek
gerekir. Peygamber aleyhisselâm zamanında kapılar açık pencereler açık, yerlerde örtü
yoktu. Dışarıdan farkı, duvarlarla çevrili olması idi. Bu durumda kedi ve köpeklerin
geceleyin bu gibi yerlere girmesi gayet normaldir.

Bununla beraber, hadisten mescidlerde kedi ve köpek beslenir hükmü çıkarılamaz.
Güvercinler müstesna, bütün hayvanların mescidde beslenme, büyütülmeleri ve

[3591

aralara sokulmaları yaksaktır.
Bazı Hükümler

1. Mescitte gecelemek câizdir.

r3601

2. Toprağa isabet eden necaset mahalli kurumak sureti ile temizlenebilir.
Elbisenin) Eteğine Bulaşan Necaset İn Hükmü

383. ...Abdurrahman b. Avfm oğlu İbrahim'in Ümmü Veledi (Humeyde) den
rivayet edilmiştir. O; ResûluIIah'm hanımı Ümmü Seleme (r.anhâ) ya;
Ben eteğim uzatan bir kadınım, pis yerlerde yürüyorum (ne yapmalıyım)? diye sordu.
Ümmü Seleme (r.anha);

Resûlullah (sallellahü aleyhi vesellem) "Onu sonraki (temiz yerler) temizler" buyurdu
1362]

diye cevap verdi.
Açıklama

Ümmü Seleme (r.anha) kendisine sorulan bir soruya delilini söyleyerek cevab
vermiştir. Çünkü soru soran hanımı zeki, anlayışlı zaptı kuvvetli ve ilmi nakletmeye
kabiliyetli görmüştür. Bundan anlaşılmaktadır ki, bir âlime soru sorulduğu zaman soru
soran anlayışlı ve tâlime kabiliyetli ise, cevabı verirken delilini de zikretmeli ve bu
konu ile ilgili lüzumlu malumatı aktarmalıdır.

Ulemâdan bir gurup bu hadis-i şerifin zahirini alarak, "temiz bir yerde yürümek pis
yerden geçerken elbisenin eteğine ve paçasına bulaşan pisliği temizler. Elbisenin eteği



ayakkabı hükmündedir. Eteği pisleten yerin kuru veya yaş olması arasında fark
yoktur" demişlerdir.

Cumhura göre ise, bir kimse üzerinde necaset olan kuru bir yerden geçip de elbiseye

pislik bulaşmazsa sonradan yürüdüğü temiz yerlerle temizlendiği görüşündedir.

Üzerinde necaset bulunan yer yaş ise, ancak yıkamakla temizlenebilir. İmam Şafiî,

"Bu, kuru bir yerden geçip de üzerine necaset bulaşmayan kimse hakkındadır. Ama

yaş (ve pis) yerden geçerse ancak yıkamakla temizlenir" demiştir.

Şafıîlerde mezhebin görüşüne göre pis olan yolun çamuru şu dört şartın tahakkuku ile

affedilir:

1. Necasetin görülmemesi,

2. Yoldan geçenin dikkat edip, necasetten sakınması,

3. Yürürken veya binek üzerinde iken kendisine isabet etmesi. Şayet düşer veya
başkasından sıçrayarak kendisine bulaşırsa af yoktur.

4. Necasetin elbiseye veya vücuda isabet etmesi. Başka bir şeye isabet ederse af
yoktur.

İmam Ahmed b. Hanbel de şöyle der: "Bunun mânâsı, üzerine idrar bulaşır sonra da
temiz bir yerden geçerse, o elbise temizlenir demek değildir. Maksat, bir yerden
geçerken eteği pislenirse sonraki temiz yer Onu temizler demektir."
Zürkânî, İmam Mâlik'ten şunu nakleder: "Resûlulah'tan rivayet edilen "arzın bazısı
bazısını temizler" hadisinin mânâsı şudur: Bir kimse pis bir yere basar sonra da kuru
ve temiz bir yerde yürürse, sonraki yürüdüğü yer, evvelkinin pislettiğini temizler.
Fakat necaset bevl veya bu hükümde olan bir şey olur ve elbise yada bedene bulaşırsa,
ancak yıkamakla temizlenir. Bunda icmâ vardır."

Bu hadis hakkında Şah Veliyullah Dehlevî'nin şu sözleri de kayda değer: "Bu şu
demektir. Bir kimsenin eteğine yol pisliği bulaşır, sonra bir başka yerden geçer ve
necasete temiz yerin çamur veya tozu karışıp kurur. Bu durumdaki etek ovalamak
veya çitilenmekle temizlenir. Bu kadar zorluğa binâen sâri tarafından affedilmiştir."
Hanefîlere göre üzerinde necasetin aynı görülmedikçe yol çamurları temizdir. Bu
çamurun cıvık veya kuru, az veya çok olması arasında fark yoktur. Köpeklerin yattığı
yerler, pis şeylerden çıkan buharlar ve hayvan gübresinin tozu da aynı hükümdedir.
Çünkü bunlardan korunmak mümkün değildir.

D631

Şunu unutmamak gerekir ki "elbiselerini de temiz tut" ayet-i kerimesi genel
manada elbiselerin temizlenmesini emrettiği gibi, "eteklerini yerde sürünemeyecek
şekilde kısaltarak temiz tut"

şeklinde de tefsir edilmiştir. Ayrıca etekleri yere sürünecek şekilde elbise giymek kibir
ve gurur alâmeti olduğu için İslâm'da makbul sayılmamıştır. Kadınların ayaklarını 1
topuk üstü göstermeyecek tarzda ve bilhassa çorap giyme adeti olmayan Arap köylü

[3641

kadınları için lüzumlu görülmüştür ki, bu bir istisna niteliğindedir.
Bazı Hükümler

1. Hanımların uzun etekli elbise giymeleri meşrudur.

2. Yollardaki kuru pislik ile pislenen etekler daha sonra temiz bir yerden geçilerek

D651

temizlenir.



384. ...Abdu'l-Eşhel oğullarından bir kadın şöyle demiştir;

"(Resûlullah'a); Ya Resûlullah! Bizim mescide giden yolumuz pis, kerih kokuludur.
Yağmur yağdığında ne yapalım? diye sordum.
Bu kirli yoldan sonra daha temizi yok mu? dedi.
Evet (var) dedim,

T3661

Temiz yer pis yerin pislettiğini temizler" buyurdu.
Açıklama

Hattâbî, bu ve bundan önceki hadislerin senetlerindeki sahabî râvilerin halleri meçhul
olduğu için bu iki hadîsi tedbirle karşılamak gerektiğini söyler. Ancak hali bilinmeyen
râviler, sahabî olduğu ve sahâbiler tümüyle sika (güvenilir) kabul edildiği için

[3621

Hattâbî'nin bu sözlerine itiraz edilmektedir.
Bazı Hükümler

1. Dini hükümleri öğrenmek için soru sormak gerekli ve tabiidir.

2. Kadın doğrudan ilgili makama soru sorabilir.

r3681

3. Fitneye sebep olmadığı takdirde kadınlar da camiye gidebilerler, caizdir.
Ayakkabıya Bulaşan Pisliğin Temizlenmesi

385. ...Ebû Hureyre'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s. a.) şöyle buyurmuştur:
"Sizden biriniz ayakkabısı ile bir pisliğin üzerine basarsa (bilsin ki) toprak onun için

13691

temizleyicidir."
Açıklama

Hadîsin zânirî ayakkabıya bulaşan pisliğin (cinsi ne olursa olsun) yere sürtülerek
temizlenebileceğine delâlet etmektedir. Evza'î Ebû Sevr (bir rivayette) Ebû Yûsuf,
İshâk, (bir rivayette) İmam Ahmed, ve Zahirîler bu görüşü benimsemişlerdir.
Beğavî, ulemânın çoğunluğunun bu görüşte olduklarım söyler.

İmam Mâlik, Şafiî, Züfer ve Muhammed'e göre, pislenen ayakkabı ancak yıkamakla
temizlenir, toprağa sürterek temizlenemez. Bunlar, üzerinde durduğumuz hadisteki
"necâsef'i kuru olanına hamletmişlerdir.

İmam Azama göre, ayakkabıya bulaşan pislik katı (cüsseli, maddi varlığı bilinen
türden) olursa, toprağa sürtülerek temizlenir. îdrar gibi sıvı haldeki cüssesiz necasetler
ise ancak yıkamakla temizlenir, yere sürtmekle temizlenmez. Hanefî mezhebinde

r3701

fetva, îmam-ı Azam'm kavline göredir.



Bazı Hükümler



1. Toprak, ayakkabıya bulaşan katı pisliği temizler.

[371]

2. Ayakkabı tarafından emilen sıvı pislikler yıkanmalıdır.



386. ...Ebû Hureyre (r.a.) mânâ olarak öncekine benzeyen rivayetinde Resûlullah
(s.a.)'m şöyle buyurduğunu haber vermiştir.

r3721

"(Bir kimse) Necaset üzerine mestleri ile basarsa onların temizleyicisi topraktır."
Açıklama

Râvîlerî arasında Muhammed b. Kesîr olduğu için bu hadisi sahih kabul etmeyenler
olduğu gibi, başka yönlerden bu kusuru takviye edip hadisin sıhhatini savunanlar da
vardır. Yine senetteki Muhammed b. Aclân'i zayıf sayanlar olmakla beraber, çoğunluk
sika kabul etmiştir.

D731

Hadis-i şerifin ihtiva ettiği hüküm önceki hadisle aynıdır.

387. ...Aişe (r.anhâ) Resûlullah (s.a.)dan aynı manada bir hadis rivayet etmiştir.
138. Elbisedeki Necasetten Dolayı (Namazı) İade (Gerekir Mi?)

388. ...Ummu Câhder el-Amiriye'den; O, Aişe (r.anhâ)ya elbiseye bulaşan hayız
kanının hükmünü sordu. Aişe (r.anhâ) şu cevabı verdi:

"Ben (hayızlı iken bir gece) üzerimizde şiltemiz olduğu halde Resûlullah (s.a.) ile

beraberdik. Şiltenin üstüne bir elbise örtmüştük. Sabah olunca Hz. Peygamber elbiseyi

alıp giydi, çıktı. Sabah namazını kıldırdı ve oturdu. Bir adam:

Ya Resûlullah! Bu bir kan (lekesi) parıltısı (değil mi, diye kanı gösterdi).

Resûlullah lekeli kısmın kenarım avuçlayıri durulmuş bir vaziyette bir çocukla bana

gönderdi, ve:

'Bunu yıka kurut ve bana gönder,' buyurdu.

Çanağımı isteyip onu yıkadım, kuruttum ve Resûlullah (s.a.)a gönderdim. Resûlullah
öğleye doğru o elbise üzerinde olduğu halde
[375]

geldi."
Açıklama

Bu hadisin bâb ile münâsebeti, Resûlullah (s.a.Vm namazı kıldıktan sonra üzerindeki
kan lekesine vakıf olması ve fakat namazı iade ettiğine dair bir işaretin
bulunmayışıdır. Yani Resûlullah kan lekesini öğrendikten sonra namazını iade
etmemiştir. Bu mesele mezhepler arasında ihtilaflıdır.

Mâlikîler e göre, üzerinde necaset varken kılman bir namaz necaset farkediîdikten
sonra iade edilmez. Şafiî ve Hanbelîlerden iki görüş vardır. Hanefîlere göre namaz
iade edilmelidir.



Hanefîler, üzerinde durduğumuz hadisten, Resûlullah (s.a.)'m namazı iade etmediği
hükmü çıkartılırsa, bu görülen kanın namaza mâni olmayacak kadar az olmasındandır,
13761

derler.

Bazı Hükümler

1. Erkeğin navız hâlindeki hanımıyla aynı yatağa yatması caizdir,

2. Bir müslümanm, başka bir müslüman da gördüğü ve ıslahı gereken şeyi haber
vermesi caizdir.

3. Başkasının uyarmasını anlayışla karşılamak gerekir.

4. Necaseti izâlede acele edilmelidir.

5. Kadının kocasına hizmet etmesi meşrudur.

6. Elbisedeki necaset yeri belli ise, sadece oranın yıkanması kâfidir, elbisenin
tamamını yıkamaya lüzum yoktur.

T3771

7. Hadis Resûlullah (s.a.)'m tevazuunu göstermektedir.
139. Elbiseye Bulaşan Tükrüğün Hükmü

389. ...EbûNadra'dan, demiştir ki;

D781

"Resûlullah (s.a.) elbisesine tükürdü ve orayı biri biri üstüne (katlayıp) sürttü."
Açıklama

Bu hadis-i şerif mürseldir. Çünkü Ebû Nadra tabiûndandır. Resûlullah (s.a.)'ı
görmemiştir. Başka rivayetlerden

anlaşıldığına göre, Efendimiz'in elbisesinin bir ucuna tükürmesi namazda iken zaru-
rete binâen olmuştur. Ebû Nuaym'm rivayeti de böyledir. Şöyleki namazdaki bir
insanın yutamayacağı ve açığa da tüküremeyeceği bir tükürüğü, yanında da mendili
bulunmadığım düşünürsek, başkalarının kendisinin rahatsız olacağı bir manzara zuhur
etmemesi için, elbisesinin bir kenarına bırakmak ve onu izâle etmek en iyi bir
durumdur ki, onun temizlenmesi ise, daha kolaydır. Bu husus Hadisin rivayetinde
"tükürdü" manasına gelen lafzın tefsir ve te'vilidir.

Ebû Nuaym'in rivayetin de "Resûlullah namazda iken ağzındaki ıslaklığı elbisesinin
bir ucu ile çıkardı" şeklindedir.

Buna göre normal olan bu durumun te'vile ihtiyacı yoktur. Nitekim Menhel sahibi de
hadisi bu şekilde açıklamıştır.

Hadis-i şerif tükrüğün mutlak olarak temiz olduğuna delâlet eder. Aynî, İbn Battâl'dan
rivayetle, "tükrüğün temiz oluşu icmâ ile sabittir. Selman' dan rivayet edilenden başka
bu konuda ihtilaf bilmiyorum. Hasan b. Hayy da onu elbisede kerih bulmuştur"
demektedir. îbn Hazm: "Selman'-ı Fârisî ve Nehaî'ye göre ağızdan ayrılan tükrüğün
necis olduğu rivayeti sahihtir" der. İbn Ebî Şeybe de Musannef inde onun temiz
olmadığını söyler.

Bunların dışındaki bütün müctehid imamlar tükrüğün temiz olduğu hususunda



T3791

tüttefiktir. Bu İbn Battâl'm da dediği gibi icmâ hükmündedir.

390. ...Enes b. Mâlik (r.a.), Resûlullah (s.a.)'dan önceki hadisin benzerini rivayet
T3801

etmiştir.
Açıklama

Bu rivâvetin Nesâî'de zikredilen metni "Resûlullah ri dasmm bir ucunu alıp içine

ımı

tükürdü. Sonra bir kısmını, diğer kısmı üzerine örttü" şeklindedir.



m

Ebû Dâvûd, nikâh 77, Nesâî, tahâre 181; hayz 9; İbn Mâce, tahâre 123; Ahmed b Hanbel, I, 230, 237, 245, 272, 286, 306, 312, 339, 363.

m

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 470.

[3]

TtiTnizî tahâre, 103.

LU

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 470-472.

Hadisi bu şekliyle kütub-İ sitte müelliflerinden sadece Ebû Dâvûd burada ve nikâh 47'de.

[6]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/472-473.

LU

ibn Mâce, tahâre 129; Dâriraî, vudû' 111.

m

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 473-474.

[21

Mu'dal: Senedinde biribiri peşinden iki veya daha fazla râvinın düştüğü hadistir.

noı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 474-475.

LLU

Nesâî, hayz 13; Ayrıca bk. Müslim, hayz 3; Ebû Davûd, nikâh 46; Dârîmî, vudû' 107; Muvatta, tahâre 95; Ahmed b. Hanbel, VI, 33, 55, 72, 113,
134, 143, 174, 189, 204, 209, 235.
£121

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 475.

ri3i

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 475-476.

LLU

Ahmed b. Hanbel, VI, 174.

r i5i

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 476.

ri6i

Ebû Dâvûd, nikah 46; Nesâî, tahâre 178; hayz 11.

LLZi

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 476-477.

[181

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 477.

LL21

Umara: Tabiûndandır. îbn Hibbân Sika raviler arasında sayar. Halasından ve Abdur-rahmân b. Ziyâd'dan hadis rivayet etmiştir. [Bilgi için bk.
tbnu'l-Esîr, Üsdu'l-gabe, IV, 142; îbn Hacer el-tsâbe, III, 170-171].
[201

Hadisi kutub-u sıtte müelliflerinden sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.

[211

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 477-479.

[221

Bu hadisi de sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.

[231

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 479.

[241

Bu hanımın, Hz. Aişe veya Meymune olması muhtemeldir.



[251

Ahmed b. Hanbel, VI, 59.

[26]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 479-480.

[271

Buhârî, hayz 5; Müslim, hayz 2; İbn Mâce tahâre 12V, Ahmed b. Hanbel, VI, 40, 42, 44, 98, 113, 126, 128, 156, 161, 201, 204, 206, 216, 230,

266.
[281

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 480-481.

[291

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 481-482.

[M

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 482.

1311

Ncsâî, tahâre 133; hayz 3; İbn Mâce menasik 12; Darimî, vudu 84; Muvatta' 105; Ah-med b. Hanbel, VI, 293, 304, 320, 323, 464.

[321

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 482-483.

[331

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 483-486.

[341

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 486.

[351

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 486-487.

[361

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 487.

[371

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 488.

[381

Ümmü Habibp: Cahş'ın kızıdır. Abdurrahman b. Avfm hanımı. Resulûllah (s.a.)'m hanımı Hz. Zeyneb'in kardeşidir. Üçüncü bii kardeşleri daha
vardı ki o da Hamne'dir. İbn Abdilberr bu üç kardeşin de mustehâza olduğunu söyler. Suyûtî'nin de bunları müsteha-zalar arasında saydığı daha evvel
zikredilmişti. tbnü'l-Arâbî Zeyneb'i müstehaza saymaz, (bk. el-Menhel, III, 67-68.).
[391

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 488-489.

[401

Nesâî, talâk 74; tahâre 134; hayz 4; İbn Mâce tahâre 115; Ahmed b. Hanbel VI, 420, 464.

[İH

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 490-491.

[421

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/491.

[431

Urve kendisine hadiseyi haber verenin Fâtıma mı, yoksa Esma mı olduğunda şüphe etmiştir. Fakat her hâl u kârda Resûlullah'a soruyu soran Esma
olmuştur. Bu Esma, Umeys'in kızıdır.
[441

Bu hadisi kütüb-i sitte sahiplerinden sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.

[45J

Müellifin bu ve bundan sonraki rivayetleri getirmesi cümlesinin Zührî hadisinde vehm olmakla birlikte başka rivayetlerde sabit olduğunu göster-
mek İçindir.
[46J

Şevde binti Zem'a b. Kays b. Abdi Şems el-Kureşî el-Amirî: Resûlullah sallellahu aleyhi vesellem kendisi ile Hz. Hatice'nin vefatından sonra -
daha Hz. Âişe ile evlenmeden evvel evlenmiştir.-Tirmizî'nin, İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre, Şevde, Resûluilah'ın kendisini boşamasından korkmuş
ve Efendimize (s. a.): "Beni boşama yanında tut ve sıramı Hz. Âişe'ye ver" demiş. Resûlullah da bunu yapmış bunun üzerine: "Eğer bir kadın kocasının
uzaklaşmasından yahut (herhangi bir suretle kendisinden) yuz çevirmesinden endişe ederse sulh ile aralarını düzeltmekte ikisine de vebal yoktur. Sulh
daha hayırlıdır..." mealindeki Nisa, 128. âyeti nazil olmuştur.

Şevde (r.a.) Resûluilah'tan hadis rivayet etmiştir, ibn Abbâs ve Yahya b. Abdullah da ondan rivayet etmişlerdir. Buhârî kendisinden iki hadis rivayet
etmiştir. H. 54 senesinde vefat etmiştir. [Bilgi için bk. İbn Sa'd, Tabakât, VIII, 52-58; İbnu'l-Esir, Üsdii'l-gâbe, VII, 157; Zehebi A'lamu'n-nubelâ, II,
265-269; İbn Hacer, el-lsâbe, IV, 338; Tehzibu't-Tehzîb, XII, 426-427; tbnu'l-tmad, Şezerâtu'z-zeheb, I, 24, 60.].
[471

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 491-494.

[481

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 495.

[491

Buhârî, hayz 19, 28; Tirmizî, tahâre 93; Nesâî, tahâre 133, 134, 137; hayz 2, 4, 6; tbn Mâce, tahâre 115,1 16, Dârimî, vudû' 84.

[501

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 495-496.

rşıı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 496.

[521

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 496-497.

[531

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 497.

[541

Hadisi Kutûb-i sitte içinde yalnızca Ebû Davud rivayet etmiştir.



[551

Buhârî, hayz 8, 19; Müslim, hayz 64; Tinnizî, tahâre 94; Nesâî tahâre 133, 134, 137, hayz 4, 6, İbn Mâce, tahâre 115, 116; Dârimî, vudû' 80.

[561

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 497-499.

[571

Nesâî, tahâre 137; hayz 6.

[581

Bu rivayetten anlaşılmaktadır ki, İbn Abbâs'a göre hayız kanının alâmeti çok miktarda kan gelmesi, istihaza kanının alameti de az kan gelmesidir.
(el-Menhel, III, 88).
[591

Bu eseri Beyhakî musannifin tarikiyla tahriç etmiş ve "Mekhûl ün dediğinin manası zayıf bir isnadla Ebû İmameden merfuan rivayet edilmiştir"
demiştir.
[601

Daha evvel zikredildiği gibi bu, Ebû Hanîfe ve Ahmed b. Hanbel'in mezhebidir.

[611

Bir rivayette imâm Mâlik bu görüşü benimsemiştir.

[621

Bu son iki eseri Dârimî tahriç .etmiştir.

[63J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 499-503.

[641

Söz konusu Hadis: 282-283.

[65J

Hamne bundan sonra gaibe sıygasını kullanmıştır. Fakat Turkçeye uygun olması için mu tekellim (1. şahıs) siygasına göre terceme edilmiştir.

[66J

Bir nüshada "bez kullan" ibaresinden önce ifadesi yer almaktadır Tırmızî'deki rivayet de bu şekildedir. Telemim ise, bezi önünden ve arkadan
dolayıp belde üzerine ip ya da kuşakla iyice bağlamak demektir.
[671

aslında ayakla vurmak, tepmek manasına gelir. Bununla zarar vermek ve ifsâd etmek kast edilir. Hattâbî'nin ifadesine göre kanın çokça gelmesinin
şeytanın bir darbesi olmasından maksat, şeytanın bununla dinî vazifelerinde işini karıştırmaya yol bulması Hammâne'ye bu emirleri unutturmasıdır.
[681

Buradaki Ahyyu'l-Kârî'nın beyanına göre, râvıden gelen bir sektir Buna göre Ravî, Resülüllah'ın altı gun mu, yoksa yedi gun mü dediğinde şüphe
etmiştir Neve-vî'ye göre taksim içindir. Yanı sıhhatli iken âdeti altı gün ise, altı yedi gun ise yedi gun kendim hayızlı say, demektir. Resulüllah
kadınların ekserisi daha çok altı-yedı gun âdet gördükleri için bu iki rakamı zikretmiş olabilir.
[691

ibaresi bazı nüshalarda kelimesi olmadan geçmektedir. Bu ibareye şerhler değişik manalar vermişlerdir. Terceme, Muhammed AH Esse-yid
neşrinin hâmişindeki ifadeler esas alınarak yapılmıştır. Hattâbî: "Senin işin hakkında altı veya yedi günden Allah'ın bildiğinde kendini hayızlı say"
şeklinde mana vermiştir. Buna göre Hamne daha evvelki âdetinin altı günmü, yoksa yedi gün mu olduğunu unutmuştur. Resulüllah da kendisine
âdetinin altı gün mü yoksa yedi gün mü olduğunu araştırmasını ve ona göre hareket etmesini emretmiştir.
1701

Hayız hâli yedi günse yirmi üç gün, altı günse yirmi dört gün temiz olur.

rıı

Tirmizî, tahâre 95; Dârimî, vudû' 94; MuvattS', hacc 124; Ahmed b. Hanbel, VI, 439, 464.

[721

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 503-506.

[731

Ric'at: Karısını bir veya iki ric'î talakla boşamiş olan bir kimsenin iddet içerisinde, evliliği devam ettirmek maksadıyla, sözle, cinsî temas veya
Öpme vs. gibi bir şekilde karısına geri dönmesidir.
HU

el-Bakara (2), 222.

[751

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 507-511.

[761

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/511.

[İZİ

Bk. 285. hadisin kaynaklan.

[781

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 51 1-512.

[791

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 512-513.

[M

Buhâri.hayz 26; Müslim, hayz 64; Nesâî,tahârel33, 134; tbnMâce, tahâre, 1 16-Dâri-mî, vudu 80, 84, 96; Ahmed b. Hanbel, VI, 83, 119, 128, 187,

237.
[811

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 513-515.

[821

Musannifin bu rivayeti almasının maksadı, tbn Ishâk'ın rivayetini takviyedir.

[831

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 515-516.

[841

Bu kadın Ümmü Habîbe bint Cahş'tır.

[851

Râvîlerden birisi zamirin müzekker olarak mi, yoksa müennes olarak mı olduğunda ve mı yoksa mu olduğunda şüphe etmişlerdir.



[86]

Ümmü Bekr'in rivayetini sadece tbn Mâce tahric etmiştir.

[87]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 516-518.

[881

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 518-519.

[891

Aşağıdaki hadisten anlaşıldığına göre, bu kadın Sehje bint Süheyl'dir.

[M

Bazı nüshalarda istisna edatı yoktur. Buna göre mana "Sana Rasulüllah'tan (s. a.) hiç bir şey

söyleyemem" şeklinde olur.
[211

bk. Tirmizî tahâre 95; Nesâî, tahâre 135; hayz 5; mevâkît 21; tbn Mâce, tahâre 1 17;Dârimî, vudu 84, 94, 95, 96, Ahmed b. Hanbel, VI,;172, 382,
439, 440.
[921

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 519-520.

[931

Dârimî, vudû' 84; Ahmed b. Hanbel VI, 1 19.

[941

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 520-521.

[951

Yedi seneden beri.

[961

Hadisi, kütüb-i sütte müelliflerinden sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.

[971

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 521-522.

[981

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 522-523.

[921

Tirmizi, tahâre 44; Dârimi, vudU'46.

nooı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 523.

rıon

Tirmizi, tahâre 93; İbn Mâce, tahâre 115; Ahmed b. Hanbel, VI, 42, 204, 262.

[102]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/523-525.

[1031

Hadisi Beyhâkî merfu olarak rivayet etmiştir.

[104]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 525-526.

[105]

Önceki hadis mevkuf olduğu halde, bu Resul u İlah'a (s. a.) kadar çıkan merffi bir hadistir.

[İMİ

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/526-528.

11071

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 528.

11081

Aynî bunun Said b. Müseyyeb ve Hasen'in görüşü olduğunu söylemektedir. Concordance bu bâb'a bab numarası vermemiştir.

rıo9i

Buradaki soru guslün keyfiyetini değil vaktini sormadır.

LU0i

bk. Dârimî, vudû'85 (bab başlığında).

[111]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/528-529.

[1121

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 529-530.

[113]

Sadece Ebû DâvÛd rivayet etmiştir.

[114]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/530-531.

[1151

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/531.

rı 161

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/531.

n i7i

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/531.

[118]

Bu hadis 286. hadisin tekrarıdır. Orada gerekli açılmamda bulunulmuştur.

rı 191

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/532-533.

11201

Bu hadisi Kutub-i Sitte müelliflerinden sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.



[121]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 533.

[122]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/533-534.

[123]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 534.

11241

Ummü Atlyye'nin asıl adı Nesibe bini Ka'b el-Ensâriyye'dir. Resûlullah'tan kırk kadar rivayeti vardır. Bunların altısında Buhar! ve Müslim ittifak
etmiştir. Müstakil olarak her birinde birer hadisi vardır. Kadın cenazeleri yıkardı, Resûlullahın kızım da bu hanım yıkamıştır. (Bilgi için bk. İbn Ebî
Hatim, el-Cerh ne'I-ta'dil, IX, 465; lbnu'1-Esir, Üsdii'l-ğftbe, VII, 280; Zehebî, A'lfimu'n-nubelfi, II, 318; tbn Hacer, el-ts&be, 476; TehzEbıTt-Tehzib,
XII, 455).
ri251

Nesâi, hayz 7; Ibn Mâve, tahâre 127; Dârimi vudû 93,94; Ayrıca bk. Buhârî, hayz 25.

£1261

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/534-535.

£1271

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/535-536.

£1281

Sadece Ebü Dâvûd rivayet etmiştir.

[129]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/536-537.

[130]

Sadece Ebü Dâvûd rivayet etmiştir.

rnıı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 537.

£132]

"Eser" hz. Peygambere ulaşmayıp sahâbi veya tâbü'de kalan, onlara ait olan görüş vt haberlere denir.

£1331

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 537.

£1341

Buradaki şüphe râvidendir.

£1351

Vers: Yemen'de biter, kadınların hamilelikten dolayı yüzlerinde çıkan ve halk arasında "çiğit" denilen benekler üzerine sürdükleri san renkte bir
bitkidir.
£136]

Tirmizi, tahâre 105; tbn Mâce, tahâre 128; Ahmed b. Hanbel VI, 300, 303, 304, 310.

£1371

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 538.

£138]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/538-539.

£1391

Bundan murat, Resühıllah'ın hanımları değil, akrabalanoiankadınlardır. Zira Resûlul-lah'ın hanımlarından Hz. Hadîce'dcn başka hiç birisi
Resûlullah'm yanında lohusa olmamıştır. Hadîce de hicretten evvel vefat etmiştir. Mâriye de câriyesidır.
£140]

Hadisi Kütüb-i Sitte müelliflerinden sadece Ebü Dâvûd rivayet etmiştir.

£1411

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/539-540.

£1421

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/540-541.

£1431

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 541.

£144]

Ahmed b. Hanbel, VI, 380.

£145]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/541-542.

£146]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/542-543.

£]471

Sidr: Trabzon hurmasına benzer bir ağaçtır. Yapraklan suya atılarak kaynatılır. Böylece suyun temizleyicilik özelliği artar.

11481

Bir pamuk veya bez parçasıdır.

£1491

bk. Buhârî, hayz 13; Müslim, hayz 60, 61; İbn Mâce, tahâre 124; Dârimi, vudü 84.

£1501

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/543-544.

ri5iı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 544.

£1521

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/544-545.

£1531

İbn Mâce, tahâre 124;Müslim, hayz 61;Ahmed b.Hanbel, V, 72; VI, 148.

£1541

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/545-547.



[155]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 547.

[156]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 547.

[1571

Buhârî, teyemmüm 1; salât 56; cihâd 122; ta'bir 11: i'tisam 1; Müslim, mesâc id 3, 5, 8; Tirmizî, siyer 5; Nesâî, gusl 26; cihâd 1; Dârimî, siyer 29;
Ahmed b. Hanbel, I, 98, 301; II, 222, 264, 268, 314, 394, 412, 455/501; III, 304; IV, 416: V, 145, 148, 162, 248, 256.
[158]

el-Mâide (5), 6.

[159]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/7-10.

ri6oı

Useyd b. Hudayr : İbn Simâk b. Atik el-Ensâri. İslama ilk girenlerdendir. Bedr dışındaki bütün savaşlara katılmıştır. Uhud günü, ResûlullahTa
birlikte sebat etmiş ve yedi yerinden yaralanmıştır. Menkıbeleri çoktur. Ebû Hureyre'den, Resûlullah (s.a.)'m kendisi için "Useyd b. Hudayr ne iyi
adamdır!" buyurduğu rivayet edilmiştir. Hz. Aişe; "Useyd, insanların en fazıllarındandır" demiştir. Bir gün Useyd bir topluluğa konuşuyor ve onları
güldürüyordu. Efendimiz onun böğrüne dürttü. Useyd: "Beni incittin ya Resûlullah" dedi. Efendimiz: "Aynısını sen de bana yap" buyurdu. Useyd: "Ya
Resûlullah senin üzerinde gömlek var, bende İse yok" dedi. Efendimiz gömleğini topladı. Useyd onu bağrına bastı ve böğrünü öpmeye başladı. "Anam,
babam sana feda olsun ya Resûlullah, ben işte bunu istedim" dedi.

Useyd H. 20 yılında vefat eti. [Bilgi için bk. İbn Sa'd, Tabakât, III, 135; Buhârî, et-Tarîhu'l-Kebîr, II, 47; İbn Ebî Hatîm, ei-Cerh ve't-ta'dîl, II, 310;
İbnu'l-Esîr, Usdu'l-gâbe, I, 111, 113; Zehebî, A'lâmıTn-nubelâ, I, 340 - 343; İbn Hacer, el-İsâbe, I; Tehzîbu't-tehzîb, İbnu'l-İmâd, Şezerâtu'z-zeheb, I,
31; Ansâri, Asr-ı Saadet, III, 297 - 303 (Şamil Yayınlan)].
[161]

Buhârî, teyemmüm 1, 2; Tefsiru's-Sûre: 3, 4, 5, 10; nikâh 65; Müslim, tahâre 28; Ibn-i Mâce, tahâre 90; Nesâî, tahâre 193; Muvattâ, tahâre 89;
Ahmed b. Hanbel, I, 238' VI 57, 171.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 2/10-1 1.
[162]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/1 1-12.

[1631

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/12.

H641

ibn Mâce, tahâre 92; Ahmed b. Hanbel, IV, 321.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/12.
H651

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/12-14.

H661

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/14.

ri671

İbn Mâce, tahâre 92.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 2/14-15.
H681

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/15.

[1691

Ulatü'lceyş: Buhârî ve Müslim'de, Beyda ve Zâtü'l-Ceyş diye rivayet edilmiştir. Avnu'l-Mâbud'un İfâdesine göre Ulâtü'l-Ceyş ile Zatü'l-Ceyş
aynı yerin adıdır. Medine ile Mekke arasındaki konak yerlerinden biridir.
[170]

Zafâr, Yemen sahillerinde bir şehrin adıdır.

[171]

Buhârî, teyemmüm 1; şehâdât 15; meğâzî 34; Müslim, hayz 108; tevbe 56; Nesâî, tahâ-re 196; Ahmed b. Hanbel, IV, 264, VI, 195, 197, 198.

[172]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/15-17.

ri731

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/17-18.

ri741

Abdullah b. Mes'ûd'un künyesidir.

[1751

Buhârî, teyemmüm 7; Müslim, hayz 1 10; Nesâî, tahâre 198, 201; Ahmed b. Hanbel, IV, 264, 265.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/18-19.
£1761

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/20.

[1771

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/20.

£1781

Abdunahmar b. Ebzâ; Nâfı' b. Hâris'in azatlısıdır. Kendisinin Resûlullah'a sohbeti hususunda ihtilâf edilmiştir. Ancak onun Efendimizden on iki
hadisi olduğu rivayet edilmektedir. Ayrıca Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'den rivayetleri vardır, ibn Hibbân onu, tâbiûnun sikalarından saymış, Ebû Hatim
sahâbidir, demrş. Buhârî, Tirmizî, Yâ-kub b. Sufyan ve Dârakutnî de sahâbî olduğunu söyleyenlerdendir. (Bilgi için bk. İbn Sa'd, Tabakat, V, 462;
Buhârî, et-Tarîhul-kebir, V, 245; İbn Ebi Hatim, el-cerh ve't-ta'dil, V, 209; Ibnu'l-Kayserânİ, el-Cem'beyne ricali's-Sahihayn, I, 282; İbnu'l-Esir, Üsdul-
ğâbe, III, 278; Zehebî, A'lamu'n-nubelâ, III, 202 - 202; ibn Hacer A el-İsâbe, 1 1,388; Tehribu't-Tehzîb, VI, 132.).
£179]

Buhârî, teyemmüm 4, 5, 8; Müslim, hayz 1 12; Nesâî, tahâre 195, 199, 200; İbn Mâce, tahâre 91; Ahmed b. Hanbel IV, 263, 265, 320.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/20-22.
[180]

el-Maide (5), 6

£1811

Nisa (4), 43.



[182]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/22-23.

[183]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/23.

[184]

bk. Önceki hadisin kaynakları.

[185]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/23-24.

[186]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/24.

[1871

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/24.

[188]

bk. önceki hadislerin kaynaklan.

[189]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/24.

[190]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/25.

[1911

bk. aynı kaynaklar.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 2/25.
[192]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/25.

[193]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/25-26.

11941

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/26.

11951

Ahmed b. Hanbel, IV, 263, 265.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/27.
[196]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/27.

[1971

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/28.

[198]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/28.

[1991

Ebû Cuheym'in Müslim'deki zaptı Ebû Celim şeklindedir. İbn Hacer, doğrusunun Ebû Cuheym olduğunu, Ebû Cehm'in Kureyş'li başka biri,
bunun ise Ensârî olduğunu söyler. Ubey b. Kâ'b'm kız kardeşinin oğlu olduğu söylenir. Buhârî ve Müslim İki rivayetinde ittifak etmişlerdir.

r2ooı

Buhârî, teyemmüm 3; Müslim, hayz 1 14; Nesâî, tahâre 194; Ahmed b. Hanbel, IV, 169.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/28-29.
[201]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/29-30.

r2021

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/30.

12031

Hadisi sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.

[2041

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/30-32.

[2051

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/29-30.

r2061

Buhârî, teyemmüm 3; Müslim, hayz 1 14; Nesaî, tahâre İ94; Ahmed b. Hanbel IV, 169.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/32-33.
r2071

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/33.

T2081

Ebû Zerr: Asıl adının ne olduğunda hayli ihtilâflar vardır. Cundub b. Ci'nlde b. Kays diyenler olduğu gibi Bureyr ve Berîr diyen 1er de vardır,
islâm dinini ilk kabul edenlerdendir. Kendisi "Gıfâr" kabilesindendir. Ebû Zerr-i Gıfârî diye tanınmıştır. Resûlul-lah'm davetini duyup Mekke'ye
gelmiş, Efendimiz'in tebliğini dinleyip, davranışlarını inceledikten sonra îslâma girmiş, bu yüzden Mekke müşriklerinin hakaret ve saldırılarına
uğramıştır. Peygamberimiz, kavmine dönüp duyduklarını ve bildiklerini onlara da aktarmasını emretmiştir. Ebû Zerr ilk müslüman olanlardan olmakla
beraber, hicreti hayli geç olmuş, bu yüzden Bedr ve Uhud muharebelerine iştirak edememiştir. Dünyaya hiç değer vermezdi. İlimde İbn Mes'ûd'a denk
sayılır. Kendisinden 281 hadis rivayet edilmiştir. Bunların 12'sinde Buhârî ve Müslim müttefiktir. Ayrıca Buhâri'de iki, Müslim'de yedi rivayeti vardır.
H. 32'de vefat etmiştir. (Bilgi için bk. tbn Sa'd, Tabâkât, IV, 219 - 237; Buhârî, et-Târihu' 1 -kebir, II, 221; Ebû Nuaym, Hilyetu'l-evliyâ, I, 156, 170;
lbnu'1-Esir, Üsdii'l-ğâbe, I, 357; VI, 99, 101; Zehebî, A'lamu'n-nubelâ, II, 46 -78; ibn Hacer, el-tsâbe, IV, 62 - 64: Telızîbu't-tehzîb, XII, 90-91; İbn
İmâd, ŞezerâtuVzeheb, I, 24, 56, 63; Ansârî, Asr-ı Saadet, (Ashâb-i kiram), H, 315, 324. 22.
T2091

Rebeze: Medine'ye üç konak uzaklıkta bir köydür.

[2101

Nesâî, tahâre 203; Tirmizî, tahâre 92; Ahmed b. Hanbel, V, 146, 147, 155, 180.

[211]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/33-35.



[212]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/35-36.

1213]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/36-37.

[214]

Bu zat Munzirî'ye göre önceki hadiste adı geçen Amr b. Bucdân'dır.

[2151

Nesâî, tahâre 203; Ahmed b. Hanbel, V, 146.

12161

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/37-39.

[2171

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/39.

[2181

en-Nisâ (4), 29.

[2j9]

Biraz değişik şekli için bk. Buhârî, teyemmüm 7.

r2201

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/40-41.

[2211

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/41-42.

T2221

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/42.

[2231

Bu ifâde, BezluT-Mechûd sahibinin dediğine göre te'kiddir. Menhel sahibine göre ise, önceki(ayi) (benzerini) Amr b.el-As'm ihtilâm olup
teyemmüm ile namaz kıldırmasına, ikinci ise Amr'm Hz. Peygamberle konuşmasına işarettir.
[2241

bk. Buhârî teyemmüm 7.

[2251

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/42-43.

[2261

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/43.

[2271

Bazı nüshalarda "yaralı"kelimesininyerine "özürlü" bazılarında da "sivilceli" kelimeleri yer almaktadır.

[228J

Buradaki bağlama manasına gelen kelimenin mı, yoksa mı olduğunda râvî şüpheye düşmüştür.

[2291

İbn Mâce tahâre 93 (değişik şekilde).

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/43-44.
r2301

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/44-46.

[2311

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/46.

[2321

ibn Mâce, tahâre 93; Ahmed b. Hanbel,!, 370.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/46.
[2331

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/46-47.

[2341

Nesâî, ğusul 27; Dârimı, vudu 65.

[235J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/47-48.

[2361

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/48-49.

[2371

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/49.

[2381

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/49-50.

[2391

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/50.

[2401

Bir nüshadababın isme "Cuma için gusletmekle ilgi hadisler" şeklindedir.

[2411

bk. Buharı, cuma 2, 5, 12, 26; MüsIim,Cuma, 1, 3, 4; Tirmizi, Cuma 3, 29," Nesâî, Cuma 25; muvatta, cuma 5, Dârimî, salat 190; Ahmed b.
Hanbel, 1,15,46.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/50.
[2421

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/51-52.

[2431

Buhârî, ezan 161; cuma 2, 3, 12; şehâdât 18; Müslim, cuma 5; Dârimî, salât J90; ibn Mace, ikâme 80; Muvatta,cuma 2, 4; Ahmed b. Hanbel, III,
6, 30, 60.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/52.
[2441

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/52-53.



[245]

Nesâî, cuma 25.

[246]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/53-54.

[2471

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/54.

[2481

Müslim, cuma 26-27 (muhtasar olarak).

12491

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/54-55.

12501

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/55-56.

[2511

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/56.

[2521

Bu cümle başka bir nüshada "cuma günü gusletmek her baliğ üzerine vacibtir" şeklindedir.

[2531

Müslim, cuma 7; Nesâî, cuma 6, 1 1 ; Ahmed b. Hanbel, III, 30, 69; IV, 34.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/57.
[2541

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/57-58.

[2551

Nesâî, cuma 10, 12, 19; Ibn Mâce, ikâme 80; Tirmizî.cuma 4; Ahmed b. Hanbel, III, 209; IV, 8, 9, 10.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/58-59.
[2561

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/59.

12571

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/59.

12581

bk. Bir önceki hadisin kaynaklan.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/60.
[2591

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/60.

[2601

Nesâî, cum'a'10, 12, 19; İbn Mâce, ikâme 80,83; Ahmed b. Hanbel, I, 93;IV, 9, 10, 104.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/0-61.

[26İ1

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/61.

[2621

Ebû Dâvûd, cenâiz 35.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/61-62.
[2631

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/62-63.

[2641

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/63.

[2651

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/63.

[2661

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/63.

[2671

Buhârî, cuma 4; Müslim, cuma 10; Nesâî, cuma 14; Tirmizî, cuma 6; Muvatta, cuma 5; Ahmed b. Hanbel, II, 460.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/63-64.
[2681

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/64-65.

[2691

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/65.

12701

Buhârî, cuma 16; Müslim, cuma 6.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/65.
[2711

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/66.

T2721

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/66.

[2731

Hadisi kutub-ı sitte müelliflerinden sadece Ebû Davûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/66-67.
[2741

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/67-68.

[2751

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/68.

[2761

Nesâî, cuma, 9; Tirmİzî, cuma 5; salât 337; Ahmed b. Hanbel; 8,1 1,15, 16, 22.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/68.



12771

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/69.

[278]

Kays b. Asım: Sinan b. Minkâr'ın oğludur. H. 9. senesinde îbni Temim kabilesinden gelen heyetle birlikte Resûlullah (s.a.)'a gelip mü A ıiman
olmuştur. Gayet zeki, halim-selim ve cömert bir zat idi. Efendimiz kendisi için "Göçebe hayatı yaşayanların efendisi" diyerek iltifat etmiştir. Ibn
Abdilberr'İn beyânına göre câhiliye hayatında da şarabı kep-disine haram kılmıştı. Basra'ya yerleşerek orada vefat etmiştir. Ebû Dâvûd, Nesâi ve
Tirmizi kendisinden rivayette bulunmuştur. (Bilgi için bk. lbnu'1-Esir, üsdü'l-ğâbe, IV, 432 - 434; Ibn Hacer, el-îsâbe, III, 252 - 254).
[2791

Nesâî, tahâre 125; Tirmizi, cuma 72; Ahmed b. Hanbel.V, 61.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/69.
r2801

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/69-70.

[281]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/70.

12821

Sarihlerin beyânına göre Useym'in babası Kesir, dedesi de .Kuleyb el-Cuhenîveya el-Hadramî'dir. Senedde Useym, dedesine nisbet edilerek
zikredilmiş, sanki Useym'in babası Kuleyb olarak gösterilmiştir. Buna göre senedin Useym b. Kesir b. Kuleyb olması gerekir. Ancak lerceme hadisin
senedindeki ibareye göre yapılmıştır. (Bilgi tçin bk. Ib-nul Esir, Usdul -ğâbe, III, 602; Ibn Hacer, el-İsâbe, III, 163'te yanlışlıklasahâbi sayılmış olanlar
arasında zikreder.)
[283]

Kütüb-i sitte sahiplerinden sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/70-71.
[2841

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/71-72.

[2851

Dârlmî, vudu', 84, 92.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/72-73.
12861

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/73.

12871

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/73.

f2881

Buhârî, hayz 1 1 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/73-74.
12891

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/74.

12901

Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/74-75.
[291]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/75.

12921

Esma bint Ebî Bekr: H7. Ebû Bekir'in kızı, Zubeyr b. Avvâm'm hanımıdır. Kendisine "Zatun-Nitakayn" (iki kemer sahibi) denilir, tslâmiyeti
kabul bakımından musluman-lann onsekizincisidir. Oğlu Abdullah'a hamile iken Medine'ye hicret etmiş oğlu Abdullah'ın katlinden on veya yirmi gun
sonra Mekke'de vefat etmiştir. (H. 73) Hişam b. Urve babasından rivayetle Hz. Esmâ'nm yuz yaşma bastığını, bir tane dişinin dahi düşmediğini
söylemiştir. Resulullah'tan hadis rivayet etmiştir. Oğullan Abdullah Urve ve torunları da kendisinden hadis almışlardır. (Bilgi için bk. Ibn Sa'd,
Tabakât, VI-II, 249 - 255; Îbnu'l-Esîr, ÜsduT-ğâbe, VII, 9; Zehebî, A'lâmu'n-nubelâ, II, 287, 296; Ibn Hacer, el-İsâbe, 229 - 230; Tehzîbu't-Tehzîb,
XII, 398; lbnu'1-Imâd, Şezerâtu'z-zeheb, I, 44, 80.)
[2931

Bu cümleyi, "Kan izi göremediği (fakat şüphe ettiği) yeri yıkasın" şeklinde de anlamak mümkündür.

[2941

Buhârî, hayz 9.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/75-76.
[2951

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/76.

[2961

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/76.

12971

Buhârî, hayz 9, vudu 63; Müslim, tahâre 1 10; Tirmizi, tahare 104, Ibn Mâce, tahâre 118; Nesâî, hayz 26; muvatta tahâre 103; Ahmed b. Hanbel,
VI, 246, 253.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/76-77.
12981

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/77.

12991

Tirmızî, tahare 104; Nesaî, tahare 26; hayz 26; Darimi, vudu 83, 105;.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/77-78.
13001

Ummu Kays bint Mihsanı AdmınCuzâme,Âmine veya Ümeyyelolduğu söylenir. Ukka-şe'nin kız kardeşidir. Mekke'de Islâmı kabul edip,
Medine'ye hicret edenlerdendir. Efendimiz kendisinin uzun omurlu olması tçin dua etmiştir. Gerçekten de onun kadar yaşayan başka bir kadın sahabi
bilinmemektedir. Resûlullah' dan 24 hadis rivayet etmiştir. İkisinde Buhârî ve Müslim müttefiktir. (Bilgi için bk. Îbnu'l-Esîr, Usdu'l-ğâbe, VII, Ibn
Hacer, el-İsâbe, Isâbe, IV, 485.).
13011

Nesaî, tahare 184; hayz 26; Ibn Mâce, tahare 118; Dârimî, vudû 83, 105; Ahmed b. Hanbel, VI, 355, 356.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/78.
13021

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/78.



T3031

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/79.

[3041

Dârimî, vudû, 105.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/79.
[305]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/79.

T3061

Ahmed b. Hanbel, 11,380.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/79-80.
[3071

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/80.

[308]

Nesâi, tahâre 185; İbn Mâce, tahare 83.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/80-81.
[309]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/81.

13101

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/81.

r3iıı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/81-82.

[312]

Ebû Dâvûd, salât 86; Nesâi, ziynet 115; Tirmîzî, cuma 64; Ahmed b. Hanbel, VI, 101.

[313]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/82.

13141

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/82.

[315]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/82-83.

[316]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/83.

[317]

Müslim, salât 274; İbn Mâce, tahare 131; Ahmed b. Hanbel, VI, 67, 99, 129, 137.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/82-83.
[318]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/84.

[319]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/84.

r3201

İbn Mâce, tahâre 131; Ahmedb. Hanbel, VI, 204; ayrıca bk. Buhârî, salat 19, Müslim, salat 273, 274.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/84.
[321]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/84.

[322]

Tabiûndandır, İbn Mes'ûd, Ammâr b. Yâsir, Huzeyfe ve Hz. Âişe'den rivayette bulunmuştur. (Bilgi için bk. ibn Ebî Hatim, el-Cerh, IX, 1 06).

[323]

Buradaki şüphe, râvilerden birine aittir.

[324]

Müslim, tahâre 105, 106, 45; Nesâi, tahâre 187; ibn Mâce, tahare 82 (mânâ olarak); Tirmizî, tahâre 85 (mânâ olarak);Ahmed b. Hanbel, VI, 35
97, 135.
[325]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/85.

[326]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/85-86.

[3271

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/86.

[328]

Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.

[329]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/86.

[330]

Buhârî, vudû' 65; Müslim, tahâre 108 (benzeri); Tirmizî, tahare 86 (benzeri);Nesaî tahâre 186; İbn Mâce, tahâre 81 (benzeri); Ahmed b. Hanbel,
VI, 142, 235.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/87.
[33U

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/87.

f3321

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/87.

[333]

Buhârî, vudû 59; Muslim.tahâre 101, 104; Nesâî,tahâre 188; Tirmizî, tahare 54 (benzeri) ibn Mace, tahâre 77; Darİmî, vudû' 63; muvatta', tahâre
1 10; Ahmed b. Hanbel, VI, 356, 464.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/87-88.
13341

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/88-89.



[335]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/89.

[336]

Lubâbe bint el-Hâris: Resûlullah'm amcası Hz. Abbâs'm hanımıdır. Hz. Hatice'den sonra Islâmı ilk kabul eden kadın olduğu söylenir.
Efendimizden otuz hadis rivayet etmiştir. Buhârî ve Müslim bir rivayetinde ittifak etmişler, birerini de ayrı ayrı rivayet etmişlerdir. Hz. Osman'ın
hilâfeti devrinde vefat etmiştir. (Bilgi için bk. Ibnu'1-Esîr, Üsdu'l-ğabe, VII, 253; Zehebî, A'lamu'n-nubelâ, II, 314 - 315; Ibn Hacer, el-lsâbe, IV.;
Tehzîbu't-Tehzîb, XII, 449).
13371

Buharı, vudu 59; İbn Mâce, tahâre 77; Ahmed b. Hanbel, VI, 239, 240, 255, 256.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/89-90.
[338]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/90.

[339]

Resûlullah'm azatlısı ve hizmetcisidir. Ebû Zur'a; "Onun adını da bundan başka bir rivayetini de bilmiyorum" demiştir. Başkaları adının; Iyad
veya Ebû Zer olduğunu söylemişlerdir.
[340]

Nesâî, tahâre 189; İbn Mâce, tahâre, 77.

T3411

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/90-91.

13421

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/91.

13431

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/91.

13441

Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/92.
13451

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/92.

[3461

Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/92.
[3471

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/92.

13481

Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/93.
[3491

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/93.

f3501

Buhârî, vudû 57, 58, edeb 35, 80; Müslim, tahâre 98, 100; Tirmızî, tahâre 1 12; Nesâî, tahâre 44; mjyâh 2, İbn Mâce, tahâre 78; Dârimî, vudü' 62;
Muvattâ', tahâre 111; Ah-med b. Hanbel, ÎI, 282.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/93-94.
[351]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/94-96.

[3521

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/96.

[3531

Tâbıûndandır. Sika bir râvî olarak tanınır. H. 88'de Basra'da vefat etmiştir. (Bilgi için bk. Ibn Ebî Hatim, el-Cerh ve't-ta'dîl, VIII, 285; İbnu'l-
Esir, Üsdu'l-ğâbe, V, 221 -222; Ibn HAcer, el-İsâbe, ili, 447).
[3541

bk. önceki hadisin kaynaklan.

13551

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/96.

13561

Bezlu'l-mechûd, III, 130.

[3571

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/97.

[3581

Buharı, ta'bir 36; fedailu ashabın-Nebi 19; Müslim, fedailu's-sahâbe 140.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/97.
[3591

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/98-99.

r3601

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/99.

[36İ1

Ümmü Veled, Efendisinden çocuk dünyaya getiren câriyedir. Bu hanım tabiîdir.

[3621

Tirmizî, tahâre 109; İbn Mâce, tahâre 79; Dârimî, vudû 64; muvatta, tahâre 16.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/99-100.
[3631

el-Müddessir (74), 4.

[3641

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/99-100.



T3651

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/101.

T3661

Ibn Mâce, tahâre 79.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları: 2/102.
[3671

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/102.

[368]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/102.

[3691

Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/102-103.
13701

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/103.

[371]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları: 2/103.

[372]

Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/103-104.
[373]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/104.

13741

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/104.

[3751

Sadece Ebû Dâvud rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 2/104-105.
[376]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları: 2/105-106.

[3771

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/106.

[378]

Nesâî, tahâre 192; İbn Mâce, ikâme 61; Alımed b.Hanbel, III, 42.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 2/106.
[3791

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları: 2/106-107.

[380]

Sunen-i Ebû Dâvûd, Kıtabu't-Tahâre (Temizlik Bölümü)'nün sonu.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 2/107.
[381]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları: 2/107.



27. TIP BÖLÜMÜ

1. fnsanın Tedavi Olması Caizdir

2. Perhiz

3. Kan Aldırma

4. Kan Aldırma Yeri (Neresidir)?

5. Kan Aldırmanın Müstehap Olan Vakti Ne Zamandır?

6. (Tedavi İçin) Damar Kesme Ve Kan Alınacak Yer

7. Dağlamakla Tedavi Etmenin Hükmü

8. Buruna İ laç Damlatma

9. Nuşre

10. Panzehir Kullanmak

11. Kullanılması Hoş Olmayan Kötü f taçları Kullanmak

12. İyi Cins Hurma (İle Tedavi Olmak)

13. Ağıza Parmağı Sokup Boğazdaki Bademciği Sıkarak Patlatmak Suretiyle
Tedavi Etme

14. Gözlere Sürme Çekmek

15. Göz Değmesi Hakkında Gelen Hadisler

16. Emzikli Kadınla Cima Etmenin Hükmü

17. Muska Takmak

18. Okuma île Tedavi

19. Okuma İle Tedavi Nasıl Olur?

20. Şişmanlama Yollarına Başvurmak

21. Gaipten Haber Verdiğini fddia Eden (Kâhin) Hakkında

22. Yıldızlar(dan Hüküm Çıkarma) Hakkında

23. (Yere) Çizgi (Çizmek) Ve Kuş Uçurmak (Suretiyle İstikbale Dair Hükümler
Çıkarma) Konusunda Gelen Hadisler

24. Uğursuzluğa İ nanmak



27. TIP BÖLÜMÜ



1. tnsanın Tedavi Olması Caizdir

3855... Üsâme b. Şerik'ten rivayet olmuştur; dedi ki:

Peygamber (s.a)'in yanma varmıştım. Sahâbîleri (onun yanında) sanki başlarının

üzerinde bir kuş varmış gibi (sessiz ve hareketsiz durmakta) idiler. Selâm verip

(yanlarına) oturdum. Şuradan buradan (bir takım) bedeviler gelip;

Ey Allah'ın Rasûlü, tedavi olabilir miyiz? diye sormaya başladılar. (Hz. Peygamber

de);

"Tedavi olunuz. Çünkü aziz ve celü olan Allah, şifasını yaratmadığı bir hastalık

LU

yaratmamıştır. Ancak bir hastalık müstesna o da ihtiyarlıktır" buyurdu.
Açıklama

Tıb: İnbsan vücudunun sıhhat ve hastalığı kendisiyle bilinen bir ilimdir.
Bir de insan kalbine arız olan küfür, şüphe, vesvese gibi manevi hastalıkları ve bu
hastalıkların tedavisini araştiran tıb ilmi vardır.Ancak burada kastedilen birinci
manadaki tıb ilmidir.

a) Sıhhati korumak.

b) Vücudu rahatsız eden şeylerden sakınmak,

c) Vücuttaki zararlı maddeleri dışarı atmak.

Bunlardan birincisi, "Kim hastaolur yahut seferde bulunursa tutamadığı günler

121

sayısınca başka günlerde oruç tutsun" ayet-i kerimesinden almmıştır.Bu ayet-i
kerimede sıhhati kormak gayesiyle Ramazan' da yolculuk yapan bir kimsenin oruç

tutmasına izin verilmiştir. İkinscisi, "nefislerinizi öldürmeyiniz." Ayet-i
kerimesinde alınmıştır. Üçüncüsü ise, "...Ya da başından bir rahatsızlığı bulunan kimse

141

oruçtan, sadakadan veya kurbandan(biriyle) fidye verir." Ayet-i kerimesinde
almmıştır.Bu ayette, hacda ihramlı olan bir kimsenin başında kendisini rahatsız edecek
haşerelerin üremesi halinde, onlardan kurtulmak için başının tıraş edip karşılığında
fidye edilmesiene müsaade edilmektedir.

Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifteki "tedavi olunuz" emrinin zahiri ibahe ifade
eder.Hafız İbn Hacer ile Hanefi ulemasından Ayni bu görüştedirler. Fetava-yı
Hindiyye'nin zahirinden anlaşılan da budur.İmam Gazali de el-Erbain isimli eserde bu
görüşü savunmuştur.

Ancak Mecmau'l-Bihar yazarının açıklamasına göre; cumhur ulemaya göre bu emrin
zahiri müsteheblık ifade eder.İbn Kayyim el-Cevziyye ile Aliyyü'l-kari de bu
görüştedir.

Ayrıca bu hadis-i şerifte, ihityarlıktan başka her hastalığın bir ilacı olduğu
bildirilmekte, ilacı bilinmeyen hastalığın ilacını bulmak için araştırmalar yapılması
teşvik edilmektedir.

Bazı kimselein, "Allah'ın imtihan için verdiği hastalığa razı olmadıkça velayet
mertebesi tamam olmaz.Bu bakımdan veli için tedavi caiz değilidr." Şeklindeki sözleri



Hz. Peygamber' in mubah kıldığı tedavi hükümne aykırıdır. Eğer tedavi olunan
hastalıklar iyileşmiyorsa bunun sebebi ya hastalığın hakiki tedavisi bilinememesinden

£51

ve yahutta teşhis olunamamasmdandır.

Tedavilerin tümünü tevekküle aykırı saymak doğru değildir. Çünkü İslam alimlerinin
açıklamasına göre vücudun zararlarını giderecek sebepler üçtür:

1- Zararı gidermesi kesin olan sebepler, susuzluk zararının gideren su, açlık zararının
gideren ekmek gibi.Bu gibi sebepleri tevekkül maksadıyla terk etmek haramdır.

2- Zararı gidermesi kesin olmayan fakat gidermesi ihtimal dahilinde olan sebepler.Kan
aldırmak, üşümeyi giderebilen sıcaklık verici ilaçlar kullanmak gibi.bu gibi ilaçlara
başvurmak da tevekküle mani değildir.

3- Kendilerinden şifa beklemek tamamen bir vehimden ibaret olan sebepler.Efsun
yaptırmak gibi.Müslümana yakışan, bu kısma giren sebeplerden uzak durup Allah'a
tevekkül etmektir.

İbn Mes'ud'dan rivayet olunduğuna göre Hz.Peygamber, bu kısma giren sebeplerden
kaçıp Allah'a tevekkül edenler hesapsız olarak cennete gireceklerdir, buyurmuşladır.



Binaenaleyh hastalığın gelip gitmesi Allah'ın emriyledir.Allah hastalığın iyileşmesine

sebep olacak devalar yaratmıştır.Bu sebeplere sarılmak tevekküle mani değildir.
Hadis-i şerifte ihtiyarlığın hastalıktan sayılması, kendisini ölümün takib etmesi

[8]

sebebiyle hastalığa benzemiş olmasındandır.
2. Perhiz

3856... Ümmü Münzir binti Kays el-Ensâriyye'den rivayet olunmuştur; dedi ki:
Rasûlullah (s. a) (bir gün) yanıma geldi. Henüz hastalıktan yeni kurtulmak üzere olan
Ali (a. s) beraberindeydi. (O sırada) bizim asılı (hurma) salkımlarımız vardı.
Rasûlullah (s. a) kalkıp onlardan yemeye başladı. Ali (a. s) de (onlardan) yemek için
ayağa kalktı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) Ali'ye:

"Sakın ha, sen hastalıktan yeni kurtuluyorsun" buyurdu. Ali (a. s) de (onlardan

yemekten) vazgeçti. Ben (onlara) arpa ve şalgam (yemeği) yapıp getirdim. Bunun

üzerine Rasûlullah (s.a) (benim hazırladığım bu yemeği göstererek):

"Ey AH, (işte) bundan ye, bu senin için daha faydalıdır" buyurdu.

Ebû Dâvud dedi ki; (Bu hadisi rivayet eden) Harun, (hadisi kendisine rivayet eden Ebû

Davud'un, Ebû Davûd et-Tayâlisî olmayıp) Ebû Dâvûd el-Adeviyye (olduğunu)

söyledi.

Açıklama

Perhiz, insanın bedene zarar mideye ağırlık veren yemeklerden sakınması demektir.
Hadis-i şerifte insan vücuduna zararlı ve faydalı olan şeyleri bilmenin, bir başka
ifadeyle tıp ilminin faziletine delâlet ve bu ilmi öğrenmeye teşvik vardır.
Görüldüğü gibi Hz. Peygamber, daha hastalıktan yeni kurtulmaya başlamış olan Hz.



Ali'ye bazı yiyecekleri yemeyi yasaklamıştır.

Bugün modern tıpta böbrek hastalığı, damar sertliği, romatizma, mide çıbanları ve
çocuk ishalleri gibi hastalıkların tedavileri hemen hemen perhizle yapılmaktadır.

£10]

Nitekim, "Mide hastalık evidir. Perhiz ise her devanın başıdır." buyurulmuştur.
3. Kan Aldırma

3857... Ebû Hureyre'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s. a):

"Sizin tedavi olduğunuz şeylerde hayırlı olan biri varsa o da kan aldırmadır"

im

buyurmuştur.

3858... (Ubeydullah b. Ali b. Ebû Râfı'in) ninesi ve Rasûlullah (s.a)'m hizmetçisi
Selmâ'dan rivayet olunmuştur; dedi ki:

Rasûlullah (s. a), başındaki ağrıdan şikâyet eden bir kişi yoktur ki ona "Kan aldır"
dememiş olsun. Ayaklarmdaki ağrıdan sızlanan bir kişi de yoktur ki ona, "Onlara kına

£121

yak" dememiş olsun.
Açıklama

Bu hadis-i şerifler kan aldırmanın müstehap olduğuna delâlet etmektedir.
Diğer bir hadis-i şerifte kan aldırmanın önemi ifade edilirken, "Eğer sizin
ilaçlarınızdan bir şey de hayır varsa bu ya neşter vurmakta, yabal şerbetinde yahutta

£13]

ateşle dağlamaktadır." buyurulmaktadır.

Kan aldırnmamı önemini bildiren hadislerden bazılarının mealleri şöyledir:

"Kan alan köle ne iyidir.Kan almak sülbün yükünü hafifletiyor ve gözleri

£14]

kuvvetlenidiry or. "

"Hz. Peygamber (s.a.), miraç gecesi meleklerden hangi topluluğa uğradıysa; ümmetine

£15]

kan aldırman emretmesini söylediler."

Bugünün tıbbıda genellikle 50 yaşın üzerindeki kişilerde görülen sebebi bilinmeyen,
organizmada alyuvar kitlesinin devamlı be mutlak suretle artmasıyla meydana gelen
Polsitemia Vera isminde bir hastalık tesbit edilmiştir ki ,hasta da baş ağrısı, baş
dönmesi halsizlik, fenalık hissi, geçici körlük, görme keskinliğinde azalma g,b,
şikayetleri vardır.

Bu hastalık kan alma suretiyle tedavi edilir. Böylece kısa zamanda alyuvar kitlesini
azaltarak hastalığın vücut için kötü olan etkileri önlenmiş olur.

Her defasında 300 ml. Kan alınır ve bu haftada 1-2 kere uygulanır. Bu işleme
alyuvarlar sayısı normal seviyeye gelinceye kadar devam edilir. Bazı vakalarda sadece
kan almayla hastalık kontrol altında tutulkabilir.

"Ani sol kalp yetmezliği ve buna bağlı akciğer bozukluklarında da kan alma suretyle
tedavi yapılır.Ani sol kalp yetmezliğinde toplardamar yoluyla süratle ve fazla
miktarda (500 ml) bir kan alımı kalbe kan dökümünü azaltarak sağ kalp atım hacmini



azaltmak suretiyle sol kalp yükünü hafifleteceğinden ani sol kalp yetmezliği ve buna

£161

bağlı akciğer bozukluklarına ait krizlerde hastayı kısa zamanda rahatlatabilir."



4. Kan Aldırma Yeri (Neresidir)?

3859... Ebu Keşbe el-Emmari, İbn sevban'a şöyle demiştir:

Peygamber (s. a.) başından ve iki omuzu arasından kan aldırır ve (alman kana işaret
ederek):

"Kim (kendisinden) şu kanları (dışarı) akıtırsa, artık başka bir hastalık için bir başka

im

yolla tedavi olmaması ona zarar vermez." buyururdu.
3860... Enes (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre;

Peygamber (s. a.), (boynun iki tarafında bulunan) ahdan (isimli iki damarın bulunduğu
yer)den ve iki omuz arasından üç defa kan aldırmıştır.

Ma'mer dedi ki: "(Bir gün) kan aldırmıştım.Aklım (başımdan) gitti. Öyle ki
namazımda Fatiha'yı bile ezbere okuyamıy ordum." Ma'mer başından kan aldırmıştı.
£181

Açıklama

Bu hadis-i şeiflerde kan aldırmanın çok tesirli bir tedavi şekil olduğu, usullerine riayet
edildiği takdirde önemli faydaları olabileceği ifade edilmektedir.
Kan aldırırken göz önünde bulundurulması gereken hususlardan biri, hastalığın
cinsini, vücudun kan alınacak yerini iyi tesbit etmektir.

Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifler kanın iki omuz arasından, boyunun sağ ve
solunda bulunan el-ahdeân denilen iki damardan ve baştan alınabileceği ifade
edilmektedir. 3863 numaralı hadis-i şerifte ise kanın kalçadan da alınabileceği
belirtilmektedir.

Hadis sarihlerinden AIiyyü'l-Kârî'nin açıklamasına göre; Ma'mer, kan aldırırken Hz.

£191

Peygamber'in riayet ettiği hususlara dikkat etmediği için bu duruma düşmüştür.

Kan aldırmayı gerektiren sebeplerin bilinmesi kadar vücuttan kan alınabilecek

noktaların bilinmesi de önemlidir.

İbnü'l-Kayyım el-Cevziyye'nin Zâdü'l-Meâd isimli eserinde açıkladığı gibi; başta
bulunan ağrı, kulak ve diş ağrısı gibi ağrılar, vücutta bulunan kanın çoğalmasından ve
bozulmasından doğmuş olabilir. Bu gibi ağrılar için boynun iki tarafında bulunan
damarlardan kan almak gerekir.

Sıcak ülkelerde bulunan kimselerin kanlan sıcaklığın cazibesi sebebiyle kılcal
damarlara hücum ettiği için, derilerinde bulunan solunum delikleri geniş olduğundan
bu kimselerden kan almak tehlikeli olabilir. Bu bakımdan kan aldırmanın zaman ve

[201

zeminini iyi tesbit etmek gerekir.

5. Kan Aldırmanın Müstehap Olan Vakti Ne Zamandır?



3861... Ebû Hureyre'den rivayet edildiğine göre; Rasûlullah (s. a) şöyle buyurmuştur:
"Kim (kamerî ayların) onyedi, ondokuz ve yirmi bir (inci günlerinden bir)inde kan
aldırırsa (bu, kanın çoğalmasından ve bozulmasından doğan) her hastalığa şifa

£211

olur."

3862... Keyyise binti Ebû Bekre'nin haber verdiğine göre; babası, aile halkını salı
günü kan aldırmaktan nehyeder ve Rasûlullah (s.a)'m:

"Salı günü kan(ların artma) günüdür. Salı gününde bir saat vardır ki (o saatte akıtılan

[221

kan bir daha) dinmez" dediğini söylermiş.
3863... Câbir (r.a)'den rivayet olunduğuna göre;

[23]

Rasûlullah (s. a) kendisinde bulunan bir ağrıdan dolayı kalçasından kan aldırmıştır.
Açıklama

Bu babdaki hadis-i şeriflerde kan aldırmak için kamerî ayların onyedi, ondokuz ve
yirmibirinci günlerinden birinin seçilmesi ve salı günü kan aldırmaktan kaçınılması
tavsiye edilmekte ve Hz. Peygamber'in vücudunda bulunan bir ağrıdan dolayı
kalçasından kan aldırdığı bildirilmektedir.

Neylü'l-Evtâr sahibi Şevkânî'nin de açıkladığı gibi; doktorlar, kan aldırmak için ayın
üçüncü haftasındaki günlerin en uygun olduğunda ittifak etmişlerdir. İstikbalde
anlaşılabilecek bir gerçeği yüzyıllarca önce bildirmesi yönünden 3861 numaralı hadis
bir mucize niteliği taşımaktadır.

Herhalde ayın üçüncü haftasının kan aldırmak için ayın birinci, ikinci ve dördüncü
haftalarından daha uygun olması, ayın dünyaya etkisinden kaynaklanmaktadır.
Çünkü Erzurumlu İbrahim Hakkı'nm da ifade ettiği gibi, "ayın ilk yarısında sıcaklıkla

1241

nemliliğin fazlalığından damarlarda kan çoğalır." Kanın çoğaldığı bir sırada
damardan kan alınması halinde kanın dindirilmesi zorlaşacağından tehlikeli olacağı
gibi, ayın son haftalarında da kan iyice azalacağından o haftada da kan aldırmak
tehlikeli olabilir.

Hadis sarihlerinin açıklamasına göre; salı günü kan aldırmanın tehlikesi de o günde
kanın fazlalaşması sebebiyle dindirilmesinin zorlaşması ve ölüme sebep
olabileceğinden doğmaktadır. Ancak, sah günü kan aldırmanın yasak-landığmı
bildiren bu 3862 numaralı hadis, senet yönünden tenkid edilmiştir. Hatta İbn Cevzî bu
hadisin mevzu olduğunu söylemiştir. Ayrıca bu hadisi, "Salı günü Hz. Adem'in oğlu
Habil'in kardeşi Kabil'i öldürdüğü kan günüdür" şeklinde tefsir edenler de olmuştur.
Hz. Peygamber'in kalçasından kan aldırdığını ifade eden 3863 numaralı hadiste de
çözülmesi müşkil görünen kapalı bir husus vardır. Çünkü Ahmed b. Hanbel'in
rivayetindeki Hz. Peygamber'in vücudundaki ağrıyla ilgili ifadede kesinlik yoktur. Bu
ağrının sırtında mı yoksa kalçasında mı olduğunda tereddüt edilmektedir.

1251

Ayrıca aslında bu ağrının Hz. Peygamber'in attan düşmesinden dolayı meydana



geHen ağrı olabileceği kabul edilirse, o zaman kal aldırma hâdisesinin Medine'de ve
ayaktan olması gerekirdi. Oysa bu kan aldırma hâdisesinin Mekke'de ve ihramlı iken

[26]

olduğuna delâlet eden rivayetler de vardır.

Netice olarak burada kan aldırma hadisesinin kalçasından mı yoksa sırtından mı
olduğu araştırılmaya muhtaçtır.

Esasen 3863 numaralı hadisin mevzumuzu teşkil eden bab başlığı ile pek ilgisi
görülmüyor. Bu bakımdan bu hadisin yeri bir sonraki bab yahutta bir önceki bab
olmalıydı. Nitekim elimizde bulunan Avnü'l-Ma'bûd nüshasında bu hadis bir sonraki

[27]

bab başlığı altında zikredilmiştir.

6. (Tedavi İçin) Damar Kesme Ve Kan Alınacak Yer

3864... Câbir (r.a)'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Peygamber (s. a) Übeyy'e bir doktor

[28]

gönderdi. (Doktor tedavi maksadıyla) onun bir damarını kesti.
Açıklama

Bu hadis-i şerif Hz. Peyamber'in damar kesmeninde tedavi için bir yol olduğunu
tasvib ettiğine delâlet etmektedir. Müslim'in rivayetinden anlaşılacağı üzere, Hz.
Peygamber'in Übeyy'e gönderdiği doktor, Übeyy'in damarım kestikten sonra kanı
dindirmek için kestiği yeri dağîamıştır.

Bu da gösteriyor ki, doktor tedavi için hastanın durumuna en uygun yol hangisi ise o
yolu tercih eder ve hastasını o yolla tedavi etmeye çalışır. Hadis-i şerifin delâlet ettiği
mana budur.

Nitekim bugünkü doktorlar da hastayı en hafif yoldan tedavi etmenin yolu ne ise
tedavi için o yolu seçmek gerektiğinde ittifak etmişler. Hastayı daha hafif bir yolla
tedavi etme imkânı varken daha ağır bir yola gitmenin doğru olmayacağını; fakat daha
hafif yollarla tedavi imkânı kalmadığı zaman en ağır tedavi yollarına dahi

[29] "

başvurulabileceğini söylemişlerdir.

7. Dağlamakla Tedavi Etmenin Hükmü

3865... İmrân b. Husayn'dan rivayet olunmuştur: Peygamber (s.a) (bize) dağla(mak
suretiyle tedavi yap)mayı yasakladı. (Biz ise tedavi için) dağlama yoluna başvurduk.
(Fakat bu rahasızlıklarımız) ne iyileşti, ne de şifa buldu.

Ebû Dâvûd dedi ki: (îmrân b. Husayn, Hz. Peygamber'in yasakladığı bu dağlama ile
tedavi etme yoluna başvurmadan) önce meleklerin selâmım işitirdi. Dağlandıktan
sonra bu halden mahrum oldu. Dağlanmayı bırakınca eski hali tekrar kendisine döndü.
[30]



3866... Câbir (r.a)'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a), ok yarasından dolayı



im

Sa'd b. Muaz'ı dağla-mtştır.
Açıklama

Bir önceki hadis-i şerifte de açıkladığımız gibi, bir hastalığı daha hafif ve daha kolay
yoldan tedavi imkânı varken dağlama ile tedavi etmek yasaklanmıştır. Ancak
dağlamadan başka tedavi imkânı kalmadığı zaman tedavi için dağlama yoluna
başvurmakta şer'î bir sakınca yoktur.

Nitekim had cezasıyla eli ve ayağı kesilen kimselerin kanlarını dindirmek için
başvurulan yol dağlama yoludur.

Fahr-i Kâinat Efendimiz, Sa'd b. Muaz'm yarasını dağlamak suretiyle bize bu
gerçekleri öğretmiştir. Rasûluüah Efendimizin İmrân b. Husayn'ı dağlanmaktan
nehyedişinin sebebini de bu şekilde açıklamak icab eder.

Siyer kitaplarında açıklandığına göre Hz. İmrân'm tedavi olmak için dağlanmasını
istediği yarası basur yarası idi. Burası çok nazik ve tehlikeli bir yer olduğu için Hz.
Peygamber buna izin vermedi.

Hattâbî, Hz. Peygamber'in dağlamayı yasaklamasına sebep olarak iki ayrı önemli
sebep daha gösterir:

1) Hz. Peygamber'in dağlama yoluyla tedaviyi yasaklamasının bir sebebi de cahiliye
araplannm, "Nerede olsanız, sağlam kaleler içinde bulunsanız yine ölüm sizi

[321

bulur" kaziyye-i ilâhiyesine aykırı olarak, ölüm ve kalımı Allah'ın irade ve
kazasına değiî de tamamen maddî sebeplere bağlamaları ve dağlamanın ölüme karşı
kesin bir çare olabileceğine dair inançları idi.

Oysa bütün tedavi yöntemleri kesin sonuç almak için yeterli ve mutlak sebep değil,
ancak şifa için Allah'ın izni ve iradesi dahilinde birer vasıtadan ibaretti.
Hz. Peygamber işte bu sözü geçen yanlış inançla kendisine başvurulan dağlama ile
tedavi yolunu yasaklamıştı.

2) Hz. Peygamber'in bu tedavi yolunu yasaklamasının diğer bir sebebi de onların daha
hastalık gelmeden önce hastalıktan korunmak maksadıyla kendilerini dağlamayı bir
adet haline getirmiş olmalarıydı. Oysa zaruret olmadan vücudu dağlattırmak
mekruhtur.

Bir ihtimal uğruna böylesine tehlikeli bir tedavi yolunu göze almanın yanlışlığını
açıklamak icap ediyordu. İşte Hz. Peygamber'in dağlama ile ilgili olarak getirdiği
yasağın bir sebebi de bu idi.
Bu mevzuda İbn Kuteybe şöyie diyor:

"Bazı hadisler arasında çelişki bulunduğunu iddia eden sapık mezhep sahipleri bu
iddialarını ispat için şöyle diyorlar:

Siz Rasûlullah'm, "Hastalığını iyileştirmesi için vücudunu dağlattıran veya (kendisine)

[33]

okutup üflettiren Allah'a tevekkül etmemiştir" buyurduğunu rivayet ettiniz, sonra
da Rasûlullah'm Es'ad b. Zürâre'yi dağladığını ve; "Sizin tedavi olduğunuz şeylerde bir
hayır varsa şüpesiz hacamatçının kan akıtmak için neşterle vücudu yarmasında veya

[341

ateşle dağlamasmdadır." buyurduğunu rivayet ettiniz. Bu ise birinci hadisin
hilâfmadır.



Cevap: Biz deriz ki, burada herhangi bir uyuşmazlık yoktur. Her bir hadisin yeri
vardır. Oraya konulduğu zaman uyuşmazlık ortadan kalkar. Dağlamak iki çeşittir:
Birisi, Acemlerin pek çoğunun yaptığı gibi hastalığa yakalanmamak, hasta olmamak
için sağlam birisini dağlamaktır. Onlar çocuklarını ve gençlerini kendilerinde hastalık
olmadığı halde dağlarlar. Bu dağlamanın onların (çocukların) sıhhatini koruyacağını
ve hastalıkları onlardan uzaklaştıracağını zannederler.

İşte Rasûlullah'm (s. a) iptal ettiği ve hakkında, "Dağlanan tevekkül etmemiştir" dediği
husus da budur. Çünkü o sıhhatli olduğu halde dağlanmak ve tabiatını ateşle
korkutmakla kendisinden Allah'ın kaderini uzaklaş-tırabileceğini zannetmektedir. Eğer
Allah'a tevekkül etmiş olsaydı, O'nun (c.c) kazasından insanı kurtaracak hiçbir şey
olmadığını bilirdi ve sıhhatli olduğu halde tedavi olmaz ve hastalıktan kurtulmak için
hastalık olmayan yeri dağîamazdı.

Diğer dağlamaya gelince; yara iltihaplandığı ve kan akıp kesilmediği zaman yarayı
dağlama, karında ve bedende su toplandığı zaman damarların dağlanması da böyledir.
İşte Rasûlullah'm, "Muhakkak onda şifa vardır" dediği dağlama budur. (Resulullah)
Es'ad b.Zürâre'yi, boynunda hissettiği bir hastalıktan dolayı dağlamıştır. Bu ise birici
gibi değildir. Çünkü hastalığa yakalanmca tedavi olan bir kimseye "tevekkül
etmemiştir" denilemez.

Halbuki Rasûlullah (s. a) tedavi olunmasını emretmiş ve, "Her hastalığın ilacı
[351

vardır" buyurmuştur. İlaç mutlaka şifa vereceğinden değil, sadece bu ilaç ile
Allah'ın kendisine afiyet vermesi umularak içilir. Çünkü Alla-hu Teâlâ herşey için bir
1361

sebep kılmıştır."

Bu konuda âlimlerce verilen izahlardan şu netice almır:
Dağlamanın yasak olduğu durumlar:

1- Dağlamaktan başka tedavi mümkün iken,

2- Dağlamak tehlikeli iken,

3- Şifayı Allah' dan değil de dağlamaktan beklerken,

4- Sağlıklı olduğu halde hastalanmamak için ve bir tedbir mahiyetinde olmak üzere
dağlamak.

Yukarıdaki maddelerde yazılı durumlarda dağlamak da dağlanmak da yani kişinin
kendi nefsini dağlaması veya başkasını dağlaması yasaktır, yani mekruhtur.
Hastalıktan kurtulmanın başka çaresi görülmüyorsa zaruret halinde ve son çare olarak

£371

dağlama yoluna gidebilir.

8. Buruna tlaç Damlatma

3867... İbn Abbas'dan rivayet olunduğuna göre;

1381

Rasûlullah (s. a), buruna ilaç damlatırmış.
Açıklama

Seut: Hastayı omuzlarının altına yastık gibi bir şey koyarak sırtüstü yatırmak
demektir. Hasta bu şekilde yatırıhnca burnuna damlatılan ilaç dimağına daha çabuk



erişerek orayı tahriş edip hastayı aksırtır. Bu aksırık vasıtasıyla dimağında bulunan
rahatsızlığı dışarı atmış olur. Bu hadis-i şerif tababetin müsbet ve güvenilir bir ilim
olduğuna, burna ilaç damlatmakla tedavi olmanın müstehabhğma delâlet etmekte ve
tedavi için bu yola bizzat Fahr-i Kâinat Efendimiz'in de başvurduğunu ifade et-
[391

mektedir.

9. Nuşre

3868... Câbir b. Abdullah'dan rivayet olunduğuna göre; Rasûlullah (s.a)'a nuşre
(denilen tedavi usulü) sorulmuş da:

[401

"O şeytan işidir" cevabını vermiş.
Açıklama

Avnü'l-Ma'bûd yazarının açıklamasına göre nuşre, kendisini cinlerin çarptığı
zannedilen bir kimseyi tedavi için kullanılan bir nevî okuyup üflemekle yapılan tedavi
usulüdür.

Bu tedavi usulünün uygulanması neticesinde hastayı rahatsız eden sebeplerin içinden
çıkarak önüne dökülüp neşr olunacağı umulduğu için bu tedavi usulüne "nuşre" ismi
verilmiştir.

Fethu'l-Vedûd yazarı bu mevzuda şöyle diyor: "Öyle zannederim ki bu tedavi usulü
içerisinde şeytanların isimleri, ya da anlaşılmaz ibareler bulunan bir takım metinleri
hastaya okumaktan ibarettir. Bu bakımdan bu tedavi şeklinin bir nevi sihir olduğu
kabul edilmiş, yapanlar hastanın içinde bulunan hastalığın bu yolla dökülüp
saçılacağma inandıkları için de ona nuşre ismi verilmiştir."

Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte "şeytan işi" olduğu haber verilerek yasaklanan
bu asılsız tedavi yolu İslâmiyyetten önce araplar tarafından kesin sonuç alınacağına
inanılarak uygulanan yaygın bir tedavi yolu idi. İslâmiyet gelince bunu yasakladı ve
yerine Allah'ın izni ve iradesi ile şifalı olabilen bazı âyetleri ve Peygamberin öğrettiği
duaları okuyarak tedavi etme yolu getirildi ki bunu inşallah bu bölümün 18. ve 19.

[411

bablarmda ayrıntılı olarak anlatacağız.

10. Panzehir Kullanmak

3869... Abdullah b. Amr, Rasûlullah (s.a)'i şöyle derken işittiğini söylemiştir:
"Eğer ben panzehir içersem veya muska takınırsam ya da kendi kafamdan şiir
söylersem (artık islâmî ölçülerin dışına çıkmış olacağımdan bir daha) yaptıklarımın
islâmî ölçülere uyup uymadığm)a aldırış etmem."

Ebû Dâvûd dedi ki: Bu yasak sadece Peygamber (s. a) 'e aittir. (İslâm â/imlerinden) bir

[421

topluluk buna, yani panzehir kullanmaya cevaz vermiştir.



Açıklama



Bu hadis-i şerifle Rasûl-i Zîşan Efendimiz ümmetini; panzehir içmek, muska takmak
ve hikmetle ilgisi olmayan şiirle meşgul olmaktan nehyetmek istemektedir.
Ancak bunu ümmetinden hiç bahsetmeden, sözü kendi üzerinden açarak yapmaktadır.
Bilindiği gibi insanın muhatabı ile ilgili bir meseleyi bu şekilde anlatmasına "üslubu
hakimane" denir.

Hadis-i şerifte üslubu hakîmane'nin en güzel örneklerinden birini görmekteyiz. Bu
sanatı merhum Tâhîru'l-Mevîevî şöyle tarif ediyor: "Üslubu hakimane tariz
nevilerindendîr. Birini takdir makamında; niçin böyle yapıyorsun? diyecek yerde;
niçin böyle yapıyoruz, yapmasak daha iyi olmaz mı? tarzında nefsini teşrik ederek
[43]

söylemektir."

Tiryak: Zehirlenmeye karşı kullanılan zehirli ilaçtır.

İbnü'l-Esîr'in en-Nihâye isimli eserindeki açıklamasına göre, hadis-i şerifte kastedilen
ve yasaklanan zehirli ilaçtan maksat yılan etinden ve şaraptan yapılan bir ilaçtır.
İçinde böyle pis ve haram karışımlar olduğu için haram kılınmıştır. Fakat içerisinde
pis ve haram bileşimler bulunmayan zehirli ilaçların kullanılmasında sakınca yoktur.
Bezlü'l-Mechûd yazarının açıklamasına göre, cumhur ulema zehirli ilaç kullanmanın
caiz olmadığını söylemişlerdir. Mâlikîlere göre bunda bir sakınca yoktur. Musannif
Ebû Davud'un metnin sonuna ilâve ettiği, "bir topluluk buna cevaz vermiştir" sözü ile
herhalde Mâlikîleri kasdetmiştir. Çünkü onlar yılan etinin helâl olduğu
görüşündedirler.

İbn Reslân'a göre, kafadan şiir söyleme ve muska takma yasağı sadece Hz.
Peygamber'e aittir. Ümmetine helâl kılınmıştır. Zehirli ilaç kullanmak ise içinde
haram bileşikler bulunmadığı takdirde yine ümmetine helâl kılınmıştır.
Aslında söz konusu üç fiilin haram olanı da vardır, helâl olanı da. Meselâ zehirli ilaç
haram maddelerden yapılmış ise kullanılması haramdır. Helâl maddelerden yapılmışsa
kullanılması helâldir. İçerisinde söylenmesi haram sözler bulunan şiir yazmak ve
okumak haram oldğu gibi, içerisinde söylenmesi haram sözler bulunmayan şiirleri
yazmak ve okumak helâldir.

Muska takmak da böyledir, İçerisinde söylenmesi küfrü gerektiren sözler bulunan bir
muskayı yazmak veya takmak haram olduğu gibi, tesirini Allah'dan değil de bizzat
muskadan bekleyerek bunu takmak da haramdır. Fakat içerisinde böylesi sözler
bulunmayan bir muskayı tesirini sadece Allah'dan bekleyerek takmakta hiçbir sakınca
yoktur. Bezi yazarının tercih ettiği görüş de budur.

Abdullah b. Amr'm rivayetine göre, Hz. Peygamber uykuda korkanlar için şu duayı
okumalarım tavsiye buyurmuşlardır:

Ravi Abdullah b. Amr bu duayı aklı eren çocuklarına öğretir, aklı ermeyenler için de
yazıp boyunlarına asardı.

Din bilginlerinden bir kısmı bu meyanda Hz. Aişe, Mâlik, Ahmed b. Hanbel ve
Şâfıîlerin bir çoğu yukardaki rivayeti göz önüne alarak bunun caiz olduğunu
söylemişlerdir. İbn Abbas, İbn Mes'ud, Hanefîler ve Şâfiîler de nazarlık vb.'nin
taşınmaması hakkındaki rivayetlere bakarak âyet ve duaların da yazılıp taşınmasının
caiz olmadığı görüşünü benimsemişlerdir.

Muskacılığın bir meslek haline gelmemesi, dinin ve din? duyguların hasis menfaatlere
âlet edilmemesi bakımından ikinci görüş dikkat çekicidir. Çocuklara ve okuma
bilmeyenlere bilenler bir menfaat beklemeden okumalıdırlar. Okuyacak bulunmazsa



1441

yazma yoluna başvurulur.



11. Kullanılması Hoş Olmayan Kötü İlaçları Kullanmak

3870... Ebû Hureyre (r.a)'den rivayet olunduğuna göre; Rasûkıllah (s. a) kötü ilaç

1451

(kullanmayı) yasaklamıştır.

3871... Abdurrahman b. Osman (r.a)'dan rivayet olunduğuna göre;

Bir doktor ilaca kurbağa (eti) koymanın hükmünü sordu. Peygamber (s. a) kurbağayı

1461

öldürmekten nehyetti.

3872... Ebû Hureyre'den rivayet olunduğuna göre; Rasûlullah (s.a):

"Zehir yut (up da canına kıy) an cehennem ateşi içinde ebedi kalarak o zehiri yutmaya

1421

çalışmakla meşgul olacaktır" buyurmuştur.
3873... Simâk'dan rivayet olunduğuna göre;

Târik b. Süveyd, Peygamber (s.a)'e, (tedavi için) şarap (kullanmayı) sormuş, (Hz.
Peygamber) onu (bundan) nehyetmiş. Sonra o (bunu) Hz. Peygamber'e (tekrar)
sormuş. (Hz. Peygamber) onu (yine) nehyetmiş. Sonra o, Hz. Peygamber'e:
Ey Allah'ın Peygamberi, şarap gerçekten şifadır, demiş. Peygamber (s.a) de:

£481

"Hayır, (o şifa değildir) fakat hastalıktır" buyurmuş.

3874... Ebu'd-Derdâ'dan rivayet olunduğuna göre, Rasûlullah (s.a):

"Kuşkusuz Allah hastalığı da şifayı da yarattı ve her dert için bir derman yarattı.

Binaenaleyh (Allah'ın yarattığı bu şifalı ilaçlarla) tedavi olmaya çalışınız, (fakat)

[491

haramla tedavi olmaya kalkışmayınız" buyurmuştur.
Açıklama

Bu bab tedavi olmak için yenilip içilmesi İslama göre kötü sayılan maddelerden
yapılmış ilaçlan kullanmanın caiz olmadığını belirten hadisleri ihtiva etmektedir.
Hattâbî'nin dediği gibi yenilip içilmeleri dinen kötü sayılan şeyler iki kısımdır:

1) Pis olan şeylerdir. Bilindiği gibi pis olan şeyler tümüyle kötüdür. İçilmesi haram
kılman şarap gibi maddeler bunların en açık örneğini teşkil ederler.

2) Tadları insan tabiatına uygun düşmeyen ve yenilip içilmeleri çok zor olan
maddeler. İnsan tabiatı bunlardan hoşlanmadığı için kötü sayılmış ve yenilip içilmeleri
yasaklanmıştır.

Binaenaleyh bu babda yer alan hadis-i şerifler, yiyilip içilmeleri dinimizce kötü
sayılan maddelerden yapılan ilaçlarla tedavi olmanın caiz olmadığını ifade etmektedir.

1501

Çünkü dinen kötü kabul edilen şeyler haram kılınmıştır.



Nitekim İmam Ahmed bu gibi hadis-i şeriflere dayanarak haramla veya içinde haram
bulunan bir ilaçla tedavi olmanın haram olduğunu söylemiştir.

Zahirîlere göre, haram kılınmış şeylerle tedavi caizdir. Bu mevzuda İbn Hazm şöyle
der:

"Şarap darda kalan ve zaruret haline düşen için mubahtır. Susuzluğu gidermek tedavi
olmak veya boğulmayı önlemek için şarap içen kimseye ceza düşmez."
Delili: Tedavi zaruret hallerinden birisidir. Zaruretler ise haram olan şeyleri mubah
kılar. Yine İbn Hazm bu hususu şöyle ifade eder: "Tedavi zaruret derecesindedir.
Allah Teâlâ: 'Darda kalmanız müstesna olmak üzere size haram kıldıklarını size bir bir
açıkladı' buyurmuştur. Şu halde kişinin zaruret duyduğu yiyecek ve içecekler haram
değildir." İbn Hazm mezhebini takviye için şu delili de ileri sürmüştür: "Sidiği içmek
haramdır; ancak tedavi ve benzeri zaruret hallerinde haram değildir. Nitekim
Rasûlullah (s. a), Urey-nelilere hastalıklarının tedavisi için deve sidiğini mubah
kılmıştır." İbn Hazm, caiz değildir diyenlerin dayandığı hadisleri teker teker ele almış,
bir kısmı-minin zayıf olduğunu ileri sürmüş bir kısmını da şöyle te'vil etmiştir: "Za-
ruret halinde tedavi maksadıyla haram kılınmış şeyleri içmek mubahtır. Bunlar mubah
olunca, tedavide kullanılması yasaklanmış "pis ilaçlar" içinde mü-taala edilemezler,
bunlara pis denemez."

Hanefîlere göre; şifa vereceği kesin olarak biliniyorsa haram ile tedavi caizdir,
bilinmiyorsa mubah değildir. İmam Kâsânî, el-Bedâyi' isimli eserinde şöyle diyor:
"Açlık halinde murdar hayvan yemek, susuzluk halinde şarap içmek ve boğazda kalan
lokmayı indirmek, boğulmayı önlemek için şarap içmek nasıl caiz ise, şifa vereceği
kesin olarak bilindiği takdirde, haram yiyecek ve içeceklerle tedavi de öylece caizdir.
Ancak onlarla şifanın hasıl olacağı bilinmiyorsa tedavi caiz olmaz. Şu da var ki İmam
Ebû Yusuf, aslında haram olduğu halde deve sidiğinin tedavi maksadıyla içilmesini -



bu mevzuda gelmiş olan bir hadisten dolayı mubah kılınmıştır, demiştir. Ebû
Hanîfe'ye göre ise bu caiz değildir. Çünkü şifa olacağı kesin olarak bilinmeyen haram
ile tedavi caiz değildir. Ona göre Ureyneliler hadisini şöyle anlamak gerekir: Rasûlul-
lah (s. a) o sidiğin yalnız onların hastalığına şifa vereceğini bilmiştir.
Şâfıîler, şarap ile diğer haram nesneleri birbirinden ayırıyorlar. Onlara göre; pis ve
haram olan şeylerle tedavi caizdir, ancak şarapla tedavi caiz değildir. Mezhebin en
kuvvetli ve çoğunlukla benimsenmiş görüşü budur. Delilleri, yukarda geçen ve
Enes'den rivayet edilen hadistir. Ureynelilerden bir gurup Rasûlulîah'a gelerek İslâm'ı
kabul ve biat ettiler. Medine'nin havası kendilerine ağır geldiği için bir müddet sonra
hastalandılar ve durumlarını Rasûlulîah'a arzedince şöyle buyurdu: "Deve çobanımızla
beraber Medine dışına çıkıp develerin süt ve sidiğinden faydalansanız." Kabul edip
çıktılar, süt ve sidiğinden içtiler ve şifa buldular. Bu isbatlamadan anlaşılıyor ki Şâ-
fiîler, diğer pis ve haram şeyleri pis olan deve sidiğine kıyas ediyor ve onlarla da
tedavinin caiz olduğu neticesine varıyor, ancak şarabı bundan istisna ediyorlar. Bu
kıyasın gereği, zaruret halinde şarapla da tedavinin mubah olması iken Şâfıîlerin
ekseriyeti bunu kabul etmemişlerdir. Bunun sebebine gelince; Şâfıîler de boğazda
kalan lokmayı indirmek için, başka helâl bir sıvı bulunmadığı takdirde şarabın
içilebileceğİni kabul ederek şöyle diyorlar:

Boğazına lokma dursa ve indirecek başka bir şey de bulamasa, şarapla indirmesinin
caiz olduğunda ittifak vardır. Şafiî bunu açıkça söylemiş, bu görüş üzerinde fıkıhçılar
da ittifak etmiş, hatta şöyle demişlerdir: "Bu durumda şarabı içerek kurtulması farzdır.



Çünkü burada şarabı içince kurtulacağı katidir. Halbuki susuzluk ve hastalık için
içilmesi böyle değildir." Şarapla ve diğer sarhoşluk veren şeyler ile tedavi mevzuuna
gelince; ihtilâf etmişlerdir. Ekseriyete göre caiz değildir. Bu hüküm, mezhebin de

[521

sahih görüşü haline gelmiştir.

Şâfıîlerin bu mevzudaki delilleri ise mevzumuzu teşkil eden babda yer alan hadis-i
şeriflerdir.

Bu mevzuda üstad Abdülkerim Zeydan şöyle diyor:

"İşte bunlardan dolayı biz tedavi için haram şeylerin ilaç olarak alınabileceği görüşünü
tercih ediyoruz. Ancak bunun şartları vardır:

a) Hastalık tehlikeli olacak,

b) Haram kılınmış ilacın yerini tutacak mubah bir ilaç bulunmayacak,

c) Doktorlar o ilacın hastalığı iyi edeceğini kuvvetii zanla dayanarak açıklamış olacak,

d) Tedavi müddeti uzasa bile ilaçtan alman miktar hastalık zaruretini giderecek kadar
olacak.

Burada şunu da hatırlatmakta fayda vardır. Birçok doktora, "şaraptan başka ilacı
olmayan bir hastalık var mıdır?" diye sordum. "Bugüne kadar böyle bir hastalığın

[53]

mevcut olduğunu bilmiyoruz" cevabını verdiler."
Bazı Hükümler

1. Haramla tedavi olmak caiz değildir.

2. intihar eden ebedi cehennemliktir. Ancak Ayninin açıklamasına göre buradaki
intihardan maksat intiharın helâl olduğuna inanılarak işlenen intihar suçudur.

£541

3. Kurbağa öldürmek haramdır.

12. İyi Cins Hurma (İle Tedavi Olmak)

3875... Sa'd (b. Ebî Vakkâs)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Bir gün iyice
hastalanmıştım. Rasûlullah (s.a) ziyaretime geldi ve elini göğsümün üzerine koyup;
"Sen kalp hastası bir adamsın. Sakîf in kardeşi Haris b. Kele-de'nin yanma git. Çünkü
o hastalıklara ilaç yapmakla uğraşan bir kimsedir. (Ona şöyle) Medine'nin Acve
(denilen bir hurma) smdan yedi tane alsın, çekirdekleriyle (birlikte) dövsün, sonra

1551 '

onları suya koyup sana içirsin" buyurdu.

3876... Sa'd b. Ebî Vakkâs'dan rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a) şöyle
buyurmuştur:

"Kim her sabah (aç karnına Medine'nin en iyi hurması olan) Acve'den yedi tane yerse

[561

ona o gün zehir de zarar vermez, sihir de."
Açıklama



3875 numaralı hadis-i şerifte Rasûl-i Zîşan Efendimiz'in Sa'd b. Ebî Vakkâs'm



hastalığının kalp hastalığı olduğunu.teşhis ettiğini ve bu hastalığa Acve denilen iyi
cins Medine hurmasının şifa olacağını ve bu ilacın kullanılış şeklini tarif ettiğini,
ayrıca hastayı tıptan anlayan bir kimsenin tedavi etmesi gerektiğine dikkat çektiğini
görüyoruz.

Aynı zamanda Hz. Peygamber'in doktora Acve hurmasının şifa vermesi için nasıl
kullanacağını açıklamış olması, ilacın kullanış tarzını doktordan daha iyi bildiğini
1571

göstermektedir.

Hattâbî de 3876 numaralı hadisi şöyle açıklıyor:

"Acve denilen hurmanın zehire ve sihire karşı koruyucu olması, Hz. Peygamber'in
Medine hurması için yaptığı duanın bereketinden dolayıdır. Yoksa hurmanın özelliği
sebebiyle değildir."

Nevevî ise şöyle diyor: "Medine hurmasının tahsis edilmesi ve hurmanın yedi tane
almasının hikmetini Allah ve Rasûlü bilir, biz bilemeyiz. Ancak namazın rekâtlarının
sayıları ve zekâtın miktarında olduğu gibi bir hikmeti bulunduğuna inanmanız
1581

gerekir."

Acve denilen bu hurma ile tedavi olmak isteyen bir kimsenin bundan yedi tane
almasını, bu tedavi ile ilgili bir sırra bağlamak mümkün olduğu gibi, "Allah tekdir,

£591

teki sever" hadis-i şerifinde açıklandığı üzere tek sa-yılardaki sırra bağlamak da

£601

mümkündür.

13. Ağıza Parmağı Sokup Boğazdaki Bademciği Sıkarak Patlatmak Suretiyle
Tedavi Etme

3877... Ümmü Kays binti'l-Mıhsân'dan rivayet olunmuştur; dedi ki:

Üzre (denilen boğaz hastalığı) sebebiyle parmağını boğazına sokarak bademciğini

çekip almış olduğum oğlumla birlikte Rasûlullah (s.a)'m yanma girmiştim.

"Niçin çocuklarınızın ağzına parmak sokarak bademciklerini çekip alıyorsunuz?

Çocuklarınızın bu hastalığını tedavi etmek için size gereken şu ûd-i hindî (denilen

bitki) dir. Onda yedi (çeşit şifa vardır), bu şifalardan biri de zâtülcenb hastalığının

şifasıdır. (Bu bitki) üzre (hastalığını tedavi) için buruna çekilir." buyurdu.

[611

Ebû Dâvûd dedi ki: Ud (-i hindî demlen bitkijden maksat, topalak (denilen ot)tur.
Açıklama

Üzre, boğazda kan toplanması ile bademciklerin iltihaplanmasından meydana gelen
bir boğaz hastalığıdır.

Hâk, üzerine parmakla basmak suretiyle bu yarayı söküp almaktır.
Dağr, kelimesi de bu manaya gelir.

îsât; buruna ilaç çekmek; led ise ağıza ilaç damlatmak, demektir.
Musannif Ebû Dâvûd ûd-i hindî kelimesini el-kust kelimesiyle açıklamıştır. el-Kust
kelimesi hakkında Ahterî'de şöyle deniyor: "el-Kust, topalak dedikleri bir ottur; iki
çeşit olur: Birincisi, Hindistan'da biter; siyah, hafif ve tatlı olur. İkincisi ise Şam'da



biter, Şemşad ağacı renginde ve hoş kokulu olur. Bunun bir de beyaz renkli olanı
vardır ki acı olur."

İbnü'l-Kayyım'in açıklamasına göre; "Doktorlar zâtü'I-cenbi, hakiki ve hakiki olmayan
diye iki kısma ayırırlar:

1- Hakiki zâtülcenb: Göğsü kaplayan ve akciğerleri kuşatan sulu zarda meydana gelen
iltihaptır. Bu hastalığın ateş, öksürük, kesik sancı ve nefes darlığı gibi belirtileri vardır.
Hadiste tavsiye edilen ilaç ise bu hastalığın ikinci kısmı için faydalıdır.

2- Hakiki olmayan zâtülcenb: Bir takım kaba ve zararlı yellerin bazı yerlerde tıkanıp
kalmasının meydana getirdiği ve hakikisine benzeyen bir sancıdan ibarettir. Ancak
hakiki zâtülcenbde sancı ke.sik kesik, hakiki olmayanda ise devamlıdır.

Ud-i hindinin kokusu nezleyi giderir, yağı sırt ağrısına fayda verir. İç uzuvları takviye
eder, vücuttaki gazı çıkarır, zâtülcenb hastalığına faydalıdır.

İbn Sina, ûd-i hindî'nin bademciklerin tedavisinde ilaç olarak kullanıldığını
zikrediyor."

Bugünkü tıpta bademciklerin çıkarılmış olmasına rağmen boğazdaki lenfa halkasının
iltihaplanmaları, boğaz ağrısına ve komplikasyonlara sebep olacağı belirtilmekte,
tedavi için de aspirin veya diğer ağn kesiciler kullanılmakta, hastanın allerjik olmadığı

£621

biliniyorsa antibiyotik olarak penisilin tercih edilmektedir.
14. Gözlere Sürme Çekmek

3878... İbn Abbas (r.a)'dan rivayet olunduğuna göre; Rasûlullah (s. a) şöyle
buyurmuştur:

"Beyaz elbise giyiniz. Çünkü beyaz elbise, elbiselerinizin en hayırlilanndandır.
Ölülerinizi de beyaz kumaşlarla kefenleyiniz. Sürmelerinizin en hayırlısı ismid

163]

(denilen sürme taşı) dır. O gözün nurunu artırır, kirpikleri kuvvetlendirir."
Açıklama

Bezlü'I-Mechûd yazarının açıklamasına göre; bu hadis-i şerifteki beyaz elbise
giymekle ilgili emir mendupluk içindir.

Avnü'l-Ma'bûd yazarı, ölülerin kefenini beyaz kumaşlardan yapmakla ilgili emrin
hükmünün de müstehap olduğunu söylüyor.

Gerçekten beyaz elbise giymenin giyen kimse üzerinde birtakım ruhî tesirleri vardır.
Beyaz elbise gurur ve kibiri kırar, onun yerine tevazu duygusu getirir. Ayrıca beyaz
elbise kiri çabuk belli ettiği için sahibini hemen elbisesini yıkamaya zorlar. Renkli
elbiselerde ise kir pas belli olmadığından sahibi günlerce kirli paslı dolaşır da ne
kendisi ne de başkası bunun farkına varır.

Bu sebeple Fahr-i Kâinat Efendimiz, ümmetine temizliğin ve alçak gönüllülüğün
sembolü olan beyaz elbiseler giymelerini ve ölülerine de beyaz kumaşlardan yapılmış
kefenler kullanmalarını tavsiye etmiştir.

Bundan başka Rasûl-i Zîşan Efendimiz'in ümmetine ismid denilen sürme taşını
gözlerine sürmelerini tavsiye ettiğini görüyoruz ki, bugünkü tıpta da birçok
hastalıkların ilaçlarının bitkilerden ve tabii maddelerden yapıldığını ve bu yöntemin
çok da başarılı olduğunu biliyoruz.



Hadis-i şeriflerden öğrendiğimize göre Hz. Peygamber geceleri yatmazdan önce

[64]

gözlerini ismid taşıyla sürmeler ve bunu tavsiye edermiş.



15. Göz Değmesi Hakkında Gelen Hadisler

3879... Ebû Hureyre (r.a)'den rivayet olunduğuna göre; Rasûlullah (s. a):

[65]

"Göz (değmesi olayı) doğrudur" buyurmuştur.

3880... Aişe (r.anha)'nm şöyle dediği rivayet olunmuştur: (Hz. Peygamber zamanında
bir göz değmesi hadisesi olduğunda) gözü değen kimseye (abdest alması) emredilirdi
de o abdest alırdı. Sonra (onun abdest suyu bir kapta toplanırdı). Göz değdirilen kimse

166]

de (başı üzerine dökerek) bu suyla yıkanırdı.
Açıklama

Hadis-i şerifte açıklandığı üzere, göz değmesi hâdisesi bir gerçektir, tecrübe ve
müşahade ile sabittir. Onun varlığını saplantı içine düşmüş inatçı kimselerden başka
kimse inkâr edemez.

Bu mevzuda İmam Kastalânî şöyle diyor:

"Bazı bid'at ehli göz değmesini inkâr etmişlerdir. Ama abes söylemişlerdir. Zira bir
şey ki, nefsinde muhal değildir. Kalp hakikatini anlayamaz ve aksini icap edecek bir
delil bulunamaz. Akıl indinde de caiz olur, vukuunu şeriat sahibi haber verdiği
zamanda inkâra mecal kalmaz. Bunu inkâr etmekle diğer haber verdiklerini inkâr
etmek arasında fark olmaz.

Göz değmesi olayı eşyanın hassaları kabilindendir. Bir eserdir, görünür. Fakat sırrının
ve sebebinin ne olduğu Hak Teâlâ hazretlerinden başkasına malum olmaz. Görmez
misin ki mıknatıs demiri kendisine çeker fakat sebebinin ne olduğunu kimse bilmez.
Bir çanak içinde süt olsa ve hayız gören bir kadın elini sütün içine soksa süt bozulur,
eğer temiz bir kadın elini soksa bir şey olmaz. Diğer hassalar da buna kıyas olunsun.
Gözü değen kimselerin kendilerinden nakledilmiştir ki: Ne zaman bir şey görsem ve
beğensem hemen gözlerimden bir hararet çıkar, diye hikâye etmişlerdir. Böyle bir
kimsenin gözünden hararet çıktığı gibi hararetten gözü
de çıkabilirdi.

Sözün kısası bu husus vakidir. Hakkında hadis-i şerif gelmiştir. Bunun ilacı Fahr-i
Alem hazretlerinden naklolunduğu üzere, Muavvizeteyn sûrelerini, ayrıca Fatiha

[67]

sûresi ve Ayetel-kürsî okumaktır."

İmam Kurtubî'nin de ifade ettiği gibi, "Ehli sünnet ulemasının tümü göz değme
olayının bir gerçek olduğunu kabul etmişlerdir. Ancak ehli bid'attan bazıları bunu
inkâra yeltenmişlerse de görünen olaylar onları yalanlamıştır. Nice insanlar ve nice

£681

kıymetli develer göz değmesi yüzünden toprağa girmişlerdir."

3880 numaralı hadis-i şerifte kendisine göz değdirilen kimsenin, gözü değen kimsenin



abdest aldığı suyla yıkanmak suretiyle bu hastalıktan kurtulabileceği ifade
edilmektedir. Ulema, gözü değen kimsenin bu abdesti almaya zorlanıp
zorlanamayacağı konusunda ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâzirî, "Sizden gusül istenirse
1691

yıkanıverin" meâlindeki hadis-i şerife dayanarak zorlanabileceğini söylemiştir.
Ulemaya göre bu abdestin sıfatı şöyledir: Bir kabın içine su doldurulur. Kap yere
konmaz. Ondan bir avuç alarak mazmaza yapar ve suyu yine kabın içine püskürür.
Sonra aynı sudan alarak yüzünü yıkar. Sonra sol eliyle su alarak sağ elini yıkar. Sonra
sağ eliyle su alarak sol dirseğini yıkar, dirseklerle topuklarının arasını yıkamaz. Sonra
yine bu şekilde sağ ayağını sonra sol ayağını yıkar. Bunlar hep kabın İçerisinde
yıkanır. Sonra gömleğinin iç tarafını sağ böğrüne doğru yıkar. Böylece abdesti bitirir

[701

ve suyu arkasından başına döker. Ancak anlattığımız bu işlemin hikmet ve
sebeplerinin tahlilini yapmak bizim için mümkün değildir. Fakat bizim bu hikmetleri
kavramaya güç yetiremeyişimiz, inkâr etmemizi gerektirmez. Nitekim İmam Ahmed
b. Hanbel'in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte, Amir b. Rabîa'nm, bir yolculuk esnasında
yol arkadaşlarından beyaz tenli ve güzel vücutlu birini yıkanırken görüp ona nazar
değdiği ve Hz. Peygamber'in ona bu şekilde abdest aldırarak abdest suyu ile hastaya



gusl ettirdiği ve hastanın derhal iyileşip halkın arasına katıldığı ifade edilmektedir.
İnşallah 3888 numaralı hadisin şerhinde bu mevzuya tekrar döneceğiz.
Kâdî, gözü değen bir kimseden sakınmak gerektiğini söylüyor. İmam Kastalânî'nin
açıklamasına göre, "Böyle bir kimseden sakınmak; onun gözünden iyilikleri,
güzellikleri ve zinetleri gizlemekle olur. Yani kişinin kendini veya evladını süsleyip
ellere göstermesi uygun değildir. İmam Bağavî Şerhu's-Sünne'de zikretmiştir ki, Hz.
Osman b. Affân güzel bir çocuk görmüş de velilerine; "Göz değmemesi için yanağının

1221

çukuruna kara sürünüz" demiştir."

Bezlü'l Mechûd yazarı da bu konuda şöyle diyor: "Devlet başkanının gözü değdiği
bilinen kimselerin sokağa çıkıp halkın arasına karışmalarını yasaklaması ve evinde
oturmaya mecbur etmesi icab eder. Eğer o kimse fakir ise devlet başkanı ona yetecek
kadar maaş bağlayarak evinden dışarı çıkarmaz. Çünkü bu gibi kimselerin insanlara
verdiği zarar, soğan, sarımsak yiyerek dışarı çıkan kimselerin insanlara verdiği
zarardan daha fazladır." Bir kimse kendi gözünün başkalarına zarar vermesinden
korkarsa nazar ettiği zaman, "Allahümme bârik aleyhi = Allah'ım, onun hakkında
mübarek olsun" demelidir. Yahutta, "Maşallah, Iâkuvvete illa billâh = Allah ne güzel

[731

yaratmış, Allah'tan başka kuvvet sahibi yoktur" demelidir.
16. Emzikli Kadınla Cima Etmenin Hükmü

3881... Esma binti Yezid b. Seken'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Ben Rasûlullah
(s.a)'ı şöyle derken işittim:

"(Emzikli kadınlarınızla cima etmek suretiyle) çocuklarınızı gizlice Öldürmeyiniz.
Çünkü emzikli kadınla cinsel temasta bulunma (nın tesiri öylesine büyük ki) atlıya

1241

(arkasından) yetişir ve onu atından (yere) düşürür."



3882... Cüdâme el-Esediyye (r.anha)'den rivayet olunduğuna göre; kendisi Rasûlullah
(s,a)'i şöyle derken işitmiş:

"Vallahi, ben erkeğin emzikli kadınla cinsi münasebette bulunmasını yasaklamayı
(epeyce) düşündüm. Nihayet Rumlarla İranlıların bunu yaptıklarını ve çocuklarına
(hiç) zarar vermediğini hatırla (yıp bundan vazgeç) tim."

(İmam) Mâlik; "gfle" kelimesinin emzikli kadınla cinsi temasta bulunmak anlamına

[751

geldiğini söylemiştir.
Açıklama

Gayl: Emzikli kadınla cinsi münasebette bulunmak demektir. Fahr-i Kâinat
Efendimiz, zamanındaki doktorların kanaatine dayanarak emzikli kadınla cinsi
temasta bulunmanın onun sütünü bozup çocuğun beslenmesini olumsuz yönde
etkileyerek zihinsel sağlığının bozulmasına sebep olacağından bu fiili yasaklamak
istemiştir. Bu fiilin çocuk üzerinde mutlaka olumsuz bir tesir yapacağı kabul edildiği
takdirde kuşkusuz bunun sorumlusu çocuk süt emerken cinsi münasebette bulunan an-
nesiyle babasıdır. Meseleye emzikli iken anne ve babasının bu hareketinden zarar
gören bir çocuk açısından bakan Fahr-i Kâinat Efendimiz, bu fiili gizli olarak çocuk
öldürmeye benzetmiş, "atlıya yetişir ve onu atından düşürür" sözüyle de bu hareketin
çocuk üzerinde nasıl bir etki yapacağını kinayeli bir şekilde ifade buyurmuştur. Fakat
bu fiilin her zaman çocuk üzerinde olumsuz bir tesir yapmadığını anlayınca yasaklama
düşüncesinden vazgeçmiş ve emzikli bir kadınla cinsi münasebette bulunmaya izin
[761

vermiştir.
Bazı Hükümler

1. Gile caizdir. Çünkü Hz- Peygamber onu yasaklamadığını açıkça ifade buyurmuştur.

2. Hz. Peygamber' in içtihatta bulunması caizdir. Usul-i fıkıh âlimlerin büyük

[771

çoğunluğu bu görüştedir.
17. Muska Takmak

3883... Abdullah (b. Mes'ud)'un hanımı Zeyneb'den şöyle dediği rivayet olunmuştur:
Abdullah (b. Mes'ud): Ben Rasûlullah (s.a)'ı " (İçerisinde sihre ya da küfre ihtimali
bulunan anlaşılmaz sözleri) okuyarak (hasta) tedavi etmek, muska takmak ve sevgi
ilacı yapmak şirktir" buyururken işittim, dedi.
(Zeyneb, sözlerine devamla) dedi ki:

(Bunun üzerine ben Abdullah'a dönerek; "Acaba Rasûlullah s. a) bunu niçin söylüyor?
Vallahi (benim) gözüm (bir ağrıdan dolayı) ça-paklamyordu da ben (tedavi için)
falanca yahudiye gidip geliyordum (o da) bana okuyordu. (Bu sayede gözümün ağrısı)
dindi" dedim.

Abdullah da (şöyle) cevap verdi:

Bu şeytanın işinden başka bir şey değildir. (Şeytan seni buna inandırmak için senin)



gözünü eliyle (devamlı) dürtüyor (ve onu ağrıtıyor). Sen (yahudinin yanma varıp da
yahudi senin) gözüne okuyunca (şeytan elini) gözünden çekiyor. Oysa senin sadece
Rasûlullah (s.a)'m dediği gibi;

"Ey tüm insanların Rabbi (olan Allah'ım. Benden) bu sıkıntıyı gider, (yegâne) şifa
verici sensin. Senin şifandan başka şifa yoktur. (Bana) hiç hastalık bırakmayacak bir

[78]

şifa ver" diyerek dua etmen sana yeter.

3884... İmrân b. Husayn'dan rivayet olunduğuna göre Peygamber (s. a):
"Okuyarak tedavi etme usulü (nün) göz değmesinden ve zehirli böceklerin
sokmasından başka (hiçbir hastalıkta bu iki hastalık kadar olumlu tesiri) yoktur"
1791

buyurmuştur.
Açıklama

Rukye: Sözlükte büyü anlamına gelir. Şifa ümidiyle dua okumaya da "rukye" denir.
Şifa ümidiyle, Kur'an âyetlerini, Allah'ın güzel isimlerini ve Hz. Peygamber'in
öğrettiği duaları ve bunlardan alman ilhamla yazılan dua ve münacatları okumanın
caiz olduğunda ittifak vardır.

Ancak tedavi maksadıyla bunlardan başka şeyleri okumak, özellikle içlerinde manası

anlaşılmaz kelimeler bulunan sözleri okumak haramdır. Çünkü bu sözlerin sihir için

kullanılan sözler olması ihtimali bulunduğu gibi onların bir takım putların veya

şeytanların ismi ya da küfür ifade eden sözler olması ihtimali de vardır.

Tekili "temime" olan "temaim" kelimesi ise muska demektir. Biz îslâmm bu konudaki

hükmünü 3869 numaralı hadisin sonunda açıkladığımızdan burada tekrara lüzum

görmüyoruz.

Tivele: Karı ile kocanın arasında bir sevginin doğması ümidiyle okunan bir takım
sihirli sözlerdir. Bunlar ya ipler üzerine okunur, yahutta kâğıt üzerine yazılarak ve bir
takım ameliyelerden sonra gayeye erişmeye çalışılır.

Görüldüğü gibi 3883 numaralı hadis-i şerifte; nefes etmek, muska takmak ve bir takım
ibareler okumakla tedavi etme yöntemlerinin şeytan işi ve şirk olduğu ifade edilirken,
3884 numaralı hadis-i şerifte okunup üflemenin, bazı hastalıkların tedavisinde geçerli
bir yol olduğu ifade edilmektedir.

Zahiren bu iki hadis arasında bir çelişki görünüyorsa da aslında burada çelişki yoktur.
Çünkü Hz. Peygamber tarafından yasaklanan söz konusu tedavi usûlleri, şifası
Allah'dan değil de sırf kendilerinden beklenen ve İslâmî usûllere ters düşen tedavi
şekilleridir.

Bu zihniyetten ve bâtıl sözlerden uzak, âyet ve hadislerden alınmış dualarla hastalan
tedavi etmenin caiz olduğunda ise ittifak vardır.

"Hume" kelimesinin aslı "humevun" dur. Sonunda bulunan yuvarlak "ta" hazfedilen
vavm yerine getirilmiştir.

Bu kelime akrep zehiri, bazılarına göre ise mutlak zehir demektir, el-Ezherî, sadece
akrep zehirine "hume" dendiğini söylemektedir. Hume, aynı zamanda akrebin iğnesine

im

de ıtlak edilir. Çünkü akrep zehirini bu iğneden akıtır.



18. Okuma île Tedavi



3885... Sabit b. Kays'dan rivayet olunduğuna göre; Rasûlullah (s. a) bir gün kendisinin
yanma girmiş. -Ahmed (b. Salih, o sırada) Sâ-bit'in hasta olduğunu söylüyor- Ve (Hz.
Peygamber):

"Ey insanların Rabbi, (bu hastalığı) Sabit b. Kays b. Şemmâs'-dan gider" diye dua
etmiş. Sonra (Medine'deki) Bathâ (denilen vadi)den toprak alıp onu bir bardağa
koymuş, sonra (o toprağın) üzerine (birazcık) su ile birlikte üflemiş ve bu (suyla
karışık) toprağı Sâ-bit'in üzerine dökmüş.

Ebû Dâvûd dedi ki: (Hadisin senedinde bulunan) İbn es-Serh (den maksad), Yusuf b.

İMİ

Muhammed'dir. Doğrusu budur.
Açıklama

Rukye, bir hastayı okuyup üfleyerek tedavi etmek demektir.

Bu hadis-i şerifte; Fahr-i Kâinat E fendimiz'in hasta düşen Sabit b. Kays'ı ziyareti
sırasında onun iyileşmesi için dua ettikten sonra gidip (Medine'deki) Bathâ denilen
vadiden bir bardak toprak alıp üzerine Kur'an-ı Kerim'den bazı dualar okuyup
üfledikten ve bir miktar da su ilâve ettikten sonra bu suyla karışık toprağı hastanın
üzerine dökmek suretiyle onu tedavi ettiği ifade edilmektedir.

Bezi yazarının da dediği gibi Hz. Peygamber'in bu toprağa ettiği nefes tükrüğü ile
karışıktı.

Hz. Peygamber'in hastaları bu şekilde tedavi ettiğine 3895 numaralı hadis-i şerif de
delalet etmektedir.

Hafız İbn Hacer el-Askalânî'nin dediği gibi, Hz. Peygamber'in bu tedavisi, başka bir
ilaç bulmanın mümkün olmadığı yerlerde özellikle yara, çıban gibi rutubetli
hastalıkları tedavide çok başarılı ve kolay bir tedavi usulüdür.

Çünkü, toprak her yerde kolayca bulunur ve kendisinde kuruluk ve soğukluk
özelliklen vardır. Toprağın soğukluk özelliği bilhassa sıcak ülkelerde yaşayan insanlar
için çok şifalı olduğu gibi onun kuruluk özelliği de kendisinde rutubetli hastalık
bulunan bütün insanlar için fevkalâde şifalıdır. Bazılarına göre bu şifa her toprakta
yoktur, sadece Medine toprağında vardır. Görüldüğü gibi Fahr-i Kâinat Efendimiz,
ilaç temini yönünden fevkalâde fakir ve imkânsızlıklar içinde yüzen bir ortamda
hastaları, mevcut imkânlardan faydalanarak tedavi etmek yoluna gitmiş, maddî
sebepler yanında manevî sebeplere de sarılmayı terketmemiş, bu maksatla hastaların
iyileşmesi için Allah'a dua ederek şifa istemiştir.

İslâm âlimleri tarafından büyük bir dikkat ve itina ile toplanmış olan bu dualar
mü'minler için tükenmez bir şifa kaynağıdır.

Hz. Peygamber'in hayatını tetkik edenler çok iyi bilirler ki, Allah (c.c) onun tükrüğü
ve nefesini de maddî ve manevî hastalıkların tedavisinde çok tesirli bir şifa olarak
yaratmıştır.

Görülüyor ki bu hadis-i şerif, cahilıye döneminin bâtıl düşünce ve manasız sözlerinden
tamamen uzak ve ayrı olarak, sadece Kur'an-ı Kerim'in âyetlerini veya islâmî manada
duaları okuyup üflemek suretiyle tedavi etmeye çalışmanın caiz olduğunu ifade
etmektedir.

Gerçekten iyi niyet ve temiz nefesle, Allah'a sığınarak, Allah'dan şifa niyaz ederek



okuyup üflemeyi, mutlaka sihirbazlık gibi telakki etmek doğru olmaz.
Binaenaleyh, bu hadis okuyup üflemekle hasta tedavi etmenin caiz olduğunu söyleyen

[82]

ehl-i sünnet ulemasının delilidir.

3886... Avf b. Mâlik' den rivayet olunmuştur; dedi ki:

Biz cahiliye döneminde okuyup üfleyerek hastaları tedavi ederdik. (Bir gün);
Ey Allah'ın Rasûlü, bu hususta ne buyurursun? dedik.

"Bana (yaptığınız bu tedavi şeklini) gösteriniz. İçerisinde şirk olmadıkça, okuyup

I83J

üfleyerek tedavi etmede bir sakınca yoktur" buyurdu.

3887... Şifâ binti Abdullah'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: (Bir gün) ben Hafsa'nm
yanında iken Rasûlullah (s. a) yanıma geldi ve bana:

"Şu Hafsa'ya yazı yazmayı öğrettiğin gibi (insanın böğürlerinde çıkan) karınca

£841

(şeklindeki yaraların) duasını da öğretsen ya" buyurdu.
3888... Sehl b. Huneyf şöyle demiştir:

Biz (yolculuğumuzda) bir akarsuya rastlamıştık. Ben (bu suya) girip içerisinde

yıkandım. (Fakat sudan) rahatsızlanarak çıktım. Bir tedavi çaresi bulma ümidiyle,

durum Rasûlullah (s.a)'a bildirildi. (Hz. Peygamber beni kastederek):

"Ebû Sâbit'e söyleyin, (kendisine isabet eden bu göz değmesinden okunarak Allah'a)

sığınsın" buyurdu. Bunun üzerine ben;

Ey efendim, okunarak tedavi olmak caiz midir? diye sordum.

"Okuyup üfleyerek tedavi etme (nin); göz değmesinin, (zehirli böceklerin sokması
neticesinde meydana gelen) zehirlenmenin, -ya da zehirli böcek sokmasının- dışında
(o kadar tesiri) yoktur" buyurdu.

Ebû Dövûd dedi ki: Hume; yılanın ve (diğer) sokucu böceklerin sokmasından

£851

meydana gelen zehirlenmedir.

3889... Enes (r.a)'den rivayet olunduğuna göre; Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:
"Okuyup liflemekle tedavi etme (nin), gözdeğmesinin, (zehirli böceklerin sokmasıyla
meydana gelen) zehirlenmenin ve kanamanın dışında (bu hastalıklardaki kadar tesiri)
yoktur. (Okuyup üfleme kanamayı) keser."

(Ebû Dâvûd dedi ki: Bu hadisi bana rivayet eden iki raviden biri olan) el-Abbas,
(metinde geçen) göz değmesini rivayet etmedi. (Benim naklettiğim) bu (hadisteki

^ ' [861
sözler) Süleyman b. Davud'un (bana rivayet ettiği hadisin sözleridir.

Açıklama

3885 numaralı hadis-i şerifin şerhinde açıkladığımız gibi, bu hadisler Hz.
Peygamber'in okuyup liflemek suretiyle hastaları tedavi etmenin caizliğine delâlet
etmektedir. Ancak bu cevaz; okunacak duaların içerisinde manası anlaşılmayan veya
söyleyeni şirke düşüren ve dinî esaslara aykırı olan sözlerin bulunmamasına bağlıdır.



Kurtubî'nin açıklamasına göre; okunup liflemekle yapılan tedavi üç çeşittir:

1- Allah'ın kelâmını ve isimlerini okumak suretiyle yapılan tedaviler. Bunlar
meşrudur.

2- Hz. Peygamber tarafından şifa niyetiyle okunan âyet ve dualarla yapılan
tedaviler. Bunları yapmak müstehaptır.

3- Anlamı bilinmeyen, küfür ve şirk ifade etmeleri ihtimali bulunan sözleri okuyup
üflemek suretiyle yapılan tedaviler. Bunlardan kaçınmak farzdır.

Kendilerine saygı duyulan melek, arş, kurs? gibi mukaddes varlıkların isimlerini
okuyarak tedavi yapmakta bir sakınca bulunmamakla beraber, içinde Allah'a sığınmak

[871

ve iltica etmek bulunmadığı için yapılmaması daha iyidir.

3888 numaralı hadis-i şerifte geçen "nemle" sözlükte karınca manasına gelir. Ancak
burada insanın özellikle yan taraflarında çıkan çıbanlar anlamında kullanılmıştır. Bu
çıbanlar okunup üflenince Allah'ın izni ile kaybolurlar.

Bu dua cahiliye döneminde arap kadınları tarafından bilinen ve hastalıklarında tedavisi
için okunan bir takım sözlerden ibaretmiş. Aslında bir geline hitaben söylenmiş bu
sözler, "Sen düğüne derneğe gidebilirsin, kına yakınabilirsin. Ama kocana karşı
gelemezsin" anlamına gelen sözlerden oluşmaktadır.

Rasûl-i Zîşan Efendimiz Şifâ (r.anha)'ya, "Sen bu sözleri Hafsa'ya öğret" demekle bu
sözlerin fevkalâde faydalı ve makbul sözler olduğunu söylemek istemiş değildir. Hz.
Peygamber'in maksadı, bu sözlerin içinde geçen "kocana karşı gelemezsin"
anlamındaki sözcüklerin Hz. Hafsa'ya hatırlatılması idi. Çünkü, "Peygamber
eşlerinden birine gizli bir söz söylemişti, fakat eşi o sözü (saklamayıp başkasına)

[881

haber verdi" âyet-i kerimesinde açıklandığı üzere Hafsa, Hz. Peygamber'in

kendisine verdiği bir sırrı ifşa etmişti. Hz. Peygamber karınca duasmdaki çok meşhur

olan bu sözü Hz. Hafsa'ya hatırlatarak ona tarizde bulunmak istemişti.

Hadis sarihlerinin dediği gibi, hadis-i şerifte geçen "yazı yazmayı öğrettiğin gibi"

anlamındaki sözler, kadınlara okuma yazma öğretmenin caiz olduğuna delâlet

etmektedir.

Nitekim şu hadis-i şerif de buna delâlet ediyor:

"Ben Hz. Aişe (r.anha)'nm himayesinde idim. Ona her şehirden insanlar gelirdi. Onun
yanında benim mevkiim bulunduğundan yaşlılar da sıra ile bana gelirlerdi. Gençler de
beni kardeş edinirlerdi ve bana hediye verirlerdi. Şehirlerden bana mektup yazarlardı.
Hz. Aişe'ye derdim ki:

Teyzeciğim, bu falanın mektubu ve hediyesidir. Hz. Aişe de bana şöyle derdi:
Kızcağızım, ona cevap ver ve ona mukabelede bulun. Eğer sende verecek mükâfat
(hediye) yoksa ben sana veririm.

[891

Talha kızı demiştir ki: Hz. Aişe bana (hediyelik) verirdi."

1901

Her ne kadar bazıları "onlara yazı öğretmeyiniz" mealinde bir mevkuf hadis
rivayet etmişlerse de, bu hadisin senedinde hadis uydurmada meşhur Muhammed b.
İbrahim eş-Şâmî isimli bir ravi bulunduğundan muhakkik âlimler bu hadisin aslı
olmadığını söylemişlerdir. Özellikle Ebu't-Tayyib Şemsü'l-Hak el-Azîmâbâdî, Avnü'l-
Ma'bûd isimli eserinde sözü geçen hadisin asılsızlığını isbat etmiş ve kadınlara yazı
öğretmenin cevazını ve lüzumunu ispatlayan özel bir risale de hazırladığını ifade



etmiştir.

3888 numaralı hadis-i şerifte anlatılan hâdise ise daha önce 3880 numaralı hadis-i

şerifte anlatılan göz değmesi ile ilgili hadisedir.

Bu hâdise İmam Mâlik'in bir rivayetinde şöyle anlatılıyor:

"Babam Sehl b. Huneyf, Harrâr'da gusl yaptı. Üzerindeki cübbeİerini çıkarmıştı. Amir
b. Rabîa da bakıyordu. Sehl cildi güzel, beyaz bir adamdı.

Âmir b. Rabîa ona; "Bakirelerin cildi bile bugünkü gördüğüm gibi değildi" deyince
sehl olduğu yere yıkıldı, elem ve acılan şiddetlendi. Rasû-lullah (s.a)'a: "Sehl
rahatsızlandı, seninle gidemeyecek" dediler. Bunun üzerine Rasûluilah (s.a) Sehl'in
yanma gelince, Sehl ona Amir'in kendisine bakışım ve dediklerini anlattı. Rasûluilah
(s.a) da (Amir' e hitaben):

"Sizden biri kardeşini neden öldürüyor? Allah mübarek kılsın, demeliydin. Göz
değmesi vakidir. Onun için (yani Sehl için) abdest al" dedi. Amir de onun (iyileşmesi)
için abdest alınca Sehl Rasûluilah (s.a) ile beraber gitti. Hiçbir şikâyeti kalmadı ve

m

rahatladı."

Bütün bunlar gösteriyor ki, göz değmesi olayı gerçekten vardır. Göz değmesi, zehirli
böcek sokması, kanama gibi rahatsızlıklarda duanın tedavi edici tesiri diğer
hastalıklardaki tesirinden daha çok ve çabuktur. 3888 ve 3889 numaralı hadis-i
şeriflerden anlaşılan budur.

Gözdeki bu tesiri yaratan Allah olduğuna göre, O'nun ve Rasûlü'nün öğrettiği dualarla
bu hastalığı tedavi etmenin mümkün olacağını kabul etmek son derece makuldür.

[921

Bunu akıl sahibi her insanın kabul etmesi gerekir.
19. Okuma İle Tedavi Nasıl Olur?

3890... Abdülaziz b. Suheyb (r.a)'den rivayet olunduğuna göre;

Enes, Sabit (el-Bünânî)ye: "Seni Rasûluilah (s.a)'m duası ile tedavi edeyim mi?"

demiş. O da "Evet" demiş. Bunun üzerine (Enes):

"Ey insanların Rabbi ve sıkıntıların gidericisi olan Allah'ım. Sen den başka bir şifa

1931

verici yoktur. Buna hiç hastalık bırakmayan bir şi fa ver" diyerek dua etmiş.
Açıklama

Bu hadis-i şerif Hz. Peygamber'in hastaları, metinde geçen duaları okuyarak tedavi
ettiğine ve hastaları okuyarak tedavi etmenin caizliğine delâlet etmektedir.
Metin geçen cümlesi fiili ile onun mefulu mutlakı olan cümlesi arasına giren cümle-i
mu'tanza (parantez cümlesidir. Esasen bu cümle, "Hastalandığım zaman bana şifa
[941

veren odur." âyet-i kerimesinden iktibas edilmiştir.

Sükum, hastalık demektir. Bezlü'l-Mechûd yazarının açıklamasına göre, buradaki
hastalık kelimesiyle vücudu saran maddî hastalıklarla günahlardan meydana gelen ve
kalbe arız olan manevî hastalıkların tümü kastedilmektedir.

[951

Binaenaleyh Hz. Peygamber'in bu duasında maddî manevî hastalıklara şifa vardır.



Bazı Hükümler



1. Şifa veren ancak Allah'tır.

2. Dua ile tedavi etmek

3. Kur'anda olmasa bile Allah'ın şanına nakısa getirilmeyen kelimelerle Allah'ı anmak
caizdir. Hadis-i şerifte Cenab-ı Hakkın isminin "Allahümme" kelimesiyle anılması

[96]

bunu gösterir.

3891... Osman b. Ebi'l-As(r.a)'dan rivayet edildiğine göre;

Kendisi (bir gün rahatsızlığından dolayı) Rasûluilah (s.a)'m yanma varmış. Osman

(başından geçen hâdiseyi anlatırken şöyle) dedi:

Bende bir ağrı vardı, neredeyse canımı alacaktı, Peygamber (s. a):

"Bu ağrıyan yeri sağ (el)inle yedi defa ov (ve her defasında):

'Duyduğum ağrının şerrinden Allah'ın izzet ve kudretine sığınırım' diye dua et"
buyurdu. Ben bunu yaptım, Aziz ve Celîl olan Allah bendeki olan (bu ağny)i giderdi.

[97]

(O günden beri) aileme ve başkalarına sürekli bunu tavsiye ediyorum.
Açıklama

Bu dua Hz. Peygamber tarafından öğretilen, tesiri kesin ve emniyetli dualardan biridir.
İnsanların yaptıkları ilaçların ve uyguladıkları tedavi yöntemlerinin insana güven
verebilmesi için çeşitli deneme safhalarından geçmeleri ve yan tesirleri olup
olmadığının iyice bilinmesi gerekir. Bu bakımdan insanların uyguladıkları tedavi
usûllerine her zaman aynı derecede güvenilemez. Hz. Peygamber'in vahye dayanan
tedavi usûlleri ise her zaman aynı derece şifalı ve emniyetlidir.

Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte öğretilen tedavi usulü de böylesine tesirli ve
güvenilir bir tedavi usulüdür. Çünkü içerisinde, neticeyi, yegâne şifa verici olan
Allah'a havale etme, onun izzet ve kudretine sığınma ifade eden kelimeler vardır.
Bu duanın tekrarı maddi ilaçların tekrarı gibi hastalığın daha çabuk şifa bulması
bakımından daha faziletlidir. Bu tekrarın yedi defa olmasındaki hikmet tek sayılardan

[98]

olan yedi sayısının özelliği ile ilgilidir.

3892... Ebu'd-Derdâ'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûluilah (s.a)'ı şöyle derken
işittim:

"Sizden kimin bir tarafı ağmrsa, veya bir (din) kardeşi, ona hastalığından dolayı
müracaat edecek olursa;

"Ey göklerdeki Rabbimiz, (senin) ismin ve zâtın (noksan sıfatlardan) münezzehtir.
Rahmetin gökte (her tarafa şamil) olduğu gibi emrin de hem gökte hem de yerde
(hâkim) dir. Rahmetini yere de indir. Bizim (büyük olan günah (1ar) ımızi ve
hatalarımızı bağışla. Sen temiz kimselerin Rabbisin. Şu ağrıya rahmet (denizinden) bir
rahmet, şifa (hazine)nden bir şifa indir' diye dua etsin. (Allah'ın izniyle) ağrıdan
199]

kurtulur."



Açıklama



Allah'ın göklerde olmasından maksat kudret ve hükmünün göklerde hükümran
olmasıdır.

Metinde geçen, "rahmetini yere de indir" mealindeki cümle de "Şüphesiz Allah

um

insanlara şefkatli ve merhametlidir." gibi âyet-i kerimelerde bildirilen Cenab-i
Hakkın rahmetine işaret vardır.

kelimesiyle kastedilenler, büyük günahlardır. Nitekim bu kelime Nisa sûresinin 2.
âyet-i kerimesinde de bu manada kullanılmıştır. "Hata" ise, insanın farkında
olmayarak işlediği günahlardır. Cenab-ı Hak herşeyin sahibi ve yaratıcısı olduğu halde
kedisine kötülükleri nisbet etmek caiz olmadığından hadis-i şerifte kendisine "sen
temiz kimselerin Rabbisin" sözleriyle niyazda bulunulmuştur.

Hadis-i şerif, söz konusu dualarla hastaları tedavi etmenin caiz olduğunu ve bu
duaların şifasının kesin olduğunu ifade etmektedir.

Ancak Münzirî'nin açıklamasına göre, bu hadisin senedinde Ziyad b. Muhammed el-
Ensârî vardır. Bu ravi rivayetleri hatalarla dolu olan bir ravi-dir. Kendisinin Medineli

[Mİ

olduğu zannediliyor.

3893... (Şu'ayb b. Abdullah b. Amr b. As'm) dedesinden rivayet olunduğuna göre;
Rasûlullah (s. a) kendilerine korkudan (kurtulmaları için şu) sözleri öğretirmiş:
"Allah'ın gazabından, kullarının şerrinden, şeytanların vesveselerinden ve (onların)
bana uğramalarından, Allah'ın tanı olan kelimelerine sığınırım."
(Ravi sözlerine devam ederek dedi ki): Abdullah b. Amr (b.As), bu sözleri
çocuklarından aklı eren kimselere öğretir, aklı ermeyenlere de yazıp üzerine asardı.

£102]



Açıklama

Rasûl-i Zîşan Efendimiz, uykusu içerisinde korkan kimselere bu duayı öğrettiği gibi,
uykusu kaçıp kendisini uyku tutmayan Halid b. Velid'e de uykusuzluktan kurtulması

£1031

için yine bu duayı öğretmiştir. Bu bakımdan metinde geçen bu dua, uyku içinde
ve uyku dışında her türlü korkulu ve sıkıntılı haller için çok tesirli bir şifadır.
Hz. Aişe (r.anha)'nm haber verdiğine göre; Hz. Peygamber duayı öğrettikten üç gün
sonra Halid Hz. Peygamber'in huzuruna gelip, bu duayı okuduktan sonra geceleyin

£1041

kendisine arız olan korkudan kurtulduğunu söyleyerek teşekkür etmiştir.
Metinde geçen "Allah'ın gazabı" kelimesinden maksat, Allah'ın yardımını kesip
intikam almasıdır. Şeytanların bir kula musallat olabilmeleri ise ancak Allah'ın ondan
yardımım kesmesinden sonra mümkün olur.

Hadİs-i şerifte öğretilen bu dua, "... ve onların yanımda bulunmalarından sana
[1051

sığınırım Rabbim" meâlindeki âyet-i kerimeden iktibas edilmiştir



Bu hadis-İ şerif âyet ve duaların muska şeklinde yazılarak taşınmasının caiz olduğunu
söyleyen Hz. Aişe ile Ahmed b. Hanbel ve Şâfiîlerin çoğunluğunun delilidir.
Ancak İbn Abbas, İbn Mes'ud, Hanefîler ve bazı Şâfiîler; nazarlık vb. şeylerin
taşınmaması hakkındaki rivayetlere bakarak âyet ve duaları muska şeklinde yazarak

[1061

takınmanın caiz olmadığını söylemişlerdir.

3894... Yezid b. Ebî Ubeyd'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Seleme (b. el-Ekvâ')'nin
dizinde bir darbe (izi) gördüm ve, "bu nedir?" diye (kendisine sordum). Şöyle
cevapladı:

(Bu darbe) bana Hayber (savaşı) günü isabet etti. Bunun üzerine (orada bulunan) halk
'Seleme vuruldu' diye feryada başladılar. Derken Peygamber (s. a) yanıma getirildi ve

£107]

bana üç defa nefes etti. Nihayet bir saat sonra hiç rahatsızlığım kalmadı.
Açıklama

Bu hadis-i şerif kılıç, mızrak ve ok yarası gibi yaraların acı-smm da okuyup üfleme ile

£1081

geçeceğine delâlet etmektedir.

3895... Aişe (r.anha)'nm şöyle dediği rivayet olunmuştur: Peygamber (s.a), bir insan
hastalandığı zaman (önce) tükrüğü ile (toprağa) bir işaret (çizgi) çizerdi. -(Ravi bu
işareti göstermek için kendisi de) tükrükle toprağı çizdi.- Sonra;
"Yerimizin toprağı, bazılarımızın tükrüğü ile, Rabbimizin izni ile hastalarımıza şifa

im

verir" diye dua ederdi.
Açıklama

Bilindiği gibi, bir hadisi raviler Hz. Peygamber'in o hadisi söylemesi esnasındaki
hareketleri ile birlikte rivayet etmişlerse ona "Müselsel hadis" denir. Bu hadis de bu
şekilde rivayet edilmiş olduğundan müselsel hadisler sınıfına girmektedir.
İmam Nevevî'nin açıklamasına göre, hadis-i şerifin manası şudur: Peygamber (s.a)
şehadet parmağı ile kendi tükürüğünü alır, sonra parmağını toprağa sürerek ona yerden
bir şeyler yapışmasını sağlar, sonra yara veya hasta olan yeri onunla sıvazlar ve bir
yandan da bu duayı okurdu.

"Yerimizin toprağı"ndan murat, bütün yeryüzü ise de bazılarına göre bereketinden

LLM

dolayı bununla hasseten Medine'nin toprağı kastedilmiştir.

Tıybî, Şerhu'l-Mişkât isimli eserinde "türbe" kelimesinin "arzinâ" kelimesine, "rîka"
kelimesinin de "ba'zunâ" kelimesine muzaf kılınmasına bakarak, bu şifanın her
toprakta ve her müslümamn tükrüğünde bulunmayıp sadece Medine gibi mukaddes
beldelerin toprağı ile kuvve-i kudsiye sahibi salih kimselerin tükrüğünde

um

bulunabileceğini söylemiştir.

Bu hadis-i şerif hastayı tükrük ve toprakla sıvazlayarak okumak suretiyle tedavi



IU21

etmenin caiz olduğuna delâlet etmektedir.



3896... (Hârice b. es-Salt et-Temîmrnin) amcası (İlâka b. Sahr)'dan rivayet olunduğuna
göre;

Kendisi Rasûlullah (s.a)'a gelmiş, sonra onun yanından ayrılıp geri dönmüş. Daha
sonra yanlarında demirle bağlı deli bir adam bulunan bir topluluğa uğramış. (Bu
adamın) ailesi (ona): "Bize anlatıldığına göre şu sizin arkadaşınız (Allah'tan bir takım)
hayır (1ar) getirmiş. Senin yanında bu deliyi tedavi edecek bir şifa var mı?" diye
sormuşlar. (İlâka sözlerine devam ederek olayı şöyle anlattı):

Bunun üzerine ben de (deliye) FâtihatüM-Kitâb'ı okudum, (deli) iyi oldu. Bana
(okumanın karşılığı olarak) yüz koyun verdiler. Rasûlullah (s.a)'a varıp bunu anlattım.
"Bundan başka (okuduğun bir şey) var mı?" dedi.

(Ravi) Müsedded (bu hadisi) başka bir yerde (Hz. Peygamber'in bu sorusunu): "Başka
bir şey demedin mi?" şeklinde rivayet etti.
(İlâka sözlerine devam ederek şöyle dedi:)

Ben de (Hz.Peygamber'in bu sorusuna); "Hayır" cevabını verdim. (Hz. Peygamber
de):

"Vallahi, bâtıl bir şey okuyup üfleme karşılığında (ücret alıp) yiyen kimse (kuşkusuz
bunun günahını çekecektir. Sen ise) hak olan bir duayı okuyup üfleme ile (yaptığın)

imi

tedavi karşılığında (aldığın ücreti) yiyorsun" buyurdu.
Açıklama

Metinde geçen "demirle bağlı" sözü, "demir gibi sağlam bağlarla bagh anlamında
kullanılmıştır.

"Bâtıl bir şey okuyup üfleme karşılığında ücret alıp yiyen kimse" anlamındaki şart
cümlesinin cevabı fnahzufdur. Tercümemizde bu cümlenin cevabı yerine koyduğumuz
"kuşkusuz bunun günahını çekecektir" cümlesiyle hazfedilen cevabı açıklamış olduk.
[1141

Bazı Hükümler

1. Okuyup üfleme ile delileri tedavi etmek mümkündür.

2. Okuyup üfleme ile tedavi iki kısımdır: a) Hak olan nefesle tedavi, b) Bâtıl olan
nefesle tedavi.

Hak olan nefesten maksat Kitap ve Sünnet'ten alman dualarla yapılan tedavilerdir.
Temiz niyetlerle olmak şartıyla bu nevi tedavi caizdir.

Bâtıl olan nefesten maksat ise, içerisinde bulunan sözler Kitap ve Sünnet'ten alınmış
olmayan ve anlaşılmaz bir takım kelimeler ihtiva eden sözlerle yapılan dualardır. Bu
gibi sözleri okuyup üfleyerek hastaları tedavi etmeye çalışmak caiz değildir. Çünkü bu
sözlerin küfür ifade eden ya da şeytanların veya putların ismi olan sözler olması
ihtimali vardır.

3. Fatiha sûresinin şifaları çok ve tesiri çabuktur.

4. Nefes etmek karşılığında ücret almak caizdir. İmam Ebû Hanîfe (r.a) bu hadisi delil



getirerek, nefesle tedavinin dışında Kur'an okuma ve okutmaya karşılık ücret almanın

015]

caiz olmadığını söylemiştir.



3897... (Hârice b. es-Salt)'m amcasından rivayet olunduğuna göre;
Kendisi (bir kavme) uğramış (ve onların arasında bulunan) bir deliyi) üç gün sabah
akşam Fatiha okumak suretiyle tedavi etmiş, Fâti-ha'yı her bitirişinde (ağzında)
tükrüğünü toplayıp (deliye) tükürmüş. (Üç gün sonra deli içinde bulunduğu sıkıntılı
durumdan) sanki bağlandığı iplerden kurtulur gibi kurtulmuş. Onlar da kendisine (bu
tedavisine karşılık olmak,üzere) bir ücret vermişler. Bunun üzerine (kalkıp) Hz.
Peygamber'e gelmiş...

(Hârice'nin amcası İlâka, sözlerinin bundan) sonra(ki kısmında bir önceki) Müsedded

£1161

hadisin manasını (ifade eden sözler) söylemiştir.

3898... (Ebû Salih'in) babasından rivayet olunduğuna göre; Eşlem (kabilesin)den bir
adam şöyle demiştir:

Rasûlullah (s.a)'m yanında oturuyordum. Sahâbîlerden biri gelip:

Ey Allah'ın Rasûlü, bu gece (bir hayvan tarafından) sokuldum, sabaha kadar

uyuyamadım, dedi. (Hz.Peygamber):

"(Seni sokan) nedir?' 1 dedi. (Sahâbî):

Akreptir, cevabını verdi. (Bunun üzerine Hz. Peygamber);

"Şunu bit ki, eğer sen ikindi ile akşam arasında;

'Yarattığı şeylerin şerrinden Allah'ın tam olan kelimelerine sığınırım' diye dua etmiş

imi

olsaydın sana inşallah (o akrep) zarar veremezdi" buyurmuş.

3899... Ebû Hureyre (r.a)'den rivayet olunmuştur; dedi ki:

Peygamber (s.a)'e akrep sokmuş bir adam getirildi. "Eğer (bu kimse);

'Yarattığı şeylerin şerrinden Allah'ın tam olan kelimelerine sığınırını' diye dua edeydi

£1181

sokulmazdı -yahutta kendisine (hiç bir şey) zarar veremezdi-." buyurdu.
Açıklama

"Tam olan kelimeler" sözünden maksat, içinde Allah'ın zat, sıfat ve ef aline noksanlık
getirmeyen bilakis Allah'ın zat, sıfat ve ef aline muvafık olan kelimelerdir ki bu
kelimeler de âyet ve hadislerde öğretilen dualardır.

Çünkü en-Nihâye yazarı İbnü'l-Esîr'in de dediği gibi, yüce Allah'ın ve Rasûlünün
öğrettiği dualarda Allah'ın şanına noksanlık getiren bir ifade bulunması söz konusu

11191

olamaz.

Bazı Hükümler

1. Metinde geçen duayı ikindiden sonra okuyan bir kimseyi o gece zehirli bir
böcek sokmaz. Ancak kış günündeki karın ve soğuğun ateşin yanmasını zorlaştırdığı



gibi ihlâs noksanlığının ve günahların, sahibinin yaptığı duaların tesirini azaltacağını
unutmamak gerekir.

2. İlahî şifalar, tabiî şifalardan farklı olarak hastalıkları gelmeden önce önleyebilirler.
£120]

3900... Ebû Saîd e-Hudrî (r.a)'den rivayet olunduğuna göre;

Peygamber (s.a)'in sahâbîlerinden küçük bir topluluk çıktıkları bir yolculukta arap

kabilelerinden birine uğramışlar. (Kabilenin fertlerinden) biri (onlara);

Bizim başkanımız (zehirli bir böcek tarafından) sokuldu. Birinizin yanında (bizim bu)

arkadaşımıza yarayacak (şifalı) bir