بَابٌ فِي تَرْكِ الْوُضُوءِ مِمَّا مَسَّتِ النَّارُ
170 حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مَسْلَمَةَ ، حَدَّثَنَا مَالِكٌ ، عَنْ زَيْدِ بْنِ أَسْلَمَ ، عَنْ عَطَاءِ بْنِ يَسَارٍ ، عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَكَلَ كَتِفَ شَاةٍ ، ثُمَّ صَلَّى وَلَمْ يَتَوَضَّأْ |
“he then raises his eyes towards the sky”. He transmitted the tradition conveying the same meaning as that of Mu’awiyah.
171 حَدَّثَنَا عُثْمَانُ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ ، وَمُحَمَّدُ بْنُ سُلَيْمَانَ الْأَنْبَارِيُّ الْمَعْنَى ، قَالَا : حَدَّثَنَا وَكِيعٌ ، عَنْ مِسْعَرٍ ، عَنْ أَبِي صَخْرَةَ جَامِعِ بْنِ شَدَّادٍ ، عَنِ الْمُغِيرَةِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ ، عَنِ الْمُغِيرَةِ بْنِ شُعْبَةَ ، قَالَ : ضِفْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ذَاتَ لَيْلَةٍ فَأَمَرَ بِجَنْبٍ فَشُوِيَ ، وَأَخَذَ الشَّفْرَةَ فَجَعَلَ يَحُزُّ لِي بِهَا مِنْهُ ، قَالَ : فَجَاءَ بِلَالٌ فَآذَنَهُ بِالصَّلَاةِ ، قَالَ : فَأَلْقَى الشَّفْرَةَ ، وَقَالَ : مَا لَهُ تَرِبَتْ يَدَاهُ وَقَامَ يُصَلِّ ، زَادَ الْأَنْبَارِيُّ : وَكَانَ شَارِبِي وَفَى فَقَصَّهُ لِي عَلَى سِوَاكٍ أَوْ قَالَ : أَقُصُّهُ لَكَ عَلَى سِوَاكٍ ؟ |
I asked Anas b. Malik about ablution. He replied: The Prophet (ﷺ) performed ablution for each prayer and we offered (many) prayers with the same ablution.
(188).Muğîre b. Şu'be (r.a)'den, şöyle demiştir:
"Bir gece Rasûlullah (s.a.)'a misafir oldum. Rasûlullah, biraz et (pişirilmesini) emretti
ve (et) pişirildi. Efendimiz, bıçağı aldı ve benim için etten kesmeye başladı. Tam o
sırada Bilâl cıkageldi ve Rasûlullah'a namaz (vaktinin geldiğini) haber verdi.
£1861
Rasûlullah bıçağı bıraktı Bilâl'e: "Ne oluyor ona? Allah hayrını versin" dedi ve
£1871
fabdest yenilemeden) namaz kılmak Üzere kalktı.
(Ebû Davud'un hocalarından olan) Enbâri, Muğîre'nin: "Bıyığım uzamıştı, Rasûlullah,
(altına) misvak koyarak onları kısalttı veya; "Bıyığını misvak üzerine (koyarak)
[188] [189]
kısaltayım buyurdu" dediğini de ilâve etmiştir.
Açıklama
Kendisine misafir olarak gelen Muğîre b. Şu'be ile birlikte yemek yerken, Bilâl'ın
namaza davetini Rasûlullah hoş görmemiş ve bu memnuniyetsizliğini: "Bilal'e ne
oluyor? Allah hayrını versin!" sözleriyle ifâde etmiştir. Bu deyimin manâsı hakkında
lügat kitaplarında bir çok manâlar verilmiştir. Dipnotta kısaca buna işaret edilmiştir.
Görüldüğü gibi namaz vaktinin geldiğini haber alan Efendimiz, derhal yemeği keserek
namaza koşmuştur. Rasûlullah'm burada işaret edilen hareketi; Buhârî'nin rivayet
ettiği: "Akşam yemeği hazırlandığında, önce yemeği yeyiniz" mealindeki hadîse zıt
değildir. Çünkü, Buhârî'nin hadîsinde yemeğe acele etmesi tavsiye edilen kişi, oruçlu
olup da acıkan, yemeği arzu ettiği için namazda huşû'u muhafaza edemiyeeek olan
kişidir. Ayrıca üzerinde durduğumuz hadîs-i şerifte, yemeği bırakıp camiye koşacak
olan kişi imamdır. Çünkü, Rasûlullah, pek az istisna ile aralarında bulunduğu cemaate
' HM
devamlı imam olurdu.
Bazı Hükümler
1. Misâfirlik
2. Ev sahibi imkânı nisbeticde misafire ikramda bulunmalıdır.
3. Pişmiş eti bıçakla kesmek caizdir; onun nehyedildiğme işaret eden hadîs zayıftır.
Şayet o hadîsin sübûtu kabul edilirse, o zaman, eti kesmeye ihtiyaç olmadığı takdirde
yabancılara benzememek için nehyedildiğme hamledilir.
4. Müstahak olana duâ etmek caizdir.
5. İmamın namaza hazır olduğunu bildirmesi caizdir.
6. Et yemek abdesti bozmaz.
7. Uzadığı takdirde bıyığı kısaltmak meşrudur. Dudakları örtecek biçimde bıyıkların
uzatılması caiz değildir.
8. Bıyığın düzgün kesilmesi için altına bir şey konulması meşrudur.
9. Sünnete uygun olmayan bir hareketinden dolayı kişiye müdâhale edilebilir ve
insanın saçı ve sakalına itîna göstermesi gerekir.
189.. ..tbn Abbâs (r.a.) şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.) bir (koyun) bud(u eti) yedi,
[191] [192]
altındaki sergiye elim sildi. Sonra kalkıp namazını kıldı."
Açıklama
Hadîs-i Şerifte, Efendimizin et yedikten sonra elini yıkamadan, bir beze silerek
namaza kalktığı ifâde edilmektedir. Yemekten önce ve sonra ellerin yıkanmasını
tavsiye etmiş olmasına rağmen, Resulullah'm elini yıkamaması, el yıkamanın farz
£193]
olmadığım göstermek içindir.
Bazı Hükümler
1. Ateşte pişen ete dokunmaktan dolayı abdest bozulmaz.
2. Yemekten sonra eli ve ağızı yıkamadan namaz kılmak caizdir.
3. Yemekten sonra elleri yıkamak farz değildir. Silmek de caizdir.
4. Yemekten sonra peçete ile veya ıslak bezlerle el silinebilir.
190.. ..İbn Abbâs (r.a) demiştir ki; "Rasûlullah (s. a.) bir (koyun) bud(un)dan ısırdı.
[194] ri951
Sonra abdest almadan namaz kıldı."
Açıklama
Bu hadîs-i şerif de, bu babın diğer hadîslerinde olduğu gibi yemekten dolayı abdestin
bozulmadığına işaret eder. Ayrıca, insanın direkt olarak, çatalsiz ve bıçaksız eti dişleri
ile ısırmasının caiz olduğu da anlaşılmaktadır.
191....Muhammed b. Münkedir dedi ki; Câbir b. Abdillah'ı şöyle derken dinledim;
"Rasûlullah(s.a.)'a ekmek ve et ikram ettim. (Onlardan) yedi. Sonra abdest suyu istedi,
abdestini aldı ve öğlen namazını kıldı. Sonra yemeğinin artığını isteyip yedi, (bu sefer)
ri961 ri971
abdest almadan, kalkıp namaz kıldı."
Açıklama
Rasulullah'm bir miktar et ve ekmek yedikten sonra abdest alıp namaz kılması, sonra
da tekrar aynı şeyleri yeyip abdest almadan namaza durması meselesinde iki ihtimal
akla gelebilir:
1. Önce, ateşte pişen şeyden dolayı abdest alması, sonra da, ikinci defa aynı şeyi
yediği halde abdest almaması, evvelki hükmün nesh edilmesi anlamına gelir.
2. Rasûiuuah yemeğe (ilk kez) oturduğunda abdestsiz olabilir. Yemek esnasında karnı
doymadan namaz vakti gelmiş, bunun için yemeği bırakarak abdest alıp namazını
kılmıştır. Henüz karnı doymadığı için namazdan sonra tekrar sofraya oturarak karnını
doyurmuş, abdesti olduğu için, yeniden bir abdeste lüzum görmeden kalkıp namaz
kılmıştır.
Rasûlullah'm, karnı tok olduğu halde, bir günde iki defa yemek yemenin caiz
olduğunu göstermek ve bazı dînî ahkâmı fiilen öğretmek için böyle hareket ettiği de
um
düşünülebilir.
Bazı Hükümler
1. Ateşte pişen şeyi yemekten dolayı abdest almak ge rekmez.
2. Yemek yerken namaz için yemeğe ara verilebilir.
192....Câbir (r.a.) şöyle demiştir; Rasûlullah'm iki işinden sonuncusu, ateşin
£1991
değiştirdiği (pişirdiği) şeyden dolayı abdest almamasıdır.
[200]
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu bir önceki hadisin kısaltılarak yapılmış rivayetidir.
Açıklama
Rasûlullah'm iki işinden maksat, ateşte pişen bir şey yedikten sonra adest alması,
sonraları ise abdesti terk etmesidir. Cumhûr-u ulemâ bu hadîse dayanarak; ateşte pişen
bir şeyi yemekten dolayı abdest almanın vücûbunun neshine hükmetmiştir.
Ancak, Beyhâkî, hadîs-i şerifin sonuna Ebû Davud'un yaptığ ilâveye bakarak, evvelki
hükmün, bu hadîsle nesh edildiğine hükmetmenin sağlam bir dayanağa sahip
olmadığını söylemektedir. Zira, bu hadîs, evvelki hadîsin muhtasarı olursa
Rasûlullah'm, ateşte pişen şeyden dolayı öne abdest alması, sonra tekrar yediği halde
abdest almadan namaza durması, bir mecliste olmuştur. Bununla da neshe
hükmedüemez. Çünkü, ateşte pişen şeyden dolayı abdest almayı emreden hadîslerin
bu hâdiseden sonra vftrid olması mümkündür. Beyhâkî'nin bu mütalaalarına da İtiraz;
edilerek, bu hadislerin evvelki hükmü nesh edebileceğine dâir deliller de getirilmiştir.
Burada bu münâkaşaların nakline lüzum görmedik. Yalnız şurası muhakkaktır ki,
Rasûlullah (s. a.) Ebû Bekr, Ömer, Osman, Ali, İbn Abbâs Amir b. Rabîa, Übey b.
Kâ'b, Ebû Talha (r. anhum) dan, menkûl olan tatbikat, ateşte pişen şeyi yemekten
dolayı abdestin gerekmediğidir.
Bfıci bu konuda şunları söyler:" Ateşte pişen şeyden dolayı abdest almaya lüzum
olmadığında zamanımız ulemâsı müttefiktir. Hılâf sahabe ve tâbi-ûn devrinde idi.
Rasûlullah'tan gelen "Ateşte pişen şeyden dolayı abdest alınız" mealindeki hadîsin
te'vîlinde ashabımız (mâlikîler) farklı şeyler söylemişlerdir. Bazıları, buradaki
abdestten maksadın müstehap olmak üzere eli ve ağızı yıkamak olduğunu söylerken,
bazıları önceleri abdest farzken bilâhare nesh edildiğini söylemişlerdir."
193....Ubeyd îbn Sümâme el-MürâdîMen, demiştir ki; Rasûlul-lah (s. a.) ashabından
[2011
Abdullah b. Haris b. Cez' ez-Zübcydi Mısır'a bizim yanımıza geldi. Onu,, Mısır
Mescidi'nde (şunları) söylerken dinledim:
Ben, bir evde Rasûlullah'la birlikte altı kişinin altıncısı veya yedi kişinin yedincisi
r2021
olarak bulunuyordum. Bilâl geldi ve Rasulullah'a namazı haber verdi. Biz de
çıktık ve tenceresi ateşte (kaynamakta) olan bir adama uğradık. Rasûlullah o zâta
"Tenceren (deki et) pişti mi?" diye sordu.
Adam; Anam babam sana feda olsun, evet (pişti) yâ Rasûlallah dedi.
Nebi (s. a.) tenceredendir parça et aldı (ağzına koydu). Namaza tekbir alıp
r2031 r2041
başlayıncaya kadar çiğnemeye devam etti. Ben de ona bakıyordum.
Açıklama
Bu hadîs-i şerif Rasûlullah'm pişmiş ete dokunmaktan dolayı abdest aıma(kğmı ve
12051
elini yıkamadığını ifâde etmektedir.
Bazı Hükümler
1. İmam 'a ezandan sonra namaza hazır olunduğu haber verilebilir.
2. Bir kimsenin -razı olacağını bildiği takdirde- her hangi bir dostunun yemeğini
yemesi caizdir.
3. Pişmiş ete dokunmaktan dolayı ellerin yıkanmaması caizdir.
4. Yemekten sonra namaza durulacaksa ağıza su alıp çalkalamak şart değildir.
5. Toplumun başında olan kişilerin, toplumun içindeki fertlerle ilgilenmesi onların
gönlünü ancak hareketleride bulunması, toplumla arasındaki mesafeyi açmaması
r2061
gereklidir.
75. Ateşte Pişen Şeve Dokunmaktan Dolayı Abdest Almanın Lüzumuna Israrla
İşaret Eden Hadisler
194.. ..Ebû Hureyre (r.a.) demiştir ki; Rasûlullah (s. a.) şöyle buyurdu: "Ateşin pişirdiği
r2071 r2081
her şey(i yemek)den (dolayı) abdest gerekir."
Açıklama
Muhaddislerin âdeti, bir mes'elede nesh varsa evvelâ mensüh (hükmü kaldırılan)
hadîsleri sonra da nâsih hadîsleri zikrederler. Ebû Dâvûd, pişmiş ete dokunmaktan
dolayı abdestin bozulmadığına işaret eden hadîsleri mensûkkabul etmiş, abdestin
bozulduğunu ifâde eden hadîsleri sonra getirmiştir. Cumhurun görüşü ise; daha evvel
de ifâde edildiği gibi bunun tam tersidir. Yani ateşte pişen şeye dokunmaktan dolayı
abdest almanın vücûbunu ifâde eden hadîsler neshedilmiştir.
Daha evvelce geçtiği gibi Arapça'da Vudû' el ve ağız yıkamak mânâsına gelebileceği
gibi, abdest almak manasına da gelir. Buradaki vudü'dan murat, el veya ağız yıkamak
değil, abdest almaktır. Çünkü, ŞârîMn sözünden ilk anlaşılacak olan şey, dînî
manâdaki vudû'a hamletmektir ki, burada abdest almaktır.
Bu hadîs, ateşte pişen şeyden dolayı abdest almanın şart olduğunu ifâde etmektedir.
Konu ile ilgili açıklama bundan sonraki hadîs-i şerîfm şerhinde verilecektir.
195.. ..Ebû Süfyân b. Sa'îd b. Muğîre haher verdi ki: Kendisi (bugün) Ümmü Habîbe
f2091
'nin yanma girmiş o da Ebû Süfyân'a (içmesi için) bir tas sevîk ikram etmiş,
Ebû Süfyân (Sevîk'i içtikten sonra) su isteyip ağzını çalkalamış. Bunun üzerine Ümmü
Habîbe, şöyle demiş;
Yeğenim (ey kız kardeşimin oğlu) abdest almayacak mısın? Çünkü Rasûlullah (s.a.);
mm
"Ateşin değiştirdiği (pişirdiği) veya ateşin dokunduğu şeyden dolayı abdest
[2U1
alınız" buyurdu.
Ebû Dâvûd, Zühri hadîsinde ("Kızkardeşimin oğlu" yerine) "oğlan kardeşimin oğlu
[2121
dedi" demektedir.
Açıklama
Sevîk, buğday veya arpa kavutunun su, bal, veya süt ile kanştırılmasıdır.
Ümmü Habîbe bunun yenilmesinden dolayı abdestin lüzumuna işaret etmiş ve
Rasûlullah'm bununla ilgili emrini haber vermiştir.
Ateşte pişen şeyi yemekten dolayı abdesti lüzumlu görenler bu hadîse istinâd
etmişlerdi. Ömer b.Abdi'l-azîz, Hasen el-Basrî, Zührî, Ebu Kılâbe, Ebû Miclez ve Ebû
Dâvûd bu görüştedir.
Ateşte pişen şeyi yemekten dolayı abdestin vacip olmadığı görüşüne sahip olan ulemâ
bu hadîsin, bundan önceki bâbta geçen hadîslerle nesh edildiğini söylemişlerdir,
îmam Nevevî, Müslim Şerhi'nde, bu ihtilâfın Islâmm ilk devirlerinde olduğunu, daha
sonra abdestin vacip olmadığı hususunda icmâ olduğunu kaydetmektedir. İbn Hâcer
de îbn Batardan şu mütâlâayı nakletmiştır: "Araplar câhiliyye devrinde temizliğe alışık
olmadıkları için Rasûlullah ateşte pişen şeyi yedikten sonra abdest almalarım
emretmiştir, islâm yerleşip, insanlar temizliğe alışınca bu hükmü nesh etmiştir."
"Rasûlullah'in fiili, ümmeti ile ilgili sözlerine mufmz olmaz ve onu neshetmez"
şeklindeki ifâdeler, ancak sözün hususiyetine dâir bir delil olduğu takdirde geçerlidir.
Burada öyle bir delil olmadığı gibi, Efendimiz Ebû Bekir, Ömer ve Ali {radıyallâhu
anhüm)'nin et ve ekmek yedikten sonra adest almamalarına ses çıkarmamıştır.
Ahmed b. Hanbel ve İbn Mâce'nin Câbir'den yaptıkları rivayetlerde, Câbir, Rasûlullah
(s.a.) Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'le beraber ekmek ve et yemiş, onlar abdest
yenilemeden namaz kılmışlardır.
Bilindiği gibi, nâsih-mensûh meselesinde, iki hadîs-i şerif arasını telif etmek imkânı
varken birinin diğerini nesh etmesi söz konusu değildir. Bu hadîs-i şerifleri te'vil eden
bazı ulemâ konuya daha değişik bir şekilde yaklaşmakta ve şu görUşü ileri
sürmektedirler: "Ateşte pişen şeyleri yemekten dolayı abdeste lüzum yoktur diyen
hadîslerin, abdest almanın farz olmadığına; abdesti emreden hadislerin de müstehab'a
hamledildiğini" söylemektedirler. Böylece neshi söz konusu etmeden hadîsler arasım
telif etmektedirler. Hattâbî'de bu görüşü benimseyenler arasındadır.
Beyhâkî, Osman ed-Dârimî'den naklen şunları söylemektedir:
"Bir konudaki hadîsler birbiriyle tearuz ederler ve bir tarafı tereme kesin bir işfıret
bulunmazsa, Hulefâ-i Râşid'nin ameline bakılır ve onların ameli istikametindeki
hadisler tercih edilir."
Nevevî de bu görüşü tercih etmiştir.
Tahâvî Meân-i'l-Asâr adlı eserinde Hulefâ-i Râşidî'nin, ateşte pişmiş bir şeyi yedikten
1213]
sonra abdest almadan namaz kıldıklarına dâir birçok haber rivayet etmiştir.
İkinci görüş tercihe daha şayandır. Dört mezhep İmamının görüşleri de bu
istikâmettedir. Zira, sahabeler, Rasûlullah! yakından izlerler, emirleri nedib te ifâde
etse (farz imâsı vermemesi kaydı ile) ona titizlikle uyarlardı. İçlerinde Hulefâ-i
Râşidîn'in de bulunduğu seçkin sahabe topluluğu abdest almadıklarına göre, adest
almayı emreden hadîs-i şeriflerin, bir hüküm ifâde etmedikleri yani mensûh oldukları
12141
anlaşılır.
76. Süt (lçmek)Ten Dolayı Ağzı Yıkamak
196.... Abdullah b. Abbâs (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre;
Peygamber (s. a.) süt içmiş, su isteyerek ağzım çalkalamış, sonra da; "Muhakkak
[215] [216]
bunun yağı vardır" buyurmuştur.
Açıklama
Bu hadîs-i şerif, süt ve bunun gibi yağh bir şeyi yeyip içmekten dolayı ağzj yıkamanın
müstehap olduğuna delâlet etmektedir. Her ne kadar bu hadîs-i şerifte ağzı
çalkalamanın illetinin sütte yağ oluşu olarak ifâde edilmekte ise de, Buhârî'nin Beşîr b.
Yesâr'dan rivayet ettiği ve Rasûlullah'm "Sevîk" yedikten sonra ağzını su ile
çalkaladığını bildiren haberi yağsız yiyecekleri yedikten sonra da ağzı yıkamanın
müstehap oluşuna delâlet etmektedir.
Yemekten evvel ve sonra ellerin yıkanması da aynı şekilde müstehaptır.
tmam Nevevî Müslim Şerhi'nde bu konu ile ilgili olarak şunları söylemektedir:
"Ulemâ yemekten evvel ve sonra elleri yıkamanın müstehap olup olmadığında ihtilâf
etmiştir. Zahir olan, elde pislik ve kir yoksa yemekten önce yıkamanın mütehap
oluşudur. Yemekten sonra elde yemek eseri bulunduğu takdirde yine ellerin yıkanması
müstehaptır. Ancak, yemeğe dokunmamak suretiyle elde yemek bulaşığı kalmamışsa
yıkamak gerekmez."'
İmam Mâlik de bu mevzuda, Nevevî'nin sözlerine benzeyen şeyler söylemiştir.
Yemekten önce ve sonra ellerin yıkanmasına işaret eden hadîs, Peygamberler'in
sünnetlerindendir.
[2171
Hadîs, süt içmekten dolayı ağzı yıkamanın meşru olduğuna delâlet etmektedir.
77. Süt İçmekten Dolayı Ağzı Yıkamak Hususunda Ruhsat
197....Enes b. Mâlik (r.a.) demiştir ki; Rasûlullah (s. a.) süt içti, ağzını çalkalamadan ve
12181
abdest almadan namaz kıldı.
12191
Râvt Zeyd dedi ki; "Bu şeyhi (Mûtîb. Râşid'i) bana Şu 'be (b. Haccâc) tanıttı."
r2201
Açıklama
Bu hadîs-i şerif süt içmekten dolayı ağzı yıkamayı ve abdest almayı terketmenin câiz
olduğuna delildir.
Hanefî ulemâsından Aynî, Buhârî Şerhi'n de, Tahâvi'nin: "Bu hadîs, süt içmekten
dolayı ağzı yıkamanın neshedildiğine delildir" dediğini nakleder.
Buna göre bu hadîs nâsih,bundan önceki hadîsde mensûh olmuş olur. Diğer bir görüşe
göre ise, mes'elede nesh sözkonusu değildir. Ağzı yıkamayı emreden haberler vücûba
değil, istihbâba delâlet eder.
Ahmed b. Hanbel'in rivayetine göre Enes'in Rasûlullah'dan sonra süt içtiğinde ağzım
üç defa yıkamasını belirtmesi bu konuda neshin olmadığım gösterir.
Çünkü bu hüküm neshedilmiş olsaydı, Esnes ağzım çalkalamazdı. Mentael müellifi de
bu görüşü tercih etmiştir.
Bu gibi hadîsler âmir hükmünde hadîsler değildir. Yapıldığında iyi olanı,
yapılmadığında dînî bir hükmün terkedilmiş sayılmayacağını açıklarlar.
£2211
Hadîsten süt içmekten dolayı ağzı yıkamanın şart olmadığı hükmü çıkarılmıştır.
78. Kandan Dolayı Abdest Almak
198....Câbir (r.a.)'den şöyle demiştir:
f2221
"Rasûlullah (s.a.)'Ia beraber Zâtürrikâ' Gazvesi'ne çıkmıştık. Müslümanlardan
biri, müşriklerden birinin karısını öldürdü (veya esir etti). Müşrik; Muhammed
ashabından birinin kanını dökmedikçe peşlerini bırakmayacağına yemin etti.
Rasûlullah'm izine düştü. Rasûlullah (s. a.) bir yerde konaklamıştı. Bize; "Bizi kim
f2231
korur?" diye sordu. Ensâr ve Muhacirinden birer kişi; "Biz!" diyerek ileri atılıp
görevi kabuî ettiler. Rasûlullah onlara;
"Dağ yolunun geçidinde durunuz" buyurdu.
Bu iki kişi dağ yolunun ağzına vardıklarında muhacir olanı uzandı, Ensâr' dan olanı da
kalkıp namaza durdu. Müşrik geldi, namaz kılan Ensârî'nin karaltısını görünce, onun
ordunun nöbetçisi olduğunu anladı ve okunu fırlattı ve sanki bedenine (eli ile koymuş
gibi) isabet ettirdi. (Ensârî) oku bedeninden çıkardı (namazına devam etti). Müşrik bu
şekilde Üç kerre ok attı. (Ensârî ise üçünü de çıkardı), sonra namazına devamla rükû
f2241
ve secdesini yaptı. Sonra arkadaşı uyandı Müşrik, bekçilerin kendisini fark edip
yerini bildiklerini anlayınca kaçtı.
Muhacir olan (sahâbî) Ensâr üzerinde kam görünce hayretle "Sübhânellah! İlk ok
attığında beni uyandırsaydm ya" dedi. Ensârî;
r2251 r2261
"Ben bir Sûre okuyordum, onu (yarıda) kesmek istemedim" dedi.
Açıklama
Hadîs-i şerif, insan vücûdundan (ön ve arkanın dışında) çıkan kamn abdesti
bozmadığına delildir.
İbn Ömer, İbn Abbâs, îbn Ebî Evfâ, Câbir, Ebû Hureyre, Aişe, îbn Museyyeb, Salim b.
Abdülah, Kasım b. Muhammed, Atâ, Mekhûl, Rabîa, Mâlik, Ebû Sevr, Dâvûd ve
Şâfıîlerin görüşleri de budur.
Hattâbî; Kanın abdesti bozmayacağı görüşünde olanların bu hadîse dayandıklarım
söyledikten sonra: "Bu haberden bu şekilde hüküth çıkarmanın nasıl sahîh olduğunu
anlamıyorum. Çünkü kan akıp bedenine bulaştığına göre elbisesine de bulaşmıştır.
Elbisesine az da olsa kan bulaşıp bu halde namaz kılan kişinin namazı Şafıîye göre de
caiz değildir. Ancak yaradan kan çıkar da bedenine bulaşmazsa o zaman müstesna.
Eğer burada durum böyle ise, hayret." demektedir.
Bu görüşte olanlar, ayrıca Dârakutnî'nin Enes'ten rivayet ettiği Rasûlıllah'm kan
aldırıp, sadece kan aldırdığı yeri yıkayarak, abdest almadan namaz kılması rivayeti ile
İmam Mâlik' in Muvatta'mdaki: "îbn Abbâs'm burnu kanardı çıkan kam yıkar, daha
sonra kaldığı yerden namazına devam ederdi" şeklindeki rivayetini delil kabul
etmişlerdir.
Önden ve arkadan gelen kan ise, Şafıîlere göre abdesti bozar, Mâlikîlere göre kanda
idrar veya pislik yoksa abdesti bozmaz.
İçerisinde Hulefâ-i Râşidîn'in de bulunduğu Aşere-i Mübeşşere, ibn Mes'ûd, Sevbân,.
Ebu'd-erdâ, Zeyd b. Sabit, Ebü Mûsâ el-Eş'arî, Sevrî, Evzâî, İshâk ve Hanbelîlerle
Hanefîlere göre, insan bedeninin her hangi bir yerinden çıkan kan abdesti bozar.
Ancak, Hanefîlere göre yaradan çıkan kan, yaranın başından kenara dağılmazsa abdest
bozulmaz. Bu görüşte olanlar, üzerinde durduğumuz hadîs hakkında şöyle
demektedirler:
"Bu hareketin vukuunda Peygamberimiz'in her hangi bir takririnin birlikte olmayışı ve
bu durumda sahabenin kendi içtihadına binâen böyle yaptığı ihtimâlinin kuvvetli
olması sebebiyle, kanın çıkması ile abdestin bozul-masma dâir diğer hadîslere muarız
olduğundan, ikinci grup tarafından tercihe şayan görülmemiştir. Ayrıca sahâbînin,
Ensârî'nin üzerindeki kanı görmesi, kanın elbiseye de bulaştığına delâlet etmektedir.
Bu da, kanın çok olduğunu göstermekte ve Hattâbî'nin yukarıdaki görüşlerine cevap
olarak kanın elbiseye bulaşmayacak kadar az olduğunu söyleyenlerin iddialarım ge-
çersiz kılmaktadır."
Aynî; kan aldırmak hususunda, "bu Hanefîler için bir hüccettir. Çünkü, onlara göre
sıkmak suretiyle çıkan kandan dolayı abdest bozulmaz. Abdest çıkartılan değil, çıkan
kandan dolayı lâzım gelir" der.
Hattâbî bu görüş hakkında; "O, fukahânm ekserisinin görüşüdür. İki görüşten daha
ihtiyatlı olanı budur ve ben de bu görüşteyim"demektedir.
Bu görüş sahipleri Dârakutnî ve îbn Mâce'nin Hz. Aişe vasıtasıyla rivayet ettikleri şu
hadîse dayanmışlardır:
"Kime kusmak, burun kanaması veya mezî isabet ederse (namazdan) ayrılıp, abdest
alsın sonra da konuşmadan namazın! bina etsin (kaldığı yerden devam etsin).
Buhârî ve Müslim'in Hz. Âişe'den rivayet ettikleri, Rasûlullah'm kandan dolayı abdest
almaşım emrettiği Fâtıma bint, Ebî Hubey$ hadîsi de, kandan dolayı abdestin
bozulacağına delâlet etmektedir.
Aynî, "bu hadîs, ashabın dayandığı delillerin en kuvvetlisi ve en sahihidir" demiştir.
Dârakutnî'nin Temîm ed-Dârf den rivayet ettiği, "Her akan karidan dolayı abdest
gerekir" mealindeki hadîs de bu görüşü te'yid etmektedir. Şafii olan İmâm Nevevî bu
hadîsleri teker teker ele alıp tenkid etmiş ve kendi mezhebini takviye etmeye
çalışmıştır.
İbn Teymiyye, kandan dolayı abdestin bozulmadığına işaret eden ha-dîslerdeki kanın
bir iki damla gibi az; abdestin bozulduğunu ifâde eden hadîslerdeki kanın ise, çok
oluşuna hamlederek hadîsler arasını te'Gfc çalışmıştır. İbn Teymiyye şöyle der;
"Sahabeden bir cemaatın az kandan dolayı abdesti terkettikleri doğrudur.
RasûluUah'm kan aldırıp, abdest atmadan namaza durduğuna dâir olan Enes Hadîsi
buna hamledilir. (Yukarıda tercemesi verilen) Hz. Aişe Hadîs-i ise, kanın çok oluşuna
hamledilir."
Dârakutnî'nin EbÛ Hureyre'den merfû' olarak rivayet ettiği, "bir veya iki damla
kandan dolayı abdest(e lüzum) yoktur. Ama akan kan olursa müstesna" şeklindeki
hadîs de bu te'vîli te'yid etmektedir. Ancak, bu hadîsin senedinde Muhammed b. Fazl
b. Atıyye olduğu için tehkîde uğramıştır.
Kusmuk çıkması hâlinde abdestin bozulup bozulmayacağı hususu ihtilaflıdır. Şafiî ve
Mâlikîlere göre, kusmuktan dolayı abdest bozulmaz. Hanbelîlere göre, kay(kusmuk)'m
çoğu abdesti bozar. Hanefîlere göre, kusmuğun ağız dolusu abdesti bozar, daha azı
bozmaz.
Yukarıda belirtildiği gibi ön ve arka dışında vücûdun her hangi bir yerinden akan
kanın abdesti bozacağı Aşere-i Mübeşşerenin, İbn Mesûd, tbn Abbâs, Sevbân, Ebu'd-
Derdâ, Zeyd b. Sabit, Ebû Mûsâ el-Eş'arî ve îbn Ömer gibi sahâbîlerin görüşleri de bu
r2271
istikâmette olduğundan Hanefîlere göre abdest bozulur.
Bazı Hükümler
1. Ashâb-ı kiram dînin yayılması için cihâd etmişler ve bütün fedakârlıklara göğüs
gererek ellerinden gelen gayreti sarfetmişlerdir.
2. Düşmana karşı bütün korunma tedbirleri alınmalıdır. Pu, tevekküle aykırı değildir.
3. Başkan kendisi ve tabileri için en faydalı olan şeyleri yapmalıdır.
4. Tebaanın, canlanın tehlikeye atma pahasına da olsa başkanın emrine itaat etmeleri
gerekir.
5. Kur'ân okumak, basiret sahipleri için en mühim işlerden daha önemli ve haz
vericidir, özellikle namaz hâli bu hazzm en iyi şekilde alındığı za-
manlardır .Müslümanların böyle bir hazzı tadabilmeleri için kendilerini hazırlamaları
gerekir.
6. Müslümanların bir işini üzerine alan kimse, en iyi şekilde vazifesini îfâya
çalışmalıdır.
7. Hadîs, Ashâb-ı Kiramın Allah'ı zikre ve Kur'ân okumaya olan düşkünlüğünü ve
Kur'ân tilâvetini kesmemek için vücûduna saplanan oka bile ehemmiyet
vermediklerini ifâde etmektedir. Burada akla gelen, oradaki sa-hâbînin ilk ok atışta
namazı bozup düşmanı defi idi. Çünkü, sahâbî orada nöbette idi ve Peygamber ve
ashabını bekliyordu. Asıl olan da budur. Fakat, sahâbînin dîni gayreti ve ok atanın,
kendileri orada olduğu müddetçe geçemeyeceğinden emin olmasından dolayı bu yolu
seçmemiştir.
8. Vücuttan kan çıkması Şâfiîye göre abdesti bozmaz. Hanefılerce bozulur.
9. Hadis, birden fazla kişilerin, birden fazla görevlerde, verilen görevleri canlan
pahasına da olsa bihakkın yapmaya çalışmaları gerektiğini gösterdiği gibi, aksamadığı
r2281
takdirde görevin nöbetleşe yapabileceğine delildir.
79. Uykudan Dolayı Abdest Almaya Dâir
199.... Abdullah b. Ömer (r.a.)'den şöyle demiştir:
T2291
"Bir gece, Rasulullah (s. a.) yatsı namazından meşgul edilip (namazı) geciktirdi?
O kadar ki, biz mescidde uyuduk. Sonra uyandık, tekrar uyuduk, uyandık tekrar
uyuduk. Nihayet Rasulullah bizim yanımıza (mescide) geldi ve "Sizden başka namazı
r2301 [231]
bekleyen kimse yoktur" buyurdu.
Açıklama
Rasulullah (s.a.)'in mescidde kendisini bekleyen sahâbîlere "Sizden başka namazı
bekleyen kimse yoktur" buyurması onları teselli içindir. Yani, başkaları namazlarım
bırakıp yattılar, siz ise, camide namazı bekliyorsunuz. Bu beklemenin fazileti sadece
size vardır başkasına değil,, demektir.
Hadîste ashabın uyuyuş sekilerine veya uyandıktan sonra abdest alıp almadıklarına
dâir bir açıklık yoktur.
O halde hadîsten ashabın ya abdestin bozulmayacağı bir şekilde uyuduklarını ya da
uyandıktan sonra abdest alıp namazlarını o şekilde kıldıklarını
anlayabiliriz.
Uyumanın abdesti bozup bozmadığı hususunda ulemâ arasında görüş ayrılıkları
vardır:
1. Ebû Mûsâ el-Eş'arî, Sâid b. el-Müseyyeb, Ebû Miclez, Hamîd b. Abdurrahman,
A'rac, Evzâî ve Şiflere göre, her ne suretle olursa olsun uyumak abdesti bozmaz.
f2321
"Namaza kalktığınız zaman yüzünüzü yıkayınız..." mealindeki âyeti delil olarak
ileri sürüp, "Cenâb-ı Allah abdesti bozan şeyleri haber vermiş, bunlar arasında
uyumayı saymamıştır" derler. Sünnetten delilleri de EbU Hu-reyre'den rivayet edilen,
"Abdest ancak ses veya kokudan dolayıdır" hadîsi şerifidir.
Ancak, bu âyet ve hadîsten bunların anladığını anlamak mümkün değildir. Çünkü,
âyet-i kerîme abdesti bozan şeylere mahsus değildir. Nitekim âyette abdesti bozan
şeylerin tümü sayılmamıştır. Meselâ, idrar zikredilme-miştir. Sünnetten delil
gösterdikleri hadîs-i şerif ise, abdesti bozan şeyleri haber vermek için değil, kişinin
yellenip yellenmediği hususundaki şühesini defetmek için vârid olmuştur.
2. Hasan el-Basrî, Müzeni, EbU Ubeyd, Kasım b. Sellâm, İshâk b. Râhûye ve îbn
Mttnzir'e göre, ister oturarak, ister yatarak her türlü uyuma ile abdest bozulur. Bunlar
Hz. Muâviye'nin rivayet ettiği şu hadîsi delil kabul etmişlerdir.
Rasûlullah şöyle buyurdu: "Göz, dübüriin bağıdır. Gözler uyuduğa zaman o bağ
çözülür." (Dârakutnî).
Sünen-i Ebî Dâvûd'da 203 numarada gelecek olan hadîs de bu görüşün
delillerindendir.
Bu "görüşte olanlara, "bu hadîsler zayıftır, sıhhatlerinin farz edilmesi hâlinde
mütemekkin olmıyan uyuma şekillerine hamledilirler" diye cevap verilmiştir"
3. Zührî, Rabîa, Evzâî, Mâlik ve Ahmed'den bir rivayete göre uyuma şekline
bakılmaksızın çok uyuma abdesti bozar, az uyuma bozmaz.
Bunlar, bundan sonraki Enes Hadîsi'ne dayanırlar. O hadîste Ashabın başlarının öne
düştüğünden bahsedilmektedir. O da, az uykuda mevzuu bahs olur.
4. Şafiîlere göre kişi mak'adım yere tam yerleştirmiş vaziyette uyursa abdesti
bozulmaz. Aksi halde bozulur. Uyumanın az veya çok, namaz içinde veya namaz
dışında olması arasında fark yoktur. Üzerinde durduğumuz hadîs ile 201 ve 202
numarada gelecek olan Enes ve tbn Abbâs hadîsleri, Şafıîlerin delilleri arasındadır. Bu
hadîslerdeki uyuma şekli, oturup mak'adı yere yerleştirerek uyumaya hamledilmiştir.
Şafıîlere göre uyuklamak suretiyle abdest bozulmaz.
Hanefîlere göre, kişi uzanarak, bir şeye dayanarak veya yaslanarak uyur, dayanıp
yaslandığı şey çekildiği takdirde düşecek durumda olursa abdesti bozulur. Çünkü,
abdesti bozan şey uyumanın kendisi değil, uyku esnasında abdest bozucu yel veya
kokunun zuhur etme ihtimâlinin galip olmasıdır. Nitekim, biraz önce geçtiği gibi,
"gözler mak'adm bağıdır" hadîs-i şerîfı de buna işaret etmektedir. Bu durumda âdeten
bir şeyler çıkabilir. Âdeten sabit olan bir şey de gerçekten varmış gibi kabul edilir. Bir
şeye dayanmak veya yaslanmak da, mak'ad yerden kesildiği için mafsalların irtibatını
izâle eder. Bu şekilde de istirahat son haddine varmış sayılır.
Ayakta, bir yere dayanmadan, rükûda, secdede veya oturarak uyumak ' ise abdesti
bozmaz. Bu şekildeki uyumanın namaz içinde veya namaz dışında olması arasında
fark yoktur. İnsan, yanında konuşulan şeylerin çoğunu işitecek şekilde yatarak da olsa
ayaklarsa abdesti bozulmaz. Yanımla konuşulanlara çoğunu İstemeyecek derecede
uyuklarsa bozulur.
Hanefîler; îbn Abbas'dan rivayet edilen şu hadîse dayanarak abdestin, namaz içinde
uyumaktan bozulmayacağı hükmüne varmışlardır. Şöyle ki: "îbn Abbâs RasUlullah'ı
secdede iken, horlayıp üfler gibi ses çıkarmcaya kadar uyurken gördü. Rasûlullah
kalkıp namaz kıldı. Bunun üzerine "Ya Rasûlullah sen gerçekten uyudun" dedim.
"Ancak yatarak uyuyana abdest lâzım getir. Çünkü, uzandığı zaman mafsallar gevşer"
buyurdu." (Tirmizî, Ebû Dâyûd, Ahmed b. Hanbel Taberânî, îbn Ebî Şeybe,
Dârakutnî) '
Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Oturarak, rükû halinde iken veya secde ederken
uyuyana abdest gerekmez. Abdest ancak uzanarak uyuyana lâzımdır. Çünkü, İnsan
uzanarak uyuduğu zaman mafsalları gevşer."
HldftyeMe mezhebin görüşüne esas olarak bu hadîs-i şerif verildiği halde, Nasbu'r-
râveMe bu hadîsin bu lafızla garîp olduğu, meşhur olanın, bundan evvel tercemesini
f2331
verdiğimiz lafızla olduğu kaydedilmiştir.
Bazı Hükümler
1. Az uyumak abdesti bozmaz. (Mezheplerdeki farklı görüşler "Açıklama" kısmında
verilmiştir).
2. Uykusu gelen kimsenin yatsıdan önce uyuması caizdir. Ancak, yatsıyı kılmak için
uyanamamaktan korkarsa uyumamalıdır.
3. Yatsı namazını gecenin ilk üçte birinden sonraya kadar geciktirmek caizdir.
4. İmam veya Alim'in halka meşakkat verdiğim zannettiği bir şey yapması halinde
cemaatten özür dilemesi ve onların gönüllerini alıcı, onları teselli edici sözler
söylemesi meşrudur.
5. (Keyfî olmama kaydıyla) camîde yatmak ve uyumak caizdir.
6. Faziletli ve âlim olan bir imamın arkasında namaz kılmak için beklemenin caiz
olduğuna da işaret etmektedir.
200.. ..Enes (r.a.) şöyle haber vermiştir: "Rasûlullah (s.a.)'m ashabı, yatsı namazını
12341
beklerlerdi. Hatta başlan öne eğilir, daha sonra namaz kılarlar abdest almazlardı."
Ebû Dâvûd der ki; Şu'be Katâde'den naklen "Biz Rasûlullah zamanında, (yatsı
namazını beklerken) başımız öne düşerdi" ibaresini ilâve etmiştir.
[235]
Bu hadîsi tbn Ebî Arûbe de Katâde'den değişik lafızlarla rivayet etmiştir.
Açıklama
Hadîsin zahirinden anlaşıldığına göre, Ashâb-ı Kirâm'm yatsı namazımı beklemeleri
nâdir hâdiselerden değil, sık sık tekerrür eden bir haldir. Bu hadîs bundan evvelki
hadîsin açıklamasında üçüncü görüş olarak verdiğimiz, "az uyumak abdesti bozmaz,
çok uyumak abdesti bozar" diyenlerin dayandıktan hadislerdendir. Orada da işaret
edildiği gibi başların göğüs üzerine düşmesi ancak az uyumakta görülen bir hâdisedir.
Ancak, bu görüşte olanlar az veya çok uyumanın ölçüsünü tayin etmemişlerdir.
Hadîste açıkça ashabın ne şekilde uyudukları tasrîh edilmediğine göre, Safîlerin
dedikleri gibi mak'atlan tam yere yapışmış bir vaziyette veya Haneftlerin dediği gibi
hiç bir tarafa dayanmadan veya yaslanmadan da olabilir.
Hattâbî bu hadîsin şerhinde şunları söylemektedir: "Bu hadîsten şu anlaşılmaktadır.
Uyumanın kendisi abdesti bozucu değildir. Eğer Öyle olsaydı diğer hadislerde olduğu
gibi her hâl ü kârda abdesti bozması, uykunun az veya çok, bilerek veya bilmeyerek
olması arasında fark olmaması gerekirdi. Öyleyse uyku sadece badesin vukûunun
zannedildiği bir haldir. "Uyuyan, hadesin çıkmasına manî olacak bir vaziyette oturarak
ve mafsalları derli toplu bir şekilde uyursa, hadcsten selâmetine ve eski abdestin
devamına hükmedilir. Ama böyle olmaz da uzanarak, ayakta, rükû veya secde hâlinde
ya da bir kalçası üzerine meylederek uyuyacak olursa badesin çıkıp, abdestin bo-
zulduğuna hükmedilir..."
Hattâbî'nin sözlerinin son tarafı Şafiîlere göredir. Hanefîlere göre ayakta, rükû veya
secde halinde abdestin bozulmayacağı bir evvelki hadîste ifâde edilmiştir. Zira bu
12361
durum onlarca uyku değildir.
Bazı Hükümler
1. Şuuruna hâkim durumdaki uyuklama abdesti bozmaz.
2. Yatsı namazım beklemek meşrudur.
201....Enes b. Mâlik (r.a)'dan, şöyle demiştir:
Yatsı namazına ikâmet getirilmişti ki bir adam kalkıp, "Ey Allah'ın Rasûlü, benim bir
hacetim var" dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.) onunla gizlice konuşmaya gitti. O
r2371
kadar ki, cemaat veya cemaatten bazıları uyukladı. (Oturarak uyudu). Sonra
T2381
(Rasûlullah) onlara namazı kıldırdı." Râvî (Sabit el-Bunânî) abdest alıp-
r2391
almamalarından söz etmedi.
Açıklama
Bu hadîsi Buhârî, Ezan; Müslim Tahâre ve Namaz bahislerinde tahric
etmişlerdir.Müslim'in tahrîrinde: "uyukladı" yerine ( ) "uyudu" kelimesi kullanılmış,
sonundaki ( ) "abdest almalanndan söz etmedi" ibaresi
yer almamıştır.
Hadîs-i şerifin muhtelif rivayetlerinden anlaşıldığına göre Ashâb-ı Kiram yatsı
namazım kılmak üzere toplanmışlar, ikâmet getirilmiş, tam bu sırada bir kavmin
büyüğü olduğu söylenen bir adam gelerek Efendimizle görüşmek istemiş, o da
mescidin bir köşesine çekilerek uzun uzadıya gizli olarak konuşup onu İslâm'a girmesi
için ikna etmeye çalışmıştır.
Aynî: "Çelen bu adamın insan suretinde bir melek olup ta Enes'in onu insan
zannetmesi de mümkündür" demiştir.
Bu hadis-i şerif de oturarak uyuklamanın abdesti bozmayacağına işaret etmektedir.
f2401
Bazı Hükümler
1. Bir kimsenin başka biriyle cemaatın önünde gizlice konuşması caizdir. Yalnız bir
tek kışının Ününde gizli konuşmak nehyedilmiştir.
2. Namaz için ikâmet edildikten sonra mühim işlerin konuşulması caizdir. Mühim
olmayanların konuşulması ise mekruhtur.
3. İkâmet ile namaz arasında uzun da olsa bir fasıla olursa ikâmetin iadesine lüzum
yoktur.
4. Oturanın uyuklaması abdesti bozmaz.
202.. ..İbn Abbâs (r.a)'dan, demiştir ki; Râsulullah (s.a.) secde ediyor, uyuyor, horluyor
sonra kalkıp abdest almadan namaz kılıyordu. Kendisine;
"Uyuduğun halde abdest almadan namaz kıldın" dedim. O: "Abdest sadece uzanarak
uyuyana lâzımdır" buyurdu,
Osman ve Hennâd, (rivayetlerinde): "Çünkü (insan) uzanarak uyuduğu zaman
I24İI
mafsalları gevşer" ibaresini ilâve ettiler.
Ebû Dâvûd dedi ki;'Abdest yont üzerine uzanana lâzımdır." Sözü münker bir hadîsdir.
(Çünkü) onu Katâde'den; Yeztd ed-Dâlânî'den başkası rivayet etmemiştir. Hadîsin baş
tarafını tbn Abbâs'tan bir cemaat rivayet etmiş, bu hususta hiçbir şey
f2421
zikretmemişlerdir. İbn Abbâs ( veya Ikrime : "Rasûlullah (secdede iken ken-
disinden abdest bozacak bir şey çıkmasından) korunmuştur" dedi. Aişe radjyaltahü
anhâ da Rasûlullah'm, "Benim gözlerim uyur kalbim uyumaz"buyurduğunu nakletti.
Şube şöyle demiştir: "Katâde Ebu'l-Aliye'den dört hadîs işitmiştir. Bunlar;
1. Yûnus b. Mettâ hadîsi,
2. Namaz hakkında îbn Ömer hadîsi,
3. Kadılar üçtür hadîsi,
4. ibnAbbâs'm; "Kendilerine güvenilir kişiler bana bu hadîsi nakletti. Onlardan biri ve
en güvenilir olanı Hz. Ömer'dir" diye başlayan hadîsidir.
Ebû Dâvûd devamla şöyle der; Yezîd ed-DâlânVnin hadîsini Ahmedb. HanbeVe
sordum. Yezîd'in hadîsini (rivayetini bana) yakıştırmayarak beni azarladı ve "Yezid
ed-Dâlânî'ye ne oluyor? (Kendisini de başkalarını da) Katâde'nin ashabı arasına
1243]
sokuyor?" deyip, onun hadisini önemsemedi.
Açıklama
İbn Abbâs'm, Efendimize: "Uyuduğun halde abdest almadan namaz kıldın" demesi
uyumaktan dolayı abdestin bozulduğunu bildiğini göstermektir. Rasûlullah'm İbn
f2441
Abbâs'a cevâbı üslûbu hakîm üzere olmuştur. Çünkü İbn Abbâs Rasûlullah'm
yaptığım sormuştur. Kıyâsa göre Rasûlullah'm vereceği cevap, "Gözlerim uyuyor,
kalbim uyumuyor" şeklinde olacaktı. Fakat Peygamberimiz, ümmete âit hükmü öğ-
retmek için soruya hadîste geçtiği şekilde cevap vermiştir.
Hadîs-i ŞerTin Osman ve Hennâd'm rivâyetlerindeki ilâvede uzanarak uyumanın niçin
abdesti bozduğu beyân edilmiştir. Bundan anlaşıldığına göre, (daha önce de ifâde
edildiği gibi) uyumanın kendisi abdesti bozucu değildir. Uyku ancak mafsalların
gevşemesine sebeptir. Mafsalların gevşemesi durumunda da yellenmenin vukuu
1245]
kuvvetle muhtemeldir. Vukuu kuvvetle muhtemel olan şey de olmuş gibidir.
Bazı Hükümler
1. Bir kimse bir şey görüp de doğru olmadığını zannederse, agJım araştırmalı, işin
12461
hakîkatma ermelidir.
2. Yanı yere koyup uzanarak uyumak abdesti bozar. Secdede uyumak bozmaz.(Bu
hadis Hanefılerin delillerindendir.)
3. Namaz içerisinde rükû ve sücudda uyuklayan kişi, namazına devam edebilir, abdest
almasına gerek yoktur.
203. ...Hz. Ali (r.a.) den, Rasûlullah'm (s. a.) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir;
r2471 r2481
"Dübürün bağı gözlerdir. Kim uyursa abdest alsın."
Açıklama
Vikâ: Kese, tulum gibi şeylerin ağzına bağlanan iptir.Hadîs-i şerifte "gözler"
uyanıklıktan kinaye olarak kullanılmış ve bağa benzetilmiştir. Nasıl tulum veya
kesenin bağı içindekilerin çıkmasına mâni ise, uyanıklık da istenilmeden badesin
çıkmasına manîdir. İnsan uyanık olduğu müddetçe mak'adı bağlanmış gibidir. Veya en
azından kendi kontrolündedir. Şuuru dışında oradan hiçbir şey çıkmaz. Uyuduğunda
bağı çözülür. Bundan dolayı, uyku abdesti bozucudur.
r2491
İster az, ister çok ve her ne suretle olursa olsun uyku, abdesti bozar diyenler bu
hadîs-i şerife dayanmışlardır. Ancak,bu hadîsin zayıf olduğu söylenmiştir. Aynî der ki;
"Bu hadîs iki yönden malûldür:
1. Bakıyye, hakkında tenkidler bulunan biridir.
2. İnkıta' (kesiklik).
"Hadîsin sahih olduğu farz edilirse, uyumanın az ve mütemekkin bir halde olduğuna
hamledilir.
"Bu hadîse dayanarak uykunun, bizzat kendisinin hades olduğunu söyleyenlerin
sözleri de, hafif uykunun ve secde hâlinde uyumanın abdesti bozmadığım ifâde eden
[2501
hadislerle reddedilmiştir."
Bazı Hükümler
1. Peygamber (s. a.) ümmetinin dîni işlerde neye muhtaç olacağını bıhr ve bunları
çekinmeden anlatırdı. Bu da dînî konularda lüzumlu olan her şeyin çekinmeden
anlatılması gerektiğine işaret eder.
2. Uyumak abdesti bozar. Konu ile ilgili tafsilat 199. hadîsin açıklamasında
[25U
verilmiştir.
[2521
80. (Ayağıyla) Necasete Basan Kimsenin Abdest Alıp Almayacağı
204.. ..Abdullah (b. Mes'ûd) (r.a.) şöyle demiştir:
"Biz (Rasûlullah'la beraber olur) pisliğe basmaktan dolayı abdest almazdık. (Secdede)
[253]
saçın ve elbisenin yere değmesine de manî olmazdık."
Ebû Dâvûd şöyle demiştir; İbrahim b. Ebî Muâviye hadîsinde, "A 'rneşten o da
Şakîk'den o da Mesruk'tan (vasıtalı olarak)" veya, "Şakîk el-A'meş'den(aralarwda
vâsıta olmadan)Mesruk'tan Abdullah (b. mes'ûd) şöyle dedi... diye haber verdi." dedi.
Hennâdda; "(Mesruk'tan veyaA'meş, Ebû Muâviye'ye) Şaktk'den haber verdi ki
12541
Abdlulah (b. Mes'ûd) şöyle demiştir..." dedi.
Açıklama
Bu hadîs-i şerifin Hâkim tarafından rivayeti, "Biz Rasûlullah'la birjikte namaz kılar
pisliğe basmaktan dolayı abdest almazdık" şeklindedir. Buradaki ( )ibaresinin
"Abdest almazdık" anlamında şer'î manâsında mı yoksa "Ayağımızı yıkamazdık"
anlamına lügavî manâsında mı kullanıldığı âlimler arasında ihtilâf konusu olmuştur.
Hattâbî, Kelimeyi "abdest almazdık*' manâsına alarak, "Bununla, ayaklarına pislik
bulaştığında abdesti yenilemediklerini kasdetmiştir. Ayaklarını yıkamadıklarını,
pislikten temizlemediklerini değil" demiştir.
İrâkı de şöyle der; "Buradaki vudû'un temizleme anlamına lügavî manâsına
kullanılmış olması muhtemeldir. Buna göre mânâ: Onlar çamur gibi şeylere
basmaktan dolayı ayaklarını yıkamazlar, çamurun aslının temiz oluşuna binâen onun
üzerinde yürürlerdi, şeklinde olur."
Ancak Hâkim'in rivayetinde pisliğe bastıktan sonra namaz kıldıkları ifâde edildiğine
göre Hattâbî'nin söylediğinin daha sahih olması uygun görünmektedir.
Beyhâkî, daha değişik bir anlayışla buradaki necasetin kuru necaset olduğunu ve
Ashabın buna basmaktan dolayı ayaklarım yıkamadıklarını ifâde etmiştir.
Tirmizî, bu konuda şöyle der: "Bu, ehl-i ilimden bir çoklarının görüşüdür. însan, pis
bir yere bastığı zaman ayağım yıkaması gerekmez, ancak pislik yaşsa yıkaması
lâzımdır, dediler."
Abdullah b. Mes'ûd hadîsin son tarafında saçlarını ve elbiselerini yerden
sakınmadıklarını da ilâve etmiştir.
Hattâbî, bu konu ile alâkalı olarak da şunları kaydetmektedir: "Bunun manâsı şudur:
Namaz kıldığımızda onların tozlanmaması için topraktan korumazdık. Bilakis onları
yere değecek biçimde sahverirdik. Onlar da azalarla birlikte secde ederlerdi. Ancak
[2551
saçların temiz olan yerlere dökülmesi halinde buna manî olunmaz."
Bazı Hükümler
1. Necasete basmaktan dolayı abdest bozulmaz. Buna muhalif olan hiçbir alim yoktur.
2. Namazda iken elbise veya saçlar tozlanmasın ya da kırışmasın diye toplamak doğru
[2561
değildir.
81. Namazda İken Abdestî Bozulan Kişi(Nin Ne Yapması Gerektiği?)
205.. ..Ali b. Talk (r.a.) Rasûlullah'm şöyle buyurduğunu haber vermiştir:
"Sizden biri namazda iken sessizce yellenirse (namazdan) ayrılıp abdest alsın ve
f2571 f2581
namazı iade etsin."
Açıklama
Hadis-i şerifdeki namazın iadesine dâir olan emir, yellenme kasten oıursa vücûba,
hatâen olursa istihbâba hamledilir. Yani yellenme olayı iradesiyle olursa bu namaz
içindeki müslümana ve ibadet âdabına aykırı bir davranıştır. Şayet vâki olursa abdest
alıp namazını iade etmesi gerekir, irâde dışı olduğu takdirde en yakın yerden abdest
alıp namaza kaldığı yerden devam edebilir. Ancak, namazı yeniden kılması daha
evlâdır ve müstehaptır.
Malikî, Şafiî ve Hanbelîlere göre; Namazda iken abdesti bozulan kişinin namazı
bozulur. Namazına yeniden başlaması îcâb eder, yaptıklarının üzerine bina edemez.
Hanefilere göre: Namazda irâdesi dışında abdesti bozulan kişi namazına yeniden
başlamadan, yaptıkları üzerine bina edebilir. Tafsilâtı fıkıh kitaplarında beyan edilen
bu mes'elenin özeti şudur:
Namaz içinde iken abdestin irâde dışı, istenmeden bozulmasına "Sebk i Hades", bile
bile isteyerek bozulmasına "Hades-i Amd" denilir.
Namazı bıraktığı yerden başlayıp devam etmeye "Bina", yeni baştan kılmaya
"îsti'nâff ' tâbirleri kullanılır.
Sebk-i hades suretinde bina caizdir. Namazda iken, istemeyerek abdesti bozulan kişi,
hiç konuşmadan gidip en yakın sudan abdest alarak veya (şartlan mevut ise)
teyemmüm ederek gelir, namazım bıraktığı yerden başlayıp, abdestinin bozulduğu
rüknü iade ederek tamamlar.
Hanefîler: "Namaza devam edebilir" şeklindeki görüşlerinde; "Namazda kendisinden
ay veya mezî ge.en veya burnu kanayan kimse, gitsin abdest alsın ve konuşmadıkça
namazını bina etsin" hadîs-i şerifine dayanmışlardır. Bu hadîse mürsel diye itiraz
edilmiştir.
İbn Nüceym: "Bu hadîsin mürsel olarak sıhhatinde niza yoktur. O da bizce ve ehli
ilmin ekserisince hüccettir" demektedir.
Hanefîler; hadisi açıklama kısmında ifâde edildiği biçimde te'vil etmişlerdir.
Binanın cevazı; Hz. Aişe, tbn Abbâs, Hz. Ebü Bekir, Hz. Ömer, Hz. AH, İbn Ömer,
İbn Mes'ud, Selmân-ı Fârisî gibi büyük sahâbîlerle, Alkame, Tavus, Salim b. Abdillah,
Saîd b. Cübeyr, Şa'bî, İbrahim en-Nehâ'ı, Atâ, Mekhûl ve Sâid b. Müseyyeb gibi
tabiîlerden de rivayet edilmiştir.
Bu hadisten insandan her hangi bir şeyin çıkması abdesti bozar ve namazdan çıkmayı
12591
gerektirir, hükmü çıkarılmıştır.
82. Mezînin Hükmü
T2601
206.. ..Uz. Ali (r.a.) şöyle demiştir: "Ben mezîsi çok gelen biriydim. (fylenîye
kıyas ederek) yıkanmaya başladım. Öyle ki sırtım çatladı. Bunun üzerine durumu
1260
Rasûlullah (s. a.) anlattım. Veya: anlatıldı. Rasûlullah;
"Böyle yapma, mezîyi gördüğünde, tenasül organım yıka ve namaz için abdest aldığın
r2621 f2631
gibi abdest al. Menî çıkdığmda ise, yıkan" buyurdu.
Açıklama
Mezi bevaza Çalan ve yapışkan bir sıvıdır. Oynaşma veya öpüşme anında erkekten de
kadından da gelebilir. Bazan çıktığı fark edilemez.
Üzerinde durduğumuz hadisten, mezîden dolayı guslün gerekmediği, guslü gerekli
kılan şeyin menî olduğu anlaşılmaktadır. Bu, mezhepler arasında ittifak edilen bir
noktadır.
Ancak, meri geldiğinde yıkanacak mahal, mezînin teiniz mi pis mi olduğu gibi
mes'elelerde ulemâ arasında hayli görüş ayrılıkları vardır.
Şimdi bunları kısaca açıklayalım;
Rasûlullah'ın: "tenasül organını yıka" sözünü zahirine bakarak Mâli-kîler, zekerin
tamamının yıkanmasının şart olduğu görüşüne varmışlardır.
Ahmed b. Han bel'den iki görüş nakledilmiştir. Bunlardan biri Malikîlerin dediği
gibidir. Diğerine göre ise, zekerin hayalarla birlikte yıkanmasıdır. İleride gelecek olan
İbn Sa'd Hadîs'i de Hanbelîlerin bu görüşünü takviye eder görünmektedir. Fakat îmam
Nevevî o hadîsin, mezînin hayalara da bulaşması hâline hamledilmesi gerektiğini veya
yıkanmasının mendup olduğunu işaret ettiği görüşündedir.
Mâlikîlere göre, zekeri yıkamak teabbüdî olduğu için, niyet de şarttır. Hanefî ve
Şafiîlere göre, necaset mahallinin yıkanması kâfidir.
Nevevî, bunun, Cumhurun mezhebi olduğunu söylemektedir. Çünkü, yıkamayı
gerektiren şey, çıkan şeydir, bu da çıkanın mahalline mahsus olur.
Tahâvî'nin Şerhu Meâni'l-Asâr'ın da Saîd b. Cübeyr'den rivayet ettiği "İnsan mezî
çıkardığı zaman haşefeyi yıkar ve abdest alır" sözü de bu görüşü te'yid etmektedir.
Bu hadîs-i şerif ayrıca meninin çıkmasından dolayı guslün farz olduğuna delâlet
etmektedir. Ancak meninin temiz olup olmadığı hususunda da ihtilâf edilmiştir.
Şafıîlere ve Hanbefflerin meşhur olangörüşüne göre,menî temizdir .Bu görüş, ashabtan
Ali b. Ebî Tâlib Sa'd b. Ebî Vakkâs, Ibn Ömer ve Aişe (radıyallahü anhüm)den de
rivayet edilmiştir.
Hanefî ve Mâlikîlere göre, meni pistir. Ancak Hanefîlere göre, yaşı sadece yıkamakla
temizlendiği halde, kurusu ovalamakla da temizlenebilir. Ancak bu durumun,
idrarından sonra su ile temizlenmesi şartına bağlı olduğunu, fukahâ ayrıca beyan
etmektedirler. Mâlikîlere göre ise, hem yaşının hem de kurusunun yıkanması lâzımdır.
Meninin temiz olduğuna hükmedenler, meninin ovalamakla temizlene-bileceğine dâir
olan hadîslere; pis olduğuna hükmedenler de yıkanmasının lüzumuna işaret eden
hadîslere dayanmaktadırlar. Hafız îbn Hacer el-Askalânî, Fethu'l-Bârîde, bu hadîsler
arasında ihtilâf olmadığını söyler.
Hafız, "yıkamayı istihbâba hamledersek, Şafiî ve Ahmed'in dediği gibi meninin temiz
olduğuna, yıkamayı yaş olan menîye, ovalamayı da kuru olanına hamledersek
Hanefîlerin dediği gibi meninin pis olduğuna hükmedilir. Birinci görüş tercihe
şayandır..." demektedir.
Yine Buhârî sarihlerinden Aynî, Askalânî'nin bu sözleri Hattâbî'den, değiştirerek
aldığını ve bununla Hanefîlerin görüşünü çürütmek istediğini söyledikten sonra, uzun
uzun tenkit etmiş ve Hanelileri haklı çıkartarak, Askalânî'nin tercihe şayan dediği
görüşün, tercihe şayan olma bir tarafa, sahih bile olmadığını söylemiştir. Aynî, bu
tenkitlerini yaparken İslâm'ın genel prensiplerini ve Usûl-ü Fıkıh kaidelerini esas
almıştır. Burada bu tenkitlerin zikrine lüzum görmedik.
Görüldüğü gibi bu meseleyi Hz. Ali'nin doğrudan doğruya Hz. Peygamber'e sorduğu,
Tirmizî ve Tahâvî tarafından desteklenmiş, Nesâî ve Abdurrezzâk'm rivayetlerine göre
ise, Hz. Ali'nin bu soruyu; Hz. Ammâr ve Mik-dâd vasıtalarıyla sordurduğu beyan
edilmektedir. Buhârî'nin bir rivayetine göre ise, Hz. Ali Rasûlullah'm kerimesi ile evli
olması münasebetiyle, "Bu soruyu sordurdum" dediği de bu görüşü desdeklemektedir.
Fukahâ da bu meseleyi bu şekilde izah etmektedirler. İbn Hıbbân ise, Hz. Ali'nin bu
meselenin Rasûlullah'a sorulmasını istemesine rağmen kendisinin de sormuş ola-
[2641
bileceği şeklinde rivayetleri cem etmiştir.
Bazı Hükümler
1. Mezînin gelmesi guslü gerektirmez, bundan olayı ancak abdest almak icap eder.
2. Mezî pistir.
3. Meninin gelmesi guslü icâbettirir.
207....Mikdâd b. Esved (r.a.)'den, demiştir ki;
Ali b. Ebi Tâlib (r.a.); "Benim nikâhımda kızı var, onun için kendim sormaktan
utanıyorum" (diyerek) Mikdâd'a (râvinin kendisine) karısına yaklaşıp (oynaşıp) ta
mezî gelen kimseye ne lâzım geldiğini Rasûlullah aleyhisselâmdan soruvermesini
istedi. Mikdâd şöyle devam etti:
"Rasûlullah'a bunu sordum; "Sizlerden biri bu durumla karşılaşırsa tenasül organını
r2651 r2661
yıkasın ve namaz için abdest aldığı gibi abdest alsın" buyurdu."
Açıklama
Bu hadîs de aşağı yukarı evvelki hadîsin aynısıdır. Sadece, onda soruyu Hz. Ali'nin
kendisi sormuş, bunda ise Mikdâd'a sordurmuştur. Tafsilât için evvelki hadîsin şerhine
[26U
müracaat edilebilir.
Bazı Hükümler
1. Kişinin, karısının yakınlarıyla, örfen utanılacak meselelerde direkt olarak
konuşmaması, konuşulması gereken meseleleri muaşeret kaidelerine göre, vâsıta ile
halletmesi uygun olur.
2. Mezîden dolayı gusül değil, abdest gerekir.
3. Soru sormakta, fetva istemekte vekil tâyin etmek caizdir..
4. Vasıtalı da olsa, insan dînî hükümlerden bilmediklerini bilene sormalıdır.
5. Sorulan kişi meseleyi biliyorsa, cevap vermekten çekinmemelidir.
208....Urve'den, rivayet edilmiştir.Urve;
"Ali b. Ebi Tâlib Mikdâd'a şöyle dedi;' diyerek (bir önceki) Süleyman b. Yesâr'ın
rivâyetindekilerin benzerini zikretti. Sonra Urve dedi ki; Mikdâd, Rasûlullah'a sordu,
T2681
(s. a.) da; "Zekerini ve hayalarını yıkasın." Buyurdu.
Ebû Dâvûd dedi ki; Bu hadîsi Sevrt ve bir cemaat, Hişâm babası Mikdâd ve Hz. Ali
[2691
senediyle Rasûlullah'tan rivayet etmiştir.
Açıklama
Hadîs-i şerif, Urve, Hz. Ali iüe Mikdâd arasında geçen bir konuşmayı haber
vermektedir. Aslında Urve bu konuşma ânında onların yanında değildi. Hâdiseyi Ali
b. Ebi Tâlib veya Mikdâd'dan duymuş olması muhtemeldir.
Bazı nüshalarda ,Ebû Davud'un ilâvesindeki; "Mikdâd'dan" ibaresi mevcut değildir.
Doğrusu da böyle olması gerekmektedir. Çünkü, Mikdâd, hadîsi bizzat Rasûlullah'dan
duymuştur. Buna göre Hz. Ali'den rivayet etmesine lüzum yoktur.
Hadîsdeki: "Zekerini ve hayalarım yıkasın." ifâdeleri emir olması sebebiyle Ahmed b.
Hanbel ve bazı fukahâya göre vücûb ifâde eder. Yani hem zekerin hem de hayaların
yıkanması gerekir.
Cumhûr-u ulemâya göre hayaların da zekerle birlikte yıkanması menduptur. Ancak,
hayalara da bir şey bulaştığı takdirde yıkanması vaciptir.
Hattâbî de, "Hayaların soğuk su ile yıkanması hakkındaki emir, şehveti kırması,
mezîyi azaltması ve tıbben faydalı olduğu içindir" demektedir.
Hadîsten Mezî sebebiyle hayaların ve zekerin yıkanmasının gerektiği hükmü
çıkarılabilir.
209....Urve, Ali b. EbîTâlib'in "Mikdâd'adedimki..." diye başlayan hadisini yukarıda
geçtiği şekilde nakletti.
Ebû Dâvûd dedi ki; Bu hadîsi, Mufaddal b. Fedâte, Sevrî ve İbn Uyeyne Hişâm'dan,
Hişâm babasından, o da Ali b. Ebî Talib'den rivayet etti.
Ayrıca, îbn İshâk da Hişâm b. Urve'den, Hişâm babasından, o Mikdâd'dan, Mikdâd da
r2701
Rasûlullah (s. a.) den rivayet etmiş fakat "Hayalarını" sözünü zikretmemiştir.
Açıklama
Bu hadîsin açıklaması evvelki hadîslerde geçmiştir.
[2711
210....Sehl b.Huneyf (r.a)'den, şöyle demiştir: Mezîden dolayı zorluk çekmekte
ve sık sık yıkanmaktaydım. Dururumu Rasûlullah (s.a.)'a arzettim. "Mezîden dolayı
sadece abdest alman kâfidir" buyurdu. Bunun üzerine: "Yâ Rasûlullah, elbiseme
bulaşan mezî ne olacak?" dedim. "Bir avuç su alıp, bu suyu elbisenden mczînin
[272] [2731
bulaştığını gördüğün yere serpmen (yıkaman) kâfidir" buyurdu.
Açıklama
Her ne kadar bu hadis-i şerifte yalnız mezî'den bahsedilmiş ise de bu konu ile
yakından ilgili olan, aşağıdaki hususları beyân etmeyi uygun bulduk.
Erkeklerden çıkan maddeler dörde ayrılır, a. İdrar, b. Vedî, c. Mezî, d. Meni.
İdrarın, ittifakla hükmü necistir. Affedilen mikdârı aştığı takdirde yıkanması şarttır.
Vedî; İdrar akabinde çıkan yapışkan bir maddedir. Bu da idrar gibi necistir. Abdestten
başka bir şey gerektirmez.
Meni; Şehvetten dolayı akan sıvıdır. Her halükârda guslü gerektirir. Ancak, meninin
necis olup olmadığında fukahâ ihtilaf etmiştir.
Hanefîlere göre necistir. Yaşının muhakkak yıkanması, kurumuş olanın (eğer idrardan
sonra su ile yıkanmış ise) ovalamakla temizleneceği hadis-Uerde mevcuttur.
Tirmizî, elbiseye bulaşan mezî hakkında ulemânın ihtilaf ettiklerini söyledikten sonra
bu ihtilaftan şöylece sıralar;
1. Şafiî ve îshâk mezînin ancak yıkanmakla temizlenebileceği görüşündedir.
2. Bazıları mezî bulaşan yere su serpmekle temizleneceğini söylerler.
3. Ahmed: "Su serpmekle temizleneceğini umarım" demektedir.
Nevevî: "Hadîs-i Şerîf deki ("serpmek" diye terceme ettiğimiz) ( ) kelimesi hem
"yıkamak" hem de "su serpmek" manâsına geldiği için burada muradın yıkamak
olduğunu söyler. Bu da cumhurun görüşüdür. Başka bir hadîs, mezîden dolayı "avret
yerini yıka" şeklinde vârid olduğuna göre, burada da yıkamak manâsında olacağı açığa
çıkmış olur" demektedir.
Şevkânî ise, "Esrem' in rivayetinde ( ) "Onun üzerine dök" şeklinde sabittir. Ayrıca
din kolaylığı emrettiğine göre burada bu kelimenin serpmek manasında olduğu
açıktır" dedikten sonra, mezînin bulaştığı yere su serpmenin yeterli olacağını
söylemektedir.
îdrârı yıkamak hususunda ne kadar titiz davranıldığı bilinmektedir. İdrara mülhak olan
şeylerin de onun hükmünü alması gerekir. Dolayısıyla Şevkânfnin dediği gibi kolaylık
mülâhazası pek görünmemektedir.
Zaten, Cumhurun görüşü yukarıda ifâde edildiği gibi mezî bulaşan yerin yıkanması
[274]
gerektiği şeklindedir.
Bazı Hükümler
1. İnsan bilmediklerini bilene sormalıdır.
2. Sorulan kişi cevap vermekten çekinmemelidir.
3. Mezî, guslü îcap ettirmez, abdesti gerektirir.
1275]
2 11.... Abdullah b. Sa'd el-Ensâri şöyle demiştir; Rasûlullah (s.a.)'e, guslü îcap
ettiren şeylerden ve sudan sonra gelen sudan sordum da,o da;"(Sudan sonra gelen su
için) o mezîdir ve her erkek mezî çıkarır. Bundan dolayı fercini ve hayalarım yıkarsın,
r2761 r2771
namaz için aldığın abdest gibi abdest alırsın" buyurdu.
Açıklama
"Sudan sonra gelen su" tâbiri mezîye işarettir. Çünkü, mezî çıkmaya başladıktan sonra
kesilmeden bir müddet devam eder. Böylece sudan sonra su gelme hâli olur. Menî ise
böyle değildir. Menî, fışkırdıktan sonra kesilir, bir müddet sonra tekrar gelir. Şevkânî,
bundan maksadın idrardan sonra gelen su olduğunu söylemiştir. Fakat bu, hadîsin
devamına uygun düşmemektedir. Çünkü, idrardan sonra gelen suya mezî değil vedî
denilir ve daha çok olabilir.
Bu hadîs-i şerif mezî çıkması halinde tenasül organıyla birlikte hayaların da yıkanması
gerektiğini söyleyen Hanbelîlerin görüşünü te'yid eder. 206. hadîsin açıklamasında da
temas edildiği gibi Nevevî hayaların yıkanmasının, mezînin hayalara da bulaşması
f2781
halinde bağlamaktadır.
Bazı Hükümler
1. Mezîden dolayı tenasül organıyla birlikte hayalar da yıkanmalıdır.
2. Mezî guslü gerektirmez, yalnız abdesti bozar.
3. İnsanlar dinlerine âit hükümleri öğrenmek için bilenlere sormalıdırlar.
4. Cevap veren, duruma göre, sorulandan başka şeyler de söylenebilir.
212. ...Haram b. Hakîm, amcası (Abdullah b. Sa'd)dan rivayet etti ki; Abdullah,
Rasûlullah (s.a.)'e, "Hayızlı iken karımdan bana neler helâl olur?" diye sordu.
f2791
Rasûlullah (s. a.); "Sana, peştemalîn üstü helâldir" buyurdu.
(Hadisin ravisi Hârûn b. Muhammed veya Heysem b. Humeyd) hayızlı ile yemek
T2801
yenebileceğini ekledi ve bu hadîsi zikretti.
Açıklama
İlk bakışta bu hadîsin bâb başlığı ("terceme") ile hiçbir alâkası görünmemektedir.
Nitekim, bazı nüshalarda bu ve bundan sonraki hadîs "Hayızlı kadınla mübaşeret ve
onunla beraber yemek" adındaki bir bâb'ta yer almaktadır. Ancak nüshaların çoğunda
üzerinde durduğumuz "Mezînin hükmü" başlığı altında yer almıştır.
Buna göre, hadîsin başlıkla ilgisi Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde aynı râvîden
naklettiği Ensârî, Rasûluilah'a; Guslü gerektiren sudan sonra suyun hükmünden,
evinde ve mescitte namaz kılmadan ve hayızlı kadınla yemek yemenin hükmünden
sordu; Rasûlullah da;
"Allah hakkın söylenmesinden haya etmez. Ben şöyle şöyle yaptığımda namaz için
aldığım abdest gibi abdest alırım, fercimi yıkarım, (diyerek guslün yapılışını beyan
etti.)Sudan sonra suyun hükmüne gelince o mezîdir. Her erkek mezî çıkarır. Bundan
dolayı fercimi yıkar ve abdest alırım. Mescit ve evde namaz kılma meselesi ise,
evimin mescide ne kadar yakın olduğunu biliyorsun. (Buna rağmen) farz namazın
dışında kalanları mescitte kılmaktan çok, evimde kılmayı seviyorum. Hayızlı ile
yemek yeme işi ise, ben onlarla beraber yemek yiyorum."
Esas metinde bildirilen hadîsten bu hadîs kasdediliyor ise, bir önceki hadisten daha
geniş olarak verilen bu hadîs mevzûmuzu ilgilendirir ve tamamı İçindedir. Ancak, Ebû
Dâvud şerhlerinden Menhei'in açıklamaları gözönüne alınırsa ve bununla Tirmizî'nin:
"Hayızlı kadınla yemek yenip yenmeyeceğini" sordum da, Peygamberimiz;
"Onunla yemek ye! buyurdu" hadîsi kasdediîiyorsa, MezS Babı ile ilgisi olmadığı
ortaya çıkar. Nitekim, Menhel müellifinin yukarıdaki hadîsle sonraki hadîsi ayrı bir
babda zikretmesi, bunu göstermektedir. .Zîra, 213'üncü hadîs sadece bu konu ile
mu
ilgilidir.
Bazı Hükümler
1. Havız halinde hanımının göbeğinden yukarısından faydalanmak, onunla beraber
yemek yemek caizdir.
2. Dînî meselelerde, utanılacak cinsten de olsa bilinmeyen hususların sorulması teşvik
edilmelidir.
3. Evde nafile kılmak, camide kılmaktan daha efdaldir.
4. Mezînin ancak, ferci yıkama ve abdest almayı gerektirir; mezi necistir.
213....Muâz b. Cebel (r.a)'den, şöyle demiştir;
Rasûlullah (s.a.)'e; "Karısı hayızlı iken, erkeğin ondan faydalanması helâl olan yerini"
r2821
sordum; "Peştamalın üstüdür, ama ondan da sakınmak efdaldir'* buyurdu.
r2831
Ebû Dâvûd; "Bu hadîs kuvvetli değildir" demiştir.
Açıklama
T2841
Bu mevzu ile ilgili geniş bilgi, 103. Bâb 258. hadîste verilecektir.
83. İnzalsiz Cima'ın Hükmü
214....Übeyy b. Ka'b şöyle haber vermiştir;
"Rasûlullah (s. a.) İslâm'ın ilk yıllarında elbisenin azlığından dolayı inzâlsiz cima
neticesinde insanlara yıkanmamayı bir ruhsat kıldı. Daha sonra ise guslü emretti.
r2861
Ruhastı kaldırdı."
Ebû Dâvud şöyle der; Übeyy, bununla; "Sudan dolayı suyu" kasdetmiştir. (Bu da
r2871
meninin gelmesinden dolayı guslün gerektiğini ifâde etmektedir.)
Açıklama
Übeyy (r.a.)'in haberinden anlaşıldığına göre, İslâm'ın ilk devirlerinde, müslümanlar
fakir, elbiseleri az olduğu için, sık sık yıkanmaktan dolayı bir zarara uğramamaları
bakımından, meni gelmediği müddetçe cinsi temastan dolayı bir ruhsat ve kolaylık
olarak gusül emredilmemişti. Bazı rivayetlerde ( ) "Elbiseler" kelimesinin yerine ( )
"Sebat" sözü kullanılmıştır. Buna göre, müslümanlar henüz İslâm'a yeni girdikleri için
dînî emirlere olan sebatları azdı. Bu yüzden kendilerini İslâm'a ısındırmak ve kolaylık
göstermek bakımından menî gelmeyen temastan dolayı gusül gerekmiyordu; anlamı
çıkar.
İhtimal ki Übeyy, sonraları bu meselenin konuşulup, o şekilde fetva verildiğini
duymuş ve onun İslâm'ın ilk zamanlarına mahsus bir ruhsat olduğunu,şimdi ise
hükmün değişip menî gelmese bile sünnet mahallerinin birbirine temasından dolayı
guslün vacip olduğunu anlatmak istemiştir.
Hadîs, ister menî gelsin, ister gelmesin mutlak manada cinsi temasın, guslü
gerektirdiğine işaret etmektedir. Ancak ulemâ bu meselede ihtilâf etmiştir.
Ebû Eyyûb el-Ensârî, Ebsû Sâ'ıd el-Hudrî, İbn Mes'ûd, Sa'd b, Ebî Vakkâs, Übeyy b.
Kâ'b, Râfî b. Hadîc, Zeyd b. Hâlid, Atâ b. Ebî Rebâh, Ebû Seleme, Süleyman el-A'meş
ve Zahirîlere göre, menî gelmeden, cinsî münâsebet guslü gerektirmez. Bunlar
Müslim'in, Ebû Sa'îd el-Hudrî'den, Buhârî'nin, Hâlid el-Cühenî'den ve Tahâvî'nin Ebû
Hureyre'den rivayet ettikleri hadîslere istinad etmişlerdir ki,bu hadisler guslün ancak
menî gelmesinden dolayı farz olduğuna işaret etmektedirler.
Nevevî, Müslim Şerhi'nde, "bilmiş ol ki, bugün müslümanlar, menî gelmese bile,
mücerret temasdan dolayı guslün farz olduğunda ittifak etmişlerdir. Ashaptan bazıları,
menî olmadan guslün farz olmadığı görüşünde idiler. Onlardan bir kısmı
görüşlerinden döndü ve icmâ meydana geldi..." demektedir.
Cumhur, biraz sonra gelecek olan 216. hadîs ile, Buhârî ve Müslim'in Ebû
Hureyre'den, Müslim'in Hz. Aişe'den ve Tahâvî'nin Ebû Sâlih'den rivayet ettikleri ve
"menî gelmese bile temastan dolayı guslün farz olduğunu"
ifade eden hadîslere dayanmışlardır. Bunlar, evvelki hadîslerin guslü emreden
hadislerle neshedildiğini söylemektedirler.
İbn Abbâs, Guslün şart olmasını meninin gelmesine bağlamanın ihtilâmla ilgili
olduğunu söyler.
Subülü's- Selâm' da bu konuda şunlar söylenmektedir; "Hadîs-i şerif nesh hususunda
açıktır. Nesh olmasa bile bu hadîs ( ) "Su sudandır" hadîsine tercih edilir. Çünkü,
bu "mantûk" öbürü "mefhûm" dur.
"Usül-ü fıkıhta, mantûk mefhûm üzerine tercih edilir. Ayet-i kerîme de bu mantûk'u
desteklemektedir. Mâide Sûresinin 6. ayetinde ( ) "Cünup olursanız tertemiz
paklanınız" buyuruluyor. İmam Şafiî der ki; "Arap dili, cenabet kelimesinin hakikat
olarak cinsî münâsebet mânâsına gelmesini gerektirir, isterse, menî çıkmasın. Çünkü,
birisine, filanca falan kadından cünup oldu deseler, meni inmese bile hemen, o kadın
ile cinsî münâsebette bulunduğunu anlar. Bu suretle sadece içeriye girmenin guslü
r2881 r2891
icâp etmesi babında kitab ile Sünnet birbirini desteklemiş oluyor."
Bazı Hükümler
1. Sünnet mahallî girdikten sonra, menî gelmese bile gusul farzdır.
2. Guslün, meninin gelmesine bağlı olduğu hükmü İslâm'ın ilk dönemlerine mahsustu,
sonradan nesh edildi.
3. Şer'î hükümlerin bazıları bazılarını nesh eder.
4. Sünnetin Sünnetle neshi caizdir.
215....Sehl b.Sa'd (r.a.) Übeyy b. Kâ'b (r.a.)'m kendisine şöyle dediğini haber verdi:
"Suyun sudan (guslün meniden) olduğuna dâir sahâbîlerin verdiği fetva, İslâm'ın ilk
günlerinde Rasûlullah'ın tanıdığı bir ruhsattı. Rasûlullah, sonraları (menî gelmese bile
f2901 [291]
temastan dolayı) yıkanmayı emretti."
Açıklama
Bu Hadîs-i şerif de bir evvelki hadîsin hemen hemen aynısıdır. Ancak, bu hadîs-i şerîf
de evvelkinden farklı olarak, ruhsatın niçin verildiği tâyin edilmemiş, fazla olarak da
Ashâb-ı Kirâm'dan bazılannm o ruhsata uygun olarak fetva verdikleri kaydedilmiştir.
Menî gelmediği takdirde guslün îcâp etmediğine dâir fetva veren sanayilerin isimleri
önceki hadîste belirtilmiştir. Mes'ele hakkında tafsilât için o hadîsin şerhine müracaat
edilmelidir.
216.. ..Ebû Hureyre (r.a.) Rasûlullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir; "Erkek,
kadının dört dalı (kollan ve bacakları) arasına oturur, (erkek) sünnet mahallini,
(kadının) sünnet mahalline bitiştirirse (inzal vuku bulsun, bulmasın) gusül vacip
f2921 f2931
olur."
Açıklama
Hadîste geçen "Şu'ab" kelimesi "Şu'be "kelimesinin çoğuludur. İbnu'l-Esîrln
bildirdiğine göre; herşeyin bir kısmı ve parçası demektir. Buradaki "Şu'be"den ne
kasdedildiği ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bazılarına göre bunlar» kollarla bacaklardır.
Nitekim, "Şuab" kelimesi "Misbâh" isimli eserde ifâde edildiği gibi "Şu'be"
kelimesinin çoğulu olup ağacın gövdesinden sarkan dalları manâsına, teşbih yoluyla
da kadının kol ve bacakları manâsına gelmektedir. Bu teşbihten maksat cimâ'dır.
Diğer bazıları "şuab"uı ayaklarla uyluklar olduğunu söylemişlerdir. Kadı İyâz'a göre;
bundan murat kadının dört tarafı, yani kollarıyla bacaklarıdır. Bununla, kinaye
suretiyle cinsî münâsebet kasdedilmiştir. Yani cinsî münâsebete niyetlenir ve âletini
sünnet yeri kayboluncaya kadar idhal ederse menî gelmese bile gusül vacip olmuş
olur.
Tirmizî, bu hükmün, ulemânın ekserisinin görüşü olduğunu söyler.
Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Âişe (Radıyallâhü anhüm) gibi büyük sahâbîler,
Süfyân-ı Sevrî, Şafiî, Ahmed İshâk ve Hanefîler bu görüştedirler.
Şafiî olan îmam Nevevî bu mevzuda şunları söylemektedir;
"Ashabımız (şafıî âlimler) şöyle demiştir; Kesinlikle yasak olmasına rağmen Haşefe,
kadın veya erkeğin dübüründe, bir hayvanın dübür veya fercinde kaybolursa yine
gusül vacip olur. Bu durumda kendi ile temas edilen insan ölü veya diri, büyük veya
küçük, isteyerek veya istemiyerek, bilerek veya unutarak olması âletinin sert olup
olmaması veya sünnetli ya da sün-netsiz olması hükmü değiştirmez. Bütün bu
pozisyonlarda fail ve mefûle gusül lâzımdır. Yalnız taraflardan birisi çocuksa,
mükellef olmadığı için ona gusül lâzım gelmez. Fakat onun için de "cünüp oldu"
denir. Eğer mümeyyiz ise, velîsinin ona abdesti emrettiği gibi guslü de emretmesi
gerekir..."
Nevevî'nin ifâdeleri aslında Şafiî Mezhebi'nin görüşleri olmakla beraber, bir çok
hususta diğer mezheplerin de görüşlerini yansıtmaktadır. Farklı olarak Mâliki ve
Hanbelîler, küçük kızla temas hâlinde, çocuk müştehat olmadığı takdirde meninin
inmesini şart koşmuşlardır.
Hanefilere göre de hayvana veya ölüye temas hâlinde guslün farz olması için meninin
inmesi şarttır. Aletin bez gibi bir şeye sarılmış vaziyette temas edilmesi hâlinde, fercin
hareketi hissedilir ve lezzet alınırsa, menî gelmese de gusül farz olur. Aksi halde menî
f2941
gelmeden farz olmamakla beraber ihtiyata binâen uygun olanı guslün lüzumudur.
Bazı Hükümler
1. Haşefenin girmesi halinde, menî inmese bile hem fail hem de mef,ul için gusletmek
farz olur.
2. Anlatılması güç olan bazı hususların kinaye yoluyla anlatılması caizdir.
3. Sarahaten anlatılmasına gerek duyulan şeylerin açıkça anlatılabileceğine işaret
vardır.
217.. ..Ebû Sa'îd el-Hudrî'den Rasûlullah (s.a.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir;
r2951 \296]
"Su (yıkanma) sudan (meniden) dir." Ebû Seleme de böyle yapardı.
Açıklama
Hadîste, guslün lüzumunun, meninin inmesine bağlı olduğu ifâde edilmektedir. Ancak
bu, yukarıda da işaret edildiği gibi İslâm'ın ilk zamanlarına mahsus bir ruhsattı,
bilâhare neshedildi.
İbn Abbâs, bunun neshedilmediği, bununla muradın rüyada ihtilâm olmak olduğu
görüşüne sahiptir. Ancak hadîs-i şerifin sevk edildiği bahis cima ile alâkalıdır.
Müslim'in Ebû Sa'îd el-Hudrî'den rivayet ettiği şu hadîs, bu hükmün cima ile ilgili
olduğunu tereddüde meydan vermeyecek şekilde ortaya koymaktadır
Hadis şöyledir: "Pazartesi günü Rasûlullah aleyhisselâm'Ia birlikte Kubâ'ya (gitmek
üzere yola) çıktım. Beni Sâlim(in bulunduğu yer)e vardığımız zaman, Rasûlullah
Itbân'm kapısı önünde durarak ona seslendi. İtbân esvabını sürükleyerek çıktı.
Rasûlullah (s. a.): "Adam'a acele ettirdik" buyurdu.
Itbân; "Yâ Rasûiellah ne buyurursun, bir adam karısı ile cima hâlinde iken acele
ettirilir de meni indirmezse ona ne lâzım gelir" dedi. Rasûlullah (s.a.); "Su ancak
f2971
sudan dolayı icâp eder" buyurdular.
İbn Abbâs'm bu hâdiseden haberi olmaması ve bu yüzden; "Suyun ancak sudan dolayı
T2981
lâzım olacağı" hükmünü ihtilâmla alâkalı sayması muhtemeldir.
84. Cünüp Olan Kişinin (Yıkanmadan) Tekrar Cima Etmesi
218....Enes b. Mâlik (r.a.)'dan rivayet edilmiştir: "Rasûlullah (s.a.) bir gün (bütün)
r2991
hammlarıyla (cinsî) temasta bulundu ve (en sonunda) bir kere gusül abdesti aldı."
Ebû Dâvûd dedi ki; Bunu, Hişâm b. Zeyd, Enes'den; Mâ'mer de Kaiâde vâsıtası
ileEnes'ten; Salih b. Ebi'l-Ahdar Zührî'den, hepside Enes tankıyla Rasûlullah 'tan
DOOl
(böylece) rivayet ettiler.
Açıklama
BuhârFnin bir rivayetinde o gün Rasûlullah (s.a.)'in dokuz, başka bir rivayetinde de
onbir hanımı bulunduğu beyan ediliyor. Bir başka görüşe göre de dokuz hanımı, iki de
cariyesinin olduğu ifâde edilmektedir.
Rasûluüah'm karı koca muamelesinde bulunduğu hanımları şunlardır;
Hz. Hadîce, Şevde, Âişe, Hafsa, Ümmü Seleme, Hind, Çüveyriye, Zeyneb bint Cahş,
Zeynep bint Huzeyme, Reyhâne, (Rasûlullah bunu esir almış sonra âzad edip Hicretin
altıncı senesinde onunla evlenmiştir), Ümmü Habîbe, Remle bint Ebî Süfyan, Safıyye,
Meymûne, Fa'tıma bint Dahhâk, Esma bint Nûman'dır.
Ayrıca nikahlayıp da karı koca muamelesinde bulunmadığı hanımları da olmuştur.
Buhârî Şârihi Aynî, Efendimizin nikahladığı hanımların sayısının yirmi sekize
vardığını söyler. Tabiî bunların hepsi aynı anda nikâhı altında bulunmuş değildir.
Peygamber Efendimizin çok evlilik yapmasının birçok hikmetleri vardır. Ailevî
münâsebetlere âit ahkâmın tesbit ve yayılması, kimsesiz kalan hanımların himâyesi,
devletin gücünü muhafaza ve İslâm'ın yayılmasını temîne yardımcı olması bakımından
devrinin ileri gelenleri ile akrabalık kurma, çok evlenmenin Araplar arasında bir
fazilet ve medh vesilesi sayılması, ehl-ü ıyâlin çokluğunun kişiyi Rabbisi ile meşgul
olmaktan alıkoymaması gerektiğinin gösterilmesi bu hikmetlerdendir.
Rasûlullah (s.a.)'in çok hanımla evlenmesi dünya zevkine düşkünlüğünden dolayı
değildir. Eğer öyle olsaydı daha İslâmı tebliğe ilk başladığı günlerde Müşriklerin,
İslâm dâvasını bırakması şartıyla Mekke'nin en güzel kızlarını teklif etmelerini kabul
eder, çok evliliğin âdet olduğu bir devirde elli yaşma kadar tek kadınla yetinmezdi.
Nesâî ve Hâkim'in Enes'ten rivayet ettikleri bir hadîste; "Sizin dünyanızdan bana
kadın ve güzel koku sevdirildi, gözümün sürüm namazda kılındı" buyurarak namazı
hepsinden üstün tuttuğunu ortaya koymuştur.
Üzerinde durduğumuz hadîs-i şerifdeki "Tavaf (dolaşmak)"tan murat cinsî
münâsebettir. Buhârî'nin rivayetinde Katâde'nin: "Enes'e; "Rasûlullah aleyhisselâm
buna dayanabiliyor muydu?" dedim. Biz aramızda, "Ona otuz erkek kuvveti
verildiğini konuşurduk" cevâbım verdi" demesi de bunu gösterir.
Rasûlullah (s.a.)'in bir gusülle bütün hanımlarını dolaşmasının birkaç veçhe ihtimâli
vardır. Şöyle ki;
1. Bunu, seferden geldiği zaman yapmıştır. Çünkü o zaman, "Kasm" denilen, zevceler
arasında adalete riâyet lâzım değildir, peygamber (a. s.) sefere çıkacağı zaman
hanımları arasında kur'a çektirir, kur'a hangisine çıkarsa beraberine onu alırdı.
Döndüğü zaman "kasm"e yine başlardı. Fakat başlarken bu hakta bütün hanımları eşit
olduğu için hiçbirini tercih etmez, bir defada hepsinin yanma uğrar kasm'e ondan
sonra başlardı.
2. Birden dolaşma mes'elesi, hanımlarının rızası ile olmuştur.
3. Mühelleb'e göre bu iş zevceleri arasında kur'a çektirerek sefere çıkacağı gün
olmuştur. Çünkü kur'adan sonra kasm'e riâyet lâzım değildir.
Ancak bu te'viller Rasûlullah (s.a.)e zevceleri arasında devam üzre müsâvâta riâyet
farzdır diyenlere göredir ki, ekseri ulemânın kavli budur.
Ona kasm vacip değildir, diyenlere göre Hadîs-i te'vile hacet yoktur. Ebû Bekr İbnu'l-
Arabî diyor ki, "Allah, nikâh konusunda bazı şeyleri Peygamberine tahsis
buyurmuştur. Onlardan biri de kendisine bir saat tahsis etmesidir. O vakitte
zevcelerinin onun üzerinde hakkı yoktur. Onların hepsinin yanma girer, kendilerine
dilediği muameleyi yapar, sonra nevbet sırası hangisinirise ona döner .Müslim'in
Kitabında İbn Abbâs'tan rivayet edilen bir hadîste bu saatin ikindiden sonra olduğu
bildirilmektedir.
Rasûlullah (s.a.)'in zevcelerini bir gusülle fakat ayrı ayrı abdest alarak tavaf etmiş
olması muhtemeldir. Yahutta abdest almadan bir gusülle hepsini dolaşmış ve bunun da
13011
caiz olduğunu göstermek istemiştir.
Ebû Davûd'da 220 numarada gelecek olan hadîs Efendimizin aralarda abdest aldığını
[302]
bildirmektedir.
Bazı Hükümler
1. Temas edilen kadm ister aynı, ister ayrı ayrı olsun iki temas arasında gusul şart
değildir. Ancak gusletmek
müstehaptır.
2. Cenabetten dolayı hemen yıkanmak lâzım değildir. Fakat namaz vaktini daraltmaya
meydan verilmemelidir.
3. Güç yetmesi hâlinde temasın çokluğu mekruh değildir.
4. Adaletle hareket edileceğine emin olunduğu takdirde dörde kadar evlenmeye
T3031
dinimiz ruhsat vermiştir.
85. (Cinsî) Temastan Sonra Tekrar Temasta Bulunmak İsteyenin Abdest Alması
13041
219.. ..Ebû Râfi (r.a)'den, demiştir ki;
Rasûlullah (s. a.) bir gün her birinin yanında (ayrı ayrı) yıkanmak suretiyle, (bütün)
hanımları dolaştı. Ebû Râfî şöyle dedi;
"Yâ Rasûlullah, hepsi için bir kerre gusül etsen olmaz mıydı?" dedim.
"Bu, (sevap yönünden) daha iyi (kalbin tatmini için) daha güzel, (beden için) daha
r3051
temizdir" buyurdu.
r3061
Ebû Dâvâdi "Enes'in (Önceki) Hadîsi bundan daha sahihtir" demiştir.
Açıklama
Ebû Dâvûd bu son ifâdesi ile, önceki hadis ile bu hadîs arasındaki ihtilâfa işaret
ederek, birini diğerine tercih etmek suretiyle bu ihtilâfı gidermek istiyor.
Şevkânî, Hafızın: "Ebû Dâvûd bu hadîsi ta'n edip, Enes hadîsinin daha sahih olduğunu
söyledi" dediğini naklediyor. Aslında Ebû Davud'un yaptığı ta'n değildir. Çünkü, onun
sıhhatini inkâr etmemektedir.
Nesaî: "Bu hadîsle Enes hadîsi arasında ihtilâf yoktur. Bilakis Rasûlullah, bazan
cimâlar arasında yıkanmaz bazan da yıkanırdı" der.
Nevevî de: "Bu, Rasûlullah'm değişik zamanlarda her iki uygulamada bulunduğuna
hamledilir" demiştir.
Hadîs, cimâm tekrarlanması hâlinde, cima aralarında guslün müstehap olduğuna
delâlet eder. Şevkânî'nin beyânına göre, Zahirîlerle, îbn Habîb, temaslar arasında
abdest almanın vücûbuna kaildirler. Bu görüş sahipleri, bu babtaki hadîslere
dayanırlar.
Diğer, îslâm ulemâsına göre ise, temaslar arasında abdest almak farz değildir.
Tahâvî'nin Hz. Aişe'den naklettiği ve Rasûlullah'm cimâî tekrarlamak istediğinde
abdest almadığını ifâde eden haberler Cumhurun delillerindendir.
Ayrıca, hadîs-i şerifin son kısmı ve sahabenin sorusuna cevap niteliği taşıyan
bölümünde "Daha faziletli" olduğunu belirtmesi güsûl yapmadan da, ikinci bir
temasda bulunulabileceğine işarettir. Böylece iki hadîs arasında tearuz olmadığı açıkça
r3071
görülmektedir.
Bazı Hükümler
1. Aynı gün. temasın tekrar edilmesi hâlinde arada gusletmek mestehaptır.
2. Gusül yapmadan da cima tekrarlanabilir.
3. Dînî meselelerde tereddüt edilen noktaların sorulup öğrenilmesi lâzımdır.
220.. ..Ebû Sa'îd el-Hudrî (r.a.) Rasûlullah (s.a.)'m şöyle buyurduğunu nakletmiştir;
"Sizden biri hanımına yaklaştığında, tekrar etmeyi isterse ikisi arasında (sadece)
r3081 r3091
abdest alsın."
Açıklama
Evvelki hadîste de ifâde edildiği gibi Zahirîlerle, Malikîlerden İbn Habîb, arada abdest
almanın vücûbuna kail olmuşlardır. Buna da delil olarak hadîsdeki "İki cima arasında
abdest alsın" emrini göstermektedirler.
içinde Hanefîlerin de bulunduğu Cumhur ise, abdestin müstehap olduğu"
görüşündedirler. Ancak, Ebû Yûsuf abdestin, vacip veya müstehap olmayıp mubah
olduğunu söylemiştir.
Ulemâdan bazıları buradaki "Vudû"u lügat mânâsına alarak, maksadın tenasül
uzvunun yıkanması olduğunu; abdestin, şehveti tatmin için değil, ibâdet için meşru
olduğunu söylerler. Zira, diğer bir rivayette "abdest alsın" yerine "fercini yıkasın"
[3101
denmektedir. Buna göre yalnız avret mahallinin yıkanmasıyla da iktifa edilebilir.
86. Uyumak İsteyen Cünup (Ne Yapmalıdır?)
221.... Abdullah b. Ömer (radıyallâhü anhümâ) şöyle dedi;
Ömer b. el-Hattâb,geceleyin cünup olduğunu Rasûlullah (s.a.)'a anlattı. Rasûlullah
f31 11 r3121
(s. a.) ona; "Abdest al, zekerini yıka sonra uyu" buyurdu.
Açıklama
Hadîs-i şerifin bu şeklinden, Hz. Ömer'in, cünup olarak uyumanın hükmünü
Rasûlullah'a sorduğu, onun da yukarıdaki cevabı verdiği anlaşılmaktadır. İbn Hacer,
Nesaî'nin, bu sorunun sebebini açıkladığını, buna göre Hz. Ömer'in oğlu, Abdullah'ın
gece cünup olup, durumu babasına söylediğini, babasının da Rasûlullah (s.a.)'a
gelerek, mes'elenin hükmünü sorduğunu kaydetmektedir.
Menhel sahibi, Nesaî'nin es-Sünenu's-Suğrâsmda böyle bir hadîse rastlamadığım
söyledikten sonra hadîsin es-Sünnenu'I-Kübrâ'da olabileceğini beyân etmiştir. Fakat
Hz. Ömer'in bir sefer kendisi bir sefer de oğlu için sormuş olması da mümkündür.
Rasûlullah (s.a.)'in Hz. Ömer'e "Abdest al, zekerini yıka sonra uyu" buyurması, abdest
almanın öne alınmasını gerektirmez. Çünkü, cümleleri biri birine bağlayan atıf edatı
(vav) tertibe delâlet etmez, sadece iki şeyin bir arada toplanmasını ifâde eder. Buna
göre hadîs-i şerifte abdest almakla zekeri yıkama işlerinin ikisinin de yapılması
emredilmektedir. İstincânm abdestten evvel olduğu da malumdur. Nitekim hadîsin
İmam Mâlik'ten rivayeti; "Zekerini yıka, abdest al, sonra uyu" şeklindedir.
Hadîs-i şerifte abdestin önce alınması, onu ta'zim ve teberrük içindir. Buhârî'nin
rivayetinde abdest alma emir siğasiyla değil,"Abdest aldığı zaman uyur" şeklinde şart
sîğasiyla gelmiştir.
Cünup olan bir kimsenin uyumadan öne abdest alması meşrudur. Ancak, bunun
hükmü hususunda ihtilâf edilmiştir.
Mâlikîlerden tbn Habîb ile Zahirîlere göre cünubün uyumadan abdest alması farzdır.
Zahirî İbn Hazm ise bu mes'elede Dâvûd ez-Zâhirî'den ayrılarak, "Cünup bir kimsenin
yemek yiyeceği, uyuyacağı, selâm alacağı ve Allah'ı zikredeceği zaman abdest alması
vacip değil, müstehaptır" demiştir. Ibnu'l-Arâbî İmam Şafiî ve Mâlik'in de abdestin
farz olduğuna kail olduklarını söylemekte ise de, sonra gelen bazı Şafiî ulemâsı bunu
red etmişlerdir. Doğru olan da budur.
Süfyân-ı es-Sevrî, Sa'îd b. Müseyyeb, Hasan b. Hayy ve İmam Ebû Yûsufa göre,
cünubün abdest almadan uyuması caizdir.
Evzâî, Leys, İmam-i Azam Ebû Hanîfe, İmam Muhammed, İmam Şafiî, İmam Mâlik,
Ahmed b. Hanbel, İshâk, İbn Mübarek ve Cumhûr-u ulemâya göre, cünub kimsenin
uyumadan öne abdest alması müstehaptır. Bunlar, üzerinde durduğumuz hadîsteki
abdestin emredilmesini nedbe hamletmişlerdir. Zîra, İbn Huzeyme ve îbn Hibbân'm
Sahihlerinde İbn Ömer'den rivayet ettikleri bir hadîs-i şerifde, İbn Ömer Hz.
Peygamber'e, "Cünup iken bizden her hangi biri uyuyabilir mi?" diye sormuş Hz.
Peygamber Aleyhisselâtü vesselam da; "Evet, dilerse abdest alır" buyurmuşlardır.
Bir grup ulemâ da buradaki vudû'dan muradın vudû-ı liığavî olduğunu söylemişlerdir.
Bunlara göre, gerekli olan, elleri ve ferci yıkamaktır. İbn Cevzî bunun hikmetinin
meleklerin pislik ve kötü kokudan uzaklaşıp Şeytanların yaklaşması olduğunu söyler.
Veliyyuilah Dehlevî de, Hucettullahi'l-Bâliğa'smda şunları söylemektedir; "Cünupluk
meleklerin melekliğine zıt olduğuna göre, mü'min hakkında uygun olan, cünup olarak
uyumamak ve yemeği uzatmamaktır. Şayet gusl etmesi mümkün olmazsa abdesti
terketmemesi gerekir..."
Suyun bulunmaması veya kullanma imkânı olmaması hâlinde teyemmüm, abdestin
yerini tutar. Her ne kadar Beyhakî'nin Hz. Aişe'den yaptığı rivayette, "RasUlullah
aleyhisselâm cünupken uyumak istediği zaman abdest alır veya teyemmüm ederdi"
1313]
denilmekte ise de, teyemmüm hali abdeste kadir olamamaya hamledilmiştir.
Bazı Hükümler
1. Cimâdan sonra tenasül organı yıkanmalıdır.
11141
2. Cunup bir kimse, cunup olarak uyumak isterse, abdest alması müstehaptır.
87. Cünup İken Bir Şey Yemek
222....Aişe (r.anha), şöyle demiştir: "Rasûlullah (s. a.) cünup iken uyumak istediğinde
D 151 [316]
namaz için abdest aldığı gibi abdest alırdı."
Açıklama
Buhârî'nin rivayeti: "Tenasül organım yıkar ve namaz için abdest alırdı" şeklindedir.
Yani fercini yıkar ve namaz için abdest aldığı gibi abdest alırdı. İbn Mâce'in rivayeti
ise, Ebû Dâvûdun ki gibidir.
Hadîs-i şerifteki ( -idi) kelimesi, Efendimizin bu hareketinin bir defaya mahsus
olmayıp, tekrar ettiğini ifade etmektedir. Hadîs-i şerifin konu ile münâsebeti, bundan
sonraki hadîsde yer alan Yûnus'un Zührî'den yaptığı ziyâdedir. Ancak bu rivayet
önceki bâbla ilgilidir.
223.. ..Yûnus; Zührî'den, öneki hadîsi aynı senet ve mânâ ile rivayet etmiş ve; "Cünup
13171
iken (bir şey) yemek istediğinde ellerini yıkardı." ibaresini ilâve etmiştir.
Ebû Dâvûd şunları söylemiştir:
"Bu hadîsi îbn Vehb, Yûnus'dan rivayet edip, yemek hâdisesini Hz. Aişe'nin sözü
olarak göstermiştir.
"Salih b. Ebi'l-Ahdar da ZührVden îbn Mübârek'in dediği gibi rivayet etmiş; fakat,o
(Zührî)"Urve veya Ebû Seleme'den..." diye rivayet etmiştir.
"Evzâi ise Yûnus'tan o da Zührî vasıtasıyla îbn Mübârek'in dediği gibi rasûlullah'tan
[318]
rivayet etmiştir."
Açıklama
Müellifin bu farklı rivayetleri almaktaki maksadı, hadîsin merfTi ve mevkuf
rivayetlerine işaret ederek, îbn Mübârek'in rivayetini takviye etmektir.
Hadîs-i Şerifin zahirinden anlaşıldığına göre, cünup olan kişi bir şey yemek isterse
ellerini yıkamalıdır. Evzaî'nin görüşü de bu merkezdedir.
Ahmed b. Hanbel'e göre; cünup olan kişinin uyumazdan, ikinci defa temasta
bulunmazdan veya yiyip içmezden evvel zekerini yıkamakla beraber abdest alması
müstehaptır.
İmam Mâlike göre, ellerine pislik bulaşmışsa onları yıkar. İmam Şafiî de aynı
görüştedir. İmam Ebû Hanîfe ve Sevrî'ye göre, cünup olan kişi bir şey yemek isterse
ellerim yıkar, ağzını da su ile çalkalar. Abdest almadan uyumasında beis olmamakla
13191
beraber alması daha uygundur.
88. "Cünup Olan Kimse (Yemek Veya Uyumak İstediği Zaman) Abdest
Almalıdır" Diyenlerin Delilleri
224....Aişe (r.anhâ)den, cünüblük halini kasdederek şöyle demiştir; "Rasûlullah (s.a.)
r3201 [321J
(bir şey) yemek veya uyumak istediği zaman abdest alırdı."
Açıklama
Buharı, Müslim, Nesaî ve İbn Mâce'nin rivayetlerinden anladığımıza göre buradaki
vudû, el yıkamak manâsına değil, abdest alma manâsına kullanılmıştır. Meselâ,
hadîsin Müslim'deki rivayeti şu şekildedir; "Rasûlullah (s.a.) cünup olarak yemek
yemek veya uyumak isterse namaz için abdest aldığı gibi abdest alırdı."
Bu hadîs-i şerifle, sadece el yıkamaya işaret eden evvelki hadîs arasında bir zıtlık
yoktur. Peygamber Efendimiz, cünup iken yemek veya uyumak istediğinde bazan
abdest almış, bazan da cevazına işaret etmek için ellerini yıkamakla iktifa etmiştir.
Ancak, bu durumda Efendimizin daha çok yaptığı, abdest almak olmuştur.
Bu hadîsten cünup olan kişinin yemek veya uyumak istemesi halinde adest almasının
müstehap olduğu hükmü çıkarılmıştır.
225....Ammâr b. Yâsir (r.a.)den rivayet edildiğine göre; "Rasûlullah (s. a.), cünup olan
kişiye (birşey) yiyeceği, içeceği veya uyuyacağı zaman abdest almasına ruhsat
[322]
verdi."
Ebû Dâvüdşöyle demiştir; "Bu hadîsin senedinde, Yahya b. Yâ'mur ile Ammâr b.
f3231
Yâsir arasında zikredilmeyen bir râvî vardır."
Ali b. Ebî Tâlib, îbn Ömer ve Abdullah b. Amr; "Cünup olan kişi yemek istediği
13241
zaman abdest alır" demişlerdir.
Açıklama
Cünup olan kimsenin yemek, içmek veya uyumak istediği zaman abdest almasının
hükmü 22 1 . hadîsin açıklamasında verilmiştir. Müellifin hadîse ilâve olarak, Hz. Ali,
İbn Ömer ve Abdullah b. Amr'm görüşlerini zikretmesi, üzerinde durulan hükmün,
[325]
hem merfu hem de mevkuf olarak sabit olduğuna işaret içindir.
Bazı Hükümler
Hadîs, cünup olan kişinin, yemek, içmek veya uyumak istediği zaman gusletmesmin
cfdaı olduğuna işaret ediyor. Çünkü, abdest ruhsat olarak gösterilmiştir. Azimet de
[326]
ruhsattan daha efdaldir. Ancak, gusledilmemesi hâlinde abdest alınmalıdır.
89. Cünup Olan Kişinin Guslü Geciktirmesi
[3271
226....Gudayf b. Haris (r.a.) şöyle demiştir: "Aişe (r.a)'ya: Ne dersin? Rasûlullah
(s.a.) cünuplükten dolayı, gecenin başında mı, yoksa sonunda mı yıkanırdı? dedim.
Bazan başında bazan da sonunda guslederdi, dedi.
Allahu Ekber... Genişlik (kolaylık) veren Allah'a hamd olsun, dedim.
(Peki) Vitri gecenin başında mı yoksa sonunda mı kılardı? Bana haber ver, dedim.
Bazan başında bazan da sonunda kılardı dedi.
Allahu Ekber... Kolaylık ihsan eden Allah'a hamd olsun, dedim.
(Gece) namazında, açıktan mı yoksa sessiz mi okurdu? diye sordum.
Bazan açıktan bazan da sessiz okurdu, dedi.
r3281 P291
Allahu Ekber... Kolaylık ihsan eden Allah'a hamd olsun,dedim."
Açıklama
Hadîs-i Şeriften, cünup olan kişinin, cünup olur olmaz hemen yıkanmasının farz
olmadığı, gecenin sonuna kadar guslü tehir ve terketmesinin caiz olduğu
anlaşılmaktadır. Ancak, bundan sonraki hadîste tafsilatı geleceği gibi, gusülde acele
etmek efdaldir. Rasûlullah (s. a.) ümmetine bir kolaylık ve cevazına işaret etmek üzere
guslü bazan gecnin sonuna kadar te'hir etmiştir.
Vitir konusunda da Hz. Aişe, soru biçimine uyarak, Efendimizin vitri bazan gecenin
evvelinde bazan da sonunda kıldığını söylemiştir.
Halbuki Rasûlullah (s.a.)'m gecenin evveline ve sonunda olduğu gibi, ortasında da
kıldığı olmuştur. İnşallah vitir namazı bahsinde konu hakkında geniş malûmat
verilecektir.
Gece namazlarmdaki kıraatin şeklinin ne olacağı hususu da yeri geldikçe mufassalan
verilecektir. Burada sadece, geceleyin namaz kılan kişi için Hanefîlere göre, hem
açıktan hem de sessiz olarak okumanın caiz olduğunu hatırlatmakla iktifa edelim.
Yalnız, Teravih cemaatle kılmırsa, imam olan kişi açıktan okumalıdır. Ayrıca bu
mes'ele efdaliyet mes'elesidir. Hanefi ulemasından Aynî; "Sahih olanın, okuyanın
zamanı, yeri ve hali ile mukayyet olduğunu, sesli veya sessiz okumada bu hususların
T3301
göz önünde bulundurulması gerektiğini" söyler.
Bazı Hükümler
1. Cünup olan kişinin, cünup olur olmaz gusl etmesi farz değildir.
2. Vitir namazının hem gecenin evvelinde hem de sonunda kılınması caizdir. Ancak,
gecenin sonunda kalkmaya alışık olanların te'hir etmeleri, alışık olmayanların da,
gecenin başında kılmaları efdaldir.
3. Geceleri kılman nafile namazlarda kıraatin açıktan olması da gizü olması da caizdir.
227.. ..Ali (r.a.) Rasûlullah (s.a.)'in şöyle buyurduğunu haber vermiştir;
[331] f3321
'İçinde, resim, köpek ve cünup bulunan eve melekler girmez"
Açıklama
Melâike, melek kelimesinin çoğuludur. Bu kelimenin aslı "mef al" vezninde,
"mel'ek"tir. Hemzenin harekesi lâm'a nakledilerek hemze hazfolunmuş ve "melek"
olmuştur. Cemî yapılacağında, hazf edilen hemze geri gelmektedir.
Melekler lâtif, nürânî cisimlerdir. Müslim'in Hz. Aişe'den rivayet ettiği bir hadîs-i
şerifte; "Melekler nurdan, cinler dumansız ateşten, Adem Kur'an-ı Kerîmde de sizlere
belirtildiği gibi (topraktan) yaratılmışlardır? Erkeklik ve dişilikle vasfedilemezler.
Muhtelif şekillere girebilirler. Şöyle ki;
a. Meçhul bir insan suretinde görünmeleri; Meselâ; Hz. Cibril'in bilinmeyen bir insan
suretinde Hz.Peygamber (s.a.)'in ve sahabelerin bulunduğu meclise gelmesi, Hz.
Peygamber'e İman ve İslâm hakkında soru yöneltmesi, Hz. Ömer tarafından rivayet
edilmektedir. Ayrıca Meryem Sûresi'nde Meryem'e Cebrail'in tanımadığı bir insan
suretinde görünmesi, aynı sûrenin 16, 17, 18 ve 19. âyetlerinde belirtilmiştir.
b. Belirli bir insan suretinde görünmeleri: Meselâ: Cibrîl-i Emin'in sahabelerden
Dıhye el-Kelbî suretinde geldiği beyan edilmektedir.
Melekler yemekten, içmekten, evlenmekten, doğmaktan, doğurmaktan uzaktırlar.
Hatta insan suretine büründükleri zaman dahi yemez içmezler. Meselâ, Hz. İbrahim
kendisine insan suretinde gelen meleklere, ikramda bulunduğunda yemeğe el
sürmemişler, Hz. İbrahim de bu olaydan korkmuştu. Zâriyât Sûresi'nin 24, 25, 26, 27
ve 28. âyetlerinde bu olay anlatılmaktadır.
Meleklerin bir kısmı dâima ibâdet, zikir ve fikirle uğraşır. Nitekim, Enbiyâ Sûresî'nin
19 ve 20. âyetlerinde bu husus açıkça belirtilmektedir. Bir kısmı da yerde ve göklerde
bir takım vazifelerle meşgul olurlar. Bunlar arasında Cebrail'in peygamberlere vahiy
getirmek, Azrail'in ruhları kabzetmek, Mîkâü'in hadîste beyan edildiği gibi, nzik
işleriyle meşguliyet, İsrafil'in kıyametten önce Sûr üfurmek, gibi görevleri vardır. Arş'ı
taşıyan melekler, Arş'm etrafını çevreleyip de Cenab-ı Allah'ı teşbih eden melekler,
Cennet ve Cehenneme müvekkel olan melekler, insanlarla meşgul olan, 121. gün ruh
vermekle mükellef olan melekler, insanların amellerini murakabe eden melekler,
insanları korumakla yükümlü olan melekler v.s. olduğu bilinmektedir. Meleklerin
şekil olarak iki, üç, dört kanatlı olanları bulunduğu Fâtır Sûresi'nin birinci âyeti
kerimesinde belirtilmektedir. Ayrıca Hz. Aişe'den mervî bir hadis-i şerifte
Rasûlullah'm Cebrail'i melek suretinde altıyüz kanadıyla ufukları doldurmuş halde iki
kere gördüğü; birinin Mîraç Gecesi, diğer birinin de Mekke'deki Ecyâd Vadisinde vâki
olduğu belirtilmektedir.
Melekler yerle gök arasında Cenab-i Hak'ın izni ile her çeşit çekim ve akımlar da dahil
hiçbir şeyden etkilenemezler. Uzun mesafeleri kısa zamanda katetmeye muktedir
oldukları âyeti kerîmelerde beyan edilmektedir. Meleklerin gücü hiçbir insan gücüyle
ölçülemez. Nitekim, Lût Kavmi'nin helak edilmesindeki hâdise bunu açıkça gösterir.
Melekler Allah'ın emirlerine asla isyan etmezler. Vazifelerini emrolundukları biçimde
yaparlar. Sayıları insanlarca bilinmez. Taberânînin bir rivayetinde, yedi semâda melek
bulunmayan, bir ayak, bir karış, hatta bir avuç yerin olmadığı ifâde edilmektedir.
Üzerinde durduğumuz Hadîs-i Şerifteki Meleklerden murat, Hafaza, Kirâmen Kâtibin
ve ruhları kabzetmekle vazifeli olanların dışmdakilerdir. Çünkü, bunlar her eve
girerler.
Hadîsin zahirinde Meleklerin evlere girmemelerine sebep olan resim'in evsâfı tâyin
edilmemiştir. Hadîsin mutlak oluşundan hareketle Nevevî, Meleklerin, içerisinde her
türlü resim bulunan eve girmediklerini söylemiştir. Resimle ilgili diğer hadîslerin de
gözönüne alınması halinde, buradaki resimden maksadın canlı resmi olduğunu
söyleyenler de çoktur.
Mes'ele, aslında yapılması veya kullanılması meşru olan ve olmayan resimlerle
ilgilidir. Yani yapılması ve kullanılması meşru olan resimler meleklerin girmesine
mâni değil, meşru olmayanlar manîdir.
Tecrîd-i Sarih'de, resimle ilgili değişik hadîsler ve ulemânın değişik görüşleri
verildikten sonra hulâsa olarak şunlar kaydedilmiştir.
"...Bubâbda ulemânın iki noktada ittifak ve bir noktada ihtilâf ettiklerini görüyoruz.
İttifak ettikleri noktalardan birisi; Ağaç, dağ, taş gibi eşya ve manzara resimlerinin
mutlak surette mubah olduğudur. Diğeri de vesikalık fotoğraflar gibi vücudun tamamı
olmayarak bedenin bir kısmına âit olan canlı resimlerinin hem yapılmalarının hem de
kullanılmalarının caiz olduğudur. Vücudun tamamı olan canlı resimleri hakkında
ihtilâf edilmiştir. Bazı âlimler tazim maksadı olmaksızın bunların kullanılmasını da
r3331
mekruh olmakla beraber caiz görmüşlerdir. Bazıları da caiz görmemişlerdir."
Menhel sahibi ise, Canlı resimlerinin yapılmasının haram olduğunda ulemânın ittifak
ettiğini kaydeder.
Resmin nehy edilmesinin en önemli sebebi, bunlara ibâdet edilmesi endişesidir. İslâm,
tevhid dînî olduğu için tevhide zarar verme ihtimâli olan her şeyden sakmılmıştır.
Hatta, Efendimiz kendi kabrine bile ibâdet edercesine hürmet gösterilmesini
istemiyordu. Bu sebeple, İslâm'ın ilk günlerinde Rasûlullah aleyhisselâm, ister tazim
ister tahkir ifâde edecek biçimde kullanılsın, ister ibâdet ister ihanet manâsı arzetsin,
resimli eşya kullanılmasını mutlak surette nehyetmiştir. Fakat, İslâm şirke galip gelip,
zafer tahakkuk ettikten sonra, ilk günlerdeki kadar dar çerçeveli harekete lüzum
kalmamış, resim ve timsallerin ta'zim ifâde etmeyecek biçimde kullanılmasına müsaa-
de edilmeye başlanmıştır.
Netice olarak; İçinde canlı bulunmayan manzara resimlerinin yapılmasında,
alınmasında ve kullanılmasında bir mahzur olmadığı ittifakla kabul edilmiştir. Canlı
resimler için "mutlak surette caizdir" diyenler olduğu gibi, tamamen yasaklayanlar da
olmuştur. Üçüncü bir görüşe göre, ta'zîm kasdedilmek sizin timsâli olmaması şartıyla
kullanılmasının caiz olduğu ve meleklerin girmesine mâni olacağı beyan edilmekte ve
uygun olan görüşü de bu olduğu ifâde edilmektedir.
Meleklerin evlere girmekten kaçınmalarına ikinci sebep de köpektir. Hadîsin zahiri,
ister çoban ve av köpeği gibi alınıp satılması caiz olanlardan olsun, ister olmasın bütün
köpekleri içine almaktadır. Çünkü, hadîs-i şerifte "Kelb (köpek)" kelimesi siyakı
nefıyde nekre olarak gelmiştir. Bu da umûm ifâde eder. Kurtubî ve Nevevî, bu görüş
sahiplerindendir.
Hattâbî ve bir gurup âlim'e göre; bekçilik için bulundurulan köpekler bu hükmün
dışındadır.
Meleklerin, köpek bulunan evlere girmekten imtina etmelerine değişik sebepler
gösterilmiştir. Kimi, köpeğin aynının pis olmasını, kimi necaset yemesini ileri
sürmüşlerdir. Bazı âlimler ise, yukarıdaki sözlere itiraz ederek bunu kulun
bilemiyeceğini söylemişlerdir.
Netice olarak: Hadîs-i şeriflerde belirtilen çoban köpeği, av köpeği, ekin ve ziraat
koruyuculuğu yapan köpekler ve bunlara kıyasla faydalı ve lüzumlu olan, askeriyede
kullanılan muhabere köpekleri, polis köpekleri, bulundurulmalarına izin verilen
köpeklerdendir. İhtiyaca binâen bulundurulan bu köpeklerin bulundukları eve, çiftliğe
veya müesseseye izin verilmeleri sebebiyle meleklerin girmesine mâni bir hal
olmadığı anlaşılmaktadır.
İhtiyaç dışında olan süs köpekleri, sokak köpekleri v.s.'nin bulunduğu evlere
meleklerin girmeyeceği hadîs-i şerifte belirtilmiştir.
Allahu âlem hadîsteki hükmün de bu olduğunu söylemek zorlama olmayacaktır. Daha
geniş bilgi için 74. 'üncü hadîse de müracaat ediniz.
Meleklerin evlerden uzak kalmalarına sebep olan üçüncü şey de hadîsin bu babda
şevkine sebep olan cünupluk halidir. Bundan murat guslü terketmeyi âdet haline
getirip, namaz vaktinin geçmesine aldırış etmeyenlerdir. Ra-sûlullah (s.a.)'m bir
gusülle bütün hanımlarını dolaşması, Hz. Aişe'nin bildirdiğine göre, guslü bazan
gecenin sonuna kadar geciktirmesi, bir müddet cünup durmanın mahzurlu olmadığını
gösterir.
Eğer, bu durum meleklerin eve girmesine engel olsaydı, devamlı melekle haşir-neşir
olan Rasûlullah guslü geciktirmezdi.
İçinde cünup bulunan eve meleklerin girmekten imtina etmelerinin hikmeti, cünubun
13341
namazdan ve Kur'ân okumaktan uzak olmasıdır.
Bazı Hükümler
1. Hadîs, yukarıda belirtilen ve -istisna edilen köpek ve resimlerin haricindeki- köpek
ve resim bulundurmayı yasaklamaktadır.
2. Cünüplükten ötürü yıkanmakta gevşeklik göstermek hayr ve berekete mânidir.
228.... Aişe (r.a.) şöyle demiştir; "Rasûlullah (s. a.) cünup olduğu halde, suya
r3351
dokunmadan uyurdu."
Ebû Dâvûd dedi ki; Hasen b. A li el- Vâsıtî bize haber verdi ve dedi ki; "Yezîd b.
Harun'un Bu hadîs (Ebû îshâk hadîsini kastederek) yanılmadır, dediğini
T3361
duydum."
Açıklama
Hadîs-i şeriften Rasûlullah Efendimizin cünup olduğu halde abdest almadan ve
gusletmeden uyuduğu anlaşılmaktadır. Efendimizin bu hareketi, cünupken, abdest
almadan uyumanın caiz olduğunu göstermek içindir.
Nevevî, Müslim Şerhi'nde şunları söyler: "Bu hadîs sahihse, Peygamber
aleyhisselâm'm uyumadan evvel abdest aldığını belirten diğer rivayetlere muhalefet
arzetmemektedir. Bu rivayetlerin te'lîfı şu iki şekilde yapılmıştır.
1. Burada swya doVommatoan maVsaVgusüldür. Bu iki büyük imâm (Ebu'l-Abbas
ibn Şureyh ve Ebû Bekir el-Beyhâkî)m te'vîlidir.
2. Bazı hallerde Rasûlullah asla suya el sürmemiştir. Şayet devamlı abdest alsaydı,
onun vacip olduğu zannedilebilirdi. Bence uygun olan te'vil de budur."
Müellifin sondaki ziyâdeyi getirmekten maksadı, bu hadîsin hâlini beyan etmektir. Bu
hadîste hata olduğunu Ebû Dâvûd' tan başka söyleyenler de vardır. Tirmizî de;
"Rasûlullah'in uyumadan önce abdest aldığına dâir olan Hz. Aişe hadîsini Esved'den
bir çok kişi rivayet etmiştir. Bu, Ebû İshâk'm Esved'den rivayet ettiği (üzerinde
durduğumuz) hadisten daha sahihtir. Bu hadîsi, Ebû İshâk'tan, Şu'be, Sevrî ve
başkaları rivayet etmiştir. Bunların hepsi hatanın Ebû İshâk'tan olduğu görüşündedir"
denilmektedir.
Ebû İshâk'm yanıldığı nokta şudur: O, bu hadîsi uzun bir hadîsten kısaltmış fakat bunu
yaparken hata etmiştir. Hadîsin tamamını Tahâvî rivayet etmiştir. Tahavî rivayetinin
sonunda; 'Rasûlullah'in suya dokunmamasından muradı guslet mernesidir, bu da
abdest almadığını ifâde etmez" demiştir.
Bütün bu söylenenlere rağmen îbn Mâce de aynı hadîsi, Ebû Dâvûd'taki şekli ile
rivayet etmiştir. Bu hususta îmâm Nevevî'nin biraz önce söylediği gibi doğru görüş:
"Üzerinden namaz vakti geçmemek ve bunu âdet haline getirmemek kaydı ile cünup
olarak bir müddet yatabileceği ve kalabileceğedir. Bununla birlikte anında yıkanmak
ve temiz olmak, ibadetlere hazırlıklı bulunmak müstehaptır.
Hadisten cünup olan bir kimsenin gusletmeden ve abdest almadan uyumasının caiz
T3371
olduğu anlaşılmaktadır.
90. Cünup Olarak (Kur'ân) Okumak
229.. ..Abdullah b. Seleme'den, demiştir ki; Biri bizden, diğerinin de Benî Esed'den
olduğunu zannettiğim iki kişi ile birlikte Ali (r.a.)'m huzuruna girdim. Ali (r.a.) onları
(âmil olarak veya bir başka görevle) bir tarafa gönderdi ve şöyle dedi:
"Siz, ikiniz de güçlü kuvvetlisiniz. Dîniniz için çalışınız (veya dîninizi koruyunuz)."
Sonra kalkıp helaya girdi. Heladan çıktı (ğmda) su istedi, bir avucuna alıp onunla
(ellerini) yıkadı. Sonra Kur'ân okumaya başladı. (Oradakiler) bunu garipsediler.
Bunun üzerine Hz. Ali şöyle dedi:
"Muhakkak, Rasûlullah (s. a); heladan çıkar, bize Kur'ân-ı Kerîm okutur ve bizimle
beraber et yerdi. Cünuplükten başka hiç bir şey onu Kur'ân (okumak)dan
P381 P391
ahkoymazdı."
Açıklama
Hadîs-i şerif cünup iken Kur'ân okumanın caiz olmadığına delâlet ediyor. Cumhurun
görüşü de budur. Bunlar, üzerinde durduğumuz hadîs ile Tirmizî ve tbn Mâce'in Ibn
Ömer'den rivayet ettikleri, "Cünup ve hayızlı olan Kur'ân'dan bir şey okumasın"
mealindeki hadîse dayanmışlardır.
Cumhur her ne kadar cünubun Kur'ân okuyamayacağında hem fikir ise de, bazı
istisnalarda aralarında görüş ayrılıkları vardır. Şöyle ki;
Şâfıîlere göre, zikir maksadıyla okunabilir.
İmam Mâlik ve Ahmed b. Hanbel, "Cünubun bir âyet kadarını okumasına ruhsat
verilir" demiştir,
Hanefilere göre: Duâ ve senaya dâir olan âyetleri, duâ ve sena maksadıyla okumak
caizdir.
İbn Münzir, Taberî, İbn Abbas ve Dâvûd ez-Zâhirî'ye göre, cünup iken Kur'ân okumak
caizdir. Bunlar Hz. Aişe'den rivayet edilen, "Rasûlullah (s. a.) her halinde Allah'ı
zikrederdi" hadîsine dayanmışlardır.
Cünupken Kur'ân okumanın haram olduğunu söyleyen Cumhura göre, bu zikirden
maksat, Kur'ân-ı Kerîm'in dışında olanıdır.
Cünup iken, bir örtü veya çubuk ile de olsa Kur'ân'a dokunmak, imamların ekserisine
göre haramdır. Hanefilere göre; Kur'ân'a bitişik olmayan bir kılıf, bir mahfaza, bir
torba veya sandık içinde bulunan bir Mushaf-ı Şerifi tutmak caizdir. Bunların
haricinde haramdır. Kur'âru Kerîme cünup iken el sürmenin haram olduğu görüşünde
olan ulemâ "Ona (Kurân'a) tam bir surette temizlenmiş olanlardan başkası el süremez,
13401
(O) âlemlerin Rabbi'nden indirilmedir" âyeti kerimesine dayanmışlardır.
Dâvud ez-Zâhirî, cünup kimsenin Kur'am Kerîme dokunmasını caiz görür. Delîli,
RasûluUah (s. a.) Herakliyus'a yazdığı mektupta Kur'ân-ı Kerîm'-den âyet
bulunuşudur. Gerek Herakliyus gerekse adamları pis (cünup) oldukları ve Efendimizin
onların dokunacağını bildiği halde mektubuna âyet yazdığını söyleyerek görüşünü
takviye cihetine gider.
Cumhur bu iddiaya, "Rasûlullah'in mektubundaki bir âyettir, buna da mushaf denmez"
diyerek cevap vermiştir.
Hanefî, Şafiî ve Hanbelîlere göre, abdestsiz olan kişinin de Kur*ân-ı Kerîme
dokunması haramdır. Kur'ân'a bitişik olan cildi, kenanndaki beyaz kısım ve satırlarının
arası için de hüküm aynıdır. Yalnız, Hanefî ve Hanbelîlere göre, abdestsizin, Kur'ân-ı
Kerîm ona bitişik olmayan kılıfı ile veya elbisesinin yeni ile dokunması caizdir.
Cünup veya abdestsiz olan kimse, yanması, suya batması, kâfirin eline geçmesi veya
necasete düşmesinden korktuğu takdirde, Mushafı eline alabilir. Eğer eline almaz ve
kurtarma imkânı varken yanmasına, suya batmasına veya kâfirin eline geçmesine göz
yumarsa günahkâr olur. Necasette bırakırsa kâfir olur.
Netice olarak: Abdestsiz olan kişinin Kur'ân-ı Kerîm'e dokunması ona bitişik olan
kapta olsa dahi caiz değildir. Abdestsiz iken ezberden Kur'ân okumak ve dinlemek
caizdir.
Cünup iken Kur'ân'a dokunmak ve okumak caiz değildir. Ancak duâ âyetlerinin, duâ
maksadıyla ezbere okunması caizdir.
Cünup, hayızlı ve nifaslı kadınların Kur'ân'ı dinlemelerinde bir beis yoktur, -her ne
[34U
kadar cünup olan kişinin bir an evvel yıkanması gerekli ise de-
fi azı Hükümler
1. Devlet başkanının, raiyyesinden bazılarını, lüzumlu gördüğü vazifelere ta ymı
caizdir.
2. Kişi görüşüne muhalif birşey görürse bunu ortaya koymalıdır.
3. Abdesti olmayan kişinin ezberden Kur'ân'ı Kerimi okuması caizdir.
[3421
4. Cünubun okuması ise haramdır.
91. Cünup Olanın Musafaha Etmesinin Cevazı)
230....Huzeyfe (b. el-Yemân)den rivayet edildi ki; "Rasûlullah (s.a.) kendisi ile
karşılaştı ve elini uzattı. Huzeyfe de;
[343]
Ben cünubum, dedi. Buna karşılık rasûlullah; "Müslüman necis olmaz" buyurdu.
I344J
Açıklama
Bazı nüshalarda, ( Necis olmaz) ibaresi yerine Necis değildir) ifâdesi kullanılmıştır.
13451
Hadîs-i Şerifin Müslim'deki rivayeti; şeklindedir.
Hadîs-i şerifteki "Müslüman necis olmaz" ifâdesinden murat, onun cünuplük sebebiyle
pis olmayacağı ve başkasını pisletmeyeceğidir.
Cünupluk sebebiyle insanın pis olmaması, sadece müslümana mahsus değildir.
Kâfirlerin vücutları da necasete bulaşmadıkları takdirde temizdir.
13461
Zahirîler, ( ) "Müşrikler necistir.
âyeti kerîmesinin zahirine bakarak, müşriklerin necîsu'l-ayn olduklarına hük-
metmişlerdir. İbn Reslân'm beyânına göre, bunlara şu şekilde cevap verilmiştir:
"Ayetten murat, müşriklerin itikatlarının pisliğidir, bedenleri değil. Ayrıca Cenâb-ı
Allah, Ehl-i Kitabın kadınları ile evlenmeyi mubah kılmıştır. Onlarla aynı yatağa
yatan kimsenin terlerinden korunması mümkün değildir. Buna rağmen, ondan dolayı
yıkanmak emredilmemiştir. Şu halde ister müslim, ister kâfir diri olan kimse, necîsu'l-
ayn değildir."
Nevevî, bu hadîs-i şerif için şunları söyler:
"Bu hadîs, ister ölü ister diri, müslümanm temiz oluşu hakkında büyük bir asıldır. Diri
olanların temizliği icmâ ile zahirdir. Hatta, bir kadın çocuk düşürse, fercinden çocuğa
bulaşan ıslaklık dahi temizdir..."
Ölü hakkında ise, ulemâ ihtilaflıdır. Şafıînin ikj görüşü vardır: Sahih olanına göre, o
temizdir. Rasûlulîah'm: "Ölü ikejarde, diri iken de müslüman necis olmaz" mealindeki
hadîs-i şerifi de buna işaret etmektedir. Temizlik ve pislik (taharet ve necaset)
hususunda kâfir de müslüman gibidir.
Hanefî âlimlerinden Aynî de, ister ölü ister diri olsun müslümanm necis olmayacağım
söyledikten sonra şunları ilâve eder: "Eğer sen, müslümanm ölüsünün de dirisinin de
pis olmayacağına dâir söylenenlere karşı;"öyle ise, cenazenin yıkanmaması gerekirdi"
dersen, şu karşılığı veririm: Cenazenin yıkanmasının vücûbımda âlimlerimiz ihtilâf
etmiştir. Bazılarına göre, Necasetten dolayı değil, mafsalların gevşemesi sebebiyle
çıkması umulan bir ha-desten dolayı yıkamak farzdır. Çünkü, insanoğlu bir ikram
olarak ölümle pislenmez. Eğer pislenseydi diğer hayvanlarda olduğu gibi yıkamakla
temizlenmemesi gerekirdi. Normal olarak, bu durumda, sağlığında olduğu gibi bir
abdest aldırmakla iktifa etmek gerekirdi. Fakat hayatta iken hades tekrarlandığı, ölüm
sebebiyle ise tekrar etmediği için ölüm hâlindeki hades cünupluğa benzetilmiş ve
vücûdun tamâmının yıkanması icâp ettiğine hükmedilmiştir. Çünkü bunda bir güçlük
yoktur.
"Irak âlimlerine göre ise; Cenaze hadesten dolayı değil, ölüm sebebiyle pislendiği için
yıkanır. Çünkü, insanda, akan kan vardır. Bundan dolayı diğer pis şeylere kıyasla,
ölüm hâlinde pislenir. Eğer öyle olmasaydı, insanın kuyuya düşüp ölmesi ile, kuyu
pislenmezdi."
Netice olarak diyebiliriz ki; İslâm ulemâsının Cumhuruna göre, cünupluktan dolayı
insanın vücûdu pislenmez ve başkasını da pisletmez. Bundan dolayı cünup birisi ile
13421
konuşmak da, ona dokunmakta ya da musâfaha etmekte, mahzur yoktur.
Açıklama
1. Alim olan birisi, karşısmdakinde yanlış bir hareket görürse onu ikâz etmeli,
doğrusunu söylemelidir.
2. Cünupluktan dolayı guslü te'hir etmek caizdir. Ancak, namaz vaktinin geçmesinden
korkutursa acele edilmelidir.
3. Cünupluk, dokunanı pisleyen cinsten bir necaset değildir.
231. ...Ebû Hureyre (r.a.)'den, şöyle demiştir; "Medîne yollarından birinde, ben cünup
iken Rasûlullah (s. a.) bana rastladı. (Ondan) gizlendim, gidip yıkandım ve (geri)
geldim.
Rasûlullah (s. a.):
Nerede kaldın? Vâ Ebâ Hureyre? dedi. Ben;
Cünup idim, temizlenmeden seninle beraber oturmayı doğru bulmadım, dedim.
[348]
Sübbânellah. Müslüman necis olmaz, buyurdu."
(Ebû Dâvûd dedi ki:) Bişr kendi rivayetinde hadîsi Humeyd ve Bekr'den tahdisen
[3491
aldığını gösteren ( ) tabirini kullandı.
Açıklama
Hadîs-i şerifteki; ( ) "gizlendim" kelimesi Buhârf nin bir rivayetinde; aynı manada
( ) bir başka rivayetinde ( ) "Sıvıştım" Müslim ( ) "Sıvıştı"
Tirmizîde ( ) "Koştum" şekillerindedir. Ayrıca; ( ) " kendimi necis saydım." ( )
kendimi noksan buldum" ( ) "Kendimi Rasûlullah aleyhisselâmla beraber
oturmaktan men ettim" şekillerinde rivayet edenler de olmuştur.
Ebû Hureyre'nin Efendimizden geri kalmasının sebebi şudur: Rasûlullah aleyhisselâm,
Ashabından birisi ile karşılaşırsa, musafaha ve duâ ederdi. Ebû Hureyre cunupluk
sebebiyle kendisini pis zannetmiş ve O halde Allah Rasûlunun kendisiyle musafaha
etmesinden korkmuştur. Bundan dolayı koşarak yıkanmaya gitmiştir.Rasûlullah
aleyhisselâm, Ebû Hureyre'nin bu hareketine hayret etmiş ve; "Sübhânellah.
Müslüman pis olmaz" buyurmuştur.
"Sübhânellah" kelimesi, tenzih ve teacüp (hayret) manâsına kullanılır.
Burada teaccup için gelmiştir. Bu kelime, mahzûf bir fiilin mefulüdür. "Seni tenzih
için teşbih ettim, yâ Rabbi" takdirindedir. Bazıları da bu kelimenin "Tâat hususunda
r3501
Allah'a koşarım" manasına geldiğini söylemişlerdir.
Bazı Hükümler
1. Fazilet sahiplerine hürmet ve ta'zim'de bulunmak, onların yanında güzel kılık ve
kıyafet, terbiye ve nezaketle oturmak müstehaptır.
2. Cünup olan kişinin, namaz vaktinin geçmesinden korkmuyorsa yıkanmadan önce
bazı önemli işlerini yapması caizdir.
[3511
3. Cemaat reisinin, cemaatını ısındırmak için iltifat etmesi güzeldir.
92. Cünup Olan Kimsenin Camiye Girmesi
232....Aişe (r.anhâ)'nm şöyle dediği rivayet edilmiştir; Ashâb-i Kiramın evlerinin
kapıları Mescide açılmış bir halde iken, Rasûlullah (s.a.) (Mescide) gelip;
"Şu evlerin yönlerini (kapılarını) mescidden çeviriniz" buyurdu ve(hucre-i saadetine)
girdi.
Ashab, kendileri hakkında bir ruhsat inmesini umarak bir şey yapmadılar (evlerin
kapılarını çevirmediler.) Bir müddet sonra Rasûlullah aleyhisselâm onlar (m yanma)
tekrar çıktı ve;
"Şu evlerin (kapılarını) çeviriniz. Çünkü ben, mescidi hayız ve cüntıp (olan)lara helâl
[3521
görmüyorum" buyurdu.
r3531
Ebû Dâvûd dedi ki; ıı(Seneddeki)0(Eflet b. Halîfe), Füleyt el-Âmirî'dir."
Açıklama
Zahirîlerden İbn Hazm, senetteki "Eflefın meçhul olduğunu ileri sürerek bu hadîsin
zayıf olduğunu söylemiştir. Buna karşılık; Şevkânî, îbn Kattan, îbn Huzeyme ve İbn
Seyyid'in Nâs sahih olduğunu söylemişlerdir.
Hattâbî şöyle der; "Eflet'in meçhul bir râvi olduğunu ileri sürerek bu hadîs için zayıf
demişlerdir, ama bu isabetti değildir. Çünkü, İbn Hıbban ona "sıka" Ebû Hatim de
"Şeyh" demiştir. Ahmed b. Hanbel, ( ) ifâdesini kullanmış, Süfyân es-Sevrî ve
Abdulvâhid b. Ziyâd da kendisinden hadîs rivayet etmişlerdir. Onun hakkında,
Kâşifte; "sadûk" Bedru'l-Münîr'de "Meşhur, Sıka" denilmiştir..."
Cünup olanın camiye girmesinin caiz olup olmadığı hususu ihtilaflıdır.
Müzenî, Dâvûd ve îbn Münzir'e göre, özürlü veya özürsüz, abdest alarak ya da
almadan, camide oturmak veya caminin içinden geçip gitmek caizdir. Bunlar, bundan
evvelki bâbda geçen "Müslüman pis olmaz" hadîsine dayanırlar. Ancak müslumamn
necis olmaması, onun camide kalmasının caiz olmasını gerektirmez. Bu konuya has
hadîsler bulunmaktadır.
İshak b. Rahûye, Süfyân es-Sevrî ve Mâlikîlerin çoğunluğuna göre, cünubun, caminin
içinde Hurması da, geçip gitmesi de caiz değildir. Ancak zaruret hâlinde abdest alarak
içinden geçebilir. Bazı Mâlikîlere göre, teyemmüm etmelidir.
Hanbelîlere göre: Zaruret olsun olmasın, abdesti oîmasa bile geçip gitmesi, abdest
almak şartıyla da içinde kalması caizdir.
Şafıîier; mescidde durmadan geçip gitme hususunda Hanbelîlerin görüşündedirler.
Delilleri şu âyeti kerîmedir.
"Ey iman edenler, siz sarhoşken ne söyleyeceğinizi bilinceye ve cünup iken de -yolcu
[3541
olmanız müstesna- gusledinceye kadar namaza yaklaşmayın..."
Şafıîier ( ) (geçip gitmenin) ancak namaz kılman yerlerde olabileceğini, bunun
sefere mahsus olduğunu söylemeye delil bulunmadığını söylerler. Üstelik "Müsâfır"
kelimesi âyette tekrarlandığı için sefer manâsına kullanılmış olsaydı tekrar olacaktır.
Kur'ân-ı Kerîmde ise bunun olmadığı açıktır, derler.
Sa'îd ve îbn Ebî Şeybe'nin Câbir'den İbn Münzir'in de Zeyd b. Eşlem'den rivayet
ettikleri hadîsler de Şafiîlerin delillerindendir.
Cünubun, camide durması ise Şafiîlere göre de haramdır.
Hanefîlere göre; Cünubun, eğlenmeden, geçip gitmek içinde olsa mescide girmesi
haramdır. Ancak evinin kapısı mescide açılıp da değiştirme imkânı olmayışı gibi
zaruret hallerinde haram olmaz. Eğer mescidde iken cünup olur da beklemeden
çıkabilirse, teyemmüm edip çıkar. Çıkamazsa, teyemmüm edip bekler. Cünup
olduğunu bilmeden camiye girer de camide iken cünup olduğunu hatırlarsa, hemen
dışarı çıkar, Çıkamayacaksa teyemmüm edip bekler. Fakat, namaz kılamaz, Kur'ân-ı
Kerîm okuyamaz. Hanefîler; üzerinde durduğumuz hadîs ile, Tirmizî'nin rivayet ettiği,
"...Yâ Ali şu mescidde cünup olarak (bulunman) seninle benden başka hiçbir kimseye
helâl olmaz" hadîs-i şerifidir. Üzerinde durduğumuz hadis hakkında bazı şeyler
söyİenmişse de, Açıklama kısmının başında hadîsin sahih olduğunu söyleyenlerin
çoğunlukta olduğu beyan edilmiştir.
Hanefîler, Şafiîlerin delil kabul ettikleri âyeti onlar gibi anlamamışlar, ( -namaz)
kelimesinin başına ( -yerleri) kelimesinin muzaf olarak takdir edilmesine itiraz ederek
şöyle demişlerdir: "Kelimenin başına muzaf takdir etmek, asim hılâfmdadır. Buna
göre; "Siz sarhoşken ne söyleyeceğinizi bilinceye kadar namaz yerlerine
yaklaşmayınız" kısmına da muzaf takdir etmek gerekirdi. O zaman mana; "Sarhoşken
ne söyleyeceğinizi bilinceye kadar namaz yerlerine yaklaşmayınız." olur ki bu
mümkün değildir. Zaten bunu kimse söylememiştir.
Seferin tekrarı mes'elesine gelince, bu, cenabet hâli ile hastalık hâlinin, hükümde eşit
olduğuna işaret içindir."
Hanefîler âyeti kerimeyi şu şekilde anlamışlardır; "...Cünupken namaza
yaklaşmayınız, ancak cünup, müsâir olur da su bulamaz veya kullanmaya muktedir
olmazsa müstesna."
Hz. Ali, tbn Abbâs, Mücâhid ve Sa'îd b. Cübeyr de Hanefîlerle aynı görüştedirler.
Hayız ve nifas hâlindeki kadın için de Hanefîlerin görüşü ayıdır. Yani, bunlar da
mescide giremezler. Mâlikîler de aynı görüştedir. Tabiî zaruret hâli bu hükmün
dışındadır.
Şafiî ve Hanbelîlere göre; Cünup için olduğu gibi ayhali ve lohusa için de, mescidi
kirletmeyeceklerinden emin iseler, içinden geçmeleri caizdir. İçeride durmaları,
Şafıîlere göre caiz değil, Hanbelîlere göre kanm kesilmesi ve ab-dest almış olmaları
şartıyla caizdir.
Mescidin içinde ihtilâm olan bir kimsenin derhal dışarıya çıkması lâzımdır. Kapıların
kapalı olması gibi bir sebepten dolayı içerde kalması ise zarurete binâen caizdir.
Caminin iki kapısı varsa, kendisine yakın olandan çıkmalıdır.
Mescidde, abdestsiz olarak durmak ittifakla caizdir. Sebepsiz yere abdestsiz duruyorsa
mekruh olduğunu söyleyenler de olmuştur.
Mescidde uyumanın hükmü hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir.
Saîd b. Müseyyeb, Hasen el-Basrî, Atâ, Muhammed b. Şîrîn ve Şafiilere göre,
kerâhatsiz caizdir. Ancak, namaz kılanlara yeri daraltır veya onların gönlüne vesvese
vermesine sebep olursa, caiz değildir, haram olur.
İmam Mâlik, "Evi olanın mescidde gecelemesini veya gündüz uyumasını doğru
bulmam" demiştir. İmam Ahmed'le İshâk da bu görüştedir.
İbn Mes'ûd; Tâvûs, Mücâhid ve Evzâî, mescidde uyumayı mekruh görmüşlerdir.
Hanefîlerden Aynî, "İbn Müseyyeb ve Süleyman b. Yesâr'a camide uyumanın hükmü
soruldu. "Bunu nasıl sorarsınız, Ehl-i Suffa mescidde uyurlardı, onların meskeni
T3551
mesciddi" dediler" demiştir.
Bazı Hükümler
1. Şeriata uygun olmayan şeylerin değiştirilmesi gerekir.
2. İlk emirle arzu edilen şey hasa olmamışsa, emrin tekrarı lâzımdır.
D561
3. Cünüb ve hayızlı olanların mescide girmesi haramdır.
93. Cünub Olduğunu Unutarak Cemaate Namaz Kıldıran (İn Durumu)
13521
233. ...Ebû Berke (r.a.) den rivayet edildiğine göre;
Rasûlullah (s. a.) sabah namazına başlamıştı ki, eliyle (cemaate) "Yerinizden
ayrılmayın" diye işaret etti (ve evine gitti, biraz) sonra başından sular damlaya
r3581 r3591
damlaya gelip cemaate namaz kıldırdı."
Açıklama
"Rasûlullah (s.a.)in mescide girip mihraba geçtikten sonra abdestsiz olduğunu namaza
başlamadan mı, yoksa başladıktan sonra mı hatırladığına dair bu hadis-i şerifte bir
açıklık yoktur" denmesine rağmen "dehale" "namaza girdi" kelimesi ile diğer bir
rivayette de "kebbere" "iftitâh tekbirini aldı" kelimesi görülmektedir. Bu yüzden bazı
âlimler namaza girdiğini iddia ederken, bazıları da hadisin diğer rivayetindeki
"kebbere" "tekbir aldı" fiilinin başına bir "erâde" fiili takdir ederek "tekbir almak
istedi" şeklinde manalandırmışlardır. Bütün bunlar hadis-i şerifi tevil açısından
zorlamadır.
Dârakutnî'nin Enes'ten îbn Mâce'nin de Ebû Hüreyre'den rivayet ettiği hadisler,
Efendimizin iftitah tekbirini alıp, namaza başladığını bildiriyor. Ebû Davud'un bundan
sonra gelecek olan rivayeti de aynı şeye delâlet etmektedir.
Ebû Davud'un Ebû Hüreyre'den rivayet ettiği 235 nolu hadisi, (bu hadisi Buharı,
Müslim ve Nesâî de rivayet etmişlerdir) ve Müslim'in yine Ebû Hüreyre'den rivayet
ettiği hadis, Rasûlullah (s.a.)'m namaza başlamadığına işaret ediyor.
Ulemâ bu hadislerin, arasım birleştirmek için şu görüşleri ileri sürmüşlerdir:
1. Olay tekerrür etmiştir. Efendimiz bunlardan bazılarında namaza başlamış,
bazılarında başlamamıştır. Neyevî ve İbn Hibbân bu şekilde söylemişler ve Ebû Bekre
ile Ebû Hüreyre'nin hadislerinin ayrı ayrı iki vaka ile alâkalı olduğunu ileri
sürmüşlerdir.
2. Vak'a tektir. Ebû Dâvûd'taki "namaza girdi" cümlesi bir muzaf takdiri ile "namaz
yerine girdi" şeklindedir. Yine Ebû Dâvûd'taki 235 nolu hadis ile Buhârî'deki ( )
"namaz kıldığı yerde durunca" ifâdeleri bu te'vili takviye etmektedir. Diğer
rivâyetlerdeki ( ) "tekbîr aldı" kelimesi de yukarıda işaret edildiği gibi ( ) "tekbir
almak istedi" mânâsına hamledümiştir.
3. Resûlullah (s. a.) tekbir almış, Ebû Bekre önde olduğu için bunu duymuş ve
duyduğu şekliyle, Ebû Hüreyre ise, uzakta olduğu için duymamış ve gördüğü şekliyle
nakletmiştir.
"İmamın, abdestsiz olduğunu unuttuğu için namazı fasit olsa da cemaatin namazı
sahihtir" diyenler bu hadis-i şerife dayanmışlardır. Mâlik ve talebeleri, Şafiî, Evzâî,
Sevrî ve Ahmed b. Hanbel'in mezhebleri budur. Esrem, Ebû Sevr, İshâk, Hasan el-
basrî, İbrahim en-Nehaî ve Saîd b. Cübeyr'in de bu görüşte oldukları rivayet edilmiştir.
Bunlar Efendimizin ilk anda tekbir aldığını, cemaatin de Rasûlullah'a tabi olduklarını,
Rasûlullah ayrıldıktan sonra yine namazlarına devam ettiklerini söylerler.
Hattâbî bu hadisin şerhinde şunları söyler:
"Bu hadis delâlet etmektedir ki, bir imam cünüb olduğunu unutup da cemaate namaz
kildırsa, cemaat onun halini bilmeseler, namazları sahihtir, iadesi gerekmez. İmamın
ise, kendi namazım iade etmesi gerekir. Haberin lâfzının zahirinden çıkan hüküm
budur .Çünkü sahâbîler Rasûlullah (s.a.)'le birlikte namaza başlamışlar sonra
Efendimiz kendisi gusledinceye kadar cemaatten oldukları gibi beklemelerini istemiş,
işi bittikten sonra gelip namazlarını tamamlamıştır. Namazdan, üzerine bina caiz
olacak kadar bir cüz sahih olunca diğer cüzleri de sahih olur. İmama uymak tamamen
ictihâdi bir yoldur. Cemaat imamın zahirini bilmekle mükellef tutulmuştur. İç halini
ihata emredilmemiştir. Zaten bunu anlamaya gücü yetmez. Zahire göre verdiği hü-
kümde hata etmişse bu onun işini bozmaz. Hakim de aynen böyledir. İçtihadı bir
hükümde hatâ'ederse, bu hüküm bozulmaz. Cemaatin, imamın taharetini bilmesine
imkân yoktur. Onu bilemediği için de kınanmaz. Bu, Ömer b. el-Hattâb (r.a.) m
görüşüdür ve ona muhalefet eden herhangi biri bilinmemektedir. Şafiî'nin mezhebi de
budur.
"Yine bu hadis, muktedînin, namaza imamdan evvel başlaması hâlinde namazının
batıl olmadığına delildir. Ayrıca, abdestin bozulması halinde binanın sahih olduğunu
söyleyenler için de hüccettir."
Hattâbî'nin bu sözlerine Aynî itiraz ederek şunları söylemiştir:
"Hattâbî'nin "Haberin lâfzından çıkan hükmün zahiri, sahâbîler Rasûlullahla beraber
namaza başladılar..." sözü merduttur. Çünkü Efendimiz, İbn Hıbbân'm Sahîh'inde de
belirttiği gibi cemaata namazı (evvelki tekbirle değil) yeni bir tekbirle kıldırmıştır.
Sahih-i Müslim'deki "Rasûlullah aleyhisselam tekbir almadan önce ayrıldı" ifâdeleri
de bunu göstermektedir."
"Namazsra bir cüz'ü sahih olunca diğer cüzleri de sahih olur." sözü de aynı şekilde
merduttur. Biz, bu cüz'ün sahih olduğunu kabul etmiyoruz. Çünkü -Rasûlullah'm
önceden başladığı kabul edildiği takdirde- Efendimiz yerine birini geçirmeden
imametten ayrıldığı için bu cüz bâtıl olmuştur. Baş tarafı fasit olunca üzerine bina da
fasit olur. Çünkü fasidin üzerine bina kılman şey de fasittir. Ayrıca, sahih veya fasit
olma yönünden namaz parçalanmaz. Doğrusu, yukarıda da söylediğimiz gibi
Efendimizin yeni bir tekbirle başlamış olmasıdır.
"Hz. Ömer'in görüşü budur ve ona muhalif biri de bilinmemektedir" sözüne gelince,
bu doğru değildir. Çünkü Dârakutnî'nin Sünen'inde, Amr b. Hâlid, Habîb b. Ebî Sabit,
Asim b. Hamza ve Hz. Ali senediyle yaptığı rivayette Hz. Ali cemaate cünup olarak
namaz kıldırmış sonra kendisi namazını iade etmiş, o cemaate de iade etmelerini
emretmiştir. Abdürrezzak da Taberânfnin naklettiği bu hâdiseyi ve şunu rivayet
etmiştir: Ebû Ümâ-me'den rivayet edildiğine göre, Hz. Ömer (r.a.) cemaate cünup
olarak namaz kıldırmış ve namazını iade etmiş, cemaate ise iade ettirmemiş. Bunun
üzerine Hz. Ali, "Seninle birlikte namaz kılanların da namazlarım iade etmeleri
gerekirdi" demiş, cemaat de Hz. Ali'nin sözüne dönmüştür. Kasım, "İbn Mes'ûd da Hz.
Ali'nin görüşündedir" der.
"Hadiste, imamdan evvel tekbir aldıkları takdirde cemaatin namazının bâtıS
olmadığına işaret vardır." sözü de reddedilmiştir. Çünkü hadiste buna işaret yoktur.
Zira Efendimiz, ya tekbir almadan yıkanmaya gitmiştir (ki sahih olan da budur) ya da
onların zannettiği gibi tekbir aldıktan sonra gitmiştir. Tekbir almadan gitti ise, ne
imamdan ne de cemaatten tekbir alan olmamıştır. Tekbir aldıktan sonra gitti ise,
cemaat, Efendimizin yeniden aldığı tekbir ile namaza girmişlerdir. Üstelik Şafiî
imamdan önce tekbir alanın namazının bâtıl olduğunu söylemiştir."
İmam Ebû Hanîfe, Şa'bî ve Hammad b. Ebî Süleyman, namaza başladıktan sonra
imamın abdestsiz olduğu meydana çıkması halinde, cemaatin namazının fâsid olduğu
görüşündedirler. Bunlar, İmam Ahmed'in Ebû Hü-reyre'den merfu'an rivayet ettiği ( )
"İmam, koruyucu ve gözeticidir" (yani cemaatin namazının sıhhati imamın namazının
sıhhatine bağlıdır) hadis-i şerifine dayanmışlardır. Aynı hadisi Taberânî de Ebû
Umâme'den rivayet etmiştir. Bu görüş sahihlerine göre, imamın namazı cemaatin
namazını da şâmil ve mutazammmdır. Cemaatin namazının sıhhati imamın namazının
sıhhatine, fesadı da onun namazının fesadına bağlıdır. Bu durumlarda imam cünup
olduğu için tahrimesi (iftitah tekbiri) sahih olmaz. Tahrime olmadığı için de imamın
namazı fasit olduğuna göre cemaatin namazı da fasittir. Zira Efendimiz: "İmamın
namazı fasit olunca, mukiedînin namazı da fasit olur" buyurmuştur. Dârakutnî'nin Saîd
b. Müseyyeb'ten Resûlüllah'm cünupken namaz kıldırıp hem kendisinin hem de
cemaatin namazını iade ettiklerine dair haber ve Hz. Ali'nin aynısını yaptığına dair
olan haber de bu görüş sahiplerini takviye etmektedir. Bu görüş Hanefî mezhebinin
benimsediği görüştür.
Olayın temeli imamın cünuplüğünü unutarak namaza yaklaşması veya durmasıdır,
imam cünup ve abdestsiz olduğunu bilerek namaza durursa iman açısından imamın
durumu tehlikelidir. Böyle kişilerin namaza durması değil, camiye girmesi dahi
[3601
yasaktır. Bir önceki hadiste bunun hükmü geçmişti, oraya bakılabilir.
Bazı Hükümler
1. İnsan olmaları sebebiyle Peygamberlerin de herhangi bir şeyi unutmalan
mümkündür.
2. Vakit müsait olduğu müddetçe cemaatin imamı beklemesi meşrudur.
3. Cünup olanın, guslü geciktirmesi caizdir.
4. Cünup olduğunu unutarak camiye giren hatırlayınca derhal camiden çıkar. Uygun
olanı, teyemmüm ederek çıkmasıdır.
5. Kâamet getirildikten sonra imamın abdestsiz olduğu anlaşılırsa (abdest alıp tekrar)
geri geldiğinde kaametin iadesi gerekmez ve böyle bir durumla karşılaşan imamın
durumunu cemaate açıkça beyan etmesi gerekir.
234....Hammad b. Seleme önceki hadisi aynı senetle ve aynı manada rivayet etmiş,
(fakat) başında (Rasûlullah) "tekbir aldı" sonunda da namazı bitirince, "ben ancak bir
1361]
beşerim, cünup idim (yıkanmayı unuttum) buyurdu" ifâdelerini ilâve etmiştir.
Ebû Dâvûd, şunları söyledi:
Bu hadîsi Zührî, Ebû Seleme b. Abdurrahmân 'dan, o da Ebû Hüreyre'den (şöylece)
rivayet etmiştir: (Ebû Hüreyre) dedi ki:
Namaz kıldığı yerde durunca, biz tekbir almasını bekledik. 0,ayrıldı sonra
"Olduğunuz halde kaimiz" buyurdu.
Bu hadîsi Eyyüb îbn Avn ve Hişâm, Muhammed kanalıyla (mürsel olarak) Rasûlullah
(s.a.) dan şöyle rivayet etmiştir: "(Rasûlullah)Tekbîr aldı, sonra cemaate eliyle
oturmalarını işaret edip gitti ve gusletti."
Bunu aynı şekilde Mâlik, îsmâil b. Ebî Hakîm'den o da Atâ'dan rivayet etmiştir.'Ata
(rivayetinde) "Resülullah (s.a.) namazında tekbir aldı"demiştir.
Ebû Dâvûd dedi ki: Bunu aynı şekilde Müslim b. fbrahîm, Ebân' dan; O, Yahya'dan;
Yahya, Râbib. Muhammed'den o da Rasûlullah (s. a.) nakletti ve "tekbîr aldı" dedi.
[3621
Açıklama
Bu hadis-i şerifi, Hammâd bir evvelki Ebû Bekre hadisinin senediyle aynı mânâda
fakat değişik lâfızlarla rivayet etmiştir. Ancak Hammâd'm rivayetinde, Efendimizin
gusletmeye gitmeden evvel tekbir alıp namaza başladığı, sonunda da; "Ben de bir
beşerim ve ben cünup idim" buyurduğu sarahaten ifâde edilmiştir. Bu rivayeti İbn
Habbân da tahric etmiştir.
Ebû Davud'un ilâve ettiği taliklerden Zührî'ye ait olanı bazı nüshalarda yer almamıştır.
Doğrusu da bu olsa gerektir. Çünkü bu talik Ebü Bekre hadisine değil, Ebû Hüreyre
hadisine aittir. Bu ta'Ukte, Efendimiz'in tekbir almadığına işaret edilmektedir.
Sonraki iki rivayet ise, Peygamber Efendimizin namaza başladığında tekbir aldığına
işaret etmektedir.
235.. ..Ebû Hüreyre (r.a.)'den şöyle demiştir:
Namaza ikâmet edildi ve cemaat sallardaki yerini aldı. Rasûlullah (s. a.) (odasından)
çıktı. (Mihrabtaki) yerine durduğunda gusletmediğini hatırlayıp, cemaate (eli ile işaret
ederek veya sözle) "Yerinizden ayrılmayın" buyurdu ve evine gitti. (Biraz sonra) biz
saflarda (durur) iken, yıkanmış olarak başından sular damlar bir vaziyette aramıza
geldi.
H631
(Hadisin zikredilen) bu kısmı, îbn Harb'in lâfzıdır. Ayyaş ise, rivayetinde :
"Biz onu yıkanmış olduğu halde yanımıza gelinceye kadar ayakta beklemeye devam
f3641 f3651
ettik." sözüne yer vermiştir.
Açıklama
Bu hadis-i şeriften, Peygamber aleyhisselâram namaza ikâmet edilip saflar
düzeltildikten sonra hane-i saadetlerinden çıktığı anlaşılmaktadır. Müslim'in, Ebû
Hüreyre'den yaptığı, "Namaza ikâmet edildi, biz kalktık ve Rasühıllab (s. a.) gelmeden
önce safları düzelttik." şeklindedir. Müslim'in Câbir b. Semûre'den yaptığı rivayette
ise,
"Bilâl, RasûluHah (s.a.) çıkıncaya kadar kaamet etmezdi" şeklindedir. Buhârî ve Ebû
Davud'un başka bir rivayetinde de Efendimizin; "Namaza ikâmet edildiği zaman, beni
görünceye kadar ayağa kaikmaymız" buyurduğu ifade edilmektedir.
Görüldüğü gibi, bu rivayetlerin ikisinden Peygamber (s.a.) mescide girmeden ayağa
kalkıp onu ayakta bekledikleri anlaşılmakta; diğer ikisi ise bunun aksini ifade
etmektedir. Böylece ilk anda hadis-i şerifler arasında bir tearuz göze çarpmaktadır.
Ancak Rasûlullah camiye girdiğinde Ashab-i Kirâniî ayakta görmesi ve bunun caiz
olabileceği hususunda ikrarda bulunmamaları ve onlara acıyarak, "beni görmeden
kalkmayınız" buyurmalarına sebeb olmuştur. Sonraları Rasûlullah gelmeden ayağa
kalkmazlardı. Yani genel durumları bu idi. Bu yorumla aradaki tearuz giderilmiş
olmaktadır.
Üzerinde durduğumuz hadis-i şerif bundan evvelki hadis-i şerifin Ey-yûb îbn Avn ve
Hişâm'dan gelen rivayeti ile de bir tenakuz arz etmektedir. Çünkü onda, Efendimizin
cemaata oturmalarını emrettiği ifâde edildiği halde, bunda ayakta "oldukları şekilde"
durmalarım emrettiği ve onların da durduğu beyan ediliyor. Bezlu'I-Mechûd sahibi bu
tearuzu şu şekilde telif yoluna gitmiştir: "Rasûlullah (s.a.)'m cemaata işaretini
bazılarının mescidden dışarıya çıkmama, bazılarının bulundukları hali bozmama,
bazılarının da oturma şeklinde anlamış olmaları mümkündür. Bazı rivayetlerde "işaret
etti", bazılarında da "dedi" şeklinde olan farklılığı şöyle cem' edebiliriz: "Dedi"
şeklinde rivayet edenlerin işareti bu şekilde yorumlamış olmaları mümkündür. Ayrıca
Efendimizin söz ile işareti birleştirmesi, bazılarının hem sözü duyup hem de işareti
görmüş olması, bazılarının ise, sözü duymayıp sadece işareti görmüş olmaları da
muhtemeldir."
Ayrıca bu iki rivayetin birini diğerine tercih ederek tearuzu gidermek de mümkündür.
Şöyle ki, Ayyâş'm rivayeti "onu ayakta beklemeye devam ettik" şeklindedir. Aynı
zamanda muttasıl bir rivayettir. Eyyûb İbn Avn ve Hişâm'm Muhammed b. Sirîn'den
"eliyle (oturun!)" şeklindeki rivayet ise, mürsel bir rivayettir. "Muttasıl rivayet mürseî
rivayet üzerine tercih edilir" kaidesince, Ayyâş'm rivayetini tercih ederek tearuz
[3661
giderilmiş olur.
Bazı Hükümler
Önceki hadislerin hükümlerine ilâve olarak, safların düzgün oımasmm gerektiğine
işaret etmekle beraber Buhârî şârihi, Aynî bunun icma ile mustehab olduğunu
söylemiştir.
Zahirî mezhebinden îbn Hazm'e göre safların düzeltilmesi sıklaştırılması, birinci safta
yer varken ikinci saffm inşa edilmemesi saflar düzeltilirken, ayaklara ve omuzlara
1367]
dikkat edilmesinin farz olduğunu söylemiştir.
94. (Ihtilam Olduğunu Hatırlamayıp Da) Uyandıktan Sonra Üzerinde Islaklık
Gören Kimsenin Durumu
236....Aise (r.anhâ)'dan şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a.)'a ihtüâm olduğunu hatırlamadığı haîde (çamaşırmda) ıslaklık bulan
adam (in durumu) soruldu. Efendimiz:
"Gusleder (gusletsin)" buyurdular.
İhtilâm olduğunu gören, fakat ıslaklık bulmayan kişi (nin durumu) soruldu:
"Ona gusl gerekmez" buyurdu.
r3681
Ümmü Süleym "bunu gören kadına da gusül icabeder mi?" diye sordu.
Rasûlullah (s. a.)
r3691 r3701
"Evet. Çünkü kadınlar erkeklerin benzeridirler." buyurdu.
Açıklama
Hadism zâhiri, ihtilâm olduğunu hatırlamadığı haide uyanınca elbisesinde veya
bedeninde bir yaşlık gören kimsenin gusletmesinin gerekli olduğuna delâlet
etmektedir. îbn Abbas, Şa'bî, îbn Cü-beyr ve Nehâî'nin mezhebleri budur.
Hanbelilere göre, uykudan uyanan veya bayılmışken ayılan baliğ bir kimse,
kalktığında bedeninde veya elbisesinde bir yaşlık görür de onun meai olduğuna
hükmederse yıkanması farzdır; mezi olduğuna hükmederse, yıkanması gerekmez.
Fakat o yaşlığı yıkaması gerekir.
Şâfıîîere göre bu durumda, çıkan yaşlığın meni olduğu kesin olarak anlaşılırsa
gusletmesi farzdır. Mezi veya vedi ya da idrar olduğu belli ise, yıkanması gerekmez.
Meni mi, yoksa mezi mi olduğunda şüphe ederse bir tarafı tercih ederek ona göre
hareket edebilir. İhtiyaten gusletmesi daha iyidir.
Hanefilere göre, uykudan uyanan kimse yatağında veya çamaşırında ya da butlarında
bir yaşlık görür ve ihtilam olduğunu hatırlarsa, kendisine gusül lâzım gelir. O yaşlığın
meni veya mezi olduğunu bilsin veya şüphe etsin fark etmez. Bunda ittifak vardır.
Fakat ihtilam olduğunu hatırlamadığı takdirde o yaşlığın mezi mi, meni mi olduğunda
şüphe etse veya meni olduğuna kani olsa, Ebû Yusuf a göre gusül lazım gelmez.
Çünkü şehvetle geldiği belli değildir. îmam-i Azam ile İmam Muhammed'e göre
bunun mezi olduğuna kani ise, gusül Sazım gelmez; fakat meni olduğuna kani olur
veya meni mi, mezi mi, diye şüphe ederse, gusül lâzım gelir. İhtiyatlı olan budur. Za-
ten fetva da bu şekilde verilmiştir.
Mâlikîlere göre ise, uykudan uyanıp da ihtilam olduğunu hatırlamayan ve fakat
bedeninde veya elbisesinde bir ıslaklık gören kişi, kesinlikle bunun meni olduğuna
hükmeder veya meni midir, değil midir şüphesine düştüğü zaman gusletmesi gerekir.
Meni olmadığına teinükle kanaat getirir veya meni mi, mezi mi, vedi mi olduğunda
şüphe ederse, gusül gerekmez.
Bir erkek veya kadın, rüyada ihtüâm olduğunu hatırladığı halde meni dışarıya çıkmasa
gusletmeleri gerekmez. îmam Muhammed'e göre bu durumda kadının ihtiyaten
yıkanması gerekir. Çünkü kadından çıkacak maddenin gerisin geriye dönmesi
muhtemeldir.
Uyanıp yatağından kalkan kimse, ihtilam olduğunu hatırladığı halde tenasül uzvunda
bir yaşlık görürse gusletmesi lâzımdır. Ayakta veya oturduğu yerde uyuyan kimse,
uyanıp da bu uzvunda bîr yaşlık görür ve bu yaşlığın meni olduğuna hükmederse veya
uyumadan evvel âleti hareketsiz bir halde bulunmuş ise, gusl etmesi lâzımdır. Fakat
meni olduğuna hükmedemez de tenasül uzvu önceden sert bir vaziyette imişse gusül
gerekmez. Uzvun sert olması mezi çıkmasına sebeb olduğu için bu yaşlığın mezi
olduğu kabul edilir.
[371]
Bu mevzuda geniş bilgi için 206, 210-211 nolu hadislere de bakılabilir.
Bazı Hükümler
1. Kıyas caizdir.
2. İhtüâm olduğunu hatırlamasa bile uyandığında elbise veya bedeninde ıslaklık gören
kadın ve erkeğe gusletmek gerekir. Konu ile ilgili tafsilât açıklama kısmında
verilmiştir.
3. Kadınlar arasında da erkekler gibi ihtilam olanlar olabilir.
T3721
4. Şer'î bir meselede soru sormaktan utanmamak gerekir.
95. Uykusunda Erkekler Gibi Ihtilam Olan Kadın
237.. ..Aişe (r.a.)'dan, demiştir ki;
Enes b. Mâlik'in annesi Ümmü Süleym el-Ensâriye (Peygamber aleyhisselama
gelerek):
Yâ Rasûlallah, muhakkak Cenab-i Allah gerçeğin sorulması konusunda utanmayı
emretmez. Kadın uykusunda erkeğin gördüğünü görürse, gusleder mi, etmez mi? (Bu
hükmü) bana bildirir misin?
Rasûlullah (s. a.): "Evet suya(meniye) rastlarsa yıkansın" buyurdu.
Ben Ümmü Süleym'e dönüp, "Öff!.. hiç kadın bunu görür mü?" dedim. Bunun üzerine
Rasûlullah (s. a.) bana döndü ve:
"Allah hayrını versin yâ Aişe (çocuğu ona) neden benziyor ya?"
f3731
buyurdu.
Ebû Dâvûd şöyle demiştir:
(Bu hadisi) Zübeydt, Ukayl, Yûnus ve Zühfı'nin kardeşinin oğlu (İbrahim), Zührî'den;
(ayrıca) îbn Ebi'l-Vezîr, Mâlik'ten, Mâlik de Zührî'den, Yûnus'un îbn Şihâb'tan rivayet
ettiği gibi rivayet ettikleri Müsâfı' el-Hacebîde ZührVye muvafakat edip Urve'den, o
da Aişe'den... demiştir. Hişâm b. Urve ise, Urve'den, Urve, Zeyneb bint Ebî
Seleme'den o da Ümmü Seleme'den, "Ümmü Süleym Resulüllah sal-lellahü aleyhi
[3741
veselleme geldi... (Hadisin metni) şeklinde rivayet etmiştir.
Açıklama
Hadis-i şerifin muhtelif rivayetlerinden anlaşıldığına göre, Rasûlullah (s.a.)'a soruyu
soran Ürnmü Seleme olduğunu söylemişse de, Kadı Iyâz, doğrusunun ümmü Süleym
olduğunu ifade etmiştir. Hi-şâm b. Urve'nin rivayetinden de anlaşıldığı gibi, Ümmü
Seleme hâdiseye şöyle şâhid olmuş olabilir; Evvelki rivayetler Hz. Aişe'den geldiği
halde Hişam b. Urve'nin yaptığı rivayet Ümmü Seleme'de nihayet bulmaktadır. Ebû
Dâvûd, hâdiseye şâhid olan Sahabiyenin Hz. Aişe oluşunu tercih ederken, Kadı Iyaz
Ümmü Seleme olduğunu ehl-i hadisten nakl etmiştir. İmam Nevevî ise, bu rivayetlerin
arasını birleştirerek, soru sorulduğu sırada hem Hz. Aişe'nin hem de Ümmü
Seleme'nin Efendimizin huzurunda olup, Ümmü Süleym'i kınamış olmalarının
muhtemel olduğunu söyler. Hafız îbn Hacer de Nevevî'nin sözlerini beğenerek "Bu
güzel bir cem'dir. Çünkü Hz. Aişe ile Ümmü Seleme'nin Rasülullah'm huzurunda aynı
mecliste bulunmaları olmayacak şey değildir" demektedir.
Ümmü Süleym (r. anhâ), kadının ihtilâm olmasının hükmünü Efendimize sormuş,
fakat bu, kadın için âdeten ayıp bir şey olduğu için nezâketle ve önceden özür beyan
etmiştir. Buna rağmen, Hz. Aişe durumu yadırgayarak Ebû Davud'un rivayetine göre,
"Yazıklar olsun sana! Hiç bunu kadın görür mü?" Müslim'deki bir rivayete göre ise,
"Yâ Ümmü Süleym kadınları rezîl ettin, Allah hayrını versin" demiştir.
"Allah hayrını versin" diye tercüme ettiğimiz ( ) sözünü, Ebû Davud'un rivayetine
göre, Rasûlullah aleyhisselâm Hz. Aişe'ye, Müslim'in bir rivayetine göre. Hz. Aişe
Ümmü Süleyme söylemiş, Efendimiz de "asıl senin Allah hayrım versin" buyurmuş.
Başka bir rivayete göre ise, Rasûlullah Efendimiz Ümmü Seleme'ye söylemiştir. ( )
cümlesinin esas mânâsı daha önce de ifâde ettiğimiz gibi "sağ elin topraklansın"
demektir. Bu cümle hakkında hayli ihtilâf edilmiş ise de, muhakkıklarm tesbitine göre
"fakir olasın" manası daha sahihtir. Fakat Araplar bunu bizim "Allah hayrını versin,
Allah'tan bul" dediğimiz gibi bazan beddua, bazen de takdir ve taaccüp manasına
kullanmışlardır.
Ibn Abdilberr, Hz, Aişe'nin bu inkârından bütün kadınların ihtilâm olmadıklarının
anlaşıldığını ifade ederek "öyle olmasaydı Hz. Aişe bunu inkâr etmezdi" der. Süyûtî
de rüyaya giren şeyin şeytan olduğunu söylemiştir. Peygamberler ihtilâm olmazlar,
çünkü ihtilâm olayı şeytanî bir olaydır. Peygamberler ise bundan masundur. Diğer
bütün erkek ve kadınlar ihtilâm olurlar. Ancak bunun erkeklerde kadınlardan daha çok
olduğu söylenmektedir.
Resûlüllah (s. a.) hanımlarından birinin, kadının ihtiîâm olmasını yadırgamasına
karşılık, durumu isbat için "peki ya benzerlik nereden gelmektedir?" buyurmuştur. Bu
mana Buhârî ve Müslim'de değişik lâfızlarla ifade edilmiştir. Sarihler Efendimizin bu
ifâdesinden istifâde ederek erkeğin suyunun galib gelmesi hâlinde çocuk babaya,
kadının suyunun galip gelmesi halinde de anaya benzeyeceğini söylemişlerdir. Sahîh-i
Müslim'deki bir rivayetin sonunda Rasûlullah Efendimiz "Eğer kadının suyu galip
gelirse çocuk dayılarına, erkeğin suyu gaiip gelirse amcalarına benzer"
[3751
buyurmuşlardır.
Bazı Hükümler
1. Kişinin yararına uygun olan şeyleri sormaktan utanmaması gerekir.
2. Utanılacak cinsten de olsa, bilmediği bir şeyi soran kimseyi ayıplayanı kınamak
caizdir.
3. Kadın da erkek gibi ihtilâm olur ve ondan da meni gelir.
[3761
4. Doğan çocuk babasına benzediği gibi anasına da benzeyebilir.
96. Gusl İçin Yeterli Su Mikdarı
238.... Aişe (r. anhâ) şöyle demiştir: "Resûlüllah aleyhisselâm, cünuplükten dolayı
D771
ferak (demlen) bir kaptan guslederdi."
Ebû Dâvûd şu rivayetleri de kay d etti:
Bu hadisfm rivayetin)de, Ma'rner Zührî'den naklen şöyle dedi:
Aişe dedi ki "ben ve Rasûlullah (s. a.)' içinde ferak miktarı su olan bir kaptan
guslederdik."
îbn Uyeyne Mâlik hadisinin benzerini rivayet etti
Ebû Dâvüd dedi ki; Ahmed b. Hanbel; "Ferak on altı ntldır" derken işittim. Yine onu
"İbn Ebi Zi'b'in Sa'ı ntldır" derken dinledim ve bazılarının "bir sa', sekiz rıtıldır"
dediklerini söyledim. "Bu mahfuz değildir" dedi. (Bir seferinde de) Ahmed'i şöyle
derken duydum: "Kim fıtır sadakasını bizim şu nalımızla ( rıtıl) verirse sadakasını tam
çiarak vermiştir. "Kendisine (itiraz olarak) "Sayhanı ağırdır" denildi. İmam, (cevaben
önce); "Sayhanı en güzeldir, (dedi, biraz düşündükten sonra da) "bilmiyorum" dedi.
r3781
Açıklama
Bu hadis-i şerifi, Buhârî ( ) "...ferak denilen bir kaptan..." şeklinde rivayet etmiştir.
Müslim'in rivayeti ise, aynen Ebû Davud'un rivayeti gibidir.
Hadis-i şerifte zikri geçen "Ferak" kelimesi hakkında değişik şeyler söylenmiştir. Son
devir âlimlerinden merhum Ahmed Nâim, Tecrid-i Sarih Tercemesi'nde bu konuda
şunları kaydetmiştir:
Ferak cumhurun görüşüne göre iki sa' miktarı su alır bir kaptır ki, takriben altı litre
eder. İbnü'l-Esîr ise "Ferak"m 16 rıtl, yani 3 sa',-ki takriben 9 litredir-Ferk' in ise 120
rıtl, yahut 22 sâ', yani takriben 67,5 litre olduğunu beyan ediyor. Ümmü'l-Mü'minin
Aişe (r.anhâ) "ferak altı "kısfdır" demiştir. Ehl-i lügatin bil ittifak beyanıyla her kist
yarım sa' diye tarif edilmiş olduğundan Ibnü'l-Esir'in nakline diyecek kalmıyor,,
Süfyan b. Uyeyne ile tmam Şafiî ve ehl-i lügat bunda müttefiktir. Ancak Hanefi
fukahasi müddü (2) ntl i'tibar edip sa' da (4 ) müd olduğundan onlara göre ferak (2)
r3791
sâ'dır ki yine Hicazlılann (3) sa'm toplamı itibar ettikleri (16) ntl demek olur.
Bu ifadelerden anlıyoruz ki; Hanefîlere göre "ferak" altı litre su alan bir kaptır. Hadis-i
şerifin Zührî'den gelen tankından Rasûlallah aleyhisse-lamla Hz. Aişe'nin birlikte
yıkandıkları kabın isminin "ferak" değil, bir ferak miktarı su alan bir kap olduğu
anlaşılmaktadır. Mecmö'daki ifâdelerden de ferakm on altı ntl miktarı su alan bir ölçek
olduğunu anlıyoruz. Fakat Buhârî'deki rivayette (yukarıda da işaret edildiği gibi) bu
kabın adının "ferak" olduğu ifade edilmektedir. Hadis-i şerifin tercemesi, Buhârî'nin
rivayeti gözönüne alınarak yapılmıştır. Rasûlullah aleyhisselamm ferâktan veya ferak
miktarı su alan bir kaptan yıkanması onun içindeki suyun tamamını kullandığına
delâlet etmez. Öyle bir kaptan su alarak yıkandığı da anlaşılabilir. Nitekim
Efendimizin guslettiği suyun miktarı hakkında değişik rivayetler vardır. Rasûlullah
aleyhisselam bazan bir sa' (üç litre) su ile guslettiği halde, bazan daha fazla su
kullanmıştır. Aslında gusül için yeterli olan su, bedenin tamamını ıslatabilen sudur. Bu
bir sâ' olabileceği gibi az veya çok da olabilir. Ancak israf derecesine kaçmamalı ve
dökünen kişiye yıkanmış denemeyecek kadar az olmamalıdır. Ulemânın beyânına göre
gusülde müstehab olan bir sa'dan; abdestte müstehab olan bir müdden az su
kullanmamaktır.
Deniz kenarında bile olsa suyu israf etmenin men'edilmiş olduğunda bütün ulemâ
müttefiktir. Zahire göre bu yasaktan murad, kerâhet-i tenziyyedir. Alimlerimizden
bazıları "israf haramdır" demişlerdir.
Müellif Ebû Dâvûd son olarak "ferak" hakkında Ahmed b. Hanbel'-den duyduklarını
kayd etmiştir. İmam Ahmed'in, Sa'ı nisbet ettiği, îbn Ebî Zi'b, İmamın hocasıdır.
Ahmed b. Hanbel hocasının, bir sa'ı rıtıl kabul etmesini benimsemiş ve bu miktarda
verilecek sadakayı fıtrin yeterli olduğunu ifade etmiştir. Fakat kendisine Sayhanı
denilen hurmanın daha ağır, dolayısıyla rıtlmm bir sâ'dan az olacağı ima edilerek
itiraz edilince önce, Sayhânî'nin daha iyi olduğunu söylemiştir. Ancak biraz
düşününce "bilmiyorum" demiştir.
Hanefî ve Mâlikîlere göre, ağırlığı ne olursa olsun bir sa'a baliğ olmadan verilen fıtır
T3801
sadakası edâ edilmiş sayılmaz.
Bazı Hükümler
Güsûl abdesti alırken suyu israf derecesinde çok ve yıkanmış denemeyecek kadar az
[3811
kullanmamak gerekir.
97. Cünublükten Yıkanmak
Bu bâb cünuplükten dolayı yıkanmakla ilgili hadisleri ihtiva etmektedir.( ) (gasl)
yıkamak, ( ) (gusl) yıkanmak mânalarında kullanılır.
Gusl lûgatta "akıtmak" ıstılahta ise, "bedende, suyun varması mümkün olan her yere
suyu ulaştırmak (bütün vücûdu yıkamak)" manalarına gelir. Ağızm ve burnun içi,
yıkanması gereken yerlerdendir.
Cenabet, lügatta uzaklık demektir. Cünup olan kişi, yıkanmcaya kadar namaz ve
mescidlere yaklaşmaktan men' edildiği için, bu isim verilmiştir. Şeriata göre, namazın
sıhhatine mâni, bedende olan manevî pisliktir.
T3821
239....Cübeyr b. Mut'im 'den rivayet edildi ki:
Sahabe-i Kiram (r.a,) Rasûlullah (s.a.)'m yanında cünuplükten dolayı yıkanmaktan
bahsettiler. Rasûlullah (s. a.) her iki eli ile de göstererek "Bakın ben başıma üç defa (üç
r3831
avuç) dökerim" buyurdu.
Açıklama
Şerhini yaptığımız bu hadis Peygamber sallellahü aleyhi vesellemin guslederken başa
üç defa eliyle göstererek (su döküp) guslettiğini beyan eder.
Şafiî ulemasından Nevevî "Bu hadis başa üç defa su dökmenin rnüste-hab olduğuna
delâlet eder. Ashabımız başa kıyasla bedeni de aynı hükmün altına sokmuşlardır" der.
Hanefî ve Hanbelilerin görüşü de Nevevînin işaret ettiği gibidir. Yani gusülde bütün
bedenin üç defa su dökülerek yıkanması müstehabtır.
Mâlikîlere göre sadece başın üç defa yıkanması mendûptur. Beden için mendub
oluşuna delâlet edecek bir şey yoktur. Bu hadisin zahiri ile Buhârî (gusül, 5-15) ve
Müslim'in Hz. Aişe'den rivayet ettikleri hadis, Malikîlerin görüşünü te'yîd etmektedir.
Buhârî, sarihlerinden Askalânî de îbn Battal'dan şu nakli yapar: "Asıl olan bir defa
yıkamaktır."
[3841
Zaten bedenin üç defa yıkanması sabit olsaydı, bu bize kadar gelirdi.
Bazı Hükümler
1. Din büyüklerinin yanında ilmî konuların müzâkeresi câizdir.
2. Yıkamldığmda başa üç defa su dökmek müstehaptır.
3. Öğretmenin Öğreteceği şeyi, öğrencinin anlayabileceği bir şekilde anlatması
gerekir.
4. İlmi mevzular konuşulurken bir mevzuyu aydınlatmak için ilim adamının
müdâhelede bulunması yerindedir.
240.. ..Aişe (r.anha)den şöyle demiştir: "RasûluIIah (s.a.) cünuplükten dolayı yıkanmak
r3851
istediği zaman süt kabına benzer bir kap isterdi. (Kap gelince) iki avucu ile su
alır ve önce başının sağ tarafım, sonra da sol tarafını yıkardı. Daha sonra iki eline
H861 D 871
tekrar su alır ve başının tamamına dökerdi."
Açıklama
Bu haciis-i şerif bir Önceki hadisi açıklar mâhiyettedir. Şöyle ki birinci hadiste Hz.
Peygamber başına elleriyle üç defa su dökmekle iktifa etmişti. Burda ise, birinci su
ahşıyla başının sağım, ikincisi ile solunu, üçüncüsü ile başının tümünü yıkadığı Hz.
Aişe tarafından nakledilmektedir.
Hz. Peygamberin yıkanmaya başından başlayıp onu üç defa yıkaması, kir tutmakta
başın en önde gelen azalardan olduğunu ve dolayısıyla, bu şekildeki guslün hikmetini
tebarüz ettirmektedir. Nitekim, Malikîlerin de baştan başka üç defa yıkanması nıendup
r3881
olan aza olmadığını söylemeleri bunu göstermektedir.
Bazı Hükümler
1. Gusül ve abdest için su hazırlamak meşru olur.
2. Gusle başı yıkayarak başlamak müstehaptır.
3. Yıkamaya önce sağdan başlanması gerekir.
241....Teymullah b. Sa'lebe'nin oğullarından biri olan Cumey b. Umeyr'den, demiştir
"Annem ve teyzem ile birlikte Aişe (r.anha)nin yanma gitmiştik. Onlardan birisi Aişe
(r.anha) ye; gusülde neler yapardınız? diye sordu. Âişe (r.anhâ) da şu cevabı verdi:
RasûluIIah (s.a.) önce namaz için aldığı abdest gibi abdest alır, sonra başına üç defa su
r3891 r3901
dökerdi. Biz ise, saçımızdaki örgülerden do-,layı bes defa dökeriz."
Açıklama
Bundan önceki hadislerde Rasûlullah'm gusülden önce abdest aldığına dair bir işaret
olmamasına rağmen, bu hadis-i şerifte gusülden önce namaz abdesti gibi abdest
aldığım daha sonra başına üç defa su dökerek gusül yaptıkları anlatılmaktadır.
Hz. Aişe her iki hadiste Rasûlullah'm başına üç defa su dökerek gusle başladığını,
diğer bir olayda birinci hadis-i şerifi şerheder mahiyette gusülden önce abdest aldığım
söylemektedir. Yine Hz. Aişe ve Hz. Meymûne, 243-245 no'lu hadisler de Hz.
Peygamberin gusül öncesi neler yaptığım anlatmaktadırlar. Her hadis diğer bir hadisin
şerhi durumundadır. Böylece ümmetin maslahatı sağlanmış olmaktadır. Bu konuda
geniş bilgi 243-245. hadislerde gelecektir. Açıklamaya çalıştığımız hadis-i şerifin
delâlet ettiği noktaları ise, ulemâmız şöyle belirlemiştir:
Hadis-i şerifin zahirinden gusülden önce abdest almanın sünnet olduğu
anlaşılmaktadır. Ulemânın ekserisinin görüşü de bu merkezdedir. Sadece Dâvûd (-
ızâhiri) ile Ebû Sevr gusülden Önce abdest almanın vâcib olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Ancak bu görüşe delil olabilecek bir açıklama getirilmemiştir.
Ayrıca bu hadis-i şerifteki Aişe (r.anhâ)nm "Biz saçımızdaki örgülerden dolayı beş
defa su dökeriz" ifadesine göre, kadınların başlarını beş defa yıkamalarının müstehap
olması gerekir. Ancak senedde adı geçen Cümey'den dolayı bu hadis zayıf sayılmış ve
delil olarak kabul edilmemiştir. Ayrıca ilerde gelecek olan 25 1 no'lu hadiste kadınların
örgülerinin durumu ve başlarına üç defa su dökebileceklerine dair açık ifadeler
I39JJ
bulunmaktadır.
Bazı Hükümler
1. Gusle abdestle başlamak sünettir.
2. Erkekler üç, kadınlar beş defa başlarına su dökebilirler.
3. Kadınlar saçlarım örebilirler.
4. Saçlarının dibine su ulaşıyorsa kadınların saç örgülerini çözmeleri gerekmez.
242.. ..(Ebu Davud'un Süleyman b. Harb el-Vâşihî ve Müsedded'den rivayet ettiği
hadiste) Aişe (r.anhâ) şöyle demiştir:
"Rasûlullah (s. a.) cünuplükten dolayı guslet (mek iste)diği zaman -Süleyman b.
Harb'in rivayetine göre,- önce sağ eliyle sol eline su döker -Müsedded'in rivayetine
göre de- önce kaptan suyu sağ eli üzerine dökerek ellerini yıkar,- sonra ikisinin
ittifakla rivayetine göre- ve fercini yıkardı. (Bundan sonra Müsedded): Suyu sol eline
dökerdi. Aişe (r.anhâ) bazan ferci kinayeli olarak söylerdi (sözlerini ilâve etti).
(Hadis'in bundan sonraki kısmında Süleyman ve Müsedded ittifak etmişlerdir:)
Rasûlullah sonra namaz için aldığı abdest gibi abdest alır, her iki elini de kaba daldırıp
[392]
(su alır) suyun (başının) derisine ulaştığını bilinceye veya deriyi paklaymcaya
kadar saçlarını hilaller ve başına üç defa su dökerdi. Sudan artan olursa onu da
f3931 P941
vücûduna dökerdi."
Açıklama
Hadiste Rasûlullah'm gusle ellerinden başladığı ancak Süleymana göre sağ eh ile sol
eline su döktüğü; Mısedded e göre ise, kabtan direkt olarak sağ eline su döktüğü
şeklinde beyân edilmektedir. Daha sonra her iki râvinin de ittifakı ile avret mahallini -
burada Müsedded'in beyânına göre sağ eliyle döküyor sol eliyle avret yerini-
yıkıyordu. Bunu müteâkib namaz abdesti gibi abdest alıyor, sonra da iki elini kaba
daldırarak su alıyor, saçlarım ve vücudundaki kılları ovalayarak aralarına suyun nüfuz
etmesini sağlıyordu. Suyun tenine değmesiyle oranın temizlenmesine kanaat getirdiği
an, üç defa başına su alarak bütün vücudunu yıkıyordu. Artan su kalırsa hepsini birden
vücuduna döküyordu.
Kadı Iyaz, bazı kişilerin, bu hadise dayanarak vücuttaki bütün kılların ovalanmasının
gerektiği görüşünü benimsediklerini söyler. Mâlikîlere göre sık otsun, seyrek olsun,
vücuttaki bütün kılların ovalanması vâcibtir. Şafiî ve Hanbelilere göre, ovalanmadığı
takdirde su deriye ulaşıyorsa kılların ovalanması mendub, ulaşmıyorsa vâcibtir.
Bu meselede Hanelilerin görüşü de şöyledir: Ovalanmadan su deriye kadar ulaşırsa
saçın ve sakalın ovalanması müstehap, ovalanmadan deriye ulaşmazsa, farzdır.
Gusülde bedenin ovalanmasını şart koşmayanlar bu hadisi delil gösterirler. Zira ( )
suyu akıtmak, dökmek anlamına gelmektedir, derler. Vücudu ovalamanın hükmü ile
13951
ilgili görüşler, abdestle ilgili bahiste verilmiştir.
Bazı Hükümler
1. Cünuplükten dolayı yıkamldığmda önce eller ve avret yen yıkanmalıdır.
2. Gusle başlarken abdest almak sünnettir.
3. Kılların dibi ovalanmalıdır.
4. Rasûlullahm tertibi üzere gusül yapmak sünnettir.
243. ...Aişe (r.anhâ) şöyle demiştir:
"Rasûlullah (s. a.) cünuplükten dolayı gusletmek istediği zaman Önce ellerini
bileklerine kadar, sonra da fercini kaşığıyla yıkar ve onlar üzerine su dökerdi. Ellerini
temizledikten sonra duvara sürterdi. Sonra abdest almaya başlar (abdest aldıktan)
H961 r3971
sonra da başına su dökerdi."
Açıklama
Hadis-i şerifte geçen ( ) kelimesi kasık ve koltuk altı gibi kirlerin toplandığı suyun zor
ulaştığı yerlere denir. Burada fere kast edilmektedir. Zabtı bazı nüshalarda ( )
"dirseklerini" şeklindedir. Irakî doğru olanının bu olduğunu kaydetmektedir, ( )
"sonra onun üzerine suyu döktü" cümlesinin açıklanmasında, sarihlerden kimi
kasıklara, kimi ellere kimi de bütününe şâmil olabileceğini söylemişlerdir.
Rasüllah (s.a.)'in avret yerlerini yıkadıktan sonra ellerini duvara sürtmesi, ellerindeki
herhangi bir kokunun kalma ihtimaline binaendir. Günümüzde temizleyici sabun ve
benzerlerinin kullanılmasının lüzumuna işarettir. Ayrıca önceden de belirtildiği gibi
[3981
tuvaletten sonra ellerin sabunla yıkanması da gerekmektedir.
Bazı Hükümler
1. Gusulde msan vücudundaki suyun zor yetiştiği yerleri yıkamakta mübalağa
edilmesi gerekir.
2. Ellerde pislik eseri kalmaması için ek temizleyici kullanılmalıdır. Böyle bir şey
olmadığı takdirde toprakla temizlenmelidir.
244.... Aişe (r.anhâ) şöyle buyurmuştur: "Vallahi eğer isterseniz, size cünuplükten
dolayı yıkanmış olduğu yerdeki duvarda Rasûlullah'm elinin izini
f3991 r4001
gösterebilirim."
Açıklama
Münzirî, bu hadisin mürsel olduğunu, Şa'bî'nin bunu Hz.Aışe (r.anha)den duymadığını
söyler.
Fazla bilgi önceki hadiste geçmiştir.
[4011
245.. ..İbn Abbâs, teyzesi Meymûne 'nin şöyle dediğini haber vermiştir:
"Rasûlullah (s.a.) için cünuplükten dolayı yıkanacağı suyu hazırladım. Kabı sağ elinin
üzerine eğdi, iki veya üç (bu şüphe el-A'meş'tendir) defa yıkadı. Sonra avret yerine su
döktü ve orayı sol eliyle yıkadı. Daha sonra da (sol) elini yere sürttü ve
yıkadı.Bilahere ağzına ve burnuna su aldı, yüzünü ve ellerini yıkadı, başına ve
r4021
vücuduna su döktü, kenara çekilerek ayaklarını yıkadı. Ona havluyu verdim
almadı, suyu bedeninden (silip silkeleyerek) atmaya başladı. (el-A'meş der ki) Bunu
(Rasûlullah'm havluyu almayıp, üzerinden su serptiğini) İbrahim (en-Nehâiy)e
söyledim. İbrahim; "onlar havlu kullanmakta bir beis görmezlerdi, fakat onu âdet
edinmeyi kerih addederlerdi" dedi.
Ebû Dâvud, Müsedded'in şu sözünü nakleder: "Abdullah İbn Dâ-vûd'a, "Onlar
havluyu âdet edinmeyi kerih görürlerdi" şeklinde bir şey biliyor musun? dedim o; evet
öyledir (Meymune'nin rivayetinde, onlar bunun âdet olmasını kerih görürlerdi ibaresi
T4031
yoktu) fakat ben kitabımda bu ibareyi mevcut olarak buldum, dedi."
Açıklama
Hadis-i Şerifte geçen "iki veya üç defa yıkadı" ifadesindeki şek, tercümede
belirttiğimiz gibi Süleyman el-A'meş'tendir. Nitekim bu şüphenin ondan geldiğim
Buhârî de belirtmiş bulunuyor. Ancak yine ei-A'meş'in rivayet ettiği ve Ebû Avâne'nin
Sahîh'inde kaydettiği aynı hadîste, "ellerine üçer defa su döktü" deyip şek belirten bir
ifade kullanmamıştır. Hafız İbn Hâcer aynı şahıstan gelen bu farklı rivayetler hakkında
şu yorumunu yapar: "A'meş anlaşıldığı kadarıyla önceleri bu konuda şek etmekte iken,
sonraları hadisi hatırlamış ve "üç defa" diyerek kati bir ifade kullanmıştır. Çünkü bu
rivayeti A'meş'ten üç defa ve tereddütsüz olarak rivayet eden ibn Fudayl, şüpheli
olarak rivayet edenlerden daha sonraları ondan hadis dinlemiştir."
Hadis'in bundan sonraki kısımlarından Rasûlullah (s.a.)'in sol eliyle edep yerini
yıkadığı, bu yıkama esnasında eline herhangi bir kokunun bulaşmış olma ihtimaline
karşılık ellerini yere iyice sürttüğü anlaşılmaktadır. Bu da yüce Rasûl'ün temizliğe ne
derece önem verdiğini, hoş olmayan kokuların bedeni üzerinde kalmaması için ne
derece dikkat ettiğini göstermektedir.
Gusül ve abdest esnasında ağıza ve buruna su alıp mazmaza ve istinşâk yapmanın
hükmünün ne olduğunda ulemâ arasında farklı görüşler vardır:
Ibnu'l-Mübârek, Ahmed b. Hanbel ve İshâk gibi imamlara göre abdestte de gusülde de
mazmaza ve istinşâk vâcib (farz) dır.
Hanefîlerle Süfyân es-Sevrî'ye göre, gusülde farzdır, abdestte değildir. Mâlik ve Şafiî
âlimlerine göre ise, her ikisinde de sünnettir.
Bu konuda yeterli açıklamalar, daha önceden Abdest ile ilgili hadislerin açıklaması
üzerinde durulurken verilmiş bulunuyor. Bu bakımdan burada delillerini ayrıca tekrar
etmeye gerek görmüyoruz. "Sonra başına ve bedenine (su) döktü" ifadesinden
Rasûlullah (s.a.)'in saçları arasını ovalamadığı, sadece suyu dökmekle iktifa ettiği
anlaşılır. Halbuki, daha evvel Rasûlullah (s.a.)'in daha su dökünmeye başlamadan
vücutta kıl olan yerlerini ovaladığı zikredilmişti. Burada râvinin hadisi uzatmamak
için bunu zikretmemiş olduğu anlaşılabileceği gibi, Peygamber (s.a.)'in ovalamayı
bazan terkettiği de anlaşılabilir.
Hadis-i şeriften Rasûlullah (s.a.)'m ayaklarını yıkamak için yerini değiştirdiği ve
ayaklarım yıkamayı en sona bıraktığı anlaşılmaktadır, bu mânâyı ifâde eden başka
rivayetler de vardır. Cumhur, bu rivayetlere istinaden, mutlak olarak gusülde ayakları
en son yıkamanın müstehap olduğu görüşüne varmışlardır. İmam Mâlikden eğer yer
temiz değilse ayakları yıkamayı sona bırakmamn, temizse abdestin hemen akabinde
yıkamanın müstehap olduğu da rivayet edilir.
İmam Ebû Hanife ve talebelerine göre, gusledilen yer leğen, küvet gibi suyun biriktiği
bir yerse ayakları yıkamayı en sona bırakmak, değilse abdestin hemen sonunda
yıkamak müstehaptır.
"Ona havlu verdim almadı" cümlesinin Buhârî ve Müslim'deki ifadeleri lafız
yönünden farklı ise de mânâ itibariyle herhangi bir farklılık yoktur.
Câbir b. Abdillah, İbn Ebî Leylâ ve Saîd b. Müseyyeb bu hadise dayanarak, gusül ve
abdestten sonra kurulanmanın mekruh olduğunu söylemişlerdir. Şâfiîlerin meşhur
kavline göre, silinmeyi terk etmek müstehaptır. Osman b. Affân, Hasan b. Ali, Enes b.
Mâlik, Hasen el-Basrî, Ebû Hanîfe, Mâlik ve Ahmed (Allah hepsine rahmet etsin)
abdest ve gusülden sonra kurulanmada kerahet görmemişlerdir. Bunlar görüşlerine İbn
Mâce'nin Selmân-ı Fârisî tankıyla rivayet ettiği;
"Rasûlullah (s. a.) abdest aldı, üzerinde olan yün di b bey i ters çevirdi ve onunla
r4041
yüzünü sildi" hadisi ile Tirmizî'nin Hz. Aişe'den rivayet ettiği "Rasuiullah'm bir
1405] "
bez parçası vardı, abdestten sonra bununla kurulanırdı" hadisini delil kabul
etmişlerdir.
Resûlullah'm havlu kullanmaması, her zaman kullandığının hilâfmadır. O'nun bu
hareketi o gün havlu kullanma ihtiyacını hissetmemesinden veya serinleme isteğinin
bulunmasından olsa gerektir.
Ayrıca bu hükümler sıcak iklimde bulunanlar içindir. Soğuk iklimde yaşayıp silinme
zorunluğu olan mü'minler için değildir. Çünkü mevzubahis olan sıhhattir. Soğuğun
çok şiddetli olduğu yerlerde bazılarının "sünnettir" diye silinmemede ısrar etmeleri
r4061
sünnete uygun bir hareket değildir.
Bazı Hükümler
1. Abdest ve gusül suyunun hazırlanmasında başka-smdan yardım istemek caizdir.
2. Kadının kocasına hizmet etmesi meşrudur.
3. Avret mahalleri sol elle yıkanmalıdır.
4. Avret mahalli yıkanmadan önce ve yıkandıktan sonra eller yıkanmalıdır.
5. İstincadan sonra ellerde kalması muhtemel necaset artığını gidermek için
(temizleyicinin bulmadığı zaman) toprağa sürtmek matluptur.
6. Gusülde mazmaza ve istinşak gereklidir. Üç defa olması sünettir.
7. Gusülde ayaklan yıkamanın en sonraya bırakılması meşrudur.
8. Gusülden sonra havlu ile silinmek terkedilebilir.
246....Şu'be'den rivayet edilmiştir,demiştir ki; İbn Abbas (r.a.) cünuplükten dolayı
yıkanmak istediğinde sağ eliyle sol eline yedi defa su döker sonra da avret yerini
yıkardı.
"Bir keresinde kaç defa su döktüğünü unuttu ve "kaç defa döktüm?" diye bana sordu.
Ben de; bilmiyorum" dedim. Bunun üzerine İbn Abbâs (hayretle) "Hey anasız
(kalasıca), niçin bilmiyorsun?" dedi.
Daha sonra namaz için abdest aldığı gibi abdest alıp vücuduna su döker ve "Rasûlullah
r4071 r4081
(sallellahü aleyhi ve sellem) cünuplükten işte böyle temizlenirdi" derdi.
Açıklama
Hadis-i Şerifte geçen ( ) "Anasız kalasıca! " sözü Nihâye'de belirtildiğine göre zem ve
sebbetme için kullanılan bir deyimdir. "Sen sokağa bırakılmış, annesi belli olmayan
birisin" manasına gelir. Bu sözün bazan teaccübmânâsmda medh için kullanıldığı da
söylenir. Tîbî daha çok medh için kullanıldığını söyler. Herhalde îbn Abbâs, burada
Şu'be'yi zem etmek veya ona küfretmek değil de, dikkatsizliğinden dolayı ona hayret
ettiğini göstermek istemiştir.
Bu hadis-i şerifin zahirinden anlaşıldığına göre Rasûlullah (s.a.) cünuplükten dolayı
yıkandığında ellerini yedi defa yıkardı. Ancak râvîler içerisinde Şu'be b. Dinar
bulunduğu için bu hadis zayıf sayılmıştır. Şu'be b. Dinar tenkid edilmiştir. Hadisi
hüccet kabul edilmez, üstelik hadis, Rasûlullah (s.a.)'in yıkandığında ellerini üç defa
yıkadığını bildiren sahih hadislere zıt düşmektedir.
Şayet üzerinde durduğumuz hadis sahih kabul edilirse, o zaman Rasûlullah (s.a.)'ın
ellerini üç defa yıkadığını bildiren hadislerle neshedilmiş olur. Oysa durum böyle
değildir. Hüccet olarak üç defa yıkanmayı bildiren hadisler kabul edilmiştir.
247.... Abdullah b. Ömer (r.a.)den, şöyle demiştir:
"Namaz elli (vakit), cünuplükten dolayı yıkanmak yedi defa ve elbiseden idrarı
yıkamak yedi defa idi. Rasûlulah (s.a.) namaz beş vakit, cünuplükten dolayı yıkanmak
bir ve elbiseden sidiği yıkamak da bir defaya indirilinceye kadar (Allah'a) duaya
r4091
devam etti."
Açıklama
Hadis-i şeriften anlaşıldığına göre, Cenab-ı Allah başlangıcında namazı elli vakit,
cünuplükten dolayı yıkanmayı yedi defa ve elbisedeki sidiği yıkamayı yedi defa
gerekli kılmıştı. Rasûlullah (s.a.) Cenabı Allah'ın rahmet ve şefkatinin büyüklüğüne
güvenerek bunların hafifletilmesi için duâ ve tazarruda bulunmaya başladı. Rasûlullah
(s.a.)'m isteği namaz beş vakit, diğerleri de birer defa oluncaya kadar devam etti.
Namazın önce elli vakit olarak farz kılınıp da sonra beş vakte indirilmesi Mi'rac
gecesinde olmuştur. Müslim'deki rivayete göre, Rasûlullah (s. a.) hâdiseyi şu şekilde
haber vermiştir:
"Allah (c.c) bana her gün ve gece de elli vakit namazı farz kıldı Mûsâ (a.s.)'mn yanma
indim, bana "Allah, ümmetine neyi farz kıldı" diye sordu, ben de "elli vakit namazı"
dedim.
Rabbine dön ve hafifletilmesini iste. Çünkü ümmetinin gücü buna yetmez. Ben israil
oğullarım imtihan edip denedim dedi. Ben de Rabbime dönüp "Ya Rabbi benim
ümmetime (namazı) hafiflet" diye duâ ettim. Allah (c.c) beş vaktim indirdi. Sonra
tekrar Musa (a.s.)'ya döndüm ve Allah'ın benden beş vakti eksilttiğim söyledim, Mûsâ
(a.s.):
Ümmetinin gücü buna da yetmez, Rabbine dön ve hafifletilmesini iste, dedi. Cenab-ı
Allah: "Ya Muhammed, bunlar her gece ve gündüz beş namazdır. Her namaz için on
namaz (sevabı) vardır, bu da elli eder" buyurun caya kadar Allah (c.c) ile Mûsâ (a.s.)
[4101
arasında gidip gelmeye devam ettim."
Cünuplükten dolayı yıkanmanın bir defaya indirilmesi ile, elbisedeki idrarı yıkamanın
bir defaya indirilmesinin namazla birlikte Mi'raç gecesinde veya ayrı ayrı zamanlarda
olması muhtemeldir.
Ancak sarihlerin beyânına göre İslâm'ın ilk yıllarında olabileceğini söylemeleri
yanında hadis zayıf olduğu için delil değildir, diyenler üzerinde fazla
durmadıklarından yeterli bilgi elde edilememiştir. Hadisin sahih olduğu kabul edilse
bile namazın elli vakitten beş vakte indirilmesi hususu sahih hadislerle sabittir. Fakat
cünuplükten temizliğin, elbisenin yedi defa yıkanarak temizlenmesinin hükmü sahih
hadislerde varid olmamıştır. Buna göre de imamların ittifak ettikleri husus cünüplekte
su bütün vücûda nüfuz etmesi halinde bir defa ile iktifa edileceğidir. Elbisede de
durum aynıdır.
Elbisedeki bir pisliğin yıkanması, Şafiî ve Mâlikîlere göre bir defadır. Ancak Şafiîlere
göre üç defa yıkamak menduptur. Eğer necaset bir veya üç defa yıkamakla yok
olmamışsa, zail oluncaya kadar yıkamaya devam etmek gerekir. Ahmed b. Hanbel'den
gelen iki rivayetten biri de bu şekildedir. Muğnî müellifi İbn Kudâme bunu tercih
etmiştir.
Hanefîlere göre necaset ikiye ayrılır:
Necâset-i Galîza: İnsanın tersi ve sicjiği, eti yenmeyen hayvanların tersi, sidiği ve
salyası, eti yenen hayvanlardan tavuk, kaz ve ördeğin tersi, kan, irin, meni, mezi, vedî,
hayz ve nifas ileistihazakanlan ağız dolusu kusuntu gibi insanın bedeninden çıkıp da
abdesti bozan şeyler bir de şarap ve boğazlanmadan ölmüş hayvanın eti ve derisi.
Necâset-i hafife: Atın ve eti yenen ehli ve vahşi hayvanların sidiği, eti yenmeyen
kuşların tersi, eti yenen hayvanların, eşek ve katırın sidiği, İmam A'zam'a göre galiza,
imameyne göre hafifedir. Fetva İmameynin görüşüne göre verilmektedir.
Bu necasetlerden galizanm katı olanının dirhem miktarından fazlası namaza mâni,
daha azı mâni değildir. Sıvı olanında ise, avuç içi miktarından azı namaza mâni değil,
daha fazlası mânidir.
Necâset-i hafıfenin isabet ettiği yer elbisenin veya bedenin dörtte birinden az ise
namaza mâni değil, dörtte birine denk veya daha fazla ise, namaza mânidir.
İmam Ebû Yûsuf a göre enine boyuna bir karış miktarı namaza mâni değil, daha
fazlası mânidir. Elbise veya bedende namaza mani olacak miktarda pislik varsa (ister
galiza, ister hafife) hemen yıkanması gerekir. Bu pisliklerde ya gözle görülür yani,
kuruduktan sonra iz bırakır, ya da gözle görülmez yani kuruduktan sonra iz bırakmaz.
Gözle görülen bir necasetle pislenmiş olan şey, pisliğin aynı ve eseri yok olunca temiz
olur. Temizleme yolunun, yıkamak, silmek, ovalamak (v.s.) olması arasında fark
yoktur. Pislik yıkanarak giderilecekse suyun akıcı veya durgun,az veya çok olması
arasında fark olmadığı gibi yıkamanın adedi de mühim değildir. Mühim olan pisliğin
kendisi ve eserinin ortadan kaldırılmasıdır.
Renk ve kokudan ibaret olan eserin kalması, (izalesi meşakkatli olduğu için) zarar
vermez. Bunları gidermek için sabun ve deterjan kullanmak zarureti yoktur.
Gözle görülmeyen (iz bırakmayan) necasetle pislenmiş olan şey, yıkayanın zann-i
galibine göre temizlenmiş oluncaya kadar yıkanır. Müftâbih olan görüşe göre aded
mühim değildir. Ancak zann-ı gâlib üç defa yıkamak ve yıkanılan şey sıkilabilecek
cinsten ise, her seferinde sıkmakla hasıl olur. Bilhassa üçüncü yıkayışta damlalar
kesilinceye kadar sıkılmaya devam edilmelidir.
Bu hususta itibar sıkanın kendi kuvvetinedir. Tahtavî'nin beyânına göre, galebe-i
zannm üç defa yıkamakla hasıl olacağı şeklinde bir mecburiyet yoktur. Bu üçten az
yıkamakla da hâsıl olabilir. Hatta pis bir elbise üzerinden su akıtılsa ve zann-ı galibe
göre o elbisenin temizlendiği kanaati hasıl olsa. yıkama ve sıkma olmadığı halde, o
elbisenin kullanılmasicâizolur. Vesveseli olmayan kimse hakkında zahir budur.
Vesveseli olan için uygun olan, zann-ı galibi sayı ile takdir etmektir ki, o da üçtür.
Eğer elbisenin yıkandığı su akıcı olmazsa, o zaman her bir yıkanışta sıkılması zâhir-i
rivayete göre lâzımdır. Ebû Yûsuf tan sıkılmanın şart olmadığına dâir bir görüş de
mu
rivayet edilmiştir. Esas olan temiz olduğuna dair zann-i galibin hasıl olmasıdır.
Bazı Hükümler
1. Ser'î hükümlerin bazılarının bazıları ile nesh edilmelen caizdir.
2. Cenab-ı Allah, ibâdetleri hafifletmek suretiyle bu ümmete merhamet etmiştir.
3. Kulun mahzurlu olmayan bir şeyi Rabbisin'den istemesi caizdir.
4. Rasûlullah (s.a.)'m şefaati makbuldür.
248.. ..Ebû Hureyre (r.a)'den, demiştir ki; Rasûlullah (s. a) şöyle buyurdu:
"Muhakkak her küm altında cünuplük vardır. Bütün kılları yıkayınız, teni
[4121
temizleyiniz."
[413] [414]
EbûDâvûd, "Haris b. Vecih'in kendisi zayıf, hadisi münker"dir, dedi.
Açıklama
Bu hadis-i şeriften anlaşılmaktadır ki, cünuplükten dolayı yıkanan kışı vücudunun
tamamına suyu ulaştırmahdır. Suyun isabet etmediği bir kıl bile kalsa cünuplük devam
eder. Hattâbî "Hadisin zahiri, gusledecek kişinin saç örgülerim çözmesi gerektiğine
işaret eder. Çünkü vücuttaki kılların tek tek yıkanması gerekir. Bu da ancak örgülerin
çözülmesiyle mümkündür. İbrahim en-Nehaîbu görüştedir. Ancak ulemânın cum-
huruna göre su saçların dibine ulaşırsa örgülerin çözülmesine lüzum yoktur" der.
İmam Nevevî ise, "cumhura göre gusleden kadın saç örgülerini çözmeden su
saçlarının tamamına ulaşırsa örgüleri çözmesine lüzum yoktur, aksi takdirde örgülerin
çözülmesi vaciptir. Bizim görüşümüz de budur. Ümmü Seleme'nin hadisi, örgüler
çözülmeden suyun saçlarının tamamına ulaşmış olduğuna hamledirir" demektedir.
Hanefilere göre, saç örgülerinin çözülüp çözülmemesi hususunda erkekle kadın
farklıdır. Kadınların saçlarının dibine su ulaştığı takdirde, örgülerin çözülerek saçların
yıkanmasına lüzum yoktur. Çünkü Müslim'in bir rivayetinde, ümmü Seleme (r.a.)
Rasûlü Ekrem (s.a.)'e:
"Ya Resulullah ben saçlarımı örerim, cenabetten dolayı yıkanacağımda onu çözeyim
[4İ5]
mi?" diye sormuş, Rasûllah da "Hayır" cevâbım vermiştir.
Erkeklerin ise saçları örgülü ise, guslettiklerinde örgülerini çözüp suyu saçlarının
tamamına ulaştırmaları gerekir. Bu konuda 251. hadisin şerhinde daha fazla bilgi
verilecektir.
Yine Hattâbî'nin ifade ettiğine göre, gusülde mazmaza (ağıza alma) ve istinşâk .
(buruna su alma) yi farz görenler bu hadis-i şerife istinad etmişlerdir. Çünkü hadis-i
şerifte, her küm yıkanması emredilmektedir. Burunun içinde de kıllar olduğuna göre
burunun içinin de yıkanması gerekir, Hadis-i şerifteki ( ) "deriyi (vücûdun dışını)
temizleyin" emri de ağıza su almanın farziyetine delâlet eder.
Aynî de yukarıda verilen bilgileri tekrar ettikten sonra İmam-ı Azam'm bu hadise
dayanarak mazmazayı ve istinşaki farz saydığını söylemektedir. Hattabî bu hadise
dayanılarak mazmazanm farz sayılmasına itiraz ederek şöyle demektedir: ( ) sözü
lügatlara göre, vücudun dışı, gözün gördüğü kısımdır. Ağızm ve burunun içine beşere
değil, ( ) (edeme) denilir. Dolayısıyla ( ) emri mazmaza (ağıza su alma)nm farz
olduğuna delalet etmez."
Ancak lügatçılann ifadesi Hattâbî'nin ortaya attığı görüşe zıt düşmektedir. Meselâ
Cevherî'nin beyanına göre ( ) (edeme) derinin ete bitişik olan kısmıdır. Ağız ve
burunun içi ise, böyle değildir. Öyleyse bu hadis-i şerifteki ifâdelere dayanarak
mazmaza ve istinşaki farz saymak yerinde bir harekettir.
[416]
Bu konu ile ilgili bilgi için 106. hadis-i şerif ve açıklamasına bakılabilir.
Bazı Hükümler
1. Cünuplükten dolayı yıkanmada bütün vücudun ve vücuttaki kılların yıkanması
farzdır.
2. Deriye suyun ulaşmasına mâni olan pisliklerin izâle edilmesi şarttır.
249.. ..Ali (r.a.)Men rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Kim kıl dibi kadar bir yeri yi kam ayıp cünup bırakırsa ona (terk edilen yere veya bu
[4171
yeri yıkamayıp terk eden kişiye) şöyle böyle (veya şu kadar süre) azab edilir."
Ali (r.a.) "Bunun (bu şiddetli azabı duyduğum) için (üç defa) başıma (saçıma) düşman
I4JL81
oldum" der ve saçını da tıraş ederdi.
Açıklama
Hadis"i Şerifte Seçen ( ) zamiri bazı müshalarda ( ) şeklinde müennes olarak gelmiş
ve harf-i cerre sebebiyet ma
nâsı verilmiştir. Bezlü'l-mechûd'deki kayıt o şekildedir. Terceme Menhel'in
açıklamasına göre ve zamir müzekker kabul edilerek yapılmıştır.
Tîybî bu hadise dayanarak başı tıraş etmenin sünnet olduğuna hükmetmiş ve;
"Rasûlullah (s. a.) Ali'yi başını tıraş etmekten men'etmediğine göre bu bir takriri
sünnettir. Aynca Rasûlullah (s. a,) ümmetine Hulefâ-i Râşidîn'in sünnetine uymalarını
emretmiştir" demiştir.
îbn Hacer, ve Aliyyü'l-Kârî Tîybî'nin görüşünü reddederek "Bir halifenin yaptığı
Rasûlullah (s. a.) ve diğer üç halifenin yaptıklarına muhalif olduğunda sünnet değil,
14191
ruhsat olur" demişlerdir.
Bazı Hükümler
1. Gusülde vücudun ve vücuttaki kılların tamamına suyu ulaştırmak farzdır.
2. Vücuttan veya vücuttaki kıllardan bir parçayı (kadınların örgüleri müstesna)
yıkamayıp kuru bırakan kişi, Allah'ın dilediği kadar azap görecektir. Yıkandıktan
hemen sonra bu kuru kalan yerleri de yıkarsa ittifakla guslü tamam olur. Ama hava ve
yıkanan kişinin mizacı mutedil olduğu halde diğer azaları kurduktan sonra daha evvel
yıkanmayan kısmı yıkarsa Malikilere göre guslün iadesi lâzımdır. Diğer üç mezhebe
göre lâzım değildir.
r4201
3. Başı tıraş etmek caizdir.
98. Gusülden Sonra Abdest Almak
250.... Aişe (r.anhâ)'dan, demiştir ki;
"Rasûlullah (s. a.) gusleder, iki rekât ( sünnet)i ve sabah namazı-nı(n farzını) kılardı.
[421] f4221
Onun guslettikten sonra abdesti yenilediğini hatırlamıyorum."
Açıklama
Rasulu Ekrem (s.a.)'nin guslettikten sonra kıldığı iki rekat, sabah namazının
sünnetidir. Nitekim, Hâkim'in rivayetinde "sabah namazından Önce iki rekât kılardı"
denilmektedir.
Hadis-i şerifteki ( ) (zannetmiyorum) kelimesinin elifin fethası ile ( ) şeklinde de
okunması mümkündür. O zaman mana, "Onun gusülden sonra abdesti yenilediğini
bilmiyorum" şeklinde olur ki, tercemede her iki husus gözetilerek "hatırlamıyorum"
tarzı tercih edilmiştir.
Bu hadis-i şeriften anlaşıldığına göre gusülden sonra abdest almaya lüzum yoktur.
Tirmizî birçok Sahabe ve Tâbiûn'un bu görüşte olduğunu söyler. Hâkim'in İbn
Ömer'den rivayet ettiğine göre, Rasûlullah (s.a.)'a guslettikten sonra abdest almanın
gerekli olup olmadığı sorulmuş, O da, "Gusülden daha efdal hangi abdest var ki!..."
1423]
buyurmuştur.
Bazı Hükümler
1. Sabah namazından önce ıkı rekat namaz kılınır.
2. Cunuplukten dolayı yıkandıktan sonra namaz kılmak için yeniden abdest almaya
gerek yoktur.
Şimdiye kadar geçen hadislerden anlaşıldığına göre, sünnet üzere gusletmenin şeklî
şudur: Gusledecek olan kişi önce üç defa ellerini yıkar, sonra avret mahallinde veya
bedeninin herhangi bir yerinde pislik varsa onu yıkar, abdest alır, önce başına, sonra
vücudunun sağ ve sol tarafına su döker. Vücudundaki kılları ovalar. Leğen ve benzeri
bir kapta guslediyorsa ayaklarını yıkamayı en sona bırakır. Nehir, göl deniz veya
büyük bir havuzda guslediyorsa suya dalması kâfidir.
Guslün Farzları:
Guslün farzları mezheplere göre farklıdır. Bunlar:
Malikîlere göre: 1. Niyet,
2. Vücudun tamamım yıkamak,
3. Vücudu ovalamak,
4. Saçların arasını ovalamak ve
5. Bunları peşpeşe (tertip üzere) yapmak.
Hanbelilere Göre:
1. Vücuttaki -altına suyun girmesine mâni olan- pislikleri temizlemek, gidermek,
2. Niyet etmek,
3. Besmele çekmek,
4. Ağız ve burun, saçların tamamı ve sünnetsiz ise, haşefe dahil vücudun tamamına su-
yu ulaştırmak.
Şâfıîlere Göre:
1. Niyet,
2. Bedeninde pislik varsa onu yıkamak,
3. Vücudu ve saçları yıkamak.
Hanefîlere Göre:
1. Mazmaza (ağıza su vermek),
2. îstinşâk (buruna su vermek),
3. Vücudun tamamını yıkamaktır.
Hanefî mezhebinde guslün sünnetleri de şunlardır:
1. Gusle niyet etmek.Niyet, diğer üç mezhepte farzdır. Onun için bile bile
terkedümemelidir.
2. Besmele çekmek,
3. Misvak kullanmak,
4. Önce elleri, uylukları yıkamak, bedeninde pislik varsa gidermek,
5. Gusülden evvel abdest almak,
6. Abdestten sonra sırayla üç defa başa, üç defa sağ omuza, üç defa da'sol omuza su
dökmek,
7. Her su döküşte bedeni ovalamak,
8. Bir kap içinde yıkamlıyorsa önce sağ, sonra da sol ayağı yıkamak.
9. Suyu haddinden az veya çok kullanmamak,
10. Kimsenin göremeyeceği bir yerde yıkanmak,
11. Tenha yerde de olsa avret mahallini açık bırakmamak,
12. Gusül esnasında konuşmamak,
13. Gusülden sonra silinmek,
T4241
14. Elbiseyi giyerken acele etmek.
99. Kadın Gusl Ederken Örülü Saçlarını Çözmeli Mi?
251. ...Ebû Davud'un Zuheyr b. Harb ve Ibnu's-Serh'ten Rivayet ettiği hadîste Ümmü
Seleme (r.a.) şöyle demiştir; "Müslümanlardan bir kadın -Züheyr, dedi ki; Ümmü
Seleme kendisi- Rasûlullah (s.a.)'a
"Yâ Rasûllah, ben saçımı bağlayan bir kadınım. Cünuplükten dolayı (yıkanacağımda)
onu çözeyim mi?" dedi. Rasûllah (s. a.)
1425]
"Başına sadece üç avuç su dökmen sana kâfidir" cevabını verdi." Züheyr bu
kısmı, "Rasûlullah (s. a.) "Başa üç avuç su dökmen kâfidir. Sonra da (suyu) bedenînin
geri kalan kısmına dökersin işte o zaman sen temizlendin demektir" buyurdu" şeklinde
14261
rivayet etti."
Açıklama
Hadis-i şeriften anlaşıldığına göre cünuplükten dolayı gusül edecek olan kadının saç
örgülerini çözmesine lüzum yoktur. Bu mevzuda Hanefîlerin görüşünü 248. hadiste
açıklamıştık. Diğer mezheplerin görüşleri de şöyledir:
Mâlîkilere Göre: Saç kendi kendine kullanılmadan örülmüşse abdestte değil, sadece
gusiılde örgünün çözülmesi lâzımdır. Saç üç veya daha fazla iplikle örülmüşse örgüler
hem abdest, hem de gusülde çözülmelidir. Bir veya iki iplikle örülmüş olup örgü sert
ve sıkı olursa, çözülmesi lüzumlu, aksi halde lüzumlu değildir. Bu hükümlerde,
yıkanan kişinin erkek veya kadın olması arasında fark olmadığı gibi; yıkanma
sebebinin de cünuplük veya hayız ve nifas olması arasında fark yoktur.
Şâfıîlere Göre: 248. hadisin şerhinde Nevevî'den naklen beyân edildiği gibi, su
saçların dibine ve iç kısmına ulaşıyorsa örgülerin çözülmesine lüzum yoktur, ama
ulaşmıyorsa örgülerin çözülmesi vâcibtir. Hem erkek hem kadın için hüküm aynıdır.
Yıkanmayı gerekli kılan sebebler arasında da fark yoktur.
Hanbelîlere Göre: Yıkanma hayız ve nifastan dolayı ise, kadının saç örgülerini
çözmesi vâcibtir. Cenabetten dolayı yıkamlıyorsa ve örgü çözülmeden saçlar
ıslanıyorsa çözülmesine ihtiyaç yoktur, Hanbelîlerden bazıları cü-nupluktan veya
hayız ve nifastan dolayı yıkanmak arasında fark gözetmemişler ve saç örgülerini
çözmeyi gerekli görmemişlerdir.
Hanefîlere göre daha evvel belirttiğimiz gibi, kadınların saç örgülerini çözmesi
gerekmez. Erkeklerin ise, sahih kavle göre, çözmesi gerekir.
Saç örgülerinin çözülmesini şart koşmayanlar, örgülerin çözülmesine işaret eden
hadisleri vücûba değil de mendûbiyete hamletmişlerdir. Nitekim Dârakutnî'nin
Sünen'indeki rivayette örgülerin açılması ile birlikte hıtmî ve üş-nân (çöven)
kullanılmasının zikredilmesi bu te'vili desteklemektedir.
Müslim, İbn Mâce ve Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettikleri şu haber de Örgüleri
çözmenin farz veya vacip olmadığına işaret eder. Hz. Aişe (r.a)'ye Abdullah îbn
Amr'in, kadınlara yıkandıklarında saç Örgülerini çözmelerini emrettiği haberi gelince,
şöyle demiştir: "Hayret, madem ki tfon Amr, kadınlara saç örgülerim çözmelerini
emrediyor, başlarını tıraş etmelerini de emretse ya! Ben Rasûlullah (s.a.)'la beraber bir
kaptan yıkanır, başıma üç avuçtan daha fazla su dökmezdim."
Hadis-i şerifteki "başına üç defa su dökersin" ifadesinin manâsı, üç defa dökmekle
suyun saçların dibine vardığına dair zann-ı galib hasıl olmasıdır. Aksi halde daha çok
su dökmek gerekir.
252....Usâme, Makburfden Ümmü Seleme: (r.anhâ)nın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Bir kadın bana geldi (Üsame burada evvelki hadîsi nakleder.) O kadın için
Peygamber (s.a.)'e (bundan evvelki hadisde zikredilen meseleyi) sordum. (Usâme,
önceki rivayete ilâve olarak) Rasûlullah (s.a.)
[4271
"(Guslederken) her su döküşünde saçının örgülerini sık" buyurdu." dedi.
Açıklama
MussaniPin bu hadisi bu ifâdelerle getirmesinin sebebi, bundan evvelki hadiste yer
alan Züheyr ve îbn Şerh rivayetlerinin te'lif yönüne işarettir. Çünkü Züheyr'in
rivayetine göre, Rasûlulİah (s.a.)'a soruyu soran Ümmü Seleme (r. anhâ) İbn Serh'in
rivayetine göre müslümanlardan başka bir kadındır. Bu rivayetleri birleştirirsek, bir
kadın Ümmü Seleme'ye gelerek saçları örülü olan bir kadının yıkanırken, örgülerini
çözüp çözmeyeceği meselesini Rasûlullah'tan sormasını istemiş, o da onun için soru-
vermiştir. Soruyu sorma işinin Ümrnü Seleme'ye isnad edilmesi hakikat, diğer kadına
isnad edilmesi mecazdır. Çünkü o kadın sorunun sorulmasına sebeb olmuştur. Önce o
kadın adına Ümmü Seleme (r.anha)'nm sonra te'kid için kadının kendisinin tekrar
sormuş olmaları da muhtemeldir. Ancak bu rivayette diğer rivayetten fazla olarak
"Başına her su döktüğünde örgülerini sık" ziyâdesi mevcuttur. Bu da saçların dibine
r4281
suyun nüfuz etmesini sağlamak için olsa gerektir.
Bazı Hükümler
1. Gusulcie suvu saclarm dibine kadar ulaştırmak zaruridir.
2. Kdmlarm guslettiklerinde saç örgülerini çözmelerine lüzum yokutr. Erkekler ise,
çözmek mecburiyetindedirler.
253.. ..Aişe (r.anhâ)'den, şöyle demiştir; "Bİzden (Rasûlullah'm eşlerinden) birine
cünuplük isabet ettiği zaman, şöylece üç avuç (su) alıp -her iki elini kast ediyor-
başma dökerdi. (Sonra) bir eliyle (su) alıp şu (sağ) tarafına, başka bir sefer (tek eliyle
f4291 r4301
su alıp) diğer (sol) tarafına dökerdi."
Açıklama
Hadis-i şe"fte Hz. Aişe'nin başına üç avuç su döktüğünü söylemesi, başka hadislerde
geçen beş avuç su döktüğüne dâir olan rivayetlere zıt değildir. Bazan beş avuç bazan
14311
da üç avuç su dökmüş olması muhtemeldir.
Bazı Hükümler
Rasûmllan'm zevceleri guslettiklerinde saç örgülerini çözmezlerdi.
254....Aişe (r. anhâ)'den, demiştir ki; "Bizler ihramlı ve ihramsız olarak Rasülullah ile
beraber iken ve başımızda (saç örgülerimiz de) olduğu halde (onları çözmeden)
f4321 f4331
yıkanırdık."
Açıklama
Hadis-i şerifte geçen ( ) kelimesi aslında yaralı uzuv üzerine sarılan bez sargısı
manasına gelir. Bu hadis-i şerifte saça koku sürünmek manasına kullanılmıştır. Hz.
Aişe'nin bildirdiğine göre Rasülullah (s.a.)'m zevceleri ve ashab-ı kiramın hanımları
başlarına sürdükleri koku sebebiyle saçları birbibîrine yapışmış olduğu halde gusleder
ve bu yapışık saçları açmazlardı. Rasülullah da bunu men etmezdi. Çünkü bu şekilde
de olsa saçlarının dibine su ulaşırdı.
14341
Mânânın şu şekilde olması da muhtemeldir: "Biz gusleder ve içerisine hıtmî
[435]
karıştırılmış su ile yetinir, bundan sonra başka bir su kullanmazdık.."
Bazı Hükümler
Kadınlar guslederken saçlarına sürdükleri koku (v.s.) gibi şeyleri gidermek
mecburiyetinde değil dirler.
14361
255....Şureyh b. Ubeyd şöyle demiştir:
"Cübeyr b. Nüfeyr bana cünuplükten yıkanmak hususunda fetva verdi. (Ctibeyr'in
dediğine göre) Sevbân, onlara (Cübeyr ve arkadaşlarına): Gusül hususunda Rasülullah
(s.a.)'den fetva istediklerini bildirmiştir. (Rasülullah s.a.) şöyle buyurmuş: "Erkek,
(saçı örgülü ise) saçlarını dağıtsın ve saçların diblerine su ulaşıncaya kadar yıkasın.
Kadının ise (örgülerini) çözmemesinde vebal yoktur. O iki eti ile başına üç avuç su
14371
döksün."
Açıklama
Erkeklerde sac örme onlar için ziynet olmadığından, kadınlarda ise ziynet olduğundan
kadınların çözmemesi erkeklerin ise çözmesi gereklidir.
İbn Reslan, "hadisin zahiri, örgülerin çözülmesi hususunda erkekle kadının farklı
olduğunu gösterir. Fakat ben bu görüşte olan kimseyi bilmiyorum" demektedir. Ancak
248. hadisin şerhinde beyân edildiği üzere Hanefîlere göre gusülde erkekler saç
örgülerim çözmek mecburiyetinde oldukları halde, kadınlar mecbur değildirler.
[438]
Onların suyu saçlarının dibine ulaştırmaları kâfidir. Bu hadis-i şerif Haneklerin
[439]
görüşlerini te'yid etmektedir.
100. Cünup Olan Kişinin (Guslederken) Başını Hıtmî (Karıştırılmış) Su İle
Yıkaması
256.. ..Hz. Aişe (r.anhâ)'den rivayet edildiğine göre; "Rasûlullah (s. a.) cünup olduğu
halde başını hıtmî (karıştırılmış su) ile yıkar, bununla yetinir ve başına (ayrıca) su
r4401 [44JJ
dökmezdi."
Açıklama
Hıtmî, Kâmûs\m ifâdesine göre, çiçeğine "hâtem" denilen bir bitkidir. Mesanedeki
taşları düşürme, bazı yaraları iyileştirme, sirke ile mazmaza edildiğinde diş ağrılarını
dindirme ve ateş düşürme gibi faydalan vardır. Ayrıca kirlerin ve ter kokusu gibi
kokuların izâlesi için sabun yerine kullanılırdı.
Bu hadis, suya temizleyici özelliğini artırmak gayesiyle, sabun, soda gibi bir şey
karıştırıldığında, suyun tadı, rengi ve kokusu değişmiş de olsa, bu suyun hadesi
(abdestsizlik ve cenabeti) izâle için kullanılmasının caiz olduğuna delildir. Hanefîler
bu görüşü benimsemişlerdir. Çünkü bu şekildeki bir suya da su ismi verilir; sadece
temizleme özelliği fazlalaşmıştır.
İbn Kudâme'nin Muğnî'deki ifâdesine göre suya, suyun temizleyicilik vasfını artıran
bir şey karıştırıldığı takdirde o su ile gusledilip edilmeyeceği hususunda ihtilâf vardır.
Ahmed b'. Hambel'den yapılan iki rivayetten birine göre, böyle bir su ile gusül
yapılırsa cenabetten kurtulunmaz. Şafiî, Mâlik ve Ishak da aynı görüştedirler.
Hanefîlere göre böyle bir su ile gusul caizdir. Yine ibn Kudâme "Suya temiz bir şey
karıştırıp da onu değiştirmediği takdirde bu su ile abdest almanın cevazı hususunda
hiçbir ihtilâf bilmiyoruz" demektedir.
Bu hadis-i şerif her ne kadar zayıf ise de İbn Ebî Şeybe'nin İbn Mes'ûd'dan yaptığı
rivayetle cenazelerin, sidr, çöğen sabunu gibi şeylerle yıkanması nın sünnet oluşu bu
hadis-i te'yid etmektedir, ibn Kudâme'nin de ifade ettiği gibi Şafiî, Mâliki ve
Hanbelîlere göre, içerisine sabun, soda vs. gibi suyun temizleme özelliğini artıran bir
şey karıştırılmış su-ile yıkanmak cenabetin izâlesi için kâfi değildir. Sonradan tekrar
normal su dökünmek lâzımdır.
İbn Reslân, içerisine hıtmî karıştırılmış su ile, cünuplükten dolayı yıkanmaya niyet
edilirse cenabetten temizlenilebileceğini ayrıca su dökülmesine lüzum olmadığını,
ancak bunun sabunu suya kanştırmayıp başa koyarak temizlenildiği takdirde olduğunu
söyler. Veya Hz. Peygamber (s. a.) ilk önce normal su île yıkamış daha sonra hıtmî ile
ikinci defa yıkamıştır, denebileceği gibi hıtmînin çok az olduğu ve suda hiçbir
değişiklik yapmadığı şeklinde de te'vil edilmiştir. Fakat bütün bu te'villere ihtiyaç
kalmaksızın, temizleyici olan bu maddenin suya karıştırılarak kullanılması hiçbir
mahzur teşkil etmemekte ve bu konuda ihtimale yer bırakmayacak şekilde Hz.
f4421
Peygamber tarafından kullanıldığı bilinmektedir.
101. Erkek Ve Kadından Gelen Suyun (Meni Veya Mezinin) Nasıl Yıkanacağı
257....Aişe (r.anhâ); erkek ve kadından gelen su (meni veya mezi) hakkında şöyle
demiştir: "Rasûlullah (s. a.) bir avuç su alır, suyun (meni veya mezinin) üzerine
dökerdi. Sonra tekrar bir avuç su alır yine suyu (meni veya mezinin) üzerine
f4431
dökerdi."
Açıklama
Rasûlullah (s.a.)'m üzerine su döktüğü şey ya meni ya da mezidir. Hanefılere göre
temizlenmesi gerektiği Şafiî ve Hanbelîlere göre temiz olduğu ise önceden geçmişti.
Meziye gelince bütün mezheplere göre pis olduğundan temizlenmelidir. Dolayısıyla
Hanefîlerin dışındakilere göre temizlemek maksadıyla Rasûlullah (s. a.) üzerine su
döktüğü şey mezi olmalıdır.
îbn Reslân, bu hadisin, mezinin, üzerine su dökülmekle temizleneceğini söyleyen
f4441
Hanbelîlere delil olduğunu söyler.
102. Aybaşı Halindeki Kadınla Yemek Yeme Ve Bir Arada Bulunma
Hayız, lügatta, çıkan kan demektir. Şeriat'ta hayz, hades midir, necis midir ihtilaflıdır.
Hades olması daha uygundur. Necis oluşuna göre tarifi, hasta veya yaşça küçük
olmayan bir kadının rahminden dışarı çıkan kandır. Hades oluşuna göre, bu kan
sebebiyle meydana gelen şer-î maniadır.
Bir kadının rahminden, hastalık veya doğum gibi bir sebebe bağlı olmaksızın belli
müddetler içinde gelen kandır. Buna "âdet hâli", "ayhâü", "aybaşı hali" de denir .Kız
çocukları normal olarak 9 yaşında âdet görmeye başlarlar. Bu hal onların bulûğ
çağının başlamasıdır. Hayız halinin sonuna da "sihn-i iyas" denilir. En son haddi elli
beş yaştır. Bu yaşa gelen kadın artık âdet olmaz. Hayzm daha evvel kesilmesi de
mümkündür.
Hayz olan kadın ister küçük, ister yaşlı olsun gebe kalmaya, çocuk doğurmaya
müsaittir. Kadın gebe kalınca doğum yapıncaya kadar rahmin ağzı kapanır ve kan
gelmez. Hanefîlere göre, hayz müddetinin en azı -geceleri ile birlikte- üç, en çoğu on,
normali beş gündür. İleride temas edileceği üzere üç günden az ve on günden fazla
gelen kanlara istihâza kanı denilir. Hayız hâlindeki kadınlar için bir takım özel
hükümler vardır. Yeri geldikçe açıklanacaktır.
258....Enes b. Mâlik (r.a.) demiştir ki;
Yahudiler, bir kadın hayız olduğunda, onu evden çıkarırlar, onunla beraber yemezler,
içmezler ve aynı evde birlikte bulunmazlardı. Bu durum Rasûlullah (s.a.)'e soruldu.
Bunun üzerine Cenâb-ı Allah:
"Sana kadınların ay hâlini de sorarlar. De ki, O bir ezadır. Onun için hayz zamanında
[4451
kadınlardan ayrı kalm...ilh" mealindeki âyet-i kerimeyi indirdi; Rasûlullah da:
"Onlarla birlikte evlerde oturunuz ve cinsî temastan başka her şeyi yapınız" buyurdu.
Bunun üzerine Yahudiler:
"Bu adam, bizim (dinimizin) işinden hiç bir şey bırakmadan hepsine muhalefet etmek
f4461 f4471
istiyor" dediler. (Bunu duyan) Üseyd b. Hudayr ve Abbâd b.Bişr
Peygamber (s.a.)'e geldiler ve:
"Ya Rasûllah, Yahudiler şöyle şöyle diyorlar (onlara muhalefet olsun diye) hayızh
kadınlarla (cinsî) temasta da bulunsak mı?" dediler. Resûlullah sallallahü aleyhi
veslelemin (mübarek) yüzünün (rengi) değişti, hatta biz onlara kızdığım zannettik. Bu
iki zat (Rasûlullah'm huzurundan) çıkmışlardı ki, Rasûlullah'a hediye olarak süt
getiren biri ile karşılaştılar. Resûlullah (s. a.) peşlerinden gönderip kendilerine (bu
r4481 r4491
sütten) içirdi. Böylece biz de Resûllah'm onlara kızmadığını anladık."
Açıklama
Hadis-i Şeriften anlaşıldığına göre; Yahudiler er ay hâli olan bir kadını evlerinden
ayırırlar; onlarla birlikte yemeyi, içmeyi ve bir arada oturmayı ter kederlerdi.
Müslümanlar Resûlullah'a hayızlı kadınlara ait durumun ne olacağını sorunca Bakara
Süresinin 222. âyet-i kerimesi nazil oldu. Bazı Müslümanlar, bu âyet-i kerimedeki
"aybaşı hâlinde kadınlardan ayrı kaim" ifadelerini görünce, bu ayrılmanın Yahudilerin
yaptıkları gibi kadınları terketmek şeklinde olduğunu zannettiler. Bir kısım sahâbiler
Resûlullah'a gelerek,
"Ya Resûlullah soğuk şiddetli, elbise az, eğer kadınları tercih edecek olursak, ev halkı
helak olacak, ev halkını tercih edersek kadınlar zarar görecek. Ne yapalım?" diye
sordular. Resûlullah (s. a.) kendilerine şu cevabı verdi.
"Sizin emrolunduğunuz onlara yaklaşmamamzdır; onları evden çıkarmanız
14501
değil."
Resûlullah'm aybaşı hâlindeki kadından sorulduğu zaman renginin atması, kadına
rahatsız olduğu bir zamanda, sinir sistemlerinin bozuk, vücudunun hırpalanmış,
kadınlık hislerinin kaybolmuş olduğu bir vaziyette iken ona ezâ vermenin insanlıkla
bağdaşmayacağının bir ifadesidir. Ayrıca, Yahudilerin yaptığı gibi ailenin temel direği
olan ananın yaratılışının hikmetlerinden olan tabiî bir arızadan dolayı evinden
kovulmasının abesliğini, gayr-i insaniliğini ortaya koymaktadır. İslama göre kadın,
anadır. Yavrularının bekçisidir. Aileden kopamaz, tahkir edilemez. Nitekim Allah ve
Resulü kadının bu hâlini tabiîliğini vurgulamış, bu hali bahane edilerek ona
yöneltilmek istenen ithamları ortadan kaldırmıştır.
Resûlullah'a soru soranları daha sonra süt ikram etmek için geri çağırmaları ise,
14511
Resûlullah'm keremidir, onlara kızmadığının işaretidir.
Bazı Hükümler
1. Ay hâli olan bir kadınla cinsî münasebette bulunmak ıcmaen haramdır. Bu konudaki
hüküm kesindir.
2. Elinde olmayarak, fıtratının tabii bir icabı olan kadının bu durumunu nefretle değil,
şefkatle karşılamak insanlık görevidir.
3. Müslüman olmayan bir kişinin, İslama karşı hareketine sebebiyet verilmemelidir.
4. Müslümanlar arasındaki kırgınlığın uzun sürmemesi gerekir.
5. Bir kimseye kızıp gönlünü kıranın, gücendirdiği kişinin gönlünü almak için iltifat
etmesi uygun olur.
259.. ..Aişe (r.anhâ)'den şöyle demiştir;
"Ben hayızlı iken kemiğin üzerindeki eti ısırıp Peygamber (s.a.)'e verirdim; O da
ağzını benim (ağzımı) koyduğum yere koyar (ısırır)dı. Bir şey içerken de Resulullah
(sallellahü aleyhi vesellem)e verirdim. O da (içerken) ağzını, benim (ağzımı koyup)
f4521 f4531
içtiğim yere koyardı."
Açıklama
ARK: Üzerinde et artığı kalmış kemiktir. Bazılarına göre bir miktar ettir. Halil b.
Ahmed'e göre "ark", etsiz kemiktir. ( ) "kemiğin etlerini sıyırırdım" manasmdadır.
Hadîs-i Şerif hayızlı kadının artığının ve bedeninin temiz olduğuna delildir. Bazıları,
Ebû Yûsuf a göre hayızlı kadının bedeninin necis olduğunu söylemişlerse de bu
rivayet yanlıştır.
Yahudilerin yaptığı gibi kadınları terketmek değil, onlarla beraber olmak, yemek,
içmek, şaka yapmak gibi hareketlerde bulunmak gerektiğinin ifadesi vardır.
Nitekim aynı hadis-i şerifi değişik lâfızlarla Beyhakî şöyle nakletmektedir:
Sahabelerden biri Hz. Aişe'ye:
"Sen hayızlı iken Resûlullah sana yaklaşır mı?" diye sorduğunda, Hz. Aişe:
"Evet ben o halde iken Resûlullah (s. a.) bana: "Ebû Bekrin kızı peştemalmı üzerine
(yani göbekle diz kapağı arasma),al" diyerek benimle uzun zaman ilgilenirdi. Sahabe
Hz. Aişe'ye:
"O halde iken seninle yer miydi?" diye sorduğunda Hz, Aişe:
"Üzerinde et olan kemiği bdna uzatır ben de onu ısırırdım. Onu benden alarak
ısırdığım yerden ısırarak yerdi."
Peki, senin içtiğin kabtan da içer miydi? diye sorduklarında da Hz. Aişe:
"Evet, Resûlullah su kabını bana uzatırdı, ben ondan içerdim, daha sonra benden alır
ağzımı koyduğum yere koyarak Resûlullah da içerdi."
Resûlullah (s.a.)'m eşlerine aybaşı hallerinde bulundukları zamanda da, sair
zamanlardan farklı bir harekette bulunmadığı görülmektedir.
I454J
Aile mutluluğuna örnek olan Resülullah'a salat-ü selâm olsun.
Bazı Hükümler
1. Hadis-i Şerif Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem) in tevazu ve hoşgörüsüne
delildir.
2. Erkeğin karısına lâtife yapması onun hoşlanacağı hareketlerde bulunması lâzımdır.
3. Hayızlı kadınla beraber yemek, içmek ve bir arada bulunmak caizdir.
4. Hayızlı kadının artığı ve bedeni temizdir.
260....Aişe(r.anhâ)dan şöyle demiştir; "Ben hayızlı iken Rasülullah (sallallahü
r4551 f4561
aleyhi vesellem) başım kucağıma koyar (Kur' ân) okurdu."
Açıklama
Hicr: Koltuk altı ile böğür arasındaki kısma denir. Buharı'deki bir rivayetle Müslim'in
rivayeti. "Kucağıma yaslanırdı", Buharî'deki diğer bir rivayet de "Başı benim
kucağımda olduğu halde Kur'an okurdu" şeklindedir.
Hz. Aişe'nin bu rivayetinde Kur'ân okumayı Rasûlullah'a atfetmesi ha-yızh olan
kadının Kur'ân okuyamayacağına işaret sayılabileceğini, bazı âlimlerimiz beyan
etmişlerdir.
Nevevî Müslim Şerhi'nde, "Bu hadiste uzanarak, hayızlı bir kadına yaslanmış olduğu
halde Kur'ân okumanın cevazına işaret vardır."
Aynî bununla ilgili olarak şöyle der: "Hayızlı kadın temizdir, pis olan kandır. Kan her
zaman pistir.
Buna göre helaya karşı Kur'ân okumanın mekruh olmaması icabeder. Bununla birlikte
Kur'ân-ı Kerim'e hürmeten heîâya karış Kur'ân okumanın mekruh olması gerekir.
Çünkü bir şeye yakın olan onun hükmünü alır."
Muvafık olanı da Aynî'nin dediği olsa gerektir. Çünkü müslüman Allah'ın Kitabım
1457]
okurken mümkün mertebe edepli hareket etmelidir; pis yerlerden uzaklaşmalıdır.
Bazı Hükümler
1. Yan yatmış (uzanmış) halde ve hayızlı kadına yaslanarak (ezberden) Kuru an-ı
Kerim okunabilir.
1458]
2. Kur'ân okurken hayızlı kadından uzaklaşmak gerekmez.
103. Aybaşı Halindeki Kadının Mescidden Bir Şey Alıp Vermesi
kelimesi "TEFAÜL" babından olabileceği gibi "müfâle" babından da olabilir. Tefâul
babından olduğu kabul edilirse "tâ" mn fethası ile (tenâvele) şeklinde okunur ve
"tâ'lardan birinin hazfedildiğine hükmedilir. Mufâale babından olduğu kabul
edilirse tâ'nm zammesi ile ( ) (tünâvilü) şeklinde okunur ve mana, aybaşı halindeki
bir kadının mescitte birine bir şey vermesi şeklinde olur. Başlık her iki ihtimale göre
terceme, edilmiştir.
261....Aişe (r.anhâ)'dan demiştir ki:
"Rasülullah (sallallahü aleyhi vesellem) bana, "Mescitten seccadeyi alıver." dedi.
"Ben hayzhyım" dedim. Bunun üzerine:
r4591 r4601
"Senin hayzm elinde değildir" buyurdu.
Açıklama
Hadis-i Şerifteki (min) harf-i cerrinin müteallâkı hakkında ihtilaf edilmiştir. Kadı Iyaz,
harf-i cenin mü-teallâkmm (dedi) fiili olduğunu söyler. Buna göre manâ, "Rasûlullah
(s.a.) mescitten bana seslendi"olur.Bu durumda Rasûlullah mescidin içerisinde,
seccade dışarıdadır. Rasûlullah hayızlı olan Hz. Aişe'ye uzatıvermesini emretmiştir.
Hz. Aişe hayızlı iken elini mescide sokmayı istemediği için durumunu Efendimize
bildirmiş. O da, "hayız senin elinde değildir" karşılığını vermiştir.
Hattâbî ve ulemânın ekserisine göre harf-i cerrin muteallaki "bana alıver" fiilidir. Bu
mütalaa babın adına daha muvafıktır. Ebû Dâvüd sarihleri de bunu benimsemişlerdir.
Hadis-i şerif tercemesi bu takdire göre yapılmıştır. Buna göre, Rasûlullah (s.a.)
mescidin dışında, seccade içeridedir. Hz. Aişe elini uzattığı takdirde mescidin
içerisindeki seccadeyi alabilecek bir yerde oturmuştur. Ancak hayızlı iken elini
mescide uzatmayı uygun bulmadığı için mazeret beyan etmiş, Rasûlla Efendimiz de
"hayız senin elinde değil" karşılığını vermiştir.
İbn Hacer de, Hattâbî'nin dediği gibi harf-i cerrin müteallakımn fiili olmasının daha
muvafık olacağını, ( ) tealluk ettirmenin uzak bir ihtimal olduğunu söylemektedir.
Kadı Iyaz'ı bu görüşe sevkeden şey, NesâTnin Ebû Hureyre'den rivayet ettiği,
"Resûhıllah (s.a.) mescitte iken,
"Ey Aişe bana elbiseyi ver" buyurdu hadîs-i şerifi olabilir. Fakat bu babın hadisi ile
Nesâî'deki hadis arasında fark vardır. Çünkü Rasûlullah (s.a.) birisinde seccade,
diğerinde elbise istemiştir. Her iki hadisin ayrı ayrı olaylardan bahsetmiş olması
mümkündür.
Hadis-i şerifteki ( ) kelimesini muhaddislerin ekserisi "Hâ" nın fethası ile ( )
şeklinde okumuşlardır. Buna göre kelime hayız kanının akıntılarından bir akıntı
mânâsına gelir. Kadı Iyaz bunu tercih etmiştir. Nevevfnin beyânına göre rivayetlerin
ekserisi bu şekilde vâki olmuştur.
Hattâbî muhaddislere itiraz ederek kelimenin "ha"nm kesresi ile ( ) (hizateki)
şeklinde okunması gerektiğini söyler. Buna göre kelime, hayızlı kadının, kendisine
helâl olmayan şeylerden uzaklaşmasını gerektiren hal ve hey'eti mânâsına gelir.
Bezlü'I-Mechûd sahibi, Hattâbî'nin görüşünü benimsemiştir. Çünkü Hz. Aişe elinde,
elini mescide sokmasına mâni bir hayız pisliği olmadığını biliyordu. Onu elini
mescide sokmaktan men'eden şey, hayızdan dolayı kendisine arız olan manevî
1461]
pisliktir.
Bazı Hükümler
1. Ay hâli gören bir kadının elini mescide sokarak, ora-dan bırşey alması caizdir.
Ancak mescide giremez.
1462]
2. Kadının kocasına hizmet etmesi gerekir.
104. Hayızlı Kadının Namazını Kaza Etmez
[463]
262....Muâze (r.anhâ) demiştir ki; Bir kadın Aişe (r.anhâ)ya; "hayızh kadın
(namazını) kaza eder mi?" diye sordu. Hz. Aişe:
r4641
"Yoksa sen Harûrî misin? Bilesin ki, biz Rasûlullah (s.a.) yanında (zamanında)
hayız olur, (hayız günlerindeki namazları) kaza etmez ve kaza etmekle de
r4651 \466~]
emrolunmazdık" karşılığını verdi.
Açıklama
Hz. Aişeye soru soran kadının kim olduğu kesin olarak beili değildir. Ebû Dâvûd ve
Müslim'deki Eyyûb'un rivayetlerinde ve Buhârî'deki Hemmâm'm rivayetinde bu
kadının ismi açıklanmamıştır. Yalnız Müslim'in Şube tarikiyle Yezid'den yaptığı
rivayetten, soruyu soranın bizzat Muâze olduğu anlaşılmaktadır. Sorunun Hz. Aişe'ye
bir defa Muâze, başka bir kez de bir başka kadın tarafından sorulmuş olması da pek
tabiî mümkündür.
Hadisteki "Harûrîler"den maksat Haricilerdir. Onlar ay hali olan kadının hayız
müddetince kılamadığı namazları, temizlendikten sonra kaza etmesinin gerektiğini
kabul ederler.
Hz. Aişe (r.anhâ), bu soruyu soran kadının hâlinden hayız halinde iken kılamadığı
namazların sonradan kaza edilmeyeceği hükmünü yadırgadığım anlamış ve"sen Harici
misin yoksa?"diye sormuştur. Müslim'in Asım tarikiyle Muâze'den yaptığı rivayete
göre soruyu soran bizzat Muâze'dir ve Hz. Aişe'ye, "hayır ben Haruri değilim,
hükmünü öğrenmek için sordum" cevabını vermiştir.
Namaz ibâdeti, bedenî olma bakımından oruca benzemektedir. Hayızlı olan kadınların
orucu kaza etmeleri gerekir. Zira oruç ibâdeti yılda bir kere olduğundan kazasında
güçlük yoktur, aybaşı hâli ise, her ay tekerrür etmesinden dolayı günlük ibâdet olan
namazın birikmesine, böylece de ibâdette güçlük doğmasına sebebtir. İslâm bu
güçlüğü kaldırmıştır.
Aybaşı haliyle ilgili bazı hükümler:
Adet gören müslüman kadınlar için şu hükümler cereyan eder: Adet gören bir kadın,
namaz kılamaz, şükür secdesi yapamaz, oruç tutamaz, Kur'ân-ı Kerîm' den bir âyet de
olsa okuyamaz. Ancak dua âyetlerini duâ maksadı ile okuyabilir. Kur'ân-ı Kerîm'e
veya Kur'ân-ı Kerîm' den bir âyet veya bir âyetten daha az bir bölüm yazılmış bir şeye
el süremez. Esah olan kavle göre Kur'ân tercemesi hakkında da hüküm böyledir.
Camiye giremez. Kabe'yi tavaf edemez, kocasıyla cinsî münasebette bulunamaz.
Kocası, kendisinin diz kapağı ile göbek arasından çıplak olarak istifâde edemez.
Hayızlmm Allah'ı zikretmesi, teşbih okuması, kabir ziyaret etmesi, yiyip içmesi ise
caizdir.
Selef ulemâsından bazıları, hayızlı kadının namaz vakti girdiğinde, abdest alıp,
kıbleye dönerek Allah'ı zikretmekle meşgul olmasının müstehap olduğunu
söylemişlerdir. Ebû Cafer de bu görüştedir. Bazıları da bunun bir emir olup terkinin
mekruh olduğunu söyler.
Nevevî, cumhura göre hayızlı kadın için ne namaz vakitlerinde, ne de başka bir
zamanda abdest, teşbih ve zikrin olmadığını söyler. İbn Cerîr, Evzâî, Mâlik, Sevrî,
İmam-ı Azam ve talebeleri ve Ebû Sevr'in de aynı görüşte olduklarını kayd eder.
Ancak bundan maksat teşbih ve zikrin emredümediğidir. Emredilmemiş olması zikir
ve teşbihin caiz oluşuna mâni değildir. Nitekim Dürrü'l-Muhtâr'da hayızlımn
zikredebileceği, teşbih okuyabileceği kaydedilir.
263....Ma'mer Eyyûb'dan, Eyyûb Muâze'den, O da Hz. Aişe (r.anhâ)dan, bir önceki
hadisi rivayet etmişler. (Mâmer rivayetinde ilave olarak Aişe (r.anhâ)nin:
14671
"Biz orucu kaza etmekle emrolunur, namazı kaza etmekle emrolunmazdık"
T4681
demiştir.
Açıklama
Mussamfm bu rivayeti nakletmekteki maksadı hadisteki senet ve metin farklarına
işarettir. Evvelki hadisi Eyyûb sadece Kılâbe vasıtasıyla Muâze'den; bu hadisi ise,
doğrudan Muâze'den almıştır. Ayrıca Eyyûb ile musannif arasında evvelki hadiste iki,
bu hadiste ise, dört râvî vardır. Metin yönünden de evvelki hadiste orucun kazasının
emredildiğine dâir bir işaret yokken bu hadiste emredilmiş olduğu belirtilmektedir.
[4691
LU
Nesaî, tahâre 105; İbn Mâce, tahâre 48.
m
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 245.
m
Buhârî, vudû' 1, 22,42; Tinnizî, tahâre 26, 32, 34, 35; Nesât tahâre 64; tbn Mâce, tahâre 45,47; Dârimî, tahâre 29 ve ileride gelecek olan (138) nolu
hadis; Sa'ati el-Fethurrabbani II, 47.
m
Sa'âtî, el-Fethu'r-rabbftnî, II, 18 ve bundan sonraki babın hadisleri.
[5]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 245-247.
[6]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 247.
LU
Buhârî, vudûl 1,23,41,42,45,46; Tirmizî, tahâre 33-36; İbn Mâce, tahâre 47; Dârimî, tahâre 28; Ahmed b. Hanbcl 1,3 15, 1 1,288, 364.
[8]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 247-248.
[21
Nevevî, Şerhu Müslim, III, 106.
[10]
TirmizS, tahâre 35.
LLU
Buhârî, tahâre 22, Tirmizî, tahâre 42; ibn Mâce, tahâre 45; Nesâî, tahâre 64.
ri2i
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 248-249.
ri3i
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 249-250.
1141
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 250.
1151
bk. Buhârî, vudû" !, 22, 42; Tirmizî, tahâre 26, 32, 34, 35; Nesâî, tahâre 64; îbn Mâce tahâre 45, 47; Darîmî salât 29, Ahmed b. Hanbel I, 23, 233,
332, 336, 372; H, 27, 38, 109, V, 368.
[16]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi: 1/ 250-25 1.
r i7i
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi: 1/251.
risı
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/251.
1191
ibnMâce, tahâre 43.
[20J
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 251-252.
[21]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 252.
[221
Buhârî, vudû* 25, 26; Müslim, tahâre 20, 22; Tirmizî, tahâre 21; Nesâî, tahâre 69; 71, 72; Ahmcdb. Hanbel II, 277, 308, 352, IV-313, 314.
[231
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 252.
[241
Tirmizî, salât 1 10.
[251
Buhârî, bedül-halk II; Müslim, tahâre 23; Nesâî, tahâre 72; Ahmed b. Hanbel, II, 352.
[261
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 253-254.
[221
İbn Mâce, tahâre 44; Ahmed b. Hanbel I, 228.
[28J
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 254.
[291
Tirmizî, Savm 69, Ncsaî, tahâre 91, ibn Mace, tahâre 54; Dârimî vudû' 34;Ahmed b. HanbelIV, 211.
[301
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 254-256.
[3JJ
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 256-258.
[321
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 258-260.
[33J
bk. Şevkani, Neylu'l-evtar I, 166.
[341
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 260.
[351
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 260-261.
[36J
bk. 248 numaralı hadis.
[371
Şevkânî, Neylu'l-evttr, 1.177; SehârenfDrî, Bezlu'l-mtchûd, I, 356.
[311
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 261-262.
[391
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 262-263.
[401
Müslim, tahâre 8 1 .
[411
Şevkânî, Ncyln'l-Evtflr, I 195.
[421
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 263-264.
[431
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 264.
[441
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 264-265.
[451
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 265.
[461
el-Müslevrld b. Şeddad b. Amr el-Kureşî el-Fihrî el-Mekkî. Hem kendisi hem de babası
Rasûlü ekrem (s.a.)'ın sohbetinde bulunmak saadetini tatmışlardır. Rasûlullah (s.a.)'dan ve babasından hadîs-i şerif rivayetinde bulunmuştur.
Kendisinden de Kays b.Ebî Hazm, Vakkas b. Rabîa, Abdurrahman b. Cübeyr, Ma'bed b. Hâlld ve daha pek çokları hadîs rivayet etmişlerdir. Hadîsleri
Buhari ve Tirmizi'de bulunmaktadır. Mısır'ın fethinde bulunmuş 45 hicri yılında iskenderiye'de vefat etmiştir. (Bilgi için bk. Ibnu'1-Esir, Üsdu'l-gabe,
V, 154)
[471
Tirmizî, tahâre 30; tbn Mace, tahâre 54.
[481
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 265.
[49J
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 266.
[M
bk. Ahmed b. Hanbel, IV, 39.
[51]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 266.
[521
Buhfırf, tahâre 35; Müslim, tahâre 75, NesâS tahare 96; İbn Mftce, tahâre 84. Tirmizî, tahâre72.
[531
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 266-268.
[541
et-Tevbe (9), 38, 39.
[551
bk. et-Tevbe (9), 117,118.
[561
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 268-271.
[571
bk. Buhârî, tahâre 35, 48; Müslim, tahâre 75; Nesâî, tahâre 96; İbn Mâce, tahâre 84; Tirmizî tahâre 72.
[581
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 271-272.
[591
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 272-273.
[60J
Buhârî, tahâre 35; Müslim, tah&re 75; Nesâî, tahâre 96; İbn Mâce, tahtre 84; Tirmizî, tahâre 72.
[611
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 273-274.
[621
Nevevi, Şerbu Müslim III, 170.
[63J
Meylanî Ahmed, Hidâye Tercümesi, I, 61.
[641
bk. Aynî, UmdHn'l-kaari III, 102.103; Davudoglu Ahmed, Sahlh-1 Müsüm Terane ve Şerhi, II, 400-401.
[651
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 274-276.
[66J
Buhâri, tahare 35; 48; Müslim, tabire 75; Nesâî, tahâre96; ibn Mâce, Uhân 84; Tirmizî, tahâre72.
[671
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 276-277.
[681
Abdurrahman b. Avf b. Abd b. Haris b. Zühre b. Kilâb b. Mttrre b. LOey Ebû Mu-hammed. Asıl adı Abdu Amr idi. Islâmiyete girdikten sonra
Rasûlü Ekrem (s. a.) bu ismi değiştirdi ve adını Abdurrahman koydu. Umûmi rivayete göre FiTyıbnda dünyaya gelmiştir. Rasûlü Ekrem'le aym yastadır.
Rasûlü Ekrem (s.a.)'m tevhid akidesini nesr ve tebliğ ettiği sırada kırk yasını geçmiş bulunuyordu. Fıtraten afif ve son derece temiz bir kimse olan
hazreti Abdurrahman, Hazreti Sıddık'ın delaletiyle tarffc-ı hakka girmiş, tik müslümanlardan olma şerefini kazanmıştır. Islflmiyeti kabul ettikten sonra
o da diğer möslümanlar gibi türlü tûriü mihnet ve eziyetlere uğradı. O da evini ve yurdunu terk ile hicrete mecbur oldu ve Habeş muhâcirleriyle birlikte
Habeşistan'a hicret etti. RasÛ-lü Ekrem'(sa) in Medme4 mttnevvereye hicretinden sonra da Medine'ye Meret etti Orada Rasûlullah Abdurrahman'ı Sa'd
b. er-Rebî İle kardeş yaptı. Sa'd bütün malım ve möl-kttnü Hz. Abdurrahman İle paylaşmak istediyse de o buna rftzı olmamış "Arfz kardeşim, Allah
sana ve çolak çocuğun» bereket Ih»* etabı mal ve hdMİnİçog«tara,SMbw» çarşının yolunu göster, ben orada Mraı ah| veriş Be meşgul ohyrn" demiş ve
bir kaç gün içinde zengin olmuştu. Hz. Abdurrahman bu serveti kendisi İçin kullanmamış bütün bu serveti Allah yoluna vakfetmiştir.
Berâe SÛresi'nde sahâbe-i kiram hayra teşvik edilince Hz. Abdurrahman malının yansıra teşkil eden 4000 dirhemi hemen teberru' etmiş, binlerce
atoram vafcfttmişti. Aynea birçok köleleri de kazancıyla hürriyete kavuşturmuştu. Diğer taraftan 500 ath süvariyi ve 500 de deve süvarisini Allah
yolunda silahla donatıp kendilerine hayvan te'minettiği rivayet edilir. Hz. Abdurrahman namazlarını son derece huşu ile edft eder, bilhassa flğ-İe
namazının farzım edadan sonra nafile namazı kılardı. Günlerinin çoğunu oruçtu geçirirdi. Her sene hacca giderdi.
Kendisinden 65 hadîs rivayet edilmiştir. Bunlardan ikisini Buhâri ve Müslim rivayet etmişlerdir. Beş tanesini de sadece Buhârî rivayet etmiştir.
Kendisinden ise İbrahim, Humeyd, Musa b. EbÛ Seleme, İbn Ömer. Itm Abbas, Enes b. Mâlik rivayette bulunmuştur. Hicretin 32«nesindc bu fftni
hayattan ebedi hayata intikal etmiştir. Cennetle müjdelenen bahtiyarlardandır. (Geniş bilgi için, bk. İbn Sa*d, Tabakât, IH, 87-97, Bu hari et-Tftribu'l-
kebir, V, 240; İbn Ebî Hatim, et-Ceriı ve'Ma'dil, V, 247; Ebû Nuaym, Hüyeta'l-evliy», I, 198.100; lbnu'1-Esîr, ÜıdtiM-iâbe, III, 480-485; Zehebî
A'ttmn'n-nabetfi, i, 68-92; İbn Hacer, el-İsibe H, 416-417; Tehribu't-Tehrib, VI, 244; lbnu'l-tm*d , Ş«erttuVieheb, 1, 38; Ansârî, Asr-ı Satdel, 1, 400-
413).
[691
Bilâl b. Rcbah Ebû Abdillah. Ebû Beki' es-Sıddik'm hürriyetine kavuşturduğu bir büyük sahâbîdir. Bedir muharebe» başta olmak üzere bütan
savaşlara Rasûlti Ekrem (s.a.)'le beraber katılmıştır. Köle iken inancı uğruna korkunç İşkencelere tabı tutulmuş fakat bütün banlar onun Allah'ı (c.c.)
zikirden alakoyamamıştı. Bilindiği gibi O'nu efendisi Umeyye b. Halef, öğlenin yakıcı sıcağında kızgın kumlar üzerine yatırır, sonra da alev saçan «gır
kayaları göğsünün üzerine koyar; "Ya Muhammedi inkâr edersin veya-hutta Ölünceye kadar böyle kalırsın" derdi. O, " AJUh (c.c.) bir, Allah birdir 1'
demekten geri durmazdı. Bir gün yine bu haldi iken Ebû Bekr O'na tesadüf elti, satın alarak hürriyetine kavuşturdu,Rasûlü Ekrem (s. a.) den 44 hadîs
rivayet etmiştir. Bunlardan birini hem Buhar? ve hem de Müslim rivayet etmiş, ikisini de sadece Buhâri rivayet etmiştir. Kendisinden de Ebû Beki',
Ömer, tbn Ömer, Üsftme b. Zeyd, Nehaî. Sa*id b. Müseyyeb rivayette bulunmuştur. Şam'da Hicrî 20. senede 60 küsur yaşında iken vefat etmiştir, (r.a.)
(Geniş bilgi tein bk. tbn Sa'd, Ttbmkit, İU, 165; tbn Ebî Hatim, el-Cerh ve't-tt'dU, U, 395; EbÛ Nuaym, HüyetuM-evHya, 1,147-151; lbnu'1-Esîr,
Üfdo'Htbe, 1,243; Zehc-bî, A'HiraB'n-ıınbcta, 1,347-360; tbn Hacer, el-tsftbt, 1,165; Tehribu't-Tehrib, 1,502; lbnu'1-lmâd, Şneritta A -zcbeb I, 31,
Ansârî, Asm Saadet, 11, 44-52).
[701
Müslim, tahâre 84; Tirmiri, tahftre 75; Mesai, tah&re 85; tbn Mftce. tahâre 89; Ahmed b. Hanbel, IV, 135; V, 281, 288, 439, 440; VI, 12, 13.
mı
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 277-280.
[721
Zafer Ahmet el-Osmani, tlau's-SttnM, I, 22.
[731
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 280-281.
T741
Buhârî, salftt 1, 25; Müslim, tahârc 72; Tirmizî, tahâre 70; Nesflt tahârc 96; tbn Mâce, tahlre84.
[25J
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 281-282.
[76J
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 282-283.
[221
Btireyde b. Husayb Efendimiz (s.a.)'c Mekke'den Medine'ye hicret ettiklerinde Gamîm adlı yerde seksen kişiyle gelerek sohbet şerefine ermiş,
yatsı namazını RasÛlü Ekrem (s.a.)'in arkasında kıldıktan sonra kavmine dönmüştür. Bedirden başka bütün savaşlara katılmıştır. Bir rivayete göre de (6
savaşa katılmıştır. Hz. Osman zamanında Hora san savaşma katılmış oradan da Merv'e gitmiş ve yerleşmişin-. Orada h. 63. yılında vefat etmiştir.
Horasan'da en son vefat eden sahâbî olarak bilinmektedir.
Kendisinden 1 64 hadîs-i şerif rivayet edilmiştir. Bunlardan birini hem Buhârî ve hem de Müslim rivayet etmiş, ikisini sadece Buhârî, onbirini de sadece
Müslim rivayet etmiştir. Kendisinden de oğullan Abdullah, Süleyman ve Üsâmc, EbuM-MeRh el-Hûzelî ve cs-Şa'bî hadîs rivayet etmişlerdi. (Geniş
bilgi için bk. Ibn Sa'd, Tabak» t, IV, 241-242; VII, 365; Ibjı Ebî Hatim, et-Ccrh ve*Ma*dfl, II, 424; tbnu'l-Esîr, Üsdu'l A abe 1,209; Zchebî, A'llmu'n-
nttbeia, II, 469-471; Ibn Hacer el-İsâbt, !, 146; tbnu'l-tmâd, Şezertta A zeheb, I, 70; Ansârî, A»r-ı Saadet, II, 433-436.)
um
Tirmizt, edeb 55; tfcn Mace, tahâre 84; Libâs 3 1 ; Ahmed b. HanbeU V, 352.
[221
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 283-284.
[M
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 284-285.
[811
Buhârî, tahâre 35; Müslim, tahâre 75; Nesâî, tahâre 96; tbn Mâce, tahâre 84; Tirmizî, tahâre 72.
[M
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 285-286.
[831
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 286.
[841
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 286.
[851
Tirmizî, tahâre 71; Ibn Mâce, tahâre 86.
[861
Ubey b. lmâre kendisine İbn Ubftde de denilir. Sahabenin ilen gelenlerındendır. Mısır'da yerleşmiş, kendisinden Mest üzerine mesh ile ilgili bir
hadis rivayet edilmişse de onun da senedinde "İzdırâb" vardır. Ebû Hâtem onun isminin astında Abdullah b. Amr b. ÜrnmU Haram olduğunu,
künyesinin de Ebû Ubeyy olduğunu söyler.
[871
İbn Mâce, tahâre 87.
[88J
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
[M
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
[901
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
[911
Tinnizî, tahâre 99; İbn Mâce, tal
[921
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
[931
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
[941
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
[951
Ahmed b. Hanbel IV, 7.
[961
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
[921
İbn Kudâme, el-Mugnl, I, 296.
[981
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
[991
Tinnizî, tahâre 73.
rıooı
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 297.
[1011
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 297-298.
rıo2i
bk. 4607 numaralı hadis.
[1031
el-Haşr (59), 7.
11041
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 298-300.
11051
bk. 164. hadis; MA.Nâzıf, ei-Tftc, I, 106-107.
Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 286-288.
Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 288-291.
Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 291.
ı&re 559.
Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 291-292.
Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 292-294.
Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 294.
Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 294-295.
Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 295-296.
[106]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 300-301.
[107]
İbn Mâcc, tahâre 85; Tirmizî, tahâre 76, 80.
[108]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 301-302.
[109]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 302-303.
rııoı
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 303.
rıın
Nesaî, tahâre 102; İbn Mâce, tahâre 58; Tirmizi, tahâre 38.
LÜ21
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 304.
[113]
bk. Mübârekfüri.Tuhfelu'l-ahvezî, I, 168.
n i4i
bk. Mübârekfüri.Tuhfelu'l-ahvezî, I, 168.
[115]
Nesâî, tahâre 102; tbn Mâce, tahâre 58; Tirmizi, taftâre 38.
11161
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 304-305.
rını
Tirmizî, tahâre 38; Nesfıî, tahâre 102; fbn Mâce, tahâre 58.
[118]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 306.
n i9i
Ukbe b. Amir b. Abs b. Atnr Ebû Hammâd, cl-Cühcnî: Meşhur sahftbt, RasûlU Ekrem (s.a.»'den bir çok hadîs-i şerif rivayet etmiştir.
Kendisinden de bir çok sahfibî ve tabiî hadîs naklet m iştir. İbn Abbâs, Ebû Umflme Cübeyr b. Nüfeyr ve Ebû ldris el-Havlanî bunlardandır. Ebû Said
b. Yûnus der ki: "Ukbe (r.a.) kâri, ferâiz (miras hukuku) alimiydi. Güzel konuşan bir şâir ve yazardı. Kur'ân'ı Kerîm'i toplayıp bii/ kitap haline
belirenlerdendir. .Renurıuniiz A snıanhn.miKha&adar A vX':«üVi«ahiriini!fıhAfınııM> sır'da gördüm. Sonunda "Bu mushafı Ukbe b. Âmir gibi kendi
eliyle .»azdı" ibaresi vardı." Ukbe (r.a.) Dımask fethini Hz. Ömer'e ileten postacı idi. Pekçok fetihlerde hazır bulundu. Sıffîn savaşında Hz. Muâviye
safında bulundu. Daha sonra da Hz. Muâ-vtye kendisini Mısır'a emir ta'yin etti. Hicretin 58 senesinde Mısır'da vefat etti. (Bilgi için bk. tbn Sa'd.
Tabakftt, IV, 343,344; Buhârî et-Tarihu'l-kebfr VI, 430; İbn Ebî Ha-tim d-Cerh ve't-ta'dlt VI, 313; İbnu'l-Esîr Ü*du'l-ftalw IV, 53; Zehebî, A'ttmB'D-
nobea. ir, 467; İbn Ha cer. Tetazlbu'l-Tehrfb, VII, 242-244; H-lsftbe, VII, 21; Asm Saadet II. 441-444 (Şâmil Yayınlan).
[120]
Müslim, tahâre 17; Tirmizî, tahâre 41; Nesâî, tahâre 109.
[121]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 306-308.
[122]
bk. Buhftrt, İmân 33.
11231
bk. el-muttakî, Kenz-ül-Ummfıl IX, 46, 467, 468.
11241
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 308-309.
[125]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 310.
£126]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/311.
[1271
Concordanceda bu bflb'a numara verilmemiîlir.
H281
Buhârî, vudû' 54; Müslim, tahöre 86; Tirmkî, tahâre 44; Nesât, tahftre 101, İbn Mace, tfıhâre 72.
[129]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/311.
ÜM
bk. Buhari, vudû 54.
[131]
Nevevî, Şerha Müslim III, 171.
11321
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/311-313.
H331
Müslim, tahâre 86; Tirmizî, tahâre 44; İbn Mâce, tahâre 72; Nesâî, tahâre 101, Dârimi tahâre 3, 46; Ahmed b. Hanbel III, 132, 133, 154; V 225,
358.
[134]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/313.
[1351
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 313-315.
£1361
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/315.
£1371
ibn Mâce, tahâre 139.
[138]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 315-316.
[139]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 316-317.
11401
bk. lbn Mâce, tahâre 139.
[141]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/317-318.
[1421
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 318-319.
[1431
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/319.
[1441
Buharı, vudû 4, 34; büyü, 5; Müslim, hayz 98, 99; tbû DâvUd tahâre 67; salât 192; Tirmizî, tahâre 56; Nesâî, tahâre 114 A bn Mâce.'tahâre 74;
Ahmed b. Hanbel, H, 330, 410, 414, 435, 471; III, 12, 37, 50, 51, 53, 54, 96.
[145]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/319.
[1461
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 3 19-321.
[1471
Müslim, bayz 9; Tirmizî, tahâre 56; İbn M&ce, tahâre 74.
[148]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 321.
[149]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 322-323.
11501
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 323.
rışıı
Nesâî, tahâre 120,121; Tirmiri, tahâre 63; tbn Mfıce, tahâre 69, Ahmed b, Hanbel VI, 62.
[152]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 323.
[153]
bk. 712 numarıb hadis.
[1541
Noat, tahrire 121; Tİrmitf, tahâre 63. tbn Mftce, tahâre 6», Ahmed b. Hanbd VI, 2, 10,207.
[155]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 324-326.
[156]
el Bakara (2), 140.
[157]
Ncsaî, tahâre 121; Tirmizî, tahâre 63; lbn Mâce.'tahâre 69 Ahmed b. Hanbel VI, 2, 10, 207.
11581
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 326-327.
11591
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 327-328.
[160]
Mervân b. Hakan: Hicretten iki veya dört sene sonra dünyaya gelmiştir. Rasûlullah'-tan rivayeti olmamakla beraber sahâbîlerin büyüklerinden
hadis rivayet etmiştir. Kendisi fakîhlerden sayılır. Babası ile beraber Tâifte ikâmet ediyordu. Hz. Osman, Hakem "in Medîneye dönmesine izin verince
babası ile birlikte Medine'ye geldi. Hz. Aişe'nin safında Cemel, Hz. Muâviyc'nin safında Sıffin muharebelerine iştirak etti. Hz. Muâviye tarafından
Medine emirliğine tâyin edildi. Yezid b. Muâviye devrinde, İbnu'z-Zübeyr, bunları Medine'den çıkanncaya kadar.orada kaldı. Sonra Şam'a gitti.
Muâviye b. Ye-zîd b. Muâviye Ölünceye kadar Şam'da kaldı. Şamlıların bir kısmı Mervân'a biat ettiler. Hilâfet müddeti altı ay kadardır. H. 65
senesinin Ramazan ayında vefat etti. (Bilgi için bk. İbn Sa'd Tabakjt V, 35; Buhftrî, et-TârihÛ'l-keMr, VII, 368, fbnu'l-Esîr, Üsdu'l-ftabe, V, 144; et-
KftmH IV, 191; Zehebî, Tarih u'l-İslam, III, 70; A'lâmu'n-nubd*, III, 476-479; İbn Hacer, d-lsâbe, III, 477; Tefcriba't-TehzSb, X, 91; tbnu'l-tmad,
Şenratn'z-reheb, I, 73).
[1611
Büsra bint Safvfin, Mervân b. Hakem'in teyzesidir. AbdUlmelik b. Mervan'm ninesi olur.Abdullah b. Amr, Urve b. Zübeyr, Mervân b. Hakem ve
Sfiid b. Müseyyeb kendisinden rivayette bulunmuşlardır. (el-Menbel, II, 192).
[162]
İbn Mflce, tahâre 63, 64; Tirmizî, tahâre 61, 62; Nesflî, tahâre 117, gusül, 30; Dârimî, vudû 50; Muvattâ, tahâre 58; 60, 62; Ahmed b. Hanbel II,
223, 333, IV, 22, 23.
[1631
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 328-329.
[1641
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 329-331.
[1651
Buradaki şek râvîterden birinden gelmektedir.
11661
Tirmizî tahâre 62; Nesaî, tahâre 118.
[167]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 331-332.
H681
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 332-334.
H691
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 334.
[170]
Müslim, hayz 97; Tirmizî, salât 142; tbn Mâce, Mesâcid 12; Dârimî, salât 112; Ahmed bjHanbel 11,451,491, 509; IV, 67, 85, 86, 150, 288, 303,
352, V, 54, 55, 57, 93, 98, 100, 106, 108, 113.
[171]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 334-335.
[1721
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 335-337.
£1731
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 337.
[1741
İbn Mâce, Zebâih 6.
£175]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 337-338.
11761
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 338-339.
£1771
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 339.
11781
Aliye: Medine arazisinin yüksek kısımlarındaki yerlerdir. Medine'ye en yakın olanı dört mil, en uzak olanı da Necid istikâmetinde sekiz mil
mesafededir.
£179]
Müslim, Ztthd 2; Ahmcd b. HanbelJII, 365.
£180]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 339.
£1811
Müslim, Zühd 2.
11821
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 339-340.
£1831
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 340.
£184]
Buharı, vudû' 30; Müslim, hayz 91; Muvalta, tahftre 19; Ahmed b. Hanbel, 1,267,28!, 366, 1 1,389.
£185]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 340-341.
£186]
Aslında fakirlik ve zillet dilemek için söylenen bir bedduadır. Asıl manâsı "Ellerin topraklımın" demektir. Ancak burada levm için kullanılmıştır.
Çünkü RasûtuUah'm misafirle beraber yemek yerken BilâTin namaza çağırması uygun değildi. Fakat Rasûlullah, Allah'ın daveti olduğu için yemeği
bırakıp namaza gitmiştir.
£187]
Ahmed b. Hanbel IV, 252, 255.
£188]
Buradaki jüphe IbBu'l-Eabârt ye aittir.
£189]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 341-342.
£190]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 342.
£191]
İbn Mâce tahâre 66.
£192]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 342-343.
£193]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 343.
£194]
Ahmcd b. Hanbel I, 279* 361; VI, 306, 371, 419.
£1951
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 343-344.
11961
Tirmizî, tahare 59; Dftitmt, tahflre 15; Muvatti tahare 25.
£1971
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 344.
£198]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 344-345.
£1991
Buhârî, et'ime 53; Müslim, hayz 90; tirmizî, tahâre 41, 38; Nesaî, tahâre 121, 122; ibn Mâce, tahâre 65; Muvattft, tahâre 22; Ahmed b. Hanbel
1,264; II, 265, 271, 272,427, 45»* 479, 503, 529; IH, 264, 275; IV, 28, 30, 297, 413; V, 184, 188, 190, 192; VI, 89, 306,319,321,326,328,426,429, Not:
Bu kaynaklardaki hadîsler aynı konuda olmakla beraber, rivayetler farklıdır.
r2001
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 345.
£201]
Rasûlullah'm ashabmdandır. Efendimizden hadîs rivayet etmiştir. Mısır'da ikâmet etmiş, Mısırlılar kendisinden hadîs almışlardır. TaberTnin
nakline göre asıl adı Ast idi, RasûtuUah adım deştirerek Abdullah yaptı. Ahmed b. Muhammed b. Selime bu sa-1 hâbînin ölümünün Mısır'ın aşağı
kısnunda Sıkt eVKudur adındaki köyde olduğunu söyler. Mısır'da en son vefat eden sahâbîdir. Vefatı H. 85 yılında olmuştur. 86, 87,88 rivayetten" de
vardır.
12021
Buradaki şek râvflerden birine aittir.
12031
Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
[2041
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 345-347.
[205]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 347.
12061
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 347.
12071
Nesâî, tahfıre 121; Ahmedb. Hanbel, İl, 4S8; İV,30.
12081
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 347-348.
12091
Ümmü Habîbe Ramle bini Ebî Süfyan Sahr b. Harb: Rasûlullah'm hanımlanndandır. Babası Ebû Süfyan'dan senelerce önce müslüman olmuş ve
kocası Ubeydullah b. Cahş ile beraber Habeşistan'a hicret etmiştir. Fakat kocası orada vefat etmiş, Rasûlullah kendisi ile Hicri altı veya yedi senesinde
evlenmiştir. Bir seferinde Ebû Süfyân Medine'ye gelmiş ve kızı Ummu Habîbe'nin odasına girmiş, Ummü Habîbe yerdeki yatağı toplıyarak babasını
oturtmamış, Ebû Süfyân: Demek babandan bir döşeği kıskandın?deyince,"Bu, Rasûlullah'm döşeğidir. Sen hala şirk üzeresin" cevâbını vermiştir. Hz.
Aişe'nin anlattığına göre, Ummu Habîbe öleceğinde Hz. Aişe'yi çağırtmış ve "Aramızda eşler arasında olan şeyler olmuş olabilir. Hakkını helâl et"
demiş, Hz. Âişe'de hakkını helâl edip onun için duâ etmiştir. Bunun üzerine Ümmü Habîbe "Sen beni sevindirdin, Allah'da seni sevindirsin" demiştir.
Ümmü Habîbe Hz. Aişe'ye söylediğinin aynısını Ümmü Seleme'ye de söylemşitir. H. 44 yılında Medine'de vefat etmiştir. Rasûlullah'tan 65 hadîs
rivayet etmiştir .Bunlardan ikisinde Buhârî ve Müslim ittifak etmişlerdir. (Geniş bilgi için, bk. İbn Sa'd Tabaka t, VIII, 96-100; lbnu'1-Esir, Usdu'l-
gabc, VII, 110; Zehebî, A'lâmu'n-nubelâ, II, 218-233; İbn Hacer, el-tsabe, IV; Tehzîbu't-Tehzîb, XII, 419; tbnu'l-Imad, ŞezerAtu'z-zelıeb, I, 54.)
12101
Şüphe râvîlerden birine aittir.
mıı
Ahmed b. Hanbel, VI, 326.
12121
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 348-349.
[2131
bk. Şerfau Meâni'l-Âsâr I, 64, 65.
[214]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 349-350.
[2151
Buhârî, vudÛ' 52, eşribe 12; Müslim, hayz 95; Tirmizî, tahâre 66; Nesaî, tahâre 124; İbn Mâce, tahâre 68; Ahmed b. Hanbel, I, 223, 227, 329,
337, 373.
H16]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/351.
[2171
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/351.
[2181
Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
[219]
Bu ifâdeden maksat, Mûtî b. Râşid'in güvenilir bir râvî olduğuna işaret etmektir.
12201
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 352.
[2211
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 352.
12221
Zâtürrikâ Gazve» hicretin 4, senesinde yapılmıştır. Buhârî'nin haberine göre bu gazve Hâyber'in fethinden sonradır. Oradaki bir ağaçtan dolayı
b,u ad verilmiştir. Kendisinde beyaz, siyah ve kırmızılık olan bir dağdan dolayı bu adın verildiği de söylenmektedir. Bir başka görüşe göre de Ashabın
ayaklan delinmiş ve ayaklarına bezler bağlamışlar, bu yüzden bu isim verilmiştir. Buhar! ve Müslim'in Ebû Mûsâ el-Eş'ari'den naklettikleri habere en
uygun görüş budur.
[2231
Muhacirlerden olan Ammâr b. Yâsir, Ensâr'dan olan da Abbâd b. Beşîr veya imâra b. Hazm'dı.
12241
Bazı nüshalarda ( ) "arkadaşım uyandırdı" şeklindedir.
[2251
Beyhâkî'nin ifâdesine göre bu sûre Kehf Süresidir.
[2261
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 353-354.
12271
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 354-346.
12281
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 356-357.
12291
Rasûlullah'm meşgul olduğu şey Taberânî'nin tasrîhine göre ordunun hazırlanmasıdır.
12301
Buhârî, mevâkît 24; Müslim.mesâcid 221, 225; Ahmed b. Hanbel, II, 88, 126.
12311
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 357-358.
12321
el-Mâide (5), 6.
T2331
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 358-360.
[2341
Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
[235]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 360-361.
12361
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 361-362.
[2321
Şüphe râvîlerdeiTbirine aittir.
12381
Buhârî, ezan 27; Müslim, hayz 126.
[239]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 362.
r2401
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 362-363.
[241]
Tirmizi, tahârtf 57.
[242]
Siyaktan buradaki ( JU ) nin failinin tbn Abbâs olması gerekir. Ancak Bcyhâki, Ebû Davud'un ibaresini nakletmiş ve ( ) "terime dedr demiştir.
Her halde eldeki nüshalarda "İlerine" kelimesi düşmüş olacaktır, (bk. AvmTI-ma'bud, 1 ,344).
12431
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 363-364.
12441
Üslûb-u hakim; Muhatabın, sorusuna beklediğinden başka bir cevap almasıdır. Bu, sözü ya kastettiğinden başka bir mânâya çelçmek veya
sorusunu terkedip sormadığı bir soruya cevap vermek suretiyle olur. Cevap verenin böyle davranmasından maksat, soru soranın adında bu soruyu
sorması ya da bu manâyı kasdetmesi gerektiğine işaret etmektir.
[245]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 365.
[2461
Bu bölümün tefsirinde sarihler şu açıklamayı yapmışlardır:
Hadis, RasÛlullah'tan abdest bozucu herhangi bir şeyin kendisinden çıkmadığı anlamında değildir. Kendisinin ( ) her halinde (uyku, uyanık halinde)
kontrolü dışında abdesti bozucu herhangi bir şeyin çıkmasında mahfuz (korunmuş) olduğu anlaimndadır. ( ) "Benim gözlerim uyur ama kalbim
uyumaz" ifâdeleri Hz. Peygambere mahsus olmayıp başka bir hadîste ifâde edildiği gibi bütün peygamberlerin ortak özelliklerindendir.Hz. Peygamber
(s. a.) uyku halinde de kendisine vahiy gelir ve bunu olduğu gibi zabt ederdi. Kalbinin uyumaması hadesle ilgilidir. Vftdfde uyuyup namazının kazaya
kalması, bazı hususlarda kalbinin de uyuduğuna işaret eder. Fakat İmam Nevevî: "Sabah namazının kazaya kalması olayı, kalple değil, gözle ilgili olan
meselelerdendir. Ama hadesle ilgili meselelerin zuhuru yalnız kaible ilgilidir" demektedir.
[2471
Ibn Mâce tahâre 62; Dârimî, vudü' 48; Ahmed b. Hanbel IV, 97.
12481
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 365-366.
[249]
199. hadîsin şerhine bk.
[250]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 366.
[251]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 366.
12521
Bazı nushalarda"( ) ayağıyla" kelimesi yoktur.
[2531
Tırmızî, tahâre 109; İbn Mâce İkâme 67.
[2541
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 367.
[2551
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 367-368.
[256]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 368.
[2571
Ebû Dâvûd salât 187; TinnızS, radâ' 12.
[2581
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 369.
[2591
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 369-370.
12601
Hz. Ali'nin hikâye yoluyla "Ben mezîsi çok olan biriydim" demesi, ya sonradan bu halin geçtiğine delâlet eder veya "Allah alîm ve hakimdir"
âyetinde olduğu gibidir. Hz. Ali den mezî gelmesi devamlıydı. (Ibn Reslan).
[2611
Buradaki şek râvîlerden birine aittir.
[2621
Nesaî, tahâre 129; Ahmed b. Hanbel.I, 109, 125.
T2631
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 370-371.
[2641
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 371-373.
12651
Nesâî, tahâre 111, İbn Mâce, tahâre 70; Muvatta, tahâre 53; Ahmed b. Hanbel, VI , 4.
[266]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 373.
[2671
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/373.
[2681
Ahmed b. Hanbel, I, 124, 126, 145.
[2691
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 374.
r2701
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 374-375.
[271]
Sehl b. Huneyb b. Vâhib b. Akim b. Sa'lebe el-Ensârf el-Evsî el-Medenî Ebû Sabit veya Ebû Abdillah. Bedir ve diğer gazvelere iştirak etmiştir.
Uhud savaşında müslümanlar dağıldığı zaman yerinden ayrılmamış, ölünceye kadar Rasûlullah'ı korumak üzere bîat etmiştir. O gün Rasûlullah'a atılan
okları def etmişti. Cemel Vak'ası'ndan sonra Hz. Ali Basra'ya vali tâyin etmiş, sonra da Hz. Ali ile birlikte Sıffin Muharebesi'ne iştirak etmiştir.
Rasûlullah'm onu Hz. Ali ile kardeş yaptığı söylenir. Rasülullah'dan kırk hadîs rivayet etmiştir. Bunların dördünde Buhârî ve Müslim ittifak .etmiştir.
Müslim ayrıca iki hadîsini rivayet etmiştir. (Bilgi için bk. ibn'Sa'd, Tabakât, VI, 15; Buhârî, et-Târîhu'l kebîr, IV, 97; IbnuM-Esîr, Üsdu'l-ğabe, II, 470;
Zehebî, A'lâmu'n-nuhelâ, II, 325-329; Ibn Hacer el-İsâbe, II, 87, Tehzibu't-Tehzîb, IV, 25 1 ; Asr-ı Saadet, III, 436-437.)
T2721
Tirmizî, tahâre 84; Ibn Mâce, tahâre 70.
12731
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 375-376.
[2741
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 376-377.
[2751
Abdullah b. Sa'd el-Ensârî'nin hem Kureyşli hem de Ezdli olduğu söylenir. Haram b. Hakîm'in amcasıdır. Şam'da bir sure katmıştır. Kendisinden
Haram ve Hâlid b. Mî'-dân hadîs rivayet etmiştir. Ebû Hatim ve tbn Hıbbân, kendisinden bundan başka hadîs rivayet edilmediğini söylerler. (Bilgi İçin
bk. Îbnu'l-Esir, Üsdu'î-ğabe, III, 258;îbn Ha-cer, el-İsâbe, II, 318).
[2761
Ahmed b. Hanbel, I, 145; IV, 342.
T2771
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 377-378.
[2781
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 378.
[2791
Ahmed b. Hanbel, I, 14.
12801
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 378-379.
12811
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 379-380.
f2821
Kütüb-ü Sitte arasında yalnız Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
[283J
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 380.
[284J
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 380.
[2851
Übeyy b. Ka'b b. Kays. Kurrânm efendisidir. İkinci Akabe Bîâtında hazır bulunmuş, Bedir ve bir çok savaşa katılmıştır. Rasûlullah onu ilimle
müjdelemiştir. Hâkim'in, Müs-tedrek'te rivayetine göre Rasûlullah kendisine, Kur'ân-ı Kerimdeki en efdal âyetin hangisi olduğunu sormuş o da Ayetü'l-
Kürsî olduğunu söylemiş, bunun üzerine Efendimiz onu tebrik etmiştir. Ubeyy, fetva ehlindendir. Efendimiz onu "Ensânn efendisi" diye
isimlendirmiştir. Sonraları "Müslümanların efendisi" unvanım kazanmıştır. Efendimiz, onu, Saîd b. Zeyd ve Amr b. Nevfel'le kardeş yapmıştır.
Rasûlullah'm ilk kâtibidir. Ashâb'm büyükleri kendisinden rivayette bulunmuşlardır. Hz. Osman'ın hilâfeti zamanında H. 30 yılında vefat etmiştir.
(Bilgi için bk. İbn Sa'd, Tabakât.III, 59; Buhârî, et-Tarîhu'l -Kebir II, 39-40; tbn Ebî Hatim el-Cerh ve'Ma'dÜ, II, 290; Ebû Nuaym, HHyefu'l-evliyâ, I,
250-256; tbnu'I-Esîr, Usdu'l-ğâbe, I, 61; Zehebî, TezkiretıTl-huffâz, 1,16; A'lâmıı'n-nııbelâ, I, 389-402; İbn Hacer el-İsâbe, I, 26, Tehzîbu't-Tehzîb, I,
187; ibnu'Mmâd, Şezerâtu'z-zeheb, I, 32-33, Ansârî, Asr-ı Sasdet, III, 210-230.).
[2861
ibn Mâce tahâre İH, Tirmizî, tahâre 81; Ahmed b. Hanbel, V, 115, 1 16.
T2871
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/381.
T2881
A. Davudoğlu, Selâmet Yollan I, 145-146.
[2891
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 381-383.
[2901
Ahmed b. Hanbel, V, 1 15, 1 16.
[291]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 383.
[2921
Buhârî Gusl 28, Müslim, hayz 88; Tirmizî, Tahâre 80; Nesâî, tahâre 128; îbn Mâce, tahâre 111; Dârimî, Vudû 75; Muvattâ, tahâre 71, 73,
75; Ahmed b. Hanbel II, 178, V, 1 15, VI, 47, 97, 1 12,123, 135, 161, 227, 239, 265.
[29U
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 383-384.
[294]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 384-385.
[2951
Müslim, hayz 81; Tirmizî, tahâre 81; Nesâî, tahâre 131; ibn Mâce, tahâre 1 10; Dârimî, vudû 74; Ahmed b. Hanbel, III, 29, 36; V, 1 15, 116, 416,
421.
[2961
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 385-386.
[2971
Müslim, hayz 2 1 .
f2981
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 386.
[2991
Buhârî, Nikâh 102; Nesâî, tahâre 169; İbn Mâce, tahâre 102; Dârîftıî, Vudû' 71; Ah-medb. Hanbel VI, 8, 9, 391.
pooı
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 386-387.
[301]
A. Davudoğlu, Sahihi Müslim Terecine ve Şerhi II, 1008, 1009.
T3021
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 387-389.
[3031
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 389.
[3041
Ebû Râfı', Rasûlullah (s.a.)m azattadır. Adının ibrahim, Eşlem veya Sabit olduğu söylenir. Önce, Hz. Peygamberin amcası Hz. Abbâs'ın kölesi
idi. Hz. Abbâs RasÛIullah'a hibe etti. Ebû Râfi', Abbâs'm müslüman oluşunu müjdeleyince Efendimiz kendisini âzad etti. Bedir Gazvesİ'nden evvel
müslüman olduğu halde ona iştirak etmemiş, Uhud ve sonraki savaşlara katılmıştır. Rasûlullah'tan ve Abdullah b. Mes'ud'dan rivayette bulunmuştur.
Hz. Ali'nin hilâfeti zamanında vefat etmiştir. (Bilgi, için bk. ibn Sa'd, Ta-bakâl IV, 73-75; ibn Ebî Hatim, el-Cerh ve't-ta'dü, II, 149; lbnu'1-Esîr,
Üsdu'l-ğabe, I, 52; Zehebî, A'lâınu'n-nubelâ, II, 16-17; tbn Hacer, el-tsâbe, IV, 67; TchzîbıTt-Tehzîb, XII, 92-93.).
[3051
ibn Mâce, Tahâre 102; Ahmed b. Hanbel, VI, 8, 10, 39.
T3061
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 389-390.
[3071
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 390-391.
[3081
Müslim, hayz 27; Tirmizî, tahâre 107; İbn Mâce, tahâre 100.
T3091
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 391.
[3101
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 391.
[311]
Buhârî, gusül 13, 27; Müslim, hayz 25; Nesaî, tahâre 129,166; Muvattâ;, tahâre 76; Ah-med b. Hanbel 1 1,46, 64.
[3121
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 392.
[3131
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 392-393.
[314]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 393.
[3151
Buhârî, gusl 27; Müslim, hayz 21, 22; Nesâî, tahâre 162, 165; İbn Mâceh, tahâre 99; Muvatta', tahâre 78; Ahmed b. Hanbel, VI, 26, 85, 91, 102,
103, 119, 143, 191, 192, 200, 260,279.
[3161
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 394.
[3T7J
Bu açıklama ravîlerden birisine aittir.
[3181
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 394-395.
[3191
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 395.
[3201
222 nolu hadîsteki kaynaklar.
[3211
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 395-396.
f3221
Tirmizî, cum'a 78.
T3231
Müellifin bu ilâveyi yapmaktan maksadı, hadîsin muhkatı' olduğuna işaret etmektir. Her ne kadar bu za'f alâmeti ise de, abdest almanın mustehap
oluşuna işaret eden hadîsler, bu hadîsi takviye etmektedir.
[3241
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 396-397.
[325]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 397.
[326]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 397.
[3271
Rasûlullah (a. s.) devrini idrâk etmiştir. Ancak,Rasûlullah'la görüşüp görüşmediği ihtilaflıdır. "Bazı şeyleri unuttum fakat Rasûlullah'ı namazda
sağ elini sol eli üzerine koymuş halde gördüğümü unutmadım" dediği rivayet edilmiştir. Hz. Ömer, Bilâl, Ebû Zer, Ebu'd-Derdâ ve Hz. Aİşe'den
rivayetleri vardır. Aclî, îbn Sa'd ve Dârakutnî onu "güvenilir" olmakla vasıflandırmışlardır.Mervân b. Hakem'in hilâfeti zamanında vefat etmiştir. Ebû
Dâvûd, Nesâî ve îbn Mâce kendisinden hadîs rivayet etmişlerdir. (Bilgi için bk: tbnu'l-Esîr, Üsdu'l-gâbc, IV, 340; tbn Hacer, el-tsâbe, W, 186-187).
[3281
Nesâî, tahâre 140, 141, gusl b; Ahmed b. Hanbel.Vl, 47.
f3291
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 397-398.
[3301
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 398-399.
[3311
EbûDâvüd, libâs 129; Nesaî, tahâre 167, hayl 11; Dârimî istîzân 34; Ahmed b. Hanbel, I, 80, 83, 107, 139, 150.
13321
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 399-400.
[3331
Kâmil Mîras, Tecrîd Tercemesi, VI, 421, (Ankara 1969).
[3341
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 400-403.
[335J
Tirmizî, tahâre 87; Ahmed b. Hanbel.Vl, 146, 171.
[3361
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 403-404.
[3371
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 404-405.
[3381
Nesaî, tahâre 170; İbn Mace, tahâre 105; Ahmed b. Hanbel, I, 84, 107, 124.
13391
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 405.
[3401
el-Vâkıa (56), 79, 80.
[341]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 406-407.
[3421
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 407.
[3431
Buhârî, gusl 23, 24, Cenâiz 8; Müslim, Hayz 115,116; Tirmizî, tahâre 89: Nesaî, tahâre 171; tbn Mâce, tahâre 80: Ahmed b. HanbeMI, 235, 382,
371,5,384, 402.
[3441
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 407-408.
[3451
Hadisin anlamı şöyledir: Kendisi cünup iken Rasûlullah (s.a.v.) ile karşılaştı. Ondan uzaklaşıp (gitti ve) yıkandı. Daha sonra gelip şöyle dedi:
"Ben cünup idim" (Rasûlullah Efendimiz.) "Muhakkak mûslûman necis olmaz" buyurdu.
[3461
et-Tevbe 9, 28.
[3471
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 408-409.
[3481
Buhârî, gusl 23; Tirmizî, tahâre 89; Ahmed b. Hanbel, II, 471.
[3421
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 409-410.
[3501
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 410.
[35İ1
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/411.
[3521
İbn Mâce, tahâre 126.
[3531
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/411-412.
[3541
en-Nısâ (4), 43.
T3551
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/412-414.
[3561
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/414.
[3571
Ebû Bekre; adı Nüfey 1 , babasının adı Hâris'tır. Tâıf kalesinden bir makara ile atlayıp Rasûlullah'a geldiği için bu isilme anılmıştır. Bu zata, bu
künyeyi bizzat Efendimiz vermiş ve azâd etmiştir. Rasûlullah'tan 132 hadis rivayet etmiştir. Bunların sekizini hem Bu-hârî hem de Müslim müştereken,
beşer tanesini de ayrı ayrı rivayet etmişlerdir. H. 5) senesinde Basra'da vefat etmiştir. (Bilgi için bk. îbn Sa'd, Tabakât, VII, 15; ibn Ebî Hatim, el-Cerh
ve't-ta'dfl, VIII, 489; tbnu'l-Kayserânî, el-Cem' beyne ricâli's-sahîhayn, II, 533; fbnu'l-Esîr, Üsdu'l-gâbe, V, 354; Zehebî, A'lamu'n-nubelâ, III, 5-10;
tbnHa-cer, el-tsâbe, III, 571, 572; Tehzîbu't-Tehzîb, X, 469; Ibnu'1-tmâd, Şezerâtu'z-zeheb, I, 58).
T3581
Buhârî, vudu' 34; gusl 17; mevâkît 24; ezan 25; temennî9; Müslim, hayz 83; mesacıd 225; Nesâî, mevâkît 20; îbn Mâce, tahâre 83, 110; İkâme
137; Ahmed b. Hanbel, I, 88, 99, 366; II, 448, 518; III, 21, 26; V, 41, 45, 69, 359, VI, 99, 102, 11 1, \M, 182, 190, 221, 262.
13591
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/415.
13601
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/415-418.
[361]
Ahmed b. Hanbel, V,41.
T3621
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/418-420.
[363]
Hadis-i şerif dört ayrı yoldan gelmiştir. Bunlardan Ibn Harb ile Ayyâş'm rivayetleri arasında işaret edilen bu fark vardır.
[364]
bk. 233. hadisin kaynakları.
[365]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 420-421.
[366]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 421-422.
[3671
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 422.
f3681
Ümmü Süleym, Ens A rdan Milhân b. Zeyd'm kızıdır. Efendimizin hizmetçisi, Enes'in annesidir. İsmi hakkında ihtilâf edilmiştir. Kimi Sehle, kimi
Remıle, kimi de Muleyke olduğunu söylemiştir. Daha çok künyesi olan Ümmu Süleym diye meşhur olmuştur. Câhiliye devrinde Mâlik b. Nadr ile
evlenmiş ve ondan Enes (r.a.) dünyaya gelmiştir. Bu hanım, Ensârdan, İslama ilk girenlerdendir. Kocası buna kızarak Şam'a gitmiş ve orada A ş.
Ümmü Süleym de Ebû Talha ile evlenmiştir. Ahmed b. h A : **"i*jj n Enes b. Mâlikten rivayetine göre: Ebû Talha henüz müsiüman olmadan Ummü
SuîeymTe evlenmek istemiş, bunun üzerine Ümmü Süleym "Ya Ebâ Talha sen taptığın ilahının arzın bir bitkisi olduğunu bilmiyor musun?" demiş Ebû
Talha da "Evet bilmiyorum" cevabını vermiş. Bunun üzerine "Bir ağaca tapmaktan utanmıyor musun? Eğer Müslüman olursan senden başka bir mehir
istemem" demiştir. Ebû Talha "Biraz düşüneyim" deyip gitmiş ve Kelime-i Şehadet getirerek geri dönmüş. Bunun üzerine Ümmu Süleym oğluna "Ya
Enes beni evlendir" demiş, o da evlendirmiş-tir. Rasûlullahla birlikte bazs gazvelere iştirak etmiştir. Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî kendisinden
hadis rivayet etmişlerdir. (Bilgi için bk. îbn Sa'd, Tabakat VIII, 424; îbn Ebı Hatim, eE-Certı ve't-ta'dîl, IX, 464; tbnıfl-Esîr, Üsdu'l-ğfıhe, VII, 345;
Zehebî.-A'lfımu'D-nubelâ, II, 304-311; tbnHacer, Tehzîbu't-Tehzîb, XII, 471).
[369]
TirmM, tahâre 82; Dârimî, vudu'76; Ahmed b. Hanbel VI, 256, 377.
[3701
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 423.
[371]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 424-425.
13721
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 425.
[373]
Buhârî, gusl 22; Müslim, hayz 29, 30; Nesâı, tahâre 130; tbn Mâce, tahâre 107; Tirmi-zî, tahâre 90; Ahmed b. Hanbel, II, 90; III, 199, 282; VI,
306.
[374]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 425-426.
[375]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 427-428.
[3761
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 428.
[3771
bk. Buhârî, gusl 2; Müslîm, hayz 40, 41; Nesâî, tahâre 143, 144; Gusl 8; Dârimî, vudû' 68; Muvattâ', tahâre 68; Ahmed b. Hanbel, VI, 37, 199.
[378]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 428-429.
[3791
Tecrid-i Sarih Tercemesi I, 205.
T3801
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 429-430.
[38U
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/431.
13821
Cübeyr b. Mut'im Kureyş'in büyüklerindendir. Ensâb ilmini çok iyi bilirdi. Bedir'de esir edilen kureyşlileri kurtarmak maksadıyla Medine'ye
gelmiş ve Rasûlullah (s.a.)m okuduğu Kur'ân-ı Kerim'i dinlemişti. Bu gönlünde İslama karşı bir yakınlığın doğmasına sebeb olmuştur. Cübeyr, Hayber
Savaşı olduğu sene müsiüman olmuştur. Mekke'nin fethi senesinde İslama girdiğini söyleyenler de vardır. Rasûlullah'tan 60 hadis rivayet etmiştir.
Bunlardan 6'sı Buhârî ve Müslim'de müşterek olarak mevcuttur. H. 57 veya 59 senesinde Medine'de vefat etmiştir. (Bilgi için bk. Buhârî el-Tarîhu'l-
kebir, II, 223; İbn Ebî Hatim, el-Cerh ve't-ta'dît, II, 512; tbnu'l-Kayserânî, el-Cem' beyne ricâli's-sahîhayn, I, 76; lbnu'1-Esîr, Usdu'l-ğâbe I, 323; Zehebî
A'lâmu'nmıbelâ, III, 95-99; İbn Hacer, el-tsâbe, I, 225; Tehzîbu't-Tehzîb, II, 63; Ibnu'i-İmad Şezerâtu'z-zeheb, I, 64.).
[383]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 431-432.
[384]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 432.
[385]
Ahmed Naîm Efendi hadis-i şerifteki (k-jl A ) kelimesini, Kâmûs tercemesine istinaden "külek" şeklinde terceme etmiştir. Kâmûs'ta "el-hiiâb"
kelimesi İçin: "Sut sağacak kaba denir ki, külek ve susak tabir olunur" diyor. Ahmed Naım Ebû Avâne'nın Ebû Asim en-Nebîl'den naklen bu kabın,
uzunluğunun ve genişliğinin bir karıştan az olduğunu, Beyhakî'nin de sekiz rıtıl su alan bir testi olarak takdir ettiğini kayd etmektedir. (Tecrid-i Sarih
Tercemesi, I, 207).
T3861
bk. Buhârî, gusl 6; savm 65; buyu' 98; Müslim, hayz 39; mesâcîd 229; sıyâm 1 10; buyu' 23; Nesâî, gusl 19; Ahmed b. Hanbel, I, 321, 346, 367;
II, 19, 116, 375.
13871
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 432-433.
13881
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 433.
P891
bk. Nesâî, tahâre 149; Ibn Mâce, tahâre 94; Dârimî, vudû' 1 15; Ahmed b. Hanbel, VI, 188.
T3901
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 433-434.
[391]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 434.
[392]
Buradaki şüphe râvilerden birisindendir.
T3931
Ahmed b. Hanbel, I, 183; IV, 188.
[3941
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 435-436.
[395]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 436.
[396]
bk. Ahmed b. Hanbel, VI, 102, 227.
T3971
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 436-437.
[3981
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 437.
[399J
Hadisi sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
ROOl
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 437-438.
[40J1
Meymûne binti'l-Hâris.Rasûlullah'ın hammlarındandır. Rasûlullah (s. a.) onunla hicretin altıncı senesinde evlenmiştir. Kendisinden 46 hadis
rivayet edilmiştir. Bunların yedisinde Buhârî ve Müslim ittifak etmiştir. Ayrıca Buhârî'de bir, Müslim'de de beş hadisi vardır. H. 5 1 de vefat etmiş ve
namazını tbn Abbâs (aldırmıştır. (Bilgi için bk. İbn Sa'd, Tabakâl VIII, 132-140; tbnu'l-Esîr, ÜsduT-ğâbe, VII, 272; Zehebî, A'lâmu'n-nubelâ, II, 238-
245; İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 411-413; Tehzîbu't-Tehzîb, XII, 452; îbnu'l-tmâd, ŞezerfıtuVzeheb, I, 12, 58).
T4021
Buhârî, gusl 8, 1 1 , 1 8, 2 1 ; Nesâî, Gusl 22; Ahmed b. Hanbel, VI, 335.
[4031
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 438-439.
T4041
İbn Mâce, tahâre 59.
[4051
Tirmizî, tahâre 40.
T4061
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 439-441.
[4071
Ahmed b. Hanbel, I, 307.
T4081
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 441-442.
[409J
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 442-443.
r4ioı
bk. Buhârî, salat 1; enbiya 5; Müslim İman 259, ?63, Tirmizî, mevâkıt 45; Nesâî, salat 1; İbn Mace Likâme 194; Ahmed b. Hanbel, IH, 149; V,
144.
r4in
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 443-446.
[4121
Tirmizî, tahâre 78; İbn Mâce, tahâre 106.
[4131
Tirmizî: "Haris b. Vecih'in hadisi garibtir"; Şâfıî, "Bu hadis sabit değildir"; Beyhakî, "Bunu ehl-i ilim inkâr etmiştir" der.Dârakutnî İlel'inde:
"Malik b. Dinar Hasen'den mursel olarak, Ebânü'l-Attar Kata-de tarikiyle Hasen'den o da Ebû Hureyre'den rivayet ettiklerini" söylemektedir.
[4j4]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 446.
[4151
Müslim, hayz 58; Tirmizî, tahâre 77; Nesaî, tahâre 149; tbn Mâce, tahâre 108; Dârimî, vudû 1 15; Ahmed b. Hanbel, VI, 289, 315.
[416]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 446-448.
[417]
İbn Mâce, tahâre 106. Ahmed b. Hanbel, I, 94, 101, 133.
14181
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/448.
[419]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 448-449.
[420]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 449.
[421]
Benzer rivayetler için bk. Tirmizi, tahâre 79; Nesâî, tahâre 1 59; Gusl 24; tbn Mâce, ta-hâre 96; Ahmed b. Hanbel, VI, 68, 192, 253, 258.
[422]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 449.
[423]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 450.
[424]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/450-451.
[425]
Tirmizi, tahâre 77; Nesâi, tahâre 149; lbn Mâce, tahâre 108.
[426]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/451-452.
[4271
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/452-453.
[4281
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/453-454.
[4291
bk. Buhârî, gusl 1 9.
14301
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/454.
[431]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/454.
[4321
bk. Ahmed b. Hanbel, VE, 79, 138.
[433J
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/454-455.
[4341
Hitmî: sabun yerine kullanılan bir bitkidir.
[4351
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/455.
[436J
Şureyh tabiûndandır. Muâviye b. Ebî Süfyân, Ebü Zerr el-Ğifâri, Ebû Ümâme, Ebu'd-Derdâ ve diğer bazı sahâbilerdcn hadis rivayet etmiştir, (el-
Menhel, III 32).
[4371
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/455-456.
[4381
bk. Hİdiye-, 1,16; Fethu'l-Kadİr I, 50; tbn Âbidin 1,153-154; Tahtâvîf Haşiyetü MenOuT-Fdfth, 82; Zeylaî Tebytnti'l-Hafcftlk 1, 14-15.
[4391
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/456.
[4401
Bu hadisi bu lafızlarla sadece Ebû Dâvûd rivayet etrtıiştir. Benzer bir rivayet için bk. Ahmed b. Hanbel, VI, 78.
[44U
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/456-457.
[4421
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/457-458.
14431
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/458.
f4441
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/458.
[4451
Bakara; (2) 222.
14461
Useyd b. Hudayr b. Simak b, Atik e!-Ensârî el-Eşhelî: Künyesi Ebû Yahya'dır, tslâm'ı ilk kabul edenlerdendir. Mus'ab b. Umeyr vasıtası ile
muslüman olmuş ve ikinci Akabe Biatında bulunmuştur. Bedir savaşında bulunup,bulunmadığı ihtilaflıdır. RasüluHah kendisini Zeyd b. Harise ile
kardeş yapmıştı. Uhud savaşına katılmış ve yedi yerinden yara almıştır. Buhârî'nin Tarih'inde haber verdiğine göre öldüğünde dört bin dirhem borcu
vardı. Alacaklılara verilmek üzere arazisi satıldı. Hz. Ömer (r.a.): "Ben kardeşimin çocuklarını eli boş, fakir bırakmam! " dedi ve araziyi geri verdi. Dört
senelik meyvesini dört bin dirheme alacaklılara sattı. H. 20 veya 21'de vefat etti. (Bilgi için bk. Buhârî, et-Tarihu'l-kebir, II, 47; İbnu'l-Esir, Üsdu'l-
gâbe, I, 111-113; Zehebî, A'l&mu'n-njibeîâ, I, 340-343; İbn Hacer, el-tsâbe, I, 49; Tehzîbu't-Tehzîb I, 347; tbnu'l-tmâd, Şezerâtu'z-zeheb, I, 31; el-
Ensârî, Asr-ı Saadet, III, 297-303 (Şamil Yayını)).
14471
Abbâd b. Bİşr b. Vakş el-Ensârî el-Eşhelî. Mus'ab b. Umeyr vasıtasıyla Medine'de müs-lüman olmuştur. ResûluUah'm yaptığı bütün savaşlara
katılmıştır. Kırk beş yaşında İken Yemâme savaşında şehid olmuştur. Resûlullah kendisini Ebû Huzeyfe b. Utbe ile kardeş yapmıştır. (Bilgi için bk. tbn
EbîHatîm el-Certı ve'Ma'dil, VI, 77; lbnu'1-Esîr, Üsdü'l-gâbe, III, 150; Zehebî A'lâmu'n-nubelfı, I, 337-340; tbn Hacer, el-tsâbe, II, 363).
14481
Ebû Dâvûd, nikâh 46; Tirmizî, tefsiru sure (2) 24; Nesâi, hayz 8; Dârimî, vudu 107; Ahmed b. Hanbel I, 419, 421, 452, VI, 150.
[4491
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/459-461.
[4501
es-Subki, el-Menhel, III, 36.
[451]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/461.
[452]
Müslim, hayz 14; Nesâî, tahâre 55; miyah 9; İbn Mâce, tahâre 125; Ahmed b. Hanbel, VI. 127, 210.
[453]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/462.
[454]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/462-463.
[455]
Buhârî, hayz3; Müslim, hayz 15; Nesâî, tahâre 173, 174;hayz 16, 19; tbn Mâce, tahâre 160; Ahmed b. Hanbel, VI. 69, 331, 334.
[456]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/463-464.
[457]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/464.
[458]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 464.
[459]
Müslim, hayz 1 1-13; Tırmizî, tahâre 101; Nesâî, tahâre 176; hayz 18; Dârimî, vudû 108; Ahmed b. Hanbel, II, 70.
T4601
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/465.
[461]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/465-466.
[462]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/466.
[463]
Muâze bint-i Abdillah el-Adeviyye el-Basriyye ÜmmüVsahbâ: İbn Maîn kendisinin güvenilir olduğunu söyler. Zehebî, bu kadının geceleri ihya
ettiğini ve "kabirlerdeki uykunun uzunluğunu bilip de bu dünyada uyuyan göze hayret ederim" dediğini haber verir. Hz. Aişe, Hz. Ali ve Hişâm b.
Âmir'den hadis rivayet etmiştir. H. 83 senesinde vefat etmiştir.
[464]
Harûrâ: Kûfe'ye iki mil uzaklıktaki bir köyün adıdır- Haricîlerin toplandıkları ilk yerdir. Bu yüzden Haricîlere bu köye nisbetle Harûrî de denilir.
Haricîler Sıffîn Savaşından sonraki hakem olayında önce Hz. Ali'yi hakem tayinine zorladıkları halde daha sonra hakem işine razı olup Ebû Mûsâ el-
Eş'arî'yi hakem tayin ettiği için karşı çıkmışlar, hatta onu küfürle İtham etmişlerdir. Bunun için Hâriciler diye meşhur olmuşlardır. Sayılan 8 bin (veya
12 bin) kadardır. Başlarında Abdullah b. el-Kevvâ adında birisi vardı. Hz. AIİ bunlara Abdullah b. Abbâs'ı göndermiş, Abdullah'ın konuşmaları sonucu
iki bini geri dönmüş, gerisi fikirlerinde ısrar etmişlerdir. Bunun üzerine Hz. Ali bunlara harp açmıştır.
Haricîler görüşlerini müdafaa bakımından İslâm mezheplerinin en katı, kızıp şiddetlenme bakımından en şiddetli olanıdır. "El-hukmü IHlah Hüküm
ancak Allah'ındır." sözünü kendilerine düstur edinmişlerdir.
Haricîler Ezârıka, Necedât, Sufriye, Acâride, İbâdiye, Yezîdiye, Meymûniyye vs. adındaki fırkalara ayrılmışlardır. Bunlardan son ikisi İslâm dini
çerçevesinin dışında mütalaa edilir.
Haricî fırkalarının bazı müşterek görüşleri şunlardır:
1 . Halife, herhangi bir fırka veya gurup tarafından değil, bütün müslümanlarm iştirak edeceği bir seçimle seçilebilir.
2. Arap ailelerinden hiç biri halife kendi ailesinden olduğu için bir imtiyaz kazanamaz.
3. Necedat fırkasına göre, insanlar kendi aralarında birlik ve beraberliği kurabilirlerse, halifeye muhtaç değildirler.
4. Günahlar arasında hiçbir fark gözetmezler. Günah İşleyen bir kimsenin dinden çıkıp kâfir olduğuna hükmedilir.
5. Kur'ân'da bulunan emirleri kabul ederler; Hadiste bulunup Kur'ânda bulunmayan emirleri reddederler. (Bilgi için bk. Abdulkâhir el-Bağdâdî,
Mezhepler Arasındaki Farklar <trc. E,R. Fığlalı), s. 66-100, tslâm Esasları (ter. S. Yeprem), S. 73-92, İstanbul 1981).
[465]
Buhârî, hayz 20; Müslim, Hayz68; Nesâî, hayz7; siyam 64; İbn Mâce, Tahâre 119;Dâ-rimî, vudû' 102; Ahmed b. Hanbel, VI, 32, 94, 97, 120,
143, 185,231.
T4661
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/467-468.
[467]
Müslim, hayz 69.
f4681
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/468-469.
T4691
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/469.
105. Hayızlı Kadına Yaklaşmanın Hükmü
106. Hayız Halindeki Hanımına Cîmâ Dışında Kişinin Yapabileceği Şeyler
107. tstihazalı Kadın Hakkındaki Hükümler Ve "Ayhali Olduğu Gün Sayısınca
Namaz Kılmaz" Diyenler
108. tstihazalı Bir Kadın Hayız Günleri Geçtiği Zaman Namazını Terk Edemez
109. (tstihazalı Kadın) Hayzı Gelince Namazı Terk Eder
110. Müstehazanîn Her Namaz İçin Yıkanacağını İşaret Eden Hadisler
111. Müstehaza İki Namazı Birleştirir Ve İkisi İçin Bir Gusül Eder Diyenlere (Delil
Olan Hadisler)
112. (Müstehaza) Bîr Temizlikten Diğer Temizliğe Kadar Gusleder Diyenler(İn
Dayandığı Hadisler)
_(Müstehaza),Öğleden Öğleye Yıkanır Diyenler (İn Dayandıkları Hadisler)
113. (Müstehaza) Öğle Vaktinde Değil Her Gün Bir Defa Yıkanır Diyenler
114. (Müstehaza Temizlik) Günleri Esnasında Yıkanır Diyenler(İn Dayandığı
Hadisler
115. (Müstehaza) Her Namaz İçin Abdest Alır Diyenlerin Delilleri)
116. (Müstehazanîn) Sadece Hades Vâki Olduğunda Abdest Alacağı Nı Söyleyenler
117. Temizlendikten Sonra Sarı Ve Bulanık Renkte Akıntı Gören Kadına Ait
Hükümler
118. Kocası Müstehazayla Cinsî Temasta Bulunabilir
119. Lohusahğm Müddetini (Tayin) Hakkındaki Hadisler
120. Hayzdan Dolayı Yıkanma (Nm Keyfiyeti)
121. Teyemmüm
122. Hazarda Teyemmüm
123. Cünübün Teyemmüm Etmesi
124. Soğuktan Korktuğu Zaman Cünub Teyemmüm Edebilir Mi?
125. Yaralının Teyemmümü
126. Namazı Kıldıktan Sonra Vakit İçinde Su Bulan Müteyemmimin Durumu
127. Cuma Günü Gusletmek
128. Cuma Günü Guslünü Terketme Ruhsatı
129. Yeni Müslüman Olan Kimseye Gusletmesi Emrolunur
130. Kadın, Hayızken Giydiği Elbisesini Yıkar
131. Hanımıyla Cinsi Temasta Bulunurken Giydiği Elbise İle Namaz Kılmanın
Hükmü
132. Kadınların İç Çamaşırları İle Namaz Kılmak
133. Kadınların İç Çamaşırları İle Namaz Kılma Ruhsatı
134. Elbiseye Bulaşan Meninin Hükmü
135. Çocuk İdrarının Elbiseye Bulaşması
136. İdrarın İsabet Ettiği Toprak(In Temizlenmesi)
137. Yeryüzünün (Toprağın) Kurumakla Temizlenmesi Hakkında
_Elbisenin) Eteğine Bulaşan Necaset İn Hükmü
_Ayakkabıya Bulaşan Pisliğin Temizlenmesi
138. Elbisedeki Necasetten Dolayı (Namazı) İade (Gerekir Mi?)
Erkeğin navız hâlindeki hanımıyla aynı yatağa yatması caizdir,
139. Elbiseye Bulaşan Tükrüğün Hükmü
105. Hayızlı Kadına Yaklaşmanın Hükmü
264.. ..İbn Abbâs (r.a.) hanımına, hayızh iken münâsebette bulunan kimse hakkında
Rasûlullah (s.a.)'m şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
fil
"Bir veya yarım dinar sadaka verir (versin)."
Ebû Dâvûd dedi ki, "sahih olan rivayet (burada olduğu gibi) "Bir dinar veya yarım
dinar" şeklindedir. Ancak çoğu kere Şû'be bu hadisi Hz. Peygambere ref etmemiştir.
m
Açıklama
Hayızlı olan kadına yaklaşmanın kesinlikle caiz olmadığını bundan doğacak zararların
neler olabileceğini 258. hadiste beyân etmiştik.
Bu yasağa uymayıp karısına yaklaşmış olanın cezası bu Hadis ile belirlenmiştir.
Ancak bu ceza maddi bir ceza değildir. Ekseri ulemâ tevbe ve istiğfardan sonra maddî
ceza ile temizlenileceği görüşündedirler.
Hadis-i şeriften, karısına hayızh iken temasta bulunan bir kimsenin bir veya yarım
dinar sadaka vermesinin gerekli olduğu anlaşılmaktadır.
Dinar, Lâtinceden arapcaya geçmiş bir kelimedir. Latincede "denarius" kelimesinden,
o da öşür manasına olan "decem" ıstılahından müştaktır.
Fıkıh istilâhı olarak hâlis on dirhem gümüş kıymetindeki altını ifâde eder. Bir miskal
ağırlığında altın sikkeye de ıtlak olunur.
Kamus mütercimi Asim Efendi, Zemahşerî'den naklen dinarın 48 arpa ağırlığında altın
olduğunu söyler.
Zihnî Efendi, "Dinar, altın sikkedir; yarım altın lira değerindedir",der.
Ömer Nasûhi Efendi de, "Bir dinar bir miskal, yani yüz arpa ağırlığında bulunan attın
sikkedir" demektedir.
Bir miskal, yirmi kırattan, her kırat da beş arpa miktarından ibarettir. O halde bir
miskal 100 arpa ağırlığına denk olur. Bugünkü ölçülerle 4. 1/4 grama eşittir.
Hadisin metnindeki "veya" kelimesi şek için değil tenvî' ve taksim içindir. Yani
münâsebet, hayzm ük günlerinde olmuşsa bir dinar; sonuna doğru olmuşsa yarım dinar
sadaka verileceğini bildirir. Nitekim Tirmizî'nin yaptığı bir rivayette:
[3]
"Kan kırmızı ise bir dinar; san ise, yarım dinar (sa'daka verir)" buyrulmaktadır.
Hadisin zahirinden hayızlı iken karısına temasta bulunan kişinin keffaret vermesinin
vacip olduğu anlaşılmaktadır. Ancak konu âlimleri arasında ihtilaflıdır.
İbn Abbâs, Hasen eİ-Basrî, Said b. Cübeyr, Katâde, Evzâî, İshâk ve bir rivayetinde de
Şafiî, keffâretin vacip olduğu görüşündedirler. Keffâretin vücûbuna hükmedenler,
keffâretin cins ve miktarında mütefik değildirler. Bunlardan, Hasen el-Basrî ve Said b.
Cübeyr, ramazanda cinsî münâsebette bulunana kıyas ederek, bir köle azad eder,
demişlerdir. Diğerleri ise, bu babın hadisini delil göstererek, -münâsebetin zamanına
göre- bir veya yarım dinar tasaddukta bulunması gerektiği görüşündedirler.
Atâ, Şâ'bî, Neha'î, Mekhûl, Zuhrî, Eyyûb es-Sahtiyânî, Sufyân es-Sevrî, Leys b. Sa'd,
Malik, Ebû Hanîfe ve ashabı, esah olan rivayetinde Şafiî, bir rivayetinde Ahmed b.
Hanbel ve selefin cumhuruna göre hayızlı iken karısına temas eden kişiye keffaret
vacip değildir. Onun için vâcib olan istiğfardır. Eğer temas âdetin ilk günlerinde
olmuşsa bir dinar, son günlerinde olmuşsa yarım dinar sadaka vermesi menduptur.
îbn Abdilberr, "Sadaka icabetmez" diyenin delili bu hadisin muzdanp oluşudur. Bir de
"Berâet-i zimmet asıldır" kaidesidir.
Hattâbîde, "ulemanın ekserisine göre buna bir şey lâzım gelmez" dedikten sonra,
bunların hadisi mürsel, ya da mevkuf kabul ettiklerini belirtir. Doğru olanın hadisin
merfu olduğu görüşünü kaydeder.
lbn Seyyidi'n-Nâs, hadisin merfu olduğunu tercih ederken, Ebû Bekir el-Hatib, bu
mevkuf-merfu münakaşalarının hadisin sıhhatine tesir etmeyeceğini söyler. İbn
Dakiki'l-Iyd, İbnü'l-Kattân ve Şevkânîde hadisin salih olduğunu tercih edenlerdendir.
Ebû Davud'un "Şu'be bunu, Rasûlullah'a ref etmeyin, İbn Abbas'tan mevkûfen rivayet
141
ettiğini" söylemesi, hadiste bir ızdırap gördüğüne işarettir.
Bazı Hükümler
1. Kişinin karısı hayızlı iken onunla cinsi temasta bulunması haramdır. Bunda icma
vardır.
2. Bu durumda münâsebette bulunmanın tevbe ve istiğfardan sonra dünyalık ceza
olarak temas zamanına göre bir veya yarım dinar sadaka vermesi gerekir.
265.. ..İbn Abbâs (r.a.) demiştir ki;
"(Bir kimse), kanın başlangıcında karısına yaklaşırsa bir dinar, kanın kesilmesi
[5]
sırasında (yaklaştığında) cima ederse yarım dinar sadaka versin."
Ebû Dâvûd, "îbn Cüreyc A bdülkerim 'den, o da Miksem 'den aynısını rivayet
mı
etmiştir" dedi.
Açıklama
Bu hadis bundan evvelki hadisi tefsir eden bir mâhiyet arzetmektedir. İbn Abbâs (r.a.)
hayız hâlinin ilk günlerinde, (kanın çokça geldiği zamanlarda) cimada bulunmanın
keffâretinin bir dinar, hayzm sonunda cimada bulunmanın keffâretinin ise, yanm dinar
olduğunu söylemektedir. Hayız halinin sonundan maksat, kanın kesilmesinin
yaklaşmasıdır. Kan kesilip de gusül etmeden evvelki hal olduğunu söyleyenler de var-
dır. Hanefi mezhebine göre kan kesildikten sonra gusül etmediği halde, üzerinden bir
namaz vakti geçerse temasta bulunmakta mahzur yoktur.
Hayzm başlangıcı ile sonu arasındaki farklılığın hikmeti şudur: İlk günler cinsî
münasebette bulunmanın mubah olduğu temizlik günlerine daha yakın, sonu ise, daha
uzaktır. Dolayısıyla hayzm ilk günlerinde temasta bulunmak hiç bir şekilde mazur
görülemez. Sonunda ise, bir dereceye kadar mazur görülmüş ve cezası hafıfletilmiştir.
îmam Gazali, hayz müddeti bitip kan kesildiği halde gusletmeden temasta bulunmanın
erkekte veya doğacak çocukta cüzzâm hastalığına sebep olabileceğini söylemiştir.
Burada mevzuu bahs edilen kef fâretin cumhura göre vacip olmayıp men-dup
olduğunu, bundan evvelki hadisin izahında belirtmiştik.
266.. ..tbn Abbâs (r.a), Rasûlullah (s.a.)'uı şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
121
"Bir kimse ailesiyle hayı/lı iken cinsî temasta bulunursa, yarım dinar sadaka versin"
Ebû Dâvûd dedi ki; "Ali b. Bezîme'nin Miksam tarikiyle Rasûlullah 'tan mürsel olarak
bunun aynısını rivayet etti. Keza Evzaî, Yezîd b. Ebi Mâlik'ten, O da Abdülharnid b.
Abdurrahman'dan, o da Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem)'den: "Rasûlullah onun
(soruyu soran Hz. Ömer'in) beşte iki dinar sadaka vermesini emretti", diye rivayet
[81
etmiştir. Bu rivayet mu'daldır.
Açıklama
Bu hadis, hayz halinin son günlerinde karısıyla temasta bulunanm cezasının yarım
dinar olduğuna hamledilir. Böylece evvelki hadislerle herhangi bir ihtilaf ortaya
çıkmaz. Hadis-i şerifte bir hazfin olduğu da muhtemeldir. Bu durumda hadisin aslı,
"Hayzın başlangıcında cima ederse, bir dinar; sonunda ederse, yarım dinar sadaka
versin" şeklinde olur. Taberânî ve Darekutnî'deki bazı rivayetler bu ihtimali te'yid et-
mektedir.
Ebü Dâvûd bunu ayrı bir hadis olarak değil 266. hadisin sonunda bir değişik rivayet
olarak vermiştir.
Beyhakî'nin rivayetine göre, Hz. Ömer (radıyallahü anh)'m cimâdan hoşlanmayan bir
hanımı vardı. Hz. Ömer'in her müracaatına hazıylı olduğunu bahane ederek karşı
çıkardı. Yine böyle bir müracaatında kadın hayız halinde olduğunu söylemiş, Hz.
Ömer de onun yalan söylediğini zannederek temasta bulunmuş, fakat kadının doğru
söylediği meydana çıkmış. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) Rasûlullah'a gelerek
durumu arz etmiş. O da bir dinarın beşte ikisini sadaka olarak vermesini emretmiştir...
mı
Bu rivayet Mû'dal () dır. Ancak Beyhakî müteselsil bir rivayetle hadisi tahriç
etmiştir.
Bu rivayette hayızlıya temasın keffaretinin beşte iki dinar olduğu ifade edilmektedir.
Ancak gerek hadisin mu'dal oluşu, gerekse bunun Hz. Ömer'e mahsus bir cevap
olması ihtimalinden dolayı ulemadan hiç kimse tarafından delil kabul edilmemiştir.
Çünkü Hz. Ömer bu işi, kadının hayz olmadığına inanarak yapmıştır. Bu yüzden
Rasûlullah (s. a.) onun keffâretini hafifleterek bir veya yarım dinar değil de, beşte iki
£101
dinar sadaka vermesini emretmiştir.
106. Hayız Halindeki Hanımına Cîmâ Dışında Kişinin Yapabileceği Şeyler
267....Meymûne demiştir ki; Rasûlullah (s.a.) hammlanndan birisi hayızlı iken,
üzerinde uyluklarının yarısına veya diz kapaklarına kadar (olan kısmı) örten bir örtü
mı im
olduğu halde, ondan faydalanırdı.
Açıklama
Mübaşeret, çıplak olarak vücudu vücuda dokundurmaktır. Bazı hallerde cima için de
kullanılıyorsa da burada ittifakla birinci mânâyadır.
Hadis-i şerif, Rasûlullah'in, diz kapağı ile göbeği arası kapalı olan hayız halindeki
hanımlarından istifâde ettiğini göstermektedir.
Hayızlı olan kadından mübaşeret şu şekillerde olur:
1. Cima, bu Kur'ân-ı Kerim' in açık nassı ve sahih hadislerle yasaklanmıştır; haramdır.
Bir müslüman bunun helâl olduğunu söylerse kâfir olur. Haram olduğunu inkâr
etmeden, kadının hayızlı olduğunu bildiği halde cima ederse, günahkâr olur. Tevbe
istiğfar etmesi lazımdır. Cumhura göre bir veya yarım dinar sadaka vermesi
müstehaptır. Bazılarına göre vaciptir. Bundan evvelki bâbta tafsilât verilmiştir.
Unutarak veya hayızlı olduğunu bilmeden temas ederse günah da, keffâret de yoktur.
2. Göbek ile diz kapağı arası hariç vücudun geri kalan kısmı ile, her ne suretle olursa
olsun faydalanmak helâldir. Bunda da icmâ vardır.
Netice olarak, İmam Ebû Hanîfe, imam Malik, Said b. Müseyyeb, Şureyh, Tâvûs, Atâ,
Süleyman b. Yesâr, Katâde, Ebû Yûsuf tan bir rivayette Şâfıîlerin esah olan görüşüne
göre hayzh kadının diz kapağı ile göbek arasından çıplak olarak her türlü istifâde
haramdır. Bunlar, bu babtaki hadislerle Zeyd b. Eslem'den gelen bir rivayeti delil
£131
kabul etmişlerdir.
Bazı Hükümler
Kişinin, hayız olan karısından diz kapağı ile göbek arası örtülü olması şartıyla
çımadan başka her turlu istifâdede bulunması caizdir.
268....Aişe (r. anhâ)'den, şöyle demiştir:
"Bizden biri hayız olduğunda, Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem) Ona (diz kapağı
ile göbeği arasım örtecek) bir izar (peştemal) bağlamasını emreder, sonra da kocası
onunla (aynı yatağa) yatardı."
(Esved) bir defasında ("onunla yatardı" cümlesinin yerine) "cildini cildine
£141 £151
dokundururdu" demiştir.
Açıklama
Irâkî.( )"sonra kocası beraber yatardı" cümlesinin sadece Ebû Dâvûd'ta olduğunu,
diğer imamların bu cümleyi rivayet etmediğini söyler. Ebû Davud'un rivâyetindeki
"kocası" kelimesinden murad, ya Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem)'dir, kelime
zamir yerindedir; ya da Hz. Aişe "Bizden birine emrederdi" derken Rasûlullah'in
hanımlarını değil, bütün müslüman kadınlarını kastetmiştir. Buna göre ( ) dan murat
sadece Rasûlullah değil, hayız olan kadının kocasıdır. Yani Rasûlullah, bütün
müslüman kadınlara, hayız olduklarında üzerlerine bir izar (peştemal) bağlayıp sonra
da kocalarının kendileriyle beraber yatmalarını emretmiş olmaktadır.
269.. ..Aişe (r.anhâ) şöyle demiştir:
"Biz geceleyin Rasûlullah (sallellahü aleyhi vessellem)le beraber, ben hayızlıyken
hem de hayzm ilk günlerinde, aynı örtünün altında yatardık. Eğer Rasûlullah'a
(bedenine) benden bir şey (kan) bulaşırsa, kenarına taşırmadan sadece bulaştığı yeri
yıkar, sonra da namaz kılardı. Yok eğer ona -elbisesini kastediyor- kandan bir şey
bulaşırsa, kenarına taşmadan sadece bulaştığı yeri yıkar sonra da o elbise ile namaz
Ü61Iİ71
kılardı."
Açıklama
İç çamaşırı veya bütün vücudu örten elbisedir. Tercemeye "örtü" diye
geçirilmiştir.kelimesi hayızlı manasmdadır. Te'kid için getirilmiştir.İbn Reslân"et-
tamsu","hayzm ilk günleridir" demektedir. Terceme bu mânâya göre yapılmıştır.
Bu hadis, bundan evvelki izar sarmanın lüzumuna delâlet eden hadislere zıt değildir.
Çünkü Hz. Aişe'nin üzerinde izar olduğu halde Rasûlullah'la beraber bir örtünün
£181
altında yatardı.
Bazı Hükümler
1. Hayizh kadınla bir örtünün altında yatmak veya ona dokunmak caizdir.
2. Elbiseye bir pislik bulaştığında, elbisenin tamamını yıkamaya lüzum yoktur, sadece
pisliğin bulaştığı yeri yıkamak kâfidir.
3. Kan bulaşmadığı müddetçe hayizh kadının giydiği elbise temizdir.
4. Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem) hanımlarının hayizh hallerini anlayışla
karşılardı.
£191
270.. ..Umara b. Gurâb rivayet etmiştir: Umârenin halası, Aişe (r.anhâ)ya:
Bizden biri hayız oluyor; halbuki onun ve kocasının sadece bir yatağı var, (ikisi aynı
yatakta yatabilir mi?) diye sormuş. Aişe (r.anhâ) da şöyle cevap vermiş:
Sana Rasûlullah (s.a.)'m yaptığını haber vereyim: Rasûlullah (bir gece odama) girdi
doğruca mescidine geçti. Ebû Dâvûd, "evinin mescidini kast ediyor"dedi.Ben
uyuyuncaya ve kendisini de soğuk rahatsız edinceye kadar (namaz kıldığı yerden)
ayrılmadı. Sonra:
Bana yaklaş, buyurdu.
Ben hay izliyim, dedim.
Uyluklarını aç dedi, ben de açtım. Yanağını göğsünü uyluklarım üzerine koydu.
im mı
Rasûlullah ısınıp da uyuyuncay kadar ona doğru eğildim (kaldım).
Açıklama
hadisin ravilerinin zayıf olduğunu ve bunun delil gösterilemeyeceğini söylemektedir.
271.. ..Aişe (r.anhâ)'dan, şöyle demiştir;
"Ben hayızlı olduğum zaman (Rasûlullah'm) yatağından bir hasır üzerine iner ve
[2211231
temizleninceye kadar Rasûlullah (s.a.)'ayaklaşmazdım."
Açıklama
İlk bakışta bu hadis-i şerif daha evvelki hadislerle çatışır gibi görünürse de, aslında
hadis, Hz. Aışe validemizin bir nezaketve hassasiyet örneği verdiğini göstermektedir.
Hz. Aişe kadının o halinde erkeğini rahatsız edebileceğini düşünerek, Rasûluİlah'ı
rahatsız etmemek ve O'na duyduğu sevgiye halel getirmemek için böyle
davranmaktadır. Ayrıca bu durum Rasûlullah'm isteği ile değil, Hz. Âişe'nin isteğiyle
olan bir durumdur.
1241
272....îkrime, Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem)'m hanımlarının birinin şöyle
elediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem) hayızlı olan (bir hanımından bir şey (cima
1251
dışında faydalanmak) istediği zaman, hanımının ferci üzerine bir bez örterdi."
[261
Açıklama
Bu ve bundan evvelki hadislerden anlaşıldığına göre Peygamber (s. a.) hayız halindeki
bir hanımından faydalanmak istediğinde, bazan söz konusu hanımının göbeği ile diz
kapağı arasını bir elbise ile kapatmasını emreder, bazan da avret mahalli üzerine bir
bez atardı. Bu hadîs ferç gibi belirli yerler hariç hayızlı kadının vücudunun her tarafın-
dan faydalanmayı caiz görenlerin delillerindendir. Fakat Rasûlullah'm örttüğü bezin
büyük olup da göbek ile diz kapağının arasını tamamen Örtmüş olması da
muhtemeldir. Ayrıca elbiseyi bizzat Rasûlullah'm örtmesi düşünülebileceği gibi,
hanımına Örtmesini emretmesi de mümkündür. Hatta bu daha muvafık görünmektedir.
Diğer bir görüşe göre hayzm başında göbekle diz arasının sonlarında ise yalnız avret
yerinin kapatılması şeklindedir. Gelecek hadis-i şerif de bu ihtimali desteklemektedir.
273.. ..Aişe (r.anhâ)dan demiştir ki;
"Rasûlullah (s.a.) hayamızın ilk günlerinde bize (belimizden aşağısına) izar (peştemal)
sarmamızı emreder, sonra da tenini tenimize dokundururdu. Sizlerden hanginiz
[2711281
Rasûlullah'm nefsine hâkim olduğu gibi nefsine sahip olabilir?"
Açıklama
Hadis-i şerifte geçen ( ) "fevh" kelimesinin mânâsı Nihâye'de belirtildiğine göre
hayzm başlangıcı ve kanm çok olduğu zamandır. Buhârî ve Müslim'in rivayetlerinde
"fevr" şeklinde kaydedilmiştir ki, aynı manayı ifâde etmektedir.
Daha evvel geçen bazı hadislerde Rasûlullah'm hayız halindeki hanımları ile cima
haricinde beraber olmak istediğinde onların bellerinden aşağısını örtecek bir peştemal
bağlamalarını emrettiğini görmüştük. Fakat o hadislerde bu örtünme için bir zaman
tayin edilmemişti. Bu hadis-i şerif ise, peştemal bağlamayı kayıtlamakta ve hayzm ilk
günlerine mahsus olduğuna işaret etmektedir. Buna göre Rasûlullah (s.a.)'in hayız olan
bir hanımı ile hayzmın ilk günlerinde mübaşeret etmek isterse, onun peştemal
bağlamasını, son günlerinde ise, ferci üzerine bir bez örtmesini emrettiği
anlaşılmaktadır.
Hz. Aişe, "hanginiz Rasûlullah'ın nefsine mâlik olduğu gibi nefsine mâlik olabilir?"
derken, "Rasûlullah bunu yapıyordu ama, onun haddi tecâvüz edip harama dalma
korkusu yoktu. Ama siz Rasûlullah'ın yaptığını yapamazsınız. Binaenaleyh
nefsinizden emin değilseniz, meşru da olsa, bu şekilde bir faydalanma cihetine
gitmeyin" demek istemiştir.
Yukarıdaki hadislerde görüldüğü gibi hayızlı kadına yaklaşmak istendiğinde göbekle
diz kapağı arasının kapatılması emredildiği gibi yalnız avret yerinin örtülmesi ile iktifa
edilebileceğine de işaret vardır.
Sübkî der ki: "Rasûlullah (s.a.)'in zevcelerine mübaşerette bulunması, şehvetini tatmin
için değil, onun caiz olduğunu göstermek içindir. Mübaşereti zevcelerinden her birine
yapması, hükmün (îslâmî emirlerin) yayılması içindir. Nitekim çok adınla
evlenmesinin bir hikmeti de hükümleri neşredip öğretmektir. Çünkü hanımlarından
her biri gördüğünü ümmete haber verecektir."
Yukarıda verilen hadis-i şeriflerde özet olarak şu üç husus yer almıştır. Fukahânın
içtihadı da bu istikâmettedir:
1. 272 nolu hadiste yalnız avret yerinin örtülmesi yer almaktadır. Bu görüşü
savunanların az da olsalar delili bu hadistir. Ancak "yasak bölgeye yaklaşan o yasağı
işleyebilir" fetvasınca bu durum tehlike arz etmektedir. Bundan dolayı büyük fıkıh
imamları bu görüşü benimsememektedirler.
2. Hayzm başlangıcında diz-göbel; arasının kapatılması, sonunda yalnız fercin
örtülmesi görüşü ise, Hz. Aişe'nin son hadiste belirttiği gibi, "nefsine malik olabilecek
kişilere mahsustur. Bunu da ancak Rasûlullah başarır" demekle işin nezâketini
belirtmek istemiş, bizim için yasak olması gerektiğim işaret etmiştir.
3. Hayız müddetince kadınlara yaklaşmak istendiğinde bir peştemalle göbek ve diz
arası kapatılması cumhuru ulemânın görüşüdür. Hanefî mezhebinin de görüşü budur.
[291
Bazı Hükümler
1. Hayızlı kadından hayzmm ilk günlerinde de olsa, avret mahallim bir örtü ile örtmek
şartıyla faydalanmak caizdir.
2. Nefsinden emin olmayan kişinin, cima dışındaki faydalanmalardan da uzak kalması
[301
daha uygundur.
107. Istihazalı Kadın Hakkındaki Hükümler Ve "Ayhali Olduğu Gün Sayısınca
Namaz Kılmaz" Diyenler
274.. ..Rasûlullah (s.a.)'m hanımı Ümmü Seleme (r.anhâ')dan, demiştir ki;
Rasûlullah (s. a.) zamanında, kendisinden devamlı kan gelen bir kadın vardı. Ümmü
Seleme (r.anhâ) onun için Peygamber (s.a.) den fetva istedi. Rasûlullah (s. a.):
"Kendisine bu hal arız olmadan evvelki aylarda hayz olduğu gece ve gündüzlerin
sayısını hesap edip (her) aydan bu kadar (günün) namazını terketsin. Bu günler
geçtikten sonra yıkansın ve avret yerine (kanın akmasını önleyecek) bir bez
im [32]
bağlayıp namazını kılsın" buyurdu.
Açıklama
Fukahâmiz kadınların gördükleri kanı üçe ayırmışlardır. 1. İstihâza, 2. Hayız kanı, 3.
Nifas kanı.
İstihâza kanı: Kadınların yaşla ilgisi olmadan bir hastalık sonucu görmüş oldukları
renk ve koku itibariyle diğer iki kandan farklı olan kan. Damar çatlamasından
olabileceği gibi, herhangi bir hastalıktan da meydana gelebilir.
Bu haldeki kadınlar özürlü sayılmaları sebebiyle her vakit namaz için abdest alırlar,
namazlarını kılarlar. Bu durumları, ne namaz kılmalarına, ne de kocalarının
yaklaşmalarına mânidir.
Hayız kanı: Balığa olan kadın (kızm)m belirli zamanlarda gördüğü siyaha meyyal,
kokulu bir kandır. Bu kan ekseriyetle 9-55 yaş arasında görülür.
Bu durumdaki bir kadın, namaz kılamaz, oruç tutamaz. Kur'ân-i Kerim'e el süremez,
camiye giremez, eşi ile cinsî münâsebette bulunamaz...
Nifas kanı: Doğumla ilgili olan kandır. Kadının lohusa olduğu müddet içerisinde
gördüğü kandır: Görülmeyebilir de. Görüldüğü takdirde Hanelilere göre 40, Şafiîlere
göre 60 gün devam edebilir. Bu haldeki bir kadının durumu, hayız olan kadının
durumundan farksızdır.
Hadis-i şerifte adı zikredilmeyen müstehâza kadın, Ebû Davud'un 278. hadiste tasrih
edeceği üzere Fatıma binti Ebî Hubeyş'tir. Süyûtf nin Nesâî Şerhi'nde ifâde ettiğine
göre, Peygamber (s. a.) Efendimiz zamanında dokuz tane müstehâza kadın vardı.
Bunlar: Fâtıma bint Ebi Hubeyş, Ümmü Habîbe bint Cahş, kızkardeşi Hamne,
kızkardeşi Ümmü'l-Mü'minin Zeyneb binti Cahş, Sehle binti Sehl, Ümmü'l-Mü'minîn
Şevde, Esma bint Mürşit el-Hârisî, Zeyneb bint Ebî Seleme ve Bâdine bint Gaylân es-
Sekafî'dir.
Bu hadis-i şerif devamlı kan gören istihazalı bir kadının devamlı kan germesinden
dolayı âdet günlerinde de istihzalı olduğundan, ibâdetle mükellef olup olmadığı
günleri belirlemektedir. Şöyle ki; bu duruma mübtelâ olan bir kadın için iki durum
vardır:
1. Hayız hali başlamadan önce istihazaya mübtelâ olan ve bu durum devam ederken
hayız görme dönemine giren kadın,
2. Daha evvel hayız görüp âdet günlerini bilen bir kadının istihâza haline mübtelâ
olması. Şerhini yaptığımız hadis, bu ikinci durumu açıklamaktadır. Bu iki meselede
ulemâ şöyle demektedir:
a) Müstehâzanm hükmü temiz kadın gibidir. Binaenaleyh cumhur-u ulemâya göre,
kocası o kadınla cinsî temasta bulunabilir. Namazlarını kılıp, oruçlarını tutmakla
mükelleftir. Kur'ân okuma, mushafa el sürme, secde-i tilâvet, secde-i şükür ve Kabe'yi
tavaf meselelerinde ulemânın ittifakı ile temiz hükmündedir.
İbnü'l-Münzir'in el-Işrâk adındaki eserinde bildirdiğine göre, Hz. Aişe, İbrahim en-
Nehâî ve Hâkim'e göre istihzalı kadına kocasının temasta bulunması haram; İbn Sîrîn'e
göre de mekruhtur. îmam Ahmed b. HanbeFden iki görüş nakledilmiştir: Bir görüşe
göre, temas her hâlü kârda caiz değil; diğer görüşe göre, kocasının zinaya sapma
ihtimâli varsa, caizdir. Bu görüşlerden makbul olanı cumhurun görüşüdür. Delilleri
İkrime'nin rivayet ettiği Harone bint Cahş hadîsidir. Bu hadiste Hamne'nin istihazalı
bir kadın olduğu ve kocasının kendisi ile münâsebette bulunduğu beyân edilir. Ayrıca
bir şeyin haram olması ancak şer'î bir delille sabit olur. İstihazalı kadınla münâsebette
bulunulmayacağına dair serî bir delil yoktur.
Hattâbî, bu hadis-i şerifteki hükmün, normal halinde, âdet günleri değişmeyip belli
olan kadınlar hakkında olduğunu söylemektedir, istihazalı bir kadının, sıhhatli
günlerinde âdeti hangi günlerde ve ne kadar ise, müstehaza olduktan sonra her ay o
kadar gün kendisini hayızlı sayıp namazı terketmesi emredilmektedir. Meselâ; Normal
halinde âdeti beş gün olan bir kadına bir hastalık arız olup kanı hiç kesilmeyecek olsa,
bundan sonra her ayın başında beş gün namazını terkeder.
b) Hanefî mezhebinde, yeni hayız görmeye başlayan bir kızın âdeti sabit olmaksızın
kanı kesilmeyip devam edecek olursa, her ayın on günü âdetine mahsub edilir, yirmi
gün de temizlik müddeti sayılır.
Daha evvel âdeti belli olan müstehaza bir kadının hayzmm bittiği, Hanefilere göre
âdet zamanının geçmesi ile bilinir. Kadın âdet zamanını şaşırırsa araştırır. Adet
günlerinin geçtiğine kanaat getiremezse bildiği günlerin en azı ile amel eder.
Şafiîlere göre: Hayzm bittiği kanın renginden anlaşılır. Kadından gelen kan sarıyla
siyah, kırmızımtırak, sarı ve bulanık renklerdedir. Bu renklerin en koyusunu gördüğü
günlerde kadın hayzlı, açığını gördüğünde de hayzı bitmiş sayılır.
Hayız günlerini ayırmak için Şafiîlerin üç şartı vardır:
1. Kanın koyu renkte geldiği günler 15 günü geçmeyecektir.
2. Koyu renkte gelen kan en az bir gün - bir gece devam edecektir.
3. Açık renkte gelen kana bakarak kadının temizlendiğine hükmedebilmek için, bu kan
en az on beş gün devam etmelidir.
İmam Mâlik ile İmam Ahmed b. Hanbel'in görüşleri de aynıdır.
c) Namaz kılmak isteyen istihazalı bir kadının hem hadesten, hem de necasetten
temizlenmesi lâzımdır. Bunun için abdest veya teyemmümden evvel fercini yıkaması,
içine pamuk veya bez gibi birşey koyarak kanın dışarıya çıkmasını önlemesi veya
azaltması lâzımdır.
Hanefilere göre özürlü kimsenin çamaşırına özüründen neş'et edip bulaşan kan vs.
özür devam ettikçe namazın sıhhatine mani olmaz. Fakat bu pislikler çamaşırına tekrar
bulaşmayacaksa bunların yıkanması icab eder. Ancak kalbini tatmin etmesi
bakımından temizlenmesi elbette daha iyidir.
Şafiîlere göre böyle bir kadın fercine hem pamuk koymalı, hem de üzerini bir kuşakla
sarmalıdır. Bu vaciptir. İmam Nevevî bu kuşağın sarılış şeklini tafsilatıyla anlatır.
Buna teleccüm, istisfâr veya ta'sîb denilir. Şafiîlere göre, müstehâza olan kadın bu
şekilde, pamuk, kuşak vs. ile fercini iyice bağlamaz da, abdesti aldıktan sonra kan
gelirse, abdestin iadesi gerekir. İdrarını tutamayan kişi için de hüküm aynıdır. Bu
durumda olan bir kimsenin elinden geldiği kadar idrar yollarım tıkaması, tıkamadan
idrar damlaması halinde abdestini iade etmesi gerekir.
Urve b. ez-Zübeyr, Süfyân es-Sevrî, Ahmed b. Hanbel ve Şafiîlere göre istihazalı bir
kadın bir abdestle, -edâ olsun kaza olsun- sadece bir farz namaz kılabilir. Fakat aynı
abdestle farzdan Önce ve sonra istediği kadar nafile kılabilir.
Hanefilere göre istihazalı kadının temizliği vakitle mukayyettir. Vaktin çıkması ile
abdest bozulur. Tercih edilen görüşe göre sonraki namaz için tekrar abdest almak icab
eder. İdrarım tutamayan, devamlı burnu kanayan ve yarasından devamlı kan gelen
özür sahibi için de hüküm aynıdır.
İmam Züfer'e göre özürlünün abdesti, vaktin girmesi ile, Ebû Yûsuf a göre, vaktin hem
girmesi hem çıkması ile; İmanı-ı Azamla İmam Muham-med'e göre vaktin çıkması ile
bozulur. Meselâ özürlü bir kimse güneş doğduktan sonra, abdest alsa tmam Azamla
İmam-ı Muhammed'e göre o abdestle öğieyi kılabilir. Çünkü vakit girmiştir,
çıkmamıştır. İmam Ebû Yûsuf la Züfer'e göre kılamaz. Çünkü vakit girmiştir. Fetva
İmam A'zam ve Mu-hammed'in görüşlerine göredir. Özürlü bir kimse her vakit için
abdest alır ve bu abdestle farz, vacip, nafile, dilediği kadar namaz kılabilir. İstihazalı
kadın sadece hayız vakti geçtiği zaman yıkanır. Her namaz için yıkanmasına lüzum
yoktur. Cumhurun görüşü bu merkezdedir. Bu meseleye ileride tekrar temas
£331
edilecektir.
Bazı Hükümler
1. Dinî konularda bilinmeyen hususlar ehline sorularak öğrenilmeli.
2. Vasıta ve rivayetle ilim almak caizdir.
3. Haber-i vâhid hüccettir. Onunla amel edilir.
4. Hayızlı kişi namaz kılamaz.
5. Adeti mûtad iken müstehâza olan kadının malum günleri gelip geçtiğinde yıkanması
lâzımdır.
6. Müstehâza olan kadın fercini bir bezle kapayıp, kanın dışarı akmasına mani olmaya
çalışmalı. Bu husus bilhassa Şafiî mezhebinde mühimdir.
275....Ümmü Seleme (r.anhâ) demiştir ki; "Kendisinden devamlı kan gelen bir kadın
vardı... -(Leys) evvelki hadisin mânâsını nakletti ve- (Hz. Peygamber): "Bu günler
[341
geçip de namaz vakti gelince yıkansın... ili." dedi."
Açıklama
Bu rivayet, yukarıdaki hadisin aynıdır. Musannif, senetteki bazı farklılıklara işaret için
hadisi tekrar eie almıştır. Rivayetlerin senetlerinde görüldüğü üzere, evvelki hadis
Nâfî'den Mâlik kanalıyla, bu rivayet ise Nâfı'den Leys kanalıyla gelmekledir. Ayrıca
Leys bu rivayetinde, Ümmü Seleme ile İbn Yesâr arasında adını vermediği bir zatı
zikretmiş ve metinde "namaz vakti gelince" sozünu ilâve etmiştir.
276.. ..Süleyman b. Yesâr, Ensârdân olan birisinden rivayet etmiştir ki;
Kendisinden devamlı kan gelen bir kadın vardı... (dedikten sonra Leys, yukarıdaki
hadisinin mânâsını nakletti.)
Rasûlullah (s. a.): "O günleri geçip namaz vakti gelince yıkansın..." buyurdu ve ravi
£351
önceki hadisi manâ olarak nakletti.
Açıklama
Bu rivayet de, evvelki hadislerin aynıdır. Burada zikredilmesine sebep sened ve
metindeki bazı ayrılıklara işarettir.
277....Sahr b. Cüveyriye Nâfı'den, Leys'in hadisinin senet ve manasına uygun olarak
rivayet etti. (Bu rivayette) Rasülullah (s.a.):
"Bu gün ve geceler miktarmca namazı terk etsin. Namaz vakti gelince gusletsin, bîr
[361 "
elbise ile ((ercini) bağlasın sonra da namaz kılsın" buyurdu.
Açıklama
Bu hadis de öncekilerin aynıdır. Ancak bu rivayette kelimesinin yerme kelimesi
kullanılmıştır, "zafer" aslında güzel veya çirkin kokunun çıkmasıdır. Bundan dolayı
bazı sarihler hadisin tercemesini, "Güzel koku kullansın" şeklinde yapmışlardır.
Ancak burada M en h el sahibinin de belirttiği gibi mânâsında olması daha uygun
görülmüş ve terceme buna göre yapılmıştır.
278....Eyyûb, Süleyman b. Yesâr'dan o da Ümmü Seleme'den bu kıssayı (yukarıda
geçen hâdiseyi) rivayet edip şöyle demiştir:
"O günlerde namazı terkeder. Bu günlerin dışında yıkanır, bir bez ile (fercini) kapatır
ve namazını kılar."
Ebû Dâvûd dedi ki: Hammad b. Zeyd, Eyyûb'tan rivayet ettiği bu hadiste müstehâza
[371
olan kadının adını vermiş ve onun Fâtıma bint Ebî Hubeyş olduğunu söylemiştir.
Açıklama
Bu hadis de diğerlerinin aynıdır. Musannif bunu ilk hadisi takviye bakımından
nakletmiş ayrıca sonunda müstehâza olan kadının adını vermiştir. Ebû Davud'un temas
ettiği Hammâd b. Zeyd hadisini Dârakutnî şulâfızla rivayet etmiştir:
"Fâtıma bint Hubeyş istihâzah bir kadındı. Hatta altında leğen bulundurulur ve bu
leğen kanla dolu olarak alınırdı. Ümmü Seleme (r.a)'dan (ne yapacağını) Rasülullah
(s.a.)'e soruvermesini İstedi.
Rasülullah (s.a.) "Hayz günlerinde namazı terketsin, sonra yıkanıp bir bez bağlasın ve
namazını kılsın" buyurdu.
Ebû Davud'un ilâvesi ve Dârakutnî'nin bu rivayetinden, müstehâza olan kadının adını
sadece Hammâd b. Zeyd'in açıkladığı anlaşılabilirse de hakikatte Vühey b. Abdülvâris
ve Süfyân da bu kadının Fâtıma bint Ebî Hubeyş olduğunu açıklamışlardır.
İMİ
279....Aişe (r.anhâ)dan, demiştir ki; Ummü Habibe (r.anha) Rasülullah (s.a.)'e
(istihaza) kanından sordu. Hz. Aişe de:
"Onun leğenini kan ile dolu gördüm" dedi. Rasülullah (sallallahü aleyhi vesellem) şu
cevabı verdi:
"Hayzmm seni (namazdan) alakoyduğu (günler) sayısınca bekle, sonra yıkan."
Ebû Dâvûd Kuteybe'nin bu hadisi Cafer b. Rabia hadisinin arasında yazdığını ve Ali b.
Ayyaş ile Yûnus b. Muhammed'in Leys'ten rivayet edip -Leys'in yerine babasını
1391
zikrederek- Cafer b. Rabia dediklerini, söylemiştir.
Açıklama
Hadisten anlaşıldığına göre Hz. Peygamber'in hanımlarından Hz. Zeyneb'in kızkardeşi
Ümmü Habibe bint Cahş (r.anha) Rasûlullah (s.a.)'e gelerek kendisinden devamlı kan
gelen müstehâzanın durumu ile ilgili hükümleri sormuş. Orada bulunan Hz. Aişe de
Ümmü Habibe'nin durumunu açıklamak için "ben onun leğenini kan ile dolu vaziyette
gördüm" demiştir.
leğenin kan ile dolu olmasından maksad, saf kan ile dolu olması demek değildir, işin
aslı o leğen içinde yıkandığında leğendeki suyun içerisine damlayan kan, suyun
rengini kan rengine çevirmiş olmasıdır. Sanki leğen kan ile dolu gibi olurdu. Nitekim
Müslim'in rivayeti de meselenin bu şekilde olduğunu göstermektedir.
Mirken, içerisinde çamaşır yıkanan küvet, tekne, leğen, manasmdadır ki "iccâne"de
aynı manaya gelir.
Peygamber (s. a.) Ümmü Habibe'ye daha evvel hayz olduğu günler miktannca namazı
terk edip, daha sonra yıkanarak namazını kılmasını emretmiştir. Zaten bu babın bütün
hadisleri aynı hüküm etrafında birleşmektedir. Konu ile ilgili tafsilat babın ilk
hadisinde verilmiştir.
280....Urve b. ez-Zübeyr'den demiştir ki; Fâtima bint Ebî Hu-beyş, Rasûlullah (s.a.)'e
(istihâza) kanından şikayet edip (hükmünü) sordu.
Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem) ona:
"Bu bir damar (kanı)dır, (hayz kanı değil). Bak (mûtad olan) hayz günlerin geldiğinde
namaz kılma; hayz günlerin geçince yıkan. İki ay hali arasında namaz kılmaya devam
1401 [411
et" buyurdu.
Açıklama
"Kâr"kelime olarak hem hayz hem de hayzdan temizlenme manalarına gelir. İbn
Reslân, bu hadisin kar' kelimesinin hayz manasında olduğunu söyleyenlere delil
olduğunu söyler. Çünkü hayzdan diğer kar'a kadar namazın kılınması, kar içinde ise
terk edilmesi emredilmektedir.
Rasûlullah Efendimiz kendisine istihaza kanının hükmünü soran Fâtima bint Ebî
Hubeyş'e, onun bir damar kanı olduğunu, bu kanın hayız kanının mâni olduğu şeylere
1421
mani olmadığını söylemiştir. Bu hadis de evvelki hadislerin hükmünü te'yid eder.
Bazı Hükümler
1. Müslüman dinî meselelerdeki sorularını utanmadan bilenlere sormalı.
2. Soru sorulan kişi kendi mevki ve soru soranın durumu ne olursa olsun cevap
vermelidir.
3. Hayız olan kadın namaz kılmaktan nehyedildiğî halde, müstehaza olari namaz
kılmakla emredilmiştir.
281....Urve b. ez-Zübeyr şöyle demiştir:
Bana Fâtıma bint Ebî Hubeyş haber verdi ki; o Esmâ'dan istedi. Veya Esma bana
[431
haber verdi ki; Fâtıma bint Ebî Hubeyş kendisinden (Esmâ'dan)' Rasûlullah
sallallahü aleyhi veselleme (istihazanm hükmünü) soruvermesini istedi. Rasûlullah da
ona daha evvel (hayz olup) namazı kılamadığı günlerdeki namazını kılmamasını, daha
[441
sonra da yıkanmasını emretti.
Ebû Dâvûd demiştir ki: "Bunu Katâde, Urve'den, o da Zeyneb bint Ümmi Seleme'den:
"Ümmü Habibe bint Cahş istihaza oldu da Rasûlullah sallallahü aleyhi vessellem ona
(mûtadı olan) hayız günlerinde namazı terketmesinu sonra yıkanıp namazına devam
etmesini emretti" şeklinde de rivayet etti.
Ebû Dâvûd, (senetteki bir inkıtaa işâreten) "Katâde Urve'den hiç bir şey duymamıştır,
"dedi.
Ebû Dâvûd, "İbn Uy ey ne, ZührVnin amra tarikiyle Aişe'den rivayet ettiği hadisinde
(Aişe'nin): Ümmü Habibe müstehaza idi. Rasûlullah (s.a.)'a (istihazanm hükmünü)
sordu. O da (eski) hayz günlerinde namazı terketmesini emretti (dediğini) ilâve etti."
demektedir.
Yine Ebû Dâvûd dedi ki; "Bu, İbn Uy ey ne'nin bir vehmidir. Çünkü Hafızların
Zührî'den rivayet ettikleri hadiste (namazı terkeder ifadesi) yoktur. Süheyl b. Ebî Salih
bundan müstesnadır. Nitekim Humeydî bu hadisi, İbn Uyeyne'den rivayet etmiş, onda;
"Hayız günlerinde namazı terk eder" cümlesini zikretmemiştir."
Mesrûk'un hanımı Kâmîr bint Amr, Aişe (r.anhâ)'dan:
Müstahaza hayz günlerinde namazı terk eder sonra yıkanır, şeklinde rivayet etmiştir.
[451
Abdurrahman b. Kasım babasından Rasûlullah (s.a.)'m müstehaza olan kadına, hayz
günleri miktannca namazı terk etmesini emrettiğini rivayet etmiştir.
Ebû Bişr Cafer b. Ebî Vahşiyye, îkrime'den o da Peygamber (s.a.)'den yapdığı
rivayette:
"Ümmü Habibe bint Cahş müstehaza idi" (dedikten sonra) yukarıdaki rivayetin aynını
nakletti.
Şerîk, Ebu'l-Yekzân'dan, O, Adiy b. Sâbit'ten, o da babası tankıyla dedesinden
Rasûlullah (s.a.)'in,
"Müstehaza olan kadın, hayz günlerinde namazı terkeder. Sonra gusl edip namazını
kılar" buyurduğunu rivayet etmiştir.
Alâ b. el-Museyyeb Hakem'den o da Ebu Ca'fer'den rivayet etmiştir ki: Şevde (r.a.)
[461
îstihaze oldu. Rasûlullah (s. a.) kendisine mutad günleri geçtiğinde yıkanıp
namazını kılmasını emretti.
Saîd b. Cubeyr, AH ve İbn Abbas'tan müstehazanm hayız günlerinde namazı terk
edeceğini rivayet etmiştir. Beni Hâşimin azatlısı Am-mâr ve Talk b. Habîb, İbn
Abbas'tan; Ma'kil el-Has'amî, Ali'den ve Şa'bî, Mesrûk'un hanımı Kamîr vasıtasıyla
Aişe'den aynısını rivayet etmişlerdir.
Ebû Dâvûd dedi ki; "Müstehaza hayz günlerinde namazı terk eder" sözü Hasen, Saîd
b. Müseyyeb, Atâ, Mekhül, İbrahim ve Kasım'in kavlidir, Ebû Dâvûd dedi ki; Katâde
m
Urve'den hiç bir şey duymamıştır.
Açıklama
Müellif bir hadisin on ayrı rivayetini tek hadis halinde nakletmiştir. Bunlar esas olarak
ilk rivayeti te'yid eder mâhiyettedir. Hz. Peygamber (s. a.) müstehâza olan bir kadına
(Fâtıma bint Ebî Hubeyş, Ümmü Habibe bint Cahş veya Şevde olduğuna dair
rivayetler var) her ay mûtadı olan hayz günleri gelince namazına ara vermesini, bu
günler geçince yıkanarak namazlarına devam etmesini emretmiştir. Hadisin bütün ri-
vayetleri aynı manayı kuvvetlendirmektedir. Ancak aralarında çok cüz'î ifâde farkları
görülmektedir. Ayrıca bazı rivayetlerde "namazı terk eder(veya terk etsin)" cümlesi
bulunduğu halde bazı rivayetlerde yoktur.
Musannifin bu hadisi değişik rivâyetleriyle birlikte getirmesindeki sebep, hayız
günleri belli olan bir kadın sonradan müstehâza olursa eski âdet günlerine dönüp o
günlerde kendisini hayızh sayacağını isbattır. Nitekim son rivayette, Ali b. Ebî Tâlib,
Aişe ve İbn Abbâs gibi sahâbîlerle Hasan el-Basrî, Saîd b. el-Müseyyeb, Atâ, Mekhûl,
Nehaî, Salim b. Abdullah ve Kasım b. Muhammed b. Ebî Bekir gibi tâbiûnun
[481
büyüklerinin de bu görüşte olduklarını beyân etmektedir.
108. Istihazalı Bir Kadın Hayız Günleri Geçtiği Zaman Namazını Terk Edemez
282....Âişe (r.anhâ)dan demiştir ki; Fâtıma bint Ebî Hubeyş, Rasülullah (s.a.)'e
gelerek:
"(Yâ Râsulallah) Ben istihazalı bir kadınım, hiç temizlenemiyorum, namazı terk
edeyim mi?" diye sordu.
Rasülullah sallallahti aleyhi ve sellem:
"(Hayır) bu hayız kanı değil, bir damar (kam)dır. Hayız (günleri) gelince namazı
[491 1501
bırak, bitince kanını yıka ve (gusledip) namazını kıl" buyurdu.
Açıklama
Bu rivayetin istihazalı kadının hükmünü Rasûlullah'a soran kadının bizzat Fâtıma bint
Ebî Hubeyş'in kendisi olduğu anlaşılmaktadır. Daha evel bu soruyu, ümmü Seleme ve
Esma bint Umeys'in sorduğuna dâir rivayetler geçmişti. Ancak bu, rivayetler arasında
tezat olmasını gerektirmez. Çünkü Fâtıma bint Ebî Hubeyş'in, bir seferinde de vasıta
ile sormuş olması mümkün olduğu gibi, râvinin, bu rivayette iktisar İçin vasıtayı
zikretmemiş olmasLda muhtemeldir.
Buhârî'nin rivayetinde "kanını yıka"cümlesi zikredilmemiş, fazla olarak "guslet"
kelimesi yer almıştır.
istihazalı bir kadının hayz günlerini ayırdetmek için ne şekilde hareket etmesi
icabettiğine dâir ihtilaflar ve mezheplerin görüşleri ile istihazalıya ait hükümler 274.
£511
hadisin açıklamasında verilmiştir.
Bazı Hükümler
1. İhtiyaç anında kadının erkekle konuşması, kadın sesjnm işitilmesi ve ayıp gibi
görünen şeylerin sorulması caizdir.
2. İnsan bilmediğini bilene sormalı, sorulan kişi de cevap vermekten kaçınmamalıdır.
3. Hayızlı kadın, hayz günlerinde namazını terk eder ve sonra da kaza etmez.
4. İstihazalı kadın da âdeti olan günlerde namazı terk etmek mecburiyetindedir, Farz,
vacip ve nafile bütün namazlar için hüküm aynıdır.
5. Hayız kanı pistir.
283....Ka'nebî, Mâlikten, o da Hişâm'dan: Züheyr'in (rivâyetindeki) isnadı ile evvelki
hadisin mânâsını rivayet ederek, Rasûlullah (s.a.)'m:
"Hayız hali gelince namazı terk et, hayz (günleri) kadarı gidince kanını yıka ve namazı
[521
kıl" buyurduğunu söylemiştir.
Açıklama
Bu lıadis-i şerif evvelki hadisten pek farklı değildir. Ancak bu rivayette hayz günleri
miktarmca namazı terketmesi emredilmektedir. Bu rivayet istihazalı kadının, hayz
günlerini evvelki âdet günlerine göre tesbit edeceği görüşünde olan Hanefîlerin fikrini
£531
te'yid etmektedir.
109. (İstihazalı Kadın) Hayzı Gelince Namazı Terk Eder
284....Bukeyye (r.anhâ) demiştir ki:
"Hayzı (hayzı istihaza ile karışarak) bozulup kendisinden devamlı kan gelen bir
kadının durumunu Aişe'ye soran bir kadım işittim. (Aişe dedi ki):
Rasûlullah (s. a.) bana o kadına "âdeti düzgün iken her ay hayz olduğu (günler)
kadarını araştırmasını, o kadar günü sayıp o günlerde (o günler miktarmca) namazı
terk etmesini, sonra yıkanıp (fercine) bir bez koymasını, sonra namaz kılmasını"
[541
söylememi emretti.
285.. ..Aişe (r.anhâ)'dan demiştir ki;
"Rasûlullah (s. a.) baldızı ve Abdurrahman b. Avf m hanımı Ümmü Habîbe bint Cahş
yedi sene istihaza oldu. Rasûlullah'tan fetva istedi. Rasûlullah (s. a.):
[55J
Bu hayz değil, bir damar (kanı)dır. Yıkan ve namazım kıl" buyurdu.
Ebû Dâvûd demiştir ki; Evzâî, bu hadiste ZührVden o da Urve ve Amre kanalıyla
Aişe'den şöyle dediğini ilâve etmiştir:
Abdurrahman b. Avfm hanımı Ümmü Habibe bint Cahş yedi sene istihaza oldu.
Rasûlullah (s. a.) ona, "Hayz vakti geldiğinde namazı terketmesini, gittiğinde de
yıkanıp namazı kılmasını emretti"...
(Yine) Ebû Dâvûd, bu sözü Zührî'nin ashabından EvzâVden başka kimse
söylememiştir. Bunu ZührVden, Amr b. Haris, Leys, Yûnus, îbn Ebî Zi'b, Mâ'mer,
ibrahim b. Sa'd, Süleyman b. Kesir, İbn İshâk ve Süfyan b. Uyeyne rivayet etmişler ve
bu sözü zikretmemişlerdir. Ancak bu, (yanUHayız geldiğinde namazı terketmesini...)
lâfzı Hişâm b. Urve'nin, babasından, onun da Aişe (r. anhâ)dan rivayet ettiği hadisin
lâfzıdır" dedi.
Ebû Dâvûd (ilave olarak); îbn Uyeyne;"Rasûlullah ona hayz günlerinde namazı
terketmesini emretti"lâfzmı ilave etmiştir. Fakat bu, îbn Uyeyne'den bir vehmdir.
Muhammedb. Amr'ın ZührVden (rivayet ettiği) hadiste, EvzâVnin hadisinde ilâve
[561
ettiği söze yakın bir şey var demiştir.
Açıklama
Görüldüğü üzere müellif hadisi zikrettikten sonra, birkaç değişik rivayete de işaret
etmiştir. Bu değişik rivayetler çeşitli hadis kitaplarında yer almaktadır.
Hadis-i şerifin metnindeki Rasûlullah (s.a.)'in"Bu hayız değil, bir damar kanıdır, yıkan
ve namazını kıl" buyruğundan şu akla gelebilir: Madem ki bu hayz değil, damardan
gelen bir kandır, guslü gerektirmemesi gerekir. O halde Rasûlullah, gusletmesini niçin
emretmiştir.
Rasûlullah'm bu emri hayzdan yıkanmaya hamledililir. Peygamberin sözünün
hülasası: "Bu devam eden kan hayz kanı değil, istihaza kanıdır, hayz günleri geçince
guslet ve namazını kıl" şeklindedir.
Sahihayndaki rivayette "her namaz için gusül ederdi" ifâdesi yer almaktadır.
İmam Şafiî, istihaza olan Ümmü Habibe'nin her namaz için tetavvû olarak guslettiğini
söylemektedir. Cumhura göre, Rasûlullah Efendimiz Ümmü Habîbeye her namaz için
yıkanmasını emretmemiştir. Bu hanım kendi kendine bu işi yapmıştır. Mütehayyire
(hayız günlerini şaşıran) kadının dışındaki müstehaza olan kadınların her namaz için
gusletmeleri gerekmez. Ancak her namaz için abdest almaları farzdır.
Bu hanımın, her namaz için yıkanmasını, kanın azalmasını te'min için bir tedavi usûlü
olduğuna hamletmek de mümkündür.
Bu hadisin, bâb başlığı ile alâkası daha çok Evzâî'inîn rivâyetindeki ilâvede kendisini
gösteriyor. Geri kalan kısımda bu alâka görülmemektedir.
286....Urve b. Zübeyr, Fâtıma bint Ebî Hubeyş'ten şunu rivayet etmiştir:
Fâtıma müstehaza idi. Rasûlullah (s.a.) kendisine:
"(Gelen kan) hayız kanı olduğunda -ki o, (kadınlar tarafından) bilinen bir kandır-
namazı terk et. Başkası (siyahın dışındaki bir renkte) olunca (guslet, her namaz için)
£571
abdest al ve namaz kıl. Çünkü o sadece bir damar (kanı)dır" buyurdu.
Ebû Dâvûd (hadis-i şerifin farklı rivayetlerini sıralamak maksadıyla) dedi ki;
tbn Müsennâ şöyle demiştir: îbn EbîAdiy bu hadisi bize kitabından böylece (yukarıda
geçtiği gibi) haber verdi. Daha sonra ezberinde;
Bize Muhammed b. Amr, ZührVden o da Urve'den, Urve de Hz. Aişe'den haber verdi
ki, Patıma müstehaza idi... şeklinde rivayet etti.
Enes b. Şîrîn, İbn Abbâs (radıyallahü anhumâ) dan müstehaza hakkında şöyle dediğini
rivayet etmiştir:
"Müstehaza koyu renkte çok kan gördüğü zaman namazı terk eder (bu bol ve koyu
renkteki kanın kesilmesi ile) kısa bir müddet de olsa temizlik görürse yıkanıp namaz
[581
kılar."
Mekhûl şöyle demiştir:
"Kadınlara hayz gizli değildir. Çünkü onun kanı koyu ve siyahtır. Bu (hâl) gidip de,
san ve rakîk olarak devam edince o (kadın) müs-tehazadır, yıkansın ve namazını
[591
kılsın."
Hammâd b. Zeyd, Yahya b. Saîd'den, o da Kâ'kâ' b. Hakim'den, o da Sa ! îd b. el-
Müseyyeb 'den müstehaza hakkında şöyle rivayet etmiştir;
"Hayz (önceki mûtad olan hayz günleri) gelince namazı terk eder, gidince yıkanır ve
mm
namazını kılar."
Sümeyy ve başkaları da Sa'îd b. el-Müseyyeb'ten "Hayz günlerinde oturur" şeklinde
rivayet etmişlerdir. Hammâd b. Seleme, Yahya b. Said'den o da Sa'îd b. el-
Museyyeb'den aynı şekilde rivayet etmiştir.
Yûnus, Hasan (el-Basrî)den şöyle rivayet etmiştir:
"Hayızh kadının âdeti bittikten sonra kan devam ederse, bir veya iki gün namazı terk
£611
eder. (Bundan sonra) o müstehazadtr. "
Teymi Katâde'den rivayetle:
"Mûtadı olan kadın hayz günlerinden fazla kan gelirse beş gün (bekler) sonra (yıkanır)
namazını kılar." demiştir. Teymîdevamla: "Ben (günleri) iki güne ininceye kadar
azaltmaya devam ettim" der. (Katâde); "(Zaid olan) iki gün olunca o hayzdandır"
demiştir. Bu îbn Sîrîn'den soruldu o da: "Bunu kadınlar daha iyi bilir" cevabını verdi.
[62] [631
Açıklama
Ebu Davud bu hadisi zayıf bulurken tbn Hibbân, Hâkim ve Ibn Hazm sahih olduğunu
söylemişlerdir, tbnü's- Salâh da bu hadis ile ihticac olunur demiştir.
Hadis-i şerifte, istihazalı olan kadının hayz kanım ayırmak için kanın rengine bakması
emredilmektedir. imâm Şâfı'î ve Mâlik bu görüşü benimsemişlerdir.
Sübülü's- Selâm' da şöyle denilmektedir: "Bu hadisin daha önce geçen "Bu ancak bir-
damar (kam)dir. Hayzm geldi mi namazı terket, gitti mi kendinden kanı yıka ve
£641
namazını kıl" mealindeki hadise zıt değildir. Çünkü "hayız kanı siyahtır, bilinir"
demek hayzm başlayış ve bitiş zamanını beyandır. İstihazalı kadın, ya kanm
sıfatından, ya da âdet günlerinde kanm gelmesinden, gelen kanm hayz kanı olduğunu
bilir. İhtimal ki Fâtıma bint Ebî Hubeyş âdeti malum olan bir kadındı. Bu takdirde
"hayzm geldi mi" sözü "âdet günlerin geldiği zaman" demek olur. Şayet âdet günleri
belli değil idiyse, o zaman da kanm sıfatına bakarak, "hayzm geldiyse" demek olur.
Bir kadın hakkında hem âdet günleri, hem de kanm sıfatı bir araya gelebilir."
Hanefîlerle, Ahmed b. Hanbel'in meşhur olan görüşüne göre bu meselede kanm
rengine değil, âdete itibar edileceğini daha evvel ifade etmiştik.
287.. ..Hanine bint Cahş (r. anha) şöyle demiştir:
"(Normal gününden)fazla ve sıkıntılı hayız görürdüm. Durumu haber verip fetva
almak üzere Rasûlullah (sallallahü aleyhi veseüem)e geldim. O'nu kız kardeşim
Zeyneb bint Ca'ş'in evinde buldum ve dedim ki: Ya
Rasûlullah ben (gününden) fazla ve sıkıntılı hayz gören bir kadınım. Bu duruma ne
buyurursun (ne yapayım)? Bu beni namazdan oruçtan alıkoydu.
Rasûlullah (s.a.):"Sana pamuğu tavsiye ederim. Çünkü o kanı giderir" buyurdu.
[651
O kan bundan (pamuğun mani olacağından) daha çoktur dedim.
[661
Bez kullan buyurdu.
Kan bundan da fazla devamlı geliyor, dedim. Bunun üzerine Rasûlullah:
İki hüküm söyleyeyim. Hangisini yaparsan sana yeter, ikisine de gücün yeterse,
orasını sen bilirsin: Onlardan kuvvetli olanını seç şunu bil ki bu, (kanın gelmesi) ancak
1671
şeytanın darbelerinden biridir.
[681
Altı veya yedi gün, Allah'ın sana (kadınların âdetlerinden) bildirdiği şeylerde
[691
kendini hayızh say sonra da yıkan. Temizlendiğine ve paklandığına kanaat
im
getirdiğinde yirmi üç veya yirmidört gün namaz kıl ve oruç tut. Çünkü bu (takdir
edilen müddet) sana yeter. (Sıhhatli) kadınlar nasıl hayz vaktinde hayz oluyorlar,
temizlik günlerinde de temizleniyorlarsa sen de her ay öylece yap. Eğer öğleyi (son
vaktine kadar) geciktirip ikindiyi (ilk vaktinde) öne almaya ve yıkanıp bu iki namazı
bir arada kılmaya, akşamı geciktirip yatsıyı öne almaya, sonra da yıkanıp iki namazı
birleştirmeye gücün yeterse öyle yap. Sabah namazında yıkanabilirsen yıkan, (namaz
kıl) ve gücün yeterse oruç tut." Rasûlullah: "Bu (iki namazı birleştirerek ikisi için bir
mı
gusul etmek) bana iki işin daha sevimli olanıdır" buyurdu.
Ebû Dâvûd dedi ki:
Bu hadisi Amr b. Sabit İbn Aktl'den rivayet etmiştir. İbn Akıl Hamne'nin; "Dedim ki
bu bana iki işin daha sevimli olanıdır" dediğini söylemiş, bu sözü Rasûlullahhn sözü
değil, Hamne'nin sözü kabul etmiştir.
Ebû Dâvûd, Yahya b. Maîn'den naklen Amr b. Sâbit'in Rafızî olduğunu söylemiştir.
Yine Ebû Dâvûd, Ahmedb. Hambel'in "İbn AkîVin hadisi hakkında içimde bir şüphe
[721
var" derken işittim demiştir.
Açıklama
Hadis-i şeriften anlaşıldığına göre, Fâtıma bint Cahş'dan normal hayz günlerinden
daha fazla ve keyfiyet itibariyle de çok şiddetli kan gelmekte idi. Rasülullah'a gelerek
hâlini arz etti ve fetva istedi.
îbn Reslân bu ifâdelere dayanarak hayzm şiddetli ve zayıf olmak üzere iki kısma
ayrıldığını söylemektedir. Bazıları kuvvet ve zâfm sadece renkle fark edildiğini
söylerler. Iraklılara göre kuvvet üç şeyle belli olur: Renk, koyuluk ve koku... Ancak
hadisin bab başlığı ile olan münâsebetine bakılırsa 1 kuvvet alâmetinin renk olması
gerekir.
Hadis-i şerifin sonlarında Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem iki vaktin birini vaktin
sonuna te'hir etmek, diğerini de vaktin başına almak suretiyle iki namazı
birleştirmesini ve bu iki namaz için gusletmesini tavsiye ettikten sonra, "bu, bana iki
şeyin daha sevîmlisidir"buyurmuşlardır. Bu iki işten murat Bezlü'l-mechûd müellifinin
beyânına göre, müstehazanm her namaz için abucst alması veya iki namazı
birleştirerek bunlar için gusletmesi-dir. İki namaz için gusl daha meşakkatli olacağı ve
Cenab-ı Allah, mü'min-lere kolaylık murat ettiği için, Rasûlullah'm bunu sevimli
bulması biraz garib görünmektedir. Bundan dolayı İbn Melek bu ifâdeyi te'vil etmiş ve
iki işten muradın, Sefer ve istihaza olduğunu söylemiştir. Ancak hadis-i şerifte bu
te'vili doğrulayıcı hiç bir ipucu yoktur. Bundan dolayı Aliyyü'l-Karî buna itiraz etmiş
ve "Bundaki iki şeyden muradın her namaz için ayrı ayrı gusletmek veya iki namazı
birleştirerek ikisi için bir defa gusletmektir. Çünkü iki namazı cem'ettikten sonra ikisi
için bir gusletmek daha kolaydır" demiştir. Biraz sonra gelecek olan babda Ebû
Davud'un îbn Akıl hadisi hakkında "Eğer gücün yeterse her namaz için yıkan, olmazsa
cem'et" demesi de Aliyyü'l-Karî'nin sözlerini te'yid etmektedir.
Avnü'l-Mâ'bûd sahibi, "İkincisi bana daha sevimli geliyor. Çünkü o daha
meşakkatlidir. Ecir meşakkate göredir. Rasûlullah sallallahü aleyhi ve-sel-'emin
kendisi de büyük ecir olan şeyi sever" demektedir. Ancak bu anlayış Bezlü'l-Mechûd
daki ifâdelere göre büyük bir gaflettir. Çünkü Ebû Davud'un ibn Akıl hadisi hakkında
yukarıya aldığımız ifadeleri, hadisten bu mananın anlaşılmasına imkân vermez.Ayrıca
Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem hiç bir zaman ümmeti için güçlüğü murat etmez.
Bundan dolayı visal orucunu nehyetmiştir. Rasûlullah iki şey arasında muhayyer
bırakıldığı zaman daima kolayını seçmiştir.
Müstehaza olan kadından gelen kan devamlı aynı ölçüde ve renkte olur,daha evvel
âdeti muayyen olmasa veya müstehaza olarak bulûğa ermişse böyle bir kadının ne
şekilde hareket edeceği hususu mezhepler arasında, ihtilaflıdır.
İmam Mâlik böyle bir kadının hayzmm on beş gün itibar edileceğini bundan sonra
yıkanıp namazım kılacağını söylemiştir.
Şâfıîlere göre hayız günleri belli olmayan müstehaza bir kadın ilk defa kan gelmeye
başladığı günden itibaren namazı terk eder ve hayızlıya caiz olmayan şeylerden
uzaklaşır. Eğer kan on beş günde veya daha az zamanda kesilirse, bu müddet orum
hayz müddetidir. Onbeş günden fazla devam edecek olursa, bir gün ve bir gece hayızlı
sayılır, ayın geri kalan kısmında temiz hükmündedir. Bir günün dışındaki namazlarım
kaza eder. tik aydan sonraki aylarda hayzı bir gün bir gece, temizliği de yirmi dokuz
gün olmuş olur.
Âdet zamanı ve miktarı belli olduğu halde bunu unutan kadın için talaktan başka,
niyete bağlı olmayan ve namaz, oruç, itikâf, tavaf gibi niyyete muhtaç olan bir şeyde
hayızlmm hükmü vardır. Bu kadın eğer kanın kesilme vaktini bilmiyorsa her namaz
için vaktinde gusleder. Sıhhat zamanındaki kanın kesilme vaktini biliyorsa her gün o
vakitte gusleder ve geri kalan namazlar için ayrı ayrı abdest alır.
Hanefîlere göre,âdet gören bir kadından bir hastalık neticesi kan kesilmeyecek olursa,
sıhhat hâlindeki mûtadına göre hareket eder. Mesela normal zamandaki hayzı her ay
başında on gün olursa, devamlı olarak her ayın ilk on günü hayızlı, geri kalan yirmi
gününde temiz sayılır. Fakat normal zamanında temizlik müddeti altı ay veya daha
fazla ise, istihaza olduktan sonraki temizlik müddeti altı aydan bir saat noksan olarak
kabul edilir.
Yeni hayız görmeye başlayan bir kızın âdeti sabit olmadan, kan kesilmeyip devam
edecek olsa, her aydan on günü âdetine mahsub edilir. Yirmi günü temizlik müddeti
sayılır. Her vakit için yıkanır ve namazını kılar,
Bir hastalık veya ihtimamsızhk sonucu âdet günlerini unutmuş olan bir kadına
mütehayyire denir. Böyle bir kadından gelen akıntı kesilmeyecek olursa, âdeti
hakkında zann-ı galibi ile amel eder. Zann-ı galib bulunmayınca ihtiyat yönüne sarılır.
Boşanmış ise, iddeti hususunda hayzı on gün, temizlik müddeti de altı aydan bir saat
noksan olmak üzere takdir edilir. Diğer bir kavle göre temizlik müddeti iki ay olarak
takdir edilir.
Kadının sıhhat hâinde belli bir âdeti yoksa, meselâ bazı aylar altı gün, bazı aylar yedi
[73]
gün âdet görüyor idiyse ve bilâhere istihaza olsa, bu kadın, namaz, oruç, ric'at
hususunda daha az olanı, iddetin bitmesi ve cinsî münasebet hususunda daha fazla
olanı tercih etmelidir Bu şekildeki bir kadın yedinci gün girince yıkanır namazını
kılar, ramazana tesadüf etmişse orucunu tutar, fakat cinsî temasta bulunulamaz.
Sekizinci gün girince tekrar yıkanır ve ramazana tesadüf etmesi halinde yedinci günün
orucunu kaza eder. Çünkü yedinci günün hayızlı olması muhtemeldir. Namazları
kazaya ihtiyaç yoktur. Çünkü yedinci gün temizlendi idiyse zaten namazlarını kıldı;
ha-yızlıysa, hayızlı olana da namaz farz değildir.
Müstehaza olan kadın, sıhhat hâlindeki âdeti sâbitse ve onu hatırlıyorsa kendisini her
ay o kadar gün hayızlı, geri kalanında da temiz sayar. Bu mesele daha evvel
açıklanmıştı.
Önceden âdeti sabit iken kan kesilmeyip devam etse ve âdetinin ne zaman olduğuna
dair hiç bir görüşü olmasa, kadının ne hayızlı olduğuna, ne de temiz olduğuna hüküm
edilemez. Bu durumda ihtiyatlı hareket eder.Ebe-diyyen hayızlmm sakındığı şeylerden
sakınır. Her namaz için yıkanır. Farz, vâcib ve sünneti müekkedeleri kılar,nafıle
kılamaz. Farz olan miktarı kadarını okur. Sahih kayle göre farzların son iki rek'atinde
de okur.
Eğer hayzm girip girmediğinde tereddüt ederse, her namaz için abdest alır. Hayzın
çıkıp çıkmadığında tereddüt ederse her namaz için gusleder.
Ramazanın tamamını oruçlu geçirir, sonra hayz günleri adedince orucu kaza eder.
Hayzmm gece başladığını bilirse yirmi, gündüz başladığını bilirse yirmi iki günlük
orucu kaza etmesi lâzımdır. Gece mi, yoksa gündüz mü başladığını bilemiyorsa yirmi
günlük orucu kaza eder. Mevzu ile ilgili olarak fıkıh kitaplarında tafsilat vardır,
İstihazah kadınlardan gelen kan bazan hiç kesilmeden fasılasız, bazı hallerde de
arasira kesilerek fasılalı biçimde gelir. Bunlardan birincisine "istimrarı muttasıl"
ikincisine de "istimrâr-i munfasıl" denilir. Yukarıdaki açıklamalar istimrâr-ı muttasılla
ilgilidir.
İstimrâr-ı munfasıl ile ilgili hükümleri de şu şekilde özetleyebiliriz:
İki kan arasındaki temizlik müddeti on beş gün veya daha fazla ise, normal hükümler
cereyan eder. İki kan arasına giren temizlik hâli üç günden az olursa, bu fasıla
sayılmaz. Her iki kan da tek hayızdır. Meselâ bir kadın üç gün kan görse, sonra iki gün
görmese, daha sonra tekrar üç gün daha görse, bu sekiz günün tamamı aynı hayz
müddetidir. Bunların dışındaki tasavvurlar hususunda Hanefi ulemâsının ihtilafı
vardır. Tafsilat fıkıh kitaplarında mevcuttur.
Adeti on gün olarak sabit olan bir kadın on günden fazla kan görecek olursa, bu
fazlalık istihazadır. Adeti on günden az olan bir kadından oagün veya daha az kan
gelirse, tamamı hayız, on günden fazla kan gelirse, önceki âdet müddeti hayız, geri
kalanı istihazadır. .
Hayız kanının rengi de mezhepler arasında ihtilaflıdır.
Şâfıîlere göre hayız kanı ancak siyah renkte olur. Çünkü Rasülullah (s. a.) Fâtıma bint
EbîHubeyş'e "Hayz olduğunda -ki o siyah kandır- namazı terk et..." buyurmuştur.
Hariefîlere göre hayz kanı siyah olabileceği gibi kırmızı kenkte de olabilir. Şâfıîlerin
dayandıkları hadis garibtir, meşhur hadise muarız olamaz, Cenab-ı Allah Kur'an-i
[741
Kerimde 'Sana hayz hâlinden soruyorlar, de ki: O bir ezadır.." buyurmaktadır...
Ezâ ismi sadece siyah kana mahsus değildir.
Kadınlar Hz. Aişe'ye sarı renkte kan bulaştırılmış pamuk göndererek hayzın sona erip
ermediğini sorarlar, o da "beyazı görünceye kadar acele etmeyin" karşılığını verirdi.
Yine Aişe (r.anha), "Beyazın dışındakiler
hayzdır" buyurmuştur. Bu gibi şeyler akılla bilinemeyeceğine göre, Hz. Aişe bunu
Rasûlullah'tan duymuştur. Ayrıca kanın rengi alman gıdaya göre değişiklik arzeder.
Öyleyse hayz kanını sadece renge tahsis etmek uygun değildir.
Fatıma bint Ebî Hubeyş hadîsinin sübûtu kabul edilirse, -ki, Rasülullah (s. a.) bu
kadının hayzmm siyah renkte olduğunu vahy ile bilmiş ve haber vermiştir-
Rasûlullah'tan başka kimse hayz vaktini kanın rengi ile tayin edemez. Buhârî ve
Müslim'in rivayet ettikleri bazı hadisler de bu mütâlâayı te'yid etmektedir. İkiyuz
yetmiş dördüncü hadisin açıklamasında, Şâfıîlere göre istihazalı bir kadının hayız
günlerini kanın rengi ile tayin edeceğini beyân etmiştik.
Aynî ve Hattabî, bu hadisin daha evvel geçen Ümmü Seleme ve Hz. Aişe (r.anhümâ)
hadislerinin hilâfına olduğunu, bu kadının daha önce hayz olmamış, âdet günlerini
ayırd edemeyen birisi olduğunu söylerler. Rasülullah (s. a.) bu kadına, kadınlar daha
çok altı veya yedi gün âdet oldukları için zahirî örfe göre cevap vermiştir. Nitekim
"Kadınların hayz günlerinde hayız oldukları, temizlik günlerinde temiz oldukları
gibi.." ifâdeleri bunu te'yid etmektedir.
1751
Eimme-i selâse, îbn Akîl'i zayıf buldukları için bu hadisi hüccet saymamışlardır.
Bazı Hükümler
1. Sorulan şey, haya edilecek. cinsten de olsa, dinî hükümlerm sorulması teşvik
edilmektedir.
2. Cevap veren kişi, işin en kolay yönünü göstermelidir.
3. Hastalıklardan tedavi meşrudur.
4. Şeytan insanın bir takım hallerini vesvese mevzuu yaparak insana tasallut etmeye
çalışır.
5. İstihazahya namaz, oruç vs. farzdır, hayz hâlinde olana değil.
6. Adet günlerini bilmeyen veya unutan kadın diğer kadınların ekserisinin âdetine göre
hareket eder. Bu hüküm sadece Şâfiîlere göredir. Diğer mezheplerce kabul
edilmemiştir.
1261
7. Müftü fetva isteyene en güzel yönü de belirtmelidir.
110. Müstehazanîn Her Namaz İçin Yıkanacağını İşaret Eden Hadisler
288. .. Rasûlullah'm hanımı, Aişe (r.anha)'dan, demiştir ki;
Rasûlullah'm baldızı, Abdurrahman b. AvPm hanımı Ümmü Ha-bibe bint Cahş yedi
sene istihaza oldu ve bu hususta Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem)den fetva
istedi. Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem:
"Bu hayz değil, bir damar (kanı)dır. Yıkan ve namazını kıl" buyurdu.
O, kız kardeşi Zeyneb bint Cahş'm hücresinde bir leğende yıkanır, kanın kırmızılığı
[7711781 '
suyun yüzüne çıkardı.
Açıklama
Bu hadis-i şerif 285 numarada da geçmiştir. Orada hadisin sonundaki Hz. Aişe'nin
sözü mevcut değildir. Musannif bu fazlalıktan dolayı hadisi tekrar etmiştir. Hadisin bu
rivayetinde bab başlığı ile hiçbir alâkası yoktur. Ancak bundan sonra gelen iki
rivayette Ommü Habibe'nin her namazda yıkandığına işaret edilmektedir. Bundan
sonraki rivayetler bazı nüshalarda müstakil bir hadis sayılmamış, bu hadisin peşinde
zikredilmiştir.
289.. ..İbn Şihâb demiştir ki:
"Amre bint Abdirrahman bana Ümmü Habîbe'den bu (bir önceki) hadisi haber verdi.
Aişe (r.anha):
O, (Ümmü Habibe) her namaz için guslederdi dedi."
290....Leys b. Sa'd, Ibn Şihâb'dan o da Urve tarikiyle Aişe (r.anha) dan bu hadisi
rivayet edip "O (Ümmü Habibe) her namaz için yıkanırdı" dedi.
Ebû Dâvûd, bu hadisi Kasım b. Mebrûr'un Yûnus'tan, onun İbn Şihâb'tan Onun
Amre'den, Amre'nin de Aişe kanalıyla Ümmü Habibe bint Cahş'tan rivayet ettiğini
söyledi.
Aynı şekilde Ma'mer, Zührî'den; o da Amre Tarikiyle Aişe'den rivayet etmiştir. Bazan
Ma'mer, Amre vasıtasıyla Ümmü Habibe'den hadisi (mu 'an 'an olarak) bu manada
rivayet etti.
Yine aynı şekilde İbrahim b, Sa'd ve İbn Uyeyne Zührî'den, o Amre'den Amre de
Aişe'den rivayet etmiştir. İbn Uyeyne, hadisinde Rasûlullah sallallahü aleyhi
vesselemin ona (Ümmü Habibe'ye) yıkanmasını emrettiğini söylememiştir. Evzaî de
[791
aynı şekilde Aişe (r.anha)nm "her namaz için yıkanırdı" dediğini rivayet etmiştir.
Açıklama
Bâbın başındaki iki yüz seksen sekizinci hadiste Peygamber (s.a.)'in Ümmü Habibe'ye
verdiği yıkanma emri mutlaktır. Her namazda yıkanması gerektiğine dair bir kayıt
yoktur. Bu iki hadiste ise, Ümmü Habibe'nin her namazda yıkandığı anlaşılmaktadır.
Yalnız rivayetlerden anlaşılan, bu yıkanmanın Peygamberimizin bir emri değil, Ümmü
Habibe'nin yaptığını haber vermedir. Müslim'in rivayetinde de Rasûlullah (sallallahü
aleyhi vesellem)in her namaz için yıkanmayı emretmediği, Hz. Ümmü Habibe'nin
kendiliğinden yıkandığı bildirilmektedir.
Biraz sonra gelecek olan ikiyüz doksan ikinci hadiste ise, Rasülullahm her namaz için
yıkanmayı emrettiği zikredilmektedir. Beyhakî bu rivayetin yanlış olduğunu
söylemiştir.
Bazı âlimler, Ümmü Habibe'nin her namaz için yıkanmasını tetavvuya hamletmişler,
bazıları da bu hadisin Fâtıma bint Ebî Hubeyş hadisi ile neshedildiğini söylemişlerdir.
Hz. Aişe, Rasûlullah'm vefatından sonra Fâtıma hadisiyle fetva vermiş, Ümmü Habibe
hadisine muhalefet etmiştir. Bundan dolayı Ebû Muhammed îşbilî: "Fâtıma hadisi
istihaza hakkında rivayet edilen en sahih hadistir" demiştir. İmam Şafiî'den "Ümmü
Habibe'nin her namaz için yıkanması, Rasûlullah'm emri ile değil, kendi fiilidir"
dediği rivayet edilmektedir.
Ümmü Habibe'nin, mütehayyire olduğu ve kendisine her namaz için yıkanmanın vacib
olduğu şeklinde de görüş serdedilmiştir.
Hanefî ve Şafiîlerin görüşü Ümmü Habibe'nin mütehayyire olduğudur. Muğnî'de
beyân edildiğine göre, İmam Ahmed, her müstehazanm gusletmesinin müstehap
olduğu görüşünü benimsemiştir.
Hâftz İbn Hacer, Ümmü Habibe'nin mütehayyire oluşunu red etmiş ve "doğrusu,
Ümmü Habibe'nin mûtâde oluşudur, kendi kendine istihbâben yıkanırdı" demiş ve
kendisine guslün emredildiğini ilâve etmeyi doğru bulmamıştır.
İbn Reslân, mütehayyire olan müstehazanm, kanın belli bir zamanda kesildiğini
bilemezse her namaz için yıkanması gerektiğini söyler. Hanefî ve Şafıîler de aynı
görüşteler. Hanefîlerin görüşü ile ilgili olarak iki yüz seksen yedinci hadiste tafsilat
verilmiştir.
Sıhhat halindeki âdeti sabit olup değişmeyen ve âdet günlerini hatırlayan kadının her
namaz için yıkanması ulemanın cumhuruna göre gerekli değildir. Bu iki hadisten,
istihazah bir kadının her namaz için yıkanmasının müstehap olduğu anlaşılmaktadır.
291.. ..Aişe (r.anha)'dan, demiştir ki;
"Ümmü Habibe yedi sene istihaza oldu. Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem)
kendisine yıkanmasını emretti. Bunun üzerine Ümmü Habibe her namaz için
[80] İM
yıkanırdı."
Açıklama
Bu hadis hakkında söylenebilecek şeyler, bundan evvelki hadiste mufassal olarak
söylenmiştir. Bu rivayette de her namaz için yıkanma Hz. Aişe (r.anha)'nm sözüdür.
Rasûlullah'm sözü değildir.
292.. ..Aişe (r.anha) şöyle demiştir:
"Ümmü Habibe bint Cahş Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem) zamanında istihaza
oldu. Rasûlullah kendisine her namaz için yıkanmasını emretti."
(İbn İshâk bunu söyledikten) sonra (babın başında zikredilen Ümmü Habîbe) hadisi
(ni) nakletti.
Ebû Dâvûd dedi ki:
Bu hadisi Ebu'i-Velîd et-Tayâlisî -ancak ben bunu kendisinden işitmedim- Süleyman
b. Kesîr'den, o Zührî tankıyla Urve'den, o da, Hz. Aişe'den şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
Zeyneb bint Cahş istihaza oldu. Rasûlullah (s.a.) ona: "Her namaz için guslet"
buyurdu. (Süleyman b. Kesir bunları zikrettikten sonra babın başındaki) hadisi ilâve
[82]
etti.
Ebû Dâvûd dedi ki;
Bu hadisi AbdüsSamed Süleyman b. Kesîr'den "Her namaz için abdest al" dedi
şeklinde rivayet etti. Fakat bu Abdussamed'in vehmidir. Doğrusu Ebu'l-Velîd'irı
[83]
dediğidir.
Açıklama
Hadis hafızlarından birçoğu "Resûlüllah ona her namaz için yıkanmasını emretti"
ilavesini tenkıd etmiştir. Beyhakı de Zührî'den gelen diğer rivayetlere muhalif olduğu
için İbn îshak'm rivayetinin yanlış olduğunu söylemiştir.
Bu rivayetlerin Ümmiı Habîbe hadisindeki her namaz için yıkanma emri, nedbe
hamledilmek suretiyle cem ve te'lif edilebilir.
Hattabî, Ümmü Habîbe'nin mütehayyire olduğunu, bundan dolayı Resûlullah'm bu
hanıma her namaz için gusletmesini emrettiğini söylemiştir.
Hadisin Abdüssanıed tarikıyla gelen rivayetinde Resûlüllah (sallellâhu aleyhi
vesellem) Ümmü Habîbe'ye her namaz için abdest almasını emretmiştir. Ancak Ebû
Dâvûd bunu tenkid etmiş ve bu ifâdelerin Abdüssamed'den bir vehm olduğunu,
doğrusunun "her namaz için yıkan" şeklindeki Ebu'l Velîd'in rivayeti olduğunu
söylemiştir.
Müstehâzanm guslü ile ilgili tafsilat önceden verilmişti. Her namaz için abdest alması
hususu da ihtilaflıdır.
Mâlikîlere göre, her namaz için gusletmesi müstehaptır, başka bir hades yoksa abdest
alması şart değildir.
Hanefî ve Han belilere göre, abdest namaz vaktine bağlıdır. Müstehâzanm vakit
çıkmadıkça bir abdestle o vaktin farzım kılması ve geçmiş namazlardan dilediği
kadarını kaza etmesi caizdir.
Hanefîler, Abdüssamed'in rivâyetindeki "Her namaz için abdesl al" ibaresinde mecazi
hazf olduğunu, mânânm, "her namaz vakti için abdest al" şeklinde olduğunu
söylemişlerdir. Ayrıca Ebû Hanife'den merfu'an rivayet edilen "Müstehaza her namaz
vakti için abdest alır" şeklide rivayet ile, Tahâvî'nin ŞerhiH-Muhtasar'mda yine Ebu
Hanîfe'nin Hişam b. Urve, onun da babası tankıyla Hz. Aişe'den rivayet ettiği
"Resûlüllah (s. a.) Fâtima bint Ebî Hubeyş'e her namaz vakti için abdest al, dedi"
mealindeki hadis de bu görüşün delilleridir.
293. ...Ebû Seleme (r.a.) şöyle demiştir:
"Zeyneb bint Ebî Seleme bana haber verdi ki; Abdurrahman b. Avf in nikâhı altında
£841
bulunan hanımından devamlı kan geliyordu. Resûlüllah ona her namaz vaktinde
yıkanmasını ve namazını kılmasını emretti."
(Yahya b. Ebi Kesir der ki: Ebû Seleme bana) haber verdi ki: Ümmü Bekr Aişe'nin
şöyle dediğini söyledi:
"Resûlüllah (s.a.) temizlendikten (hayzı bittikten) sonra kendisini şüpheye düşüren bir
' £851
şey (kan) gören kadın hakkında: "Bu ancak bir damar (kanı)dır."
£861
buyurmuştur."
Ebû Dâvûd der ki:
(Hayz geldiğinde namazı terk eder, babmdaki) İbn Akıl hadisinde; her iki emri (işi)
birlikte zikrederek Kasım 'in (aşağıda) dediği gibi "Eğer gücün yeterse her namaz için
yıkan, aksi takdirde cem 'et" demiştir.
Bu söz (gücü yeterse her namaz için gusletmesi aksi halde cem 'etmesi), Said b.
[871
Cubeyr tarafından, Hz. Ali ve İbn Abbâs (r.anhümâ)dan rivayet edilmiştir.
Açıklama
Bu hadis-i şerif, İbn İshak ve Süleyman b. Kesîr'in Zührî'den rivayet ettikleri hadisleri
takviye etmektedir. Bu hadis-i şerif için de o hadisler hakkında söylenilenleri
söylemek mümkündür.
Yani Rasûlullah'm Ümmü Habîbe'ye her namaz vakti yıkanmasını emretmesi ya nedb
içindir; ya da Ümmü Habibe mütehayyiredir. Resûlullah bunu bildiği için her namazda
gusletmesini emretmiştir.
Bu hadis hakkında Hattabî şunları söylemektedir:
"Bu hadis muhtasardır, bunda mezkûr kadının hali, ne şekilde bir müstehaza olduğu
zikrediimemiştir. Müstehaza olan her kadına her namaz için gusletmek gerekli
değildir. Ümmü Habibe ya hayız günlerini hiç ayırdede-memiştir, veya unutmuştur.
Hayzm zamanını, gün adedini ve kanın kesildiği zamanı bilmiyordur. Böyle bir kadın
hiç bir namazını terk edemez ve her namaz vaktinde yıkanması lâzımdır. Kocası hiç
bir zaman kendisine yakla-şamaz. Çünkü hayız olduğu günler belli değildir. Eğer
haccediyorsa iki defa tavaf yapması gerekir ve bu tavaflar arasında on beş gün aralık
bulunmalıdır. Ancak bu hayzm azamî müddetini on beş gün kabul edenlerin
görüşüdür."
Aynî, "Hayzm azamî müddetini on gün görenlere (Hanefıler) göre iki tavaf arasında
on gün aralık bulunması gerekir" der.
Hattabî'nin, "Ümmü Habibe mütehayyire idi" şeklindeki mütalaası reddedilmiştir.
Çünkü Müslim'in Bekr b. Mudar'dan yaptığı rivayette Ümmü Habîbe'nin istihaza
olmadan Önce mûtade olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Hafız İbn Hacer de buna işaret
etmiş ve "Hattabî'nin, Ümmü Habibe'nin mûtahayyire olduğuna dair söylediklerini
ihtiyatla karşılamak lâzımdır" demiştir.
Hanefîlerden Tahavî de Ümmü Habîbe hadisinin her namaz İçin guslü değil, abdesti
emreden Fâtıma bint Ebî Hubeyş hadisiyle neshedildiğini söylemiştir.
Bu rivayetlerin arasını bulmanın en uygun yolu, her namaz için yıkanmayı emreden
£881
Ümmü Habibe hadisindeki guslü nedbe hamletmektir.
111. Müstehaza İki Namazı Birleştirir Ve İkisi İçin Bir Gusül Eder Diyenlere
(Delil Olan Hadisler)
294....Aişe (r.anhâ) şöyle demiştir:
£891
"ResûlüIIah devrinde bir kadın istihaza oldu. İkindiyi öne (ilk vaktine) alıp, öğleyi
te'hir ederek ikisi için bir defa; akşamı te'hir edip, yatsıyı öne alarak ikisi için bir defa
[901
gusletmekle ve sabah için de bir defa gusletmekle emrolundu."
(Şu'be der ki): Abdurrahman'a, Resûlullah'tan mı (haber veriyorsun)? dedim. "Sana
im 1921
Resûlullahtan başka kimseden bir şey haber veremem" dedi.
Açıklama
Bu hadisi şerifte îstihaza olan kadının öğleyi son vaktine kadar te hır edip ikindiyi de
ilk vaktine alması ve her ıkısı için bir defa gusletmesi, akşam ile yatsı için de aynısını
yapması ve sabah için ayrıca yıkanması emredilmektedir. İkiyüz yetmiş sekizinci
hadiste de aynı manaya gelen ifadeler yer almıştır. Ancak oradaki ifadelerden bu
şekilde hareketin ihtiyarî, bu hadisten ise iltizâmî olduğu anlaşılmaktadır.
Mezkûr kadının istihazası uzayıp, kendisine her namaz için gusletmesi ağır gelince bir
kolaylık olmak üzere bu şekilde emredilmiştir. Menhel sahibinin ifâdesine göre, iki
namazı cem'ederek ikisi için bir defa gusletmekle emrolunan kadın âdetini unutup da
hayz ile istihazanm arasını ayıramayan kadındır.
295....Aişe (r.anhâ)dan, demiştir ki;
Sehle bint Süheyl istihâza oldu ve Resûlullah (s.a.)'a istihazanm hükmünü sormaya
geldi. Resûlullah da ona her namazda gusletmesini, bu kendisine ağır gelince öğleyle
ikindiyi bir gusülle, akşamla yatsıyı da bir gusülle birleştirmesini ve sabah için de
£931
ayrıca gusletmesini emretti.
Ebû Dâvûd dedi ki; "Bu hadisi İbn Uyeyne Abdurrahman b. Kasım'dan; o da,
babasından, "bir kadın istihaza oldu ve Resâlullah'a sordu. Resûlullah da ona emretti...
1941
(yukarıdaki hadisin manasım naklen)" şeklinde rivayet etti.
Açıklama
Bu hadis tön Beyhakî, Ebû Bekr b. İshak'm "Meşayihirnizden bazısı, bu haberi îbn
îshak ve Şu'be'den başka hiç bir kimse Resûlüllah'a kadar ref etmemiştir" dediğini
nakleder. Bu hadis için Anzatü'l-ahvezî'de (malûl) denilmiş fakat illet yönü beyân
edilmemiştir.
Tahavî bu hadisi tahric ettikten sonra, "bu, bu hükmün evvelki eserlerdeki hükmü (her
namaz için gusletmeyi) neshettiğine delâlet eder, dediler" demektedir.
Hattâbî, bu kadınla, her namaz için yıkanması emredilen kadının durumlarının aynı
olduğunu, ancak Resûlullah bu kadına her namaz için yıkanmak zor geldiği için iki
namazı 'birleştirmeye ruhsat verdiğini söyler. Hattabî devamla Hanefîlerle İbn
Museyyeb, Sufyân es-Sevrî, Hasen ve Zührî gibi bir teyemmümle iki namazın farzını
kılmayı caiz görenlerin bu hadise dayandıklarını söyler. Mâlik, Şafiî, Ahmed ve
îshak'a göre bir teyemmümle iki vaktin farzı kılınamaz. Her biri için ayrı ayrı
teyemmüm yapılmalıdır. Ali, İbn Ömer, İbn Abbas, Nehaî, Şâbî ve Katâde'den de bu
şekilde rivayet edilmiştir.
Hanefî ulemasmca suyun bulunmadığı yerde teyemmüm abdest yerine geçer, bir
abdestle birden fazla namaz kıhnabildiği gibi bir teyemmümle de birden fazla namaz
kıhnabilir.
296.. ..Esma bint Umeys şöyle demiştir:
[951
"Yâ Resûlallah, Fâtıma bint Ebi Hubeyş şu kadar zamandan beri müstehazadır,
(istihaza kanının namaza manî olduğunu zannettiği için) namazım kılmamaktadır,
dedim.
Bunun üzerine Resûlullah:
Sübhânellâh!... Bu şeytandandır. Bir leğene otursun, suyun üzerinde bir sanlık görürse
öğlen ve ikindi için bir defa, akşam ve yatsı için de bir defa, sabah için de bir defa
£961
gusletsin. Bunların arasında da abdest alsın" buyurdular."
Ebû Dâvûd dedi ki;
Mücâhid, îbn Abbâs'tan; "Ona gusul zor gelince iki namazı birleştirmesini istedi"
şeklinde rivayet etmiştir. Bunu İbrahim de îbn Abbâs'tan rivayet etmiştir. Bu, İbrahim
[971
en-Nehaî ve Abdullah b. Şeddadin görüşüdür.
Açıklama
Hadis-i şeriften anlaşılmaktadır ki, Fâtıma bint Ebî Hubeyş istihaza olunca Resûlullah
kendisine içerisinde su bulunan bir leğene oturmasını, suyun yüzüne çıkan renk sarı
ise, bunun istihaza kanı olduğuna hüküm etmesini, başka bir renk çıkarsa, hayza
hükmetmesini emretmiştir. Bu hadis-i şerif müstehazanm hayz günlerini kanın rengi
ile tayin edeceğini söyleyen Şafiîlerin görüşünü te'yid etmektedir. Hanefîlerin bu hu-
sustaki görüşleri ve Şafıilere cevaplan daha evvel kaydedilmiştir.
Hadis-i şerifteki "bunlar arasında abdest alır" ifâdesini Hane fil er hakîki manasında
anlamışlar ve "bir namaz için gusledince sonraki namaz için abdesti bozan bir şey
olmazsa abdest almasın" diye hükmetmişlerdir.
Şafıilere göre ise, cem edeceği namazlar arasında kaza namazı kılacaksa o namaz için
abdest alır, gusletmesine lüzum yoktur. Çünkü gusül sadece beş vakit namaza
mahsustur. Malikilere göre, iki namaz arasında abdesti bozan bir şey meydana
[981
gelmezse abdest almasına lüzum yoktur.
112. (Müstehaza) Bîr Temizlikten Diğer Temizliğe Kadar Gusleder Diyenler(ln
Dayandığı Hadisler)
297.... Adiy b. Sabit, babası tarikiyla dedesinden Nebî (s.a.)in müstehaza hakkında
şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
(Müstehaza hastalanmadan evvelki) hayız günlerinde namazı terk eder, sonra (hayız
günleri bitince) gusleder ve namazım kılar. Her namazda da abdest alması lâzımdır.
[991
Ebû Dâvûd dedi ki:
£1001
(Râvi)i Osman "Oruç tutar ve namaz kılar", ibaresini ilâve etti.
Açıklama
Hadis-i şeriften anladığımıza göre, mu'tâde olan müstehaza eski hayız günleri
bitince gusleder ve temizlenmiş sayılır. Ancak özür sahibi sayıldığı için Hanefilere
göre her namaz vaktinde abdest alır ve sonraki hayız günleri gelinceye kadar,
namazını kılmaya devam eder. Hanefîlerden Tahâvîbu meselede şunları
söylemektedir: "Müstehaza her namaz için abdest alır, diyenler ihtilaf etmişlerdir.
Bunlardan Ebû Ha-nîfe, Züfer, Ebû Yûsuf ve Muhammed b. Hasen'e göre her namaz
vakti için abdest alır. Bazıları ise, vakti söz konusu etmeden her namaz için abdest alır
demişlerdir. Biz, bu iki görüşten sahih olanı ortaya koymak istedik ve gördük ki,
müstehaza abdest alıp daha namazını kılmadan vakit çıksa ve bu abdestle namaz
kılmak istese yeniden abdest almadan bunun caiz olmayacağında ittifak etmişlerdir.
Yine gördük ki, istihazah bir kadın bir namaz vaktinde abdest alsa ve bu abdestle
namaz kılsa, sonra da bu abdeste nafile kılmak istese vakit çıkmadığı müddetçe bunun
caiz olduğunda icma etmişlerdir. Bu söylediklerimiz abdesti bozan şeyin vaktin
çıkması olduğuna ve abdestli olmayı gerekli kılan şeyin namaz değil, vakit olduğuna
delildir..."
Tahâvî'nin bu ifâdeleri aslında Hanefî mezhebinde fetva verilen görüşü tesbit ve
takviyedir. Buna göre, Hanefîlerce müstehaza her namaz vakti için bir ayrı abdest
alacaktır. Bu mesele hakkında daha evvel de bilgi verilmiştir.
imam Kâsânî, Bedâyi'de bu hususta mezheplerin görüşünü vermiştir. Kâsânî'nin
söylediklerinin hülâsası şudur:
"Müstehaza gibi kendisinde hades bulunmadığı halde üzerinden namaz vakti
geçmeyen özür sahiplerine gelince, namaz vakti devam ettiği müddetçe bunlardan
necaset çıkması abdesti bozmaz. Bu biz Hanelilerin görüşüdür.
"Şâfif, özür istihaza, idrarı tutamama ve devamlı yellenme gibi iki yoldan birisinden
ise, her farz için abdest alır ve bununla istediği kadar nafile kılabilir, demiştir.
"İmam Mâlik'in iki görüşünden birine göre her namaz için abdest alması lâzımdır.
İmam Mâlik "Müstehaza her namaz için abdest alır" hadisine dayanmış, Şafii de bu
namazı farz olarak kayıtlandırmış ve nafileyi de farza tâbi saymıştır.
"Bizim delilimiz ise, Ebû Hanîfe'nin nivâyet ettiği "müstehaza her namaz vakti için
abdest alır" hadis-i şerifidir. Bu hadis bu babda nasstır. Ayrıca azimet, nimete şükür
bakımından vaktin tamamını edâ ile meşgul etmektir. Ancak bir ruhsat, kolaylık,
rahmet ve fazl olarak Sâri, vaktin bir kısmını edâ ile meşgul etmeyi terke cevaz vermiş
ve bunu, hükmen bütün vakti namazla meşgul etmek saymıştır. Öyleyse vaktin
tümünü Şer'an edâ etmek fiilen edâ etmek demektir. Bu da taharetin bekası ile
mümkündür..."
Kâsânî bu şekilde Hanefî mezhebinin görüşünü müdafaa ettikten onra Şafiî ve
Malikilerin dayandıkları hadisin aslında kendi görüşleri aleyhine bir delil olduğunu
söyleyerek bunu ispat cihetine gitmiştir. Fakat burada bu münakaşaları nakletmeye
lüzum yoktur.
298....Aişe (r. anha)dan, şöyle demiştir:
Fatıma bint Ebî Hubeyş Resülullah (sallallahü aleyhi vesellem)e geldi (Burada Urve)
yukarıda geçen Fâtıma ile ilgili haberi nekletti. Resülullah:
rıon [iQ2]
"Sonra guslet ve her namaz (vakti) için abdest ahp namazını kıl" buyurdu.
Açıklama
İbni Mâce ve Beyhakî'de Fâtıma'nm haberi lâfzan şöyle zikredilmektedir:
Fatıma; Ya Resülullah ben istihaza olan bir kadınım, temizlenemiyorum. Namazı
terkedeyim mi? dedi. Resülulah; "hayır bu ancak damar(kam)dır hayz değildir. Hayz
günlerinde namazı bırak, sonra yıkan ve kan hasır (seccade) üzerine damlasa da her
namaz (vakti) için abedst al!" buyurdu.
Yukarıda beyan edildiği gibi "her namaz için abdest al" ifadesinde bulunan lâm vakit
mânâsmdadır. Buna göre mana, "her namaz vakti için abdest al," şeklinde olur.
Tereceme de buna göre yapılmıştır. Hanefîlerin görüşü budur. Yani özür sahibi bir
kadının her farz namaz için değil, her vakit için abdest alması lâzımdır.
Şafıîlere göre ise, hadisteki lâm vakit manasında tefsir edilmemiştir. Dolayısıyle her
namaz için abdest alması gereklidir, denilmiştir.
Mâli kilere göre ise, buradaki emir istihbâba hamdedilmiş, her namaz için abdest
alması müstehab addedilmiştir.
Burada söz konusu olan ihtilaflar farz namazlar içindir; istihazalubir kadın bir farz
namazın arkasında istediği kadar nafile kılabilir. Bunda bütün imamlar ittifak
etmişlerdir.
299....Aişe (r.anhâ) Müstehaza hakkında "Bir kere gusleder, sonra hayız günleri
ri031 [104]
gelinceye kadar abdest alır" demiştir.
Açıklama
Görüldüğü gibi, bu hadis-i şerifin senedi Hz. Aişeîde kalmak-tadır. Yani mevkuf bir
hadistir. Ancak Beyhakî, Abbas b. Mu-hammed tarikiyle merfuan, biraz değişik
lafızlarla Resulüllah'dan nakletmiştir.
Hadis-i şerif daha evvelki hadislerde olduğu gibi mu'tâde olan müstehazanm hayz
günleri bitince bir defa gusledeceğine sonra da her namaz vakti için abdest alacağına
işaret etmektedir.
300....Mesrûk'un hanımı, Hz. Aişe validemizden, o da, Resulüllah (s.a.)den aynen
[105]
önceki hadisin benzerini rivayet etmiştir.
Ebu Dâvud bu rivayetler hakkında şöyle demektedir: Adiy b. Sâbit'in bu hadisi
A'meş'inHabîb'denrivâyet ettiği hadis ve Eyyûb Ebul-âlâ'nm (Hz. Aişe'den mevkuf ve
merfu olarak rivayet ettiği) hadislerin hepsi zayıftır, sahih değildir. A 'meş'in Habîb
'den rivayet ettiği hadisin zayıflığına bu (evvelki) hadis delildir. Hafs b. öı~ yâs bunu
A 'meş'den mevkuf olarak rivayet ederek Habîb'in hadisinin merfû olduğunu red
etmiştir. Aynı şekilde Esbât, A 'meş'ten; o da mevkuf olarak Hz. Aişe'den rivayet
etmiştir.
Ebû Dâvûd devamla, tbn Dâvûd bu hadisin baş tarafını merfû olarak rivayet etmiş ve
onda, her namazda abdest almamın gerekli) olduğunu (bildiren ifadenin
mevcudiyetini) red etmiştir. ZuhrVnin Ur-ve'den; onun da Hz. Aişe'den rivayet ettiği
müstehaza hadisinde "Her namaz için guslederdi" demesi Habîb'in bu hadisinin
Zaafına delildir. Ebu'l-Yekzân Adiy b. Sabit'ten; o da, babası tarikiyle Ali (r.a.), Beni
Hâşim'in azatlısı Ammâr; İbn Abbas'tan, Abdülmelik b. Mey-sere, Beyân, Muğîre,
Firâs, ve Mücâhid de Şâbî'den; o da Kamîr vasıtasıyla Hz. Aişe'den "her namaz için
abdest alır* 1 şeklinde rivayet etmişlerdir. Dâvûd ve Asim'tn Şabf den; onun da Kamîr
vasıtasıyla Aişe'den rivayeti "müstehaza her gün bir defa yıkatıp" şeklindedir. Hişâmb.
Urve de babasından "müstehaza her namaz için abdestahr" diye rivayet etmiştir.
Kâmir ve Beni Başım 'in azatlısı Ammâr ile Hişâm b. Urve'in babasından rivayet ettiği
hadislerin dışındaki bütün bu hadisler zayıftır, îbn Abbâs tan bilinen (her namaz için
£1061
abdest değil), gusüldür.
Açıklama
Ebu Dâvûd bu rivayetleri, bu babdaki hadislerin zayıf oldu-ğunu isbat etmek için
getirmiştir. Bu dokuz rivayetten altısı mevkuf, üçü merfûdur. Sarihler, A'meş'in
Habîb'den rivayet ettiği hadisin zayıf olduğu iddiasını reddetmişlerdir ve bu rivayetin
£107]
zayıf olmadığını ispat için hayli söz söylemişler.
11081
(Müstehaza),Öğleden Öğleye Yıkanır Diyenler (İn Dayandıkları Hadisler)
301.... Ebû Bekr (İbn Abdirraman)m azatlısı Sümeyy'den rivayet edilmiştir ki: Ka'kâ
ve Zeyd b. Eşlem, Sümeyy'i müstehazanm nasıl yıkandığını sormak üzere Saîd b.
£1091
Müseyyeb'e gönderdiler Saîd:
"Öğleden Öğleye gusleder ve her namaz için abdest alır. Eğer kan çok gelecek olursa
mm
fercine bir bez bağlar" karşılığını verdi.
Ebû Dâvûd dedi ki;
îbn Ömer, ve Enes b. Mâlikten "öğleden Öğleye yıkanır" şeklinde rivayet edilmiştir.
Dâvûd ve Asim, ŞâbVden o karısı kanalıyla Kamtr'den, Kamîr de, Aişe'den aynısını
rivayet etmişlerdir. Ancak Dâvûd (yukarıdakine ilave olarak) "hergün" (sözünü de)
eklemiştir. Asim *m hadisinde de "öğle vaktinde" ilâvesi vardır. Bu görüş Salim b.
Abdillah, Hasen ve Atâ'nm görüşüdür.
Ebû Dâvûd dedi ki,
Mâlik: "Ben İbn Müseyyeb'in"öğleden öğleye.:.." şeklindeki hadisinin "temizlikten
temizliğe,,. "şeklinde olduğunu zannediyorum. Ancak buna vehm girmiştir ve insanlar
bunu değiştirerek, "öğleden öğleye" şekline çevirmişlerdir." Misver b. Adlimelik b.
Saîd b. Abdirrahman b. Yerbû; bu hadisi rivayet etmiş ve "temizlikten temizliğe...."
LUU
demiş, insanlar bunu "öğleden öğleye. .."şeklinde çevirmişlerdir.
Açıklama
Hadis-i şerifin metninden anlaşılan, müstehaza olan bir kadın öğleden öğleye bir defa
yıkanmalı, geri kalan namazlar için de abdest almalıdır.
Ebû Dâvûd, Salim b. Abdullah, Hasen ve Atâ'nm bu görüşte olduğunu söylemiştir.
Mâlik, hadis-i şerifteki Öğle mânâsına gelen (zuhr) kelimelerinin, aslında noktasız
olarak temizlik manasmdaki (tuhr) şeklinde olduğunu, fakat insanların zamanla
bunu bozduğunu söylemiştir.
Hattâbî de Mâlik'in bu sözünü beğenmiş ve "Mâlik'in sözü ne kadar güzel ve zannı ne
kadar uygundur. Çünkü müstehazamn öğle vaktinde gusletmesinde hiç bir mana
yoktur. Nitekim, fukahanm hiç birisinin bu görüşte olduğunu bilmiyorum. Doğrusu
"temizlikten temizliğe gusleder" şeklindedir ki, bu hayz kanının kesildiği vakittir.
Ancak, "öğleden Öğleye yıkanır" rivayeti bazı hallerde bazı kadınlar için uygun
olabilir. Meselâ kadın normal âdet günlerini ve vaktini unutur, sadece kanın daima
öğle vaktinde kesildiğini hatırlar. îşte o zaman bu kadının Öğle vaktinde yıkanması,
diğer vakitler için de abdest alması lâzımdır. Said b. eli Müseyyeb'e soru soran
kimsenin hâli böyle olan bir kadın hakkındaki hükmün ne olduğunu sorması, Said'in
de mezkûr cevabı vermiş olması.muhtemeldir." Hattabî'inin sözü burada sona
ermektedir. Ancak hadis-i şerifin başka muhaddisler tarafından "zâ" harfi ile "zuhr"
şeklinde yapılan rivayetleri mevcuttur. Bunların hepsine vehm karışması biraz müşkil
görünmektedir. Bazı sarihlerin ifâdelerine göre hadisin hem (zuhr) hem de (tuhr)
şeklinde değişik olarak rivayet edilmiş olması da mümkündür.
Görüldüğü gibi, bu Resulüllah'(s.a.v.)m bir hadisi değil, Saîd b. el- Museyyeb'in bir
IU21
sözüdür.
113. (Müstehaza) Öğle Vaktinde Değil Her Gün Bir Defa Yıkanır Diyenler
302.... Ali (r.a.) dan, şöyle demiştir:
"Müstehaza (olan bir kadın) hayzı bittiği zaman her gün gusleder ve yağ veya zeytin
£1131 LİI41
yağı sürülmüş bir yün (veya pamuk) kullanır."
Açıklama
Hz.Ali kendisine müstehazanm hükmünü sorulduğunda, onun her gün gusletmesini ve
tereyağı veya zeytin yağı sürülmüş bir bezi fercine koymasını söylemiştir. Daha evvel
de müstehazanm pamuk kullanması tavsiye edilmiştir. Bunlardan maksat tedavi ve
£1151
kanın akışını azaltmaktır.
114. (Müstehaza Temizlik) Günleri Esnasında Yıkanır Diyenler(ln Dayandığı
Hadisler
303.... Muhammed b. Osman, Kasım b. Muhammed (b.Ebî Bekr)e müstehazanm
hükmü sordu; O da:
"Hayz günlerinde namazı terk eder, hayzı bitince yıkanır, namazını kılar sonra da
£1161
(temiz olduğunu kabul ettiği) günlerde yıkanır."
Açıklama
Kasım b. Muhammed'in bu ifâdelerine göre müstehaza olan bir kadın iki defa yıkanır.
Birisi kendini hayızlı saydığı günlerin bitiminde, diğeri de temizlik günleri esnasında.
Bu sadece Kasım b. Muhammed'in görüşüdür.
Cumhura göre ilk gusül farz, sonraki ise, kanı azaltmak ve bedeni temizlemek için
£1171
mendubtur.
115. (Müstehaza) Her Namaz İçin Abdest Alır Diyenlerin Delilleri)
304.... Urve b. Zübeyr, Fâtıma bint Ebî Hübeyş'ten rivayet etmiştir:
Fatıma müstehaza idi. Resulüllah (s. a.) kendisine:
"Hayız kam (olduğu zaman) siyah olur, bilinir. Böyle olduğu zaman namazı terket.
Başkası olunca abdest al ve namaz kıl" buyurdu.
Ebû Dâvûd dedi ki;
Ibnü'l-Müsennâ "bize tbn EbîAdiy ezber olarak Urve'den o da Hz. Aişe'den
"muhakkak Fatıma...." diye haber verdi."
Bu hadis aynı zamanda Ala b. Müseyyeb ve Şube'den -ki o Hakem kanalıyla, Ebü
Cafer'den- de rivayet edilmiştir. Ala doğrudan doğruya Resulüllah (s. a.), Şube ise,
£1181
mevkuf en Ebû Cafer'den "Her namaz için abdest alır'9 diye nakletmişlerdir.
£1191
116. (Müstehazanın) Sadece Hades Vâki Olduğunda Abdest Alacağı Nı
Söyleyenler
305.... (tbn Abbâs azatlısı) tkrime'den şöyle rivayet edilmiştir:
Ümmü Hâbibe bint Cahş istihaza oldu. Resulüllah (s. a.) ona hayz günlerini(n
geçmesini) beklemesini; sonra yıkanıp namazım kılmasını, (hayz günler bittikten
sonra) ancak bundan (abdesti bozan hallerden) birşey görürse, abdest alıp namazını
[120] ri2iı
kılmasını emretti.
Açıklama
Bu hadis-i şerif mürseldir- Anlaşıldığına göre, müstehaza olan kadın mûtâde ise, âdeti
olan hayz günleri bitince gusleder. Daha sonra abdesti bozan bir şey gelirse abdest
alır. Bu abdesti bozan şeyin kan mı, yoksa başka bir şey mi olduğu hususunda ihtilâf
edilmiştir. Aynî, bu mesele ile ilgili olarak Hanefi imamlarının ihtilaflarını
dercetmiştir. Bu ihtilafın özeti şudur: Ebû Hanife ve Muhammedi göre müstehazanm
abdesti vaktin çıkmasıyla Ebû Yûsuf a göre girmesi ve çıkmasıyle bozulur. İmam
Ahmed'-in görüşü de Ebû Yûsuf unki gibidir.
306....Rabia, (b. Ebû Abdurrahman), müstehazanm her namaz için abdest alması
gerektiği görüşünde değildi: "Ancak kendisine kandan başka bir hades gelirse abdest
alır" derdi.
[122]
Ebû Dâvûd: "Bu, Mâlikin görüşüdür" dedi.
Açıklama
Rabia'nm görüşüne göre müstehaza olan kadın ancak kendisinden kandan başka bir
hades (abdesti bozan şey) vaki olursa abdest almak zorundadır.
Rabîa'mn bu görüşü aynı zamanda Hanefî mezhebinin de görüşüdür. Daha önceden de
temas edildiği üzere Hanefîlere göre özür sahibinden, özürün dışında bir hades
olmadığı müddetçe abdesti vakte bağlanır. Bu abdest-Ie vakit içinde dilediği kadar
namaz kılabilir. Fakat özrün dışında abdesti bozan bir hal arız olursa, namaz kılmak
için abdestini yenilemesi gerekir.
[123]
Ebû Davud'un kaydına göre Mâlik'in görüşü de budur.
117. Temizlendikten Sonra Sarı Ve Bulanık Renkte Akıntı Gören Kadına Ait
Hükümler
11241
307....Resulüllah (s.a.)a bi'at etmiş olan Ümmü Atıyye den, şöyle demiştir:
[1251
"Biz hayz, bittikten sonra sarıldığı ve bulanıklığı bir şey (hayz) saymazdık."
£126]
Açıklama
Hadis-i şerifte her ne kadar "Resulüllah'in zamanında" kaydı yoksa da Ümmü
Atıyye'nin ifâdesinden, zikredilen durumun Resulüllah (s. a.) devrinde hayz
sayılmadığı anlaşılmaktadır.
Hadisin zahirinden anlaşıldığına göre; âdet günleri bittikten sonra kadının gördüğü
toprak rengi veya sarı renkteki akıntı hayz değil, âdet günleri içinde gördüğü ise,
hayzdır. Bu hal içindeki kadınların sarı renkte akıntı bulaştırılmış pamuklan Hz.
Aişe'ye göndermeleri, Hz. Aişe'nin de onlara acele etmemelerini bildirdiğine dâir
rivayet, bu hâdisenin âdet günleri içerisinde olduğuna hamledilir. Dolayısıyle bu iki
hadis arasında zıtlık yoktur.
Hattâbî'nin ifâdesine göre hayz bittikten sonra gelen sarımtırak ve bulanık su
şeklindeki akıntı hakkında ulema ihtilaf etmiştir. Hz. Ali, Süfyan es-Sevrî ve Evzaî'ye
göre bu hayz değildir, namaza mâni olmaz. Said b. el-Müseyyeb ve Ahmed b.
Hanbel'e göre kadın bunu görünce gusledip namazım kılar.
Şâfiîlere göre muhteliftir. Meşhur olana göre, bu renklerdeki akıntı kan kesildikten
sonra fakat onbeş gün içinde gelirse, hayz sayılır. On beş gün geçtikten sonraki akıntı
ise, hayz değildir.
Haneğîlere göre ise kan kesildikten sonra fakat on gün içinde gelen bir veya iki günlük
akıntı hayzdan sayılır. Hâiz olan kişi beyaz görünceye kadar temizlenmiş sayılmaz.
Hiç hayz olmamış kadının ilk gördüğü kan sarı veya bulanık renkte ise, fukahanm
ekserisine göre hayz sayılmaz. Şâfiîlerin bazıları, bunlar için hayz hükmünün câri
olduğunu söylemişlerdir.
Ebû Dâvûd dediki; Yahyab.Maîn, "Mualiâ Sikadır" derdi. Ah-med b. Hanbel ise,
Muallâ re*ye değer veren biri olduğu için ondar hadis rivayet etmedi.
308....Muhammed b. Sîrin; Ümmü Atıyye'den evvelki hadisin aynısını rivayet etti.
Ebû Dâvûd dedi ki;
(Evvelki hadisin senedinde adı geçen) Ümmü Hüzeyl, Hafsa bint Sîrtn'dir. Oğlunun
Lİ2ZL
ismi Huzeyl, kocasının ismi de Abdurrahman'dır.
118. Kocası Müstehazayla Cinsî Temasta Bulunabilir
309.... îkrime şöyle demiştir:
£128]
"Üramü Habîbe müstehaza idi ve kocası kendisiyle cinsi temasta bulunurdu."
Ebû Davûd dedi ki: Yahya b. Main, "Muallâ sıkadır" dedi Ahmed b. Hanbel ise,
£129]
Muâllâ re'ye değer veren biri olduğu için ondan hadis rivayet etmedi.
Açıklama
Ebu Davud'un üzerinde durduğu râvî Muallâ, Ebû Yûsuf ve Muhammed'in
arkadaşlarmdandır. Ahmed b. Hanbel'in, onu rey taraftan görerek hadis rivayet
etmemesi, Muallâ'yı ta'n etmeye delil olamaz. Zehebî, "Ahmed, Muallâ'ya yalancılık
isnad etti, diyenler hata etmiştir" der.
"Eser"den anlaşıldığına göre Müstehâza olan bir kadına kocasının temasta bulunması
caizdir. Ulemanın çoğunluğunun görüşü de bu merkezdedir.
Sadece îbn Şîrîn müstehâzaya teması mekruh görmüş, Ahmed b. Hanbel de temasın
cevazım istihâza halinin uzamasına bağlamıştır. Ahmed'den başka bir görüşe göre ise,
erkeğin zinaya sapmasından korkulursa temas caiz, korkulmazsa caiz değildir.
Hanefî, Şafiî ve Mâliklere göre; müstehâza, temiz hükmündedir. Namaz, oruç,
mushafa el sürme, i'tikâf caiz olduğu gibi, cinsî temas da caizdir.
310. ...îkrime'nin Hamne bint Cahş'tan rivayetine göre;
[130] ri311
Hamne müstehâza idi ve kocası kendisiyle cinsi temasta bulunurdu.
Açıklama
Bu "eser"de yukandakinde olduğu gibi müstehâzaya, kocasının temas etmesinin caiz
olduğuna delildir. Münzirî; "îkrime'nin bunları Ümmü Habîbe ve Hamne'den işitmiş
£1321
olmasını ihtiyatla karşılamak lâzımdır" demiş, "Eser" lerde inkıta olduğuna işaret
etmiştir.
Hayz halindeki kadına yaklaşmanın nass ile yasaklandığını bilen sahâ-bîlerin,
müstehâzaya temasta beis görmemeleri, bunun cevazına delildir. Ayrıca
Resulüllah'(s.a.)'dan bunu nehyedenhiç bir haber yoktur. Darimî de îbn
[133]
Abbâs'danbunun caiz olduğunu rivayet etmiştir.
119. Lohusalığın Müddetini (Tayin) Hakkındaki Hadisler
Türkçemize lohusahk olarak geçen nifas, fakîhlere göre, doğumdan sonra gelen
kandır. Lügatçılara göre nifas, "doğum yapmak"tır.
Doğum yapan kadına nüfesâ denilir, çoğulu "nifâs" şeklindedir. Ha-yızh olan kadına
haram olan şeyler lohusa olan kadmlarada haramdır. Yani namaz, kılamaz, oruç
tutamaz, Kur'an-ı Kerim'e el süremez ve okuyamaz, Kabe'yi tavaf edemez, Mescid'e
giremez vs... Lohusahk müddeti hakkında farklı görüşler vardır. Bunlar hadislerin
açıklaması yapılırken beyan edilecektir.
311....Ümmü Seleme (r.anhâ) şöyle demiştir:
"Resulüllah (sallellahü aleyhi vesellem) zamanında lohusa olan bir kadın doğumdan
£1341 '
sonra kırk gün veya kırk gece oturur (namazı, orucu terk eder)di." Biz (yüzdeki
ri351 [136] [137]
çığırtan dolayı) yüzlerimize vers sürerdik.
Açıklama
Hadis-i şeriften lohusalığın azamî müddetinin kırk gün olduğu anlaşılmaktadır.
Ulemânın ekserisinin görüşü bu merkezdedir. Ömer b. Hattâb Osman, Ali, îbn Abbâs,
Enes, b. Mâlik, Aişe, Ümmü Seleme, Süfyân-es-Sevrî, Ebû Hanife ile ashabı, Ahmed
ve İshak b. Râhûye bu görüştedirler.
Şâbî, Atâ ve Şafiî'ye göre lahusalığm ekser müddetli iki aydır. İmam Mâlikin görüşü
de bu merkezde iken sonra bundan dönmüş ve lohusalığın âzâmî müddeti için bir sınır
tayin etmemiştir. Mâlikin ashabı ise İmam Mâlikin ilk görüşünü benimsemişlerdir.
Hasan el-Basri'ye göre elli gündür.
Bu hadisin senedi hakkında bazı tenkitler yapılmışsa da, Tirmizî,. İbn Mâce ve
Teberânî'de bu hadisi takviye eden başka rivayetler vardır.
Lohusalık müddetinin asgarisi hakkında da ihtilaf edilmiştir.
Şafiî, Mâlikî ve Hanbelîlere göre lohusalığın asgarî müddeti için sınır yoktur. İbâdet
meselesinde Hanefıler de aynı görüştedir.
Doğumdan sonraki kan gelmezse kadın hiç lohusa olmamış sayılır. Kan gelir de kırk
günden önce kesilirse, lohusahk müddeti kanın kesilme müddetidir. Kan kırk günden
fazla devam ederse Hanelilere göre, kırk günü mfâs, kalanı istahâzadır. Şafıîlere göre
ise, iki aydan sonrası istihâzadır. Nifas müddeti içinde görülen temizlik de nifastan
sayılır. Meselâ, on gün kan gelip beş gün kesildikten sonra tekrar on gün kan
gelecekolsa, bu yirmi beş günün hepsi nifas müddeti sayılır.
Şafıîlere göre bu temizlik günleri en az onbeş gün devam ederse tuhr sayılır. Bu
günlerden evvelki hal nifas, sonraki günler de hayz hali sayılır. Fakat temizlik on beş
günden az devam ederse, hepsi nifastan sayılır. Ancak iddet için nifas müddetine
ihtiyaç hissedilirse bu, Ebû Hanîfe'ye göre yirmi beş gün, Ebû Yûsuf a göre on bir gün,
İmam Muhammed'e göre on bir saattir. Şöyleki, bir adam karısına, "sen doğurduğun
zaman boşsun" dese, bilâhere kadın gelerek ben doğum yaptım, lohusa oldum, sonra
da üç defa hayz görüp temizlendim dese, kadının sözünün tasdik edilebilmesi için, Ha-
£1381
nefî imamlarına göre, yukarıda geçtiği şekilde nifas müddeti şart koşulur.
Bazı Hükümler
1. Nifas müddetinin âzamisi kırk gündür,
2. Tedavi için ilaç kullanılabilir, buna cevaz vardır.
312....Müsse (r.anha) şöyle demiştir:
Hacca gitmiştim, Ümmü Seleme (r.anha)nm huzuruna girdim ve
Ey mü'minlerin annesi, Semure b. Cündub kadınların hayz günlerindeki namazlarım
kaza etmelerini emrediyor dedim.
Bunun üzerine Ümmü Seleme:
[1391
(Hayır) kaza etmezler, Resulüllah (sallellahü aleyhi veseilem)m kadınları
lohusahkta kırk gece otururlar (namazı, orucu, terk ederlerdi de Resulüllah (s.a.)
[1401
onlara lohusalık zamanındaki namazlarını kaza etmelerini emretmezdi, dedi.
Muhammed b. Hatim dedi ki, (Senetteki el-Ezdiyye'nin) ismi Müsse, künyesi Ümmü
Büsse'dir.
Ebü Dâvûd, "(Hadisin senedinde geçen) Kesir b. Ziyâd'm künyesi Ebû Sehl'dir" dedi.
[Mü
Açıklama
Semure b. Çündüb'un kadınlara hayz günlerindeki namazla-rım kaza etmelerini
emretmesi tamamen içtihadıdır. Her halde ikiyüz altmış iki numaradaki Hz. Aişe
hadisini duymamıştır. Semure'nin bu hareketine Ümmü Seleme, Resultillah'm
akrabaları olan hanımların lohusahk esnasında geçirdikleri namazları kaza
etmediklerini delil getirerek, hayız halinde geçen namazları kaza edilmeyecek diye
cevap vermiştir. Halbuki nifas hayizdan çok daha nâdirdir. Hayız da geçen namazlar
kaza edilecek olsaydı nifasta geçenlerin evleviyyetle kaza edilmeleri gerekirdi.
Bu hadisin burada getirilmesine sebep lohusalık müddetini kırk gece olarak tayin
[1421
etmesidir. Konu ile ilgili malumat önceki hadisin açıklanmasında verilmiştir.
Bazı Hükümler
1. Hayz ve nifas halinde kılmamayan namazlar sonradan kaza edilmezler.
[1431
2. Lohusalığm azamî müddeti kırk gündür.
120. Hayzdan Dolayı Yıkanma (Nın Keyfiyeti)
313.. ..Süleyman b. Sühaym; Ümeyye bint Ebi Sait'in ismini kendisine açıkladığı Benî
Gifâr'dan bir kadının şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Resulüllah (sallellahü aleyhi vessellem) beni terkisine (hayvanının semerinin
arkasına) bindirdi. Vallahi Resulüllah sabah namazı için indi(ği yere kadar yola devam
etti.) (Sabah olunca) hayvanını çöktür-dü. Ben de hayvanının semerinden indim. Bir
de ne göreyim, semerin arkasına benden kan bulaşmış. Bu benim ilk hayz görüşümdü.
Utanarak devenin yanma çekildim, Resulüllah benim hâlimi ve kanı görünce.
Sana ne oluyor? Her halde sen hayz oldun, buyurdu. Ben de:
Evet, dedim. Resulüllah:
Kendine (kanın akmasına mani olacak) uygun bir şey bul, sonra bir su kabı al ve içine
tuz at ve semere bulaşan kanı yıka sonra da bineğine dön buyurdu."
(öifârlı kadın devamla) dedi ki:
"Resulüllah (sallellahü aleyhi vesellem) Hayberi fethedince ganimetten bize de bir
£144]
miktar verdi."
(Ümeyye) dedi ki: Bu Gifârh kadın bundan sonra, suyuna tuz katmadan hiç hayzdan
temizlenmezdi. Öldüğü zaman yıkanacağı suya da tuz karıştırılmasını vasiyet etti.
£145]
Açıklama
Resulullan (s-a-). Hayber kalesini fethetmek için yola çıktığında hayvanına henüz
bâliğa olmamış bir kız çocuğunu da bindirmişti. Gerek bu kızın küçük olması, gerekse
hayvanın semerinin büyüklüğünden Peygamber Efendimize dokunmaması,
"Resulüllah yabancı bir kadınla nasıl aynı hayvana biner?" gibi bir soru sormaya
meydan vermez.
Hz. Resulüllah semere bulaşan kanın temizlenmesi için suya tuz karıştırılmasını
emretmiştir. Hattâbî buna istinad ederek elbise sabundan zarar görecek cinsten ise, bu
elbiseyi bal ile veya elbiseye bulaşan mürekkebi sirke ile yıkamanın ve insanın kepek
ile kirini sürttürmesinin caiz olduğunu söylemiştir. Yûnus b. Abdilalâ'da "Mısır'da bir
hamama girdim, Şafiî'yi kepekle vücudunu ovdururken gördüm" demiştir.
Yukarıda temas edildiği gijîî üzerinde durduğumuz olay Hayber fethi esnasında
olmuştur. Hayber bir takım kale ve köylerden müteşekkil bir yerin adıdır. Medine ile
Şam arasındadır. Orada yerleşen Amâlikahlardan Hayber b. Kâniye'den dolayı bu ismi
almıştır. Hicretin yedinci senesi Muharrem ayında fethedilmiştir. Resulüllah (s.a.)
Hudeybiye'den dönerken Hayber'in fethi ile va'd olunmuştur. Hayber'in kaleleri teker
teker fetholunmuş en sağlam kalelerini muhasara, on gece kadar devam etmiş,
Resulullah'm hastalığı dolayısıyle zafer gecikmiştir. Bunun üzerine sancağı Hz. Ebu
Bekir almış, şiddetli çarpışmalar yapmış fakat sonuç alamamıştır. Daha sonra Hz.
Ömer sancağı almış fakat netice yine değişmemiştir. Bir gün Resulüllah, "Yarın
sancağı Allah ve Resulünü seven birine vereceğim Allah ve Resulü de onu sever.
Allah fethi onun elleri ile müyesser kılacaktır" buyurdu. Sabah olunca Resulüllah Hz.
Ali'yi sordu. Ashab "Ya Resulüllah Hz. Ali'nin gözleri ağrıyor" karşılığını verdiler.
Bunun üzerine Resulüllah Hz. Ali'nin gözlerine tükrüğünü sürüp dua etti. O da şifa
£1461
buldu. Sancağı Ali'ye verdi, o da fetih tamamlanıncaya kadar savaştı.
Bazı Hükümler
1. Elbiselerin yıkanmasında tuz kullanılması caizdir. Dıger gıda maddeleri de aynı
hükümdedir. Yanı temizleyici özellikleri bilindiği takdirde bu maksatla
kullanılabilirler.
2. Hayz kanının yıkanması lâzımdır.
3. Savaşa katılan kadınlara da ganimetten bir miktar verilir.
4. Sahabe hanımlarının cihâda rağbeti tanındı. Resulullah da onlara itinâ ederdi.
314. .. Aişe (r.anha)dan demiştir ki; "Esma Resulullah (s.a.)m huzuruna girdi ve;
Ya Resulallah bizden biri hayızdan temizlediğinde nasıl yıkanmalı? diye sordu.
Resûlullah (s.a.)î
[1471
Sidrini ve suyunu alıp abdest alır, su saçlarının dibine varıncaya kadar
£148]
ovalayarak başım yıkar ve vücuduna döker; sonra da bezini alıp onunla
temizlenir, buyurdu.
Esma;
Ya Resulallah, o bezle nasıl temizleneyim? diye sordu.
Aişe (r.anha), Resulüllah'm kastettiğinianladımveEsmâ'ya; "o bezle kan izlerini
[149] ri501
silersin dedim" dedi.
Açıklama
Esmâ bint Şekel adında bir kadın Resulullah'a gelerek hayızdan temizlendikten sonra
nasıl yıkanacağını sormuş, Hz. Peygamber Efendimiz de ona tafsilatlı olarak
anlatmıştır. Ancak Resuhıllah'm söylediklerinin farz olarak telakki edilmemesi
lâzımdır. Gusülde abdest almak veya sidr kullanmak farz değildir. Hayzdan
temizlendikten sonra yıkanmakla, cenabetten dolayı yıkanmak arasında fark yoktur.
İnsanın nasıl gusledeceği ve guslün mezheplere göre farzları önceden verilmiştir.
Bu hadisi şeriften sabun soda, deterjan gibi suyun içine karıştırılan ve suyun
temizleyicilik özelliğini artıran maddelerin guslün ve abdestin sıhhatine mani olmadığı
imi
anlaşılmaktadır.
Bazı Hükümler
1. Dinî hükümleri öğrenmek için, yapmak, gurbete çıkmak faziletli bir ıştır.
2. Söylenilmesi, hayayı gerektiren şeylerden de olsa, dinî hükümlerin öğrenilmesi
maksadıyla büyüklere soru sormak meşrudur, hatta teşvik edilir.
3. Halk arasında ayıp telâkki edilen şeylerin, kinâ olarak söylenmesi, açıklanmaması
efdaldır,
4. Kendisine soru sorulan kişi, soruya açıkça cevap vermelidir.
5. Gusle, abdestle başlamak sünnettir.
6. Yıkanırken sabun, şampuan, soda gibi şeyler kullanılabilir; meşrudur.
7. Başı diğer azalardan evvel yıkamalıdır.
8. Saçların dibine kadar suyun ulaşması için başı yıkarken ovalamalıdır.
9. Hayzı biten kadının, vücûdunda kalan pislik ve fena kokuları gidermek için misk
gibi güzel koku sürülmüş bir pamuğu veya bezle vücuttaki kan ve kirleri silmesi
müstehaptır.
315....Safiyye bint Şeybe'den rivayet edildi ki,
Aişe (r.anhâ) Ensâr kadınlarını anıp övdü; onlar hakkında güzel şeyler söyledi ve:
"Onlar (Ensar)dan bir kadın Resûlullah'm huzuruna girdi. ..." dedi. Ebû Avâne dan
geçen, kadınların hayızdan nasıl temizlenmesi gerektiğine dair soru ile ilgili hadisi
nakletti ancak "bezini alırsın" sözünün yerine "misk sürülmüş bir bez alırsın" demiştir.
£1521
Musedded dedi ki: Ebû Avâne (fırsaten), Ebü'l-Ahvas ise, (kırsaten) derdi.
Açıklama
Bu hadisin burada getirilmesinden maksat, Sellâm (b. Sûleym) ile Ebû Avâne'nin
rivayetleri arasındaki ihtilâflara işarettir. Hadis metninde de görüldüğü gibi Ebû
Avâne'nin rivayetinde, kullanılması tavsiye edilen bezin misk sürülmüş olması ziyâde
edilmiştir. Bunun hikmeti, avret mahallinin temizlenmesi ve pis kokularının
giderilmesidir.
316.. ..Aişe (r.anhâ)dan rivayet edildi ki;
Esma, önceki hadiste zikredilen şeyleri Resûlullah'a sordu. (Resûlullah, cevabının
sonunda) "misk sürülmüş bir bez alır" buyurdu. Esma:
Onunla nasıl temizleneyim? dedi, Resûlullah bir elbise ile gizlenerek;
Sübhanellah... Onunla temizlen buyurdu. (Şube rivayetinde şunları) ilâve etti:
Esma, Resûlullah'a cünüplükten dolayı nasıl yıkanacağını sordu, Resûlullah da şu
karşılığı verdi:
Suyunu alır güzelce temizlenir (abdest alır)sm. Sonra başına su döker, saçlarının
dibine (su) ulaşıncaya kadar iyice ovalarsın. Daha sonra da bedenine dökersin.
(Şube) dedi ki:
Hz. Aişe; "Ensarm kadınları ne iyi kadınlardır. Haya onları dinlerini (n hükümlerini)
[153] ri541
sorup anlamaktan alıkoymadı" demiştir.
Açıklama
Bu hadiis babın başındaki hadisin bazı ilâvelerle değişik bir rivâyetinden ibarettir.
Görüldüğü gibi burada hazıylmm nasıl gusledeceği sorusuna ilâveten, cenabetten
dolayı nasıl gusledileceği sorusu ve cevabı da yer almıştır. Hz. Aişe bu gibi şeyleri
sormaktan haya etme dikleri için Ensar kadınlarını övmüştür. Aslında haya, bir korku
veya ayıplanma anında arız olan hâldir. Burada kasdedilen bu değil, halk arasında iyi
£1551
bir haslet olarak kabul edilen utangaçlık hâlidir.
Bazı Hükümler
1. Taacüp anında teşbih (süphanellah demek) caizdir.
2. Mahrem şeylerle ilgili konuların üstü kapalı ifadelerle anlatılması uygundur.
3. Yıkanmakta mübalağa edilmeli ve vücut ovulmalıdır; bu müstahaptır.
4. Gerekli olduğunda hayayı izhar etmek matlup amellerdendir.
5. Hayzdan dolayı yıkanan kadının vücûduna güzel koku sürmesi müs-tehaptır.
6. Alimin sözü, Onun huzurunda başkaları tarafından tefsir edilebilir.
7. Alim birinin huzurunda, İlimde aşağı derecede birinden ilim almak caizdir.
8. Yaratılıştan da olsa kişinin ayıplarını gizlemesi lâzımdır. 11561
121. Teyemmüm
Müellif, su ile temizlenmeye ait hükümleri ihtiva eden hadis-i şerifleri sıraladıktan
sonra, toprakla temizlenme demek olan teyemmüm bahsine geçmiştir. Teyemmüm,
abdest ve gusle bedel olduğu için ancak onlara muktedir olunamaması halinde taharet
sebebi olabilir. Teyemmüm bir çeşit taharet olduğundan müellif bu konuyu ayrı bir
"kitap" olarak değil de, "Kitabü't-Tahâre"nin içerisinde mütalaa etmiştir.
"Teyemmüm" tefe'ül babından mastardır. "Su bulunmadığı veya bulunduğu halde,
kullanılmasına imkân olmadığı takdirde, temiz olan toprak cinsinden bir şey ile hadesi
gidermek maksadıyla, yüzü ve elleri (dirseklere kadar) meshetmek" demektir.
Teyemmüm, bu ümmete mahsus bir ruhsattır. Önceki ümmetlere böyle bir ruhsatın
verilmediğini bizzat Efendimiz (s. a.) haber vermiştir. Seyhan'ın (Buharî-Müslim), Hz.
Câbir vasıtasıyla rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Bana, benden evvelki Peygamberlere verilmeyen şu beş şey verilmiştir : Bir aylık
mesafeden düşmanlarımın kalbine korku vermekle bana yardım edildi, bana (bir
rivayette "Ümmetime") yer yüzü namazgah ve temizleyici kılındı, Onun için
ümmetimden namaz vakti gelip çatmış her kim olursa olsun, hemen (orada) namazını
kılıversin. (Savaşta alman) ganimetler de bana helâl kılındı. Halbuki benden evvel
kimseye helâl kılınmamıştı. Bana şefaat verildi. Bir de, (benden evvelki) her
peygamber sadece kendi kavmine gönerilmişken, ben bütün insanlara
[1571
gönderildim."
Teyemmümün meşruiyeti Kitab, Sünnet ve icmâ ile s,abittir.Onun azimet mi, yoksa
ruhsat mı olduğunda ihtilâf vardır.
Bazıları, suyun bulunmaması hâlinde azimet; hastalık gibi bir özürden dolayı olursa,
ruhsat olduğunu söylemişlerdir.
Teyemmüm, hicret'in beşinci yılının Şaban ayının ilk günlerinde meşru kılınmıştır.
Benî Mustalik Gazvesinde Resûlullah (s.a) ile bin kadar İslâm askeri, Hz. Aişe'nin
kaybolan gerdanlığım aramak için susuz bir yerde konaklamak mecburiyetinde
kalmışlardı. Sabah namazını kılmak için abdest almaya su bulamadılar. Sabaha yakın,
£1581
"Su bulamazsanız temiz toprak ile teyemmüm ediniz." mealindeki âyet-i kerime
nazil oldu. Bu ayet-i kerime, teyemmümün meşruiyetinin Kitab'tan delilidir.
Ulema, teyemmümün hem küçük nemde büyük hadeslerde (abdests izlik-gusül) meşru
olduğunda müttefiktir. Sadece İbrahim en-Nehâî ve Amr b. Mes'üd'un, teyemmümün
ancak küçük hadesi (abdestsizliliği) izâlede meşru olduğu görüşünde oldukları rivayet
edilmiştir. Onların bu görüşlerinden döndüklerini söyleyenler de bulunmaktadır.
Hanefîlere göre, tahâretsiz yapılması caiz olmayan her şey„teyemmümle mübâh olur.
Meselâ, cünup kimse teyemmüm ettiğinde, Kur'ân-ı Kerîm'i eline alabilir mescide
girebilir... Teyemmüm eden bir kimse abdesti bozacak bir şey olmadığı ve suyu
bulmadığı müddetçe dilediği kadar farz ve nafile namaz kılabilir. Özür devam ettiği
müddetçe onunla hades izâle olur.
Diğer mezheblere göre teyemmüm, hadesi izâle etmez. Onunla sadece
bir farz edâ edilebilir. Ancak, istenildiği kadar nafile kılınabilir. Bir teyemmümle iki
farz edâ edilemez. Teyemmüm eden kişi, teyemmüm ederken farz kılmaya niyet
etmişse hem farz, hem de nafile namaz kılabilir. Nafile kılmak için niyet etmişse,
ancak nafile kılabilir, farz kılamaz. Bir teyemmümle birden fazla cenaze namazı
kılabileceği gibi bir farz namaz ve birden fazla cenaze namazı da kılabilir.
Teyemmüm edecek olan bir kimse, iki elini Şâfiîlere göre toprağa; Ha-nefîlere göre,
yer yüzü cinsinden temiz bir şeye bir defa vurup, bununla yüzünü mesheder. Sonra iki
elini bir daha vurup bununla da dirseklerine kadar iki elini mesh eder. Yaptığı bu
işleri, hadesi gidermek veya namaz kılmak ya da tahâretsiz sahîh olmayan diğer bir
ibâdette bulunmak maksadıyla yapar.
Hanefî mezhebine göre teyemmümün farzları, bir niyet ve iki meshten ibarettir. İmam
Züfer'e göre niyet farz değildir.
Şâfiîlere göre, teyemmümün farzı beştir: 1. Niyet etmek, 2. Toprağı mesh edilecek
uzva nakletmek, 3. Bütün yüzü meshetmek, 4. Elleri dirseklerle beraber meshetmek, 5.
Tertibe riâyet etmektir.
Teyemmüm bahsine girerken şu hususları da belirtelim:
Su yerine toprak kullanılmasının hikmet-i teşriiyyesini bazı âlimlerimiz şu şekilde
açıklamışlardır: İnsan iki unsurdan meydana gelmiştir: Toprak ve su.|Su tabiatı
itibariyle temizleyicidir. Su bulunmadığı takdirde, görünürde kirletici olan fakat
insanın ikinci unsuru bulunan toprak da temizleyici olarak kabul edilmiştir. Bu da
insanın aslını hatırlatmak noktasından olsa gerektir.
Teyemmümde dört abdest azası değil de bunlardan yalnız ikisi olan el ve yüze
meshetmek gereklidir. Zira teyemmüm abdeste bedeldir. Abdestte vasıtalı veya
vasıtasız meshi caiz olan baş ve ayaklar, teyemmümde bir ruhsat olarak çıkarılmıştır.
Diğer bir husus ise,teyemmümün namazla beraber farz olan abdestten takriben 6,5 -7
yıl sonra meşfru olması nazar-ı dikkatten uzak tutulmamalıdır.
Başka bir husus ise, teyemmüm sadece abdestsizliği gidermek için değil, gerektiğinde
cenabeti izâle etmek içinde yapılır :Bu iki teyemmüm arasında yapılış bakımından hiç
bir fark yoktur. Abdest için yapılan teyemmüm neyse, cenabeti temizleyen gusül
yerine geçen teyemmüm de odur-.
Teyemmümün şartları, teyemmümü mubah kılan özürler, teyemmümü bozan haller ve
£1591
diğer hükümler yeri geldikçe beyân edilecektir.
317. ...Aişe (r.anha)dân; demiştir ki;
O601
"Resûlullah (s. a.) Üseyd b. Hüdayr ile birlikte bazı kişileri Ai-şe'nin kaybettiği
bir gerdanlığı aramak üzere gönderdi. (Gerdanlığı ararlarken) namaz vakti geldi, onlar
da namazı abdestsiz olarak kılıp Resûlullah (s.a.)'a geldiler ve yaptıklarını haber
verdiler. Bunun üzerine teyemmüm âyeti (el-Maide (5), (6) nazil oldu."
İbn Nufeyl şunu da ilave etti: "Üseyd b. Hudayr Âişe'ye dedi ki;
Allah'ın rahmeti üzerine olsun, senin başına, hoşlanmadığın ne gelmişse Allah sana ve
£1611
müslümanlara ondan bir kurtuluş ihsan etmiştir."
Açıklama
Hadis-i şerifte zikredilen sahâbîlerin, su olmadığı için abdest-siz namaz kılmaları ve
bunu Resûlullah (s.a.)a haber verdikleri halde, Efendimizin men'etmemesi, abdest
alacak su veya teyemmüm edecek bir şey bulamayan kimsenin bu halde kıldığı
namazın sahih olduğuna delil gösterilmiştir. Zira bu durumda namaz sahih olmasaydı,
Resûlullah buna tepki gösterir, böyle durumlarda namazın farz olmadığını söylerdi.
Halbuki Efendimiz böyle yapmamış, Onların yaptığını ikrar etmiştir. İmam Şafiî,
İmam Ahmed ve Muhaddislerin cumhuru bu görüştedir. İmam Mâlikin ashabının
çoğu da aynı şeyi söylemişlerdir. Ancak bu görüşte olanlar, bu durumda kılman
namazın iade edilip edilmeyeceğinde ihtilâf etmişlerdir. İmam Şafiî ve ashabının
ekserisine göre iadesi gerekir. İmam Ahmed'in meşhur görüşüne, Müzenî ve Sehnûn'a
göre bu şekilde kılman namazın iadesi gerekmez.
İmam Ebû Hanife ve İmam Malike göre, Abdest için su, teyemmüm içinde
teyemmüm edecek bir şey bulamayan kimsenin abdestsiz veya teyemmümsüz olarak
namaz kılmaları sahih değildir Bâbu farzi'l-Vudu' (abdestin farzları) daki 59,60 ve 61
numaralı hadisler bu görüşün delilleridir. İşaret edilen hadislerde abdestsiz namazm
sahih olmayacağı açıkça ifâde edilmektedir. Bu görüşte olanlar, üzerinde durduğumuz
hadis hakkında şu mütalaada bulunmuşlardır: "Resûlullah aleyhisselâmm, zikredilen
sahâbilerin abdestsiz namaz kılmalarını hoş karşılamamış olması muhtemeldir.
Hadiste inkârın zikredilmemesi, aslında onun olmamasını gerektirmez. O sahâbilerin
abdestsiz olarak namaz kılmaları kendi ictihadlarıyla olmuştur. Müctehid isabet
edebileceği gibi hata da edebilir. Ayrıca meselenin beyânının daha sonra yapılmış
olması da mümkündür. Üstelik tahâretsiz namazın olmayacağını ifâde eden hadisler
sarihtir. Üzerinde durduğumuz hadiste, Resûlul-lah'm onların hâlini red etmediği
kabul edilse bile, bu tahâretsiz namazı men'eden hadislere muarız olamaz. Çünkü bu
hadis tahâretsiz namazın sıhhatine ihtimâlli olarak delâlet eder. Öbürleri ise sarihtir.
Hanefîlere göre bu durumdaki bir kimsenin, imkân bulduğunda geçen namazını kaza
etmesi lâzımdır. Medinelilerin rivayetine göre, İmam Mâlik bu durumda kılmamayan
namazın kaza edilmesini şart görmez.
Hadisteki İbn Nufeyl'in ilâvesinden anlaşıldığına göre, teyemmüm âyetinin inmesine
sebep olan bu hâdise İfk Hâdisesi değildir. Buradan Hz. Aişe'nin gerdanlığının bir kaç
£162]
defa kaybolduğu anlaşılmaktadır.
Bazı Hükümler
1. Az da olsa, malın korunması lâzımdır.
2. Savaş veya başka bir maksat için kadınlarla birlikte sefere çıkmak caizdir.
3. Kaybolan malı aramak meşrudur.
4. Kadınların kocalarına güzel görünmek için süslenmeleri ve ziynet eşyası takmaları
11631
caizdir.
318. ...Ammâr b. Yâsir (r.a) şöyle haber vermiştir:
"Sahâbîler, Resûlullah (s. a) ile beraber oldukları halde, sabah namazı için yeryüzü
(toprak) cinsinden bir şeyle teyemmüm ettiler. Şöyleki: Ellerini yere vurdular sonra
yüzlerini bir kere meshettiler. Bilâhere ellerini tekrar yere vurdular ve her iki ellerini
[1641
omuzlarına ve koltuk altlarına kadar avuçlarının içiyle meshettiler."
Açıklama
İbn Reslan ve el- Munziri, Ubeydullah b. Abdullah'ın Ammar b Yasın görmediğini
söyleyerek bu hadisin munkatı olduğuna hükmetmişlerdir. îbn Mâce bu hadisi
Ubeyhudullah'm babasmdan,onun da Ammâr'dan rivayeti şeklinde muttasıl olarak
tahrîc etmiştir. İbnü'l-Arabî de "Ammar hadisindeki ıztırap, noksanlık, ziyâde ve
başka illetlere rağmen, ulemanın bu hadisin sıhhati üzerindeki ittifakı şaşılacak şey!"
demiştir.
Müellifin bu ve bundan sonraki hadisi getirmekten maksadı teyemmümün yapılış
şeklini göstermek ve teyemmümün ne ile yapılacağını belirtmektir.
Hadis-i şerifte geçen "said" kelimesinin mânâsı, ister toprak, ister başka birşey olsun,
yer yüzünün adıdır ,Zeccâc:in mânâsının bu olduğunda lûgatçılar arasında bir ihtilaf
bilmiyorum" demiştir. Bu kelimenin, sadece toprak için kullanıldığını söyleyenler de
olmuştur. Bu yüzden âlimler kendisiyle teyemmüm yapılabilecek maddeler hakkında
ihtilaf etmişlerdir.
Evzâi ve Sevrî'ye göre, yer yüzündeki her şeyle hatta kar ile teyemmüm edilebilir,
imam Şafiî, İmam Ahmed b. Hanbel, Hanefî imamlarından Ebû Yûsuf, Dâvûd ve İbn
Munzir, teyemmümün ancak uzuvlara tozu yapışan toprakla sahih olduğu
görüşündedirler.
İmam Mâlik, yanmadığı müddetçe yer yüzündeki her türlü madde ile teyemmümün
sahih olduğunu söylemiştir.
îmam Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed'e göre (mezhebin görüşü de budur) yandığı
zaman kül olmayan ve erimeyen arz cinsinden her şey ile teyemmüm yapılabilir. Buna
göre toprak kum, taş, kireç ve sürme gibi maddelerle teyemmüm sahihdir. Ama odun,
tahta gibi yamnea kül olan, demir, kurşun, bakır gibi ateşte yumuşayan maddelerle
teyemmüm sahih değildir. Bu görüş, "saîd" kelimesinin manasına en uygun düşenidir.
Ayrıca bu babın mukaddimesinde mânâsım naklettiğimiz '"Bana yeryüzü namazgah
ve temizleyici kılındı" şeklindeki hadis-i şerif ile Ebû Dâvûd' da 331 numarada gelecek
olan ve Resûlullah (s. a) in duvardan teyemmüm ettiğini bildiren hadis-i şerif de
Hanefî mezhebinin görüşünü te'yid etmektedir.
Hadis-i şerifte geçen ibaresindeki "min" harf-i cerrinin mânâsında olması mümkün
olduğu gibi, ibtidâi gaye için olması da caizdir. Ter ceme birinci ihtimâle göre
yapılmıştır. İkinci veçhe göre mânâ, "avuçlarının içinden omuzlan ve koltuk altlarına
kadar mesnettiler" şeklinde olur.
Teyemmümde, ellerden mesh edilecek kısmın, parmak uçlarından, dirseklere kadar
olduğunda ulema aşağı yukarı müttefiktir. Sadece Zührî'nin bu hadisin zahiri ile amel
ederek koltuğa kadar meshedilmesinin gerektiği görüşünde olduğu nakledilmiştir.
Cumhur, bu hadisle ilgili olarak şöyle demiştir: "Ammâr ve beraberindekiler,
kendilerinde husus ifâde eden bir delil bulunmadığı için el kelimesini zahiri mânâsına
göre tâbir etmişlerdir. Çünkü el, parmak uçlarından koltuğa kadar uzanan uzvun
adıdır. Ama bilâhere, dirseklerden sonraki kışımın sükûtuna dâir icmâ delili meydana
gelmiş geriye kalan kısım yani parmaklardan dirseklere kadar olan uzuv aslı üzere
kalmıştır. Üstelik teyemmüm abdestten bedeldir. Bedel olan birşey bedel kılmana
muhalif olamaz."
İmam Şafiî, -üzerinde durduğumuz hadisteki koltuklara kadar- "mesh ile ilgili haber,
Resûlulah'm emri ile olmuşsa, bu mensûh efendimizin emri ile olmamışsa hüccet yine
Resulullah'm emri olandır." der.
Hattâbî "Dirseklerden yukarısını meshetmenin lüzumlu olmadığı hususunda ulemâ
müttefiktir" demiştir.
Bu hadis-i şerifin zahiri, teyemmümde, biri yüz, diğeri de eller için olmak üzere iki
defa yere vurulacağına delildir. Ulemânın çoğunluğunun görüşü de bu şekildedir.
Atâ, Mekhûl, Dâvûd, Evzâî, Taberî, Ahmed, İshak b. Râhûye ve İbn Munzir'e göre
yüz ve eller için sadece bir vuruş kâfidir. Mâlikiler'e göre eller yere iki defa vurulur,
fakat bunlardan birincisi farz ikincisi sünnettir.
îbn Şîrîn ve İbnu'l-Museyyeb ise, elleri yere üç defa vurmanın şart olduğu
görüşündedirler.
Hanefî ve Şâfiîlere göre teyemmümün farzları, bu babın mukaddimesinde verilmiştir.
£1651
Bazı Hükümler
1. Teyemmüm biri yüz diğeri de kollar için olmak üzere iki vuruşla yapılar.
2. Kollar koltuklara kadar meshedilebilir
£1661
3. Teyemmüm yer yüzü cinsinden bir şeyle yapılabilir.
319. ...Abdülmelik b. Şuayb, İbn Vehb'den önceki hadisin benzerini rivayet etti. îbn
Vehb rivayetinde şöyle dedi:
"Müslümanlar kalktılar ve topraktan bir şey avuçlamadan ellerini yere vurdular." (İbn
Vehb bundan sonra) önceki hadisin benzerini söyledi. Ancak omuzlan ve koltuk
Lİ6U
altlarım zikretmedi. İbnu'l-leys ise, "dirseklerin üstüne kadar..." dedi.
Açıklama
Görüldüğü gibi, bu hadis aşağı yukarı bir önceki hadisin aynısıdır Ancak bu rivayette,
Sahâbilerin toprağı avuçlamadan, sadece yere vurdukları tasrih edilmiş, omuzlar ve
koltuk altlan zikredilmemiştir. Ayrıca İbnu'l-Leys'in rivayetinde dirsek üstlerine kadar
£168]
meshedileceği beyan edilmektedir.
320. ...Ammâr b. Yâsir'den rivayet edilmiştir ki;
Resûlullah (s. a.) yanında Aişe olduğu halde gece yarısından sonra Ulâtü'l-Ceyş
£1691
(denilen yer) de konakladı.
UTffl
(Burada) Aişe'nin Zafâr boncuğundan olan gerdanlığı kayboldu. Ordu tanyeri
ağarmcaya kadar bu gerdanlığı aramakla meşgul oldu. Halbuki yanlarında su yoktu.
Bundan dolayı Ebû Bekir, Aişe'ye kızdı ve, "insanları (yola devam etmekten)
alakoydun. Halbuki onların yanında su yok" dedi. Bunun üzerine Allah Celle
Celâlühü, Resûlullah (s.a.)'a temiz olan yer yüzü cinsinden bir şeyle temizlenme
ruhsatını (teyemmüm âyetini) indirdi. Hemen müslümanlar Resûlullah'Ia
birliktekalktılarıve ellerini yere vurdular, sonra da topraktan bir şey avuçlamadan
kaldırıp yüzlerini ve ellerini üstten omuzlarına, avuç-larmm içinden de koltuk altlarına
um
kadar mesnettiler.
İbn Yahya rivayetinde, îbn Şihâb'm; "insanlar buna (omuzlara ve koltuk altlarına
kadar meshetmeye) itibar etmiyorlar" dediğini ilâve etti.
Ebû Dâvûd dedi ki:
Bu hadis-i şerifi, îbn îshâk da böylece (Salih b. Keysân 'in rivayet ettiği gibi) rivayet
etti ve rivayetinde (Ubeydullah b. Abdillah ile Am-mârb. Yâsir'in arasına) îbn Abbâs'ı
soktu. (îbn îshâk ayrıca) Yûnus'un dediği gibi, "iki defa vurdular" dedi. (Musannifin
bu sözü, Salih b. Keysân 'in "bir defa vurdular"şeklinde rivayet ettiğine delâlet
ediyor.)
Bunu Mâ'mer de Zührî'den "iki vuruş" şeklinde rivayet etti.
Mâlik, ZührVden, Zührî, Ubeydullah b. Abdillah' dan o da babası tankıyla Ammâr'dan
rivayet etti.
Ebû Uveys de aynı şekilde (Mâlik'in dediği gibi Abdullah 'in ilâvesiyle) Zührî'den
rivayet etti.
îbn Uyeyne, Ubeydullah'm babası(nm zikredilip ve zikredilmediği)nde şüphe etti.
Bir seferinde "Ubeydullah'dan o da babasından, veya Ubeydullah'tan, o da îbn
Abbâs'tan" şeklinde, başka bir seferinde i 'babasından "bir seferinde de' 'îbn Abbâs
'tan" şeklinde rivayet etti
Yine îbn Uyeyne, o hadisi Zührî'den duyup duymadığında da tereddüt etti.
Onlardan (Ammâr hadîsini Zührî'den rivayet edenlerden) ismini verdiğim (Yûnus, îbn
um
îshâk ve Ma'mer)den başka hiçbirisi bu hadiste "iki vuruştu zikretmedi.
Açıklama
Görüldüğü S'bibu hadis-i Şerif teyemmüm âyetinin inmesine sebep olan hâdiseyi
anlatmaktadır. Ancak bu mevzudaki rivayetler arasında bazı farklılıklar göze
çarpmaktadır. Bazı rivayetlerde gerdanlığı bütün ordunun aradığı beyân edilirken
bazılarında (317. hadiste olduğu gibi), gerdanlığı arayanların ordudan bir kısmı olduğu
ifâde edilmektedir.
Buhârî ve Müslim'in rivayetinde, Resûlullah Efendimizin, Aişe validemizin uylukları
üzerine başını koyup uyuduğu ve Hz. Aişe'nin, "Beni yola çıkmaktan men'eden şey
(gerdanlığı aramak değil) Resûlullah (s.a.)'m uyluklarım üzerinde oluşudur" dediği
nakledilmektedir.
Ashâb-ı Kiram, teyemmüm ettiklerinde, Resûlullah (s. a.) da teyemmüm etti mi, yoksa
o'nun namazını abdestte mi kıldığı konusunda ihtilâf edilmiştir. Hadisin zahirinden
onun da teyemmüm ettiği anlaşılmaktadır. Fakat îbn Reslân,îbn AbdiIUerr'demnaklen
efendimizin namaz farz kılındıktan sonra bütün namazlarını abdestle kıldığını
nakletmektedir. Buna göre Efendimizin teyemmümünü anlatan haberleri ümmetini
talime hamletmek gerekir.
Görüldüğü gibi bütün bu hadis-i şerifler Kur'ân-ı Kerim'de mücmel olan teyemmüm
âyetini tefsir ve beyân etmektedir. Teyemmümde toprağa vurmanın bir veya iki olması
ve el ve kollardan nerelere kadar mesh yapılacağı hususunda geçen ve ileride gelecek
hadisler ışığında fukahâ üç görüşe ayrılmışlardır. Ayrıca ulemânın ekserisinin kabul
ettiği gibi toprağa vuruş bir değil, her ne kadar bir defa ile iktifa edilebileceğini
söyleyenler ve hatta üç kere vurulmasının gerektiğini söyleyenler var ise de iki defa
olması istikametindedir. Ulemânın mesh konusundaki ihtilâflarını şu şekil de
sıralayabiliriz:
1. Parmak uçlarından omuzlara kadar mesh edilmesi görüşüdür. Bu İmam-i Zuhrî'ye
aittir.
2. Yalnız bileklere kadar meshedilmesi gerekir diyenlerin görüşüdür. Bu da Ammâr b.
Yâsir'den vârid olan sahih bir hadise dayanmaktadır.
3. Dirsekler de dahil dirseklere kadar mesh edilmesi görüşüdür. Bu, Hanefiler de dahil,
cumhurun görüşü oluyor. Bu hususta İmam Dehlevî "İki vuruşla dirseklere kadar
meshedilmesi amel bakımından ihtiyata en uygundur" demektedir.
Buhâri ve Müslim'in rivayetlerinde Hz, Aişe'nin gerdanlığının kayboluşu anlaşılmakta,
£173]
fakat teyemmümün keyfi 1 yetinden söz edilmemektedir.
321. ...Şakîk (r.a.)'den; şöyle demiştir:
Ben, Abdullah (b.Mes'ud) ile Ebû Mûsâ el-Eşârî'nin yanında oturmakta idim. Ebû
Mûsâ;
£1741
Ya Ebû Abdirrahman bir adam cünup olsa ve bir ay su bulamazsa teyemmüm
yapamaz mı? Ne dersin? dedi. Abdullah;
Hayır, bir ay da su bulamasa teyemmüm yapamaz, karşılığını verdi. Bunun üzerine
Ebû Musa:
Peki, Mâide Süresindeki "Su bulamazsanız temiz yer yüzü ile teyemmüm ediniz"
âyetini ne yapacaksın? dedi, Abdullah;
İnsanlara ruhsat verilseydi, suları soğuk gördükleri zaman hemen toprakla
teyemmüme yönelirlerdi. Ebû Mûsâ:
Demek bunu (cünüplükten dolayı teyemmümü)bunun için kerih gördünüz, öyle mi?
Abdullah:
Evet, dedi.Ebû Musa;
Ammâr'm, Hz. Ömer'e (söylediği) şu sözü duymadın mı? "Resûlullah (s. a.) beni bir
ihtiyaç için göndermişti, Cünup oldum, fakat su bulamadım .Bunun üzerine hayvanın
yerde yuvarlandığı gibi yuvarlandım, sonra da Resûlullah sallelahü aleyhi vesellem'e
gelip bu durumu haber verdim. Resûlullah; "Şöyle yapman kâfi idi" dedi ve elini yere
vurup, silkeledi, sonra sol eliyle sağ elinin üstünü, sağ eliyle de sol elinin üstünü daha
sonra da yüzünü mesnetti" Abdullah (b.Mesûd, Ebû Musa'ya cevaben);
Sen de Ömer (b. Hattâb)m, Ammâr'm sözü ile ikna olmadığını bilmiyor musun?
£1751
dedi."
Açıklama
Üzerinde durduğumuz haberin Buhârî ve Müslim'deki rivayetlerinde bazı farklılıklar
göze çarpmaktadır. Ancak bu farklılıklar mânâyı pek değiştirmemekte» laf uzların
ayrılığına rağmen mefhum itibariyle aynı sonuç elde edilmektedir.
Haberin zahirinden anlaşıldığına göre Abdullah b. Mesûd, cünup olan kişinin su
bulunmaması veya suyu kullanma imkânı Olmaması hâlinde teyemmüm
edemiyeceğini söylüyordu. Bu, Ebû Mûsâ el-Eş'ârî'nin kulağına gitmiş ve aralarında,
haberin metninde görülen konuşma cereyan etmiştir. İbn Mes'üd'un cünubün
teyemmümünü kerih görmesi, insanların soğuktan korktukları takdirde guslü bırakıp
teyemmüme yönelmeleri endişesinden doğmaktadır. Buhârî sarihlerinden Kirmânî'nin
beyânına göre, cünubün teyemmüm edebilmesi ruhsatı ile, soğuktan dolayı
teyemmüme yönelmesi arasındaki alâka, suyu kullanmaya kudretinin yetmemesidir.
Suyu kullanmaya gücün yetmemesi, ya suyun bulunmaması veya kullanılmasının
mümkün olmamasıdır.
Ulemânın büyük çoğunluğu, hem abdestsizlik, hem de cünublükten dolayı teyemmüm
edip namaz kılmanın sahih olduğu görüşündedirler ,Dört mezhebin görüşü budur.
Sadece, Ömer b. el-Hattab, Abdullah b. Mesûd ve İbrahim en-Nehaî'den, cünubün
teyemmümle namaz kılamayacağı görüşünde oldukları nakledilmiştir. Yine bunlardan
Hz.Ömer ile îbnMes'ûdunbu görüşlerinden döndükleri de rivayet edilmiştir.
Bu haberin tertibinden, teyemmümde tertibin şart olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü
Ammâr'm haberine göre, Efendimiz önce kollarını meshetmiş, yüzünün meshini
sonraya bırakmıştır. Tertip ise bunun tam aksidir. Hanefî ve Mâlikîlerin
mezheplerinde tertip şart değildir. Ahmed b. Hanbel de büyük hadesten dolayı
teyemmümde tertibe riâyeti şart koşmaz. Yine bu haberden, teyemmüm için ellerde
toz izlerinin bulunmasının şart olmadığı anlaşılmaktadır. Resûlullah Efendimizin
ellerini silkelemesi bu görüş sahiplerini te'yid etmektedir. Ellerde toz izlerinin
kalmasını şart koşanlar bu silkelemenin hafif olduğunu, tozları düşürmediğini
[1761
söylemektedirler.
Bazı Hükümler
1. Cünüplükten dolayı teyemmüm caizdir.
2. Teyemmüm ederken elleri silkelemek caizdir.
3. Teyemmümde tertibe riâyet şart değildir. Gusül için yapılan teyemmüm, abdest için
[1771
yapılanın aynıdır.
[1781
322. ...Abdurrahmânb. Ebza (r.a.)den şöyle demiştir:
Ben Ömer b. el-Hattab (r.a)m yanında idim. Bir adam geldi ve;
(Yâ emire'l-mü'minin) biz bir iki ay bir yerde kalıyoruz. (Cünub oluyor su
bulamıyoruz, ne yapalım?) dedi. Hz. Ömer;
Ben olsam su buluncaya kadar yıkanmam, cevabını verdi. (Orada bulunan) Ammâr
şöyle dedi:
Yâ emir'el-mü'minin, hatırlıyor musun? Hani senjnle deve (gütmek) de idik de ikimiz
de cünup olmuştuk. Bunun üzerine ben yerde yuvarlandım.Resûlullah (s. a) a gelip
durumu söyledim. Resûlullah;
"Şöyle yapman sana yeterdi" buyurdu ve ellerini yere vurdu, sonra onlara üfledi.
Sonra da elleriyle yüzünü ve kolunun yansına kadar ellerini mesnetti. Hz. Ömer:
Yâ Ammâr Allah'tan kork! dedi. Ammâr da:
Yâ Emirel-mü'minin, eğer sen istersen vallahi bunu ebediyyen (bir daha) söylemem,
dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer:
Hayır, vallahi bundan (teyemmüm hadisesinden) üzerine aldığın sorumluluğu sana
Lİ791
bırakıyorum, dedi.
Haberden anlaşıldığına göre, bir adam Hz. Ömer'e gelerek kendilerinin çok az su
bulunan bir yerde olduklarım, bu yüzden bazan yıkanabilmek için bir iki ay su
bulamadıklarını, bu durumda ne yapmaları gerkektiğini sormuş. Hz. Ömer de"Ben
olsam su buluncaya kadar yıkanmam" diyerek bu durumda namaz Alamayacaklarını
söylemiş; orada bulunan Hz. Ammâr başlarından geçen bir hâdiseyi hatırlatarak, böyle
hallerde teyemmüm yapılabileceğini belirtmek istemiştir. Ancak Hz. Ömer bu
hâdiseyi hatırlayamamış ve bu istikâmetteki birfetvânm vebalinin Ammâr'a ait
olacağını söylemiştir.
Bu hadiste Resûlullah'm, ellerini yere vurduktan sonra üflediği beyân edilmektedir ki
önceki hadiste de ifâde edildiği üzere teyemmümde elde toz bulunmasını şart
koşmayanların görüşlerini te'yid eder. Karşı görüşte olanlar, bu üflemenin, tozu
uçurmayacak şekilde hafif olduğunu söylemişlerdir.
Yine hadis-i şeriften, teyemmümde bir vuruşun yeterli olduğu anlaşılmaktadır.
Nitekim, bazı âlimlerin bu görüşte oldukları daha evvel beyân edilmişti. İki vuruşun
farz olduğu görüşünde olanlar, bu hadis-i şerifi şu şekilde anlamışlardır: "Bu ve
bundan önceki hadis, meshin nasıl yapıldığını beyân içindir. Teyemmümle ilgili bütün
esasları ifade etmemekdedir. Cenab-ı Allah, abdestte elleri dirseklere kadar yıkamayı
[İM
"yüzünüzü ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayınız" ayet-i kerimesi ile farz
um
kılmıştır. "Teyemmüm'de de meshi "yüzünüzü ve ellerinizi mesh ediniz" ayeti
ile vacip kılmıştır. Teyemmüm âyetinde mutlak olarak zikredilen el, abdest âyetinde
"dirseklere kadar" diye kaydedilen eldir.Bu açık beyân ancak bunun kadar açık bir
beyanla terkedilebilir ki, o da yoktur. Öyleyse teyemmümde ellerin mes-hedileceği
miktar, "dirseklere kadar"dır. Bu ifâdeler, ayrıca teyemmümde, ellerin bileklere kadar
meshini yeterli görenlere de bir cevap mahiyetindedir.
Hafız İbn Hacer el-Askalânî Buhârî şerhi Fethu'l-Bârî'de teyemmümde vacip olan
şeylerin bu hadiste anlatılanlar olduğunu, bunlara ilave olarak fiilen yapılan şeylerin
kemâle delâlet ettiğini, kavli bir ziyâdenin de mevcut olmadığını söylemektedir.
Ammâr (radıyallahü anh)m bu kıssası Resûlullah (s.a.) zamanında içti-Mdm caiz
olduğuna ve bunun fiilen tatbik edildiğine delildir. Fakat konu, usûl âlimleri arasında
ihtilâflara yolaçmıştır.Kimi, Resûlullah (s.a.) devrinde içtihadın mutlak olarak caiz
olmadığını; kimi, Efendimiz'in gıyabında caiz olduğunu, huzurunda caiz olmadığını
söylerken bazıları da Efendimizin hem huzurunda hem de gıyabında içtihadın caiz
olduğu görüşünü benimsemektedirler. Menhel sahibinin beyânına göre esah olan, her
£182]
hâlükârda cevazıdır.
Bazı Hükümler
1. Öğreticinin, öğreteceği şeyleri en iyi metotla karşıdakine aktarması lâzımdır.
2. Teyemmümde bir vuruş kâfidir. Tafsilat yukarıdaki hadislerin şerhinde
açıklanmıştır. Bu hadis de bir vuruş ile kifayet edilir diyenlere delildir.
3. Yere vurduktan sonra ellere üflemek caizdir.
4. Ashâb-ı kiramın, Resûlullah zamanında ictihâd ettikleri vakîdir.
5. Müctehid bütün gayretini sarfettikten sonra hata ederse, bu hatadan dolayı
0831
kınanamaz.
323. ...Abdurrahman b. Ebzâ; Ammâr b. Yâsir'den bu hadis-i şerifi (şu şekilde) rivayet
etti:
"Resûlullah (s.a.)î
"Ya Ammâr, şöyle yapman sana yeterdi" buyurdu Ve ellerini bir kere yere, sonra da
birini diğerine vurdu. Sonra yüzünü ve dirsekleri aşmadan kollarını, yarısına kadar
Lİ841
mesnetti."
Ebû Dâvûd dedi ki; Bu hadisi Veki' Ameş-Seleme b. Küheyl- Abdurrahman b. Ebzâ
senediyle; Cerîr de A 'meş-Seleme b, Küheyl-Said b. Abdirrahman b. Ebzâ ve babası
1185]
(Abdurrahman b. Ebzâ) senediyle rivayet etti.
Açıklama
Bu hadis bazı küçük farklarla önceki hadisin tekrarı gibi görünmektedir. Ancak bu
rivayette Resûlullah in teyemmümü beyan etmesine sebep olan hâdise yer almamıştır.
Bir de Efendimizin yere bir defa vurduğu ve kollan meshederken dirsekleri aşmadığı
açıkça ifâde edilmiştir.
Müellifin, sonraki ziyâdeyi kitabına almaktan maksadı A'meş'in talebeleri arasındaki
£1861
ihtilaflara işaret etmektir.
Bazı Hükümler
1. Teyemmümde yere bir vuruş kâfidir
2. Dirsekten mesh etmek şart değildir. Ancak teyemmüm abdestten bedel olduğu için
£1821
hanefîlere göre dirsekler de meshedilmelidir.
324. ...Abdurrahman b. Ebzâ'nm oğlu, babası vasıtasıyla Ammâr (r.a.)dan bu (önceki
hadislerde geçen)kıssayı rivayet etti. A Bu rivayete göre) Resûlullah (sallellâhü aleyhi
vesellem): "Sana sadece (şu) yeterdi" buyurdu ve elini yere vurup ona üfledi sonra da
£1881
yüzü ve ellerini mesnetti.
(Şube dedi ki); Seleme şüphe etti ve "Bu hadiste, dirseklere kadar mı, yoksa bileklere
£1891
kadar (manasına gelen bir şey) mi (dediğini) bilmiyorum" dedi.
Açıklama
Bu rivayet de, öncekilerle aynı mânâyı ifâde emektedir. Ancak bu rivayette: Seleme,
Rasûlullah (s.a.)'m ellerini dirseklerine kadar mı, yoksa "ellerine kadar" mânâsına
gelen başka bir mafsala kadar mı, meshettiğini bilmediğini kaydetmiştir. Ancak
Seleme "ellerine kadar" mânâsı ifâde eden sözü, lâfzan, hatırlayamadığını fakat bu
£1901
manayı ifâde eden bir söz olduğunu söylemiştir.
325. ...Şube bu (önceki) hadisi ayrı isnatla rivayet etti ve şöyle dedi: (Ammâr) dedi ki;
"Resûlullah (s. a.) sonra eline üfleyip, onunla (elleriyle) yüzünü ve dirseklere -veya
kollara- kadar ellerini mesnetti."
Şube dedi ki;
"Seleme, (Resûlullah) ellerini, yüzünü ve kollarım (mesnetti)" derdi. Bir gün Mansûr
kendisine "söylediğine dikkat et çünkü kolları (Zerr b. Abdullah'ın talebelerinden)
£191]
senden başka hiç biri söylemedi" dedi.
Açıklama
Bu Dâvûd bu rivayeti Sünen'e almaktaki maksadı, yukarıda Seleme'nin lâfzını
hatırlayamayıp mânâsıyle naklettiği sözün,"Kollara kadar" ibaresi olduğuna işaret
£192]
etmektir. Ancak bu ilâveyi sadece Seleme, bazı rivayetlerinde zikretmiştir.
326. ...Abdurrahmân b. Ebzâ bu (yukarıda geçen) hadisi Ammâr' dan, rivayet etti. Bu
rivayetinde Ammâr der ki:
"Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:
Ellerini yere vurup onlarla yüzünü ve ellerini meshedivermen sana yeterdi." Ammâr
(bunu dedikterî sonra) hadisin tamamım nakletti.
Ebû Dâvüd dedi ki;
Bu hadisi Şu'be, Husayn'den, o da Ebû Mâlik'ten şöylece rivayet etti: "Ammâr'ı
(Önceki hadisin) benzerini söylerken işittim. Ancak o "üflemedi" dedi."
Bu hadisi, Huseyn b. Muhammed ve Şu 'be 'den o da Hakem 'den: (Ammâr),
£193]
"Resûlullah ellerini yere vurdu ve üfledi dedi" şeklinde rivayet etti.
Açıklama
Bu rivayet de aşağı yukarı öncekilerdeki mefhumu içine almaktadır. Ne var ki, önceki
rivayetlerde Efendimizin, teyemmümü bizzat yaparak tarif ettiği beyân edilirken,
bunda lisânen tarif ettiği anlaşılmaktadır. Ayrıca, bu rivayette ellerde meshin son
haddi beyân edilmemektedir.Herneıkada A bazı âlimler bu hadisin elleri bileklere'kadar
mesh etmeyi kâfi görenlerin görüşünü te'yid ettiğini söylemekte ise de, buna delâlet
eden açık bir ifâde yoktur. Çünkü dirseklere kadar mesh de elleri içine alır.
Ebû Dâvûd bu hadisi Müsedded'den,bundan önceki rivayetleri ise, başa doğru sırayla,
Ali b. Selh er-Remlî, Muhammed b. Beşşâr, Muhammed b. Ali, Muhammed b. Kesir
£1941
eli -Abdı ve Muhammed b. Süleyman el-Enbârî isimli hocalarından almıştır.
327. ...Ammâr b. Yâsir'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Resûlullah (s. a. Ve
teyemmümü sordum. Bana hem yüz, hem de eller için bir defa vurmamı
[1951
emretti."
Açıklama
Bu hadisin zahirine göre, yüzü ve elleri meshetmek için yere bir kere vuruş yeterli
olmaktadır. Ellerin meshedilmesinde son bir had zikredilmediği için de sadece ellerin
meshi kâfi gibi görünmektedir.
Yere iki kere vurmayı ve dirseklere kadar meshetmeyi şart koşanlar, bu hadisi şöyle
te'vil etmişlerdir: "Daha önce Ammâr'm teyemmümde iki kere vurmaya işaret eden
rivayetinde olduğu gibi bu hadisin manası bir kere yüz bir kere de eller için vurmanı
emretti" şeklindedir. Bu hadis-i şerifte sadece eller zikredilmiş ise de, dirseklere kadar
meshi işaret eden hadisler ve teyemmümün abdeste bedel olması keyfiyeti ellerin
dirseklere kadar meshedileceği hükmünü ortaya koymaktadır.
Tahâvî, Şerhu Meânil-Asâr'da bu hususa işaretle şunları söylemektedir;
"Teyemmüm hakkındaki rivayetlerin farklılığı ve ulemânın ihtilâfından dolayı bu
görüşlerden sahih olanı ortaya çıkarmak için düşündük ve gördük ki, teyemmüm,
Cenab-ı Allah'ın zikrettiği abdest azalarından bazılarını düşürmüştür. Meselâ, baş ve
ayakların teyemmümde meshine lüzum yoktur. Ancak meshedilmeme o uzvun bir
kısmını değil, tümünü içine almaktadır. Yani teyemmümde meshedilmesi gerekmeyen
uzvun tümü hükmün dışında bırakıldığı gibi, meshedilecek uzvun da tamamı hükmün
içine girmekdedir. Abdest de yüzün tamamını yıkamak gerektiği gibi, teyemmümde de
yüzün tamamını meshetmek lâzımdır Aynı şekilde, nasıiki abdestte elleri dirseklere
kaçlar ykamak icabediyor ise teyemmümde de dirseklere kadar meshetmek gerekir."
Lİ961
Bu konuda söylenecek en güzel söz bu olsa gerektir.
328. ...Katâde'ye seferde iken teyemmümün hükmü soruldu. Katâde;
Bana bir muhaddis Şâ'bî'den, o Abdurrahman b. Ebzâ'dan o da Ammâr b. Yâsir'den
(Ammâr'm) şöyle dediğini haber verdi:
£1971
"Resûlullah (s.a.) (bana yüzü ve) dirseklere kadar (elleri) meshetmemi emretti."
Açıklama
Bu rivayet elleri dirseklere kadar meshetmeyi şart görenlerin görüşlerim te'yid
etmektedir.
Katâde'nin kendisinden hadis aldığı muhaddisin ismini söylememesi hadisin sıhhatine
mâni değildir. Çünkü bu zat onun katında güvenilir bir kimsedir. Nitekim, Buhârî'nin
£198]
de bu şekilde rivayet ettiği hadisler vardır.
122. Hazarda Teyemmüm
329. ..İbn Abbâs (r.anhümâ)'nm azatlısı Umeyr şöyle demiştir:
"Resûlullah (s.a.)'uı zevcesi Meymune (r.anhâ)'nm azatlısı Ab-durrahman b. Yesâr'la
£1991
birlikte geldik ve Ebû Cuheym b. Haris b. Simme el-Ensâri'nin yanma girdik.
Ebû Cuheym şunları söyledi:
Resûlullah (s. a.) Bi'ri Cemel tarafından geliyordu. Kendisine bir adam rastlayıp selâm
verdi. Fakat Resûlullah selâmını almadı. Bir duvara gelip yüzünü ve ellerini meshetti
r2001
sonra da adamın selâmını aldı."
Açıklama
Bu hadis-i şerifin ana mezvuu, şartların elverdiği takdirde seferde olduğu gibi hazarda
da teyemmümün caiz olduğudur.
İkinci husus ise Hz. Peygamber'in selâmı almak için de teyemmüm etmeleri
hususudur. Halbuki yine ittifakla kabul edilen hükme göre selâm alan birinin abdestli
veya teyemmümlü olması gerekmez. Abdestsiz bir kimse de selâm alabilir. Ancak
burada Peygamber (s.a)'m tahâretsiz gezmemeye ve zikruilah olan selâmı da taharet
üzere almasma itinası görülmektedir ve bunda ümmeti teşvik vardır. Bu husustaki
hadisler ilerde gelecektir.
Resûlullah sallellâhü aleyhi vesellem'in, Medine'nin yakınındaki Bi'r-i Cemel denilen
yerden gelirken karşılaş ip abdesti olmadığı için selâmına karşılık vermediği şahabı,
Ebû Cuheym'in, Begavî'deki rivayetinden anlaşıldığına göre, kendisidir. Bu hâdise,
Medine içinde vuku bulduğu için seferde olduğu gibi hazarda da teyemmümün caiz
olduğuna delildir. Dört mezhebin muteber görüşü de budur.
Peygamber (s.a.)'m teyemmüm yaptığı duvar, ya vakıf gibi mubah bir maldır ya da
Efendimiz, sahibinin rızâsı olacağını bildiği için izin almak ihtiyacını hissetmedi. Rıza
hâlinde sahibine sormadan bir kimsenin malından istifade etmek müslümanlara
caizdir.
Resûlullah (s.a.)m bu teyemmümünü bazı âlimler suyu bulamadığına hamletmişlerdir.
Aynî şöyle der:
"Şeyh Muhyiddin; Bu hadis, Peygamber aleyhisselâmm suyu bulamadığına
hemledilir. Çünkü suyun bulunması halinde, onu (suyu) kullanmaya muktedir olan
kimsenin ister vakit dar, ister geniş, ister cenaze ve bayram namazı olsun,
teyemmümün caiz olmadığını söylemiştir. Ben de derim ki, hadis mutlaktır. Bundan
selâm almak gibi bir şey için, su bulunsa da bulunmasa da teyemmüm etmenin caiz
olduğu anlaşılır. Vaktin çıkmasından korkulduğu takdirde cenaze ve bayram namazları
için de hüküm budur. Yani su olsa bile teyemmüm yapılabilir. Onun için hadisi, suyun
bulunmadığına hamletme mecburiyeti yoktur."
Begavî, Şâfıtlerden naklen, vaktin darlığı hâlinde teyemmüm ederek farz namazın
kılınacağını, sonra abdest alarak o namazın kaza edileceğini söylemişse de bu Şafiîler
arasında pek muteber değildir. Hatta onlara göre vaktin daralması sebebiyle cenaze ve
bayram namazları için bile (su bulunduğu takdirde) teyemmüm edilemez.
Hanefilere göre, hüküm yukarıda Aynî'den naklettiğimiz gibidir. Vaktin çıkması
korkusuyla vakit ve cuma namazı için teyemmüm yapılamaz. Fakat cenaze ve bayram
namazı için caizdir. Ayrıca Hanefî âlimlerinden bazıları bu hadise dayanarak, suyu
kullanma imkânı olduğu halde mendup olan abdestin yerine teyemmümün caiz
olduğunu söylemişlerdir.
Yine bu hadis taş üzerinde teyemmüm caiz olduğu görüşünü de te'yid etmektedir.
Çünkü Medine'nin duvarları taş ile yapılmakta idi. Resûlullah öyle bir duvarda
teyemmüm yaptı. Teyemmüm için tozu şart koşan Şafiîler . hadisi duvarda tozun
[201]
bulunduğuna hamletmişlerdir.
Bazı Hükümler
1. Hadis, selâmın meşru oluşuna delildir.
2. Selamı alırken, teyemmümle de olsa taharet üzere bulunmak müstehabtır.
r2021
3. Duvar ve taş üzerine teyemmüm yapmak caizdir.
330. ...(Abdullah İbn Ömer'in azatlısı) Nâfi' demiştir ki;
Bir ihtiyaç içinîbnömer'leberaber İbn Abbâs'a gittik. İbn Ömer, (İbn Abbas'la ilgili
olan) ihtiyacım giderdi, (sonra döndük). İbn Ömer o günkü konuşması arasında şöyle
dedi:
(Medine) yollar(m)dan birinde bir adam büyük veya küçük ab-destinden çıkmış olan
Resûlullah (s.a.)'a rastlayıp selâm verdi. Fakat Efendimiz selâmını almadı. Adam
nerde ise sokakta kayboluyordu (uzaklaşmıştı) ki, Peygamber (s. a.) ellerini duvara
vurdu yüzünü mesnetti. Sonra tekrar vurdu, kollarını meshetti, sonra da adamın selâ-
mını iade edip şöyle buyurdu:
[2031
"Selâmını almadığıma sebep abdestsiz olmamdan başka bir şey değildir."
Ebû Dâvûd dedi ki;
Ahmed b. Hanbel'i, "(Bu hadisin râviierinden olan) Muhammed b. Sabit teyemmüm
hakkında münker bir hadis rivayet etti" derken işittim. (Ebû Davud'un talebeleriden)
îbn Dâse de şöyle demiştir:
Ebû Dâvûd; "Bu kıssadaki yere iki defa vurmanın Resûlullah aleyhisselâmdan
nakledildiğinde Muhammed b. Sabit'e mutâbeat edilmemiştir. (Başkaları) onu İbn
r2041
Ömer'in fiilî olarak rivayet etmişlerdir" dedi.
Açıklama
Musannifin bu son ilâveleri yapmaktan maksadı habisin zayıf-lığma işarettir. Aynî,
Buhârî'nin, Muhammed b, Sâbit'in bu hadisi Resûlullah'a kadar ref etmesini red
ettiğini söylerken, Hattâbî de Muhammed b. Sâbit'in> hadisi ile amel edilemeyecek
kadar zayıf bir râvi olduğunu, bu yüzden bu hadisin sahih olmadığını kaydeder.
Beyhakî ise, bazı Hafızların bu hadîsin Resûlullaha ref ini inkâr ettiklerini,bir gurubun
da bunu Nâfî'den İbn Ömer'in fiilî olarak rivayet ettiklerini söylemiştir. Daha sonra bu
hadisin ref inin münker olmadığını, Müslim b. İbrahim'in Muhammed b. Sâbit'i övüp
ondan rivayette bulunduğunu ilâve etmiştir.
Resûlullah (s.a.)'m yolda karşılaştığı sahâbînin kim olduğu bu hadiste tasrih
edilmemiştir. Fakat eğer bu hâdise, evvelki hâdis-i şerifte beyân edilen hâdisenin
aynısı ise, o zatın Ebû'l-Cuheym olması gerekir.
Efendimizin bu zâtın selâmını almaması hadis-i şerifte de beyân edildiği üzere abdesti
olmadığından dolayıdır. Bu konuda Aynî, İbn'l-Cevzî'nin şöyle dediğini söylemiştir:
"Ya, Selâm Allah'ın isimlerinden biri olduğu için, Resûlullah abdestsizken selâm
almayı doğru bulmamıştır, ya da önceden hüküm bu iken sonradan değişmiştir." ,
Tahâvi, şerhinde ise "Abdestsiz iken selâm aimayı men'eden hadis ab-dest âyeti ile
neshedümiştir.ıBu hükümün"Resûlullah her zaman Allah'ı zikrederdi" mealindeki Hz.
[205]
Aişe hadisi ile neshedildiği de söylenmiştir" denilmektedir.
331. ...Nâfıjbn Ömer(r.ahumâ)mşöyle dediğini rivayet etmiştir:
Resûlullah (s. a.) def-i hacetten gelmişti ki,Bi'r-i Cemel'in yanında bir adam (Ebû
Cuheym) kendisi ile karşılaşıp selâm verdi.
Resûlullah hemen selâmım almadı. Ancak duvara yönetip de, elini üzerine koyup
T2061
yüzünü ve ellerini meshettikten sonra o zatın selâmını aldı.
Açıklama
Bu hadis-i şerifin diğerlerinden farklı olan tarafı Peygamber (s.a.)'m duvara kaç defa
el sürdüğünün belirtilmemesidir.
îbn Mâce ise bu konuda şöyle bir hadis nekletmektedir:
"Resûlullah (s.a.) bevlederken birisi yanından geçti ve selâm verdi. Resûlullah
selâmını almadı. Hacetini bitirince, yere iki elini vurdu, teyemmüm etti, sonra da
selâmım aldı."
Bu rivayet ise, bir önceki Muhammed b. Sâbit'in merfu denilen hadîsini desteklemekte
ve merfu olduğunun inkâr edilmemesinin uygun olacağı istikametindedir. Ayrıca
r2071
Münzirî de bu hadis-î şerife basen demiştir.
123. Cünübün Teyemmüm Etmesi
T2081
332. ...Ebû Zerr (r.a.)'den demiştir ki;
"Resûlullah (sallellâhü aleyhi vesellem)in yanında (gelen zekâtlardan) küçük bir
koyun sürüsü birikti. Resûlullah (s.a.):
"Yâ Ebâ Zer, bu sürüyü (gütmük üzere) kıra götür", buyurdular.
f2091
Ben de Rebeze köyüne sürdüm. Ben cünup oluyor ve (su olmadığı için
yıkanamadan) beş altı (gece) kalıyordum. Nihayet Resûlullah (s.a.)a geldim:
"Sen ha Ebü Zer" (bu halin ne!)? buyurdular. Ben (cevap vermeden) sustum.
Efendimiz;
"Ya Ebâ Zer, Anan acını görmesin yazık anana" buyurdu ve benim için siyah bir
câriye kız çocuğu çağırdı. Câriye, içerisinde su dolu bir kova getirdi, beni (bir taraftan)
bir örtü ile gizledi. Ben de (öte yandan bir) devenin arkasına geçerek gizlendim ve
yıkandım. Üstümden bir dağı atmış gibi oldum. Bilâhere Resûlullah (s. a.) şöyle
buyurdu:
On seneye kadar bile olsa temiz toprak müslümanm abdest suyu (temizleyicisi)dur.
Ancak suyu bulduğun zaman onu bedenine dök, (guslet). Çünkü bu daha
hayırlıdır."
Müsedded, "Sürünün zekâtlardan biriktiğini" söylemiştir. (Tercemede de bu
gözönünde bulundurulmuştur.)
mm
Ebû Dâvûd, Amr (İbn Avn )m rivayeti daha tamdır, dedi.
Açıklama
Hadis-i şerifin siyakından anlaşıldığına göre, kıra koyun gütmek üzere giden Ebû
Zerr-i Gıfârî cünup olmuş, su bulamadığı için beş altı gün yıkanamamış ve
namazlarını bu halde kılmıştır. Ancak bu durum kendisini rahatsız etmiş ve Resûlullah
(s.a.)'a gelerek halini haber vermiştir. Resûlullah, Ebû Zerr'in durumunu yadırgayarak
"Sen ha, Ebû Zer?!" buyurmuş Ebû Zer ise utandığı için susmuştur. Bu hadisten sonra
gelecek olan rivayette ise, Ebû Zer Resûlullah'm sorusuna "Evet" diyerek mukabelede
bulunmuştur. Bu iki rivayet birleştirildiği takdirde, Hz. Ebû Zerr'in önce sustuğu daha
sonra da meselenin hükmünü öğrenmek için "evet" diyerek mukabelede bulunduğu
anlaşılır.
Bunun üzerine Hz. Peygamber, "Anan oğulsuz kala, yazık senin anana" buyurmuştur.
Bu mânâyı ifade eden deyimi, bir beddua olabileceği gibi "Sen bu hâle
geldikten sonra ölseydin daha iyi idi" manasına da gelebilir. Buradaki söyleniş beddua
manasına olmayıp, ayıplama, kınama mânâsına olması akla yakındır. Bu bakımdan
tercümede bu deyimleri, "Anan acını görmesin, yazık senin anana!" diye çevirdik.
Resûlullah (s.a.)a bunu söyledikten sonra, Ebû Zerr'in gusletmesi için siyahı bir
cariyeyi vazifelendirmiş, daha sonra da suyun bulunmaması halinde teyemmümü
tavsiye etmiştir.
Hattâbî bu hadis hakkında şunları söylemektedir:
"Teyemmüm eden bir kimsenin bu teyemmümü ile birden fazla namaz kılmasını caiz
gören Hanefîler, bu hadis-i şerifi delil alırlar. Ayrıca her hâlü kârda ister namaz içinde,
ister dışına suyun bulunması ile, teyemmümle yapılan taharetin bozulacağı da hadisin
hükmü içindedir.
"Vücûdunun tamamına su yetişmediği takdirde yetiştiği kadarını yıkayıp geri kalan
uzuvların ise, teyemmüm edileceği görüşünde olanlar da bu hadise dayanırlar.
"Aynı şekilde, bazı uzuvlarında yara olanların, yaralı kısımları teyemmüm edip, kalan
kısımları yıkayacağını ve şehir içerisinde cenaze ve bayram namazı için de olsa
teyemmümü caiz görmeyen Şâfıîler için de bu hadis hüccettir."
Efendimizin "on seneye kadar bile olsa" sözünün mânâsı, belirli bir süre ile tahdit
etmek olmayıp uzun süre yapılabileceğini ifade etmektir, "on seneye kadar bir
teyemmüm kâfidir" demek değildir.
Ancak Hattabî'nin söylediği şeylere hadisin delâleti açık değildir. Nitekim Buhârî
şârihi Aynî, Hattabî'ye itiraz ederek şöyle der:
"Bu hadis, mübdel ile (teyemmümle) mübdelün minh olan (guslün) birleştirilerek bir
taharet yapılacağı anlamına gelmemektedir. Cildin bir kısmını yıkamak, bir kısmını da
teyemmüm etmek Efendimizin "onu bedenine sür" sözünün neresinden anlaşılır? İbare
asla buna delâlet etmez. Bilakis bu Şâfiîlere karşı bizim için bir hüccettir. Çünkü
"suyu bulduğun zaman" sözü gusül veya abdeste yetecek kadar suyu bulduğun zaman
onu bedenine sür, demektir. Zira Efenimiz, (s. a.), "su" kelimesini harf-i tarifle
söylemiştir ki, bu tam olanı içine alır. Dolayısıyle abdest veya gusle yetmeyecek kadar
su bulunursa, teyemmüm yapılır. İhtiyaca kâfi gelmediği takdirde suyun varlığı ile
yokluğu arasında fark yoktur. Aynı şekilde bir kimse su bulduğu halde, kullandığı
takdirde kendisinin veya hayvanının susuz kalacağından korkarsa, su bulamamış
gibidir. Yani teyemmüm yapar.
"Şehir içinde, cenaze veya bayram namazları için teyemmüm edilmeyeceği istidlali de
sahih değildir. Çünkü sadece suyu bulmak kâfi değildir. Şart olan onu kullanmaya
muktedir olmaktır. Cenaze hazır olup da ona yetişe-meyeceğinden korkan kişi, suyu
kullanmaya gücü yetmiyor demektir. Ama abdest alıp cenazeye veya bayram
namazına yetişebilecekse teyemmüm edemez. Bu mes'ele Hanefi fıkıh kitaplarında
açıktır."
Yukarıda Hattâbî'den naklettiğimiz Şâfıîlerin; Aynî' den naklettiklerimiz de Hanefîlerin
görüşleridir» Onun için mesele hakkında mezheplerin görüşlerini ayrıca tekrarlamaya
[212]
lüzum görülmemiştir.
Bazı Hükümler
1. Malın korunması ve artırılması için gayret sarfedilmelidir.
2. İdarecinin, idaresi altmdakileri gerektiği şekilde eğitmesi uygundur.
3. Küçüğün büyüğe hizmeti meşrudur.
4. Avret mahallin'in örtülmesi lâzımdır.
5. Suyun bulunmaması halinde gusül için de teyemmüm meşrudur. Bu teyemmüm de
abdest yerine yapılan teyemmüm gibidir.
6. Teyemmüm eden kişi bu teyemmümle birden fazla namaz kılabilir. Bu, Ebû
Hanîfenin görüşüdür.
7. Su bulunduğu zaman teyemmüm bozulur.
mu
8. Teyemmüm hususunda abdestsiz olanla cünup olan arasında fark yoktur.
[2141
333. ...Benû Amir'den bir zatın, şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"İslama (yeni) girmiştim. Dinim beni gayrete getirdi. (Dini konulara sarıldım). Ebû
Zerr'e geldim. Ebû Zerr şöyle dedi:
Medine'nin havası bana dokundu. Resûlullah (s.a.) bir zevd (üç yaş ile dokuz yaş
arasındaki deve) ile bir koyun (almamı) emretti ve "Sütlerinden iç " buyurdu.
Hammad dedi ki: "(Şeyhimin) idrarından da iç (deyip demediğinde) şüphe ediyorum. "
Ebû Zerr devamla şöyle dedi:
Ben sudan uzakta idim, ve hanımım da benimle beraberdi. Bu yüzden cünup oluyor ve
abdestsiz namaz kılıyordum. (Bir gün) öğle vakti Resûlullah (s.a.)'a geldim. Efendimiz
ashabından bir cemaat içinde mescidin gölgesinde idi. (Beni görünce):
(Ne bu halin) Ebû Zerr? buyurdu.
Evet, ya Resûlullah helak oldum, dedim. Resûlullah:
"Seni helak eden nedir? "diye buyurdu.
Ben sudan uzakta idim ve ailem benim yanımda idi. Bu yüzden cünup oluyor ve
abdestsiz namaz kılıyordum, dedim. Resûlullah (s. a.) benim için su getirilmesini
emretti ve siyah bir câriye (kız çocuğu)içinde su çalkalanan bir kap getirdi. Tam dolu
olmayan o su kabını alıp devemin arkasına gizlenip yıkandım ve (geri) geldim.
Resûlullah (s. a.) şöye buyurdu:
Ey Ebâ Zerr, on seneye kadar bile su bulamazsan muhakkak temiz toprak
[215]
temizleyicidir suyu bulduğun zaman suyla yıkan (guslet).
Ebû Dâvûd şunları ilave etti:
Bunu Hammâd b. Zeyd, Eyyûb'dan "idrarlarını" zikretmeden rivayet etti.
(Bu hadiste) "idrarlarını" sözü sahih değildir. "İdrarlar" (lâfzı) hakkında Enes
12161
hadisinden başkası yoktur. Onu da sadece Basralılar rivayet etmiştir.
Açıklama
Görüldüğü gibi bu rivayet, önceki hadisle hemen hemen aynıdır. Fazla olarak bu
rivâyette, Ebû Zerr (r.a.)m koyunla birlikte bir de deve götürdüğü ve ailesi yanında
olduğu için cünüplüğün temas neticesinde meydana geldiği anlaşılmaktadır. Buna
göre, teyemmümâle temizlenilen cünüplüğün isteyerek olması ile elde olmadan olması
arasında fark yoktur.
Hammâd'm şüphe olarak belirtdiği fakat Enes hadisinde açıkça ifade edilen "idrariarı"
kelimesindenjmam Mâlikle İmam Ahmed, deve ve buna kıyasla eti yenen
hayvanların idrarlarının temiz olduğu hükmüne varmışlardır.
Hanefî ve Şâfiîlere göre eti yenen ve yenmeyen bütün hayvanların idrarları ve tersleri
pistir. "İdrardan sakınınız. Çünkü kabir azabının çoğu, idrardandır" hadis-i şerifinin
umumu delil olarak kabul edilmiştir. Bu görüş sahipleri, adı geçen Enes hadisi ile
yapılan istidlale, Efendimiz (s.a.)in vahy ile şifâ vereceğini bildiği için tedâvî
maksadıyle idrarı süte karıştırarak içmeyi emrettiğini söyleyerek cevap vermişlerdir.
Resûlullah (s.a.)uı, "Muhakkak temiz toprak temizleyicidir" beyânının mutlak
oluşundan, teyemmüm hususunda yolcu ile yolcu olmayan arasında fark olamadığı,
zaman uzasa bile suyu kullanma imkânı olmadığı takdirde teyemmümün caiz olduğu
anlaşılmaktadır. Çünkü Efendimiz teyemmümün cevazı için bir mekân tayin
um'
etmemiştir.
124. Soğuktan Korktuğu Zaman Cünub Teyemmüm Edebilir Mi?
334. ...Amr b. el- As (r.a.)den demiştir ki;
"Zâtü's-selâsil gazvesinde iken soğuk bir gecede ihtilâm oldum. Gusledersem helak
olacağımdan korkup teyemmüm ettim ve arkadaşlarıma (orduya) sabah namazını
kıldırdım. (Medine'ye döndükten sonra) bunu Resûlullah (s.a.)'a haber verdiler.
Resûlullah (s. a.):
"Ya Amr, sen ashabına cünup olarak mı, namaz kıldırdın? dîye sordu.
Beni yıkanmaktan alıkoyan şeyi haber vererek şöyle dedim;
Ben Cenab-ı Allah'ın şöyle buyurduğunu işittim: "Kendi kendinizi öldürmeyiniz,
12181
muhakkak Allah size karşı merhametlidir." Bunun üzerine Peygamber (s.a.)
[2191
güldü, hiç bir şey demedi.
Ebû Üâvûd dedi ki; Abdurrahman b. Cubeyr Mısırlı 'dır, Hârice b. Huzâfe'nin
T2201
azathsıdır. Cubeyr b. Nufeyr değildir.
Açıklama
Zâtü's-selâsil gazvesi h. 8. senede yapılmıştır. Müşrikler, içlerinden bazılarının korkarak
kaçmalarından çekindikleri için birbirlerine zincirlerle bağlanmışlardı.Bu yüzden bu
isimle anılmaktadır.Bu isim hakkında başka görüşler varsa da meşhur olanı budur. Bu
gazve hakkında kısaca şu bilgileri yazalım:
Kuzâa Kabilesinden bir gurup toplanarak Medine civarına yaklaşmak isdediler.
Resûlullah (s.a.) Amr b. As'ı çağırarak üç yüz kişi ile düşmana karşı gönderdi. Amr,
onlara yaklaşınca çok kalabalık olduklarını öğrendi ve Hz. Peygamber'den yardım
istedi. Efendimiz de içlerinde Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer de bulunan iki yüz kişilik
bir kuvvetle Ebû Ubeyde'yi gönderdi. Müslümanlar, düşmana şiddetli bir hamle
yaptılar. Onlar da korkarak dağıldılar.
Hadis-i şeriften anlaşıldığına göre, soğuğun zarar vermesinden korkulduğu takdirde
gusül yerine teyemmüm caizdir. Çünkü Peygamber Efendimiz Amr b. As'ın
gusletmeyip teyemmüm etmesinin sebebini öğrenince ona karşı çıkmamış, bilakis
gülerek mukabelede bulunmuştur. İbn Reslân, tebessüm ve gülmenin ikrar yönünden
sükûttan daha kuvvetli olduğunu söyler. Ancak soğuktan korkan kimsenin gusül
yerine teyemmüm edip edemeyeceği ulemâ arasında ihtilaflıdır.
Atâ b. Ebî Rebâh ve Hasen el-Basrî'ye göre Ölecek de olsa, bu durumda teyemmüm
caiz değildir, gusletmesi gerekir. Süfyan es-Sevri ve İmam Mâlik soğuğu hastalık
mesabesinde tutarak mutlak manada teyemmümü caiz görmüşlerdir. İmam-ı âzam Ebû
Hanife bu durumda teyemmümü hazarca bile caiz görürken, Ebû Yûsuf ve
Muhammed hazar hâlinde caiz görmemişler; cevazı seferle kayıtlamışlardır.
İmam Şafiî'ye göre yıkandığı takdirde helak olacağından korkan kimse teyemmüm
ederek namazını kılar, fakat sonradan bu şekilde kıldığı namazlarını kaza eder. Bu
konuda İbn Reslân da şöyle der:
"Suyu ısıtmaya veya hatta onu, zarar vermeyecek şekilde kullanmaya imkân bulan
kimse teyemmüm edemez. Meselâ Uzuvlarını teker teker yıkayıp örtmeye böylece
soğuktan korunmaya muktedir olan kimse gusletmeli-dir. Ama buna imkân bulamazsa
teyemmüm edebilir. Ulemânın çoğunuluğunun görüşü bu merkezdedir."
Bu durumda teyemmümü caiz görenler hükmen, suyu yok kabul
etmişlerdir. Hanefîlere göre sudan bir mil (1855m) uzakta olan kimse de hükmen suya
sahip değildir. Teyemmüm edebilir. Yine aynı şekilde suya gittiği takdirde kendisine
veya malına (İmam Ebû Hanife'ye göre bir dirhem, Mâlike göre temizleneceği suyun
parası kadar bile olsa) zarar geleceğinden korkan kimseye göre de su hükmen yok
1221]
sayılır, teyemmüm edebilir.
Bazı Hükümler
1. Peygamber (s. a.) devrinde ictihâd yapılmıştır.
2. Hakimin hüküm vermeden önce davalıyı dinlemesi sadece hasmının iddiasıyla
yetinmemesi gerekiyor.
3. Dâvâlının ileri sürdüğü deliller doğru ve geçerli ise, hâkimin bunu kabul ettiğini
göstermesi lâzımdır.
4. Resûlullah (s.a.)m susması ve tebessümü ikrardır; hüküm için hüccettir.
5. Su olduğu halde kullanma imkânı yoksa teyemmüm caizdir. Çünkü bu halde
f2221
hükmen su yok sayılır.
335. ...Amr b. el-As'm azatlısı Ebû Kays:
"Amr b. el-As, bir seriyyenin başında idi" (diye başlayarak) önceki hadisin bir
benzerini rivayet etti ve şöyle dedi:
"Amr, koltuk altlarını ve eteğini yıkadı, namaz için aldığı abdest gibi abdest aldı,
f2231
sonra da cemate namaz kıldırdı." Ebû'Kays önceki hadisin benzerini nakletti
T2241
ancak teyemmümü zikretmedi.
Ebû Dâvûd bu kıssa Evzâî tarikiyle Hassan b. Atiyye'den: "Daha sonra teyemmüm eti"
1225]
şeklinde rivayet edildi demiştir.
Açıklama
Bu hadis, önceki hadisin değişik bir rivayetidir. Ancak önceki rivayette Hz. Amr'm
teyemmüm ederek namazı kıldırdığı söylenirken, bu rivayette teyemmüm
zikredilmemiş, buna mukabil, koltuk altlan ile eteğini yıkayıp abdest aldığı ve bu
şekilde namazı kıldırdığı belirtilmiştir.
Beyhakî'nin beyânına göre, Amr b. el-As'm her iki rivayette nakledilenleri yapması
yani hem abdest alarak hem de teyemmüm ederek namazı kıldırmış olması
T2261
muhtemedir. Böylece iki rivayet arasındaki ihtilâf giderilmiş olmaktadır.
12271
125. Yaralının Teyemmümü
336. ...Câbir b. Abdillah (r.a.)den, şöyle demiştir:
Bir sefere çıkmıştık, bizden bir adama taş değdi ve başını yardı. Sonra bu zat ihtüâm
oldu. Arkadaşlarına:
Benim teyemmüm etmeme ruhsat buluyor musunuz? diye sordu.
Sen suyu kullanabilirsin, sana (teyemmüm için) ruhsat bulmuyoruz dediler.
Adam yıkandı akabinde de öldü. Peygamber (s.a.)m huzuruna geldiğimizde bu hâdise
(kendisine) haber verildi. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.):
"(Fetvayı verenler) onu Öldürdüler, Allah da onları öldürsün. Bilmediklerini sorsalardı
ya! Cehaletin ilacı ancak sormaktır. Onun teyemmüm etmesi, yarasının üzerine bir bez
T2281
bağlayıp sonra üzerine meshetmesi ve vücudunun geri kalan kısmım da yıkaması
f2291
ona yeterdi, diye buyurdu.
Açıklama
Hadis-i şerif, yaralı olan kişinin teyemmüm edebileceğini göstermektedır.Hattabi, bu
hadisin teyemmümle guslü beraber yapmayı emrettiğini, diğeri olmadan birisinin kâfi
olmayacağını söyledikten sonra, Hanefi ve Şâfıîlerin bu meseledeki görüşlerini
kaydeder. Hattâbî'nin kaydına göre, Hanefî mezhebinde, uzuvların azı yaralı ise, su ile
teyemmüm arası birleştirilir. Azaların çoğu yaralı ise, yıkanmaya lüzum yoktur, her ta-
rafı için teyemmüm yeterlidir. Şafiî'de esah olan görüşe göre, yara az olsun çok olsun
mutlaka gusül gerekir.
Ancak Hanefilerden Aynî, Hanefî Mezhebinin görüşünün, Hattâbî'nin isnad ettiği gibi
olamadığını, doğrusunun şu şekilde olduğunu söyler: "Bir kimsenin vücudunun
yandan çoğu sağlam olup da bazı yerlerinde yara varsa, sıhhatli yerlerini yıkar,
sargıların üzerine mesheder, teyemmüm edemez. Eğer bedeninin çoğu yaralı ise,
sadece teyemmüm eder sıhhatli yerlerini yıkamasına lüzum yoktur."
Hanefi Mezhebinin yaralılar hakkındaki görüşü Hattâbî'nin dediği gibi değil, Aynî'nin
söylediği gibidir.
Aynî, üzerinde durduğumuz hadis-i şerifteki, teyemmümle guslü birleştirmeyi ifâde
eder mahiyetteki ibareyi de şu şekilde izah etmiştir: "Peygamber (s.a.) gusulle
teyemmümü birlikte yapmayı emretmemiştir. Ancak yaralı olan cünub bir kimsenin,
ya teyemmüm edeceğini, ya da yaranın üzerini mes-hedip bedeninin kalan kısmını
yıkayacağım beyân etmiştir. Fakat buradaki "teyemmüm edip yarasını mesheder"
sözü, vücudunun ekserisinin yaralı oluşuna, "bedeninin geri kalanım yıkar" sözü de
vücudunun ekserisinin sıhhatli oluşuna hamledilir. Böyle olmasa bile bu hadis
malûldür. Çünkü senedinde Zübeyr b. Hurayk vardır. Dârakutnî bu zat için "kuvvetli
değildir", Beyhakî de bu hadis kuvvetli değildir, demektedir."
Aynî'nin sözleri burada sona ermektedir. Aynî ve Hattâbî'nin söyledikleri ile beraber
diğer mütalaalar da değerlendirilirse, şöyle bir sonuca varılabilir:
Suyu kullandığı takdirde öleceğinden korkan bir kimsenin teyemmüm etmesi ittifakla
caizdir. Eğer hastalığın artması veya tedavinin gecikmesinden korkarsa, Ebû Hanife ve
Mâlik'e göre teyemmüm ederek namaz kılabilir, iadesi de gerekmez. Şafiî
mezhebindeki râcih görüş de budur. Bir kimsenin bir uzvunda yara, çıban veya kırık
olur da üzerine sargı sarar ve onu çözdüğü takdirde öleceğinden korkarsa, Şafiî'ye
göre sargının üzerine mesheder ve teyemmüm eder. Eğer sargıyı taharet üzere iken
sarmışsa, bu şekilde kıldığı namazı iade gerekmez. Hanefîlerle Mâlik'e göre
vücudunun bir kısmının yaralı veya çıban olmakla beraber, sağlam tarafı fazla ise,
oraları yıkayıp yaranın üzerini mesheder. Yaralı kısım daha fazla ise, sadece
teyemmüm eder. Ahmed b. Hanbel ise sağlam kısımların yıkanacağını, kalan
kısımların da teyemmüm edileceğini söyler.
Resûlullah (s. a.), yaralı olan sahâbiye teyemmüm ruhsatı vermedikleri için ölümüne
sebep olanlara "Onu öldürdüler" dediği halde diyet almaması,haksız yere de olsa
yanlış fetva verip de birisinin ölümüne sebep olan müftüye diyet gerekmediğine işaret
eder.
Resûlullah (s.a.)m yanlış fetva verenler için, "Onu öldürdüler, Allah da onları
öldürsün" buyurması, onların ölümü için dua değil, onları tehdid ve azarlamak içindir.
Bundan sonra da Efendimiz, bilmeden fetva vermeyi ayıplamış ve bilmediklerini
sorup öğrenmeye teşvik etmiştir.
Bazı Hükümler
1. Bilmeden fetva vermek büyük bir günahtır.
2. Ilım öğrenmek cehaletin ilacıdır.
3. Hata da etse, fetva veren kimseye diyet yoktur.
4. Zarara uğramakdan korkan kişinin, guslü bırakıp teyemmüm etmesi caizdir.
5. Yaralı olan kimsenin yarayı bir sargı ile sardıktan sonra üzerine meshetmesi caizdir.
[231]
337. ...Abdullah b. Abbâs (r. anhüma)dan; demiştir ki;
Resûlullah (s. a.) zamanında bir adam yaralandı sonra da ihtilam oldu. Yıkanmasını
emrettiler o da yıkandı. Bunun üzerine adam öldü. Hâdise Peygamber (s.a.)e aktarıldı.
Resûlullah (s. a.) şöyle buyurdu:
f2321
Onu öldürdüler, Allah da onları öldürsün, cehaletin şifâsı sormak değil miydi?
Açıklama
Bir önceki hadiste zikredilen hâdisenin değişik bir rivayeti olan bu hadisi Evzâî'nin
Ata'dan bizzat işitip işitmediğinde ihtilâf vardır. Ebû Zür'a ve Ebû Hâtim'den,
Evzâî'nin bu hadisi Atâ'dan işitmediği, onun İsmail b. Müslim'den, onun da Atâ'dan
işittiği nakledilmiştir. Fakat Hâkim bu hadisi, Bişr b. Bekir, Evzaî ve Atâ b. A Ebî
Rebah senediyle rivayet edip, "Bişr b. Bekir sıkadır, me'mundur" demiştir.
Evzâ'nin bu hadisi Atâ'dan bir defa vasıtalı, bir defa da vasıtasız olarak iki kere
rivayet etmiş olması muhtemeldir. İmam Nevevî, "Bu, yân'ı bu babın hadisi ittifakla
zayıftır. Peygamber (s.a.)'in Hz. Ali'ye sargı üzerine meshetmesini emrettiği haberine
benzer." demektedir.
Hadisin muhtevası hakkında malumat edinmek için bir önceki hadisin açıklamasına
f2331
bakılmalıdır.
126. Namazı Kıldıktan Sonra Vakit İçinde Su Bulan Müteyemmimin Durumu
338. ...Ebû Saîd el-Hudrî'den ; demiştir ki;
"İki kişi bir yolculuğa çıktılar. Namaz vakti geldi ama yanlarında su yoktu. Temiz
toprakla teyemmüm edip namazlarını kıldılar. Bilâhere vakit çıkmadan suyu buldular.
Birisi abdestini ve namazım iade etti, öbürü ise iade edemedi. Sonra Resûlullah (s.a.)'e
gelip durumu anlattılar, Resûlullah (s. a.) iade etmeyene:
Sünnete uydun, namazın sahilidir; abdest alıp namazını iade edene de "senin de ecrin
[2341
iki kattır." buyurdu.
Ebû Dâvûd dedi ki:
İbn Nâfî'den başkaları bu hadisi, Leys, Amire b, EbîNaciye, Bekr b. Sevâde, Ata b.
Yesâr senediyle Resûlullah (s.a.)dan rivayet etti.
Ebû Dâvûd dedi ki; Bu hadiste, Ebû Saîd el-Hudrî'nin zikredilmesi mahfuz değildir..
12351
Dolay isiyle hadis mürseldir.
Açıklama
Hattabi bu hadis hakkında şunları söylemektedir:
"Bu hadisten anlaşıldığına göre, su ile abdest alan hakkında olduğu gibi, teyemmüm
eden için de namazı vaktin başında kılmak sünnettir. Ancak bu meselede ulema ihtilaf
etmişlerdir. İbn Ömer'in, vakit içerisinde istediği anda teyemmüm eder dediği rivayet
edilmiştir. Atâ, Süfyân, Ebû Hanife ve Ahmed b. Hanbel de aynı şeyi söylemişlerdir.
İmam Mâlik'-in görüşü de buna benzemektedir. Ancak Mâlik, kişi suyun bulunması
umulmayan bir yerde ise, vaktin başında teyemmüm eder ve namazını kılar demiştir.
Zuhrî'nin, "vaktin çıkmasından korktuğu bir zamana kadar teyemmüm edemez" dediği
rivayet edilmiştir.
Aynı şekilde teyemmüm edip namazını kıldıktan sonra, daha vakit çıkmadan suyu
bulan kişinin ne yapması gerektiği de ihtilaflıdır. Atâ, Tâvûs, İbn Sırın, Mekhûl ve
Zührî'ye göre namazını iade etmelidir. Evzâî ise, bunu müstehab görmüş "vâcib"
dememiştir.
Cumhurun görüşüne göre ise, namazı iadeye lüzum yoktur. Bu, ibn Ömer'den de
rivayet edilmiştir. Şafiî, Mâlikî,Hanbelî ve Hanefî mezheplerinin görüşleri de bu
şekildedir.
Hattâbî'nin özet olarak verdiği bu malumat namazı kıldıktan sonra suyu gören kimseye
ait hükümler ile namaz vakti girince hemen teyemmüm edilip namazın kılınıp
kılmmayacağı husundaki ihtilaflara işaret etmektedir. Teyemmümle namaza duran
veya henüz namaza durmadan suyu gören kimsenin ne yapması gerekdiği de aynı
şekilde ihtilaflıdır.
Cumhura göre, namaza durduktan sora suyu bulan kimse namazını kesmez. Ebû
Hanife ve bir rivayetinde Ahmed b. Hanbel teyemmümün bozulduğu görüşündedirler.
Ancak Muğnî'nin ifâdesine göre, Ahmed b. Hanbel cumhurun görüşünden dönmüştür.
Hanefî mezhebinde namaz içinde su bulunsa teyemmüm bozulacağından namaz da
bozulmuş olur, yeniden namazın kılınması icab eder. Müzeni, Sevrî, Evzâî ve İbn
Şureyh'de bu görüştedir.
Teyemmüm edip de henüz namaza durulmadan su bulunacak olursa, ittifakla
teyemmüm bozulur.
Her ne kadar yukarıda Hattâbî'nin sözleri nakledilirken, namazını teyemmüm ile kılıp
vakit çıkmadan suyu gören kimsenin namazını iadeye lüzum olmadığı dört mezhebin
görüşü olarak verilmişse de bu konuda Şâfiiî mezhebinde bazı ayrılıklar vardır.
Bunları İmam Nevevî şu şekiide ifâde etmektedir:
"Teyemmümle kılman namazın iadesi meselesine gelince, bizim mezhebimize
(safilere) göre hastalık, yara ve buna benzer bir sebepten dolayı teyemmüm etmişse,
iade gerekmez. Suyu kullanmaktan âciz olduğu için teyemmüm etmişse -ki, yolculukta
olduğu gibi- suyun olmadığı bir yerde ise yine iade gerekmez. Ama suyun
bulunmaması nâdir olan bir yerde teyemmüm etmişse iadesi gerekir. Sahih olan görüş
12361
budur."
Bazı Hükümler
1. Suyun bulunmadığı yerde teyemmüm yapılabilir.
2. Önemli meselelerin merciine götürülmesi gerekir.
3. İçtihada ehil olan kişi içtihadından mes'ûldür.
4. Teyemmüm eden kimsenin namazını kıldıktan sonra vakit çıkmadan suyu bulması
r2371
halinde namazını iade etmesine gerek yoktur.
339. ...İsmail b. Ubeyd, Atâ b, Yesâr'dan:
"Resûlullah'in ashabından iki zat" (diye başlayarak) önceki hadisi manâ olarak rivayet
r2381
etti.
Açıklama
Musannifin bu rivayeti Sünen'e alması, senetlerdejki bazı farklılıklara işaret etmek
içindir. Bu farklılıklar, hadis metinlerinin başındaki isnat silsilesinde kendisini
f2391
göstermektedir.
[240]
127. Cuma Günü Gusletmek
340. ...Ebû Hureyre (r.a.) şöyle haber vermiştir:
"Ömer b. el-Hattab (r.a.) bir cuma günü hutbe okurken, bir zat (mescide) giriverdi. Hz.
Ömer:
Niçin namaza (vaktinde) gelmiyorsunuz? dedi. Adam:
Ezam duyup abdest aldım (ancak geldim) , dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer şu
karşılığı verdi:
Hem de sadece abdest (öyle mi)? Resûlullah (s.a.)m, "Sizden biri cumaya geldiği
1240
zaman gusletsin" buyurduğunu işitmediniz mi?
Açıklama
Hadis-i Şerifin Buhârî'deki rivayetinde cuma namazına geç kalan sahabînin
muhacirlerden biri, Müslim'deki bir rivayette ise, daha da müşahhas olarak Hz. Osman
olduğu beyân edilmektedir. Buna göre, Ebû Davud'un adını vermediği şahsın. Hz.
Osman olduğu anlaşılmış olmaktadır.
Hz. Ömer, önce Hz. Osman'ın namaza geç kalmasına tariz ederken, Onun gusletmeden
sadece abdest alarak geldiğini duyunca sözü o yöne çevirmiş ve "namaza geç kalmak
suretiyle fazileti kaçırmakla yetinmedin bir de, guslü terkettin öyle mi?" demiştir.
Hz. Osman başka bir rivayetten anladığımıza göre pazara gittiği için gecikmiş, ezanı
işitince, hutbe dinlemenin faziletini, guslün faziletine tercih ettiği için gusletmeden
abdest alarak mescide koşmuştur.
Hattâbî, bu hadisin cuma günü gusletmenin vâcib olmadığına delalet ettiğini söyler.
Çünkü eğer vacip olsaydı, Hz. Ömer, Hz. Osman'a gidip gusletmesini emreder veya
Hz. Osman gusletmeden camiye gelmezdi. Hz. Osman'ın cevâbına karşılık, Hz. Ömer
ve mescitte hazır olan ashâb'ı kiramın susması, cuma günü gusletmenin müstehap
olduğuna delâlet eder. Bütün bu zevatın, vacibin terki üzere içtima etmeleri
düşünülmez.
Fethıı'l-Bârî'de de İmam Şafiî hazretlerinin şöyle dediği nakledilmektedir: "Hz. Osman
gusletmek için namazı terketmediğine ve Hz. Ömer de çıkıp gusletmesi için
emretmediğine göre, onlar gusülle ilgili emrin ihtiyarî olduğunu biliyorlardı."
Hattâbî ve diğer bazı ulemadan, cuma günü gusletmeden namazın cevâzmda icmâ
olduğu nakledilmiştir. Bu guslün hükmü hakkında bazı ihtilaflara rastlanmaktadır. Ebû
Hureyre, Ammâr b. Yâsir ve Mâlik'ten bu guslün vacip olduğu nakledilmiştir. Zahirî
mezhebinin görüşü de bu şekildedir. Hattâbî, Hasan el-Basrî'den de aynısını rivayet
etmiştir.
Selef ve Halef ulemâsının cunhüruna göre bu gusül sünnettir.
Efendimizin cuma için guslü emretmesindeki hikmet, diğer bazı rivayetlerden
anlaşıldığına göre, vücuttaki kirleri, yağlan ve fena kokuları izâle edip cemaate eziyet
vermemektir. Bu sebep göz önüne alınırsa guslün, cuma namazından evvel olması
iktiza eder. Nitekim cumhura göre, gusül cuma namazından evvel yapılmışsa,
efendimizin emrine ittiba edilmiş sayılır. Namazdan sonraki gusül cuma guslü
sayılmaz. Sabah namazından sonra gusletmek de Imam-i Azam ve İmam-ı Şafiî'ye
göre fazileti kazanmaya kâfidir, ancak cuma namazına gidecek zamana yakın olması
efdaldir.
İmam Mâlik, Evzâî ve Leys b. Sa'd ise sabah namazından sonraki guslü kâfi görmeyip
fazileti kazanabilmek için cumaya giderken gusledilmesini şart koşarlar.
Hanefîlerden Hasan b. Ziyâd ve Zahirîlere göre, cuma namazından sonra yapılan gusül
de, fazilet elde etmeye kâfidir. Çünkü bu gusül cuma gününün faziletini izhar içindir.
Mebsût'un beyânına göre İmam Muhammed'in kavli de budur. Hidâye'nin ifadesine
göre Ebû Yûsuf un görüşü, cumhurun görüşüne muvafıktır. Niketim Aişe (r.anha.)
şöyle demektedir: 'İnsanlar İş sahibi idiler yeterli vakitleri de yoktu. İş sonucu
terlemeden ötürü ter kokulan hissedilirdi. Bunun için de onlara cuma günü
f2421
yıkanabilirsiniz. . " denilmiştir.
341. ...Ebû Said el-Hudrî (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah (s,a.) şöyle
buyurmuştur;
[243]
"Cuma günü gusletmek, baliğ olan herkese vaciptir."
Açıklama
Hadis-i Şerifte "bâliğ olan" diye terceme edilen kelime "ihtilâm olan" mânasına
gelecek şekildedir. Bundan maksat baliğ olandır. İhtilâm olmak bulûğa ermeyi gerekli
kıldığı için, mecazen bulûğa eren yerine "ihtilâm olan" kullanılmıştır. Burada "ihtilâm
olan" kelimesini, hakiki mânâda anlamak mümkün değildir. Çünkü ihtilâm olan
kimsenin cuma olsun olmasın mutlaka yıkanması lâzımdır. Bazıları ise bu kelimeden
muradın erkekler olduğunu söylerler.
Yine hadis-i şerifteki "vâcibtir" kelimesinin mânâsı "sabittir" şeklinde anlaşılmalıdır.
Çünkü bundan evvelki hadisin şerhinden de anlaşılabileceği gibi, cuma günü
gusletmenin vacip olmadığını ifâde eden bir çok rivayet mevcuttur. Meselâ Hz.
Semure'den rivayet edilen bir hadiste, "Bir kimse abdest alırsa ne alâ! Fakat
guslederse, gusül daha efdaldir" buyurulmaktadır.
Hattâbî, bu kelimenin bilinen mânâda vacibin karşılığı olmadığım şu sözleri ile ifâde
eder: Buradaki "vâcib" kelimesinin mânâsı vücub-i ihtiyari ve istihbâbî'dir, vücub-i
farzî değildir. Bir adamın arkadaşına "Senin hakkın bende vâcibtir, ben hakkını
ödeyeceğim" demesi gibidir. Bu, uyulması şart olan lüzum mânâsına değildir. Bu
te'vilin sıhhatine bir önce geçen Hz. Ömer radiyellahü anh hadisi şahittir."
Cuma günü gusletmenin vacip olduğu görüşünde olanların dayandıkları hadislerden
birisi budur. Vâcib olmadığım söyleyenler ise, ya yukarıda ifâde edildiği gibi te'vil
etmişler, ya da vücûbiyetinin mensûh olduğunu söylemişlerdir. Aynî şöyle der:
"Ashabımızdan (Hanefîler) bazıları, zahiri guslün vücübuna delâlet eden hadislerin
"Bir kimse abdest alırsa ne alâ! Guslederse daha efdaldir" hadisi ile neshedildiğini
söylemişlerdir."
İbn Dakîki'l-İyd, İbnu'l-Cevzî ve Şevkânî bu te'villere karşı çıkarak vücûba delâlet
edenierin daha sarih ve daha sağlam olduklarım, bundan daha zayıf olan hadislerle
nesh edilemeyeceğini söylemişlerdir.
Dikkat edilmesi gereken hususlar:
1. Bu hadisten anlaşıldığına göre "Her baliğ (ergin) olan kişiye gusül" gerektiğinden,
hem kadın hem de erkek için bu bir emirdir.
2. Bu Fethii'l-Bârî sahibi ibn Hacer'in görüşüdür, diğer âlimlere göre ise, yalnız
f2441
erkeklere şâmildir.
342. ...Hafsa (r.anhâ) Peygamber (s.a.)in şöyle buyurduğunu haber vermiştir:
"Her ihtilâm (baliğ) olana, cumaya gitmek vâcibtir. Cumaya giden (gitmek isteyen)
£2451
herkese de gusül vaciptir."
Ebû Dâvûd dedi ki: Bir adam cünüblükten dolayı da olsa fecrin doğmasından sonra
[2461
gusül ederse, ona kâfidir.
Açıklama
Bu hadis-i şerifteki harf-i çerler mukaddem ve mahfuz bir habere
mütealliktirler.Bezlu'l-Mechud sahibi bu mahzufu olarak takdir etmiştir. Terceme de
bu takdir göz önünde bulundurularak yapılmıştır.
Hadis-i şerifden mutlak olarak cumanın baliğ olan herkese vacip olduğu
anlaşılmaktadır. Ancak ileride cuma namazı bahsinde de temas edileceği gibi hasta,
misafir, kadın, köle vs. ye cuma namazı farz değildir. 1067. no'-da gelecek olan Târik
b. Şihâb'm rivayet ettiği "Cuma, köle, kadın, çocuk ve hastaların haricinde her
müslümana vâcib bir haktır" mealindeki hadis, üzerinde durduğumuz hadisi
kayıtlamaktadır.
Ebû Davud'un ilâvesinden, cünuplükten dolayı yıkanıldığı takdirde, ayrıca cuma için
tekrar gusletmenin gerekli olmadığını anlıyoruz.
Bundan da cuma günü yapılan guslün cuma namazı için camiye gelecek müslümanları
f2471
kerih kokularla rahatsız etmemek için olduğu anlaşılmaktadır.
343. ...Ebû Hureyre ve Ebû Saîd el-Hudrî (r.anhüma), Resûlullah (s.a.)in şöyle
buyurduğunu haber vermişlerdir:
"Kim cuma günü gusül eder, en güzel elbisesini giyer, yanında varsa (güzel) koku
sürünür, sonra da cumaya gelip insanların omuzlarına basmaz ve Allah'ın kendisine
yazdığı ve takdir ettiği (tahiyyetu'el-mescidi)ni kılar; imam (hutbe için) çıktığı zaman
namazını bitirinceye kadar (konuşmaz) susarsa, (onun bu durumu) bu cuma ile geçmiş
r2481
cuma arasındaki (günah) 1er için keffârettir."
Ebû Seleme, Ebû Hureyre'nin;"iki cuma arasmdakilere" (ilâve olarak) ve üç gün
ziyâdesinin,(günahlarma kefaret olur.) Çünkü haseneler on misli iledir" dediğini
nakletti.
Ebû Dâvûd dedi ki; Muhammed b. Ebî Seleme'nin hadisi (Hammad'm hadisinden)
T2491
daha tamdır, Hammâd, Ebû Hureyre'nin sözünü zikretmemiştir.
Açıklama
Müellif, hadis-i şerifi üç ayrı şeyhten almış ve bunlara senette işaret etmiştir. Bunlar:
Yezîd b. Hâlid, Abdül-Aziz b. Yahya ve Musa b. İsmail'dir. Yezîd'Ie Abdulaziz,
Muhammed b. Seleme'den, Musa b. İsmail de Hammâd'dan Muhammed b. Seleme ile
Hammad da Muhammed b. îshâk'dan rivayet etmişlerdir. Hadisin metni Muhammed b.
Seleme'nin rivayet ettiği metindir.
Bu hadis-i şerifte, Resûhıllah (s. a.) Cuma günü gusül edip en güzel elbiselerini giyen
ve varsa güzel kokular sürünüp mescide gelerek öne geçmek için insanların
omuzlarına basıp eziyet etmeden tahiyyetü'l-mescid veya nafile namaz kılıp, imam
hutbeye çıktıktan sonra namaz bitinceye kadar hiç konuşmadan dinleyen kimsenin bu
hareketlerinin, iki cuma arasındaki günahlarına keffâret olacağını haber vermiştir. Ebû
Hureyre (r.a.) her iyiliğin on katı ile mukabele göreceği esasını dikkate alarak, iki
cuma arasmdakilere ilâve olarak üç günün daha (7 + 3 = 10 gün) günahına keffâret
olacağım söylemiştir.
Hattâbî, keffârete konu olan günahların namazı kılınmakta olan ile önceki cuma
namazının kılındığı vakit arasındaki geçen müddet olduğu kanaatindedir.
Hadisin açıklamasında beyân edilen tahiyyetü'l-mescid ve mutlak nafile veya kaza
namazının zikredilmesi, diğer imamların bir çoğunun bu görüşte olması dolayısıyladır.
Hanefî mezhebine göre ise, bu hadis-i şerif iki şekilde te'vil edilmelidir:
a. "Allahm yazdığı ve takdir ettiği ifâdesini Hanefıler Peygamber (s.a.)in söylediği de
Allah'ın takdir ettiği gibi olacağından vaktin girmesi ile kılınan namazı cumanın ilk
sünnetine hamletmişlerdir. Amel de buna göre olmuştur.
b. Hanefilerden bazılarına göre bu hadis-i şerifin mutlak ifâdesinden ve diğer bazı
hadislerden de istifâde ederek cuma günü öğle vaktinde tahîyyetü'l-mescit için ruhsat
12501
olduğuna cevaz vermişlerdir. Bu, da Ebû Yûsuf un görüşüdür.
Bazı Hükümler
1. Cuma günü gusletmek ve güzel elbise giymek sünnettir.
2. Cuma günü güzel koku sürmek müstehaptır.
3. Ön saflara geçmek için camide cemaat rahatsız edilmemelidir.
4. Mescide giren bir kimsenin orada namaz kılması meşrudur.
5. İmam hutbe okumak için minbere çıktığı zaman, namaz bitinceye kadar
£2511
konuşulmaz.
344. ...Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) Peygamber (s.a.)ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
1252]
"Cuma günü gusül etmek ve dişleri misvaklamak baliğ olan herkese sabittir.
(Baliğ kimse o gün) kendisi için takdir edilen kokudan (da) sürer."
(Râvilerden) Bukeyr, Abdurrahman'ı zikretmemiş, koku hakkında da "kadınların
1253]
kokusundan bile olsa" demiştir.
Açıklama
Hadis-i şerifinin Buhârîdeki rivayeti şeklindedir. Dipnotta işaret edilen Ebû Dâvûd
nüshasmdaki rivayet de aynıdır. Buradaki cümlesi de Müslim'de "bulabildiği takdirde"
demektir. Bu cümle hakkında Kadı Iyâz, "Bu cümle bulabildiğini sürmesi hususunda
te'kid için ya da çok sürmek istediğini anlatmak için söylenmiş olabilir. Birinci mânâ
daha zahirdir" demiştir.
Behlül-mechûd sahibi ise, "Kadı İyaz'm dediği bu iki ihtimal, Müslim'in rivayetine
göredir; Ebû Davud'un rivayetine göre, te'kid olma ihtimali daha yakındır" demiştir.
Ancak bu ifâdeler Kadı iyaz'm söylediklerinden pek farklı değildir.
Bu hadis-i şerifin Buhârî'de yer alan rivâyetindeki "vacib" lâfzının açık ifâdesine
bakarak, cuma günü guslü vacip görenler bu hadisi delilleri araşma almışlardır.
Cumhur ise buradaki "vâcib"in terkedilmesi uygun olmayan müekked sünnete delâlet
ettiğini, gusülden sonra zikredilen misvak kullanma ve koku sürünmenin de bunu
pekiştirdiğini söylemişlerdir. Çünkü misvak kullanmak ve koku sürünmek ittifakla
vacip değildir. Vacib olmayan bir şeyin vacip olanla birlikte tek lâfızla müşterek
olarak kullanılması sahih değildir. O halde cuma günkü gusül de vacip değil, misvak
kullanma ve koku sürünmenin hükmündedir.
İbnü'l-Cevzî: "Özellikle ma'tûfun hükmü sarahaten ifâde edilmediği zaman, vacib
olmayan bir şeyin vacib olan birşey üzerine atfına manî bir durum yoktur" demiş ve
cumhurun bu hadisi,kendi mezheplerine göre te'villerini tenkid etmiştir.
Bu hadis cumaya gitsin veya gitmesin, baliğ olan her müslüman kişiye guslün lâzım
olduğuna delâlet ediyor. Bu babın ilk hadîsinde ise, "Sizden biriniz cumaya gittiği
zaman gusletsin" buyurulmaktadir. Cuma günündeki gusül etmenin herkes için
müstehap, cumaya gitmek isteyenlere de sünnet-i müekkede olduğunu söyleyerek bu
hadisilerin arasını birleştirmek mümkündür. Ancak cumhura göre meşhur olan görüş
guslün cumaya gitmek isteyenlere müstehap olduğu şeklindedir.
Misafir ve kendisine cuma farz olmayanların gusletmelerinin müstehap olup olmadığı
ihtilaflıdır. Cumhura göre bunlar cumaya gitmek isterlerse gusletmeleri müstehabtır.
Hanbelîler, kadınlar için gusletmenin gerekli olmadığım söylemişlerdir.
İmam Şafiî: "Ben suyu bir dinara satın alsam bile hazarda da seferde de cuma günü
guslü terk etmedim" demiştir.
Alkame, Abdullah b. Artır, İbn Cubeyr, Kasım b. Muhammed, Esved ve İyas b.
12541
Muâviye kendisine cuma farz olmayanlara guslü gerekli görmezler.
345. ...Evs b. Evs es-Sekâfî, Resûlullah (s.a.)'i şöyle buyururken işittim demiştir:
"Her kim cuma günü (başını ve vücudunun geri kalan kısmını) yıkar ve gusleder
erkenden yola çıkıp (hutbenin evveline) yetişir (bir şeye) binmeyip yürür, imamın
yakınma oturarak abesle iştigal etmeyip (konuşmadan) hutbeyi dinlerse onun için
'[255]
attığı her adıma bir senelik oruç ve namazının ecri vardır."
Açıklama
İmam Nevevî Muhezzeb Şerhi'nde bu hadisin şeddeli ve şeddesiz olarak şekilleriyle
rivâyet edildiğini, muhakkikler nazarında şeddesiz olarak "ğasele"nin daha tercihe
şayan olduğunu ve mânâsının "başını yıkadı" şeklinde olduğunu, Ebû Davud'un
bundan sonra rivayet ettiği hadis-i şerifinin bu mânâyı kuvvetlendirdiğini söyler.
Araplar hıtmî ve yağ sürerek önce başlarını yıkayıp sonra gusül ettikleri için başı
yıkama gusulden ayrı olarak zikredilmektedir.
"camiye erken gitti, ilk saatte yola çıktı" demektir. İbn En-bârî, nin "sadaka verdi"
mânâsında olduğunu söyler. Buna göre mânâ, "camiye gitmeden Önce sadaka
verirse..." şeklinde olacaktır.
Namaz kılmak, Kur'ân okumak ve zikretmek gibi, erken gelenlerin yaptığını yapar
veya hutbenin evveline yetişirse, demektir.
"konuşmadı" manasmdadır. Çünkü hutbe esnasında konuşma Iağvdır.Hutbe esnasında
konuşmak, cumhura göre haram Şâfıîlere göre tenzihen mekruhtur.
Hadis-i şeriften tavsiye edildiği şekilde camiye gelip hutbeyi dinleyen ve namazını
kılan kimseye bütün senenin gecelerini namaz kılarak, gündüzlerini de oruç tutarak
[2561
geçirmiş gibi sevap verileceği anlaşılmaktadır.
Bazı Hükümler
1. Cuma günü gusledilmelidir.
2. Camiye erkence gitmelidir.
3. Camiye giderken -mümkünse- yürüyerek gitmek daha efdaldir.
4. Hatibe yakın bir yere oturup hutbeyi dinlemeli ve hutbe okunurken
izm J
konuşulmamalıdır.
346. ...Evs es- Sekafî (r.a.) Resûlullah (s.a.)m şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Her kim cuma günü başını yıkar ve gusleder..." Daha sonra (ubâde) önceki hadisin
12581
lâfızları ile devam etti.
Açıklama
Bundan önceki hadisin aşağı yukarı aynıdır. Sadece kelimesi şeddesiz olarak ve
mef ulu ile beraber vârid olmuştur. Bu hadis yukarıda da işaret edildiği gibi önceki ha-
J2591
dişteki nin "başını yıkadı" mânâsında kullanıldığına delildir.
347. ...Abdullah b. Artır b. el-As, Resûlullah (s.a.)'uı şöyle buyurduğunu haber
vermiştir:
"Her kim cuma günü gusleder, -varsa- hanımının kokusundan sürünür, en güzel
(temiz) elbisesini giyer, insanların omuzları üzerinden aşmaz ve hutbe esnasında
konuşmazsa (bunlar) iki cuma arasındaki (günahlara) keffâret olur. Konuşan ve
insanların omuzlarına basan kimseye ise (cuma namazı) Öğlen namazı (gibi) olur,
r2601
(Ancak öğlen namazının sevabını alır."
Açıklama
Bu hadis-i Şerif de önceki hadislerde olduğu gibi cuma günü müslümanlarm temiz
olmalarım, insanlara eziyet verecek koku ve davranışlardan sakınmalarım ve hutbe
esnasında konuşmamalarını tavsiye etmektedir.
"Varsa hanımının kokusundan sürünür" cümlesinden maksat, kendilerinin kokusu
olmadığı takdirde hanımların kokularım kullanabileceklerine işarettir. Çünkü kadınlar,
genellikle koku bulundururlar.
"İnsanların omuzları üzerinden aşmak" ise, sonradan gelen bir kimsenin ön saflara
geçebilmek için cemaate ezâ etmesi, onların üzerlerinden geçmesidir. Efendimiz, her
konuda olduğu gibi, burada da sevap kazanmak kasdıyla bile olsa, müslümana eziyet
edilmemesini emretmiştir.
Bu tavsiyelere uymayan kimsenin ise iki cuma arasındaki hatalara keffâret olan
ecirden istafâde edemeyeceği, cumanın sevabını bile alamayıp sadece öğle namazının
£2611
sevabını alabileceği Resûlullah (s. a.) tarafından haber verilmiştir.
348. ...Abdullah b. ez-Zübeyr, (r.anha)nm kendisine şöyle dediğini rivayet eder:
"Peygamber sallellahü aleyhi vesellem (şu) dört şeyden dolayı guslederdi: Cenabet,
r2621
cuma günü, kan aldırmak ve cenaze yıkamak."
Açıklama
Bu hadis-i şerif sünen'in Cenâiz bölümünde 3160 numarada tekrar gelecektir. Müellif
aynı anlamdaki 3162. hadisin akabinde bu hadis-i şerifin mensuh olduğunu
söylemektedir.
Resûlullah (s.aj'in bizzat cenaze yıkamadığını ileri sürerek "Peygamber sallellahü
aleyhi vesellem bu dört şeyden dolayı gusülederdi" ibaresini "gusletmeyi emrederdi"
şeklinde takdir edenler olmuştur.
Hadis-i şerif zikri geçen dört şeyden dolayı gusül etmenin meşru olduğuna delâlet
etmektedir. Cenabetten dolayı yıkanmanın hükmü bellidir. Cuma günü gusletmenin de
hükmü bundan evvelki hadislerin şerhlerinde beyân edilmiştir.
Kan aldırmadan dolayı gusül, cumhura göre müstehap değildir. Bu, burun kanamasına
benzer. Üzerinde durduğumuz hadis ile de istidlal edilemez. Çünkü biraz önce de
işaret edildiği gibi buna "mensühtur" diyenler olduğu gibi, başka yönlerden tenkide
tabi tutanlar da vardır. Buhârî "bu konudaki Aişe hadisi bir şey değildir", İmam
Ahmed ve İbn Medînî: "Bu konuda hiçbir şey sabit değildir" demişlerdir. Bu hadisin
tenkidi daha çok Mus'ab b. Şeybe yönünden olmuştur. Kendisi hakkında "kavi
değildir, hafızası sağlam değildir." denilmektedir. Dârakutnînin rivayet ettiği ve
Peygamber (s.a.)'m kan aldırdığını ve kan alman yerden başka bir tarafını
yıkamadığını bildiren hadis de cumhurun mezhebini takviye etmektedir. Ancak
senedinde Salih b. Mukâtil olduğu için Dârakutnî'nin hadisi de tenkide tâbidir.
Cenaze yıkamaktan dolayı gusülün hükmü de ihtilaflıdır.
Hz. Ali ve Ebû Hureyre (r.anhüma)dan onun vâcib olduğu rivayet edilmiştir, imam
Mâlik, İmam Ahmed ve İmam Şafiî'nin ashabına göre, müstehaptır.
Leys ve Hanefîlere göre, müstehap da değildir. Bunlar, cenaze yıkayanın gusül
edeceğine dâir olan hadislerdeki guslü el yıkamaya hamletmişlerdir. Beyhakî'nin
rivayet ettiği, "Sizin ölüleriniz temiz olarak ölür. Ellerinizi yıkamanız kâfidir."
mealindeki hadis, bu gürüş sahiplerinin delillerindendir.
Her nekadar bazı Hanefî fıkıh kitaplarında sünnet ve müstehap olan gusüller arasında
kan aldırmak ve cenaze yıkamaktan dolayı gusül etmek de sayılmamakta ise de
bazılarında ihtilâftan (bunlardan dolayı gusül etmenin vacib olduğunu söyleyenlerin
ihtilâfından) sakınmak için, kan aldırmak ve cenaze yıkayanın gusül etmesinin
[263]
mendub olduğu beyân edilmektedir, ki ihtiyath olanı da budur.
349. ...Ali b. Havşeb şöyle demiştir:
[2641
sözünün manasını Mekhûl'a sordum. Başım ve bedenini yıkar (demektir) dedi."
350. ...Saîd b. Abdilazîz (Evs hadisindeki) sözü hakkında şöyle demiştir: "Başını ve
[265]
bedenini yıkar."
Açıklama
Müellefîn bu eserleri kitabına almaktaki maksadı 345 numaradaki Evs b. Evs es-
Sekafî hadisindeki cümlesi hakkında) Mekhûl}ve Said b. Abdilaziz'in görüşlerini
nakletmekdir. Ancak bu eserler mezkûr hadisin hemen akabinde verilmiş olsaydı daha
\266~]
uygun olurdu.
351. ...Ebû Hureyre (r.a.) Resûlullah (s.a.)'m şöyle buyurduğunu haber vermiştir:
"Bir kimse cuma günü cünüplükten dolayı yıkandığı gibi yıkanır, sonra da erkenden
(mescide) giderse, bir deve tasadduk etmiş gibi olur. ikinci saatte giden bir sığır,
üçüncü saatte giden boynuzlu bir koç, dördüncü saatte giden bir tavuk, beşinci saatte
giden de bir yumurta tasadduk etmiş sayılır. İmam (minbere) çıktığı zaman melekler
[267]
(minberin yanında) hutbeyi dinlemeye gelirler."
Açıklama
Hadis-i şerifteki kelimesi ile ifâde edilen mânâ hususunda âlimler değişik görüşler
serdetmişlerdir. Muvatta'da fiilinden sonra (ilk saatte) ibaresi ziyâde edilmiş ve
îmâmMâlik bu hadisteki saatleri "güneşin zevalinden sonraki latif anlar" diye tefsir et-
miştir. Şâfiilerden Kadı Hüseyin ve İmamü'l-Haremeyn de aynı görüşü be-
nimsemişlerdir. Ulemânın cumhuruna göre cuma günü müstehap olan günün
evvelinde gitmektir. Ezherî'nin ifâde ettiğine göre, günün başında da, sonunda da
gitmek manasına kullanılabilir.
Râfıîye göre, "saatler"den murat gece ve gündüzün zaman dilimleri olan saatler değil,
dereceleri tertibe koymak ve önce gelenlerin sonra gelenlerden daha çok fazilete nail
olduklarını bildirmektir.
Cumhur hadis-i şerifteki saatleri zaman mânâsına hamletmişlerdir. Ancak bu saatlerin
ne zamandan itibaren başlayacağı hususunda görüş ayrılıkları vardır.
Rûyânî: "İmam Şafiî'nin sözünün zahiri erken gitmenin fecrin doğmasından itibaren
olduğunu gösterir" demiş. Râfiî ve Nevevî de bunu sahih görmüşlerdir. Mâverdî ise bu
saatlerin güneşin doğmasından itibaren başlayacağım çünkü bundan evvelki vaktin
gusül vakti olduğunu söyler.
Hadis-i şerifin diğer hadis kitaplarındaki rivayetleri arasında ufak-tefek bazı
farklılıklar göze çarpmaktadır. Bununla beraber hepsinin ittifak ettiği mânâya göre,
cumaya gelenlerin alacakları sevaplar geliş sırasına göre farklıdır. Melekler, hatip
minbere çıkıncaya kadar bunları zapt ve tesbit ederler. Yukarıda beyân ettiğimiz farklı
görüşlere göre, sabahın erken vaktinde veya hemen zevalden sonra gelenlere bir deve
tasadduk etmiş gibi sevap yazarlar. Daha sonra gelenlere de sırayla, sığır, boynuzlu
koç, tavuk ve yumurta tasadduk etmiş sevabı yazarlar. Hatip minbere çıkınca bu
yazma işini bırakırlar ve okunacak hutbeyi dinlemek üzere minberin yanma gelirler.
Artık bu vakitten sonra gelenler yukarıda adı geçen sevaplardan istifâde edemezler, t
Sadece cuma namazına ait sevaplara nail olurlar. Camiye erken gelenlere verilen
sevapların farklı oluşu gelenlerin namaz kılmak, Kur'ân okumak, teşbih ve zikir gibi
r2681
ibadetleri daha çok yapacakları içindir.
Bazı Hükümler
1. Cuma günü gusletmek teşvik edilmiştir.
2. Camiye gitmek hususunda, erken davranılmalıdır.
3. Mükafatlar amellere göre verilecektir.
12691
4. Cumaya melekler de iştirak ederler.
128. Cuma Günü Guslünü Terketme Ruhsatı
352. ...Aişe (r.anha)dan, demiştir ki;
"İnsanlar, kendi işlerini kendileri yapıyorlar ve o halleriyle (iş elbiseleriyle, terli bir
halde yıkanmadan) cumaya geliyorlardı. (Bundan dolayı) kendilerine, "keşke
r2701
yıkansaydmız" denildi."
Açıklama
Hadis-i şerifin Buhârî ve Müslim'deki rivayetleri birbirlerinden farklılıklar arz
etmektedir.
Hadisten anlaşıldığına göre Asr-ı Saadette genel olarak ashab-ı kiram işlerinde bizzat
çalışır hizmetçi, işçi kullanmazlardı. Bu yüzden tabiatiyle terlerler, üzerlerinde ter
kokusu olduğu halde cumaya gelirler ve bu durum cemaati rahatsız ederdi. Bundan
dolayı kendilerine "keşke yıkansanız" denilmiştir. Bu sözü söyleyen (Buhârî'nin
rivayetinden anlaşıldığına göre) Peygamber (s.a.)'in kendisidir.
Resûlullah (s.a.)in ashaba yıkanmayı emretmeyip de temenni suretiyle tavsiyede
bulunması cuma günü gusletmenin farz olmadığına delâlet etmektedir. Şayet farz
olsaydı, temenni etmez, emrederdi. Guslü emreden hadislerdeki emir siğasmm
[271]
emretmeyen hadislerle tearuza düşmemesi için mendûbiyete hamledilrniştir.
Bazı Hükümler
1. Cumanın vakti, öğlenin vaktidir ki, o da zevalden sonradır. Çünkü ashabın cumaya
gıdısı fiiliyle ifâde edilmiştir. Lûgatçılann ekserisine göre bu kelime, öğleden sonra
gitme mânâsında kullanılır.
2. Cuma günü gusletmenin hikmeti, insanlara ve meleklere eza vermemesi için pis
r2721
kokuların izâlesidir.
353. ...İkrime (r.a.)den rivayet edilmiştir.; "Iraklılardan (bazı) insanlar (Ibn Abbâs'a)
gelip:
Ya Ibn Abb. a, cuma günü gusletmeyi vâcib görür müsün?dediler. İbn Abbas,:
Hayır, fakat o daha çok temizlik ve gusleden için daha hayırlıdır. Gusletmeyen
kimseye de vâcib değildir. Size (cuma günü) gusletmenin nasıl başladığını haber
vereyim:
İnsanlar darlık ve meşakkatte idiler. Yünden (elbiseler) giyerler, bedenen (yük
taşıyarak) çalışırlardı. Mescidleri dar, tavam basıktı, o (tavan) bir gölgelikten ibaretti.
Sıcak bir günde, Resûlullah (sallellahü aleyhi vesellem) mescide geldi. Yün elbiseler
içerisinde insanlar terlemiş, kendilerinden kokular yayılmıştı. Bu kokularla bir
birlerine eziyet ediyorlardı. Resûlullah (sallellahü aleyhi vesellem) bu kokuyu
hissedince:
"Ey insanlar, Bugün (cuma günü) olunca yıkanmız.Her biriniz bulabildiği koku ve
yağların en güzelini sürünsün" buyurdu.
Aradan zaman geçti Şanı yüce Allah, (mallar, elbiseler, hizmetçilerle onlara) bolluk
verdi. Müslümanlar yünden başka elbiseler giydiler, (bizzat bedenen) çalışmaya
ihtiyaçları kalmadı, mescidleri genişletildi. Böylece bir birlerine eziyet veren ter de
r2731
kısmen zail oldi.
Açıklama
Abdullah ibn Abbas'm azatlısı ikrime'nin naklettiği bu konuşma, İbn Abbas Basra'da
vali iken onunla Iraklı bazı kimseler arasında geçmiştir. Irak o zamanlar İran körfezi
ile Musul arasındaki bölgenin adı idi.
Abdullah İbn Abbas'm sözlerinden anladığımıza göre, Müslümanlar ilk günlerinde
fakir oldukları için bizzat kendileri bedenen çalışarak maişetlerini te'min ediyorlardı.
Yünden dokunmuş elbiseden başka giyecekleri de olmadığı için terliyorlar ve bu
kendilerinde hoş olmayan kokular bırakıyordu. Bu halleriyle, mescidin üstünün hurrna
dallan ile örtülü olması, hava almaması, mescidin dar ve tavanının basıklığına izdiham
da eklerince, çıkan ter kokuları gelen cemaati rahatsız ediyordu. Bu yüzden Efendimiz
Cuma günleri yıkanmalarını emretmişti. Ancak müslümanlar bolluk ve refaha kavu-
şunca içlerinde hizmetçiler çalıştırmaya başlamışlar, yünün dışında daha hafif elbiseler
giyme imkânına kavuşmuşlar, böylece eskiden olduğu gibi, başkalarını rahatsız
edecek biçimde terlemez olmuşlardır. Böylelikle cuma günleri gusletme zorunlulukları
da ortadan kalkmıştı.
Hanefi âlimlerinden Tahavî Şerhu Meânil-Âsâr adındaki eserinde bu hadisi rivayet
ettikten sonra şunları söylemektedir:
"Resûlullah (s.a.)'m guslü emrettiğini haber veren İbn Abbâs bunun vücûb için
olmadığını söylemektedir. Bu emir, bir illete mebnidir. Bu illet ortadan kalkınca
guslün vücûbu da ortadan kalkmış demektir. Bunları söyleyen İbn Abbas, ayin
r2741
zamanda cuma günü guslü emreden hadisleri rivayet edenlerden biridir."
Bazı Hükümler
1. Mescid veya bir toplantıya gidecek olan kişi üzerideki kerih kokuları izale
etmelidir.
1275]
2. Cuma günü gusletmek teşvik edilmektedir.
354. ...Semure b. Cündüb (r.a.)den demiştir ki; Resûlullah (s.a.)şöyle buyurdu.
"Kim cuma günü abdest alırsa gerekeni yapmıştır ve güzeldir. Ama kim guslederse o
£2261
daha faziletlidir."
Açıklama
Bu hadis-i şerif biraz değişik lâfızlarla Ashâb-ı kirâmdan Enes, Ebû Saidel-Hudrî,ve
Ebû Hureyre,Câbir, Abdurrahrnan b.Semure veîbn Abbâs tarafından da rivayet
edilmiştir.
Hattâbinin de dediği gibi hadis-i şerif bu konuda gayet açıktır. Cuma namazı için
abdest kâfidir. Gusül farz değildir, fakat gusleden için fazilet vardır. Tirmizî de şöyle
demiştir; "Bu hadis delâlet etmektedir ki cuma günü gusletmekte fazilet vardır, vacip
r2771
değildir."
129. Yeni Müslüman Olan Kimseye Gusletmesi Emrolunur
r2781
355. ...Kays b. Asim (r.a.)'den, şöyle demiştir:
"Müslüman olmak gayesiyle ResuluIIah (s.a.)'a geldim, Sidr karışmış su ile
r2791
gusletmemi emretti."
Açıklama
Hadis-i şerif, müslüman olmak isteyen bu zâta Efendimizin Sidr karıştırılmış su ile
yıkanmasını emrettiğini haber vermektedir.
Sidnkelimesinin çoğuludur. Trabzon hurmasına benzer bir ağacın adıdır. Yaprakları
kurutularak dövülür ve sabun yerine kullanılırdı.
Yeni müslüman olan kimsenin gusletmesinin vücûbuna kail olanlar bu hadis ile
istidlal etmişlerdir. Ebû Hureyre (r.a.)den rivayet edilen ve Sumâme müslüman olduğu
zaman, Efendimizin ona gusletmesini emrettiği hadis de aynı mevzudadır. İmam
Ahmed ve Ebû Sevr'in mezhebi budur. Bunlar, "Müşrikin, küfr halinde cima veya
ihtilâmdan hali olmayacağını İslama girmeden önce gusletmiş bile olsalar, farz-ı
ikâmeye kâfi gelmeyeceğini" söylemişlerdir.
Şâfîî ve Mâlikîlere göre, İslama girmeden önce cünup olan kimsenin küfür halinde
gusletse de etmese de müslüman olunca yıkanması farz, cünup olmayan kimsenin
yıkanması ise, müstehaptır. Bunlar Efendimizin, her İslama girene guslü
emretmeyiyim delil kabul etmişler ve eğer yeni müslüman olan herkesin gusletmesi
vacip olsaydı, Peygamber (s. a.) herkese emrederdi, halbuki böyle yapmamıştır. Bu,
emrin bazen istihbâba delâlet ettiğine, guslün vücöbunu gösteren emirlerin de cünub
olana gusletmenin vacib olduğuna karinedir demişlerdir.
Hanefilere göre ise küfür halinde cünup olup da gusleden kişiye müslüman olduktan
sonra tekrar yıkanmak farz değildir. Çünkü su temizleyicidir ve gusl için niyet şart
değildir. Ancak bu halde yıkanmak müstehaptır. Müslüman olmadan önce cünup olup
da, gusletmemişse İslama girdikten sonra gusletmesi farz olur.
İslama girmeden önce abdest alıp da abdesti bozmadan müslüman olan bir kimsenin o
abdestle namaz kılıp kılamayacağı meselesi de ihtilaflıdır.
Şafiî, Mâliki ve Hanbelîlere göre,bu durumda olan bir kimse namaz kılamaz, abdestini
yenilemesi gerekir, Teyemmüm için de hüküm aynıdır.
Hanefîler, teyemmüm niyete muhtaç olduğu için teyemmüm konusunda diğer
mezheplerle aynı fikirde oldukları halde abdest hususunda farklı görüştedirler. Hanefî
mezhebine göre cenabetten daha önce yıkanmış ise, şirk hâlinde abdest alan kimse, bu
abdest ile müslüman olduktan sonra namaz kılabilir. Çünkü abdest için niyet şart
değildir. Dolayısıyle abdestin iadesine ihtiyaç yoktur. Eski abdestin kullanılması daha
[2801
faziletlidir.
Bazı Hükümler
1. İslama yeni giren kimsenin gusletmesi gerekir.
2. Sabun gibi, suyun temizleyicilik özelliğim artıran maddelerin suya katılması
£2811
caizdir.
T2821
356. ...Useym b. Kuleyb babası tarikiyle.dedesinden rivayet etmiştir ki:
"O (Kuleyb el-Cuhenî) Peygamber (s.a.)e gelip:
Ben müslüman oldum, demiş, Resulûllah (s.a.) de 'ona:
"Kendinden küfür kıllarını al, buyurmuştur."
(Kavilerden biri Resûlullah (s.a.)'m sözünü) "traş ol" diye açıklamıştır.
(Useym'in babası Kesîr) şöyle dedi:
"Bir başkası bana haber verdi ki; Peygamber (s.a.) kendisi (Haberi veren veya
Resûlullah) ile beraber olan diğer birine:
r2831
"Kendinden küfür kıllarını at ve sünnet ol, buyurdu."
Açıklama
Resûlullah (s.a.)m yeni müslüman olan bu zata "kendinden küfür kıllarını at"
buyurması umûma şâmil değildir. Yani İslama yeni giren herkesin traş olması şart
değildir. Burada; "kıl'm küfre izafe edilemesi, bazı kâfirlerin, alemeti farikası olarak
uzattıkları saçlarının kesilmesi gereğine işarettir. Çünkü bazı bölgelerdeki gayr-i
müslimler başlarını değişik bir biçimde traş ederlerdi. Ve kendilerine has bir alâmet
olarak başlarının bir yerindeki saçları uzatırlardı. Meselâ, Mısır ve Hindistan'da durum
böyle idi. İşte Resûlullah (s.a.)'m kesilmesini emrettiği kıllar bu tipteki saçlardır.
Aynî bu mevzuda şunları söyler: "Peygamber (sallellahu aleyhi ve sellem)in tıraş
olmayı emretmesi, temizlikten mübalağa ve kâfirken büyüyen kıllarım izâle içindir.
Sünnet olmayı emretmesi ise, gayet açıktır. Eğer kâfir müslüman olur ve sünnet
olmanın vereceği eleme katlanamayacak durumda olursa, olduğu hal üzere terk edilir."
Aynî'nin, sünnet hususunda söylediği günümüzde problem değildir. Zira uyuşturucu
iğnelerle hiç bir acı duymadan sünnet olmak mümkündür. Dolayısıyle İslama yeni
girenlerin sünnet olmamasını meşru kılacak bir özür kalmamıştır.
Bu mevzudaki görüş farkları 54. hadis-i şerifin şerhinde verilmiştir. Ayrıca, hanefî
fukahası bu konuda şunları da ilâve etmiştir:
Bülûg çağından sonra müslüman olan kişinin mümkünse, kendi kendini sünnet etmesi
veya eşi tarafından (sünnet) edilmesi daha uygundur.
Hz.İbrahim'in, 80 yaşında iken kendi kendisini sünnet ettiği sahih hadislerde
bildirilmiştir. Bütün buna rağmen mümkün olmadığı takdirde "sünnetin ikâmesi için
haram irtikab edilmez" kaidesinden hareketle sünnet olma işini terk eder diyenler,
olmuş ise de bu görüş muteber sayılmamaktadır. Zira sünnet olma hüküm bakımından
her ne kadar sünnet ise de İslâmm şiarı olması açısından lüzumlu görülmüş ve doktor
tarafından sünnet edilmesi gereği üzerine durulmuş, fetva da buna göre verilmiştir.
Peygamber Efendimiz, küfür halinden kalma kılların kesilmesini İslâmm şiar olan
sünneti emrettiğine göre, küfür halinden kalma kirlerin izâlesi öncelikle emredilmiş
olmaktadır. Netice itibariyle hadis-i şerifte, müslüman olan kimsenin üzerindeki İslam
r2841
adabına uymayan kılları kesmesi ve sünnet olması istenmektedir.
130. Kadın, Hayızken Giydiği Elbisesini Yıkar
357. ...Muâze (bint Abdullah el-Adevî) şöyle demiştir:
"Aişe (r.anhâ)'ye elbisesine kan bulaşan hayızlı kadının ne yapacağını sordum.
Onu yıkasın eğer kanın eseri gitmezse, onu (n rengini) sarı bir şeyle değiştirsin.
Muhakkak ben Resûlullah (s.a.)'m yanında (peşi peşine) uç hayızı (birden) olur,
12851
elbisemi yıkamazdım (elbiseme kan bulaştırmadım.)"
Açıklama
Bu hadis-i şerif mevkuftur fakat merfû hükmündedir. Çünkü Aişe (r.anhâ)'nm hayız
halinde giydiği elbisesini yıkamaması Resûlullah devrinde olmuş ve Peygamberimiz
buna müdâhale etmemiştir. Hz. Aişe kendisine bunu soran kadına elbisesinde kan izi
varsa onu yıkamasını, kanın rengi çıkmıyorsa üzerine rengini değiştirecek başka bir
r2861
şey sürmesini tavsiye etmiştir.
Bazı Hükümler
1. Kadınların özel hallerinde titiz ve dikkat gerekir.
2. Kadınlar, mahrem yerlerinden çıkan her hangi bir şeyin izâlesi mümkün olmadığı
takdirde rengini değiştirerek kullanabilirler.
3. Kadınların, utancakları herhangi bir şeyi yok edici tedbire baş vurmaları
[2871
mümkündür.
358. ...Aişe (r.anhâ) şöyle demiştir;
"Bizden (Resulüllah'm hanımlarından) birinin sadece bir elbisesi vardı. O elbisesi
üzerinde iken de hayız olurdu. Eğer elbisece kan bulaşırsa, onu tükürüğü ile ıslatır,
r2881
sonra ovalardı."
Açıklama
Hz. Aişe'nin elbisedeki kanı tukruğu ile ovaladıktan sonra su ile yıkaması fakat ravinin
bunu zikretmemesi mümkün olduğu gibi, kanın yıkamaya lüzum hissettirmeyecek
derecede az olması da muhtemeldir. Çünkü her ne kadar Menlıel müellifi "Hanefîler
elbisedeki necasetin suyun dışındaki sirke ve tukrük gibi maddelerle izâlesine bu
hadisle istidlal etmişlerdir" demekte ise de, tükrükle necaset izâle edilemez. Ancak
burada şu söylenebilir, bu necaset namaza manî olacak miktarda değildir. Tükürükle
izâlesi ise, eserin gözlerden uzak tutulmasını sağlamaktı. Hanefîlere göre bazı
şartlarla, sudan başka da bazı mayiler ile necaset izâle edilebilir. Zaten hadis de,
necasetin suyun dışındaki bazı maddelerle de izale edileceğine delâlet etmektedir.
r2891
359. ...Bekkâr b. Yahya, ninesinin şöyle dediğini haber verdi:
"(Bir gün) Ümmü Seleme'nin yanma gitmiştim ki, Kureyş'ten bir kadın, (kadının)
hayızlı iken giydiği elbisede namazı (n hükmünü) sordu. Um mu Seleme şu cevabı
verdi:
Resülullah (s. a.) zamanında biz hayz olur, hayz günlerinde bir elbise giyer,
temizlenince hayızlı iken giydiğimiz bu elbiseye bakardık: Eğer ona kan bulaşmışsa,
yıkar ve o elbise içinde namazı kılardık. Ona bir şey bulaşmamışsa (yıkamaya gerek
duymaz), onunla namaz kılardık.
Saçı taralı olana gelince, bizden (Resûlullah'm hanımlarından) birinin saçları taralı
(saçları taranacak kadar uzun) ise; guslettiğinde saçlarını çözmez, başı üzerine üç avuç
su döker, saçlarının dibine ıslaklık nüfuz ettiği zaman onu ovalar sonra da (suyu)
r2901
bedeninin geri kalan kısmına dökerdi.
Açıklama
Hadis-i şerif eğer kan bulaştmlmamışsa hayız halinde ikengiyilen elbiseyi yıkamadan
giyip onunla namaz kılmanın caiz olduğuna delâlet etmektedir. Zira pis olan giyilen
elbise değil, o haldeki kandır. Kan olmayınca da elbise temizdir. Ümmü Seleme
cevâbında, saçı sık olduğu için saçını tarakla tarayan kadının guslederken saçlarını ve
örgülerini çözmesine lüzum olmadığını da söylemiştir. Hadisteki ifâdede saçın sık
oluşundan bahesedilmemekte ise de, kadının saçlarını tarayıcı olmasından maksat
onların sık olduğunu ifâde etmektir. Mecazen buna "mümteşita" denmiştir. Burada
ifâde edilmek istenen husus, hayızdan kurtulan kadının yıkanırken örgülerini çözmesi
gerekmediğidir.
Kadının âdet halinde giydiği elbiseye kan bulaşmaması halinde o elbise ile namaz
[291]
kılabilir.Bulaşmışsa, yıkadıktan sonra kılabilir.
T2921
360. ...Esma bint Ebî Bekr (r.anhümâ)'dan, demiştir ki;
"Bir kadının Resülullah (s.a.)'a "Bizden (kadınlardan) biri temizlendiği zaman (hayızh
iken giydiği) elbisesini ne yapsın, onunla namaz kılsın mı?" diye sorduğunu işittim
(Resûlüllâh sallellahü aleyhi vesellem) şöyle cevap verdi:
"Baksın, eğer onda kan görürse, biraz su ile ovalasın (bu suda veya elbisede kan izi)
f2931 f2941
görmeyinceye kadar yıkasın ve namazını kılsın."
Açıklama
Son cümlenin mânâsı dipnottaki şekilde olduğu takdirde, bu yıkama,,
kokuların, vesvesenin giderilmesi ve temizlik içindir. Necasetten temizlenmesinde
(sirke, elma suyu vs. gibi) sudan başka maddeleri caiz görmeyenler bu hadis-i şerifi
görüşlerine destek saymaktadırlar. Ancak su haricindeki bazı mayilerle de
temizlenmeyi caiz gören Hanefîler "bu hadisteki suyun zikri tahsis için değil,
temizlenme daha çok su ile olduğu için Efendimiz su ile ovalamayı emretmiştir"
12951
derler.
Bazı Hükümler
1. Soru sorulan kişi bildiği şekliyle cevap vermekten kaçınmamalıdır.
2. Kan ittifakla necistir, temizlenmelidir.
12961
3. Namaz kılabilmek için elbisedeki necasetin izâlesi şarttır.
361. ...Esma bint Ebî Bekr (r.ahhâ)dan, demiştir ki; "Bir kadını Resûlullah (s.a.)'a
şöyle sorarken duydum:
Ya Resûlullah, bizden birinin elbisesine hayız kanı bulaşırsa, ne yapsın? Nebi (s. a.) şu
cevabı verdi:
" Sizden birinize hayz kanı bulaşırsa onu (pamukla) ovalasın sonra su ile yıkasın ve
r2971
namazım kılsın."
Açıklama
Aynî' Buhârî Şerni'nde İbn Battâl'm "Esma hadisi, ulemâ katında necasetin yıkanması
hususunda esastır" dediğini naklettikten sonra şunları söyler: "Bu hadis ulemâ indinde
çok olan kana hamledilir. Çünkü Cenâb-ı Allah kanın necaseti konusunda mesfuh
olmayı şart koşmuştur. O da akıcı olan çok kandan kinayedir. Fakihler çok olanın mik-
tarım tayinde ihtilâf etmişlerdir. Küfeliler (Hanefîler) kanda ve diğer necasette az ile
çoğun arasını ayıklamakta bir dirhem den daha aza itibar etmişlerdir..."
İmam Mâlik'e göre kanın azı affedilir, fakat diğer necasetlerin azı da, çoğu da
yıkanmalıdır.
Şâfıîlere göre kanın azı affedilmiştir. Yalnız köpek ve domuz kanının azıda, afdan
müstesnadır. Pire kanı, bazı şartlarla çok da olsa mâfuvdür. Diğer necasetlerde gözle
r2981
görülebilen pislik necistir.
362. ...Hammâd b. Seleme, Hişâmb. Urve'den önceki hadisi mânâ bakımından (aynen)
rivayet etti: (Müsedded ve Musa b. İsmail rivayetlerinde) şöyle dediler: "Resûlullah
(s.a.):
T2991
"Onu (kanı) kazı, sonra su ile ovala, sonra da yıka','buyurdu.
DOOl
363. ...Ümmu Kays bint Mihsan ( ) şöyle demiştir:
"Resûlullah (sallellahü aleyhi vesellem)'e elbisede olan hayz kanım(n hükmünü)
sordum.
1301]
"Onu bir çubuk (çöp) ile kazı, su ve sidr ile yıka','buyurdu.
Açıklama
Tercemeye çubuk (çöp) diye aktardığımız kelimesi aslında kaburga kemiğinin
Arapçası olduğu halde, ona benzeyen eğri çubuk için de ad olmuştur îbn Dakiki'l-iyd,
Nesâî'den Ibn Hay-ve tarafından yapılan rivayette bu kelimeyi "taş" şeklinde
bulduğunu söylemiş fakat Irakî bunu tenkid etmiştir.
Kanın yıkanmadan ince bir çubuk parçasıyla kazınması, yıkanmayı kolaylaştırmak,
suya sidr karıştırılması ise, temizlikte mübalağa bakımından suyun temizleyecilik
özelliğini artırmak içindir. Bugünkü deterjanlar sidrin görevini fazlasıyla yapmaktadır.
Tabii bu ameliyeler, uyulması şart olmayıp kolaylık bakımından yapılmış
D021
tavsiyelerdir.
Bazı Hükümler
1. Elbisedeki hayz kanını yıkamadan önce sert bir cisimle kazımak, daha çok
temizlenmeye vesiledir.
2. Necasetin yıkanacağı suya, suyun temizleme gücünün artması gayesiyle uygun
r3031
maddelerin karıştırılması meşrudur.
364. ...Aişe (r.anhâ)dan, demiştir ki;
"Bizim (Rasûlullah'm zevcelerinden) birimizin bir tek gömleği olurdu. O gömlek
üzerinde iken hayız olur, o üzerinde iken cünüp olurdu. Sonra onda bir kan damlası
[3041
görür ve onu tükrüğü ile ovalardı."
Açıklama
Hz.Aişenin naber verdiği hanımın kendisi olması muhtemeldir. Bu hadis her ne kadar
mevkuf ise de Resûlullah'm huzurunda olduğu ve Efendimiz reddetmediği için merfû'
hükmündedir.
Hz. Aişe bu haberi verirken, hayız veya cenabet halinde giyilen bir elbisenin pis
olmadığını, şayet elbisede az bir kan lekesi olursa, bunun namaza manî olmadığını
r3051
söylemek istemesinden dolayı zikretmiştir.
365. ...Ebû Hureyre (r.a.)den rivayet edilmiştir; "Havle bint Yesâr, Resûlullah (s.a.)'a
gelip:
Ya Resûlullah! Benim sadece bir tane elbisem var, ben o (elbisem) üzerimde iken
hayız oluyorum, ne.yapayım? dedi.
Nebî(s.a.) şu cevabı verdi:
Temizlendiğin zaman onu yıka ve onda (onu giyerek) namazını kıl."
Havle dedi ki:
Kan çıkmazsa (ne yapayım)? Nebî (s.a.);
r3061
'"Kam yıkamak sana yeter, izi zarar vermez" buyurdular.
Açıklama
Bu hadis-i şerif de Efendimiz, hayız olunan elbisenin yıkanmasını emretmişlerdir.
Bunu kanın çok oluşuna hamledersek önceki hadislerle olan ihtilâf halledilmiş olur.
Ayrıca buradan anlıyoruz ki, temizce yıkandıktan sonra necaset eserinin kalması, o
elbisenin temiz olmasına manî değildir. Bu şekildeki necasetler, temizlendiğine kanaat
gelinceye kadar yıkanır, Hanefîlere göre üç defa yıkanıp sıkıldığında temizlenmiş
D071
sayılır.
131. Hanımıyla Cinsi Temasta Bulunurken Giydiği Elbise İle Namaz Kılmanın
Hükmü
366. ...Muâviye b. Ebî Süfyân'dan rivayet edilmiştir;
"O, Peygamberimizin hanımı olan, kızkardeşi Ummu Habîbe'ye:
Resûlullah (s.a.) cima ederken üzerinde bulunan elbisesi ile namaz kılar mıydı? diye
sordu. Ummu Habîbe (Radıyellahü anhâ):
T3081
Evet, O elbisede pislik görmediğinde (kılardı) dedi."
Açıklama
Meninin pis olduğuna hükmedenlerin dayandıkları hadislerden birisi budur. Çünkü
cinsi temastan sonra elbiseye bulaşabilecek pislik nıezi veya menidir. Efendimiz,
elbisede pislik görmediğinde o elbise ile namaz kıldığına göre, meni veya mezi
gördüğü zaman yıkattığı anlaşılmaktadır.
Bu, Efendimizden çıkan şeylerin temiz oluşuna muhalif değildir. Çünkü hükümlerde
ümmetin durumu göz önünde bulundurulur.
Yine bu hadis-i şeriften şüphe ile amelin vacip olmadığı anlaşılmaktadır. Zira cima
esnasında giyilmiş olan elbisede meni veya mezi eserinin bulunacağı muhtemeldir.
Buna rağmen Efendimiz necasetin olduğunu yakinen bilmedikçe şüpheye binâen amel
r3091
etmeyerek şüphe ile değil, kesin bilgi ile amelin vacip olduğuna işaret etmiştir.
Bazı Hükümler
1. Cinsi temas esnasında giyilen elbiseye meni veya mezi bulaşmamışsa yıkanmadan o
elbise ile namaz kı-hnabilir. Çünkü meni ve mezinin her ikisi de necistir. (İmam
Şafiî'ye göre meni tâhirdir.)
2. Elbiseye meni bulaşmışsa yıkanması gerekir.
3. Bir şeyin aksi ortaya çıkmadıkça aslı üzere hükümedilir.
mm
4. Şüphe ile değil kesin bilgi ile amel vaciptir.
132. Kadınların İç Çamaşırları İle Namaz Kılmak
kelimesi Arapçada kelimesinin çoğuludur. Aslında insanın vücuduna temas eden iç
çamaşırı demektir. Ancak burada uyku esnasında örtülen örtü mânâsında olması da
[3İİ]
muhtemeldin. Fakat terceme, kelimenin asıl manasına göre yapılmıştır.
367. ... Aişe (r.a.)'dan demiştir ki
Rasûlullah (salallallahü aleyhi vesellem) bizim çamaşır larımiz da veya
[3121
çarşaflarımızda namaz kılmazdı.
Ubeydullah: "Babam (çamaşır mı, yoksa çarşaf mı olduğunu) şüphe etti" demiştir.
[313]
Açıklama
Hadis-i şerif hayız kanı gibi necaset bulunması ihtilmali olan kadın elbiselerinden
sakınmanın matlup olduğuna işaret etmektedir. Her ne kadar vacip olan, zanna göre
değil de, kesin bilgiye göre hükmetmek ise de ihtiyatlı davranmak dinimizin teşvik
ettiği hususlardandır. Ancak bu farz değil menduptur. Nitekim bir sonraki babta
gelecek olan hadis-i şeriflerden, kadınların iç elbiselerinde namaz kılmanın caiz
I3İ4J
olduğu anlaşılmaktadır.
368. ...Aişe (r.anhâ)'nm şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Peygamber (s. a.) bizim elbiselerimizde (veya çarşaflarımızda) namaz kılmazdı."
Hammâd;Said b. Ebi Sadaka 'nın şöyle dediğini duydum demiştir:
Bu hadis-i şerifi Muhammed b. Sırın 'e sordum, rivayet etmedi ve "Ben onu eskiden
beri duydum. Fakat kimden duyduğumu bilmiyorum. Güvenilir birinden mi, yoksa
1315]
başkasından mı duyduğumu hatırlayamıyorum. Onu (başkasına) sorunuz" dedi.
Açıklama
Hadis-i Şerifin Hz. Aişe'ye nisbet edilen bölümü bir evvelki hadisle aynıdır.
Müellifin Hampvîd'm sözünü kaydetmekten maksadı, hadisin münkatı' olduğuna işaret
etmektir. Çünkü hadisin senet zincirine göre Hammâd Hişâm'dan, Hişâm da İbn Şîrîn
vasıtasıyla Hz. Aişe'den rivayet etmiş görünmektedir. Said b. Ebî Sadaka, bu hadisi
İbn Sîrîn'e sorduğunda kesin bir cevap da almamış, ne red etmiş ne de olumlu karşılık
I3JL61
vermiştir. Bu, hadis-i şerifte bir inkıta olma ihtimalini ortaya koymaktadır.
133. Kadınların İç Çamaşırları İle Namaz Kılma Ruhsatı
369. ...Meymûne (r.anha)dan;
"Resûlullah (s.a.)'m bir bölümü kendi üzerinde, diğer bölümü hayız hâlindeki bir
[3171
hanımının üstünde olan bir elbise ile namaz kıldığı" rivayet edilmiştir.
Açıklama
Hadis-i Şerifin konu ile alâkası şudur: Peygamber (s. a.) kendi üzerindeki elbisenin
yarışımda hayız halindeki hanımının üzerine örttüğü halde namaz kıldığını ifâde
etmektedir. Efendimiz bu şekilde namaz kılarken yanında olan zevcesi, Meymûne
olabileceği gibi aşağıdaki hadisten anlaşılacağı üzere Hz. Aişe de olabilir. Ancak
Buharî'nin rivayetinden Meymûne olduğu anlaşılmaktadır.
Hadiste geçen kelimesinin mânâsı yün, keten veya başka bir şeyden yapılan, hem
erkeklerin, hem de kadınların göbekten aşağıya ve yukarıya giyebüdekleri bir elbise
[3181
çeşididir.
Bazı Hükümler
1. Üzerinde kan görülmedikçe hayızlı olan kadının elbisesi temizdir.
2. Bir kimsenin hayız olan hanımının yakınında namaz kılması caizdir.
3. Bir kısmı namaz kılanın, diğer bir kısmı da hayız halindeki hanımının üstünde olan
[3191
elbisede namaz kılmak caizdir.
370. ...Aişe (r.a.)dan; demiştir ki;
"BenResûlullah (s.a.)'m yakınında, hayızlı bulunduğumda, üzerimdeki elbisenin bir
r3201
kısmı Resûlullah'm üzerine (sarkmış) bir vaziyetteyken geceleyin namaz kılardı."
Açıklama
Yukandaki hadisle aynı gibi görülen bu hadis farklı bir manaya gelmektedir. Şöyle ki;
birinci hadis-i şerif Peygamber (s.a.)'m elbisesinin hayızlı hanımının üzerine sarktığını
anlatırken hayızlı kadının pis olmadığını, onun üzerine sarkan elbisenin pis
olmayacağına işaret etmektedir. Halbuki bu hadis-i şerif, Hz. Aişe validemizin
üzerindeki elbisenin Resûlullah (s.a.)'e örttüğünü, dolayısıyla hayızlı kadının
[321]
elbisesinin pis olmadığı gibi başkasını da kirletemediğini ortaya koymaktadır.
134. Elbiseye Bulaşan Meninin Hükmü
T3221
371. ...Hemmam b. Haris ten rivayet edilmiştir:
"(Bir gün) Hemmâm Hz. Aişe'nin yanında (misafir) iken ihtilâm olmuştu.Elbisesini
D231
veya elbisesindeki. cenabet eserini (meniyi) yıkarken Hz. Aişe'nin cariyesi onu
gördü ve Hz. Aişe'ye haber verdi. Bunun üzerine Aişe (r.anha) şöyle dedi:
L324J
(Şu anda) Resûlullah (s.a.)'m elbisesinden onu ovaladığımı görür (gibiyim).
13251
Ebû Dâvâd: "Bunu, Hakem rivayet ettiği gibi, A 'meş de rivayet etmiştir" dedi.
Açıklama
Bu hadis-i şerif, kurumuş olan meninin ovalamakla temizleneceği görüşünde olanların
del iHeırindendir. Konu ulema arasında ihtilaflıdır.
Şafiî, Dâvûd, İbn Munzir, Said b. el-Müseyyeb, Atâ İshak ve Ebû Sevr'e göre meni
temizdir. İmam Ahmed'in iki rivayetinden esah olanı da bu şekildedir. Ancak Şafiî
mezhebinin muteber kitaplarından Muğnî'l-muhtâc'ta "Bir kimse küçük abdestten
sonra tenasül uzvunu yıkamazsa ondan çıkan meni pistir" denilmektedir.
Bu görüşte olanların delili, meninin ovalanmakla izâle edilebildiğini, gösteren
rivayettir. Pis olsaydı ovalamakla temizlenmezdi, demektedirler.
Hanefî Mezhebine göre meni pistir. Yaşı ancak yıkamakla, kurusu ise, ovalamak
suretiyle de temizlenebilir. Ancak küçük abdestinden sonra su ile temizlenmiş olması
şarttır. Aksi halde ovalamakla da temizlenmez. Zira uzuv üzerinde kurumuş olan idrar
ıslak meni ile yayıldığından temizlenmez.
Üzerinde durduğumuz, Hz. Aişe'nin rivayeti, bu görüşün delilerinden-dir. Meninin
ovalamakla izâle edilmesi, Onun temiz olmasını gerektirmez. Nitekim, ayakkabıya,
bulaşan ve cüssesi olan pislik yere veya toprağa sürtmek suretiyle temizlenebilir,
yıkamaya ihtiyaç göstermez. Su ile yıkanmadan silmek, tehavvül, kuruma vs. gibi
daha birçok temizleme yollan vardır. İbn Abbâs'tan nakledilen ve meniyi bir burun
akıntısına benzeten rivayeti ise, İshâk el-Ezrak'm Şureyk tarikiyle yaptığından başka
ref eden olmamıştır. Gerçekte bu rivayet Beyhakî'nin dediği gibi mevkuftur, hüccet
olmaz.
Dârekutnî'nin Hz. Aişe'den rivayet ettiği, "Ben Resûlullah (s.a.)'nı elbisesindeki
meniyi kuru ise ovalar, yaş ise yıkardım" şeklindeki hadis de açıkça bu görüşü takviye
[3261
etmektedir.
Bazı Hükümler
1. Meni pistir
T3271
2. Elbiseye bulaşan meni kuru ise ovalayarak, temizlenebilir; yaşı ise yıkanır.
372. ...Aişe (r.anha) şöyle demiştir:
"Ben Resûlullah (s.a.)'m elbisesinden meniyi ovalardım. Resûlullah da o elbisede
D281
namaz kılardı."
Ebû Dâvûd dedi ki:
[3291
Hammâd'a bu rivayetinde Muğîre, Ebû Ma'şer ve Vâsıl muvafakat ettiler.
373. ...Süleyman b. Yesâr Aişe (r.anhâ)'yı şöyle söylerken dinlemiştir:
"Ben Resûlullah (s.a.)'ın elbisesinden meniyi yıkardım daha sonra elbisedeki
moı
temizleme izlerini görürdüm."
Açıklama
Bu hadis-i şerif, meninin pis olduğu görüşünü kabul edenlerin delil gösterdikleri
hadislerden biridir. Çünkü Hz. Aişe Efendimizin elbisesindeki meniyi kendi kendine
değil, Resûlullah aleyhisselâmm emri ile yıkamıştır. Eğer meni pis olmasaydı
Efendimiz onu yıkamayı emretmez, Hz. Aişe de yıkamazdı. Aişe validemizin meniyi
ovaladığını gösteren hadisler ise, İmam-ı Azam'm kavline göre, meninin kuru oluşuna
hamledilir.
Meninin temiz olduğunu söyleyenler ise, buradaki yıkama işinin, istihbabâ delâlet
ettiğini söylerler. Meninin temiz olup olmadığı hususunda ulemânın görüşleri 371.
£3311
hadisin açıklaması içerisinde verilmiştik.
Bazı Hükümler
1. Meni pistir.
T3321
2. Kadının kocasına hizmet etmesi, elbiselerim yıkaması meşrudur."
135. Çocuk İdrarının Elbiseye Bulaşması
374. ...Üramü Kays bint Mihsan'dan rivayet edilmiştir ki:
"O, (bir gün) henüz yemek yemeye(başlamaya)n küçük oğlunu Resûlullah (s.a.)'a
getirdi Ffendimiz de çocuğu kucağına oturttu. Çocuk Resûlullah(s.a.)'m elbisesine
P331
bevletti.Efendimiz su isteyerek (sidiğin) üzerine döktü, onu yıkamadı."
Açıklama
İmam Nevevî'nin beyânına göre, küçük çocuğun idrarının pis olduğunda ihtilâf yoktur.
Hatta bu konuda icmâ olduğunu bile söyleyenler vardır. Ancak Dâvûd-u Zâhirî'ye
göre çocuğun bevli temizdir. İmam Şafiî'den de onun temizliğine dâir bir nakil
yapılmakta ise de, Nevevî bunun kesinlikle bâtıl olduğunu kaydeder.
Çocuğun idrarının temizleniş biçimi ise, mezhepler arasında ihtilaflıdır.
Şafiî mezhebinde üç ayrı kavil vardır. Bunlardan esah olanına göre, oğlan çocuğunun
idrarı, üzerine su serpmekle, kız çocuğununki ise, diğer necasetlerde olduğu gibi ancak
yıkamakla temizlenir. Hz. Ali, Atâ b. Ebî Rebah, Hasan el-Basrî, Ahmed b. Hanbel,
İshak b. Râhûye ve Mâlikîlerden İbn Vehb'e göre de oğlan çocuğu ile kız çocuğunun
idrarları farklıdır. İmam Ahmed, İshak ve Ebû Sevr de Şâfıîlerle aynı görüştedirler. Bu
görüşte olanların dayandığı bir çok hadis-i şerif vardır. Mesela Ebû Dâvûd, Tirmizî ve
İbn Mâce'nin tahric ettikleri, "kızın idrarı yıkanır oğlanmkinin üzerine su dökülür"
mealindeki hadis bunlardandır.
Hanefi mezhebi ile İmam Malik, İbrahim en-Nehaî, Said b. El-Müseyyeb, Hasan b.
Hayy ve Sevriye göre kız ve oğlan çocuklarının idrarları arasında fark yoktur. Her
ikisi de pistir ve ancak yıkamakla temizlenir.
tmam Muhammed, "Yemek yemeye başlamamış oğlan çocuğunun idrarı hakkında
ruhsat verilmiş, kız b'evli ise yıkanması emredilmiştir. Fakat bize göre her ikisini de
yıkamak daha makbuldür" demiştir.
Bu görüş sahipleri, hadislerdeki "Su serpme, su dökme" şeklinde anlaşılan "Nadh"
kelimesinden bazan yıkamak da kastedilir demişler ve mezkûr kelimenin yıkamak
mânâsında kullanıldığnı bazı hadislerle isbat etmişlerdir. Bazı hadislerde "nadh"
kelimesinden sonra "onu yıkamadı" şekilindeki ilâveleri de "yıkamada mübalağa
etmedi" şeklinde tefsir etmişlerdir.
Buraya kadar, ifâde etmeye çalıştığımız bilgiler henüz yemek yemeğe başlamayan, süt
ile beslenen çocuklar ile ilgilidir. Yemek yiyen çocukların idrarı ise, ittifakla ancak
[334]
yıkamakla temizlenebilir.
Bazı Hükümler
1. Sütle beslenen çocuğun idrarı üzerine su dökmekle temizlenebilir.
D351
2. Çocuklara şefkatli davranmak gerekir.
[3361
375. ...Lûbâbe bint el-Hâris (r.anhâ)'dan; demiştir ki;
"Ali(r.a.)nın oğlu Hüseyin, Resûlullah (s.a.)'m kucağında idi. Efendimizin üzerine
bevletti.
Bir elbise giy, izarmı da bana ver yıkayayım, dedim. Resûlullah (s. a.);
"Ancak kızın idrarından dolayı yıkanır oğlanın idrarından ise (üzerine) su dökülür,"
r3371
buyurdu.
Açıklama
Bu hadisin zahiri erkek çocuğu ile kız çocuğunun idrarları arasında fark görenlerin
görüşünü te'yıd etmektedir. Ancak Hattâbî, buradaki "nadh" kelimesini su serpme
değil de önceden suyla ıslamadan ve ovalamadan yıkamak şeklinde açıklamıştır.
Erkek ve kız çocuklarının idrarları arasında fark görmeyen Hanefîler de hadisi
Hattâbî'nin dediği gibi anlamışlardır.
Hanefi âlimlerinden Tahâvî de bu hadis hakkında şunları söyler:
"Erkek çocuğun idrarının çıkış yeri dar olduğu için dar bir satha isabet eder. Kız
çocuğunun idrarı ise, daha geniş bir alana yayılır. Bundan dolayı Efendimiz oğlanın
idrarı üzerine su dökmeyi kız çocuğun idrarında ise, muhtelif yerlere bulaşacağı için
yıkamayı murat etmiştir."
Bu ifâdelere göre hadis-i şerifin her iki görüşe de aykırı olmadığı, taraflardan birini,
hadise zıt görüşe sahip olmakla töhmet altında bırakmağa mahal olmadığı
D381
anlaşılmaktadır.
T3391
376. ...Ebu 's-Semh den; demiştir ki;
"Resûllullah (s.a.)'e hizmet ederdim. Efendimiz gusletmek istediğinde bana "Yönünü
çevir" der, ben de çevirir ve onu gizlerdim, (siper olurdum). (Bir gün) Hasan veya
Hüseyin (r.anhumâ) getirildi. Efendimiz'in göğsü üzerine bevletti. Ben hemen onu
yıkamaya geldim. Resûlullah (s. a.):
13401
"Kız çocuğunun idrarı(ndan dolayı)yıkamr, oğlanmkine ise, su serpilir" buyurdu.
Abbâs (b. Abdilazîm) dedi ki;
(Çoğul sigasıyla) Bize Yahya b. Velid haber verdi. Ebû Davûd da dedi ki; Yahya b,
Velid, Ebu'z-Za'râ dır. Harun b. Ebî Temim, Hasen el-Basrî'nin "Bütün idrarlar
eşittir," dediğini söyledi.
Açıklama
Bu hadis-i şerifte, küçük çocuğun idrarının hükmünün yani sıra ikinci bir konu
dikkatimizi çekmektedir ki, o da gusul esnasında örtünme meselesidir. Bundan önceki
hadis-i şeriflerin şerhinde çocuğun idrarı ile ilgili yeterli bilgi verildiği için burada
gusül esnasında örtünme meselesini ele alacağız.
İnsanların görebileceği açık bir yerde gusleden kimsenin tesettüre riâyetinin farz
olduğunda ulemâ müttefiktir. Açık bir yerde fakat kimsenin görme ihtimali olmadan
veya kapalı bir yerde gusleden kimsenin örtünmesinin hükmü ise, ihtilaflıdır.
İbn Ebî Leylâ'ya göre, her hâl-ü kârda gusleden kimsenin avret yerini örtmesi farzdır.
Cumhur-u ulemâya göre bu durumlarda örtünmek farz değil, müstehaptır. Üzerinde
durduğumuz hadis-i şerifte ki Ebû s-Semh'in Efendimize siper olmasının, Efendimizin
emri ile değil kendi arzusu ile, olduğunu ve bunun vücûba delâlet etmediğini söylerler.
Hadisin sonundaki ta'lik'de Hârûn b. Temim, Hasan el-Basrî'nin "Bütün idrarlar
1342]
eşittir." dediğini rivayet etmiştir.
Bazı Hükümler
1. Fazilet erbabına hizmet etmek meşrudur.
13431
2. Satr-ı avrete itina edilmelidir.
377. ...Ali (r.a.) şöyle demiştir:
"Kız çocuğun idrarı yıkanır, oğlan çocuğunun ise (sütten başka) yemek yemediği
0441
müddetçe idrarına su serpilir."
Açıklama
Bu "eser" de, oğlan ve kız çocuklarının idrarlarının temizlenmesinin farklı olması
bakımından önceki hadisler gibidir. Ancak bunda ilâve olarak bu hükmün, henüz
yemeye başlamayan, ana sütü ile beslenen oğlan çocuklara ait olduğu sarahaten beyân
1345]
edilmektedir.
378. ...Ali (k.v.) yukarıdaki hadisi Resûlullah (s.a.)dan merfuan rivayet etmiştir.
Ancak (bu rivayette) "yemedikçe" kaydını (Katâde'nin talebesi Hişâm) zikretmemiştir.
(Hişam ilâveten) Katâde'nin; "Bu, yemek yemedikleri müddetçedir, yemek yerlerse
her ikisi de yıkanır"
[3461
dediğini de bildirmiştir.
Açıklama
Müellif burada Hz. Ali'nin hadisim, tekrar rivayet, etmiştir. Ancak önceki hadis Hz.
Ali'nin sözü olarak mevkuf iken, aynı manadaki bu ikinci hadis-i şerif Resûlullah
(s.a.)'a nisbet edilmektedir.
Bir de birinci hadiste "yemedikçe" ifâdesi erkek çocuğa inhisar ettirilmiş bu rivayette
ise, her ikisine teşmil edilerek "yemedikleri müddetçe" denilmiştir.
[3471
Buna göre de erkek ve kız çocuğunun idrarı aynı derecededir.
379. ...Hasan (el-Basrî), annesinin şöyle dediğini haber verdi:
"(Ben) Ümmü Seleme (r.anha)yı henüz yemek yemeyen erkek çocuğun idrarı üzerine
su dökerken gördü (m). Eğer (çocuk) yerse, onu yıkardı. Kız çocuğunun idrarını da
£3481
yıkardı."
Açıklama
Buraya kadar bu bölümle ilgili hadislerde henüz yemek yemeyen süt çocuklarının
idrarlarının aynı derecede pis olmadığı, kız çocuğununkinin her hâl-ü kârda
yıkanması, erkek çocuğunkinin ise üzerine su dökülerek temizleneceği ifâde
edilmektedir. Bu hadislere dayanarak cumhûr-u ulemâ iki idrar arasında fark olduğuna
zâhib olmuşlardır. Ancak Hanefî fukahası "İdrardan temizlenin! Çünkü kabir azabının
çoğu idrardandır" hadis-i şerifi ve benzeri hadislerle isdidlâl ederek bir ayırım yap-
maksızın erkek ve kız çocuğunun idrarları, henüz süt çocuğu bile olsalar eşit ve aynı
derecede pistir ve büyüklerin idrarına eşittir; affedilen miktarı aştığı takdirde
yıkanması gerekir, görüşündedirler. Bununla beraber Hanefî uleması bu bölümdeki
hadislerle diğer babtaki hadisler arasında görünen tearuza cevaben hadislerde geçen
"nadh" kelimesini yıkama ile tefsir etmişler ve bu tefsirlerini diğer hadislerdeki
13491
yıkama manasına gelen "nadh" ile takviye etmişlerdir.
136. İdrarın İsabet Ettiği Toprak(In Temizlenmesi)
380. ... Ebû Hureyre (r.a.)'dan rivayet edilmiştir ki;
Resûlullah (s. a.) Mescidde otururken bir bedevi Mescide girip namaz kıldı. (İbn Abd
bu namazın iki rekat olduğunu söyler). Sonra da:
Allah'ım, bana ve Muhammed (s.a.)'e rahmet eyle, bizimle beraber bir başkasına
acıma, dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.):
Geniş olan şeyi men'ettin (Allah'ın geniş tuttuğu rahmetini daralttın), buyurdu. Aradan
fazla bir zaman geçmeden bedevi Mescidin içinde (bir kenara) bevletti. Bunu gören
sahâbîler bedeviye doğru koştular, fakat Resûlullah (s.a.) onlara mâni oldu ve:
Siz ancak kolaylaştırcı olarak gönderildim, zorlaştırıcı olarak değil. O (bedevinin)
r3501
bevli üzerine büyük bir kova dolusu veya doluya yakın su dökünüz" buyurdu.
Açıklama
A'rabi çöllerde, kırlarda yaşayan ancak bir ihtiyaç için zamanla şehre gelen Araplara
denir.
Hadis-i şerifte bahsi geçen Arabi'nin adı, başka rivayetlerden anlaşıldığına göre Zu'I-
Huveysıra el-Yemânî veya Ekra' b. Habis et-Temimîdir.
Hadis-i şerifin siyakından da anlaşılacağı üzere bu zat İslâmı yeni kabul etmişti.
Henüz İslâm edep ve kültürünü tam olarak elde edememiş, câhiliye ve çöl geleneğini
üzerinden atamamıştı. Bu yüzden Cenab-ı Allah'tan rahmet isterken, başkalarının
rahmetten mahrum olmasını ister hissini veren ifâdeler kullanmış ve Mescide idrar
yapmıştı. Rahmet Peygamberi sallellahü aleyhi vesellem Efendimiz, bu şahsın her iki
hatasını da gayet nâzik bir şekilde düzeltmiş ve güzel bir ders vermiştir. Bedevinin
bevletmesine mâni olmak üzere harekete geçen sahâbileri de daha büyük zararlar
tevlid edebileceği mülahazasıyla durdurmuştur. O'nun" Siz zorlaştırıcı olarak değil,
kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz" tabirini kullanması mecazî mânâdadır. Çünkü
aslında tebliğ vazifesi ile gönderilen sahâbiler değil, bizzat Resûllah'ın kendisidir.
Fakat, sahâbiler de Resûlullah'tan gerek huzurunda, gerek gıyabında tebliğ vazifesi
için onun tarafından gönderilmiş olmaktadırlar.
Hadis-i şerif necis olan arz (yer) üzerine su dökmek suretiyle o mahallin
temizleneceğine delâlet etmektedir ki, cumhurun görüşü de bu merkezdedir.
Hanefîlere göre, yeryüzü ve yeryüzünde sabit bulunan her hangi bir şey, pislenince
kurumakla temizlenir. Hidâye'de "güneşte kurumakla" deniyorsa da, İbn Humam
"güneş" kelimesinin kaydı ittifakı olduğunu, rüzgâr veya güneşle kuruması arasında
fark olmadığım söyler ki, mezhebin görüşü de bu şekildedir. Ancak pisliğin renk
vekokusudan eser kalmaması lâzımdır.
Necaset bulaşan yer yüzü (mahal) süratle temizlenmek istenirse, o yeri alt-üst ederek
necasetin kokusu hissedilmeyecek şekilde gömmek ya da üzerine toprak taşımak veya
eseri kalmaymcaya kadar üzerine su dökmekle de temizlenebilir.
Merâkf 1-Felâh Haşiyesi Tahtâvî'nin beyânına göre arz, üzerine su dökülerek
temizlenecekse toprağın sert veya yumuşak oluşuna göre farklı ameliyeler uygulanır.
Yer gevşekse, temizlendiği kanaati hasıl oluncaya kadar su dökülür, adet önemli
değildir. Yer engebeli ve sertse, necaset mahalinin alt kısmına bir çukur kazılır ve
necasetin üstüne su dökülür. Çukurun içine dolan suyun üzerine toprak doldurulur.
Yer sert ve düz ise, necaset üzerine üç defa su dökülür fakat her döküşte temiz bir bez
ile kurutulur.
Yukarıda da işaret edildiği gibi diğer mezheplere göre necaset bulaşan yeryüzü,
üzerine her hangi bir şekil ve tafsilata lüzum görülmeden su dökülerek temizlenir.
Hadis-i şerifin sonunda seçil ve zenîib kelimelerinin aynı mânâya geldiği belirtilmiş
ve ikisi arasında zikredilen ev (veya) râvinin rivayetteki şüphesine hamledilmiştir.
Diğer bir ifâdeye göre "seçil" dolu kova; "zenûb" ise, biraz eksik (doluya yakın) olan
manalarına gelir. Buna göre râviden bir şüphe varid olmamış her iki lafız da
Resûlullah'tan (s. a.) varit olmuş olur. O zaman "ev" kelimesi muhayyerliğe hamledilir.
1351]
Tercüme buna göre yapılmıştır.
Bazı Hükümler
1. Dua eden kişi, duasında sadece kendisi için değil, diğer müslümanlar için de istekte
bulunmalıdır.
2. Cahil, söylenileni küçümseyip inadına muhalif hareket etmedikçe ona yumuşak
davranmak gerekir.
3. İki zarardan büyüğü, küçüğü irtikâb edilerek def edilebilir.
4. Mâbedlere hürmet edilmeli ve temiz tutulmalıdır.
[352]
5. Toprağa bulaşan necaset, üzerine su dökülmek suretiyle temizlenir.
T3531
381. ...Ma'kıl b. Mukarrin den; şöyle demiştir:
"Bir bedevi, Resûlullah (s. a.) ile birlikte namaz kıldı..." (Ma'kıl bundan sonra) Önceki
hadisteki hâdiseyi (anlattı) ve şunları ilâve etti: Resûlullah (s. a.);
"Üzerine bevlettiğî toprağı alın ve (Mescidin dışına) atın, yerine de su dökün"
13541
buyurdu.
EbûDâvûd; "Bu hadis mürseldir. Çünkü İbn Ma'kıl, Resûlullah (s.a.)'ı görmemiştir"
[3551
dedi.
Açıklama
Görüldüğü gibi bu hadis-i şerif Tâbiûndan bir zât tarafından, aradaki sahâbî
zikredilmeksizin bizzat Resûlullah'tan duyulmuş gibi rivayet edildiği için mürseldir.
Fakat bu durum, hadisin kuvvetine zarar vermemektedir. Çünkü aynı hadisi Dârakutnî,
kesintisiz olarak -Ahmed ve Taberânî de dahil- iki ayrı senette rivayet etmişlerdir.
Ancak bu rivayetlerden İbn Mes'ücTdan geleni, senette Sem'anb. Malik olduğu için;
Vasile b. Eska'dan geleni de râviler arasında Ubeydullah b. Ebî Humeyd el-Huzelî
T3561
olduğundan tenkide uğramıştır, kuvvetli sayılmamıştır.
Bu hadis ihtiva ettiği ahkâm itibariyle bir önceki hadisten pek farklı değildir. Sadece
öncekine ilâve olarak necaset mahalline su dökülmeden evvel o toprağın alınıp
[3571
atılması emredilmektedir.
137. Yeryüzünün (Toprağın) Kurumakla Temizlenmesi Hakkında
382. ...Abdullah b. Ömer (r.a.)'dan, şöyle demiştir:
"Ben Resûlullah (s. a.) zamanında bekâr bir genç idim ve Mescidde gecelerdim.
Köpekler mescide girerler, çıkarlar, bevlederler, (sa-habiler de) bundan dolayı hiç bir
r3581
şey (su) dökmezlerdi."
Açıklama
Abdullah İbn Ömer'in Mescitte gecelemesi orada uyumasına delâlet etmez. Çünkü
"geceledi" fiili "geceleyin uyudu" mânâsına pek nadir kullanılır. Ferrâ demiştirki,
"gecenin tamamını taatle veya masiyetle uyanık geçirdi manasında "geceledi" denilir.
Ancak İbn Ömer'in geceyi Mescitte uyuyarak geçirdiğini anlamaya da bir mani
yoktur. Nitekim bazı sarihler fiiline "geceleyin uyudu" mânâsını vermişlerdir.
Mescitte uyumayı men eden açık bir nass olmadığına göre orada geceleyin uyumaya
da bir mâni yoktur. Fakat yine de bu konu ihtilâflıdır. îbn Abbâs ibâdet maksadı
olmasa, İbn Mesûd ise her halü kârda mescitte gecelemeyi mekruh görürler, imam
Mâlik, kalacak evi olmayanın mescitte kalmasını mubah sayarken evi olanın kalmasını
mekruh sayar. İmam Nevevî'nin bildirdiğine göre, İmam Şafiî mutlak olarak, İmam
Ahmed de misafirin kalmasını caiz görmüşlerdir. Hanefîlerin görüşü de bu
merkezdedir.
Yeryüzündeki necasetin, kurumak suretiyle temizleneceğini söyleyen Hanefîler, bu
hadis-i şerifi delil kabul ederler.
îbn Hümam bu hadis ile ilgili olarak özetle şöyle der: "Eğer necasetin kuruyarak
temizlendiği kabul edilmezse sahâbilerin bile bile orayı pis bırakmış olmalarına
hamletmek gerekir ki, bu mümkün değildir. Çünkü mescid-i Nebevî dar ve mü
slümanlar hemen hemen tamamen namazı mescidde kıldıkları için, köpeklerin
bevlettiği yerlerde namaz kılmamış olabilirler denemez. Ayrıca köpeklerin mescidin
bir köşesine değil, bir çok yerine bevletmeleri kuvvetle muhtemeldir. Bedevi'nin bevli
üzerine Resûlullah'm su dökülmesini emretmesi, bunun ancak su ile temizleneceği
manasına gelmez. Zira o hâdise gündüz olmuştur. Gündüz Mescitte peşi peşine
devamlı namaz kılınacağı için Efendimiz pislenen mahallin hemen temizlenmesini
istemiş, kuruyunca-ya kadar beklemeden üzerine bolca su dökmelerini emretmiştir.
Abdullah îbn Ömer'in haberinde köpeklerin Mescide bevletmeleri geceleyin olduğu ve
geceleri de kısa aralıklarla cemaat halinde namaz kılmmadığı için su dökme ihtiyacı
hissedilmemiş, temizlik konusunda kurumaya itibar edilmiştir."
Necaset bulaşan yer yüzünün kurumakla temizlenemeyeceğini mutlaka su dökülmesi
gerektiğini söyleyenler ise, bu hadîse daha değişik bir açıdan bakarlar. Kimi
"köpeklerin mescide girip çıkmaları oraya bevletmiş olmalarını gerektirmez. Mescide
girip çıkarlar, fakat dışarıya bevletmiş olabilir." Bazıları da, "köpek idrarlarının
üzerine su dökülmeyişi ya yerleri bilinemediği veya temizlenmesine lüzum
kalmayacak kadar az olduğu içindir" demişlerdir.
Şüphesiz her iki görüşün sahipleri makul fikirler ileri sürerek hadis-i şerifin mânâsım
te'vil etmişler ve görüşlerini mesnetsiz bırakmamışlardır. Ne varki, kuramakla yer
yüzünün temizlenmeyeceğini söyleyenlerin te'villerinde bir zorlama olduğu
hissedilmektedir.
Temizlendiğini söyleyenlere göre ise, bu sadece üzerinde namaz kılmak içindir.
Oradan teyemmüm etmek için yine de temiz sayılmamaktadır. Hanefîlerin görüşü
budur.
Daha önce de bildirdiğimiz gibi, o günkü mescidleri bugünkülerle mukayese etmemek
gerekir. Peygamber aleyhisselâm zamanında kapılar açık pencereler açık, yerlerde örtü
yoktu. Dışarıdan farkı, duvarlarla çevrili olması idi. Bu durumda kedi ve köpeklerin
geceleyin bu gibi yerlere girmesi gayet normaldir.
Bununla beraber, hadisten mescidlerde kedi ve köpek beslenir hükmü çıkarılamaz.
Güvercinler müstesna, bütün hayvanların mescidde beslenme, büyütülmeleri ve
[3591
aralara sokulmaları yaksaktır.
Bazı Hükümler
1. Mescitte gecelemek câizdir.
r3601
2. Toprağa isabet eden necaset mahalli kurumak sureti ile temizlenebilir.
Elbisenin) Eteğine Bulaşan Necaset İn Hükmü
383. ...Abdurrahman b. Avfm oğlu İbrahim'in Ümmü Veledi (Humeyde) den
rivayet edilmiştir. O; ResûluIIah'm hanımı Ümmü Seleme (r.anhâ) ya;
Ben eteğim uzatan bir kadınım, pis yerlerde yürüyorum (ne yapmalıyım)? diye sordu.
Ümmü Seleme (r.anha);
Resûlullah (sallellahü aleyhi vesellem) "Onu sonraki (temiz yerler) temizler" buyurdu
1362]
diye cevap verdi.
Açıklama
Ümmü Seleme (r.anha) kendisine sorulan bir soruya delilini söyleyerek cevab
vermiştir. Çünkü soru soran hanımı zeki, anlayışlı zaptı kuvvetli ve ilmi nakletmeye
kabiliyetli görmüştür. Bundan anlaşılmaktadır ki, bir âlime soru sorulduğu zaman soru
soran anlayışlı ve tâlime kabiliyetli ise, cevabı verirken delilini de zikretmeli ve bu
konu ile ilgili lüzumlu malumatı aktarmalıdır.
Ulemâdan bir gurup bu hadis-i şerifin zahirini alarak, "temiz bir yerde yürümek pis
yerden geçerken elbisenin eteğine ve paçasına bulaşan pisliği temizler. Elbisenin eteği
ayakkabı hükmündedir. Eteği pisleten yerin kuru veya yaş olması arasında fark
yoktur" demişlerdir.
Cumhura göre ise, bir kimse üzerinde necaset olan kuru bir yerden geçip de elbiseye
pislik bulaşmazsa sonradan yürüdüğü temiz yerlerle temizlendiği görüşündedir.
Üzerinde necaset bulunan yer yaş ise, ancak yıkamakla temizlenebilir. İmam Şafiî,
"Bu, kuru bir yerden geçip de üzerine necaset bulaşmayan kimse hakkındadır. Ama
yaş (ve pis) yerden geçerse ancak yıkamakla temizlenir" demiştir.
Şafıîlerde mezhebin görüşüne göre pis olan yolun çamuru şu dört şartın tahakkuku ile
affedilir:
1. Necasetin görülmemesi,
2. Yoldan geçenin dikkat edip, necasetten sakınması,
3. Yürürken veya binek üzerinde iken kendisine isabet etmesi. Şayet düşer veya
başkasından sıçrayarak kendisine bulaşırsa af yoktur.
4. Necasetin elbiseye veya vücuda isabet etmesi. Başka bir şeye isabet ederse af
yoktur.
İmam Ahmed b. Hanbel de şöyle der: "Bunun mânâsı, üzerine idrar bulaşır sonra da
temiz bir yerden geçerse, o elbise temizlenir demek değildir. Maksat, bir yerden
geçerken eteği pislenirse sonraki temiz yer Onu temizler demektir."
Zürkânî, İmam Mâlik'ten şunu nakleder: "Resûlulah'tan rivayet edilen "arzın bazısı
bazısını temizler" hadisinin mânâsı şudur: Bir kimse pis bir yere basar sonra da kuru
ve temiz bir yerde yürürse, sonraki yürüdüğü yer, evvelkinin pislettiğini temizler.
Fakat necaset bevl veya bu hükümde olan bir şey olur ve elbise yada bedene bulaşırsa,
ancak yıkamakla temizlenir. Bunda icmâ vardır."
Bu hadis hakkında Şah Veliyullah Dehlevî'nin şu sözleri de kayda değer: "Bu şu
demektir. Bir kimsenin eteğine yol pisliği bulaşır, sonra bir başka yerden geçer ve
necasete temiz yerin çamur veya tozu karışıp kurur. Bu durumdaki etek ovalamak
veya çitilenmekle temizlenir. Bu kadar zorluğa binâen sâri tarafından affedilmiştir."
Hanefîlere göre üzerinde necasetin aynı görülmedikçe yol çamurları temizdir. Bu
çamurun cıvık veya kuru, az veya çok olması arasında fark yoktur. Köpeklerin yattığı
yerler, pis şeylerden çıkan buharlar ve hayvan gübresinin tozu da aynı hükümdedir.
Çünkü bunlardan korunmak mümkün değildir.
D631
Şunu unutmamak gerekir ki "elbiselerini de temiz tut" ayet-i kerimesi genel
manada elbiselerin temizlenmesini emrettiği gibi, "eteklerini yerde sürünemeyecek
şekilde kısaltarak temiz tut"
şeklinde de tefsir edilmiştir. Ayrıca etekleri yere sürünecek şekilde elbise giymek kibir
ve gurur alâmeti olduğu için İslâm'da makbul sayılmamıştır. Kadınların ayaklarını 1
topuk üstü göstermeyecek tarzda ve bilhassa çorap giyme adeti olmayan Arap köylü
[3641
kadınları için lüzumlu görülmüştür ki, bu bir istisna niteliğindedir.
Bazı Hükümler
1. Hanımların uzun etekli elbise giymeleri meşrudur.
2. Yollardaki kuru pislik ile pislenen etekler daha sonra temiz bir yerden geçilerek
D651
temizlenir.
384. ...Abdu'l-Eşhel oğullarından bir kadın şöyle demiştir;
"(Resûlullah'a); Ya Resûlullah! Bizim mescide giden yolumuz pis, kerih kokuludur.
Yağmur yağdığında ne yapalım? diye sordum.
Bu kirli yoldan sonra daha temizi yok mu? dedi.
Evet (var) dedim,
T3661
Temiz yer pis yerin pislettiğini temizler" buyurdu.
Açıklama
Hattâbî, bu ve bundan önceki hadislerin senetlerindeki sahabî râvilerin halleri meçhul
olduğu için bu iki hadîsi tedbirle karşılamak gerektiğini söyler. Ancak hali bilinmeyen
râviler, sahabî olduğu ve sahâbiler tümüyle sika (güvenilir) kabul edildiği için
[3621
Hattâbî'nin bu sözlerine itiraz edilmektedir.
Bazı Hükümler
1. Dini hükümleri öğrenmek için soru sormak gerekli ve tabiidir.
2. Kadın doğrudan ilgili makama soru sorabilir.
r3681
3. Fitneye sebep olmadığı takdirde kadınlar da camiye gidebilerler, caizdir.
Ayakkabıya Bulaşan Pisliğin Temizlenmesi
385. ...Ebû Hureyre'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s. a.) şöyle buyurmuştur:
"Sizden biriniz ayakkabısı ile bir pisliğin üzerine basarsa (bilsin ki) toprak onun için
13691
temizleyicidir."
Açıklama
Hadîsin zânirî ayakkabıya bulaşan pisliğin (cinsi ne olursa olsun) yere sürtülerek
temizlenebileceğine delâlet etmektedir. Evza'î Ebû Sevr (bir rivayette) Ebû Yûsuf,
İshâk, (bir rivayette) İmam Ahmed, ve Zahirîler bu görüşü benimsemişlerdir.
Beğavî, ulemânın çoğunluğunun bu görüşte olduklarım söyler.
İmam Mâlik, Şafiî, Züfer ve Muhammed'e göre, pislenen ayakkabı ancak yıkamakla
temizlenir, toprağa sürterek temizlenemez. Bunlar, üzerinde durduğumuz hadisteki
"necâsef'i kuru olanına hamletmişlerdir.
İmam Azama göre, ayakkabıya bulaşan pislik katı (cüsseli, maddi varlığı bilinen
türden) olursa, toprağa sürtülerek temizlenir. îdrar gibi sıvı haldeki cüssesiz necasetler
ise ancak yıkamakla temizlenir, yere sürtmekle temizlenmez. Hanefî mezhebinde
r3701
fetva, îmam-ı Azam'm kavline göredir.
Bazı Hükümler
1. Toprak, ayakkabıya bulaşan katı pisliği temizler.
[371]
2. Ayakkabı tarafından emilen sıvı pislikler yıkanmalıdır.
386. ...Ebû Hureyre (r.a.) mânâ olarak öncekine benzeyen rivayetinde Resûlullah
(s.a.)'m şöyle buyurduğunu haber vermiştir.
r3721
"(Bir kimse) Necaset üzerine mestleri ile basarsa onların temizleyicisi topraktır."
Açıklama
Râvîlerî arasında Muhammed b. Kesîr olduğu için bu hadisi sahih kabul etmeyenler
olduğu gibi, başka yönlerden bu kusuru takviye edip hadisin sıhhatini savunanlar da
vardır. Yine senetteki Muhammed b. Aclân'i zayıf sayanlar olmakla beraber, çoğunluk
sika kabul etmiştir.
D731
Hadis-i şerifin ihtiva ettiği hüküm önceki hadisle aynıdır.
387. ...Aişe (r.anhâ) Resûlullah (s.a.)dan aynı manada bir hadis rivayet etmiştir.
138. Elbisedeki Necasetten Dolayı (Namazı) İade (Gerekir Mi?)
388. ...Ummu Câhder el-Amiriye'den; O, Aişe (r.anhâ)ya elbiseye bulaşan hayız
kanının hükmünü sordu. Aişe (r.anhâ) şu cevabı verdi:
"Ben (hayızlı iken bir gece) üzerimizde şiltemiz olduğu halde Resûlullah (s.a.) ile
beraberdik. Şiltenin üstüne bir elbise örtmüştük. Sabah olunca Hz. Peygamber elbiseyi
alıp giydi, çıktı. Sabah namazını kıldırdı ve oturdu. Bir adam:
Ya Resûlullah! Bu bir kan (lekesi) parıltısı (değil mi, diye kanı gösterdi).
Resûlullah lekeli kısmın kenarım avuçlayıri durulmuş bir vaziyette bir çocukla bana
gönderdi, ve:
'Bunu yıka kurut ve bana gönder,' buyurdu.
Çanağımı isteyip onu yıkadım, kuruttum ve Resûlullah (s.a.)a gönderdim. Resûlullah
öğleye doğru o elbise üzerinde olduğu halde
[375]
geldi."
Açıklama
Bu hadisin bâb ile münâsebeti, Resûlullah (s.a.Vm namazı kıldıktan sonra üzerindeki
kan lekesine vakıf olması ve fakat namazı iade ettiğine dair bir işaretin
bulunmayışıdır. Yani Resûlullah kan lekesini öğrendikten sonra namazını iade
etmemiştir. Bu mesele mezhepler arasında ihtilaflıdır.
Mâlikîler e göre, üzerinde necaset varken kılman bir namaz necaset farkediîdikten
sonra iade edilmez. Şafiî ve Hanbelîlerden iki görüş vardır. Hanefîlere göre namaz
iade edilmelidir.
Hanefîler, üzerinde durduğumuz hadisten, Resûlullah (s.a.)'m namazı iade etmediği
hükmü çıkartılırsa, bu görülen kanın namaza mâni olmayacak kadar az olmasındandır,
13761
derler.
Bazı Hükümler
1. Erkeğin navız hâlindeki hanımıyla aynı yatağa yatması caizdir,
2. Bir müslümanm, başka bir müslüman da gördüğü ve ıslahı gereken şeyi haber
vermesi caizdir.
3. Başkasının uyarmasını anlayışla karşılamak gerekir.
4. Necaseti izâlede acele edilmelidir.
5. Kadının kocasına hizmet etmesi meşrudur.
6. Elbisedeki necaset yeri belli ise, sadece oranın yıkanması kâfidir, elbisenin
tamamını yıkamaya lüzum yoktur.
T3771
7. Hadis Resûlullah (s.a.)'m tevazuunu göstermektedir.
139. Elbiseye Bulaşan Tükrüğün Hükmü
389. ...EbûNadra'dan, demiştir ki;
D781
"Resûlullah (s.a.) elbisesine tükürdü ve orayı biri biri üstüne (katlayıp) sürttü."
Açıklama
Bu hadis-i şerif mürseldir. Çünkü Ebû Nadra tabiûndandır. Resûlullah (s.a.)'ı
görmemiştir. Başka rivayetlerden
anlaşıldığına göre, Efendimiz'in elbisesinin bir ucuna tükürmesi namazda iken zaru-
rete binâen olmuştur. Ebû Nuaym'm rivayeti de böyledir. Şöyleki namazdaki bir
insanın yutamayacağı ve açığa da tüküremeyeceği bir tükürüğü, yanında da mendili
bulunmadığım düşünürsek, başkalarının kendisinin rahatsız olacağı bir manzara zuhur
etmemesi için, elbisesinin bir kenarına bırakmak ve onu izâle etmek en iyi bir
durumdur ki, onun temizlenmesi ise, daha kolaydır. Bu husus Hadisin rivayetinde
"tükürdü" manasına gelen lafzın tefsir ve te'vilidir.
Ebû Nuaym'in rivayetin de "Resûlullah namazda iken ağzındaki ıslaklığı elbisesinin
bir ucu ile çıkardı" şeklindedir.
Buna göre normal olan bu durumun te'vile ihtiyacı yoktur. Nitekim Menhel sahibi de
hadisi bu şekilde açıklamıştır.
Hadis-i şerif tükrüğün mutlak olarak temiz olduğuna delâlet eder. Aynî, İbn Battâl'dan
rivayetle, "tükrüğün temiz oluşu icmâ ile sabittir. Selman' dan rivayet edilenden başka
bu konuda ihtilaf bilmiyorum. Hasan b. Hayy da onu elbisede kerih bulmuştur"
demektedir. îbn Hazm: "Selman'-ı Fârisî ve Nehaî'ye göre ağızdan ayrılan tükrüğün
necis olduğu rivayeti sahihtir" der. İbn Ebî Şeybe de Musannef inde onun temiz
olmadığını söyler.
Bunların dışındaki bütün müctehid imamlar tükrüğün temiz olduğu hususunda
T3791
tüttefiktir. Bu İbn Battâl'm da dediği gibi icmâ hükmündedir.
390. ...Enes b. Mâlik (r.a.), Resûlullah (s.a.)'dan önceki hadisin benzerini rivayet
T3801
etmiştir.
Açıklama
Bu rivâvetin Nesâî'de zikredilen metni "Resûlullah ri dasmm bir ucunu alıp içine
ımı
tükürdü. Sonra bir kısmını, diğer kısmı üzerine örttü" şeklindedir.
m
Ebû Dâvûd, nikâh 77, Nesâî, tahâre 181; hayz 9; İbn Mâce, tahâre 123; Ahmed b Hanbel, I, 230, 237, 245, 272, 286, 306, 312, 339, 363.
m
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 470.
[3]
TtiTnizî tahâre, 103.
LU
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 470-472.
Hadisi bu şekliyle kütub-İ sitte müelliflerinden sadece Ebû Dâvûd burada ve nikâh 47'de.
[6]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/472-473.
LU
ibn Mâce, tahâre 129; Dâriraî, vudû' 111.
m
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 473-474.
[21
Mu'dal: Senedinde biribiri peşinden iki veya daha fazla râvinın düştüğü hadistir.
noı
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 474-475.
LLU
Nesâî, hayz 13; Ayrıca bk. Müslim, hayz 3; Ebû Davûd, nikâh 46; Dârîmî, vudû' 107; Muvatta, tahâre 95; Ahmed b. Hanbel, VI, 33, 55, 72, 113,
134, 143, 174, 189, 204, 209, 235.
£121
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 475.
ri3i
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 475-476.
LLU
Ahmed b. Hanbel, VI, 174.
r i5i
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 476.
ri6i
Ebû Dâvûd, nikah 46; Nesâî, tahâre 178; hayz 11.
LLZi
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 476-477.
[181
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 477.
LL21
Umara: Tabiûndandır. îbn Hibbân Sika raviler arasında sayar. Halasından ve Abdur-rahmân b. Ziyâd'dan hadis rivayet etmiştir. [Bilgi için bk.
tbnu'l-Esîr, Üsdu'l-gabe, IV, 142; îbn Hacer el-tsâbe, III, 170-171].
[201
Hadisi kutub-u sıtte müelliflerinden sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
[211
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 477-479.
[221
Bu hadisi de sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
[231
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 479.
[241
Bu hanımın, Hz. Aişe veya Meymune olması muhtemeldir.
[251
Ahmed b. Hanbel, VI, 59.
[26]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 479-480.
[271
Buhârî, hayz 5; Müslim, hayz 2; İbn Mâce tahâre 12V, Ahmed b. Hanbel, VI, 40, 42, 44, 98, 113, 126, 128, 156, 161, 201, 204, 206, 216, 230,
266.
[281
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 480-481.
[291
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 481-482.
[M
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 482.
1311
Ncsâî, tahâre 133; hayz 3; İbn Mâce menasik 12; Darimî, vudu 84; Muvatta' 105; Ah-med b. Hanbel, VI, 293, 304, 320, 323, 464.
[321
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 482-483.
[331
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 483-486.
[341
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 486.
[351
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 486-487.
[361
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 487.
[371
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 488.
[381
Ümmü Habibp: Cahş'ın kızıdır. Abdurrahman b. Avfm hanımı. Resulûllah (s.a.)'m hanımı Hz. Zeyneb'in kardeşidir. Üçüncü bii kardeşleri daha
vardı ki o da Hamne'dir. İbn Abdilberr bu üç kardeşin de mustehâza olduğunu söyler. Suyûtî'nin de bunları müsteha-zalar arasında saydığı daha evvel
zikredilmişti. tbnü'l-Arâbî Zeyneb'i müstehaza saymaz, (bk. el-Menhel, III, 67-68.).
[391
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 488-489.
[401
Nesâî, talâk 74; tahâre 134; hayz 4; İbn Mâce tahâre 115; Ahmed b. Hanbel VI, 420, 464.
[İH
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 490-491.
[421
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/491.
[431
Urve kendisine hadiseyi haber verenin Fâtıma mı, yoksa Esma mı olduğunda şüphe etmiştir. Fakat her hâl u kârda Resûlullah'a soruyu soran Esma
olmuştur. Bu Esma, Umeys'in kızıdır.
[441
Bu hadisi kütüb-i sitte sahiplerinden sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
[45J
Müellifin bu ve bundan sonraki rivayetleri getirmesi cümlesinin Zührî hadisinde vehm olmakla birlikte başka rivayetlerde sabit olduğunu göster-
mek İçindir.
[46J
Şevde binti Zem'a b. Kays b. Abdi Şems el-Kureşî el-Amirî: Resûlullah sallellahu aleyhi vesellem kendisi ile Hz. Hatice'nin vefatından sonra -
daha Hz. Âişe ile evlenmeden evvel evlenmiştir.-Tirmizî'nin, İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre, Şevde, Resûluilah'ın kendisini boşamasından korkmuş
ve Efendimize (s. a.): "Beni boşama yanında tut ve sıramı Hz. Âişe'ye ver" demiş. Resûlullah da bunu yapmış bunun üzerine: "Eğer bir kadın kocasının
uzaklaşmasından yahut (herhangi bir suretle kendisinden) yuz çevirmesinden endişe ederse sulh ile aralarını düzeltmekte ikisine de vebal yoktur. Sulh
daha hayırlıdır..." mealindeki Nisa, 128. âyeti nazil olmuştur.
Şevde (r.a.) Resûluilah'tan hadis rivayet etmiştir, ibn Abbâs ve Yahya b. Abdullah da ondan rivayet etmişlerdir. Buhârî kendisinden iki hadis rivayet
etmiştir. H. 54 senesinde vefat etmiştir. [Bilgi için bk. İbn Sa'd, Tabakât, VIII, 52-58; İbnu'l-Esir, Üsdii'l-gâbe, VII, 157; Zehebi A'lamu'n-nubelâ, II,
265-269; İbn Hacer, el-lsâbe, IV, 338; Tehzibu't-Tehzîb, XII, 426-427; tbnu'l-tmad, Şezerâtu'z-zeheb, I, 24, 60.].
[471
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 491-494.
[481
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 495.
[491
Buhârî, hayz 19, 28; Tirmizî, tahâre 93; Nesâî, tahâre 133, 134, 137; hayz 2, 4, 6; tbn Mâce, tahâre 115,1 16, Dârimî, vudû' 84.
[501
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 495-496.
rşıı
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 496.
[521
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 496-497.
[531
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 497.
[541
Hadisi Kutûb-i sitte içinde yalnızca Ebû Davud rivayet etmiştir.
[551
Buhârî, hayz 8, 19; Müslim, hayz 64; Tinnizî, tahâre 94; Nesâî tahâre 133, 134, 137, hayz 4, 6, İbn Mâce, tahâre 115, 116; Dârimî, vudû' 80.
[561
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 497-499.
[571
Nesâî, tahâre 137; hayz 6.
[581
Bu rivayetten anlaşılmaktadır ki, İbn Abbâs'a göre hayız kanının alâmeti çok miktarda kan gelmesi, istihaza kanının alameti de az kan gelmesidir.
(el-Menhel, III, 88).
[591
Bu eseri Beyhakî musannifin tarikiyla tahriç etmiş ve "Mekhûl ün dediğinin manası zayıf bir isnadla Ebû İmameden merfuan rivayet edilmiştir"
demiştir.
[601
Daha evvel zikredildiği gibi bu, Ebû Hanîfe ve Ahmed b. Hanbel'in mezhebidir.
[611
Bir rivayette imâm Mâlik bu görüşü benimsemiştir.
[621
Bu son iki eseri Dârimî tahriç .etmiştir.
[63J
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 499-503.
[641
Söz konusu Hadis: 282-283.
[65J
Hamne bundan sonra gaibe sıygasını kullanmıştır. Fakat Turkçeye uygun olması için mu tekellim (1. şahıs) siygasına göre terceme edilmiştir.
[66J
Bir nüshada "bez kullan" ibaresinden önce ifadesi yer almaktadır Tırmızî'deki rivayet de bu şekildedir. Telemim ise, bezi önünden ve arkadan
dolayıp belde üzerine ip ya da kuşakla iyice bağlamak demektir.
[671
aslında ayakla vurmak, tepmek manasına gelir. Bununla zarar vermek ve ifsâd etmek kast edilir. Hattâbî'nin ifadesine göre kanın çokça gelmesinin
şeytanın bir darbesi olmasından maksat, şeytanın bununla dinî vazifelerinde işini karıştırmaya yol bulması Hammâne'ye bu emirleri unutturmasıdır.
[681
Buradaki Ahyyu'l-Kârî'nın beyanına göre, râvıden gelen bir sektir Buna göre Ravî, Resülüllah'ın altı gun mu, yoksa yedi gun mü dediğinde şüphe
etmiştir Neve-vî'ye göre taksim içindir. Yanı sıhhatli iken âdeti altı gün ise, altı yedi gun ise yedi gun kendim hayızlı say, demektir. Resulüllah
kadınların ekserisi daha çok altı-yedı gun âdet gördükleri için bu iki rakamı zikretmiş olabilir.
[691
ibaresi bazı nüshalarda kelimesi olmadan geçmektedir. Bu ibareye şerhler değişik manalar vermişlerdir. Terceme, Muhammed AH Esse-yid
neşrinin hâmişindeki ifadeler esas alınarak yapılmıştır. Hattâbî: "Senin işin hakkında altı veya yedi günden Allah'ın bildiğinde kendini hayızlı say"
şeklinde mana vermiştir. Buna göre Hamne daha evvelki âdetinin altı günmü, yoksa yedi gün mu olduğunu unutmuştur. Resulüllah da kendisine
âdetinin altı gün mü yoksa yedi gün mü olduğunu araştırmasını ve ona göre hareket etmesini emretmiştir.
1701
Hayız hâli yedi günse yirmi üç gün, altı günse yirmi dört gün temiz olur.
rıı
Tirmizî, tahâre 95; Dârimî, vudû' 94; MuvattS', hacc 124; Ahmed b. Hanbel, VI, 439, 464.
[721
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 503-506.
[731
Ric'at: Karısını bir veya iki ric'î talakla boşamiş olan bir kimsenin iddet içerisinde, evliliği devam ettirmek maksadıyla, sözle, cinsî temas veya
Öpme vs. gibi bir şekilde karısına geri dönmesidir.
HU
el-Bakara (2), 222.
[751
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 507-511.
[761
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/511.
[İZİ
Bk. 285. hadisin kaynaklan.
[781
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 51 1-512.
[791
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 512-513.
[M
Buhâri.hayz 26; Müslim, hayz 64; Nesâî,tahârel33, 134; tbnMâce, tahâre, 1 16-Dâri-mî, vudu 80, 84, 96; Ahmed b. Hanbel, VI, 83, 119, 128, 187,
237.
[811
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 513-515.
[821
Musannifin bu rivayeti almasının maksadı, tbn Ishâk'ın rivayetini takviyedir.
[831
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 515-516.
[841
Bu kadın Ümmü Habîbe bint Cahş'tır.
[851
Râvîlerden birisi zamirin müzekker olarak mi, yoksa müennes olarak mı olduğunda ve mı yoksa mu olduğunda şüphe etmişlerdir.
[86]
Ümmü Bekr'in rivayetini sadece tbn Mâce tahric etmiştir.
[87]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 516-518.
[881
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 518-519.
[891
Aşağıdaki hadisten anlaşıldığına göre, bu kadın Sehje bint Süheyl'dir.
[M
Bazı nüshalarda istisna edatı yoktur. Buna göre mana "Sana Rasulüllah'tan (s. a.) hiç bir şey
söyleyemem" şeklinde olur.
[211
bk. Tirmizî tahâre 95; Nesâî, tahâre 135; hayz 5; mevâkît 21; tbn Mâce, tahâre 1 17;Dârimî, vudu 84, 94, 95, 96, Ahmed b. Hanbel, VI,;172, 382,
439, 440.
[921
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 519-520.
[931
Dârimî, vudû' 84; Ahmed b. Hanbel VI, 1 19.
[941
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 520-521.
[951
Yedi seneden beri.
[961
Hadisi, kütüb-i sütte müelliflerinden sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
[971
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 521-522.
[981
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 522-523.
[921
Tirmizi, tahâre 44; Dârimi, vudU'46.
nooı
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 523.
rıon
Tirmizi, tahâre 93; İbn Mâce, tahâre 115; Ahmed b. Hanbel, VI, 42, 204, 262.
[102]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/523-525.
[1031
Hadisi Beyhâkî merfu olarak rivayet etmiştir.
[104]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 525-526.
[105]
Önceki hadis mevkuf olduğu halde, bu Resul u İlah'a (s. a.) kadar çıkan merffi bir hadistir.
[İMİ
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/526-528.
11071
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 528.
11081
Aynî bunun Said b. Müseyyeb ve Hasen'in görüşü olduğunu söylemektedir. Concordance bu bâb'a bab numarası vermemiştir.
rıo9i
Buradaki soru guslün keyfiyetini değil vaktini sormadır.
LU0i
bk. Dârimî, vudû'85 (bab başlığında).
[111]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/528-529.
[1121
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 529-530.
[113]
Sadece Ebû DâvÛd rivayet etmiştir.
[114]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/530-531.
[1151
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/531.
rı 161
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/531.
n i7i
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/531.
[118]
Bu hadis 286. hadisin tekrarıdır. Orada gerekli açılmamda bulunulmuştur.
rı 191
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/532-533.
11201
Bu hadisi Kutub-i Sitte müelliflerinden sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
[121]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 533.
[122]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/533-534.
[123]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 534.
11241
Ummü Atlyye'nin asıl adı Nesibe bini Ka'b el-Ensâriyye'dir. Resûlullah'tan kırk kadar rivayeti vardır. Bunların altısında Buhar! ve Müslim ittifak
etmiştir. Müstakil olarak her birinde birer hadisi vardır. Kadın cenazeleri yıkardı, Resûlullahın kızım da bu hanım yıkamıştır. (Bilgi için bk. İbn Ebî
Hatim, el-Cerh ne'I-ta'dil, IX, 465; lbnu'1-Esir, Üsdii'l-ğftbe, VII, 280; Zehebî, A'lfimu'n-nubelfi, II, 318; tbn Hacer, el-ts&be, 476; TehzEbıTt-Tehzib,
XII, 455).
ri251
Nesâi, hayz 7; Ibn Mâve, tahâre 127; Dârimi vudû 93,94; Ayrıca bk. Buhârî, hayz 25.
£1261
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/534-535.
£1271
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/535-536.
£1281
Sadece Ebü Dâvûd rivayet etmiştir.
[129]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/536-537.
[130]
Sadece Ebü Dâvûd rivayet etmiştir.
rnıı
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 537.
£132]
"Eser" hz. Peygambere ulaşmayıp sahâbi veya tâbü'de kalan, onlara ait olan görüş vt haberlere denir.
£1331
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 537.
£1341
Buradaki şüphe râvidendir.
£1351
Vers: Yemen'de biter, kadınların hamilelikten dolayı yüzlerinde çıkan ve halk arasında "çiğit" denilen benekler üzerine sürdükleri san renkte bir
bitkidir.
£136]
Tirmizi, tahâre 105; tbn Mâce, tahâre 128; Ahmed b. Hanbel VI, 300, 303, 304, 310.
£1371
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 538.
£138]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/538-539.
£1391
Bundan murat, Resühıllah'ın hanımları değil, akrabalanoiankadınlardır. Zira Resûlul-lah'ın hanımlarından Hz. Hadîce'dcn başka hiç birisi
Resûlullah'm yanında lohusa olmamıştır. Hadîce de hicretten evvel vefat etmiştir. Mâriye de câriyesidır.
£140]
Hadisi Kütüb-i Sitte müelliflerinden sadece Ebü Dâvûd rivayet etmiştir.
£1411
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/539-540.
£1421
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/540-541.
£1431
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 541.
£144]
Ahmed b. Hanbel, VI, 380.
£145]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/541-542.
£146]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/542-543.
£]471
Sidr: Trabzon hurmasına benzer bir ağaçtır. Yapraklan suya atılarak kaynatılır. Böylece suyun temizleyicilik özelliği artar.
11481
Bir pamuk veya bez parçasıdır.
£1491
bk. Buhârî, hayz 13; Müslim, hayz 60, 61; İbn Mâce, tahâre 124; Dârimi, vudü 84.
£1501
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/543-544.
ri5iı
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 544.
£1521
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/544-545.
£1531
İbn Mâce, tahâre 124;Müslim, hayz 61;Ahmed b.Hanbel, V, 72; VI, 148.
£1541
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/545-547.
[155]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 547.
[156]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 547.
[1571
Buhârî, teyemmüm 1; salât 56; cihâd 122; ta'bir 11: i'tisam 1; Müslim, mesâc id 3, 5, 8; Tirmizî, siyer 5; Nesâî, gusl 26; cihâd 1; Dârimî, siyer 29;
Ahmed b. Hanbel, I, 98, 301; II, 222, 264, 268, 314, 394, 412, 455/501; III, 304; IV, 416: V, 145, 148, 162, 248, 256.
[158]
el-Mâide (5), 6.
[159]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/7-10.
ri6oı
Useyd b. Hudayr : İbn Simâk b. Atik el-Ensâri. İslama ilk girenlerdendir. Bedr dışındaki bütün savaşlara katılmıştır. Uhud günü, ResûlullahTa
birlikte sebat etmiş ve yedi yerinden yaralanmıştır. Menkıbeleri çoktur. Ebû Hureyre'den, Resûlullah (s.a.)'m kendisi için "Useyd b. Hudayr ne iyi
adamdır!" buyurduğu rivayet edilmiştir. Hz. Aişe; "Useyd, insanların en fazıllarındandır" demiştir. Bir gün Useyd bir topluluğa konuşuyor ve onları
güldürüyordu. Efendimiz onun böğrüne dürttü. Useyd: "Beni incittin ya Resûlullah" dedi. Efendimiz: "Aynısını sen de bana yap" buyurdu. Useyd: "Ya
Resûlullah senin üzerinde gömlek var, bende İse yok" dedi. Efendimiz gömleğini topladı. Useyd onu bağrına bastı ve böğrünü öpmeye başladı. "Anam,
babam sana feda olsun ya Resûlullah, ben işte bunu istedim" dedi.
Useyd H. 20 yılında vefat eti. [Bilgi için bk. İbn Sa'd, Tabakât, III, 135; Buhârî, et-Tarîhu'l-Kebîr, II, 47; İbn Ebî Hatîm, ei-Cerh ve't-ta'dîl, II, 310;
İbnu'l-Esîr, Usdu'l-gâbe, I, 111, 113; Zehebî, A'lâmıTn-nubelâ, I, 340 - 343; İbn Hacer, el-İsâbe, I; Tehzîbu't-tehzîb, İbnu'l-İmâd, Şezerâtu'z-zeheb, I,
31; Ansâri, Asr-ı Saadet, III, 297 - 303 (Şamil Yayınlan)].
[161]
Buhârî, teyemmüm 1, 2; Tefsiru's-Sûre: 3, 4, 5, 10; nikâh 65; Müslim, tahâre 28; Ibn-i Mâce, tahâre 90; Nesâî, tahâre 193; Muvattâ, tahâre 89;
Ahmed b. Hanbel, I, 238' VI 57, 171.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 2/10-1 1.
[162]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/1 1-12.
[1631
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/12.
H641
ibn Mâce, tahâre 92; Ahmed b. Hanbel, IV, 321.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/12.
H651
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/12-14.
H661
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/14.
ri671
İbn Mâce, tahâre 92.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 2/14-15.
H681
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/15.
[1691
Ulatü'lceyş: Buhârî ve Müslim'de, Beyda ve Zâtü'l-Ceyş diye rivayet edilmiştir. Avnu'l-Mâbud'un İfâdesine göre Ulâtü'l-Ceyş ile Zatü'l-Ceyş
aynı yerin adıdır. Medine ile Mekke arasındaki konak yerlerinden biridir.
[170]
Zafâr, Yemen sahillerinde bir şehrin adıdır.
[171]
Buhârî, teyemmüm 1; şehâdât 15; meğâzî 34; Müslim, hayz 108; tevbe 56; Nesâî, tahâ-re 196; Ahmed b. Hanbel, IV, 264, VI, 195, 197, 198.
[172]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/15-17.
ri731
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/17-18.
ri741
Abdullah b. Mes'ûd'un künyesidir.
[1751
Buhârî, teyemmüm 7; Müslim, hayz 1 10; Nesâî, tahâre 198, 201; Ahmed b. Hanbel, IV, 264, 265.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/18-19.
£1761
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/20.
[1771
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/20.
£1781
Abdunahmar b. Ebzâ; Nâfı' b. Hâris'in azatlısıdır. Kendisinin Resûlullah'a sohbeti hususunda ihtilâf edilmiştir. Ancak onun Efendimizden on iki
hadisi olduğu rivayet edilmektedir. Ayrıca Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'den rivayetleri vardır, ibn Hibbân onu, tâbiûnun sikalarından saymış, Ebû Hatim
sahâbidir, demrş. Buhârî, Tirmizî, Yâ-kub b. Sufyan ve Dârakutnî de sahâbî olduğunu söyleyenlerdendir. (Bilgi için bk. İbn Sa'd, Tabakat, V, 462;
Buhârî, et-Tarîhul-kebir, V, 245; İbn Ebi Hatim, el-cerh ve't-ta'dil, V, 209; Ibnu'l-Kayserânİ, el-Cem'beyne ricali's-Sahihayn, I, 282; İbnu'l-Esir, Üsdul-
ğâbe, III, 278; Zehebî, A'lamu'n-nubelâ, III, 202 - 202; ibn Hacer A el-İsâbe, 1 1,388; Tehribu't-Tehzîb, VI, 132.).
£179]
Buhârî, teyemmüm 4, 5, 8; Müslim, hayz 1 12; Nesâî, tahâre 195, 199, 200; İbn Mâce, tahâre 91; Ahmed b. Hanbel IV, 263, 265, 320.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/20-22.
[180]
el-Maide (5), 6
£1811
Nisa (4), 43.
[182]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/22-23.
[183]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/23.
[184]
bk. Önceki hadisin kaynakları.
[185]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/23-24.
[186]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/24.
[1871
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/24.
[188]
bk. önceki hadislerin kaynaklan.
[189]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/24.
[190]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/25.
[1911
bk. aynı kaynaklar.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 2/25.
[192]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/25.
[193]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/25-26.
11941
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/26.
11951
Ahmed b. Hanbel, IV, 263, 265.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/27.
[196]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/27.
[1971
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/28.
[198]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/28.
[1991
Ebû Cuheym'in Müslim'deki zaptı Ebû Celim şeklindedir. İbn Hacer, doğrusunun Ebû Cuheym olduğunu, Ebû Cehm'in Kureyş'li başka biri,
bunun ise Ensârî olduğunu söyler. Ubey b. Kâ'b'm kız kardeşinin oğlu olduğu söylenir. Buhârî ve Müslim İki rivayetinde ittifak etmişlerdir.
r2ooı
Buhârî, teyemmüm 3; Müslim, hayz 1 14; Nesâî, tahâre 194; Ahmed b. Hanbel, IV, 169.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/28-29.
[201]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/29-30.
r2021
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/30.
12031
Hadisi sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
[2041
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/30-32.
[2051
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/29-30.
r2061
Buhârî, teyemmüm 3; Müslim, hayz 1 14; Nesaî, tahâre İ94; Ahmed b. Hanbel IV, 169.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/32-33.
r2071
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/33.
T2081
Ebû Zerr: Asıl adının ne olduğunda hayli ihtilâflar vardır. Cundub b. Ci'nlde b. Kays diyenler olduğu gibi Bureyr ve Berîr diyen 1er de vardır,
islâm dinini ilk kabul edenlerdendir. Kendisi "Gıfâr" kabilesindendir. Ebû Zerr-i Gıfârî diye tanınmıştır. Resûlul-lah'm davetini duyup Mekke'ye
gelmiş, Efendimiz'in tebliğini dinleyip, davranışlarını inceledikten sonra îslâma girmiş, bu yüzden Mekke müşriklerinin hakaret ve saldırılarına
uğramıştır. Peygamberimiz, kavmine dönüp duyduklarını ve bildiklerini onlara da aktarmasını emretmiştir. Ebû Zerr ilk müslüman olanlardan olmakla
beraber, hicreti hayli geç olmuş, bu yüzden Bedr ve Uhud muharebelerine iştirak edememiştir. Dünyaya hiç değer vermezdi. İlimde İbn Mes'ûd'a denk
sayılır. Kendisinden 281 hadis rivayet edilmiştir. Bunların 12'sinde Buhârî ve Müslim müttefiktir. Ayrıca Buhâri'de iki, Müslim'de yedi rivayeti vardır.
H. 32'de vefat etmiştir. (Bilgi için bk. tbn Sa'd, Tabâkât, IV, 219 - 237; Buhârî, et-Târihu' 1 -kebir, II, 221; Ebû Nuaym, Hilyetu'l-evliyâ, I, 156, 170;
lbnu'1-Esir, Üsdii'l-ğâbe, I, 357; VI, 99, 101; Zehebî, A'lamu'n-nubelâ, II, 46 -78; ibn Hacer, el-tsâbe, IV, 62 - 64: Telızîbu't-tehzîb, XII, 90-91; İbn
İmâd, ŞezerâtuVzeheb, I, 24, 56, 63; Ansârî, Asr-ı Saadet, (Ashâb-i kiram), H, 315, 324. 22.
T2091
Rebeze: Medine'ye üç konak uzaklıkta bir köydür.
[2101
Nesâî, tahâre 203; Tirmizî, tahâre 92; Ahmed b. Hanbel, V, 146, 147, 155, 180.
[211]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/33-35.
[212]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/35-36.
1213]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/36-37.
[214]
Bu zat Munzirî'ye göre önceki hadiste adı geçen Amr b. Bucdân'dır.
[2151
Nesâî, tahâre 203; Ahmed b. Hanbel, V, 146.
12161
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/37-39.
[2171
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/39.
[2181
en-Nisâ (4), 29.
[2j9]
Biraz değişik şekli için bk. Buhârî, teyemmüm 7.
r2201
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/40-41.
[2211
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/41-42.
T2221
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/42.
[2231
Bu ifâde, BezluT-Mechûd sahibinin dediğine göre te'kiddir. Menhel sahibine göre ise, önceki(ayi) (benzerini) Amr b.el-As'm ihtilâm olup
teyemmüm ile namaz kıldırmasına, ikinci ise Amr'm Hz. Peygamberle konuşmasına işarettir.
[2241
bk. Buhârî teyemmüm 7.
[2251
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/42-43.
[2261
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/43.
[2271
Bazı nüshalarda "yaralı"kelimesininyerine "özürlü" bazılarında da "sivilceli" kelimeleri yer almaktadır.
[228J
Buradaki bağlama manasına gelen kelimenin mı, yoksa mı olduğunda râvî şüpheye düşmüştür.
[2291
İbn Mâce tahâre 93 (değişik şekilde).
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/43-44.
r2301
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/44-46.
[2311
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/46.
[2321
ibn Mâce, tahâre 93; Ahmed b. Hanbel,!, 370.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/46.
[2331
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/46-47.
[2341
Nesâî, ğusul 27; Dârimı, vudu 65.
[235J
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/47-48.
[2361
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/48-49.
[2371
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/49.
[2381
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/49-50.
[2391
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/50.
[2401
Bir nüshadababın isme "Cuma için gusletmekle ilgi hadisler" şeklindedir.
[2411
bk. Buharı, cuma 2, 5, 12, 26; MüsIim,Cuma, 1, 3, 4; Tirmizi, Cuma 3, 29," Nesâî, Cuma 25; muvatta, cuma 5, Dârimî, salat 190; Ahmed b.
Hanbel, 1,15,46.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/50.
[2421
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/51-52.
[2431
Buhârî, ezan 161; cuma 2, 3, 12; şehâdât 18; Müslim, cuma 5; Dârimî, salât J90; ibn Mace, ikâme 80; Muvatta,cuma 2, 4; Ahmed b. Hanbel, III,
6, 30, 60.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/52.
[2441
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/52-53.
[245]
Nesâî, cuma 25.
[246]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/53-54.
[2471
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/54.
[2481
Müslim, cuma 26-27 (muhtasar olarak).
12491
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/54-55.
12501
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/55-56.
[2511
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/56.
[2521
Bu cümle başka bir nüshada "cuma günü gusletmek her baliğ üzerine vacibtir" şeklindedir.
[2531
Müslim, cuma 7; Nesâî, cuma 6, 1 1 ; Ahmed b. Hanbel, III, 30, 69; IV, 34.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/57.
[2541
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/57-58.
[2551
Nesâî, cuma 10, 12, 19; Ibn Mâce, ikâme 80; Tirmizî.cuma 4; Ahmed b. Hanbel, III, 209; IV, 8, 9, 10.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/58-59.
[2561
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/59.
12571
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/59.
12581
bk. Bir önceki hadisin kaynaklan.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/60.
[2591
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/60.
[2601
Nesâî, cum'a'10, 12, 19; İbn Mâce, ikâme 80,83; Ahmed b. Hanbel, I, 93;IV, 9, 10, 104.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/0-61.
[26İ1
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/61.
[2621
Ebû Dâvûd, cenâiz 35.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/61-62.
[2631
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/62-63.
[2641
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/63.
[2651
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/63.
[2661
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/63.
[2671
Buhârî, cuma 4; Müslim, cuma 10; Nesâî, cuma 14; Tirmizî, cuma 6; Muvatta, cuma 5; Ahmed b. Hanbel, II, 460.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/63-64.
[2681
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/64-65.
[2691
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/65.
12701
Buhârî, cuma 16; Müslim, cuma 6.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/65.
[2711
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/66.
T2721
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/66.
[2731
Hadisi kutub-ı sitte müelliflerinden sadece Ebû Davûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/66-67.
[2741
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/67-68.
[2751
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/68.
[2761
Nesâî, cuma, 9; Tirmİzî, cuma 5; salât 337; Ahmed b. Hanbel; 8,1 1,15, 16, 22.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/68.
12771
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/69.
[278]
Kays b. Asım: Sinan b. Minkâr'ın oğludur. H. 9. senesinde îbni Temim kabilesinden gelen heyetle birlikte Resûlullah (s.a.)'a gelip mü A ıiman
olmuştur. Gayet zeki, halim-selim ve cömert bir zat idi. Efendimiz kendisi için "Göçebe hayatı yaşayanların efendisi" diyerek iltifat etmiştir. Ibn
Abdilberr'İn beyânına göre câhiliye hayatında da şarabı kep-disine haram kılmıştı. Basra'ya yerleşerek orada vefat etmiştir. Ebû Dâvûd, Nesâi ve
Tirmizi kendisinden rivayette bulunmuştur. (Bilgi için bk. lbnu'1-Esir, üsdü'l-ğâbe, IV, 432 - 434; Ibn Hacer, el-îsâbe, III, 252 - 254).
[2791
Nesâî, tahâre 125; Tirmizi, cuma 72; Ahmed b. Hanbel.V, 61.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/69.
r2801
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/69-70.
[281]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/70.
12821
Sarihlerin beyânına göre Useym'in babası Kesir, dedesi de .Kuleyb el-Cuhenîveya el-Hadramî'dir. Senedde Useym, dedesine nisbet edilerek
zikredilmiş, sanki Useym'in babası Kuleyb olarak gösterilmiştir. Buna göre senedin Useym b. Kesir b. Kuleyb olması gerekir. Ancak lerceme hadisin
senedindeki ibareye göre yapılmıştır. (Bilgi tçin bk. Ib-nul Esir, Usdul -ğâbe, III, 602; Ibn Hacer, el-İsâbe, III, 163'te yanlışlıklasahâbi sayılmış olanlar
arasında zikreder.)
[283]
Kütüb-i sitte sahiplerinden sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/70-71.
[2841
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/71-72.
[2851
Dârlmî, vudu', 84, 92.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/72-73.
12861
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/73.
12871
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/73.
f2881
Buhârî, hayz 1 1 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/73-74.
12891
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/74.
12901
Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/74-75.
[291]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/75.
12921
Esma bint Ebî Bekr: H7. Ebû Bekir'in kızı, Zubeyr b. Avvâm'm hanımıdır. Kendisine "Zatun-Nitakayn" (iki kemer sahibi) denilir, tslâmiyeti
kabul bakımından musluman-lann onsekizincisidir. Oğlu Abdullah'a hamile iken Medine'ye hicret etmiş oğlu Abdullah'ın katlinden on veya yirmi gun
sonra Mekke'de vefat etmiştir. (H. 73) Hişam b. Urve babasından rivayetle Hz. Esmâ'nm yuz yaşma bastığını, bir tane dişinin dahi düşmediğini
söylemiştir. Resulullah'tan hadis rivayet etmiştir. Oğullan Abdullah Urve ve torunları da kendisinden hadis almışlardır. (Bilgi için bk. Ibn Sa'd,
Tabakât, VI-II, 249 - 255; Îbnu'l-Esîr, ÜsduT-ğâbe, VII, 9; Zehebî, A'lâmu'n-nubelâ, II, 287, 296; Ibn Hacer, el-İsâbe, 229 - 230; Tehzîbu't-Tehzîb,
XII, 398; lbnu'1-Imâd, Şezerâtu'z-zeheb, I, 44, 80.)
[2931
Bu cümleyi, "Kan izi göremediği (fakat şüphe ettiği) yeri yıkasın" şeklinde de anlamak mümkündür.
[2941
Buhârî, hayz 9.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/75-76.
[2951
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/76.
[2961
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/76.
12971
Buhârî, hayz 9, vudu 63; Müslim, tahâre 1 10; Tirmizi, tahare 104, Ibn Mâce, tahâre 118; Nesâî, hayz 26; muvatta tahâre 103; Ahmed b. Hanbel,
VI, 246, 253.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/76-77.
12981
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/77.
12991
Tirmızî, tahare 104; Nesaî, tahare 26; hayz 26; Darimi, vudu 83, 105;.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/77-78.
13001
Ummu Kays bint Mihsanı AdmınCuzâme,Âmine veya Ümeyyelolduğu söylenir. Ukka-şe'nin kız kardeşidir. Mekke'de Islâmı kabul edip,
Medine'ye hicret edenlerdendir. Efendimiz kendisinin uzun omurlu olması tçin dua etmiştir. Gerçekten de onun kadar yaşayan başka bir kadın sahabi
bilinmemektedir. Resûlullah' dan 24 hadis rivayet etmiştir. İkisinde Buhârî ve Müslim müttefiktir. (Bilgi için bk. Îbnu'l-Esîr, Usdu'l-ğâbe, VII, Ibn
Hacer, el-İsâbe, Isâbe, IV, 485.).
13011
Nesaî, tahare 184; hayz 26; Ibn Mâce, tahare 118; Dârimî, vudû 83, 105; Ahmed b. Hanbel, VI, 355, 356.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/78.
13021
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/78.
T3031
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/79.
[3041
Dârimî, vudû, 105.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/79.
[305]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/79.
T3061
Ahmed b. Hanbel, 11,380.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/79-80.
[3071
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/80.
[308]
Nesâi, tahâre 185; İbn Mâce, tahare 83.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/80-81.
[309]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/81.
13101
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/81.
r3iıı
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/81-82.
[312]
Ebû Dâvûd, salât 86; Nesâi, ziynet 115; Tirmîzî, cuma 64; Ahmed b. Hanbel, VI, 101.
[313]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/82.
13141
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/82.
[315]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/82-83.
[316]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/83.
[317]
Müslim, salât 274; İbn Mâce, tahare 131; Ahmed b. Hanbel, VI, 67, 99, 129, 137.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/82-83.
[318]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/84.
[319]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/84.
r3201
İbn Mâce, tahâre 131; Ahmedb. Hanbel, VI, 204; ayrıca bk. Buhârî, salat 19, Müslim, salat 273, 274.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/84.
[321]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/84.
[322]
Tabiûndandır, İbn Mes'ûd, Ammâr b. Yâsir, Huzeyfe ve Hz. Âişe'den rivayette bulunmuştur. (Bilgi için bk. ibn Ebî Hatim, el-Cerh, IX, 1 06).
[323]
Buradaki şüphe, râvilerden birine aittir.
[324]
Müslim, tahâre 105, 106, 45; Nesâi, tahâre 187; ibn Mâce, tahare 82 (mânâ olarak); Tirmizî, tahâre 85 (mânâ olarak);Ahmed b. Hanbel, VI, 35
97, 135.
[325]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/85.
[326]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/85-86.
[3271
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/86.
[328]
Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
[329]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/86.
[330]
Buhârî, vudû' 65; Müslim, tahâre 108 (benzeri); Tirmizî, tahare 86 (benzeri);Nesaî tahâre 186; İbn Mâce, tahâre 81 (benzeri); Ahmed b. Hanbel,
VI, 142, 235.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/87.
[33U
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/87.
f3321
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/87.
[333]
Buhârî, vudû 59; Muslim.tahâre 101, 104; Nesâî,tahâre 188; Tirmizî, tahare 54 (benzeri) ibn Mace, tahâre 77; Darİmî, vudû' 63; muvatta', tahâre
1 10; Ahmed b. Hanbel, VI, 356, 464.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/87-88.
13341
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/88-89.
[335]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/89.
[336]
Lubâbe bint el-Hâris: Resûlullah'm amcası Hz. Abbâs'm hanımıdır. Hz. Hatice'den sonra Islâmı ilk kabul eden kadın olduğu söylenir.
Efendimizden otuz hadis rivayet etmiştir. Buhârî ve Müslim bir rivayetinde ittifak etmişler, birerini de ayrı ayrı rivayet etmişlerdir. Hz. Osman'ın
hilâfeti devrinde vefat etmiştir. (Bilgi için bk. Ibnu'1-Esîr, Üsdu'l-ğabe, VII, 253; Zehebî, A'lamu'n-nubelâ, II, 314 - 315; Ibn Hacer, el-lsâbe, IV.;
Tehzîbu't-Tehzîb, XII, 449).
13371
Buharı, vudu 59; İbn Mâce, tahâre 77; Ahmed b. Hanbel, VI, 239, 240, 255, 256.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/89-90.
[338]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/90.
[339]
Resûlullah'm azatlısı ve hizmetcisidir. Ebû Zur'a; "Onun adını da bundan başka bir rivayetini de bilmiyorum" demiştir. Başkaları adının; Iyad
veya Ebû Zer olduğunu söylemişlerdir.
[340]
Nesâî, tahâre 189; İbn Mâce, tahâre, 77.
T3411
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/90-91.
13421
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/91.
13431
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/91.
13441
Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/92.
13451
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/92.
[3461
Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/92.
[3471
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/92.
13481
Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/93.
[3491
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/93.
f3501
Buhârî, vudû 57, 58, edeb 35, 80; Müslim, tahâre 98, 100; Tirmızî, tahâre 1 12; Nesâî, tahâre 44; mjyâh 2, İbn Mâce, tahâre 78; Dârimî, vudü' 62;
Muvattâ', tahâre 111; Ah-med b. Hanbel, ÎI, 282.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/93-94.
[351]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/94-96.
[3521
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/96.
[3531
Tâbıûndandır. Sika bir râvî olarak tanınır. H. 88'de Basra'da vefat etmiştir. (Bilgi için bk. Ibn Ebî Hatim, el-Cerh ve't-ta'dîl, VIII, 285; İbnu'l-
Esir, Üsdu'l-ğâbe, V, 221 -222; Ibn HAcer, el-İsâbe, ili, 447).
[3541
bk. önceki hadisin kaynaklan.
13551
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/96.
13561
Bezlu'l-mechûd, III, 130.
[3571
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/97.
[3581
Buharı, ta'bir 36; fedailu ashabın-Nebi 19; Müslim, fedailu's-sahâbe 140.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/97.
[3591
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/98-99.
r3601
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/99.
[36İ1
Ümmü Veled, Efendisinden çocuk dünyaya getiren câriyedir. Bu hanım tabiîdir.
[3621
Tirmizî, tahâre 109; İbn Mâce, tahâre 79; Dârimî, vudû 64; muvatta, tahâre 16.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/99-100.
[3631
el-Müddessir (74), 4.
[3641
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/99-100.
T3651
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/101.
T3661
Ibn Mâce, tahâre 79.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları: 2/102.
[3671
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/102.
[368]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/102.
[3691
Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/102-103.
13701
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/103.
[371]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları: 2/103.
[372]
Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/103-104.
[373]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/104.
13741
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/104.
[3751
Sadece Ebû Dâvud rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 2/104-105.
[376]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları: 2/105-106.
[3771
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/106.
[378]
Nesâî, tahâre 192; İbn Mâce, ikâme 61; Alımed b.Hanbel, III, 42.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 2/106.
[3791
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları: 2/106-107.
[380]
Sunen-i Ebû Dâvûd, Kıtabu't-Tahâre (Temizlik Bölümü)'nün sonu.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 2/107.
[381]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları: 2/107.
27. TIP BÖLÜMÜ
1. fnsanın Tedavi Olması Caizdir
2. Perhiz
3. Kan Aldırma
4. Kan Aldırma Yeri (Neresidir)?
5. Kan Aldırmanın Müstehap Olan Vakti Ne Zamandır?
6. (Tedavi İçin) Damar Kesme Ve Kan Alınacak Yer
7. Dağlamakla Tedavi Etmenin Hükmü
8. Buruna İ laç Damlatma
9. Nuşre
10. Panzehir Kullanmak
11. Kullanılması Hoş Olmayan Kötü f taçları Kullanmak
12. İyi Cins Hurma (İle Tedavi Olmak)
13. Ağıza Parmağı Sokup Boğazdaki Bademciği Sıkarak Patlatmak Suretiyle
Tedavi Etme
14. Gözlere Sürme Çekmek
15. Göz Değmesi Hakkında Gelen Hadisler
16. Emzikli Kadınla Cima Etmenin Hükmü
17. Muska Takmak
18. Okuma île Tedavi
19. Okuma İle Tedavi Nasıl Olur?
20. Şişmanlama Yollarına Başvurmak
21. Gaipten Haber Verdiğini fddia Eden (Kâhin) Hakkında
22. Yıldızlar(dan Hüküm Çıkarma) Hakkında
23. (Yere) Çizgi (Çizmek) Ve Kuş Uçurmak (Suretiyle İstikbale Dair Hükümler
Çıkarma) Konusunda Gelen Hadisler
24. Uğursuzluğa İ nanmak
27. TIP BÖLÜMÜ
1. tnsanın Tedavi Olması Caizdir
3855... Üsâme b. Şerik'ten rivayet olmuştur; dedi ki:
Peygamber (s.a)'in yanma varmıştım. Sahâbîleri (onun yanında) sanki başlarının
üzerinde bir kuş varmış gibi (sessiz ve hareketsiz durmakta) idiler. Selâm verip
(yanlarına) oturdum. Şuradan buradan (bir takım) bedeviler gelip;
Ey Allah'ın Rasûlü, tedavi olabilir miyiz? diye sormaya başladılar. (Hz. Peygamber
de);
"Tedavi olunuz. Çünkü aziz ve celü olan Allah, şifasını yaratmadığı bir hastalık
LU
yaratmamıştır. Ancak bir hastalık müstesna o da ihtiyarlıktır" buyurdu.
Açıklama
Tıb: İnbsan vücudunun sıhhat ve hastalığı kendisiyle bilinen bir ilimdir.
Bir de insan kalbine arız olan küfür, şüphe, vesvese gibi manevi hastalıkları ve bu
hastalıkların tedavisini araştiran tıb ilmi vardır.Ancak burada kastedilen birinci
manadaki tıb ilmidir.
a) Sıhhati korumak.
b) Vücudu rahatsız eden şeylerden sakınmak,
c) Vücuttaki zararlı maddeleri dışarı atmak.
Bunlardan birincisi, "Kim hastaolur yahut seferde bulunursa tutamadığı günler
121
sayısınca başka günlerde oruç tutsun" ayet-i kerimesinden almmıştır.Bu ayet-i
kerimede sıhhati kormak gayesiyle Ramazan' da yolculuk yapan bir kimsenin oruç
tutmasına izin verilmiştir. İkinscisi, "nefislerinizi öldürmeyiniz." Ayet-i
kerimesinde alınmıştır. Üçüncüsü ise, "...Ya da başından bir rahatsızlığı bulunan kimse
141
oruçtan, sadakadan veya kurbandan(biriyle) fidye verir." Ayet-i kerimesinde
almmıştır.Bu ayette, hacda ihramlı olan bir kimsenin başında kendisini rahatsız edecek
haşerelerin üremesi halinde, onlardan kurtulmak için başının tıraş edip karşılığında
fidye edilmesiene müsaade edilmektedir.
Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifteki "tedavi olunuz" emrinin zahiri ibahe ifade
eder.Hafız İbn Hacer ile Hanefi ulemasından Ayni bu görüştedirler. Fetava-yı
Hindiyye'nin zahirinden anlaşılan da budur.İmam Gazali de el-Erbain isimli eserde bu
görüşü savunmuştur.
Ancak Mecmau'l-Bihar yazarının açıklamasına göre; cumhur ulemaya göre bu emrin
zahiri müsteheblık ifade eder.İbn Kayyim el-Cevziyye ile Aliyyü'l-kari de bu
görüştedir.
Ayrıca bu hadis-i şerifte, ihityarlıktan başka her hastalığın bir ilacı olduğu
bildirilmekte, ilacı bilinmeyen hastalığın ilacını bulmak için araştırmalar yapılması
teşvik edilmektedir.
Bazı kimselein, "Allah'ın imtihan için verdiği hastalığa razı olmadıkça velayet
mertebesi tamam olmaz.Bu bakımdan veli için tedavi caiz değilidr." Şeklindeki sözleri
Hz. Peygamber' in mubah kıldığı tedavi hükümne aykırıdır. Eğer tedavi olunan
hastalıklar iyileşmiyorsa bunun sebebi ya hastalığın hakiki tedavisi bilinememesinden
£51
ve yahutta teşhis olunamamasmdandır.
Tedavilerin tümünü tevekküle aykırı saymak doğru değildir. Çünkü İslam alimlerinin
açıklamasına göre vücudun zararlarını giderecek sebepler üçtür:
1- Zararı gidermesi kesin olan sebepler, susuzluk zararının gideren su, açlık zararının
gideren ekmek gibi.Bu gibi sebepleri tevekkül maksadıyla terk etmek haramdır.
2- Zararı gidermesi kesin olmayan fakat gidermesi ihtimal dahilinde olan sebepler.Kan
aldırmak, üşümeyi giderebilen sıcaklık verici ilaçlar kullanmak gibi.bu gibi ilaçlara
başvurmak da tevekküle mani değildir.
3- Kendilerinden şifa beklemek tamamen bir vehimden ibaret olan sebepler.Efsun
yaptırmak gibi.Müslümana yakışan, bu kısma giren sebeplerden uzak durup Allah'a
tevekkül etmektir.
İbn Mes'ud'dan rivayet olunduğuna göre Hz.Peygamber, bu kısma giren sebeplerden
kaçıp Allah'a tevekkül edenler hesapsız olarak cennete gireceklerdir, buyurmuşladır.
mı
Binaenaleyh hastalığın gelip gitmesi Allah'ın emriyledir.Allah hastalığın iyileşmesine
sebep olacak devalar yaratmıştır.Bu sebeplere sarılmak tevekküle mani değildir.
Hadis-i şerifte ihtiyarlığın hastalıktan sayılması, kendisini ölümün takib etmesi
[8]
sebebiyle hastalığa benzemiş olmasındandır.
2. Perhiz
3856... Ümmü Münzir binti Kays el-Ensâriyye'den rivayet olunmuştur; dedi ki:
Rasûlullah (s. a) (bir gün) yanıma geldi. Henüz hastalıktan yeni kurtulmak üzere olan
Ali (a. s) beraberindeydi. (O sırada) bizim asılı (hurma) salkımlarımız vardı.
Rasûlullah (s. a) kalkıp onlardan yemeye başladı. Ali (a. s) de (onlardan) yemek için
ayağa kalktı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) Ali'ye:
"Sakın ha, sen hastalıktan yeni kurtuluyorsun" buyurdu. Ali (a. s) de (onlardan
yemekten) vazgeçti. Ben (onlara) arpa ve şalgam (yemeği) yapıp getirdim. Bunun
üzerine Rasûlullah (s.a) (benim hazırladığım bu yemeği göstererek):
"Ey AH, (işte) bundan ye, bu senin için daha faydalıdır" buyurdu.
Ebû Dâvud dedi ki; (Bu hadisi rivayet eden) Harun, (hadisi kendisine rivayet eden Ebû
Davud'un, Ebû Davûd et-Tayâlisî olmayıp) Ebû Dâvûd el-Adeviyye (olduğunu)
söyledi.
Açıklama
Perhiz, insanın bedene zarar mideye ağırlık veren yemeklerden sakınması demektir.
Hadis-i şerifte insan vücuduna zararlı ve faydalı olan şeyleri bilmenin, bir başka
ifadeyle tıp ilminin faziletine delâlet ve bu ilmi öğrenmeye teşvik vardır.
Görüldüğü gibi Hz. Peygamber, daha hastalıktan yeni kurtulmaya başlamış olan Hz.
Ali'ye bazı yiyecekleri yemeyi yasaklamıştır.
Bugün modern tıpta böbrek hastalığı, damar sertliği, romatizma, mide çıbanları ve
çocuk ishalleri gibi hastalıkların tedavileri hemen hemen perhizle yapılmaktadır.
£10]
Nitekim, "Mide hastalık evidir. Perhiz ise her devanın başıdır." buyurulmuştur.
3. Kan Aldırma
3857... Ebû Hureyre'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s. a):
"Sizin tedavi olduğunuz şeylerde hayırlı olan biri varsa o da kan aldırmadır"
im
buyurmuştur.
3858... (Ubeydullah b. Ali b. Ebû Râfı'in) ninesi ve Rasûlullah (s.a)'m hizmetçisi
Selmâ'dan rivayet olunmuştur; dedi ki:
Rasûlullah (s. a), başındaki ağrıdan şikâyet eden bir kişi yoktur ki ona "Kan aldır"
dememiş olsun. Ayaklarmdaki ağrıdan sızlanan bir kişi de yoktur ki ona, "Onlara kına
£121
yak" dememiş olsun.
Açıklama
Bu hadis-i şerifler kan aldırmanın müstehap olduğuna delâlet etmektedir.
Diğer bir hadis-i şerifte kan aldırmanın önemi ifade edilirken, "Eğer sizin
ilaçlarınızdan bir şey de hayır varsa bu ya neşter vurmakta, yabal şerbetinde yahutta
£13]
ateşle dağlamaktadır." buyurulmaktadır.
Kan aldırnmamı önemini bildiren hadislerden bazılarının mealleri şöyledir:
"Kan alan köle ne iyidir.Kan almak sülbün yükünü hafifletiyor ve gözleri
£14]
kuvvetlenidiry or. "
"Hz. Peygamber (s.a.), miraç gecesi meleklerden hangi topluluğa uğradıysa; ümmetine
£15]
kan aldırman emretmesini söylediler."
Bugünün tıbbıda genellikle 50 yaşın üzerindeki kişilerde görülen sebebi bilinmeyen,
organizmada alyuvar kitlesinin devamlı be mutlak suretle artmasıyla meydana gelen
Polsitemia Vera isminde bir hastalık tesbit edilmiştir ki ,hasta da baş ağrısı, baş
dönmesi halsizlik, fenalık hissi, geçici körlük, görme keskinliğinde azalma g,b,
şikayetleri vardır.
Bu hastalık kan alma suretiyle tedavi edilir. Böylece kısa zamanda alyuvar kitlesini
azaltarak hastalığın vücut için kötü olan etkileri önlenmiş olur.
Her defasında 300 ml. Kan alınır ve bu haftada 1-2 kere uygulanır. Bu işleme
alyuvarlar sayısı normal seviyeye gelinceye kadar devam edilir. Bazı vakalarda sadece
kan almayla hastalık kontrol altında tutulkabilir.
"Ani sol kalp yetmezliği ve buna bağlı akciğer bozukluklarında da kan alma suretyle
tedavi yapılır.Ani sol kalp yetmezliğinde toplardamar yoluyla süratle ve fazla
miktarda (500 ml) bir kan alımı kalbe kan dökümünü azaltarak sağ kalp atım hacmini
azaltmak suretiyle sol kalp yükünü hafifleteceğinden ani sol kalp yetmezliği ve buna
£161
bağlı akciğer bozukluklarına ait krizlerde hastayı kısa zamanda rahatlatabilir."
4. Kan Aldırma Yeri (Neresidir)?
3859... Ebu Keşbe el-Emmari, İbn sevban'a şöyle demiştir:
Peygamber (s. a.) başından ve iki omuzu arasından kan aldırır ve (alman kana işaret
ederek):
"Kim (kendisinden) şu kanları (dışarı) akıtırsa, artık başka bir hastalık için bir başka
im
yolla tedavi olmaması ona zarar vermez." buyururdu.
3860... Enes (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre;
Peygamber (s. a.), (boynun iki tarafında bulunan) ahdan (isimli iki damarın bulunduğu
yer)den ve iki omuz arasından üç defa kan aldırmıştır.
Ma'mer dedi ki: "(Bir gün) kan aldırmıştım.Aklım (başımdan) gitti. Öyle ki
namazımda Fatiha'yı bile ezbere okuyamıy ordum." Ma'mer başından kan aldırmıştı.
£181
Açıklama
Bu hadis-i şeiflerde kan aldırmanın çok tesirli bir tedavi şekil olduğu, usullerine riayet
edildiği takdirde önemli faydaları olabileceği ifade edilmektedir.
Kan aldırırken göz önünde bulundurulması gereken hususlardan biri, hastalığın
cinsini, vücudun kan alınacak yerini iyi tesbit etmektir.
Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifler kanın iki omuz arasından, boyunun sağ ve
solunda bulunan el-ahdeân denilen iki damardan ve baştan alınabileceği ifade
edilmektedir. 3863 numaralı hadis-i şerifte ise kanın kalçadan da alınabileceği
belirtilmektedir.
Hadis sarihlerinden AIiyyü'l-Kârî'nin açıklamasına göre; Ma'mer, kan aldırırken Hz.
£191
Peygamber'in riayet ettiği hususlara dikkat etmediği için bu duruma düşmüştür.
Kan aldırmayı gerektiren sebeplerin bilinmesi kadar vücuttan kan alınabilecek
noktaların bilinmesi de önemlidir.
İbnü'l-Kayyım el-Cevziyye'nin Zâdü'l-Meâd isimli eserinde açıkladığı gibi; başta
bulunan ağrı, kulak ve diş ağrısı gibi ağrılar, vücutta bulunan kanın çoğalmasından ve
bozulmasından doğmuş olabilir. Bu gibi ağrılar için boynun iki tarafında bulunan
damarlardan kan almak gerekir.
Sıcak ülkelerde bulunan kimselerin kanlan sıcaklığın cazibesi sebebiyle kılcal
damarlara hücum ettiği için, derilerinde bulunan solunum delikleri geniş olduğundan
bu kimselerden kan almak tehlikeli olabilir. Bu bakımdan kan aldırmanın zaman ve
[201
zeminini iyi tesbit etmek gerekir.
5. Kan Aldırmanın Müstehap Olan Vakti Ne Zamandır?
3861... Ebû Hureyre'den rivayet edildiğine göre; Rasûlullah (s. a) şöyle buyurmuştur:
"Kim (kamerî ayların) onyedi, ondokuz ve yirmi bir (inci günlerinden bir)inde kan
aldırırsa (bu, kanın çoğalmasından ve bozulmasından doğan) her hastalığa şifa
£211
olur."
3862... Keyyise binti Ebû Bekre'nin haber verdiğine göre; babası, aile halkını salı
günü kan aldırmaktan nehyeder ve Rasûlullah (s.a)'m:
"Salı günü kan(ların artma) günüdür. Salı gününde bir saat vardır ki (o saatte akıtılan
[221
kan bir daha) dinmez" dediğini söylermiş.
3863... Câbir (r.a)'den rivayet olunduğuna göre;
[23]
Rasûlullah (s. a) kendisinde bulunan bir ağrıdan dolayı kalçasından kan aldırmıştır.
Açıklama
Bu babdaki hadis-i şeriflerde kan aldırmak için kamerî ayların onyedi, ondokuz ve
yirmibirinci günlerinden birinin seçilmesi ve salı günü kan aldırmaktan kaçınılması
tavsiye edilmekte ve Hz. Peygamber'in vücudunda bulunan bir ağrıdan dolayı
kalçasından kan aldırdığı bildirilmektedir.
Neylü'l-Evtâr sahibi Şevkânî'nin de açıkladığı gibi; doktorlar, kan aldırmak için ayın
üçüncü haftasındaki günlerin en uygun olduğunda ittifak etmişlerdir. İstikbalde
anlaşılabilecek bir gerçeği yüzyıllarca önce bildirmesi yönünden 3861 numaralı hadis
bir mucize niteliği taşımaktadır.
Herhalde ayın üçüncü haftasının kan aldırmak için ayın birinci, ikinci ve dördüncü
haftalarından daha uygun olması, ayın dünyaya etkisinden kaynaklanmaktadır.
Çünkü Erzurumlu İbrahim Hakkı'nm da ifade ettiği gibi, "ayın ilk yarısında sıcaklıkla
1241
nemliliğin fazlalığından damarlarda kan çoğalır." Kanın çoğaldığı bir sırada
damardan kan alınması halinde kanın dindirilmesi zorlaşacağından tehlikeli olacağı
gibi, ayın son haftalarında da kan iyice azalacağından o haftada da kan aldırmak
tehlikeli olabilir.
Hadis sarihlerinin açıklamasına göre; salı günü kan aldırmanın tehlikesi de o günde
kanın fazlalaşması sebebiyle dindirilmesinin zorlaşması ve ölüme sebep
olabileceğinden doğmaktadır. Ancak, sah günü kan aldırmanın yasak-landığmı
bildiren bu 3862 numaralı hadis, senet yönünden tenkid edilmiştir. Hatta İbn Cevzî bu
hadisin mevzu olduğunu söylemiştir. Ayrıca bu hadisi, "Salı günü Hz. Adem'in oğlu
Habil'in kardeşi Kabil'i öldürdüğü kan günüdür" şeklinde tefsir edenler de olmuştur.
Hz. Peygamber'in kalçasından kan aldırdığını ifade eden 3863 numaralı hadiste de
çözülmesi müşkil görünen kapalı bir husus vardır. Çünkü Ahmed b. Hanbel'in
rivayetindeki Hz. Peygamber'in vücudundaki ağrıyla ilgili ifadede kesinlik yoktur. Bu
ağrının sırtında mı yoksa kalçasında mı olduğunda tereddüt edilmektedir.
1251
Ayrıca aslında bu ağrının Hz. Peygamber'in attan düşmesinden dolayı meydana
geHen ağrı olabileceği kabul edilirse, o zaman kal aldırma hâdisesinin Medine'de ve
ayaktan olması gerekirdi. Oysa bu kan aldırma hâdisesinin Mekke'de ve ihramlı iken
[26]
olduğuna delâlet eden rivayetler de vardır.
Netice olarak burada kan aldırma hadisesinin kalçasından mı yoksa sırtından mı
olduğu araştırılmaya muhtaçtır.
Esasen 3863 numaralı hadisin mevzumuzu teşkil eden bab başlığı ile pek ilgisi
görülmüyor. Bu bakımdan bu hadisin yeri bir sonraki bab yahutta bir önceki bab
olmalıydı. Nitekim elimizde bulunan Avnü'l-Ma'bûd nüshasında bu hadis bir sonraki
[27]
bab başlığı altında zikredilmiştir.
6. (Tedavi İçin) Damar Kesme Ve Kan Alınacak Yer
3864... Câbir (r.a)'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Peygamber (s. a) Übeyy'e bir doktor
[28]
gönderdi. (Doktor tedavi maksadıyla) onun bir damarını kesti.
Açıklama
Bu hadis-i şerif Hz. Peyamber'in damar kesmeninde tedavi için bir yol olduğunu
tasvib ettiğine delâlet etmektedir. Müslim'in rivayetinden anlaşılacağı üzere, Hz.
Peygamber'in Übeyy'e gönderdiği doktor, Übeyy'in damarım kestikten sonra kanı
dindirmek için kestiği yeri dağîamıştır.
Bu da gösteriyor ki, doktor tedavi için hastanın durumuna en uygun yol hangisi ise o
yolu tercih eder ve hastasını o yolla tedavi etmeye çalışır. Hadis-i şerifin delâlet ettiği
mana budur.
Nitekim bugünkü doktorlar da hastayı en hafif yoldan tedavi etmenin yolu ne ise
tedavi için o yolu seçmek gerektiğinde ittifak etmişler. Hastayı daha hafif bir yolla
tedavi etme imkânı varken daha ağır bir yola gitmenin doğru olmayacağını; fakat daha
hafif yollarla tedavi imkânı kalmadığı zaman en ağır tedavi yollarına dahi
[29] "
başvurulabileceğini söylemişlerdir.
7. Dağlamakla Tedavi Etmenin Hükmü
3865... İmrân b. Husayn'dan rivayet olunmuştur: Peygamber (s.a) (bize) dağla(mak
suretiyle tedavi yap)mayı yasakladı. (Biz ise tedavi için) dağlama yoluna başvurduk.
(Fakat bu rahasızlıklarımız) ne iyileşti, ne de şifa buldu.
Ebû Dâvûd dedi ki: (îmrân b. Husayn, Hz. Peygamber'in yasakladığı bu dağlama ile
tedavi etme yoluna başvurmadan) önce meleklerin selâmım işitirdi. Dağlandıktan
sonra bu halden mahrum oldu. Dağlanmayı bırakınca eski hali tekrar kendisine döndü.
[30]
3866... Câbir (r.a)'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a), ok yarasından dolayı
im
Sa'd b. Muaz'ı dağla-mtştır.
Açıklama
Bir önceki hadis-i şerifte de açıkladığımız gibi, bir hastalığı daha hafif ve daha kolay
yoldan tedavi imkânı varken dağlama ile tedavi etmek yasaklanmıştır. Ancak
dağlamadan başka tedavi imkânı kalmadığı zaman tedavi için dağlama yoluna
başvurmakta şer'î bir sakınca yoktur.
Nitekim had cezasıyla eli ve ayağı kesilen kimselerin kanlarını dindirmek için
başvurulan yol dağlama yoludur.
Fahr-i Kâinat Efendimiz, Sa'd b. Muaz'm yarasını dağlamak suretiyle bize bu
gerçekleri öğretmiştir. Rasûluüah Efendimizin İmrân b. Husayn'ı dağlanmaktan
nehyedişinin sebebini de bu şekilde açıklamak icab eder.
Siyer kitaplarında açıklandığına göre Hz. İmrân'm tedavi olmak için dağlanmasını
istediği yarası basur yarası idi. Burası çok nazik ve tehlikeli bir yer olduğu için Hz.
Peygamber buna izin vermedi.
Hattâbî, Hz. Peygamber'in dağlamayı yasaklamasına sebep olarak iki ayrı önemli
sebep daha gösterir:
1) Hz. Peygamber'in dağlama yoluyla tedaviyi yasaklamasının bir sebebi de cahiliye
araplannm, "Nerede olsanız, sağlam kaleler içinde bulunsanız yine ölüm sizi
[321
bulur" kaziyye-i ilâhiyesine aykırı olarak, ölüm ve kalımı Allah'ın irade ve
kazasına değiî de tamamen maddî sebeplere bağlamaları ve dağlamanın ölüme karşı
kesin bir çare olabileceğine dair inançları idi.
Oysa bütün tedavi yöntemleri kesin sonuç almak için yeterli ve mutlak sebep değil,
ancak şifa için Allah'ın izni ve iradesi dahilinde birer vasıtadan ibaretti.
Hz. Peygamber işte bu sözü geçen yanlış inançla kendisine başvurulan dağlama ile
tedavi yolunu yasaklamıştı.
2) Hz. Peygamber'in bu tedavi yolunu yasaklamasının diğer bir sebebi de onların daha
hastalık gelmeden önce hastalıktan korunmak maksadıyla kendilerini dağlamayı bir
adet haline getirmiş olmalarıydı. Oysa zaruret olmadan vücudu dağlattırmak
mekruhtur.
Bir ihtimal uğruna böylesine tehlikeli bir tedavi yolunu göze almanın yanlışlığını
açıklamak icap ediyordu. İşte Hz. Peygamber'in dağlama ile ilgili olarak getirdiği
yasağın bir sebebi de bu idi.
Bu mevzuda İbn Kuteybe şöyie diyor:
"Bazı hadisler arasında çelişki bulunduğunu iddia eden sapık mezhep sahipleri bu
iddialarını ispat için şöyle diyorlar:
Siz Rasûlullah'm, "Hastalığını iyileştirmesi için vücudunu dağlattıran veya (kendisine)
[33]
okutup üflettiren Allah'a tevekkül etmemiştir" buyurduğunu rivayet ettiniz, sonra
da Rasûlullah'm Es'ad b. Zürâre'yi dağladığını ve; "Sizin tedavi olduğunuz şeylerde bir
hayır varsa şüpesiz hacamatçının kan akıtmak için neşterle vücudu yarmasında veya
[341
ateşle dağlamasmdadır." buyurduğunu rivayet ettiniz. Bu ise birinci hadisin
hilâfmadır.
Cevap: Biz deriz ki, burada herhangi bir uyuşmazlık yoktur. Her bir hadisin yeri
vardır. Oraya konulduğu zaman uyuşmazlık ortadan kalkar. Dağlamak iki çeşittir:
Birisi, Acemlerin pek çoğunun yaptığı gibi hastalığa yakalanmamak, hasta olmamak
için sağlam birisini dağlamaktır. Onlar çocuklarını ve gençlerini kendilerinde hastalık
olmadığı halde dağlarlar. Bu dağlamanın onların (çocukların) sıhhatini koruyacağını
ve hastalıkları onlardan uzaklaştıracağını zannederler.
İşte Rasûlullah'm (s. a) iptal ettiği ve hakkında, "Dağlanan tevekkül etmemiştir" dediği
husus da budur. Çünkü o sıhhatli olduğu halde dağlanmak ve tabiatını ateşle
korkutmakla kendisinden Allah'ın kaderini uzaklaş-tırabileceğini zannetmektedir. Eğer
Allah'a tevekkül etmiş olsaydı, O'nun (c.c) kazasından insanı kurtaracak hiçbir şey
olmadığını bilirdi ve sıhhatli olduğu halde tedavi olmaz ve hastalıktan kurtulmak için
hastalık olmayan yeri dağîamazdı.
Diğer dağlamaya gelince; yara iltihaplandığı ve kan akıp kesilmediği zaman yarayı
dağlama, karında ve bedende su toplandığı zaman damarların dağlanması da böyledir.
İşte Rasûlullah'm, "Muhakkak onda şifa vardır" dediği dağlama budur. (Resulullah)
Es'ad b.Zürâre'yi, boynunda hissettiği bir hastalıktan dolayı dağlamıştır. Bu ise birici
gibi değildir. Çünkü hastalığa yakalanmca tedavi olan bir kimseye "tevekkül
etmemiştir" denilemez.
Halbuki Rasûlullah (s. a) tedavi olunmasını emretmiş ve, "Her hastalığın ilacı
[351
vardır" buyurmuştur. İlaç mutlaka şifa vereceğinden değil, sadece bu ilaç ile
Allah'ın kendisine afiyet vermesi umularak içilir. Çünkü Alla-hu Teâlâ herşey için bir
1361
sebep kılmıştır."
Bu konuda âlimlerce verilen izahlardan şu netice almır:
Dağlamanın yasak olduğu durumlar:
1- Dağlamaktan başka tedavi mümkün iken,
2- Dağlamak tehlikeli iken,
3- Şifayı Allah' dan değil de dağlamaktan beklerken,
4- Sağlıklı olduğu halde hastalanmamak için ve bir tedbir mahiyetinde olmak üzere
dağlamak.
Yukarıdaki maddelerde yazılı durumlarda dağlamak da dağlanmak da yani kişinin
kendi nefsini dağlaması veya başkasını dağlaması yasaktır, yani mekruhtur.
Hastalıktan kurtulmanın başka çaresi görülmüyorsa zaruret halinde ve son çare olarak
£371
dağlama yoluna gidebilir.
8. Buruna tlaç Damlatma
3867... İbn Abbas'dan rivayet olunduğuna göre;
1381
Rasûlullah (s. a), buruna ilaç damlatırmış.
Açıklama
Seut: Hastayı omuzlarının altına yastık gibi bir şey koyarak sırtüstü yatırmak
demektir. Hasta bu şekilde yatırıhnca burnuna damlatılan ilaç dimağına daha çabuk
erişerek orayı tahriş edip hastayı aksırtır. Bu aksırık vasıtasıyla dimağında bulunan
rahatsızlığı dışarı atmış olur. Bu hadis-i şerif tababetin müsbet ve güvenilir bir ilim
olduğuna, burna ilaç damlatmakla tedavi olmanın müstehabhğma delâlet etmekte ve
tedavi için bu yola bizzat Fahr-i Kâinat Efendimiz'in de başvurduğunu ifade et-
[391
mektedir.
9. Nuşre
3868... Câbir b. Abdullah'dan rivayet olunduğuna göre; Rasûlullah (s.a)'a nuşre
(denilen tedavi usulü) sorulmuş da:
[401
"O şeytan işidir" cevabını vermiş.
Açıklama
Avnü'l-Ma'bûd yazarının açıklamasına göre nuşre, kendisini cinlerin çarptığı
zannedilen bir kimseyi tedavi için kullanılan bir nevî okuyup üflemekle yapılan tedavi
usulüdür.
Bu tedavi usulünün uygulanması neticesinde hastayı rahatsız eden sebeplerin içinden
çıkarak önüne dökülüp neşr olunacağı umulduğu için bu tedavi usulüne "nuşre" ismi
verilmiştir.
Fethu'l-Vedûd yazarı bu mevzuda şöyle diyor: "Öyle zannederim ki bu tedavi usulü
içerisinde şeytanların isimleri, ya da anlaşılmaz ibareler bulunan bir takım metinleri
hastaya okumaktan ibarettir. Bu bakımdan bu tedavi şeklinin bir nevi sihir olduğu
kabul edilmiş, yapanlar hastanın içinde bulunan hastalığın bu yolla dökülüp
saçılacağma inandıkları için de ona nuşre ismi verilmiştir."
Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte "şeytan işi" olduğu haber verilerek yasaklanan
bu asılsız tedavi yolu İslâmiyyetten önce araplar tarafından kesin sonuç alınacağına
inanılarak uygulanan yaygın bir tedavi yolu idi. İslâmiyet gelince bunu yasakladı ve
yerine Allah'ın izni ve iradesi ile şifalı olabilen bazı âyetleri ve Peygamberin öğrettiği
duaları okuyarak tedavi etme yolu getirildi ki bunu inşallah bu bölümün 18. ve 19.
[411
bablarmda ayrıntılı olarak anlatacağız.
10. Panzehir Kullanmak
3869... Abdullah b. Amr, Rasûlullah (s.a)'i şöyle derken işittiğini söylemiştir:
"Eğer ben panzehir içersem veya muska takınırsam ya da kendi kafamdan şiir
söylersem (artık islâmî ölçülerin dışına çıkmış olacağımdan bir daha) yaptıklarımın
islâmî ölçülere uyup uymadığm)a aldırış etmem."
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu yasak sadece Peygamber (s. a) 'e aittir. (İslâm â/imlerinden) bir
[421
topluluk buna, yani panzehir kullanmaya cevaz vermiştir.
Açıklama
Bu hadis-i şerifle Rasûl-i Zîşan Efendimiz ümmetini; panzehir içmek, muska takmak
ve hikmetle ilgisi olmayan şiirle meşgul olmaktan nehyetmek istemektedir.
Ancak bunu ümmetinden hiç bahsetmeden, sözü kendi üzerinden açarak yapmaktadır.
Bilindiği gibi insanın muhatabı ile ilgili bir meseleyi bu şekilde anlatmasına "üslubu
hakimane" denir.
Hadis-i şerifte üslubu hakîmane'nin en güzel örneklerinden birini görmekteyiz. Bu
sanatı merhum Tâhîru'l-Mevîevî şöyle tarif ediyor: "Üslubu hakimane tariz
nevilerindendîr. Birini takdir makamında; niçin böyle yapıyorsun? diyecek yerde;
niçin böyle yapıyoruz, yapmasak daha iyi olmaz mı? tarzında nefsini teşrik ederek
[43]
söylemektir."
Tiryak: Zehirlenmeye karşı kullanılan zehirli ilaçtır.
İbnü'l-Esîr'in en-Nihâye isimli eserindeki açıklamasına göre, hadis-i şerifte kastedilen
ve yasaklanan zehirli ilaçtan maksat yılan etinden ve şaraptan yapılan bir ilaçtır.
İçinde böyle pis ve haram karışımlar olduğu için haram kılınmıştır. Fakat içerisinde
pis ve haram bileşimler bulunmayan zehirli ilaçların kullanılmasında sakınca yoktur.
Bezlü'l-Mechûd yazarının açıklamasına göre, cumhur ulema zehirli ilaç kullanmanın
caiz olmadığını söylemişlerdir. Mâlikîlere göre bunda bir sakınca yoktur. Musannif
Ebû Davud'un metnin sonuna ilâve ettiği, "bir topluluk buna cevaz vermiştir" sözü ile
herhalde Mâlikîleri kasdetmiştir. Çünkü onlar yılan etinin helâl olduğu
görüşündedirler.
İbn Reslân'a göre, kafadan şiir söyleme ve muska takma yasağı sadece Hz.
Peygamber'e aittir. Ümmetine helâl kılınmıştır. Zehirli ilaç kullanmak ise içinde
haram bileşikler bulunmadığı takdirde yine ümmetine helâl kılınmıştır.
Aslında söz konusu üç fiilin haram olanı da vardır, helâl olanı da. Meselâ zehirli ilaç
haram maddelerden yapılmış ise kullanılması haramdır. Helâl maddelerden yapılmışsa
kullanılması helâldir. İçerisinde söylenmesi haram sözler bulunan şiir yazmak ve
okumak haram oldğu gibi, içerisinde söylenmesi haram sözler bulunmayan şiirleri
yazmak ve okumak helâldir.
Muska takmak da böyledir, İçerisinde söylenmesi küfrü gerektiren sözler bulunan bir
muskayı yazmak veya takmak haram olduğu gibi, tesirini Allah'dan değil de bizzat
muskadan bekleyerek bunu takmak da haramdır. Fakat içerisinde böylesi sözler
bulunmayan bir muskayı tesirini sadece Allah'dan bekleyerek takmakta hiçbir sakınca
yoktur. Bezi yazarının tercih ettiği görüş de budur.
Abdullah b. Amr'm rivayetine göre, Hz. Peygamber uykuda korkanlar için şu duayı
okumalarım tavsiye buyurmuşlardır:
Ravi Abdullah b. Amr bu duayı aklı eren çocuklarına öğretir, aklı ermeyenler için de
yazıp boyunlarına asardı.
Din bilginlerinden bir kısmı bu meyanda Hz. Aişe, Mâlik, Ahmed b. Hanbel ve
Şâfıîlerin bir çoğu yukardaki rivayeti göz önüne alarak bunun caiz olduğunu
söylemişlerdir. İbn Abbas, İbn Mes'ud, Hanefîler ve Şâfiîler de nazarlık vb.'nin
taşınmaması hakkındaki rivayetlere bakarak âyet ve duaların da yazılıp taşınmasının
caiz olmadığı görüşünü benimsemişlerdir.
Muskacılığın bir meslek haline gelmemesi, dinin ve din? duyguların hasis menfaatlere
âlet edilmemesi bakımından ikinci görüş dikkat çekicidir. Çocuklara ve okuma
bilmeyenlere bilenler bir menfaat beklemeden okumalıdırlar. Okuyacak bulunmazsa
1441
yazma yoluna başvurulur.
11. Kullanılması Hoş Olmayan Kötü İlaçları Kullanmak
3870... Ebû Hureyre (r.a)'den rivayet olunduğuna göre; Rasûkıllah (s. a) kötü ilaç
1451
(kullanmayı) yasaklamıştır.
3871... Abdurrahman b. Osman (r.a)'dan rivayet olunduğuna göre;
Bir doktor ilaca kurbağa (eti) koymanın hükmünü sordu. Peygamber (s. a) kurbağayı
1461
öldürmekten nehyetti.
3872... Ebû Hureyre'den rivayet olunduğuna göre; Rasûlullah (s.a):
"Zehir yut (up da canına kıy) an cehennem ateşi içinde ebedi kalarak o zehiri yutmaya
1421
çalışmakla meşgul olacaktır" buyurmuştur.
3873... Simâk'dan rivayet olunduğuna göre;
Târik b. Süveyd, Peygamber (s.a)'e, (tedavi için) şarap (kullanmayı) sormuş, (Hz.
Peygamber) onu (bundan) nehyetmiş. Sonra o (bunu) Hz. Peygamber'e (tekrar)
sormuş. (Hz. Peygamber) onu (yine) nehyetmiş. Sonra o, Hz. Peygamber'e:
Ey Allah'ın Peygamberi, şarap gerçekten şifadır, demiş. Peygamber (s.a) de:
£481
"Hayır, (o şifa değildir) fakat hastalıktır" buyurmuş.
3874... Ebu'd-Derdâ'dan rivayet olunduğuna göre, Rasûlullah (s.a):
"Kuşkusuz Allah hastalığı da şifayı da yarattı ve her dert için bir derman yarattı.
Binaenaleyh (Allah'ın yarattığı bu şifalı ilaçlarla) tedavi olmaya çalışınız, (fakat)
[491
haramla tedavi olmaya kalkışmayınız" buyurmuştur.
Açıklama
Bu bab tedavi olmak için yenilip içilmesi İslama göre kötü sayılan maddelerden
yapılmış ilaçlan kullanmanın caiz olmadığını belirten hadisleri ihtiva etmektedir.
Hattâbî'nin dediği gibi yenilip içilmeleri dinen kötü sayılan şeyler iki kısımdır:
1) Pis olan şeylerdir. Bilindiği gibi pis olan şeyler tümüyle kötüdür. İçilmesi haram
kılman şarap gibi maddeler bunların en açık örneğini teşkil ederler.
2) Tadları insan tabiatına uygun düşmeyen ve yenilip içilmeleri çok zor olan
maddeler. İnsan tabiatı bunlardan hoşlanmadığı için kötü sayılmış ve yenilip içilmeleri
yasaklanmıştır.
Binaenaleyh bu babda yer alan hadis-i şerifler, yiyilip içilmeleri dinimizce kötü
sayılan maddelerden yapılan ilaçlarla tedavi olmanın caiz olmadığını ifade etmektedir.
1501
Çünkü dinen kötü kabul edilen şeyler haram kılınmıştır.
Nitekim İmam Ahmed bu gibi hadis-i şeriflere dayanarak haramla veya içinde haram
bulunan bir ilaçla tedavi olmanın haram olduğunu söylemiştir.
Zahirîlere göre, haram kılınmış şeylerle tedavi caizdir. Bu mevzuda İbn Hazm şöyle
der:
"Şarap darda kalan ve zaruret haline düşen için mubahtır. Susuzluğu gidermek tedavi
olmak veya boğulmayı önlemek için şarap içen kimseye ceza düşmez."
Delili: Tedavi zaruret hallerinden birisidir. Zaruretler ise haram olan şeyleri mubah
kılar. Yine İbn Hazm bu hususu şöyle ifade eder: "Tedavi zaruret derecesindedir.
Allah Teâlâ: 'Darda kalmanız müstesna olmak üzere size haram kıldıklarını size bir bir
açıkladı' buyurmuştur. Şu halde kişinin zaruret duyduğu yiyecek ve içecekler haram
değildir." İbn Hazm mezhebini takviye için şu delili de ileri sürmüştür: "Sidiği içmek
haramdır; ancak tedavi ve benzeri zaruret hallerinde haram değildir. Nitekim
Rasûlullah (s. a), Urey-nelilere hastalıklarının tedavisi için deve sidiğini mubah
kılmıştır." İbn Hazm, caiz değildir diyenlerin dayandığı hadisleri teker teker ele almış,
bir kısmı-minin zayıf olduğunu ileri sürmüş bir kısmını da şöyle te'vil etmiştir: "Za-
ruret halinde tedavi maksadıyla haram kılınmış şeyleri içmek mubahtır. Bunlar mubah
olunca, tedavide kullanılması yasaklanmış "pis ilaçlar" içinde mü-taala edilemezler,
bunlara pis denemez."
Hanefîlere göre; şifa vereceği kesin olarak biliniyorsa haram ile tedavi caizdir,
bilinmiyorsa mubah değildir. İmam Kâsânî, el-Bedâyi' isimli eserinde şöyle diyor:
"Açlık halinde murdar hayvan yemek, susuzluk halinde şarap içmek ve boğazda kalan
lokmayı indirmek, boğulmayı önlemek için şarap içmek nasıl caiz ise, şifa vereceği
kesin olarak bilindiği takdirde, haram yiyecek ve içeceklerle tedavi de öylece caizdir.
Ancak onlarla şifanın hasıl olacağı bilinmiyorsa tedavi caiz olmaz. Şu da var ki İmam
Ebû Yusuf, aslında haram olduğu halde deve sidiğinin tedavi maksadıyla içilmesini -
mı
bu mevzuda gelmiş olan bir hadisten dolayı mubah kılınmıştır, demiştir. Ebû
Hanîfe'ye göre ise bu caiz değildir. Çünkü şifa olacağı kesin olarak bilinmeyen haram
ile tedavi caiz değildir. Ona göre Ureyneliler hadisini şöyle anlamak gerekir: Rasûlul-
lah (s. a) o sidiğin yalnız onların hastalığına şifa vereceğini bilmiştir.
Şâfıîler, şarap ile diğer haram nesneleri birbirinden ayırıyorlar. Onlara göre; pis ve
haram olan şeylerle tedavi caizdir, ancak şarapla tedavi caiz değildir. Mezhebin en
kuvvetli ve çoğunlukla benimsenmiş görüşü budur. Delilleri, yukarda geçen ve
Enes'den rivayet edilen hadistir. Ureynelilerden bir gurup Rasûlulîah'a gelerek İslâm'ı
kabul ve biat ettiler. Medine'nin havası kendilerine ağır geldiği için bir müddet sonra
hastalandılar ve durumlarını Rasûlulîah'a arzedince şöyle buyurdu: "Deve çobanımızla
beraber Medine dışına çıkıp develerin süt ve sidiğinden faydalansanız." Kabul edip
çıktılar, süt ve sidiğinden içtiler ve şifa buldular. Bu isbatlamadan anlaşılıyor ki Şâ-
fiîler, diğer pis ve haram şeyleri pis olan deve sidiğine kıyas ediyor ve onlarla da
tedavinin caiz olduğu neticesine varıyor, ancak şarabı bundan istisna ediyorlar. Bu
kıyasın gereği, zaruret halinde şarapla da tedavinin mubah olması iken Şâfıîlerin
ekseriyeti bunu kabul etmemişlerdir. Bunun sebebine gelince; Şâfıîler de boğazda
kalan lokmayı indirmek için, başka helâl bir sıvı bulunmadığı takdirde şarabın
içilebileceğİni kabul ederek şöyle diyorlar:
Boğazına lokma dursa ve indirecek başka bir şey de bulamasa, şarapla indirmesinin
caiz olduğunda ittifak vardır. Şafiî bunu açıkça söylemiş, bu görüş üzerinde fıkıhçılar
da ittifak etmiş, hatta şöyle demişlerdir: "Bu durumda şarabı içerek kurtulması farzdır.
Çünkü burada şarabı içince kurtulacağı katidir. Halbuki susuzluk ve hastalık için
içilmesi böyle değildir." Şarapla ve diğer sarhoşluk veren şeyler ile tedavi mevzuuna
gelince; ihtilâf etmişlerdir. Ekseriyete göre caiz değildir. Bu hüküm, mezhebin de
[521
sahih görüşü haline gelmiştir.
Şâfıîlerin bu mevzudaki delilleri ise mevzumuzu teşkil eden babda yer alan hadis-i
şeriflerdir.
Bu mevzuda üstad Abdülkerim Zeydan şöyle diyor:
"İşte bunlardan dolayı biz tedavi için haram şeylerin ilaç olarak alınabileceği görüşünü
tercih ediyoruz. Ancak bunun şartları vardır:
a) Hastalık tehlikeli olacak,
b) Haram kılınmış ilacın yerini tutacak mubah bir ilaç bulunmayacak,
c) Doktorlar o ilacın hastalığı iyi edeceğini kuvvetii zanla dayanarak açıklamış olacak,
d) Tedavi müddeti uzasa bile ilaçtan alman miktar hastalık zaruretini giderecek kadar
olacak.
Burada şunu da hatırlatmakta fayda vardır. Birçok doktora, "şaraptan başka ilacı
olmayan bir hastalık var mıdır?" diye sordum. "Bugüne kadar böyle bir hastalığın
[53]
mevcut olduğunu bilmiyoruz" cevabını verdiler."
Bazı Hükümler
1. Haramla tedavi olmak caiz değildir.
2. intihar eden ebedi cehennemliktir. Ancak Ayninin açıklamasına göre buradaki
intihardan maksat intiharın helâl olduğuna inanılarak işlenen intihar suçudur.
£541
3. Kurbağa öldürmek haramdır.
12. İyi Cins Hurma (İle Tedavi Olmak)
3875... Sa'd (b. Ebî Vakkâs)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Bir gün iyice
hastalanmıştım. Rasûlullah (s.a) ziyaretime geldi ve elini göğsümün üzerine koyup;
"Sen kalp hastası bir adamsın. Sakîf in kardeşi Haris b. Kele-de'nin yanma git. Çünkü
o hastalıklara ilaç yapmakla uğraşan bir kimsedir. (Ona şöyle) Medine'nin Acve
(denilen bir hurma) smdan yedi tane alsın, çekirdekleriyle (birlikte) dövsün, sonra
1551 '
onları suya koyup sana içirsin" buyurdu.
3876... Sa'd b. Ebî Vakkâs'dan rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a) şöyle
buyurmuştur:
"Kim her sabah (aç karnına Medine'nin en iyi hurması olan) Acve'den yedi tane yerse
[561
ona o gün zehir de zarar vermez, sihir de."
Açıklama
3875 numaralı hadis-i şerifte Rasûl-i Zîşan Efendimiz'in Sa'd b. Ebî Vakkâs'm
hastalığının kalp hastalığı olduğunu.teşhis ettiğini ve bu hastalığa Acve denilen iyi
cins Medine hurmasının şifa olacağını ve bu ilacın kullanılış şeklini tarif ettiğini,
ayrıca hastayı tıptan anlayan bir kimsenin tedavi etmesi gerektiğine dikkat çektiğini
görüyoruz.
Aynı zamanda Hz. Peygamber'in doktora Acve hurmasının şifa vermesi için nasıl
kullanacağını açıklamış olması, ilacın kullanış tarzını doktordan daha iyi bildiğini
1571
göstermektedir.
Hattâbî de 3876 numaralı hadisi şöyle açıklıyor:
"Acve denilen hurmanın zehire ve sihire karşı koruyucu olması, Hz. Peygamber'in
Medine hurması için yaptığı duanın bereketinden dolayıdır. Yoksa hurmanın özelliği
sebebiyle değildir."
Nevevî ise şöyle diyor: "Medine hurmasının tahsis edilmesi ve hurmanın yedi tane
almasının hikmetini Allah ve Rasûlü bilir, biz bilemeyiz. Ancak namazın rekâtlarının
sayıları ve zekâtın miktarında olduğu gibi bir hikmeti bulunduğuna inanmanız
1581
gerekir."
Acve denilen bu hurma ile tedavi olmak isteyen bir kimsenin bundan yedi tane
almasını, bu tedavi ile ilgili bir sırra bağlamak mümkün olduğu gibi, "Allah tekdir,
£591
teki sever" hadis-i şerifinde açıklandığı üzere tek sa-yılardaki sırra bağlamak da
£601
mümkündür.
13. Ağıza Parmağı Sokup Boğazdaki Bademciği Sıkarak Patlatmak Suretiyle
Tedavi Etme
3877... Ümmü Kays binti'l-Mıhsân'dan rivayet olunmuştur; dedi ki:
Üzre (denilen boğaz hastalığı) sebebiyle parmağını boğazına sokarak bademciğini
çekip almış olduğum oğlumla birlikte Rasûlullah (s.a)'m yanma girmiştim.
"Niçin çocuklarınızın ağzına parmak sokarak bademciklerini çekip alıyorsunuz?
Çocuklarınızın bu hastalığını tedavi etmek için size gereken şu ûd-i hindî (denilen
bitki) dir. Onda yedi (çeşit şifa vardır), bu şifalardan biri de zâtülcenb hastalığının
şifasıdır. (Bu bitki) üzre (hastalığını tedavi) için buruna çekilir." buyurdu.
[611
Ebû Dâvûd dedi ki: Ud (-i hindî demlen bitkijden maksat, topalak (denilen ot)tur.
Açıklama
Üzre, boğazda kan toplanması ile bademciklerin iltihaplanmasından meydana gelen
bir boğaz hastalığıdır.
Hâk, üzerine parmakla basmak suretiyle bu yarayı söküp almaktır.
Dağr, kelimesi de bu manaya gelir.
îsât; buruna ilaç çekmek; led ise ağıza ilaç damlatmak, demektir.
Musannif Ebû Dâvûd ûd-i hindî kelimesini el-kust kelimesiyle açıklamıştır. el-Kust
kelimesi hakkında Ahterî'de şöyle deniyor: "el-Kust, topalak dedikleri bir ottur; iki
çeşit olur: Birincisi, Hindistan'da biter; siyah, hafif ve tatlı olur. İkincisi ise Şam'da
biter, Şemşad ağacı renginde ve hoş kokulu olur. Bunun bir de beyaz renkli olanı
vardır ki acı olur."
İbnü'l-Kayyım'in açıklamasına göre; "Doktorlar zâtü'I-cenbi, hakiki ve hakiki olmayan
diye iki kısma ayırırlar:
1- Hakiki zâtülcenb: Göğsü kaplayan ve akciğerleri kuşatan sulu zarda meydana gelen
iltihaptır. Bu hastalığın ateş, öksürük, kesik sancı ve nefes darlığı gibi belirtileri vardır.
Hadiste tavsiye edilen ilaç ise bu hastalığın ikinci kısmı için faydalıdır.
2- Hakiki olmayan zâtülcenb: Bir takım kaba ve zararlı yellerin bazı yerlerde tıkanıp
kalmasının meydana getirdiği ve hakikisine benzeyen bir sancıdan ibarettir. Ancak
hakiki zâtülcenbde sancı ke.sik kesik, hakiki olmayanda ise devamlıdır.
Ud-i hindinin kokusu nezleyi giderir, yağı sırt ağrısına fayda verir. İç uzuvları takviye
eder, vücuttaki gazı çıkarır, zâtülcenb hastalığına faydalıdır.
İbn Sina, ûd-i hindî'nin bademciklerin tedavisinde ilaç olarak kullanıldığını
zikrediyor."
Bugünkü tıpta bademciklerin çıkarılmış olmasına rağmen boğazdaki lenfa halkasının
iltihaplanmaları, boğaz ağrısına ve komplikasyonlara sebep olacağı belirtilmekte,
tedavi için de aspirin veya diğer ağn kesiciler kullanılmakta, hastanın allerjik olmadığı
£621
biliniyorsa antibiyotik olarak penisilin tercih edilmektedir.
14. Gözlere Sürme Çekmek
3878... İbn Abbas (r.a)'dan rivayet olunduğuna göre; Rasûlullah (s. a) şöyle
buyurmuştur:
"Beyaz elbise giyiniz. Çünkü beyaz elbise, elbiselerinizin en hayırlilanndandır.
Ölülerinizi de beyaz kumaşlarla kefenleyiniz. Sürmelerinizin en hayırlısı ismid
163]
(denilen sürme taşı) dır. O gözün nurunu artırır, kirpikleri kuvvetlendirir."
Açıklama
Bezlü'I-Mechûd yazarının açıklamasına göre; bu hadis-i şerifteki beyaz elbise
giymekle ilgili emir mendupluk içindir.
Avnü'l-Ma'bûd yazarı, ölülerin kefenini beyaz kumaşlardan yapmakla ilgili emrin
hükmünün de müstehap olduğunu söylüyor.
Gerçekten beyaz elbise giymenin giyen kimse üzerinde birtakım ruhî tesirleri vardır.
Beyaz elbise gurur ve kibiri kırar, onun yerine tevazu duygusu getirir. Ayrıca beyaz
elbise kiri çabuk belli ettiği için sahibini hemen elbisesini yıkamaya zorlar. Renkli
elbiselerde ise kir pas belli olmadığından sahibi günlerce kirli paslı dolaşır da ne
kendisi ne de başkası bunun farkına varır.
Bu sebeple Fahr-i Kâinat Efendimiz, ümmetine temizliğin ve alçak gönüllülüğün
sembolü olan beyaz elbiseler giymelerini ve ölülerine de beyaz kumaşlardan yapılmış
kefenler kullanmalarını tavsiye etmiştir.
Bundan başka Rasûl-i Zîşan Efendimiz'in ümmetine ismid denilen sürme taşını
gözlerine sürmelerini tavsiye ettiğini görüyoruz ki, bugünkü tıpta da birçok
hastalıkların ilaçlarının bitkilerden ve tabii maddelerden yapıldığını ve bu yöntemin
çok da başarılı olduğunu biliyoruz.
Hadis-i şeriflerden öğrendiğimize göre Hz. Peygamber geceleri yatmazdan önce
[64]
gözlerini ismid taşıyla sürmeler ve bunu tavsiye edermiş.
15. Göz Değmesi Hakkında Gelen Hadisler
3879... Ebû Hureyre (r.a)'den rivayet olunduğuna göre; Rasûlullah (s. a):
[65]
"Göz (değmesi olayı) doğrudur" buyurmuştur.
3880... Aişe (r.anha)'nm şöyle dediği rivayet olunmuştur: (Hz. Peygamber zamanında
bir göz değmesi hadisesi olduğunda) gözü değen kimseye (abdest alması) emredilirdi
de o abdest alırdı. Sonra (onun abdest suyu bir kapta toplanırdı). Göz değdirilen kimse
166]
de (başı üzerine dökerek) bu suyla yıkanırdı.
Açıklama
Hadis-i şerifte açıklandığı üzere, göz değmesi hâdisesi bir gerçektir, tecrübe ve
müşahade ile sabittir. Onun varlığını saplantı içine düşmüş inatçı kimselerden başka
kimse inkâr edemez.
Bu mevzuda İmam Kastalânî şöyle diyor:
"Bazı bid'at ehli göz değmesini inkâr etmişlerdir. Ama abes söylemişlerdir. Zira bir
şey ki, nefsinde muhal değildir. Kalp hakikatini anlayamaz ve aksini icap edecek bir
delil bulunamaz. Akıl indinde de caiz olur, vukuunu şeriat sahibi haber verdiği
zamanda inkâra mecal kalmaz. Bunu inkâr etmekle diğer haber verdiklerini inkâr
etmek arasında fark olmaz.
Göz değmesi olayı eşyanın hassaları kabilindendir. Bir eserdir, görünür. Fakat sırrının
ve sebebinin ne olduğu Hak Teâlâ hazretlerinden başkasına malum olmaz. Görmez
misin ki mıknatıs demiri kendisine çeker fakat sebebinin ne olduğunu kimse bilmez.
Bir çanak içinde süt olsa ve hayız gören bir kadın elini sütün içine soksa süt bozulur,
eğer temiz bir kadın elini soksa bir şey olmaz. Diğer hassalar da buna kıyas olunsun.
Gözü değen kimselerin kendilerinden nakledilmiştir ki: Ne zaman bir şey görsem ve
beğensem hemen gözlerimden bir hararet çıkar, diye hikâye etmişlerdir. Böyle bir
kimsenin gözünden hararet çıktığı gibi hararetten gözü
de çıkabilirdi.
Sözün kısası bu husus vakidir. Hakkında hadis-i şerif gelmiştir. Bunun ilacı Fahr-i
Alem hazretlerinden naklolunduğu üzere, Muavvizeteyn sûrelerini, ayrıca Fatiha
[67]
sûresi ve Ayetel-kürsî okumaktır."
İmam Kurtubî'nin de ifade ettiği gibi, "Ehli sünnet ulemasının tümü göz değme
olayının bir gerçek olduğunu kabul etmişlerdir. Ancak ehli bid'attan bazıları bunu
inkâra yeltenmişlerse de görünen olaylar onları yalanlamıştır. Nice insanlar ve nice
£681
kıymetli develer göz değmesi yüzünden toprağa girmişlerdir."
3880 numaralı hadis-i şerifte kendisine göz değdirilen kimsenin, gözü değen kimsenin
abdest aldığı suyla yıkanmak suretiyle bu hastalıktan kurtulabileceği ifade
edilmektedir. Ulema, gözü değen kimsenin bu abdesti almaya zorlanıp
zorlanamayacağı konusunda ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâzirî, "Sizden gusül istenirse
1691
yıkanıverin" meâlindeki hadis-i şerife dayanarak zorlanabileceğini söylemiştir.
Ulemaya göre bu abdestin sıfatı şöyledir: Bir kabın içine su doldurulur. Kap yere
konmaz. Ondan bir avuç alarak mazmaza yapar ve suyu yine kabın içine püskürür.
Sonra aynı sudan alarak yüzünü yıkar. Sonra sol eliyle su alarak sağ elini yıkar. Sonra
sağ eliyle su alarak sol dirseğini yıkar, dirseklerle topuklarının arasını yıkamaz. Sonra
yine bu şekilde sağ ayağını sonra sol ayağını yıkar. Bunlar hep kabın İçerisinde
yıkanır. Sonra gömleğinin iç tarafını sağ böğrüne doğru yıkar. Böylece abdesti bitirir
[701
ve suyu arkasından başına döker. Ancak anlattığımız bu işlemin hikmet ve
sebeplerinin tahlilini yapmak bizim için mümkün değildir. Fakat bizim bu hikmetleri
kavramaya güç yetiremeyişimiz, inkâr etmemizi gerektirmez. Nitekim İmam Ahmed
b. Hanbel'in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte, Amir b. Rabîa'nm, bir yolculuk esnasında
yol arkadaşlarından beyaz tenli ve güzel vücutlu birini yıkanırken görüp ona nazar
değdiği ve Hz. Peygamber'in ona bu şekilde abdest aldırarak abdest suyu ile hastaya
mı
gusl ettirdiği ve hastanın derhal iyileşip halkın arasına katıldığı ifade edilmektedir.
İnşallah 3888 numaralı hadisin şerhinde bu mevzuya tekrar döneceğiz.
Kâdî, gözü değen bir kimseden sakınmak gerektiğini söylüyor. İmam Kastalânî'nin
açıklamasına göre, "Böyle bir kimseden sakınmak; onun gözünden iyilikleri,
güzellikleri ve zinetleri gizlemekle olur. Yani kişinin kendini veya evladını süsleyip
ellere göstermesi uygun değildir. İmam Bağavî Şerhu's-Sünne'de zikretmiştir ki, Hz.
Osman b. Affân güzel bir çocuk görmüş de velilerine; "Göz değmemesi için yanağının
1221
çukuruna kara sürünüz" demiştir."
Bezlü'l Mechûd yazarı da bu konuda şöyle diyor: "Devlet başkanının gözü değdiği
bilinen kimselerin sokağa çıkıp halkın arasına karışmalarını yasaklaması ve evinde
oturmaya mecbur etmesi icab eder. Eğer o kimse fakir ise devlet başkanı ona yetecek
kadar maaş bağlayarak evinden dışarı çıkarmaz. Çünkü bu gibi kimselerin insanlara
verdiği zarar, soğan, sarımsak yiyerek dışarı çıkan kimselerin insanlara verdiği
zarardan daha fazladır." Bir kimse kendi gözünün başkalarına zarar vermesinden
korkarsa nazar ettiği zaman, "Allahümme bârik aleyhi = Allah'ım, onun hakkında
mübarek olsun" demelidir. Yahutta, "Maşallah, Iâkuvvete illa billâh = Allah ne güzel
[731
yaratmış, Allah'tan başka kuvvet sahibi yoktur" demelidir.
16. Emzikli Kadınla Cima Etmenin Hükmü
3881... Esma binti Yezid b. Seken'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Ben Rasûlullah
(s.a)'ı şöyle derken işittim:
"(Emzikli kadınlarınızla cima etmek suretiyle) çocuklarınızı gizlice Öldürmeyiniz.
Çünkü emzikli kadınla cinsel temasta bulunma (nın tesiri öylesine büyük ki) atlıya
1241
(arkasından) yetişir ve onu atından (yere) düşürür."
3882... Cüdâme el-Esediyye (r.anha)'den rivayet olunduğuna göre; kendisi Rasûlullah
(s,a)'i şöyle derken işitmiş:
"Vallahi, ben erkeğin emzikli kadınla cinsi münasebette bulunmasını yasaklamayı
(epeyce) düşündüm. Nihayet Rumlarla İranlıların bunu yaptıklarını ve çocuklarına
(hiç) zarar vermediğini hatırla (yıp bundan vazgeç) tim."
(İmam) Mâlik; "gfle" kelimesinin emzikli kadınla cinsi temasta bulunmak anlamına
[751
geldiğini söylemiştir.
Açıklama
Gayl: Emzikli kadınla cinsi münasebette bulunmak demektir. Fahr-i Kâinat
Efendimiz, zamanındaki doktorların kanaatine dayanarak emzikli kadınla cinsi
temasta bulunmanın onun sütünü bozup çocuğun beslenmesini olumsuz yönde
etkileyerek zihinsel sağlığının bozulmasına sebep olacağından bu fiili yasaklamak
istemiştir. Bu fiilin çocuk üzerinde mutlaka olumsuz bir tesir yapacağı kabul edildiği
takdirde kuşkusuz bunun sorumlusu çocuk süt emerken cinsi münasebette bulunan an-
nesiyle babasıdır. Meseleye emzikli iken anne ve babasının bu hareketinden zarar
gören bir çocuk açısından bakan Fahr-i Kâinat Efendimiz, bu fiili gizli olarak çocuk
öldürmeye benzetmiş, "atlıya yetişir ve onu atından düşürür" sözüyle de bu hareketin
çocuk üzerinde nasıl bir etki yapacağını kinayeli bir şekilde ifade buyurmuştur. Fakat
bu fiilin her zaman çocuk üzerinde olumsuz bir tesir yapmadığını anlayınca yasaklama
düşüncesinden vazgeçmiş ve emzikli bir kadınla cinsi münasebette bulunmaya izin
[761
vermiştir.
Bazı Hükümler
1. Gile caizdir. Çünkü Hz- Peygamber onu yasaklamadığını açıkça ifade buyurmuştur.
2. Hz. Peygamber' in içtihatta bulunması caizdir. Usul-i fıkıh âlimlerin büyük
[771
çoğunluğu bu görüştedir.
17. Muska Takmak
3883... Abdullah (b. Mes'ud)'un hanımı Zeyneb'den şöyle dediği rivayet olunmuştur:
Abdullah (b. Mes'ud): Ben Rasûlullah (s.a)'ı " (İçerisinde sihre ya da küfre ihtimali
bulunan anlaşılmaz sözleri) okuyarak (hasta) tedavi etmek, muska takmak ve sevgi
ilacı yapmak şirktir" buyururken işittim, dedi.
(Zeyneb, sözlerine devamla) dedi ki:
(Bunun üzerine ben Abdullah'a dönerek; "Acaba Rasûlullah s. a) bunu niçin söylüyor?
Vallahi (benim) gözüm (bir ağrıdan dolayı) ça-paklamyordu da ben (tedavi için)
falanca yahudiye gidip geliyordum (o da) bana okuyordu. (Bu sayede gözümün ağrısı)
dindi" dedim.
Abdullah da (şöyle) cevap verdi:
Bu şeytanın işinden başka bir şey değildir. (Şeytan seni buna inandırmak için senin)
gözünü eliyle (devamlı) dürtüyor (ve onu ağrıtıyor). Sen (yahudinin yanma varıp da
yahudi senin) gözüne okuyunca (şeytan elini) gözünden çekiyor. Oysa senin sadece
Rasûlullah (s.a)'m dediği gibi;
"Ey tüm insanların Rabbi (olan Allah'ım. Benden) bu sıkıntıyı gider, (yegâne) şifa
verici sensin. Senin şifandan başka şifa yoktur. (Bana) hiç hastalık bırakmayacak bir
[78]
şifa ver" diyerek dua etmen sana yeter.
3884... İmrân b. Husayn'dan rivayet olunduğuna göre Peygamber (s. a):
"Okuyarak tedavi etme usulü (nün) göz değmesinden ve zehirli böceklerin
sokmasından başka (hiçbir hastalıkta bu iki hastalık kadar olumlu tesiri) yoktur"
1791
buyurmuştur.
Açıklama
Rukye: Sözlükte büyü anlamına gelir. Şifa ümidiyle dua okumaya da "rukye" denir.
Şifa ümidiyle, Kur'an âyetlerini, Allah'ın güzel isimlerini ve Hz. Peygamber'in
öğrettiği duaları ve bunlardan alman ilhamla yazılan dua ve münacatları okumanın
caiz olduğunda ittifak vardır.
Ancak tedavi maksadıyla bunlardan başka şeyleri okumak, özellikle içlerinde manası
anlaşılmaz kelimeler bulunan sözleri okumak haramdır. Çünkü bu sözlerin sihir için
kullanılan sözler olması ihtimali bulunduğu gibi onların bir takım putların veya
şeytanların ismi ya da küfür ifade eden sözler olması ihtimali de vardır.
Tekili "temime" olan "temaim" kelimesi ise muska demektir. Biz îslâmm bu konudaki
hükmünü 3869 numaralı hadisin sonunda açıkladığımızdan burada tekrara lüzum
görmüyoruz.
Tivele: Karı ile kocanın arasında bir sevginin doğması ümidiyle okunan bir takım
sihirli sözlerdir. Bunlar ya ipler üzerine okunur, yahutta kâğıt üzerine yazılarak ve bir
takım ameliyelerden sonra gayeye erişmeye çalışılır.
Görüldüğü gibi 3883 numaralı hadis-i şerifte; nefes etmek, muska takmak ve bir takım
ibareler okumakla tedavi etme yöntemlerinin şeytan işi ve şirk olduğu ifade edilirken,
3884 numaralı hadis-i şerifte okunup üflemenin, bazı hastalıkların tedavisinde geçerli
bir yol olduğu ifade edilmektedir.
Zahiren bu iki hadis arasında bir çelişki görünüyorsa da aslında burada çelişki yoktur.
Çünkü Hz. Peygamber tarafından yasaklanan söz konusu tedavi usûlleri, şifası
Allah'dan değil de sırf kendilerinden beklenen ve İslâmî usûllere ters düşen tedavi
şekilleridir.
Bu zihniyetten ve bâtıl sözlerden uzak, âyet ve hadislerden alınmış dualarla hastalan
tedavi etmenin caiz olduğunda ise ittifak vardır.
"Hume" kelimesinin aslı "humevun" dur. Sonunda bulunan yuvarlak "ta" hazfedilen
vavm yerine getirilmiştir.
Bu kelime akrep zehiri, bazılarına göre ise mutlak zehir demektir, el-Ezherî, sadece
akrep zehirine "hume" dendiğini söylemektedir. Hume, aynı zamanda akrebin iğnesine
im
de ıtlak edilir. Çünkü akrep zehirini bu iğneden akıtır.
18. Okuma île Tedavi
3885... Sabit b. Kays'dan rivayet olunduğuna göre; Rasûlullah (s. a) bir gün kendisinin
yanma girmiş. -Ahmed (b. Salih, o sırada) Sâ-bit'in hasta olduğunu söylüyor- Ve (Hz.
Peygamber):
"Ey insanların Rabbi, (bu hastalığı) Sabit b. Kays b. Şemmâs'-dan gider" diye dua
etmiş. Sonra (Medine'deki) Bathâ (denilen vadi)den toprak alıp onu bir bardağa
koymuş, sonra (o toprağın) üzerine (birazcık) su ile birlikte üflemiş ve bu (suyla
karışık) toprağı Sâ-bit'in üzerine dökmüş.
Ebû Dâvûd dedi ki: (Hadisin senedinde bulunan) İbn es-Serh (den maksad), Yusuf b.
İMİ
Muhammed'dir. Doğrusu budur.
Açıklama
Rukye, bir hastayı okuyup üfleyerek tedavi etmek demektir.
Bu hadis-i şerifte; Fahr-i Kâinat E fendimiz'in hasta düşen Sabit b. Kays'ı ziyareti
sırasında onun iyileşmesi için dua ettikten sonra gidip (Medine'deki) Bathâ denilen
vadiden bir bardak toprak alıp üzerine Kur'an-ı Kerim'den bazı dualar okuyup
üfledikten ve bir miktar da su ilâve ettikten sonra bu suyla karışık toprağı hastanın
üzerine dökmek suretiyle onu tedavi ettiği ifade edilmektedir.
Bezi yazarının da dediği gibi Hz. Peygamber'in bu toprağa ettiği nefes tükrüğü ile
karışıktı.
Hz. Peygamber'in hastaları bu şekilde tedavi ettiğine 3895 numaralı hadis-i şerif de
delalet etmektedir.
Hafız İbn Hacer el-Askalânî'nin dediği gibi, Hz. Peygamber'in bu tedavisi, başka bir
ilaç bulmanın mümkün olmadığı yerlerde özellikle yara, çıban gibi rutubetli
hastalıkları tedavide çok başarılı ve kolay bir tedavi usulüdür.
Çünkü, toprak her yerde kolayca bulunur ve kendisinde kuruluk ve soğukluk
özelliklen vardır. Toprağın soğukluk özelliği bilhassa sıcak ülkelerde yaşayan insanlar
için çok şifalı olduğu gibi onun kuruluk özelliği de kendisinde rutubetli hastalık
bulunan bütün insanlar için fevkalâde şifalıdır. Bazılarına göre bu şifa her toprakta
yoktur, sadece Medine toprağında vardır. Görüldüğü gibi Fahr-i Kâinat Efendimiz,
ilaç temini yönünden fevkalâde fakir ve imkânsızlıklar içinde yüzen bir ortamda
hastaları, mevcut imkânlardan faydalanarak tedavi etmek yoluna gitmiş, maddî
sebepler yanında manevî sebeplere de sarılmayı terketmemiş, bu maksatla hastaların
iyileşmesi için Allah'a dua ederek şifa istemiştir.
İslâm âlimleri tarafından büyük bir dikkat ve itina ile toplanmış olan bu dualar
mü'minler için tükenmez bir şifa kaynağıdır.
Hz. Peygamber'in hayatını tetkik edenler çok iyi bilirler ki, Allah (c.c) onun tükrüğü
ve nefesini de maddî ve manevî hastalıkların tedavisinde çok tesirli bir şifa olarak
yaratmıştır.
Görülüyor ki bu hadis-i şerif, cahilıye döneminin bâtıl düşünce ve manasız sözlerinden
tamamen uzak ve ayrı olarak, sadece Kur'an-ı Kerim'in âyetlerini veya islâmî manada
duaları okuyup üflemek suretiyle tedavi etmeye çalışmanın caiz olduğunu ifade
etmektedir.
Gerçekten iyi niyet ve temiz nefesle, Allah'a sığınarak, Allah'dan şifa niyaz ederek
okuyup üflemeyi, mutlaka sihirbazlık gibi telakki etmek doğru olmaz.
Binaenaleyh, bu hadis okuyup üflemekle hasta tedavi etmenin caiz olduğunu söyleyen
[82]
ehl-i sünnet ulemasının delilidir.
3886... Avf b. Mâlik' den rivayet olunmuştur; dedi ki:
Biz cahiliye döneminde okuyup üfleyerek hastaları tedavi ederdik. (Bir gün);
Ey Allah'ın Rasûlü, bu hususta ne buyurursun? dedik.
"Bana (yaptığınız bu tedavi şeklini) gösteriniz. İçerisinde şirk olmadıkça, okuyup
I83J
üfleyerek tedavi etmede bir sakınca yoktur" buyurdu.
3887... Şifâ binti Abdullah'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: (Bir gün) ben Hafsa'nm
yanında iken Rasûlullah (s. a) yanıma geldi ve bana:
"Şu Hafsa'ya yazı yazmayı öğrettiğin gibi (insanın böğürlerinde çıkan) karınca
£841
(şeklindeki yaraların) duasını da öğretsen ya" buyurdu.
3888... Sehl b. Huneyf şöyle demiştir:
Biz (yolculuğumuzda) bir akarsuya rastlamıştık. Ben (bu suya) girip içerisinde
yıkandım. (Fakat sudan) rahatsızlanarak çıktım. Bir tedavi çaresi bulma ümidiyle,
durum Rasûlullah (s.a)'a bildirildi. (Hz. Peygamber beni kastederek):
"Ebû Sâbit'e söyleyin, (kendisine isabet eden bu göz değmesinden okunarak Allah'a)
sığınsın" buyurdu. Bunun üzerine ben;
Ey efendim, okunarak tedavi olmak caiz midir? diye sordum.
"Okuyup üfleyerek tedavi etme (nin); göz değmesinin, (zehirli böceklerin sokması
neticesinde meydana gelen) zehirlenmenin, -ya da zehirli böcek sokmasının- dışında
(o kadar tesiri) yoktur" buyurdu.
Ebû Dövûd dedi ki: Hume; yılanın ve (diğer) sokucu böceklerin sokmasından
£851
meydana gelen zehirlenmedir.
3889... Enes (r.a)'den rivayet olunduğuna göre; Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:
"Okuyup liflemekle tedavi etme (nin), gözdeğmesinin, (zehirli böceklerin sokmasıyla
meydana gelen) zehirlenmenin ve kanamanın dışında (bu hastalıklardaki kadar tesiri)
yoktur. (Okuyup üfleme kanamayı) keser."
(Ebû Dâvûd dedi ki: Bu hadisi bana rivayet eden iki raviden biri olan) el-Abbas,
(metinde geçen) göz değmesini rivayet etmedi. (Benim naklettiğim) bu (hadisteki
^ ' [861
sözler) Süleyman b. Davud'un (bana rivayet ettiği hadisin sözleridir.
Açıklama
3885 numaralı hadis-i şerifin şerhinde açıkladığımız gibi, bu hadisler Hz.
Peygamber'in okuyup liflemek suretiyle hastaları tedavi etmenin caizliğine delâlet
etmektedir. Ancak bu cevaz; okunacak duaların içerisinde manası anlaşılmayan veya
söyleyeni şirke düşüren ve dinî esaslara aykırı olan sözlerin bulunmamasına bağlıdır.
Kurtubî'nin açıklamasına göre; okunup liflemekle yapılan tedavi üç çeşittir:
1- Allah'ın kelâmını ve isimlerini okumak suretiyle yapılan tedaviler. Bunlar
meşrudur.
2- Hz. Peygamber tarafından şifa niyetiyle okunan âyet ve dualarla yapılan
tedaviler. Bunları yapmak müstehaptır.
3- Anlamı bilinmeyen, küfür ve şirk ifade etmeleri ihtimali bulunan sözleri okuyup
üflemek suretiyle yapılan tedaviler. Bunlardan kaçınmak farzdır.
Kendilerine saygı duyulan melek, arş, kurs? gibi mukaddes varlıkların isimlerini
okuyarak tedavi yapmakta bir sakınca bulunmamakla beraber, içinde Allah'a sığınmak
[871
ve iltica etmek bulunmadığı için yapılmaması daha iyidir.
3888 numaralı hadis-i şerifte geçen "nemle" sözlükte karınca manasına gelir. Ancak
burada insanın özellikle yan taraflarında çıkan çıbanlar anlamında kullanılmıştır. Bu
çıbanlar okunup üflenince Allah'ın izni ile kaybolurlar.
Bu dua cahiliye döneminde arap kadınları tarafından bilinen ve hastalıklarında tedavisi
için okunan bir takım sözlerden ibaretmiş. Aslında bir geline hitaben söylenmiş bu
sözler, "Sen düğüne derneğe gidebilirsin, kına yakınabilirsin. Ama kocana karşı
gelemezsin" anlamına gelen sözlerden oluşmaktadır.
Rasûl-i Zîşan Efendimiz Şifâ (r.anha)'ya, "Sen bu sözleri Hafsa'ya öğret" demekle bu
sözlerin fevkalâde faydalı ve makbul sözler olduğunu söylemek istemiş değildir. Hz.
Peygamber'in maksadı, bu sözlerin içinde geçen "kocana karşı gelemezsin"
anlamındaki sözcüklerin Hz. Hafsa'ya hatırlatılması idi. Çünkü, "Peygamber
eşlerinden birine gizli bir söz söylemişti, fakat eşi o sözü (saklamayıp başkasına)
[881
haber verdi" âyet-i kerimesinde açıklandığı üzere Hafsa, Hz. Peygamber'in
kendisine verdiği bir sırrı ifşa etmişti. Hz. Peygamber karınca duasmdaki çok meşhur
olan bu sözü Hz. Hafsa'ya hatırlatarak ona tarizde bulunmak istemişti.
Hadis sarihlerinin dediği gibi, hadis-i şerifte geçen "yazı yazmayı öğrettiğin gibi"
anlamındaki sözler, kadınlara okuma yazma öğretmenin caiz olduğuna delâlet
etmektedir.
Nitekim şu hadis-i şerif de buna delâlet ediyor:
"Ben Hz. Aişe (r.anha)'nm himayesinde idim. Ona her şehirden insanlar gelirdi. Onun
yanında benim mevkiim bulunduğundan yaşlılar da sıra ile bana gelirlerdi. Gençler de
beni kardeş edinirlerdi ve bana hediye verirlerdi. Şehirlerden bana mektup yazarlardı.
Hz. Aişe'ye derdim ki:
Teyzeciğim, bu falanın mektubu ve hediyesidir. Hz. Aişe de bana şöyle derdi:
Kızcağızım, ona cevap ver ve ona mukabelede bulun. Eğer sende verecek mükâfat
(hediye) yoksa ben sana veririm.
[891
Talha kızı demiştir ki: Hz. Aişe bana (hediyelik) verirdi."
1901
Her ne kadar bazıları "onlara yazı öğretmeyiniz" mealinde bir mevkuf hadis
rivayet etmişlerse de, bu hadisin senedinde hadis uydurmada meşhur Muhammed b.
İbrahim eş-Şâmî isimli bir ravi bulunduğundan muhakkik âlimler bu hadisin aslı
olmadığını söylemişlerdir. Özellikle Ebu't-Tayyib Şemsü'l-Hak el-Azîmâbâdî, Avnü'l-
Ma'bûd isimli eserinde sözü geçen hadisin asılsızlığını isbat etmiş ve kadınlara yazı
öğretmenin cevazını ve lüzumunu ispatlayan özel bir risale de hazırladığını ifade
etmiştir.
3888 numaralı hadis-i şerifte anlatılan hâdise ise daha önce 3880 numaralı hadis-i
şerifte anlatılan göz değmesi ile ilgili hadisedir.
Bu hâdise İmam Mâlik'in bir rivayetinde şöyle anlatılıyor:
"Babam Sehl b. Huneyf, Harrâr'da gusl yaptı. Üzerindeki cübbeİerini çıkarmıştı. Amir
b. Rabîa da bakıyordu. Sehl cildi güzel, beyaz bir adamdı.
Âmir b. Rabîa ona; "Bakirelerin cildi bile bugünkü gördüğüm gibi değildi" deyince
sehl olduğu yere yıkıldı, elem ve acılan şiddetlendi. Rasû-lullah (s.a)'a: "Sehl
rahatsızlandı, seninle gidemeyecek" dediler. Bunun üzerine Rasûluilah (s.a) Sehl'in
yanma gelince, Sehl ona Amir'in kendisine bakışım ve dediklerini anlattı. Rasûluilah
(s.a) da (Amir' e hitaben):
"Sizden biri kardeşini neden öldürüyor? Allah mübarek kılsın, demeliydin. Göz
değmesi vakidir. Onun için (yani Sehl için) abdest al" dedi. Amir de onun (iyileşmesi)
için abdest alınca Sehl Rasûluilah (s.a) ile beraber gitti. Hiçbir şikâyeti kalmadı ve
m
rahatladı."
Bütün bunlar gösteriyor ki, göz değmesi olayı gerçekten vardır. Göz değmesi, zehirli
böcek sokması, kanama gibi rahatsızlıklarda duanın tedavi edici tesiri diğer
hastalıklardaki tesirinden daha çok ve çabuktur. 3888 ve 3889 numaralı hadis-i
şeriflerden anlaşılan budur.
Gözdeki bu tesiri yaratan Allah olduğuna göre, O'nun ve Rasûlü'nün öğrettiği dualarla
bu hastalığı tedavi etmenin mümkün olacağını kabul etmek son derece makuldür.
[921
Bunu akıl sahibi her insanın kabul etmesi gerekir.
19. Okuma İle Tedavi Nasıl Olur?
3890... Abdülaziz b. Suheyb (r.a)'den rivayet olunduğuna göre;
Enes, Sabit (el-Bünânî)ye: "Seni Rasûluilah (s.a)'m duası ile tedavi edeyim mi?"
demiş. O da "Evet" demiş. Bunun üzerine (Enes):
"Ey insanların Rabbi ve sıkıntıların gidericisi olan Allah'ım. Sen den başka bir şifa
1931
verici yoktur. Buna hiç hastalık bırakmayan bir şi fa ver" diyerek dua etmiş.
Açıklama
Bu hadis-i şerif Hz. Peygamber'in hastaları, metinde geçen duaları okuyarak tedavi
ettiğine ve hastaları okuyarak tedavi etmenin caizliğine delâlet etmektedir.
Metin geçen cümlesi fiili ile onun mefulu mutlakı olan cümlesi arasına giren cümle-i
mu'tanza (parantez cümlesidir. Esasen bu cümle, "Hastalandığım zaman bana şifa
[941
veren odur." âyet-i kerimesinden iktibas edilmiştir.
Sükum, hastalık demektir. Bezlü'l-Mechûd yazarının açıklamasına göre, buradaki
hastalık kelimesiyle vücudu saran maddî hastalıklarla günahlardan meydana gelen ve
kalbe arız olan manevî hastalıkların tümü kastedilmektedir.
[951
Binaenaleyh Hz. Peygamber'in bu duasında maddî manevî hastalıklara şifa vardır.
Bazı Hükümler
1. Şifa veren ancak Allah'tır.
2. Dua ile tedavi etmek
3. Kur'anda olmasa bile Allah'ın şanına nakısa getirilmeyen kelimelerle Allah'ı anmak
caizdir. Hadis-i şerifte Cenab-ı Hakkın isminin "Allahümme" kelimesiyle anılması
[96]
bunu gösterir.
3891... Osman b. Ebi'l-As(r.a)'dan rivayet edildiğine göre;
Kendisi (bir gün rahatsızlığından dolayı) Rasûluilah (s.a)'m yanma varmış. Osman
(başından geçen hâdiseyi anlatırken şöyle) dedi:
Bende bir ağrı vardı, neredeyse canımı alacaktı, Peygamber (s. a):
"Bu ağrıyan yeri sağ (el)inle yedi defa ov (ve her defasında):
'Duyduğum ağrının şerrinden Allah'ın izzet ve kudretine sığınırım' diye dua et"
buyurdu. Ben bunu yaptım, Aziz ve Celîl olan Allah bendeki olan (bu ağny)i giderdi.
[97]
(O günden beri) aileme ve başkalarına sürekli bunu tavsiye ediyorum.
Açıklama
Bu dua Hz. Peygamber tarafından öğretilen, tesiri kesin ve emniyetli dualardan biridir.
İnsanların yaptıkları ilaçların ve uyguladıkları tedavi yöntemlerinin insana güven
verebilmesi için çeşitli deneme safhalarından geçmeleri ve yan tesirleri olup
olmadığının iyice bilinmesi gerekir. Bu bakımdan insanların uyguladıkları tedavi
usûllerine her zaman aynı derecede güvenilemez. Hz. Peygamber'in vahye dayanan
tedavi usûlleri ise her zaman aynı derece şifalı ve emniyetlidir.
Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte öğretilen tedavi usulü de böylesine tesirli ve
güvenilir bir tedavi usulüdür. Çünkü içerisinde, neticeyi, yegâne şifa verici olan
Allah'a havale etme, onun izzet ve kudretine sığınma ifade eden kelimeler vardır.
Bu duanın tekrarı maddi ilaçların tekrarı gibi hastalığın daha çabuk şifa bulması
bakımından daha faziletlidir. Bu tekrarın yedi defa olmasındaki hikmet tek sayılardan
[98]
olan yedi sayısının özelliği ile ilgilidir.
3892... Ebu'd-Derdâ'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûluilah (s.a)'ı şöyle derken
işittim:
"Sizden kimin bir tarafı ağmrsa, veya bir (din) kardeşi, ona hastalığından dolayı
müracaat edecek olursa;
"Ey göklerdeki Rabbimiz, (senin) ismin ve zâtın (noksan sıfatlardan) münezzehtir.
Rahmetin gökte (her tarafa şamil) olduğu gibi emrin de hem gökte hem de yerde
(hâkim) dir. Rahmetini yere de indir. Bizim (büyük olan günah (1ar) ımızi ve
hatalarımızı bağışla. Sen temiz kimselerin Rabbisin. Şu ağrıya rahmet (denizinden) bir
rahmet, şifa (hazine)nden bir şifa indir' diye dua etsin. (Allah'ın izniyle) ağrıdan
199]
kurtulur."
Açıklama
Allah'ın göklerde olmasından maksat kudret ve hükmünün göklerde hükümran
olmasıdır.
Metinde geçen, "rahmetini yere de indir" mealindeki cümle de "Şüphesiz Allah
um
insanlara şefkatli ve merhametlidir." gibi âyet-i kerimelerde bildirilen Cenab-i
Hakkın rahmetine işaret vardır.
kelimesiyle kastedilenler, büyük günahlardır. Nitekim bu kelime Nisa sûresinin 2.
âyet-i kerimesinde de bu manada kullanılmıştır. "Hata" ise, insanın farkında
olmayarak işlediği günahlardır. Cenab-ı Hak herşeyin sahibi ve yaratıcısı olduğu halde
kedisine kötülükleri nisbet etmek caiz olmadığından hadis-i şerifte kendisine "sen
temiz kimselerin Rabbisin" sözleriyle niyazda bulunulmuştur.
Hadis-i şerif, söz konusu dualarla hastaları tedavi etmenin caiz olduğunu ve bu
duaların şifasının kesin olduğunu ifade etmektedir.
Ancak Münzirî'nin açıklamasına göre, bu hadisin senedinde Ziyad b. Muhammed el-
Ensârî vardır. Bu ravi rivayetleri hatalarla dolu olan bir ravi-dir. Kendisinin Medineli
[Mİ
olduğu zannediliyor.
3893... (Şu'ayb b. Abdullah b. Amr b. As'm) dedesinden rivayet olunduğuna göre;
Rasûlullah (s. a) kendilerine korkudan (kurtulmaları için şu) sözleri öğretirmiş:
"Allah'ın gazabından, kullarının şerrinden, şeytanların vesveselerinden ve (onların)
bana uğramalarından, Allah'ın tanı olan kelimelerine sığınırım."
(Ravi sözlerine devam ederek dedi ki): Abdullah b. Amr (b.As), bu sözleri
çocuklarından aklı eren kimselere öğretir, aklı ermeyenlere de yazıp üzerine asardı.
£102]
Açıklama
Rasûl-i Zîşan Efendimiz, uykusu içerisinde korkan kimselere bu duayı öğrettiği gibi,
uykusu kaçıp kendisini uyku tutmayan Halid b. Velid'e de uykusuzluktan kurtulması
£1031
için yine bu duayı öğretmiştir. Bu bakımdan metinde geçen bu dua, uyku içinde
ve uyku dışında her türlü korkulu ve sıkıntılı haller için çok tesirli bir şifadır.
Hz. Aişe (r.anha)'nm haber verdiğine göre; Hz. Peygamber duayı öğrettikten üç gün
sonra Halid Hz. Peygamber'in huzuruna gelip, bu duayı okuduktan sonra geceleyin
£1041
kendisine arız olan korkudan kurtulduğunu söyleyerek teşekkür etmiştir.
Metinde geçen "Allah'ın gazabı" kelimesinden maksat, Allah'ın yardımını kesip
intikam almasıdır. Şeytanların bir kula musallat olabilmeleri ise ancak Allah'ın ondan
yardımım kesmesinden sonra mümkün olur.
Hadİs-i şerifte öğretilen bu dua, "... ve onların yanımda bulunmalarından sana
[1051
sığınırım Rabbim" meâlindeki âyet-i kerimeden iktibas edilmiştir
Bu hadis-İ şerif âyet ve duaların muska şeklinde yazılarak taşınmasının caiz olduğunu
söyleyen Hz. Aişe ile Ahmed b. Hanbel ve Şâfiîlerin çoğunluğunun delilidir.
Ancak İbn Abbas, İbn Mes'ud, Hanefîler ve bazı Şâfiîler; nazarlık vb. şeylerin
taşınmaması hakkındaki rivayetlere bakarak âyet ve duaları muska şeklinde yazarak
[1061
takınmanın caiz olmadığını söylemişlerdir.
3894... Yezid b. Ebî Ubeyd'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Seleme (b. el-Ekvâ')'nin
dizinde bir darbe (izi) gördüm ve, "bu nedir?" diye (kendisine sordum). Şöyle
cevapladı:
(Bu darbe) bana Hayber (savaşı) günü isabet etti. Bunun üzerine (orada bulunan) halk
'Seleme vuruldu' diye feryada başladılar. Derken Peygamber (s. a) yanıma getirildi ve
£107]
bana üç defa nefes etti. Nihayet bir saat sonra hiç rahatsızlığım kalmadı.
Açıklama
Bu hadis-i şerif kılıç, mızrak ve ok yarası gibi yaraların acı-smm da okuyup üfleme ile
£1081
geçeceğine delâlet etmektedir.
3895... Aişe (r.anha)'nm şöyle dediği rivayet olunmuştur: Peygamber (s.a), bir insan
hastalandığı zaman (önce) tükrüğü ile (toprağa) bir işaret (çizgi) çizerdi. -(Ravi bu
işareti göstermek için kendisi de) tükrükle toprağı çizdi.- Sonra;
"Yerimizin toprağı, bazılarımızın tükrüğü ile, Rabbimizin izni ile hastalarımıza şifa
im
verir" diye dua ederdi.
Açıklama
Bilindiği gibi, bir hadisi raviler Hz. Peygamber'in o hadisi söylemesi esnasındaki
hareketleri ile birlikte rivayet etmişlerse ona "Müselsel hadis" denir. Bu hadis de bu
şekilde rivayet edilmiş olduğundan müselsel hadisler sınıfına girmektedir.
İmam Nevevî'nin açıklamasına göre, hadis-i şerifin manası şudur: Peygamber (s.a)
şehadet parmağı ile kendi tükürüğünü alır, sonra parmağını toprağa sürerek ona yerden
bir şeyler yapışmasını sağlar, sonra yara veya hasta olan yeri onunla sıvazlar ve bir
yandan da bu duayı okurdu.
"Yerimizin toprağı"ndan murat, bütün yeryüzü ise de bazılarına göre bereketinden
LLM
dolayı bununla hasseten Medine'nin toprağı kastedilmiştir.
Tıybî, Şerhu'l-Mişkât isimli eserinde "türbe" kelimesinin "arzinâ" kelimesine, "rîka"
kelimesinin de "ba'zunâ" kelimesine muzaf kılınmasına bakarak, bu şifanın her
toprakta ve her müslümamn tükrüğünde bulunmayıp sadece Medine gibi mukaddes
beldelerin toprağı ile kuvve-i kudsiye sahibi salih kimselerin tükrüğünde
um
bulunabileceğini söylemiştir.
Bu hadis-i şerif hastayı tükrük ve toprakla sıvazlayarak okumak suretiyle tedavi
IU21
etmenin caiz olduğuna delâlet etmektedir.
3896... (Hârice b. es-Salt et-Temîmrnin) amcası (İlâka b. Sahr)'dan rivayet olunduğuna
göre;
Kendisi Rasûlullah (s.a)'a gelmiş, sonra onun yanından ayrılıp geri dönmüş. Daha
sonra yanlarında demirle bağlı deli bir adam bulunan bir topluluğa uğramış. (Bu
adamın) ailesi (ona): "Bize anlatıldığına göre şu sizin arkadaşınız (Allah'tan bir takım)
hayır (1ar) getirmiş. Senin yanında bu deliyi tedavi edecek bir şifa var mı?" diye
sormuşlar. (İlâka sözlerine devam ederek olayı şöyle anlattı):
Bunun üzerine ben de (deliye) FâtihatüM-Kitâb'ı okudum, (deli) iyi oldu. Bana
(okumanın karşılığı olarak) yüz koyun verdiler. Rasûlullah (s.a)'a varıp bunu anlattım.
"Bundan başka (okuduğun bir şey) var mı?" dedi.
(Ravi) Müsedded (bu hadisi) başka bir yerde (Hz. Peygamber'in bu sorusunu): "Başka
bir şey demedin mi?" şeklinde rivayet etti.
(İlâka sözlerine devam ederek şöyle dedi:)
Ben de (Hz.Peygamber'in bu sorusuna); "Hayır" cevabını verdim. (Hz. Peygamber
de):
"Vallahi, bâtıl bir şey okuyup üfleme karşılığında (ücret alıp) yiyen kimse (kuşkusuz
bunun günahını çekecektir. Sen ise) hak olan bir duayı okuyup üfleme ile (yaptığın)
imi
tedavi karşılığında (aldığın ücreti) yiyorsun" buyurdu.
Açıklama
Metinde geçen "demirle bağlı" sözü, "demir gibi sağlam bağlarla bagh anlamında
kullanılmıştır.
"Bâtıl bir şey okuyup üfleme karşılığında ücret alıp yiyen kimse" anlamındaki şart
cümlesinin cevabı fnahzufdur. Tercümemizde bu cümlenin cevabı yerine koyduğumuz
"kuşkusuz bunun günahını çekecektir" cümlesiyle hazfedilen cevabı açıklamış olduk.
[1141
Bazı Hükümler
1. Okuyup üfleme ile delileri tedavi etmek mümkündür.
2. Okuyup üfleme ile tedavi iki kısımdır: a) Hak olan nefesle tedavi, b) Bâtıl olan
nefesle tedavi.
Hak olan nefesten maksat Kitap ve Sünnet'ten alman dualarla yapılan tedavilerdir.
Temiz niyetlerle olmak şartıyla bu nevi tedavi caizdir.
Bâtıl olan nefesten maksat ise, içerisinde bulunan sözler Kitap ve Sünnet'ten alınmış
olmayan ve anlaşılmaz bir takım kelimeler ihtiva eden sözlerle yapılan dualardır. Bu
gibi sözleri okuyup üfleyerek hastaları tedavi etmeye çalışmak caiz değildir. Çünkü bu
sözlerin küfür ifade eden ya da şeytanların veya putların ismi olan sözler olması
ihtimali vardır.
3. Fatiha sûresinin şifaları çok ve tesiri çabuktur.
4. Nefes etmek karşılığında ücret almak caizdir. İmam Ebû Hanîfe (r.a) bu hadisi delil
getirerek, nefesle tedavinin dışında Kur'an okuma ve okutmaya karşılık ücret almanın
015]
caiz olmadığını söylemiştir.
3897... (Hârice b. es-Salt)'m amcasından rivayet olunduğuna göre;
Kendisi (bir kavme) uğramış (ve onların arasında bulunan) bir deliyi) üç gün sabah
akşam Fatiha okumak suretiyle tedavi etmiş, Fâti-ha'yı her bitirişinde (ağzında)
tükrüğünü toplayıp (deliye) tükürmüş. (Üç gün sonra deli içinde bulunduğu sıkıntılı
durumdan) sanki bağlandığı iplerden kurtulur gibi kurtulmuş. Onlar da kendisine (bu
tedavisine karşılık olmak,üzere) bir ücret vermişler. Bunun üzerine (kalkıp) Hz.
Peygamber'e gelmiş...
(Hârice'nin amcası İlâka, sözlerinin bundan) sonra(ki kısmında bir önceki) Müsedded
£1161
hadisin manasını (ifade eden sözler) söylemiştir.
3898... (Ebû Salih'in) babasından rivayet olunduğuna göre; Eşlem (kabilesin)den bir
adam şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a)'m yanında oturuyordum. Sahâbîlerden biri gelip:
Ey Allah'ın Rasûlü, bu gece (bir hayvan tarafından) sokuldum, sabaha kadar
uyuyamadım, dedi. (Hz.Peygamber):
"(Seni sokan) nedir?' 1 dedi. (Sahâbî):
Akreptir, cevabını verdi. (Bunun üzerine Hz. Peygamber);
"Şunu bit ki, eğer sen ikindi ile akşam arasında;
'Yarattığı şeylerin şerrinden Allah'ın tam olan kelimelerine sığınırım' diye dua etmiş
imi
olsaydın sana inşallah (o akrep) zarar veremezdi" buyurmuş.
3899... Ebû Hureyre (r.a)'den rivayet olunmuştur; dedi ki:
Peygamber (s.a)'e akrep sokmuş bir adam getirildi. "Eğer (bu kimse);
'Yarattığı şeylerin şerrinden Allah'ın tam olan kelimelerine sığınırını' diye dua edeydi
£1181
sokulmazdı -yahutta kendisine (hiç bir şey) zarar veremezdi-." buyurdu.
Açıklama
"Tam olan kelimeler" sözünden maksat, içinde Allah'ın zat, sıfat ve ef aline noksanlık
getirmeyen bilakis Allah'ın zat, sıfat ve ef aline muvafık olan kelimelerdir ki bu
kelimeler de âyet ve hadislerde öğretilen dualardır.
Çünkü en-Nihâye yazarı İbnü'l-Esîr'in de dediği gibi, yüce Allah'ın ve Rasûlünün
öğrettiği dualarda Allah'ın şanına noksanlık getiren bir ifade bulunması söz konusu
11191
olamaz.
Bazı Hükümler
1. Metinde geçen duayı ikindiden sonra okuyan bir kimseyi o gece zehirli bir
böcek sokmaz. Ancak kış günündeki karın ve soğuğun ateşin yanmasını zorlaştırdığı
gibi ihlâs noksanlığının ve günahların, sahibinin yaptığı duaların tesirini azaltacağını
unutmamak gerekir.
2. İlahî şifalar, tabiî şifalardan farklı olarak hastalıkları gelmeden önce önleyebilirler.
£120]
3900... Ebû Saîd e-Hudrî (r.a)'den rivayet olunduğuna göre;
Peygamber (s.a)'in sahâbîlerinden küçük bir topluluk çıktıkları bir yolculukta arap
kabilelerinden birine uğramışlar. (Kabilenin fertlerinden) biri (onlara);
Bizim başkanımız (zehirli bir böcek tarafından) sokuldu. Birinizin yanında (bizim bu)
arkadaşımıza yarayacak (şifalı) bir şey var mıdır? demiş.
Yolculardan bir adam da:
Evet (var), vallahi ben (hastalan) okuyarak tedavi ederim. Fakat biz size misafir olmak
istediğimiz halde siz bizi misafir etmek istemediniz. (Bu sebeple) siz (yapacağım
tedaviye karşılık) bana bir ücret, tayin etmedikçe ben nefes etmem, diye karşılık
vermiş.
Bunun üzerine (kabile mensupları tutmuşlar) bu adam (in edeceği nefes) için (ortaya)
bir koyun sürüsü koymuşlar. (Tedavi edeceğini söyleyen bu yolcu) hastanın yanma
varıp ona Fatiha sûresini okumuş ve üfürmüş. Nihayet adam ipten kurtulmuş gibi
olmuş.
Bunun üzerine (yukarıda sözü geçen şahıs) kabilenin (vermek için) üzerinde anlaşmış
oldukları ücreti yolculara ödemiş. (Ücreti alan) yolcular, (birbirlerine) "Bunu
bölüşünüz" demeye başlamışlar. Nefes ederek (hastayı) tedavi eden şahıs, "Rasûlullah
(s.a)'a varıp kendisine da-nışmcaya kadar (bunu) yapmayınız" demiş.
Rasûlullah (s.a)'a varıp bunu (kendisine) arzetmişler. Rasûlullah (s.a):
"Fâtiha'nm tedaviye yaradığını nereden bildin? Aferin size, (haydi bu koyunları)
um
bölüşünüz. Sizinle beraber bana da bir pay ayırınız" buyurmuş.
3901... (Hârice b. Salt et-Temîmî'nin İlâka isimli) amcasından rivayet olunmuştur;
dedi ki:
Biz Rasûlullah (s.a)'m yanından dönüyorduk. (Yolda) bir arap kabilesine rastladık.
"Bize gelen habere göre siz şu hayırlı adamın yanından geliyormuşsunuz. Sizin
yanınızda bir ilaç yahutta bir dua var mıdır (bizim buna çok ihtiyacımız var)? Çünkü
bizim yanımızda bağlı bir deli bulunuyor" dediler. (Biz de) "Evet" cevabını verdik.
Kalkıp deliyi bağlı olarak getirdiler. Bunun üzerine ona sabah akşam üç gün Fatiha
okudum. Fâtiha'yı her bitirişimde tükürüğümü (ağzımda) biriktirip (ona) tükrüyordum.
(Üç gün sonra deli) ipten kurtulmuş gibi oldu. Bana ücret ver(mek iste)diler. (Ben de;
"Hayır) Rasûlullah (s.a)'a danışmcaya kadar almam" dedim (ve gidip Hz. Peygamber'e
danıştım).
"(Sen aldığın bu ücreti tereddüt etmeden) ye. Vallahi bâtıl bir şey okuyup üfleme
karşılığında (ücret alıp) yiyen kimse (kuşkusuz bunun günahını çekecektir. Sen ise)
hak olan bir okuyup üfleme ile (yaptığın) tedavi karşılığında (aldığın ücreti) yiyorsun"
£122]
buyurdu.
Açıklama
İmam Kastalânî'nin açıklamasına göre, 3896 numaralı hadis-i şerifle, mevzumuzu
teşkil eden 3901 numaralı hadiste anlatılan olay aynı olaydır. Fakat 3900 numaralı
hadis-i şerifte anlatılan olay ayrı bir olaydır. Çünkü 3900 numaralı hadis-i şerifte
anlatılan tedavi Ebû Saîd el-Hudrî tarafından, 3896 ve 3907 numaralı hadis-i şeriflerde
U23]
anlatılan tedavi ise İlâka tarafından gerçekleştirilmiştir.
3902... Peygamber (s.a)'in hanımı Aişe'den rivayet edilmiştir; dedi ki:
Peygamber (s. a) rahatsızlandığı zaman kendi kendine Muavvizât (sûre)leri(ni) okur ve
üfürürdü. (Bunları okuyamayacak derecede) ağrısı şiddetlendiği zaman (bu sûreleleri)
[1241
ona ben okurdum ve bereketini umarak (onun) eliyle vücudunu sıvazlardım.
Açıklama
İçlerinde Allah'a sığınma (istiâze) bulunduğu için Felak ve Nâs sûrelerine
"Muavvizetân sûreleri" denir. Bunlar, iki sûreden ibaret olmaları cihetiyle onlardan
tesniye kalıbıyla "Muavizzeteyn" sûreleri diye bahsedilmesi kaide icabı iken, çoğul
kalıbıyla "Muavvizât" sûreleri diye bahsedilmeleri, onlarla birlikte içerisinde istiaze
bulunan Kur'an âyetlerinin de tedavi için okunabileceğini ifade etmek maksadına
mebni olabileceği gibi, bu sûrelerle İhlas sûresinin okunduğunu bildirmek gayesine
bağlı da olabilir.
£1251
Çünkü bazı haberlerde Fahr-i Kâinat Efendimiz'in Muavvizeteyn ile birlikte İhlâs
sûresini okuduğu da bildirilmektedir. İmam Nevevî bu mevzuda şöyle diyor:
"Nefes, tükürüksüz hafif üfürüktür. Hadis-i şerif hastaya okurken üfür-menin
müstehab olduğuna delildir. Ulema bunun caiz olduğuna ittifak etmişlerdir. Sahabe,
tabiîn ve onlardan sonra gelen ulema bunu hep müstehap görmüşlerdir. Fakat Kadı
Iyâz, ulemadan bir topluluğun bunu kabul etmediklerini, hastaya okurken tükürüksüz
üfürmenin caiz olduğunu söylediklerini rivayet etmiştir. Ancak bu görüş ve bu fark
zayıf bir kavle dayanır. Zira nefes tükürüklü üfürüktür, diyenler olmuştur. Yine
Kadı'nm beyanına göre, ulema "nefes" ile "tefel" kelimelerinin manalarında ihtilâf
etmişlerdir. Bazıları, "Bunların ikisi de bir manaya gelir ve ikisi de tükürüklü
üfürüktür" demişler. Ebû Ubeyd; tefelde azıcık tükürük şart olduğunu, nefeste ise hiç
tükürük bulunmadığını söylemiştir. Bunun aksini iddia edenler de vardır. Ebû Ubeyd:
"Ben Âişe'ye, Peygamber (s.a)'in hasta okurken nasıl üfürdü- ğünü sordum da; kuru
üzüm yiyen gibi tükürüksüz üfürürdü, cevabını verdi" demiştir. Kadı Iyâz; tefel
denilen ıslak üfürüğün faydası bu rutubet ve hava ile teberrüktür, diyor.
İam Mâlik; kendine okursa üfürürmüş. Demirle, tuzla rukye yapmayı ve keza hatem-i
Süleyman şeklinde yazmayı şiddetle kerih görürmüş. Zira bunda sihre benzerlik
£1261
vardır.
Bazı Hükümler
1. Hastanın İhlâs, Felâk ve Nâs sûrelerini okuyup ellerine üfleyerek vücudunu
sıvazlamak suretiyle kendi kendini tedaviye çalışması müstehabdır.
2. Bir kimsenin bir hastayı bu şekilde tedavi etmesi de müstehabdır.
3. Okunan hasta, ilim ve takva yönünden okuyandan daha üstünse, okuyan kimsenin
bu sûreleri kendi ellerine değil de hastanın ellerine üfleyerek hastanın vücudunu,
[1271
hastanın elleriyle sıvaması müstehabdır.
20. Şişmanlama Yollarına Başvurmak
3903... Aişe (r.anha)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s. a) ile zifafa
girmem için annem beni şişmanlatma! istiyordu. (Bütün çabalarına rağmen) onun
istediği kiloyu alamadım Nihayet bana yaş hurma ile hıyar yedirdi de en güzel şekilde
11281
şişmanladım.
Açıklama
Metinde geçen cümlesine Avnü'l Mabud yazarı, "Ben onun bana yedirmek ve içirmek
istediği şişmanlatıcı ilaçları kabul etmedim ve onları kullanmadım" şeklinde bi mana
vermiştir. Fakat biz îbn Mâce'nin, "fakat bu isteği gerçekleşmedi' anlamına gelen
rivayetini de göz önünde bulundurarak ve Bezi yazarının açık lamasına uygun olarak
bu cümleyi "onun istediği kiloyu alamadım" şeklin de tercüme ettik.
Metinde geçen kelimesi "şişmanlığın en güzeli" anlamına gelir ki, haddinden fazla
olmayan ve sahibine hantallık getirmeyen ortı halde (mutedil) bir şişmanlıktır. İdeal
0291
olan şişmanlık budur.
Bazı Hükümler
1. Gerdeğe girecek bir kızı gerdeğe girmeden önce haddi aşmayacak şekilde
şişmanlatmak mustehaptır
2. Bir kimseyi şişmanlatmak için pahalı ilaçlar yerine ucuz temin edileı gıdalar
kullanmak mustehaptır.
3. Kadında güzellik gibi orta halli bir şişmanlık da aranan bir husustur "Kıyamet
£130]
gününde şişman kadınların vay haline" anlamında bir hadis rivayet edilmişse de
bu tehdit yabancı erkeklerin gönlünde yer almak için ve ya diğer kadınlara
böbürlenmek için şişmanlayan kadınlar içindir.
4. Sofrada iki katık bulundurmak caizdir. Nitekim 3835-3837 numaralı hadislerin
um
şerhinde açıklamıştık.
21. Gaipten Haber Verdiğini tddia Eden (Kâhin) Hakkında
3904... Ebû Hureyre (r.a)'den rivayet olunduğuna göre; Rasûlul-lah (s. a) şöyle
buyurmuştur:
"Kim (gaipten haber almak gayesiyle) bir kâhine giderse" Musa (b. İsmail, şu cümleyi
de) nakletti: "Ve onun söylediğim tasdik ederse" -(Hadisin bundan) sonra (ki kısmında
Müsedded ile Musa) birleşerek şu sözü rivayet ettiler: "Kim de (cinsi münasebet için)
bir kadına varırsa", (-Ancak burada) Müsedded, "karısına hayızlı iken ve dübii-ründen
(yaklaşırsa)" demiştir.- (Hadis şöyle sona eriyor): "O kimse Allah'ın Muhammed'e
[132]
indirdiği (dinin dairesi)nden dışarı çıkmıştır."
Açıklama
Kâhin: Kâinattan geleceğe ait haber vermek ve esrarı bildiğini iddia etmektir.
"Nihâyetü'l-Hadis'te beyan edildiğine göre, cahiliye devrinde araplarda "Şık" ve
"Satıh" gibi kâhinler varmış. Bunlardan bazıları, kendisinin bir tabii bulunduğunu ve
ona haber getirdiğini söyler; bir takımları da olacak şeyleri bazı mukaddimelerle
bildiğini ve bu mukaddimelerle sual sorduğu kimsenin sözünden, halinden veya
fiilinden onlara muvafık şekilde istidlalde bulunduğunu iddia edermiş. Araplar buna
"arrâf ' adını ve-rirlermiş. Çalman şeyi bildiğini iddia edenler bu kabildendir. "Her kim
£133]
bir kâhine giderse" hadisi, arrâf ve müneccimlere şâmildir."
Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerif, bu gibi kâhinlere giderek onların sözlerini
dinlemenin haram olduğuna ve onlarda gaipten haber verme gücünün bulunduğuna
inananların din dairesinden çıkacağına delâlet etmektedir.
Bir başka hadisi şerifte de, "Kâhine inanan kimsenin kırk gün namazı kabul
UM1
olmaz" buyurulmaktadır. İbn Hacer el-Heysemî, kâhinlik yapmanın ve yitiğin
£1351
bulunması için kâhine başvurmanın büyük günahlardan olduğunu söylemiştir.
Hadis-i şerif aynı zamanda bir kimsenin karısı ile hayızlı iken cinsi münasebette
bulunmasının caiz olmadığına da delâlet etmektedir.
Her ne kadar hadisin zahirinden bu işi yapan kimselerin dinden çıktığı anlaşılırsa da,
£1361
bu işi yapan kimsenin keffaret olarak sadaka verilmesinden bahsedilmesi onun
dinden çıkmayıp çirkin bir iş yaptığına delâlet eder. Sarihlerin açıklamasına göre,
hadisteki "dinden çıkar" sözü bu işi helâl sayanlar içindir, tehdit için söylenmiş de
olabilir.
İmam Ebû Hanîfe ile imam Mâlik ve Şafiî'ye göre, hayızm ilk günlerinde karısı ile
cinsi münasebette bulunan kimsenin bir dinar, son günlerinde cinsi münasebette
bulunan kimsenin de yarım dinar vermesi ve istiğfar etmesi müstehabdır.
Bir kimsenin karısına ters taraftan yaklaşmasının çirkinliği ona hayızlı iken
yaklaşmasının çirkinliğinden daha fazladır. Çünkü kadına hayızlı iken yaklaşmanın
başta gelen sebeplerinden birisi hayız halindeki pisliktir. Arkadan yaklaşmadaki
pisliğin daha da fazla olduğunda şüphe yoktur. Bu bakımdan onun haramhğmda şüphe
£1371
yoktur. İslâm uleması onun büyük günahlardan olduğunu söylemişlerdir.
22. Yıldızlar(dan Hüküm Çıkarma) Hakkında
3905... İbn Abbas'dan rivayet olunduğuna göre; Rasûlullah (s. a): "- Yıldızlardan bir
ilim alan kimse sihirden bir bölüm almış olur.
(Yıldızlardan aldığı bilgiler) arttıkça (sihirle olan ilgisi de) artmış olur" buyurmuştur.
im
3906... Zeyd b. Halid el-Cühenî'den rivayet olunmuştur; dedi ki:
Rasûlullah (s. a) Hudeybiye'de geceleyin (yağan) bir yağmurdan sonra bize sabah
namazını kıldırdı. (Namaz) bitince halka dönüp:
"Rabbinizin ne dediğini biliyor musunuz?" dedi. (Orada bulunan halk):
Allah ve Rasûlü daha iyi bilir, dediler. (Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle) buyurdu:
"(Rabbiniz buyuruyor ki:) Kullarımdan bir kısmı bana inamcı, bir kısmı da (beni)
inkâr edici olarak sabahladı. 'Allah'ın fazlı ve rahmeti ile (bu gece) bize yağmur yağdı'
diyenler bana inanmıştır. Yıldızlar (m yaratıcılığm A da inkâr edicidir.
Fakat, 'şu veya bu yıldızın hareketi sayesinde bize yağmur yağdı' diyenler ise beni
11391
inkâr etmiş, yıldızlara inanmıştır."
Açıklama
Yıldızlardan hüküm çıkarma ilmi mevzuunda Hanefî ulemasından Ibn Abıdm şöyle
diyor:
"Bu ilim gök cisimlerinin teşekküllerinden adi hâdiselerin vuku bulacağını istidlal
ilmidir. Merginânî'nin, MuhtârıTn-Nevâzil adlı eserinde şöyle deniyor: Bilmiş ol ki
ilmi nücûm haddizatında kötü değildir. Çünkü o iki nevidir:
Birincisi: Hesap yolu iledir ve haktır. Kur'an'da zikredilmiştir. Allah Teâlâ; "Güneş ve
ay hesab iledir." buyurmuştur. Bundan murad güneşle ayın seyretmeleridir.
İkincisi: İstidlal yolu iledir. Yıldızların seyri ve feleklerin (gezegenlerin) hareketi
vasıtasıyla hâdisatm, Allah'ın kaza ve kaderi ile vuku bulacağına istidlal edilir; bu
caizdir. Doktorun hasta kimsenin nabzına bakarak hastalığa ve sıhhate istidlali gibidir.
Ama hâdisatm Allah'ın kazası ile olduğuna inanmaz, yahut kendisinin gaybı bildiğini
Lİ401
iddia ederse kâfir olur."
Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şeriflerde geçen, yıldızlara bakarak yeryüzünde
vukua gelecek hâdiseler hakkında hüküm çıkarmanın küfür, ve yıldızlarla ilgili
ilimlerin sihirin bir dalı olduğuna dair ifadeler, İbn Abidin'-in açıkladığı ikinci kışıma
gören yasaklanmış bilgilerdir.
Fakat her hâdisenin yaratıcısının Allah olduğuna inanmak şartıyla Astronomi ilmi ile
uğraşmak insanın Allah'a ait imanını takviye eden çok faziletli bir iş olması cihetiyle
kıymet ve fazileti çok büyüktür.
23. (Yere) Çizgi (Çizmek) Ve Kuş Uçurmak (Suretiyle İstikbale Dair Hükümler
Çıkarma) Konusunda Gelen Hadisler
3907... (Katan b. Kabîsa'nm) babası dedi ki: Ben Rasûlullah (s.a)'ı şöyle buyururken
işittim:
"Kuş uçur(arak, bu uçuştan hüküm çıkar)mak, uğursuzluğa inanmak, çakıl taşlan ile
fal açmak puta tapıcıhktandır."
(Musannif Ebû Dâvûd dedi ki: Bu hadiste geçen) "Tark" (kelimesi, kuş) uçurmak; "el-
£1421
ıyâfe" (kelimesi de; kum üzerine) çizgi çizmek anlamına gelir.
3908... Avf (el-Arabî); "el-Iyâfe, kuş uçur(tarak kuşun uçuşundan istikbale ait manalar
[143]
çıkar) maktır. Tark da, yere çizilen çizgidir" demiştir.
3909... Muaviye b. el-Hakem es-Sülemî'den rivayet olunmuştur; dedi ki:
Ben (Hz. Peygamber'e hitaben);
Ey Allah'ın Rasûlü, bizden bir takım adamlar da (istikbale dair bilgiler keşfetmek için)
çizgi çiziyorlar, dedim. (Peygamber (s. a) de:)
"Peygamberlerden biri (böyle) çizgi çizerdi. Her kim (çizgisini onun) çizgisine uygun
düşürürse, o kimse (gerçeğe isabet etmiş olur)" buyurdu.
Açıklama
Iyafe: Kuş kovalamak, kuş uçurmak anlamlarına gelir. Cahiliye döneminde araplar,
kuşları ürküterek uçururlar ve uçan kuşun ismine, sesine ve uçtuğu tarafa göre bir
mana çıkararak yapacakları işlere karar verirlerdi. Meselâ, ürküp uçan kuş tavşancıl
ise bunu sıkıntıya, karga ise gurbete, ibibik ise hidayete; eğer kuş sağ tarafa uçarsa
uğura, sol tarafa uçarsa uğursuzluğa yorarlardı. İslâmiyet bunların hepsinin bâtıl ol-
duğunu ilan ederek bu inançların hepsini iptal etmiştir.
Tıyâre ise, uğursuz saymak demektir. Bu kelime ile ıyâfe arasındaki fark şudur: Iyâfe,
kuş aracılığı ile olduğu halde bunda kuşun aracılığı şart değildir. Kuşun dışında bir
hayvan aracılığı ile de olabilir.
£145]
Tark: Çakıl taşlan ile fal açmak anlamına geldiği, gibi, kum üzerine çizgi çizmek
£1462 '
anlamına da gelir. Zemahşerî, el-Fâik isimli eserinde birinci manayı tercih
ettiğinden tercümemizde biz de birinci manayı esas aldık.
Cibt;kelimesi ise "put" demektir. Kâhin anlamına da gelir. Allah'dan başka ittihaz
£1471
edilen mabud karşılığıdır.
Ömer b. Hattâb (r.a), "Cibt sihirdir, tağut ise şeytandır" demiştir. Bu açıklama İbn
Abbas, Ebû Aliye, Mücâhid, Atâ, İkrime, Saîd b. Cübeyr, Şa'bî, Hasan, Dahhâk ve
£148]
Süddî'den de rivayet edilmiştir.
Hat: Çizgi demektir. İbn Abbas'dan rivayet olunduğuna göre, cahiliye devrinde bu
çizgiyi çizen belli remilciler varmış, ihtiyaç sahipleri bunlara müracaat edince bunların
yanında bulunan erkek bir çocuk sayıları bilinmemesi için çok acele olarak yere bir
takım çizgiler çizer sonra da ikişer ikişer ve yavaş yavaş bu çizgileri silermiş. Eğer en
sona kalan iki çizgi olursa bu kurtuluş alameti, tek çizgi kalırsa zarar alameti kabul
£1491
edilirmiş.
İslâmiyet bütün bu fal cinslerinin asılsız olduğunu bildirerek bunları haram kılmış ve
£150]
büyük günahlardan saymıştır.
Her ne kadar peygamberlerden birisi Allah'ın kendisine verdiği ledünnî bir ilimle veya
Allah'dan aldığı bir emirle kumlar üzerine çizdiği bir takım çizgilerden istikbale dair
bazı hadiselerin vukuunu keşfedermiş ise de, daha sonraki insanların çizecekleri
çizgilerin onun çizgilerine uygun düşeceği kesin olarak bilinmediğinden bu iş diğer
insanlara yasaklanmıştır.
Bu bakımdan metinde geçen, "her kim çizgisini onun çizgisine uygun düşürürse"
cümlesini, "bazı kimselerin çizgisi o peygamberin çizgisine uygun düşebilir" şeklinde
anlamak gerekir. "Onun çizgisine isabet eden kimseye bu hareketi yapmak caiz olur"
rım
şeklinde anlamak doğru değildir.
Sahih olan kavle göre bu ibarenin manası şöyledir: Kimin çizgisi o peygamberin
çizgisine muvafık düşerse o çizgiyi çizmek mubahtır. Lakin muvafık düşüp
düşmeyeceğini yüzdeyüz bilmeye bizim için imkân yoktur. Binaenaleyh remilcilik
bize mubah değil haramdır.
Rasûluilah (s.a)'m doğrudan doğruya "Remilcilik haramdır" demeyip, "Her kim
(çizgisini onun) çizgisine muvafık düşürürse o kimse gerçeğe isabet etmiş olur"
buyurması, remille meşgul olan peygamberin bu hükme dahil olduğu anlaşılmasın
diyedir.
Remil ile meşgul olan bu peygamberin İdris (a. s) veya Daniyel (a. s) olduğu rivayet
Iİ52]
edilmiştir.
24. Uğursuzluğa tnanmak
3910... Abdullah b. Mes'ud'dan rivayet olunmuştur; dedi ki:
Rasûluilah (s. a) üç defa, "Uğursuzluğa inanmak şirktir, uğursuzluğa inanmak şirktir"
buyurdu.
Oysa bizden (kalbinde bu düşünce geçmeyen bir kimse ) yoktur. Fakat Allah bu
[153]
duyguyu tevekkülle giderir.
3911... Ebû Hureyre (r.a)'den rivayet olunduğuna göre; Resulullah (s. a):
"Hastalık bulaşması, uğursuzluk, (karında bulunan yılan gibi bir hayvanın
hareketinden doğan bir) karın ağrısı ve (uğursuzluk getiren bir) baykuş yoktur"
buyurmuş.
Bunun üzerine (orada bulunan) bir bedevi:
(Ey Allah'ın Rasûlü), peki kumda geyik gibi (sıhhatli) oldukları halde (içlerine) karışıp
da kendilerini uyuzlaştırdığı uyuz devlerin hali nedir? dedi.
(Hz. Peygamber de ona):
"Ya birinciye kim bulaştırdı?" karşılığını verdi.
Mâmer'in Zührî'den, (Zührî'nin de) bir adamdan rivayet ettiğine göre, Ebû Hureyre;
Rasûluilah (s.a)'ı:**Deveterı hasta olan kimseler (develerini), develeri sağlam alan
kimseler(in develerinin yanm)a götürmesinler" derken işittiğini söylemiş. Bunun
üzerine (bu sözü Ebû Hureyre'den dinleyen) adam Ebû Hureyre'ye dönüp: Sen bize
(daha önce) Peygamber (s.a)'in, "Hastalık bulaşması da yoktur, (karında bulunan bir
yılan hareketinden doğan bir) karın ağrısı da yoktur, (uğursuzluk getiren bir) baykuş
da yoktur." dediğini söylememiş miydin? demiş. Ebû Hureyre de: "Bunu size ben
söylemedim" karşılığım vermiş.
Zührî dedi ki: Ebû Seleme, "Ebû Hureyre'nin bu hadisi rivayet ettiğini" (söyledi) ve:
"Ben Ebû Hureyre' nin bu hadisten başka (rivayet ettiği) bir hadisi unuttuğunu
£1541
duymadım." dedi.
3912... Ebû Hureyre'den rivayet olunduğuna göre; Rasûluilah (s.a):
"Hastalığm(sebepsiz olarak) bulaşması, (uğursuzluk getiren) baykuş, (insanların
kaderine hükmeden bir) yıldız batması, (karında bulunan bir yılanın hareketlerinden
[155]
doğan ve başkalarına bulaşan bir) karın ağrısı yoktur" buyurdu.
3913... Ebû Hureyre'den rivayet olunduğuna göre; Rasûluilah (s.a):
"(Kırlarda çeşitli kılıklara girerek insanların yolunu kaybettire-bilecek güce sahip bir)
^ [1561
cin taifesi yoktur" buyurmuştur.
3914... Ebû Dâvûd dedi ki: Eşheb (şöyle) dedi: (İmam) Mâlik'e, "lâ safere" sözü(nün
manası) soruldu da; "Ca hiliye halkı Safer ayını helâl (aylardan) sayarlardı. (Sonradan)
onu bi sene helâl, bir sene de haram saymaya başladılar. Hz. Peygamber (s.a de
onların bu âdetini kaldırmak için); "(Böyle bir sene helâl, bir sen< de haram sayılan)
[1571
bir Safer (ayj) yoktur" buyurdu" cevabını verdi.
3915... Bakiyye dedi ki:
Ben Muhammed b. Râşid'e hadisteki "hâm = baykuş" kelimesini sordum da;" Cahiliye
dönemi (halkı) 'Ölüp de defnedildikten sonra bir baykuş olarak mezarından çıkmayan
kimse yoktur' derlerdi, (işte hâm budur)" diye cevap verdi.
(Bunun üzerine): "Pekâla Safer nedir?" dedim. (Muhammed b. Râ-şid de): İşittiğime
göre cahiliye halkı Safer ayını uğursuz sayarlarmış da Peygamber (s.a):"Safer ayında
(bir uğursuzluk) yoktur" buyurmuş" dedi.
(Muhammed b. Râşid sözlerine devam ederek şöyle) dedi: "Biz 'Safer, karında tutan
bir ağrıdır' diyeni de işittik. (Bu görüşte olan cahiliye halkı) 'bu ağrı (başkasına da)
bulaşır' derlerdi. Bunun üzerine (Hz. Peygamber), "Safer (denilen böyle bir ağrı)
[1581
yoktur" buyurdu."
3916... Enes (ra.)'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a): "Hastalık bulaşması
da yoktur, uğursuzluk da yoktur. Ben yararlı olan hayırlı ve uğurlu saymadan
hoşlanırım. Yararlı olan hayırlı ve uğurlu saymak ise, güzel söz(lerle yapılan hayırlı
[1591
yorumlar)dır" buyurmuştur.
Açıklama
Tıyere:Bir şeyi uğursuzluğa yormak, uğursuz saymak, bir şeyin uğursuzluk
getireceğine inanmak demektir. Cahiliyye dönemi halkı, bazı hayvanları ve olayları
uğursuz sayar, bu uğursuzluktan kurtulmak için bazı teşebbüslerden vazgeçerdiler.
İslâmiyet bu uğursuzluk telakkisinin asılsız olduğunu ilan ederek, asılsız telakkiler
silsilesinden biri olan bu yanlış inancı da İnsanların kafasından silip atmak suretiyle
onların yolunu aydınlatmış, onları cahiliyetin pençesinden kurtarmıştır.
3910 numaralı hadis-i şerifte açıklandığı üzere, Fahr-i Kâinat Efendimiz hayvanlarda
ve olaylarda bizatihi böyle bir uğursuzluk verme gücü bulunduğuna inanmayı şirk
saymış, insanın kalbine böyle bir korku geldiği zaman bu korkunun kalpten
giderilebilmesi için Allah'a tevekkül etmenin yeterli olduğunu bildirmiş ve ümmetine
bu gibi durumlarda Allah'a tevekkül etmelerini tavsiye etmiştir.
Advâ: Hastalığın bir hastadan diğer bir hastaya bulaşması demektir.
Bu mevzuda merhum Kamil Miras şöyle diyor:
"Cahiliye devrinde sâri hastalıkların ilâhi bir tesire tabi olmadan bizatihi sirayet ettiği
sanılırdı. İslâm akidesine göre her şeyde hakiki müessir Allah Teâlâ'dır, Hadiste bu
hakikat, "Bulaşıcı hastalıklar bizatihi sirayet etmez" cümlesiyle ifade
[1601
buyurulmuştur."
Bezlü'l-Mechûd yazarının açıklamasına göre, "Hastalık bulaşması konusunda üç türlü
görüş vardır:
1) Hastalık bulaşır, hastalık bulaşmasının Allah'ın izni ve iradesiyle ilgisi yoktur. Bu
görüşün küfür olduğu açıktır.
2) Hastalık Allah'ın dilemesiyle bulaşır. Fakat Allah'ın hastalığın bulaşmasını dilemesi
Allah hakkında zaruridir. Aksini dilemesi mümkün değildir.
Bu görüş de bâtıldır. Çünkü Allah isterse bulaşıcı hastalığa yakalanmış kimseler
arasında bulunan bir kulunu o hastalığa yakalanmaktan koruyabilir.
3) Hastalık bulaşması Allah'ın dilemesine bağlı olarak vardır. Allah dilerse bulaşıcı bir
hastalık başkasına geçebilir, dilemezse geçmez."
İşte hadis-i şerifte ifade edilen hastalık bulaşmasından anlaşılan bu üçüncü görüştür ki
ehl-i sünnet ulemasının bu mevzudaki görüşü de budur.
Bazıları kelimelerin zahirine bakarak, 3911 ve 3912 numaralı hadisler-deki, "!â adve"
kelimesini "hastalık bulaşması yoktur" şeklinde anlamışlar ve 3912 numaralı hadisin
sonundaki "Develeri sağlıklı olan kimseler develerini, develeri hasta olan kimselerin
develerinin yanma götürüp de onlarla karıştırmasınlar" mealindeki cümlelerle,
um
"Cüzzamlıdan aslandan kaçar gibi kaçın" hadisini de seddü'z-zerâyi' kabilinden
bir yasaklama olarak te'-vil etmişler. Yani develerin birbirine karışıp da birbirlerine
benzerlikleri sebebiyle hangi devenin kime ait olduğunun bilinmemesi durumuna
düşülmesini önlemek için getirilmiş bir yasak olarak yorumlanmıştır.
Ancak ulemanın büyük bir kısmı; bu mevzuda aslolan hastalıklı hayvanları
karıştırmayı yasaklayan ve cüzzamlıdan kaçmayı emreden hadis-i şeriflerdir. Çünkü
yüce Allah, dünyadaki bütün hâdiseleri bir sebebe bağladığı gibi hastalığın
bulaşmasını da hastalık mikrobu taşayan kimselerle veya eşya ile temas etmeye
bağlamıştır. Bu temas sağlandığı zaman Allah'ın izni ile hastalık bulaşabilir,
demişlerdir. Hadisi bu şekilde anlayan mezkûr İslâm âlimleri, hadis-i şerifte geçen
"hastalık bulaşması yoktur" sözünü ise, hastalık bulaşması için Allah'ın bir kanun
olarak koyduğu hastaya dokunmak gibi bir sebep bulunmaksızın hastalık bulaşması
olamaz, şeklinde anlamışlardır ki umumun tasvibine mazhar olan görüş de budur.
Esasen Fahr-i Kâinat Efendimiz, bedevinin "bizim geyik gibi sihhath develerimiz uyuz
develerin yanma varmca niye hastalanıyorlar?" sorusuna "Ya birinciye bu hastalığı
kim bulaştırdı?" karşılığını vermekle, bu bulaşmanın Allah'ın iznine bağlı olduğunu
çok veciz bir şekilde açıklamıştır. Çünkü bedevi, "birinci deveye falan deveden
bulaştı" cevabını verdiği takdirde kendisine aynı sual sorulmaya devam edilecek ve
nihayet bu hastalığın kendisinde ilk görülen deveye hastalığı Allah'ın verdiği
anlaşılacaktır.
Hâme: Baykuş demektir. Cahiliye dönemi halkı evlerinin üzerine bir baykuş konduğu
zaman onun o ev halkından birinin öleceğini haber vermek için geldiğine inanırlardı.
Hadis-i şerifteki "Baykuş yoktur" sözüyle bu inancın batıl olduğu anlatılmak
istenmektedir. İmam Mâlikin görüşü budur.
İkinci bir tefsire göre, cahiliye dönemi arapları baykuşların, ölen kimselerin dünyaya
dönen ruhları olduklarına inanırlardı. Hadisteki "Baykuş yoktur" sözüyle yıkılmak
istenen inanç budur. İslâm ulemasının büyük çoğunluğunun tasvibine mazhar olan
görüş budur.
Guvl: Eski araplarm inancına göre çeşitli renk ve kılıklara girerek insanlara görünen
ve onları yollarından sapıtıp helak eden bir nevi şeytandır. Kırlarda yaşar. Peygamber
(s. a) bunu da iptal etmiştir. Cumhur ulemanın kavli budur. Ulemanın bazılarına göre
ise hadisin manası, guvlü inkâr etmek değil sadece araplarm itikadını iptaldir.
Binaenaleyh "guvl yoktur" cümlesinden murad, guvl hiç kimseyi yolundan saptırmaz,
[162]
demektir.
Nev': Hattâbî'ye göre "yıldız" demektir. Ebû İshak ez-Zeccâc, garbta batan yıldızlara
enva', şarkta doğanlara bevârih denildiğini söylüyor. Bu hususta Tecrid Tercümesi'nde
şu malumat verilmektedir:
"Nev'in cemi enva' gelir. Enva' ayın menzilleri (burçlar) manasına gelir, yirmisekiz
adettir. Ay her gece bunlardan bir menzilde bulunur. Bu menzillerden herbiri o sema
sahasında bulunan yıldızlardan birinin ismiyle anılır.
Araplar bu yıldızlardan birinin fecir zamanmda batmasıyla birlikte onun devamlı
olarak ters istikametinde bulunan yıldızın o saatte doğmasına nev' derler. Onun için
lügat alimlerinin kimi yıldızın batmasına kimi de doğmasına kimisi de her ikisine
birden nev' denildiğini söylerler. Bu nev'ler birbiri arkasından onüçer gün fasıla ile
battığında ve aksi istikametindeki yıldız da doğduğunda, o müddet zarfında yağmur,
rüzgâr, soğuk, sıcak, bereket her ne olursa batan yıldıza izafe edilir ve filan şey filan
[163]
yıldızın nev'inde (batmasında) vaki oldu derlerdi."
Rasûl-i Zîşan Efendimiz, "Nev' yoktur" sözüyle bu bâtıl İnancı kökünden yıkmıştır.
Safer: Hicrî tarihin ikinci ayının adıdır. Cahiliye devrinde araplar nesîe usulüne göre
Muharrem ayının haramlığmı Safer'e naklederlerdi ve bu suretle Safer ayını haram
sayarlardı. Nitekim yüce Allah müşriklerin bu çirkin hallerini Tevbe sûresinin 37.
âyet-i kerimesinde bize açıklamaktadır. Rasûl-i Ekrem Efendimiz bunu da menedip
"Artık Safer ayı için hürmet yoktur" buyurmuştur. Asrı saadetten zamanımıza kadar
devam edip gelen halk telakkisine göre bu ayda kıyılan nikâhı devamsız sayarlar.
Hatta halk arasında bu aya boş ay derler. "Sa ferde uğursuzluk yoktur" buyurulmakla
bu telakki men olunmuştur. Buharî'nin bir rivayetine göre Hz. Aİşe "Benim nikâhım
da zifafım da safer ayında idi" buyurduklarına göre, Rasûl-i Ekrem bu hurafe fikrinin
£1641
izalesine fiilen de çalışmıştır.
İkinci bir te'vile göre bu hadis-i şerifteki Safer kelimesinden maksat, cahiliye
araplarmm insanın karnında yaşadıklarına inandıkları yılan gibi bir hayvandır. İnsan
acıktığı zaman o hayvan çoğu zaman heyecanlanıp sahibini öldürür. Hatta buna uyuz
hastalığından daha bulaşıcı sayarlardı. Neve-vî'nin açıklamasına göre Safer
kelimesinin sahih tefsiri budur. Mutarrif, İbn Vehb, İbn Habib, Ebû Ubeyd ve diğer
birçok ulemanın kavilleri de budur. Nevevî'nin beyanına göre, burada her iki tarafın da
kast edilmiş olabileceği, her iki anlamdaki Saferin de bâtıl ve asılsız olduğu
£1651
bildirilmektedir.
Ancak cahiliye halkının karın ağrısı hakkındaki bu yanlış telakkisini, bugünkü ilmî
gerçeklerin ışığında tesbit edilen karındaki solucan, tirişin ve tenyalarla karıştırmamak
gerekir. Hadiste reddedilen bunlar değildir. Her ne kadar İslâm'da uğursuzluk inancına
yer yoksa da bir şeyi hayırlı veya uğurlu saymak (tefe'ül) makbuldür. Nitekim
Hudeybiye'de Kureyşliler müslümanları müşkül bir vaziyete soktuğu sırada, Kureyş
tarafından muahede akdine mezun bir heyetin, Süheyl b. Amr'm riyaseti altında
gelmekte olduğu duyulunca Rasûl-i Ekrem'in uysallık ve yumuşaklık ifade eden
£1661
Süheyl adıyla tefe'ül ederek ashabına, "Artık işiniz kolaylaştı" buyurması buna
delâlet ettiği gibi, mevzumuzu teşkil eden 3916 numaralı hadisi şerif de bunun caiz
E1671
olduğunu ifade etmektedir.
3917... Ebû Hureyre (r.a)'den rivayet olunduğuna göre;
Rasûlullah (s. a), hoşuna giden bir söz işitmiş de (bu sözü söyleyen kimseye):
£1681
"Senin uğurunu ağzından aldık" buyurmuş.
3918... Atâ (r.a)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki:
"Halk; Safer, karında tutan bir ağrıdır, diyor." (Bu hadisi Atâ'-dan rivayet eden İbn
Cüreyc dedi ki); Ben(de Atâ'ya); "Pekâlâ) baykuş nedir? diye sordum. (Atâ şöyle)
cevap verdi:
Halk, (evlerin üzerine konup da acı acı) öten baykuş, halk baykuşudur, diyor. (Aslında
bu baykuş ölünün kemiğinden ya da başından çıkıp da baykuş şekline giren ve sady
ismi olan) insan baykuşu değildir. (Senin sorduğun) baykuş, sadece (bildiğimiz) bir
£1621
hayvandır.
3919... Urve b. Amr el-Kureşî dedi ki:
Peygamber (s.a)'in yanında (bir şeyle karşılaşmayı iyiye veya) kötüye yorma(nın
hükmünden) bahsedildi de Peygamber (s. a) şöyle buyurdu:
"Bu yorumların en iyisi iyiye yormaktır. (Aslında bir şeyi kötüye yorumlamak bile) bir
müslümam (yapılması gereken bir işi yapmaktan) geri eeviremez. (Binaenaleyh)
sizden biriniz hoşlanmadığı bir şeyi görünce;
'Ey Allah'ım, güzellikleri senden başkası veremez. Kötülükleri de senden başkası
önleyemez. Binaenaleyh, (kötülüğü önlemek için gerekli olan) güç de (güzelliği elde
mm
etmek için gerekli olan) kuvvet de ancak senindir* diye dua ediniz."
3920... Ebû Büreyde(nin) babasından rivayet olunduğuna göre;
Peygamber (s. a) hiç bir şeyi uğursuz saymazmış. (Bir yere) bir tahsildar göndereceği
zaman (önce) ismini sorarmış, eğer (onun) ismini beğenirse bu isimden memnun
olurmuş ve bu sevinç yüzünde görülür-müş. Eğer beğenmezse bu hoşnutsuzluk
yüzünde görülürmüş, (fakat böyle hoşa gitmeyen bir isimle karşılaşmayı kötüye
yormazmış).
Bir köye girdiği zaman da (yine köyün ismini sorarmış, eğer (köyün) ismini beğenirse
sevinirmiş ve bu sevinç(in belirtileri yüzünde görülürmüş). Eğer (köyün) ismini
beğenmezse bu hoşnutsuzluk yüzünde görülürmüş, (fakat böyle hoşa gitmeyen bir
um
isimle karşılaşmayı kötüye yormazmış).
3921... Said b. Mâlik'den (rivayet olduğuna göre; Rasûlullah (s.a);
"(Uğursuzluk getiren bir) baykuş da yoktur, (kendiliğinden zuhur eden bir) hastalık
bulaşması da yoktur, uğursuzluk da yoktur. Eğer bir şeyde uğursuzluk olursa (o da sert
um
başlı) atta, (isyankâr) kadında ve (dar) evde olur" buyurmuş.
3922... Abdullah b. Ömer'den rivayet olduğuna göre; Rasûlullah (s.a):
"Uğursuzluk (dar) evde, (isyankâr) kadında, (sert başlı) attadır" buyurmuştur.
Ebû DâvOd dedi ki: (Bu hadis) Haris b. Miskîn'e okundu, ben de orada idim.
Kendisine: (Bunu) sana İönü 7-Kasım haber verdi mi? diye soruldu. (Haris b. Miskin
de şöyle) dedi: Kadındaki ve evdeki uğursuzluk (İmam) Mâlik 'e soruldu da, "Nice
evler var ki onlarda oturan insan/ar helak oldular. Sonra onlara başkaları oturdu, (onlar
da) helak oldular. Bizim görüşümüze göre bu (durum, bu hadisin) tefsiridir. Allah
daha iyi bilir" cevabını verdi.
Yine Ebû Davûd dedi ki: Ömer (r.a); evdeki bir hasır çocuk dünyaya getirmeyen bir
£173]
kadından daha hayırlıdır" buyurdu.
3923... Ferve b. Müseyk'den rivayet olmuştur; dedi ki:
Ben (Peygamber (s.a)'e;
Ey Allah'ın Rasûlü, bizim elimizde "Ebyen" denilen bir arazi var. Bu bizim
çiftliğimizin ve ziraat mahsullerimizin arazisidir; ve bu arazide veba hastalığı vardır. -
Yahutla buranın vebası çok şiddetlidir. -(Ne yapmamı tavsiye edersiniz)? diye sordum.
"Orayı terket. Çünkü ölüm (böyle bulaşıcı hastalıklara) yakın durmaktan ileri gelir"
£1741
buyurdu.
3924... Enes b. Mâlik (r.a)'den rivayet olunduğuna göre;
Bir adam Hz. Peygamber'e gelerek);
Ey Allah'ın Rasûlü, biz bir evde yaşıyorduk; orada (iken) sayımız ve mallarımız çoktu.
Derken başka bir eve göç ettik, orada ise sayımız da azaldı mallarımız da, demiş.
Rasûlullah (s. a) da:
£1751
"Kölü bir yer olduğu için orayı terkediniz" buyurmuş.
3925... Câbir (r.a)'den rivayet olunduğuna göre:
Rasûlullah (s. a); bir cüzzamlmm elini tutarak onu kendi (eli) ile birlikte (yemek) kab
(m)a koymuş ve;
"Allah'a güvenerek (benimle birlikte) ye, ben de Allah'a güveniyorum" buyurmuş.
[176]
Açıklama
3917 ve 3819 nunıaraiı hadis-i şeriflerde "fe'l" (iyiye yormak, tefe'ül) kelimesiyle
3918 ve 3921 numaralı hadis-i şeriflerde geçen "tıyâre" (uğursuzluğa yormak)
kelimesi ve 3921 numaralı hadis-i şerifte geçen "advâ" (hastalık bulaşması) kelimesini
3910-3916 numaralı hadis-i şeriflerin şerhinde açıklamıştık.
Bu açıklamamızda ise 3921 ve 3922 numaralı hadislerde söz konusu olan ev, kadın ve
attaki uğursuzluk ile bir memleketin uğursuzluğu ve veba, cüz-zam gibi bulaşıcı
hastalıklardan kaçmanın gerekip gerekmediği konularını ele alacağız.
Bu konuda merhum Ahmed Davudoğlu şöyle diyor:
Ulema bu rivayetlerde belirtilen üç şeyde uğursuzluk olup olmadığında ihtilâf
etmişlerdir. İmanı Mâlik ile bir cemaata göre rivayetlerden murad, zahirî manalarıdır.
Allah Teâlâ bir evi zarar ve ölüme sebep halk eder. Muayyen bir kadın ve at yahut ev
de Allah'ın kaza ve kederiyle bazen helâka sebep olabilir. Hadisin manası; bazen bu üç
şeyde uğursuzluk hasıl olur, demektir.
Hattâbî ile diğer birçok ulema bu rivayetlerdeki üç şeyin memnu olan teşe'umden
(uğursuz saymadan) istisna edildiğine kail olmuşlardır. Bu görüşte olan ulemaya göre
bu hadisin manası; "Teşe'üm yasaktır, fakat bir kimsenin içinde oturmaktan
hoşlanmadığı bir evi, beraberce yaşamaktan hoşlanmadığı bir hanımı veya
hoşlanmadığı bir atı varsa onlardan ayrılsın" demektir.
Bazıları da, "Evin uğursuzluğu darlığı ve komşularının kötülüğünden ibarettir.
Kadının uğursuzluğu doğurmaması, gevezeliği ve şüpheli işler yapmasıdır. Atın
uğursuzluğu ise üzerinde harp edilmemesi yahut fiyatının pahalılığı, hizmetçinin
uğursuzluğu ise kötü ahlâklı olması, kendisine ısmarlanan şeylere kulak asmaması gibi
şeylerdir" demişlerdir. Aynî diyor ki: "Bu babda sahih olan mana teşe'ümün bütün
nevileriyle ibtal edilmesidir. Resü-lullah (s.a)'in "Teşe'üm yoktur; uğursuzluk üç
şeydedir" buyurması cahili-ye devrinin itikadını hikâyedir. Çünkü o devirde araplar bu
üç şeyde uğursuzluk olduğuna inanırlardı. Yoksa bu hadis 'Müslümanların itikadınca
üç şeyde uğursuzluk vardır' manasını ifade etmez."
Bu rivayetlerin bazısında Rasûlullah (s.a)'m; "Eğer uğursuzluk namına bir şey varsa
(bu) atta, kadında, evdedir" buyurmuş olması bizce bu bab-daki ihtilâfa meydan
vermeyecek kadar açıktır. Çünkü hadisin manası şudur: "Eğer uğursuzluk namına bir
şey sabit olsaydı şu üç şeyde sabit olurdu, lâkin uğursuzluk namına bir şey sabit
olmamıştır. Binaenaleyh bunlarda da uğursuzuk yoktur."
Hz. Aişe'nin bu hadisi işittiği vakit kızdığı ve üzerinden bir elbise parçasının havaya
uçtuğu diğer bir parçasının da yere düştüğü rivayet olunur. Aişe (r.anha) bu hadisi
işittiği zaman yemin ederek şunları söylemiştir: "Kur'an-ı Kerim'i Muhammed (s.a)'e
indiren Allah'a yemin ederim ki, Rasûlullah {s. a) bu sözleri asla söylememiştir. O
um
ancak cahiliye devri insanlarının bunlardan teşe'üm ettiklerini söylemiştir."
Kadı Iyaz'm beyanına göre ulemadan bazıları bu babda şunları söylemişlerdir:
"Hadislerde geçen bu kısımlar bir araya getirilirse insanın karşılaştığı bu tür
tehlikelerin üç adet olduğu ortaya çıkar:
Birincisi; zarar kendisiyle hasıl olmayan, ammenin ve hassanın da âdetini teşkil
etmeyen ki buna iltifat edilmez. Şeriat da buna kıymet vermeyi yasak etmiştir. Bu
tıyâre yani teşe'ümdür. İkincisi; nadiren vuku bulan ve umumi zarara sebep olan
kısımdır, taun gibi. Onun bulunduğu yere gidilmez ve o yerden çıkılmaz. Üçüncüsü;
£1781
hususidir. Ev, at ve kadın gibi ki boy-İçlerinden kaçmak mubahtır."
Her ne kadar atta, kadında ve evde uğursuzluk olmayacağını ifade eder
392 1 numaralı hadiste bu üç yaratıkta uğursuzluk bulunabileceğini ifade eder
3922 numaralı hadis arasında zahiren bir çelişki göze çarpmakta ise de, as hnda bu iki
hadis arasında hiçbir çelişki yoktur. Çünkü Bezlü'l-Mechûd ya zarının da açıkladığı
gibi uğursuzluk iki çeşittir:
1) Gerçekten, zahirde mevcut olan uğursuzluk.
2) Zahirde vücudu olmadığı halde var olduğu vehmedilen uğursuzluk. Bazı kimseler
kendilerine ait olan bazı şeylerde uğursuzluk bulunduğuna inanarak bu türden bir
vehim hastalığı içine düşerler. Kafalarına yerleşen bu varsayım kendilerine öyle
hükmetmeye başlar ki zamanla hastalık haline dönüşür.
Onları bu hastalıktan kurtarmanın en kestirme yolu bu kimselerin o şeylerle ilgisini
kesmektir. İşte 3921 numaralı hadiste nefyedilmek istenen ve tamamen soruyu
yönelten kişinin şahsıyla ilgili olan ikinci türden bir uğursuzluktur. 3922 numaralı
hadis-i şerifle varlığından bahsedilen uğursuzluk ise üçüncü türden uğursuzluk
olabilir. Günümüzde bazı şeylerin kendisine uğursuzluk getirdiği vehmine kapılan
kimseleri tedavi için "telkin ile tedavi" denilen bir tedavi yöntemi uygulanmaktadır.
Kendilerini terketmek ev ve at kadar kolay olmayan şeylerin kendisine uğursuzluk
getirdiğine inanan kimseler için bu tedavi usulünden başka bir yöntem yoksa da, ev ve
at gibi terkedilmesi kolay olan şeylerden vehme kapılan hastaların en kısa yoldan
tedavisi onu terketmeleridir.
Evlerdeki uğursuzluk bazen evin darlığı, havasının bozukluğu ve cinlerin karargâhı
haline gelmesiyle de ilgili olabilir. Bu durumda orada gerçekten bir uğursuzluk var
demektir.
3925 numaralı hadis-i şerifte ise, Hz. Peygamber'in cüzzamhnm elinden tutup onunla
yemek yediği ifade edilmektedir.
Iİ79J
Bu hadis-i şerif zahiren, "Cüzzamlılara devamlı bakılmamasmı" ifade eden hadis
£1801
ile cüzzamlıdan arslandan kaçildığı gibi kaçılmasını emreden hadise ve Hz.
[İMİ
Peygamber'in bir cüzzamlı ile beyattan çekindiğini ifade eden hadise ters
düşmekte ise de aslında burada böyle bir çelişki yoktur. Bu hususta Sayın A. Osman
Koçkuzu şunları kaydetmekledir:
"...Peygamberimizden menkul bu iki durum üzerinde fikirler beyan edilmekte; meselâ
Hz. Ömer nesha kail bulunmaktadır. Yani kişiden ictinab ve kaçınma neshedilmiştir.
Fakat kaynakların belirttiğine göre burada nesh mevcut değildir. Bilâkis hadislerin
arası cem' edilebilir. Yerine göre çekingen davranma ve ihtiyat, yerine göre temas
emredilmektedir. Tıb yönünden de durum aynıdır. Daha önceleri uzaktan hastalıkları
teşhis ve tedavi edilen cüz-zamlılar bugün kendilerine daha yakın muamele
görmektedirler. Neshi kabul etmeyenlerin, etmeyiş sebepleri beyan edilmemiştir.
£182]
Belki de mesele bir şer'î hüküm olaralk mütaala edilmemektedir."
Aslında cüzzamlı ile temasta korkuya kapılması gereken biri varsa o da cüzzamlı değil
cüzzamlıya temas eden kimsedir. Böyleyken Hz. Peygamber'in elinden tuttuğu
cüzzamlıya, "Korkma, Allah'a güvenerek benimle ye" diyerek ona cesaret vermeye
çalışması açıklığa kavuşturulması gereken bir husustur. Bezlü'l-Mechûd yazarının
açıklamasına göre, burada cüzzamhnm korkusu kendi şahsı ile ilgili değildir. Onun
korkusu hastalığının Hz. Peygam-ber'e geçmesiyle ilgilidir. Fahr-i Kâinat Efendimiz
onun bu korkusunu bildiği için ona cesaret vermek gayesiyle bu sözü söylemiştir.
Şafiî ulemasının ekserisine göre; Hz. Peygamber cüzzamlıdan kaçılmasını emrederken
hastalıkların bir kimseden diğer bir kimseye geçmesinde bir takım sebeplerin
bulunduğuna ve bu sebeplerden kaçınmak gerektiğine, hastaya yakın durmanın da bu
sebeplerden biri olduğuna işaret ettiği gibi; cüz-zamlmm elini tutarken de bu
sebeplerin hakiki bir sebep olmayıp ancak Allah'ın izni ve İradesiyle bir tesir İcar
edebileceklerine, Allah'ın izni ve iradesi olmadıkça, hiçbir tesir icra edemiyeceklerine
işaret buyurmuştur.
Kadı Ebû Bekir el-Bâkillânfye göre; Hz. Peygamber bir hadisinde, "Hastalık
£1831
bulaşması yoktur" derken diğer bir hadisinde de "Cüzzamlıdan, aslandan kaçar
gibi kaçınız" buyurmakla, her hastalık bulaşıcı değildir, ancak cüzzam gibi bazı
hastalıklar bulaşabilir demek istemiştir.
Bazılarına göre, "Hastalık bulaşması yoktur" sözü, hastalıklar öyle kendiliklerinden
bulaşivermezler, hastalıkların bulaşmasını sağlayan hastayla bir arada bulunmak, onun
teneffüs ettiği havayı tenefüs etmek gibi bir takım âmiller vardır anlamında
söylenmiştir.
İbn Kuteybe'ye göre; cüzzamm bulaşmasını sağlayan âmil onun vücuduna dokunmak
değil, onun vücudundan çıkan pis kokuları teneffüs etmektir.
Bazılarına göre de cüzzamlıdan kaçmayı emreden hadis-i şerif tamamen cüzzamhnın
psikoloj isiyle ilgilidir. Şöyle ki, bir cüzzamlı sağlıklı bir kimseyi gördüğü zaman,
Lİ841
rahatsızlığına daha çok üzülür, sıkıntısı iyice fazlalaşır.
m
Tirmizî, tıb 1; İbn Mâce, tıbb 1; Ahmed b. Hanbel, III, 156.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/487.
m
Bakara, (2) 185.
Ol
Nisa, (4) 29.
[il
Bakara, (2) 196.
[İl
Kamil Mirasi Tecrid-i Sarih Tercümesi, VII, 75.
[6]
Vedadi Efendi, Tekmile-i Tercüme-i Tarikat-ı Muhammediyye, 38-39.
m
Müslim, bin- 52.
im
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/488-489.
L21
Tirmizî, tıb I; İbn Mâce, tıb 3; Ahmed b. Hanbel, VI, 364.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/489-490.
rıoı
Adunî, KeşfüT-Hafâ, II, 214.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/490.
LU]
Buharı, tıb 13; Müslim, mü'sâkâl 62, 63; Ebû Dâvûd, nikâh 26; Tinnizî, büyü 48, tıb 9, 12; İbn Mâce, tıb 20; Muvatta, isti'zan 27; Ahmed b.
Hanbel, I, 18, III, 108, 182, V, 9, 15, 19.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/491.
ri2i
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/491.
roı
Buhari, tıb 3, 4, 15, 17; Müslim, selam 71; İbn Mace, tıb 23; Ahmed b. Hanbel, I, 246, III, 343, IV, 146, VI.401.
[14]
Tirmiiz, tıb 12; İbn Mace, tıb 20.
r i5i
Ahmed b. Hanbel, 1,354.
[16]
Denizkuşları Mahmud, Peygamberimiz ve Tıp, 87.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/491-492.
rnı
İbn Mace, tıb 21.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/492-493.
risı
Tirmizi, tıb 12; Ahmed b. Hanbel, I, 234, 241, 316, 324, 333.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/493.
ri9i
Aliyyü'l-Kâr, MirkâtüT-Mefâtih, IV, 505.
[20J
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/493-494.
[21]
Tirmizi, tıb 12; İbn Mace, tıb 22.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/494.
[22]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/495.
[23]
Ahmed b. Hanbel, III, 305, 357, 382.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/495.
[24]
Marifetname, IV, 98.
[25J
Ahmed b. Hanbel, III, 300.
£26]
Buharı, sayd 11, savın 22, tıb 12, 14, 15; Müslim, hac 87, 88; Ebû Dâvûd, menâsik 35.
[271
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/495-496.
[281
Müslim, selâm 73; Ahmed b. Hanbel, III, 315.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/496-497.
[291
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/497.
[301
Buharî, tıb 3; Tirmizî, tıb 10; tbn Mâce, tıb 23; Ahmed b. Hanbel, IV, 156, 427, 430, 444, 446.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/497-498.
[31]
Müslim, selâm 74;Tirmizî, tıb 1 1; İbn Mâce, tıb 24; Ahmed b. Hanbel, IV, 65, V, 378.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/498.
[32]
Nisa, (4) 78.
[33]
Ahmed b. Hanbel, IV, 249, 251.
[34]
Buharî, tıb 4.
[351
Buharî, tıb 1; Ahmed b. Hanbel, I, 377, 413, III, 156, IV, 278.
[361
İbn Kuleybe, Hadis Müdafaası, 432-434.
[37]
Hatiboğlu Haydar, Sünen-i İbn Mâce Tercemesi ve Şerhi, IX, 251-252.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/498-500.
[381
Buharı, tıb 9; Müslim, müsâkât 65, selam 76; Tirmizi, tıb 9, 12, 22.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/500.
[391
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/501.
[4pJ
İbn Mâce, tıb 40; Ahmed b. Hanbel, II, 294.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/501.
[411
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/501-502.
[421
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/502.
[431
Edebiyat Lügati, 178.
[441
Karaman Hayreddin, İslâmın Işığında Günün Meşkleri, 2. b. 67-68.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/502-504.
[451
Tirmizi, tıb 7; İbn Mâce II; Ahmed b. Hanbel, II, 305, 444, 478.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/504.
[461
İbn Mâce, sayd 10; Nesâî, sayd 36; Dârimî, edâhi 26; Ahmed b. Hanbel, III, 453, 499.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/504-505.
[471
Buharı, tıb 56; Müslim, imân 175; Tirmizi, tıb 7; Nesâî, cenâiz 68; Dârimî, diyât 10; Ahmed b. Hanbel, II, 254, 478.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/505.
[481
Müslim, eşribe 12; İbn Mâce, tıb 27; Tirmizi, tıb 8; Ahmed b. Hanbel, III, 31 1, 3 17, IV, 293, VI, 399.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/505.
[491
Buhan, tıb 1; Müslim, selâm 69, fedâilü's-sahâbe 92; ibn Mâce, tıb 1; Ebû Dâvûd, tıb l;Tirmizî, tıb 2; Ahmed b. Hanbel, 1,377,413,443,446,
11 1,335, IV, 278, 315, V, 371.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/505-506.
[501
Buharı, eşribe 15.
[511
Buharı, tefsir sûre (5) 5, cihad 152, diyât 22; Müslim, kasâme 9-11.
[521
Karaman Hayreddin, İslâmın Işığında Günün Meseleleri, I, 202-205.
[ŞU
Karaman Hayreddin, a.g.e, 212.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/506-508.
[541
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/508.
[551
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/508-509.
[561
Buharı, etime 43, tıb 52, 56; Müslim, eşribe 155; Ahmed b. Hanbel, I, 168, 177, 181.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/509.
[571
Denizkuşlan Mahmud, Peygamberimiz ve Tıb, 107.
[581
Denizkuşlan, M, A.g.e., 107-108.
[591
Buharı, da'avât 69; Müslim, zikir 5, 6; Ebû Dâvûd, vitr 1.
[601
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/509-510.
[611
Buharı, tıb 21, 23, 26; Müslim, selâm 86, 87; İbn Mâce, tıb 13; Ahmed b. Hanbel, VI, 355, 356.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/510-511.
[621
Denizkuşlan Mahmud, A.g.e., 100-101.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 3/5 11-512.
[63J
Ebû Dâvûd, libas 13; Tirmizî, cenâiz 18, edep 46; Nesâi, cenâiz 38, zîne 97; İbn Mâce, cenâiz 12, libas 5; Ahmed b. Hanbel, 1, 247, 328, 355, 363,
V, 10, 12, 13, 17-19,21.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/5 12.
[641
el-Benna, A, el-Felhû'r-Rabbânî, XVII, 309.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/512-513.
[65J
Buharî, tıb 36, libas 86; Müslim, selâm 41, 42; Tirmizî, tıb 19; Muvatta, ayn 21; Ahmed b. Hanbel, I, 274, 294, II, 222, 289, 319, 420, 439, 487,
IV, 56, V, 80, 379.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/513.
[66J
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/513.
[671
Mevâhib-i Ledünniye Tercemesi, II, 290.
[681
el-Münavî Abdurrauf, Feyzü'l-Kadîr, IV, 397.
[69J
Müslim, selâm 42.
um
Davudoğlu, A. Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, IX, 607.
[211
Ahmed b. Hanbel, III, 486; Muvatta, ayn 2.
Mevâhibi Ledüniyye Tercümesi, II, 292-293.
031
A.g.e., II, 291-292.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/514-515.
£741
İbn Mâce, nikâh 61; Ahmed b. Hanbel, VI, 453, 457, 458.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/515-516.
[751
Müslim, nikâh 140, 141; Tirmizi tıb 27; Nesâî, nikâh, 54; Dârimî, nikâh 33; Muvatta, radâ 17; Ahmed b. Hanbel, VI, 361, 434.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/516.
[261
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/516-517.
[221
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/517.
HU
Buharı, merzâ 20, 38, 40; Müslim, selâm 46-49; Tilmizi, da'avât 1 1 1; İbn Mâce, cenâiz 46, tıb 19, 36, 39; Ahmed b. Hanbel, IV, 259, VI, 44, 45,
50, 108, 109, 114, 120, 125, 126, 127, 131,208,261,278,280.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 3/5 1 7-5 1 8.
[221
Buharı, tıb 17; Müslim, iman 374; Tirmizî, tıb 15; Ahmed b. Hanbel, I, 271, III, 1 18, 1 19, 127, 486, IV, 436, 438, 446.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 3/5 18-519.
[M
Mollamahmutoğlu O. Zeki, Sünen-i Tirmizî Tercemesi, III, 443.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/519.
[811
İbn Mâce, tıb 19.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/520.
[821
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/521.
[831
Müslim, selâm 64.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/522.
[841
Ahmed b. Hanbel, IV, 372.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/522.
[851
Ahmed b. Hanbel, III, 486.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/522-523.
[861
Buharî, tıb 17; Müslim, iman 374, selâm 52, 57, 58; Tirmizî, tıb 15; İbn Mâce, tıb 34; Ahmed b. Hanbel, I, 271, III, 118, 119, 127, 486, IV, 436,
438, 446.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/523-524.
[871
Mevâhib-i Ledünniye Tercümesi, II, 288.
[M
Tatmin, (66) 3.
[M
Ahlâk Hadisleri, II, 482-483.
[901
Râmuzu'l-I hadis, III, 480.
[911
Buharî, tıb 36; Muvalta, ayn 1, 2; İbn Mâce, tıb 32.
[921
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/524-526.
[931
Buharî, tib 38, 40; Tirmizî, cenâiz 4.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/526.
[911
Şuarâ, (26) 80.
[951
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/527.
[961
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/527.
[221
Buharî, meğâzî 83, fedâilü'l-Kur'an 14, tib 32, 41; Müslim, selâm 50, 51; İbn Mâce, tıb 38; Muvalta, ayn 10; Ahmedb. Hanbel, VI, 104, 114, 124,
256, 263.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/527-528.
[981
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/528.
[991
Ahmed b. Hanbel, VI, 21.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/528-529.
[100]
Bakara, (2) 143.
[101]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/529.
[102]
Tirmizî, da'avât 93; Muvatta, şi'r 9; Ahmed b. Hanbel, II, 181, IV, 57, VI, 6.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/529-530.
[103]
Nevevî, el-Ezkâr, (Çev: Abdülhalık Duran), 125-126.
rıo4i
Muhammedb. Allan, el-Fütühâlü'r-Rabbâniyye, III, 185-186.
rıo5i
Mü'minûn, (23) 98.
ri061
Seyyid Sabık, Fıkhu's-Sünne, I, 495-496.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/530-531.
[107]
Buharı, megâzi 38; Ahmed b. Hanbel, IV, 98, 170.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/531.
11081
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/531.
no9i
Buharı, tıb 38; Müslim, selâm 54; İbn Mâce, tıb 36; Ahmed b. Hanbel, VI, 93.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/531-532.
[110]
Davudoğlu A, Sahih-İ Müslim Tercüme ve Şerhi, IX, 624-625.
rını
eş-Şerkavî Abdullah İbn Hicazı, Fethül-Mübdî bi-şerhi Muhtasan'z-Zebîdî, III, 298.
LÜ21
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/532.
rı 131
Ahmed b. Hanbel, V, 21 1; Ebû Dâvûd, hadis No: 3420.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/532-533.
rı i4i
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/533.
n ısı
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/534.
[1161
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/534.
[1171
Müslim, zikr 55, İbn Mâce, tıb 38.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/535.
rı ısı
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/535-536.
rı i9i
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/536.
[120]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/536.
[121]
Buharı, icâre 16, tıb 33, 39; Müslim, selâm 65, 66; Ebû Dâvûd, büyü 37, tıb 19; Tirmizî, tıb 20; İbn Mace, ticârât 7; Ahmed b. Hanbel, III, 3, 10,
44.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/536-537.
ri221
Ebu Dâvîid, büyü 37; Ahmed b. Hanbel, V, 2 1 1 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/538.
[123]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/539.
[124]
Buharı, megazî 83, fedâilü'l-Kur'an 14, tıb 22; Müslim, selâm 50, 51; İbn Mâce, tıb 38; Muvatta, ayn 10; Ahmed b. Hanbel, I, 222, 325, 336, VI,
114, 117, 263,274.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/539.
[125]
Buharı, tıb 39, da'avât II, İbn Mâce, dua 15.
[1261
Davudoğlu A, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, IX, 619.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/539-540.
[127]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/540.
[128]
İbn Mâce, et'ime 37.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/540-541.
11291
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/541.
ri3oı
Sehamefurî, Bezlü'l-Methûd, XVI, 232.
[131]
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/541.
[132]
Tirmizî, tahâre 102; İbn Mâce, tahâre 122; Dârîmî, vudû 1 14; Ahmed b. Hanbel, II, 408, 429, 476, IV, 108.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/541-542.
[133]
Davudoğlu A, İbn Abidin Terceme ve Şerhi, I, 46.
[134]
Müslim, selâm 125; Ahmed b. Hanbel, II, 429, IV, 68.
H351
Çev: Serdaroğlu A, İslâmda Helâller ve Haramlar, II, 319.
Ü361
Tirmizî, tahâre 103.
[1371
Çev: Serdaroğlu A, İslâmda Helâller ve Haramlar, II, 82-84.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/542-543
11381
İbn Mâce, edeb 28; Ahmed b. Hanbel, I, 227, 311.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/543.
11391
Buharı, ezan 152, istiskâ 28, meğâzi 35; Müslim, iman 125, 126; Nesâî, istiskâ 16; Mu-vatta, istiskâ 4; Ahmed b. Hanbel, II, 362, 368, 421, IV,
117.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/544.
11401
Davudoğlu A, İbn Abidin Terceme ve Şerhi, I, 43.
11411
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/544-545.
[1421
Ahmed b. Hanbel, III, 447.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/545-546.
11431
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/546.
11441
Müslim, mesûcid 33, selâm 121; Ebû Dâvûd, salât 167; Nesaî, sehv 20; Ahmed b. Hanbel, II, 394, V, 447.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/546.
11451
Mütercim Asım Efendi, Kamus Tercemesi, 111, 10; İbnü'l-Esîr, en-Nihâye, III, 121.
11461
en-Nihâye, III, 121.
11471
Yazır Hamdi, Hak Dini Kur'an Dili, II, 1368.
11481
İbn Kesir, Hadislerle Kur'ân-ı Kerim Tefsiri, IV, 1732.
£1421
Ibnti'l-Esîr, en-Nihâye, II, 47.
11501
Çev; Serdaroğlu A, İslâmda Helâller ve Haramlar, II, 319.
11511
Davudoğlu A, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, IX, 679.
11521
Davudoğlu, A, a.g.e, III, 392.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/546-548.
11531
Tirmizî siyer 46; İbn Mâce, tıb 43; Ahmed b. Hanbel, I, 389, 438, 440.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/548.
[154]
Buharı, tıb 9, 43-45, 54; Müslim, selâm 102, 107, 1 10, 1 14, 116; İbn Mâce, tıb 43, mukaddime 10.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/548-549.
ri551
Buharî, tıb 19, 43-45, 54; Müslim, selâm 102, 107, 110, 1 14, 116; İbn Mâce, mukaddime 10, tıb 43; Ahmed b. Hanbel, I, 174, 180, 269, 328, II,
25, 153,222, 266,267,406,420,434,453,487,507,524, III, İ18, 130, 154, 173, 178,251,276,278,293,312.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/550.
fl561
Müslim, selâm 107, 108, 109; Ahmed b. Hanbel, III, 293, 312, 382.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/550.
[157]
Buharî, tıb 19, 25, 45, 53; Müslim, selâm 101-103, 106, 108, 109; Tirmizî, kader 9; İbn Mâce, tıb 43; Muvatta, ayn 18; Ahmed b. Hanbel, I, 269,
338, 400, II, 268, 327, 397, III, 382, 450.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/550-551.
[158]
Ahmed b. Hanbel, 1, 269, III, 382.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/551.
[159]
Buharı, tıb 44, 54; Müslim selâm 111,112; Tirmizî, siyer 47; İbn Mâce, tıb 43; Ahmed b. Hanbel, II, 507, III, 118, 130, 154, 173, 178, 251, 276,
278.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/551-552.
ri6oı
Tecridi Sarih Terceme ve Şerhi, XII, 91, 1927 nolu hadis.
[161]
Buharı, merzâ 19; Ahmed b. Hanbel, II, 443; Tecrid-i Sarih, 1927 nolu hadis.
T1621
Davudoğlu, A, Sahih-i Müslim Terecine ve Şerhi, IX, 668.
£1631
Kâmil Miras, Tecrid-i Sarih Terceme ve Şerhi, U, 741, 743.
[1641
Kamil Miras, Tecrid-i Sarih Terceme ve Serin, XII, 93, had. no: 1827.
fl651
Davudoğlu A, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, IX, 667.
[1661
Kâmil miras, Tecrid-i Sarih Terceme ve Şerhi, VIII, 187, had. no; 1 165.
[1671
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/552-555.
H681
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/555.
H691
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/555-556.
[1701
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/556.
[171]
Ahınedb. Hanbel, I, 257, 304, 319, V, 347.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/557.
[1721
Ahmed b. Hanbel, II, 289, VI, 150, 240, 246.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/557-558.
[173]
Buharî, cihad 47, nikâh 17, tıb 43, 54; Müslim, selâm 1 15-120; Tirmizî, edeb 58; Nesâî, hayl 5; İbn Mâce, nikâh 5; Muvatta, isti'zan 22; Ahmed
b. Hanbel, II, X, 36, 115, 126.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/558.
ri741
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/559.
[1751
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/559.
[1761
Tirmizî, et'ime 19; İbn Mâce, tıb 44.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/560.
[1771
Bu hadis için bk. İbn Kuleybe, Hadis Müdafaası, 145.
[1781
Davudoğlu, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, IX, 675-676.
[1791
İbn Mâce, tıb 44; Ahmed b. Hanbel, I, 78, 233.
fl801
Buharı, tıb 19; Ahmed b. Hanbel, II, 443.
T1811
Müslim, selâm 126; İbn Mâce, tıb 44.
[182]
Hadisde Nâsih Mensuh, 297.
T1831
bkz. 391 1 numaralı hadis.
[184]
eş-Şerkavî Abdullah b. Hicazı, Fethu'l-Mübdî bi şerhi Muhtasan'z-Zehîdî, 111, 292.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/560-563.
17- VASİYYETLER BÖLÜMÜ
1. Yapılması Emredilen Vasiyetler
2. Vasiyyette Bulunmak İsteyen Kimsenin Malından Vasiyyet Etmesi Caiz Olan
Miktar
3. Vasiyette (Haddi Aşarak Varislere) Zarar Vermenin Kötülüğü
4. Vasiyyetlerde Vasilik Görevi Alanın Hükmü
5. Ana, Baba Ve Yakınlar için Vasiyvet Edilmesini Emreden Ayetin Neshedilmesi
6. Varise Vasiyyet Etmenin Hükmü
7- 1 nsanın Kendi Yiyeceğini Yetimin Yiyeceğiyle Karıştırması
8- Yetimin Velisinin Yetim Maundan Alması Caiz Olan Miktar
9- Yetimlik Ne Zaman Sona Erer
10- Yetim Malı Yeme Hususunda Gelen Şiddetli Yasaklar
11. Mirastan Pay Dağıtılmadan Önce Kefenin Mirastan Temin Edilmesi
12- Hibe Ettiği Bir Mal Kendisine Vasiyyet Edilen Yahutta O Mala Varis Olan
Kimse Hakkında
13- Mahnı Vakfeden Kişi Hakkında
14. Ölen Bir Kimsenin Yerine Sadaka Vermek
15. Kendisi İçin Sadaka Verilmesini Vasiyet Etmeden Ölen Bir Kimsenin Yerine
Sadaka Verilebilir Mi?
16. Velisi Müslüman Olan Bir Harbinin Vasiyetini Yerine Getirmek Gerekir Mi?
17. Borçlu Olarak Ölüpte Geride Borcunu Ödeyecek Kadar Parası Kalan
Kimsenin, Alacaklılarından, Alacaklarını Tehir Etmeleri Ve Mirasçılara Karşı
Yıjmuşak Davranmaları İstenir Mi?
17- VASİYYETLER BÖLÜMÜ
Vasiyyet; kelime olarak "bağlamak, bitiştirmek" demektir. İstılahta ise bir kimsenin
ölümünden sonraya ait olmak üzere kendine ait bir mala bir başkasını sahip ve malik
kılmasıdır. Veya kişinin ölümünden sonra küçük çocuklarının ihtiyaçlarını gidermek
ve malını kullanmak üzere başkasına yetki vermesidir.
Vasiyet edene musi, kendisine vasiyet edilene mûsa leh ve vasiyet edilen şeye mûsa
bin denir.
Vasiyet; kitap, sünnet, icma ve akli delillere dayanmaktadır. Vasiyetin sebebi dünyada
hayırla yad edilmek ve ahirette yüksek derece kazanmaktır.
Vasiyetin Çeşitleri:
1. Farz Vasiyet: Yerine getirilmemiş olan Allah hakları ile kimsenin bilmediği kul
haklarının ödenmesini vasiyet etmek farzdır. Emanetleri geri vermek, yerine
getirilmemiş hac, zekat, oruç, keffaretler ve kullara olan borçlar gibi.
2. Haram Vasiyet: İslama aykırı olan hususların vasiyet edilmesi haramdır.
Kumarhane yapmak, şarap dağıtmak gibi.
3. Mekruh Vasiyet: İsyankar ve fasık kimselere vasiyet etmek mekruhtur. Zira bunlar
bırakılan malı günah yollarda harcayabilirler.
4. Mubah Vasiyet: Zengin olan yabancı veya hısımlara vasiyet etmek mubahtır.
5. Müstehab (mendup) vasiyet: Varislerin zengin olması şartıyla muhtaç olan
yabancılara usulüne uygun bir şekilde (üçtebiri aşmamak şartıyla) vasiyet etmek
müstehaptır. Yine bu şekilde hastahane, mektep, su, yol, cami, ilmi müesseseler,
kütüphaneler, vakıflar, faizsiz ödünç müesseselerine vasiyette bulunmak müstehaptır.
Ancak Hz. Peygamber (s. a) bu gibi hayırların ölmeden önce yapılmasının daha iyi
olduğunu bildirmiştir.
Vasiyetin Şartları:
1. Ehliyet; Vasiyet edenin bulûğa ermiş olması ve akıl hastası olmaması lazımdır.
2. Vasiyet edenin çok borçlu olmaması gerekir.
3. Vasiyet zamanında kendine vasiyet yapılan kimsenin sağ olması gerekir.
4. Kendisine vasiyet edilen kimsenin varis olmaması gerekir. Ancak diğer varisler izin
verirse varise de vasiyet yapılabilir. Zira Hz. Peygamber:
Lü
"Varisler izin vermedikçe varise vasiyet yoktur." buyurmuştur.
5. Kendisine vasiyet edilen kimsenin katil olmaması gerekir. Katile vasiyette
bulunmak sahih değildir.
6. Vasiyet edilen şeyin vasiyet edenin ölümünden sonra temlik edilmeye uygun bir şey
olması gerekir.
7. Ölümden sonra vasiyeti kabul etmek gerekir.
8. Bir kimse ancak malının üçte birini vasiyete konu yapabilir. Bundan fazlası için,
buluğ çağındaki varislerinin izin vermeleri gerekir. Bu izin vasiyet edenin ölümünden
sonra olmalıdır.
Vasiyetin Gerçekleşmesi:
Vasiyet, "Şu malımı veya şu malımın menfaatini falan kimseye vasiyet ettim" sözü ile
gerçekleşir. Mesela birisi bir kimseye evinin mülkiyeti ona geçmek üzere vasiyet
edebileceği gibi, sadece o evde oturmasını da vasiyet edebilir. Vasiyet esnasında iki
şahit olmalıdır.
Vasiyeti olan kimse öldüğü zaman önce geriye bıraktığı maldan teçhiz ve tekfinine
harcama yapılır. Sonra geri kalan malından, varsa borçları ödenir. Artan malının
üçtebirinden vasiyeti yerine getirilir. Bundan geri kalan mal da varislere paylaştırılır.
Müslümanm kafire, kafirin de müslümana İslam diyarında vasiyeti caizdir.
Müslümanm küfür diyarmdaki kafire vasiyeti ise batıldır.
Henüz doğmamış bir çocuğa vasiyet yapılabilir. Vasiyet ölüm hadisesinin
gerçekleşmesi sonucu geçerlilik kazanan bir tasarruf olduğu için, vasiyet eden istediği
zaman vasiyetinden dönebilir.
Allah haklarına dair vasiyet:
Bu tür hakların ödenmesi, vasiyet edilince önce ödenmesi farz olan haklar ödenir.
Önce; hac, zekat ve keffaretler yerine getirilir. Eğer haklar eşit ise vasiyet sırasına
göre yerine getirilirler. Ancak malın üçtebiri bütün vasiyetlerini karşılayabilecek
miktarda ise, böyle bir sırayı takip etmeye gerek yoktur. Yerine getirmediği farz
haccmı vasiyet eden kimse için, vasiyet edenin ülkesinden bir kimseyi hacca
mı
göndermek gerekir.
1. Yapılması Emredilen Vasiyetler
2862... Abdullah b. Ömer'den demiştir ki: Rasûlullah (s.a):
" Vasiyyet edecek -birşeyi olupta üzerinden iki gece geçen- bir müslümanm hakkı
[3]
ancak vasiyyetinin, yazılı olarak yanında bulunmasıdır" buyurmuştur.
Açıklama
141
Metinde geçen iki gece kelimesi, Müslim'in bir rivayeti ile, Nesâî'nin Sünen'inde
"üç gece" şeklinde geçmektedir. Bu bakımdan metinde geçen "iki gece" kelimesi kesin
bir sınırlamadan ziyade yanında vasiyyet edilecek bir malı olan kimsenin en kısa
zamanda vasiyyetîni yazıp yanında bulundurmasının lüzum ve ehemmiyetini ve bu
meselenin gecikmeye tahammülü olmadığını, nihayet bunun elde olmayan sebeplerle
en geç üç gün gecikebileceğim ifade etmektedir.
Mevzu m uzu teşkil eden bu hadis ile "Anaya, babaya ve yakın akrabaya vasiyyet
15]
etmek Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur." mealindeki âyetin zahirine sarılarak
ez-Zuhrî ile Ebû Miclez, Atâ ve Talha b. Musarrıf (r.a.) vasiyyet etmenin farz
olduğunu söylemişlerdir.
el-Beyhaki'nin açıklamasına göre, îmam Şafiî'nin eski görüşü ile İshak ve Dâvûd-u
Zahiri'nin görüşü de böyledir. Ebû Avane el-tfereyani ile tbn Cerîr de bu görüştedirler.
Cumhur ulemaya göre; vasiyette bulunmak vacib değil menduptur.
Bu mevzuda tbn Abd-il-Berrin "Bazı şaz, görüşler hesaba katılmazsa, vasiyyetin farz
olmadığında âlimlerin icmaı olduğu söylenebilir." dediği rivayet olunmuştur.
Yine İbn Abd-il Berr'e göre; "mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerif, va-siyyette
bulunmanın farziyyetini değil, ani bir ölüm neticesinde, vasiyyetsiz olarak gitme
tehlikesine karşı ihtiyatlı olmayı teşvik mahiyyetinde bir ikazdır. Metinde geçen hak
şer'an sabit olmuş bir hükümdür. Bu hüküm farz olabildiği gibi mendup ta olabilir. Bu
hakkın mutlaka farz olduğunu iddia etmek doğru olamayacağından metinde geçen bu
"hak" kelimesine bakarak vasiyyetin farz olduğu iddia edilemez.
Bilakis, metinde geçen Vasiyyet edeceği bir malı olan anlamındaki cümle, Müslim'in
^ ' [61
sahihinde "Vasiyyet etmek istediği bir şeyi olan" şeklinde vasiyyeti sahibinin
isteğine bırakır.Bu tarzda rivayet edilmiş olması, vasiyyetin farz olmadığına bir
delildir. Çünkü farz olsaydı bu vazife kişinin isteğine bırakılmaz, yerine getirilmesi
kesin bir dille emr edilirdi. Nitekim Hanefi âlimlerinden İbn Melek, metinde geçen
cümlesinde müslüman hakkında 4 tabiri kullanılıp ta "aleyhi" tabirinin kullanılma-
masına bakarak bu hadisin vasiyyetin farz ya da vacib olmadığına delalet ettiğini,
hadisin farziyyet ifade edebilmesi için "lehü" yerine "aleyhi" kelimesi kullanılmış
olması gerektiği ifade etmiştir. el-Mişkat üzerine yazılmış olan el-Mezâhir şerhinde
ise vasiyet etmenin vücubunun miras âyetiyle nes-hedildiği açıklanmaktadır. Meseleye
bu açıdan bakan Hanefilere göre, vasiyyet müstehabdır. Çünkü vasiyyet, bir kimsenin
kendi malı üzerinde kendi arzusuyla bir başkasının mülkiyet hakkını kabul ve isbat
etmesidir.
Bezlü'l-Mechud yazan bu mevzudaki görüşünü açıklarken şöyle diyor: "Her ne kadar
vasiyyet farz değilse de üzerinde para borcu, hac veya zekat borcu ya da emanet
bulunan kimselerin bu borçlarının mirasından ödenmesi için yazılı bir vasiyyet
m
hazırlaması üzerine farzdır.
Bazı Hükümler
1. Vasiyyette bulunmak dinen teşvik edilmiştir.
2. Şahıd huzurunda yazılmasa bile yazıya ıstınad edilir. İmam Ahmed'le Şafıîlerden
Muhammed b. Nasr bu görüştedir. Cumhur ulemaya göre; yazılı vasiyyetin muteber
olabilmesi için onun muhtevasına vakıf iki şahidin huzurunda yazılması gerekir.
Nitekim bu husus Maide sûresinin 109-111. numaralı âyetlerinde açıkça ifade
edilmektedir.
3. Ölüm için her an hazırlıklı bulunmak gerekir.
4. Bir malın kendisini vasiyyet etmek caiz olduğu gibi, sadece menfaatini vasiyyet
etmek te caizdir. Metinde geçen "Vasiyyet edecek bir şeyi bulunan" sözü buna delalet
eder. Cumhur ulemanın görüşü budur.
Fakat îbn Ebî Leyla ile İbn Şübrime ve Zahirilere göre; menfaatin vasiyyeti caiz
£81
değildir. İbn Abdi'l-Berr de bu görüşü tercih etmiştir.
2863... Hz. Aişe'den demitir ki:
"Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem (miras olarak geride) ne dinar, ne dirhem, ne
m
deve, ne koyun bıraktı. Ne de bir şey vasiyyet etti."
Açıklama
es-Siret-ül-Halebiyye'de, Rasûlu Zişan Efendimizin vefatlan esnasında yanında altı ya
da yedi dinar bulunduğu ve onları Hz. Aişe'ye vererek, fakir-fukaraya dağıtmasını
emrettiği kaydedilmektedir.
Bu bakımdan Hz. Peygamberin geride dirhem ve dinar olarak hiçbir mal bırakmadığı
hususunda rivayetler birleşmektedir.
Ancak mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte, Hz. Peygamberin vefat ederken
geride hiç bir deve ve koyun bırakmadığı ifade edilirken, bazı muteber kaynaklarda
geride yirmi sağmal deve, yedi sağmal koyun, dokuz da sağmal keçi bıraktığı
açıklanmakta ise de, bu rivayetlerle mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerif arasında bir
çelişki bulunduğu iddia edilmez. Çünkü bu hayvanlar Rasûl-ü Ekremin özel malı
olmayıp zekat malı idiler. Bu sebeple bunlar, Soffa ehli gibi fakir sahabilere aitti ve
£101
onları bu sahabiler otlatıp sütünü içerlerdi. Rasûlu Ekrem'in, Hayber ve Fedek'teki
arazilerine gelince, onları daha hayatta iken müslümanlar için sadaka olarak
bağışlamıştı. Nitekim şu hadis-i şerifler de bu gerçeaği ifade etmektedirler:
1. "Rasûlullah (s.a) vefat zamanında ne bir dirhem, ne bir dinar, ne bir (azadlanmamış)
köle, ne de birşey bıraktı. Yalnız beyaz, dişi bir katırla (harp) silahını, bir de (fakir
mı
yolculara) vakfettiği (Fedek ve Hayberdeki) araziyi bıraktı."
2. "Vefatımda varislerim ne bir dinar, ne bir dirhem paylaşmayacaklardır. Bıraktığım
şey (ki hurmalıktır. Bunun) kadınlarımın nafakasından, işçimin ücretinden geri kalanı
£121
vakıftır."
3. "Biz (peygamberler) miras bırakmayız. Bizim geride bıraktığımız dünyalıklar
sadakadırlar."
Bütün bu rivayetler Hz. Peygamberin geride miras olarak bir dünyalık bırakmadığına
delalet etmektedirler.
Rasûl-ü Ekremin vefat ederken hiçbir vasiyette bulunmadığını ifade eden metindeki ne
de birşey vasiyyet etti cümlesine gelince, bu cümlede Rasûl-ü Ekremin herhangi bir
mal vasiyyet etmediği ifade edilmek istenmektedir. Allah'ın kitabına sarılıp, ehl-i
beytine tabi olmayı, Yahudilerin Arap Yarımadasından çıkartılmasını ve elçilere
£14] ' £151
ikram edilmesini emreden vasiyyeti ise bu cümlenin kapsamına dahil değildir.
2. Vasiyyette Bulunmak İsteyen Kimsenin Malından Vasiyyet Etmesi Caiz Olan
Miktar
2864... (Amir b. Sa'd'm) babasından demiştir ki: (Birgün ben Sa'd) öyle bir hastalandı
(m)ki; neredeyse ölüyordu(m). Derken Rasûlullah (s.a.) (ben Sa'd'ı) ziyarete geldi.
(Sa'd O'na):
"Ey Allah'ın Rasûlü! Benim pek çok malım var fakat bir kızımdan başka bana varis
olacak bir kimse yok (malımın) üçte ikisini sadaka olarak dağıtabilir miyim?" dedi(m)
(Hz. Peygamber de): "Hayır" cevabını verdi. Bunun üzerine (Sa'd):
"Yarısını" (dağıtabilir miyim?) diye sordu. (Hz. Peygamber yine): "Hayır" cevabını
verdi. (Bu defa Sa'd): "Üçte birini" (dağıtabilir miyim?) dedi. (Hz. Peygamber):
"Üçtebir çoktur. Şüphe yok ki senin varislerini zengin olarak bırakman, onları halka
elaçar bir halde bırakmandan daha hayırlıdır ve gerçekten infak edeceğin bir
yiyecekten dolayı mutlaka mükafat görürsün. Hatta hanımının ağzına vereceğin
lokmadan bile" buyurdu. (Bu defa ben Sa'd)
"Ey Allah'ın Rasûlü! Ben (yapmak istediğim) hicretimden geri mi kalacağım?" dedim.
(Rasûlullah):
"Şüphe yok ki, eğer sen, ben (vefat ettik)den sonra (hayatta) kalıp Allah rızası için
çalışırsan, bununla senin mutlaka yüksekliğin ve derecen artmış olur. Hatta (hicretten)
geri kalmakla belki de (bazı) insanlar faydalanır, diğer bir kısmı da senden zarar
görür" cevabını verdi ve "A İla hım! Ashabımın hicretini tamamla, onları ökçeleri
üzerinde geri döndürme. Fakat zavallı (olan) Sa'd b. Havle'dir" dedi ve Mekke'de
£161
ölmesinden dolayı da Rasûlullah onun hakkında mersiye söyledi.
Açıklama
Hz. Sa'd b. Ebî Vakkas'm tek varis olarak bırakacağından bahsettiği bu kızının Aişe
isminde bir kız olduğu ifade edilirken bazı rivayetlerde de Ümmü Hakem el-Kübra
isimli bir kız olduğu ifade edilmektedir. Hafız İbn Hacer bu kızın Hz. Sa'd'm ilk
karısından olan en büyük kızı olması gerektiği noktasından hareket ederek Hz. Sa'd'm
Ummül-Hakem -el-Kübra isimli kızı olması lazım geldiğine hükmetmiştir. Her ne
kadar metinde "Bir kızımdan başka bana varis olacak bir kimse yok" ifadesi varsa da
aslında Hz. Sa'd'm "kızımdan başka farz (pay) sahibi bir mirasçım yok" demek istediği
asabe olarak mirasçıları olan yeğenlerini kasdetmediği anlaşılmaktadır. Rasul-ü Zişan
Efendimiz Hz. Sa'd7a "mirasçılarını zengin bırakman daha hayırlıdır" derken Hz.
Sa'd'm bu hastalıktan kurtulacağım ve daha uzun yıllar yaşayıp mevcut kızından başka
çocukları dünyaya geleceğini mucize olarak haber vermiş olabilir. Nitekim Hz. Sa'd b.
Ebî Vakkas bu ümitsiz hastalıktan iyileşip kalkmış ve kırk seneden ziyade yaşamış,
birçok erkek ve kız çocukları dünyaya gelmiştir.
Bunlardan erkek olan çocukların adları şöyledir:
Ömer, İbrahim, Yahya, îshak, Abdullah, Abdurrahman, İmran, Salih, Osman.
Kız çocuklarının sayısının ise on ikiye ulaştığı Buhari şerhlerinde haber verilmektedir.
Rasûl-ü Ekrem Efendimiz bu cümledeki "mirasçıların" sözüyle, Hz. Sa'd'm kızı
Ümmü'l-Hakem ile yeğenlerini kastetmiş olması da mümkündür.
Hanefi âlimlerinden tbn Melek'in ifadesine göre, metinde geçen "üçte-bir çoktur" sözü
malın üçtebirini vasiyyet etmenin caiz; fakat, ondan azını vasİyyet etmeninse evla
olduğuna delalet eder.
Yine metinde geçen "Hatta hanımının ağzına vereceğin lokmadan bile" cümlesindeki
"tedfeuhâ = vereceğin" kelimesi Süneni Ebû Davud'un bazı nüshalarmda = kaldırıp
vereceğin" şeklindedir. Hatta kelime Buha-ri'nin rivayetlerinde de "terfeuha"
şeklindedir. Fakat netice itibariyle bu iki rivayet aynıdır. Mana bakımından aralarında
bir fark yoktur. Bu cümle ile, Fahri Kâinat Efendimiz, ameller niyyetlere göre
olduğundan, yiyecek ve içeceklerin, Allah'ın rızası için infak edilmiş olmaları halinde
bir takım meşru iştihaları tatmin yolunda sarfedilmiş bile olsalar, yine de bu
harcamaya sevap verileceğini ifade buyurmak istemiştir.
Bu hadis-i şerifte, Rasûl-u Ekremin mucizelerinden biri de Hz. Sa'd'm yakalanmış
olduğu hastalıktan kurtulduktan sonra, uzun süre yaşayacağını ve Rasûl-u Ekremin
vefatından sonra da hayatta kalıp Allah rızası için çalışıp Allah katında derecesinin
daha da artacağını ve kendisinden bazı kimselerin "yararlanıp bazılarının da zarara
gireceğini Hz. Sa'd'a açıkça haber vermesidir.
Gerçekten de Hz. Sa'd veda haccmdan sonra 45 yahut 48 sene yaşamıştır. Bu süre
içerisinde Hz. Sa'd b. Ebî Vakkas, Kadisiyye gibi büyük fetihlere muvaffak olmuş,
müslümanlar onun sayesinde hesapsız ganimet mallarına ulaşarak faydalanmışlardır.
Ehl-i şirk de zarar görmüştür. Hadis sarihleri bu babtaki mucize-i Peygamberiyi, bu
suretle tasvir etmişlerdi. Tahavî'nin bu hususta diğer bir tevcihi daha vardır kî bunu da
şârih Aynî nakletmiştir. Tahavi'nin Muttasıl bir senedle rivayetine göre Sa'd İbn Ebî
Vakkas'm oğlu Amir' den":
"Rasûl-ü Ekrem, babanın yüzünden bir kısım insanlar faydalanacak bir kısmı da zarar
görecek", buyurmuştur. Bunun medlulü nedir? diye sorulmuş. O da cevaben:
Babam Irak'a vali ve kumandan tayin olunup gittiğinde, halk irtidad etmişti. Bunlardan
bir kısmı mukavemet etmeyip tevbekâr olarak döndüler. Bir kısmı temerrüd etmişti.
Birinciler kurtulmuş ve müstefıd olmuş, öbürleri tenkid edilmiş ve zarar görmüşlerdir
im
demiştir.
Kadı İyaz'm açıklamasına göre, bazıları "Bir kimsenin elde olmayan sebeblerle
Medine'ye göç edemeyip Mekke'de ölünceye kadar ikamet etmesi o kimsenin hicret
sevabı almasına mâni değildir. Ancak hicret imkânı olduğu halde hicret etmeyip keyfi
olarak Mekke'de ikamet eden kimse hicret sevabından mahrum kalır. İşte Hz. Sa'd b.
Ebî Vakkas daha önce Mekke'den hicret ettiği halde hac etmek için kendi arzusuyla
Mekke'ye geldiğinde burada ölmesinin hicretinin sevabım azaltacağından yahutta
hicretinin sevabını tamamen yi k edeceğinden korkuyordu. Yahutta bu korkusu Resulü
Ekrem ve ashabı hac vazifelerini bitirip Medine'ye dönecekleri sırada hastalığı yü-
zünden onlara katılmayıp Mekke'de kalacağından ileri geliyordu. Çünkü ashab-ı kiram
göç ettikleri bir yere tekrar dönüp de orda kalmayı iyi saymazlardı." demişlerdir.
Nitekim Hz. Sa'd'm "Ey Allah'ım Rasûlü ben hicretimden geri mi kalacağım?" sözü bu
görüşü te'yid etmektedir. Bazıları ise "her ne sebeble olursa olsun, bir muhacirin
Mekke'de vefat etmesinin onun hicretini ibtal ettiğini söylemişlerdir.
Yine Kadı.Iyaz alimlerden bazılarının Rasûlü Ekrem'in metinde geçen "Allah'ım
ashabımın hicretini tamamla.." anlamındaki sözlerini delil getirerek "Bir muhacirin
Mekke'ye dönüp orada ikamet etmesinin onun hicretini tamamen ibtal edeceğini iddia
ettiklerini ifade ettikten sonra "aslında bu sözlerin hicretten sonra Mekke'ye dönen
belli bir sahabi İçin söylenmiş bir söz olmayıp tüm sahabiler için yapılmış genel bir
dua olduğunu söylemiştir. Ancak burada Resûl-ü Ekrem Efendimizin belli bir sahabiyi
hedef alarak söylediği bir söz varsa o da Hz. Sa'd b. Havi için söylemiş oldukları;
"zavallı (olan) Sa'd b. Havledir" sözüdür. Hz. Sa'd b. Havle'nin başından geçen hadise
hakkında çeşitli rivayetler vardır.
İsa b. Dinar'ın rivayetine göre, Hz. Sa'd b. Havle Mekke'den Medine'ye hicret etmeden
Mekke'de vefat etmiştir. Bu rivayete itibar edilecek olursa Rasûl-ü Ekrem Efendimizin
ona acımasının sebebi sadece ölümünün Mekke'de olmasıdır. Buhârî'nin rivayetine
göre, Hz. Sa'd Medine'ye hicret edip Bedir Savaşma katıldıktan sonra tekrar Mekke'ye
dönüp orada vefat etmiştir.
İbn hişam ise; Hz. Sa'd'm, Medine'ye hicret edip Bedir savaşma ve daha başka
savaşlara katıldıktan sonra veda haccı sırasında Mekke'de vefat ettiğini söylüyor.
Bu rivayetlere itibar edilecek olursa, Rasûlü Ekrem'in ona acımasının Medine'ye hicret
ettikten sonra kendi arzusuyla Mekke'ye dönüp orada vefat etmesinden kaynaklandığı
ortaya çıkıyor. Tam manâsıyla sevap dâr-ı hicrette olduğundan hangi suretle olursa
olsun, küfür diyarında ölmesi onun sevabını azaltmıştır. Alimlerin ekserisine göre,
metnin sonunda bulunan "Mekke'de ölmesinden dolayı Rasülullah onun hakkında
£181
mersiye söyledi" sözü râvi Zührî'ye aittir.
Bazı Hükümler
1. Hasta ziyaret etmek müstehaptir.
2. Mal biriktirmek mubahtır.
3. Hadis-i şerif mirasçılarla vasiyet arasında örfe riayet gerektiğine delildir. Cumhur
ulema Hz. Sa'd'm "bütün malımı tasadduk edeyim mi?" sözü ile istidlal ederek
"Hastanın bağış ve sadakası, malının üçtebirinden verilir" demişlerdir. Hanefılerle,
İmam Mâlik, Leys, Evzâî, Sevrî, İmam Şafiî, İmam Ahmed, İshâk ve bilumum hadis
imamlarının görüşleri budur.
Zahirîlerde hastanın bağışı bütün malından çıkarılır. İbn Battal: "Eski âlimlerden buna
kail hiçbir kimse bilmiyoruz" diyor. Bu mevzuda Nevevî de şunları söylemiştir:
"Alimlerimiz ve diğer âlimler mirasçılar, zengin iseler teberruan malın üçtebirini
vasiyet etmeleri müstehab, fakirseler üçtebirden daha azını vasiyet müstehab olur,
demiştir. Şu asırlarda mi-rakçısı olan kimsenin vasiyyeti mirasçıların rızası olmaksızın
üçtebirden fazlasını geçemeyeceğinden âlimler ittifak etmişlerdir. Ama mirasçıların
rızasıyla bütün malını vasiyet edilebileceğinde de müttefiktirler.
Bizim mezhebimize ve cumhura göre, mirasçısı olmayan kimse de malının
üçtebirinden fazlasını vasiyyet edemez. Ebû Hanife ile arkadaşları: İshak ve bir
rivayette İmam Ahmed bunu caiz görmüşlerdir. Mezkur kavil Hz. Ali ile İbn
Mes'ud'dan rivayet olunmuştur.
4. İbadette bulunmak için ömür dilemek caizdir.
5. Bu hadis bir mu'cizedir.
6. Mirasçıyı zengin etmeye çalışmak, onu fakir bırakmaktan efdaldir.
"Kur'an-ı Kerim'de umumî olarak zikredilen vasiyyet bu hadisle tahsis edilmiştir.
Cumhurun kavli budur.
7. Hayır yollarla infak etmek müstehabtır.
8. Ameller niyetlere göredir, dolayısıyla kişi Allah'ın rızasını kazanmak için çoluk
£191
çocuğuna yaptığı masraftan da sevap kazanır.
3. Vasiyette (Haddi Aşarak Varislere) Zarar Vermenin Kötülüğü
2865... Ebû Hureyre'den demiştir ki: "Bir adam Peygamber (s.a.)'e gelerek):
Ey Allah'ın Resulü! Hangi sadaka daha faziletlidir? diye sordu. (Hz. Peygamber de):
Sen sıhhatli ve hırslı olup da (hayatta uzun yıllar) kalmayı arzu ettiğin fakir düşmekten
korktuğun halde, sadaka vermendir. Can(m) gırtlağa gel(me zamanı yaklaş)ıp da
"Falan kişiye şu kadar falan kişiye de şu kadar (vasiyyet ediyorum) deyinceye kadar
bekleme(mendir.) (Çünkü o zaman malın zaten mirasçısı olan) falancanın olmuştur."
1201
buyurdu.
Açıklama
İnsan sıhhati, gücü ve kuvveti yerinde olup, hayat ve ümit dolu olduğu yıllarda mala,
mülke karşı daha düşkün olduğundan hayatının bu döneminde Allah rızası için
malının bir kısmını tasadduk etmesi Onun itilasına sadakatma ve dolayısıyla sevabının
da o nisbette büyüklüğüne delâlet eder.
İnsan hayattan ümidini kestiği ya da ölüm döşeğine düştüğü zaman, dünya malına
karşı hırsı ve dolayısıyla cimriliği kalmadığı için hayatının bu döneminde vereceği
sadakaların sevabı da azdır.
İşte bu hadis-i şerifte bu gerçeklere İşaret edilerek insanın vereceği sadakayı ölüm
döşeğine düşünceye kadar bekletmenin doğru olmayacağı ifade edilmektedir. Çünkü
ölüm döşeğine düşen bir kimsenin malına mirasçıların hakkı tealluk etmiş olduğundan
malının tümü üzerinde yetkisi kalmamış, sadece üçtebiri üzerinde tasarruf etme hakkı
kalmıştır. Geriye kalan üçteikisi ise varislerin olmuştur.
tşte metinde geçen gSui âır iîj zaten o zaman senin malınfm bir kısmı) mirasçılarının
olmuştur." cümlesiyle bu gerçek ifade edilmek istenmiştir. Bu cümleden önce geçen
falancaya şu kadar falancaya da şu kadar" lafızları ise kendilerine vasiyyet yapılacak
kimselerle, vasiyyet edilecek maldan kinayedir.
Biraz önce de açıkladığımız gibi, ölüm döşeğine düşen bir kimsenin yapabileceği
vasiyyetin miktarı, mevcut mallarının üçtebirini geçemez. Bu nis-beti geçen miktarı
varisler yerine getirip getirmemekte muhtardırlar. İsterlerse geçerli kılarlar, isterlerse
ibtal ederler. Hattâbî'nin açıklamasına göre metinde geçen * 'zaten o zaman senin
malın mirasçılarının olmuştur" mealindeki sözler, vasiyette bulunmak isteyen bir
kimsenin varislerin hakkı olan miktarı, gözetip meşru olan vasiyette miktarını aşarak
varislere zarar vermekten kaçınmasının lüzumuna delalet etmektedirler.
Hafız İbn Hacer bu mevzuda şöyle diyor: "Selef-i salihinden bazıları zenginlerin
mallan hususunda iki defa Allah'a karşı geldiklerini söylemişlerdir:
1. Sağlıklarında cimrilik yapmakla,
2. Mala tümü üzerinde tasarrufta bulunmak hakkı ellerinden gittiği sırada meşru
sınırlan aşarak vasiyyette bulunmakla."
Netice olarak, sadakanın efdali insanın vücudu sıhhate ve mala ihtiyacı varken verdiği
sadakadır. Ölüm döşeğine düşen kimsenin vasiyette bulunmaktan başka yapabileceği
bir hayır yoktur. Bilindiği gibi o da sınırlıdır. Hele insanın yapacağı hayrı son nefesine
kadar bekletmesi ise son derece büyük bir gaflettir. Çünkü insanın son nefesinde
yapacağı tasarrufların hiçbiri geçerli değildir.
Nitekim sarihler metinde geçen "can gırtlağa geldiği zaman" mealindeki cümleyi
"canın gırtlağa gelme zamanı yaklaştığında" şeklinde te'vil etmişlerdir. Biz de
121]
tercümede parantez içerisinde ilâve ettiğimiz kelimelerle bu manaya işaret ettik.
2866... Ebû Said el Hudrî (r.a.)'den demiştir ki: Rasûlullah (s. a.):
"Bir kimsenin sağlığında bir dirhem tasadduk etmesi, ölürken yüz dirhem tasadduk
[22]
etmesinden daha hayırlıdır" buyurmuştur.
Açıklama
Bir önceki hadisin şerhinde de açıkladığımız gibi, insanın sıh-hati yerinde iken mala,
123]
mülke, ihtiyacı ve rağbeti daha fazla olduğu gibi "şeytan sizi fakirlikle korkutur..."
âyet-i kerimesinde açıklandığı üzere sadaka vermenin fakirliğe düşüreceğine dair,
şeytanın vereceği vesveselere daha çok maruz ve müsaittir. Ölüm döşeğine düşen bir
kimse dünyadan beklediği bir şey kalmadığından, ümit ve hayat dolu kimselere nis-
betle, nefsin telkinleriyle şeytanın vesveselerine karşı daha emin ve kuvvetlidir. Bu
bakımdan sıhhat yerinde iken sadaka vermek, ölüm döşeğinde sadaka vermekten yüz
derece daha zor ve yüz derece daha faziletlidir.
Ayrıca ölüm döşeğinde verilecek sadaka, vasiyyet hükmündedir. Bu halde iken sadaka
vermek isteyen kimselerin, mallarının üçte birinden fazlasını tasadduk etmekten ve
dolayısıyla varislerin hakkına tecavüz ederek onları zarara uğratmaktan sakınmaları
gerekir.
Sadece vârisleri zarara sokmak için vasiyyette bulunmak miktarı, mevcut malın
üçtebirinden az bile olsa caiz değildir.
Bu hadisle bir önceki hadisin bab başlığı ile ilgisini de burası teşkil etmektedir.
Her ne kadar el-Münzirî bu hadisin senedinde kendisine itimad edilemeyen Şürahbil b.
Sad el-Ensarî el-Hatmî bulunduğunu söylemişse de îbn Hibban Sahih'inde bu hadisi
rivayet ederek onun sahih olduğunu açıklamış ve İbn Hacer de kendisini tasdik
[241
etmiştir.
2867... Ebû Hureyre Rasûlullah (s.a.)'in:
"Şübhesîz ki erkek ve kadın altmış sene Allah'a itaatle çalışıp, çabalamalardan sonra,
kendilerine ölüm (vakti) gelip çatar. Bunun üzerine (mallarından bir çoğunu vasiyet
ederler. Yapmış oldukları bu) vasiyette (varislerine) zarar verirler de, ateşi hakketmiş
olurlar" dediğini söyledi ve "... bu hükümler, ölenin yapacağı vasiyyetten ya da bor-
125] ^ [261
cundan sonradır." (mealindeki âyet) ten "işte büyük kurtuluş budur"
(mealindeki âyet)e kadar okudu.
[271
[Ebû Dâvûd der ki (senette geçen) el Esas b. Câbir, Nasr b. Ali'nin dedesidir.]
Açıklama
İbn el-Melik'e göre, altmış yıl Allah'a itaat ettikten sonra yap-tıkları vasiyet yüzünden
cehenneme girmeye müstahak olan kadın ve erkeklerden maksat, vasiyyet hakkındaki
dini ölçüleri bir tarafa atarak vârislerin tümüne zarar vermek maksadıyla malının
üçtebirinden fazlasını mirasçıların dışındaki kimselere vasiyyet eden kadın ve
erkeklerdir. Yahutta mirasçıların bir kısmını mirastan mahrum etmek maksadıyla
malının tümünü diğer mirasçılara hibe eden kadın ve erkeklerdir.
Bazılarına göre, burada vasiyyetleri sebebiyle cehennemlik olan kadın ve erkeklerden
maksat; liyakatli olmayanlara mal verilmesini vasiyyet eden kadınlar ve erkekler
olabileceği gibi, haklı olarak yaptığı bir vasiyyetinden cayarak ikinci bir vasiyette
bulunan, ya da vasiyyetinin bir kısmını ibtal eden kadınlarla erkekler de olabilir.
Kişinin cehenneme girmeyi hakketmesi başkadır, cehenneme girmesi yine başkadır.
Kişinin cehennemlik olması onun mutlak cehenneme girmesini gerektirmez. Çünkü
[281
Allah'ın affının imdada yetişip de cehenneme girmekten kurtulması mümkündür.
Metinde geçen "altmış sene" sözüyle gerçekten "altmış yıllık bir ömür, kastedilmiş
değil çokluk kastedilmiştir. Bu bakımdan söz konusu kelime burada uzun yıllar
anlamında kullanılmıştır.
Nitekim İbn Mâce'nin Sünen'inde bu kelime yerine geçen yetmiş sene kaydı da yine
uzun yıllar anlamında kullanılmıştır.
Avnü'l Mâbûd yazarının ifade ettiği gibi konumuzu alakadar eden bu hadis-i şerif,
vasiyyet ederken dini ölçülere uymayan kimseler hakkında büyük bir tehdidi ihtiva
[291
etmektedir.
4. Vasiyy etlerde Vasilik Görevi Alanın Hükmü
2868... Ebû Zer'den demiştir ki:
Rasûlullah (s. a.) (bana hitaben şöyle) buyurdu: "Ey Ebû Zer! Gerçekten ben seni zaif
görüyorum ve kendim için arzu ettiğim şeyi senin için de arzu ediyorum. Binaenaleyh
iki kişi üzerine (bile olsa) başkan olma ve yetim malına veli olma" buyurdu. Ebû
İM
Dâvûd der ki bu hadisi sadece Mısır halkı rivayet etmiştir.
Açıklama
Fahr-i Kâinat Efendimiz kendisi bütün müslümanlann hâki-mi, bütün valilerin başkanı
ve devlet reisi olduğu halde, Hz. Ebu Zer'e "emir olma", "yetim malına veli olma"
diye nasihatta bulunması izaha muhtaç bir meseledir. Şeyh İzzüddin b. Abdisselâm bu
mevzuda şöyle diyor: "Râsulû Zişan Efendimiz, kendisi bütün müslümanlarm hâkimi
ve tüm müslüman valilerin seyyidİ olduğu halde - ben kendim için arzu ettiğimi senin
için de arzu ediyorum. Bu bakımdan emir olmanı ve yetim malına veli tayin edilmeni
arzu etmiyorum. Bu görevlerin dışında kalmanı istiyorum- diye nasihatta
bulunmasında izahı müşkil görülen iki husus vardır:
1. Devlet reisliği çok faziletlidir.
2. Aslına bakılırsa Hz. Peygamber reislikten ve velilikten uzak durmamış, bilakis
velayetin en büyüklerini üzerine almıştır. Yani kendisi için reisliği ve veliliği arzu
etmiştir. Durum böyle olunca Hz. Ebû Zer'in de bu gibi görevleri üstlenmesini arzu
etmesi gerekirdi.
Bunun sevabı şudur: "Hz. Peygamber Hz. Ebû Zer'e yaptığı bu nasihatte "Eğer ben de
senin gibi zayıf olsaydım, bu gibi vazifeleri yüklenmekten kaçınırdım. Sen zayıf
olduğun için bu görevlerden kaçınmanı arzu ediyorum" demek istemiştir. Çünkü
"Beni ülkenizin hazineleri üstüne (me'mur) koy. Ben onları iyi korur (yönetmesini) iyi
im
bilirim." âyet-i kerimesinde açıklandığı üzere bir yönetici için iki şartın bulunması
gerekir.
a. Üzerine aldığı görevin inceliklerini hakkıyla bilmek.
b. Bu görevi yürütürken idaresi altında bulunan müesseseye ya da kişilere faydalı olup
onları gelecek zararlardan koruyabilecek güçte olmak.
işte bu şartları taşımayan kimselerin velilik, vasilik emirlik gibi görevleri üslenmeleri
haramdır. Bu şartları taşıyarak sözü geçen görevleri üslenip de onları hakkıyla yerine
getiren kimseler için âhirette çok yüksek dereceler vardır.
Nitekim Rasûlü Zişan Efendimiz:
"Valilik bir emanettir, gerçekten kıyamet gününde o kepazeliktir ve pişmanlıktır.
[321 '
Yalnız onu hakkıyla alarak o hususta üzerine düşeni yapan müstesna" buyurmakla
ehliyetsiz olarak velilik, valilik, emirlik gibi vazifeleri yüklenen kimselerin kötü
akıbetini haber verdiği gibi "yedi kişi vardır ki Allah onları (arşının) gölgesinde
[33]
barındıracaktır. (Bunlardan birincisi) adâletli imam" buyurmakla yetenekli ve
adaletli yöneticilerin ahiret günündeki derecelerinin yüksekliğine işaret etmiştir.
Bu bakımdan gerekli şartları taşıyan yöneticilerin bulunmaması halinde bu şartlan haiz
[341
olan kişilerin yöneticiliği kabul etmeleri üzerlerine vâcib olur.
5. Ana, Baba Ve Yakınlar İçin Vasiyvet Edilmesini Emreden Âyetin
Neshedilmesi
2869... İbn Abbas'dan (rivayet olunduğuna göre İslâmiyetin ilk yıllarında) vasiyyet
"Eğer bir hayır (mal) bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara ve uygun biçimde vasiyyet
[351
etmek..." (âyetinin emrine uygun bir) şekilde yapılır idi. Nihayet miras âyetiyle
[361
neshedildi.
Açıklama
Nisa sûresinin mirasla ilgili 11-13 numaralı âyetleri gelmezden önce, kişinin bıraktığı
maldan anne, baba ve akrabasına bir pay verilmesini vasiyvet etmesi bu âyetle farz
kılınmış idi. Fakat Nisa süresindeki miras âyetiyle anne babanın ve akrabanın mirastan
alacakları hisseler belirtildiğinden, Hz. Peygamber "Allah her hak sahibine hakkını
[371
vermiştir. Artık vârise vasiyyet olmaz." buyurarak bu âyetin akrabaya vasiyyet
hükmünü neshetmiş, yani yürürlükten kaldırmıştır. Bazı bilginlere göre; aslında miras
âyetinin inmesiyle yakın akrabaya vasiyyet hükmü neshedilmiş ise de mirastan payı
olmayan uzak akrabaya vasiyyet hükmü farz olarak baki kalmıştır.
Mesela erkek evladı, ana ve babası bulunduğu zaman, ölünün kız kardeşine miras
düşmez. "Amcaları bulunan çocuğa, dedesinden miras kalmaz. Babası yahut erkek
evladı bulunan kimsenin, amcasına, halasına, dayısına, teyzesine miras düşmez, işte
bu gibi kimseleri zaruretten kurtarmak için bunlara bir miktar malı vasiyyet etmek bu
âyetle emredilmektedir. hadislerle vasiyyet mecburiyeti kaldırılmıştır. Ancak vasiyyet
caizdir. Kişi miras düşmeyen akrabasına vasiyyet edebileceği gibi başkalarına da
[381
vasiyyet edebilir.
6. Varise Vasiyyet Etmenin Hükmü
2870... Şurahbil b. Müslim'den demiştir ki: Rasûlullah (s.a)'i:
"Şüphesiz ki Allah her hak sahibine hakkını vermiştir. Hiçbir varise vasiyet edilemez."
1391
derken işittim.
Açıklama
Metinde geçen "Allah her hak sahibine hakkını vermiştir, cümlesiyle kast edilen,
varislerin mirastan alacakları payın miktarım açıklayan Nisa sûresinin 11-13.
âyetleridir.
Yüce Allah bu âyetlerde, mirasçıların mirastaki paylarını açıkladığı gibi, yine bu
âyetle, ölüm döşeğinde bulunan bir kimsenin başta anne ve babası olmak üzere yakın
akrabalarına malının bir kısmını vasiyyet etmesini farz kılan Bakara suresinin 180.
âyetini yürürlükten kaldırdı.
Ancak âlimlerden bazıları, "miras âyetlerinin inmesiyle ebeveyne ve yakın akrabaya
vasiyyeti farz kılan Bakara suresinin 180. âyetinin yürürlükten kalkmış olması
gerekmez. Çünkü bir kimsenin malının bir kısmını vasiyyet edip, kalan kısmını da
miras âyetlerinde belirtilen ölçüler içerisinde taksim edilmek üzere varislere bırakması
mümkündür" diyerek miras âyetlerinin vasiyyet âyetini neshetmediğini iddia
etmişlerdir.
Hanefi âlimleri, müslümanlar arasındaki yaygınlığı ve gördüğü kabul sebebiyle tevatür
derecesine ulaşan ve mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerife sarılarak "miras
âyetlerinin Bakara sûresinin 180. âyetini nesh ettiğini, dolayısıyle bir kimsenin
ebeveyniyle diğer yakın akrabalarına malının bir kısmını vasiyyet etmesinin üzerine
vacib olmadığını" söylemişlerdir. Ömer Na-suhi Bilmen efendi, Hanefi âlimlerinin bu
mevzudaki görüşlerini şöyle açıklıyor: "Müslümanlığın başlangıcında varis olacak ana
ile babaya ve sair yakınlara vasiyyet edilmesi, bir vecibe iken bu husustaki hükm-i
şer'î bilahere miras âyetleriyle ve mütevatirül âmel olan bir hadL-i şerif ile hikmet için
nesh edilmiştir. Filhakika varisler, zaten muayyen hisselerini alacakları için ken-
dilerine ayrıca vasiyyete hacet kalmamıştır. Gerek varisler arasında ve gerek varisler
ile müverrisleri arasında bir muhabbet ve sevginin, bir bağlılığın devamı pek istenen
bir şeydir. Bunlardan bazılarım bittercih vasiyyette bulunmak ise diğerlerinin
kalplerini kırar, aralarında bir düşmanlığın uyanmasına sebebiyet vererek akraba
bağlarının çözülmesine vesile olabilir. Binaenaleyh böyle bir hale sebebiyet verilmesi
doğru olamaz.
Şu kadar var ki, herhangi bir maslahat mülahazasıyla varislerden bazılarına yapılan bir
vasiyyeXe diğer varisler, icazet verirlerse kendi rızalarıyla haklarını düşürmüş
[4pJ
olacakları cihetle bu paylaşmanın cevazına bir engel kalmamıştır.
İmam Şafiî'ye göre; miras âyetlerinin Bakara suresinin 180. âyetini nes-hetmiş olması
ihtimali bulunduğu gibi, miras âyetleriyle vasiyet âyetinin ikisinin birden yürürlükte
kalmış olması ihtimali de vardır. Fakat mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerif, her iki
hükmün birlikte yürürlükte kalması ihtimalinin ortadan kaldırıp ebeveyne ve diğer
yakın akrabaya vasiyyet etmeyi farz kılan vasiyyet âyetinin miras âyetleriyle
neshedildiğini açıkça ifade etmiştir.
Hattâbî'nin açıklamasına göre; "Alimlerin pek çoğu miras âyetlerinin vasiyyet âyetini
neshetmesindeki maksadın kendilerine vasiyyet edilmediği için vasiyyetten
yararlanamamış olan diğer akrabaların hukukunu korumak olduğunu, durum böyle
olunca da diğer mirasçıların kabul etmesi halinde herhangi bir mirasçıya vasiyyette
bulunmakta bir sakınca bulunmadığını söylemişler. Bunu mirasçıların kabul etmesi
halinde, malın üçtebirinden fazlasını vasiyyet etmenin caiz oluşuna hamletmişlerdir.
Alimlerden bazıları da mirasçılardan bazılarına yapılan vasiyyet diğer mirasçılarca
kabul edilse bile yine de geçersizdir, demişlerdir.
Hattâbî'nin açıklamış olduğu son görüş, Zahirîlerin görüşüdür. Bezi yazarı âlimlerin
bu mevzudaki görüşlerini şöyle özetliyor:
"Alimlerin miras âyeti geldikten sonra vasiyyet âyetinin hükmünün geçerliliği
hakkındaki görüşleri ikiye ayrılır:
a. Vasiyyet âyetinin hükmü, varis olmayanlar için geçerlidir. Fakat varisleri hakkında
geçersizdir. İbn Abbas ile Hasan-i Basri ve Mesrûk bu görüştedirler. Bunlara göre; bir
kimsenin varis olmayan akrabasına malının bir kısmını vasiyyet etmesi üzerine
farzdır.
b. Varisler hakkında da varis olmayanlar hakkında da geçersizdir. Müfessirlerin
ekserisi ile fıkıh âlimlerinin ekserisi bu görüştedirler. Bu görüşte olan âlimlere göre,
1411
bir kimsenin herhangi bir kimse için vasiyyette bulunması üzerine farz değildir.
7- İnsanın Kendi Yiyeceğini Yetimin Yiyeceğiyle Karıştırması
2871... İbn Abbas'tan demiştir ki:
"Yetimin malına yaklaşmayınız; yalnız ergenlik çağma erişin-ceye kadar (onun
£421
malına) en güzel biçimde yaklaşabilirsiniz." (âyet-i kerimesi) ile "zulüm ile
[43]
öksüzlerin mallarını yiyenler, karınlarına sadece ateş doldurmaktadırlar..." âyeti
inince yanında yetim bulunanlar hemen Hz. Peygamber'in meclisinden) ayrılıp o
yetimin yemeğini kendi yemeklerinden, içeceğini de kendi içeceklerinden ayırdılar.
(Bu sefer de yetimin sofrasmdaki) yemeğinden (biraz yemek) artmaya başladı. (Bu
artıkları da) biriktiriyorlardı. Sonra yetim o yemeği yiyor ya da (bu yemek)
bozuluyordu. Bu ise onlara ağır gelmeye başladı. Bu durumu Rasûlullah (s.a.)'e arz
ettiler. Bunun üzerine Aziz ve Celil olan Allah "... ve sana öksüzlerden soruyorlar. De
ki: Onları(n durumlarını) düzeltmek hayırlıdır. Eğer onlara karışır (onlarla bir arada
[441
yaşardanız, sizin kardeşlerinizdir..." âyet-i kerimesini indirdi. Bunun üzerine
yetimlerin yiyeceklerini kendi yiyecekleriyle, içeceklerini de kendi içecekleriyle
1451
karıştırdılar.
Açıklama
"(Velîlerden) kim zengin ise (yetimin malını yemeye tenez-v zül etmesin) kaçınsın.
Kim de fakir ise o halde (malın muhafazası için gösterdiği çabaya ve ihtiyacına)
1461
uygun şekilde yesin." âyet-i kerimesinin zahiri; fakir olan vasinin israf etmeksizin,
bakım karşılığı olarak yetimin malından bir miktarım yiyebileceğine delalet eder.
Şayet vasî zengin ise, Allah'ın kendisine verdiğine kanâat ederek yetimin malından
sakınması farzdır. Alimler, ihtiyacı olduğu takdirde vasinin, yetimin malından ihtiyacı
kadar almasının caiz olduğuna hükmetmişlerdir. Yalnız, yetimin malından yiyen fakir
vasi, sonradan zengin olursa, daha önce aldığı malı geri verip vermeyeceği hususunda
ihtilaf edilmiştir. Bazı âlimlere göre, sonradan zengin olan vasi, fakir iken aldığ malı
ödemez. Zira Allah ona maruf bir şekilde yemeyi mubah kılmıştır. Onun aldığı, yediği
mal, bir bakıma çocuğun bakım ücreti sayılır. Bu görüş, İmam Hanbel (r.a.)'den
rivayet edilmiştir.
Diğer bazı âlimlere göre; sonradan zengin olan vasinin, yetimin malından fakir iken
aldığını aynıyla iade etmesi farzdır. Zira Hz. Ömer, halifeliği sırasında, "Ben şu anda,
mal hususunda yetimlerin vasileri gibiyim. Zengin olursam hazineden yemekten
kaçınırım. Fakir olursam ihtiyacım kadar hazineden alırım. Sonradan zengin olduğum
takdirde de daha önce aldıklarımın tamamını aynen öderim" buyurmuştur. İşte Hz.
Ömer'in bu veciz ifadesinden açık biçimde anlaşılıyor ki, yetim çocukların vasisi
zengin ise, yetimin malından kaçınmalıdır. Fakir ise, ihtiyacı kadar yemeli, sonradan
zengin olduğu takdirde de yediği kadarını aynen ödemelidir.
Cessâs'm rivayetine göre Hanefi âlimleri, vasinin, ister zengin ister fakir olsun,
yetimin malından yiyemiyeceği, hatta borç bile alamıyacağı görüşündedirler. Çünkü
1421
Allahü Teâlâ, "Yetimlerin mallarını verin..." "Yetimlerin mallarını haksız olarak
yiyenler, karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar. Onlar çılgın bir ateşe
[481
gireceklerdir." "... yetimlere karşı adaleti ayakta tutmanız (onlara iyi bakmanız)
hususunda (işte) kitapta okunup duran (ayet)le-ri... Hayırdan daha ne yaparsanız
[491
şüphesiz Allah onu da hakkıyla bilicidir." ve "Aranızda (birbirinizin) mallarınızı
mm
haksız sebeplerle yemeyin..." buyurmaktadır. Bu âyetler, muhkem âyetlerdendir.
Vasinin elinde bulunan yetim malından ihtiyacı olsa bile hiçbir surette
kullanamıyacağma delalet etmektedir.
Yine Hanefî âlimlerine göre: "Kim zengin ise kaçınsın; kim de fakir ise o halde örfe
[511
göre yesin." âyeti müteşâbih âyetlerdendir. İhtimâli manalar taşıdığından
hükmünün muhkem âyetlere hamledilmesi icabeder.
İbn Abbas (r.a.)'dan da şöyle bir rivayet yapılmıştır: "Kim de fakir ise o halde örfe
göre yesin." âyeti, "Gerçek, yetimlerin mallarını haksız (ve haram) olarak yiyenler
karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar. Onlar çılgın bir ateşe gireceklerdir." âyetiyle
neshedilmiştir." Ibn Abbas (r.a.)'m bu görüşü de Hanefi âlimlerinin görüşünü teyid
etmektedir.
Taberî, fakir vasinin, yetimin malından borç olarak alabileceği yolundaki görüşü tercih
etmiştir. Şöyle demektedir: "Bu husustaki görüşlerin doğrusu, "Kim de fakir ise o
halde örfe göre yesin." âyetinde de beyan olunduğu gibi, vasinin, zaruret halinde veya
ihtiyacı olduğunda sonradan ödemek üzere yetimin malından alabileceği yolundaki
£521
görüşüdür. Ödemek kaydıyla yemesi caiz değildir." Gerçekten Taberî*nin görüşü
£531
tercihe şayandır.
8- Yetimin Velisinin Yetim Maundan Alması Caiz Olan Miktar
2872... Amr b. Şuayb'in dedesinden rivayet olunduğuna göre; Bir adam Peygamber
(s.a)'e gelerek:
"Ben fakirim, benim hiç birşeyim yok, aneak (zengin) bir yetimim var." (onun
malından yiyebilir miyim?) dedi. (Hz. Peygamber (s. a) de :
"İsraf etmeyerek (buluğ çağma girmeden fırsatı ganimet bilerek harcayıp yararlanmak
gibi bir gaye taşımayarak harcamada) acele etmeyerek ve (onun malının ticaretini sana
[541
ait bir) sermaye edinme) ek yetimin malından yiyebilirsin." buyurdu.
Açıklama
Yetimin malını koruyup işletmesine ve yetimin çeşitli hizmetlerinde bulunmasına
karşılık, bir ücret olmak üzere, velînin,yetimin malmdan makbul bir ölçü içerisinde
ihtiyacını giderecek kadar yiyebileceğini ifade eden bu hadis-i şerif, Hz. Ibn Abbas
(r.a.) ile Ahmed b. Hanbel'in delilidir. Bu iki ilim adamına göre, vasi ya da veli,
yetime hizmet etmesine yahut da malını korumasına karşılık, onun malından makul
ölçüler içerisinde yiyebilir.
Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte, bir velinin ya da vasinin, yetimin malından
yemesinin caiz olabilmesi için şu üç şartın bulunması gerekir:
1. Alman malın miktarı, ihtiyaç miktarım geçmeyecek; bir başka ifadeyle israf
derecesine varmayacak.
2. Yetimin malı sermaye yapılarak kar temin edip, yetim buluğ çağma erince
sermayesini verip, ticaretine ise sahiplenme yoluna gidilmeyecek.
3. Yetim buluğ çağma ermeden, fırsatı ganimet bilerek menfaatlenme yoluna
gidilmeyecek.
Hadis-i şerifte zikredilen bu üçüncü maddede "... Büyüyecekler diye mallarını israfla
[55]
acele yemeyiniz. Zengin olan çekinsin, yoksul olan da m a Yuf veçhile yesin..."
âyet-i kerimesine işaret vardır. Tefsir âlimleri bu âyet-i kerimede geçen "ma'ruf
veçhile** kelimesinin tefsirinde ve buna bağlı olarak âyetten çıkartılan hüküm
konusunda ihtilafa düşmüşlerdir. Bu görüşleri şu şekilde özetlemek mümkündür.
"Hz. Ömer, îbn Abbas, İbn Cübeyr, Ebü'l Aliye, Ubeyde es-Selmâni, Ebû Vâil,
Mücâhid ve Mukâtü'e göre; fakir veli veya vasi, zarurî ihtiyaç duyduğu miktarı ödünç
olarak yetimin malından alır. Ödünç aldığı miktarı, ödeme gücüne kavuşunca
ödemesinin gerekli olup olmadığı yolunda, bunlar arasında da ihtilâf vardır. Mücâhid,
Saîd b. Cübeyr: Veli ya da vasi, yetimin malından kendi ihtiyacına harcadığı miktar,
bir ödünç mâhiyetinde olduğu için ödeme imkânını bulunca ödemesi gereklidir.
Ayette geçen "Maruf kelimesi ödünce manasınadır, demişlerdir. Ömer (r.a.)'m kavli
de bu merkezdedir. Diğer arkadaşları: Sonradan ödenmesi gerekmez. Veli veya
vasinin yediği miktar, onun bir ücreti mahiyetindedir, demişlerdir, el-Hasan, Şa'bi,
Nahaî ve Katâde böyle hükmedenlerdendir. Şa'bî: Veli veya vasi çok zor durumda
kalmadıkça, yetimin malından hiç bir şey yiyemez. Ama açlıktan murdar hayvan etini
yemeye mecbur kalacağı derecede bir zaruret doğarsa, o zaman yetimin malından
tehlikeyi giderecek miktarda yiyebilir, demiştir.
Ayette geçen "Maruf bîr vecihle yemek" ifadesinin yorumlanması meselesine gelince;
âlimler bu hususta Özetle şu görüşleri ve yorumlan beyan etmişlerdir.
Atâ ve ikrime'ye göre; açlığı giderecek kadar yiyebilir. Avret yerlerini örtecek kadar
giyebilir. el-Hasan da: Yetimin hurmalığmdaki hurmalardan yiyebilir, sağım
hayvanların sütünden içebilir. Fakat yetimin altınından, gümüşünden hiç bir şey
alamaz. Bir şey alırsa derhal iade etmesi gereklidir. Aişe (r.anh) ve ilim ehlinden bir
cemaata göre; "Maruf tan maksad; veli veya vasinin gördüğü hizmet, bakım ve
£561
çalışması nisbetinde bir ücret alabilir.
Bir önceki hadisin şerhinde açıkladığımız gibi, Hanefi alimleri, vasinin, ister zengin,
ister fakir olsun, yetimin malından yiyemiyeceği, hatta borç bile alamıyacağı
görüşündedirler.
9- Yetimlik Ne Zaman Sona Erer
2873... Ali b. EbîTalib'(in şöyle) dedi(ği rivayet olunmuştur.) Rasûlullah (s.a.)'in şu
sözü hatırımdadır:
" Erginlik çağma geldikten sonra yetimlik yoktur. Gece-gündüz susmak da
" [58]
yoktur."
Açıklama
Babasını kaybetmiş bir çocuk yetim sayıldığından, ergenlik çağma gelinceye kadar
malı üzerinde alış-veriş gibi tasarruflarda bulunma yetki ve selâhiyyetine sahip
olmadığı gibi, evlenmek, boşanmak gibi medeni tasarruflarda bulunma salahiyetine de
sahip değildir.
Yetimin kendi malı ve davranışları üzerindeki tasarruflarında bulunan bu kısıtlama,
onun ergenlik çağma girmesine kadar devam eder. Ergenlik çağma girdikten sonra,
artık yetimlikten dolayı tasarruflarında bulunan kısıtlılık hali sona erer. Dolayısıyle
alış verişte, evlenme ve boşanmalarda tam bir tasarruf yetkisine sahip olur.
Fakat bu yetim, ergenlik çağma girdiği halde akıl noksanlığı sebebiyle reşid olamazsa
onun tasarrufları üzerinde bulunan kısıtlılık hali yine devam eder.
Çünkü Cenâb-ı Hak şu âyet-i kerimelerde bunu emretmektedir:
1591
a. "Allah'ın sizi başına diktiği mallarınızı sefihlere (beyinsizlere) vermeyin!"
b. "... Eğer borçlu olan kimse, aklı ermez ya da zayıf durumda ise ya da kendi
[60]
yazdıramayacak durumda ise velisi onu adaletle yazdırsın"
Görülüyor ki, burada mallarında tasarruf etme salahiyyeti ellerinden alınıp vasilerine
verilen iki sınıf insandan bahsedilmektedir:
1. Ergenlik çağma gelmemiş olanlar.
2. Sefihler (beyinsizler)
Bunlara ilaveten malını israf edip kötüye kullanan kimselerin mallarına da el
konabilir. İflâs ederek malları borçlarını ödeyemez duruma düşüp alacaklıların
kendisini kadıya şikayet ettiği kişi buna misâldir. Bu durumda kadı o kimsenin
mallarına el koyar.
Fıkıh âlimleri, çocuğun malının bulûğ çağma erinceye ve ticarete ve malını
kullanmaya aklı yetinceye kadar, kendisine verilmemesi gerektiği hususunda ittifak
etmişlerdir. Çünkü Allah "yetimleri nikâh çağma erdikleri zamana kadar (gözetip)
deneyin. O vakit kendilerinde bir akıl ve salâh gördünüz mü mallarını kendilerine
[611
teslim edin...." âyetinde bunu beyan etmektedir. Çocuğun malının teslimi sırasında
şu iki şartın bulunmasını da gerekli kılmaktadır.
1. Çocuğun bulûğa ermesi.
2. Rüşd (malı güzel bir şekilde tasarruf edebilme yeteneği) İmâm Şafiî'ye göre; üçüncü
bir şart daha vardır ki, bu da dindar olmasıdır. İmâm Şafiî fâsık bir kişinin servetine
tevbe edinceye kadar haciz konur görüşündedir. Yalnız emsal kadar yiyecek içecek ve
elbise verilir. Tevbe edip halini düzelttiği zaman, malı kendisine teslim edilir.
îmâm Şafiî âyette geçen "rüşd" kelimesine "sağlam akıl ve sağlam din" manası verdiği
için, bu üçüncü şartı da gerekli görmüştür.
Rüşd kelimesine "mâlı güzel bir şekilde tasarruf etme yeteneği" manası veren İmam
Ebû Hanîfe'ye göre; ilk iki şart yeterlidir. Üçüncü şarta gerek yoktur.
Cumhuri ulemaya göre; yaşlı kimselerin mallarına da çocuklar gibi iyi kullanmadıkları
ve israf ettikleri takdirde haciz konabilir.
İmâm Ebû Hanife'ye göre; bir kimse yirmibeş yaşma girdikten sonra, malını
kullanmaya aklı ersin veya ermesin malı kendisine teslim edilir.
İnsanlar, ergenlik çağma genellikle ihtilâm olarak girdiklerinden metinde geçen
ihtilâm = rüya görme ta'biri ergenlik çağma girme anlammda kullanılmıştır.
Bu hadis-i şerifte yetimlik konusuyla beraber işlenen diğer bir konu da, ibadet
maksadıyla gündüzün akşama kadar aralıksız susmanın caiz olmadığı konusudur.
Câhiliyye döneminde ibadet niyetiyle günlerce susarlardı. Özellikle ittikâflarda buna
çok önem verirlerdi. Fakat İslamiyet bu şekilde yapılan ibâdetlerin meşru ve muteber
olmadığını bildirerek bu kötü adeti kökünden yıkmıştır.
Münzirî'nin açıklamasına göre; "Bu hadisin senedinde Buhari'nin ve İbn Hıbban'm,
cerh ettikleri Yahya b. Muhammed el-Medenî vardır. Ukay-li, bu hadisi rivayet
ettikten sonra "Yahya*ya uyarak onun şeyhinden bu hadisi rivayet etmek doğru
[621
olmaz" demiştir.
10- Yetim Malı Yeme Hususunda Gelen Şiddetli Yasaklar
2874... Ebû Hüreyre'den demiştir ki: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:
" Helak edici olan yedi şeyden çekininiz!" buyurmuş da (kendisine)!
"Ey Allah'ın Rasûlü onlar nedir?" diye sorulmuş (Hz. Peygamber de):
Allah'a şirk koşmak, sihir yapmak, haklı bîr sebep olmaksızın Allah'ın haram kıldığı
bir cana kıymak, faiz yemek, yetim malı yemek, düşmana hücum gününde kaçmak,
zinadan uzak hiç bir şeyden haberi olmayan müslüman kadınlara zina iftirasında
£631
bulunmak' cevabım vermiş.
[641
Ebû Dâvûd der ki: Eb'ul Gays Ibn'üt-Mutî'in azatlı kölesi olan Salim' dir.
Açıklama
Ulema-i Kiram, büyük günahların muayyen bir adedle mahsur olarak ifâde
edilmeyeceğini söylemişlerdir. İbn Abbas (r.a.) hazretlerine:
Büyük günahlar dokuz mudur? diye sorulduğu zaman:
"Onlar yetmişe yakındır." bir rivayette de "yediyüze daha yakındır." dediği rivayet
olunmuştur. Yine İbn Abbas (r.a.)'ya göre Allah'ın yasaklarının tümü büyük günahtır.
Bazılarına göre; Allah'ın cehennem ateşiyle tehdid ettiği günahlarla, işlenmesinden
dolayı dünyada had cezası gereken günahların hepsi büyük günahtır. Üzerinde ısrar
edilen küçük günahlar da büyük günaha dönüşür.
Hz. İbn Mes'ûd ile ulemadan bir cemaata göre; Kur'ân-ı Kerim'de Nisa sûresinin
başından "Eğer size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük
165]
günahlarınızı örteriz. Ve sizi ağırlanacağınız bir yere sokarız." âyetine kadar
açıklanmış olan günahların tümü büyük günahlardır.
Bezi yazarının da ifâde ettiği gibi; bu mevzuda en güzel tarifin, Kurtu-bi'nin şu ta'rifi
olduğu söylenir: "Kitap ve sünnette kendisine zenb - günah ismi verilen, yahutta
büyük olduğuna dair icma bulunan, ya da işleyenler için ahirette şiddetli azab tehdidi
bulunan, dünyada ise had lazım gelen, ya da işleyenin Allah'ın şiddetli intikamına
hedef olduğu günahlara, büyük günahlar" denir.
İbn Ata, Hikem: isimli eserinde "Allah'ın fazlı yetişince büyük günah diye bir şey
olmadığı gibi, Allah adaletle hükmedince de küçük günah diye bir şey yoktur.
Günahların hepsi büyüktür" diyor.
Halimî'de, el-Minhâc isimli eserinde şöyle diyor:
"Günahlar büyük ve küçük günahlar olmak üzere ikiye ayrılır. Bazan küçük günahlar,
bazı sebepler dolayısıyle büyük günaha, büyük günahlar da daha büyüğe dönüşür.
Ancak küfür bunlardan hâriçtir. Çünkü küfür bütün günahların üstünde olduğu için
onun küçüğü olmaz. Bir başka ifadeyle küfrün her çeşidi en büyük günahlardan daha
büyüktür.
Bununla beraber günahlar çirkinlikleri itibariyle iki kısma ayrılır. Mesela bir kimseyi
haksız yere öldürmek büyük günahtır. Bir kimsenin babasını veya dedelerinden birini
yahutta evladından birini veya diğer akrabalarından birini öldürmesi, yahutta herhangi
bir kimseyi haksız olarak harem-i şerifte öldürmesi ise çok daha büyük ve çirkin bir
günahtır.
Zina büyük bir günahtır. Fakat komşusunun karısıyla zina etmek, yahut bir kadınla
Ramazan-ı Şerifte veya harem-i şerifte, zina etmekse çok daha büyük ve çirkin bir
günahtır.
Şarab içmek büyük bir günahtır. Fakat Ramazanda gündüzün içilecek olursa veya
harem-i şerifte içilecek olursa, yahud herhangi bir zamanda veya mekanda açıktan
içilecek olursa, o zaman bunun günahı çok daha büyük ve çirkin olur.
Yabancı bir kadının avret mahalline dokunmak küçük günahtır. Fakat bu kadın insanın
kendi babasının veya arkadaşının ya da oğlunun karısı olursa, yahutta akrabasından bir
kadınsa o zaman büyük günah olur.
Had vurulması için gerekli olan nisab miktarından az bir malı çalmak küçük günahtır.
Fakat bu malın sahibinin başka bir malı bulunmayıp ta bu mal'm çalınmasıyla bir
sıkıntıya düşmüşse o zaman bu hırsızlığın günahı büyük günah olur"
Büyük günahlar, bu kadar çok iken mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte, onların
sayısının yedi olduğundan bahsedilmesi, sözü geçen yedi günahtan başka büyük günah
olmadığı anlamına gelmez. Yani Hadis-i şerifte yedi büyük günah vardır sözüyle
"Aslında büyük günahlar çoktur. İnsanların sık sık işledikleri şu yedi günah da, insanı
helake götüren büyük günahlardandır." denilmek istenmiştir. Rasûl-u Ekrem
Efendimiz bu hadisiyle büyük günahların tümünü saymak istememiş, insanların büyük
günah olduğunu bilmeden sık sık işledikleri büyük günahlara dikkatleri çekmek
istemiştir. Daha sonra yeri geldikçe diğerlerini de açıklamıştır. Ibn Hacer-el-Mekki'nin
Kilâb, ez-Zevâcir isimli eseri bunun örnekleriyle doludur.
Ebû'l-Hasen el-Vakidî'nin açıklamasına göre; Rasûl-u Ekrem Efendimiz, büyük günah
olur endişesiyle bütün günahlardan sakınmasını temin etmek gayesiyle, büyük
günahların hepsini birden saymaktan kaçınmıştır. Bu hal, insanların devamlı ibâdet ve
taat üzere olmaları için, Allah'ın kadir gecesi ile Cuma günlerinin icabet saatini ve
ism-i azamı kullarından gizlemesine benzer bir haldir.
Fahr-i Kâinat Efendimiz yedi şeyden çekininiz buyurmakla Bu yedi şeyi terkedin
demek istemiştir.
Bilindiği gibi yedi şeyden çekininiz ifadesi yedi şeyi terkedin ifadesinden daha veciz
ve daha beliğdir. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de yüce Allah; zina etmeyin yerine zinaya
1661
yaklaşmayın. Şimdi bu yedi günah üzerinde duralım.
1. Kaçınılması gereken yedi şeyden birincisi, Allah'a ortak koşmaktır. Bilindiği gibi
bundan daha büyük bir günah yoktur. Allah'a şirk koşan bir kimse ebedi olarak
cehennemde kalır.
2. Sihir yapmak: Sihir lügatte; bir şeyin yönünü değiştirmektir. Cevheri; "sihir
efsundur; Me'haz ve menşei lâtif ve gizli olan her şey sihirdir." demiştir; aldatmak
ma'nasma da gelir.
Ebû Abdîllah Râzi, sihri sekiz kısma ayırmıştır şöyle ki:
1. Yabancıların ve yedi yıldıza tapanların sihri. Bunlar taptıkları yedi seyyarenin bu
âlemi idare ettiğine, hayr ve şerrin onlardan geldiğine inanırlar. Hz. İbrahim (a. s) bu
kavme gönderilmişti.
2. Evham sahibleriyle kuvvetli ruh sahihlerinin sihri,
3. Cinlerin yardımı ile yapılan sihir. Buna azaim ve teshir denir.
4. Tahayyül, göz boyacılık ve el çabukluğu ile yapılan sihir. Bazı müfessirlerin
beyanına göre Fir'avn'un yaptırdığı sihir bu kabildendi.
5. Bir takım mürekkeb aletlerle yapılan acaip fiiller.
6. Bir takım devaların, yani yiyecek ve yağların hassalarından bilistifade yapılan sihir.
7. Kalbin taallûku ile yapılan sihir. Bunda sihirbaz ism-i azamı bildiğini ve ekseri
işlerde cinlerin kendisine mut'i ve râm olduklarını iddia eder.
8. El altından koğuculuk yapmak suretiyle meydana gelen sihirdir. Halk arasında
yaygın olan sihir budur.
Acaba sihrin hakikati var mıdır? Bu suâle Ebu'l-Muzaffer Yahya b. Mu-hammed şu
cevabı vermiştir: Alimler sihrin hakikati olduğunda ittifak etmişlerdir. Bunlardan
yalnız Ebû Hanife müstesna kalmış; ve sihrin hakikat olmadığına kail olmuştur.
Kurtubi dahi: "Bizce sihir sabittir. Allah Teâlâ'-nm dilediğini yaratmasıyla onun
hakikati vardır. Bu hususta Mu'tezile ile Şâfıîlerden Ebû İshâk el-Esferani muhalefet
etmiş; ve sihrin bir tahayyül ve göz aldatma olduğunu söylemişlerdir." demiş ve sihrin
şâbaze (el çabukluğu) Esma-i ilâhiyyeden bazılarıyla ezber edilen bir takım sözler,
şeytani ta'-limat, yiyecek ve saire ile yapılan kısımları olduğunu bildirmiştir.
Fahreddin Râzi tefsirinde, Mu'tezile taifesi için: "Bunlar sihrin mevcudiyetini inkâr
eder. Ve ona inananların küfrüne kail olurlar. AmaEhl-i sünnet, sihirbazın havada
uçmasını, insanı eşeğe, eşeği insana kalbetmesini olabilirliğini caiz görürler. Ancak
sihirbaz, muayyen efsun ve kelimeleri söylerken vücuda gelen şeyleri halk eden
Allah'dır; derler. Onlar felsefecilerle müneccimler ve yıldız perestler gibi felek veya
yıldızların müessir olduğuna kail değillerdir." diyor. Râzi sihrin vaki olduğuna ve
onunla meydana gelen tefsiri Allah halk ettiğine;
[67]
"Onlar Allah'ın izni olmaksızın o sihirle hiç bir kimseye zarar veremezler... âyet-i
kerimesiyle ve Peygamber (s.a.)'e yapılan sihrin te'sir ettiğini bildiren hadislerle
istidlal eder.
Sihri öğrenme meselesine gelince; Râzi bu babda şunları söylemiştir; "sihri öğrenmek
ne çirkin ne de memnû'dur. Muhakkak âlimler bunda ittifak etmişlerdir. Çünkü ilim,
zatı itibariyle şereflidir. Bir de şu var ki; eğer sihir bilinmezse onunla mucizenin
farkını bilmek te mümkün olmaz. Mu'cizin âciz bırakan manâsına geldiğini bilmek
vaciptir. Vacibin tevakkuf ettiği şeyi bilmek de vâcibdir. Bu ise sihri öğrenmenin
vâcib olmasını iktiza eyler. Vâcib olan bir şey nasıl haram ve çirkin olabilir!..."
Fakat Sahih Buhârî sarihlerinden Bedrüddin Aynî, Râzi'nin bu sözüne bir kaç yönden
itiraz ederek demiştir ki:
1. Eğer Râzi "sihri öğrenmek çirkin değildir" demekle onun aklen çirkin olmadığım
anlatmak istiyorsa; muhalifleri olan Mu'tezile taifesi bunu men' etmektedirler. Şer'an
çirkin değildir, demek istiyorsa Allah Teâlâ hazretlerinin: "Şeytanların okuduğu sihre
1681
tabi oldular..." âyeti kerimesi sihrin çirkinliğini beyan ediyor. Sahih hadisde:
"Her kim bir müneccim veya kahine müracaat ederse Muhammed (s.a)'e indirilene
küfretmiş olur/' buyurulmuştur. Sünen' de dahi:
"Her kim bir düğüm yapar da ona üfürürse sihir yaptı demektir" hadisi vardır.
2. Râzi: "Sihir memnu' değildir; Muhakkik âlimler, ittifak etmişlerdir..." diyor.
Zikrettiğimiz âyet ve hadislerin karşısında sihir nasıl memnu' olmayabilir?
Muhakkikin dediği zevat, şeriat âlimleridir. Hani bu babdaki sözleri nerededir.
3. "Eğer sihir bilinmezse, onunla mu'cizenin farkını anlamak mümkün olmaz vd. ..."
sözleri fasiddir. Zira Peygamberimiz (s.a.)'in en büyük mucizesi Kur'ân-ı Kerim' dir.
4. Mucizenin âciz bırakan manasına geldiğini öğrenmek, asla sihir ilmine bağlı
değildir. Sonra bizzarure malumdur ki sahabe tabiin ve müslüman-larm büyükleri
mu'cizeyi bilirler; mucize ile başka şeylerin arasını ayırırlardı. Halbuki sihri
bilmezlerdi. Onu ne okumuş ne de okutmuşlardı. Alimler, fakihlerin nassan
bildirdiklerine göre; sihri öğrenmek de öğretmek de büyük günahtır. "et-Telvih" adlı
eserde, bazı Şâfıîlerin: "Sihri öğrenmek haram değildir. Bilinip onu yapana karşı
koymak ve sihri evliyanın kerametinden ayırmak için öğrenmek caizdir" dediği
bildiriliyor. Aynîye göre; bundan muradın Fahreddin Razi ile İmam Gazali olduğunu
söylemiştir.
Sihri öğrenerek yapmanın hükmü âlimler arasında ihtilaflıdır. Ebû Ha-nife, Mâlik ve
Ahmed b. HambePe göre; küfürdür. Yalnız.Hanefîlerden bazısına göre, şerrinden
korunmak için sihri öğrenmek küfür değildir. Ama sihir yapmanın caiz olduğuna,
yahud fayda verdiğine inanmak küfürdür. Şeytanların insana istediğini
yapabileceklerine inanmak dahi küfürdür.
İmam Şafiî şöyle demiştir: "Bir kimse sihri öğrenirse kendisine "bize sihrini tarif et!*'
deriz. Şayet Bâbillilerin i'ti kad ettikleri yedi yıldıza ibadet ve bu yıldızların
kendilerinden istenen şeyi yapması gibi küfrü icâbedecek şekilde beyânda bulunursa o
kimse kâfirdir. Beyanı küfür icâbetmiyor da sihrin mubah olduğuna inanıyorsa yine
kafirdir."
Sihir yapan kimsenin şer'i cezası ölümdür. Yalnız İmam Mâlik ile Ahmed b. Hanbele
göre; bir defa yapmakla, Ebû Hanîfe ile Şafiî hazretlerine göre, bir kaç defa yapmakla
yahud muayyen bir şahsa sihir yaptığını i'tiraf etmekle öldürülür. Şafiî'den başka
imamlara göre, sihirbazın öldürülmesi bir hadd-i şer'idir. Şafiî'ye göre; fiilin tekrarı
veya i'tiraf halinde sihirbaz kısas olmak üzere öldürülür.
İmam Ebû Hanîfe'ye göre, ehl-i kitabın sihirbazı da öldürülür. Eimme-iselâse denilen
Mâlik, Şafiî ve Ahmedb. Hanbel'e göre, sihir yapan kadının hükmü de erkek gibidir.
Ebû Hanîfe'ye göre öldürülmezse de hap solunur.
Sihir yapan kimsenin tevbesinin kabul edilip edilmemesi ihtilaflıdır. İmam Mâlik'e
göre kabul edilmez. Ebû Hanife ile Ahmed b. Hanbel'den nakledilen meşhur kavle
göre de hüküm budur. İmam Şafiî'ye göre kabul edilir, tmam Ahmed'in ikinci kavli de
budur. İmam Mâlik'den bir rivayete göre sihirbaz yakalanırsa, zındık gibi onun da
tevbesi kabul olunmaz. Fakat yakalanmadan tevbe eder de tevbekâr olarak gelir teslim
olursa öldürülmez. Ancak yaptığı sihirle insan öldürmüşse kendisi de öldürülür. İmam
Şafiî'ye göre sihirbaz: "Ben öldürmeyi kasdetmedim." derse hata etmiş sayılarak ken-
disinden diyet alınır.
İmam Buhârî'nin naklettiğine göre Said b. el-Müseyyeb, sihir yapan kimseden sihrini
çözmesini istemeyi caiz görmüştür. Bazıları "Nüşra"ya cevaz vermişse de Hasan-ı
Basri bunu mekruh saymıştır.
Nûşra: Cinlerin çarptığı zannolunan bir kimseye tatbik edilen ilaç ve okumadır.
3. Allah'ın haram kıldığı cana kıymak: Haksız yere insan öldürmek İmam Şafiî (r.a.)'e
göre; Allah'a şirkten sonra en büyük günahtır. Bir hadiste: "Allah'ın arşı üç şeyden
deprenir. Ve Allah üç şeyden gazaba gelir." buyrulmuş; Kati bunlar arasında
zikredilmiştir. Katilin tevbesi hususunda ihtilâf edilmiştir. İbn Abbâs (r.a.)'ya göre;
katil ebedi olarak cehennemde kalacaktır. Hanefılerle diğer âlimlere göre; ebedi
olmasa da cehennemde uzun zaman kalacaktır. Dünyevi cezası ise kısasen
öldürülmektir. Ancak maktulün velileri affeder, yahut uzlaşırlarsa kısas edilmez.
Çünkü hak onlarındır. Kasden, haksız yere insan öldürmede Hanefıle-re göre keffâret
verilmez. Zira keffarette ibadet manâsı vardır. Binaenaleyh onunla büyük günah olan
kati ödenemez. Şâfiîlere göre; keffâret lazımdır.
4. Ribâ yemek: Ribâ: mal verip karşılığında mal alırken alman veya verilen karşılıksız
ziyadedir veya haksız kazançtır.
Buradaki yemek tabirinden maksat, riba muamelesi, yani faizcilik yapmaktır.
Faizcilikle kazanılan malların çoğu yenildiği için mezkûr kazanca mecazen yemek
denilmiştir.
Riba meselesi birçok âyet ve hadislerde en şiddetli bir lisanla haram kılınmıştır.
5. Yetim malı yemek: Yetim; babası ölen küçük çocuktur. Hatta Ze-mahşeri'ye göre,
büyük çocuğa da yetim denilebilir. Zira kelimenin lügat manâsı yalnız kalmaktır.
Ancak bu kelime daha ziyade küçükler hakkında kullanılır.
Hadisin zahirine bakılırsa yetim malını yemek mutlak surette- haramdır. Biz bu
mevzuyu 2871 numaralı hadisin şerhinde ayrıntılı olarak açıklamıştık.
6. Düşmana hücum edileceği zaman harpten kaçmak: Ancak bu kaçış, bir müslümana
kendilerinin iki mislinden fazla olmayan bir düşman kuvveti karşısında bulunduğu
zaman haramdır. Daha fazla olurlarsa fazla zayiat vermeyi önlemek için geri
çekilmekte bir sakınca yoktur. Nitekim 2646 numaralı hadisin şerhinde açıklamıştık.
7. Zinadan uzak müslüman kadınlara zina iftirasında bulunmak. Bu hükme erkeklere
edilen zina iftirası da dahildir. Binaenaleyh kadın olsun erkek olsun akıl, baliğ ve
namuslu olan bir müslümana zina iftirasında bulunmanın cezası seksen, köleye kırk
1691
değnek vurmaktır.
Bezl-ül-Mechûd yazarının da açıkladığı gibi, mevzumuzu teşkil eden hadiste Sevr b.
Yezid ismiyle geçen ravinin ismi aslında Sevr b. Zeyd'dir. Nitekim Buhârî'nin
rivayetinde de Sevr b. Zeyd olarak geçmektedir.
Herhalde Ebû Davud'un bazı nüshalarına bu isim yanlışlıkla Sevr b. Yezid olarak
mı
geçmiştir.
2875... Ubeyd b. Umeyr (aynı zamanda) sahabi olan babasının kendisine (şöyle)
dediğini söyledi:
Bir adam Hz. Peygambere (gelerek):
"Ey Allah'ın Rasûlü! Büyük günahlar nelerdir?" diye sordu. (Hz. Peygamber de):
"Onlar dokuzdur." buyurdu. Ve bir önceki hadisin manasını ifade etti. (Bu hadisin
ravisi İbrahim b. Yakub yahutta Ubeyd' bir önceki hadise) ilave olarak (şunları da)
rivayet etti.
" Müslüman olan anne ve babaya karşı gelmek ve ölü iken de diri iken de kıbleniz
[721
olan beyt-i harama saygısızlık yapmaktır."
Açıklama
Bir önceki hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi, Fahr-i Kainat Efendimiz,
ümmetinin tüm günahlardan sakınmalarını temin için büyük günahların hepsini birden
açıklamamış onları ancak yeri geldikçe açıklamıştır. Bu sayede müminler, büyük
günah olur korkusuyla, küçük günahları işlemekten de sakmmışlardır.
Bu hadis-i şerifte bir önceki hadis-i şerife ilave olarak üç büyük günahtan daha
bahsedilmektedir. Bunlar sırasıyla şunlardır:
1. Anneye karşı gelmek
2. Babaya karşı gelmek.
Anneye ve babaya itaatsizlik, hadis-i şerifte "ukûk" kelimesiyle ifade edilmektedir.
Akk ji. ve ukûk: lügatte alakayı kesmek, sıla-i rahimde bulunmamak manasınadır.
Muhammed b. Abdi' s- Selâm bu babda şunları söylemiştir:
"Anneye ve babaya itaatsizliğe ve onlara mahsus olan haklara dair iti-mad
edebileceğim bir kaide bulamadım. Filhakika onlara her emir ve nehy ettikleri şey
hususunda itaat etmek bilittifak vacib değildir. Ama onların izni olmaksızın,
oğullarının cihada gitmesi haram kılınmıştır. Çünkü oğullarının öldürüleceğini veya
azasından bir uzvun kesileceğini düşünür ve buna son derece üzülürler. Çocuklarının
canı veya azasından bir uzvu için tehlikeli görülen her seferin hükmü de budur." Ebû
Amr b. Salah Fetâvâ smda anneye, babaya itaatsizliği şöyle tarif eder: "Haram olan
itaatsizlik vacib fiillerden olmamak şartıyle anne ve babaya azımsanmayacak derecede
eziy-yet veren her fiildir. Çok defa -Günah olmayan her hususta- anneye babaya itaat
farzdır. Bu babda onların emirlerine muhalefette bulunmak, itaatsizliktir denilir.
Alimlerden bir çokları, şüpheli şeyler hususunda bile onlara itaati vacib görmüşlerdir.
Bizim âlimlerimizden bazılarının -anne ve babanın izni olmadan çocuk okumağa ve
ticarete gidebilir- demesi benim söylediklerime muhalif değildir. Çünkü bu söz
173]
mutlaktır. Benim söylediğimde ise kayıtlama vardır.
3. Beyt-i haram (saygı değer ev) denilen Kabe'nin,haram dairesi içerisinde kasden av
avlamak, oradaki yaş ağaçlan kesmek, savaşmak. işteKâ-benin saygınlığını ihlâl eden
bu davranışların hepsi de büyük günahlardandır.
Metinde geçen ölü iken de diri iken de kıbleniz olan sözleriyle kabenin insanların sağ
iken namazlarında kabeye yöneldikleri gibi, ölünce mezara kondukları zamanda
1241
yüzlerinin Kabe'ye çevrildiğine işaret edilmektedir.
11. Mirastan Pay Dağıtılmadan Önce Kefenin Mirastan Temin Edilmesi
2876... Habbâb (b. Eret)'den demiştir ki:
Mus'ab b. Umeyr, Uhud (savaşı) günü şehid edilmişti, (üzerinde) alaca yünlü
kaftandan başka (bir şeyi de) yoktu. Başını örttüğümüz zaman ayaklan dışarda kalıyor,
ayaklarını örttüğümüz zaman da başı dışarıda kalıyordu. Bunun üzerine Rasûlullah
(s.a.)
1751
" Onun başını örtünüz ayaklarının üzerine de (biraz) izhir koyunuz." buyurdu.
Açıklama
Musannif Ebû Dâvûd bu hadisi 3155 numarada tekrar rivâ-yet etmiştir. Biz gerekli
açıklamayı orada yaptığımızdan, burada sadece hadisin, tekfin ve tedfin masrafları
karşılanmadan önce ölünün mirasından hiçbir harcama yapılamayacağına ve hiçbir
kimsenin bir pay alamayacağına delalet ettiğini söylemekle yetiniyoruz. Daha geniş
1261
açıklama için okuyucularımızı sözü geçen hadisin şerhine havale ediyoruz.
12- Hibe Ettiği Bir Mal Kendisine Vasiyyet Edilen Yahutta O Mala Varis Olan
Kimse Hakkında
2877... Büreyde'den demiştir ki: Bir kadın Rasûlullah (s.a.)'e gelereK (Ey Allah'ın
Rasûlü):
"Ben anneme bir cariye bağışlamıştım. (Şimdi ise) annem vefat etti. Bu cariyeyi
(miras olarak) bıraktı'* (Bu hususta ne buyurursunuz? diye sormuş da, (Hz.
Peygamber):
"Senin sevabın kesinleşmiştir. Cariye miras olarak sana dönecektir." buyurmuş. (Sonra
kadın: Ey Allah'ın Rasûlu):
"Annem üzerinde bir aylık oruç borcu olduğu halde Öldü. Benim onun yerine oruç
tutmam yeter mi? -yahutta onun borcunu öder mi?-" diye sormuş (Hz. Peygamber de):
"Evet!" cevabını vermiş. (Sonra kadın; Ey Allah'ın Rasûlü annem):
"Hacc etmedi. Benim onun yerine hacc etmem yeter mi? -Yahutta onun borcunu öder
[221
mi?-" demiş. (Hz. Peygamber yine): "Evet!" cevabım vermiş.
Açıklama
Yakınma bir mal bağışlayan kimsenin, bağışta bulunduğu bu yakınının ölmesi halinde,
bu mal ölünün mirasından sayılır.
Dolayısıyla miras hükümlerine göre taksim edilir.
Eğer bu mal eski sahibinin hissesine düşerse, bu sahibinin hissesinden rücû' etmesi
anlamına gelmez. Çünkü hibeden rücû' etmek (dönmek) istenerek yapılan bir iştir. Bu
malın eski sahibine dönmesi ise gayri ihtiyari bir iştir. Alimlerin çoğunluğu bu
görüştedir. Bazılarına göre, hibe edildikten, yahut sadaka olarak verildikten sonra,
hibe edilen kimsenin ölmesiyle bu malın ilk sahibinin eline geçmesi halinde o maldan
yararlanması caiz değildir. Çünkü, o mal Allah yolunda hibe edilmiş ve ona Allah'ın
hakkı tealluk etmiştir. Bu sebeple onu bir fakire bağışlamak gerekir.
Bu hadis-i şerif üzerinde Ramazan orucu, adak ve keffaret gibi oruç borcu varken ölen
bir kimsenin yerine oruç tutmanın caiz olduğunu söyleyen hadis ulemasıyla, Ebû Sevr,
Tavus, el-Hasen, Zuhrî, Katâde ve Hammad'm delilini teşkil etmektedir. Sözü geçen
âlimlerin delillerini teşkil eden diğer bir hadîs-i şerifte, "üzerinde oruç borcu olduğu
halde ölen kimsenin velisi (yakım) onun yerine oruç tutar" mealindeki 2400 numaralı
hadis-i şeriftir.
Sözü geçen hadisin şerhinde açıkladığımız gibi, İmâm Şafiî'nin eski görüşü de
böyledir. İmam Nevevî de bu görüşü tercih etmiştir.
İmâm Ebû Hanife ile İmâm Mâlik, el-Leys, Evzâî ve Sevrî'ye göre; üzerinde oruç
borcu olduğu halde ölen bir kimsenin yerine oruç tutulamaz. İmam Şafiî'nin yeni
görüşü de böyledir.
Ancak İmam Ebû Hanife ile arkadaşları, üzerinde oruç borcu varken ölen bir kimse,
sağlığında fidye verilmesini vasiyyet etmişse yakınlarının onun hesabına her gün bir
fitre verebileceklerini söylemişlerdir.
İmâm Mâlik'e göre; "yakınlarının onun hesabına hergün için bir müdd vermeleri
yeterlidir.*' Delilleri: "Herhangi bir kimse üzerinde oruç borcu olduğu halde ölürse
1281
onun yerine hergün bir yoksula yemek yedirilsin." mealindeki hadis-i şerifle,
Nesâî'nin Sünen-i Kübra'smda rivayet ettiği "Kimse kimsenin yerine namaz kılamaz,
kimse kimsenin yerine oruç tutamaz" mealindeki hadis-i şeriftir. İmam Ahmed'e göre;
velisi, Ölünün nezrettiği orucu tutabilir. Fakat Ramazan orucunu tutamaz. Ancak
hergün için bir müddlük fitre verebilir.
Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte, üzerinde hac borcu varken ölen bir
kimsenin yerine başka bir kimsenin hac etmesiyle borçlu olarak ölen bu kişinin hac
borcundan kurtulacağı ifade edilmektedir. Bezi yazarının açıklamasına göre; İbn
1291 '
Melek âlimlerin bu mevzuda ittifak ettiklerini söylemiştir.
13- Malını Vakfeden Kişi Hakkında
2878... İbn Ömer'den demiştir ki:
Hayber'de Ömer (b. Hattâb)'m hissesine bir tarla düşmüştü. Bunun üzerine (Ömer)
Peygamber (s.a.)'e gelerek: (Hayber'den)
"Benim hisseme bir tarla düştü. Bana hiçbir zaman ondan daha güzel bir mal isabet
etmedi. Bu tarla hakkında bana ne (yapmamı) emr edersiniz?" dedi. ( Hz. Peygamber
de):
"İstersen (tarlanın) aslını Vakfeder gelirini, tasadduk edersin." buyurdu.
Bunun üzerine Ömer bu toprağın aslı satılmamak, hibe edilmemek, miras yoluyla
mülk edinilmemek şartıyla gelirini fakirlere, yakınlara, köleleri (azat etmek isteyen
kimseler)e Allah yolunda (çalışanlara) ve yolda kalmışlara tasadduk etti. (Çünkü Hz.
Peygamberdin bildirdiği üzere onun aslı satılamaz bağışlanamaz. Miras yoluyla mülk
edinilemez. O ancak fakirler, yakınlar, (Azat edilecek) köleler, Allah yolunda
çalışanlar içindir. (Müsedded, hadisin burasına) Bişr'den (rivayet ettiği şu kelimeyi de)
ilâve etti. "ve konuk(lar)a" (tasadduk etti. Hadisin bundan) sonra(ki kısmında bu
hadisi Müsedded'e nakleden kimseler şu sözleri rivayette) birleştiler.
"Bu toprağa mütevelli olan kimsenin bundan mal edinmeksizin ve mülkiyetine
dokunmaksızm örfe göre yemesinde, bir dostuna yedirmesinde bir günah yoktur.
Müsedded (bu hadise) Bişr'den (naklen şunu da) ilave etti: (Bişr) dedi ki (bana İbn
Avn şöyle) dedi: Muhammed (İbn Sîrin bu hadiste geçen -gayra mutemevvilin malen
kelimesinin) "Gayra müteessilin malen= aslına dokunulmaksızm" (şeklinde rivayet
LM
edilmesi gerektiğini) söyledi.
Açıklama
Her ne kadar metinde geçen "onun aslı satılamaz, bağışlanamaz, miras yoluyla mülk
edinilemez'* şeklindeki şartlar zahirde Hz. Ömer'e aitmiş gibi görünüyorsa da
Beyhâki'nin Sünen-i Kübra'-smda Yahya b. Said yoluyla Nâfı'den rivayet edilen bir
hadis-i şerifte bu şartların Hz. Peygamber tarafından konduğu açıkça ifade edildiği
£81]
gibi, Buhâ-rî'nin bir rivayetinde de bu şartları Hz. Peygamberin koyduğu açıklan-
maktadır. Bu bakımdan biz tercümemizde parantez içerisinde ilave ettiğimiz
açıklamalarla buna işaret ettik. Bu şartların Hz. Ömer tarafından konmuş olduğu kabul
edilse bile, onun bunları Hz. Peygamber'den öğrendiği esaslara uygun olarak koymuş
olduğu muhakkaktır.
Metinde geçen "yakınlar" kelimesiyle vakfeden kimsenin yakınları kas-dedilmiş
olabileceği gibi: "... Bilin ki, ganimet olarak aldığı ri iz şeylerin beş-tebiri Allah'a,
Rasûlüne ve (Allah'ın Rasûlü ile) akrabalığı bulunan(lar) a, yetimlere, yoksullara ve
[821
yolculara aittir..." âyet-i kerimesinde geçen yakınlar da kastedilmiş olabilir.
Müfessirlerin açıklamasına göre, bunlar Ha-şimoğulları ile Abdülmuttaliboğullarıdır.
Hadîs-i şerifte söz konusu edilen vakfın gelirinin nerelere harcanabileceği kesin bir
şekilde belirlenmiştir. Bu yerler şunlardır.
1. Fakirler; kendilerine zekat ve sadaka verilebilenler
2. Köleleri satın alıp azat etmek isteyenlerle, bir miktar para ödeyince azat edileceğine
dair efendisinden söz alan mükateb köleler.
3. Allah yolunda çalışanlar
4. Yolda kaldığı için parasız duruma düşen kimseler
5. Yakınlar
6. Akrabalar
Ayrıca bu şartlar içerisinde araziye bakacak olan mütevellinin örfe uygun bir şekilde,
yani ihtiyacına ve hizmetine uygun düşecek kadar yemesine ve örfe uygun bir şekilde
£831
dostuna ikram edilmesine izin verilmektedir.
Bazı Hükümler
1. Vakıf meşrudur. Buna yalnız Kadi Şureyh muhalefet etmiştir.
2. Cumhuru ulema,tnıam Ebû Yûsuf ve tmam Muhammed, vakfın caiz olduğuna
bununla istidlal etmişlerdir. Vakfı kuran şahıs sağ olduğu müddetçe, vakfettiği malın
gelirini tesadduk etmesinin vacib olduğu hususunda âlimler arasında ihtilaf yoktur. Bir
kimse evini veya arazisini vakfetse, bunların gelirlerini tesadduk etmesi icab eder. Bu,
o malın gelirini nezretmek gibi bir şey olur. Keza vakıf, hakimin hükmü ile yapılmış
veya öldükten sonraya izafe edilmişse, mal sahibinin malı olmaktan çıktığında da
ihtilaf yoktur. Fakat, hakimin hükmü bulunmaz yahut vakfedilen şey öldükten sonraya
izafe edilmezse, caiz olup olmadığı âlimler arasında ihtilaflıdır.
İmam Azam* a göre, bu suretle yapılan vakıf; sahih ve caiz değildir. Sahibi o malı
satabilir, yahut hibe edebilir. Öldükten sonra o mal mirasçılarının olur. İmam Ebû
Yusuf la İmam Muhammed ve Cumhur: "Bu vakıf caizdir, satılamaz, bağışlanamaz,
miras olarak da alınamaz" demişlerdir.
3. Vakfedilen mal, sahibinin mülkünden çıkıp Allah'ın olduğu için satılması,
bağışlanması ve miras olarak alınması caiz değildir.
4. Vakfedilen mal, kime vakfedildi ise onun mülkü olup olamayacağı ihtilaflıdır.
Hanefiler'e göre, o kimsenin mülkü olamaz. O, yalnız gelirinden istifâde eder. Çünkü
vakıf demek: Malın aslını hapsederek gelirini te-sadduktur. Hapis ise o malın mülk
olmasını gerektirmez.
tmam Mâlik ile İmam Ahmed ve bir rivayete göre İmam Şafiî, vakfedilen malın kime
vakfedilmişse onun mülkü olduğuna kaildirler; elverir ki o şahıs ehil olsun. İmam
Şafiî'den diğer bir rivayete göre de vakfedilen malın mülküyeti Allah'a intikal eder. Bu
kavil Hanefıler'den de rivayet olunmuştur.
5. Vakfın mütevellisi, maruf yolu ile yani ihtiyacından fazla birşey almamak şartıyla,
vakfm gelirinden nafaka alabilir. Fakat bu hüküm vakıf
yapılırken mal sahibi ona bir şey tayin etmediğine göredir. Muayyen bir miktar tayin
etmişse, onu alır.
6. Vakıfta şart sahihtir. Hatta: "Vakfın şartı, şari'in nassı gibidir." derler.
7. Hayır işlerinde fazilet ve salah ehli kimselerle istişare yapılmalıdır.
8. Hayber, cebren alınmış ve gaziler arasında ganimet olarak taksim edilerek onların
mülkü olmuştur.
9. Hadis-i şerif, Hz. Ömer'in yüksek faziletine delildir.
10. Yine bu hadis, akrabaya yardımın ve onlara yapılan vakfın faziletini göstermektir.
[841
11. Malım Vakfeden bir kimsenin, vakfın gayesine uygun olarak koymuş olduğu
£851
şartlar geçerlidir.
2879... Yahya b.'Said, Ömer b. Hattab'm vakfından (bahsederken) dedi ki:
Abdulhamid b. Abdillâh b. Abdillâh b. Ömer b. el-Hattab bana (o vakfın vakfiyesinin)
bir suretini yazıverdı (ki şöyledir):
"Bismillahirrahmanirrahim şu (yazı), Allah'ın kulu Ömer'in (Medine' yakınlarında
bulunan) semg (denilen yer) de yazmış olduğu vakfiyedir.
(Yahya b. Said, Hz. Ömer'in maHarım vakfetmesiyle ilgili haberini bir önceki) Nafı'
hadisine uygun şekilde anlattı, (ancak bir önceki hadiste geçen -gayra mutemevvilin
mâlen- kelimesi yerine) "gayra müteessilin = aslına dokunmayarak" (kelimesini)
rivayet etti. (Yahya b. Said rivayetine devamla vakfiyenin kalan metninin şöyle
olduğunu söyledi. Mütevelli, vakfın gelirinden bir kısmını örfe uygun bir şekilde
yedikten, bir kısmını da gerekli yerlere harcadıktan sonra) meyvesinden kalan kısmı
dilenci(ler) ve muhtaç(lar) içindir. (Ravi el-Leys) dedi ki: (Yahya b. Said, Hz. Ömer'in
mallarını vakfetmesi olayını olduğu gibi) anlatmaya devam etti ve şöyle dedi: Semg
(deki vakfın) mütevellisi dilerse onun meyvesinden (bir kısmını satarak parasıyla vak-
fın) hizmeti(ni yürütmesi) için bir köle satın alabilir. (Bu vakfiyeyi) Muaykîb yazdı,
Abdullah b. el-Erkam'da şahid oldu. (Birinci vakfıy-ye burada sona erdi, ikinci
vakfiyye de şöyledir:)
"Bismillahirrahmanirrahim şu, Allah'ın kulu Ömer'in yaptığı va-siyyettir. Eğer
kendisine ölüm gelirse Semg (denilen yerdeki arazi) ile İbn'ül-Ekva bölümü (denilen
küçük hurmalık) ve oradaki (hizmetleri yürüten) köleye ve Hayberdeki (bana düşen)
yüz hisse ile oradaki köleye ve Muhammed (s.a)*in vadi (el-kura)'da ona verdiği, yüz
(yük ağırlığındaki yiyeceğe) (kızım) Hafsa hayatı boyunca mütevelli olacaktır. Sonra
da onun ailesinden aklı başında birisi mütevelli olacaktır. (Şu şartla ki bu vakıf)
satılamaz. (Onunla bir şey) satın alınamaz. (Ancak mütevelli onun gelirini) dilenci ve
muhtaç (kimseler) le (kendi) yakm-lar(m)dan (uygun) gördüğü birisine verebilir.
Ayrıca Vakfa mütmöm da hürriyetine kavuşturmak için) köle satın almasında bir
[861
sakınca yoktur.
Açıklama
Vakıf: Bir mülkün menfaatini halka tahsis edip aynını Allah Teâlâ'nm mülkü
hükmünde olarak temlik ve temellükden müebbeden men etmektir. Bu ta'rif tmameyne
göredir. İmam Azam'a göre; vakıf; bir mülkün ayni (aslı) sahibinin mülkü hükmünde
kalmak üzere menfaatini bir cihete tasadduk eylemektir.
Hadis-i şerifte, Hz. Ömer'in iki ayrı vakıf için iki ayrı vakfiyye (vakfa dair, vakfın
şartların ihtiva eden vesika) yazdırdığı ifade edilmektedir. Bunlardan birincisi,
Besmele ile başlayıp, "Abdullah b. Erkam da Şahid oldu" anlamına gelen cümleyle
sona ermekte, ikincisi de yine Besmeleyle başlayıp metnin sonuna kadar devam
etmektedir. Merhum, Kamil Miras, Hz. Ömer'in vakfettiği hurmalıklar hakkında şu
malumatı veriyor.
İbn Esir Nihayesinde; "serag ve sar m e Ibnü'1-Ekva'; Medine'de ma'ruf ve Hz. Ömer'e
ait iki hurmalıktı. Sonra Hz. Ömer bunları vakfetmiştir." diyor. Mu'cemi Kubrada da
semg, Medine hizasında bir yerin adıdır. Burada Hz. Ömer'in güzel bir hurmalığı
vardı. Bir gün Ömer buraya gitmişti. Orada meşgul olurken ikindi namazını kaçırdı.
Müşarünileyh hazretleri bundan müteessir olarak sahabe toplantısında:
"Bu hurmalık beni namazdan alıkoydu. Şahid olunuz! Bu malım sadakadır," demiştir,
£881
denilmektedir.
Avn-ül Ma'bud yazarının açıklamasına göre, metinde Hz. Ömer'in vakfettiğinden
bahsedilen Hayber'deki yüz hisselik arazisinden maksat: Hayber savaşında
müslümanlarm eline geçipte, müslümanlar arasında dağıtılan araziden Hz. Ömer'in
payına düşen hisse değildir. Buradaki arazi Hayber'-de bir müslümantn hissesine
düşen arazinin yüz misli büyüklükte bir arazidir. Hz. Ömer bunu ganimetlerden
hissesine düşen mallarla satın almıştır. Nitekim şu hadis-i şerifte bu gerçeği dile
getirmektedir. İbn Ömer (r.a.)'dan Ömer (r.a.) Rasülullah (s.a.)'e geldi ve "Ey Allah'ın
Rasûlu, şimdiye kadar hiç sahip olmadığım bir mala sahip oldum... Benim yüzbaş
JM
hayvanım vardı onlarla, Hayber ehlinden yüz hisselik bir yer aldım" dedi.
Metinde geçen "... sonra onun ailesinden aklı başında biri mütevelli olacaktır..."
anlamına gelen cümle, Abdullah b. Şübbe'nin Yezid b. Harun vasıtasıyla İbn Avn'den
rivayet ettiği hadiste "Sonra, Ömer ailesinin büyüklerini mütevelli tayin ediyorum"
anlamına gelen kelimelerle nakledilmiştir. Da-rekuthî'nin rivayeti ile İmam Ahmed'in
Nafı'den rivayet ettiği hadis de böyledir. Bu da gösteriyor ki, Hz. Ömer bu vakıfların
mütevelliliğine önce Hz. Hafsa'yı tayin etmiş, onun ölümünden sonra da önce "onun
başına Ömer ailesinin büyükleri gelecek" şeklinde umumî bir ifade kullanmış, daha
sonra ifadesini özelleştirerek, Hz. Hafsa'nm ailesinden görüşüne güvenilir bir kimseyi,
mütevelli tayin ettiğini açıkça ifade etmiştir. Nitekim Ömer b. Şub-be'nin rivayetine
göre, Ebû Gassân:
"Ben Ömer ailesinin yanında muhafaza edilen bu vakfiyenin bir suretini aldım. Orada
Hz. Hafsa'nm ölümünden sonra bu vakfın mütevelliliğinin Hz. Hafsa'nm ailesine
intikal edeceği ifade ediliyordu." demektedir. Binaenaleyh bu rivayetler arasında bir
çelişki yoktur.
Metin, vakfıyyenin Muaykıb tarafından yazıldığı ifade edildiğine göre, bu vakfiyyenin
Hz. Ömer'in hilafeti zamanmda yazıldığı düşünülebilir. Çünkü Muaykıb Hz. Ömer'in
halifeliği sırasında katibi idi. Nitekim Vakfiyyede Hz. Ömer'den Müminlerin emiri
diye bahsedilmesi de bunu gösterir. Ancak Hz. Ömer'in bu vakfıyyenin metnini Hz.
Peygamber zamanında hazırlayıp, kendi hilafeti döneminde şahitler huzurunda kaleme
aldırmış olması da mümkündür.
Bu hadisle ilgili fıkhi hükümleri bir önceki hadisin şerhinde açıkladığımızdan burada
[901
tekrara lüzum görmüyoruz.
14. Ölen Bir Kimsenin Yerine Sadaka Vermek
2880... Ebû Hüreyre'den demiştir ki: Rasülullah (s.a.) (şöyle) buyurmuştur:
"İnsan Öldüğü zaman (bütün) amel(ler)i kendisinden kesilir. Ancak üç şey müstesna;
im
sadaka-i cariye, faydalanılan ilim ve kendisine dua eden mümin evlâd."
Açıklama
Bu hadisi şerifte, insanın dünyada işlemekte olduğu amellerinin sevabı, ölümüyle
birlikte sona erdiği ve artık bu amellerin sevabı, o kimsenin amel defterine bir daha
yazılmadığı fakat şu üç amelin sevabının insanın ölümünden sonra da yazılmaya
devam ettiği ifade edilmektedir.
1. Sadaka-i cariye: Bir kimsenin ölümünden sonra da devam eden ve Allah rızası için
insanların istifadesine sunulmuş olan hayır müesseseleri, mektepler, camiler, çeşmeler
ve vakıflardır. Sözü geçen bu hayırların sevapları kesilmediği için onlara "sürekli
hayır" anlamına gelen "sadakay-ı cariye" ismi verilir.
2. Kendisinden (sürekli olarak) faydalanılan ilim kişinin sağlığında öğrenip, neşretmiş
olduğu ilimdir. Neşir kitap yazıp yayımlama şeklinde olabileceği gibi, öğrenilen
bilgileri başkalarına öğretme yoluyla da olabilir.
3. Dua eden salih evlât: îbn Hacer el-Mekki'ye göre, burada salih evlat sözüyle
kasdedilen mümin evlattır.
Bu mevzuda Münavi (r.a.) şöyle diyor: "Aslında ölen bir kimsenin arkasından dua
eden her müslümamn duası ölüye ulaştığı halde, burada sadece salih evladın
duasından bahsedilmesinin hikmeti; çocukları, anne ve babalarının ardmdan'dua
etmeye teşviktir.
tmam Nevevî şöyle diyor: Ölünün arkasından verilen sadaka ile edilen duanın
sevabının ölüye ulaştığında âlimler arasında ittifak olduğu gibi, onun ölümünden sonra
mali borçlarının ödenmesinin onu borçtan kurtaracağında da ittifak vardır.
İmam Şafiî ile taraftarlarına göre, üzerinde hac borcu varken Ölen bir kimsenin
arkasından onun hesabına yapılacak hac, onu hac farizası borcundan kurtarır. Eğer bu
kişi ölümünden önce kendisi nafile bir hac yapılmasını vasiyyet etmişse, bu hac
vasiyyet hükmüne girer, dolayısıyle bir vasiyyet olarak o haccm yerine getirilmesi
gerekir. Şafiî mezhebi ve cumhur ulemaya göre; ölünün yerine namaz kılmak caiz
olmadığı gibi, ölü için okunan ve ona bağışlanan Kur'ân'm sevabı da ölüye ulaşmaz.
Yine İmam Şafiî ile cumhur ulemaya göre; ölüye bağışlanan namaz ile orucun sevabı
da ölüye erişmez. Ancak ölünün velisinin yahutta bu velinin izin verdiği bir kimsenin
ölünün yerine tuttuğu farz oruç, Şâfıîlerin müteahhirin âlimlerinin muhakkiklerine
göre, makbul olur. İmam Şafiî'den bu hususta iki görüş rivayet edilmiştir. Bu iki
görüşten en meşhur olanına göre, ölü hesabına tutulmuş olan bu oruç ödenmiş olmaz.
Hattâbî'de, konumuzla alakalı hadis-i şerifin "namaz ile orucun ve bunlara benzeyen
diğer ibadetlerin vekillik kabul etmediğine ve dolayısıyle ölen bir kimsenin üzerinde
borç olarak bulunan bedeni ibadetlerin başkası tarafından ödenemeyeceğine delalet
ettiğini" ifade etmiştir. Hanefi âlimlerinden İbn Abidin bu mevzuda şöyle diyor:
Âlimlerimizin, hac babında, açıkladıklarına göre; insan, namaz, oruç, sadaka ve
benzeri amellerinin sevabını başkasına bağışlayabilir. Hidaye'de böyle denilmiştir.
Hatta Tatarhaniye'de Muhit'ten naklen nafile sadaka veren kimsenin, bütün mü'min ve
mü'minata niyet etmesinin efdal olduğu bildirilmiştir. Çünkü bu onlara erişir ve seva-
bından hiç bir şey eksilmez. Ehl-i sünnet ve'l-cemaat'm mezhebi budur. Yalnız İmam
Mâlik ile Şafiî, sırf bedeni olan namaz ve Kur'ân okumak gibi ibadetleri istisna
etmişlerdir. Onlara göre, bunların sevabı ölüye ulaşmaz. Mutezile taifesi Ehl-i sünnet'e
muhalefet etmişlerdir. Tamamı Fethul-Kadir' dedir.
Ben derim ki: Şafiî'den meşhur olan kavil yukarıda geçmiştir. Şâfıîle-rin müteehhirin
âlimlerinin beyanına göre, meyyit huzurunda okunan Kur'ân ona ulaşır. Keza hemen
Kur'ân'm arkasından dua ulaşır. Çünkü Kur'ân okunan yere rahmet ve bereket iner.
Onun arkasından yapılan duanın kabulü daha yakındır. Bunun muktezası şudur:
Murad, meyyitin Kur'ân'dan is-tifadesidir. Sevabın hasıl olması değildir. Onun için de
dua ederken, "Ya-rabbi okuduğumun sevabı kadar sevabı filana ulaştır!" demeyi tercih
etmişlerdir.
Bize gelince, meyyite ulaşan bizzat sevaptır.Bahır'da şöyle denilmiştir: "Bir kimse
oruç tutar, namaz kılar veya sadaka verir de sevabını başka bir ölüye veya diriye
bağışlarsa caiz olur. Bu sevab Ehl-i sünnet ve'l-cemaat'a göre onlara ulaşır."
Bedayi'de böyle denilmiş, sonra şöyle devam edilmiştir: "Bundan anlaşılır ki,
bağışlanan kimsenin ölü veya diri olmasının farkı yoktur. Zahire göre, sevabı, o fiili
yaparken bağışlamasıyla, evvela kendisi için yapıp sonra başkasına bağışlaması
arasında fark yoktur." Fetava'da, "Farzlarda caiz değildir diyenler olmuştur." ibaresi
192]
vardır.
[93]
"İnsana, kazandığından başka bir şey yoktur." âyetine gelince: O te'vil edilmiştir.
Yani ancak bağışlarsa caiz olur denilmiştir.
Nitekim Kemal tahkikini yapmış kısaca şöyle demiştir: "Ayet-i kerime, Mutezile
taifesinin söylediği manâda zahir ise de nesih veya takyid edilmiş olması ihtimali
vardır. Bu neticeyi tesbit eden hadis sabit olmuştur ki, o da Peygamber (s.a.)'in iki ala
koç kurban etmesidir. Bunların birini kendi namına diğerini ümmeti namına kesmiştir.
Bu hadisi sahabeden bir çok kimseler rivayet etmiş; hadis yaygın bir hal almıştır.
Binaenaleyh meşhur olması ihtimalden uzak değildir. Meşhur hadisle ise, mutlak olan
âyet takyid edilebilir. Dârekutnî'nin rivayetine göre, biri Peygamber (s.a.)'e sormuş;
"Annem babam vardı. Hayatlarında kendilerine itaat ederdim ölümlerinden sonra
onlara ne iyilik edeyim?" demiş. Rasûlullah (s. a.):
"Öldükten sonra hayır namına kendi namazınla birlikte onlar için de namaz; orucunla
birlikte onlar için de oruç tutmalısın" buyurmuştur. Hz. Ali'den dahi Rasûlullah
(s.a.)'den naklen şu hadis rivayet olunmuştur.
"Bir kimse kabristana uğrar da on bir defa ihlâs sûresini okur ve sevabını ölülere
bağışlarsa» kendisine ölülerin sayısınca sevap verilir." Enes'den de rivayet olunmuştur
ki:
"Ya Rasûlullah! Biz ölülerimiz namına sadaka veriyoruz. Onlar namına haccediyor
duada bulunuyoruz. Acaba bu onlara vasıl oluyor mu?" diye sormuş. Rasûlullah (s.a.),
"Evet, onlara vasıl olur ve onlar bundan, sizden birine bir tabak hediye geldiği zaman
nasıl sevinirse öyle sevinirler" buyurmuştur.
Bu hadisi, Ebû Hafs Ükberî rivayet etmiştir. Bir rivayete göre Peygamber (s.a.):
"Ölülerinize Yasin okuyun!" buyurmuştur. Bu hadisi Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Bütün bunlar ve sözü uzatırız korkusuyla bıraktıklarımız arasındaki kadr-i müşterek
tevatür derecesini bulmaktadır. Bu kadr-i müşterekten murad, başkasının amelinden
faydalanmaktır. Keza Kur'ân-ı Kerim'de, anneye babaya dua edilmesi emr
buyurulmuştur. Meleklerin mü'minlere istiğfarda bulundukları haber verilmiştir.
Bunlar fayda hasıl olduğunu göstermekte kesindir. Ve bunlar Mutezile'nin istidlal
ettikleri âyetin zahirine muhaliftir. Çünkü o âyetin zahiri, bir kimsenin biri için
istiğfarda bulunması hiçbir vecihle fayda vermeyeceğini gösterir. Çünkü bu kendi
emeği değildir. Biz, "Ayetin zahiri murad değildir" diyerek, onu kişi hibe etmezse
diye kayıtladık. Bu, mensuhtur demekten evlâdır. Zira daha kolaydır. İrade ettikten
sonra batıl olma yoktur. Bir de bu âyet haber kabilindendir. Haberlerde nesih yoktur.
Yahut âyetteki "lâm', ala" manasınadır. Bu ikinci bir cevabtır. Ama Kemal onu
reddetmiştir. Çünkü âyetin zahirinden ve gelişinden uzaktır. Ayet, yüz çeviren ve
cimrilik eden kimseye va'z ve nasihattir. Şu da var ki bu âyet, "Hiç kimse başkasının
günahını yüklenmez" âyetiyle tekerrür etmektedir. Daha başka cevaplar da verilmiştir.
Onları Zeylâî ve başkaları sıralamıştır. Bazıları şunlardır:
1. Bu âyet neshedilmiştir.
2. Bu âyet Musa ve İbrahim (a.s.)'m kavimlerine mahsustur. Çünkü onların
sahifelerindekini hikaye etmektedir.
3. Bu âyetteki insandan murad kafirdir.
4. Bu adalet yoluyla değil, fakat fazl ve ihsan yoluyla olur demektir.
5. İnsana ancak emeğinin karşılığı vardır. Lakin bazan çalışması esbaba tevessüle olur.
İhvanını çoğaltır. İmanı tahsil eder. Peygamber (s.a)'in "Ademoğlu ölünce ameli
kesilir. Ancak üç şeyden kesilmez..." hadisine gelinçe: Bu hadis, başkasının ameli
kesildiğine delalet etmez. Bizim sözümüz ise, başkasının ameli hakkındadır. (Zeylâî)
"Kimse kimse namına oruç tutamaz ve kimse kimse namına namaz kılamaz." hadisi
ise borçtan kurtulmak hususundadır. Sevap hakkında değildir. Nitekim Bamr'da beyan
194]
edilmiştir.
Celadeddin Suyutî, sevabı kesilmeyen hayırların sayısını bir şiirinde ona çıkarmıştır ki
sırasıyla şunlardır.
1. Neşredilmiş ilim 2. Evladın duası, 3. Ağaç dikmek 4. Sadaka-ı cariye 5. Miras
olarak bırakılan Kur'ân-ı Kerim 6. Sınırda nöbet tutmak 7. Kuyu kazmak 8. Bir nehrin
suyunu bir yere akıtıp insanların istifadesine sunmak 9. Gariplerin barınması için
hanlar ve imaretler inşa etmek 10. İçerisinde zikir yapılması yahut ta Kur'ân-ı Kerim
[951 '
okunması için bina inşa etmek.
15. Kendisi İçin Sadaka Verilmesini Vasiyet Etmeden Ölen Bir Kimsenin Yerine
Sadaka Verilebilir Mi?
2881... Aişe (r.a)'den rivayet olunduğuna göre; bir kadın (Hz. Peygamber'e gelerek)
"Ey Allah'ın Rasûlü, annem ansızın vefat etti. Eğer bu ani ölüm başına gelmeseydi
(kanaatimce malının bir kısmını) tasadduk (etmemizi vasiyyet) ederdi ve (mutlaka
malının bir kısmını da kendi eliyle halka) verirdi. Şimdi benim onun yerine sadaka
vermem yeterli midir?" diye sormuş da Peygamber (s. a.):
1961
"Evet onun yerine sadaka ver!" buyurmuş.
Açıklama
Bu hadisi şerifte, ölünün ardmdan verilen sadakaların sevabinin, ölüye ulaşacağı ifade
edilmektedir. Ibn Mace'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte, ölünün ardından verilen
1971
hayırların onun günahlarına keffaret olacağı ifade edilirken yine İbn Mace'nin
rivayet ettiği bir hadis-i şerifte de ölünün arkasından verilen bir sadakanın sevabının
hem ölüye hem de bu sadakayı veren kimseye yazılacağı açıklanmaktadır. Her ne
kadar konumuzla alakalı bu hadis-i şerifte, ölen annesinin yerine sadaka vermesinin
caiz olup olmadığını soran kimsenin bir kadın olduğu ifade ediliyorsa da, kutub-i
sittenin diğer rivayetlerinde bu soruyu soran kimsenin bir erkek olduğu ifade
edilmektedir.
Hafız İbn Hacer'in açıklamasına göre; kutub-i sittenin bu mevzudaki diğer rivayetleri,
Sünen-i Ebû Davud'un rivayetine nisbetle daha sağlam ve tercihe şayandır. Çünkü bu
soruyu soran zât gerçekte Sa'd b. Ubadedir. Annesinin ismi de Amre'dir. Hanefi
âlimlerinden Bedruddin Ayninin açıklamasına göre; Sünen-i Ebû Dâvûd da anlatılan
hadise, ile kutub-u sittenin diğer rivayetlerinde anlatılan hadiseler aynı hadiseler
İM
değildir. Ayrı ayrı zamanlarda vukubulmuş, birbirine benzeyen iki ayrı hadisedir.
Bazı Hükümler
1. Müslüman bir ölünün ardında sadaka vermek müstehaptır.
2. Müslüman bir ölünün ardından sadaka verebilmek için, ölünün bu sadakanın
verilmesini vasiyet etmiş olması şart değildir. Biz, fıkıh âlimlerinin bu mevzudaki
görüşlerini bir önceki hadisin şerhinde açıkladığımız için burada tekrara lüzum
£921
görmüyoruz.
2882... İbn Abbas'dan demiştir ki; bir adam(Hz.Peygamber'in huzuruna gelerek)
"Ey Allah'ın Rasûlü annem vefat etti. Onun yerine sadaka versem ona faydası
olur,mu?" diye sormuş (Peygamber efendimiz):
"Evet!" cevabını vermiş (Bunun üzerine adam):
"Öyleyse benim bir bostanım var, bu bostanı annemin yerine sadaka olarak verdiğime
UM
dair seni şahid tutuyorum" demiş.
Açıklama
Bu hadis-i şerifte, malından hayır verilmesini vasiyyet etmeden ölen bir kimsenin
ardından verilen sadakaların sevabının ona yetişeceğini ifade etmektedir. Biz Fıkıh
âlimlerinin bu mevzudaki görüşlerini 2850 numaralı hadisin şerhinde
[101]
açıkladığımızdan burada tekrara lüzum görmüyoruz.
16. Velisi Müslüman Olan Bir Harbinin Vasiyetini Yerine Getirmek Gerekir Mi?
2883... Amr b. Şuayb'm dedesi Amr b. As'dan rivayet olunduğuna göre:
As b. Vail kendi hesabına (ölümünden sonra) yüz köle âzât edilmeşini (oğullarına)
vasiyyet etmişti. Bunun üzerine oğlu Hişam, elli köle azat etti. Kalan elli köleyi de
(diğer) oğlu Amr (b. As) azat etmek istedi ve "Ben (bunu bir) Rasûlullah (s.a.)'e
sorayım" dedi. Sonra (Hz. Peygamberin huzuruna varıp):
"Ey Allah'ın Rasûlü babam kendi hesabına yüz köle azat edilmesini vasiyyet et(miş)ti.
(kardeşim) Hişam onun hesabına elli köle azat etti. Şimdi babamın üzerinde borç
olarak elli köle kaldı. (Bu elli köleyi) onun hesabına azat edebilir miyim?" dedi.
Rasûlullah (s.a.) de:
"Eğer o müslüman olsaydı da onun hesabına köle azat el şeydiniz, yahut sadaka
£102]
verseydiniz, ya da hacc etseydiniz bu(nlarm sevabı) ona erişirdi" buyurdu.
Açıklama
Harbi: Müslümanlarla aralarında sulh akdi bulunmayan ülke ahalisinden herbırıdır.
[103]
Bu hadis-i şerifte, ölümünden sonra kendi hesabına yüz köle azat edilmesini iki oğluna
vasiyyet ederek öldüğünden bahsedilen kimse, Hz. Peygambere düşmanlığıyla tanınan
ve Mekke müşriklerinin ileri gelenlerinden olan As b. Vâildir. Müşrik olarak yaşamış,
müşrik olarak ölmüştür.
Kendilerine yüz köle azat etmeleri için vasiyyette bulunduğu oğulları ise Hişâm (r.a.)
ile Artır (r.a.)dır. İbn Hibban'm rivayetine göre Hişam, İslama girmeden önce Ebû-As
künyesiyle künyelenmişti. Fakat Hz. Peygamber onun bu künyesini değiştirerek O'na
Ebû Muti künyesini verdi. Hz. Hişam İsla-mm ilk yıllarında müslüman olmuş, Mekke
müşriklerinin dayanılmaz işkencelerinden kurtulmak için bazı müslümanlarla birlikte
Habeşistana hicret etmişti.
Yermük savaşında Allah yolunda savaşırken şehid oldu. İbn Sa'd'm açıklamasına göre,
annesi Ümmü Hanmele b. Hişam b. el-Muğîre'dir.
As b. Vâil'in diğer oğlu ise, Hz. Hişam'm ağabeyi olan meşhur Mısır fatihi Amr b.
Lİ041
As'dır.
Bazı Hükümler
1. Sadakanın kafire faydası olmaz.
2. Ölen bir muslumanm arkasından yapılan malı ve bedeni ibadetlerin sevabı ona
ulaşır.
3. Kafirin mirasçılarının veya yakınlarının, onun vasiyy etini yerine getirmeleri
gerekmez.
[1051
4. Ölen bir muslumanm yerine köle azat edip sevabını ona bağışlamak caizdir.
17. Borçlu Olarak Ölüpte Geride Borcunu Ödeyecek Kadar Parası Kalan
Kimsenin, Alacaklılarından, Alacaklarını Tehir Etmeleri Ve Mirasçılara Karşı
Yıjmuşak Davranmaları İstenir Mi?
2884... Cabir b. Abdullah'ın haber verdiğine göre; babası bir ya-hudiye otuz vesk
borcu varken ölmüş. Cabir yahudiden bu borcu ertelemesini istemişse de yahudi
(bunu) kabul etmemiş. Bunun üzerine Cabir Peygamber (s.a.)'e gidip (yahudinin
alacağını ertelemesi hususunda) aracılık etmesini rica etmiş. Rasûlullah (s. a.) de
yahudiye varıp alacağına karşılık olmak üzere Cabir'in hurma ağaçlarının meyvesini
almasını teklif etmiş. Yahudi bunu da kabul etmemiş sonra Rasûlullah (s.a.) yahudiye
(borcunu ödemesi için) Cabir'e biraz mühlet vermesini teklif etmiş. (Yahudi bunu da)
kabul etmemiş. (Vehb b. Key-san) bu hadisi(n tamamını sonuna kadar) rivayet
£1061
etmiştir.
Açıklama
Vesk: Kûfelilere göre,-200 kg. lık bir ölçektir. 60 sa' Rasul-u Zîşan Efendimizin,
Yahudiye, Hz. Cabir'den alacağı olan otuz vesk (- 6000 Kg) kuru hurma yerine onun
hurma ağaçlarında bulunan yaş hurmayı almasını teklif etmekle, kuru hurma
karşılığında yaş hurma satın almasını teklif etmiş değil, ancak ikisi arasında bir sulh
akdi teklif etmiştir. Yaş hurma ile kuru hurma satın almayı Rasûl-u Ekrem
£1071
Efendimizin bizzat kendisi yasaklamış olduğundan âlimler Rasûl-u Ekrem
Efendimizin yahu-diye yaptığı teklifin bir alış-veriş teklifi olmayıp, sulh teklifi
olduğuna hüküm etmişlerdir.
Hz. Câbir'in hurmalığından elde edilecek hurma miktarının, Hz. Câbir'in borcu olan
otuz vesk hurmadan az olduğu tahmin edildiği için, yahu-di bu sulh teklifini kabule
yanaşmamıştır.
Hadisin devamından anlaşıldığına göre, Hz. Peygamber, Câbir'in hurmalığını şöyle bir
gezdikten sonra, Cabir'den bu ağaçların hurmalarını toplayıp yahudiye olan borcunu
ödemesini istemiş, Cabir de bu teklifi kabul ederek hurmaları toplamış. Neticede
toplanan hurmadan yahudinin borcu ödendikten sonra, İbn Mace'nin rivayetine göre
oniki vesk, Buhârî'nin rivayetine göre, onyedi vesk artmıştır. Çünkü Hz. Peygamberin
bu hurmalığı gezmesiyle Cenab-ı Hak o hurmalara fevkalade bir bereket ihsan
etmiştir.
Hadisin devamı İbn Mace'nin Öünen'inde şu manâya gelen lafızlarla rivayet
olunmuştur. "... Bunun üzerine Rasûlullah (s. a.) Câbir'in hurmalığına girdi ve içinde
(bir süre) dolaştıktan sonra Cabir'e:
"Ağaçlardaki hurmaları yahudi İçin topla ve onun borcunun tamamını ver" buyurdu.
Rasûlullah (s. a.) hurmalıktan döndükten sonra Cabir de yahudi için otuz vesk hurma
topladı. Ve oniki vesk de kendisi için arttı. Sonra Cabir olup biten bu durumu
Rasûlullah (s.a.)'e haber vermek üzere O'nun yanma gitti. Fakat Rasûlullah (s.a.)M
(yerinde) bulamadı. Rasûlullah (s.a.) (gittiği yerden) dönünce, Câbir O'nun yanma
vardı. Yahudinin borcunun tamamını ödediğini haber verdi. Oniki veskin arttığım arz
etti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.) (Cabir'e):
"Bu durumu Ömer b. Hattâb'a haber ver." buyurdu. Cabir de Ömer (r.a.)'a gelip haber
verdi. Ömer, Cabir'e:
"Andolsun Rasûlullah (s.a.) hurmalıkta dolaştığı zaman kesin olarak bildim ki Allah
' im
muhakkak hurmalığı bereketlendirecektir" dedi.
m
Şevkanî, Neylü'l-Evtâr, VI-36.
m
Debbağoğlu Ahmet, Ansiltlobedik Büyük İslam İlmihali, 667, 668, 669.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/45-46.
m
Buharî, vesaya 1; Müslim, vasiyye 1, 4; Tirmizî, vasiyyet 3, cenaiz 5; Nesâî Vesaya 1; İbn Mâce, vesaya 2; Darimî, vesaya T; Muvatta, vesaya 1;
Ahmedb. Hanbel, II- 4, 10,35,50, 57, 80, 113.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/47.
IH
Müslim, vesaya 46.
[İl
el-Bakara, (2), 180.
[6]
Müslim, vasiyye 1 .
m
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/47-48.
mı
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/48-49.
121
Buhârî, Megazi 83, vesaya 1; Müslim, vasiyyet 18, Nesâi, thbas 1; İbn Mâce, vesâya, 1.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/49.
rıoı
Aliyyü'l-Kari, Mirkat-ül-mefatih V-504, 505.
Lül
Buhârî, cihad 61, 86, humus 3, meğazi 83, vesaya 1; Müslim, vasiyye 18, Miras Kamil, Tecrid-i Sarih VIII-235, Hadis: 1167.
ri2i
Buhâri, vesaya 32; Müslim cihad 55; Muvatta, kelam 28; Ahmed b. Hanbel, 1 1-242, 376, 464; Miras Kamil, Tecrid-i sarih VIII-273, hadis: 1 173.
ri3i
2963 numaralı hadis.
ri4i
3029 numaralı hadis.
[İÜ
Aliyyü'l-Kari Mirkatu'l-Mefatih, V-504.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/49-50.
[161
Buhâri, cenaiz 37, vesaya2, Menakıbii'l-ensar 49, nafakat 1, merza 16; daıvat43; Müslim, vasiyye 5; Tirmizî, vasiyye 1; Nesâî, vesaya 3; İbn
Mâce, vesaya 5; Darimî, vesaya 7; Muvatta, vasiyyet 4; Ahmed b. Hanbel, 1-173, 176, 179.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/50-51.
im
Miras Kamil, Tecrid-i Sarih VIII-245.
[181
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/52-54.
ri9i
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/54-55.
[201
Buhâri, zekât 11, vesaya 7; Müslim, zekât 93; Nesaî, vesâya 1; Ahmed b. Hanbel II, 231, 250, 415, 447; İbn Mâce, vesâya 4.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/55.
[211
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
[221
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
[231
el-Bakara (2), 268.
[2£
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
[251
Nisa (4), 11.
[261
Nisa (4), 13.
[271
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
[281
el-Mubarekffirî, Tuhfetü'l Ahvezî, VI, 304.
[291
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
[M
Müslim, imare (17); Nesâî, vesaya 10.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/59-60.
Hil
Yusuf (12), 55.
[321
Müslim, imâre 16.
[331
Buhârî, zekât 16, hudud 19; Müslim, zekât 91; Tirmizî, ahkâm 4, cenne 2, zühd 53; Nesaî, kaza 3; İbn Mâce, siyam 48; Muvatta; şa'r 14; Ahmed b.
Hanbel, II, 305, 439, 444, 445.
[341
Mansur Ali Nasır, el-Tâc 111-41 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/60-61.
[351
Bakara (2), 180.
Yayınevi: 11/55-56.
Yayınevi: 11/57.
Yayınevi: 11/57.
Yayınevi: 11/58.
Yayınevi: 11/58-59.
[361
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/61.
[37]
2870 nolü hadis.
[381
Süleyman Ateş, Kur'ân-ı Kerim'in yüce meali ve çağdaş tefsiri I, 169.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/61-62.
[391
Buhâri, vesaya 6, buyu 88; Tirmizî, vesaya 5; Nesaî, vesaya 5; tbn Mâce, vesâya 6; Da-rimi, vesaya 28; Ahmed b. Hanbel, IV, 186, 187, 238, 239,
286, V, 268.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/62.
[4pJ
Ömer Nasuhi Bilmen, Huktık-ı Islamiye ve Istılâhat-ı Fıkhıyye Kamusu, V, 125.
[411
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/62-64.
[421
Enam, (6) 152.
[431
Nisa, (4) 10.
[441
Bakara, (2) 220.
[451
Nesâî, vesâyâ, 1 1 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/64-65.
[461
Nisa, (4) 6.
[471
Nisa, (4) 2.
[48J
Nisa, (4) 10.
[49J
Nisa, (4) 127.
[501
Bakara, (2) 188.
[511
Kur'ân-ı Kerimin Ahkam Tefsiri, Terceme; Mazhar Taş kesenlioğlu, 1-371, 373.
[521
Kur'ân-ı Kerimin Ahkam Tefsiri, Terceme; Mazhar Taşkesenlioğlu, 1-371, 373.
[ŞU
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/65-66.
[541
Buhâri, Şürût 19, vekâle 12; Müslim, vasiyye 15; Tirmizî, ahkam 36; Nesâî, vesâyâ 11; tbn Mâce, vesâyâ 9; Ahmed b. Hanbel II, 13, 216.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/66-67.
[551
Nisa, (4) 6.
[561
Hatipoğlu Haydar; Sünen-i b. Mâce tercemesi ve şerhi. VII, 403.
£571
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/67-68.
[581
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/68-69.
[591
Nisa, (4) 5.
[601
Bakara, (2) 282.
[611
Nisâ, (4) 6.
[621
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/69-70.
[63J
Buhâri, vesâya 23, hudud 44, muharibin 30; Müslim, imân 144; Ebû Dâvud cihad 96; Nesâî, vesaya 12, Tirmizî İsti'zân 33.
[641
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/71.
[65J
Nisa, (4)31.
[66J
İsrâ, (17) 32.
[671
Bakara, (2) 102.
[681
Bakara, (2) 102.
[69J
Davudoğlu A; Sahih-i Müslim tercüme ve şerhi 1-374-378.
ım
Buhâri, vesaya 23.
mı
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/71-77.
£721
Buhâri, edep 6, Isti'zân 35, îman 16, Istitabe 1, diyat 2, şehâdât 10; Müslim, imân 143, 144; Tirmizî, birr 4, büyü 3, şehâdât 3, Tefsir sûre III, 4-7;
Nesâi, tahrim 3, kasame 49, Danmî, diyât 9, Ahmed b. Hanbel, 11-201, 203, 214, III-131, 134, 495, V-36, 38.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/77-78.
mı
Davudoğlu A. Sahih-i Müslim tercüme ve şerhi 1-368.
mı
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/78-79.
mı
Buhâri, cenâiz 28, menakıb-til-ensar 45, megazİ 17, 26, rikâk 16; Müslim, cenâiz 44; Nesâi, cenaiz 40; Tirmizî, menakıb 53; Ahmed b. Hanbel V-
109, 112VI-395.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/79.
[761
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/80.
mı
Müslim, siyam 158; Tirmizî, hacc 85; İbn Mâce, siyam 51; Ebû Dâvûd, zekat.24, ey-man 24.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/80-81.
mı
ibn Mâce, siyam 50.
mı
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/81-82.
[801
Buhâri, şarut 19, vesaya 22, 28, 29, eyman 33; Müslim, vasaye, 15; Tirmizî, ahkam 36; Nesâî, ihbas 2; İbn Mâce, sadakat 4; Ahmed b. Hanbel 1 1-
11,12.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/82-83.
mı
Buhârî, vesaya 22.
[821
Enfal,(8)41.
[831
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/83-84.
[841
Davudoğlu A., Sahih-i Müslim, Tercüme ve Şerhi VIII-187, 188.
[85J
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/84-85.
[M
Buhârî, vesaya 22.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/85-86.
[871
Bilmen Ö. Nasuhi Istılahat-ı Fıkkıyye Kamusu IV-284.
[881
Miras Kamil, Tecrid-i Sarih Tercemesi VII-2 1 6.
[891
Nesâî, ihbas 3.
[901
Sünen-i Ebu Davud Ter