بَابُ النَّهْيِ عَنِ الجِدَالِ وَاتِّبَاعِ الْمُتَشَابِهِ مِنَ الْقُرْآنِ

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

بَابُ النَّهْيِ عَنِ الجِدَالِ وَاتِّبَاعِ الْمُتَشَابِهِ مِنَ الْقُرْآنِ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

4045 حَدَّثَنَا الْقَعْنَبِيُّ ، حَدَّثَنَا يَزِيدُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ التَّسْتُرِيُّ ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أَبِي مُلَيْكَةَ ، عَنِ الْقَاسِمِ بْنِ مُحَمَّدٍ ، عَنْ عَائِشَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهَا ، قَالَتْ : قَرَأَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ هَذِهِ الْآيَةَ { هُوَ الَّذِي أَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ } إِلَى { أُولُو الْأَلْبَابِ } قَالَتْ : فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَإِذَا رَأَيْتُمُ الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ، فَأُولَئِكَ الَّذِينَ سَمَّى اللَّهُ فَاحْذَرُوهُمْ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

(He forbade) reading the Qur'an while bowing and prostrating.

(4598) Aişe (r.a.)'den (rivayet olunmuştur:) Dedi ki: Rasûlullah (s.a.) "Kitabı sana o



indirdi. Onun bazı âyetleri açık anlamlıdır" (mealindeki) ayeti, "Akl-i selim

[321

sahihleri (nden başkası düşünüp anlamaz)" sözüne kadar okudu ve: Kur'an-ı
Kerinı'den, müteşabih olan ayetlere sarılanları gördüğünüz zaman (şunu unutmayınız
ki); onlar Allah'ın, (Al-i İmran suresinin yedinci ayetinde kendilerini "kalplerinde
eğrilik olanlar" diye) isimlendirdiği kimselerdir. Binaenaleyh, onlar (la oturup

1331

konuşmak)dan kaçınınız." buyurdu.
Açıklama

Muhkem kelimesinin aslı olan "ihkâm" sözlükte bir şeyi kuvvetli dayanıklı ve
metanetli yapmak anlamındadır. "Muhkem" de "ihkâm" masdanndan türetilmiş bir
ism-i meful olup, güzelleştirilmiş, sağlamlaştırılmış, metin kılınmış, yerli yerince
yapılmış anlamına gelir. "Teşabûh" ve "İştibâh" ise, iki şeyin birbirinden
ayrılamayacak şekilde birbirine benzemesidir. Terim olarak bu iki kelimenin anlamı,



kısa ve özlü olarak şöyle ifade edilebilir: Muhkem, manası kolaylıkla anlaşılan, harici
bir tesire ihtiyaç göstermeyen ve tek manası olan ayetlerdir. Müteşabih ise, bir çok
manaya ihtimali olup bu manalardan birini tayin veya tercih edebilmek için harici bir

[341

delile ihtiyacı olan âyetlerdir.

Muhkem Ve Müteşabih Konusunda Alimlerin Görüşleri

Görüldüğü gibi bu iki kelimenin sözlük manalarında bir zıtlık bahis konusu değilken,
Al-i İmran süresindeki ayette bu iki kelime terim manasında birbirinin karşıtı olarak
kullanılmaktadır. Bu iki kelimenin tarifinde çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Genel
olarak, manası açık olan ayetlere muhkem, manasını Allah'tan başka kimsenin
bilemeyeceği ayetlere de müteşabih demişlerdir. Biz burada her iki kelimenin sözlük
manalarından ziyade, terim manası üzerinde duracağız. Muhkem terimi de açık ve
vazıh manasını ifade ettiğinden daha fazla miiteşabihat üzerinde durulacaktır.
Müteşabih olan ayetler hakkında alimler iki kısma ayrılmışlardır:

a) Selef mezhebi: Genellikle müteşabih ayetler, Allah'ın sıfatları üzerinde cereyan
eder. Bu mezhebe göre Allah'ın müteşabih sıfatları bilinir (ma'lum) gibi görünürse de,
bu sıfatların Allah'a verilmesini (isnadını) mümkün görmediklerinden, bunların tayini
hususunu Allah'a havale (tefviz) etmişlerdir. Onlara sadece inanmak gerekir. Bu
konuda imam Malik b. Enes (öl. 179/795)'in şu sözü, selef mezhebi görüşünün bir

1351

formülü olmuştur. İmam Malik "Allah Arşa istiva etti" ayetindeki "istiva" keli-
mesi hakkında soru soran kimseye:

"İstiva malumdur, onun nasıl olduğu (keyfiyeti) bilinemez, buna dair som sormak
bid'attir. Senin kötü bir insan olduğunu zannederim. Onu benim yanımdan çıkarın"
demiştir. İlk devirde bu müteşabih ayetler olduğu gibi kabul edilir, onlara inanılır,
fakat onların bilinmesi Allah'a bırakılır, onlar üzerinde durulmazdı. Çünkü Kur'an bu

[361

gibi ayetleri kurcalayanların kalblerinin hasta olduğunu beyan etmektedir.
Bu işi Hz. Ömer de sıkı tutmuştur. Sabiğ adında biri, bir gün Medine'ye gelmiş ve
Kur'an'm müteşabihatı hakkında sorular soruyormus. Bunu haber alan Hz. Ömer, onu
çağırtıp yaş hurma dallarıyla başını ka-natmcaya kadar dövmüş ve onu Medine'den
memleketine göndermiş, bu şahısla kimsenin görüşmemesini Ebu Musa El-Eş'ari (Öl.

£371

44/664)'ye emretmiş.

b) Halef mezhebine göre ise müteşabih ayetleri, Allah'ın zatına sıfatlarına ve Kur'an-ı
Kerim'iri genel mevzuatına yakışır bir şekilde te'vil etmek caizdir. Halef ulemasından
bazılarının bu mevzudaki görüşleri şöyledir:

İmam-! Maturidî (v.333/944): Şeriata muhalif olmayan noktalarda akim hükmünü esas
kabul eder. Fakat Şeriata muhalif düşerse elbette Şeriatın hükmüne boyun eğmek
gerekeceğini söyler. İşte bu yol yani nass-lardan yardım istemekle beraber aklî
düşüncenin şart oluşu hususu, onun Kur'an'ı tefsir konusundaki, ilkesidir. Bunun
içindir ki, Kur'an'ı tefsir ederken müteşabih ayetleri muhkem ayetlere hamletmekte ve
böylece müteşabihleri muhkemlerin delaletiyle te'vil etmektedir.
Nazari mevzularda te'vile en çok yönelen mezhep Mıf tezile olmuştur. Eş'ariler de bazı
konularda te'vil yolunu tutmuşlardır. Mesela "Amellerin terazi ile tartılması"



hakkındaki nasları te'vil eden İmam el-Eş'arî (v. 324/936) "Ameller değil amellerin
yazıldığı kağıtlar tartılacak ve Allah bu kağıtlar üzerinde amellerin derecesine ve
miktarına göre ağırlık yaratacaktır" demiştir. Mu'tezile ise terazinin kendisini te'vil
ederek "Terazi, herkese amelinin miktarının bildirilmesinden ibarettir." demiştir.
İmam el-Gazzali (v. 505/1 1 ll)'de akim imkansız olarak gödüğü meselelerde varid olan
nassları te'vil etmenin gereğine inanır. Çünkü "nas-sm akla uygun olmayan hükümler
ihtiva etmesi düşünülemez." der.

Müteahhir, selef ulemasından İbn Teynıiyye (v. 738/1328) ise reddo-lunan ve
kötülenen te'vilin, sözün zahiri manasından, zahirine muhalif bir başka manaya
aktarılması şeklindeki te'vil olduğunu söyler.

Rumeli kazaskerlerinden Kemaleddîn el- Beyâdî (v. 1098/1687) ise ehl-i sünnetin hem
akla, hem de diğer nakli delillere kat'iyyetle zıt gibi görünen nassları zaruri olarak
te'vil yoluna gittiğini kaydederek, Allah'ın hüccetleri arasında zıtlık ve çelişkinin
bulunmadığını zikreder.

Te'vile aklen zaruret vardır. Kur'an ve hadislerde zahirleri itibariyla birbirleriyle
çelişkili görünen nasslar vardır. Allah'ı yarattıklarına benzetmeye götüren lafızlar
bulunmaktadır. Bu lafızlarda zahiren görülen çelişkinin te'vil yoluyla uzlaş tm İmasm
a duyulan ihtiyaç ortadadır. Te'vilin gereğine inanan Ebu Zehra şöyle der: "Kur'an'da
geçen "eli", kudret ve nimet; yüzü, zat; hadiste geçen dünya semasına inmeyi, hesabın
yaklaşması veya Allah'ın kullarına yakın olması manasında tefsir ve te'vil etmek doğru
olur. Nitekim Kelam alimlerinden, fukaha ve muhaddislerden pek çoğu böyle
yapmıştır. Bu tip bir davranış onların keyfiyetini bilememekten, harfi harfine zahiri
mana vermekten daha uygundur. Mesela "Allah'ın eli vardır. Fakat biz onu bilemeyiz.
O el mahlukatmki gibi değildir" demek ve bu tip bir anlayışta olmak, işi nereden
nereye gidecğim kestiremediğimiz meçhuller alemine aktarmaktır.
Selef görüşünün kuvvetli ve çilekeş müdafılerinden ve te'vil yapmaktan en uzak
kalmış bir zat olan Ahmed b. Hanbel (v. 241/855) bile Allah'ın insanlara yakın ve
onlarla beraber olduğunu ifade eden ayetleri "ilm" ile te'vil etmeye mecbur kalmıştır.
Aynı şekilde İmam Es-Sevri (v. 161/778) de "nerede olursanız o sizinle beraberdir."

138]

ayetindeki 'maiy-yeti' "onun ilmi" diye te'vil etmiştir.

Metinde geçen ayet-i kerimenin tamamı meâlen şöyledir: "Sana kitabı indiren O'dur.
Ondan bir kısım ayetler muhkemdir ki bunlar kitabın anası (temeli) dir. Diğer bir
kısmı da müteşabihdirler. İşte kalplerinde eğrilik bulunanlar sırf fitne aramak ve onun
te'viline yeltenmek için onun müteşabih olanına tabi olurlar. Halbuki onun te'vilini
Allah'dan başkası bilmez. İlimde yüksek payeye erenler ise - Biz ona inandık. Hepsi

[391

rabbimiz katmdandır- derler. (Bunları) salim akıllılardan başkası iyice düşünmez."
Müteşabih ayetlerin tevilini caiz gören ulema "er-Rasihun" kelimesini "İlla]lah"daki
lafza-i celale. atf ederek bu ayete, "onun te'vilini Allah'dan ve bir de ilimde râsıh
olanlardan başkası bilmez." diye mana vermişlerdir. Müteşabih ayetlerin tevilini caiz
görmeyen ulema ise sözko-nusu ayette bulunan lafza-i celal üzerinde durmuşlar ve
lafza-i celali taki-beden vav'i istinafıyye kabul ederek âyete; "...müteşabihin manasını
Allah'dan başkası bilmez. İlimde rusuh sahibi olanlar da -biz ona inandık hepsi

1401

Rabbimiz katmdadır derler" diye mana vermişlerdir.

Mevzuumuzu teşkil eden Hadis-i şerif, kalblerinde bozukluk olan sapık insanların,



sahih akide sahiplerinin inançlarını bozmak için her zaman Kur'an-i Kerim'in
müteşabih ayetlerinden yararlanmak isteyeceklerini haber vermekte ve bu gibi

[41]

kimselerden uzak durmayı emretmektedir.

Nefsani Arzularının Peşinde Koşan Kimselerden Uzak Kalmak Ve Onlara Buğz

1421
Etmek