هذه الخدمةُ تعملُ بصورةٍ آليةٍ، وهي قيدُ الضبطِ والتطوير، 
2984 حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرٍ ، وَعُثْمَانُ ، ابْنَا أَبِي شَيْبَةَ ، قَالَا : حَدَّثَنَا ابْنُ إِدْرِيسَ ، عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ ، عَنْ أَبِي الزِّنَادِ ، عَنِ الْأَعْرَجِ ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ : أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَهَى عَنْ بَيْعِ الْغَرَرِ زَادَ عُثْمَانُ وَالْحَصَاةِ
هذه الخدمةُ تعملُ بصورةٍ آليةٍ، وهي قيدُ الضبطِ والتطوير، 
2984 حدثنا أبو بكر ، وعثمان ، ابنا أبي شيبة ، قالا : حدثنا ابن إدريس ، عن عبيد الله ، عن أبي الزناد ، عن الأعرج ، عن أبي هريرة : أن النبي صلى الله عليه وسلم نهى عن بيع الغرر زاد عثمان والحصاة
هذه الخدمةُ تعملُ بصورةٍ آليةٍ، وهي قيدُ الضبطِ والتطوير، 

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير، 

Narrated Abu Hurairah: The Prophet (ﷺ) forbade the type of sale which involves risk (or uncertainty) and a transaction determined by throwing stones.

(3376) Ebû Hureyre (r.a)'den rivayet edildiğine göre;

Rasûlullah (s. a); kendisinde garar olan alışverişten nehyetti. (Ravilerden) Osman buna,

£1721

beyu'l-hasâtı (çakıl taşı atma yoluyla olan satışı) da ekledi.
Açıklama

Garar, sözlükte; "sonu belli olmayan kanma, kandırma, tehlike, içi bilinmeyen" gibi
manalara gelir.

Istılahtaki tarifinde ise âlimler değişik ifadeler kullanmışlardır. Bu tariflerin en

önemlileri şunlardır:

İbnü'I-Esîr en-Nihâye'de şöyle der:

"Garar olan satış; zahirî olup müşteriyi aldatan, içi ise meçhul olan şeydir.

el-Ezherî, gararı şöyle tarif eder: Uhde ve güven olmayan şeydir. Alıcı ve satıcının

künhünü bilmedikleri her türlü meçhulün satışı garardir."

Kâmus'ta, İbnü'l-Esîr'in el-Ezherî' den naklettiği tarif verildikten sonra, denizdeki balık
ve havadaki kuşun satışı buna misâl gösterilmiştir.

Hattâbî, "Garar"in kelime karşılıklarını verdikten sonra garar olan satışı şöyle
ifadelendirir:

"Kendisinden kastedilen şey (satıma konu olan mal) bilinmeyen ve tesliminden aciz
olunan her türlü satış garardir. Sudaki balığı, havadaki kuşu, denizdeki inciyi, kaçak
köleyi, sahibinden kaçan deveyi, bir torbadaki açılıp görülmemiş elbiseyi, açmadığı
bir evdeki yiyecek maddesini, bir hayvanın henüz doğmamış yavrusunu, bir ağacın
daha çıkmamış olan meyvesini ve bunun gibi meydana gelip gelmeyeceği bilinmeyen
şeyleri satmak garardir."



Hanefî ulemasından İbnü'l-Hümam da gararı şu şekilde tarif etmektedir:
"Garar: Tehlikedir; kişinin sahibi olmayıp da sahip olup olmama şüphesi olan şeydir."
Yukarıya aldığımız tariflerin tümünden varabileceğimiz sonuç; garar, bir kimsenin
sahibi olmadığı ve ileride sahip olabileceği ya da ne kadarına sahip olabileceği belli
olmayan bir şeyi satmasıdir.'Bu satışın sonunda; malın hiç elde edilememesi, ya da
umulandan daha az olması sözkpnusu olduğu için müşterinin, umulandan daha fazla
olması mümkün olduğu için de satıcının aldanma ihtimali vardır. Bu yüzden bu
satışlara "aldanma" ve "aldatma" manasını taşıyan "beyu'l-garar" denilmiştir.
Konuyu bir iki misâlle açalım:

Bir balıkçı başkasına, "Bugün avlayacağım balığı sana şu kadara sattım" veya bir avcı,
"Şu havadaki kuşu sana şu kadara sattım'" dese, karşı taraf da kabul etse, bu satış
garardır ve bâtıl (hükümsüz) dır. Çünkü birinci misâlde; balıkçı, maliki olmadığı,
elinde olmayan ve sahip olup olamayacağı belli olmayan bîr şeyi satmıştır. İkinci
misâlde de avcının kuşu avlayamama ve dolayısıyla alıcıya teslim edememe ihtimali
vardır. Halbuki satışın gerçekleşebilmesi için; satıma konu olan şeyin mal, malın
mevcud ve tesliminin mümkün olması şarttır.

Misâlleri çoğaltmak mümkündür. Zaten yukarıya Hattâbî'den yaptığımız nakilde daha
çok misâl göre çarpmaktadır.

Yukarıda gararm tarifi ile ilgili yaptığımız nakillerin bir kısmında gararla cehaletin iç
içe olduğu görülmektedir. Meselâ Hattâbî, bir torbanın içindeki elbiseyi ve bir evdeki
gıda maddesini satmayı da garar mefhumu içerisinde göstermiştir.
HayreHdin Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku adındaki eserinde, gararla cehaletin
ayrı ayrı şeyler olduğuna işaretle şöyle demektedir:

"Bazı fıkıhçılar cehaletle garar kelimelerini aynı mefhum için kullanıyorlarsa da
aşağıdaki ifade bu iki terim ve mefhum arasında fark bulunduğunu göstermektedir:
Aslında garar, hasıl olup olmayacağı bilinmeyendir; gökteki kuş, denizdeki balık gibi.
Hasıl olacağı, elde edileceği bilinmekle beraber vasfı bilinmeyene ise meçhul denir;
elbisesinin içinde gizlediği bir şeyi satmak gibi ki; bunun elde edileceği kesindir, fakat
ne olduğu bilinmemektedir. Bu iki mefhumdan her biri, diğerine göre bir cihetten daha
özel bir cihetten daha geneldir. Her biri diğeri ile beraber bulunabileceği gibi, tek
başına da bulunabilir. Cehaletsiz gararm örneği kaçak köleyi satmaktır; mevzu
kaçmadan önce bilindiği için meçhul değildir; yakalanıp yakalanamayacağı belli
olmadığı için garar vardır. Gararsız cehaletin örneği; gördüğü, fakat cam mı yakut mu
olduğunu bilmediği bir taşı satın arfnaktır. Gördüğüne göre mevzu mevcuttur, garar
yoktur, cinsini bilmediği için cehalet vardır. Her iki mefhumun birleştiği örnek

imi

kaçmadan önce de vasıfları bilinmeyen köledir."

Yine Hayreddin Karaman, aynı eserinin aynı yerinde garar ve cehaletin yedi noktada
sözkonusu olabileceğini söylemekte ve bunları şöyle sıralamaktadır:
"1- Varlıkta: Kaçak köle gibi.

2- Varlığı biliniyorsa elde edilip edilemeyeceğinde (husulde): Gökte uçan kuş gibi.

3- Eşyanın cinsinde: Adını söylemediği meta gibi.

4- Nev'inde: İsmini söylemediği bir köle gibi.

5- Miktarda: Atılan taşın düştüğü yere kadar satmak gibi.

6- Belirlemede (tayinde): Farklı iki elbiseden birini, -şudur diye göstermeden-
satmak gibi.



Lİ741

7- Devam ve bekada: Kurtulduğu belli olmayan meyvayı satmak gibi. Tarafların
aldanmalarına sebep olabilecek her türlü gizlilik veya malın

elde olmaması, caiz olmayan gararm hükmü altına girer mi, yoksa bunun istisnaları
var mı konusu ulema tarafından tetkik edilmiştir.

Şevkânî; bazı hadislere dayanarak sudaki balığı, havadaki kuşu, mevcut olmayan
meçhul olan şeyleri ve kaçak köleyi satmayı "garar" olarak niteler ve Nevevî'nin şu
sözlerini nakleder:

"Garar olan satıştan nehiy şeriatın esaslanndandır. Bunun altına birçok mesele girer.
Garar olan satıştan iki şey istisna edilmiştir:

1- Müstakillen satışı caiz olmadığı için satılan mala tâbi olarak satılan şey. Ana ile
birlikte karnındaki yavrusunun satışa girmesi.

2- Önemsizliğinden veya ayrılıp da tayin edilmesinde güçlük olan garar.

Şu satışlaf bu iki istisnanın şümulüne girerler: Binanın temelini (bilinmediği halde
bina ile birlikte), hayvanın memesindeki sütü ve karnındaki yavruyu (hayvanla
birlikte) ve cübbede gizli olan pamuğu satmak."

Hayreddin Karaman da bu konuyu el-Fürûk'dan naklen şu şekilde izah etmiştir:
"Garar ve cehalet üç kısımdır:

1- İttifakla akdin cevazına mani olacak kadar çok olan; gökte uçan kuş gibi.

2- İttifakla caiz görülen ölçüde az olan; evin eşyası, hırkanın pamuğu gibi.

3- Bu ikisinin ortasında bulunup birbirine katılamayan; işte bilginlerin ihtilâf sebepleri
budur."

Aynı kaynakda, İbn Cevzî'den naklen yasak olan garar on madde halinde sıralanmıştır.
Arzu eden oraya bakabilir.

Hadis-i şerif, musannif Ebû Davud'a, Ebû Şeybe'nin oğulları Ebû Bekir ve Osman
tarafından nakledilmiştir. Ebû Bekir, rivayetinde Hz. Peygam-ber'in sadece garar olan
alışverişi nehyettiğini bildirdiği halde, Osman; Efendimizin, "garar olan ve çakıl taşı
atmak suretiyle yapılan A alışverişlerden nehyettiğini" haber vermiştir. Hadisin Müslim
ve İbn Mâce'deki rivayetleri de Osman'ın rivayeti gibidir. Onun için biraz da "beyu'l-
hasât" denilen, çakıl taşı atmak suretiyle yapılan alışveriş üzerinde durmak istiyoruz:
Beyu'l-hasât; Hattâbî'nin beyanına göre iki şekilde tasavvur edilmektedir:

1- Satıcının elindeki taşı atması ve taş yere düştüğü zaman alım satım akdinin
gerçekleşmiş sayılması. Artık bundan sonra alıcının akdi kabul etmeme muhayyerliği
kalmamış oluyor.

2- Bir kimsenin, bir sürü koyunu satışa arzedip, attığı çakıl taşı hangi koyuna değerse,
o koyunun önceden belirlenen fıata satılmış sayılmasıdır.

Hanefi fıkıh kitaplarında bu satışa "ilkâu'l-hacer = taş atma" denilmektedir. Ibnü'l-
Hümâm bu satış şeklini ikinci maddede olduğu gibi tasavvur etmiş ve misâlinde koyun
yerine elbiseyi koymuştur.

Hidâye şerhlerinden Nihâye'de bu satış şekli: "Satıcı veya alıcının taşı attığım zaman
alışveriş tamam olmuştur demeleri"; İnâye'de ise, "İki kişi bir malda pazarlık yaparlar,
-ancak pazarlık kesinleşmemiş, alım satım akdi tamamlanmamıştır- satın almak
isteyen o malın üzerine bir taş koyarsa alışveriş bitmiş, karşı tarafın akdi
kabullenmeme muhayyerliği kalmamış olur." şekillerinde tefsir edilmiştir.
Hattâbî'nin İbnü'l-Hümâm'mki ile aynı olan tasavvuruna göre, bu satışın caiz
olmayışına sebep; satıma konu olan malın belli olmayışıdır. Çünkü taşın hangi mal
üzerine düşeceği belli değildir.



Diğer iki tasavvura göre satışın caiz olmayışı ise; taraflardan birisi akdi kesin olarak
kabullenmediği halde, taşın düşmesi, atılması veya malın üzerine konulması ile kabul
etmek zorunda bırakılmış olmasından dolayıdır.

Fıkıh kitaplarında bu mesele bundan sonraki hadiste konu edilen mülâmese ve
münâbeze yoluyla yapılan alışverişlere birlikte ele alınmakta ve bu iki şeklin cahiliye

[175]

devrinde uygulandığı bildirilmektedir.
Bazı Hükümler

1. Elde olmayan ve elde edilip edilemeyeceği belli ol-mayan bir şeyi satmak caiz
değildir.

11761

2. Beyu'l-hasât veya ilkâu'I-hacer denilen usulle yapılan bey' muamelesi bâtıldır.

شرح الحديث من عون المعبود لابى داود

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،    [3376] بِفَتْحِ الْغَيْنِ وَبِرَاءَيْنِ أَيْ مَا لَا يُعْلَمُ عَاقِبَتُهُ مِنَ الْخَطَرِ الَّذِي لَا يُدْرَى أَيَكُونُ أَمْ لَا كَبَيْعِ الْآبِقِ وَالطَّيْرِ فِي الْهَوَاءِ وَالسَّمَكِ فِي الْمَاءِ وَالْغَائِبِ الْمَجْهُولِ وَمُجْمَلُهُ أَنْ يَكُونَ الْمَعْقُودُ عَلَيْهِ مَجْهُولًا أَوْ مَعْجُوزًا عَنْهُ مِمَّا انْطَوَى بِعَيْنِهِ من غر الثوب أي طيه أومن الْغِرَّةِ بِالْكَسْرِ أَيِ الْغَفْلَةِ أَوْ مِنَ الْغُرُورِ قاله القارىء
( نَهَى عَنْ بَيْعِ الْغَرَرِ) قَالَ الْخَطَّابِيُّ أَصْلُ الْغَرَرِ هُوَ مَا طُوِيَ عَنْكَ وَخَفِيَ عَلَيْكَ بَاطِنُهُ وَهُوَ مَأْخُوذٌ مِنْ قَوْلِهِمْ طَوَيْتَ الثَّوْبَ عَلَى غِرَّةٍ أَيْ كَسْرِهِ الْأَوَّلِ وَكُلُّ بَيْعٍ كَانَ الْمَقْصُودُ مِنْهُ مَجْهُولًا غَيْرَ مَعْلُومٍ أَوْ مَعْجُوزًا عَنْهُ غَيْرَ مَقْدُورٍ عَلَيْهِ فَهُوَ غَرَرٌ وَإِنَّمَا نَهَى صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَنْ بَيْعِ الْغَرَرِ تَحْصِينًا لِلْأَمْوَالِ أَنْ تَضِيعَ وَقَطْعًا لِلْخُصُومَةِ بَيْنَ النَّاسِ
وَأَبْوَابُ الْغَرَرِ كَثِيرَةٌ ( وَالْحَصَاةُ) قَالَ النَّوَوِيُّ فِيهِ ثَلَاثُ تَأْوِيلَاتٍ أَحَدُهَا أَنْ يَقُولَ بِعْتُكَ مِنْ هَذِهِ الْأَثْوَابِ مَا وَقَعَتْ عَلَيْهِ الْحَصَاةُ الَّتِي أَرْمِيهَا أَوْ بِعْتُكَ مِنْ هَذِهِ الْأَرْضِ مِنْ هُنَا إِلَى مَا انْتَهَتْ إِلَيْهِ هَذِهِ الْحَصَاةُ
وَالثَّانِي أَنْ يَقُولَ بِعْتُكَ عَلَى أَنَّكَ بِالْخِيَارِ إِلَى أَنْ أَرْمِيَ بِهَذِهِ الْحَصَاةِ
وَالثَّالِثُ أَنْ يَجْعَلَا نَفْسَ الرَّمْيِ بِالْحَصَاةِ بَيْعًا فَيَقُولُ إِذَا رَمَيْتَ هَذَا الثَّوْبَ بِالْحَصَاةِ فَهُوَ مَبِيعٌ مِنْكَ بِكَذَا انْتَهَى
قَالَ الْمُنْذِرِيُّ وَأَخْرَجَهُ مُسْلِمٌ وَالتِّرْمِذِيُّ وَالنَّسَائِيُّ وبن مَاجَهْ