هذه الخدمةُ تعملُ بصورةٍ آليةٍ، وهي قيدُ الضبطِ والتطوير، 
2982 حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ حَنْبَلٍ ، وَيَحْيَى بْنُ مَعِينٍ ، قَالَا : حَدَّثَنَا سُفْيَانُ ، عَنْ حُمَيْدٍ الْأَعْرَجِ ، عَنْ سُلَيْمَانَ بْنِ عَتِيقٍ ، عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ : أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَهَى عَنْ بَيْعِ السِّنِينَ ، وَوَضَعَ الْجَوَائِحَ ، قَالَ أَبُو دَاوُدَ : لَمْ يَصِحَّ عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي الثُّلُثِ شَيْءٌ ، وَهُوَ رَأْيُ أَهْلِ الْمَدِينَةِ
هذه الخدمةُ تعملُ بصورةٍ آليةٍ، وهي قيدُ الضبطِ والتطوير، 
2982 حدثنا أحمد بن حنبل ، ويحيى بن معين ، قالا : حدثنا سفيان ، عن حميد الأعرج ، عن سليمان بن عتيق ، عن جابر بن عبد الله : أن النبي صلى الله عليه وسلم نهى عن بيع السنين ، ووضع الجوائح ، قال أبو داود : لم يصح عن النبي صلى الله عليه وسلم في الثلث شيء ، وهو رأي أهل المدينة
هذه الخدمةُ تعملُ بصورةٍ آليةٍ، وهي قيدُ الضبطِ والتطوير، 

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير، 

Narrated Jabir ibn Abdullah:

The Prophet (ﷺ) forbade selling fruits years ahead, and commanded that unforeseen loss be remitted in respect of what is affected by blight.

Abu Dawud said: The attribution of the tradition regarding the effect of blight is one-third of the produce to the Prophet (ﷺ) is not correct. This is the opinion of the people of Medina.

(3374) Câbir b. Abdullah (r.a)'den rivayet edildiğine göre: Rasûlullah (s. a), (ağacın)
birkaç sene (içinde vereceği meyve) yi önceden satmayı nehyetti. Afetlerin
(mahvettiği meyvelerin bedelini ise) indirdi.



Ebû Dâvûd dedi ki: Rasûlullah (s. a) 'tan, (zararın) üçte bir olması konusunda, sahih

£168]

bir haber gelmedi. Bu ancak Medinelilerin görüşüdür.
Açıklama

Beyu's-sinîn: Bahçe sahibinin, bahçesindeki bir veya daha fazla ağacın ya da ağaçların
tümünün bir iki veya daha fazla sene zarfında vereceği meyveyi önceden satmasıdır.
Bu satış şekline, "Beyu'l-mu'âveme" de denilir. Bu satışta henüz meyve ortada
olmadığı gibi, ileride olacağı veya ne kadar olacağı da belli değildir. Onun için bu
satış; olmayan bir şeyin (ma'dûm) satışıdır. O bakımdan bu satış türü bâtıldır. Nevevî,
bu konuda ulemanın icmaı olduğunu söyler.

Hattâbî; beyu's-sinînin, aynın satışı olduğunu ve caiz olmayan bu satışın, caiz olan
vasfın satışı (selem) ile karıştırılmaması gerektiğine işaret eder.
Kitabul-Bey'in baş tarafında da söylendiği gibi, selem; bir kimsenin satıcı ile para
peşin, mal vadeli olmak üzere ve malın cinsini, kalitesini, mikdarmı, (taşınması
masrafı gerektiren cinslerde) teslim edileceği yeri ve teslim edileceği zamanı tayin
ederek pazarlık edip parayı teslim etmesidir. Bu ak-din caiz olması için, akde konu
olan malın akid esnasında ve teslim edileceği zamanda piyasada bulunur olması da
şarttır. Selemde, verilecek malın belirli bir ağacın veya bahçenin meyvesi olması şart
koşulamaz.

Üzerinde durduğumuz hadiste ise, belli bir ağacın veya bahçenin belirlenen süre

zarfında vereceği meyveyi satmak yasaklanmıştır.

Hadiste konu edilen ikinci bir mesele de "câiha" meselesidir.

Câiha: Hayvan ve meyveleri helak eden, onların kökünü kazıyan âfettir. Burada o
âfetin sebep olduğu zarar kastedilmektedir.

Ebû Dâvûd'daki cümlesi, Sahih-i Müslim'de; "Rasûlullah, âfetlerin (telef ettiği
meyvenin karşılığını müşteriden) indirmeyi emretti" şeklindedir. Hattâbî; Şafiî'nin de
bu hadisi Süfyân'dan, Müslim'in rivayeti gibi şeklinde rivayet ettiğini söyler.
İbn Mâce'de "câiha" ile ilgili rivayet ise şu şekildedir: "Bir kimse (ağaç üzerindeki)
meyveyi satıp da ona bir âfet gelirse kardeşinin (müşteri) malından bir şey almasın. Bu
durumda sizden biri müslüman kardeşinin malım neye karşılık alacaktır?!.."
Tahavî'de de bu rivayet aynen vardır.

Bu rivayetlerden anlıyoruz ki, dalında iken satılan bir meyve daha koparılmadan bir
âfete maruz kalırsa Hz. Peygamber (s. a) bu âfetin verdiği zararı satıcının karşılamasını
emretmiştir. Yani bu zararın karşılığının bedelden düşürülmesini istemiştir.
Buharîbir ta'likmda; henüz salahı görünmeden satılan bir meyve âfete uğrarsa, bu
zararın satıcıya ait olduğunu söyler.

Hattâbî; Hz. Peygamber'in, âfetin doğurduğu zararın satıcı tarafından karşılanması
yolundaki emrinin fakihlerin çoğu tarafından mendubluğa ham-ledildiğini söyler.
Yani, "Ağaçta iken satılan meyve telef olursa, satıcının bunun parasını almaması
menduptur, vacip değildir" derler.

Hattâbî'nin dediğine göre, bu görüşteki âlimler te'villerini şu şekilde delillendirirler:
Müşteri, ağaçtaki meyveyi satın aldıktan sonra ona malik olmuştur. İsterse o meyveyi
hemen satabilir, isterse bir başkasına hibe edebilir. Artık bu meyvenin satıcı ile ilgisi
kalmamıştır. Böyle olduğu halde, bu malın uğrayacağı zararı satıcıya yüklememiz;
müşteriye, riskine katlanmadığı bir kârı caiz görmemiz demektir. Halbuki Rasûlullah



Efendimiz, riski kabullenilmeyen bir kârı caiz görmemiştir. Sonra, eğer salahı
göründükten sonra meyvenin uğrayacağı zarar satıcıya ait olsaydı, o zaman Hz.
Peygamber'in salahı görünmemiş olan meyveyi satmaktan nehyedişinin manası
kalmazdı.

Ahmed b. Hanbel, Ebû Ubeyd ve hadis âlimlerinden bir grup âfetin sebep olduğu
zararın bedelden düşürülmesinin gerekli (vacip) olduğunu söylerler. Anlaşılıyor ki bu
görüşte olanlar hadisin zahirî manasını almışlardır.

İmam Mâlik ise; âfetin verdiği zararın, malın üçte birinden daha az olması halinde bu
zararın müşteriye, üçte bir veya daha fazla olması halinde ise satıcıya ait olduğu
görüşündedir.

Ebû Dâvûd, metnin sonunda; hadiste bu manaya gelecek bir sözün bulunmadığını,,
bunun Medinelilere ait bir görüş olduğunu söylemiştir.

Sindî'nin hadisi anlama tarzı daha değişik olmuştur: Ona göre, bazı âlimler bu
hadisteki zararın satıcı tarafından karşılanması hükmünü, âfetin meyvenin müşteriye
tesliminden önce olması haline hamletmişlerdir. Müşteriye teslim edildikten sonra
gelecek olan zarar ise alıcıya aittir. Şunu belirtelim ki, meyvenin müşteriye
tesliminden maksat kesilip verilmesi değil, tahliye-, dir. Yani satıcının alıcıya, "İşte
meyve buyur, istediğin zaman kes" deyip izin vermesidir. Çünkü her malın teslim
şekli kendisine hastır.

Tahavî, bu konuda-varid olan iki hadisi (Ebû Dâvûd ve Müslim'deki hadis ile, İbn
Mâce'den nakledip Tahavî'de de bulunduğuna işaret ettğimiz iki hadis) değişik
biçimlerde yorumlar. Tahavî'ye göre:

Birinci hadis (Rasûluliah, âfetin telef ettiği meyvenin bedelini düşürmeyi emretti,
manasmdaki hadis); haracı arazilerle ilgilidir .-Yani haracı müslü-manlar için olan
haracî arazilerdeki meyveler âfete maruz-kâlıp da telef olsalar haracın kaldırılması
vacibdir, lâzımdır. Çünkü bu müsıümanlarm yararınadır ve arazilerini ekime elverişli
hale getirmeleri için tarla sahiplerine destektir. Bu hadis satılan meyvelerle ilgili
değildir.

"Kardeşine bir şey satsan ve ona bir âfet dokunsa..." manasmdaki hadisten maksat ise;
satıtıp da henüz müşteriye teslim edilmeyen meyvelerle ilgilidir.
Tahavî bu hadisi, yukarıda Sindî'den naklettiğimiz manada izah etmektedir.
Buraya kadar yazılanları birkaç kelime ile özetlersek diyebiliriz ki:

1- Hz.Peygamber Efendimiz bir bahçenin ağaçlarının ileride vereceği meyveyi
önceden satmayı caiz görmemiştir. Bu konuda âlimler arasında da bir ihtilâf yoktur.
Çünkü olmayan bir şeyin satışıdır.

2- Bir kimse ağacmdaki meyveyi satar ve meyve toplanmadan bir âfet sebebiyle telef
olursa;

a) Alimlerin çoğunluğuna göre; satıcının alıcının uğradığı zararı ücretten indirmesi
menduptur, vacib değildir.

b) Ahmed b. Hanbel, Ebû Ubeyd ve bazı hadis âlimlerine göre; zararı satıcının
karşılaması lâzımdır, vacibtir.

c) Tahavî'ye göre, bu hadis ya haracı arazilerle, ya da satılıp da henüz müşteriye teslim
edilmeyen meyve ile ilgilidir.

d) İmam Mâlik'e göre; âfetin verdiği zarar toplam ürünün üçte birinden azsa alıcıya,

Lİ69]

üçte bir veya daha fazla ise satıcıya aittir.



شرح الحديث من عون المعبود لابى داود

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،    [3374] بِكَسْرِ السِّينِ جَمْعُ السَّنَةِ بِفَتْحِهَا وَالْمُرَادُ بَيْعُ مَا تَحْمِلُهُ هَذِهِ الشَّجَرَةُ مَثَلًا سَنَةً فَأَكْثَرَ وَيُقَالُ لَهُ بَيْعُ الْمُعَاوَمَةِ
( نَهَى عَنْ بَيْعِ السِّنِينَ) قَالَ الْخَطَّابِيُّ هُوَ أَنْ يَبِيعَ الرَّجُلُ مَا تُثْمِرُهُ النَّخْلَةُ أَوِ النَّخَلَاتُ بِأَعْيَانِهَا سِنِينَ ثَلَاثًا أَوْ أَرْبَعًا أَوْ أَكْثَرَ مِنْهَا وَهَذَا غَرَرٌ لِأَنَّهُ بَيْعُ شَيْءٍ غَيْرِ مَوْجُودٍ وَلَا مَخْلُوقٍ حَالَ الْعَقْدِ وَلَا يُدْرَى هَلْ يَكُونُ ذَلِكَ أَمْ لَا وَهَلْ يُثْمِرُ النَّخْلُ أَمْ لَا وَهَذَا فِي بُيُوعِ الْأَعْيَانِ وَأَمَّا فِي بُيُوعِ الصِّفَاتِ فَهُوَ جَائِزٌ مِثْلُ أَنْ يُسَلِّفَ فِي شَيْءٍ إِلَى ثَلَاثِ سِنِينَ أَوْ أَرْبَعٍ أَوْ أَكْثَرٍ مَا دامت المدة معلومة كَيْلٍ مَعْلُومٍ وَوَزْنٍ مَعْلُومٍ إِلَى أَجَلٍ مَعْلُومٍ بَعِيدٍ أَوْ قَرِيبٍ إِذَا كَانَ الشَّيْءُ الْمُسَلَّفُ فِيهِ غَالِبًا وُجُودُهُ عِنْدَ وَقْتِ مَحِلِّ السَّلَفِ انْتَهَى
( وَوَضَعَ الْجَوَائِحَ) بِفَتْحِ الْجِيمِ جَمْعُ جَائِحَةٍ وَهِيَ الْآفَةُ الْمُسْتَأْصِلَةُ تُصِيبُ الثِّمَارَ وَنَحْوَهَا بَعْدَ الزَّهْوِ فَتُهْلِكُهَا بِأَنْ يَتْرُكَ الْبَائِعُ ثَمَنَ مَا تلف قاله القارىء
وَقَالَ الْخَطَّابِيُّ هَكَذَا رَوَاهُ أَبُو دَاوُدَ وَرَوَاهُ الشَّافِعِيُّ عَنْ سُفْيَانَ بِإِسْنَادِهِ فَقَالَ وَأَمَرَ بِوَضْعِ الْجَوَائِحِ وَالْجَوَائِحُ هِيَ الْآفَاتُ الَّتِي تُصِيبُ الثِّمَارَ فَتُهْلِكُهَا وَأَمْرُهُ عَلَيْهِ السَّلَامُ بِوَضْعِ الْجَوَائِحِ عِنْدَ أَكْثَرِ الْفُقَهَاءِ أَمْرُ نَدْبٍ وَاسْتِحْبَابٍ مِنْ طَرِيقِ الْمَعْرُوفِ وَالْإِحْسَانِ لَا عَلَى سَبِيلِ الْوُجُوبِ وَالْإِلْزَامِ
وَقَالَ أَحْمَدُ بْنُ حَنْبَلٍ وَأَبُو عُبَيْدٍ وَجَمَاعَةٌ مِنْ أَصْحَابِ الْحَدِيثِ وَضْعُ الْجَائِحَةِ لَازِمٌ لِلْبَائِعِ إِذَا بَاعَ الثَّمَرَةَ فَأَصَابَتْهُ الْآفَةُ فَهَلَكَتْ وَقَالَ مَالِكٌ تُوضَعُ فِي الثُّلُثِ فَصَاعِدًا وَلَا تُوضَعُ فِي مَا هُوَ أَقَلُّ مِنَ الثُّلُثِ قَالَ أَصْحَابُهُ وَمَعْنَى هَذَا الْكَلَامِ أَنَّ الْجَائِحَةَ إِذَا كَانَتْ دُونَ الثُّلُثِ كَانَ مِنْ مَالِ الْمُشْتَرِي وَمَا كَانَ أَكْثَرَ مِنَ الثُّلُثِ فَهُوَ مِنْ مَالِ الْبَائِعِ
وَاسْتَدَلَّ مَنْ تَأَوَّلَ الْحَدِيثَ عَلَى مَعْنَى النَّدْبِ وَالِاسْتِحْبَابِ دُونَ الْإِيجَابِ بِأَنَّهُ أَمْرٌ حَدَثَ بَعْدَ اسْتِقْرَارِ مِلْكِ الْمُشْتَرِي عَلَيْهَا وَلَوْ أَرَادَ أَنْ يَبِيعَهَا أَوْ يَهَبَهَا لَصَحَّ ذَلِكَ مِنْهُ فِيهَا وَقَدْ نَهَى رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عن ربح مالم يُضْمَنْ فَإِذَا صَحَّ بَيْعُهَا ثَبَتَ أَنَّهَا مِنْ ضَمَانِهِ وَقَدْ نَهَى عَنْ بَيْعِ الثَّمَرَةِ قَبْلَ بُدُوِّ صَلَاحِهَا فَلَوْ كَانَتِ الْجَائِحَةُ بَعْدَ بُدُوِّ الصَّلَاحِ مِنْ مَالِ الْبَائِعِ لَمْ يَكُنْ لِهَذَا النَّهْيِ فَائِدَةٌ انْتَهَى
( قَالَ أَبُو دَاوُدَ لَمْ يَصِحَّ إِلَخْ) لَمْ تُوجَدْ هَذِهِ الْعِبَارَةُ فِي بَعْضِ النُّسَخِ وَحَاصِلُهُ أَنَّ مَا ذَهَبَ إِلَيْهِ أَهْلُ الْمَدِينَةِ مَالِكٌ وَغَيْرُهُ مِنْ أَنَّ الْجَائِحَةَ إِذَا كَانَتْ دُونَ الثُّلُثِ كَانَ مِنْ مَالِ الْمُشْتَرِي وَمَا كَانَ أَكْثَرَ مِنَ الثُّلُثِ فَهُوَ مِنْ مَالِ الْبَائِعِ لَمْ يَصِحَّ فِيهِ شَيْءٌ مِنَ الْأَحَادِيثِ
قَالَ الْمُنْذِرِيُّ وَأَخْرَجَ النَّسَائِيُّ الْفَصْلَيْنِ مفرقين وأخرج مسلم وبن مَاجَهِ
النَّهْيَ عَنْ بَيْعِ السِّنِينَ وَفِي لَفْظٍ لِمُسْلِمٍ ثَمَرِ السِّنِينَ