أَبْوَابُ الْإِجَارَةِ



: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

3142 حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ الْجَرَّاحِ ، عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ بْنِ مُوسَى ، عَنْ عُثْمَانَ بْنِ الْأَسْوَدِ ، عَنْ مُجَاهِدٍ ، قَالَ : الْعُمْرَى أَنْ يَقُولَ الرَّجُلُ : لِلرَّجُلِ هُوَ لَكَ مَا عِشْتَ فَإِذَا قَالَ ذَلِكَ فَهُوَ لَهُ وَلِوَرَثَتِهِ وَالرُّقْبَى هُوَ أَنْ يَقُولَ الْإِنْسَانُ هُوَ لِلْآخِرِ مِنِّي وَمِنْكَ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

The Messenger of Allah (ﷺ) came in when his daughter died, and he said: Wash her with water and lotus leaves three or five times or more than that if you think fit, and put camphor, or some camphor in the last washing, then inform me when you finish. When we had finished we informed him, and he threw us his lower garment saying: Put it next to her body.

Malik's version has: that is, his lower garment (izar); and Musaddad did not say: He entered in.

(3560) Mücâhid şöyle demiştir:

Umrâ: Bir adamın başka birisine: "O mal yaşadığım müddetçe sana aittir" demesidir.
Adam böyle dediği zaman, mal o şahsın ve vârislerinindir.

r6401

Rukbâ: Bir insanın: "O (mal) ikimizden sonraya kalanındır" demesidir.
Açıklama

Bu babda, rukbâ hakkında iki hadis bulunmaktadır. Üçüncüsü hadis değil, Mücâhid'in
umrâ ve rukbâyı tarifleridir. Biz iki hadisi ele alıp, ihtiyaç duyulan izahı yapmaya
çalışacağız.

Birinci hadiste Rasîullah (s. a) Efendimiz, umrâ ve rukbânm ehilleri için caiz olduğunu
ifade etmektedir. Alimler bunun; umrâ veya rukbâ yoluyla verilen malın, verildiği
kişiye ait olduğu manasına geldiğini söylemektedirler.

İkinci hadiste Efendimiz: Önce, ümranın hükmünü beyan etmiş, sonra da: "Malınızı
rukbâ yoluyla vermeyiniz; şayet vermiş iseniz o kendi yolundadır" buyurmuştur.
Nesâî'nin bir rivayetinde, malın kendi yolunda oluşu "miras yoludur" şeklinde ifade
edilmiştir. Yani mal, miras olarak vereseye intikal edecektir. Nesâî'deki diğer bir
rivayette ise: "Mallarınızı ruk-bâ yoluyla vermeyiniz, bir kimse rukbâ yoluyla bir şey
verirse o verene aittir"

buyurulmaktadır. Nesâî'deki bu ikinci rivayet açık bir şekilde rukbâ yoluyla verilen
malın vericiye ait olduğunu ifade etmektedir.

Hz. Peygamber'in, "Mallarınızı rukbâ yoluyla vermeyiniz" sözünü şâ-rihler, haramlığa
hamletmemekte, bunun bir tavsiye niteliğinde olduğuna işaret etmektedirler. Alimlerin
ifadesine göre Efendimiz bu sözü ile, "Mallarınızı boş yere elden çıkarmayınız, insan
yaptığım bir maslahata mebni olarak yapmalıdır. Ama yapmışsanız bu sahihtir" demek



istemiştir.

Tabiî bu izah rukbâyı caiz gören âlimler tarafından yapılmaktadır. Ama hadisin zahiri
rukbâyı yasak etmektedir.

Rukbânm hükmü âlimler arasında ihtilaflıdır. Bazı âlimler, umrâ ile rukbâyı aynı
hüküm içerisinde mütâlâa etmişler ve, "umrâ gibi rukbâ da caizdir" demişlerdir. Bu
babın ilk hadisi bu görüşe uygundur. Tirmizî, Rasûlullah'm ashabından bazılarının ve
sonraki âlimlerin bir kısmının bu görüşte olduğu söyler. Yine Tirmizî'nin ifadesine
göre Ahmed b. Hanbel ve İshak'm mezhepleri de bu istikamettedir.
Kaynaklarda, İmam Şafiî'nin de rukbâyı caiz gördüğü kaydedilmektedir. Hanefî
imamlarından Ebû Yusuf da rukbânm caiz olduğu kanaatindedir.
Hanefîlerden İmam Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed ile İmam Mâlik'e göre rukbâ
caiz değildir. Rukbâ yoluyla verilen mal, verildiği şahsın elinde ariyet hükmündedir.
Dolayısıyla, veren şahıs dilediği zaman alabilir. Bu görüşte olanlar; Hz. Peygamber
(s.a)'in, umrâya izin verip rukbâyı yasak ettiğini bildiren bir hadisine dayanırlar.
Ancak Muğnî'de, bu hadisin bilinmediği söylenerek karşı çıkılır; Etrazî ise; İmam
A'zam gibi sika zâtların bu hadise sarıldıklarını söyleyerek Muğnî'nin dediğine itiraz
eder. Aynî ise; Etrazî'nin sözleri ile hasmın karşısına çıkılamayacağını ve onun ikna
edilemeyeceğini söyler. Çünkü hadisin râvileri belirtilmemiştir.

Aynî: İmam Ebu Yûsufla tarafeyn arasındaki ihtilafın, kelimenin manasından
kaynaklandığını söyler. Aynfriin verdiği malumata göre rukbâ; hem irkâb hem de
terakkub manasına gelir. İrkâb manasında aldığımız zaman mana: "Evimin rakabesi
sana aittir." demek olur. Rukbâyı caiz görenler bu manayı kasdetmişlerdir. Terakkub
manasına alındığında ise, "Bu ev ben ölürsem senin, sen ölürsen benim" anlamındadır
ki kabul etmeyenler bunu kasdetmişlerdir.

Aynî'nin söylediği, zahirdeki ihtilâfı halletmektedir. Ancak fıkıh ıstılahında rukbânm
irkâb manasında, "evimin rakabesi senindir" manasına kullanıldığını kimse
söylememektedir.

Rukbâyı bâtıl sayanların hareket noktalarından birisi de, temlikin hatar'a
bağlanmasıdır. Yani ev sahibi; olup olmayacağı kesin bilinmeyen bir şeye bağlayarak
malını temlik etmektedir ki, bu yolla yapılan bir temlik bâtıldır. O zaman da mal
verildiği kişinin elinde ariyet olarak kalır. Üstelik söylenilen şekliyle rukbâ; iki kişiden
herbirinin diğerinin ölümünü arzulaması manasına gelir ki, bu da caiz değildir.
İki görüşün arasını uzlaştırma babında, Bezlü'l-Mechûd'da, Muhammed Yahya
adındaki zâttan bir nakil yapılmıştır. Bunun özeti de şudur:

Rukbâyı caiz görenler bununla; kendisine hibe edilen kişi vâhibten önce ölürse, malın
vâhibe geri verilmesi şartı ile hibeyi kastederler. Bâtıl sayanlar ise; temliki, iki kişiden
önce ölenin ölümüne bağlamayı anlamaktadırlar. Çünkü bir malı, olup olmayacağı
belli olmayan bir şeye bağlayarak temlik caiz değildir. Demek ki ihtilâf; rukbânm

£6411

manasmdaki tefsir farklılığına dayanan lafzî bir ihtilâftır.
88. Ariyetin Tazmini

Ariyet; -âriyyet şeklinde de okunabilir- "teâvür" kelimesinden ismi masdar olan "âre"
kelimesine mensuptur. Teâvür de; nöbetleşe birbirinden alma manasınadır. Ariyet
verilen mal, veren ile alan arasında nöbetle kullanıldığı için bu isim verilmiştir.
Ariyetin, sür'atle gidip gelme manasına gelen "âre" den; veya fiilinden alındığını



söyleyenler de vardır. Ariyet verilen mal, karşılıksız olduğu, bedelden âri bulunduğu
için bu isim verilmiş olmaktadır. Bir kısım âlimler ise ariyetin, "âr" sözüne mensup
olduğunu söylerler. Ar, ayıp demektir. Ariyet; mal istemekte bir çeşit zillet ve ayıp
bulunduğu için bu adı almıştır. Fakat bu nisbet pek doğru görülmemiştir.
Ariyet, ıstılahta: Bir malın menfaatim birisine, meccânen yani bir bedel mukabilinde
olmaksızın, rücûu kabil olmak üzere filhal temlik olunmasıdır.

Meccânen kaydıyla icâre; filhal kaydıyla vasiyyet, rücûu kabil olmak kaydıyla da hibe
tarifden hariç bırakılmıştır.

Tariften de anlaşılacağı üzere ariyet: İyreti olarak kullanılıp geri verilmek üzere alman
mal demektir.

Ariyete, "müstear" veya "müâr" da denilir. Ariyet vermeye "iare", ariyet verene
"muîr", ariyet alana da "müsteîr" denilir.

Bu bab, iare olarak verilen malın yok olması durumunda tazmininin gerekliliği
konusundaki hadisleri ihtiva etmektedir. Biz bu meseleyi, hadislerin tercemesinden
sonraya bırakıp, şimdi Hanefî mezhebine göre iareye ait bazı konulara çok kısa olarak
temas etmek istiyoruz.

Diğer akitlerde olduğu gibi, iare de icab ve kabulle gerçekleşir. Yani, muîr, sarahaten
veya delâleten malını ariyet olarak verdiğini söyler ve müsteîr de bunu kabul eder.
Yahut da müsteîr bir kimseden malını ariyet olarak ister, mal sahibi de verdiğini
söyler. İare konusunda mal sahibinin sükutu kabul sayılmaz. Ama teati yolu ile de iare
akdi yapılabilir.

İare, menkul ve gayrimenkul bütün mallarda cereyan eder. Paranın veya ölçülüp
tartılan malların iaresi, karz sayılır.

Müsteîr, iare ile aldığı malın menfaatma meccânen mâlik olur. Dolayısıyla mal sahibi
daha sonra müsteîrden ücret isteyemez. Ama müsteîr, ariyet olan malı muîr istediği
anda vermek zorundadır.

Ariyet olan mal bir arazi ise ve ağaç dikilmek ya da bina yapılmak için alınmışsa,
müsteîr o araziye ekin ekebilir veya bina yapabilir. Ancak muîr istediği zaman ağacı
veya binayı söküp tarlayı geri verecektir. Müsteîr bir tarlayı, ekin ekmek için ariyet
olarak alır ve ekin ekerse, tarla sahibi ekin hasat edilinceye kadar tarlasını isteyemez.
Müsteîr, ariyet olarak aldığı malı birisine kira ile veremez. Eğer verir de mal helak
olursa onu zâmin olur.

Mal, kullanan şahsa göre değişik etkilenen bir mal değilse, müsteîr başka birine iare
olarak verebilir. Ancak mal sahibi, bir başkasına vermemesi için şart koşmuşsa o
zaman veremez.

Ariyetin sahibine geri verilmesi için gerekli olan ücret müsteîre aittir.
İare, taraflar için bağlayıcı bir akit değildir. Dolayısıyla muîr istediği zaman malını
geri alabileceği gibi müsteîr de dilediği zaman iade edebilir. İare için bir zaman tayin
edilmiş bile olsa durum aynıdır. Sadece yukarıda temas edilen ekin ekmek için ariyet
olarak alman tarla meselesi bu hükümden müstesnadır.

[6421

Muîr veya müsteîrden birisinin ölümü ile de iare akdi sona erer.

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

بَابٌ فِي تَضْمِينِ الْعَوَرِ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

3143 حَدَّثَنَا مُسَدَّدُ بْنُ مُسَرْهَدٍ ، حَدَّثَنَا يَحْيَى ، عَنِ ابْنِ أَبِي عَرُوبَةَ ، عَنْ قَتَادَةَ ، عَنِ الْحَسَنِ ، عَنْ سَمُرَةَ ، عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ : عَلَى الْيَدِ مَا أَخَذَتْ حَتَّى تُؤَدِّيَ ، ثُمَّ إِنَّ الْحَسَنَ نَسِيَ ، فَقَالَ : هُوَ أَمِينُكَ لَا ضَمَانَ عَلَيْهِ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

We braided her hair in three plaits.

(3561) Semüre (r.a), Rasûlullah (s.a)'m şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

[643]

" El, aldığı malı ödeyinceye kadar ondan sorumludur."



T6441

Sonra Hasen unuttu ve: "O eminindir, kendisine sorumluluk yoktur." dedi.

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

3144 حَدَّثَنَا الْحَسَنُ بْنُ مُحَمَّدٍ ، وَسَلَمَةُ بْنُ شَبِيبٍ ، قَالَا : حَدَّثَنَا يَزِيدُ بْنُ هَارُونَ ، حَدَّثَنَا شَرِيكٌ ، عَنْ عَبْدِ الْعَزِيزِ بْنِ رُفَيْعٍ ، عَنْ أُمَيَّةَ بْنِ صَفْوَانَ بْنِ أُمَيَّةَ ، عَنْ أَبِيهِ ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ اسْتَعَارَ مِنْهُ أَدْرَاعًا يَوْمَ حُنَيْنٍ فَقَالَ : أَغَصْبٌ يَا مُحَمَّدُ ، فَقَالَ : لَا ، بَلْ عَمَقٌ مَضْمُونَةٌ ، قَالَ أَبُو دَاوُدَ : وَهَذِهِ رِوَايَةُ يَزِيدَ بِبَغْدَادَ وَفِي رِوَايَتِهِ بِوَاسِطٍ تَغَيُّرٌ عَلَى غَيْرِ هَذَا

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

we braided her hair in three plaits and placed them behind her back, one plait of the front side and the two side plaits.

(3562) Ümeyye b. Safvân b. Ümeyye'nin, babasından (Safvân) rivayet ettiğine göre;
Rasûlullah (s. a), Huneyn gününde ondan (SafVân'dan) ariyet olarak zırhlar aldı.
Safvân:

Bu gasb mı Ya Muhammed?! dedi. Rasûlullah (s.a):

"Hayır, aksine telef olduğu takdirde de bedeli ödenmek üzere alman bir ariyettir" dedi.
Ebû Dâvûd dedi ki:

"Bu rivayet; Yezid'in Bağdat'taki rivayetidir. Vâsıt'daki rivayetinde ise bundan ayrı

£6451

bazı değişiklikler yardır."

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

3145 حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ ، حَدَّثَنَا جَرِيرٌ ، عَنْ عَبْدِ الْعَزِيزِ بْنِ رُفَيْعٍ ، عَنْ أُنَاسٍ ، مِنْ آلِ عَبدِ اللَّهِ بْنِ صَفْوَانَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ : يَا صَفْوَانُ ، هَلْ عِنْدَكَ مِنْ سِلَاحٍ ؟ ، قَالَ : عَوَرً أَمْ غَصْبًا ، قَالَ : لَا ، بَلْ عَوَرً فَأَعَارَهُ مَا بَيْنَ الثَّلَاثِينَ إِلَى الْأَرْبَعِينَ دِرْعًا ، وَغَزَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حُنَيْنًا ، فَلَمَّا هُزِمَ الْمُشْرِكُونَ جُمِعَتْ دُرُوعُ صَفْوَانَ فَفَقَدَ مِنْهَا أَدْرَاعًا ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لِصَفْوَانَ : إِنَّا قَدْ فَقَدْنَا مِنْ أَدْرَاعِكَ أَدْرَاعًا ، فَهَلْ نَغْرَمُ لَكَ ؟ قَالَ : لَا ، يَا رَسُولَ اللَّهِ ، لِأَنَّ فِي قَلْبِي الْيَوْمَ مَا لَمْ يَكُنْ يَوْمَئِذٍ ، قَالَ أَبُو دَاوُدَ : وَكَانَ أَعَارَهُ قَبْلَ أَنْ يُسْلِمَ ، ثُمَّ أَسْلَمَ ، حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ ، حَدَّثَنَا أَبُو الْأَحْوَصِ ، حَدَّثَنَا عَبْدُ الْعَزِيزِ بْنُ رُفَيْعٍ ، عَنْ عَطَاءٍ ، عَنْ نَاسٍ ، مِنْ آلِ صَفْوَانَ قَالَ : اسْتَعَارَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَذَكَرَ مَعْنَاهُ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

The Messenger of Allah (ﷺ) said to them while washing her daughter: Begin with her right side, and the places where the ablution is performed.

(3563) Abdullah b. Safvân'm, ailesinden (bazı) kişilerin rivayet ettiğine göre;
Rasûlulah (s.a):

"Ya Safvân! Sende silah var mı?" dedi.Safvân:

Ariyet olarak mı, gasb olarak mı (istiyorsun)? dedi. Hz. Peygamber (s.a):
"Hayır (gasb olarak değil), ariyet olarak." dedi. Bunun üzerine Safvân, otuzla kırk
arası silahı ariyet olarak verdi. Rasûlullah (s.a) Huneyn savaşını yaptı. Müşrikler
hezimete uğrayınca, Safvân'm zırhlan toplandı, ama onlardan bazıları
kayboldu. Rasûlullah (s.a) Safvân'a:

"Bizsenin zırhlarından bazılarını kaybettik. Sana bedellerini ödeyelim mi?"
dedi.Safvân:

Hayır ya Rasûlallah, çünkü bugün kalbimde o gün olmayan şeyler var, dedi.
Ebû Dâvûd: "Safvân, zırhları müsiüman olmadan önce ariyet olarak vermişti, sonra

f6461

müsiüman oldu" dedi.

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

3146 حَدَّثَنَا عَبْدُ الْوَهَّابِ بْنُ نَجْدَةَ الْحَوْطِيُّ ، حَدَّثَنَا ابْنُ عَيَّاشٍ ، عَنْ شُرَحْبِيلَ بْنِ مُسْلِمٍ ، قَالَ : سَمِعْتُ أَبَا أُمَامَةَ ، قَالَ : سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ : إِنَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ قَدْ أَعْطَى كُلَّ ذِي حَقٍّ حَقَّهُ ، فَلَا وَصِيَّةَ لِوَارِثٍ ، وَلَا تُنْفِقُ الْمَرْأَةُ شَيْئًا مِنْ بَيْتِهَا إِلَّا بِإِذْنِ زَوْجِهَا ، فَقِيلَ : يَا رَسُولَ اللَّهِ ، وَلَا الطَّعَامَ ، قَالَ : ذَاكَ أَفْضَلُ أَمْوَالِنَا ثُمَّ قَالَ : الْعَوَرُ مُؤَدَّاةٌ ، وَالْمِنْحَةُ مَرْدُودَةٌ ، وَالدَّيْنُ مَقْضِيٌّ ، وَالزَّعِيمُ غَارِم

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

(Wash her) seven times or more if you think fit.

(3565) Ebû Ümâme (r.a), Rasûlullah (s.a)'ı şöyle buyuyurken işittiğini rivayet
etmiştir:

"Şüphesiz Allah (c.c) her hak sahibine hakkını vermiştir. Vârise vasiyyet yoktur.

Kadın, kocasının izni olmadan evinden hiçbir şey sarf edemez."

Ya Rasûlallah, yemek de veremez mi? denildi.

"O bizim en değerli malımızdır (veremez)" buyurdu. Sonra da:

"Ariyet ödenir, minha (gelirini alıp iade etmek üzere alman tarla, hayvan ve ağaç) geri

[6481

verilir, borç ödenir, kefil borçludur." dedi.

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

3148 حَدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ بْنُ الْمُسْتَمِرِّ الْعُصْفُرِيُّ ، حَدَّثَنَا حَبَّانُ بْنُ هِلَالٍ ، حَدَّثَنَا هَمَّامٌ ، عَنْ قَتَادَةَ ، عَنْ عَطَاءِ بْنِ أَبِي رَبَاحٍ ، عَنْ صَفْوَانَ بْنِ يَعْلَى ، عَنْ أَبِيهِ ، قَالَ : قَالَ لِي رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : إِذَا أَتَتْكَ رُسُلِي فَأَعْطِهِمْ ثَلَاثِينَ دِرْعًا ، وَثَلَاثِينَ بَعِيرًا قَالَ : فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ : أَعَوَرٌ مَضْمُونَةٌ ، أَوْ عَوَرٌ مُؤَدَّاةٌ ، قَالَ : بَلْ مُؤَدَّاةٌ ، قَالَ أَبُو دَاوُدَ : حَبَّانُ خَالُ هِلَالٍ الرَّائِيِّ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

The Prophet (ﷺ) made a speech one day and mentioned a man from among his Companions who died and was shrouded in a shroud of bad quality, and was buried at night. The Prophet (ﷺ) rebuked that man be buried at night until prayer was offered over him, except that a man was forced to do that. The Prophet (ﷺ) said: When one of you shrouds his brother, he should use a shroud of good quality.

(3566) Safvân b. Ya'lâ, babası (Ya'lâ)'nm şöyle dediğini rivayet etti:

Rasûlullah (s.a) (bana): "Sana elçilerim geldiği zaman kendilerine otuz zırh ve otuz

deve ver" dedi.



Telef olursa kıymeti ödenmek üzere ariyet olarak mı, yoksa telef olan ödenmeden elde

kalanı geri verilmek üzere ariyet olarak mı? dedim.

"Telef olanı ödenmeden elde kalanı geri verilmek üzere" buyurdu.

f6491

Ebû Dâvûd: "Habbân, Hilâl er-Re'yî'nin dayısıdır" dedi.
Açıklama

Hadisleri izaha girişmeden önce, ariyet hakkında kısaca malumat vermiş ve hükmü
konusunda alimlerin ihtilafı olduğuna işaret etmiştik. Bu ihtilâflara girmeden önce
hadislerde izaha muhtaç noktaları ele almak istiyoruz.

3561. hadisin ariyetle ilgili olduğu açık değildir. Hz. Peygamber (s. a), kişinin aldığı
bir malı iade edinceye kadar ondan sorumlu olduğunu ifade etmiştir. Bu mal, insanın
elinde ariyet olarak bulunabileceği gibi başka bir yolla da bulunabilir.

3562, 3563, 3564, 3566 nolu hadisler aynı hâdise ile ilgili olsa gerek. Bu hadislerde
ifade edildiğine göre Hz. Peygamber (s. a), Huneyn savaşında kullanılmak üzere
Safvân'dan zırh ve başka silahlar istedi. Safvân o zaman, Ebû Davud'un belirttiğine
göre henüz müslüman olmamıştı. Bazı âlimlerin bildirdiklerine göre ise daha yeni
müslüman olmuştu. Onun için Rasülullah'ı pek tanımıyordu. Onun zırh ve silahlarını
zorla alacağı endişesine kapıldı ve bunu kendisine sordu. Ama Efendimiz; gasp olarak
değil, ariyet olarak aldığını söyledi. Bu ariyetin, mazmun (mal telef olursa kıymeti
ödenmek üzere alman) mı, yoksa mal sağlam kalırsa geri verilmek, telef olursa hiçbir
şey vermemek üzere mi alındığı konusunda rivayetler farklıdır. Bazılarında ariyetin
mazmun olduğu, bazılarında ise olmadığı ifade edilmektedir. 3563 nolu rivayette:
Savaştan sonra zırhlar toplatılınca bir kısmının bulunamadığı ve Rasûlullah'm
Safvân'a: "Bunları sana ödeyecek miyiz?" diye sorduğu görülmektedir. Ariyetin
mazmun olmadığını söyleyenler, bu hadisi de delilleri arasında sayarlar ve; "Şayet
ariyet mazmun olsa idi, Hz. Peygamber kaybolan zırhları ödeyip ödemeyeceklerini
Safvân'a sormaz, paralarını öderdi" derler.

3565. hadis ariyetten başka konulan da içine almaktadır. Bunları sırayla sayalım:

1- Allah her hak sahibinin hakkını vermiştir. Yani herkesin hakkını takdir etmiştir.Bu,
mirasla ilgili olsa gerektir. Allah herkesin hakkını ayırdığına göre, murisin vârisler
için vasıyyette bulunması caiz olmaz.

2- Kadın kocasının izni olmadan evden kimseye bir şey veremez. Yemek ve gıda
maddeleri de bunun içindedir. Ama izin vermişse bunda bir mahzur yoktur.
Dolayısıyla hanımların evlerine gelen misafirlere ikramları -âdeten kocaları İzin
verdiği için- caizdir. Ama erkek karısını, gelene yapacağı ikramdan menetmişse o
zaman ikram edemez. Maamafıh bu konularda aşın gitmemek gerekir.

3- Ariyet, sahibine iade edilir. Bazı âlimler bunu "Ariyet elde mevcutsa kendisi, telef
olmuşsa kıymeti sahibine verilir" şeklinde izah ederler. Bazıları ise: "Mal elde
mevcutsa o mal sahibine verilir. Ama telef olmuşsa ve telefinde müstaîrin kusuru
yoksa bir şey gerekmez" diye anlarlar.

4- Minha: Bir kimsenin bir arkadaşına; bir müddet ekip sonra geri vermek üzere
verdiği tarla, bir müddet sütünü sağıp sonra iade etmek üzere verdiği koyun veya bir
müddet meyvesini alıp sonra geri vermek üzere verdiği ağaçtır. Bu şekilde alman bir
mal sahibine iade edilir. Verümemezlik edilemez.

5- Borç, alacaklıya ödenir. Borçlu imkânı olduğu halde borcunu öde-memezlik



edemez. Hz. Peygamber (s.a) bir hadisinde; imkânı olanın borcunu ödemeyip
savsaklamasını zulüm olarak nitelemiştir. Borçlu darda ise, ödeme imkânı
bulamıyorsa o zaman da alacaklının mühlet vermesi farzdır.

6- Kefil borçludur. Bir kimseye kefil olan kişinin zimmeti de o borçla meşguldür.
Dolayısıyla alacaklı, aiacağmı ister borçludan ister kefilden isteyebilir.
Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi ariyetin mazmun olup olmadığı konusu âlimler
arasında ihtilaflıdır. -Ariyetin mazmun olması demek; ariyet alman malda, müsteîrin
her halükârda sorumlu olması demektir. Yani ariyet olan malın helaki halinde, -ister
müsteîrin kusuru olsun ister olmasın- onun kıymetini ödemek zorunda olmasıdır. Mal
elde mevcutsa sahibine geri verilecektir. Bunda ihtilâf yoktur. Fakat telef olması
halinde ne yapılacaktır?
Bu konuda üç görüş vardır:

I- Ariyet, müsteîrin elinde mazmundur. Müsteîr malı teslim aldıktan sonra telef olsa -
ister onun kusuru olsun ister olmasın- kıymetini sahibine ödemek zorundadır. Bu
görüş Şafiî ve Hanbelîlere aittir. Ashabtan İbn Abbas ve Ebû Hureyre'nin görüşleri de
bu istikamettedir. Yalnız, Şafiî fakîhlerine göre müsteîr, ariyet olarak aldığı malı,
sahibinin izin verdiği şekilde kullanırken mal kendi kendine telef olsa veya kıymetine
bir noksanlık gelse, müsteîr zâmin olmaz.

II- Mâliklere göre ariyetlerin bir kısmı mazmundur, bir kısmı mazmun değildir. Şöyle
ki: Ariyet olan mal; hayvan ve gayrimenkul gibi helaki gizli olmayan cinstense,
müsteîre daman gerekmez. Yalan olduğu ortaya çıkmadıkça; müsteîrin, malın telefine
dair verdiği haber kabul edilir ve kendisinden malın kıymeti talep edilmez. Ama
ariyet; elbise vs. gibi telefi gizlenen cinsten bir malsa, müsteîrin kusur ve dahli
olmadan bile telef olsa, müsteîr onun kıymetini ödemelidir.

III- Ariyet olan mal, müsteîrin elinde emanettir, mazmun değildir. Dolayısıyla onun
kusur ve dahli olmadan telef olduğu takdirde kendisine bir sorumluluk yüklenmez.
Kıymetinde bir noksanlaşma olsa durum yine aynıdır. Ama malı bizzat müsteîr telef
etse veya onun talebinde kusuru olsa; meselâ, ariyet olan kıymetli bir malı meydanda
kendi haline bıraksa ve mal çalmsa müsteîr malın kıymetini ya da -misliyyâttan ise-
mislini ödemek mecburiyetindedir.

Ashabtan Hz. Ali ve İbn Mes'ud, tâbiûndan Şüreyh, Hasenü'l-Basri, İbrahim en-Nehaî
ve Süfyân-i Sevrî, daha sonrakilerden de Hanefî ve Zahirî mezhepleri de bu
görüştedirler.

Konu ile ilgili olarak varid olan hadislerde, her iki tarafın da yapışabileceği noktalar
vardır:

Ariyetlerin mazmun olduğunu söyleyen âlimler şöyle derler: Ariyet olan malın
menfaatma sadece müsteîr mâlik oluyor. Başkasına ait olan bu malda onun daha
önceden bir hakkı da yoktur. Bu malı sırf ondan istifade etmek maksadıyla almıştır.
Dolayısıyla bu mal, vedîa (emanet) ya benzemez. Onun için malın telefi halinde
tazmininin mecbur olması gerekir.

Bu görüşte olanlar; üzerinde durduğumuz babın, kendi görüşlerine uyan hadislerinin
yanı sıra şu hadislere de dayanırlar:
"Ariyet mazmundur."

Hz. Peygamber (s.a) Benî Necrân'a verdiği bir ahitnamede:

"Benim elçilerimin ariyet olarak aldıkları onların elleri üzerinde telef olursa onların

ödenmesi elçilerime aittir"

buyurmuştur.



Ariyetin mazmun olmayıp, emanet olduğunu söyleyenler de yukarıdaki

hadislerden, damanın gerekli olmadığına işaret edenlerden başka, "Hıyanette

bulunmayan müsteîre daman yoktur." hadisine dayanırlar.

Bu görüşte olanlar, karşı görüş sahiplerine şu şekilde mukabelede bulunurlar:

Eğer ariyet veren kişi bir iyilik, ihsan olmak üzere verdiği bir malın kendi kendine

semavi bir âfetle telefi halinde onu tazmin ettirmeye yetkili olsa, bu iyilik ve ihsan

zayi olmuş olur. Teberru olarak yapılan bir muamele bir mu-avaza haline gelir. Bu da

yardımlaşma prensibine aykırıdır.

Hanefi âlimlerinin; karşı görüşte olanların delil gösterdikleri hadislere verdikleri
cevaplar da şöyledir:

"Ariyet mazmundur" hadisindeki damân'dan maksat, damân-ı reddir. Yani, muîr
istediğinde müsteîr malı iade etmeye mecburdur. Muîr istediği zaman müsteîr malı
iade etmeyince gâsıp durumuna düşer ki işte o zaman mazmun olur.
"El, iade edinceye kadar aldığından mes'uldur" hadisi de emanet alman şeyin sahibine
geri verilmesinin gereğini işaret etmektedir. Bunda zaten ihtilâf yoktur. Müsteîr de,
istenilen veya muayyen müddeti dolan bir ariyeti sahibine geri vermekle mükelleftir.
Bir mazerete binaen vermez de mal telef olursa o zaman tazmini gerekir.
Rasûlullah (s.a)'m Benî Necrân'la yaptığı ahitnamede belirtilen helakten maksat ise
istihlâktir. Yani malın, müsteîr tarafından telef edilmesidir. Çünkü bir mal bir
kimsenin elinde, onun fiili ve kusuru olmadan telef olsa bu; "Heleke fî yedihi" diye
ifade edilir. Müsteîr tarafından telef edildiğinde ise "heleke alâ yedihi" denilir. Hadiste
de, "fe heleket alâ eydihim" denilmiştir. O halde bundan maksat helak değil,
istihlâkdir.

Safvân b. Ümeyye meselesine gelince; bundaki demândan maksat da damân-ı reddir.
Maamafih bir rivayete göre Safvân'm zırhlarını harp ihtiyacı saikasıyla kendi rızası
olmaksızın aldığı için onların mazmun oluşu kabul edilmişti. Yahut da Safvân, bu
zırhları Mekkelilerin yanma bırakmıştı. Hz. Peygamber (s. a) bunları sahibinden değil,
müsteîrinden almıştı. Onun için bunlar mazmun bulunmuştu.

Bir de bu zırhların, mazmun olmaları şartı ile alınmış olmaları muhtemeldir. Safvân o
zamanlar henüz müslüman olmadığı için harbî bulunuyordu. Müslümanlar arasında
caiz olabilir.

Ayrıca bu ariyetlerin mazmun kabul edilmeleri Safvân'm gönlünü hoş tutmak için
olabilir. Nitekim bu babda geçen rivayetlerden birinde görüldüğü üzere; bu zırhlardan
bir kısmı savaşta telef olmuştu. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s. a): "Sana borcumuz
var mı? Ödeyelim mi?" buyurmuş, Safvân da: "Hayır ya Rasûlallah, çünkü bugün
benim kalbimde o gün olma-
yan şeyler var" diyerek tazmini kabul etmemişti. Eğer ariyetin tazmini şart olsa idi,
Hz. Peygamber (s. a) zırhların bedellerini öderdi.

Safvân'm zırhları İle ilgili rivayetlerden birisinde Safvân: "Zırhlarımı ariyet olarak mı,
gasp olarak mı istiyorsun?" deyince Rasûlullah, daman sözünü hiç konu etmeden
"ariyet olarak" buyurmuştur.

Aynı hâdise hakkındaki hadislerin birbirleri ile tearuzu halinde, bunlarla ihticac

T6501

edilemez. Bir şey hakkında ihtimal sabit olunca o, delil olamaz.
89. Bir Şeyi Bozan Kişi Onun Mislini Öder



: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

بَابٌ فِيمَنْ أَفْسَدَ شَيْئًا يَغْرَمُ مِثْلَهُ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

3149 حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ ، حَدَّثَنَا يَحْيَى ، ح وحَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى ، حَدَّثَنَا خَالِدٌ ، عَنْ حُمَيْدٍ ، عَنْ أَنَسٍ ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ عِنْدَ بَعْضِ نِسَائِهِ ، فَأَرْسَلَتْ إِحْدَى أُمَّهَاتِ الْمُؤْمِنِينَ مَعَ خَادِمِهَا قَصْعَةً فِيهَا طَعَامٌ ، قَالَ : فَضَرَبَتْ بِيَدِهَا فَكَسَرَتِ الْقَصْعَةَ ، قَالَ ابْنُ الْمُثَنَّى : فَأَخَذَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْكِسْرَتَيْنِ فَضَمَّ إِحْدَاهُمَا إِلَى الْأُخْرَى ، فَجَعَلَ يَجْمَعُ فِيهَا الطَّعَامَ ، وَيَقُولُ : غَارَتْ أُمُّكُمْ زَادَ ابْنُ الْمُثَنَّى كُلُوا فَأَكَلُوا حَتَّى جَاءَتْ قَصْعَتُهَا الَّتِي فِي بَيْتِهَا ، ثُمَّ رَجَعْنَا إِلَى لَفْظِ حَدِيثِ مُسَدَّدٍ قَالَ كُلُوا وَحَبَسَ الرَّسُولَ وَالْقَصْعَةَ حَتَّى فَرَغُوا فَدَفَعَ الْقَصْعَةَ الصَّحِيحَةَ إِلَى الرَّسُولِ وَحَبَسَ الْمَكْسُورَةَ فِي بَيْتِهِ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

That the Messenger of Allah (ﷺ) was shrouded in a garment of Yemeni stuff, it was then removed from him.

(3567) Enes (r.a)'den rivayet edildi ki:

Rasûlullah (s. a), hanımlarından birisi (Aişe) nin yanında idi. Müzminlerin
annelerinden biri hizmetçisi ile (Efendimize) içerisinde yemek olan bir çanak
gönderdi. Aişe hizmetçinin eline vurdu ve çanağı kırdı.

İbnü'l-Müsennâ rivayetinde şöyle der:- Rasûlullah (s. a) parçaları aldı, birbirine
birleştirdi ve içerisine yemeği toplamaya başladı. Aynı zamanda da: "Anneniz
kıskandı" diyordu.

İbnü'l-Müsennâ; şunları ilâve etti: (Rasûlullah yanındakilere) "Yeyiniz" dedi. Onlar
da, Hz. Aişe, evindeki çanağı getirinceye kadar yediler. -Sonra Müsedded'in
[hadisinin] lafzına döndük-: Râsulullah (s. a): "Yeyiniz" dedi ve onlar yeyip bitirinceye
kadar yemeği getiren hizmetçiyi ve çanağı alıkoydu. Sağlam çanağı hizmetçiye verdi,

[651]

kırık olanı evinde bıraktı.

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

3150 حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ ، حَدَّثَنَا يَحْيَى ، عَنْ سُفْيَانَ ، حَدَّثَنِي فُلَيْتٌ الْعَامِرِيُّ ، عَنْ جَسْرَةَ بِنْتِ دَجَاجَةَ ، قَالَتْ : قَالَتْ عَائِشَةُ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهَا : مَا رَأَيْتُ صَانِعًا طَعَامًا مِثْلَ صَفِيَّةَ ، صَنَعَتْ لِرَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ طَعَامًا فَبَعَثَتْ بِهِ ، فَأَخَذَنِي أَفْكَلٌ ، فَكَسَرْتُ الْإِنَاءَ ، فَقُلْتُ : يَا رَسُولَ اللَّهِ ، مَا كَفَّارَةُ مَا صَنَعْتُ ؟ قَالَ : إِنَاءٌ مِثْلُ إِنَاءٍ وَطَعَامٌ مِثْلُ طَعَامٍ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

The Prophet (ﷺ) said: When one of you dies, and he possesses something, he should be shrouded in the garment of the Yemeni stuff.

(3568) Aişe (r.anha)'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir:

Safıyye kadar (güzel) yemek yapan birisini görmedim. O, Rasûlullah için bir yemek
yapıp gönderdi. Beni bir titreme aldı ve kabı kırdım, (sonra):
Ya Rasûlallah, yaptığınım keffareti ne? dedim.

[652]

"Kabın misli kap ve yemeğin misli yemek" buyurdu.
Açıklama

Yukarıdaki hadislerde anlatılan hâdise aynı mıdır yoksa farklımıdır? Bu konuda
değişik görüşler var. Hafız İbn Hacer,hâdiselerin ayrı ayrı olduğunu söylemektedir.
Eğer hâdiselerin aynı olduğu kabul edilirse, birinci hadisteki, Hz. Peygamber'e yemek
gönderen hanımın Safıyye olması icabeder. Ama âlimler bu hanımın Zeynep binti
Cahş veya Ümmü Seleme (r.anhüma) olabileceği şeklinde de görüş beyan
etmektedirler.

İlk hadis, Ebû Davud'a iki ayrı hocası tarafından nakledilmiştir. Bunlar: Müsedded ve
Muhammed b. Müsennâ'dır.

Muhammed b. Müsennâ'nm rivayetine göre Rasûlullah (s. a), yere dökülen yemeği bir
araya getirdiği çanak parçalarının içine doldururken bir taraftan da, "Anneniz
kıskandı" diyordu. Kıskançlık kumalar arasında bulunan bir özelliktir. Hz, Aişe
(r.anha) de bir kadındı, onun da kumasını kıskanması kaçınılmazdı. İşte Hz.
Peygamber (s. a) buna işaretle sanki, Hz. Aişe namına özür dilemekte ve yaptığının
mazur görülmesi gerektiğini ihsas ettirmektedir.

Hadislerde anlatılan hâdiselerdi Hz. Aişe (r.anha)'mn kırdığı çanağı ve döktüğü
yemeği misilleri ile ödeıUği anlaşılmaktadır. Çanak ve yemek, kıyemî olan
mallardandır. Onun içi, bu hadislerin te'vili gerekmiştir.

Bilindiği gibi; ölçekle ölçülerek vt a tartılarak alınıp satılan mallar mislî, yumurta ve
karpuz gibi tane ile alınıp satılanlar adedi, bunların dışındakiler de kıyemîdir.
Mislî ve adedi mütekarib olan bir mal telef edildiği zaman, ulemanın ittifakı ile bu mal
misli ile ödenir. Meselâ, bir kimsenin üç ölçek buğdayını telef eden, ona üç ölçek
buğday verir. Kıyemî olan bir malı telef eden kişi de onun değerini ödeyecektir. Bu
meselede de ulema arasında pek ihtilâf yoktur. Avnü'l-Ma'bûd'da, kıyemî malların
tazmininin Şafiî ve Kûfelilere göre, ister hayvan ister başka bir şey olsun misilleri ile



olacağı ifade edilmektedir. Ancak bunda bir kalem hatası olsa gerektir. Çünkü kıyemî
malların tazmini Şâifıîlere göre de kıymetleri iledir. Ancak hayvan, Şâfiîlere göre
mislidir. Onun için hayvanın tazmini Şâfiîlere göre misli ile olur.
Dâvûd ez-Zâhirî de; hayvanın hayvanla, kölenin köle ile serçenin serçe ile tazmin
edileceği görüşündedir.

Görüldüğü gibi; ulemanın ittifakı ile kıyemî malların tazmini kıymetleri ile
olmaktadır. Yukarıdaki hadislerde Hz. Peygamber (s. a) çanağın ve yemeğin misilleri
ile ödeneceğini ifade buyurmuştur. Oysa bunlar kıyemî mallardır. Peki âlimlerin
görüşü -hâşâ- Rasûlullah'm uygulamasına zıt mı düşmektedir? Yoksa hadislerin
izahında göz önüne alınması gereken noktalar mı vardır? Hattâbî, ikinci şıkkı uygun
görmekte ve şöyle demektedir:

"Hz. Peygamber'in Hz. Aişe'ye yemek ve çanağın misli ile tazmin edileceğini
bildirmesi; yardımlaşma ve ıslah babmdandır, bir hüküm değildir. Çünkü çanak ve
yemeğin belli bir misli yoktur. Üstelik Hz. Aişe (r.anha)'nm kırdığı çanak ve döktüğü
yemek, Safıyye (r.anha)'nm evinden getirilmiştir. Rasûlullah'm hanımlarının evinde
bulunan şey de aslında Hz. Peygamber'in mülküdür. Bir kimsenin kendi mülkü olan
bir şeyde de münasip göreceği herhangi bir şekilde hükmetmesi caizdir. Bu, insanlar
arasındaki hukukî konularda esas olacak şeylerden değildir. Ayrıca hadisin isnadında
da tenkid edilen noktalar vardır. Alimlerden; mekîl ve mevzunun dışındakilerde misil-
le tazminin gerekli olduğunu söyleyen hiç birisini bilmiyorum. Sadece Dâ-vûd'un
hayvan, köle ve serçede misil icabettiğini söylediği nakledilmiştir. Dâvûd bunu
ihramlmm avladığı avın cezasına benzetmiştir."

Hadisin ihtiva ettiği diğer hükümleri de şu şekilde maddeleştirmemiz mümkündür:

1- Gâsıp, kıymetini veya mislini ödediği zaman gasbettiği mala mâlik olur. Çünkü Hz.
Peygamber, kırılan çanağın parçalarını iade etmemiştir.

2- Temiz sofra üzerine veya yere dökülen yemeğin toplanıp yenmesi meşrudur.

3- Kadınların, kumalarına karşı tabiatlarında bulunan kıskançlıklarını hoş görüp

r6531

onların yaptılarmı iyilikle telafi etmek uygundur.

90. İnsanların Ekinine Zarar Veren Hayvanların Durumu