هذه الخدمةُ تعملُ بصورةٍ آليةٍ، وهي قيدُ الضبطِ والتطوير، 
3142 حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ الْجَرَّاحِ ، عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ بْنِ مُوسَى ، عَنْ عُثْمَانَ بْنِ الْأَسْوَدِ ، عَنْ مُجَاهِدٍ ، قَالَ : الْعُمْرَى أَنْ يَقُولَ الرَّجُلُ : لِلرَّجُلِ هُوَ لَكَ مَا عِشْتَ فَإِذَا قَالَ ذَلِكَ فَهُوَ لَهُ وَلِوَرَثَتِهِ وَالرُّقْبَى هُوَ أَنْ يَقُولَ الْإِنْسَانُ هُوَ لِلْآخِرِ مِنِّي وَمِنْكَ
هذه الخدمةُ تعملُ بصورةٍ آليةٍ، وهي قيدُ الضبطِ والتطوير، 
3142 حدثنا عبد الله بن الجراح ، عن عبيد الله بن موسى ، عن عثمان بن الأسود ، عن مجاهد ، قال : العمرى أن يقول الرجل : للرجل هو لك ما عشت فإذا قال ذلك فهو له ولورثته والرقبى هو أن يقول الإنسان هو للآخر مني ومنك
هذه الخدمةُ تعملُ بصورةٍ آليةٍ، وهي قيدُ الضبطِ والتطوير، 

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير، 

Mujahid said: 'Umra' means that a man says to another man: It belongs to you so long as you live. When he says that, it belongs to him and to his heirs. Ruqba means that a man says to another: From me and from you.

(3560) Mücâhid şöyle demiştir:

Umrâ: Bir adamın başka birisine: "O mal yaşadığım müddetçe sana aittir" demesidir.
Adam böyle dediği zaman, mal o şahsın ve vârislerinindir.

r6401

Rukbâ: Bir insanın: "O (mal) ikimizden sonraya kalanındır" demesidir.
Açıklama

Bu babda, rukbâ hakkında iki hadis bulunmaktadır. Üçüncüsü hadis değil, Mücâhid'in
umrâ ve rukbâyı tarifleridir. Biz iki hadisi ele alıp, ihtiyaç duyulan izahı yapmaya
çalışacağız.

Birinci hadiste Rasîullah (s. a) Efendimiz, umrâ ve rukbânm ehilleri için caiz olduğunu
ifade etmektedir. Alimler bunun; umrâ veya rukbâ yoluyla verilen malın, verildiği
kişiye ait olduğu manasına geldiğini söylemektedirler.

İkinci hadiste Efendimiz: Önce, ümranın hükmünü beyan etmiş, sonra da: "Malınızı
rukbâ yoluyla vermeyiniz; şayet vermiş iseniz o kendi yolundadır" buyurmuştur.
Nesâî'nin bir rivayetinde, malın kendi yolunda oluşu "miras yoludur" şeklinde ifade
edilmiştir. Yani mal, miras olarak vereseye intikal edecektir. Nesâî'deki diğer bir
rivayette ise: "Mallarınızı ruk-bâ yoluyla vermeyiniz, bir kimse rukbâ yoluyla bir şey
verirse o verene aittir"

buyurulmaktadır. Nesâî'deki bu ikinci rivayet açık bir şekilde rukbâ yoluyla verilen
malın vericiye ait olduğunu ifade etmektedir.

Hz. Peygamber'in, "Mallarınızı rukbâ yoluyla vermeyiniz" sözünü şâ-rihler, haramlığa
hamletmemekte, bunun bir tavsiye niteliğinde olduğuna işaret etmektedirler. Alimlerin
ifadesine göre Efendimiz bu sözü ile, "Mallarınızı boş yere elden çıkarmayınız, insan
yaptığım bir maslahata mebni olarak yapmalıdır. Ama yapmışsanız bu sahihtir" demek



istemiştir.

Tabiî bu izah rukbâyı caiz gören âlimler tarafından yapılmaktadır. Ama hadisin zahiri
rukbâyı yasak etmektedir.

Rukbânm hükmü âlimler arasında ihtilaflıdır. Bazı âlimler, umrâ ile rukbâyı aynı
hüküm içerisinde mütâlâa etmişler ve, "umrâ gibi rukbâ da caizdir" demişlerdir. Bu
babın ilk hadisi bu görüşe uygundur. Tirmizî, Rasûlullah'm ashabından bazılarının ve
sonraki âlimlerin bir kısmının bu görüşte olduğu söyler. Yine Tirmizî'nin ifadesine
göre Ahmed b. Hanbel ve İshak'm mezhepleri de bu istikamettedir.
Kaynaklarda, İmam Şafiî'nin de rukbâyı caiz gördüğü kaydedilmektedir. Hanefî
imamlarından Ebû Yusuf da rukbânm caiz olduğu kanaatindedir.
Hanefîlerden İmam Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed ile İmam Mâlik'e göre rukbâ
caiz değildir. Rukbâ yoluyla verilen mal, verildiği şahsın elinde ariyet hükmündedir.
Dolayısıyla, veren şahıs dilediği zaman alabilir. Bu görüşte olanlar; Hz. Peygamber
(s.a)'in, umrâya izin verip rukbâyı yasak ettiğini bildiren bir hadisine dayanırlar.
Ancak Muğnî'de, bu hadisin bilinmediği söylenerek karşı çıkılır; Etrazî ise; İmam
A'zam gibi sika zâtların bu hadise sarıldıklarını söyleyerek Muğnî'nin dediğine itiraz
eder. Aynî ise; Etrazî'nin sözleri ile hasmın karşısına çıkılamayacağını ve onun ikna
edilemeyeceğini söyler. Çünkü hadisin râvileri belirtilmemiştir.

Aynî: İmam Ebu Yûsufla tarafeyn arasındaki ihtilafın, kelimenin manasından
kaynaklandığını söyler. Aynfriin verdiği malumata göre rukbâ; hem irkâb hem de
terakkub manasına gelir. İrkâb manasında aldığımız zaman mana: "Evimin rakabesi
sana aittir." demek olur. Rukbâyı caiz görenler bu manayı kasdetmişlerdir. Terakkub
manasına alındığında ise, "Bu ev ben ölürsem senin, sen ölürsen benim" anlamındadır
ki kabul etmeyenler bunu kasdetmişlerdir.

Aynî'nin söylediği, zahirdeki ihtilâfı halletmektedir. Ancak fıkıh ıstılahında rukbânm
irkâb manasında, "evimin rakabesi senindir" manasına kullanıldığını kimse
söylememektedir.

Rukbâyı bâtıl sayanların hareket noktalarından birisi de, temlikin hatar'a
bağlanmasıdır. Yani ev sahibi; olup olmayacağı kesin bilinmeyen bir şeye bağlayarak
malını temlik etmektedir ki, bu yolla yapılan bir temlik bâtıldır. O zaman da mal
verildiği kişinin elinde ariyet olarak kalır. Üstelik söylenilen şekliyle rukbâ; iki kişiden
herbirinin diğerinin ölümünü arzulaması manasına gelir ki, bu da caiz değildir.
İki görüşün arasını uzlaştırma babında, Bezlü'l-Mechûd'da, Muhammed Yahya
adındaki zâttan bir nakil yapılmıştır. Bunun özeti de şudur:

Rukbâyı caiz görenler bununla; kendisine hibe edilen kişi vâhibten önce ölürse, malın
vâhibe geri verilmesi şartı ile hibeyi kastederler. Bâtıl sayanlar ise; temliki, iki kişiden
önce ölenin ölümüne bağlamayı anlamaktadırlar. Çünkü bir malı, olup olmayacağı
belli olmayan bir şeye bağlayarak temlik caiz değildir. Demek ki ihtilâf; rukbânm

£6411

manasmdaki tefsir farklılığına dayanan lafzî bir ihtilâftır.
88. Ariyetin Tazmini

Ariyet; -âriyyet şeklinde de okunabilir- "teâvür" kelimesinden ismi masdar olan "âre"
kelimesine mensuptur. Teâvür de; nöbetleşe birbirinden alma manasınadır. Ariyet
verilen mal, veren ile alan arasında nöbetle kullanıldığı için bu isim verilmiştir.
Ariyetin, sür'atle gidip gelme manasına gelen "âre" den; veya fiilinden alındığını



söyleyenler de vardır. Ariyet verilen mal, karşılıksız olduğu, bedelden âri bulunduğu
için bu isim verilmiş olmaktadır. Bir kısım âlimler ise ariyetin, "âr" sözüne mensup
olduğunu söylerler. Ar, ayıp demektir. Ariyet; mal istemekte bir çeşit zillet ve ayıp
bulunduğu için bu adı almıştır. Fakat bu nisbet pek doğru görülmemiştir.
Ariyet, ıstılahta: Bir malın menfaatim birisine, meccânen yani bir bedel mukabilinde
olmaksızın, rücûu kabil olmak üzere filhal temlik olunmasıdır.

Meccânen kaydıyla icâre; filhal kaydıyla vasiyyet, rücûu kabil olmak kaydıyla da hibe
tarifden hariç bırakılmıştır.

Tariften de anlaşılacağı üzere ariyet: İyreti olarak kullanılıp geri verilmek üzere alman
mal demektir.

Ariyete, "müstear" veya "müâr" da denilir. Ariyet vermeye "iare", ariyet verene
"muîr", ariyet alana da "müsteîr" denilir.

Bu bab, iare olarak verilen malın yok olması durumunda tazmininin gerekliliği
konusundaki hadisleri ihtiva etmektedir. Biz bu meseleyi, hadislerin tercemesinden
sonraya bırakıp, şimdi Hanefî mezhebine göre iareye ait bazı konulara çok kısa olarak
temas etmek istiyoruz.

Diğer akitlerde olduğu gibi, iare de icab ve kabulle gerçekleşir. Yani, muîr, sarahaten
veya delâleten malını ariyet olarak verdiğini söyler ve müsteîr de bunu kabul eder.
Yahut da müsteîr bir kimseden malını ariyet olarak ister, mal sahibi de verdiğini
söyler. İare konusunda mal sahibinin sükutu kabul sayılmaz. Ama teati yolu ile de iare
akdi yapılabilir.

İare, menkul ve gayrimenkul bütün mallarda cereyan eder. Paranın veya ölçülüp
tartılan malların iaresi, karz sayılır.

Müsteîr, iare ile aldığı malın menfaatma meccânen mâlik olur. Dolayısıyla mal sahibi
daha sonra müsteîrden ücret isteyemez. Ama müsteîr, ariyet olan malı muîr istediği
anda vermek zorundadır.

Ariyet olan mal bir arazi ise ve ağaç dikilmek ya da bina yapılmak için alınmışsa,
müsteîr o araziye ekin ekebilir veya bina yapabilir. Ancak muîr istediği zaman ağacı
veya binayı söküp tarlayı geri verecektir. Müsteîr bir tarlayı, ekin ekmek için ariyet
olarak alır ve ekin ekerse, tarla sahibi ekin hasat edilinceye kadar tarlasını isteyemez.
Müsteîr, ariyet olarak aldığı malı birisine kira ile veremez. Eğer verir de mal helak
olursa onu zâmin olur.

Mal, kullanan şahsa göre değişik etkilenen bir mal değilse, müsteîr başka birine iare
olarak verebilir. Ancak mal sahibi, bir başkasına vermemesi için şart koşmuşsa o
zaman veremez.

Ariyetin sahibine geri verilmesi için gerekli olan ücret müsteîre aittir.
İare, taraflar için bağlayıcı bir akit değildir. Dolayısıyla muîr istediği zaman malını
geri alabileceği gibi müsteîr de dilediği zaman iade edebilir. İare için bir zaman tayin
edilmiş bile olsa durum aynıdır. Sadece yukarıda temas edilen ekin ekmek için ariyet
olarak alman tarla meselesi bu hükümden müstesnadır.

[6421

Muîr veya müsteîrden birisinin ölümü ile de iare akdi sona erer.

شرح الحديث من عون المعبود لابى داود

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،    [3560] ( هُوَ لَكَ مَا عِشْتَ) أَيْ مُدَّةَ عَيْشِكَ وَحَيَاتِكَ ( فَهُوَ لَهُ) أَيْ لِلرَّجُلِ الْمُعْمَرِ لَهُ ( لِلْآخِرِ مِنِّي وَمِنْكَ) أَيْ لِلْمُتَأَخِّرِ مِنَّا مَوْتًا
وَالْحَدِيثُ سَكَتَ عَنْهُ الْمُنْذِرِيُّ