هذه الخدمةُ تعملُ بصورةٍ آليةٍ، وهي قيدُ الضبطِ والتطوير، 
3148 حَدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ بْنُ الْمُسْتَمِرِّ الْعُصْفُرِيُّ ، حَدَّثَنَا حَبَّانُ بْنُ هِلَالٍ ، حَدَّثَنَا هَمَّامٌ ، عَنْ قَتَادَةَ ، عَنْ عَطَاءِ بْنِ أَبِي رَبَاحٍ ، عَنْ صَفْوَانَ بْنِ يَعْلَى ، عَنْ أَبِيهِ ، قَالَ : قَالَ لِي رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : إِذَا أَتَتْكَ رُسُلِي فَأَعْطِهِمْ ثَلَاثِينَ دِرْعًا ، وَثَلَاثِينَ بَعِيرًا قَالَ : فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ : أَعَوَرٌ مَضْمُونَةٌ ، أَوْ عَوَرٌ مُؤَدَّاةٌ ، قَالَ : بَلْ مُؤَدَّاةٌ ، قَالَ أَبُو دَاوُدَ : حَبَّانُ خَالُ هِلَالٍ الرَّائِيِّ
هذه الخدمةُ تعملُ بصورةٍ آليةٍ، وهي قيدُ الضبطِ والتطوير، 
3148 حدثنا إبراهيم بن المستمر العصفري ، حدثنا حبان بن هلال ، حدثنا همام ، عن قتادة ، عن عطاء بن أبي رباح ، عن صفوان بن يعلى ، عن أبيه ، قال : قال لي رسول الله صلى الله عليه وسلم : إذا أتتك رسلي فأعطهم ثلاثين درعا ، وثلاثين بعيرا قال : فقلت يا رسول الله : أعور مضمونة ، أو عور مؤداة ، قال : بل مؤداة ، قال أبو داود : حبان خال هلال الرائي
هذه الخدمةُ تعملُ بصورةٍ آليةٍ، وهي قيدُ الضبطِ والتطوير، 

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير، 

Narrated Ya'la ibn Umayyah:

The Messenger of Allah (ﷺ) said to me: When my messengers come to you, give them thirty coats of mail, and thirty camels. I asked: Messenger of Allah, is it a loan with a guarantee of its return, or a loan to be paid back? He replied : It is a loan to be paid back.

(3566) Safvân b. Ya'lâ, babası (Ya'lâ)'nm şöyle dediğini rivayet etti:

Rasûlullah (s.a) (bana): "Sana elçilerim geldiği zaman kendilerine otuz zırh ve otuz

deve ver" dedi.



Telef olursa kıymeti ödenmek üzere ariyet olarak mı, yoksa telef olan ödenmeden elde

kalanı geri verilmek üzere ariyet olarak mı? dedim.

"Telef olanı ödenmeden elde kalanı geri verilmek üzere" buyurdu.

f6491

Ebû Dâvûd: "Habbân, Hilâl er-Re'yî'nin dayısıdır" dedi.
Açıklama

Hadisleri izaha girişmeden önce, ariyet hakkında kısaca malumat vermiş ve hükmü
konusunda alimlerin ihtilafı olduğuna işaret etmiştik. Bu ihtilâflara girmeden önce
hadislerde izaha muhtaç noktaları ele almak istiyoruz.

3561. hadisin ariyetle ilgili olduğu açık değildir. Hz. Peygamber (s. a), kişinin aldığı
bir malı iade edinceye kadar ondan sorumlu olduğunu ifade etmiştir. Bu mal, insanın
elinde ariyet olarak bulunabileceği gibi başka bir yolla da bulunabilir.

3562, 3563, 3564, 3566 nolu hadisler aynı hâdise ile ilgili olsa gerek. Bu hadislerde
ifade edildiğine göre Hz. Peygamber (s. a), Huneyn savaşında kullanılmak üzere
Safvân'dan zırh ve başka silahlar istedi. Safvân o zaman, Ebû Davud'un belirttiğine
göre henüz müslüman olmamıştı. Bazı âlimlerin bildirdiklerine göre ise daha yeni
müslüman olmuştu. Onun için Rasülullah'ı pek tanımıyordu. Onun zırh ve silahlarını
zorla alacağı endişesine kapıldı ve bunu kendisine sordu. Ama Efendimiz; gasp olarak
değil, ariyet olarak aldığını söyledi. Bu ariyetin, mazmun (mal telef olursa kıymeti
ödenmek üzere alman) mı, yoksa mal sağlam kalırsa geri verilmek, telef olursa hiçbir
şey vermemek üzere mi alındığı konusunda rivayetler farklıdır. Bazılarında ariyetin
mazmun olduğu, bazılarında ise olmadığı ifade edilmektedir. 3563 nolu rivayette:
Savaştan sonra zırhlar toplatılınca bir kısmının bulunamadığı ve Rasûlullah'm
Safvân'a: "Bunları sana ödeyecek miyiz?" diye sorduğu görülmektedir. Ariyetin
mazmun olmadığını söyleyenler, bu hadisi de delilleri arasında sayarlar ve; "Şayet
ariyet mazmun olsa idi, Hz. Peygamber kaybolan zırhları ödeyip ödemeyeceklerini
Safvân'a sormaz, paralarını öderdi" derler.

3565. hadis ariyetten başka konulan da içine almaktadır. Bunları sırayla sayalım:

1- Allah her hak sahibinin hakkını vermiştir. Yani herkesin hakkını takdir etmiştir.Bu,
mirasla ilgili olsa gerektir. Allah herkesin hakkını ayırdığına göre, murisin vârisler
için vasıyyette bulunması caiz olmaz.

2- Kadın kocasının izni olmadan evden kimseye bir şey veremez. Yemek ve gıda
maddeleri de bunun içindedir. Ama izin vermişse bunda bir mahzur yoktur.
Dolayısıyla hanımların evlerine gelen misafirlere ikramları -âdeten kocaları İzin
verdiği için- caizdir. Ama erkek karısını, gelene yapacağı ikramdan menetmişse o
zaman ikram edemez. Maamafıh bu konularda aşın gitmemek gerekir.

3- Ariyet, sahibine iade edilir. Bazı âlimler bunu "Ariyet elde mevcutsa kendisi, telef
olmuşsa kıymeti sahibine verilir" şeklinde izah ederler. Bazıları ise: "Mal elde
mevcutsa o mal sahibine verilir. Ama telef olmuşsa ve telefinde müstaîrin kusuru
yoksa bir şey gerekmez" diye anlarlar.

4- Minha: Bir kimsenin bir arkadaşına; bir müddet ekip sonra geri vermek üzere
verdiği tarla, bir müddet sütünü sağıp sonra iade etmek üzere verdiği koyun veya bir
müddet meyvesini alıp sonra geri vermek üzere verdiği ağaçtır. Bu şekilde alman bir
mal sahibine iade edilir. Verümemezlik edilemez.

5- Borç, alacaklıya ödenir. Borçlu imkânı olduğu halde borcunu öde-memezlik



edemez. Hz. Peygamber (s.a) bir hadisinde; imkânı olanın borcunu ödemeyip
savsaklamasını zulüm olarak nitelemiştir. Borçlu darda ise, ödeme imkânı
bulamıyorsa o zaman da alacaklının mühlet vermesi farzdır.

6- Kefil borçludur. Bir kimseye kefil olan kişinin zimmeti de o borçla meşguldür.
Dolayısıyla alacaklı, aiacağmı ister borçludan ister kefilden isteyebilir.
Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi ariyetin mazmun olup olmadığı konusu âlimler
arasında ihtilaflıdır. -Ariyetin mazmun olması demek; ariyet alman malda, müsteîrin
her halükârda sorumlu olması demektir. Yani ariyet olan malın helaki halinde, -ister
müsteîrin kusuru olsun ister olmasın- onun kıymetini ödemek zorunda olmasıdır. Mal
elde mevcutsa sahibine geri verilecektir. Bunda ihtilâf yoktur. Fakat telef olması
halinde ne yapılacaktır?
Bu konuda üç görüş vardır:

I- Ariyet, müsteîrin elinde mazmundur. Müsteîr malı teslim aldıktan sonra telef olsa -
ister onun kusuru olsun ister olmasın- kıymetini sahibine ödemek zorundadır. Bu
görüş Şafiî ve Hanbelîlere aittir. Ashabtan İbn Abbas ve Ebû Hureyre'nin görüşleri de
bu istikamettedir. Yalnız, Şafiî fakîhlerine göre müsteîr, ariyet olarak aldığı malı,
sahibinin izin verdiği şekilde kullanırken mal kendi kendine telef olsa veya kıymetine
bir noksanlık gelse, müsteîr zâmin olmaz.

II- Mâliklere göre ariyetlerin bir kısmı mazmundur, bir kısmı mazmun değildir. Şöyle
ki: Ariyet olan mal; hayvan ve gayrimenkul gibi helaki gizli olmayan cinstense,
müsteîre daman gerekmez. Yalan olduğu ortaya çıkmadıkça; müsteîrin, malın telefine
dair verdiği haber kabul edilir ve kendisinden malın kıymeti talep edilmez. Ama
ariyet; elbise vs. gibi telefi gizlenen cinsten bir malsa, müsteîrin kusur ve dahli
olmadan bile telef olsa, müsteîr onun kıymetini ödemelidir.

III- Ariyet olan mal, müsteîrin elinde emanettir, mazmun değildir. Dolayısıyla onun
kusur ve dahli olmadan telef olduğu takdirde kendisine bir sorumluluk yüklenmez.
Kıymetinde bir noksanlaşma olsa durum yine aynıdır. Ama malı bizzat müsteîr telef
etse veya onun talebinde kusuru olsa; meselâ, ariyet olan kıymetli bir malı meydanda
kendi haline bıraksa ve mal çalmsa müsteîr malın kıymetini ya da -misliyyâttan ise-
mislini ödemek mecburiyetindedir.

Ashabtan Hz. Ali ve İbn Mes'ud, tâbiûndan Şüreyh, Hasenü'l-Basri, İbrahim en-Nehaî
ve Süfyân-i Sevrî, daha sonrakilerden de Hanefî ve Zahirî mezhepleri de bu
görüştedirler.

Konu ile ilgili olarak varid olan hadislerde, her iki tarafın da yapışabileceği noktalar
vardır:

Ariyetlerin mazmun olduğunu söyleyen âlimler şöyle derler: Ariyet olan malın
menfaatma sadece müsteîr mâlik oluyor. Başkasına ait olan bu malda onun daha
önceden bir hakkı da yoktur. Bu malı sırf ondan istifade etmek maksadıyla almıştır.
Dolayısıyla bu mal, vedîa (emanet) ya benzemez. Onun için malın telefi halinde
tazmininin mecbur olması gerekir.

Bu görüşte olanlar; üzerinde durduğumuz babın, kendi görüşlerine uyan hadislerinin
yanı sıra şu hadislere de dayanırlar:
"Ariyet mazmundur."

Hz. Peygamber (s.a) Benî Necrân'a verdiği bir ahitnamede:

"Benim elçilerimin ariyet olarak aldıkları onların elleri üzerinde telef olursa onların

ödenmesi elçilerime aittir"

buyurmuştur.



Ariyetin mazmun olmayıp, emanet olduğunu söyleyenler de yukarıdaki

hadislerden, damanın gerekli olmadığına işaret edenlerden başka, "Hıyanette

bulunmayan müsteîre daman yoktur." hadisine dayanırlar.

Bu görüşte olanlar, karşı görüş sahiplerine şu şekilde mukabelede bulunurlar:

Eğer ariyet veren kişi bir iyilik, ihsan olmak üzere verdiği bir malın kendi kendine

semavi bir âfetle telefi halinde onu tazmin ettirmeye yetkili olsa, bu iyilik ve ihsan

zayi olmuş olur. Teberru olarak yapılan bir muamele bir mu-avaza haline gelir. Bu da

yardımlaşma prensibine aykırıdır.

Hanefi âlimlerinin; karşı görüşte olanların delil gösterdikleri hadislere verdikleri
cevaplar da şöyledir:

"Ariyet mazmundur" hadisindeki damân'dan maksat, damân-ı reddir. Yani, muîr
istediğinde müsteîr malı iade etmeye mecburdur. Muîr istediği zaman müsteîr malı
iade etmeyince gâsıp durumuna düşer ki işte o zaman mazmun olur.
"El, iade edinceye kadar aldığından mes'uldur" hadisi de emanet alman şeyin sahibine
geri verilmesinin gereğini işaret etmektedir. Bunda zaten ihtilâf yoktur. Müsteîr de,
istenilen veya muayyen müddeti dolan bir ariyeti sahibine geri vermekle mükelleftir.
Bir mazerete binaen vermez de mal telef olursa o zaman tazmini gerekir.
Rasûlullah (s.a)'m Benî Necrân'la yaptığı ahitnamede belirtilen helakten maksat ise
istihlâktir. Yani malın, müsteîr tarafından telef edilmesidir. Çünkü bir mal bir
kimsenin elinde, onun fiili ve kusuru olmadan telef olsa bu; "Heleke fî yedihi" diye
ifade edilir. Müsteîr tarafından telef edildiğinde ise "heleke alâ yedihi" denilir. Hadiste
de, "fe heleket alâ eydihim" denilmiştir. O halde bundan maksat helak değil,
istihlâkdir.

Safvân b. Ümeyye meselesine gelince; bundaki demândan maksat da damân-ı reddir.
Maamafih bir rivayete göre Safvân'm zırhlarını harp ihtiyacı saikasıyla kendi rızası
olmaksızın aldığı için onların mazmun oluşu kabul edilmişti. Yahut da Safvân, bu
zırhları Mekkelilerin yanma bırakmıştı. Hz. Peygamber (s. a) bunları sahibinden değil,
müsteîrinden almıştı. Onun için bunlar mazmun bulunmuştu.

Bir de bu zırhların, mazmun olmaları şartı ile alınmış olmaları muhtemeldir. Safvân o
zamanlar henüz müslüman olmadığı için harbî bulunuyordu. Müslümanlar arasında
caiz olabilir.

Ayrıca bu ariyetlerin mazmun kabul edilmeleri Safvân'm gönlünü hoş tutmak için
olabilir. Nitekim bu babda geçen rivayetlerden birinde görüldüğü üzere; bu zırhlardan
bir kısmı savaşta telef olmuştu. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s. a): "Sana borcumuz
var mı? Ödeyelim mi?" buyurmuş, Safvân da: "Hayır ya Rasûlallah, çünkü bugün
benim kalbimde o gün olma-
yan şeyler var" diyerek tazmini kabul etmemişti. Eğer ariyetin tazmini şart olsa idi,
Hz. Peygamber (s. a) zırhların bedellerini öderdi.

Safvân'm zırhları İle ilgili rivayetlerden birisinde Safvân: "Zırhlarımı ariyet olarak mı,
gasp olarak mı istiyorsun?" deyince Rasûlullah, daman sözünü hiç konu etmeden
"ariyet olarak" buyurmuştur.

Aynı hâdise hakkındaki hadislerin birbirleri ile tearuzu halinde, bunlarla ihticac

T6501

edilemez. Bir şey hakkında ihtimal sabit olunca o, delil olamaz.
89. Bir Şeyi Bozan Kişi Onun Mislini Öder



شرح الحديث من عون المعبود لابى داود

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،    [3566] ( الْعُصْفُرِيُّ) مَنْسُوبٌ إِلَى الْعُصْفُرِ وَهُوَ نَبْتٌ مَعْرُوفٌ ( أَعَارِيَةً مَضْمُونَةً أَوْ عَارِيَةً مُؤَدَّاةً) قَالَ فِي السُّبُلِ الْمَضْمُونَةُ الَّتِي تُضْمَنُ إِنْ تَلِفَتْ بِالْقِيمَةِ وَالْمُؤَدَّاةُ تَجِبُ تَأْدِيَتُهَا مَعَ بَقَاءِ عَيْنِهَا فَإِنْ تَلِفَتْ لَمْ تُضْمَنْ بِالْقِيمَةِ
وَالْحَدِيثُ دَلِيلٌ لِمَنْ ذَهَبَ أَنَّهَا لَا تُضْمَنُ الْعَارِيَةُ إِلَّا بِالتَّضْمِينِ وَقَدْ تَقَدَّمَ أَنَّهُ أَوْضَحُ الْأَقْوَالِ انْتَهَى
قَالَ الْمُنْذِرِيُّ وَأَخْرَجَهُ النَّسَائِيُّ