بَابٌ فِي صَفَايَا رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنَ الْأَمْوَالِ

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

بَابٌ فِي صَفَايَا رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنَ الْأَمْوَالِ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

2620 حَدَّثَنَا الْحَسَنُ بْنُ عَلِيٍّ ، وَمُحَمَّدُ بْنُ يَحْيَى بْنِ فَارِسٍ الْمَعْنَى ، قَالَا : حَدَّثَنَا بِشْرُ بْنُ عُمَرَ الزَّهْرَانِيُّ ، حَدَّثَنِي مَالِكُ بْنُ أَنَسٍ ، عَنِ ابْنِ شِهَابٍ ، عَنْ مَالِكِ بْنِ أَوْسِ بْنِ الْحَدَثَانِ ، قَالَ : أَرْسَلَ إِلَيَّ عُمَرُ حِينَ تَعَالَى النَّهَارُ ، فَجِئْتُهُ فَوَجَدْتُهُ جَالِسًا عَلَى سَرِيرٍ مُفْضِيًا إِلَى رِمَالِهِ ، فَقَالَ : حِينَ دَخَلْتُ عَلَيْهِ : يَا مَالِ ، إِنَّهُ قَدْ دَفَّ أَهْلُ أَبْيَاتٍ مِنْ قَوْمِكَ ، وَإِنِّي قَدْ أَمَرْتُ فِيهِمْ بِشَيْءٍ فَأَقْسِمْ فِيهِمْ ، قُلْتُ : لَوْ أَمَرْتَ غَيْرِي بِذَلِكَ ، فَقَالَ : خُذْهُ فَجَاءَهُ يَرْفَأُ ، فَقَالَ : يَا أَمِيرَ الْمُؤْمِنِينَ ، هَلْ لَكَ فِي عُثْمَانَ بْنِ عَفَّانَ ، وَعَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ عَوْفٍ ، وَالزُّبَيْرِ بْنِ الْعَوَّامِ ، وَسَعْدِ بْنِ أَبِي وَقَّاصٍ ، قَالَ : نَعَمْ ، فَأَذِنَ لَهُمْ فَدَخَلُوا ، ثُمَّ جَاءَهُ يَرْفَأُ ، فَقَالَ : يَا أَمِيرَ الْمُؤْمِنِينَ ، هَلْ لَكَ فِي الْعَبَّاسِ ، وَعَلِيٍّ ، قَالَ : نَعَمْ ، فَأَذِنَ لَهُمْ فَدَخَلُوا ، فَقَالَ الْعَبَّاسُ : يَا أَمِيرَ الْمُؤْمِنِينَ ، اقْضِ بَيْنِي وَبَيْنَ هَذَا - يَعْنِي عَلِيًّا - فَقَالَ بَعْضُهُمْ : أَجَلْ يَا أَمِيرَ الْمُؤْمِنِينَ ، اقْضِ بَيْنَهُمَا وَأَرِحْهُمَا - قَالَ مَالِكُ بْنُ أَوْسٍ : خُيِّلَ إِلَيَّ أَنَّهُمَا قَدَّمَا أُولَئِكَ النَّفَرَ لِذَلِكَ - فَقَالَ عُمَرُ رَحِمَهُ اللَّهُ : اتَّئِدَا ، ثُمَّ أَقْبَلَ عَلَى أُولَئِكَ الرَّهْطِ ، فَقَالَ : أَنْشُدُكُمْ بِاللَّهِ الَّذِي بِإِذْنِهِ تَقُومُ السَّمَاءُ وَالْأَرْضُ ، هَلْ تَعْلَمُونَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، قَالَ : لَا نُورَثُ مَا تَرَكْنَا صَدَقَةٌ ، قَالُوا : نَعَمْ ، ثُمَّ أَقْبَلَ عَلَى عَلِيٍّ وَالْعَبَّاسِ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا ، فَقَالَ : أَنْشُدُكُمَا بِاللَّهِ الَّذِي بِإِذْنِهِ تَقُومُ السَّمَاءُ وَالْأَرْضُ ، هَلْ تَعْلَمَانِ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ : لَا نُورَثُ مَا تَرَكْنَا صَدَقَةٌ فَقَالَا : نَعَمْ ، قَالَ : فَإِنَّ اللَّهَ خَصَّ رَسُولَهُ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، بِخَاصَّةٍ لَمْ يَخُصَّ بِهَا أَحَدًا مِنَ النَّاسِ ، فَقَالَ اللَّهُ تَعَالَى : { وَمَا أَفَاءَ اللَّهُ عَلَى رَسُولِهِ مِنْهُمْ فَمَا أَوْجَفْتُمْ عَلَيْهِ مِنْ خَيْلٍ ، وَلَا رِكَابٍ ، وَلَكِنَّ اللَّهَ يُسَلِّطُ رُسُلَهُ عَلَى مَنْ يَشَاءُ وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ } وَكَانَ اللَّهُ أَفَاءَ عَلَى رَسُولِهِ بَنِي النَّضِيرِ ، فَوَاللَّهِ مَا اسْتَأْثَرَ بِهَا عَلَيْكُمْ ، وَلَا أَخَذَهَا دُونَكُمْ ، فَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَأْخُذُ مِنْهَا نَفَقَةَ سَنَةٍ ، - أَوْ نَفَقَتَهُ وَنَفَقَةَ أَهْلِهِ سَنَةً - وَيَجْعَلُ مَا بَقِيَ أُسْوَةَ الْمَالِ ، ثُمَّ أَقْبَلَ عَلَى أُولَئِكَ الرَّهْطِ ، فَقَالَ : أَنْشُدُكُمْ بِاللَّهِ الَّذِي بِإِذْنِهِ تَقُومُ السَّمَاءُ وَالْأَرْضُ ، هَلْ تَعْلَمُونَ ذَلِكَ ، قَالُوا : نَعَمْ ، ثُمَّ أَقْبَلَ عَلَى الْعَبَّاسِ ، وَعَلِيٍّ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا ، فَقَالَ : أَنْشُدُكُمَا بِاللَّهِ الَّذِي بِإِذْنِهِ تَقُومُ السَّمَاءُ وَالْأَرْضُ هَلْ تَعْلَمَانِ ذَلِكَ ؟ قَالَا : نَعَمْ ، فَلَمَّا تُوُفِّيَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، قَالَ أَبُو بَكْرٍ : أَنَا وَلِيُّ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، فَجِئْتَ أَنْتَ وَهَذَا إِلَى أَبِي بَكْرٍ تَطْلُبُ أَنْتَ مِيرَاثَكَ مِنَ ابْنِ أَخِيكَ ، وَيَطْلُبُ هَذَا مِيرَاثَ امْرَأَتِهِ مِنْ أَبِيهَا ، فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ رَحِمَهُ اللَّهُ ، قَالَ : رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : لَا نُورَثُ مَا تَرَكْنَا صَدَقَةٌ ، وَاللَّهُ يَعْلَمُ إِنَّهُ لَصَادِقٌ بَارٌّ ، رَاشِدٌ تَابِعٌ لِلْحَقِّ ، فَوَلِيَهَا أَبُو بَكْرٍ ، فَلَمَّا تُوُفِّيَ أَبُو بَكْرٍ ، قُلْتُ : أَنَا وَلِيُّ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، وَوَلِيُّ أَبِي بَكْرٍ ، فَوَلِيتُهَا مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ أَلِيَهَا ، فَجِئْتَ أَنْتَ وَهَذَا وَأَنْتُمَا جَمِيعٌ ، وَأَمْرُكُمَا وَاحِدٌ ، فَسَأَلْتُمَانِيهَا ، فَقُلْتُ : إِنْ شِئْتُمَا أَنْ أَدْفَعَهَا إِلَيْكُمَا عَلَى أَنَّ عَلَيْكُمَا عَهْدَ اللَّهِ أَنْ تَلِيَاهَا بِالَّذِي كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَلِيهَا فَأَخَذْتُمَاهَا مِنِّي عَلَى ذَلِكَ ، ثُمَّ جِئْتُمَانِي لِأَقْضِيَ بَيْنَكُمَا بِغَيْرِ ذَلِكَ ، وَاللَّهِ لَا أَقْضِي بَيْنَكُمَا بِغَيْرِ ذَلِكَ ، حَتَّى تَقُومَ السَّاعَةُ ، فَإِنْ عَجَزْتُمَا عَنْهَا فَرُدَّاهَا إِلَيَّ قَالَ أَبُو دَاوُدَ : إِنَّمَا سَأَلَاهُ أَنْ يَكُونَ يُصَيِّرُهُ بَيْنَهُمَا نِصْفَيْنِ ، لَا أَنَّهُمَا جَهِلَا أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ : لَا نُورَثُ مَا تَرَكْنَا صَدَقَةٌ فَإِنَّهُمَا كَانَا لَا يَطْلُبَانِ إِلَّا الصَّوَابَ ، فَقَالَ عُمَرُ : لَا أُوقِعُ عَلَيْهِ اسْمَ الْقَسْمِ أَدَعُهُ عَلَى مَا هُوَ عَلَيْهِ ، حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عُبَيْدٍ ، حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ ثَوْرٍ ، عَنْ مَعْمَرٍ ، عَنِ الزُّهْرِيِّ ، عَنْ مَالِكِ بْنِ أَوْسٍ ، بِهَذِهِ الْقِصَّةِ قَالَ : وَهُمَا يَعْنِي عَلِيًّا ، وَالْعَبَّاسَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا يَخْتَصِمَانِ فِيمَا أَفَاءَ اللَّهُ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنْ أَمْوَالِ بَنِي النَّضِيرِ ، قَالَ أَبُو دَاوُدَ : أَرَادَ أَنْ لَا يُوقَعَ عَلَيْهِ اسْمُ قَسْمٍ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

I suffered from drought; so I entered a garden of Medina, and rubbed an ear-corn. I ate and carried in my garment. Then its master came, he beat me and took my garment. He came to the Messenger of Allah (ﷺ) who said to him: You did not teach him if he was ignorant; and you did not feed him if he was hungry. He ordered him, so he returned my garment to me, and gave me one or half a wasq (sixty or thirty sa's) of corn.

(2963) Malik b. Evs. b. el-Hadesan'dan demiştir ki:

Ömer (b. el-Hattab birgün) güneşin yükseldiği bir sırada bana (bir haber) gönderdi.
Bunun Üzerine yanma vardım ve kendisini (minder-siz olarak) doğrudan doğruya bir
karyolanın ağaç kısmı üzerine oturmuş halde buldum. Yanma girince bana;
"Ey Malik (senin) kavminden bir kaç aile koşarak geldi. Ben de onlara (ganimet
mallarından) bir şeyler verilmesini emrettim, (bu atiyyeleri) onlara sen bölüştürüver"
dedi. Ben de:

"Bunu sen başka birisine emretsen" (daha iyi olurdu) dedim. O sırada (Hz. Ömer'in
hizmetçisi) Yerfa' (çıkıp) geldi ve

Ey müzminlerin emiri Osman b. Afvân'la Abdurrahman b. Avf. Zübeyr b. el-Awam ve
Sa'd b. Ebî Vakkas'm yanınıza girmelerine izin verir misiniz? dedi. (Hz. Ömer de);
"Evet" cevabını verdi, (ve yanma girmeleri için) onlara izin verdi (onlarda) girdiler.
Sonra Yerfa' (tekrar) geldi ve;

Ey Mü'minlerin emiri yanma Abbas ile Ali'nin girmelerini de izin verirmisin? dedi. (o
da); .

"Evet" dedi (ve yanma girmeleri için) onlara da izin verdi, (onlar da) girdiler. Biraz
sonra Hz. Abbâs (söz aldı ve);

"Ey mü'minlerin emiri benimle şu Ali arasında bir hüküm ver" dedi. Orada
bulunanlardan biri de;

"Evet ey mü'minlerin emiri onlar arasında bir hüküm ver ve ikisine de merhametli ol"
dedi. Malik b. Evs (sözlerine devamla şöyle) dedi: Bana öyle geldi ki (Hz. Abbas'la
Ali, Hz. Osman'la Hz. Abdur-rahman, ez-Zübeyr ve Sa'd'den oluşan) bu Cemaati bir iş
için (şefaatçi olmaları gayesiyle) önden göndermişlerdi. Hz. Ömer de acele etmeyin
dedi. Sonra o topluluğa dönüp; "Göğün ve yerin izniyle durduğu Allah aşkına size
soruyorum Rasûlullah (s.a.)'m - Biz miras bırakmayız, bizim bıraktığımız sadakadır-
buyurduğunu biliyor musunuz?" dedi. (onlar da);

"Evet" dediler. Sonra Hz. Ali ile Abbas'a dönüp "Göğün ve yerin izniyle durduğu
Allah aşkına (söyleyiniz) siz, Rasûlullah (s.a.)'in - Biz miras bırakmayız. Bizim
(arkamızda) bıraktığımız (mal) sadakadır- buyurduğunu biliyor musunuz?" dedi (onlar
da);

"Evet" cevabını verdiler. (Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle) dedi.

"Şüphesiz ki Allah Rasûlünü hiç bir kimseye vermediği bir özellikle tahsis etti de



(Kur'ân-ı Kerîm'inde şöyle) buyurdu: "Allah'ın onlardan Peygamberine verdiği
ganimetlere gelince söz (onu elde etmek için) onun üzerine ne at ne de deve sürdünüz
fakat Allah Peygamberlerini dilediği kimselerin üzerine salar (onlara üstün getirir)

imi

Allah her- şeye kadirdir."

Allah Nadiroğullarım (mallarını) Rasûlüne fey olarak verdi. Allah'a yemin olsun ki:
(Hz. Peygamber) bu mallar(m paylaştırılmasm)da (kendini) size (asla) tercih etmedi.
Kendisi onları alıp ta size verme-mezlik te etmedi. Rasûlullah (s. a.)
(NadİTOğullarmdan fey olarak ele geçen) bu mallardan bir senelik nafaka -yahut
nafakasını, yada ailesinin bir senelik nafakasını- alırdı. (Bu ifadedeki tereddüt raviye
aittir.) Kalanı da (hazinedeki) mallar arasına koyardı. Sonra (Hz. Ömer) bu cemate
yönelip: "Göğün ve yerin izniyle durduğu Allah aşkına size soruyorum. Bunu biliyor
musunuz?" dedi. (Onlar da): "Evet" dediler. Sonra Hz. Abbas ile Ali (r.a.)'a yönelip:
"Göğün ve yerin kendi izniyle durduğu Allah aşkına size soruyorum bunu biliyor
musunuz?" dedi. (Onlar da): "Evet" cevabını verdiler, (sonra Hz. Ömer konuşmasına
şöyle devam etti.)

"Rasûlullah (s.a.) vefat edince Ebû Bekir (r.a.):

"Ben Rasûlullah'm halifesiyim dedi. (Hz. Ömer konuşmasına şöyle devam etti.)
Bunun üzerine sen (ey Abbas) şu (karşımda duran) Ali ile birlikte Ebû Bekir'e varıp
kardeşinin oğlundan (yani Hz. Peygamber'den hissene düşecek olan) mirasını istedin.
Bu da karısı(Fatı-ma)mn mirasını babası (Hz. Muhammed'in malı)ndan istiyordu. Hz.
Ebû Bekir (r.a) de size (şöyle) cevap verdi: "Rasûlullah (s.a.); "Biz miras bırakmayız.
Bizim bıraktığımız sadakadır." buyurdu. Allah bilir ya Ebû Bekir doğru sözlüdür.
Allah'ın emirlerine hakkıyle uyucu-dur. Doğru yoldadır ve hakka tabidir. (Bu yüzden
de) Hz. Peygamberden kalan bu mallar(m idaresi) Ebû Bekr'e verildi. Ebû Bekir vefat
edince de ben;

"Rasûlullah (s.a.)'m ve Ebû Bekir'in halifesi benim" dedim ve Allah'ın mütevelli
olmamı dilediği ana kadar bu mallara mütevelli oldu. Derken sen ve şu (Ali) ikinizin
de işi bir olduğu halde beraberce (karşıma) gelip benden bu malları istediniz. Ben de
(size) eğer bu mallan size vermemi istiyorsanız O malları Rasûlullah (s.a.)'m sarf ettiği
yerlere sarf edeceğinize dair Allah'a söz vermeniz şartıyla (onları size verebilirim)
dedim. Bu şartlar altında bu malı benden aldınız. Sonra aranızda bunun dışında bir
hüküm vermem için (kalkıp tekrar) bana geldiniz. Allah'a yemin olsun ki: Kıyamet
kopuncaya kadar aranızda bundan başka bir hüküm vermem, eğer bu şartlar(ı yerine
getirmekken aciz kalırsanız. Onları bana geri veriniz.

EbûDâvudderki: (Hz. Abbas'laHz. Ali, Hz. Ömer'den) O malları ikisi arasında yarıya
bölmesini (ve idare ve tasarruf hakkının kendilerine verilmesini) istediler. Yoksa onlar
Peygamber (s.aj'in "biz miras bırakmayız* Bizim bıraktığımız sadakadır," dediğini
bilmiyor değillerdi. Onlar doğru olandan başka bir şey istemiyorlardı. Nitekim Hz.
Ömerde "Ben bu mala taksim ismini koydurmam onu olduğu gibi bırakırım** (demek

£1321

suretiyle bu duruma işaret etmiştir).
Açıklama

Safâyâ kelimesi; "Safiyye" kelimesinin çoğuludur. "Safiyye; Peygamber (s.a)'in
ganimet mallarından aldığı humus (1/5) hisseden fazla olarak, ganimetlerin



taksiminden önce onlardan bir at, bir köle ya da bir cariye ve bir köle seçip alma
hakkıdır. Bu hak sadece Hz. Peygamber'e mahsus, özel bir hakdır. Daha sonra gelen
halife ya da devlet başkanları bu hakka sahip değillerdir.
Nitekim 2755 numaralı hadisin şerhinde de bu mevzuya temas etmiştik.
Görülüyor ki, Safıyye, sadece Hz. Peygambere ait Özel bir haktır. Onu istediği gibi
harcar. Ancak musannif Ebû Dâvud bab başlığında geçen bu kelimeyle düşmanın
üzerine at koşturmadan ve savaşmadan müslümanlann eline geçen fey mallarını
kasdetmiştir. Bu tür mallar Hz. Peygamber'e ait olduğundan onlardan safıy diye
bahsetmiştir. Düşman üzerine at ya da deve koşturmadan elde edilen bu malları
tümüyle Hz. Peygamberin hakkı olduğu halde, efendimiz bu hakkını sadece kendi
ihtiyaçları için kullanmamış, müslümanlardan tüm ihtiyaç sahiplerini bu haktan
yararlandırmıştır. Nitekim 2967 numaralı hadis-i şerifte ifade edildiği üzere
Peygamber efendimize harpsiz olarak elegeçen mallardan biri Nadiroğullan arazisi,
biri Fedek arazisi, diğeri de Hayber arazisi olmak üzere üç arazi düşmüştü. Bunlardan
Nadiroğullarmm arazisini elinde tutmakta idi. Bu arazinin gelirini misafirlerin ve
elçilerin ağırlanması, harp için lüzumlu silah ve at temini gibi ihtiyaçların karşılanması
£133]

için Fedek arazisini de yolda kalmış yolcuların ihtiyacı için sarf ederdi. Hayber
arazisini de üçe bölmüştü. Bu üç parçanın ikisini müslümanlann ihtiyaçlarına sarf
edilmesi için beytül-male koyar, kalanın bir kısmını kendi ailesinin ihtiyaçlarına bir
kısmını da muhacirlerin fakirlerine sarf ederdi.

Hz. Ömer, Rasûl-ü Ekremin bu mallarını, Hz. Abbas'la, Hz. Ali'ye teslim ederken bu
toprakların ürünlerinin Rasûlü Ekremin sarf ettiği yerlere sarf edilmesi şartıyle teslim
etmiştir. Ancak Hz. Ebû Bekir'in Hz. Abbas'la Hz. Ali'ye, Hz. Peygamberin arkasında
bıraktığı mallara mirasçı olunamayacağını, o malların sadece sadaka olduğunu
hatırlattığı halde, onların Hz. Ömer'e gelip ondan bu malların kendilerine verilmesini
istemeleri izaha muhtaç bir husustur, bu meseleyi açıklarken Bezi yazarı şunları
kaydediyor; "Aslında Hz. Ebû Bekir (r.a.) Hz. Abbas ile Hz. Ali (r.a.) ya Hz.
Peygamber'in geride bıraktığı malların miras değil sadaka olduğunu açıkladıktan
sonra, Hz. Ebû Bekir'den miras istemekten vazgeçtikleri gibi, Hz. Ömer'den de miras
istemediler. Ancak Hz. Ömer'den bu malların idare ve tasarrufunun kendilerine
verilmesini istediler. Hz. Ömer (r.a) de bu malları Hz. Peygamberin sarf ettiği gibi sarf
etmek şartıyle onlardan söz alarak bu malları onlara teslim etti. Hz. Ali ile Hz. Abbas
(r.a) bu malları şartlarına uygun olarak idare ve sarf ederlerken aralarında anlaşmazlık
çıktı ve bu malları ikiye bölüp yarısının idaresini Hz. Ali'ye yarısının idaresini de Hz.
Abbas'a vermesini istediler. Hz. Ömer ise, Hz. Peygamber'den kalan bir malın olduğu
gibi muhafaza edilmesi gerekir. Bu malı ikiye bölüp te ona taksim ismini kondurmam
diyerek bu teklifi reddetti. Çünkü, bu mallan taksim ettiği takdirde zamanla halkın o
malların miras olarak taksim edildiğini zannedeceklerinden korkuyordu.
Görülüyor ki, Hz. Ali ile Hz. Abbas Hz. Ömer'den bu malların mülkiyetini değil,
sadece idare ve tasarrufunu istemişlerdir. Eğer bu malların miras olduğunu düşünerek
Hz. Ömer'den mülkiyetini istemiş olsalardı, kendi çocuklarının hisselerini de
isterlerdi.' Halbuki onlar böyle bir talepte bulunmamışlardır. Söz konusu mallar Hz.
Peygamber'in Nadir oğullarının arazisinden eline geçen fey mallarıdır.
Hadiste bulunan izaha muhtaç kısımlardan biri de Müslim'in Sahihinde, Hz. Abbas'ın
Hz. Ali'ye sarfettiği rivayet edilen "şu yalancı, günahkâr, vefasız, hain" mealindeki
sözlerdir. Bu meselenin izahı sadedinde Ma'ziri şöyle diyor. "Vaki olan bu sözün



Zahiri Abbâs'a layık değildir, Hz. Ali de bu söylenen vasıfların tamamı şöyle dursun -
haşa- bazısı bile yoktur. Evet biz Peygamber (s.a.)'den bir de onun şehadet
ettiklerinden mâda kimsenin masum olduğunu kâfi olarak söyleyemeyiz; ama sahabe
(r. anhüm) hakkında hüsnü zanda bulunmaya, onlardan her kötülüğü nefyetmeye
memuruz! Bu rivayetin bütün te'vil yollan kapanırsa, yalanı ravîlerine nisbet e4eriz.
Bu mânayı ele alan bazı âlimler böyle sözleri yazmaktansa nüshalarından çıkarmayı
vera' ve takvaya daha uygun bulmuşlar; ihtimal bunları râvilerin vehmine
hamletmişlerdir.

Eğer'bu sözler mutlaka kabul edilecek ve ravilere de vehim isnat etme-yeceksek o
takdirde, en güzel te'vil şudur: Hz. Abbas bu sözleri kardeşi oğluna nazı geçtiği için
söylemiştir, çünkü oğlu yerindedir. Onun hakkında inanmadığı ve kardeşi oğlunun
beri olduğunu bildiği şeyleri söylemiştir. Belki de bu sözlerle onu kendince hatalı
saydığı inancından vazgeçirmek istemiştir. Ona göre bu işi kasden yapan bir kimse bu

Lİ341

çirkin sıfatlarla vasıflanabilir. Ali'ye göre; vasıflanamaz.
Bazı Hükümler

1. Hz. Abbas ile Ali (r.anhum) ganimetin beşte biri hakkında değil, Peygamber (s.a.) e
mahsus olan fey hakkında davaya çıkmışlardı. Bu fey' onun vefatından sonra sadaka
olarak kalmıştır.

2. Her kabilenin âmme işleri, o kabilenin büyüğüne verilmelidir; zira onların hallerini
en iyi bilen odur.

3. Kumandan ve devlet büyükleri yanlarına izinsiz girilmemesi için kapıcı istihdam
edebilirler.

4. Bir davada iş büyüyerek taraflar arasında fesad çıkmasından korkulursa, hâkim
huzurunda şefaatte bulunmak caizdir.

5. Hakkı söylemek şartı ile bir kimsenin kendini medhetmesinde beis yoktur.

6. Senelik aile yiyeceğini biriktirmek caizdir.

7. Fakih ve âlimin başkalarının bildiği bazı şeyleri bilmemesi mezmum değildir.

8. Bir kimseyi adı ile çağırmak caizdir.

9. Haber-i vahidi kabul caizdir.

10. Hâkim hüccetini takviye ve hasmı ilzam için taraflara karşı söylediklerine şahid

Lİ35I

getirebilir.

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

2621 حَدَّثَنَا عُثْمَانُ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ ، وَأَحْمَدُ بْنُ عَبْدَةَ الْمَعْنَى ، أَنَّ سُفْيَانَ بْنَ عُيَيْنَةَ ، أَخْبَرَهُمْ عَنْ عَمْرِو بْنِ دِينَارٍ ، عَنِ الزُّهْرِيِّ ، عَنْ مَالِكِ بْنِ أَوْسِ بْنِ الْحَدَثَانِ ، عَنْ عُمَرَ ، قَالَ : كَانَتْ أَمْوَالُ بَنِي النَّضِيرِ مِمَّا أَفَاءَ اللَّهُ عَلَى رَسُولِهِ ، مِمَّا لَمْ يُوجِفِ الْمُسْلِمُونَ عَلَيْهِ بِخَيْلٍ ، وَلَا رِكَابٍ ، كَانَتْ لِرَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ خَالِصًا ، يُنْفِقُ عَلَى أَهْلِ بَيْتِهِ - قَالَ ابْنُ عَبْدَةَ : يُنْفِقُ عَلَى أَهْلِهِ - قُوتَ سَنَةٍ ، فَمَا بَقِيَ جَعَلَ فِي الْكُرَاعِ ، وَعُدَّةً فِي سَبِيلِ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ قَالَ ابْنُ عَبْدَةَ : فِي الْكُرَاعِ وَالسِّلَاحِ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

Abu Bishr said “I heard ‘Abbad bin ‘Shurahbil a man of us from Banu Ghubar. He narrated the reast of the tradition to the same effect.”

(2965) Hz. Ömer'den demiştir ki:

Nadiroğullannın malları, müslümanlarm, üzerine at ve deve sürmeden Allah'ın
Rasûlüne vermiş olduğu ganimetlerdendi ve (bu mallar) sırf Rasûlullah (s.a.)'e aitti.
(Hz. Peygamber bu malları) ev halkının geçimine sarfederdi. (Musannif Ebû Davud'un
şeyhi) îbn Abde (bu cümleyi) "ailesinin senelik rızkına sarf ederdi" diye rivayet
etmiştir. Geri kalanını da (harp için gerekli olan) atların temininde ve Allah yolunda
(yapılacak savaş uğrunda) harcardı. îbn Abde (bu son cümleyi) "At ve silah (temini)

£138]

uğrunda (sarf ederdi)" diye rivayet etti.
Açıklama

Şafiî ulemasından İmam Nevevî'nin açıklamasına göre, raetinde geçen "Bu mallar sırf
Rasûlullah (s.a.)'e aitti." cümlesi, kâfirlerden savaşsız olarak alman ganimetlerin
(fey'in) tümünün Hz. Peygambere ait olduğunu söyleyen Cumhur ulema lehine, fey'
yirmibeş parçaya bölünür bunun yirmibiri Hz. Peygamber'e kalan dört hisse de Hz.
Peygamber'in yakınlarıyla yetimler, miskinler ve yolda kalmış yolcular arasında
paylaştırılır. Yani bu dört sınıftan her birine bir hisse verilir diyen imam Şafiî'nin
aleyhine bir delildir.

Bu mevzuda Hafız îbn Hacer şöyle diyor: Ulema, fey gelirlerinin nerelere sarf
edileceği mevzuunda ihtilafa düşmüşlerdir.

İmam Mâlik'e göre, (Hz. Peygamberin afatından sonra kâfirlerden alman) fey gelirleri
aynen ganimetlerden ayrılan beşte bir (humus) hissesi gibi hazineye konur ve devlet
başkanı kendi içtihadına göre Hz. Peygamberin akrabalarına sarf eder.
Cumhuru ulemaya göre; harple alman ganimetlerin beşte biri Enfâl sûresinde belirtilen
müslümanlara sarfedilir. Fakat feyin tasarrufu devlet reisine aittir. Devlet reisi
müslümanlarm maslahatına en uygun gördüğü yerlere sarf eder. Cumhurun bu
mevzudaki delili Hz. Ömer'in;

"Bu fey sadece Rasûlullah (s.a.)'e aitti" mealindeki sözüdür.

Hattâbî'nin açıklamasına göre, İmam Şafiî'nin bu mevzudaki delili: "Allah'ın o kent
halkından Rasûlüne verdiği ganimetler, Allah'a, Rasûle, (Ra-sûle) akrabalığı olanlara

£1391

yetimlere, yoksullara, (yolda kalan) volcuya aittir..." âyet-i
kerimesidir.

İmam Şafiî hazretlerine göre, bu âyet-i kerimede geçen (Allah için) kelimesi Allah
yolunda sarf edilmek üzere bir hisse ayrılması gerektiğini ifade için değil, sadece
Allah ismiyle teberrük için zikredilmiştir. Çünkü bir işe Allah ismiyle başlamak, o İşe
bereket getirir.

Bu bakımdan âyet-i kerimede ifade edilen husus fey gelirlerinin Allah isminden sonra
zikredilen beş kişi arasında sarf edileceği hususudur. Müfessirlerden bazıları da bu
görüştedirler.

Şa'bi ile Atâ b. Ebî Rebah'a göre, âyet-i kerimede zikredilen Allah'ın hissesi ile
Rasûlunün hissesinden maksat iki ayrı hisse değildir. Bir hissedir.Ka-tâde'ye göre, bu
beşte bir hissenin beşte biri Allah'ındır. Geriye kalan da beşe bölünerek Allah'ın
Rasûlü, onun yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalan yolcular arasında
bölüştürülür.



el-Hasen b. Muhammed - el-Hanefîyye'ye göre, âyet-i kerimede geçen Allah ismi
Allah için ayrı bir hisse ayrılmasını ifade için değil, teberrük için zikredilmiştir.
Yine Hattâbî'nin açıklamasına göre, Cumhur ulema ile İmâm Şafiî arasındaki,
feylerinde diğer ganimetler gibi taksim edilip edilmeyeceği mevzuundaki, ihtilaf,
Haşır süresindeki feyle ilgili yedinci âyeti ve ganimetlerin taksiminden bahseden Enfâl
sûresinin kırkbirinci âyetiyle ilgili olup olmadığı hususundaki ihtilaftan
kaynaklanmaktadır.

İmam Şafiî, sözü geçen Enfal sûresinde zikredilen ganimetlerin verileceği kimselerin,
aynen Haşr sûresinin yedinci âyetinde zikredilmesine bakarak, fey gelirlerinin de
aynen ganimetler gibi taksim edileceğine hükmetmiştir.

Yine İmam Şafiî (r.a)'e göre, Haşr sûresinin sekizinci âyetinin başında atıf harfi
bulunmadığından haşr sûresinin yedinci âyetiyle ilgisi yoktur. Başlı başına ayrı bir
âyettir. Ganimetin beşte biri ile fey'in tamamı da beytül-malin olup imamın tasarrufu
altında bulunduğunu ve imamın onu kendi içtihadına göre, müslümanlardan uygun
gördüğü herkese harcayabileceğini söyleyen Cumhur ulemaya göre, fey'in sarf
yerlerini açıklayan Haşr suresinin yedinci âyetinin ganimetlerin sarf yerini açıklayan
Enfal sûresinin kırkbirinci âyetiyle hiç ilgisi yoktur.

Çünkü fey âyetinde zikredilen sınıflardan maksat, sadece o sınıfların kendileri
değildir, onların temsil ettiği umum müslümanlardır. Ve söz konusu âyetin hemen
arkasından gelen âyetlerde bu beş sınıfın dışındaki müslümanlardan bahsedilmesi de
bunu ortaya koyduğu gibi, metinde geçen "şu âyetler müslümanlarm hepsini içine
almaktadır." Cümlesi de bu görüşü te'yid etmektedir.

Her ne kadar "Allah'ın onlardan peygamberine verdiği ganimetlere gelince siz (onu

£1401

elde etmek için) onun üzerine ne at ne de deve sürdünüz âyetinde sadece Hz.
Peygamber'e ait olan fey gelirlerinden bahsedilirken onu takibeden âyette Hz.
Peygamberin dışında başka sınıflara da verilmesi ica-beden gelirlerden bahsediliyorsa
da bu durum ikinci âyette bahsedilen gelirlerin kendinden önceki âyetteki fey'den
tamamen ayrı olmasını gerektirmediği gibi, Enfal sûresinin kırkbirinci âyetinde
açıklanan ganimetlerin aynısı olmasını da gerektirmez. Gerçi Haşr sûresinin yedinci
âyetiyle Enfâl sûresinin kırkbirinci âyeti arasında bir benzerlik vardır. Fakat iyi dikkat
edilirse, bu iki âyet arasında çok önemli bir fark vardır.

Merhum Muhammed Hamdi Yazır efendi meşhur tefsirinde bu farkı şöyle açıklıyor.
"Fakat orada humus tasrih edildiği halde burada tasrih olunmamış. Binaenaleyh
ganimetin humusu alınıp beş şehm üzerine sarf olunursa da her feyin humsu alınmak
lazım gelmez. Onun için hanefıyye, ganimetten maada olan feylerin tahmisi icâb
etmeyerek bu ve bundan sonraki âyetlerin gösterdiği veçhile ehem mühimme takdim
edilerek umum müslümanm mesalihma sarf olunmasına kail olmuşlardır ki, burada

£141]

zikrolunanlar en mühimlerini teşkil eder.

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

2622 حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ ، حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ ، أَخْبَرَنَا أَيُّوبُ ، عَنِ الزُّهْرِيِّ ، قَالَ : قَالَ عُمَرُ : { وَمَا أَفَاءَ اللَّهُ عَلَى رَسُولِهِ مِنْهُمْ فَمَا أَوْجَفْتُمْ عَلَيْهِ مِنْ خَيْلٍ ، وَلَا رِكَابٍ } قَالَ الزُّهْرِيُّ : قَالَ عُمَرُ : هَذِهِ لِرَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ خَاصَّةً قُرَى عُرَيْنَةَ ، فَدَكَ ، وَكَذَا وَكَذَا مَا { أَفَاءَ اللَّهُ عَلَى رَسُولِهِ مِنْ أَهْلِ الْقُرَى فَلِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ ، وَلِذِي الْقُرْبَى ، وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ ، وَابْنِ السَّبِيلِ } ، وَلَلْفُقَرَاءِ الَّذِينَ أُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ ، وَأَمْوَالِهِمْ ، { وَالَّذِينَ تَبَوَّءُوا الدَّارَ ، وَالْإِيمَانَ مِنْ قَبْلِهِمْ } ، { وَالَّذِينَ جَاءُوا مِنْ بَعْدِهِمْ } ، فَاسْتَوْعَبَتْ هَذِهِ الْآيَةُ النَّاسَ فَلَمْ يَبْقَ أَحَدٌ مِنَ الْمُسْلِمِينَ إِلَّا لَهُ فِيهَا حَقٌّ - قَالَ أَيُّوبُ : أَوْ قَالَ حَظٌّ - إِلَّا بَعْضَ مَنْ تَمْلِكُونَ مِنْ أَرِقَّائِكُمْ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

I was a boy. I used to throw stones at the palm-trees of the Ansar. So I was brought to the Prophet (ﷺ) who said: O boy, why do you throw stones at the palm-trees? I said: eat (dates). He said: Do not throw stones at the palm trees, but eat what falls beneath them. He then wiped his head and said: O Allah, fill his belly.

(2966) Zühri den, Ömer (r.a) şöyle demiştir:

Allah (c.c): "Allah'ın onların mallarından peygamberine verdiği ganimetler için, siz at

£142]

ve deveye binip onları sürmüş değilsiniz..." (Haşr, 59/6) buyurdu. Zühri: Hz.
Ömer (r.a)'m: "Bu; Urayne köyleri, Fedek ve şurası şurası sırf Rasulullah'a aittir"
dediğim söyledi.



(Ayeti kerimelerde şöyle buyurulur): "Allah'ın fethedilen ülkeler halkının mallarından
peygamberine verdiği ganimetler Allah, peygamber, yakınları, yetimler yoksullar ve
yolda kalmışlar içindir...
£143]

(Haşr, 59/7)

"Allah'ın verdiği bu ganimet malları yurtlarından ve mallarından çıkarılan... fakirler

[1441

içindir" (Haşr, 59/8)

"Daha önceden Medineyi yurt edinmiş ve kalblerine imanı yerleştirmiş
olanlar..." (Haşr, 59/9)

"Ve onların arkasından gelenler... "(Haşr, 59/10) (Hz. Ömer daha sonra şöyle dedi):
"Bu âyet tüm insanları kapsadı. Müslümanlardan, ganimette hakkı -Eyyûb; nasibi

£145]

dedi- olmayan, malik olduğunuz bazı kölelerden başka kimse kalmadı."
Açıklama

Bu riveyet, ganimetlere müstehak olanları beyan sadedinde, Hz. Ömer'in âyetlerden
deliller getirdiği ve pek az olarakta kendi görüşünü kattığı bir eserdir. Eseri Hz. Ömer
(r.a)'den nakleden Zühri'dir. Münzirî'nin belirttiğine göre Hz. Ömer'den hadis
duymamıştır. Onun için rivayet munkatidir. Yani Zühri ile Hz. Ömer arasında başka
bir râvi vardır ama rivayette zikredilmemiştir.

Rivayette istidlal için zikredilen âyetler, Haşr sûresinin 6-10 âyetleridir. Ancak âyet-i
kerimeler metinde tam olarak yeralmamış onun için tercemede de mealleri eksik
verilmiştir. Şimdi işaret edilen âyet-i kerimelerin tamamının meallerini görelim:
"Allah'ın onların mallarından peygamberine verdiği ganimetler için siz at ve deveye
binip onları sürmüş değilsiniz. Fakat Allah peygamberlerini dilediği kimselere karşı
üstün kılar. Allah herşeye kadirdir.

Allah'ın fethedilen ülkeler halkının mallarından peygamberine verdiği ganimetler,
Allah, peygamber, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Böylece o
mallar içinizden sadece zenginler arasında dolaşan bir devlet olmaz. Peygamber size
ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının Allah'tan korkun. Çünkü
Allah'ın azabı çetindir.

Allah'ın verdiği bu ganimet mallan yurtlarından ve mallarından çıkarılmış olan,
Allah'tan bir lütuf ve nzâ dileyen, Allah'ın dinine ve peygamberine yardım eden fakir
muhacirlerindir. İşte doğru olanlar bunlardır.

Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler,
kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenler karşısında içlerinde bir
kaygı duymazlar. Kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, onları kendilerine tercih ederler.
Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir.
Bunların arkasından gelenler şöyle derler: "Rabbimiz! bizi ve imanda bizi geçmiş olan
(bizden önce geçen mü'min) kardeşlerimizi bağışla; kalble-rimizde, iman edenlere
karşı hiç bir kin bırakma. Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok şefkatli çok
merhametlisin." (Haşr, 59/6-10)

Görüldüğü gibi bu âyetlerden ilki, savaş yapılmadan, Allah'ın peygamberine lütfü
olarak nasib ettiği yerlerle ilgilidir. Buna fey' denilir. Hz. Ömer (r.a) Urayne
köylerinin, Fedek'in ve diğer bazı yerlerin bu kabilden olduğunu ve bunların sadece



Hz. Peygambere ait bulunduğunu söylemiştir.

Urayne: Suriye tarafında, bir takım köylerin bulunduğu bir bölgedir.

Fedek: Medine ile arasında iki üç günlük mesafe bulunan bir köydür. Bu köyde

kaynayan pınarlar ve hurmalıklar, vardır.

Hz. Ömer'in: "Şurası, şurası" diye ifadelendirdiği yerler, sarihlerin belirttiklerine göre
Medine de yahûdilerin oturdukları, Kureyza ve Nadir dir.

Hz. Ömer, savaş yapılmadan ele geçirilen yerlerin fey olduğu ve Hz. Peygambere ait
olup, ganimetteki gibi gazilere taksim edilmeyeceği görüşündedir. Hz. Peygamber
(s.a.s) bu tür gelirleri halkın çeşitli maslahatları için kullanır. Bu gelirleri askeri
donatımda kullanabileceği gibi, müslümanlarm başka ihtiyaçlarını temin gibi gayelere
harcar. İmam Şafiî'nin dışındaki âlimler, Hz. Ömer'in görüşündedirler. Bu konudaki
açıklama bir önceki hadisin şerhinde geçmiştir.

Hz. Ömer, âyeti kerimelerin sonunda, bazı köleler hariç tüm müslüman-larm bu
gelirlerde hakkı olduğunu bildirmiştir. Çünkü fey' dediğimiz bu gelirler askerlere ve
belirli gruplara taksim edilmeyince ya devlet hazinesine kalacak ya da tüm
müslümanlarm çeşitli ihtiyaçlarına sarf edilecektir. Böylece her iki halde de bütün

Lİ461

müslümanlarm hakkı olan bir gelir olacaktır.

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

2623 حَدَّثَنَا هِشَامُ بْنُ عَمَّارٍ ، حَدَّثَنَا حَاتِمُ بْنُ إِسْمَاعِيلَ ، ح وحَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ دَاوُدَ الْمَهْرِيُّ ، أَخْبَرَنَا ابْنُ وَهْبٍ ، أَخْبَرَنِي عَبْدُ الْعَزِيزِ بْنُ مُحَمَّدٍ ، ح وحَدَّثَنَا نَصْرُ بْنُ عَلِيٍّ ، حَدَّثَنَا صَفْوَانُ بْنُ عِيسَى ، وَهَذَا ، لَفْظُ حَدِيثِهِ كُلُّهُمْ ، عَنْ أُسَامَةَ بْنِ زَيْدٍ ، عَنِ الزُّهْرِيِّ ، عَنْ مَالِكِ بْنِ أَوْسِ بْنِ الْحَدَثَانِ ، قَالَ : فِيمَا احْتَجَّ بِهِ عُمَرُ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ أَنَّهُ قَالَ : كَانَتْ لِرَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : ثَلَاثُ صَفَايَا بَنُو النَّضِيرِ ، وَخَيْبَرُ ، وَفَدَكُ ، فَأَمَّا بَنُو النَّضِيرِ فَكَانَتْ حُبُسًا لِنَوَائِبِهِ ، وَأَمَّا فَدَكُ فَكَانَتْ حُبُسًا لِأَبْنَاءِ السَّبِيلِ ، وَأَمَّا خَيْبَرُ فَجَزَّأَهَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، ثَلَاثَةَ أَجْزَاءٍ ، جُزْأَيْنِ بَيْنَ الْمُسْلِمِينَ ، وَجُزْءًا نَفَقَةً لِأَهْلِهِ ، فَمَا فَضُلَ عَنْ نَفَقَةِ أَهْلِهِ جَعَلَهُ بَيْنَ فُقَرَاءِ الْمُهَاجِرِينَ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

‘Abd Allah bin Umar reported the Apostle of Allaah(ﷺ) as saying “One should not milk the cattle of anyone without his permission. Does anyone of you like that any one approaches his corn cell and its storage is broken and then the corn scatters away? Likewise, the teats of their Cattle store their food. Therefore none of you should milk the cattle of anyone without his permission.”

(2967) Mâlik b. Evs b. eI-Hadesan*dan demiştir ki: Hz. Ömer (r.a.) (fey gelirlerinin)
Hz. Peygamber'e ait bir gelir olup başkalarına verilemeyeceği' (hususundaki) görüşünü
delillendirirken (şöyle) derdi. "Rasûİullah (s.a.)'in üç safâyâsı vardı. Nadiroğulları(mn
topraklan), Hayber (arazisinin bir kısmı) ve Fedek (arazisinin yansı)
Nadiroğulları(nm topraklarına gelince (onlar) Hz. Peygamber' -in ihtiyaçları için
(kendi elinde) tutulmakta idiler. Fedek'se (yolda kalmış) yolcular için tutulmakta idi.
Hayber'e gelince, Rasûİullah (s.a.) onu ikisini müslümanlar arasında (harcamak) birini
de kendi ailesinin geçimine (sarfetmek üzere) üçe bölmüştü. Ailesinin geçimin(e

£1471

ayırdığı hisse)den artanı da muhacirlerin fakirlerine (verirdi.)
Açıklama

"Safâyâ"Safiyy"kelimesinin çoğuludur. Hattâbî'nin açıklamasına göre, Safıyy Hz.
Peygamberin, ganimet mallarının taksiminden önce onlardan seçip aldığı köle ya da
cariye, at ve kılıç gibi mallardır. Hz. Aişe (r.a) "Rasûl-ü zişan Efendimizin "Hz.
Safıyye validemizi esirler arasından bu şekilde seçerek aldığım" söylemiştir.
Hatırlanacağı gibi bu mevzuya 2755 numaralı hadisin şerhinde de temas etmiştik.
Ancak Hz. Ömer'in, hadis-i şerifte sözü geçen toprakları Hz. Peygamber'in
ganimetlerden beştebir payı bulunduğunu isbat için zikrettiğine bakılırsa musannif
Ebû Davud'un safıyy kelimesini kendi manâsında değilde Hz. Peygamber'in ganimet
ve fey'den hissesine düşen Özel mallan anlamında kullandığı anlaşılıyor.
Bu toprakların Hz. Peygamberin mülkiyetine geçiş yolları incelenip onların Hz.
Peygamber'in eline safıy olarak değil de fey olarak geçtiği görülünce bu husus daha da
iyi anlaşılır. Şimdi bu toprakların Hz. Peygamber'e nasıl intikal ettiğini inceleyelim.
1. Nadiroğulları topraklan: Hicretin dördüncü yılında Nadiroğulları müslümanlara
karşı savaşa hazırlanmakta idiler. Peygamber (s.a) onların bu hareketini haber alınca
mukabil hazırlığa başladı ve onları kuşattı. Bunun üzerine Nadirliler Sulh teklifinde



bulundular. Anlaşma gereği savaş aletleri hariç bütün menkul mallarını alıp
gitmelerine müsaade edildi. Arazileri harp-siz kuvvet kullanmadan müslümanlarm
eline geçti ve Hz. Peygamber (s.a)*in malı oldu. Rasûlullah (s.a.) de o yerleri muhacir
müslümanlara temlikte bulundu. (Nadiroğullanndan) müslüman olanların bütün

£1481

malları kendilerine verildi. (kendHeri de eski) yerlerinde bırakıldılar." Nitekim
merhum Elma-lı'lı Hamdi efendi de şu satırlarıyla bu arazinin Hz. Peygamber'e fey
yoluyla intikal ettiğini ifade etmek istemiştir. "Hz. Ömer (r.a) demiştir ki: Beni Nadir
emvali, Allah Teâlâ'nm Rasûlüne fey olarak verdiği ve müslümanlarm ne at, ne rikab

£1491

icâf etmediği fey' den idi."

2. Hayber arazisindeki Vatih, Selahüm ve Ketibe Kaleleri:

İlk iki kale savaş yapılmaksızın alındı. Ketibe kalesi ise Hz. Peygambere humus hakkı
olarak bırakılmıştır. O da bu yerleri muhtaç olanlara bağışladı. Daha önce de
belirtildiği üzere savaşla alman yerler hakkında Hz. Peygamber (s.a) ganimet
hükmünü uygulamış, beşte birini beytülmal için alıp geri kalanı savaşa katılanlara
temlik etmiştir. Beşte bir içerisinde kendinin de mülk hissesi vardı. Hayber tatbikatı
böyledir. Sonra bütün müslümanlarm hissesi zirai ortaklık esasına uygun şekilde
Yahudilere verilmiştir.

3. Fedek arazisinin yarısı hicretin yedinci yılında Hayber'in fetih ve taksimini
müteakip İslam Ordusu Fedek Yahudileri üzerine yürüyeceği sırada Hz. Peygamber'e
(s.a) gelerek arazinin yarısını ağaçlarıyle birlikte verdiler. Savaş yapılmaksızın alman
bu yer hakkında Peygamber (s.a.). Fey hükmünü uyguladı. Şöyle ki; Mülkiyeti
kendinde kalmak üzere gelirini ailesinin" geçimine ayırdı. Bir kısmını da arazisi
olmayan müslümanlara temlik etti. Şu olay sulh yolu ile alman toprakların mülk

£150]

arazisi statüsüne tabi oluşuna bir örnektir. 2736 numaralı hadisin şerhinde de
açıkladığımız gibi "Rasûl-u zişan Efendimiz, Hayber'den hissesine 1 düşen malları,
Hudeybiye seferinde otuz altı parçaya bölmüş bunların yarısını ailesinin geçimine sarf
etmek üzere kendisine bırakmış, kalan.yarısmı da atlılara iki, yayalara bir hisse olmak
üzere Hudeybiye gazileri arasında bölüştürmüştür. Hudeybiye gazileri bin yüz kişiydi.
İçlerinde üçyüz kadar da süvari vardı. Aslında Hz. Peygamberin Hayber arazisini nasıl
bölüştürdüğüne dair gelen rivayetler arasında bazı farklılıklar görülmektedir.
Bu hadislerden biri olan 2736 numaralı hadis-i şerifte bu toprakları Hudeybiye
seferinde onsekiz parçaya böldüğü ve üçyüzü atlı binikiyüzü de süvari olan binbeşyüz
kişilik Hudeybiye gazileri arasında bölüştürdüğü ifade edilirken, mevzumuzu teşkil
eden hadis-i şerifte bunları üçe bölüp ikisini müslümanlara, birini de kendi ailesine
tahsis ettiğini, ailesinin masraflarından artanı muhacirlerin fakirlerine verdiği ifade
ediliyor. 3008 numaralı hadis-i şerifte Hayber topraklarının mahsulünün yarısı
yahudilere, yarısı da müslü-manlara ait olmak üzere eski sahiplerinin elinde bırakıldığı
ve bu mahsulün beşte birinin Enfâl sûresinin kırkbirinci âyetinde açıklanan ganimet
esaslarına göre beş sınıf arasında, kalan dört hisseyi de gaziler arasında bölüştürdüğü
ve bu taksimden Hz. Peygamberin hanımlarına beşyüz vesk hurma yirmi vesk de arpa
düştüğü ifade ediliyor. 3010 numaralı hadis-i şerifte de bu toprakları ikiye bölüp
yarısını kendi ailesinin ihtiyaçlarına ayırdığı, diğer yansmı da onsekiz parçaya bölerek
müslümanlar arasında taksim ettiği ifade ediliyor. 3013 numaralı hadis-i şerifte ise
Hayber topraklarını otuz altı hisseye ayırdığı bunun on sekiz hissesini de yüz kişiye



bir hisse düşmek şartıyla müslümanlara bölüştürdüğü, Rasûl-ü Ekrem'in de aynen
diğer müslümanlar gibi bu taksimden bir pay aldığı, geri kalan on sekiz hisseyi de
kendisinin ve diğer müslümanlarm ihtiyaçlarına sarfettiği ifade ediliyor.
Bezi yazarı, bu hadislerin arasını te'lif ederken şöyle diyor: "Aslında Peygamber
Efendimiz (Hayber topraklarının bir yansım yahudilere bırakmış, kalan yarısını da
müslümanlara bırakmıştı) Bu toprakların müslüman-lara düşen kısmının tümünü
otuzaltı parçaya böldü bunun onsekiz parçasını Hudeybiye gazilerine vermiştir ki,
3013 numaralı hadis-i şerifte anlatılan taksim budur. Yine aynı hadiste açıklandığı
üzere kalan onsekiz hisseyi de ailesinin ve müslümanlann ihtiyaçlarına tahsis etmiştir.
2736 numaralı hadisde-ki Hz. Peygamberin Hayber topraklarını onsekiz parçaya
bölmesiyle ilgili ifade ise, işte bu, Hayber topraklarından gazilere ayrılan kısımla
ilgilidir. Hz. Peygamberin ve diğer müslümanlann ihtiyaçları için ayrılan kısım buna
dahil değildir.3008 numaralı hadis-i şerifteki"Hz.Peygamberin böldüğünden
bahsedilen hisseden maksat ise Hz. Peygamberin kendi ve müslümanlann ihtiyaçları
için ayırdığı kısmın beşte biridir. Bilindiği gibi bu beştebir hisse Enfâl sûresinin
kırkbirinci âyetine göre beş sınıf arasında paylaştırılır.

Mevzumuzu teşkil eden hadisteki Rasûl-ü Ekrem'in bu toprakları üçe bölüp te ikisini
müslümanlara, birisini de ailesinin geçimine ayırdığına dair olan ifadeye gelince; bu
ifadedeki iki parçanın dağıtıldığı müslümanlardan maksat Enfâl sûresinin kırkbirinci
âyetinde zikredilen şu dört sınıftır.

1. Hz. Peygamberin yakınları, 2. Yetimler, 3. Yoksullar, 4. Yolda kalan yolcular.
Diğer bir parça da Hz. Peygambere verilmiştir. Ancak mevzu-muzu teşkil eden bü
hadiste bahsedilen üç hissenin üçü de 2736, 3008, 3010, numaralı hadislerde
bölüştürüldüğünden ve Hayber topraklarının yansını teşkil ettiğinden bahsedilen ve
Hz. Peygamberle müslümanlann ihtiyaçlarını karşılamak üzere ayrıldığı açıklanan

' imi

kısımla ilgilidir, bu toprakların tümüyle ilgili değildir.

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

2624 حَدَّثَنَا يَزِيدُ بْنُ خَالِدِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ مَوْهِبٍ الْهَمْدَانِيُّ ، حَدَّثَنَا اللَّيْثُ بْنُ سَعْدٍ ، عَنْ عُقَيْلِ بْنِ خَالِدٍ ، عَنِ ابْنِ شِهَابٍ ، عَنْ عُرْوَةَ بْنِ الزُّبَيْرِ ، عَنْ عَائِشَةَ ، زَوْجِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنَّهَا أَخْبَرَتْهُ : أَنَّ فَاطِمَةَ بِنْتَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَرْسَلَتْ إِلَى أَبِي بَكْرٍ الصِّدِّيقِ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ تَسْأَلُهُ مِيرَاثَهَا مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِمَّا أَفَاءَ اللَّهُ عَلَيْهِ ، بِالْمَدِينَةِ ، وَفَدَكَ ، وَمَا بَقِيَ مِنْ خُمُسِ خَيْبَرَ ، فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ : إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ : لَا نُورَثُ مَا تَرَكْنَا صَدَقَةٌ ، إِنَّمَا يَأْكُلُ آلُ مُحَمَّدٍ مِنْ هَذَا الْمَالِ ، وَإِنِّي وَاللَّهِ لَا أُغَيِّرُ شَيْئًا مِنْ صَدَقَةِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَنْ حَالِهَا الَّتِي كَانَتْ عَلَيْهَا ، فِي عَهْدِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، فَلَأَعْمَلَنَّ فِيهَا بِمَا عَمِلَ بِهِ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَأَبَى أَبُو بَكْرٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ ، أَنْ يَدْفَعَ إِلَى فَاطِمَةَ عَلَيْهَا السَّلَام ، مِنْهَا شَيْئًا

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

Ibn Juraij said “O ye who believe, Obey Allaah and obey the Apostle and those charged with authority amongst you.” This verse was revealed about ‘Abd Allaah bin Qais bin ‘Adi whom the Prophet (ﷺ) sent along with a detachment. Ya’la narrated it to me from Sa’id bin Jubair on the authority of Ibn ‘Abbas.

(2968) Ur ve b. Zübeyr'den demiştir ki: Peygamber (s. a.)'in hanımı Aişe, O'na (şöyle)
demiştir: "Rasûlullah (s.a.)'in kızı Fatıma, Ebû Bekir es-Sıddık (r.a.)'a bir haber
göndererek ondan Allah'ın Medine'de ve Fedek'te Rasûlullah'a vermiş olduğu fey'den
(payına düşecek olan) mirasını istedi de Ebû Bekir -şüphe yok ki Rasûlullah (s.a.):
"Biz miras bırakmayız. Bizim bıraktığımız sadakadır. Muhammed'in aile fertleri ancak
şu maldan yiyebilirler.'* buyurdu. Allah'a yemin olsun ki, Ben Rasûlullah (s.a.)'in
(arkada bıraktığı) sadakasından hiçbir şeyi kendi zamanındaki halinden (başka bir
hale) değiştiremem. Binaenaleyh, bu mallar hakkında Rasûlullah ne yapmışsa ben de
onu yapacağım, cevabım verdi. Ve Fatıma aleyhisselama bir şey vermekten kaçındı.
£1521

Açıklama

Hz. Fatıma, Hz. Peygamberin vefatından sonra Hz. Ebû Bekir'e bir haber göndererek
Allah'ın Hz. Peygambere Medine ile Fedekte fey olarak tahsis buyurduğu mallardan
ve Hayberin beşte birinden hissesine düşecek mirası istemişse de Hz. Ebû Bekir
"Peygamberlerin miras bırakmadığına, onların bıraktığı malların sadaka olduğuna"
dair hadisi ve Hz. Peygamberin Hayber topraklarından ayrılan humustan ailesine



düşen hisseyi işaret ederek "Benim ailem ancak şu mallardan yiyebilir* 1 buyurduğunu
hatırlatıp onun bu isteğini kabul etmemiştir. Çünkü bu mallar, kendi vefatıyla
sadakaya, dönüşmüştür. Sağlığında aile fertlerine bağışlamış olduğu Hayber arazisinin
bir kısmı ise, kendi mülkiyetinden çıktığından vefatıyle sadakaya dönüşmemiş ve
dolayısıyle yine aile fertlerinin elinde kalmış. Onların geçimlerine tahsis edilmiştir.
İmam Nevevî'nin açıklamasına göre Peygamberlerin bıraktıkları malların sadaka olup
miras olmamasının hikmeti "Bir peygamberin yakınlarından birinin, onun mirasına
konmak için ölümünü temenni ederek helak olması tehlikesini önlemek ve insanların
peygamberleri dünyada varislerini zengin etmek için çalışan ve bu maksatla dine davet
eden kişiler olduğu vesvesesine kapılmasına mani olmaktır. Hz. Fatıma (r.a)'nm miras
istemesi hususunda iki ihtimal üzerinde durulmuştur:

1. Babasının "Bize mirasçı olunmaz!" hadisini te'vil etmiş kendisinin kıymetli
mallarda babasına mirasçı olamayacağını, yiyecek, giyecek ve silah gibi şeylerde
mirasçı olacağını sanmıştır. Fakat hadis-i şerifteki "Allah'ın fey olarak verdiği..."
ifadesi bu te'vil i reddeder.

2. Bazı ulemaya göre, Hz. Fatıma'nm miras istemesi, bu hadisi duymazdan öncedir.
Hz. Fatıma vasiyyet âyetiyle ihticac etmiştir. Mezkûr âyette mirasçı bir kızsa

[153]

kendisine mirasının yarısı verileceği bildirilmektedir.

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

2625 حَدَّثَنَا عَمْرُو بْنُ عُثْمَانَ الْحِمْصِيُّ ، حَدَّثَنَا أَبِي ، حَدَّثَنَا شُعَيْبُ بْنُ أَبِي حَمْزَةَ ، عَنِ الزُّهْرِيِّ ، حَدَّثَنِي عُرْوَةُ بْنُ الزُّبَيْرِ : أَنَّ عَائِشَةَ زَوْجَ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، أَخْبَرَتْهُ بِهَذَا الْحَدِيثِ ، قَالَ : وَفَاطِمَةُ عَلَيْهَا السَّلَام حِينَئِذٍ تَطْلُبُ صَدَقَةَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الَّتِي بِالْمَدِينَةِ ، وَفَدَكَ ، وَمَا بَقِيَ مِنْ خُمُسِ خَيْبَرَ ، قَالَتْ عَائِشَةُ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهَا : فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ : إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ : لَا نُورَثُ مَا تَرَكْنَا صَدَقَةٌ ، وَإِنَّمَا يَأْكُلُ آلُ مُحَمَّدٍ فِي هَذَا الْمَالِ يَعْنِي مَالَ اللَّهِ لَيْسَ لَهُمْ أَنْ يَزِيدُوا عَلَى الْمَأْكَلِ ، حَدَّثَنَا حَجَّاجُ بْنُ أَبِي يَعْقُوبَ ، حَدَّثَنَا يَعْقُوبُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ بْنِ سَعْدٍ ، حَدَّثَنَا أَبِي ، عَنْ صَالِحٍ ، عَنِ ابْنِ شِهَابٍ ، قَالَ : أَخْبَرَنِي عُرْوَةُ : أَنَّ عَائِشَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهَا أَخْبَرَتْهُ بِهَذَا الْحَدِيثِ ، قَالَ فِيهِ : فَأَبَى أَبُو بَكْرٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ عَلَيْهَا ذَلِكَ ، وَقَالَ : لَسْتُ تَارِكًا شَيْئًا كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَعْمَلُ بِهِ إِلَّا عَمِلْتُ بِهِ ، إِنِّي أَخْشَى إِنْ تَرَكْتُ شَيْئًا مِنْ أَمْرِهِ أَنْ أَزِيغَ ، فَأَمَّا صَدَقَتُهُ بِالْمَدِينَةِ فَدَفَعَهَا عُمَرُ إِلَى عَلِيٍّ ، وَعَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا ، فَغَلَبَهُ عَلِيٌّ عَلَيْهَا ، وَأَمَّا خَيْبَرُ ، وَفَدَكُ فَأَمْسَكَهُمَا عُمَرُ ، وَقَالَ : هُمَا صَدَقَةُ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَتَا لِحُقُوقِهِ الَّتِي تَعْرُوهُ ، وَنَوَائِبِهِ ، وَأَمْرُهُمَا إِلَى مَنْ وَلِيَ الْأَمْرَ ، قَالَ : فَهُمَا عَلَى ذَلِكَ إِلَى الْيَوْمِ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

‘Ali (Allaah be pleased with him) said “The Messenger of Allah(ﷺ) sent an army and appointed a man as a commander for them and he commanded them to listen to him and obey. He kindled fire and ordered them to jump into it. A group refused to enter into it and said “We escaped from the fire; a group intended to enter into it. When the Prophet (ﷺ) was informed about it, he said “Had they entered into it, they would have remained into it. There is no obedience in matters involving disobedience to Allaah. Obedience is in matters which are good and universally recognized.

(2969) Zührî'den Urve b. Zübeyr şu (bir önceki) hadisi Peygamber (s.a.)Jin hanımı
Aişe'nin kendisine anlattığını söylemiş ve (Zührî rivayetine devamla şöyle) demiştir:
Fatıma (r.a.), o zaman Rasûlullah (s.a.)'in (arkasında bırakmış olduğu) Medine ve
Fedek'teki sadakası ile Hayber' in beşte birinden kalan (maUar)ı istemiş. Hz. Aişe (söz-
lerine devam ederek şöyle) demiş - Ebü Bekir de ona -Rasûlullah (s. a.): "Biz miras
bırakmayız. Bizim bıraktığımız sadakadır. Muham-med'in ailesi ancak şu maldan yani
Allah'ın (onlara fey olarak verdiği) malından yerler onların yiyecek (ve giyecek

0541

giderlerini daha fazla artırmaya hakları yoktur buyurdu" cevabını verdi.
Açıklama

Hz. Peygamber. "Biz Peygamberler miras bırakmayız. Bizim bıraktığımız mallar
sadakadır." buyurduğu halde Hz. Fatıma'nm Hz. Peygamber'in bıraktığı mallardan
miras payı istemesi hakkındaki ulemanın görüşlerini bu önceki hadisin şerhinde
açıklamıştık.

Mevzumuzu teşkil eden bir hadiste bir de Hz. Peygamberin Medine ve Fedekteki
sadakasıyla Hayberin beştebirinden kalan mallarından bahsedilmektedir. Hz.
Peygamberin özel mülkü olan topraklar hakkında Kadı Iyâz şunları söylüyor:
"Bunların birinci kısmı: Kendisine hibe edilmiştir. Uhud harbinde müslüman olan
yahudi Muhayrik'in vasiyyeti bu kabildendir ki yedi bahçeden müteşekkildi. Ensarm
verdikleri sulanmayan arazi de böyledir. Bunlar Peygamber (s.a.)'in halis mülki idi.
İkinci kısım: Beni Nadir kabilesini sürgün ettiği vakit, onlardan harpsiz fey olarak
aldığı arazidir. Bu da onun hususi mülkidir. Beni Nadir' in menkul mallarına gelince:
Anlaşma mucibince bunların silahlardan başkasını ya-hudiler develerine yükleyip
götürmüş; kalanı da gaziler arasında taksim edilmişti. Fedek arazisinin yarısı ile
Vadilkura'nm üçte biri Peygamber (s.a.)'in hususi mülki idi. Çünkü bu yerleri bu



şartlarla sulhan ele geçirmişti. Bu yerlerin gelirini başı sıkılan müslümanlara
sarfederdi. Bunlardan başka Hayber'den sulh yolu ile alınmış Vatih ve Selalim
namında iki de kalası vardı.

Üçüncü Kısım: Hayberin ve diğer harple alman yerlerin beşte birinden eline geçen
mallardır. Bu üç kısım malların hepsi peygamber (s.a.)'in halis mülki idi. Lakin o
bunları benimsemez; ailesine, müslümanlara ve ümmetin umumi ihtiyaçlarına

£1551

sarfederdi. Vefatından sonra bu sadakaların temellükü haram kılınmıştır." Biz bu
toprakların ikinci Ve üçüncü kısımda zikredilenlerinden 2967 numaralı hadisin
şerhinde de bahsetmiştik. Aslında Hz. Peygamberin özel mülkü olan topraklar
bunlardan İbaret değildi. Şu topraklar da onun özel mülkleri arasında idi:

1. Fedek arazisinin yansı -Nitekim 2967 numaralı hadisin şerhinde açıklamıştık

2. Vâdiyü'l-kuranm üçtebiri yahudiler kendi yerlerinde bırakılmaları için, rızalarıyla
kendilerine ait arazinin yarısını (Vadiyü'l-kuramn üçtebirine tekabül eden yeri) Hz.
Peygambere bağışlamışlardır. Daha sonra bu yerde oturan ve yahudi olmayanlarm
elindeki araziyi de onlardan satın aldı. Böylece o bölgenin üçteikisi Hz. Peygamberin
mülkü haline gelmiştir.

[1561

3. Miras yoluyla annesinden intikal eden Mehrûz isimli pazaryeri ile bir dükkan.
Bütün bu topraklar Hz. Peygamberin özel mülkü olduğu için vefatından sonra sadaka
hükmüne geçmişler. Bu sebeple de Hz. Ömer bu topraklardan miras isteyen Hz.
Fatıma'nm teklifini kabul etmedi. Ancak Peygamber efendimiz bunlardan Hayber
topraklarının humusundan hissenize düşen kısmı sağlığında yiyecek ve giyecek
masrafları için, ailesine bağışlamış olduğundan bu topraklar kendi mülkiyetinden çıkıp
ailelerinin mülkü olmuştur. Dolayısıyla kendisinin vefatıyle sadakaya
dönüşmemişlerdir. İşte hadis-i şerifte "sadaka topraklar" kelimesiyle kasdedilen
topraklar, onun vefatına kadar, elinde kalan topraklardır. Ailesinin yiyeceklerini
karşılamak üzere tahsis ettiği topraklar da Hayber topraklarından hissesine düşüp te
sağlığında ailesine bağışladığı topraklardır. Yukarıda açıkladığımız sadaka topraklar
ise Hz. Peygamberin vefatından sonra beytü'l-mal'a tahsis olundu, idareleri için

LÜU

memur (mütevelli) tayin edildi.

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

2626 حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عُبَيْدٍ ، حَدَّثَنَا ابْنُ ثَوْرٍ ، عَنْ مَعْمَرٍ ، عَنِ الزُّهْرِيِّ ، فِي قَوْلِهِ : { فَمَا أَوْجَفْتُمْ عَلَيْهِ مِنْ خَيْلٍ ، وَلَا رِكَابٍ } ، قَالَ : صَالَحَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَهْلَ فَدَكَ ، وَقُرًى قَدْ سَمَّاهَا لَا أَحْفَظُهَا ، وَهُوَ مُحَاصِرٌ قَوْمًا آخَرِينَ ، فَأَرْسَلُوا إِلَيْهِ بِالصُّلْحِ ، قَالَ : { فَمَا أَوْجَفْتُمْ عَلَيْهِ مِنْ خَيْلٍ ، وَلَا رِكَابٍ } ، يَقُولُ : بِغَيْرِ قِتَالٍ ، قَالَ الزُّهْرِيُّ : وَكَانَتْ بَنُو النَّضِيرِ لِلنَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ خَالِصًا لَمْ يَفْتَحُوهَا عَنْوَةً ، افْتَتَحُوهَا عَلَى صُلْحٍ ، فَقَسَمَهَا النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بَيْنَ الْمُهَاجِرِينَ ، لَمْ يُعْطِ الْأَنْصَارَ مِنْهَا شَيْئًا ، إِلَّا رَجُلَيْنِ كَانَتْ بِهِمَا حَاجَةٌ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

‘Abd Allaah bin Masud reported the Apostle of Allaah(ﷺ) as saying “Listening and Obedience are binding on a Muslim whether he likes or dislikes, so long as he is not commanded for disobedience (to Allaah). If he is commanded to disobedience (to Allaah), no listening and disobedience are binding (on him).

(2971) "Siz (onu elde etmek için) onun üzerine ne at ne de deve sürdünüz..."
âyeti hakkında Zühri'nin (şöyle) dedi(ği rivayet olunmuştur.): "Peygamber (s. a.) Fedek
ve (bir takım) köylerin halkı ile barış yaptı. (Ma'mer der ki: -şeyhim Zührî bu
köylerin) isimlerini söyledi ama ben hatırımda tutamadım.- (o sırada) Hz. Peygamber
bir başka kavmi de kuşatmıştı.

(Muhasara altında olan bu kavim) Hz. Peygamberce haber göndererek sulh teklifinde
bulundular. (Çünkü Cenab-ı Hak onların kalplerine korku düşürmüştü. Rasûl-ü Ekrem
de onların bu teklifini kabul etti. Bunun üzerine yüce Allah indirmiş olduğu bir âyet-i
kerimesinde şöyle) buyurdu: "Siz (onu elde etmek için) onun üzerine ne at ne de deve
£161]

sürdünüz" (Yüce Allah bu sözüyle bu malların) savaşsız olarak (elegeçtiğini)
ifade buyurmak istiyor. Zührî dedi ki: (Ele geçen) Nadiroğullarınm (bu) mallan sırf
Peygamber (s.a)'e ait oldu. (Çünkü müslümanlar) onları zorla ele geçirmediler.
(Bilakis) onları barış yo-luyle, ele geçirdiler. Bu yüzden de Peygamber (s. a) onları
Muhacirler arasında bölüştürdü. Muhtaç durumda olan iki kişi hariç olmak üzere

£1621

onlardan Ensara hiç bir şey vermedi.
Açıklama

Fedek: Şam'ın hicaz bölgesinde ve Hayber tarafmdadır. Medine'ye iki veya üç
£1631

günlüktür.

Vâdiyü'l-kura: Şam'la Medine arasında uzun bir vadidir. Teymâ ile Hayber arasında
kalan bu vadide bir çok karye (köy)ler bulunduğu için buraya "vadil kura" denilmiştir.
£1641



Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte, ravi Zührî'nin "şeyhim Zührî isimlerini



söylemişti ama hatırımda kalmadı.'* diyerek kendilerinden bahsettiği köyler bu vadi
içerisinde bulunan köylerdir.

Beni Nadir yahudileri, Hendek savaşında görülen hıyanetleri üzerine ce-
zalandırıldıkları zaman, Hayber yahudileri Vadiyü*l-kura, Fedek ve Teyma
yahudilerini yanlarına alarak Medine'ye yürümeyi kararlaştırmışlardı. Bunu öğrenen
Peygamber efendimiz Hayber dönüşünde sırasıyla Fedek, Vadiyü'l-kura ve Teyma
yahudileri üzerine yürüdü. Yapılan anlaşma sonunda müslümanlarm eline pek çok ev
eşyası, mal, yiyecek ve giyecek geçti. Fedek halkı ile yapılan anlaşmaya göre, Fedek
arazisinin ve hurmalıklarının yarısı Peygamberimize ait oluyordu. Fedek barış yoluyla
Jethedildiği için, Hayber'de olduğu gibi müslümanlar arasında bölüştürülmeyip

£1651

Peygamberimize mahsus olmak üzere kaldı. Vadiyü'l-kura halkından elde edilen
mallar ise, mevzumuzu teşkil eden hadiste açıklandığı üzere haklarında Haşr süresinin
altıncı âyeti nazil oldu, onlar da fey kabul edilerek Hz. Peygambere verildi. Fakat
bilindiği gibi, Hz. Peygamber kendi özel mülkü sayılan bu feyleri hiç bir zaman kendi
inhisarı altına almadı. Bilakis onları müslümanlarm genel maslahatlarına harcadı. Hz.
Muhammed (s.a)'in özel mülkü olan bu mallar hakkında Kadı Iyaz'm yapmış olduğu

[1661

bir açıklamayı da 2969 numaralı hadisin şerhinde açıklamıştık.

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

2627 حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ الْجَرَّاحِ ، حَدَّثَنَا جَرِيرٌ ، عَنِ الْمُغِيرَةِ ، قَالَ : جَمَعَ عُمَرُ بْنُ عَبْدِ الْعَزِيزِ بَنِي مَرْوَانَ حِينَ اسْتُخْلِفَ ، فَقَالَ : إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : كَانَتْ لَهُ فَدَكُ ، فَكَانَ يُنْفِقُ مِنْهَا وَيَعُودُ مِنْهَا عَلَى صَغِيرِ بَنِي هَاشِمٍ ، وَيُزَوِّجُ مِنْهَا أَيِّمَهُمْ ، وَإِنَّ فَاطِمَةَ سَأَلَتْهُ أَنْ يَجْعَلَهَا لَهَا فَأَبَى ، فَكَانَتْ كَذَلِكَ فِي حَيَاةِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، حَتَّى مَضَى لِسَبِيلِهِ ، فَلَمَّا أَنْ وُلِّيَ أَبُو بَكْرٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ ، عَمِلَ فِيهَا بِمَا عَمِلَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، فِي حَيَاتِهِ حَتَّى مَضَى لِسَبِيلِهِ ، فَلَمَّا أَنْ وُلِّيَ عُمَرُ عَمِلَ فِيهَا بِمِثْلِ مَا عَمِلَا حَتَّى مَضَى لِسَبِيلِهِ ، ثُمَّ أَقْطَعَهَا مَرْوَانُ ، ثُمَّ صَارَتْ لِعُمَرَ بْنِ عَبْدِ الْعَزِيزِ ، قَالَ عُمَرُ يَعْنِي ابْنَ عَبْدِ الْعَزِيزِ : فَرَأَيْتُ أَمْرًا مَنَعَهُ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَاطِمَةَ عَلَيْهَا السَّلَام ، لَيْسَ لِي بِحَقٍّ ، وَأَنَا أُشْهِدُكُمْ أَنِّي قَدْ رَدَدْتُهَا عَلَى مَا كَانَتْ يَعْنِي عَلَى عَهْدِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، قَالَ أَبُو دَاوُدَ : وَلِيَ عُمَرُ بْنُ عَبْدِ الْعَزِيزِ الْخِلَافَةَ ، وَغَلَّتُهُ أَرْبَعُونَ أَلْفَ دِينَارٍ ، وَتُوُفِّيَ وَغَلَّتُهُ أَرْبَعُ مِائَةِ دِينَارٍ وَلَوْ بَقِيَ لَكَانَ أَقَلَّ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

The Prophet (ﷺ) sent a detachment. I gave a sword to a man from among them. When he came back, he said: Would that you saw us how the Messenger of Allah (ﷺ) rebuked us, saying: When I sent out a man who does not fulfil my command, are you unable to appoint in his place one who will fulfil my command.

(2972) Muğire'den demiştir ki: Ömer b. Abdülaziz, Halife seçildiği zaman, (Hz.
Peygamberin mülkü olan topraklar, ellerinde bulunan) Mervan oğullarını toplayıp
(şöyle) dedi: "Şüphe yok ki Fedek (arazisi) Rasûlullah (s.a.)'mdı. Onun bir kısmını
(kendi ailesine) in-fak ederdi. Bir kısmım da Haşim oğullarının küçüklerine ihsan
ederdi. Bir kısmıyla da bekarları evlendirirdi. (Kızı) Fatıma ondan Fedek arazisinin
kendisine verilmesini istedi de (onun bu isteğini) kabul etmedi. (Fedek arazisinin)
Rasûlullah (s.a.)'m sağlığmdaki durumu bu idi. Nihayet vefat edip Hz. Ebû Bekir
halife seçilince, O'da -vefat edinceye kadar Fedek arazisinde Hz. Peygamberin yaptığı
işlemi(n aynısını) yaptı. Ömer halife seçilince O da hayatı boyunca Fedek arazisi hak-
kında (Hz. Peygamberle Hz. Ebû Bekir'in) yaptıkları işlemin aynısını yaptı. Sonra
(dedem) Mervjîn onu ikta (yoluyla kendi yakınlarına tahsis) etti. Nihayet (Fedek
arazisinin idaresi yahutta halifelik, ben) Ömer b. Abdülaziz'e geçti. Yani Abdülaziz'in
oğluna (geçti). Ben de (kendimi Peygamber (s.a.)'in Hz. Fatıma'yı bile menettiği bir iş
(in içinde gördüm. Benim buna asla hakkım yoktur. Onu Rasûlullah (s.a.)
zamanındaki haline döndürüyorum. Ve sizi (buna) şahid tutuyorum. Ebû Dâvud der
kî: -Ömer b Abdülaziz halife olduğu zaman geliri kırk bin dinar idi. Vefat ettiği zaman

£1671

ise dört yüz dinardı. (Halifelikte) kalmış olsaydı (bu gelir) daha da azalırdı.
Açıklama

Mukataa, "Özel kesim eliyle işletilen ve karşılığında devlete bjf pay ödenen devlet
işletmelerini" ifade eder. Mukataa vermeye de ikta denir. Hz. Peygamberin özel mülkü
olan topraklarının vefatından sonra kimlerin eline ve ne suretle geçmiş olduğunu 2970
numaralı hadîsin şerhinde açıklamıştık. Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte ise
bu toprakların Hz. Ömer b. Abdülazizin dedesi Mervân tarafından yakınlarına ikta
yoluyla dağıtıldığı ve nihayet Hz. Ömer b. Abdülaziz devrine kadar böylece geldiği



Hz. Ömer b. Abdülaziz'in de bu tarlaların hukuki durumunu Hz. Peygamber
zamanındaki haline çevirdiği ifade edilmektedir. Bilindiği gibi, Mervanm Fedek
arazisini bu şekilde yakınlarına dağıtılması Hz. Osman devrinde olmuştur. İşte Hz.
Osman'ın kendi devrinde sert bir dille tenkid edilmesinde ve nihayet yıpratümasmda
ve şehid edilmesine sebep olan isyan hareketlerinin başlatılmasında en çok istismar
konusu olan mesele bu meseledir. Halbuki Avnü'l-ma'bud yazarının açıkladığı gibi
Hz. Osman'ın bir numara sonra tercümesini sunacağımız "muhakkak ki Allah bir
Peygambere bir geçim kaynağı ihsan edecek olursa o kaynak daha sonra onun yerine
geçen kimselerin olur." mealindeki hadisi duymuş ve kendisi zengin olduğundan kendi
hakkı olan bu topraklan akrabasından Mervan eliyle yine kendi yakınlarına belirli bir
pay karşılığında dağıtmış olması mümkündür. Hasan-i Basri ile Katâde (r.a) bu
görüştedirler.

Fakat Hz. Ömer b. Abdülaziz bu haktan yararlanmak istememiş, kendi içtihadıyla
buna hakkı olmadığı kanaatine varmış ve onu Hz. Peygamber devrindeki haline iade
etmiştir. Bilindiği gibi Hz. Peygamber bu topraklardan sadece ailesinin bir senelik

£168]

zaruri ihtiyaçlarım alır. Kalanını müslüman-larm genel hizmetlerine sarf ederdi.

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

2628 حَدَّثَنَا عُثْمَانُ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ ، حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْفُضَيْلِ ، عَنِ الْوَلِيدِ بْنِ جُمَيْعٍ ، عَنْ أَبِي الطُّفَيْلِ ، قَالَ : جَاءَتْ فَاطِمَةُ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهَا ، إِلَى أَبِي بَكْرٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ ، تَطْلُبُ مِيرَاثَهَا مِنَ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، قَالَ : فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ : سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ : إِنَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ ، إِذَا أَطْعَمَ نَبِيًّا طُعْمَةً ، فَهِيَ لِلَّذِي يَقُومُ مِنْ بَعْدِهِ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

When the people encamped, (the narrator Amr ibn Uthman al-Himsi) said: When the Messenger of Allah (ﷺ) encamped, the people scattered in the glens and wadis. The Messenger of Allah (ﷺ) said: Your scattering in these glens and wadis is only of the devil. They afterwards kept close together when they encamped to such an extent that it used to be said that if a cloth were spread over them, it would cover them all.

(2973) Ebû Tufeyl'den demiştir ki:

Fatıma (r.a.) Ebû Bekir (r.a)'a vararak Peygamber (s.a)'den (kendine düşecek) mirasını
istedi. Ebû Bekir (r.a) de (şöyle) cevap verdi:

Ben Rasûlullah (s.a.)'i "Şüphesiz ki: Aziz ve Celi) olan Allah bir Peygambere herhangi
bir geçim kaynağı verdiği zaman o kaynak (Peygamberin vefatından) sonra yerine

£1691

geçen kimsenin olur." derken işittim.
Açıklama

Metinde geçen "tu'me" kelimesi sözlükte yiyecek anlamına gelirse de, burada Fey gibi
düşmandan ele geçen mal anlamında kullanılmıştır. "Peygamberin yerine geçen"
sözüyle de peygamberden sonra halife seçilen ve devlet başkanlığı makamına getirilen
kimse kas-dedilmektedir. Bu hadis-i şerifle, halife seçilen bir kimsenin Hz.
Peygamberin özel mülkü olan toprakları aynen Hz. Peygamberin sağlığmdaki gibi
idare etmesi, Hz. Peygamber bu toprakların gelirini nereye sarf ediyor idiyse onun da
aynı yerlere sarf etmesi gerektiği ve Hz. Peygamberin bu topraklardan faydalandığı
kadar onun da faydalanabileceği ifade edilmektedir. Hafız Mün-zırî, bu hadisin
senedinde bulunan el-Velid b. Cemil'in tenkid edildiğini söylemiştir. Ayrıca bu hadis-i
şerif, fey gelirlerinin beşte dördünün Hz. Peygamberin vefatından sonra devlet
başkanlarının hakkı olduğunu söyleyenlerin delilini teşkil etmektedir. Biz fıkıh
ulemasının fey hakkındaki görüşlerini 2951-2953 numaralı hadislerin şerhlerinde

im

açıkladığımızdan burada tekrara lüzum görmüyoruz.